12 - Dergi Bursa

Transkript

12 - Dergi Bursa
Aralık 2012 - Ocak 2013
Fiyat›: ¨ 10
12
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Bursa’da “zaman”ın
fotoğrafları
A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ
ZAMAN
1
arka plan
Yıl: 2 Sayı: 12 / Aralık - Ocak 2013
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yazarlar
Ayşegül Alkış,
A.Kadir Kılınç,
Dilek Şen
Emine Civanoğlu,
Gökay Öngör,
Özlem Şenkoyuncu,
Özgür Çakır,
Özgür Taşkıran,
Sezai Evans
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yapımcı / Yönetim
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Enise Güleryüz
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
Fotoğraf
Engin Çakır, Özgür Çakır
Sezai Evans
Çorbada Tuzu Olanlar
Dilek Yıldız Karakaş, Melis Gökçer,
Neslihan Tunalı
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
Baskı
Dağıtım
www.furkanofset.com.tr
www.seckurye.com.tr
Dijital Yayıncılık
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
2
3
editör notu
Kendinizi
zamana bırakın
Ne vakit hata yapsak, çıkmaza girsek, bir şeylerin olmasını istesek,
inansak, korksak hep ona danışırız. Onun kulağına fısıldarız
dileklerimizi. Yaralarımız olsa onun sağmasını bekleriz. Başımıza ne
gelse ondan bilir, ondan umar, onunla yaşarız.
Mevlana bile şöyle der: “Zamanı
öğrendim. Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla
barışılacağını, zamanla öğrendim...”
Vakitlice üzerine çok düşündüğüm,
onunla yatıp, onunla kalktıklarım bugün
hayatımdalar... “Zaman” harcadığım
her detay “değerli” benim için. Hani
diyorlar ya “vakit nakittir” diye, tam
da demek istediğim bu işte. Bunca
hengamenin arasında algılamaya
çalıştığımız tek şey “zaman” aslında.
Her “an” kaybettiğimiz şeyler kadar
kazandığımız şeyler de var. Bir
düşünün; an geliyor kalp kırabiliyoruz.
Sevdiğimizi hissedebiliyoruz. Hatalar
ve doğrular yapıp sonuçlarını bir anda
fark edebiliyoruz. Anlık yaşadığımız
her şey bize bir şekilde etki ediyor.
Belki hastalanıyoruz, umutlanıyoruz ya
da. Göreceli bir süreçle hepimiz farklı
algılıyoruz geçen saatleri.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri
Ayarlama Enstitüsü’nü okuduğumdan
beri -ki çok küçüktüm- imkan olsa da
saatlerimizi birbirine ayarlayabilseydik
diye düşünmüşümdür hep. Yine de
4
zamandan farklı etkilenirdik. Çünkü
zaman her birimize Noel Baba gibi
farklı hediyeler getirir. Kimimiz üzülür
kimimiz ise sevinirdik olanlara... Yaşam
için 13 satır yazan Gabriel Garcia
Marquez “Bitti diye üzülme, yaşandı
diye sevin” diyordu bir maddede. Not
defterime yazdığım bir cümle olmuştu.
Biten çok şey oluyor hayatımızda.
Bu yüzden dikkat edilmesi gereken
yegane şey bence emek verip zaman
harcadığımız şeylere sahip çıkabilmek.
Kaybetmenin insana verdiği acıyı
önlemenin bir yolu yok çünkü. İnsan
zaman harcadığı şeyleri kaybedince
üzülüyor ya da zaman harcayamadığı...
Zaman ne yarışılacak bir şey ne de
bulunabilecek. Önemli olan onu
yaşarken kaybetmemek.
Umudu olan insan zamana inanan
insandır. Üzülmüş insan da zamana
inanır. Hayat herkese hak ettiği kadar
zaman tanımıyor. Hatta göreceli bir
bakış açısıyla “hiç vakti olmayan”
bizlere zaman yetmiyor. Mesela spor
için vakit bulamıyoruz ama bütün
dizilerin kadrosunu sayabiliyoruz.
Çekinmeyin söyleyin; haftada kendinize
ne kadar zaman ayırıyorsunuz?
Peki ya değer verdiğiniz insanlara?
Vücudunuza ya da geçtim bunları,
ruhunuza?
Sahi kim çaldı bu zamanı? Arsen Lupen
mi?
Keyifli okumalar.
Editör notu: Zamanın ötesinde,
keyifli bir yolculuk için hazırsanız bu
sayıdaki temamız “zaman...” Elimizden
geldiğince zamana yaklaşmaya
çalıştık. Bursa ile zamanın bağlarını
aradık. Bulabildiysek vakit ayırıp haber
verirsiniz artık...
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
ır
k
a
Ç
n
i
g
En
5
plan
plan
tek karede Bursa Bursa’da zamanın yansımaları
10
Bursa dokusu
Zamanın içindeki Bursa - Dilek Yıldız Karakaş
26
detaylı bakış
“Enerji” saçan tarih - Kabına sığmayan Osmanlı kültürü
34
dosya
Zamanı okuyan adam - A. Hamdi Tanpınar
44
detay
Hangi zamana ayarladık saatleri
46
mevsim
Bursa’da “zaman”ın fotoğrafları
48
yakın plan
Zamanı seyr-i alem
54
manevi
Bir adağın eseri
56
yakın yerler
Şehre yakın, zamandan öte - Dağyenice Göleti
58
gezi-yorum
Binlerce yıllık “hile dolu” aşk hikayesi
66
uzaktaki yakın
Akdeniz’e kıyısı olmayan Akdenizli - Özgür Çakır
74
odak noktası
Fotoğraftaki “zaman algısı”
88
g.zaman kipinde
Tellerine artık “kuş konmayan” iletişim
94
tema
Vakti geldiği zaman
98
bilgi hapı
Uçan zaman olunca
104
kitabi
Zaman, nerede ne renge döner belli mi olur - E. Civanoğlu
106
semboller
An - Abdulkadir Kılınç
108
zamansız
Kimine göe “zaman” - Neslihan Tunalı
110
serbest yazı
“Hazine” - Özlem Şenkoyuncu
112
köşe
Zamansız öten horoz - Dilek Şen
114
eğitim rehberi
Zamansız zamanlar ve annelik - Melis Gökçer
116
eğitimin psikolojisi
Zamanın çocukları - Ayşegül Alkış
118
hobi kulübü
Modelcilik “sabır meselesi” - Özgür Taşkıran
120
film şeridi
Zaman içindeki film şeridi
122
evrensel sanat
Metaforik gerçek kişi - Vladimir Kush
126
çizgi üstü
Zamanın ötesindeki şehir - Gökay Öngör
128
armoni
“Siyah bir veda öpücüğü” - Cem Adrian
130
efsane kareler
Yeşilçam’ın “güzelleri” ve “jönleri”
134
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
148
www.dergibursa.com.tr
6
7
8
9
tek karede bursa
Tophane’den Fomara Meydanı’na doğru /
Bursa - 02.09.2009
Zaman aşımı
Zamana bırakmadık mı her şeyi? O da bize tüm sevgileri, acıları ve umutları bıraktı. Şehir de kendini
zamana bırakır. Her gün yeni bir insan geçer üzerinden. Her şey ışık hızıyla gerçekleşir sanki, zaman
aşımına uğrar ve değişir.
10
11
tek karede bursa
Tirilye / Bursa - 25.10.2009
Zamanın
yıprattığı
12
Özgün yapıları, cumbalı balkonları, işlemeli ahşap doğramaları ve yüksek
duvarlı bahçeleriyle sivil mimari örneği "Eski Bursa Evleri", betonarme
yapılardan bunalan kent sakinlerini, yaşanmışlığın verdiği sıcaklıkla hala
tarihsel yolculuklara çıkarıyor. Ancak karşı koyamadıkları şey zaman, onları
yıpratıyor. Onlar da zamana direniyor, tıpkı Tirilye’deki bu konak gibi.
13
tek karede bursa
Zaman alır
Gelip size zamandan söz
ederler. Yaraları nasıl sardığından, ya da
her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri
gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe
yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı
sözler, sözcükler, öyle
düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak,
ayrılığın gerçeğine katlanmak,
sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
yüreğinizin unuttuğunuz
yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş
etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Murathan Mungan
Soğanlı Botanik Bahçesi / Bursa - 18.05.2006
14
15
tek karede bursa
Sabrın
“armağanı”
Bin yılı aşkın bir geçmiş
saklı çini sanatının ardında.
Anadolu’nun topraklarındaki
tüm sırlarla iç içe geçmiş
onlarca hikaye... Selçuklulardan,
Osmanlı’ya toprağın tüm
ayrıntıları onunla hayat buluyor.
İznik çinileri ise tıpkı yüzyıllar
öncesindeki kadar ahenkli ve
değerli hala... Sabrın en güzel
örneklerinden bir tanesi.
İznik / Bursa - 09.03.2011
16
17
tek karede bursa
600 yıllık
akşamüstü
güneşi
Türkiye'nin en yaşlı çınarlarından
bir tanesi olan doğa harikası
İnkaya Çınarı aynı zamanda
Bursa'nın anıt ağaçları arasında
en çok tanınmış olanı. Diğer
ismiyle Doğu Çınarı tam 6 asır
yaşında. Bursa’da yüzyıllardır
güneşin doğuşunu ve batışını
izliyor. 35 metrelik bu dev,
zamana 3-4 metre kalınlığındaki
kolları ile sarılırken; çapı 9
metreyi aşan gövdesiyle
kucaklıyor misafirlerini...
İnkaya Çınarı / Bursa - 06.10.2012
18
19
tek karede bursa
Ulu Cami / Bursa - 02.09.2009
5 vakit Bursa
20
Ulu Cami, Bursa’nın en görkemli camisi ve en önemli tarihi
yapılarındandır. Evliya Çelebi’nin ifadesi ile Bursa’nın Ayasofyası’dır.
Bursalılar günde 5 vakit en değerli mabetlerine akın ederler.
Ne zaman gelseler Bursa’yı tadarlar, kendilerini zamana bırakırlar.
21
tek karede bursa
Zamana
açılan kapı
Bursa’nın fatihi Orhan Gazi,
babası Osman Gazi'nin 1326'da
vefatı üzerine 36 yaşında
Osmanlı Beyliği’nin başına
geçmişti. Bu kapı Orhangazi
Türbesi’nin kapısı. Tarihe
“kapı” aralıyor. Orhangazi’nin
öyküsünü anlatıyor.
Ağabeyi Alâeddin Paşa daha çok
kendisini ilme, Orhan Gazi ise
politikaya, devlet işlerine ve savaşa
vermişti. Onlar iki kardeş el ele vererek
Osmanlı Devleti’ni sağlam temellerle
kurmaya çalıştılar. İki kardeş arasındaki
âhenkli çalışmalar, kendilerinden
sonrakilere örnek oldu. 1346'da Bizans
İmparatoru VI.Yoannis Kantakuzinos'un
kızı Teodora ile evlendi. Ayrıca,
Yarhisar Tekfur'unun kızı Holofira,
Bilecik tekfuruyla evlendirilirken,
düğün basılıp Holofira esir alındı ve
Orhan Gazi ile evlendirildi. Müslüman
olduktan sonra adı Nilüfer Hatun
olarak değiştirildi; bu evlilikten, ileride
Osmanlı Devleti'nin üçüncü hükümdarı
olacak Murad Hüdavendigar doğdu.
Orhan Gazi, babasından kalan
küçük ülkeyi büyük bir devlet haline
getiren, beylikten hükümdarlığa doğru
giden güçlü bir devlet adamıydı.
Orhangazi Türbesi, Tophane /
Bursa - 20.12.2009
22
23
tek karede bursa
Zamana
kapanan kapı
Çok yara almış belli ki. Çok
günler görmüş geçirmiş...
Ununu elemiş, eleğini asmış
sanki. Sonunda dayanamamış
kapatmış kendini bu kapı.
Birileri zincirlemiş geleceği,
geçmişi tutsak tutarken. İzleri
kalmış geçmişin, 700 senelik
Cumalıkızık’ta. Tarihi bir kapı
zamana teslim olmuş...
Cumalıkızık / Bursa - 30.07.2008
24
25
bursa dokusu
Bursa Kent Müzesi
Hüsnü Züber Evi Müzesi
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
İslam Eserleri Müzesi
Zamanın içindeki “Bursa”
Zamanı donduran ve onunla var olan Bursa müzeleri, tarihe ışık
tutan yegane zaman tünelimiz. Bilinen ilk insandan bu yana
Bursa’nın geçmişinden günümüze geçirdiği “her evre” en güzel
şekliyle Bursa müzelerinde yaşam buluyor. Size kalan onlara biraz
“vakit” ayırmak...
Bursa’da günümüzde bilinen ilk
insan izlerini; Orhaneli yolunda
bulunan Şahinkaya Mağarası’ndaki
son buluntular ile Paleolitik Çağ’a
(M.Ö.100.000 - M.Ö.40.000)ve ilk
yerleşim alanı Akçalar Köyü Aktopraklık
Höyüğü’ndeki buluntular ile de
Geç Neoilitik Çağ’a (M.Ö. 6.000)
26
tarihlendirmek mümkün. İşte bu ilk
ayak izlerinden bugüne değin çoğu
önemli medeniyete ev sahipliği yapmış
kent merkezi ve çevresi, insanlık tarihi
açısından pek çok iz bulunabilecek
önemli bir potansiyele sahip... Bu
köklü ve zengin tarihi geçmiş, kültürel
değerler, yaşam biçimi ve gelenekleri
Dilek Yıldız Karakaş
Bursa Kent Müzesi Sanat Tarihçisi
ile zengin bir somut olmayan kültürel
miras birikimine de sebep olmuş...
Özellikle Roma, Bizans ve Osmanlı’nın
zengin kültürel mirası ile yoğrulmuş
olan bu kent, günümüze taşınan
mimari eserleri ile de açık hava müzesi
görünümünü doğal olarak kazanmış...
Bursa’da tüm bu mirasın gelecek
Anadolu Arabaları Müzesi
kuşaklara aktarılıp korunmasında
öncülük eden müzelerin sayısı ise
azımsanmayacak kadar çok. İstanbul,
Ankara ve İzmir’den sonra en çok
müzeye sahip olan kent olma özelliğini
taşıyan Bursa’da 19 müze bulunuyor.
Türkiye’de örnek çalışmaları ile pek
çok müzenin kuruluşuna öncülük
etmiş, yol göstermiş olan Bursa Kent
Müzesi Avrupa’daki müzeler arasında
saygın bir yere sahip olan Avrupa Müze
Akademisi’nin kurucu üyesi ve Türkiye
temsilcisi... Akademi her yıl yaptığı
toplantılar ile Avrupa’nın müzecilik
vizyonuna yön veriyor. Türkiye’de
ve dünyada takip edilen bu toplantı
ve seminerlerdeki kazanımlar Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nin halihazırda
işlettiği müzeler ile hazırlanmakta
olan müzelerde uygulama fırsatları
yaratıyor. Bursa’da hayata geçirilen
müzecilik projeleri ile özellikle
Türkiye’de yeni yeni uygulanmaya
başlanan modern müzecilik anlayışının
öncü uygulamaları gerçekleştirilmeye
başlandı. Bu uygulamalar ile Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde
bulunan müzeler; yalnızca seyredilen
değil, paylaşılan, öğrenmeye ve
halkın katılımına açık, süreli sergiler,
etkinlikler, toplantılar, konferanslar,
atölye ve eğitim çalışmaları ile
müzelerin canlılığını her zaman koruyan
kurumlar olması amaçlanıyor. Böylece
bu müzeler yeni işlevler yüklenerek,
ziyaretçi ile tek yanlı değil karşılıklı
ilişkiyi, etkileşimi, açıklığı ve işbirliğini
hedefliyor. Toplumla birlikte yaşamayı,
düşünmeyi, üretmeyi kentlilerin
yaşamını ve geleceğini yeniden
tasarlama isteklerini perçinlemeyi ilke
haline getiren bu anlayıştaki müzelere
halkın ilgisi de oldukça yoğun.
Müzelerin yıllık ortalama ziyaretçi
sayısı 250 bini aşmış durumda. Bursa
müzeleri, pazartesi hariç her gün
ziyarete açık.
Artık Bursa’da yenidünya düzeninde
modern müzecilik anlayışıyla yeni
teknolojiler kullanılarak, insan odaklı
projelendirilen müzeler ve kültür
merkezleri ile tarihi kültürel zenginlikler
ortaya konacak. Bu merkezler ile
çağdaş bir toplumun ihtiyaçlarına
cevap verir düzeyde, toplumun yaşam
kalitesini yükseltmek arzusunda
vizyonlu müzeler hedefleniyor.
Bursa’da Kültür Bakanlığı’nın
denetiminde, şahıs ya da kurumlara
bağlı olarak hizmet veren 12 adet özel
müze bulunuyor. Bunlardan Bursa
Kent Müzesi, Hünkar Köşkü Müzesi,
Merinos Tekstil Sanayi Müzesi, Merinos
Enerji Müzesi ve Karagöz Müzesi Bursa
Büyükşehir Belediyesi’ne, Ormancılık
Müzesi Orman Bakanlığı’na, Uluumay
Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları
Müzesi Koleksiyoner Esat Uluumay’a,
Anadolu Arabaları Müzesi Tofaş’a,
Hüsnü Züber Evi Müzesi Koleksiyoner
27
bursa dokusu
Atatürk Köşkü Müzesi
Hüsnü Züber’e, Basın Müzesi Bursa
Gazeteciler Cemiyeti’ne, Gemlik
Celal Bayar Müzesi Celal Bayar
Vakfı’na, İnegöl Kent Müzesi İnegöl
Belediyesi’ne bağlı olarak hizmet
veriyor.
Bursa Arkeoloji Müzesi
Bursa Arkeoloji Müzesi, Bursa’da 1972
yılından beri hizmet veren, Bythia ve
Mysia bölgelerinde bulunmuş M.Ö.
3000’den Bizans Devri sonlarına kadar
olan devirlere ait eserlerin sergilendiği
müzedir. Reşat Oyal Kültür Parkı içinde
yer alır. Müzede 25 bin eser yer alır,
2 bin kadarı sergileniyor. Müzede
sergilenen eserler arasında; Yortan
kültürüne ait pişmiş toprak mezar
buluntuları, Antandros Nekropol’ünden
figürinler, kap kacak ve süs eşyaları,
Karacabey’in Şükraniye Köyü’nde
bulunmuş dünyadaki üç örnekten biri
olan Greko-Pers mezar steli Roma
28
dönemine ait taş eserlerin yanı sıra
Zeus ve Herakles tasvirleri, Kybele
heykelleri, Athena ve Apollon’un bronz
büstleri, değişik formdaki keramik
kaplar bulunuyor. Bizans dönemine ait
gümüş, bronz ve pişmiş toprak eserler
ile Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma ve
Bizans dönemlerine ait altın, gümüş
ve bronz sikkelerin yer aldığı Bursa
Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde de
zengin bir stel koleksiyonu sergileniyor.
Atatürk Köşkü Müzesi
Çekirge yolu üzerinde, Çelik Palas
Oteli’nin bahçesinde, 19. yüzyıl
sonlarında yapıldığı sanılan, çatı
katıyla birlikte üç katlı kâgir bir
köşktür. Bir süre Albay Mehmet Bey
tarafından kullanılmış. Bursa’yı ikinci
ziyareti sırasında, Belediye Başkanı
Hasan Sami Bey’in girişimleriyle
12.000 liraya satın alınarak Atatürk’e
armağan edilmiş. Atatürk de binayı
1938’de Belediye’ye armağan etmiş.
Cumhuriyet’in 50. yılında, 29 Ekim
1973’te Kültür Bakanlığı tarafından
Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine
açılan bu tarihi köşk; Bursa’daki sivil
mimarinin en güzel örneklerinden.
Uhyi Bey adlı şahıs tarafından
yaptırılan bu tarihi köşkün, XIX. yüzyıl
Fransız mimarlık sanatının etkisiyle
yapıldığı görülüyor. Balkonlar ve alınlık
saçaklarında ahşap işçiliğinin en güzel
örneklerini görmek mümkün. 3 katlı
müzenin salon ve odaları, Atatürk’ün
kullandığı eşyalarla birlikte sergileniyor.
Köşkün bahçesinin doğu tarafında;
iç tarafı ve çatısı ince kalem işiyle
bezenmiş bir “kameriye” yer alıyor.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi (Yeşil
Medrese)
İlk Osmanlı medreselerinden olan
Yeşil Medrese, Sultaniye Medresesi
adıyla da tanınıyor. Birçok ünlü bilgin
Mudanya Mütakere Müzesi
yetiştiren medrese, 1414-1424 yılları
arasında yapılmış. Binada 12. yüzyıldan
20. yüzyıla kadar maden, keramik
ahşap, işleme, silah, el yazması
kitaplar, İslami sikke, kitabeler ve
mezar taşları ile etnografik malzemeler
teşhir ediliyor. Müzenin içinde yer alan
dershane ve odalarda; Hacivat ve
Karagöz için ayrılmış geleneksel gölge
oyunu ile ilgili eşyalar, Bursa yöresine
ait hamam eşyaları, Bursa tekke ve
dergâhlarına ait çeşitli eşyalar; altın,
gümüş ve bronz sikkelerle Osmanlı
nişan ve madalyaları, ateşli silahlara
ait koruyucu zırhlar, çeşitli hat sanatı
ustalarına ait levhalar, kitaplar ile Şeyh
Hamdullah ve Hafız Osman gibi büyük
ustalara ait hat sanatı örnekleri, çeşitli
bakırdan yapılmış mutfak ve kahve
eşyaları sergileniyor. İbn Hilâl İbn
el-Bavvab tarafından 975/76 yılında
yazılan dua kitabı, 14. yüzyıla ait zengin
tezhipli Bakara suresi, 1323 tarihli bir
Kur’an-ı Kerim, Sultan II. Murad’a ait
Kur’an-ı Kerim, Memluk Sultanı’nın
Yıldırım Bayezid’e hediye ettiği ceylan
derisi ile ciltlenmiş Kur’an-ı Kerim ile
15. yüzyıl İznik çini tabakları, Türk-İslam
Eserleri Müzesi’nin en önemli objeleri
arasında yer alıyor. Adeta açık hava
müzesi olarak düzenlenen bu tarihi
mekânın bahçesinde ise, XV.yüzyıldan
XIX.yüzyıla kadar Bursa’nın değişik
yerlerinde bulunan seçkin mezar taşı
örnekleri teşhir ediliyor.
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
11 Ekim 1922 tarihinde TBMM
Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında
Türk-Yunan savaşına son veren ateşkes
anlaşmasının imzalandığı, Mudanya
sahil yolu üzerinde yer alan 19. yüzyıl
başlarına ait yalı, 1937 yılından beri
müze olarak kullanılıyor. Müzede
Kurtuluş Savaşı ve mütarekeye ait
çeşitli belge ve malzemeler ile döneme
ait eşyalar sergileniyor.
Bursa Kent Müzesi
Bursa Kent Müzesi, 2004 yılından
bu yana kentin eski adliye binasında
hizmet veren, Bursa’nın 7000 yıllık
zaman diliminde geçirdiği değişim
ve dönüşümlerin sergilendiği müze...
Üç kattan oluşan müze çağdaş,
yaşayan kent müzelerine uygun olarak
düzenlenmiş. Giriş katında bulunan
galerilerde Bursa’nın 7000 yıl önce
Neolitik dönemdeki ilk ayak izlerinden
başlayıp, Roma, Bizans, Osmanlı
dönemleriyle günümüze kadar gelen bir
zaman koridorunda Bursa’nın tarihine
tanıklık edebilirsiniz. Üst kattaki tematik
galeri Bursa’da doğmak ve büyümekle
başlar ve Bursa’da yaşamı, kaplıcaları,
yemek kültürünü, ünlüleri, Karagöz ve
Hacivat’ı ile diğer kültürel zenginlikleri
anlatır.
29
bursa dokusu
Bodrum katta bulunan bir diğer tematik
galeri ise “El Sanatları Çarşısı” adını
taşır. Bu galeri 18. yüzyılda Bursa’ya
gelen Avrupalı seyyahların çektiği
dönemin Bursa Çarşısı fotoğrafları
kaynak edinilerek hazırlanmış. Koridor
şeklinde düzenlenmiş olan galeride
tamamen dükkan canlandırmalarına
yer veriliyor. Avrupa Müze Forumu’nun
2006 Mayıs ayında Portekiz’in
Lizbon kentinde düzenlenen “2006
Yılı Avrupa Müzesi” ödül töreninde
Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa
Kent Müzesi; müzenin yapmış olduğu
etkinliklerle kent kültürüne sağladığı
katkı nedeniyle Avrupa’nın ödüllü
müzeleri arasına girmiş ve Avrupa
standartlarında bir müze olduğunu
kanıtlamıştır.
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Bursa Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi,
Bursa’da tekerleğin at arabasından
otomobile gelişimini sergileyen bir
müze. Türkiye’nin ilk ve tek Anadolu
arabaları müzesi. Yıldırım Umurbey
semtinde toplam 17.000 metrekarelik
bir alanı kapsayan eski bir ipek
fabrikası restore edilerek Haziran
2002’de ziyarete açıldı. Bursa’da bir
mezarda bulunan ve daha önce Bursa
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmekte
olan 2600 yıllık bir savaş arabası
müzede sergilenen en önemli
eserlerden birisi. 1430 tarihinde yapılan
ve 2008 yılı Şubat ayında Koç Vakfı’nın
finansal desteğiyle restore edilerek
Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi
bünyesine katılan Umurbey Hamamı,
Tofaş Sanat Galerisi olarak kültür
yaşamına kazandırıldı.
Hüsnü Züber Evi Müzesi
Muradiye semtinde Devlet Misafirhanesi
ve daha sonraları Rus Konsolosluğu
olarak hizmet veren 19. yüzyıl Osmanlı
evidir. 19. ve 20.yüzyılın eşyaları ile
döşenmiş olan ev bu yılların özelliklerini
yansıtan eşyalar Osmanlı-Türk kültür
ve medeniyetinin zenginliğini gözler
önüne seriyor. Ayrıca sanatçı Hüsnü
Anadolu Arabaları Müzesi
30
Karagöz Müzesi
Züber’in dağlama (pyrogravure) adı
verilen teknikte çeşitli eşyalarda tahta
üzerine yakma tekniğiyle yaptığı
desen kompozisyonlarıyla oluşturduğu
koleksiyonu da sergileniyor. Hüsnü
Züber Evi, 1993 yılında Bursa
Büyükşehir Belediyesi’ne Hüsnü Züber
tarafından bağışlandı ve halen Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından özel
müze statüsüne kavuşması ile ilgili
çalışmalar devam ediyor.
Karagöz Müzesi
2007 yılında 10’uncu yılı münasebetiyle
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından
müzeye dönüştürülen Karagöz Sanat
Evi; Karagöz sanatını yarınlara tüm
pırıltısı ile ulaştırabilmek için yeni bir
misyon üstlenmiş ve modern müze
anlayışı ile yeniden düzenlenerek sanat
severlerin hizmetine ve ziyaretine hazır
hale getirilmiş. Müzede; gölge oyunun
tarihçesi panolar ile anlatılmakta,
çeşitli koleksiyonlardan derlenen
orijinal Karagöz tasvirleri teşhir ediliyor.
Karagöz Müzesi, Bursa’da düzenli
olarak Karagöz gösterisi yapılan tek
mekan. Ayrıca müze içerisindeki sanat
atölyesinde Karagöz gölge oyunu
tasvirleri yapım kursu ve gölge oyunu
oynatımı konusunda ücretsiz kurslar
verilerek yeni gölge oyunu ustaları
yetiştiriliyor.
Ormancılık Müzesi
Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık
müzesidir. Çekirge caddesi üzerinde
Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda
1989’da açılan müzede; hayvan ve
bitki fosilleri, haberleşme ve orman
mühendisliği aygıtları, harita ve
fotoğraflar, ormancılık tarihi ile ilgili
belgeler başta olmak üzere yaklaşık
üç bin kadar eser sergileniyor. İki
katlı müzede; insan siluetini andıran
bir ceviz ağacı kesiti 250 milyonluk
fosiller ile 8 milyon yıllık tortul tabaka
üzerindeki çınar yaprağı mutlaka
görülmesi gereken ilginç eserler
bulunuyor. Müzede, ormanda
yaşayan hayvanlar da unutulmamış,
31
bursa dokusu
mumyalanmış hayvan örnekleri de
sergileniyor.
Bursa Basın Müzesi
Bursa basını ve matbaacılığın
gelişiminin tarihsel bir süreç içinde,
objelerle birlikte sunulduğu Basın
Müzesi’nde, gazetelerin ve öteki medya
organlarının kullandığı çeşitli araçlar,
ilk hallerinden en gelişmiş modellerine
değin canlandırmalarla sergileniyor.
Bursa’da yazılı basının köklü geçmişi
ve günümüze gelinceye kadar
geçirdiği aşamaların tarihsel süreç
içinde gözler önüne serildiği müze,
Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından
Bursa’ya kazandırıldı.
17. Yüzyıl Osmanlı Evi Müzesi
Muradiye semtinde II. Murat
Külliyesi’nin karşısında bulunan
ahşap evin yerinde, evvelce Sultan II.
Murad’ın bir köşkü olduğu sanılıyor.
Dolayısıyla bu ev aynı zamanda
Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu ev
olarak biliniyor. Günümüzde müze
olarak kullanılan iki katlı ev; plan ve
süslemeleri bakımından 17. yüzyıl
özelliklerini taşımakta olup, Bursa’da
halen ayakta kalan en eski evlerden...
Bahçeye açılan eyvanlı bir sofa ve iki
odadan oluşan planda alt kat odaları
alçak tavanlı kışlık odalar. Tüm odalar
17. yüzyıl süslemelerinin en güzel ve
karakteristik özelliklerini gösteriyor.
Evin belki de en önemli ve renkli
Basın Müzesi
32
bölümü olan “Harem Odası”, dışarıya
açılan on dört pencere ile aydınlanıyor.
Bu odada, dönemin çeşitli el işlemeleri,
sedef kakmalı ahşap ev gereçleri ve
porselen eşyalar sergileniyor.
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
Sanayi mirasının korunması bağlamında
Türkiye’deki en güzel örneklerden bir
tanesi... 1935 yılında bizzat Atatürk’ün
girişimleri ile kurulmuş olan Sümerbank
Merinos Yünlü Dokuma Fabrikası
1938’de yine Atatürk’ün katıldığı
açılış töreniyle hizmete açılmıştı.
Cumhuriyet Türkiye’sinin sanayi devrimi
sembollerinden olan biri olan fabrika
1960’lı yıllarda Bursa ekonomisine en
fazla katkıda bulunan işletmelerden
biri olmuştu. Çeşitli nedenlerle 2004
yılında üretimi durdurulan fabrikanın
kurulu olduğu alan Bursa Büyükşehir
Belediyesi’ne devredilmişti. 2011
yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından Türkiye’de tekstil sanayinin
hafızası konumunda olan Merinos
Fabrikası’nın müze ortamında
yaşatılması kararı alınmış ve proje
uygulamaya konmuştur. Modern
müzecilik anlayışıyla düzenlenen ve
işletme kurgusu hazırlanan müze 2012
yılında kapılarını ziyarete açtı. 3 kattan
oluşan müzede; Merinos koyununu
yetiştirip yününü elde etmekten,
bu yünün işlemlerden geçip kumaş
oluncaya kadarki serüveni çeşitli
canlandırmalar ile anlatılıyor.
Hünkar Köşkü Müzesi
Bursa’da Uludağ’ın eteklerindeki
Temenyeri’nde, Abdülmecit devrinde av
köşkü olarak yapılan, Bursa ziyaretleri
sırasında Atatürk’ün de konakladığı,
2003 yılında ziyarete açılan bir müzedir.
Atatürk’ü ağırlamış olduğu için Atatürk
Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü adları ile
de anılır. 1859’da inşa edilmiş. İki katlı
köşk, 19 günde tamamlanmış. Mimarisi
Fransız ampir üslubunda yapılmış olan
köşkün içindeki süslemeler 19. yüzyıl
özelliklerini taşıyor. Tavan kalem işi
süslemeleri, Bursa seyir panoramasına
hakim bahçesi, dönemi yansıtan orijinal
eşyaları ve Atatürk odası ziyaretçilerin
ilgisini çekiyor.
İznik Müzesi (Nilüfer Hatun İmareti)
Sultan I. Murad'ın annesi Nilüfer
Hatun'un anısına 1388 yılında inşa
ettirilmiş... İmaret olarak kullanılan yapı,
yoksullar için her gün yemek dağıtılan
bir hayır kurumuydu. Cumhuriyet
döneminde değişik gereksinmeler
için depo olarak kullanılmış, 1960
yılında müze olarak hizmete açılmıştı.
Müzede sergilenen eserleri, İznik ve
çevresinden elde edilen ve bilimsel
kazılarda çıkarılan eserler oluşturuyor.
Müze bahçesinde; Roma, Bizans,
Osmanlı dönemi eserleri sergileniyor.
Bu eserler, sütun başlıkları, lahitler,
kabartmalar, korkuluk levhaları,
ambonlar, steller, yazıtlar, çörtenler,
kuyu bilezikleri ve İslâmî mezar
Osmanlı Evi Müzesi
Hünkar Köşkü Müzesi
taşlarından oluşuyor. Kapalı teşhirde
ise, arkeolojik, etnografik, sikke ve İznik
çinileri sergileniyor.
İnegöl Kent Müzesi
2009 tarihinde ziyarete açılan İnegöl
Kent Müzesi’nde, İnegöl’ün tarihi,
sosyal hayatı ve kültürü aktarılıyor.
Müzenin birinci ve ikinci katında İnegöl
civarında şimdiye kadar tespit edilmiş
ilk yerleşim alanı olan Cumatepe
Höyüğü’nden (M.Ö 3000) günümüze
kadar İnegöl’ün 5000 yıllık tarihi
anlatılıyor. Müzenin üçüncü katında ise
sağlık, turizm, spor, ipek böcekçiliği,
tütüncülük, mutfak kültürü, köy odası,
çeyiz odası ve berber bölümleri gibi
sosyal yaşam tarihi bulunuyor. Müzenin
ön binasındaki üçüncü katında ise
İnegöl’ün sosyal, siyasal ve ekonomi
tarihinden arşivlenerek, araştırmacıların
hizmetine sunulduğu kent belleği ile
idari bölüm hizmet veriyor. Ayrıca
müzede kişisel sergiler için sergi
salonu ve 100 kişi kapasiteli çok amaçlı
salon bulunuyor.
Celal Bayar Müzesi
Gemlik Umurbey’de doğan Türkiye
Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın adını taşıyan müzede
Celal Bayar’a ait eşyalar sergileniyor.
Müzenin 20.000’in üzerinde kitap,
yazma, gazete, süreli yayınlar ve
fotoğraf koleksiyonlarından oluşan
bir de kütüphanesi bulunuyor. Bu
kütüphane XX. yüzyıl Türkiye’sinin
siyasi tarihine ışık tutacak nitelikte.
Celal Bayar Müzesi’nin yanında Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti tarafından
yaptırılan bir de anıt mezarı bulunuyor.
Yenişehir Şemaki Evi Müzesi
İran'ın Şemaki Kasabası’ndan
Anadolu'ya gelerek Yenişehir'e
yerleşen Şemaki Ailesi tarafından 18.
yüzyılda yaptırılmış. Konak olarak
adlandırılabilecek ev, iki katlı. Zemin
katta taşlık, sağ tarafında mutfak
ve kiler, sol tarafında iki oda yer
alıyor. Mutfak duvarına bitişik ahşap
merdivenle üst kata çıkılıyor. Burada
eyvanlı bir sofa, sofaya açılan bir "baş
oda" ile biri küçük diğeri büyük iki oda
daha yer alıyor.
33
detaylı bakış
“Enerji”
saçan tarih
34
Cumhuriyetin ilk yıllarında Bursa ve Türkiye ekonomisine “enerji”
veren Merinos Fabrikası, bugün endüstri mirasına dönüşen
unsurlarıyla geleceğe ışık tutuyor… Enerji Müzesi Avrupa
standartlarında müzecilik vizyonuyla projeleri hazırlanmış pek çok
Bursa müzesinden sadece bir tanesi...
Merinos Tekstil Fabrikası’na elektrik
üretimini sağlayan binada Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan müze, tekstil fabrikası
kapandıktan sonra yıllarca atıl durumda
kalmış olan elektrik santrali ve içindeki
makinalar ile tekrar hayat buldu.
Müzede elektrik enerjisinin tarihi ile
medeniyetin gelişimi ve değişiminin
yansıtılması hedefleniyor. Elektrik
enerjisi olgusunu gündelik hayat
ve sanayileşme-üretim gereçleriyle
önemsetmek müzenin bir başka
amacı... Müzede elektrik santralinin
gerçek işlerliğinin yanı sıra Bursa’da
elektrik tarihi, elektrik öncesinde
kullanılan aydınlanma araçları ve
oldukça teknik bir konu olan elektrik
enerjisinin üretim safhaları animasyon
ve canlandırmalar ile özellikle
çocuk ziyaretçilerin ilgisini çekerek
aktarılmaya çalışılıyor.
Müze binası zamanında yalnızca
elektrik enerjisi üretmiş olsa da
müzenin günümüzdeki eğitimlerinde
her türlü enerji kaynağı konu edilmiş
ve bunların verimli kullanımına yönelik
maketli anlatım ve video gösterimleri
ziyaretçilerin izlenimine sunuluyor.
Müzeye gelen bir ziyaretçi termik
santral, elektrikli otomobil teknolojisi,
barajlar, güneş ve rüzgâr enerjisi
hakkında bilgi sahibi olabiliyor.
Ayrıca enerji kullanımında canlılara ve
çevreye duyarlılık sağlanması konulu
belgesellerin gösteriminin yapıldığı,
mini video odaları oluşturulmuş...
Dünyada küresel ısınmaya ve
iklim değişimine sebep olan enerji
konusunda farkındalık yaratmayı
görev bilen müze, çocuklara yönelik
eğitim çalışmaları ile de bu görevi
gerçekleştirmeyi planlıyor. Bu
çalışmalar ile müze; enerjinin verimli,
etkin, güvenli, zamanında ve çevreye
duyarlı şekilde üretilip tüketilmesi
konusunda toplumun duyarlılığını
artırmak gibi bir sosyal sorumluluk
misyonu üstleniyor.
35
detaylı bakış
Kabına
sığmayan
Osmanlı
kültürü
Türkiye’deki ilk kıyafet müzesi olan Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi, tüm Osmanlı
coğrafyasından yüzlerce değerli eseri sergiliyor. Şair Ahmet Paşa Medresesi içinde yer alan müzede,
şu an 100 kıyafet yer alıyor. 200 kıyafet ise yer sıkıntısı nedeniyle depoda bekliyor.
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Osmanlı Devleti’nin ilk önemli başkenti
olan Bursa, değeri yeterince bilinmese
de çok kıymetli bir müzenin de ev
sahibi... Bu önemli değerin mimarı ise
Bursalıların yakından tanıdığı bir isim;
Esat Uluumay. 1960’lı yıllarda kılıç
kalkan oynarken, dünyada pek çok yer
görme şansını bulan ve bu sırada her
yerden yöresel kıyafetleri toplamaya
başlayan Esat Uluumay için 50 sene
boyunca Kafkasya’dan Macaristan’a,
Irak’tan Yemen’e kadar olan tüm
Osmanlı coğrafyasından topladığı
eserlerle oluşturduğu müze, çok büyük
bir anlam taşıyor. Muradiye Külliyesi'nin
hemen karşısında, Şair Ahmet Paşa
Medresesi içinde yer alan müze,
Eylül 2004'ten bu yana ziyaretçilerini
ağırlıyor.
1999 yılında Bakanlar Kurulu kararı
ile Bursa Valiliği aracılığıyla Esat
36
Uluumay’a tahsis edilen müzede dört
ana koleksiyon bulunuyor. Osmanlı el
sanatları ile bezeli halk kıyafetlerinin
yanı sıra bu müzeyi farklı kılan üç ana
koleksiyon daha bulunuyor. Osmanlı
halk gümüş takıları ve ekonomisi zayıf
yörelerde aksesuar olarak kullanılan
boncuk eşyalar sadece bu değerli
müzede yer alıyor. Esat Uluumay’ın
büyük çabalar sonucunda topladığı
eserler arasında ayrıca, kaybolan el
sanatlarından örnekler bulmak da
mümkün. Demir ve metal üzerine
gümüş kakma sanatı ve ahşap
üzerine gümüş tel kakma sanatları
bunların başlıcaları… Ayrıca ahşap
ve taş üzerine kurşun kakma sanatı
ile yapılan eserler ve altın ile civanın
işlenmesi ile gerçekleşen tombak
işçiliği ve kaybolan bir diğer sanat olan
gümüş savat işçiliği de eşsiz eserler
arasında…
Esat Uluumay, Bursa Ticaret ve Sanayi
Odası’nın desteğiyle restore edilen
Şair Ahmet Paşa Medresesi’nin iç
avlusunun üzerini kapatarak daha
fazla kullanım alanına kavuşturulmasını
istiyor. Bu konuda Bursa Valisi Sn.
Şehabettin Harput öncülüğünde Bursa
Valiliği’nden de destek sözü almış
durumda. Ayrıca yine Bursa Valiliği’nin
desteğiyle müzenin bir bölümünü
Osmanlı Kahve Müzesi yapabilmek
için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurumu’ndan izin bekliyor. Esat
Uluumay aynı zamanda Anadolu Folklor
Vakfı kurucu üyelerinden.
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinden eserler yer alan müzede
yaklaşık 500 parça da gümüş halk
takısı bulunuyor. Türk kahvesi, Türk
hamamı, Türk atçılığı ve biniciliği ile
ilgili eşsiz eserlerin bulunduğu müzede
37
detaylı bakış
ayrıca; boncuklu kıyafet aksesuarları,
oyalar, keseler, seccadeler, bohçalar,
yazmalar, yağlıklar, Anadolu ve Rumeli
çorapları, Bursa ipeklileri, erkek ve
kadın başlıkları, heybeler, Yörük
çuvalları, çeşitli silah ve bıçaklar,
levhalar, kapı aksesuarları, mutfak
eserleri mangallar, musiki aletleri ve
Osmanlı silahları da yer alıyor. Esat
Uluumay için her takının, cepkenin
veya kıyafetin ayrı bir anısı var.
Anneannesinden dedesine, annesinden
babasına kadar her eserde geçmişini
bulabiliyor ve müzede geçirdiği saatler
içerisinde kendisini çok mutlu hissettiği
aşikâr… Müzede Bursa manzarasına
nazır bir çay bahçesi de bulunuyor.
Özel olarak yaptırdığı dönen
mankenlere kıyafetleri giydirerek
sergileyen Esat Uluumay,
sergileyebildiği kıyafetlerden daha
fazlasını depolarda tuttuğuna dikkat
38
çekerek, "Medresenin bütün odalarında
birbirinden güzel Osmanlı dönemine
ait Türk halk kıyafetlerini sergiliyorum.
Elimde geçmiş dönemdeki askerlerin
kullandığı orijinal kıyafetler de
bulunuyor. Ancak sergileyebileceğim
alan kalmadı. Şu anda müzemizde 100
tam kıyafet ile 500 civarında takı ve
aksesuar sergiliyorum. Eğer ki kapalı
alanları arttırabilirsek, depoda bulunan
200 kıyafeti de sergileme imkânına
kavuşabilirim" diyor. Bunca eseri sevgi
ve bilgiyle topladığını söyleyen Halk
Bilimcisi Esat Uluumay tarafından bir
ömür adanarak oluşturulmuş bu müze
geçmişten günümüze Osmanlı halkının
kıyafet kültürünü tüm zarafetiyle
aktarması sebebiyle birçok müzeden
de farklılaşıyor. Her motif ve desenin
bilgilerle bezendiği müze, pek çok
araştırma için de ciddi bir kaynak
oluşturuyor.
Birçok yörede kullanılan cepkenler,
yelekler, takkeler, pilav tengerleri,
çoraplar, iğne oyasından yapılmış saatpara-mühür keseleri, Roma, Bizans ve
Selçuklulardan Osmanlılara kadar kadın
ve erkeklerde kullanılan tüm takılar,
halhallar, köstekler, kuran keseleri,
pazubentler, kemerler, tepelikler, enfiye
kutuları, hamaiyiller, savatlı gümüşler,
altın taşıma çantaları, eğerler, tütün
tabakaları, kamçılar, terlikler, kına
tasları, hamam tasları, insan ve eşyada
kullanılan boncuklu eşyalar, takılar,
nalınlar ve gelin kıyafetleri müzenin
eser yelpazesi içerisinde...
Müzede Bursa ve köylerinde kullanılan
keçeden erakiyeler, Bursa seccadeleri,
Bursa işi işlemeli bohçalar, Bursa
yazmaları, oyalı ipek Bursa krepleri de
ayrı ve önemli bir yer tutuyor. Kısaca
Uluumay Müzesi, tüm sanatseverleri ve
Bursalıları müzenin mistik atmosferinde
39
detaylı bakış
ağırlamak için eşsiz bir imkân sunuyor.
Bursa'nın sınırlarını aşarak; Times,
Cornucopia, Textile Forum gibi önemli
dergilerin objektiflerinden dünya
arenasına çıkan bu değerli müze
maalesef ki Bursa'da yerli halktan
daha fazla yabancıların ilgisini çekiyor.
Avrupa, Avustralya ve Amerika’dan
birçok tekstil, moda ve stilistlik bölümü
öğrencileri ve hocaları ziyarete geliyor.
Fakat Bursa’da yaşayıp bu değerli
müzenin varlığını bile bilmeyenler
var. Bursa, her köşesi tarih kokan
geçmişiyle, geleceğe ışık tutabilecek
birçok mekâna ve bilgi birikimine sahip.
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve
Takıları Müzesi, bunlardan sadece bir
tanesi…
40
41
zaman tüneli
Hayata
“zaman”ın
gözünden bakmak
Sezonun trendi şahane bir saate mi sahip olmak
istersiniz yoksa sofistike mekanizmasıyla hayranlık
uyandıran el işçiliği ürünü klasik bir saate mi?
Karşınızda; empati kuran, sizi anlayan, kendisi için
beğenmeyeceği bir saati asla size önermeyecek
olan, lüks saat sektöründe perakendeciliğin
esaslarına bağlı, kendisinin aynası niteliğinde
ekibi ile Korupark AVM’deki Permun mağazasında
çok sevdiği Bursalılara hizmet eden bir şahsiyet
bulunuyor. O’nun için zaman, dünyadaki en
kıymetli şey.
Mustafa Akpınar
Genevieve Tour ve Robert W. Lent’in
2009 yılında kaleme aldıkları “Selling
Luxury” isimli yapıtlarında anlattıkları
gibidir lüksün yaşamımızdaki
yansıması: “Hepimiz birer lüks
müşterisiyiz. Hepimiz kendi bireysel
lüksümüze sahibiz...” Pencerenin
42
önündeki iskemleden, şehrin
manzarasını izlemektir kimisine göre
lüks, mis kokulu kahve eşliğinde...
Kimisine göre ise en sevdiği sanatçıyı
canlı izleyebilmektir. Bazen en
sevdiğin restoranda yediğin özel bir
akşam yemeğidir lüks, bazen de o
en beğendiğin çantayı alabilmektir
sonunda... Lüks o ya da bu şekilde
hep hayatımızdaydı ve hayatımızdaki
varlığını hep sürdürecek...
Zaman en büyük lükstür örneğin,
yıllardır, dünyaca bilinen üst düzey
saat ve aksesuar markalarını
Bursalıların hizmetine sunan Permun’un
kurucusu Mustafa Akpınar’a göre.
Lüks saat sektöründeki 30 yılı aşkın
tecrübesi, mağazasının müdavimi
olan dostları bildiği müşterilerin
kendisine olan güveni ve sadakati,
dünya standartlarındaki kaliteyi
yakalama arzusu ve azmi ile Mustafa
Akpınar, saat alışverişlerinde gözü
kapalı güvenebileceğiniz nadir
profesyonellerden.
İnsanoğlu, dünyada var olduğundan
bu yana zamanı ölçebilme gayreti
içinde olmuş ve günümüz saatlerindeki
hassasiyeti yakalayabilmek ise büyük
ustaların dehaları ve keşifleri sayesinde
gerçekleşebilmiştir. Bu konuda bilgi
birikimine sahip olan kişiler bu harika
mekanizmalara ve ustalarına hayranlık
duyarak, etkilendikleri ve beğendikleri
saatlere sahip olmak isterler. Bu durum
da zamanla hobi haline dönüşür.
Ancak birçok saat birbirinden farklı ve
nadide özelliklere sahiptir. İçlerinden
birinde muhakkak sizi çeken, etkileyen,
hayatınızdan bir parça bulursunuz.
Bu parçaların hepsi bir saatte
toplanamıyor ne yazık ki, bundan
dolayı da farklı saatler, farklı duygular
hissettiriyor insanlara. Bu da nadide
sanat eserleri niteliğindeki saatler için
koleksiyonerlerin ortaya çıkmasına
sebep oluyor. Mustafa Akpınar, dünya
üzerindeki hiçbir saatin tek başına en
iyi saat olarak nitelendirilemeyeceğini
söylüyor. Hepsinin farklı yönleri,
farklı tasarımları, ustalıkları var. Farklı
kitlelere seslenir tüm saatler. Bir saat,
kitlesine doğru bir şekilde ulaşmışsa,
başarısı kanıtlanmış demektir. Tek bir
markaya bağlı kalınamaz O’na göre,
hepsi ayrı ayrı güzel ve özeldir. Ve
tek saatle, saat meraklılarını tatmin
etmek de mümkün değildir. Bu yüzden
Mustafa Akpınar dünyada kaliteyi,
ihtişamı, profesyonelliği, ustalığı,
yüksek hayal gücünü ve öncülüğü ilke
edinmiş, şaheser niteliğinde, yenilikçi
saat ve aksesuar markalarını Permun
bünyesinde barındırıyor ve güneşin
her yeni güne doğuşunda değişen ve
yenilenen dünya trendlerini özenle takip
ederek repertuarını genişletiyor. Sedef
kadran, değerli taşlarla süslenmiş bir
bezel, markaya has stilleri taşıyan
bir kayış, kronograf, tourbillion, solar
GPS ya da dünyaca ünlü sporcuların
kullandığı gibi üstün mekanizmalı bir
saat... İşte dünyaca ünlü Cartier, IWC,
Franck Muller, Corum, Montblanc,
Hermes ve daha birçok üst düzey
marka, markaların prestjine uygun
sunum kalitesi ayrıcalığı ile Permun
mağazalarında müstakbel sahiplerini
bekliyor.
43
dosya
Bursa'da Zaman Bursa'da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakıyan su; Orhan zamanından kalma bir duvar... Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarilerin en ilâhisi. Bir zafer müjdesi burda her isim: Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın. Güvercin bakışlı sessizlik bile Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle. Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler, Şanlı hikâyesi binlerce erin Sesi nabzım olmuş hengâmelerin Nakleder yâdını gelen geçene. Bu hayalde uyur Bursa her gece, Her şafak onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler, güller Serin hülyasıyla çeşmelerinin. Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırtısından Billûr bir âvize Bursa'da zaman. Yeşil türbesini gezdik dün akşam, Duyduk bir musiki gibi zamandan Çinilere sinmiş Kur'an sesini. Fetih günlerinin saf neşesini Aydınlanmış buldum tebessümünle. İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevî âhenk. Bir ilâh uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette, Belki de rüyâsı büyük cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin. 44
44
Karışan saatler içinde Karışan saatler içinde hâtırana
Bazı sabahlarla ikindiler yan yana,
Değişik gülleri sanki tek bir baharın;
Bâkir hülyasıyla beyaz ve ürkek yarın,
O sükût bahçesi, ufkunda kuş yerine
Hasret kanat çırpar düşünen ellerine...
Ne içindeyim zamanın Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,
Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Hep aynı nağmede çılgın dolaşan yaylar, Benim kadar hafif değil.
Bir yıldız kervanı gibi haftalar, aylar
Hep aynı hayalin peşinde bu yolculuk,
Başım sukutu öğüten
Hep gül yangını ve bahar sıtması ufuk... Uçsuz, bucaksız değirmen;
Içim muradıma ermiş
Tenha bir ucunda gecenin bir sır gibi
Abasız, postsuz bir derviş;
Fısıldanan adın kardeş, dost ve sevgili,
Durgun havuzların süsü ten rengi çiçek
Koku bende bir sarmaşık
Bir mevsim cümbüşü içinde süzülerek
Olmuş dünya sezmekteyim,
Ömrün gecesinde ve kader rüzgârında
Mavi, masmavi bir ışık
Bir ürperme olur çıplak omuzlarında...
Ortasında yüzmekteyim
Zamanı okuyan adam
61 senelik yaşamına zaman ile iç içe geçmiş onlarca
mısrayı sığdırmış bir üstattı Ahmet Hamdi Tanpınar.
Edebiyatla bağları tüm yaşamını şekillendirdi. Türk
romanına, öyküsüne ve şiirine derin izler bıraktı. "Ne
içindeydi zamanın, ne de büsbütün dışında…” “Bu hülya
adamının” geçmişe ve geleceğe o kadar çok mektubu
vardı ki, zaman bile onu nereye koyacağını bilemedi!
Tanpınar için şiir, hayatının en
büyük ihtirasıydı fakat asıl yeteneği
şiir estetiğine göre yazdığı diğer
eserlerinde görüldü. İlk şiiri 1920’de
yayımlandı. Geniş okuyucu kitlesi ise
onu lise kitaplarına ve antolojilere giren
"Bursa'da Zaman" şiiri ile tanıdı. Bu
şiirin Bursa ile bağları da büyük oldu.
Çünkü buram buram Bursa vardı şiirde.
Tarihi ve doğal güzellikleriyle sere
serpe bir Bursa okuyorduk şiirde.
Gençlik yıllarında Yahya
Kemal ve Ahmet Haşim'in önce
öğrencisi sonra da dostu olmuştu, Batı
edebiyatından Paul Valéry ile Marcel
Proust'u kendisine üstat olarak
seçmişti. Edebiyatta güzellik ve
mükemmeliyete ön planda yer veren
bu yazarlara göre edebiyat, tıpkı resim
ve musiki gibi "güzel sanat"tı. Onlardan
farkı, boya ve ses yerine, insanı ve
hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok
daha zengin olan “dili” kullanmasıydı.
Tanpınar altmış kadar şiirinden ancak
otuz yedisi ile, tek şiir kitabını ölümüne
yakın çıkardı: Şiirler (1961; Bütün
Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976).
Şiirlerinde bir imaj ve müzik kaygısı
taşıyordu, hikâye ve romanlarında da,
başta “zaman” teması olmak üzere,
psikolojik anları, bilinçaltını aradığı ve
yansıttığı görüldü. Onun için zaman
birçok şeyden “öte” bir kavramdı.
A.Hamdi Tanpınar
23 Haziran 1901'de İstanbul'da doğdu.
Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük
ve Antalya sultanilerinde öğrenim
gördü. Baytar mektebini bırakarak
girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi'nden 1923 yılında mezun
oldu. Erzurum, Konya ve Ankara
liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü
ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde
edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı
akademide estetik ve sanat tarihi
dersleri verdi (1932 - 1939). 1939
yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni
Türk Edebiyatı Profesörü olarak
atandı. Maraş Milletvekili olarak 19421946 yıllarında Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli
Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel
Sanatlar Akademisinde eski görevinde
çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden
döndü. Hayatı boyunca sağlığından
şikâyetçi olan Tanpınar, 23 Ocak 1962
günü geçirdiği kalp krizi ile Haseki
Hastanesi'ne kaldırıldı. Ertesi sabah,
ikinci bir krizle hayata veda etti. Namazı
Süleymaniye Camii'nde kılınan Ahmet
Hamdi Tanpınar'ın cenazesi Rumeli
Hisarı Kabristanı'nda, hocası ve dostu
Yahya Kemal'in yanı başına defnedildi.
Mezartaşı üzerinde çok bilinen şiirinin
iki mısrası yazıldı:
"Ne içindeyim zamanın / Ne de
büsbütün dışında".
ESERLERİ
Romanlar / Huzur (1949),
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962),
Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur
Beste (1975), Aydaki Kadın (1986),
Ayna (1950)
Şiirler / Şiirler (1961)
Denemeler / Beş Şehir (1946),
Yahya Kemal (1962), Edebiyat Üzerine
Makaleler (1969) (ölümünden sonra
derlenmiştir), Yaşadığım Gibi (1970)
(ölümünden sonra derlenmiştir)
İnceleme / XIX. Asır Türk Edebiyatı
Tarihi (1949, 1966, 1967)
Hikâyeler / Abdullah Efendinin
Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955),
Hikâyeler (yazarın ölümünden sonra
derlenmiş olan bu kitap, iki kitabındaki
hikâyelerin yanı sıra daha önce
kitaplaşmamış hikâyeleri de içerir)
45
45
detay
“Ne kadar garip mahlûklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından bahsederiz; fakat gün
denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
46
Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar
Hangi
zamana
ayarladık
saatleri
Hiciv, mizah, gözlem, kurgu ve öngörünün ne demek olduğunu ele güne gösteren Saatleri Ayarlama
Enstitüsü; yazıldığı tarihin üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hala geçerliliğini koruyor. Bu
anlamda “zamansız bir zaman kitabı” niteliği taşıyor.
Kara-mizah ile ironik bir üslup
kullanılarak oluşturulmuş Saatleri
Ayarlama Enstitüsü doğu-batı
arasındaki gidiş gelişleri ve tereddütleri
mükemmel bir dille anlatıyor. Anlatım,
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendine
has simgeci anlatımıyla birleşip,
zaman zaman gelişen olaylarla birlikte
başkalaşıyor. İnsanların popülerliğe
ve paraya verdiği önemin, insanların
nasıl bir anda yüz değiştirebileceğinin
altı çiziliyor. Diğer bir ifade ile Saatleri
Ayarlama Enstitüsü, aynı zaman
diliminde yaşayan farklı kesimlerin
prototiplerini incelemiyor; aynı
insanların farklı dönemlerini, değişim
süreçlerini inceliyor.
İlk olarak 1954’te tefrikalar halinde
yayımlanan daha sonra 1962'de kitap
haline getirilen Saatleri Ayarlama
Enstitüsü, Türk Klasikleri dendiğinde
akla ilk gelen eserlerden birisi...
Başkarakter Hayri İrdal'ın anıları
şeklinde kaleme alınmış. Enteresan
hurafeler ve batıl inançlarla dolu
çocukluğunu fakirlik ve sıkıntılarla
geçiren İrdal, bu süre zarfında saatçi
çıraklığı yapıyor. Askere gidip geldikten
sonra hayatının bu mistik evresinden
bir nebze kurtulmuş olsa da yokluk
yakasını hiçbir zaman bırakmıyor. Bu
esnada bir aile dostları vesilesiyle başı
belaya giriyor ve bir süre Adli Tabip
Dr. Ramiz'in psikanaliz tedavisine
maruz kalıyor. Tedavisinin bittiği ve
karısını kaybettiği için ikinci evliliğini
yaptığı sıralarda ise doktor vasıtasıyla
bir diğer kahramanımız Halit Ayarcı ile
tanışıyor. Gerçek hayatta günümüzde
de sık sık karşılaştığımız insanlardan
olan biraz hayalperest biraz üçkağıtçı
Ayarcı, Hayri İrdal'ın saat bilgisinden
esinlenerek meşhur Saatleri Ayarlama
Enstitüsü'ne can veriyor. Teorik olarak
amacı ülkedeki tüm saatleri aynı
ayara getirerek, saatler arasındaki
farktan doğan kaybı engellemek
olan bu kuruluş, pek çok kişiye çıkar
sağlamaktan başka bir amaç gütmüyor
elbette. Enstitü sayesinde lüks ve
konfora kavuşan İrdal ise gerçek ve
yalan arasında sürekli bocalıyor...
Şiirlerinde sembolist bir yaklaşımı olan
Ahmet Hamdi Tanpınar, bu eserini
de şiirlerinden ayrı tutmamış ve alt
iletiler, göndermeler ve metaforlarla
bezemiş. Sembolizm ile ülkenin girdiği
yenilenme süreci vasıtasıyla bireyin,
dolayısıyla bir bütün toplumun, doğu ile
batı kültürü arasında ikilemde kalmasını
hiciv yöntemiyle eleştirmiş. Toplum
ve insanın medenileşme çabasından
ziyade geçmiş ve gelecek arasında
ikilemde kalması veya Tanpınar'ın
esasında hayatın gerçeğini, varoluşu
araştırdığı gibi düşünceler de alt
anlamlardan bazıları. Saatleri Ayarlama
Enstitüsü için sembolizmin ışığında
farklı anlamlara bürünebilen bir roman
demek de mümkün.
47
mevsim
Bursa’da “zaman”ın fotoğrafları
48
48
Ocak
Uludağ - 2.Oteller Bölgesi, 2006
Şubat
Uludağ’ın zirvesi, 2008
Mart
Nisan
Mudanya sahilinden, 2011
Emir Sultan, 2005
49
49
mevsim
Mayıs
Haziran
50
50
Uludağ - Sarıalan, 2000
Karacabey Yolu, 2009
Temmuz
Ağustos
İnkaya Köyü yamaçlarından, 2012
İznik Gölü, 2007
51
51
mevsim
52
52
Eylül
Mudanya’da gündoğumu, 2009
Ekim
Kent Ormanı, 2011
Kasım
Aralık
Kazancı Köyü - İnegöl, 2008
Doğancı Köyü, 2012
53
53
yakın plan
Zamanı
seyr-i âlem
Şehrin siluetinin en önemli
unsurlarından bir tanesi olan
Tophane Saat Kulesi, Bursa’da
“zaman” denince akla ilk gelen
Bursa simgesi. Panoramik bir
Bursa sefası sunan Tophane’de;
Osmanlı İmparatorluğu’nun
kurucuları, İstiklal Savaşı
Şehitleri ve Tophane’ye ismini
veren top bataryaları da var.
Zamanı durdurmuş dönüm
noktaları... Bu “keyif” noktası,
tüm Bursalılar için apayrı bir
anlam taşıyor.
Mavi saatlerde gidilir en çok
Tophane’ye. Alacakaranlıkta pembe ile
lacivertin iç içe geçmiş görüntüsü tüm
Bursa’yı sarmışken, “onu” seyredecek
en güzel noktadır. Tüm Bursa’yı
ayaklarınız altına almışken, o güne
dek ovada yaşadıklarınızı hatırlarsınız.
Evinizin nerede olduğunu; uzakta
gördüğünüz yolların, büyük yapıların,
yeşillik alanların tam olarak nereler
olduğunu anlamaya çalışırsınız. Şehir
merkezini doğusunu ve batısını tek bir
açıda, kolayca görebilirsiniz.
Tophane aslında bir park... Aynı
zamanda içerisinde şehitlikler ve
türbeler barındırıyor. Parkın girişinde
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman
Bey ile devletin ikinci sultanı Orhan
Bey’in türbeleri ve bu türbelerin
yanında İstiklal Savaşı Şehitleri Anıtı
bulunuyor. Bu yüzden Tophane hem
tarihi hem de duygusal anlamlar da
taşıyor Bursa halkı için…
Tophane Parkı’nın içindeki tarihi
dokuların başlıca aktörü 1906
yılında yapılmış olan 6 katlı Bursa
Saat Kulesi… Ramazan ayında iftar
vaktini bildiren Ramazan topu bu
54
saat kulesinin önünden atılıyor. Saat
Kulesi ve park bu nedenle Tophane
ismiyle anılıyor. Kule, aynı yerde daha
önce Sultan Abdülaziz döneminde
yaptırılan ve bilinmeyen bir tarihte
yıkılan saat kulesinin yerine yapılmış.
Bu kule kare planlı ve dört katlı idi.
Kesme taştan yapılan kulenin ikinci
ve üçüncü katlarında bir balkon
bulunuyordu. Kulenin her cephesinde
sivri kemerli birer pencere, yanında da
birer niş vardı. Kulenin üçüncü katında
Bursa’ya bakan yüzünde yuvarlak
kadranlı bir saat bulunuyordu. Bu
kule yıkıldı ve günümüze gelemedi.
Bugünkü saat kulesi ise, yine aynı
yerde Vali Reşit Mümtaz Paşa ve
Belediye Reisi Mehmet Emin Bey
zamanında 2 Ağustos 1904’te yapımına
başlandı, 31 Ağustos 1905’te de
tamamlandı. Kule, II. Abdülhamit’in
tahta çıkışının otuzuncu yıldönümü
olan 31 Ağustos 1906 günü Vali Reşit
Mümtaz Paşa tarafından törenle tekrar
hizmete sokuldu. 65 x 4.65 metre planlı
saat kulenin içinde, 89 basamaklı
ahşap merdivenler var ve 33 m.
yüksekliğinde...
Her katın cephesinde yuvarlak kemerli
dörtgen bir pencere, en üst katın her
bir yüzüne ise birer saat yerleştirilmiş…
Şu an ise gerçeği yerine elektronik bir
saat takılmış. Ağırlıklarla çalışan bu
saatin çanının çapı ise 90 cm. Bursa
Belediyesi’nce yangın gözetleme
amacıyla da kullanılmış. Bu kule Bursa
tarihinin belki de en eski gözlemcisi.
Tüm Bursalılar için bir sefa noktası
Tophane. Yaz kış demeden, vakit
buldukça nefes aldıkları bir yer.
Kimi zaman manzara izleyip kendini
dinlemek, kimi zaman türbeler ve
İstiklal Savaşı Şehitleri için dua etmek
için duygusal bir mabet. Yüz yıllardır
zamana hükmeden top atışları ile
Bursa’nın “dört mevsimidir” Tophane.
Panoramik bir zaman tüneli sefası...
55
manevi
Bir adağın eseri
Türk İslam dünyasının en eski camilerinden birisi olan Ulu Cami, gerek mimarisi gerekse özenli
sanat eserleri ile Bursa’nın en önemli tarihi eseri belki de. Tarihinden günümüze uzanan değerleri,
yaşanmışlıkları ve çok özel dokuları… Ulu Cami Sultan Bayezid’ın adağıyken, Bursa’nın tarihi oldu.
Tüm tarihse bir adağın eseri…
56
56
Sene 1396, Eylül ayının sonları…
Osmanlı orduları yeni bir savaş
için hazırlık yapıyor. Karşılarında
Macaristan, Kutsal Roma-Cermen
İmparatorluğu, Fransa, Eflak, Lehistan,
İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Eski
İsviçre Konfederasyonu, Venedik
Cumhuriyeti, Genova Cumhuriyeti ve
St. Jean Şövalyelerinden oluşan güçlü
bir Haçlı ordusu var. Ama inançları tam
olan Osmanlı ordusu uğruna mücadele
ettiği toprakların gerçek sahibinin
kim olduğunu göstermekte kararlı…
Osmanlı’nın Sultanı ise dördüncü
hükümdar Yıldırım Bayezid… Savaştan
önce bir adak adıyor. Tanrıya yalvarıyor
ve “Savaşı kazanırsam 20 tane cami
yaptıracağım” diyor. İnançla ve istekle
gittikleri savaş tarihteki yerini alıyor
ve ismi zafer olarak anılıyor; Niğbolu
Zaferi… Zaferden sonra damadı Emir
Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20
kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar
kılıyor ve Ulu Cami’nin tarih sahnesine
çıkması bu olayla şekilleniyor.
57
57
yakın yerler
Şehre yakın, zamandan öte
Diyelim ki küçük bir hafta sonu
gezisi yapmak istiyorsunuz.
Bursa’ya yakın daha önce
tanışmadığınız bir mesire yeri
arayışındasınız. Hava güzel ve
içiniz kıpır kıpır... Amaçlarınız
arasında piknik yapmak belki
biraz da balık tutmak var.
Aradığınızı buldunuz, yakın
yerler köşemizin konuğu:
Dağyenice Göleti...
58
58
Dağyenice Göleti
59
59
yakın yerler
60
61
yakın yerler
62
62
63
63
yakın yerler
Dağyenice için Bursa’ya “uzak
olmayan” şirin bir dağ köyü
tanımlaması çok da yanlış olmaz.
Aslında her geçen gün genişleyen
şehir sebebiyle belki de artık Bursa’nın
bir mahallesi bile sayılabilir…
Beşevler kavşağından Orhaneli
istikametine ilerlediğinizde yaklaşık
3 kilometre sonra geniş bir yoldan
sağa sapıyorsunuz. Bu yol hem
Misi Köyü(Gümüştepe)’ne hem
de Dağyenice Köyü’ne gidiyor.
Dağyenice'ye gitmek için mezarlıktan
sonra tekrar sağa saparak devam
etmelisiniz. Gölete köyün içinden
geçtikten sonra ulaşıyorsunuz.
Orhaneli Yolu’na biraz daha devam
edip Doğancı Köyü sapağından
dönüp köyü aşarak da gölete ulaşmak
64
mümkün. Yollar toprak olduğu için
yağış olmayan günleri tercih etmek yol
şartlarından etkilenmemek için önemli.
Ancak ulaşımın kolaylaşmasıyla birlikte
sakinliğin azalacağı da bir gerçek…
Gölet çevresinde hiçbir tesis yok, bu
sebepten yiyecek ve içeceklerinizi
yanınızda götürmeniz gerekiyor.
Dağyenice Göleti, akarsuyun önüne
set çekilerek oluşturulmuş yapay bir
gölet. Gölün yapay olmasından ötürü
sular altında kalarak kuruyan ağaçların
yarattığı manzaralar ise gölü görülmeye
değer kılan yegane unsur. Doğal
güzelliği balıkçıların da dikkatini çekmiş
olmalı ki hafta sonları göl kenarında
çok sayıda balıkçıya rastlamak
mümkün.
Dağyenice Köyü'ne Türkiye'nin ilk ve
en büyük entegre Termal Sağlık Turizm
Merkezi'nin kurulması da planlananlar
arasında. Bu konuda Bursa Valiliği’nin
çalışmaları sürüyor. Termal sulara 20
km uzaklıkta olmasına rağmen etkileyici
doğasıyla termal merkez oluşturmaya
çok müsait olan bu köy için önemli
yatırımlar düşünülüyor. Türkiye’nin
2023 yılı hedefi olan 5 milyon turistten
en az 500 binini Bursa’ya kazandırmak
isteyen Bursa Valiliği termal turizmi bu
yapının içerisinde önemli saydığı için
böyle bir merkezin Bursa’ya çok şey
katacağını düşünüyor. Bu sebepten
köyde termal su arama çalışmaları da
sürüyor. Ancak projenin akıbeti ile ilgili
net öngörüler henüz yok...
65
gezi-yorum
Binlerce yıllık “hile dolu”
aşk hikayesi
Homeros’un İlyada destanında
bahsedilen Truva Antik Kenti,
Kaz Dağı eteklerinde mitolojik
bir aşk hikayesini de gizliyor.
Sonu uzun yıllar süren bir savaş
ile gelen bu aşk, asırları aşmış
bir “aldatma” oyunuyla bugün
daha büyük bir efsane...
66
66
Truva
67
67
gezi-yorum
Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı
ve Edremit körfezi arasında kalan
ve Biga Yarımadası olarak bilinen
toprakların, antik çağlardaki adı
Troas’tı. Bu bölgenin en bilinen antik
kenti ise Troya... Çanakkale’de,
Tevfikiye Köyü’nün batısında,
"Hisarlık Tepesi"nde bulunan bu kent
bugün Türkiye’nin en önemli turizm
noktalarından bir tanesi.
Tahta atın mistik öyküsü
Truva Savaşı mitolojiden kısa bir
tanımla; Kaz Dağı’ndaki tanrıçalar
arası güzellik yarışması sonucu,
dünyanın en güzel kadının aşkını
kazanan Priamos'un oğlu Paris’in,
68
Yunan Kraliçesi Hellen'i kaçırmasıyla
başlayan ve Troya'nın yıkılmasına yol
açan, Homeros’un İlyada'sına da konu
olmuş savaştır. Truva Antik Kenti’nde
göreceğiniz büyük tahta at, binlerce
yıl önce yaşanmış olan bu savaşın
sadece bir simgesi. Efsaneye göre;
Troyalılarla Akhalar, Troyalı Helen ile
Paris’in aşkı yüzünden savaşır. 10
yıl süren savaşlardan sonra Akhalar
kazanmak üzereyken, baş tanrı Zeus
Troya’nın yardımına koşar ve Akhalar
yenilir. 10 yıl süren savaştan sonra
bıkkın ve yorgun olan ve yenilgiyi
kabullenemeyen Akhalar yeni bir fikir ile
pes etmezler. Zekası sebebiyle savaş
tanrıçası Athena tarafından da sevilen
Odysseus'un aklına tahtadan bir at
yapma fikri gelir. Plana göre Akhalar
savaştan çekiliyor gibi gözüküp,
geride çok büyük bir tahta at bırakırlar.
Odysseus ve diğer seçkin komutanlar
atın içine gizlenirken, diğerleri denize
açılıp gemileri Bozcaada'nın arkasına,
Troyalıların onları göremeyeceği bir
şekilde gizlenirler. Planın yürümesi
için, görevi tahta atın Truva’nın
surlarından içeri girmesini sağlamak
olan bir Akhalı askeri atın yanında
bırakırlar. Akhaların çekildiğini gören
Truvalılar, şaşkınlık içinde batı
kapısının önündeki dev tahta atın
yanına giderler. Bu sırada ortaya çıkan
Sinon ismindeki Akhalı asker, ağlayıp
sızlanarak Yunanlılardan nefret ettiğini
ve kendisinin kaçarak kurtulduğu
yalanını söyler. Tahta atın tanrıça
Athena için yapılmış kutsal bir sunak
olduğunu, kente alınmadan yok edilirse
Athena’nın öfkesinin Troya üzerine
çekileceğini, içeri alınıp korunursa
da tanrıçanın lütfunun Troyalılara
yöneleceğini anlatır. Bu sırada Akhalar
şehrin kapılarından çekilirler. Barış
özlemiyle yanıp tutuşan Truvalılar
bu yalana inanırlar ve tahta atı içeri
alırlar. Gece barış kutlamalarıyla coşan
ve alkolün etkisiyle sızan Truvalılar,
atın içindeki Akhalı savaşçılara gafil
avlanırlar. Akhalı askerler gizlice kentin
kapılarını da açarlar. Akha ordusu girip
kenti yok eder ve insanları katleder.
Truva'nın baştan sona yakıldığı bu
korkunç katliam sonrasında Akha Kralı
Menelaus Helen’i alarak Yunanistan'a
yelken açar.”
Troya, M.Ö 3. ve 2. bin yıllarda canlı bir
kültür kenti, yerleşik tarım topluluklarını
yöneten bir krallığın merkeziydi. M.Ö
13. yüzyılın sonlarına doğru olan Troya
Savaşı’nın sonunda yakılan şehir
yeniden imar edildi. M.Ö 1000 yıllarında
ise terk edildi. M.Ö 700 dolaylarında
Yunanistan’dan gelen göçmenler
Troya’ya yerleşmeye başladılar. Bu yeni
yerleşim “İlion” adıyla M.S 5. yüzyıla
değin sürdü. M.Ö 6. yüzyıl sonundan
başlayarak bölgeye sırasıyla Persler,
Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon
Krallığı ve Romalılar egemen oldu.
Kazılar sonucunda Troya’da üst üste
kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden
4 mimari katın oluşturduğu 9 yerleşme
saptandı.
Troas Bölgesi'nin bir kısmı 1996
yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
tarafından "Troia Tarihi Milli Parkı"
olarak ilan edildi. Böylelikle
"Homeros'un Doğası", ziyaretçilerin
Troia kalesinden çevreye baktıklarında
gördükleri doğal çevre (yaklaşık 12x12
km) özel bir şekilde korunuyor. Atın
bulunduğu alanı geçip ilerleyince
69
gezi-yorum
kapalı alandaki müze ve arkasından
açık alandaki antik şehir kalıntıları
görülebiliyor. Çanakkale şehir
merkezinde sergilenen at ise Troy
filminde kullanılan atın ta kendisi.
Helen’in Hazineleri evinde...
3000 yıldan fazla bir zamanı yansıtan
antik kent 1870’lerde Alman Arkeolog
Heinrich Schliemann tarafından
keşfedilmişti. Troia 1998 yılında ise
"UNESCO Dünya Kültür Mirasları
Listesi"ne alındı. Helen’in Hazineleri
diye bilinen ve Heinrich Schliemann’ın
bir kısmını kaçırdığı Kral Priamos
Hazineleri’nden 24 altın parça 140 yıl
sonra çıktığı topraklara döndü. Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Truva Antik Kenti’nden kaçırılan 24
parça altın takının, ABD’deki Penn
Müzesi ile işbirliği kapsamında
Türkiye’ye iade edildiğini açıkladı.
Günay şöyle konuştu: “Bunların bir
kısmı Almanya’daydı, savaş sırasında
da Rusya’ya gitmiş. Troya kazılarından
çıkanların bazıları şu anda Puşkin
Müzesi’nde sergileniyor. Biz onları da
almak için yoğun çaba gösteriyoruz.’’
Eserler böylelikle Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’ne dönüş yaptı.
4 bin 500 yıl öncesine ait olan eserler
bundan böyle vatanında sergilenecek.
Türkiye’ye gelen 24 takının 10’unu
küpe ile broş, 1’ini de diadem (taç)
oluşturuyor. Takılar arasında 2 bilezik,
70
10 pendant (kolye ve zincir ucu) ve
yüzük ile 1 adet de kolye bulunurken,
takılarda genelde fantastik stilinin
egemen olduğu görülüyor.”
Türkler Truvalı!
15. yüzyılda Osmanlı Türkleri'nin
Avrupa'da büyük bir güç kazanmaya
başlamasıyla birlikte Rönesans dönemi
hümanist düşünürleri Türklerin soyları
hakkında fikir yürütmeye başlamıştı. En
büyük görüş ise Türklerin Truvalıların
soyundan geldiği iddiasıydı. Birçok
Rönesans düşünürü eserlerinde
Truva şehri Yunanlar tarafından ele
geçirildikten sonra Asya'ya kaçan
Truvalı bir grubun, yani Türklerin
Anadolu'ya geri dönerek Yunanlardan
intikam aldığı anlatırlardı. Daha
eski tarih olan 12. yüzyılda, Tyreli
William, Türklerin göçebe kültüründen
geldiklerini belirterek köklerinin
Truva'ya dayandığını belirtmişti.
İstanbul'un fethinden önce İspanyol
Pero Tafur 1437'de İstanbul’a
uğradığında insanlar arasında
"Türkler Truva'nın intikamını alacaklar"
sözünün dolaştığını söyler. 1453’te
İstanbul’un muhasarası sırasında
kentte bulunan Kardinal İsidore yazdığı
bir mektupta Osmanlı padişahı Fatih
Sultan Mehmet’ten "Troyalıların Prensi"
şeklinde söz etmişti. Fatih Sultan
Mehmed'in vakanüvisi Kritovulos,
Fatih'in Midilli seferi sırasında
Çanakkale'de Truva kalıntılarının
bulunduğu bölgeye gelerek burada
Truva savaşı kahramanları hakkında
hayranlık hislerini belirterek onları
methettiğini belirtmiştir. Kritovulos,
Fatih'in başını sallayarak Truva
medeniyetiyle ilgili şu sözleri sarf
ettiğini yazmıştır: “Allah beni bu şehrin
ve halkının dostu olarak bugüne kadar
sakladı. Biz bu şehrin düşmanlarını
yendik ve onların vatanlarını aldık.
Burayı Yunanlılar, Makedonyalılar,
Teselyalılar ve Moralılar ele
geçirmişlerdi. Bunların biz Asyalılara
karşı kötülüklerini aradan birçok devir
ve yıl geçmesine rağmen onların
torunlarından aldık.”
Aynı şekilde Sabahattin Eyüboğlu “Mavi
ve Kara” adlı denemeler kitabında
Yunanlılara karşı Kurtuluş Savaşı'nı
yöneten Mustafa Kemal Atatürk’ün
yanındaki bir subaya ‘'Dumlupınar’da
Truvalıların öcünü aldık’' dediğini iddia
eder.
Hollywood gözüyle Truva
Truva, bugün dünyadaki en ünlü antik
kentlerden bir tanesi. Elbette bu kadar
ünlü olmasında 2004 yapımı Troy
filminin de etkisi çok büyük. Filmin
konusu ise şöyle: “Eski Yunan'da,
Truva Prensi Paris ve Sparta Kraliçesi
Helena arasındaki aşkın sonucunda
iki ülke arasında savaş çıkmıştır.
71
gezi-yorum
Truva Prensi Paris (Orlando Bloom)
ile Sparta Kraliçesi Helen (Diane
Kruger) birbirlerine aşıktır. Paris'in
Helen'i, kocası Kral Menelaus'tan
(Brendan Gleeson) çalması kabul
edilemeyecek bir hakarettir. Aile onuru,
Menelaus'a yapılan bu yanlış hareketin
kardeşi Agamemnon'a (Brian Cox)
da yapıldığını öngörmektedir. Mikene
Kralı olarak büyük bir güce sahip olan
Agamemnon, Helen'i Truva'dan geri
getirerek kardeşinin şerefini kurtarmak
72
için kısa sürede Yunanistan'ın tüm
ordularını bir araya toplar. Aslında,
Agamemnon'un onur peşinde
koşmasının amacı Truva'nın kontrolünü
ele geçirerek büyük imparatorluğunu
daha da güçlendirmektir. Duvarlarla
çevrili Truva şehri, Kral Priam'ın (Peter
O'Toole) yönetimindedir. Güçlü oğlu
Prens Hektor'un (Eric Bana) savunduğu
duvarları aşmayı daha önce hiçbir
ordu başaramamıştır. Truva'ya karşı
girilecek savaşın zafer ya da yenilgiyle
sonuçlanmasını belirleyecek olan
anahtar kişi ise yaşayan en büyük
savaşçı olduğuna inanılan kibirli ve asi
görünüşlü, yenilmez Aşil'dir (Brad Pitt).
Agamemnon ve ordusuyla birlikte Truva
kapılarına saldırmasına neden olan
şey de isminin sonsuza dek yaşaması
için duyduğu doymak bilmez açlıktır;
savaşa katılmasındaki tek sebep adını
tarihe yazdırmaktır. Sonunda onun da
yazgısını belirleyecek olan şey aşktır.”
73
uzaktaki yakın
Akdeniz’e kıyısı olmayan
Akdenizli
Özgür Çakır
Dergi Bursa’nın “zaman” temalı bu sayısında rotamızı kıta Avrupa’sının en batısına; Keşifler Çağı’nda
altın zamanını yaşamış olan Portekiz’in başkentine; eski zaman efendilerinin, Fado’nun, acıya
ve hüzne bulanmış ağıtların kraliçesi Amelia Rodrigues’in, Vasco Da Gama’nın, şair Fernando
Pessoa’nın, 25 Nisan Devrimi’nin, tramvayların ve hatta Quaresma’nın şehri Lizbon’a çeviriyoruz.
Baskın Batı Avrupa kültürünün tam
anlamıyla ağırlığını koyamadığı,
Avrupa’nın dip köşesinde yer alan
Portekiz’in başkenti Lizbon, tıpkı
İstanbul gibi karışık bir yapıya sahip.
Eski ile yeninin, planlı kentleşme ile
düzensiz yapılaşmanın, fakirlik ile
zenginliğin iç içe olduğu ve insanın
kendisini zaman zaman Avrupa
kentinden çok İstanbul’un bir semtinde
74
gibi hissettiği bir yer. Avrupa değil,
Asya değil, Afrika değil ama hepsinden
biraz var sanki.
Eski şehirdeki daracık Arnavut
kaldırımı sokaklar, çinilerle bezeli
bitişik nizam eski yapılar, sokakların
iki yanındaki balkonlara karşılıklı
gerilmiş iplerde sallanan çamaşırlar,
camdan cama dedikodu yapan yaşlı
kadınlar, çanlarını çınlata çınlata o
daracık sokakları arşınlayan ama
aslında çoktan müzelik olmuş
tramvaylar, yürümekten yorulunca bir
kahve molası ve sohbet için davetkar
iskemlelerini sokağa çıkarmış Barok
dekorlu kafeler, kaldırımlarda kurulan
yemek masaları, köşe başlarındaki
çalgıcıların melodileri, deniz ürünleri
ağırlıklı sofraları ve enfes Portekiz
Lizbon
şaraplarıyla Lizbon, yorulmuş ruhunuzu
sakinleştirebilmek, iyileştirebilmek ve
kendine getirebilmek için en doğru
adres.
İber Yarımadası’nın Atlas Okyanusu’na
bakan yüzünde, Tagus Nehri’nin
okyanusla buluştuğu kıyıda, 1255’ten
bu yana başkent olan bu yedi tepeli
şehrin adı Portekizce “Lisboa” yazılıyor,
“Lişbuua” olarak okunuyor. Portekizce
İspanyolcaya benzeyen bir dil olarak
bilinse de İspanyolcadaki ‘yazıldığı
gibi okunma’ hali Portekizce için pek
geçerli değil. İnsanlar konuşurken ş’ler,
ç’ler, j’ler, g’ler havalarda uçuşuyor.
Yani İspanyolca da biliyor olsanız,
yazılı metinler dışında tahmin ya
da akıl yürütme ihtimaliniz pek yok.
Yine de özellikle yarımadanın diğer
sakinleri olan İspanyollara kıyasla
burada insanların çok arkadaş canlısı
ve yardımsever olmaları sayesinde, dil
bilmemek çok da önemli bir soruna
dönüşmüyor.
Türk Hava Yolları’nın haftanın birkaç
günü gerçekleştirdiği karşılıklı tarifeli
uçuşları ile İstanbul’dan Lizbon’a
uçuş yaklaşık 4 buçuk saat sürüyor.
Lufthansa’nın aktarmalı uçuşları
dışında alternatif arayışına girmeye ve
Portekiz Hava Yolları’nı araştırmaya
gerek yok çünkü Star Alliance
üyesi olan THY ile TAP Portugal
Hava Yolları’nın uçuşları ortak. Tabi
belirtmeye gerek var mı bilmiyorum
ama Avrupa Birliği üye ülkesi olan
Portekiz için Schengen vizenizin de
olması gerekiyor. Konaklama için her
bütçeye uygun alternatifler mevcut.
Tercih sizin ancak benim önerim şehrin
yenilenmiş modern bölgesi olan Tagus
Nehri kıyısındaki Expo bölgesi yerine
Bairro Alto, Chiado ya da Alfama
gibi tarihi dokunun korunduğu eski
şehirdeki hostel ya da küçük otellerden
biri olacaktır. Bu sayede hem daha
ekonomik bir seçim yapmış olacaksınız
hem de nostaljik tramvay hattının
uzağına düşmeyeceksiniz. Lizbon’u
Lizbon yapan ve yazının devamında
ballandıra ballandıra anlatacağım
şeyler de yürüme mesafenizde
bulunuyor olacak böylece.
Yazının başında yedi tepeli olduğundan
bahsetmiştim ve bunun sizde kuvvetli
bir İstanbul çağrışımı yaptığının da
farkındayım. Sadece yedi tepe üzerinde
kurulmuş olması değil, Boğaziçi’ni
andıran Tagus Nehri ve üzerindeki
köprüler, dar sokaklarını kat eden
tramvaylar, sokak aralarında aniden
beliren deniz ve ‘boğaz’ manzarası,
bizdekini andıran araç plakaları, eski
şehrin karmaşası, kırmızı ışıklara
aldırmayan sürücüleri, kestane kebap
satan seyyar satıcıları ve çatılarda
üst üste yığılmış antenleri ile Lizbon
gerçekten de İstanbul’un küçük kardeşi
gibi. Kendinizi zaman zaman ufukta
Süleymaniye silueti ararken bulursanız
şaşırmayın.
75
uzaktaki yakın
Lizbon, tarihi binlerce yıl öncesine
dayanan; Finikeliler, Romalılar,
Endülüs Emevileri ve daha pek çok
medeniyetin izini taşıyan, tarihteki ilk
küresel imparatorluğa 13. yüzyıldan
beri başkentlik yapan bir şehir.
Şehrin hafızasındaki en korkunç doğa
olayı, 1755 yılında Lizbon’u yıkan
ve imparatorluğun çöküş dönemini
başlatan büyük deprem. Tarihi kayıtlara
geçen ilk büyük tsunami de aynı
zamanda; yıkılan binalardan kaçıp
sahile toplanan ve çekilen okyanus
ile nehir sularını şaşkınlıkla izleyen on
binlerce kişiyi yutan tsunami. Şehrin
hafızasına kazınan bu hüzünlü olaydan
mı, şehrin sokaklarına yayılan Fado
ezgilerinden mi ya da geleneksel
siyah kıyafetler içindeki kadınlardan
mı bilinmez ama Lizbon’u tanımlayan
76
duygulardan biri de romantizmin
yanında ağır bir hüzün...
Uçak yolculuğu, pasaport kontrolü,
havaalanından otele varış, yerleşme,
hazırlanıp yollara düşme derken tatilin
ilk gününün iyi ihtimalle öğleden sonra
ya da akşamüstünü etmiş olduğumuzu
hesaba katarsak, şehirle tanışmanın en
güzel ve romantik yolu 360 derece şehir
manzarası sunan kaleye çıkmak olmalı.
Castelo São Jorge’ye tabanvayla
varabileceğiniz gibi yakınsanız
Praça da Figuera’dan yani Figuera
Meydanı’ndan 37 numaralı otobüsle de
ulaşabilirsiniz. Malesef tarihi tramvay
hattı kaleye dek uzanmıyor. Ancak
nostalji yapmak isteyenler, kalenin
yakınlarında Alfama bölgesindeki bir
durakta inerek yolun kalan kısmını
yürüyerek de kaleye ulaşabilirler. Giriş
ücreti 5 Avro olan kalenin manzarası,
ücretin karşılığını fazlasıyla veriyor
doğrusu. Kaleye çıkmadan önce
turizm ofislerinden ya da otelinizden
bir harita edinmenizi öneririm. Bu
sayede şehrin genel yerleşim planı
hakkında fikir sahibi olabilir ve gezi
rotanızı belirleyebilirsiniz. Kale içinde
MÖ 6. yüzyıla dek dayanan ve çok
sayıda medeniyete ait kalıntılar mevcut.
Şehrin eski yerleşim bölgesi parklar,
kırmızı çatılar, büyük meydanlar ve
dar sokakları kat eden tramvaylarla;
Boğaz’ı andıran Taglus Nehri ise
üzerindeki iki büyük köprü, hareket
halindeki büyük gemiler ve karşı
yakadaki devasa İsa heykeli ile harika
bir manzara vaat ediyor.
77
uzaktaki yakın
Kalenin tam arkasında bulunan Alfama
semti ise Fado müziğinin yaşadığı
mahalle. Daracık sokaklar, bakımsız
ama “azulejo”larla yani çinilerle bezeli
duvarları sayesinde estetiğini koruyan
evler, binadan binaya uzatılmış
çamaşır iplerine dizili çamaşırlar,
futbol oynayan çocuklarla dolu minik
meydanlar, dar merdivenler, duvarları
süsleyen grafitiler, marketlerin önünde
bulunan pirinç, fasulye çuvalları
78
ile bakkallar... 1755’teki büyük
depremden etkilenmeyen Alfama
semti, iki masalı, dört sandalyeli küçük
bar ve restoranları, dört bir yandan
yükselen Fado ezgileri ve ansızın
beliren tramvayların çan sesleriyle,
uzun saatler hatta bıraksalar günler
geçirebileceğiniz samimiyet ve
sıcaklıkta bir yer. Seyahatiniz salı
ya da cumartesi günlerinden birine
denk gelmiş ise Alfama bölgesine
kurulan meşhur “Fiera Da Ladra” yani
Hırsızlar Pazarı’nı kaçırmayın. Vaktiniz
ve enerjiniz varsa bu pazara dalmak
ve nostaljinin dibini bulmak mümkün.
Turist olduğunuz aşikâr olacağına göre
pasaport ve cüzdanınızı sağlam yerde
tutmanız ve yankesicilere karşı tedbiri
elden bırakmamanız gerektiğinin altını
da çizelim.
Bu eski ve gizemli semtin eğri büğrü
kıvrıntılı dar yokuşlarından kendinizi
aşağı bırakınca Casa Do Fado isimli
müzeyle karşılaşacaksınız. Bu müzeyi
gezmenizi öğütlemek için değil, Fado
restoranlarının konumlandığı bölgeyi
bulduğunuzun altını çizmek için
söyledim. Yaşayan bir kültür ve insanlık
mirası olan Fado müzelerde değil tam
da yeri ve zamanı gelmişken Fado
restoranlarından birinde keşfedilmeli.
Hazır Fado müziğinin anavatanı olan
şehirde iken doğal ortamında dinleme
fırsatını kaçırmamalısınız. Portekizlilerin
geleneksel akşam etkinliği Fado.
Kelimenin kökü Latincedeki “fate”den
geliyor ve kader, alınyazısı ya da akıbet
anlamına geliyor. Okyanus kıyısındaki
Lizbon’da denize gönderdikleri
kocalarının geri dönmemesi üzerine
Portekizli kadınların yaktığı ağıtlar
Fado’nun başlangıç hikâyesi. Sözler,
denize açılıp uzaklara giden ve hatta
geri dönmeyen kocaları, sevgilileri
anlatıyor; kavuşamayanların acısını ve
biraz da özlemin buruk tadını... Evet
Fado ağlamaklıdır fakat dik başlıdır. Bu
yüzden Fadistalar yani Fado sanatçıları
da coşkulu ve gururlu bir duruşla,
dinleyicilerinden derin bir saygı
bekleyerek söylerler şarkılarını. Sadece
bir müzik türü değil, belli bir kültürü,
ritüelleri, terbiyesi ve kuralları olan bir
79
uzaktaki yakın
80
sosyalleşme ve vakit geçirme biçimi
aslında. Fado restoran ve barlarında
sanatçılar yemekten sonra gece 11’e
doğru sahne aldığında çoğunluğu
küçücük olan bu mekanların tıka
basa olduğunu görünce şaşırmayın.
Müzisyenler sahne olarak kapı girişini
kullanacaklar. Kapılar kapanacak,
yabancılar girmeyecek ve belli
yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli
geçkin, ağlamaklı, çığlık çığlığa şarkı
söyleyecek. Belki zayıf incecik elli,
incecik belli, kalın dudaklı olmayacak
ama sesi bir tokat gibi patlayacak
kulaklarınızda. Yüzünüz al al olacak,
içiniz hüzün dolu, kahır dolu, gözleriniz
kanlı. Sakın kendinizi şaraba verip
hesabı istemeye kalkmayın. Fado’nun
çok sıkı kuralları var ve içerideki
herkes bu kurallara uymak zorunda.
Muteber bir Fado kulübünde yemeğe
zamanında gelmek, sanatçı şarkısını
söylerken kesinlikle konuşmamak,
yemeğe dokunmamak, çatal-bıçak
sesi –zinhar- çıkarmamak, garsona
el kol hareketi yapmamak, şarkıcı ve
gitaristlerin olduğu tarafa dikkatinizi
yöneltmek bu kuralların bazıları. Aksi
şekilde davranırsanız uyarılırsınız,
benden söylemesi. Fadistalar şarkı
söylerken, yemek servisi yapılmıyor ve
kimse de yerinden kalkmıyor. Aslında
bunun sebebi sadece saygı ve kurallar
değil, dinlediğiniz şarkılar da yerinize
mıhlayacak ve içinize işleyecek türden.
Dinlerken sözleri anlamayacaksınız
ama sanatçının gözlerinden yaşlar
süzülürken anlamını bilmeseniz de
etkileneceksiniz. Tabi iyi bir Fado
kulübünden beklentiniz kesinlikle iyi bir
yemek olmamalı. Yemek işin bahanesi,
asıl amaç seçkin bir Fado sanatçısı
dinlemek olmalı. Ödeyeceğiniz hesap
daha çok bunun için, unutmayın.
“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorduğunuzu
duyar gibiyim. Tabi ki başta balık olmak
üzere her şey… Etin de en lezzetlisi
Lizbon’da ama deniz ürünlerinin
çeşitliliği ve ucuzluğu cezbediyor.
Denizci ve haliyle balıkçı bir millet
olan Portekizliler balık yemeklerini “bol
kepçe” usulü servis ediyorlar. Diyelim
midye sipariş ettiniz, midyeleriniz
15 dakikada hazırlanıp 30 cm
yüksekliğinde bir kova ile önünüze
konuyor. Meyve istediğinizde koca bir
ananas ve iki adet mango bir porsiyon
olarak önünüze geliyor. Kaşif ruhlu
olan Portekizlilerin tarih boyunca
sömürgelerinden getirdikleri her şey;
baharatlar, domates, sarımsak, patates
ve zeytin her yemeğe girmiş neredeyse.
Bir de Mağriplilerden ve Araplardan
öğrendikleri pişirme teknikleri var.
Meyvelerle balıkları birlikte pişirmek
gibi. Çok değişik tatlar sunuluyor, ama
81
uzaktaki yakın
favoriler Morina ve Bacalhau denilen
küçük bir balık. Yemeğin yanında
elbette ki Porto şarabı. Restoranlarda
şarap listesi ansiklopedi fasiküllerini
çağrıştırabilir, hazırlıklı olun. Beyaz
ve kırmızı şarabın dışında yeşil şarap
“vinho verde” denenebilir. Ayrıca yine
Lizbon’un özel tatlarından olan bir
tür vişne likörü “ginja” da tadılmadan
dönülmemeli. İspanyol mutfağı gibi
ağır, Fransız mutfağı kadar sofistike
değil Portekiz mutfağı. Herkesin
bildiği basit malzemelerle yaratıcı ve
hafif kombinasyonlar oluşturmuşlar.
Bu yüzden çok yeseniz de yemekten
sonra tatlıya yer bırakmanız mümkün.
Bademden “maracuja”ya kadar her
meyvenin “mousse” şeklinde tatlısı
mevcut. Ayrıca “pudin” adı verilen
krem karamel tarzında hazırlanmış tatlı
balıkçıların demirbaşı.
Kaleyi ve Alfama bölgesini keşfetmiş
olduğunuza göre ertesi günü
efsanevi 28 numaralı tramvay hattı
82
eşliğinde eski şehrin diğer bölgelerini
keşfetmeye ayırabiliriz. Lizbon’da
birkaç adet nostaljik tramvay hattı
mevcut. Ancak bunların en meşhurları
ve şehrin neredeyse bütün turistik
noktalarını ziyaret edeni 28 numaralı
olan. Kalenin de üstünde yer alan ve
harika manzaralı bir başka “miradouro”
yani seyir terası barındıran Graça
bölgesinden eski şehrin diğer ucundaki
Basilica da Estrela’ya uzanan bu hat
Graça, Alfama, Baixa, Chiado ve Bairro
Alto semtlerini geçerek Jardin da
Estrela yani Estrela Bahçeleri’ne dek
uzanıyor. Tramvay hattı boyunca indi
bindiler yaparak şehrin önemli turistik
noktalarını görebilirsiniz. Bunlardan
ilki meşhur Sé Katedrali. Arap
hâkimiyetinin olduğu dönemde yapılmış
olan caminin yerine inşa edilen
katedralin yanında 13. yüzyıldan kalma
bir manastır kalıntısı da mevcut. Bugün
restorasyonu devam eden bu kalıntının
temellerinde Arap sanatının izlerini
görmek mümkün. Zaten katedralin
bulunduğu Alfama bölgesinin ismi de
bu bölgede sıcak su kaynağı olduğu
için Arapçadaki Al-hama, yani “sıcak
su”dan gelmekte...
Sé Katedralinin biraz ilerisinde Baixa
bölgesi mevcut. Şehrin tek düzayak yeri
olan Baixa’nın kelime anlamı da “alçak
yer.” Depremden sonra kurulmuş olan
ve şehrin diğer yerlerine göre daha
iyi planlanmış mimari yapısı ile dikkati
çeken bu bölge sahil kenarındaki
meşhur Praça do Comércio’dan tren
istasyonunun bulunduğu Rossio
Meydanı’na dek uzanıyor. Hareketli
fakat düzenli meydanları var: Praça dos
Restauradores ve Praça da Figueria.
Şehrin ticari caddesi Avenida da
Liberdade ile alışverişin merkezi de
burası. Turist olmanın tadını çıkarmak
isteyenler için şehrin en “turistik”
restoranlarının da “turistik” hesapları
ile müşterilerini burada beklediğini
belirtmeli. Baixa bölgesi şehrin yüksek
muhitlerine asansörlerle bağlanmış.
Aslında sadece bu bölge değil
tepelerin üzerine kurulu Lizbon’un
genelinde de hayatı kolaylaştırmak
için yüzyılı aşkın süredir asansörler
kullanıyor. Bunlardan bir kısmı gerçek
asansör görüntüsünde, bazıları
da funiküler sistemi andıran mini
tramvaylar şeklinde. Bu asansörlerden
en meşhuru Elavador de Santa Justa,
yani Santa Justa Asansörü. Şehrin
önemli sembollerinden biri olan bu
asansör aşağıdaki sırayı beklemeyi
göze alanlara tepedeki kafe kısmında
muhteşem bir şehir manzarası
vaat ediyor. Üstteki çıkışta sağda
Lizbon’un Asmalı Mescit’ini ve beyaz
şarapla yapılmış sangriayı deneme
şansını, solda ise Arkeoloji Müzesi’ni
bulmanız mümkün. Biraz ilerlerseniz
Chiado isimli alışveriş merkezleri ve
mağazaların ağırlıklı olduğu bölgede 28
numaralı sarışın güzel tekrar karşınızda.
Chiado metro istasyonunun yakınında
Rua Garret yani Garret Caddesi
üzerinde Fernando Pessoa’nın
sağlığında sıkça takıldığı kafe
Brasiliera'da bir kahve molası verip
şairin heykeli ile hatıra fotoğrafı
çektirdikten sonra tramvay hattındaki
yolculuğumuza devam edebiliriz.
Biraz ileride solda görebileceğiniz
dar yokuştan “Boğaziçi” manzarasına
doğru inen küçük funiküler hattı
şehrin bir diğer meşhuru Elevador
da Bica. Nasılsa turist olduğunuza
göre denemekte fayda var. Bu
funikülerle aşağı inip sonra sağdaki
merdivenlerden çıkarsanız ulaşacağınız
meydanda bir başka panoramik Lizbon
manzarası vaat eden Miradouro de
Santa Catarina bulunuyor. İsmini
aldığı Santa Catarina Katedrali’nin
sağ tarafında ise meşhur Bairro Alto
bölgesi.
Portekizce yüksek bölge anlamına
gelen Bairro Alto, Lizbon’un gece
hayatının merkezi. Gündüz “yukarki
mahalle” tadındaki bölge güneş batınca
bilhassa gece yarısından sonra Lizbon
gençlerinin, Erasmus öğrencilerinin ve
turistlerin karnaval alanına çevirdikleri;
her çeşit bar, kalburüstü restoranlar
ve Fado kulüplerinin de bulunduğu
Lizbon’un Beyoğlu’su. Barların çok
küçük olması ve oturacak yerin de
olmaması nedeniyle gençler içkilerini
alarak sokaklarda dolaşıyor. Barlar
sadece alkol temini için. Gece gönüllü
amatörlerin türlü animasyonları ise
sabaha kadar. Özellikle hafta sonları
beş metre ilerleyebilmek için kırk
dakika uğraşmanızı gerektirecek
kadar da kalabalık olabilir ve bütün
ara sokakları birbirine benzediğinden
promiliniz de yüksekse kaybolmanız
kaçınılmazdır. Adım başı yaklaşarak
“haşhiş?” diye ısrarla soran zenci
sokak satıcılarını fazla ciddiye almayın.
Polisler de ciddiye almayınca tuhaf
karşılamayın, çünkü sattıkları şey
haşhaş ya da kokain değil, en fazla
nane. Şaşırmayın, benden söylemesi.
Bairro Alto ziyaretini geceye bırakarak
83
uzaktaki yakın
Belém (Beleyng şeklinde okunuyor)
bölgesine doğru yola çıkmanın ve
gün batımında Portekiz’in kaşif
ruhlu denizcilerine selam durmanın
vaktidir. 15 numaralı tramvay hattı ile
ulaşabileceğiniz bu anıtlar bölgesinin
öne çıkanı Torre de Belèm, yani
Belém Kulesi. UNESCO Dünya Mirası
Listesi’nde yer alan 1515 tarihli bu
anıt kule büyük depremde ayakta
kalabilmiş nadir yapılardan biri.
Portekizlilerin altın çağının ve dünya
denizlerine hükmettikleri zamanların
yadigârı… Eskiden denizin ortasında
olan yapı bugün sanki “keşifler
tam burada başlar” der gibi Tagus
nehrinin kıyısını bekliyor. Gün batımına
çok yakışan Belèm kulesinin yanı
başındaki marinayı geçtikten sonra
şehir yönünde birkaç yüz metre ileride
dev bir yelken üzerine işlenmiş insan
figürlerinin olduğu devasa heykel ise
Padrão dos Descobrimentos, yani
Kâşifler Anıtı. 1960 yılında yapılan
52 metre yüksekliğinde, yelkenleri
açık bir karavele benzeyen beton
blok şeklindeki bu devasa yapı
önde coğrafi keşiflerin destekçisi
Prens Henry ve başta Vasco Da
Gama olmak üzere dönemin tarihe
84
geçmiş kâşifleri, sanatçıları ve bilim
adamlarının rölyeflerini barındırıyor.
Önündeki büyük meydanda zemine
işlenmiş devasa dünya haritasında
ise tarihleri ile Portekizli denizcilerin
ulaştıkları kıyılar ve rotaları yer alıyor
ve insan ister istemez bu kadar güçlü
ve büyük bir imparatorluğun nasıl olup
da İber Yarımadası’nın köşesine sıkışıp
kaldığını sorgulayıveriyor zihninde.
Bölgenin bir diğer büyük ve önemli
anıtı ise Jerónimos Katedrali. Hindistan
yolculuğuna çıkmadan önce burada
dua ettiği iddia edilen Vasco Da Gama
ve üç önemli Portekiz edebiyatçısının
(Luïs Van De Camóes, Alexander
Herculano ve Fernando Pessoa)
mezarları beyaz taşlardan yapılmış
olan bu devasa manastırda yer alıyor.
Buraya kadar gelip uğramadan
dönülmemesi gereken duraklardan
biri de yine tarihi bir mekân, ancak bir
pastane: Pastés de Belém. 1837’de
açılmış olan bu mekân dışarıdan
görünenin aksine iç içe geçmiş
odalarıyla oldukça büyük bir pastane.
Kapıdaki kuyruğa aldanıp vakit
kaybetmeyin. O kuyruk paket yaptırıp
çıkmak isteyenler için. Mekânın en
meşhur tatlısı da ismini pastaneden
alan, dışı milföy hamuru, içi yumurtalı
muhallebi tadında bir krema olan
fırınlanmış bir tür tart. Tarçın ya da
pudra şekeri ile servis edilen Pastés
De Belém mutlaka tadılmalı. Bir tane
ile de yetinmeyin derim, ki zaten benim
dememe gerek yok. Efsaneye göre bu
tatlı ilk olarak Jerónimos Manastırı’nın
rahipleri tarafından yapılmaya
başlamış. Bu ünlü tartın tarifini sadece
üç kişi biliyormuş ve bu üç kişi sabahın
yedisinde hamuru ve kremayı hazırlayıp
diğer çalışanlara pişirmeleri için
veriyormuş. Tarifin öğrenilmemesi için
de bu pastanenin başka bir şubesi
yokmuş. Tabi yerseniz...
Turumuzun son gününde rotamızı
şehir dışına doğru çeviriyoruz. Lizbon
bir kadayıfsa bu kadayıfın kaymağı da
daha batıda yer alan Sintra-Cascais
bölgesi ve özellikle Unesco tarafından
dünya mirası listesinde yer alan Sintra
kenti. Bairro Alto’da fener söndürme
saatinizin çok geç vakte kalmadığını
umarak sabah erkenden yola çıkmanızı
öneririm. Baixa bölgesinin sonunda
yer alan Rossi tren istasyonundan 12
Avro karşılığında alacağınız günlük
limitsiz tren+otobüs bileti ile LizbonSintra-Cabo da Roca-Cascais-Lizbon
turu yapacağız. 45 dakika süren bir
tren yolculuğu ile Sintra’ya ulaşmak
mümkün. Asıl hedefimiz Pena Sarayı.
Bu yüzden siz en iyisi 434 nolu otobüsü
bulun ve turunuza Palacio de la Pena
yani Pena Sarayı’ndan başlayın.
Tepede kurulu olan Pena Sarayı’na
doğru kıvrıla kıvrıla çıkan dar orman
yolu üzerinde önce, turistik tarihi
bir belde olan Sintra kasabasını ve
sonra bölgedeki diğer tarihi yapıları
göreceksiniz. Yol boyunca yer yer yüz
metreyi bulan Kuzey Amerika kökenli
devasa ağaçlar, ilginç heykeller ve
bahsettiğim tarihi binalarla boyut
değiştirmeye ramak kalmışken Pena
Sarayı’nın alt kapısına varacaksınız.
Saray biletleri yakınındaki 1200 yıllık
bir başka yapı olan Mooriş Kalesi
ile birlikte ya da tek başına satılıyor,
tercih sizin. Sarayın alt kapısında araç
değiştirip tramvay vagonuna benzer
bir servis aracı ile Pena Sarayı’na
ulaşacaksınız. “Bu kadar zahmete
değecek mi?” dediğinizi duyar gibiyim
ama başınızı kaldırıp Pena Sarayı
ile göz göze geldiğiniz an, kendinizi
bir masalın içinde bulacaksınız. Bir
prensesin oyun evi mi, saray mı, cami
ya da kilise mi, gözetleme kulesi
mi, yoksa bunların hepsi mi birden
anlaşılması zor. Ama eklektik bir mimari
stilde inşa edilmiş olan bu bina ahir
ömrünüzde göreceğiniz en tuhaf, en
ihtişamlı, en gizemli ve en akılda kalıcı
mimari yapılardan biri olacak, o kesin.
Açık bir havada muhteşem bir manzara
vaat eden bina eğer sisli bir gününe
denk geldiyseniz yarasaların uçuştuğu
bir korku filmi setindeymişsiniz hissi
verebilir.
Yukarıya doğru tırmanmak çok iyi
bir fikir olmasa da Pena turunuzu
bitirdikten sonra Sintra’nın güzelliklerini
keşfetmek üzere yaklaşık 45 dakikalık
bir yürüyüşle aşağıya doğru pekala
yürüyebilir, orman havası alabilir ve
mekanın tadını çıkarabilirsiniz.
Masallar diyarı Sintra’yı arkanızda
bırakıp Cabo da Roca’ya doğru yol
almanın vaktidir. Sintra-Cabo da Roca
arası otobüsle yaklaşık 30 dakika
sürüyor. Meyliniz varsa romantizmi
iliklerinize dek hissedebileceğiniz bu
nokta Avrupa kıtasının en batı ucu,
toprağın bittiği, denizin başladığı
yer. Yarım saatlik bir yürüyüşle
tepede yer alan eski bir kaleden
Atlas Okyanusu’nu seyredebilir, eğer
maceracı iseniz ve hava da müsaitse
kıyıya dik inen kayalıklar arasındaki
daracık patikaları takip ederek okyanus
kıyısına inebilir, buradaki saklı plajları
keşfedebilir ve uçsuz bucaksız okyanus
önünde yeryüzünün yaratılışına tanıklık
ediyor gibi yaşadığınız anın, aldığınız
nefesin sesini duyabilirsiniz. Okyanusla
vedalaşıp şehre dönüş yolunda vakti ve
enerjisi olanlar Lizbon’un sayfiye yerleri
olan malikâneleri, plajları, birinci sınıf
servis veren otelleri, casinoları ve golf
kulüpleri ile ünlü Cascais ve Estoril’de
vakit geçirebilirler. İstediğiniz durakta
inip tadını çıkarmak serbest. Nasılsa
günlük tren biletiniz cebinizde.
Yine yazının sonuna geldik, sayfalar
geçti ama anlatacaklarım yine yarım
kaldı. Siz iyisi mi bu okuduklarınızı
“Lizbon’a giriş” sayın ve kış aylarında
da ılıman iklim yapısını koruyan bu
şehre seyahat planınızı yapın. 28
numaralı sarışın, Pasteis de Belém,
Fadistalar ve Vasco Da Gama ile
onlarcası sizi bekliyor ve her şeyi ile
Lizbon görülmeyi hak ediyor.
85
uzaktaki yakın
Lizbon’dan instagram kareleri
Instagram fotoğrafları: Burçin Dermenci, Emir Kurtaran, İrem İlyas, Serpil Tekin, Özgür Çakır
86
87
odak noktası
Fotoğraftaki “zaman algısı”
Çoğunlukla bir “an” olarak
tarif ederiz fotoğrafı. Gerçekte
olan da budur zaten, zamanın
içindeki bir an dondurularak
çıkarılıp alınır. Oysa zaman,
anın algısından çok daha
fazla bir “akış” olarak
değerlendirilmelidir. Fotoğraf,
zamanı kimi zaman dondurur
kimi zaman onunla birlikte akar.
88
Bugüne dek fotoğrafçıların üzerine
en çok çalışma sergilediği konudur
belki zamanın akışı. Milyonlarca
fotografik deneme “zaman” için
yapılagelmiştir. Bir kısmı “seri
fotoğraf” olarak adlandırılırken, bir
kısmı sadece bir “an” fotoğrafı olarak
hayat bulmuştur. Seri fotoğraflar
tamamlanmışlık, metafiziksel bir
kapanış etkisi yaratırken; gerçeklikle
ilgili yapılan vurgu döngüsel gerçeklikte
son bulur. Serideki her bir fotoğraf tek
başına bir gerçekliği anlatır. Ardından
gelen bir diğer fotoğraf ise kendinden
önceki fotoğrafın gerçekliğini sorgulatır.
Bir fotoğrafın gerçekliğinden
bahsederken onun zaman içerisindeki
akışını bir bütün olarak görmek
gerekir. Fotoğrafta karşılaştığımız
bu döngüsellik gerçekte zamanın
ta kendisidir. Zaman problemi bizi
Antik çağ filozofları Heraklitos ve
Parmenides’e kadar götürür. Bu
karşıtlık “değişim”e karşı “süreklilik”
fikrinin varlığını gösterir. Döngüsel
zaman algısı, bir yolculuğu simgeler.
Bu yolculuk aslında hakikate ulaşmaya
çalışılan bir yolculuktur. Bir gerçeklikten
yola çıkıp sonuca varma isteğidir.
Çevremiz sürekli hareket halindedir.
Günlük etkinliklerimiz, bir işle meşgul
olmamız, çalışmamız, hobilerimiz,
eğlenmemiz hep hareket içerir. Peki
ya fotoğrafta hareket tespitinin püf
noktaları nelerdir? Hareketli nesnelerin
çekimi, doğal bazı zorluklar içerir. Bu
zorlukların tespiti için temel fotoğraf
çekim bilgisine ek olarak bazı teknikler
ve dikkat edilecek hususlar vardır.
Akla ilk olarak hızlı hareketin çok
olduğu sporlar gelir. Bunun yanı sıra
günlük hayatta etrafımızda her zaman
çok kısa sürede olup biten, hızlı
hareket içeren bir çok etkinlik, nesne
gözümüzün önünde akar. Devamlı
hareket halindeki çocuklar, sokakta
hızla hareket eden araçlar, insanlar,
bir sirkteki akrobatlar, haldeki satıcılar,
köpeğimiz, katıldığımız bir eğlence
ortamı, düğünler, sosyal etkinlikler vs.
hepsi buna birer örnektir. Bu olayları
ve anları yakalamak, bulunduğumuz
andaki havayı, atmosferi, kendi
yorumumuzla aktarmak için iki ana
unsur vardır: çekilen konu hakkında
bilgi sahibi olmak ve temel hareket
fotoğrafı tekniklerini bilmek ve
uygulamak... Bunlar özetle şöyledir;
- Hareketi dondurmak (doğru
enstantane)
- Pan yapmak (düşük enstantaneyle
hareketi takip etmek)
- Netleme (takip ederken sürekli
netleme ya da önceden netleme)
yapmak
- Kritik hareket anını (hareketi anlatacak
anlam bütünlüğü) yakalamak
- Zamanlama (deklanşöre basacağımız
anı kestirmek)
89
odak noktası
90
Hareket fotoğrafı tekniklerinde
başvuracağımız en etkili yöntemler ise;
yüksek enstantane ile hareketi
dondurmak ve düşük enstantane ile
belirgin bir hareketi/hızı yansıtmak
olacaktır. Bu iki seçenekten birini,
çektiğimiz nesnenin hareketini tahmin
ederek olası bir kompozisyonu
yakalayacak şekilde takip etmemizle
birleştirdiğimizde başarılı bir sonuç
için gereken ana koşullar sağlanmış
olur. Kullandığımız tekniklerin arzu
edilen sonuçları sağlaması ise
ancak fotoğrafçının zihinsel katkısı
ile mümkün olur. Konuya ve çekim
tekniğine odaklanmak sonuca olumlu
etki edecektir. Çekim öncesinde
yapılmış bir zihinsel hazırlığın sonuca
etkisi yadsınamaz. Hareketli etkinlik/nesne ile ilgili
önceden bilgi sahibi olmak,
çekebileceğimiz kareleri önceden
kafamızda canlandırmak, hangi
91
odak noktası
teknikleri kullanacağımızı planlamak,
ekipmanımızı buna göre seçmek
ve ayarlamak, nihai olarak nasıl bir
fotoğraf elde edeceğimizi hayal etmek,
tüm bu hazırlığın bir parçasıdır. Hızlıdan
çok daha hızlıya kadar seyredebilecek
bir etkinlik anında nerede durulacağı,
ne zaman deklanşöre basılacağı,
hangi anların önemli olduğu ve
kaçırılmaması gerektiği, ne gibi
karelerin çekilebileceği vb. sonuca
doğrudan etki eden unsurların önceden
kestirilmesi gerekir. Ayrıca hareketli
anın en önemli noktasını yakalayacak
şekilde fotoğraf çekmek, estetik ve
anlam olarak bütünlüğü sağlar.
92
Hareket fotoğrafçılığında “zamanlama”
her şey demektir. Kritik anı, hareketi
bakaçta gördüysek kaçırmışız demektir.
Hareket anını yakalayabilmek için
kareye aktarmak istediğimiz hareket
anının çok kısa bir süre öncesinde
deklanşöre basmamız gerekir.
Çektiğimiz konu hakkında bilgi
sahibi olmak tahmin ve planlama
muhakememizi güçlendirir, anlık
zaman zarfında yakalanması güç
olan kompozisyonları elde etmemize
yardımcı olur. Fotoğraftaki zaman algısı
tüm bunların ışığında daha anlaşılabilir
olur.
93
geçmiş zaman kipinde
Tellerine artık “kuş konmayan” iletişim
İlk Mors ağını kuran Western
Union şirketinin de internetin
hızına dayanamayarak telgraf
bölümünü kapatmasıyla
iyiden iyiye tarih olan telgraf,
Türkiye’de farklı algılarla birlikte
yaşıyordu. Özellikle Kurtuluş
Savaşı döneminde hayati önem
kazanan tellerin dili, şimdilerde
sadece tozlu bir hatıra oldu
bizlere…
Hazırlayan: Sezai Evans
Amerikan İç Savaşı’ndan bu yana, Mors
alfabesinden mesajları müşterilerine
yetiştiren Western Union telgraf
bölümünü kapattı ve nostalji kokan
bir devir daha geride kaldı. Telgraf da
ancak bu kadar dayanabildi. Gelişen
teknolojinin ezip geçtikleri kervanına
o da katıldı. Sonuç olarak telgraf
sessizce hizmetten kalktı. Bugünlerde
PTT e-telgraf dönemini yürütse de çok
da rağbet olduğu söylenemez. Halbuki
neler görmüştü telgraflar. Ne savaşlar,
ne müjdeler, ne büyük tehditler. Çağın
gidişatına yön veren birçok haber onun
sayesinde taşınmıştı diğer bölgelere…
Enigma ile Alman İmparatorluğu’nun
2.Dünya Savaşı’nda sağladığı
istihbarat akışının çözümlenmesi, tarih
kitaplarının hala odak noktasıdır.
Düğünlerin içerisinde bile bir tattı
telgraflar. Eskiden telgraf bölümü
olurdu düğünlerde. Biri mikrofonu
kapar gelemeyenlerin gönderdiği
telgrafları okurdu ve herkes dikkat
94
kesilirdi. Telgrafın söyledikleri
her zaman ciddiye alınırdı. Tarih
kitaplarında ismi sıkça geçerdi. Çünkü
çok şey anlatmıştı muhatabına o
paslı teller. Günümüzde ise sadece
resmi makamların taziye aracı olarak
yaşamını sürdürüyor. Telgraf nasıl
çekilir, telgrafı çeken alet nasıl bir
görünümdedir hatırlayan bile çok az…
Müzelerde, eski konakların bodrum
katlarında, hafızaların kaybolmak üzere
olan derinliklerinde telgraflar…
Telgraf en basit anlatımıyla şöyle
biliniyor: İki merkez arasında,
kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla
yazılı haberlerin veya belgelerin
iletimini sağlayan bir telekomünikasyon
düzeni... Hikâyesi ise bir yolculukta
başlamış. 1832 yılında Amerikalı
ressam Samuel Morse, bir yolculuk
sırasında kendisine elektro mıknatıstan
söz eden bir yolcuyla tanışmış…
Telgraf üstünde zaten çalışmaları olan
Morse, bu sefer elektro mıknatıslı
telgraf için çalışmaya başlamış ve
ortaya telgrafın atası çıkmış. 1835
yılında, ilk elektromıknatıslı telgraf
hayata geçmiş ama bu sistem pek
başarılı değilmiş. Daha sonra Morse
ve yardımcısı Vail bunu daha da
geliştirmişler. Nokta ve çizgilerden
oluşan bir kodlama sistemi ortaya
çıkarmışlar ki bu da nam-ı diğer
kodlama sistemi, daha sonra tüm
dünyada kabul gören Mors alfabesi
olmuş...
95
geçmiş zaman kipinde
O yıllarda telgraf en popüler iletişim
aracı olmuş. İlk telgraf hattı ise 1843
yılında Washington, D.C. ile Baltimore,
Maryland arasına çekilmiş. Fazla
değil, 169 sene öncesine gittiğinizi
hayal edin. Şehirleri, insanları birbirine
bağlayan yegâne iletişim aracının
mektup olduğu zamanlara... Ne internet
ya da televizyon ne de telefon var.
Telgraf ilk elektrik akımıyla çalışan
iletişim aracı olarak tarihteki yerini
aldığında büyük bir ilgiyle karşılanmıştı.
Çok uzunca bir süre popülerliğini
korudu ama o da zamanın akışı
96
içerisinde tarih sahnesinden adım adım
uzaklaştı ve bugün tozlu raflarda....
Nasıl çalışırdı?
Elektrikli telgraflar, bir verici, bir alıcı ve
ikisi arasına çekilmiş elektrik hattından
meydana geliyordu. Vericiye Maniple
denirdi. Maniple telgraf şebekesindeki
elektrik akımını açıp kapayan
anahtarlardı. Manipleye basınca devre
tamamlanır ve telgraf şebekesinden
akım geçerdi. Karşı tarafta ise
alıcılar vardı. Alıcılar, elektromıknatıs
bobinlerden yapılmışlardı. Elektro
mıknatısın karşısında ileri geri hareket
edebilen madeni bir çubuk vardı. Bu
çubuk elektro mıknatıstan akım geçtiği
zaman hareket eder, çubuğun ucundaki
mürekkepli kalem bir kağıt şerit
üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde
şekiller çizerdi. Sesle çalışan alıcılar
da vardı. Bunlar kağıt bir şeride yazı
yazmak yerine, sert bir cisme vurarak
tıkırtı çıkarırlardı. Tecrübeli telgraf
operatörleri, bu tıkırtıları dinleyerek
mesajı çözerlerdi. Burada kısa tıkırtı
nokta (.), uzun tıkırtı çizgi (-) anlamına
gelmekteydi…
97
tema
Vakti geldiği
zaman
98
Zaman denince aklınıza ne geliyor? Üzerine kolayca beyin fırtınası
yapılabilecek bir kavramken zaman; algılaması en zor olanıdır aynı
zamanda... Her söz bir kenarından “zamana” tutunur. Göreceli bir
“algı”dır.
Hazırlayan: Sezai Evans
Bilim dünyası, “hareket eden cisimler
ve meydana gelen değişimler arasında
yaptığımız belirli bir sıralamadan
doğan bir kavramdır” diye tanımlıyor
zamanı. Zaman kavramı, tarih
boyunca felsefenin ilgi alanlarından
biri olmasının yanı sıra matematik
ve fizik çalışmalarının da önemli
alanlarından biri oldu. Zaman diye
bahsettiğimiz algı, bir anı bir başka
anla kıyaslama yöntemi olarak basitçe
de tanımlanabiliyor. Örneğin bir cisme
vurduğumuzda belirli bir ses çıkar.
Tekrar vurduğumuzda yine bir ses
çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses
arasında bir süre olduğunu düşünür
ve bu süreye “zaman” der. Oysa ikinci
sesi duyduğu anda, birinci ses sadece
zihnindeki bir hayalden ibarettir.
Sadece hafızasındaki bir bilgidir. Kişi,
hafızasında olanı, yaşamakta olduğu
anla kıyaslayarak zaman algısını elde
eder. Eğer bu kıyas olmazsa, zaman
algısı da olmaz.
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine
alıştığı için zamanın hep ileri aktığını
düşünürüz. Oysa bu, beynimizin
içinde verilen bir karar ve dolayısıyla
tamamen izafi... Gerçekte zamanın
nasıl aktığını ya da akıp akmadığını
asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak
bir gerçek olmadığını, sadece bir
algı biçimi olduğunu gösterir. Zaman
içinde olduğumuz 3 mekân ve 1
zaman boyutlu uzay-zamanının soyut
olan boyutu olarak da kabul edilir.
Zaman olgusu fizikte 't' (Latince zaman
anlamına gelen tempus kelimesinin baş
harfi) harfiyle tanımlanır.
Zaman beyinde saklanan birtakım
hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var
olur. Eğer bir insanın hafızası olmasa,
beyni bu tür yorumlar yapmaz ve
dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz.
Bir insanın “ben otuz yaşındayım”
demesinin nedeni, beyninde söz
konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin
biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası
olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi
olduğunu düşünmez, sadece yaşadığı
tek bir “an” ile muhatap olur.
Zaman mutlak değildir, meydana gelen
olaylara göre farklı algılanan göreceli
bir kavramdır. Nobel ödüllü genetik
profesörü ve düşünür François Jacob,
“Mümkünlerin Oyunu” adlı kitabında
zamanın geriye akışı ile ilgili şunları
anlatır:
“Tersinden gösterilen filmler, zamanın
tersine doğru akacağı bir dünyanın
neye benzeyeceğini tasarlamamıza
imkan vermektedir. Sütün fincandaki
kahveden ayrılacağı ve süt kabına
ulaşmak için havaya fırlayacağı bir
dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan
fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim
merkezinin) içinde toplanmak üzere
duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız
damlacıkların hayret verici işbirliğiyle
suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın
bir insanın avucuna konmak için bir
eğri boyunca zıplayacağı bir dünya.
Ama zamanın tersine çevrildiği böyle
bir dünyada, beynimizin süreçleri ve
belleğimizin oluşması da aynı şekilde
tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve
gelecek için de aynı şey olacaktır ve
dünya tastamam bize göründüğü gibi
görünecektir.”
Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en
büyük fizikçisi sayılan Albert Einstein’ın
ortaya koyduğu “Genel Görecelik
Kuramı” ile de doğrulanmış... Lincoln
Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında
bu konuda şunları yazar: “Salt uzayla
birlikte Einstein, sonsuz geçmişten
sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve
değişmez bir evrensel zaman kavramını
da bir yana bıraktı. Görecelik kuramını
çevreleyen anlaşılmazlığın büyük
bölümü, insanların zaman duygusunun
da renk duygusu gibi bir algı biçimi
olduğunu kabul etmek istemeyişinden
doğuyor… Nasıl uzay maddi varlıkların
99
tema
olasılı bir sırası ise, zaman da olayların
olasılı bir sırasıdır.” Zamanın öznelliğini
en iyi Einstein’in sözleri açıklar: “Bireyin
yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde
düzenlenmiş görünür. Bu diziden
hatırladığımız olaylar ‘daha önce’ ve
‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış
gibidir. Bu nedenle birey için bir benzamanı, ya da öznel zaman vardır.
Bu zaman kendi içinde ölçülemez.
Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi
kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir
olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili
olur.” Einstein, Barnett’in ifadeleriyle,
uzay ve zamanın da sezgi biçimleri
olduğunu, renk, biçim ve büyüklük
kavramları gibi bunların da bilinçten
ayrılamayacağını gösterir. Genel
Görecelik Kuramı’na göre “zamanın da,
onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı,
bağımsız bir varlığı yoktur.
Zaman bir algıdan ibaret olduğuna
göre, tümüyle algılayana bağlı, yani
göreceli bir kavramdır. Zamanın
akış hızı, onu ölçerken kullandığımız
referanslara göre değişir. Çünkü
insanın bedeninde zamanın akış hızını
mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal
bir saat yoktur. Lincoln Barnett’in
belirttiği gibi “rengi ayırt edecek bir göz
yoksa, renk diye bir şey olmayacağı
gibi, zamanı gösterecek bir olay
olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün
hiçbir şey değildir”
Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir
biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi
saatler sürmüş gibi hissetsek de,
gerçekte her şey birkaç dakika hatta
birkaç saniye sürmüştür. Zamanın
göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya
konmuş somut bir gerçektir.
Einstein’ın Genel Görecelik Kuramı
ortaya koymaktadır ki zamanın hızı,
bir cismin hızına ve çekim merkezine
uzaklığına göre değişir. Hız arttıkça
zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha
ağır daha yavaş işleyerek sanki
“durma” noktasına yaklaşır. Einstein’ın
araştırmasındaki örneğine göre aynı
yaştaki ikizlerden biri dünyada kalırken,
diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay
yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri
döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden
çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun
nedeni uzayda seyahat eden kardeş
için zamanın daha yavaş akmasıdır.
Aynı örnek bir baba ve oğul için de
düşünülebilir; “eğer babanın yaşı 27,
oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi
sonra baba dünyaya döndüğünde
oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında
olacaktır.”
Zamanın izafi oluşu, saatlerin
yavaşlaması veya hızlanmasından
değil; tüm maddesel sistemin atom
altı seviyesindeki parçacıklara kadar
farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir.
Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda
insan vücudundaki kalp atışları, hücre
bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi
işlemler daha ağır işler. Kişi zamanın
yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük
yaşamını sürdürür.
Zaman, ışık hızı ile de dolaysız bir ilişki
içinde. Maddenin ışık hızına yaklaşması
durumunda zamanının yavaş akması,
ışık hızında durması ve ışık hızı
ötesinde de tersine akması; takyonlar
denilen atom altı parçacıkların ışıktan
hızlı hareket ettiği ve zamanlarının
gelecekten geçmişe doğru aktığı veya
içinde bulunduğumuz uzay-zamandan
başka sonsuz sayıda da ihtimalin
olabileceği hipotezleri de modern
fiziğin ve rölativite teorisinin temelini
oluşturan konulardan...
Yılları ve günleri ilk olarak birimlere
bölenler ise Sümerler oldu. Mısırlılarla
devam eden zamanı doğru ölçme
çalışmaları, Yunan ve Roma
medeniyetlerinde iyice geliştirildi. Eski
Mısır rahiplerine göre zaman; enerjinin
yok oluş ya da bir diğer anlamı ile
enerjinin dönüşüm süreciydi ve sonsuz
olan tanrıyı simgeliyordu...
Beynimizde muhafaza edilen birtakım
bilgiler arasında kıyas yaparak zaman
100
algısına ulaşırız. Hafızamız olmasa,
beynimiz de bu yorumları yapmaz
ve dolayısıyla zaman diye bir algı da
oluşamaz. Hatta hafızamız olmasa, şu
ana kadar yaşadığımız yıllara dair bir
bilgi de beynimizde bulunmaz ve bizim
için yalnızca şu ‘an’ olur. Aynı şekilde,
gece yatağımızda yatarken susamamız,
kalkıp elektrik düğmesine basmamız,
mutfağa ilerlememiz, bardağı raftan
alıp içine su doldurmamız ve içmemiz;
kısacası yatağımıza tekrar yatana kadar
geçen süreç, yalnızca beynimizde
yer alan bilgilerdir. Tüm bunlara göre
zaman, -kim bilir belki de- sadece bir
bilgiden ibarettir...
Kur’an’daki zaman ayetleri
"Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle
icabet edecek ve (dünyada) pek az
bir süre kaldığınızı sanacaksınız." (İsra
Suresi, 52)
"Gündüzün bir saatinden başka sanki
hiç ömür sürmemişler gibi onları bir
arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini
tanımış olacaklar…" (Yunus Suresi, 45)
"Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde
ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün
ya da bir günün birazı kadar kaldık,
sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca
az (zaman) kaldınız, gerçekten bir
bilseydiniz.'" (Müminun Suresi, 112114)
"... Gerçekten, senin Rabbinin Katında
bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan
bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)
"Gökten yere her işi O evirip düzene
koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta
olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine
O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)
101
tema
Sözlük anlamlarıyla “zaman”
- Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği,
geçeceği veya geçmekte olduğu süre,
vakit: “Zaman geçtikçe hafifleyecek
yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan
azabı duyarım.”- Ö. Seyfettin.
- Bu sürenin belirli bir parçası, vakit:
“ Efendiler, az söylemek çok yapmak
zamanı gelmiştir.”- A. İlhan.
- Belirlenmiş olan an.
- Çağ, mevsim:” Gül zamanı. Çocukluk
zamanı .”- .
- Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış
saatler, vakit .
- Dönem, devir : “ Eski
müdür zamanında hayli şımarmış olan
bu miskin ve ukala herifi sepetledi.”- H.
Taner.
- Gök bilimi Olayların oluş ve akış
sırasını belirleyen, düzenli ve dönemli
gök olaylarını birim olarak kullanan
sanal bir kavram .
- Dil bilgisi Fiillerin belirttikleri
geçmiş zaman, şimdiki zaman,
gelecek zaman, geniş zaman kavramı:
“Geldi, gelmiş, geliyor, gelecek, gelir.”
- Jeoloji Yer kabuğunun geçirdiği
gelişimde belirlenen ve fosillere göre
dörde ayrılan geniş evrelerden her biri .
Atasözleri, deyimler ve birleşik
sözlerdeki “zaman”
Zaman almak - Sürmek, devam edip
zamanı geçirmek
Zamana uymak - Davranışlarını içinde
bulunulan günün şartlarına uydurmak
Zaman bırakmak - Bir iş için süre
ayırmak
Zamanı avlamak - Uygun zamanı bulmak
102
Zamanı geçirmek - Oyalanmak
Zamanı geçmek - O şey artık
gerekli ve yerinde olmaktan
çıkmak, mevsimi geçmek
Zaman kazanmak - Vakit
kazanmak
Zaman kollamak - Bir işin sırasını
beklemek, uygun bir fırsat
beklemek
Zaman öldürmek - Boş şeylerle
vakit geçirmek
Zaman tanımak - Bir iş için yeterli
zaman vermek, bitmeyen bir iş
için süreyi uzatmak
Zaman vermek - Bir iş için belli
bir süre ayırmak
Zaman aşımı - Süre aşımı
Zaman ayarlı - Zamana uyumlu
olarak hazırlanmış olan
Zaman belirteci - Zaman zarfı
Zaman bilimi - Kronoloji
Zaman birimi - Tekrarlanan gök
olaylarına dayanılarak seçilen zaman
aralığı
Zaman dizini - Tarihsel olayların zaman
bakımından sırası
Zaman eki - Fiillerde kullanılan ve
zaman kavramı veren ek: -ecek (geleceğ-im), -miş (piş-miş-ti), -iyor (seviyor), -di (gel-di) vb.
Zaman tüneli - Bilim kurguda
değişik zamanlar arasında geçişin
sağlandığına inanılan yer
Zaman zaman - ara sıra
Zaman zarfı - Bir fiilin anlamını zaman
kavramı ile sınırlandıran zarf, zaman
belirteci
açık zaman - Tutkalın yüzeye sürülmesi
ile malzemelerin sıkıştırılması arasında
geçen süre
Ahir zaman - Son zaman. Dünyanın
son günleri, kıyametin kopmak üzere
bulunduğu günler veya yıllar
Aman zaman - Fırsat, çıkar yol
Aman zaman dedirtmemek - Aman
vermemek
Art zamanlı - Evrim açısından ele alınan
süre içinde birbirini izleyen, diyakronik
Bir zaman - Geçmiş zamanda, eskiden,
vaktiyle
Dar zaman - Çok kısa bir süre, dar vakit.
mecaz Zorluk, üzüntü, sıkıntı ve yokluk
içinde geçen süre, dar vakit
Eş zamanlı - Başlamalarıyla
bitmeleri arasında geçen zaman
eşit olan (olaylar), senkronik:
aynı zamanda oluşan.
Evvel zaman - Çok önceden, çok
eskiden, önceleri
Her zaman - Ara vermeden, sürekli,
daima, sık sık
İkinci zaman - İkinci Çağ
Kimi zaman - Ara sıra
Ölü zaman - Ölü saat
Aynı zamanda - Hem de, bununla birlikte
Çift zamanı - Tarla sürme zamanı
İftar zamanı - İftar vakti
İkindi zamanı - İkindi vakti
Yıldız zamanı - Dünyanın yıldızlara göre
tam bir dönüş süresini temel alan
zaman
Bir zamanlar - Zamanında, vaktiyle,
eskiden, bir keresinde
Vakti zamanında - Vaktiyle
103
bilgi hapı
Uçan zaman
olunca...
İnsanların “biyolojik saatleri”
olduğunu duymuşsunuzdur.
Uyku saatleri, vücut ısıları ve
birçok özelliği bu biyolojik
saate göre değişkenlik gösterir.
Konumuz biyolojik saatin
tepetaklak olduğu bir durum,
nam-ı diğer jetlag...
Jet-lag için biyolojik
saatin bozulması
sonucu vücutta meydana
gelen olumsuz durumların
genel ismi denebilir.
Genellikle hızlı yer değiştirmelerde
meydana gelir. En güzel örneği de
bilindiği üzere uçak seyahatleridir.
Diyelim ki; Türkiye’den Arjantin’e giden
birisi bu duruma düşebilir. Gece
02:00’da yola çıkan bu kişi yaklaşık
18 saat sonra Arjantin’e varabilir.
Vardığında saat akşam 20:00
olacaktır. Ancak Arjantin ile aramızda
6 saatlik ülke saati farkı olduğu için
orada saat henüz öğlen 14:00’dır.
Bu durum sonucunda öğlen vakti
uykumuz gelecektir. Vücudumuzun
bir çok fonksiyonu yeni saate
uyum sağlamakta zorlanacaktır.
Jet Lag’da vücut, zaman
karşısında “geri kalır” da denebilir.
Zaten “Lag” kelimesi İngilizce
“değeri kalma, geç kalma” anlamları
taşıyor. Dünya kendi etrafında
dönüşünü 24 saatte tamamladığından
dünya üzerinde her biri 1 saat
olarak belirlenmiş 24 zaman bölgesi
bulunur. Türkiye ile Arjantin arasında
104
6 zaman bölgesi vardır. Bundan
dolayı İstanbul’da saat 20:00 iken
Arjantin’de 14:00’dır.
NASA bu konuda birçok araştırma
yapmış ve sonucunda insan vücudunun
tek bir zaman bölgesi değiştirmesi
ile oluşacak yeni duruma alışmasının
1 günü alabileceği saptamış. Bu
durumda Arjantin’e giden yolcunun
vücudunun yeni duruma alışması 6
günü bulacaktır.
Jet Lag her uçak yolculuğunda
görülmez. Jet Lag hastalığı doğu
ya da batı yönlü olan uçuşlarda
gerçekleşir. Kuzey-Güney şeklindeki
yer değiştirmede jet Lag olmaz.
Çünkü meridyenler arası zaman farkı
4 dakikadır. Meridyenler doğu-batı
yönünde dikey bir şekilde uzandığından
zaman farkı doğu-batı yönlü olur.
Paraleller arasında zaman farkı yoktur.
Bundan dolayı kuzey- güney şeklinde
ne kadar mesafe alırsak alalım zaman
bölgesi geçmediğimiz için saat sabit
kalır.
Jet Lag olayının en sık görülen belirtileri
ise aşırı yorgunluk, uyku sorunu,
iştahsızlık, baş ve midede meydana
gelen ağrılardır. Jet Lag’dan sonra ise
seyahat eden kişilerde kalp atışlarında
bazı düzensizlikler olabilir. Ayaklarda
aşırı şişlik, şaşkınlık ve korku durumları
olabilir. Fiziksel, zihinsel ve duygusal
bakımdan etkilenilir.
Doğu’ya doğru yapılan uçuşların ise
insanları daha çok zorladığı biliniyor.
Çünkü insan vücudu biyoloji saatini
hızlandırmada daha çok zorlanıyor.
Örneğin Endonezya / Japonya yönüne
yapılacak seyahatlerde kişiler doğuya
doğru hareket ediyor. Burada saat
Türkiye saatine göre daha ileride
olduğu için vücut biyolojik saatini
de ileriye almak zorunda kalıyor. Bu
durum biyolojik saati geriye almaktan
daha zor gerçekleşiyor. Jet Lag’dan
etkilenme oranı kişiden kişiye değişiyor
ancak hayatı düzenli olan, genellikle
rutin işler yapan kişiler bu olaydan
daha çok etkileniyor. Ayrıca kişiler uçak
seyahatindeki beslenme durumuna
göre Jet Lag’dan farklı derecelerde
etkilenebiliyor. Jet Lag’dan en az
etkilenenler ise çocuklar...
105
kitabi
Zaman, nerede
ne renge döner
belli mi olur
Emine Civanoğlu
“Cellatlar, hazineler ve şehrin altındaki,
en çok da tam evlerinin bulunduğu
semtin altındaki korkunç dehlizler...
Çekyatın altındaki nefesin yerini alan,
yeraltındaki dehlizler... Hem de şu tek
göz odanın sırtını dayadığı duvarın
hemen altından geçen dehlizler...
Hüsran bunları düşünürken birden
o korkunç olasılığı fark etti. Geceleri
duyduğu nefes sesi belki de çekyatın
altından değil, yerin altından, o
derin, o uçsuz bucaksız yılan kıvrımlı
dehlizlerden geliyordu. Belki de tam
Hüsran'ın yattığı yerin altından, bir
zamanlar içinden altınlar ve oluk oluk
kanlar akan kapkaranlık bir dehliz
geçiyordu.”
Küçükken uykudan önce ya da sabahın
ılık koynunda kimlerden dinlediniz
masalları? Masalın kendi kadar masalı
anlatanın hayal ustalığı da önemli.
Sesi dağların tepelerindeki uğultulara,
çakalların bağırışlarına karışan, tedirgin
adımlarımızın hevesli âşıklar gibi gözü
kara cesareti ile bizi gözlerindeki
esrarlı kuyuya doğru çeken bir masal
anlatıcınız oldu mu? Bin yaşında gibi
görünen ama anlatırken kanı deli bir
ergenin iştahıyla masal kahramanlarını
ete kemiğe büründüren bir delisi var
mıydı mahallenizin? O büyülü masalları
anlatan nesiller yok artık sanıyorsunuz
değil mi? Onlar masallardaki o sekiz
kanatlı kartalların sırtında başka
106
dünyalara, başka zamanlara gittiler
sanıyorsunuz. O masallar bir daha
anlatılmayacak sanıyorsunuz. Doğru,
gittiler hem de çoktan ama bence birisi
geri geldi. Mine Söğüt’ü bence onlar
gönderdiler; bize o büyülü masalları
anlatmaya devam etsin, hayatın efsunlu
yanlarına yüzümüzü sürecek cesareti
bize usul usul versin diye onu geri
gönderdiler. Onu geri gönderdiler ki biz
geceleri yatakların altında türlü oyunlar
çeviren oynaşıklardan, önünden geçip
gittiğimiz ve içinde normal hayatlar
yaşanıyor sandığımız apartmanların
cinlere bile akıl oynattıran gizlerinden,
üç harflilerin bize beş harfli kılığında
gözlerini diken yüzlerinden, karanlığın
yazılarından haberdar olalım.
Kırmızı Zaman’ı okurken kendini
zamanın olmadığı bir yerde gibi
hissedecek ve kitabı elinden her
bırakışında bedeninin mevcut zamanına
dönmekte biraz zorlanacak oluşun
bundan. Zaman’ın peşinden sen de
o dehlizlerden geçecek, bir Çingene
delikanlının ateşli kanını senin kendi
damarlarında dolaşıyor zannedecek
olman da bundan.
Mine Söğüt diyor ki; "Bu romandaki
İstanbul, efsaneler, insanlar, balıklar,
kayıklar, iskeleler, saraylar, dehlizler,
kesik başlar, mezarlar, hastaneler,
morglar, denizkızları, cinayetler,
katiller, cellatlar, deliler yani her şey
uydurmadır. Yok eğer 'Bunların hepsi
gerçek, Haliç'te kırmızı bir kayık durur
ve içinde Zaman Dayı yaşar, eski
mezarlarda kesik cellat kafaları yatar,
küçük kızlar mezar taşlarına dünyanın
en güzel şiirlerini yazarlar, genç bir
adam paramparça bir baba arar, her
şeyi gören bir kambur hep susar ve
İstanbul'un altında sır dolu dehlizler var
diyen birisi çıkar da beni yalanlarsa, ne
mutlu bana."
“Oğlu Zobi'ye gelince... O yakışıklı
bir Çingene delikanlısı olarak komşu
gavur mahallelerin yanına yaklaşılması
imkansız, porselen tenli güzellerinden
birine dokunabilme ve dokunmakla
da kalmayıp onu gebe bırakmış olma
onurunu bir kaç yıl göğsünü gere gere
Lonca'da taşıdı. Zengin ama çirkin
Yahudi oğlanların, güzeller güzeli
Çingene kızları kirlettiği çok görülmüştü
ama beş parasız bir Kıpti’nin, zengin
evin prenses kızının koynuna girdiği
pek görülmüş şey değildi.”
Duvarlara dokunup acaba gizli bir kapı
var mıdır diye yoklamak, çocukluğa
ve deliliğe mi yakışır sadece. Ya
varsa? Ya her an sırtımızı yasladığımız
o duvar, küçük dilimizi yutturacak
kadar garip bir yere açılan o bin
yıllık kapıysa. Arada sırada bir umut
duvarları yoklayanlarla, onların sadece
duvar olduğuna inananlar arasında
fotoğrafların kanıtlayamayacağı
uçurumlar vardır. Onlar her gün
aynı sokaktan gidip gelseler de
birbirlerinin dünyaları hakkında pek
fikirleri yoktur. Kırmızı Zaman, Mine
Söğüt’ün kırmızı ve kesik ve başka
kimselerde olmayan ve ucu ruhumun
etinde tatlı izler bırakacak kadar sivri
ve ele sığmayacak kadar büyük ve
mezarlık taşından oyulup içine cennet
kurşunu konularak yapılmış kaleminin,
yaslandığımız o duvara çizdiği bir işaret
aslında.
‘Git bak, belki orada başka bir dünya
vardır, belki mezar taşlarına birileri
gizli gizli şiirler yazıyordur, belki aklın
küçük bir kazanın içinde kaynarken
yüreğini soğutacak o serin ırmaklar
sana yakın bir yerde akıyordur, belki
onun da sana söyleyecekleri vardır
ama kargaların tanrısı epey önce
yüreğinin dilini kesmiştir de sana
bakınca konuşamıyordur, belki ölü bir
yılan gibi duran o halatın ucu sahici bir
özgürlüğün dalına bağlıdır.’ diyen bir
işaret aslında.
Kırmızı Zaman’da her kapı, her
duvar, her ağaç kavuğu seni daha
önce görmene imkân bile olmayan
yerlere çıkarabilir; cesaretin varsa
bunu yapabilir. Her kitabında, her
hikâyesinde, her masalında olduğu
gibi Mine Söğüt Kırmızı Zaman’da da
okurunu fazla ön yargılı olma hali ile
yüzleştiriyor. Okuduklarına şaşırdıkça
sen de bu yüzleşmenin altına
‘kabulümdür’ diye imza atacak kıvama
geliyorsun. ‘Ben öyle sanıyordum’
dediğin anları düşün; öyle dediğin
ve işin aslının öyle olmadığı anları.
Sanmadan yaşayamaz tabii insan ama
Kırmızı Zaman da dahil Mine Söğüt’ün
kitapları bu sanma hallerinin bazen
nasıl da için için yanma hallerine
dönüşebildiğini anlatıyor.
”Ama kayık, kaderini bizzat yazdı.
Mezbaha kıyısından uzaklaşıp, kana
yaraşır kırmızısıyla kendi yolunu
kendi buldu; Zaman'ın delikten çıktığı
gecenin sabahı karşı kıyıya vardı. Bu
karşılaşmada tanrısal bir şey vardı.
Haliç'in tembel dalgaları kan renkli
kayıkla, dehlizlerden gelen kan tarihli
adamı buluşturmayı görev saydı.”
Kürek çekenler ve geniş sularda
derine dalanlar bilirler, bunun sonu
yoktur, gittikçe gidesin gelir, gitmezsen
aklın hep orada kalır ve sana huzur
vermez. Biraz daha, bir adım daha,
birkaç metre daha, bir köşe daha,
öbür sokağa kadar, birkaç kürek daha;
sonra bırakacağım ve döneceğim…
Asla öyle olmaz. Kırmızı Zaman,
insanın korkularına rağmen merakının
şehvetine nasıl sımsıkı sarıldığını
anlatıyor. Korktuğumuzun başımıza
gelmesine engel olamayacağımızı ve
o zaman geldiğinde neler olacağını
anlatıyor. Bundan sonra kambur bir
adam gördüğümde asla eskisi gibi,
‘normal’ olarak geçip gidemeyeceğim
yanından.
107
semboller
Aztek güneş tanrısı Tonaiuth / Maya takvimi
An
Aslında zaman yoktur, an vardır. Zaman anların birbiri ardına
eklenmesi (zamlanması) ile oluşur. Algımızı zamandan an’a
indirebilirsek daha yoğun yaşayabiliriz belki. Anların birikmesi ile
saatler, günler, haftalar ve aylar oluşur. Bir gün Güneş'in doğduğu
zamandan ertesi gün doğacağı zamana kadar geçen süredir. Bir
ay ise Ay'ın aynı evresinin gökyüzünde tekrar göründüğü zamana
kadar geçen süredir.
Abdulkadir Kılınç
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31
108
ocakşubatmartnısan
mayıshazirantemmuz
ağustoseylülekim
k a s ı m a r a l ı k
ocakşubatmartnısan
mayıshazirantemmuz
ağustoseylülekim
k a s ı m a r a l ı k
Farsça altıya kadar saymasını biliyoruz:
Yek, dü, se, cihar, penç, şeş. Peki 7
nedir? Farsça yedi “heft”dir (veya
hefte). Yedi günlük “hafta” ismi de
buradan alınmıştır. Pazar Farsça
yemek yeri anlamındaki ba-zar’dan,
Salı İbranice üçüncüden, Çarşamba
Farsça dördüncü gün anlamındaki
cehar-şenbeden, Perşembe 5. Gün
anlamındaki penç-şenbeden, Cuma
Arapça toplanma anlamındaki cemden
gelmiş.
Bir hafta olarak kabul edilen yedi
günlük sürenin kaynağı tam olarak
bilinmiyor. En kuvvetli tez bu sürenin
Ay'ın evrelerinden kaynaklandığına
dayanır. Ay'ın dört evresinin (yeni
ay, ilk dördün, dolunay, son dördün)
sürelerine en yakın olan tam gün
sayısı yedidir. Daha sonraları dinlerde
göklerin yedi kat oluşuna inanış,
müzikteki ana nota ve tabiattaki ana
renk sayılarının da yedi oluşu bu
sayının gizemini iyice arttırmıştır.
Takvimde yedi günlük haftanın
resmiyet kazanması ise milattan
sonra 327 yılında Roma İmparatoru I.
Constantinus'un çıkardığı bir emirle
olmuştur. Tevrat'ın yaratılış (tekvin)
anlayışına göre Tanrı evreni 6 günde
yaratmış, yedinci günde de (cumartesi)
dinlenmiştir. Hıristiyanlar haftayı
Tevrat'taki şekliyle kabul etmişler.
İslam dininin doğuşundan sonra
da yine yedi günlük hafta süresi
benimsendi. Hz. Muhammed'in
müminleri mescitte toplayıp, namaz
kıldığı, hutbede devlet ve günlük
işleriyle ilgili açıklamalar yaptığı altıncı
gün (cuma) dinlenme günü olarak
kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti'nde
27 Mayıs 1935 tarihinde yayımlanan
bir kanunla tatil günü cumadan pazara
alındı.
gelir. Temmuz, Sümerlerin bereket
tanrısının adıdır. Festivallerinin adı
da Dumuzi’dir. Dam, Sümerce kadın
demektir. Eski Mısır’da Dama; bir araya
gelme, Damuzu kadının erkek arkadaşı
demektir. Eylül, Süryanicedir. Üzüm ayı
anlamına geliyor. Hint-Avrupa dillerinde
yedinin karşılığıdır. Kasım, Arapça'da
ayıran- bölen anlamında; Aralık,
Türkçe, iki zaman arasındaki boşluk
anlamındadır.
Günümüzde kullandığımız ay isimlerinin
geldikleri yerler şöyle. Ocak ayının
ismi, Eski Roma’da Januarius idi.
Janua kapı-giriş demekti. Biz bu aya
Türkçe ateş (odak/ocak) anlamında
Ocak ismini vermişiz. Şubat,
Süryanicedir (şabat-şobat). Eski
Roma’da Februarius idi. Februum,
arındırma demektir. Februa, Romalıların
günahlarına kefaret olarak kurban
kestikleri arındırma festivaline verilen
isimdir. Mart, Roma’da Martius idi.
Mars, Romalıların savaş tanrısının adı.
Aslında senenin ilk ayı imiş. Ancak
1582’de Papa XIII. Gregorius’un
düzenlediği yeni takvimde ilk ay olarak
Ocak belirlenmiştir. Nisan, BabilSüryani dillerindeki adıdır (nisannanisannus). Güneşli-güneşlenme gibi
manalara gelir. Mayıs, Roma’da
Maius’dur. Maia, Merkür’ün annesi
ve Roma’da bitkileri büyüten tanrının
adıdır. Haziran, ismi Süryanicedir,
sıcak demektir. Roma’daki adı
Junius. Gençlik, genç anlamlarına
Bugün kullandığımız takvimin
de oluşum öyküsü ilginç. Roma
imparatorluğu zamanında yılın son
ayı Februarius yani Şubat, yılbaşı ise
Mart'tır. Böylece Şubat ayı dört yılda
bir 30 gün diğer yıllarda 29 gün olmuş.
Sezar bir de doğduğu aya kendi
ismini vermiş ve ismi Julius (July)
olmuş. Daha sonra imparator olan
Augustus da Sezar’ı kıskanıp sonraki
aya kendi ismini vermiş: Augustus
(August). Ancak Sezar'ın ayı 31 gün
çekerken, Augustus'un ayı 30 gün
çekiyormuş. Bunun üzerine Augustus
da emir vermiş. Yılın son ayından bir
gün alın benim ayıma ekleyin diye.
Böylece Şubat'tan 1 gün daha alınmış,
o günden sonra Şubat ayı dört yılda
bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün,
Sezar'ın ayı Temmuz ve Augustus'un
ayı Ağustos da peş peşe 31 gün çeker
olmuş.
Kaynakça:Metin Üskes, www.wikipedia.com
109
zamansız
Kimine göre “zaman”
Neslihan Tunalı
“Bir eylemin içinde geçtiği, geçmekte olduğu ya da geçeceği süre” diye ifade
ediliyor zaman... Yüzyıllardan beri felsefenin, matematiğin ve bilimin temel ilgi
alanlarından bir tanesi. Zamanın geçişini ölçmek için eskiden güneş saatleri,
su saatleri ve kum saatleri kullanılırdı. Günümüzdeyse elektrikli saatler, sarkaçlı
saatler ve atom saatleri kullanılıyor.
Günümüz saatleriyle ölçülen zamanla
güneş saatiyle ölçülen zamanın ifadesi
aynı değildir. Çünkü, güneş saati hep
aynı hızla çalışmaz. Güneş saatiyle
zamanın ifadesi Güneş’in gökyüzündeki
konumuna göre belirlenir. Ancak,
günümüz saatlerinde, bir yıldaki güneş
günlerinin ortalaması alınarak bir günün
saat cinsinden değeri bulunmuştur.
Buna ortalama güneş günü denir.
Ortalama güneş gününe göre ölçülen
zaman da ortalama zaman olarak
adlandırılır. Güneş saatiyle ölçülen
zamanaysa görünür zaman denir.
Görünür zamanla ortalama zaman
arasındaki farka da zaman denklemi
adı verilir ve bu fark 16 dakikadır.
Bu zamanların dışında yıldız zamanı
denilen ve yıldızlara göre ölçülen
110
zaman ifadeleri de vardır. Dünya,
güneşin çevresinde dolandığından,
yıldız zamanı öteki zamanlardan
farklıdır. Yıldızların gökyüzünde bir
kez dolanıp yeniden başlangıçtaki
konumlarına geri dönmeleri için geçen
zamana yıldız günü denir. Bir yıldız
günü, ortalama güneş gününden
biraz kısadır. Bu fark, dünyanın güneş
çevresindeki dolanım süresi olan 24
saati bulur.
Tüm bu zamanların dışında “ninemin
zamanı” vardır ki bundan yaklaşık 63
yıl öncesine tekabül eder... Annemin
zamanı da 35 yıl öncesine. Her birinde
şimdiye göre, yokluklar da anlatılır
zenginlikler de… Ninemin zamanıyla
annemin zamanının ortalaması ise
daha insancıl daha sosyal bir toplumun
hikayeleriyle doludur. Hepimiz
özlüyoruz şimdi o hikayeleri, şahit
olduklarımızı anlatırken. Burnumuzun
direği sızlıyor, dinlediklerimizi bu yıllara
aktarırken özeniyoruz. Ama nedendir
bilinmez tüm bu duygulara rağmen
artık hiç birimiz öyle değiliz. Özellikle
30- 45 yaş arası nesil, zamanı sevmek
açısından çok arada kalmış bir nesil.
Bir yanı hala o eski zamanın tadını
arzularken, diğer yanı bu yeni bireysel
toplumun rahatlığını seviyor. Kolayına
geliyor ama zaman konusunda diğer
yaş gruplarından daha mutsuz galiba…
Ya da bana mı öyle geliyor. Ne
dersiniz?
Cumalıkızık, Bursa - 30.06.2008
111
serbest yazı
Özlem Şenkoyuncu
“Hazine”
112
Zaman en değerli hazinedir derler,
üstelik herkesin sahip olduğu tek
hazine. Herkes için aynı fakat içerik,
kişiye yarattığı değer ve yaşananlar
herkes için çok farklı… Kimisi için
unutulmaz dakikalar, kimisi için
bir daha hatırlanmak istenmeyen
hatıralar yüklüdür. Kimisi için geçmek
bilmez, kimisi için ise ardından atlı
kovalarcasına geçer gider…
ve üretim modelini hatta bir vizyonu
anlatmaktadır. Kalitenin artık birçok
firma için sıradan olduğu günümüzde
işi zamanında teslim edebilmek için
tüm üretim ve yönetim süreçleri gözden
geçirilmiş ve geçtiğimiz yüzyıla göre
bambaşka iş modelleri doğmuştur.
Zamanını iyi yönetenin kazandığı
günümüzde “Just in time” her firma
için iş hedefi olmuştur.
İş dünyası için de zaman çok
kıymetlidir. En önemli maliyet
kalemi olarak tüm üretim ve süreç
planlamalarında başroldedir. Az
zamanda yüksek verimlilik her işverenin
hayalidir, hedefidir. Bu yüzden zaman
yönetimi eğitimleri, zamanı doğru
kullanma seminerleri, zaman etütleri iş
hayatının önemli bir parçası olmuştur.
İşi en güzel, en doğru şekilde yapmak
tabi ki önemlidir ama en önemlisi
zamanı verimli kullanarak işi istenen
zamanda bitirebilmektir. “Just in time”
belki de iş dünyasında yüzyılımızın
en önemli sloganlarındandır. Bu iki
kısacık kelime çok geniş bir iş yönetim
İş dünyası için çok kıymetli olan
adeta parayla değeri ölçülen zaman
insanların hayatında da her ne kadar
maddiyatla ifade edilmese de hazine
kadar değerli. Eğer mutlu ve huzurlu
geçirdiğimiz, her anını dolu dolu
yaşadığımız ve sevdiklerimizle her anını
paylaştığımız bir zaman geçirdiysek en
değerli hazineye sahibiz.
Zaman sürekli ileriye doğru akan bir
nehir gibi. Aynı suyun aynı yerden
akma olasılığı olmadığı gibi zamanın
da bir daha geri gelme olasılığı yok.
Yaşadığımız an benzersiz, bir eşi
yok. Zamanımızın nasıl geçtiği ise
çoğu zaman bize bağlı. Zamanımızı
yönetmek bizim en büyük lüksümüz.
Herkes kendi zamanının yöneticisi aynı
zamanda. Zamanımızı ne denli verimli,
karlı, değer yaratan ve mutlu bir şekilde
geçiriyorsak, o kadar başarılı bir
yöneticiyiz demektir.
Zaman tükendikçe değeri artan bir
hazinedir aynı zamanda. İçi ağzına
kadar doluyken gözümüzde pek
değerli değildir. Düşüncesizce harcar;
bol bol, hak eden etmeyen herkese
dağıtırız. Sandıkta ne kadar az zaman
kalırsa bizim için değeri de o kadar
artar. Hele son dakikaların değeri
hiçbir para birimiyle ölçülemeyecek
kadar yüksektir. Birey olarak en değerli
hazinemiz zamanın bekçisi ve yöneticisi
olduğumuzu unutmayalım ve hiç
kimsenin bizim zamanımızı çalmasına
izin vermeyelim.
Dergi Bursa okuyucularına hayal ettiği,
hedeflediği hayatı yaşamaya yetecek
kadar uzun ve mutlu bir zaman dilimi
diliyorum…
113
köşe
Dilek Şen
Zamansız öten horoz
Hayatın akışı içerisinde zaman öylesine yoğun ve akışkan bir hal almıştır ki, kimi zaman dönüp
ardımıza baktığımızda pek çok şey için geç kaldığımızı, pek çok değerin ellerimizden kayıp gittiğini
fark ederiz. Bu öylesi bir fark ediştir ki, ne zaman büyüdük ve ne zaman kirlendi dünya replikleri ile
kendi kendimize söylenir, yetmez sağımıza solumuza dert yanarız.
Yaşı kemale henüz ermeden zamanın
hızından muzdarip olanlara karşın
daha olgun büyüklerimiz; bıyık altından
gülerken, biz sizin zamanınızda diye
söze başlar, şimdi devir değişti diyerek
cümlelerini virgülle nefeslendirirler.
Evet devir değişti, zaman eskisinden
daha hızlı, daha yoğun yaşanıyor,
tükettiğimiz her şey gibi, tek
kullanımlıklarını seçtiğimiz modernizm
ürünleri gibi “an”ımızı da tüketiyoruz
hoyratça. Yapacak çok işimiz,
görüşecek çok dostumuz, söyleyecek
çok sözümüz var ama hep bir yerinden
eksik kalıyor resmimiz. Yetmiyor, çünkü
hiçbir yerini tamamlamaya zaman ve
bu yoksunluklar içinde elimizden kayıp
gidenlerin döküntüleriyle yetinmek
kalıyor bize. Yamalı hayatlar yaşamaya
başlıyoruz ışıltılı kostümlerimizin
altında. Yarım bırakılmış hikayelerin
sonu belirsiz cümleleriyle süslüyoruz
sohbetlerimizi ve hep korkuyoruz
aslında yetişemediğimiz için yanından
vakitsizce geçtiğimiz güzelliklerin
en büyük kaybımız olmasından.
Seçtiğimiz yollar ve önceliklerimizle
114
ertelediğimiz hayallerimiz ve
kaybettiklerimizin bir gün önümüze
çıkmasından da korkuyoruz. Biliyoruz
evet her şeyi pek iyi bildiğimiz gibi,
her seçimin bir vazgeçiş olduğunu; ve
vazgeçtiklerimizin asla kaybolmadan
ardımızda dipdiri var olduğunu.
İşte bu yüzden tam da bu yüzden
içinizden gelen güzelliklere zaman
ayırın, akıntısına kapılmış olduğunuz
zaman nehrinde arada bir durup
nereye gittiğinizi, yanınızda kimleri
götürdüğünüzü, kimlere yoldaş
kimlerle sırdaş olduğunuza bir
bakın. Göreceğiniz hiçbir şey henüz
kaybedilmediyse bir nebze telafisi var
demektir, tek korkum baktığınızda en
çok yanınızda olsun istediklerinizin
çoktan başka bir yolu seçmiş olmasıdır.
Geri dönüşü olmayan kayıplara mahal
vermeden zaman ayırın sevdiklerinize,
kendinize ve hayallerinize. Yarın
sevdikleriniz sizden çok uzakta,
enerjiniz bugünün çok altında olabilir
ve hayallerinizi gerçekleştirmek için
hiçbir zaman vakit bulamayabilirsiniz.
Keşke diyeceğiniz kayıplar yaşamadan
hayatın akışında “Zamansız Öten
Horoz” olun, bir yere gitmek için
aylarca plan yapıp vakit geldiğinde
heyecanınızı yitirmiş olmaktan iyidir,
işlerinizin yoğunluğu nedeniyle vakit
ayırmadığınız sevdiklerinizin yokluğuna
sarılmaktan çok daha iyidir, “hep ….
yapmak isterdim” demekten ziyadesiyle
iyidir.
Bunca güzelliği es geçerek hayat
sürecinin akışında kaybolmayın; daha
çok sevin, daha çok dokunun, daha
çok konuşun ve daha çok vakit ayırın
sevdiklerinize, kendinize, hobilerinize.
* Bundan iki yıl önce beni görmek
istediğini söyleyen uzun süredir
görmediğim Can Dostum Çağatay’ a
o gün işim uzadığı için hafta içinde
görüşelim demiş olmasaydım, yüzünü
bir kez daha görebilir, bir kez daha ona
sarılabilirdim. Oysa şimdi yokluğunun
içimdeki boşluğuyla yazıyorum bu
yazıyı, ruhu şad olsun.
115
eğitim rehberi
Zamansız zamanlar
ve annelik
Zamanın hızını anlamakta zorlanıyorsanız, kendinizden birkaç
kopya yaratıp her şeye ve herkese yetebilmeyi umuyorsanız,
ailenize ve dostlarınıza zaman ayırmak isterken çoğu zaman bir
telefon görüşmesini bile aceleye getiriyorsanız, rolleriniz birbirine
girmeye başladıysa ve “ben kimim” diye sormaya bile zaman
bulamıyorsanız “zamansızlık zamanı” olan çağımızda yaşıyorsunuz
demektir. Peki yaşam rollerinizden birisi annelikse?
116
Psk. Melis Gökçer
düşüncesi pek çok anneyi vicdan azabı
diye tanımladıkları bir duygu içine
hapsediyor.
Çağımızda pek çok anne ve çocuk,
biri kapının bir tarafında, diğeri
kapının diğer tarafında gözyaşı
döküyor. Eve geldiğinde onu bekleyen
sorumluluklar çalışan annenin yoluna
çıkınca, zamansızlık annelerin suçluluk
duygularını körüklüyor. Ancak araştırma
verileri, çalışan annelerin çocukları
ile çalışmayan annelerin çocukları
arasında bu duyguları karşılayacak
olumsuzlukta bir fark bulamıyor.
Suçluluk duygusu ile zamansızlığı
telafi etmeye çabalayan anneler
kendilerini hırpalarken çocuklarının
gelişimini olumlu etkilemeyen bazı
davranışları (her istediğini yapmak ve
almak, eve gelince tüm zamanı ona
ayırmak gibi) sergileyebiliyorlar. Bu
noktada zamansızlıkla mücadelede
size yardımcı olabilecek bazı noktaları
paylaşmalıyız.
Öncelikle çağımızın anneliği ile klasik
anneliği birbiriyle kıyaslamayın. Çünkü
çocuklarınız da klasik zaman çocuğu
değil... Onlar da zamanın hızına uygun
uyaranlarla büyüyorlar. Önceliklerinizi
belirleyin ve uzun vadeli düşünün,
isteklerinizin gerekliliğini sorgulayın ve
eminseniz devam edin.
Çağdaş yaşam ile birlikte kadınlar
iş hayatında daha fazla yer almaya
başladı. Yayın organları bireysel
yatırımların önemini ve özgürlük
mitlerini sıklıkla paylaşıyor. Pek
çok kadının bilinçli bir seçimi
olan annelik de bu roller arasında
en önemli yerini alıyor. Çağdaş
anneler sıklıkla iyi bir gelecek için
çalıştıklarını belirtirken, çocuklarının
ilk kelimelerini duyamamanın, ilk
adımlarını görememelerinin üzüntüsü
ile boğuşuyorlar. Tekrar yaşanması
mümkün olmayan süreçleri kaçırdığı
Rutinleri, özel durumları evdeki
herkesin göreceği bir takvime not edin.
İşe başlamadan bu takvime bakın
gereksiz koşuşturmaların zamanınızın
çoğunu aldığını unutmayın.
İkincil önemli işleri bir yakınınıza
devredin ya da bir yakınınızla
dönüşümlü yapın.
Her şeyin kusursuz olması
gerekmediğini, keyifle acelesiz yenen
yemeklerin önemini, o sırada olacak
paylaşımların tadını hayal edin.
Biyonik insan olmadığınızı ve çeşit
çeşit yemeği paylaşmaktansa farklı
duyguların paylaşımının daha uzun
vadeli yararlar sağladığını unutmayın.
Çocuğunuzla geçireceğiniz zamanı
birlikte planlayın. Sizin ilginizi çekmek
için koşuşturmasını beklemeyin.
Belirlenen zamanlara sadık kalın ve o
zamanlarda ona gerçek duygularınızı
ifade etmeye çalışın: “Bugün oldukça
yorgun hissediyorum ama seninle
bu paylaşımda bulunmak beni
dinlendiriyor, bugün dinlenmeli oyun
oynarsak sevinirim. Yarın da seninkini
oynarız.”
Ailenin diğer üyelerine, okuluna, iş
yerinize düşen sorumluluklar olduğunu
unutmayın. Siz tüm yükü kucaklamaya
çalışırken dışarıda yardım için
bekleyenlerin olabileceğini unutmayın.
Keyifsiz sorumlulukları da paylaşın ki
keyifli anlara zaman kalsın.
Rollerinizin birini çok önemserken,
diğer rollerinizi unutmayın. Rolleriniz
sizin ihtiyaçlarınız sonucu belirlendi.
Eğer o rollere (eş) bir şekilde zaman
ayırmazsanız, sizin de ihtiyacınız olan o
rolün getirisi olan şey (ilgi ve paylaşım)
hep eksik kalacaktır.
Çocuğunuzu da ailenin bir ferdi olarak
görün. Ona minik sorumluluklar vererek
hem sorumluluk bilincinin gelişmesine
yardımcı olur, hem de onunla
geçireceğiniz zamanın süresini arttırmış
olursunuz.
Kendinizi tüm rollerden arınmış olarak
düşünmeyi ve kimi anlar içinizdeki
ses ne diyorsa onu dinlemeyi ihmal
etmeyin. O ses sizin en gerçek
parçanızdır. Gereklilikler listesinde
kendinize kısa da olsa bu zamanı
ayırın.
Mutlu annenin mutlu çocuklar için
gereklilik olduğunu, sevgi, şefkat,
anlayışın gelişimi için bunlara sizin de
ihtiyacınız olduğunu unutmayın.
Çocukların sevginizi en içlerinde
hissetmek için gerçek “AN”lara ihtiyacı
olduğunu ve “AN”ların zam”AN”ın
içinde gizli olduğunu hatırlayın.
117
eğitimin psikolojisi
Zamanın
çocukları
Psk. Ayşegül Alkış
Zaman algısı çocukların öğrenmede, anne babaların ise öğretmekte zorlandıkları bir alan... Çünkü
çocuklar için soyut bir gelişimsel beceridir. Zaman, döngüsel, değişmeyen bir sistemdir, kendisini
saat, gün, ay ve yıl olarak tekrar eder.
Çocukların döngü ve devamlılık
becerilerini 9 yaşına kadar tam olarak
kazanamadığı görülür. Fakat 9 yaşına
kadar çocuklar sık sık duydukları
bir “zaman” kavramına takılı kalırlar.
Örneğin, 2-4 yaş çocuğu için
zaman, anne-babanın eve geldiği,
parka gittiği,yemek yediği, uyuduğu
zamanlardır. Ayrıca bu yaşta yavaş
yavaş “saat” kavramının kullanıldığını
keşfederler. 5 yaştan itibaren gün ve
saat kavramı daha iyi oluşur. Çocuklar
için bu zamanlar kısaca, önce, şimdi
ve sonra’dır. Yaşla birlikte zaman
algısı gelişir ama zamanı yönetme,
zamanı doğru kullanma, zamanın akış
hızı gibi konularda çocuk yetersiz
kalır. Genel bir kanıya göre 9-10
yaş çocukları zaman konusunda
plan yapabilmektedir. Peki zaman
kavramının gelişmesi için aileler ne
yapabilir:
• Doğduğu andan itibaren özellikle
fiziksel ihtiyaçlarının bir rutin haline
dönüşmesi önemlidir. Hemen hemen
aynı saatlerde uyutmak, yemek yemek,
yıkanmak gibi. Çünkü çocukların
biyolojik saati buna göre oluşacaktır.
• Okulöncesi dönemde sık sık, öncesonra oyunu oynanabilir. “Yatmadan
önce mi kitap okuruz, sonra mı? Dışarı
çıkmadan önce mi paltomuzu giyeriz,
dışarı çıktıktan sonra mı?” gibi.
• Okulöncesi dönemde dışarı çıkma,
118
oyuncak alma gibi etkinlikleri bir tablo
haline getirerek (tabloda resim de
kullanabiliriz) “Yarın oyuncak günü,
bugün gezme günü” gibi gösterebiliriz.
• Günlük yaşamını bir tablo haline
getirerek çocuğumuza sunabiliriz.
Büyük bir kartona ilk olarak bir
yatak resmi, sonra kahvaltı tabağı
resmi, sonra oyuncak, TV resmi
vb. yapıştırabilir, her bir etkinlikten
sonra, “Bu bitti, şimdi bu, önce bunu
yapmalıyız, sonra bunu” denilerek
zaman geçişleri gösterilebilir. Bu
tabloda ayrıca “sabah-öğle-akşam” gibi
zaman terimlerini de kullanabilirsiniz.
• İlkokul 1. Sınıftan itibaren ödev ve
çalışmalarda zaman tutmak, hem
çocuğa hem anne-babaya ortalama
bir çalışma süresi hakkında bilgi
verecektir. Ortalama süreye bakıp
“Ödevlerin için 1 saat ayıralım”
dendiğinde, çocuk için uygun bir
zaman dilimi ayrılmış olunacaktır. Bu
zaman dilimini belirtmek için saate
işaret koymak, bazen saat kurmak
denenebilir.
• Ödül ve alışverişte ise aylık-haftalık
tablolar büyük çocuklar için iyi
olacaktır. Planlama açısından uzun
süreli zaman dilimleri daha yükse
beceri gerektirmektedir.
• Çocukların yanında kendi planlarınızı
anlatmak, zaman yönetiminizi
paylaşmak öğretici olacaktır.
Buzdolabına ya da evdeki bir panoya
yapıştıracağınız, saatlik-günlük planlar
örnek olacaktır.
• Evde her zaman takvim bulunması,
önemli günlerin işaretlenmesi, çocuğun
doğum günü, önemli görevlerini yerine
getireceği günler (gösteri, bayram,
ziyaret gibi) birlikte işaretlenebilir.
• Belirlenen hedef günler için (10 gün
sonra bayram gelecek, 1 hafta sonra
tatile gideceğiz) bir kartona-kağıda o
günü belirten kadar boş kutu çizilerek,
her geçen gün için bir X işareti
konulabilir.
• Çocuk zamanı doğru kullandığında
ödüllendirilebilir, “bugün daha çabuk
ödevini yaptın, bugün geç kalmadın”
gibi. Ödüllerin küçük ama motive edici
olması önemlidir, bir çikolata, sevdiği
çizgi filmden bir bölüm fazla izleme
gibi.
• Doğru-yanlış zaman kavramı
da önemli bir kavramdır. Özellikle
çocuklarda zorlanılan bir konudur.
Annenin işi varken çocuğun sürekli
gelip ondan bir şey istemesi gibi.
Burada “Şimdi hava çok soğuk,
dışarı çıkmak için doğru zaman mı?
Arkadaşının başı ağrıyor, bu oyun
için doğru zaman mı?” gibi sorularla
küçük denemeler yapılabilir. Bu zaman
kavramı gelişince çocuklarda erteleme
davranışı daha rahat gelişmektedir.
Çocuklarınızla birlikte keyifli zamanlar
geçirmeniz dileğiyle…
119
hobi kulübü
Modelcilik “sabır meselesi”
Özgür Taşkıran
Bu köşenin konusu bundan böyle modelcilik türlerinin daha detaylı olarak incelenmesi... İlk olarak statik modelcilikten
başlıyoruz. Modelcilik derin bir kültür ve zamana karşı bir sabır meselesi aslında. Her ne kadar ülkemizde yaşı ilerlemiş
insanların çocukluklarını yaşayamamış olmasına vurgu yapılsa ve hafife alınsa dahi konu bu boyutun oldukça ötesinde...
Öncelikle yapacağımız modeli
tanıtmakla işe başlayalım. Modelimiz
Tamiya firmasına ait 1/32 ölçekli
Supermarine Spitfire Mk. VIII modeli.
Son yıllarda piyasaya sürülmüş
mühendislik olarak en etkileyici, sıra
dışı, detay kalitesine sahip ve son
derece güzel bir model. Eğer 2. Dünya
Savaşı dönemine ait uçakları seviyor ve
bunları modellemekten zevk alıyorsanız
kaçırmamanızı öneririm. Dipnot olarak
da yeni başlayan bir modelci için
uygun olmadığını, eğer hobiye yeni
başlıyorsanız parça sayısı daha az
ve yapımı daha kolay bir model ile
başlangıç yapmanın daha iyi bir seçim
olacağını da belirtmeliyim.
120
Yapmayı planladığınız modeli eğer
profesyonel bir kalitede inşa etmeyi
düşünüyorsanız mutlaka gerçek araca
ait fotoğraf ve bilgileri araştırmanızı
öneririm. Bu araştırmalar modelinizin
gerçeğine en yakın doğrulukta ortaya
çıkmasında büyük katkı sağlayacaktır.
Fakat böyle bir kaygı taşımıyorsanız
modelinizi kutu içeriğinde size sunulan
yapım kılavuzundaki yönlendirmeler
doğrultusunda bitirmenizde herhangi
bir sakınca yoktur.
uçağın üretiminin başlanmasından
üretimin sonlandırılmasına kadar
geçen sürede 36 farklı tipte 27.700
adet üretilmiş. Savaş esnası ve
sonrasında 32 farklı ülkenin hava
kuvvetlerinde hizmet vermiş... Ülkemiz
de bu uçağı envanterinde bulunduran
kullanıcılardan bir tanesi. Bu uçağı
modellemek isteyen okurlarımız
yapmayı planladığı varyant ile
ilgili bilgilere çeşitli kaynaklardan
ulaşabilirler.
2. Dünya Savaşı’nda büyük rol
oynamış İngiliz üretimi Spitfire
ailesinden Supermarine Spitfire Mk.
VIII. Spitfire ailesinden dedim çünkü
Araştırmalarınızı tamamladıysak, artık
ikinci basamak olan inşa aşamasına
geçebiliriz. Bu aşamada bence en
önemli detay, yapım kılavuzunu
iyice inceleyerek, fiziksel anlamda
modelinizi inşa etmeye başlamadan
önce kafanızda modeli inşa etmeye
başlamak ya da bu süreci planlamaktır.
Bu planlama sürecinden sonra
modelinizin yapım aşamalarına geçmek
modelinizi daha rahat ve kolay inşa
etmenizi sağlayacak. Bu bahsettiklerim
yapım kılavuzunu bir kenara bırakmanız
anlamını taşımaz, tecrübe ile sabittir ki
hiçbir zaman kılavuza %100 oranında
güvenmemelisiniz. Parça birleşimlerinin
sağlamasını mutlaka yapmalısınız.
Başlangıç olarak yapıştırıcı(plastik
yapıştırmak için özel üretilmiş), yan
keski, model bıçağı ve 400’lük kum
zımpara yeterli olacaktır. Kılavuzlarda
(uçak maketleri için düşündüğümüzde)
başlangıç genel olarak kokpit
yapımı ile başlar. Kokpit montajına
başladığınızda eğer kitin verdiğinden
daha fazla detay isterseniz bunları ister
elinizde yapabilir ya da After Market
olarak tabir edilen detay setlerinden
temin ederek bunları modelinizde
kullanabilirsiniz. Kılavuz talimatları
size bazı parçaları boyadıktan sonra
yapıştırmanızı söyleyebilir. Fakat
kullandığınız yapıştırıcının boyanmış
yüzeylerde etkisi azaldığı gibi boyayı
da yüzeyden sökecektir. Bu sebeple
bu tarz parçaları yapıştırırken CA
(Cyano Acyrlat) ya da en bilinen adı
ile Japon yapıştırıcısı kullanabilirsiniz.
Ya da yukarıda bahsettiğim gibi iyi
bir planlama ile bu sorunu bertaraf
etmenin yolunu arayabilirsiniz. Kokpit
montajı ve boyaması bittikten sonra
bu alanların eskitilmesi ve kirletilmesi
aşamasına geçmelisiniz. Eğer yapmayı
planladığınız bu modelin referans
fotoğraflarına baktığınızda hem kokpitin
hem de genel olarak uçağın tümünde
belli bir kirlenme eskime olduğunu
göreceksiniz. Modelinizin de gerçekçi
görünebilmesi için boyanmış yüzeylerin
belirli teknikler ile eskitilmesi ve
kirletilmesi gerekecektir. Bir sonraki
sayıda bu teknikleri ve boyama
aşamalarını takiben kokpitin alacağı
şekli anlatacağım. Her ne kadar burada
anlattıklarım ve anlatacaklarım görsel
anlamda desteklense de, bu teknikleri
kavrayabilmek ve uygulayabilmek
ilk etapta zor olacak ve tam anlamı
ile uygulanabilmesi biraz zaman
alacaktır. Bu nedenle motivasyonunuzu
bozmayın. Bırakın zamanla taşlar yerine
otursun.
Bir sonraki sayıda görüşmek ümidi ile
hoşçakalın.
121
film şeridi
Zaman içindeki film şeridi
Sinema tarihinde “zaman”
kavramını en çok zorlayan,
üzerine hayaller kurmamızı
sağlayan, aynı anda hem
nostalji yaşatıp hem de merak
duygusunu tetikleyen Geleceğe
Dönüş filmi; “zaman yolculuğu”
temasını işleyen gelmiş geçmiş
en kült film serilerinden bir
tanesiydi.
122
Geleceğe Dönüş filmi ilki 1985 yılında
olmak üzere (diğerleri 1989-1990)
üçlü bir seri olarak çekildi. Film Marty
Mcfly'la Dr.Brown'un zaman içindeki
maceralarını konu alıyordu ama
bizim hayatımıza etkisi çok daha göz
kamaştırıcıydı. Zamanın içerisinde
seyahat etme fikri dahi ışıltılı geliyordu.
18'li yaşlarda tipik bir Amerikan
genci olan Marty ile çılgın profesör
Dr.Brown’un maceraları bizi büyüsüne
almıştı bile.
Macera Marty’nin doktorun keşfettiği
zaman makinesiyle tanışmasıyla
başladı. 1955 yılında lisede okuyan
anne ve babası ile tanışan Marty,
yanlışlıkla annesinin romantik anlamda
ilgisini çekti. Anne ve babasının aşık
olmasını engellediği için hatasını telafi
edip, 1985 yılına geri dönmek zorunda
kaldı ve bunları düzeltmesi gerekiyordu.
İş karmaşıklaştıkça filme ilgimiz de
artıyordu. İşin püf noktası belirsiz ve
etki edilebilecek bir zaman kavramının
yaratmış olduğu gizemdi aslında.
Filmin ikinci serisinde ise Marty ile
Dr.Brown bu sefer 2015 yılındaydı.
Burada Marty'nin çocuklarının yaptığı
bir hatayı düzeltmek istediler ama
bunu yaparken başka hatalar da
yaptılar ve zamanın kırılmasına neden
oldular. Marty ve Dr.Brown bu sefer
zamanı tekrar kendi çizgisine getirmek
zorunda kaldı... Filmin üçüncü ve son
serisinde ise Dr.Brown'un yıldırım
çarpmasıyla zaman devrelerinin
karışması ve bunun üzerine 1885
yılına gitmesi ve orada geçen olayları
konu alıyordu. Başrollerinde Michael
J. Fox'un “Marty McFly”, Christopher
Lloyd'un “Dr. Emmett Brown” olarak
yer aldığı filmde, Crispin Glover, Lea
Thompson ve Thomas F. Wilson da
yan rollerdeydi. Macera, komedi ve
bilimkurgu türlerini içeren bu muhteşem
filmin yapımcılığını bir sinema efsanesi
Steven Spilberg, yönetmenliğini de
Robert Zemeckis üstlendi.
Film gösterime girdikten sonra, 380
milyon $ hasılat ve çok iyi yorumlar
alarak yılın en başarılı filmlerinden biri
oldu. Hugo Ödülleri'nde En İyi Dramatik
Sunum ve Saturn Ödülleri'nde En İyi
Bilim-Kurgu Filmi ödüllerini kazandı,
ayrıca Akademi Ödülleri, BAFTA ve Altın
Küre adaylıkları aldı. Ronald Reagan,
1986'daki State of the Union Address'te
ve 2007'deki Kütüphane Kongresi'nde
filmden cümleler söyledi. İlk filmin
başarısının ardından iki devam filmi
gösterime girdi. Ayrıca animasyon
serisi hazırlandı ve tema parkı
açıldı. Geleceğe Dönüş’ün, 2007
yılında Amerika Birleşik Devletleri
Kongre Kütüphanesi tarafından
"kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli"
filmler arasına seçilerek ABD Ulusal
Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine
karar verildi.
Filmin senaryosunun yaratıcıları
Zemeckis ve Gale, 17 yaşındaki
Marty’nin, ailesinin de 1950'lerde 17
yaşında olduğunu düşünerek öykünün
matematiğini 1955 yılına kurdu. O
çağda Rock'n Roll'un doğması ve
varoşun genişlemesi ise hikâyeye
lezzet kattı. Aslında Marty McFly
uyanık bir korsan kasetçiydi ve zaman
makinesi de buzdolabıydı ve eve
dönebilmesi için de Nevada'daki bir
atom bombası test alanındaki güce
ihtiyacı vardı. Zemeckis, "çocukların
kendilerini buzdolabına kilitleyebileceği
ihtimali" ve filmin sonunun çok masraflı
bulunmasından dolayı bu fikirden
vazgeçti. Araba 1955 yılına gittiğinde
onu gören çiftçilerin uçan daire
sanmasını isteyen ikili, en uygun aracı
aradı ve en sonunda tasarımın çok
123
film şeridi
beğendikleri Delorean'da karar kıldı.
Marty'ye arkadaş olarak Dr.Brown
karakterini yaratan Zemeckis ve Gale
bu dostluğu inandırıcı kılmak için filmin
açılışındaki devasa amfiyi kullandı.
Geleceğe Dönüş 1980'lerde çekilmiş en
iyi aile filmlerinden bir tanesiydi. Etkisi
zaman içinde artarak ilerledi ve bugün
bir efsane. Bu teknolojik ama romantik
komedi filmi hepimize yakın geliyordu.
Zamana teslim ettiğimiz algılarımızı,
filme hipnotize ediyor bizi kendine
hayran bırakıyordu...
Kısa kısa...
* Geleceğe Dönüş, IMDB sitesinde 10
üzerinden 8.3 puanın sahibi ve "En İyi
250 Film" listesinde 103. sırada.
* Geleceğe Dönüş'ün ZX Spectrum,
Commodore 64, Amstrad CPC ve
Nintendo konsolları için Electric
Dreams ismiyle video oyunu hazırlandı.
124
* Geleceğe Dönüş, Akademi
Ödülleri'nde En İyi Müzik Kurgusu
dalında ödül kazandı.
* Geleceğe Dönüş, Film, Hugo
Ödülleri'nde En İyi Dramatik Sunum
ve Saturn Ödülleri'nde En İyi BilimKurgu ödüllerini kazandı. Film
ayrıca Michael J. Fox'un performansı ve
görsel efektleri ile iki dalda daha Saturn
Ödülü kazandı.
* Film, Entertainment Weekly'in "En İyi
50 Lise Filmi" listesinde 28. oldu.
* Geleceğe Dönüş, 2006'da Empire
Dergisi'nin düzenlediği "En İyi 201 Film"
listesinde aldığı oylar ile 20. sıraya
yerleşti.
* Marty'yi annesi ile yaşadığı durumdan
kurtarmak için "It's like I'm kissing
my brother (Onu öptüğümde erkek
kardeşimi öpmüş gibi hissettim)"
repliğini yazıldı.
* İlk filmin VHS kaseti çıktığı dönemde,
serinin yeni çıkacak olan diğer
filmlerine dikkat çekmek amacıyla filmin
sonuna "To be continued..." ("Devam
edecek...") yazısı eklendi.
Geleceğe Dönüş filmi için reklam
metinleri
* “O” doğmadan önce sıkıntıya düşen
tek gençtir.
* 17 yaşındaki Marty McFly bu gece
erkenden evine gitti, 30 yıl öncekine
evine...
* Marty McFly kendi zamanını yaşardı.
Şimdi tek soru, hangi zamanda
olduğu?
* Marty McFly ile tanışın. O zaman
engelini aştı. Anne ve babasının
tanıştığı güne gitti. Ve belki de kendi
doğumunu engelledi.
* Marty McFly sadece zaman engelini
aştı. Bunu düzeltmesi için sadece bir
haftası var.
125
evrensel sanat
Vladimir Kush
Metaforik gerçek kişi
Sürrealist bir ressam ve heykeltıraş olan Kush, her şeye rağmen kendisini ve sanatını "metaforik
realizm" olarak tanımlıyordu. Metaforik anlatımlar sadece sanatına değil kişiliğine de yansımıştı.
Gerçeküstücülük 20.yy.ın başlarında
Avrupa’da ortaya çıkan bir sanat
akımıydı ve etkileri derin izler de
bıraktı… Şair ve ressamlar I. Dünya
Savaşı’nın yol açtığı yıkımlar karşısında;
dehşete kapılmış, akılcı tutuma
karşı tavır alarak, bilinçdışının uçuk
dünyasına yönelmeye başlamışlardı.
Hatta 1924 senesinde Gerçeküstücülük
Bildirgesi’ni yayınladılar ve ana
düşünceleri şunu savunuyordu:
126
“Düşünce, aklın denetimi olmadan ve
ahlâk gibi engelleri hiçe sayarak ortaya
konanadır.” Yapıtlarında nesneleri
alışılmamış biçimlerde betimleyen bu
sanatçılar, çoğunlukla düşlerin gizemli
dünyasını dile getirmeye çalıştılar.
Bazen de nesneleri kendi doğal
ortamlarından çıkartarak şaşırtıcı,
düşsel bir ortama taşıdılar. Bunda en
bilinen Salvador Dali olsa da Vladimir
Kush’un ortaya koyduğu eserler
Sürrealizm’in yol haritasını ortaya
koydu. Monet, Botticelli, Bosch, Van
Gogh, Dürer, Schinkel, Vermeer ve Dali
sanat okulundayken Kush'un tarzından
etkilenen sanatçılardan bazıları oldu.
Vladimir Kush, 1965 doğumlu bir
Moskovalı… Fırçayı eline alıp ilk
çizimlerini gerçekleştirdiğinde
sanatsal yeteneği açık bir şekilde
ortadaydı. Üstelik bu farklılığının
farkına varılması çok çabuk oldu, kush
henüz 3 yaşındaydı. Sık sık babasının
kucağına oturup babasının başladığı
çizimleri bitirmeye çalışıyordu. 7
yaşına geldiğinde Rusya'da bir sanat
okuluna başladı. Sanat okulu pek çok
açıdan ona yeni ufuklar açabilecek
bir nitelikteydi. Gününün ilk yarısını
normal okulda geçirdikten sonra,
kalan zamanını sanat sınıflarında
çalışarak harcardı. 17 yaşında iken
Moskova Sanat Enstitüsü'ne girdi.
18'inde zorunlu olarak orduya hizmete
gittiğinde askeri görevlerden çok duvar
resimleri ve tuval çizimleri ile meşgul
oldu.
Kush, Cézanne stili çizimle uğraşıyordu
ama belli bir süre sonra bu stilden
sıkıldı ve sürreal çizimlere yöneldi. İlk
sürreal resmini 14 yaşındayken bitirdi.
Empresyonizmin farklı stillerini denedi.
Salvador Dali'nin çalışmalarının olduğu
bir kitabı gördüğünde Dali’nin tarzını
beğenmedi çünkü stilinde kullandığı
belli bir kalıp yoktu. Babası bilim adamı
olduğu için onun tarzından etkilenmişti.
Gerçekçi çizimler yapmanın sanatçının
asıl yeteneği ve çizimi olduğuna
inandı. İzleyicilerin imkansız resimleri
bile metaforlar içinde görünce kabul
ettiğine inandı. Ona göre izleyiciler bu
resimler sayesinde farklı bakış açılarını
keşfederlerdi.
Yaptığı farklı çalışmalarla dünyaca
ünlenmişti. 1987 senesinde resimlerini
Sanatçılar Derneği'nde sergilemeye
ve satmaya başladı. ABD Elçiliği
tarafından personellerinin birer
portresini resmetmesi için davet edildi.
Çalışmaya başladı ama KGB'nin
kendisinin ordudayken okuduğu
kitaplardan dolayı Amerikalılarla
ilişkilerinden şüphelenmesi üzerine işini
yarıda bıraktı. Daha sonra çalışmalarını
iki Rus sanatçısıyla beraber Almanya'da
sergiledi. Oradan Los Angeles'a gitti ve
orada kaldı. Bir süre için, çalışmalarını
yapmak üzere küçük bir ev garajı
kiraladı, fakat onları sergileyecek bir
yer bulamadı. Parasını, Santa Monica
iskelesi'nde insanların resimlerini
çizerek kazandı. Biriktirdiği parasıyla
Hawaii'ye giden bir bilet aldı ve uçuş
gününe kadar Santa Monica'nın
sahilinde uyudu. Yaptığı eserler kadar
kişiliği de uçuktu. Eserleriyse metaforik
gerçek bir kişiyi anlatıyordu. Gerçekti
ve gerçeklerin üstündeydi. Mecazi
olarak yaşadı.
127
çizgi üstü
Zamanın
ötesindeki şehir
Genç adam, saate uzun müddet bakmadan keyifle
yürüyordu Heykel’de. Ne mutluydu ki hiç acelesi
yoktu. Bir yere yetişmek için dışarı çıktığında, sanki
dünya tüm rengini yitirirdi onun için. Öyle anlarda, ne
şu baloncunun, ne çocukların, ne de Kültürpark’taki
ağaçların bir güzelliği vardı.
Hep darlığını çektiğimiz şu “zaman”dı
bizim gözümüzü kapatan. Örneğin,
Kültürpark’taki ağaçların gövdeleri düz,
çocuklar yaramaz, baloncuysa kurnaz
görünebilirdi acelesi olan bir insana.
Bir defasında vaktini iyi değerlendirmek
adına, elinde küçük bir kent rehberi
ile oradan oraya koşturan, şehrin
bütün tarihi ve ünlü yerlerini görmek
telaşıyla belediye binasının önündeki
merdivenlerden bir aşağı bir yukarı
çıkan zavallı, iki genç turist görmüştü
genç adam. Aslında ikisinin de
gözlerinin görmediğini, dahası bunun
farkında da olmadıklarını düşünmüş,
onlar adına üzülmüştü. Ona göre,
bir şehirde ister bir turist olun, ister
bir tutsak, zamanı unutmalısınız.
Caddenin kaldırımlarında en sevdiğiniz
hızda yürümeli, yürürken insanların
yüzlerine tek tek bakmalı, güzel
olanları seçmelisiniz. Yüzlerden biri
128
zihninize kazınmalı. Ertesi gün onu
bir çay bahçesinde karşı masada
otururken bulmalı, yıllar önce görmüş
olabileceğinizden şüphelenmelisiniz.
Veya kaldırımın kenarında durup, az
önce yanından geçtiğiniz, boncuklu
takılar satan şu ihtiyar adamı bir
süre seyretmelisiniz. Hava çoktan
kararmıştır. Yine de endişe etmeyin.
Zaten o da henüz Heykel’de olduğuna
ve bir şeyler satabilme umudunu
taşıdığına göre henüz akşamdır ve
eve gitmek için çok geç değildir. Hala
çalışmakta olan taksi dolmuşların
ışıklı tabelaları
hayatın devam ettiğini
gösterir. Gecenin erken
saatlerinde Setbaşı ışıklı,
gürültülüdür. Köprüye doğru iyice
daralan kaldırımda insanlar birbirlerinin
ayaklarına basarak yürür. Kısacası,
şehir size saati tam olarak söylemez,
sadece sezdirir. Eğer ille öğrenmek
istiyorsanız kolunuzu ceketinizin
yeninden hızla çıkarıp sert bir edayla
saatinize bakıp öğrenebilirsiniz elbette.
Fakat saatin ne kadar geç olduğunu
görüp üzüleceğinize şüphe yoktur.
Genç adam da yürürken zamanı,
saati unuttuğu nispette bu şehri ve
insanları sevdiğini, onun bir parçası
olabildiğini hissediyordu. Biliyordu ki
hem insanları hem de şehirleri sevmek
için saati unutmak, ona uzun zaman hiç
bakmamak gerekiyordu.
129
armoni
“Siyah
bir veda
öpücüğü”
Cem Adrian
Alışılmışın dışında cesur tarzı
ve benzersiz müzik yeteneğiyle
her geçen gün artan bir hayran
kitlesi edinen Cem Adrian’ın
yeni albümü “Siyah Bir Veda
Öpücüğü...”
Kendine özgü tarzı ve tavrı ile müzik
çalışmalarına devam eden Cem Adrian
“Siyah Bir Veda Öpücüğü” albümünün
tüm baskılarını, siyah ruj sürerek tek
tek öptü. Besteleri, şarkı sözleri ve çok
özel sesiyle 12 şarkıdan oluşan bu
albümden dikkat çeken notlar ise şöyle:
“Siyah Bir Veda Öpücüğü”nde, tüm
şarkılar Adrian imzası taşıyor. “Siyah
Bir Veda Öpücüğü”ndeki besteler;
piyano ve keman ağırlıklı ezgileri ve
etkileyici sözleriyle sanatçının özgün
tarzını bir kez daha ortaya koyuyor.
Albümde, Nisan ayında hayatını
kaybeden, Türkiye’nin en önemli kadın
müzisyenlerinden Ayten Alpman’ın
Cem Adrian ile çok özel bir düeti de yer
alıyor. “Hani Bazen” adlı şarkı Ayten
Alpman’ın son kaydı olması nedeniyle,
130
tüm müzik dünyası ve Cem Adrian için
büyük anlam taşıyor.
Adrian’ın, prodüktörlüğünü de
üstlendiği “Siyah Bir Veda Öpücüğü”
albümünün tüm kayıtları sanatçının
kendisi tarafından gerçekleştirildi. Stil
ve tema çalışmasının Cem Adrian ve
Hümeyra Uçan tarafından yapıldığı
albümün fotoğraf çekimleri ise, Boğaç
Dalkıran ve Semih Kanmaz tarafından
gerçekleştirildi. Albümün, Burak Ertaş
yönetmenliğinde “Yalnızlık” şarkısına
çekilen ve olay yaratan ikinci klibi ise
geçtiğimiz ay yayınlandı. Albümde 12
şarkı bulunuyor.
Cem Adrian
30 Kasım 1980 – Edirne doğumlu.
Yugoslav kökenli bir ailenin çocuğu
olan Cem Adrian, müzik çalışmalarına
ortaokul yıllarında başladı ve ilk
kayıtlarını yine o tarihlerde yaptı. 18
yaşında başladığı radyoculuk hayatına
6 yıl devam etti, bu süre içinde tiyatro
ve fotoğrafçılık eğitimi aldı. Çalıştığı
radyonun kayıt stüdyosunda kendine
ait yaklaşık 250 şarkı kaydetti. 2003
yılında İstanbul'da Fatih Karabektaş
ile kurdukları Mystica isimli etnik
müzik grubunda solist ve dansçı
olarak çeşitli mekanlarda sahne aldı.
2004 sonbaharında Demet Sağıroğlu
vasıtasıyla tanıştığı Fazıl Say'ın
davetiyle Bilkent Üniversitesi Sahne
Sanatları Fakültesi'nde özel öğrenci
statüsünde eğitime başladı. 2005
Şubat ayında "Ben Bu Şarkıyı Sana
Kısa kısa
* Adrian sahne soyadını doğduğu
ve büyüdüğü Edirne şehrinin antik
çağlardaki ismi olan Hadrianoupolis'
ten esinlenerek aldı.
* Sesi 7 oktavlık bir aralığa sahip, bu
sesin yaklaşık 4.5 - 5 oktavlık bölümünü
şarkı söylerken kullanabiliyor.
* Ses telleri normal bir insanın 3 katı
uzunluğunda.
Diskografi
2005 Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım - 2006 Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti - 2008 Essentials / Seçkiler - 2008 Emir
2010 Kayıp Çocuk Masalları - 2012 Siyah Bir Veda Öpücüğü
131
armoni
Yazdım" isimli ilk albümünü yayınladı.
Bu albüm 1997 ve 2003 yılı arasında
Edirne'de kaydettiği amatör demo
çalışmaların ve 2004 Ekim ayında Fazıl
Say'la verdiği ilk akademik konserinden
kayıtların bir derlemesiydi. 2005 yılında
Babylon konserler dizisi başta olmak
üzere Türkiye'de verdiği konserlerini,
2005 Eylül ayında Hamburg Müzik
Sezonu'nun açılışında Fazıl Say,
Bremen Jazz Festivali'nde Burhan Öcal
ve Fazıl Say'la sürdürdü. 2006 Ocak
ayında prodüktörlüğünü kendisinin
üstlendiği ve 2006 yılı Aralık ayında
2. albümü 15 parçadan oluşan “Aşk
Bu Gece Şehri Terk Etti” piyasaya
çıktı. Albümde konuk olarak; Umay
Umay, Denizhan ve Suicide yer aldı.
132
2006 yılı sonundaki “Aşk Bu Gece
Şehri Terk Etti” albümünün tanıtım
konseri performansı ve Hayal Kahvesi
konserler dizisi başta olmak üzere
Türkiye'nin birçok ilinde verdiği
konserlerini, üçüncü albüm projesine
kadar devam ettirdi. Ayrıca Gökhan
Çevir ile çalıştı. Bu süre zarfında
birçok konser, canlı yayın ve
programa katıldı. Emir albümü kayıtları
sürerken, 2007 yılı sonunda kayıtlarına
başlanan, sadece piyano kullanılarak
hazırlanan serinin ilk albümü olan
“Essentials / Seçkiler – Etnik” 2008 yılı
Haziran ayında piyasaya çıktı. 2007
yılı Temmuz ayında çalışmalarına
başlanan, prodüktörlüğünü kendisinin
üstlendiği, albüm kayıtlarından, şarkı
sözüne, müziklerinden, aranjelerine
kadar kendisinin yaptığı dördüncü
profesyonel çalışması “tanrının emri
aşkı” anlatan "Emir" albümü 26 Aralık
2008 tarihinde piyasaya çıktı. Albümde
konuk olarak; Hayko Cepkin ve Pamela
Spence yer aldı. 5.stüdyo albümü olan,
"insanın dönüp dolaşıp varacağı yerin
yine kendisi olduğunu" vurguladığı
"Kayıp Çocuk Masalları" 25 Aralık 2010
tarihinde piyasaya çıktı. 12 parçadan
oluşan albümün tüm şarkılarının
söz ve müziği Cem Adrian'a aitti.
Albümde Murat Yılmazyıldırım ve Aylin
Aslım ile düetleri yer aldı. Son olarak
18 Eylül 2012 tarihinde 6. stüdyo kaydı
olan “Siyah Bir Veda Öpücüğü” adlı
albümünü çıkarttı.
133
efsane kareler
Yeşilçam’ın “güzelleri”
Filiz Akın
Gülşen Bubikoğlu
Hülya Koçyiğit
Fatma Girik
Müjde Ar
Türkan Şoray
Yeşilçam, 1917’de başlayan Türk sinemasının simgesiydi. Bunun nedeni, ülkemizdeki ilk kurumsal nitelikteki film şirketlerinin,
İstanbul Beyoğlu'nda bulunan Yeşilçam sokakta kurulmuş olmasıydı. Bu ifade Amerikan sinemasının simgesi Holywood'a
eşdeğer bir simgeydi. 90'lı yıllardan sonraki genç kuşak yönetmenler Yeşilçam kalıplarından uzak ve farklı yapımlarla Türk
sinemasının seyrini değiştirdi ve Yeşilçam yerini “Türk Sineması”na bıraktı. Yeşilçam’dan geriye ise onunla özdeşleşmiş
isimler ve nostalji dolu onlarca film kaldı. En göz kamaştıranlar ise elbette ki Yeşilçam’ın güzelleriydi...
134
135
efsane kareler
Yeşilçam’ın “jönleri”
Kadir İnanır
Tarık Akan
Cüneyt Arkın
Ayhan Işık
Ediz Hun
Kartal Tibet
Hepimiz Yeşilçam filmleri ile büyüdük. Onun yıldızlarıyla ağladık, onlarla güldük... Onların “nayır, nolamaz” naraları eşliğinde
büyülü bir dünyanın içerisindeydik. Çoğunlukla mutlu sonlar izledik. Yeşilçam’ın olmazsa olmazları ise onun jönleriydi. Her
biri efsaneleşmiş bu oyuncular Yeşilçam’ın vazgeçilmezleriydi. Onları efsaneleştiren ise “karizma”larıydı...
136
137
kitap önerileri
Şarkını Söylediğin Zaman
İnci Aral
Zaman Haritası
Felix J. Palma
138
Zaman Çarkı
Ken Grimwood
Yaralı Zaman
Ferit Edgü
Y. Akın Öngör
Benden Sonra Devam
Zaman Bisikleti
Bilgin Adalı
Zaman Kapısı
Ulysses Moore
Aynadaki Zaman
Cemil Kavukçu
Geniş Zamanlar
Ayşe Kulin
Yaşanmayan Zaman
Jean - Paul Sartre
Ahmet Hamdi Tanpınar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
albüm önerileri
Celine Dion
Sans Attendre
Yasemin Mori
Deli Bando
Orhan Gencebay
Bir Ömür
Billie Holiday
All of Me
Jehan Barbur
Sarı
Fikret Kızılok
Zaman Zaman
Kylie Minogue
The Abbey Road Sessions
Gripin
Yalnızlığın Çaresini
Bulmuşlar
Sıla
Vaveyla
Cem Adrian
Siyah Bir Veda Öpücüğü
Adele
Skyfall
139
film önerileri
140
Benjamin Button
David Fincher
2009 / 2sa 46dk / ABD
Dram, Fantastik, Romantik
Zaman Tüneli
Simon Wells, Gore Verbinski
2002 / 1sa 36dk / ABD
Fantastik, Macera, Aksiyon
12 Maymun
Terry Gilliam
1995 / 2sa 9dk / ABD
Dram, Bilimkurgu, Gerilim
Zamana Karşı
Andrew Niccol
2011 / 1sa 49dk / ABD
Bilimkurgu, Gerilim
Geleceğe Dönüş
Robert Zemeckis
1985 / 1sa 56dk / ABD
Bilimkurgu, Macera, Komedi
Kelebek Etkisi
Eric Bress, J. Mackye Gruber
2004 / 1sa 53dk / ABD
Dram, Fantastik
Akıl Defteri
Christopher Nolan
2001 / 1sa 53dk / ABD
Gerilim
Zaman Tükeniyor
Carl Franklin
2004 / 1sa 54dk / ABD
Polisiye
Deja Vu
Tony Scott
2007 / 2sa 10dk / ABD
Polisiye, Fantastik
Zaman Yolcusunun Karısı
Robert Schwentke
2009 / 1sa 47dk / ABD
Dram, Fantastik, Romantik
Siyah Giyen Adamlar 3
Barry Sonnenfeld
2012 / 1sa 45dk / ABD
Komedi, Aksiyon, Bilimkurgu
blog önerileri
yemek blogları
www.kahveaskina.blogspot.com
www.lezize.blogspot.com
www.panpankedi.blogspot.com
www.mybeautifulcookbook.com
www.pecetedennotlar.com
www.cafeportakal.blogspot.com
www.sutumesarellemekarisma.blogspot.com
141
dil bilgisi
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
142
düzen (çalgı için)
Fr. accord
akort
oyuncu (erkek)
Fr. acteur
aktör
güncel
Fr. actuel
aktüel
yıllık
Fr. almanach
almanak
sarmak
Fr. emballage
ambalaj
denge
Fr. balance
balans
sıra
Fr. banc
bank
şekerleme
Fr. bonbon
bonbon
direniş
Fr. boycott
boykot
doğrudan
Fr. directe
direk
denetim
Fr. contrôle
kontrol
süzgeç
Fr. filter
filtre
kumsal
Fr. plage
plaj
simge
Fr. symbole
sembol
143
dil bilgisi
Sözdeyimi
Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz
güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli
deyimleri derledik.
Saat başı galiba!
Bir toplantıda, herkesin dalıp sustuğunda bu durumu fark eden bir kimsenin söylediği söz.
Saat gibi işlemek
Aksamadan, ara vermeden çalışmak.
Saat on bir buçuğu çalmak
Yaşı çok ilerlemiş olmak.
Saati saatine uymamak
Durumu, huyu sık sık değişmek.
Aman zaman bilmemek
Fırsat vermemek.
Zaman ile yarışmak
Hızlı hareket etmek.
Kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak
Önemli işler yüzünden başka işlere yetişememek.
Vaktini şaşmamak
Her şeyi tam zamanında yapmak.
İki elim yanıma gelecek
Doğru söylendiği kanıtlanmak istendiğinde “öleyim ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılan bir söz.
Geçmişini kurcalamak
Geçmişini araştırarak kötü amaçlı kullanmak için birisiyle ilgili bilgi edinmek.
Şeytan geçmiş gibi
Birkaç kişinin konuştuğu sırada kısa bir süre sessizlik olması durumunda kullanılan bir söz.
Zamanı dolmak
Bir iş için ayrılan süre sona ermek.
Zaman öldürmek
Boş şeylerle vakit geçirmek.
Kaynak: Türk Dil Kurumu
144
145
dil bilgisi
Atasözlüğü
Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her
şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için
13 tane atasözü seçtik.
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez
Aç hiçbir mazeretle susturulamaz, çocuk da istediği şeyi hemen elde etmek ister.
Her zaman eşek ölmez, on köfte on paraya olmaz
İstenilen şeyi kolayca elde etme imkânı ortaya çıkınca fırsat kaçırılmamalıdır.
Her zaman gemicinin istediği rüzgâr esmez
Olaylar herkesin istediği biçimde meydana gelmez.
Sakla samanı, gelir zamanı
Gereksiz görülen şey ileride gerekli olabilir.
Zaman sana uymazsa sen zamana uy
Yaşadığın zamanın koşulları ve çevrendekilerin davranışları senin tutumuna uygun değilse sen onlara uymalısın.
Çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış
Çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar.
Atlıya saat olmaz
Elinde bol imkânlar olan kimse, uzun bir süre içinde yapılabilecek işi çok kısa bir zamanda yapabilir.
Ala keçi her vakit püsküllü oğlak doğurmaz
Değerli bir şeyden her zaman istenilen verim alınmaz.
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz
Kişi yalnızca kendi kazancına güvenmeli, başkasının yardımını beklememelidir.
Fırsat her vakit ele geçmez
Fırsat insanın eline çok seyrek geçtiği için çıkan fırsat iyi değerlendirilmelidir.
Terazi tartıyla, her şey vaktiyle
Her şeyin bir ölçüsü ve zamanı vardır.
Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler
Geçmişte kalan olayların üzerinde durulmasında bir yarar yoktur.
Tencere tencereye “yüzün kara” demiş, çömlek utancından yere geçmiş
Kötülük, kusur yönünden sen, benden daha betersin.
146
147
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Al-Sahara Cha Cha Restoran
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu
No: 307 T. 244 84 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad.
No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Double U Cafe & Restaurant
FSM Bulvarı No:139/8 T. 243 99 17
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09
Kadife A la Carte
Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 34 47
Kaju Eat & Drink
FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09
Kapı Restoran
Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu
No.23 T. 452 20 07
Kamelya
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47
T. 444 40 00
Keyf-i Ala Restoran
FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Olimpik Konak Restaurant
Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel T. 233 38 00
Sishet Restaurant
Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86
T. 452 52 62
Sunset The Roof Restaurant & Bar
Crowne Plaza T. 800 0 800
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı
T. 548 00 28
148
“Life guide of Bursa”
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
Marrakech Ocakbaşı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53
T. 452 97 07
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE
/ SEA FOOD & BAR
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Kentucky Fried Chicken 444 35 55
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A T. 444 21 58
Deniz Tabağı
Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
İskender Kebap
Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01
İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Tavacı Recep Usta
Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1
T.452 40 04
Mc Donald’s T. 444 62 62
Rosso Bianco Pizza & Steakhouse
Korupark AVM T. 241 27 50
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22
K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22
Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Kafe Pi Bursa Angels
Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00
Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28
Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72
Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
KAFETERYA / CAFE
Caribou Coffee
Korupark AVM içi T. 241 21 62
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
Eat’N Joy
FSM Bulvarı Anı Sit No:16 T. 247 60 60
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
Gönül Kahvesi
Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58
Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40
White Label Cafe
FSM Bulvarı No:78/11 Nilüfer T. 249 09 04
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40
Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Kupa Kızı Pub
FSM Bulvarı T. 242 11 22
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
La Luz
Korupark AVM T. 243 93 98
Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00
Mirano
Korupark AVM T.24313 80
Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78
Mox Lounge
FSM Bulvarı T. 240 22 42
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
Mualla
FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Bordeaux Rouge
16140 - Nilüfer - Bursa T. 249 73 73
Malt
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43
Picante
Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74
Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77
Pronto Sport Cafe & Bistro
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80
Caka Teras
Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Resimli
Holiday Inn Görükle T. 442 88 15
Cariye Bar
Bademli Girişi Agora İş Merkezi No:48
T. 244 01 50
Şey Pub
Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Demo
FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96
Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60
Kahve Dünyası
Anatolium AVM T. 261 14 50
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
rehberbursa
Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
The Winston Brasserie
Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48
149
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
“Life guide of Bursa”
Montania ****
İstasyon Cad. Mudanya T. 544 60 00
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Tiara Termal
Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5
T.444 28 05
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Yanı T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Crowne Plaza *****
Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16
Divan ****
Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Gold ****
Konak Mahallesi Lefkoşe Caddesi No:7
T. 452 55 22
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Hilton *****
Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05
Holiday Inn ****
Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40
İbis Hotel ***
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
150
Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00
Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00
SAĞLIK / HEALTH
Acıbadem FSM Bulvarı No.1 T. 444 55 44
Biyofiz Tıp Merkezi
Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10
Nilüfer T.246 66 66
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Doruk Özel Bursa Hastanesi
Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge
T. 444 04 53
Doruk Yıldırım Hastanesi
Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55
Dünya Göz Hastanesi
Kükürtlü Mah. Emir Abdülkadir Cad. No: 58
T. 444 44 69
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Medical Park Bursa
Fomara Meydanı T. 444 44 84
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Rentıp Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye
T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Rommer FTR Dal Merkezi
Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26
Turkuaz Diş
Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
KUAFÖR / COIFFEUR
Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35
Bademli T. 548 00 80
Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50
Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32
Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM &
TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00
Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
B. Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Uludağ T. 222 35 14
151
genel sağlık
Laparoskopik Cerrahi’nin
avantajları
Op.Dr. Selim Mısırlıoğlu
Doruk Sağlık Grubu
Açık cerrahide uygulanan ameliyat
prensipleri ile “Laparoskopik
Cerrahi”deki prensipler hemen hemen
aynıdır. Laparoskopi’de teknolojik
gelişmelere paralel olarak kullanılan
aletlerin hareket ve fonksiyonlarının
artması ile açık cerrahide
yapamadığımız manevraları yapabilme
imkanına kavuşuyoruz. Tecrübeli
cerrahların elinde Laparoskopik
Cerrahi’de yan etki ve komplikasyonlar
açık cerrahiye göre çok daha az
görülür. Açık cerrahideki geniş ameliyat
izleri yerine Laparoskopik ameliyatlarda
ufak birkaç çizik şeklinde ameliyat
izi kalır. Hastalarımız geniş ameliyat
kesisinden kaynaklanan ameliyat yeri
fıtıklarına daha az maruz kalır, daha
çabuk iyileşir, daha az ağrı kesiciye
152
Halk arasında “kapalı ameliyat” olarak isimlendirilen Laparoskopik
Cerrahi, karın içine küçük bir kesiden yerleştirilen, trokar dediğimiz
bir kanal içinden kamera ile karın içinin ameliyathanede üst düzey
monitörle görüntülenmesi ve daha sonra yerleştirilen yeni küçük
kanallardan özel cerrahi aletlerle ameliyatın yapılmasıdır.
ihtiyaç duyar ve daha kısa sürede
normal yaşamına dönerler.
Bugün mide fıtığının, safra kesesi
taşı ve iltihaplarının tedavisinde
Laparoskopik Cerrahi altın standarttır.
Kasık fıtıkları, karın ameliyatlarına bağlı
oluşmuş kesi yeri fıtıkları, zayıflama
ameliyatları, karaciğerin bir bölümünün
alınması, karaciğer kist hidatikleri,
yemek borusu ameliyatları, kalın barsak
ameliyatları, böbreküstü bezi, dalak
ameliyatları, travma ve travma dışı karın
içi tanısal girişimlerde de Laparoskopi
kendine geniş bir kullanım alanı bulma
konusunda hızla ilerler.
Son yıllarda üç boyutlu kamera ve
monitörle yapılan Laparoskopik
Cerrahi, ameliyathanede hasta
üzerine yerleştirilen cihaz üzerinden
internet veya kablo ile cerrahın başka
bir oda veya ülkeden ameliyat yaptığı
robotik cerrahi, karına tek bir trokar
yerleştirilerek karında tek kesinin
bulunduğu Laparoskopik ameliyat
metodu (SİLS), karın üzerinde hiçbir
ameliyat kesisinin olmadığı, karnın
doğal açıklıklarından karın içine
ulaşılarak (ağız içinden mideye
ulaşılıp mide delinerek karın içine
girilerek yapılan veya vajinanın dip
bölgesinden karın içine ulaşılması gibi)
yapılan ameliyatlar (NOTES) kendine
21. yüzyıl cerrahisinde yer bulmaya
çalışmaktadır.
Sağlıklı bir yaşam dilerim.

Benzer belgeler

09 - Dergi Bursa

09 - Dergi Bursa A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ ZAMAN

Detaylı

11 - Dergi Bursa

11 - Dergi Bursa A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ ZAMAN

Detaylı