11 - Dergi Bursa

Transkript

11 - Dergi Bursa
Ekim - Kasım 2012
Fiyat›: ¨ 10
11
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
“Suya düşen
Bursa izleri...”
MANAVGAT - KİEV - SONBAHAR - SUDÜŞEN ŞELALESİ - BURSA HAMAMLARI - SU
1
arka plan
Yıl: 2 Sayı: 11 / Ekim - Kasım 2012
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yazarlar
Ayşegül Alkış,
A.Kadir Kılınç,
Emine Civanoğlu,
Gökay Öngör,
Nazan Aşkalli
Özlem Şenkoyuncu,
Özgür Akkaya Erdemol,
Özgür Çakır,
Özgür Taşkıran,
Sezai Evans
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yapımcı / Yönetim
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Enise Güleryüz
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
Fotoğraf
Demet Argun Güngör, Engin Çakır,
Özgür Çakır
Baskı
Dağıtım
www.furkanofset.com.tr
www.seckurye.com.tr
Dijital Yayıncılık
Çorbada Tuzu Olanlar
Mustafa Türe, Nusret Anbarcıoğlu,
Saffet Yılmaz
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
2
3
editör notu
Suuçtu Şelalesi, Bursa - 17.05.2009
“İçin”iz ferahlasın
Her insan berrak bir su kadar tertemiz gelir yaşamın içerisine. Bir pınar kadar
doğanın içindedir. Daha ilk nefeste yüreği kabarır, basar çığlığı haykırır yaşama
sevincini. Sonra sonra kirlenir, nefsi körelir; yaşamı sonlana dek kirlenmeden
yaşama gayretindedir, denize dökülen az biraz kirlenmiş bir akarsu gibi…
Bir kaynak düşünün; isyanla gökyüzüne
kavuşmaya çalışan. Damla damla
büyür toprağın içerisinde ve adım adım
yaşam dolar her bir zerresi. Yeryüzüne
ulaşana dek vazgeçmez ve topraktan
ayrıldığı ilk anda derin bir nefes alır.
Teneffüs eder gökyüzünü alabildiğince.
İnsan da bir kaynağa benzer bu
yüzden… Tertemiz doğar, doğa
kadar berrak ve doğa kadar yüce bir
yaradılıştadır… Henüz büyüklerinden
azar işitmemiştir, soykırım
yapmamıştır, kopya çekmemiştir, yalan
söylememiştir, kaybetmemiştir, ruhu
kirlenmemiştir mesela… En az yeni filiz
almış bir yaprak kadar tazedir, öğlen
güneşi kadar sıcaktır içi…
Dağlardan aşağı süzüldükçe, denize
yaklaştıkça kirlenir kaynak. Bulanır,
coşkusu azalır, yavaşlar… İnsan
4
da böyledir vakit geçtikçe kendisini
çaresiz, öfkeli, bezgin, ihanet edilmiş,
umutsuz ya da sıradan hissedebilir.
Böyle hissettiğinde kirlenir. O
muhteşem varlık tümüyle kaybolur
ve içindeki yaşam gücü yitip gider.
Ne doğa ne de onun yaşam gücüyle
nefes alabilen insanoğlu böylesine
bir sonu hak ediyor aslında… İnsanın
dünyaya, doğaya ve kendisine olan
sevgisizliğinin tarih boyunca görülen
en yüksek noktaya ulaştığı bu çağda;
çağdaş olmamayı tercih edebilirim...
mağaralarda aradık suyu. “Türkiye
için su ne demektir?” diye düşündük,
Manavgat Şelalesi’ne düştü yolumuz.
Su ile iç içe bir dünya kenti Kiev’e dek
uzandık. Şehir mobilyaları arasında
katılan Yüzen Taşlar’dan, Bursa ile
özdeşleşmiş hamam kültürüne dek
geniş yelpazede bir içerik hazırladık.
Şehirdeki su yansımalarını sizin için
tespit ettik. “Su” ile iç içe onlarca
fotoğraf ve doküman hazırladık.
Biz bolca su içtik, siz de için, içiniz
ferahlasın.
Aslında insan yaşamını “akarsuya”
benzetmemin önemli bir sebebi
var. Bu sayımızda kendimizi dert
edindiğimiz konu “su” oldu. İnsana,
yaşama ve şehrimize dair birkaç ayrıntı
bulabiliriz ümidiyle zihnimizde hayli
“su” kaynattık. Kaynağına dek inip
Keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
akır
Ç
n
i
g
n
E
5
plan
plan
tek karede Bursa Suya düşen Bursa izleri
10
detaylı bakış
Keşiş Dağı’ndan akan Bursa suyu
40
tema
Sudan Sebep
48
manevi
Su ol!
52
bursa dokusu
Tasıyla tarağıyla “Hamam Sefası”
54
bursa dokusu
Su sesinden müzik tınılarına - Saffet Yılmaz
58
detay
Şehrin yeni silüetinde “su dolu” bir taş
64
odak noktası
Yerin altından doğa manzaraları - Ayvaini Mağarası
66
yakın plan
Suya batmış bir “saray”
70
yakın yerler
Suya düşen gerçeküstü doğa - Sudüşen Şelalesi
72
gezi-yorum
Antik Çağ’dan beri uyumayan Melas
74
uzaktaki yakın
Modern zamanların masal diyarı / Kiev - Özgür Çakır
80
mevsim
Vakti geldi artık - Sonbahar
98
evrensel sanat
Suya düşen güneşten arda kalanlar
102
yerel sanat
Işıl ışıl suyla kaplı bir “Atatürk”
104
kitabi
Çocuklara büyük gelecek masallar - Emine Civanoğlu
106
semboller
Ab-ı hayat - Abdulkadir Kılınç
108
havadan sudan
Aşkın su hali - Nazan Aşkalli
110
eğitimin psikolojisi
Çocuklar su sevgisi/korkusu... - Ayşegül Alkış
112
ruhun gıdası
Yoga ve su - Özgür Akkaya Erdemol
114
serbest yazı
Can suyu - Özlem Şenkoyuncu
116
çizgi üstü
“Su gibilerdi” - Gökay Öngör
118
efsane kareler
Madonna / James Dean
126
armoni
Hiç bitmeyen müzikal şölen - Queen
130
hobi kulübü
Su araçları modelciliği - Özgür Taşkıran
132
g.zaman kipinde
80’lerin “tanıdık” kahramanları
136
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
148
www.dergibursa.com.tr
6
7
8
9
tek karede bursa
İznik Gölü, Bursa – 25.10.2006
Suda kendini gören şehir
Bursalılar “suya” aşıktır. Dört bir yanı suyla kaplıdır da ondan. İznik’ten Uluabat’a, Gemlik’ten
Uludağ’daki göllere, Nilüfer nehrinden Mudanya’ya kadar neresine baksanız “su” görürsünüz. Yeter ki
ondan yansıyanları da hissedebilin... Bir şehrin suyla bağı ne denli güçlü ise insanları da bir o kadar
suya benzer. Su bazen durgundur bazen hırçın. Gerektiğinde dalgalanmasını da bilir, durulmasını da.
10
11
tek karede bursa
“Uçan”
suyun
ta kendisi
Karadere üzerinde yer alan
Suuçtu Şelalesi; bir fay hattının
çökmesi ile oluşmuş. Coşkuyla
çağlayan ırmak isminin hakkını
veriyor. 38 metreden dökülen su
gerçekten de uçuyor ve herkesi
ıslatıyor. Suuçtu, doğayla
suyun uyumunun en güzel
örneklerinden bir tanesi...
Suuçtu Şelalesi, Mustafa Kemal Paşa / Bursa 17.05.2009
12
13
tek karede bursa
Ekmeğini
sudan
kazananlar
Ulubat Gölü'nün ekolojik
zenginliği içinde en önemli yeri
kuşkusuz gölde yetişen tatlı su
balıkları alır. Sazan, İsrail Sazanı
ve Turna başta olmak üzere 10'u
aşkın farklı türde balık avlanan
gölde, 1980’li yılların sonuna
kadar çıkarılan kerevit çok
önemli bir gelir kaynağı iken, o
yıllarda gölde türeyen bir mantar
cinsi nedeniyle kerevit üremesi
durmuş durumda.
Gölyazı, Bursa – 09.08.2009
14
15
tek karede bursa
Gölyazı, Bursa – 18.10.2009
Duvarda gizli göl manzarası
Size dört dörtlük bir manzara gibi gelse de bu bir duvar tablosu... Gözleriniz sizi yanıltabilir fakat
durum bu. Dikkat edildiğinde duvarın üzerine 4 parçada yapılmış duvar tablosu kolayca seçilebiliyor.
16
17
tek karede bursa
Mudanya, Bursa – 31.01.2010
Şehirden kaçıp suya gelenler
Kentin hengamesinden kaçıp deniz kıyısında balık tutan bu
insanlar, yağmura rağmen hobilerinden vazgeçmiyorlar.
18
19
tek karede bursa
İznik Gölü, Bursa – 02.04.2006
Suya düşen hasır izleri
Su kıyılarında, bataklık yerlerde yetişen ince kamışlar (hasır otu, kiliz ya da kofa) sığ göllerde çok
geniş alanları kaplarken, derin göllerde yalnızca kıyılarda gelişir. Deniz kıyılarındaki akarsu deltalarında
yer alan lâgünlerde ve iç bölgelerimizdeki tuzlu ve sodalı göllerde sazlıklar ya azdır ya da hiç yoktur.
Bunun nedeni; tuzluluğun, sazlıkların gelişmesinde kısıtlayıcı, yoğun olması durumunda da engelleyici
bir etken olmasıdır.
20
21
tek karede bursa
Karacabey Boğazı, Bursa – 22.06.2007
İki suyun arasında
Kumulların dalga ve akıntılarla denize doğru çıkıntı yapmasıyla kıyı oku ya da kıyı kordonu adı verilen
şekiller oluşur. Bu kimisi için sadece coğrafi bir şekildir. Kimisi için ise çok heyecanlı bir oyun alanı...
22
23
tek karede bursa
Gölyazı, Bursa – 01.04.2003
Göçmen bir su müptelası
Uluabat Gölü, biyolojik üretim yönünden bol gıdalı bir göl. Planktonlar ve dip canlıları bakımından
zengin yapısı, değişik türden çok miktarda canlının üremesi ve beslenmesi için ideal bir ortam
oluşturuyor. Balık çeşitliliği kalabalık kuş gruplarının beslenmesine ve üremesine de olanak sağlıyor.
Göçmen bir kuş olan bu leylek de nasibini Uluabat’ta arayanlardan...
24
25
tek karede bursa
Tirilye Limanı, Bursa – 11.08.2012
Denize yansıyan Tirilye
Yansıma, ışık ışınlarının önlerine çıkan parlak yüzeylere çarparak geri dönmeleridir. Işık ışınları klasik
fiziğe göre saydam ortam içinde doğru yol boyunca hareket ederler. Önlerine şeffaf olmayan bir
cisim çıkınca ise yollarına devam edemeyip kısmen veya tamamen geri dönerler. Bu cisim ne kadar
pürüzsüz ve parlaksa geri dönen ışınların nispeti o kadar yüksektir.
26
www.dergibursa.com.tr
Neden reklam vermelisiniz?
Çünkü bu yazıyı okudunuz.
www.dergibursa.com.tr
BU SAYFADA TANITIM YAPMAK İÇİN;
(0224) 233 87 11
[email protected]
27
tek karede bursa
Sudaki
yansımalar
Kente bol bol oksijen sağlayan
bir parktan bu fotoğraf. Ova ile
şehri doğal yaşam kültürünün
zengin örnekleri ile birleştiren
Soğanlı Botanik Parkı,
400.000 m2’lik alanı ile verimli
Bursa ovasının korunmasını
sağlayacak sınırı oluşturmasının
yanı sıra bitkisel araştırma ve
bilimsel çalışmalara da açık bir
park.
Soğanlı Botanik Parkı, Bursa – 02.04.2006
28
29
tek karede bursa
Mudanya Sahili, Bursa – 23.08.2009
Suya alışık bir yaşam
Bursa insanı su ile barışık yaşar. İlk fırsatında suyun kenarında alır soluğu. En uğrak yeri ise elbette ki
şehir merkezine en yakın deniz kıyısı olan Mudanya’dır. Orada nefes alırlar, orada rahat ederler.
30
31
tek karede bursa
Suya yazılan
aşk hikayesi
* Leyla ve Kays (Mecnun'un asıl adı)
ilkokul yıllarında birbirlerine aşık
olmuşlardır. Kısa zamanda her yere
yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla'yı
okuldan alır ve Kays'la görüşmesini
yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan
Kays halk arasında Mecnun diye
anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden
çöllere düşen Mecnun'a birçok kişi
Leyla'yı unutmasını söyler; ancak onun
için kainatı artık Leyla'dan ibarettir ve
hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez.
Hatta babası onu bu dertten kurtulmak
üzere Allah'a yakarması için Kabe'ye
götürür; ama o tam tersine derdinin
artması için dua eder.
Hem Leyla'nın hem Mecnun'un halleri
gittikçe perişanlaşır. Başkasıyla
nikahlandırılan Leyla, kocasından
kendisini uzak tutmak için bir hikaye
uydurur ve bir süre sonra adam ölür.
Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin
bir tülü cefasıyla yoğrulmaktadır, bu
sırada dünyayla bütün bağlantısı kesilir
ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir.
Leyla'nın vücudu da dahil olmak üzere
bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir.
Bir gün Leyla çölde onu bulur ama
Mecnun onu tanımaz ve "Leyla benim
içimdedir, sen kimsin?" der. Onun
eriştiği mertebeyi anlayan Leyla gider
ve bir süre sonra ölür. Onun ardından
da Mecnun hayata veda eder, böylece
ruhları hakiki kavuşmayı yaşar.
* Leyla ile Mecnun Hikayesi’nden
alıntıdır.
Tirilye, Bursa – 25.10.2009
32
33
tek karede bursa
Yolu “suya”
düşenler
Gökdere, şehrin kalbinde
ve yüzyıllardır Setbaşı’nı
süslemeye devam ediyor. Bir
nefeste Bursa’yı içine çekmek
isteyen herkes sabah sporunda
Gökdere’de koşuyor. Su ile iç
içe dakikalar geçiriyor. Islah
projeleri ile her iki yakasına
yeşil alanlar, yürüyüş yolları ve
çocuk oyun grupları yapılan
Gökdere’de spor aletleri de
bulunuyor.
Setbaşı Köprüsü, Bursa – 01.04.2006
34
35
tek karede bursa
Su
kenarında
“fotoğrafın
fotoğrafı”
Temel fotoğrafçılıkta bilinmesi
gereken en temel kavramlardan bir
tanesi, pozlama süresi daha yaygın
kullanımları ile enstantane veya çekim
hızıdır. Pozlama süresi saniyenin
fraksiyonları şeklinde ifade edilir.
Örneğin 500 enstantane 1/500 sn. Yani
saniyenin 500‘de biri sürede çekim
yapılması demektir. Böylece hızlı
hareket eden konular daha hızlı bir
çekimle dondurulmuş hissi ile fotoğrafa
yansır.
Tirilye, Bursa – 25.10.2009
36
37
tek karede bursa
Uzun ince
bir su yolu
UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi'nde yer alan
Cumalıkızık’ın köy meydanından
yukarılara doğru taşlı, dar
sokaklar uzanıyor. Uludağ’ın
yamaçlarından bu sokaklara
akan soğuk sular, tam 700
senedir hiç durmuyor.
Cumalıkızık, Bursa – 10.06.2008
38
39
detaylı bakış
40
Keşiş
Dağı’ndan
akan
“Bursa suyu”
* Demet Argun Güngör
Nilüfer Baraj Gölü, Bursa – 03.04.2008
41
detaylı bakış
* Engin Çakır / Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012
“Bursa’da su çeşmeden
içilir...” BUSKİ, Bursa’da suyun
çeşmeden içilmesi gerektiğini
bu sloganla vurguluyor. Peki
ya nasıl oluyor da bu kadar
kendilerinden eminler? 5 bin
yıla yakın köklü tarihiyle pek çok
uygarlığa ev sahipliği yapmış
olan, su potansiyeli zengin
bu şehir, “su şehri” olarak da
anılıyor.
42
“Bursa ve Su” denince akla ilk “Velhasıl
Bursa sudan ibarettir” diyen Evliya
Çelebi ve “Bursa'da eski bir cami
avlusu/ Küçük şadırvanda şakırdayan
su” mısralarıyla başlayan Bursa’da
Zaman şiirinin usta şairi Ahmet Hamdi
Tanpınar gelir. Akla gelen en yegane
unsur ise Uludağ’dır. Tüm Türkiye’ye
mal olmuş birçok su firmasını ve
Bursa’nın şebeke suyunu sağlayan
Uludağ, Bursa’da suyun ta kendisidir.
Uludağ eteklerinden kaynağını alıp,
yüzyıllarca ovaya hayat veren su
günümüzde Doğancı Barajı, Nilüfer
Barajı, kaynaklar ve yer altı sularından
temin ediliyor. Çeşmeden akan su,
şebekede ve arıtma tesisinde sürekli
olarak denetim ve analizlere tabi
tutuluyor. Bursa Su ve Kanalizasyon
İdaresi’ne (BUSKİ) göre çeşme suyu;
kalsiyum, magnezyum ve silisyum gibi
mineraller bakımından damaca sulara
göre daha zengin bir yapıya sahip.
Bursa’da su çeşmeden içilir sloganıyla
Uludağ'daki su kaynaklarının halkın
kullanımı için olduğunun bilinmesi,
koruma ve kollanması amaçlanıyor.
Şebeke suyunun ekonomik ve
sağlıklı olduğunu vurgulayan bu
slogan Bursa Kimya Mühendisleri
Odası tarafından da onaylanıyor.
Oda Başkanı Ali Uluşahin, “Bursa’da
şebeke suyunu gönül rahatlığıyla
tüketebilirsiniz” diyor. Tadı ve
içerdiği klor nedeniyle vatandaşın
mesafeli durduğu şebeke suyunun
daha güvenli, sağlıklı ve ekonomik
* Engin Çakır
Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012
43
detaylı bakış
olduğunu söylüyor. Uluşahin, klor
nedeniyle şebeke suyundan uzak
duran vatandaşlara, “klorunun varlığı
değil, yokluğu sorun” hatırlatmasında
bulunuyor. “Suyun içindeki kireç
olarak isimlendirilen kalsiyum ve
magnezyum iyonları özellikle kemik
gelişimi açısından yararlıdır. Sudaki
kirecin eklemlerde kireçlenmeye neden
olduğu doğru değildir. Çeşme suyu
sürekli akış halinde olduğu için içinde
mikroorganizma üreme riski ambalajda
bekleyen sulara oranla daha düşüktür.”
diyor.
* Engin Çakır
Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012
44
İçme suyu kaynakları anlamında
günümüze ve geleceğe yanıt
verebilecek potansiyele sahip bulunan
Bursa’daki yıllık ortalama yağış 693
milimetre. Bursa yüzeyinin 20’de 1’i
ise su ile kaplı. Türkiye ortalaması kişi
başına düşen su miktarı yılda 1.600
metreküp iken Bursa’da kişi başına
yılda 2.500 metreküp düşüyor. Marmara
Bölgesi’nin en büyük gölü İznik ve
doğal yaşam alanı olmasıyla dikkat
çeken Uluabat Gölü Bursa’nın medarı
iftiharları... Susurluk Çayı’nın bir kolu
olan Nilüfer Çayı, Mustafakemalpaşa
Çayı, Göksu Çayı, Kocadere, Karadere
ve Aksu deresi ise Bursa’nın diğer su
kaynakları... Cumalıkızık Köyü’nden
yaklaşık 3 kilometre ileride yer alan
Saitabat Şelalesi ve Mustafakemalpaşa
ilçesinin sınırlarında yer alan Suuçtu
Şelalesi de “su” denince akla ilk
gelenlerden...
* Demet Argun Güngör / Nilüfer Baraj Gölü, Bursa – 08.06.2011
45
reklam haber
Bursa’ya “büyük bir havuz”
İstanbul, Konya ve Bodrum
şubeleri ile birlikte, 3 yıldır
Korupark alışveriş merkezinin
içerisinde sporseverlere hizmet
veren Score Fitness & Spa,
Bursa’daki 2. şubesini Sinpaş
Bursa Modern içerisinde
hayata geçirdi. Dev yüzme
havuzunda spor keyfi sunan
tesis rengarenk dekorasyonu ve
ferah kullanım imkanları ile yeni
üyelerini bekliyor.
46
Olimpik ölçülerden büyük, cam tavanlı
yüzme havuzunda, yaz-kış yüzme
keyfi sunan Score Fitness & Spa’nın
dünya standartlarındaki havuzu; 31m
uzunluğunda, 15m genişliğinde ve
120-180 cm derinliğinde. Havuzun
içerisinde bir de çocuk havuzu
bulunuyor. Rengarenk dekorasyonu
ve ilgi çekici mimarisi ile hizmet veren
yüzme havuzu tüm üyelerinin kullanımı
için hazır. Ayrıca havuz içerisinde
yetişkinlere yüzmeyi öğretmek ya da
daha da geliştirmelerini sağlamak
amacıyla özel dersler veriliyor. Score
Fitness & Spa üyelerinin çocuklarını
da unutmamış. Kulüp bünyesindeki
Çocuk Yüzme Akademisi’nde,
çocuklara özgü yüzme özel dersleri
düzenleniyor. Bu dersler ve eğitimlerin
tamamı konusunda uzman, eğitmenlik
belgelerine sahip eğitmenlerle
yürütülüyor. Score Fitness & Spa
üyelerine fitness ve yüzmeyi bir arada
sunarak sporu daha eğlenceli ve etkin
bir şekilde yapmalarına olanak tanıyor.
Score Fitness & Spa’nın Sinpaş Bursa
Modern şubesi, 3 katlı ve 5000 m2
bir tesise sahip. LCD televizyonlu
ve internet bağlantılı Teknogym
ekipmanlarının bulunduğu jimnastik
salonu, modern soyunma odaları,
2-6 yaş grubu için Kids Club, Türk
Hamamı, Sauna ve birçok ödül sahibi
Puri SPA, tesisin sunduğu diğer
hizmetler arasında. Gym salonunda DJ
eşliğinde yapılan Spinning, Yoga, Bosu
ve Pilates gibi modern egzersizler de
tesisin hizmet yelpazesinin içerisindeki
seçenekler...
47
tema
48
“Sudan
sebep”
Sihirli bir değnek olsa ancak
bu kadar etkileyebilirdi bizi.
Sağlıklı ya da güzel olmak ile
ilgili onlarca metinde, cildinizle
ilgili neredeyse her detayda,
psikolojide, sporda, doğada,
mutfağımızda, hemen hemen
her yerde ve en önemlisi
“içimizde” söz sahibi bir etken
var: su. Doğaya onun hakkında
ne söylersek, o da bize onu
veriyor.
Hazırlayan: Engin Çakır
Hazırlayan: Engin Çakır
Suuçtu Şelalesi, Bursa – 17.05.2009
49
tema
İnsan besin almadan haftalarca
yaşayabilir fakat susuz ancak birkaç
gün yaşayabilir. Canlılardaki hayat
belirtileri hücreden başlayarak
dokularda, organlarda, sistemlerde
devam eder. Bütün bu olaylar sıvı
ortamda oluşur ki bu sıvı ortamın aslı
sudur. Su bizim her şeyimiz kadar
düşüncelerimizi de oluşturur. Olumlu
düşünmek üzerine onlarca yazı
yazılmış olabilir. Düşünme biçimimizin
farklılaşmasının evrene verdiğimiz
iletileri de değiştireceğini ve bunun
sonucunda bizim de etkileneceğimizi
daha önce okumuş olabilirsiniz. Fakat
olumlu düşünme ile birlikte suyun ve
dolayısıyla bizlerin de değiştiği de bir
diğer tartışma. En basit ifadesiyle su
ve olumlu düşünce arasındaki bağ,
bir anne ile karnındaki bebeği kadar
doğrudan.
Şimdi kısaca bir beyin fırtınası yapalım
ve bugüne dek duyduğumuz birkaç
sözü bir araya getirelim: “Üzerinde
yaşadığımız dünyanın dörtte üçü sudan
oluşuyor.” “Vücudumuzun büyük bir
bölümü sudan ibaret.” Evliya Çelebi’nin
de dediği gibi, yaşadığımız bu kent de
zaten sudan ibaret… Buna göre suyu
etkileyen her şeyin bizi de etkiliyor
olması, mantıklı ve akılcı bir bakış
açısıyla büyük bir olasılık taşıyor zaten.
Geçmişte haberlerde izlediğimiz,
belki okuduğumuz ya da ağzımız
açık dinlediğimiz bir ismi hatırlatmak
istiyorum: Dr. Masaru Emoto. Su
kristalleri fotoğraflarını “Suyun Verdiği
Mesajlar’’ isimli iki kitap ile yayınlamıştı.
Bu kitaplar tüm dünyada 400 bin
gibi bir satış rakamına ulaştı. Aslında
bunda anlaşılmayacak bir yan da yok.
Dr.Emoto’nun su araştırmasını bu kadar
popüler kılan, düşünce ve duyguların
fiziksel gerçekliği etkilemesiydi. Aynı
yerden alınan su örneklerine yazılı ve
sözlü kelimelerle veya müzikle değişik
Dobruca, Bursa – 03.10.2010
50
niyetler, düşünceler yönlendirildiği ya
da odaklanıldığı zaman “su” kendi
ifadesini değiştiriyordu.
Temel olarak Dr. Emoto, suyun
“ifadelerini” yakalamayı başardı.
Geliştirdiği teknikte çok soğuk bir
odanın içinde son derece güçlü bir
mikroskop yardımıyla çok yüksek
hızlı bir fotoğraf çekimi gerçekleştirdi.
Bu teknikle henüz oluşmuş donmuş
su kristallerini fotoğrafladı. Ancak
değişik bölgelerden alınmış su
örneklerinin hepsi kristalize olamadı.
Örneğin, çok kirli nehirlerden alınan
su örnekleri sadece suyun içinde
bulunduğu durumu gösterdi. Dr.
Masaru Emoto donmuş suda oluşan
kristallere belirli düşünceler yoğun
olarak yönlendirildiğinde tepkimelerinin
değişiklik gösterdiğini keşfetti.
Daha açık bir ifade ile düşüncenin
şekline göre su kristalleri değişiklik
gösteriyordu. Yapılan deneyler
Kaplıkaya Deresi, Bursa – 20.06.2007
Suuçtu Şelalesi, Bursa – 08.08.2010
sonucunda çok temiz kaynaklardan
gelen su örneklerinin ve kendilerine
sevgi dolu sözcükler söylenen su
örneklerinin aynen kar tanelerinin
modeline benzeyen çok parlak,
yoğun motifli, simetrik ve çok renkli
desenler oluşturdukları görüldü. Buna
karşılık çevre kirliliğinin çok olduğu
bölgelerden gelen su örnekleri veya
olumsuz düşüncelere maruz bırakılan
su örnekleri; koyu renkli, asimetrik ve
tamamlanmamış motifler oluşturdu.
Bu araştırmanın ve keşiflerin sonuçları,
dünyayı ve kendi sağlığımızı nasıl
olumlu etkileyebileceğimizi gösterdi.
Devrim niteliğinde şuursal bir
farkındalık yarattı.
Dr. Emoto bize düşüncelerimizin,
davranışlarımızın ve duygularımızın
çevre üzerinde ne kadar derin etkileri
olduğunu gösterdi. Doğanın bizi, bizim
de doğayı etkilediğimizi kanıtladı.
Amerikan Holistik Tıp Derneği Başkanı
ve aralarında “Kutsal Şifacılık” isimli
bir kitabı da olan 295 adet yayının
sahibi Dr. Norman Shealy deneylerle
ilgili şu yorumu yaptı: “Su, bizim
içinde yaşadığımız dördüncü boyutla
ruhumuzun beşinci boyutu arasındaki
bağlantıyı temsil eder. Bundan
evvel pek çok çalışma, şifacıların
hidrojen birleştirmeleri veya suyun
kızılötesi ışınları emmesi ile ilgili
gözle görünmeyen etkilerini meydan
çıkartmıştı. Ancak, bu çalışmaların
hiçbirisi Dr. Emoto’nun zarif çalışması
ile boy ölçüşemez. Düşünce ve
güzelliğin etkisi bundan evvel bu kadar
iyi bir şekilde hiç anlatılamamıştı.’’
Suyun kültürümüzdeki yerinden ve
psikolojimize olan katkısından söz
etmeden su ile aramızdaki bağı
açıklamak elbette ki çok mümkün
olmaz. Fakat bunu küçük bir beyin
fırtınası ile yapmak oldukça kolay.
Diyelim ki yaz geldi. “Deniz havası
iyi geldi” deriz. Ya da dünyaca ünlü
“Hamam” kültürümüz. Tüm dünyayı
kendisine çeken plajlarımız. Tüm
dünyaya sattığımız sularımız. Hepsi bir
bütünün küçük parçaları aslında. Tatile
koşarak gidiyoruz çünkü bizi kendine
çeken bir deniz var. Kaplıca suları
hem bedenimize hem de ruhumuza
“iyi” geliyor. Su odaklı terapilerin ve
tedavilerin sayısı da her geçen gün
artıyor. Özellikle otistik çocuklara
suyun olumlu katkılarda bulunduğu
bilimsel olarak biliniyor ve bu konuda
tedaviler her geçen gün artıyor. Suyun
hayatımızdaki önemini açıklamanın
belki de binlerce yolu bulunabilir. Ama
esas konu sudan geldiğimiz ve suya
döneceğimiz. Anne karnından çıkan
bebeklerin %90’ı, çocukların %80’i,
ortalama bir insanın ise %70’i sudan
oluşuyor. Ve tüm sular okyanuslara
ulaşmaya çalışır.
İşte bu sebepten sudan etkileniriz
ve suya yakın olmak isteriz. Suya ne
ekersek, onu biçeriz.
51
manevi
52
Su ol!
Şimdi sen “su” olduğunu düşün. Su
kadar özel, su kadar faydalı ve su
kadar çok, tükenmez… İnanıyorum
ki gerçekten de öylesin. Ama ister
çeşmelerden dökül, ister göklerden
yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi
olmayan bir kovayı dolduramazsın.
Yani seni dinlemeyenlere sesini
duyuramazsın…
Unutma; daha çok bağırdığında daha
çok dinlenmezsin… Gürültünün parçası
olursun sadece!
Suyun yanında olanlar suyu en az
içenlerdir. Çünkü; “su nasılsa burada,
lüzum yok ki suyu kana kana içmeye”
diye düşünürler… Aynen, sesini sürekli
duyanların seni dinlemedikleri gibi!
Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın
gürültüler koparan yerinden su içmeye
çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi,
sabahın en sakin anını bekledi hep;
suyun durgun yerlerini bulabilmek
için. Gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını
giderdiler; onlar için en uygun olan,
kendi istedikleri zamanda…
Sen, hep bir su olduğunu düşün.
Su gibi güzel, su gibi yararlı, su
gibi vazgeçilmez… Ve su gibi hayat
kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi
yaşatıcı ol; Su gibi yıkıcı, sürükleyici
ve öldürücü değil! Sen bir su ol… Ama
rahmet ol; afet değil! Su isen tarlalarını
basma insanların, yuvalarını yıkma,
ocaklarını söndürme; sana “felaket”
denmesin!
Su isen bir bardağa sığabil ki;
damarlara giresin! Su; yüce Mevla’nın
insanlar için yarattığı en büyük
nimetlerden biri… Unutma suya
benzediğini. Su gibi özel, su gibi güzel,
su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su
gibi bitmez-tükenmez olduğunu da
unutma.
Ayrıca su gibi sakin olabileceğin
gibi, su gibi de “kıyametler” koparıcı
olabileceğini unutma… Unutma; senin
işin rahmet olmak, afet değil! Vadiler
varken önünde ve ovalar varken,
yayılabileceğin; küçük ırmaklara
ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara
bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene.
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine
devam ettiği müddetçe. Yoksa hep
duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan
ve kaçılan olursun seller, afetler gibi.
Tercih elindeydi hep ve hep de “senin”
ellerinde olacak…
Ya tutmayı öğreneceksin dilini; veya
hiç durmadan konuştuğun için, sadece
bomboş ve anlamsız sesler çıkartan
birisi olduğunu zannettireceksin
çevrendeki insanlara! Ama yapman
gereken şu değil mi; düşüneceksin ne
zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin
kimin dinleyip dinlemediğini, kimin
anlayıp, anlamadığını. Düşüneceksin
anlatmak istediklerinin ne kadarını
anlatabildiğini… Hatta anlayanların
anladıklarının da senin anlattıklarının ne
kadarı olduğunu düşüneceksin…
Ve konuşmak için en uygun zamanı
bekleyecek, en az ama en uygun
kelimeleri seçmeye çalışacaksın…
Ahmak olmayan yolcuların, önceden
aldıkları biletleri ceplerinde olduğu
halde, saatlerini kontrol ederek, vakit
yaklaştığında, vapurun kalkacağı
iskelede hazır olmaları gibi, sen de
fikrini bindireceğin kişinin “kıyıya
yanaşmasını” bekleyeceksin!
Demeyeceksin; “Ben canım isteyince
giderim iskeleye, vapur da o saniyede
gelmek zorunda!”
Demeyeceksin; “Ben aklıma geleni
aklıma geldiği biçimde söylerim.
Karşımdaki de değil duymak, değil
dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını
anlamak zorunda!” Keşke öyle olsaydı.
Keşke haklı olsaydın, ama maalesef
değil…
Ağzını açıp “Şelaleden dökülen suyu”
içmeye çalışan bir tavşan gördün
mü hiç? Veya önüne çıkan ağaçları
dahi sürükleyen bir selden susuzluk
gidermeye uğraşan bir ceylan?
Kaplanlar bile içebilmek için suyun
durulmasını bekler; Beyni olan her
yaratık gibi! Hadi… Sen şimdi “su
olduğunu” düşün, ve kendini “su gibi”
hisset…
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi
berrak, su gibi yararlı… Su gibi
hayat kaynağı ve su gibi bitmeztükenmez olduğunu hatırla… Ama yine
su gibi “bir küçük bardağın içine” sığdır
ki kendini; girebilmeyi öğren insanların
damarlarına. Hayat ver… Vazgeçilmez
ol!!..
Mevlana Celaleddin-i Rumi
53
bursa dokusu
Tasıyla tarağıyla
“hamam sefası”
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Peştamallardan fildişi taraklara, aynalardan havlulara, bohçalardan takunyalara,
peşkirlerden keselere kadar her şey aklımızda bir yerlerde geziniyor sanki. Bursa’da
hamam sözü geçince herkesin “içi ısınıyor…” Bir tas soğuk su ile serinlemeyi hayal
ediyoruz.
Tüm dünyanın yakından
ilgilendiği bir kültür
hamam sefası… Bu
özellikli ve “tertemiz
kokan” kültür bugün
neredeyse tüm turistik
tesislerde kendisine yer
buluyor. Bursa’da ise hamam kültürü
hala en güzel örnekleri ile nefes alıyor.
Fakat bu kültürün geçmişte kalmış
birçok detayı da var. Hamamın en
kısa tanımı şu; kendine has mimari
formlarla, topluca yıkanma kültürü.
Ama aslında beraber yaşamın getirdiği
tüm sosyalliklerle birlikte bir yaşam
şekli hamamlar…
Hamam mimarisinin kökeni ise
Roma İmparatorluğu’na dayanıyor.
Osmanlı İmparatorluğu, Roma’dan
54
miras aldığı bu kültürü kendi yaşam
tarzına ve geleneklerine göre yeniden
yapılandırmış. Roma İmparatorluğunda
durgun suyla yapılan temizlik,
Osmanlı’da akan su ile yapılır hale
gelmiş. Roma hamamındaki havuzların
yerini ise, Osmanlı’da kurnalar almış…
Osmanlı’da hamamlar üç başlık altında
inceleniyormuş. Özel hamamlar saray
ve konaklarda inşa edilmiş. Genel
hamamlar ise halkın kullanımına açık
çarşı hamamları olarak yerleşmiş.
Doğal kaynak sularının, ılıcaların
üzerine kurulan tesisler için kapalı
ılıca anlamında, “kaplıca” terimi
kullanılmış… Gelin, damat, lohusa
(kırk), sünnet, adak hamamları,
hamam kültürünün toplumsal
hayatla bütünleşmesini sağlayan
köklü geleneklerin isimleri. Osmanlı
döneminde kadının tek sosyalleştiği
mekân olarak da tanımlanabilir
hamamlar. Çeşitli eğlencelerin kaynağı
da denebilir elbette… Türk filmlerindeki
hamam sahneleri bu duruma en
güzel örnek... Aklınıza Adile Naşit’in
başını çektiği kareler gelebilir mesela.
Tosun Paşa filminin en renkli sahneleri
“hamamda” geçer.
Evlerinde hamamı olanlar dahi
yıkanmak için halk hamamlarını
tercih etmişler zamanında. Hamamda
uyulması gereken edep ve adap ise,
genel ahlak kurallarına uygunluk
göstermiş. Hamamın temiz kalması,
suyun israf edilmemesi, yıkanırken
su sıçratmamak, hamam kalabalık
olduğunda sıra gözetmek, yüksek
sesle ve çok konuşmamak, adaba
uymayanları uyarmak hamam
kültürünün en temel özellikleri olmuş.
Hemen hemen her evde hali hazırda
hamam bohçaları varmış. Çeşit çeşit
havlular, fildişi taraklar, işlemeli
peştamallar, bohçada bulundurulan
eşyalardanmış... Birçok ritüelin
yaşandığı hamamlarda gelin hamamı
ayrı bir ihtişama sahipmiş. Düğünden
birkaç gün önce yapılan gelin
hamamı, evlerine sabun gönderilerek
davet edilen misafirlerle tam bir
curcuna havasına dönermiş… Erkek
tarafıyla davetli sayısı görüşülür ona
göre davetli listesi oluşturulurmuş
ve hamam ücreti erkek tarafından
tahsis edilirmiş… Eğlence ile birlikte
gelinin çeyiz sandığından; işlemeli
peştamallar, hamam tasları, sedef
ve fildişi taraflar, havlular soğukluk
bölümünde misafirlere teşhir edilirmiş.
Gelin, peştamalın üzerine futa ve
omuzlarına keyfiye denilen ince
püsküllü bir örtü bağlayarak diğer
kızlardan ayrı görünüme sahip olurmuş.
Soğukluk havuzu ve sıcaklıktaki göbek
taşı etrafında üç kez dönülmesi adetten
sayılırmış… Gelin misafirlerle sohbet
eder, şarkılar söylenir, ikramlar yenilir
içilirmiş. Gelin sıcaklıkta yıkandıktan
sonra tören tamamlanırmış.
Lohusa ya da kırk hamamında
ise; bebek doğumunun 40. günü
sonrasında yapılırmış. Başta ebe
olmak üzere, akraba konu komşu
davet edilir, anne ve bebeğin sağlık
kontrolleri yapılır, çocuk sağlığı,
bakımı konularında bilgi alışverişinde
bulunulurmuş. Düğünü andıracak
kadar gösterişli olan kırk hamamları
yapılırmış. Lohusa, bir gelin gibi ipekli
peştamalla kuşanır, sedef nalınlar
giyermiş. Bebek şal ile kundaklanırmış.
Hamamcıyla hamam ustası lohusanın
kollarına girer, önde gümüş
buhurdanlıklarda öd ağacı yakılarak
şarkılar eşliğinde, camekândaki
havuzun etrafı dolaşılırmış. Lohusa
yıkanarak gusül abdestini alır, beline
bir kuşak bağlanarak bir nevi sağlık
kontrolünden geçirilirmiş. Çocuk
ebenin kucağında, sıcaklıkta yıkanırmış.
55
bursa dokusu
56
Bir ördek yumurtası tasın içinde
çalkalanır, yumuşak ve sabunlanmış
tülbent ile silinen çocuğun vücuduna
sürülürmüş. Ebe, bir altını kurna
musluğundan akan suya çarpa
çarpa üç İhlâs, bir Fatiha okuyarak
kırklama suyunu kurnaya aktarırmış.
Çocuk bu suyla yıkanır, sonrasında
kundaklanırmış. Daha birçok sosyal
olayın yansıması hamamlarda vücut
bulup, gelenekselleşmiş… Bu yüzden
hamam kültürü, önemini her daim
yaşatmış ve yenilemiş. Bugün tüm bu
kültürleri harfiyen uygulayan kalmasa
da, sürdürme gayretinde olan insanlar
hala var.
Bu değerli kültürün geçmişine
baktığımızda ise yine çok ilginç
detaylar gizli olduğunu görüyoruz.
Türkler yerleşim kurdukları bölgelerde,
Roma ve Bizans’tan kalan hamam
ve kaplıcaları yenilemişler ve bu
yapıları kendi anlayışlarına uygun hale
getirerek kullanmışlar. Bursa hamamları
ise genel olarak, kuzey-güney
doğrultusunda konumlandırılmış. Örtü
sistemi olarak kubbe kullanılırken, daha
küçük boyutlu yapılarda ahşap çatı
tercih edilmiş. Örtü sisteminde Türk
üçgeni süslemelerine sıkça rastlanıyor.
Dış cephelerde dışarısıyla ilişkili tek
mekân ise, soyunmalık bölümünün
kapı ve pencereleri... Dış cephe
mimarisi sade görünüme sahipken,
iç bölümlerde süsleme daha yoğun
kullanılmış…
Erkek hamamlarının girişleri daha
anıtsal, kadın hamamlarının girişleri ise
daha mütevazı boyutlarda tutulmuş.
Halk arasında yeraltı sıcak ve soğuk
sularına, abızen, abızenne, abızen-i
ilahi yani şifalı sular deniyormuş.
Çeşitli hastalıklara şifa olan bu
sulardan belirli aralıkları kapsayan
kürler halinde faydalanılıyor. Yabancı
Balneoloji (termal kaynaklardan terapi
ile faydalanma bilimi) kitaplarına konu
olan Bursa kaplıcaları; romatizma,
çeşitli ağrılar, anemi, cilt hastalıkları,
gastrointestinal sistem hastalıkları,
idrar yolları rahatsızlıkları, kadın ve
erkek rahatsızlıkları, şişmanlık ve
daha pek çok hastalığa deva olarak
biliniyor. Aslında deva olan sadece
sular değilmiş bunca yıl. Yaşayan
kültür halkın sosyalleşmesine, birçok
konuya çözüm bulmasına vesile olmuş.
Hamamlar yaşadıkça onunla birlikte
hem mimari kültür hem de gelenekler
korunmuş… Zamana direnen eski
hamamlar bugün geçmişten bir parçayı
da barındırıyor aslında. Kurnaların
içerisine dolan sular şifa getirirken,
hamamdan yükselen tüm sesler
geçmişi anıyor hamamlarda…
57
bursa dokusu
Su
sesinden
müzik
tınılarına
Bir zamanlar “sudan ibaret”
olarak anılan Bursa’nın su
kültürünün en somut ürünü
olan hamamlar, günümüzde
yeni işlevleriyle kentin sosyal
yaşamına renk katıyor.
Temizliğin ve saflığın sembolü
iken, bakımsızlık ve ilgisizlik
nedeniyle harabe duruma düşen
tarihi yapılar; müzik dinletilerinin,
söyleşilerin, panellerin, defile
organizasyonlarının, resim ve
fotoğraf sergilerinin doldurduğu
kültür merkezine dönüştürülerek
insanların ruhlarını yıkıyor.
Yazı: Saffet Yılmaz
Fotoğraflar: Bursa Büyükşehir Belediyesi Arşivi
58
Bursa’da hamam kültürünün tarihi
çok eskilere dayanıyor. Bugün hala o
dönemin adıyla anılan Roma hamamları
kuşkusuz bilinen en eskileri. Ancak,
eski çağlarda bol ve sıcak olduğu
için ilgi gören hamam ve kaplıcalar,
daha sonra hem inanç sisteminin
gereği olarak hem de ekonomik
değer taşıdığı için yoğun ilgi görmüş,
sayıları onlarla ifade edilir olmuştur.
İlk Osmanlı hamamları, Orhan Bey ve
kardeşi Alaaddin Bey’in Hisar içinde
yaptırdıkları hamamlardır. Onları,
yine Orhan Bey’in günümüzde Aynalı
Çarşı olarak anılan hamamı, Murat
Hüdavendigar’ın Nalıncılar Hamamı,
Yıldırım Bayezid’in külliyesinin içinde
yaptırdığı hamamlar, Sultan Çelebi
Mehmet’in ve II. Murat’ın yaptırdığı
hamamlar izler. Jüstinyen'in iki kubbeli
hamamına, Murad Hüdavendigar'ın
1511'de iki kubbe daha ilave ettirmesi,
Osmanlı’nın hamam kültürüne ve
kendinden önceki kültürel birikime
verdiği değerin açık bir göstergesidir.
1800’lü yıllarda Bursa’ya gelen yabancı
seyyahlar, kent merkezindeki hamam/
kaplıca sayısını 27, köylerdeki hamam
sayısını ise 100’ü aşkın olarak ifade
ederler.
Bursa’daki hamam sayısına ilişkin
en çarpıcı veri, ünlü gezgin ve anlatı
ustamız Evliya Çelebi’ye aittir. Evliya,
Bursa’da 17. yüzyılda evlerdeki özel
hamamlar da dâhil olmak üzere 3
bin kadar hamam olduğunu belirtir.
Kuşkusuz bu abartılı bir rakam
olarak gözükmektedir. Ancak, kent
merkezlerindeki hamamlara ilave olarak
59
bursa dokusu
60
köylerde, mahallelerde ve hatta evlerde
bir veya birkaç hamam bulunduğu da
kaynaklarca doğrulanmaktadır.
Hamamlara bu denli önem verilmesini,
temizliğin imanla ilişkisiyle açıklamak
mümkündür. Ancak onun kadar etkili
bir başka etmen de, hamamların
ekonomik değer olarak önemli bir
unsur olmasıdır. Vakıf eseri olarak iyi
gelir getirmesi ve külliyelere gelenlere
hizmet vermesi nedeniyle hamamlar,
yüzyıllar boyunca hem nitelik ve nicelik
olarak artmış hem de iyi korunmuştur.
Hamamlar sadece temizlik için yapılan
veya gidilen yer değildir kuşkusuz.
Dört yanı çevrilmiş işlemeli duvarları
ve kubbesiyle bu yapılar, toplumsal
yaşamın vazgeçilmez bir parçası;
tellağı, natırı, külhanbeyi ile yaşayan
ve kuşaklar boyu aktarılan bir kültürün
simgesi olmuştur. Kırk hamamı, damat
hamamı, nefse, gelin, güvey, adak ve
sünnet hamamı gibi hamam çeşitlerinin
yanı sıra, “hamamda kız beğenme”,
“kadınlar hamamına çevirme”,
“hamama giren terler”, “handa
hamamda gözüm yok” gibi deyimler
günlük yaşamda çokça yer edinmiştir.
Orta Asya’dan Küçük Asya’ya kadarki
göçlerinin her durağında temizlik
kültürüne ilişkin değer ve yapıları
yanlarında taşıyan ve Bursa’da inşa
ettikleri birbirinden değerli hamam
ve kaplıcalarla bu kültürü taçlandıran
Türkler, bugün dünyada kabul gören
“Türk Hamamı” markasını modern
mekânlarda yaşatacaklar gibi
görülüyor. Yüzyıllarca tarihe tanıklık
etmiş olan bu yapılar yerlerini kültür
merkezlerine bırakırken, dünyaca ünlü
hamam kültürümüz, gerek hala ayakta
olan ve işleyen tarihi hamamlarımızda
ve gerekse çok yıldızlı otellerin modern
hamamlarında yaşatılmaya devam
ediyor. Geleneksel peştamalın yerini
mayo ve bikini, nalın’ın yerini plastik
terlik, ipek işlemeli bohçanın yerini spor
çantanın aldığı günümüzde, mimarisiyle
Türk-İslam şehirciliğinin önemli
unsurlarından biri olan hamamlar da
yerini kültür merkezlerine bırakmakta.
Geçen 10 yıl, Bursa’da çok sayıda
hamamın kültür merkezi olarak yaşama
katılmasına tanık oldu. Yeni işlevini kısa
sürede benimsediği gözlenen bu tarihi
yapılar, “kurtuluş” için belediye ve diğer
kurumların el uzatmasını bekliyor.
Yüzyıllarca topluma hem temizlik hem
de kültürel alışveriş mekânı hizmeti
veren bu yapılar, başta deprem olmak
üzere doğal etmenler nedeniyle zaman
içinde kullanılamaz duruma geldi.
Bir kısmı yıkılıp taşları başka yapılara
malzeme oldu, şanslı olanları ise
demirci, marangoz vb. mesleklerin icra
edildiği mekânlar halini aldı. Elbette
pek çoğunun mülkiyeti de el değiştirdi.
Hamamların kültür merkezine
dönüşmesinin tarihi, kentte son
dönemde başlayan tarihi mirası ihya
etme çabalarının ürünüdür ve Ördekli
Hamamı ile başlar. Onlarca yıl her yerel
yöneticinin ayağa kaldırmak için çaba
harcadığı ancak kamulaştırma, röleve
ve restorasyon projesi hazırlama, kurul
onayı alma ve ihale edip restorasyonu
gerçekleştirme aşamalarını bir türlü
aşamadığı tarihi yapı, 2004 yılındaki
kararlı çabaların sonucu 2008 yılında
yeni kimliği ile Bursalıları karşıladı.
Bursa’nın en büyük hamamlarından
biri olan bu tarihi yapının ayağa
kaldırılması, yerel yöneticilere hem bu
tarz yapıların restorasyonu noktasında
hem de kültür merkezi olarak
işlevlendirilmesine cesaret verdi. Bu
sayede Bursa eşsiz kültür merkezlerine
kavuştu. Önümüzdeki yıllarda sayıları
onlarla ifade edilen yeni kültür
mekânları doğuyor. Diğer tarihi yapılar
gibi hamamların restorasyonunda da
çeşitli yöntemler kullanılıyor. Bir kısmı
kamulaştırılarak restore edilirken, bir
kısmı da mülk sahipleriyle işbirliği
yapılarak ayağa kaldırılıyor. Vakıf eseri
olan yapılar Vakıflar ile anlaşılarak, özel
mülk olanlar ise belirli dönemler için
belediyeye devri sağlanarak restore
ediliyor.
Ömrünün son 100 yılını virane bir
şekilde geçirdiği için Bursalıların
“Yıkık Hamam” olarak bildiği Ördekli
61
bursa dokusu
Hamamı, Recep Altepe’nin Osmangazi
Belediye Başkanlığı döneminde
ayağa kaldırıldı. Yapımına Yıldırım
Bayezid döneminde başlanan ve 30
yılda ancak tamamlanabilen tarihi
yapı, planı itibarıyla diğer hamamlara
benzemiyor. 1400 metrekare alan
üzerine kurulu hamam, 600 yıllık
ömrünün en keskin dönüşümünü Nisan
2008’de gerçekleştirdi. Yapı artık kültür
merkezi… Ördekli Hamamı’nın kültür
merkezi olarak başarısı, onu takip
eden hamam restorasyonlarının da bir
anlamda itici gücü oldu. Çünkü Ördekli
Hamamı Kültür Merkezi’nde yılda
ortalama 70 civarında sergi, 250’yi
62
aşkın toplantı - konferans - söyleşi,
haftanın 5 günü geleneksel sanatlar
alanlarında kurslar gerçekleştiriliyor.
Tarihi mekânın yıllık ziyaretçi sayısı ise
100 binin üzerinde.
Çifte hamam niteliğindeki ender
yapılardan biri olan Mahkeme Hamamı
da kültür merkezi olan hamamlar
kervanına katıldı. Hamam kültürünün
yaşatılması amacıyla tarihi yapının
bir bölümü orijinal kimliği ile hizmet
vermeye devam ederken, diğer
kısmına bölgedeki eğitim kurumlarının
yoğunluğu ve bu kurumların
kullanabileceği sosyal-kültürel amaçlı
salon bulunmadığı dikkate alınarak
“sosyal ve kültürel” işlev verildi.
Ördekli ve Mahkeme Hamamları gibi
sosyal mekan işlevi ile yaşayan veya
yaşaması amaçlanan daha birçok
hamam var ve çalışmaları hızla devam
ediyor. 2013 başında bunlardan
birçoğu hayata geri kazandırılmış
olacak. Kayıhan, İncirli, Muallimzade
(Dökümhane), Nalıncılar, Reyhan
Paşa, Davutpaşa, İbrahim Paşa,
Yıldırım Beyazıd, Cık Cık (Gir-Çık), Emir
Sultan, Ürünlü, Tahir Ağa, Hasan Paşa
ve Balıkpazarı (Gemlik) hamamları
bunların en öne çıkanları.
63
detay
Şehrin yeni
silüetinde
“su dolu
bir taş”
Kent mimarisi ve mobilyaları
o şehrin kimliğini oluştururken
bir yandan da şehre yeni
bir ruh kazandırır. Yeniden
düzenlenen Altıparmak Meydanı
da Bursa’nın silüetinde büyük
önem kazanıyor. Yüzen taşlar
heykeli yeni bir ruh arayan kent
merkezine tıpkı nostaljik tramvay
gibi bir katkıda bulunuyor.
64
“Altıparmak Meydanı’nda Taşlar
Yerinden Oynuyor!” sloganıyla
Bursalıların beğenisine sunulan Yüzen
Taşlar Heykeli, aslında dünyada pek
çok örneği bulunan bir yapıt. Türkiye’de
ilk ve tek, dünyadaki örnekleri arasında
ise en yükseği olan bu yapıt; tarih,
sanat ve teknolojiyi bir araya getiriyor.
Geleneksel Türk sanatlarından Bursa’ya
özgü Karagöz-Hacivat ve Gölge
Oyunları’nın anısına, dünyaca ünlü
heykeltıraş Christian Tobin’in elinden
çıkan “Yüzen Taşlar Heykeli”, sanat
ve mühendisliği bir araya getiriyor.
Tobin’in kendine has üslubu ve tekniği
ile tarihi yorumladığı yapıt; Kültür AŞ.
öncülüğünde, BTSO’nun katkılarıyla,
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bir
hizmeti. Kinetik heykeli bulan ve akımın
öncüsü olan Alman heykeltıraş, 30 yıldır
bu alanda çalışıyor. ABD, Almanya
ve İspanya gibi daha birçok ülkede
de kinetik heykelleri bulunan sanatçı,
kariyerinin en yüksek eserini Bursa için
icra etti. Gemlik’ten çıkarılan Diabas
taşı üzerinde ve Ovaakça mevkiinde
kurulan atölyede altı ay boyunca
çalışma yapan ve bu sırada heykelin
konumlandırıldığı Altıparmak semtinde
yaşayan Alman heykeltıraş, kentin
dokusuna dair izlenimlerini toplamda
45 ton ağırlığındaki iki heykelden
oluşan eserine yansıttı. Sanatçı,
kendisiyle özdeşleşen tekniğiyle suyun
kinetik gücünü kullandı ve onlarca ton
ağırlığındaki taşları hareket ettirebildi.
8 ve 7 tondan oluşan üst kısımları
suyun gücüyle hareket eden taşlar,
Karagöz ve Hacivat’ın diyaloğunu
temsil ediyor. Özel bir aydınlatma
sistemiyle ışıklandırılan “Yüzen Taşlar
Heykeli’’nin arkasına düşen gölgesi
Karagöz ile Hacivat’ın yüzyıllar süren
gölge oyununu yeniden yaşatıyor.
Karakterlerin gözlerini taşıyan üstteki
taşların hareketleri ve suların hareket
tarzı da yine kendilerini yansıtıyor.
Karagöz’ün hareketli ve hırçın yapısını
simgeleyen heykelinin tepesinden
hızlıca fışkıran sular Hacivat’ın bilge ve
muzip karakterine uygun olarak taşın
yan kısımlarından dalgalı olarak hareket
ediyor. Heykelin etrafını çevreleyen
yazılarda Karagöz ve gölge oyunlarını
anlatan bir de mani yer alıyor. Maninin
hemen yanında ise kenar süslemesi
şeklinde Selçuklu mimarisine
ait motiflerden alınmış kesitlerle
oluşturulan bir kripto bulunuyor. Şifreyi
çözmek isteyenler için gerekli ipuçları
da yine heykelde bulunuyor.
65
odak noktası
Yerin altından doğa
manzaraları
Konumuz suyla iç içe bir yeraltı
cenneti. Tamamının keşfi yakın
zamanda yapılan Bursa Ayvaini
Mağarası; Türkiye’nin 7., Güney
Marmara Bölgesi’nin ise keşfi
yapılan en uzun mağarası
oldu... Hidrolojik açıdan etkin bir
yapıya sahip olan bu mağara
dört bir yanı doğal güzelliklerle
bezeli Bursa’nın gizli kalmış
hazinelerinden sadece bir
tanesi...
66
Uluabat Gölü’nün güney bölümünde,
Söğütalan Platosu’nun kuzey kenarında
yer alan Ayvaini Mağarası’nın ilk girişi
Nilüfer ilçesine bağlı Ayvaköy’de
bulunuyor. Ayva Köyü Nilüfer’e
bağlı 30 hanelik bir köy. Rakımı
135. Köyün bulunduğu yer çukurda
kalıyor. Arazisi ise Uluabat Gölü
manzaralı ve iyi bir piknik alanı.
Eskiden batısında yer alan Mustafa
Kemal Paşa İlçesi’ne bağlı olan köy,
1967 yılında merkeze bağlanmış.
Diğer girişi ise Mustafakemalpaşa
ilçesine bağlı Kazanpınar Köyü
mevkiinde. İki girişi arasında 4 bin 8
yüz metre mesafe bulunuyor. Bursa’yı
Mustafakemalpaşa’ya bağlayan 82
km’lik eski yol mağaranın yakınından
geçiyor. Ayvaini’ne bu yoldan
gidilebildiği gibi, gölün kuzeyinden
geçen Bursa-Balıkesir-İzmir yolundan
da gidilebiliyor.
Eski adı Kirmasti olan mağaranın
girişleri oldukça sarp bir parkurdan
oluşuyor. Bu sebeple mağaraya ancak
profesyonel dağcı ve mağaracılar
girebiliyor. Henüz halkın ziyaretine
açılmamış durumda. Giriş kısmı hariç
yatay gelişen bir düzlemde olan
mağara büyük bir kaya bloğunun
özenle oyulduğu hissiyatını veriyor.
Mağarada bulunan sarkıtlar ve dikitler
ise hassas bir heykeltıraşın elinden
çıkmışçasına görenleri büyülüyor.
Mağara tavanlarından damlayan
sulardan, kalsiyum karbonatın ayrışarak
milyonlarca yılda oluşturduğu bu
doğa harikaları, mağara aksı boyunca
ziyaretçilerine eşlik ediyor.
Damlataş havuzları, dikitler, duvar
damlataşları, sarkıt ve irili ufaklı 60
civarında gölle kaplı olan Ayvaini
Mağarası’nın neredeyse 2 bin 500
metresi sular altında ve ancak
profesyoneller tarafından botlarla
ulaşılabiliyor. Turizm potansiyeli
67
odak noktası
68
bakımından birçok mağara
araştırmacısını kendine çeken bu saklı
cennetin, çok yakında turizm için hazır
hale getirilmesi amaçlanıyor. Ayrıca
Nilüfer Belediyesi Ayvaini Mağarası’nın
tanıtımı amacıyla çeşitli çalışmalar
planlıyor.
Aks boyunca hiçbir yerinden ışık
sızmayan mağara, canlı türleri
bakımından da son derece zengin. En
çok yarasa kolonilerinin dikkat çektiği
mağarada; suyılanı, çiyan, tatlı su
yengeci ve kurbağa türleri bulunuyor.
Mağara içinden akan ve Ayva Köyü
çıkışında şelale şeklinde dışarı dökülen
Karadonlu Deresi mağara içerisindeki
büyüleyici atmosferin baş aktörüdür.
Karadonlu Deresi’nde yaşayan ve
varlığı çağlar öncesine dayanan tatlı
su karidesinin Uluabat Gölü’nde
bulunan kerevitin atası olduğuna
ilişkin çalışmalar akademik çevrelerce
yürütülüyor.
69
yakın plan
Suya
batmış bir
“saray”
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul - 08.06.2006
Yerebatan Sarayı, İstanbul’un eşsiz tarihî yarımadasının tam ortasında yer alıyor. M.S 542 yılında
Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın “su” ihtiyacını karşılamak
üzere yaptırılmış. Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı da halk
tarafından Yerebatan “Sarayı” olarak anılıyor...
İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü
devletlerce hep ele geçirilmek istendiği
için Bizans imparatorları kentin
birçok yerinde sarnıçlar yaptırarak
kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını
karşılarlardı. Bu da şehrin altında
devasa sarnıçların oluşmasını sağladı.
Bugüne dek varlığını tüm ihtişamıyla
koruyan Yerebatan ise bunların en göz
kamaştıranı... Etkileyici atmosferiyle
müze olmasının yanı sıra ulusal ve
uluslararası birçok sanat etkinliğine
ev sahipliği yapan sarnıçta, caz
akşamlarından şiir gecelerine, modern
dans gösterilerinden tiyatro oyunlarına
kadar birçok organizasyon olabiliyor.
İstanbul’daki en büyük (uzunluğu
140 m, genişliği 70 m, yüksekliği
8 m.) kapalı sarnıç olan Yerebatan
Sarnıcı’na, Ayasofya’nın batısındaki
küçük binadan giriliyor. Yaklaşık olarak
80,000 metreküp su tutan sarnıcın
üstü kapalı olduğu için tavanı tutan 12
sıra halinde 4’er metre aralıkla dizilmiş
70
336 sütun bulunuyor. Sütunların
boyu ise 8 metre... Sarnıcın suyu 19
km uzaklıktaki Belgrat Ormanı’ndan
Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Su
seviyesi mevsimlere göre değişirdi.
Doğu duvarındaki değişik seviyelerdeki
borular ile dışarıya su verilirdi. Yabancı
kaynaklarda sarnıcın isminin yanında
geçen Basilika(Basilica) ifadesi
ise sarnıcın yakınında bulunan Ilius
Basilikası’ndan geldiği rivayet ediliyor.
Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki
iki sütunun altında kaide olarak
kullanılan iki Medusa başı Roma
Çağı heykeltıraşlık sanatının şaheser
örneklerinden birisi. Medusa’yla
ilgili mitolojiye dayandırılan birçok
efsane bu sarnıcı daha da gizemli
kılıyor. Bir söylenceye göre Medusa
yeraltı dünyasının dişi canavarı
olan üç Gorgona’dan biridir. Bu üç
kız kardeşten yalnızca yılanbaşlı
Medusa ölümlüdür ve kendisine
bakanları taşa çevirme gücüne
sahiptir. O dönemde büyük yapıları
ve özel yerleri kötülüklerden korumak
amacıyla Gorgona kafalarının resim ve
heykellerinin konulduğu, Medusa’nın
da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği
zannediliyor. Bir başka rivayete
göre ise Medusa siyah gözleri, uzun
saçları ve güzel vücudu ile övünen bir
kızdı. Uzun zamandan beri Zeus’un
oğlu Perseus’u sevmekteydi. Bu
arada Athene de Perseus’u seviyor
ve Medusa’yı kıskanıyordu. Bunun
için Athene, Medusa’nın saçlarını
korkunç yılanlar biçimine soktu.
Artık Medusa kime baksa, baktığı
kimse taş kesiliyordu. Daha sonra
onu bu biçimde gören Perseus
heyecanla Medusa’nın büyülendiğini
düşünerek başını kesti, başını eline
alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok
savaşlar kazandı. Medusa’nın eski
Bizans’ta kılıç kabzalarına ve sütun
kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği
söylenir.
71
yakın yerler
72
Suya düşen
gerçeküstü
doğa
Sudüşen Şelalesi, Yalova – 07.09.2012
Bursa için “yakın yerler” başlığına en uygun rotalardan bir tanesi
Sudüşen Şelalesi. Doğa ile baş başa vakit geçirmek isteyenler için
birebir. Doğa harikası bu şelale size güzel bir günübirlik macera
vaat ediyor.
Şelaleye giden yol doğal bir yürüyüş
parkuru. Yaz aylarında yerli ve yabancı
turistlerce yoğun olarak tercih ediliyor.
Şelaleye giderken eşsiz bir baraj gölü,
Marmara Denizi manzarası ve çok
çeşitli orman faunası ile ilerlersiniz.
Büyük bir karışık ormanın içerisinden
seyahat ederken sık sık ara verip
fotoğraf çekebilirsiniz. İyi bir doğa
yürüyüşü parkuru ve dinlendirici bir
piknik alanı olan Sudüşen Şelalesi
çevresi, her mevsim yoğun bir bitki
örtüsü ile kaplı. Marmara bölgesindeki
“Karadeniz” diye tarif etmek çok da
yanlış olmaz.
Yalova-Termal arası yaklaşık 11 km,
Termal’in hemen yukarısında yer alan
Üvezpınar Köyü’nden dağlara doğru
devam edilirse, 8 km sonra şelalenin
bulunduğu yere ulaşılabiliyor. Ancak
bu yol, oldukça virajlı ve zorlu bir dağ
yolu. Araba ile gitmek kış aylarında
zor olabilir. Köyden şelaleye yürümek
yaklaşık iki saatinizi alabilir. Sudüşen
Şelalesi Samanlı Dağları’nın
uzantısında yer alıyor ve 10m
yüksekliğinde. Yazın ferahlamak için
mükemmel olsa da kışa hazırlandığımız
şu günlerde gidiyorsanız, biraz kalın
giyinmenizde fayda var. Suyun ve
ağaçların serinliği sizi üşütebilir.
Şelaleyi köylüler sahiplenmiş,
girerken de küçük bir ücret alıyorlar.
Yiyeceğinizi yanınızda getirmelisiniz
ya da Üvezpınar Köyü’ndeki manzaralı
yerlere kurulmuş birkaç küçük tesisi de
tercih edebilirsiniz. Diğer bir seçenek
ise Üvezpınar’a çok yakın olan Termal
ilçesini tercih etmek.
73
gezi-yorum
74
Antik
Çağ‘dan beri
uyumayan
Melas
Türkiye’de “su” denince akla
gelen ilk isimlerden bir tanesi
Manavgat Şelalesi. Bunun
sebebi ise Türkiye'nin en
düzenli akan ırmağı üzerinde
yer alması. Antik Çağ’dan
beri hiç durmayan Manavgat;
Antalya’da turkuvaz bir
hikayenin en güçlü, en hareketli
ve en içten kahramanı. Ona
dur demek için hikayeyi baştan
yazmak gerekiyor...
75
gezi-yorum
“Gökyüzünün mavisiyle yarışan
yeryüzü” Manavgat’ın sloganı. Turkuvaz
bir tabloya benzeyen şelale ile iç içe
geçmiş bu şehir için belki de daha
iyi bir ifade olamazdı. Bağlı olduğu
Manavgat ilçesine 3 km, Antalya’ya 72
km mesafede şelale. Ünü Türkiye’yi
aşmış bu dev ırmak, sularının
3-4 m'lik bir falezden düşmesiyle
meydana geliyor. Az bir yükseklikten
dökülmesine rağmen geniş bir alan
üzerinde yüksek bir debiyle akıyor.
Gürül gürül akışı görülmeye değer
manzaraların da yaratıcısı... Dünyanın
en uzun yeraltı akarsularından bir
tanesi olan Manavgat Irmağı’nı
besleyen kaynaklardan en büyüğü olan
karstik Dumanlı Kaynağı, sol kıyıdaki
dik bir kayanın yüzünde bulunan küçük
mağaralardan fışkırarak çıkıyor. Duman
ve köpük halinde 15 m kadar yükselip
ırmağa karışıyor.
Türkiye’de üzerinde taşımacılık
yapılabilen ender akarsulardan birisi
olan Manavgat, Antik Çağ’da Side
antik kentinin su kaynağıydı. Bu
nedenle bugünkü Sevinç Köyü'nden
Side'ye kadar 30 km uzunluğunda bir
su kemeri inşa edilmişti. Bu suyolu 25
m yüksekliğindeki kemerler üzerinden
geçiyordu. Bugün bazı bölümleri ayakta
olan kemerlerin bir bölümü kayalar
üzerine oyularak yapılmıştı. Antik
Çağ‘daki adı Melas olan Manavgat’ın
dünyaca ünlü bu ırmağı, dar ve dik
yamaçlı kanyonlar arasından geçerek
oluştu. Üzerinde hidroelektrik santrali
hizmeti veren Oymapınar ve Manavgat
barajları bulunuyor. Irmak üzerinde ikisi
yaya üçü de araç trafiğine açık 5 köprü
var.
Batı Toroslar’ın hemen güneyinde,
Amanos Dağları’nın Akdeniz’e doğru
olan uzantısında olan Manavgat
ilçesine can veren bu ırmak, şehir
gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş
başa kalmak isteyenler için ideal bir
adres. Kökleri ve dalları suya uzanan
76
77
gezi-yorum
çınar ağaçlarının gölgesindeki mesire
yerinde, piknik alanları, hediyelik eşya
dükkanları, lokantalar, çay bahçeleri ve
seyir balkonları bulunuyor.
Irmak üzerinde gezi yapan onlarca
tekne turu bulunuyor. Irmaktan denize
açılan bu turlar ilginç bir deneyimi
de beraberinde sunuyor. Irmaktan
denize tekne ile açılmak kimi zaman
biraz riskli de oluyor. Tekneler biriken
kumullara saplanabiliyor. Tekne turları
yaklaşık 3-4 saat sürüyor. Irmağın
denize bağlandığı noktada mola
veriliyor. Eğlencenin ise sınırı yok.
Kimi zaman canlı müzik, kimi zaman
78
dansöz eğlenceye katılıyor. İsteyenler
denize, isteyenler ırmağa girebiliyor.
Irmağın suyu yazın en sıcak günlerinde
bile 0 dereceye çok yakın seyrediyor.
Serinlemek için ideal fakat denizden
çıkmış birisi için şok geçirme riski
de taşıyor. Bu sebeple suya bir anda
atlamamak gerekiyor.
Suları mineralleri bakımından zengin,
temiz ve berrak bir ırmak Manavgat.
Birçok balık ve kuş türüne de ev
sahipliği yapıyor. Alabalık, sazan,
kefal, levrek, karabalık gibi balıklarla;
değişik türlerde balıkçıllar, sutavuğu,
ördek, kaz, yalıçapkını ve martılar gibi
kuşlar ırmak boyunca süren zengin
bitki topluluğuna eşlik ediyorlar.
Söğüt, çınar, kavak, dut ve karaağaç
gibi ağaçlarla; böğürtlen, kuş üzümü,
zakkum gibi küçük maki çalılıklar
ve otsu bitkiler etrafınızı saran bitki
topluluğunun bireyleri... Ayrıca tatlı
su kaplumbağalarını kuru kütükler
üzerinde güneşlenirken görebilirsiniz.
Zengin ırmak yatağı boyunca verimli
toprakları dolduran narenciye bahçeleri
ve seralar da görülmeye değer
Manavgat öğelerinden...
79
uzaktaki yakın
KİEV
Özgür Çakır
80
İçinden nehir geçen bütün kentler gibi alımlı ve mağrur. Saçının
rengini, altın yaldızlı kubbeli manastırlarından; gözünün rengini,
uçsuz bucaksız yeşilliklerinden; yanaklarının pembeliğini, su
yerine içtiği votkadan; teninin rengini, kışın büründüğü beyaz kar
örtüden alan, soyu da kendi de asil ama bir o kadar da pespaye ve
sıcakkanlı, hayat dolu bir kadın bu şehir.
Modern zamanların masal diyarı 81
uzaktaki yakın
Dergi Bursa’nın “su” ana temalı bu
sayısında rotamızı kuzeye, içinden
nehir geçen bir kente, Kiev’e
çeviriyoruz. Sınır komşumuz olmasa da
Karadeniz’den dolayı kuzey komşumuz
olan Ukrayna, Demir Perde döneminde
fikren biraz uzağımıza düşmüşse
de aslında akrabalık ilişkilerimizin
bile olduğu yakın sayılabilecek
mesafedeki bir komşumuz. Yaklaşık
600 bin km2 yüz ölçümü ve 46 milyon
civarındaki nüfusuyla büyük bir ülke
olan Ukrayna, Karadeniz’in kuzeyinde
geniş bir sahil şeridinden Kırım
Yarımadası’nı da içine alarak Doğu
Avrupa içlerine doğru Dinyeper Nehri
boyunca uzanıyor. Tam kuzeyimize
düşen ve aynı saat diliminde yer
aldığımız Ukrayna’nın iklimi ılıman
bir kara iklimi ve tabi kuzeyde olması
nedeniyle ortalama mevsim sıcaklıkları
Türkiye’den biraz daha düşük.
Bu “biraz daha”nın altını çizmek isterim
82
çünkü eğer seyahatinizi sonbahar ya
da kış aylarında gerçekleştirecekseniz
sıfırın altında derecelere göre hazırlık
yapmanızda fayda var.
Kiev Kynazlığı Rus siyasi tarihinin
başlangıcı kabul ediliyor ve
Kiev Rusların ilk idari birimlerini
oluşturdukları şehir. Kimilerine göre
ilk Rus başkenti. Efsaneye göre
şehrin kurucuları; Kyi, Shchek,
Khoryv isimli üç erkek kardeş ve
kız kardeşleri Lybed. Ukraynacada
Kyiv olan ismini ise büyük erkek
kardeşten aldığına inanılıyor. Bazı
kaynaklarda Hazarya Türkçesinde
Kiev’in “nehir kıyısında kurulu ev”
anlamına geldiği de söylenmekte.
Kurulduktan sonraki tarihçesine
detaylı girmek niyetinde değilim
ama yüzyıllar boyunca verimli tarım
arazileri, stratejik konumu ve saldırılara
açık coğrafi özelliği nedeniyle birçok
kez el değiştirmiş Kiev. 1920 Sovyet
işgali 8 milyon Ukraynalının ölümü ile
sonuçlanmış. Çok geçmeden II. Dünya
Savaşı döneminde Alman ve Rus
ordularının ardışık işgalleri sonucu da
yine yaklaşık 7-8 milyon Ukraynalının
ölümü ve Kiev şehrinin yerle bir
olması… Kanlı işgaller ve büyük acılarla
dolu Ukrayna ve Kiev şehri yakın
tarihte de (1986) Çernobil felaketini
yaşamış bir coğrafya. Tarihin tozlu ve
radyasyonlu sayfalarına dalmışken
Perestroyka sonrası 1991’de gelen
bağımsızlık ve 2004 yılındaki başkanlık
seçimi esnasında vuku bulan Victor
Yushchenko’nun Turuncu Devrimi’ni de
hatırlatalım.
İlginç bir istatistik olarak ülkedeki kadın
nüfusunun erkek nüfustan yaklaşık
4 milyon kişi daha fazla olduğunu
belirtmeli. Kiev nüfusunun da %57’sini
kadınlar oluşturuyor. Lviv gibi bazı
kentlerde ise bu oran %80’lere kadar
ulaşıyor. Bağrından Hürrem Sultan’ı da
çıkarmış olan Ukrayna’da kadınların
hem sosyal ve siyasi hayatta hem
de ticarette etkin rol aldıklarını da
söylemek yanlış olmaz. Çok sayıda
yüksek ökçeli kadın polis memuru
ya da örneğin taksi ve otobüslerin
şoför koltuğuna geçmiş Nebahat Abla
görürseniz şaşırmayın. Yani Ukraynalı
kadınlar sadece güzel değil, aynı
zamanda toplumda eşit, güç sahibi
ve etkinler. Bunun en güzel kanıtı da
Ukrayna’nın kadın başbakanı Yulia
Tymoshenko.
Uzun feribot yolculuğunu
saymazsak Kiev’e ulaşmanın en
pratik yolu elbette ki uçak yolculuğu.
İstanbul’dan THY ya da Ukrayna hava
yolu olan Aerosvit ile karşılıklı her
gün çok sayıda tarifeli uçak seferi
mevcut. Zaten bu iki ulusal hava
yolu şirketi uçuşlarını da ortaklaşa
gerçekleştirdiğinden tercihinizin
hangisinden yana olacağının pek
bir önemi yok. İstanbul Atatürk
Havalimanı’ndan Kiev’e olan uçuş
yaklaşık 1 saat 45 dakika sürmekte
ve ineceğiniz havalimanı da Borispol.
Yakın zamanda Euro 2012’ye ev
sahipliği yapmış olan Kiev şehrinin
havalimanına bu sebeple sağlam
bir makyaj ve restorasyon yapılmış.
Yakın zamanda hizmete açılacak olan
yeni ve büyük bir terminalin inşası
da tamamlanmak üzere. Borispol
Kiev’den yaklaşık 40 dakikalık bir sürüş
mesafesi uzaklıkta. Havaalanı çıkışında
solda yer alan servis otobüslerini
tercih edebileceğiniz gibi resmi ya da
korsan taksilerle de uygun fiyatlarla
şehre ulaşmanız mümkün. Bizdeki gibi
taksimetre uygulaması olmadığı için
Kiev’de taksiye binmeden önce sıkı bir
pazarlık yapmanızı öneririm. Pazarlık
100 dolardan başlayacaktır ama siz siz
olun Borispol’dan Kiev’e gitmek için 25
dolardan fazlasını vermeyin. Hazır konu
açılmışken Ukrayna para birimi Gravni
(UAH). Kaba bir hesapla yanında
UAH bulunan fiyatları beşe bölerseniz
TL karşılığını bulacaksınız. Otomatik
makineler ve döviz bürolarında TL
yerine dolar ya da avro bozdurmanın
daha kolay olacağını hesaba katarsak
yanınızda çok da abartmadan dolar ya
da avro götürmenizde fayda var.
Havalimanından kente olan
yolculuğunuzda büyük
ihtimalle taksi şoförünüzde fark
edeceğiniz gibi Kiev’de İngilizce bilen
kişi sayısı genç nesil de dahil olmak
üzere çok fazla değil. Buna bir de Kiril
alfabesinin getirdiği zorluk eklenince
diyalogların bazen eğlenceli olmak
üzere her türlü iletişim kazasına
açık olduğunu bilmenizde fayda var.
83
uzaktaki yakın
Özellikle pazarlık safhasında yazılı
olarak anlaşmaya çalışmanızı öneririm.
Sonra ‘forty’di, ‘fourteen’di uğraşırsınız.
Avrupa Şampiyonası sonrası ana
arterlerde yerleştirilenler dışında
şehirde de İngilizce tabelaların
azınlıkta kaldığını söylemek mümkün.
Bu yüzden gitmeden enerjiniz ve
vaktiniz varsa Kiril alfabesini gözden
geçirmekte fayda var. Hiç bilmediğiniz
bir dilde; örneğin Çin, Japon ya da
Arap alfabeleri ile yazılmış bir tabelayı
zaten okumaya kalkışmazsınız.
Latin alfabesini andıran harfleri de
çoğunlukta olan Kiril alfabesi ile
yazılı tabelalar ister istemez sizde
bir okuma refleksine yol açıyor ama
sonuç çoğunlukla harfler benzer olsa
da sesler farklı olduğundan kafa
karışıklığından öteye gitmiyor. Ama
tabii bunların gözünüzü korkutmasını
istemem. Zaten gezmek keşfetmek
84
olduğuna göre ve gezip keşfedeceğiniz
şehir de bu kadar yakın ve güzel ise
her türlü eforu sarf etmeye değer.
Ukrayna ve Kiev denilince aklınıza
gelenler Abdi İpekçi Arena’yı sallayan
Ruslana, Schevchenko, en favori
deplasman takımı Dinamo Kiev ve
dünyaya kapalı eski bir doğu bloğu
ülkesinde yaşayan sarışın ve güzel bir
ırktan ibaret ise; sizin için keşfedecek
çok şey var. Tabi Ukraynalı kadınların
ve genç kızların güzelliklerini inkar
edecek değilim sevgili okur ama
Kiev şehri bu klişeden kurtulmayı
hak edecek kadar gelişmiş, görkemli
tarihi binaları ve mimari dokusu ile
modern yaşamı başarıyla harmanlamış,
SSCB’nin dağılması sonrası 1991’den
bu yana geçen yirmi yıllık sürede çağın
gereklerine ayak uydurmuş ve dünyaya
entegre olmuş modern bir metropol
görünümünde. Avrupa Futbol
Şampiyonası’na Polonya ile birlikte
ev sahipliği yapan Ukrayna’nın
başkenti Kiev yakın zamanda Roma,
Barselona, Londra, Paris ve Prag ile
birlikte Avrupa kıtasının önde gelen
turizm noktalarından biri olmaya aday.
Hazır Ağustos 2012’den itibaren Türk
vatandaşlarına vizesiz geçiş imkanı
da tanınmışken bu bol yaldızlı şehri
keşfetmenin tam vaktidir.
Gayrı resmi nüfusu 4 milyona ulaşan
Avrupa’nın en büyük metropollerinden
biri olan Kiev, Dnipro yani Dinyeper
Nehri’nin iki yakası üzerinde
kurulu bir şehir. Üzerindeki büyük
köprüler ile Dinyeper’i boğaza
benzettiğimizi varsayalım. İstanbul’un
Avrupa yakası gibi tarihi yapılar ile
ticari ve sosyal hayatın batı yakasında
yoğunlaştığını, doğu yakasının da
85
uzaktaki yakın
tıpkı Anadolu yakasında olduğu gibi
daha çok mesken amaçlı kullanıldığını
söylemek mümkün. Zaten neredeyse
bütün konaklama alternatifleri de
bu yüzden nehrin batı tarafında
konumlanmış durumda. Başta metro
olmak üzere ulaşım çok kolay olsa da
ister kısa süreli bir ev kiralayın, ister
hostel ya da beş yıldızlı otel olsun;
önerim, şehrin merkezi sayılabilecek
olan Khreschatyk Caddesi’ne yakın
bir yeri tercih etmeniz. Konaklama
fiyatları genelde oldukça makul, hatta
çok abartmamak kaydıyla Kiev’de
geçireceğiniz 4-5 günlük bir seyahatin
toplamının kabaca uçak seyahatinize
ödediğiniz miktarın üzerine
çıkmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.
Sadece konaklama değil, yeme içme,
86
eğlence ve özellikle şehir içi ulaşım
Türkiye’deki fiyatlarla kıyaslandığında
oldukça ucuz.
Khreschatyk Caddesi’ne yakın bir
yerde konaklamanızı önerdim. Çünkü
bu cadde gündüz ve gece neredeyse
canlılığını hiç yitirmeyen, gezilip
görülecek yerlerin çoğuna da yürüme
mesafesinde yer alan konumuyla
şehrin merkezi olarak adlandırılabilecek
bir noktada, üç ana metro hattının
aktarma noktalarının oluşturduğu
üçgenin içinde yer alıyor. Fiziki yapısı
pek benzemese de Barcelona’da
Las Ramblas, İstanbul’da İstiklal
Caddesi ne ise Khreschatyk de Kiev
için o. Cuma ve cumartesi akşamları
belediyenin hoparlörlerden müzik
yayını yaptığı cadde cumartesi ve
pazar gündüzleri de trafiğe kapatılıyor.
Bessarabska Meydanı’ndan başlayan
caddenin sonunda ise Ukraynaca
da “meydan” denilen Maydan
Nezalezhosti yer alıyor. Bağımsızlık
Heykeli’nin de bulunduğu bu geniş
meydan festivaller, bayram kutlamaları,
sivil ve askeri törenler gerçekleştirmek
üzere tasarlanmış ve civardaki çok
sayıda kafe ve restoran ile de sosyal
hayatın yoğunlaştığı noktalardan
bir tanesi. Bazı devlet kuruluşları,
bankalar, uluslararası zincirlere
ait mağazalar ve çok sayıda kafe
restorana ev sahipliği yapan, Alman
ve Rus mimari örnekleri de barındıran
tarihi binaların arz-ı endam ettiği cadde
özellikle hafta sonları görülmeye değer.
Çevredeki tarihi yapıları ziyaret ederken
arada soluklanmak üzere Kreschatyk’e
dönebilir ve kahvenizi yudumlarken
sokağa kurulmuş olan profesyonel
ses sistemleri ile konser veren sokak
müzisyenlerinin mükemmele yakın
performanslarına kulak kabartabilirsiniz.
Kiev’den bahsederken “yeşil alan”
diye bir tabir kullanmak haksızlık olur.
Çünkü aslında şehir daha çok bir
orman içerisinde binaların oluşturduğu
gri alanlardan ibaret. Khreschatyk’teki
sıralı kestane ağaçları gibi bütün
cadde ve sokaklarda yer alan ağaçlar
ve küçük parkları saymıyorum bile.
Nehrin iki yanı zaten geniş parklarla
imara kapalı görünümdeki Kiev’in
şehir merkezinde de çok sayıda orman
olarak nitelendirilebilecek büyüklükte
en önemlisi Botanik Bahçesi olan
geniş yeşil alanlar mevcut. İşte bu
yemyeşil ve büyük bir parkı andıran
şehirde serpiştirilmiş olan onlarca
altın rengi yaldızla kaplı kubbeleri
ile manastır, kilise ve şapeller hangi
açıdan bakarsanız bakın, olağanüstü
güzellikteki mimari yapılar ve masmavi
gökyüzü ile birlikte kente sihirli ve
masalsı bir hava katıyor. Bunlar
içerisinde benim kişisel favorim
Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin
merkez katedrali olan Rus-Bizans
stilindeki sarı-lacivert renklerle bezeli
St.Volodimir Katedrali. Universytet
metro durağı çıkışında yer alan ve
XIX. yüzyılda inşa edilmiş olan bu
katedral anladığım kadarıyla Kievliler
için de popüler bir ibadet mekanı.
Bir dipnot; kilise ve katedrallerin
tamamına yakınında, kadınların genel
kıyafet tarzları ne olursa olsun başlarını
örtecek şekilde içeri girmeleri isteniyor.
Bu nedenle kadın okurlarımızın
Kiev ziyaretleri esnasında hazırlıklı
olmalarında fayda var.
Kiev aslında yürüyerek rahatlıkla
gezilebilecek bir şehir olsa da diğer
bütün Avrupa kentlerinde olduğu gibi
son derece yaygın bir ağ ile şehrin
tamamına yakınını içine alan bir metro
ve raylı sisteme de sahip. Avrupa ve
Türkiye’nin aksine ulaşım belki de en
ucuz şey. Örnek vermek gerekirse bir
metro jetonu 2 gravni ki bu yaklaşık
40 kuruş demek. Bu yüzden diğer gezi
87
uzaktaki yakın
yazılarımdaki tavsiyenin aksine eğer bir
ay gibi uzun bir süre kalmayacaksanız
çoklu geçiş kartlarından edinmeniz de
çok anlamlı değil. Şehrin kendisinden
de eski gözüken metro duraklarına
yöneldiğinizde şaşırmayın. Çok
derinlere yaklaşık 100 metre civarında
yer seviyesinden aşağı ineceksiniz. Aynı
zamanda sığınak olarak da planlanmış
olan ve her biri farklı mimari örnekler
barındıran metro istasyonlarının bu
denli derinde konumlandırılmasının
bir sebebi de elbette ki kışın -20’lere,
hatta -30’lara varan soğuk havalar
olmalı. Ulaşması biraz vakit alsa ve
biraz gürültülü de olsa metro, yürümek
istemeyenler için alternatif olabilir.
Bunun dışında yer üstünde de çok
sayıda troleybüs, tramvay, minibüs ve
88
halk otobüsü de benzer fiyat politikaları
ile hizmet vermekte. Ticari taksi bulmak
çok kolay olmasa da yol kenarında
taksi tutmak isteyen insan pozisyonu
aldığınızda anında bir “korsan” taksinin
duracağının garantisini de verebilirim.
Elbette benim önerim her zamanki
gibi yine tabanvay marifeti ile şehri
keşfetmeniz olacak. Her ne kadar
tabelalar ve bütün yönlendirme
işaretleri Kiril alfabesinde olsa da
şehrin son derece düzenli mimari yapısı
ve birbirine büyük bulvarlarla bağlı
meydanları bulmanın kolaylığı nedeniyle
elinize turistler için hazırlanmış bir
harita alırsanız kaybolmanız zor.
Kaybolduğunuz anda da bildiğiniz
herhangi bir metro istasyonuna geri
dönecek şekilde rahatlıkla metroyu
kullanmanız da mümkün. Bir şehrin
aklına, kalbine, hafızasına giden yol,
sokaklarından geçer. Bu yüzden
ana cadde ve bulvarları geçip sokak
aralarına dalın, hiç çekinmeyin.
Gündelik koşuşturmalarıyla sokaklarda
akan insan kalabalıklarını takip edin.
Tuhaf bir şekilde büyük blokların
arasında bir takım yaya geçitlerini
fark edeceksiniz. Tıpkı Mardin’deki
abbaralar gibi bu geçitler büyük
bulvarların ve yerleşim alanlarının
arasında küçük tüneller vazifesi
görüyor. Çoğunlukla arka bahçeleri ve
park yerlerini geçerken şehrin sakinleri
hakkında fikir sahibi olmanız ve hayata
karışmanız mümkün.
Eskiyi ve yeniyi, zengini ve fakiri,
düzeni ve kargaşayı, güzeli ve
çirkini bir arada barındıran Kiev; bu
haliyle tıpkı batı ve doğu arasında
sıkışmış bir başka şehir olan İstanbul’u
çağrıştırıyor. Bu şehirde iki tür duygu
yaşıyor sanki; yoksulluğun korkunç
hüznü ve kederiyle insanın içine içine
işleyen donuk bakışlardaki karamsarlık
ve cıvıl cıvıl bir neşenin kendine
mesken tuttuğu gülen yüzlerdeki
umut... Bu ikisi aslında şehrin gençleri
ve yaşlıları arasında paylaşılmış gibi.
Büyük parklarda bu keskin ayrımı
görmek mümkün. Örneğin botanik
parktaki büyük kafeteryada. Dünyanın
diğer metropollerindeki yaşıtlarından
farksız görünümdeki gençler neşe
içinde içkilerini yudumlayıp sohbet
ederlerken, tuğlalardan yapılmış
setin diğer tarafında, neredeyse
genç birinin girmesi yasakmış gibi
görünen açık hava satranç parkındaki
kalabalığın tamamının kır saçlı
olduğunu fark edeceksiniz.
Yoksullukları her hallerinden
anlaşılan ve büyük ihtimalle çoğu
da emekli olan yaşlı güruhu, onlarca
masada belki biraz da eski komünist
günlerin özlemiyle uzun satranç
müsabakalarına girişmiş halde olacak.
Çekişmeli olduğu oyunculardan ve
seyircilerden rahatlıkla anlaşılabilen sıkı
mücadeleler meraklıları için fazlasıyla
cazip olabilir, fakat önce izleyici olarak
kabul görmelisiniz. Diğer Doğu Bloğu ülkelerinde de
gözlemleyebileceğiniz üzere Kiev’de
fakirlik cahillikle ve kriminal hallerle
paralel seyretmiyor. Çöp toplamakla
meşgul bir evsizin cebinde, dinlenirken
kaldığı yerden devam etmek üzere
ayracını yerleştirdiği kitabını ya da
kilise kapısında dilenen yaşlı kadınların
tavırlarında ironinin taçlandığı
zarafeti görmeniz mümkün. Bağımsızlık
sonrası 2000’li yıllarda ekonomisi
büyük ölçüde düzelme yoluna giren
Ukrayna, küresel mali krizden derin
etkilenen ülkelerden biri olmuş.
Yoksulluk halen önemli bir problem.
Buna karşılık özellikle Kiev benzeri
büyük şehirlerde nüfusun belli bir kısmı
önemli gelir artışları
ile “yeni zenginler”
olarak adlandırılan
bir grubu
oluşturmuş. Ama
söylediğim
gibi toplumun bu
farklı kesimleri
arasındaki gelir farkı
diğer bazı ülkelerde
olduğu kadar büyük
sosyal sıkıntılara
yol açmıyor. Yani
bu eski komünist
sistem üzerine
yerleşen kapitalizmin
sonuçları özel ilgi
alanı iktisat ve
sosyoloji olanlar için
ilgi çekici olabilir.
Şehrin en önemli
turistik noktalarına
gelirsek… İlki, ismini
İstanbul’daki
Ayasofya’dan alan
ve tıpkı orjinali gibi
günümüzde müze
olarak hizmet veren
St. Sophia Katedrali.
Bağımsızlık
Meydanı’ndan
Sofiyivska Caddesi’ni
takip ederek
ulaşacağınız Sofiyivska Meydanı’nda
yer alan katedral XI. yüzyılda yapılmış
ve son restorasyonu da 1740 yılında
tamamlanmış. Giriş ücretli, ancak
özellikle ana giriş kapısının hemen
sağındaki çan kulesine tırmanmak için
kesinlikle değeceğini söyleyebilirim.
Kare planlı kulenin çıkılabilen en üst
katı yükseklik korkusunu yenebilenlere
tüm cephelerinden olağanüstü
panoramik Kiev manzaraları vaat
ediyor. Kuleye çıktığınızda da fark
edeceğiniz, hemen karşıdaki daha
küçük ölçekli meydanda bulunan ve
altın kubbesi ile dikkati çeken yapı ise
Mykhaylivska Meydanı’ndaki St. Michel
Manastırı; nam-ı diğer Altın Kubbeli
Manastır. İç mimarisi Bizans stilinde
olan bina Barok mimari özellikler
taşıyor ve St. Sophia’da olduğu üzere
ekstra bir ücret vererek burada da çan
kulesine tırmanmak ve bir başka açıdan
Kiev’i seyreylemek mümkün.
Mykhaylivska Meydanı’nın biraz
ilerisinde bulunan funiküler hattı ise sizi
bir başka küçük ormanın içerisinden
geçirecek ve nehir kıyısındaki Podil
mevkiine ulaştıracak. Aşağıdaki durağın
önündeki küçük meydanda ve nehir
kıyısına doğru yol alırken etrafınıza
üşüşen gençler Ukraynaca size
bir şeyler anlatmaya çalışacak.
Pazarlamaya çalıştıkları şey Dinipro
tekne turları. Yaklaşık bir saat süren bu
müzikli Dinyeper gezisi ve pazarlama
stratejisi Eminönü ve Kadıköy’deki
müzikli kısa boğaz turlarını çağrıştırıyor.
Bu alımlı ve güzel kenti bir de nehir
kıyısından seyretmek ve manzaranın
tadını çıkarmak fena fikir değil.
89
uzaktaki yakın
Dinyeper’de tekne turu yapmayan
Kiev’i görmüş sayılmazmış benden
söylemesi. Dinyeper’in bu kara
şehrine bir deniz şehri havası verdiğini
söylemek abartı sayılmamalı. Çok
geniş bir havzada ağır ağır akan bu
nehir de bazı kıyılarındaki kumsalları ile
aslında bir deniz görünümünde. Zaten
çıkan balıkların tatlı su balığı olması
dışında şehirle ilişkisi de bir denizden
farksız. Müzikli tekne turuna sıcak
bakmayanlar için bu bölgede ve birkaç
değişik noktada da teknede hizmet
veren sabit restoranlar ve hatta işi daha
ileriye götürüp otel olarak hizmet veren
büyük tekneler de mevcut.
Deniz gibi derken abartmış olduğumu
düşünenlere bu nehrin ortasında
kafeler, mangal yerleri, kendin pişir
kendin ye konseptinde restoranlar,
barlar, plajlar, onlarca plaj voleybolu
90
ve plaj futbolu sahası da olan plajlarla
çevrili büyük bir ada olduğundan
bahsedersem ikna olacaklardır. Kırmızı
metro hattı üzerindeki Hidropark
özellikle hafta sonları Kievlilerin
buluşma noktası. Ziyaretiniz bir yaz
günü olacak ise Hidropark’ta bir
su tatili molası vermek mümkün.
Tekne kiralayabilir, tenis ya da
paintball maçı yapabilir, ağaçlar
arasında kurulu demir halatlardan
kayarak Tarzancılık oynayabilir
ve her türlü su sporu imkanından
faydalanabilirsiniz. Hidropark’taki
en enteresan mekanlardan biri de
eski Sovyet stilindeki açık hava spor
salonu. Çok geniş bir alanda kum
torbaları, mekik sehpaları, barfiks
alanları, aklınıza gelebilecek her
türlü, tamamı mekanik ve estetik bir
kaygı güdülmeden demir atölyesinde
imal edilmiş olduğu anlaşılan ağırlık
kaldırma mantığı üzerine kurulu onlarca
çeşit aletle bezeli; yediden yetmişe
yüzlerce erkeğin ‘body building’ sporu
ile meşgul olduğu bu alan dışardan
biraz absürt bir görünüme yol açsa
da anlaşılan o ki Kiev’de oldukça
popüler. Burayı gördükten sonra
şehir merkezinde hemen her yerde
neden neredeyse sadece kadınları
görebildiğimizi anlıyorsunuz. Yazının –itiraf edin- merakla beklenen
gece hayatı kısmına geçebiliriz.
Gece hayatının oldukça hızlı olduğu,
eğlenmeyi çok iyi bilen bu şehirde
gidilebilecek fazla sayıda alternatif
mevcut. Kapıdaki “face control”ü
geçenler için girişte dam kontrolü
yok, tam tersi bir kavalye kontrolü
var. Şehrin genelinde olduğu gibi
başta gece kulüpleri olmak üzere
mekanların tamamında içeride ezici
bir kadın hakimiyeti söz konusu ve bu
nedenle Kiev’de dünya tersine dönmüş
diyebiliriz. Şöyle ki her an yanınıza
dünya güzellik yarışmasından son turda
elenmiş olabilecek olan üç dört tane
kadın yaklaşıp içeri girebilmek için
yardım talebinde bulunabilir, hazırlıklı
olun. Tabi bu erkek okuyucularımız
için geçerli bir önerme. Kadın okurlar
içinse kolaylıklar diliyoruz. Bir barın
kapısından kadın oldukları için geri
çevrilmek ilginç bir deneyim olabilir.
Eğer tavsiyeme uyarak Khreschatyk
Caddesi civarında konumlandıysanız
yapılacak en doğru hareket herhalde
“Arena City” ziyareti. Türk çapkınların
takıldığı şehir dışındaki mekanları,
şehrin diğer bölgelerinde sokak
aralarında dağılmış barları, gece
kulüplerini ve “pub”ları saymazsanız
–ki biraz zor görünüyor- hatırı sayılır
mekanların tümü Arena City’de
konumlanmış durumda. Mekan
oldukça büyük. 2005’te açılmış bir
kompleks olan Arena içinde striptiz
kulüplerden normal barlara, kafelere,
hatta nargile mekanlarına kadar
değişik alternatifler mevcut. Genel
eğlence tarzı ise bireysel eğlence
yerine değişik animasyonlarla toplu
halde eğlendirmeyi amaçlamakta.
Bazı mekanlarda giriş ücretli
olsa da içerideki fiyatlar şaşırtıcı
derecede düşük. Neredeyse tüm
alkollü içkileri market satış fiyatlarına
yakın bir ücretlendirme politikası
ile tadabilirsiniz. Arena City bana
göre değil diyenler cadde ve sokak
aralarındaki değişik konseptlerde
eğlence alternatifleri sunan mekanları
da deneyebilirler elbette. Kiev’deki
neredeyse tüm barlar en az bir adet
olmak üzere kendi birasını üretiyor ve
gerçekten denemeye değer. Damak
tadınıza uygun olanı bulana kadar da
denemenizin bir mahsuru yok. Çünkü
gerçekten de suya vereceğiniz paradan
daha az ödeyeceksiniz. Burada
özel bir öneri vermek gerekirse yine
Khreschatyk’te bulunan Art Club 44’te
konservatuar hocalarından rock, blues
ve jazz ziyafeti çekebilirsiniz. Kiev aynı
zamanda benim sayabildiğim dört beş
ayrı opera binasına sahip bir şehir ve
alternatif arayışında olanlar akşamlarını
dünyanın en iyi bale gruplarının
gösterilerine ya da klasik müzik
konserlerine de ayırabilirler.
Ertesi sabah büyük ihtimalle kahvaltıyı
kaçırmış olacağınızı ön görerek hamur
işlerini tatmak üzere bir fırın ya da
pastaneye girmenizi önereceğim.
Hiç olmadı marketlerde bulunan fırın
bölümü de işinizi görebilir. Özellikle
91
uzaktaki yakın
sabahları taze tüketebileceğiniz
hamur işleri gerçekten eşsiz ve fiyatlar
her zamanki gibi ucuz. Daha geç
kalmış olanlar ise Ukrayna mutfağı ile
tanışmak üzere bir yerel restoranın
yolunu tutabilir. En iyi bilinenleri
ülkemizde de oldukça popüler olan
Kievski, yani parmak kalınlığında
kesilmiş kaşarlar ya da tereyağı etrafına
ezilerek inceltilmiş tavuğun sarılması
ve galetaya bulanması ile yapılan bir
çeşit tavuk kızartması. Geniş bir
listeden sizin için seçtiğim lezzetler
ise bir tür sebze çorbası olan Borsch
92
ve Batum’daki tembel işi iri mantıları
andıran benzer bir mantı türü olan
Varenky. Su yerine votka ya da bira
tüketen ve çoktan içmeye başlamış
olan Kievlilere promil düzeyinde eşlik
etmek isteyenler, yemeğin yanında
baldan üretilen orta sertlikteki bir
alkollü içecek olan Medovukha sipariş
edebilirler.
Hazır yöresel lezzetlerden konuyu
açmışken eş dost için yapılacak
hediyelik eşya alışverişi mekan
alternatiflerini de sıralayalım.
Mesela klasik bir Doğu Slav kültürü
sembolü olan Matruşkalar yani
Matryoskas’lar. Klasik yerel giysi
giyen kız motifi dışında örneğin
Sovyet liderleri, masal karakterleri ya
da pop starların resmedildiği değişik
temalarda Matruşkalar bulmanız da
mümkün. Bu çok klasik oldu diyenlere
“Bulava"yı önerebilirim. Hiçbir şey
çağrıştırmadığının farkındayım
ama sanırım Ruslana’nın elindeki
ahşap topuzdan bahsettiğimi
söylersem neyi anlatmaya çalıştığımı
anlayacaksınız. Ukrayna el sanatlarının
93
uzaktaki yakın
klasiği olan yuvarlak ahşap
boyama “Petrikivska”, geleneksel
Ukrayna havlusu “Rushnik” ya da
dekoratif paskalya yumurtaları olan
“Pyonska”yı değişik seçenekler
olarak sıralayabiliriz. Daha muzır bir
hediye arayışında olanlar ise ballı ve
kırmızı acı biberli Ukrayna votkası
olan “Horilka” ile kurbanlarına
sert içkinin ne demek olduğunu
öğretebilirler. Bütün bu hediyelik
ürünler ve elbette ki magnetleri en
bol alternatifi ile bulabileceğiniz
yer Andriyivskyi Yokuşu. Kiev’in
en ünlü sokaklarından olan bu dik
yokuşlu ve dolambaçlı sokak biraz
kondisyon istese de sokak sanatçıları,
ressamlar, hediyelik eşya satan
mağazalar, kafe ve lokantalarla
şehrin önemli turistik noktalarından
biri. Hediyelik eşya alışverişi için bir
başka alternatif şehrin biraz dışında
yer alan Pirogovo Köyü’ndeki Kırsal
Yaşam ve Halk Mimarisi Müzesi. 150
hektarlık bir alanda yayılmış olan bu
açık hava müzesinde Ukrayna’nın tüm
bölgelerinden toplanan halk mimarisi
örnekleri sergileniyor. Eski günlük
94
yaşamı ve insanları gözleyebildiğiniz bu
müzede evlerin tarihi yapısı korunmuş.
Çalışanlar yöresel kıyafetler giyiyorlar.
Lokanta ve kafe tarzı yerler de mevcut.
Alkol satışı her yerde olduğu gibi
burada da serbest. Özellikle daha önce
bahsettiğim Ukrayna yerel yemeklerini
tatmak ve küçük el sanatları
dükkanlarını görmek için bile gidilebilir.
Şehirde, özellikle Dinyeper kıyısında
vakit geçirirken dikkatli olanlarınız
güneydeki bir tepenin sırtında
manastırların dışında silueti delen
devasa bir heykel olduğunu fark
edecekler. Uzaklardan göz kırpan
bu çelik kadına doğru yol alarak
ulaşacağınız mekan II. Dünya
Savaşı Müzesi, nam-ı diğer Büyük
Vatanseverlik Savaşı Müzesi. 1944
yılında Sovyet ordusunun şehre
girmesiyle sonlanan ve dört yıla yakın
süren, 7-8 milyon Ukraynalının ölümü
ile sonlanan Alman işgali yıllarında
kaybedilen askerler ve sivil halk anısına
düzenlenmiş olan bu müze tek başına
bile Kiev’e gitmek için yeter sebep. Bir
elinde kılıç, diğerinde ise SSCB arması
işli bir kalkan taşıyan, altındaki kaide
işlevi gören müze ile birlikte 203 metre
yüksekliğinde, 560 ton ağırlığındaki bu
sert kadın Mother Of The Motherland
Heykeli, yani Anayurdun Anası. Ahir
ömrünüzde görüp görebileceğiniz en
görkemli heykellerden biri olacağının
garantisini verebilirim. Şanslı bir
gününüzde herhangi bir bakım ya
da arızaya denk gelmezseniz en
üst kata, yani heykelin kafasının
üstüne dek çıkıp Kiev’in en güzel
manzarasının bulunduğu açıdan şehri
bir ana şefkatiyle selamlayabilirsiniz.
Girişteki üç katlı müze ise savaşın
çirkin yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya
koyan, acının somutlaştığı türden bir
mekan. Özellikle hayatını kaybeden
askerlerin değişik büyüklükteki vesikalık
fotoğraflarının bir arada sergilendiği
salon çok ağır bir hüznü zerk ediyor
ziyaretçisine. Müze bir tepelikte yer
alıyor ve geniş park ve farklı içerikteki
sergi alanlarıyla komşusu olan mağara
ve yeraltı geçitleriyle ünlü dini merkez
Kiev Perchersk Lavra’ya dek uzanıyor.
Rus ordusunun II. Dünya Savaşı
döneminde kullandığı, başta savaş
uçakları ve tanklar olmak üzere ağır
silahların sergilendiği bölüm dışında
özellikle geçitlerin bulunduğu kesimde
askerler ve sivil halkın direniş ve
birlikteliğini resmeden duvar heykelleri
de görülmeye değer. Demir Lady’nin
karşısındaki alanda yer alan iki adet
renkli çiçeklerle bezeli boyanmış
olan tanklar ise müzenin ciddiyetini
biraz yumuşatıyor ve üzerine çıkmış
olan çocukların eğlenceli kahkahaları
ile ağırlaşmış olan hava biraz olsun
yumuşuyor. Umut yine kazanan oluyor.
Yine lafı haddinden fazla uzattığımın
farkındayım ama inanın bahsetmek
istediğim ayrıntıların onlarcası eksik
halde bitiriyorum yazıyı. Kiev kesinlikle
gidilip görülesi, tekrar tekrar gidilesi,
nefesi içlere çekilesi bir şehir. Yazın
gidip döndüğünüzde kışını merak
ettiren, kışın giderseniz “sen bir de
yazımı görsen” diyen, her mevsim
ayrı güzel bir masal diyarı. Sayfalarını
çevirmeye başlamanın ve kendi Kiev
masalınızı yazmanın tam mevsimi
sonbahar. Ben sizi tutmayayım.
95
uzaktaki yakın
Kiev’den instagram kareleri
96
97
mevsim
98
Vakti geldi
artık
Hüzün her yanı saracak bundan
böyle. Ormanlar yaşlandı ve
toprağa dönmek istiyor. Yalnız
ve sessiz hissetmek isteyen
herkes, sonbahara kendini
bırakıp kaybolabilir yere düşen
yapraklarla... Ormanlar sarıdan
turuncuya, kahverengiden kızıla
boyanırken, herkes doğaya
bırakabilir tüm ruhunu...
Uludağ, Bursa – 22.11.2009
99
mevsim
Uludağ, Bursa – 29.11.2011
100
Kestel Şükraniye (Kazancı) Köyü, Bursa – 22.11.2009
Saitabat Köyü, Bursa – 07.10.2003
Ağaçlar, çayırlar, çimenler, patikalar,
her yer yavaş yavaş önce kızıla sonra
sarıya dönecek. Doğa, siyah beyaz
günlere hazırlanacak ve çıplak bir kadın
gibi kalacak. Makyajı silinmiş, saçları
dağılmış ve yıpranmış, belki kolu
kanadı kırılmış bir kadın… Gökyüzünün
yakıcı sıcaklığı yerini yağmurlara
bırakacak ve göz önünde sadece
doğanın iskeleti kalacak. Bundan sonra
her şey dünyanın iskeletine ve değişen
yüzündeki hüzne kapılmakla devam
edecek.
Gündüzler artık daha kısa… Geceler
daha uzun. Güneş her zamankinden
erken batacak ve daha az ısı, ışık
verecek. Serin, yağmurlu ve rüzgârlı
günlerin sayısı her geçen gün artacak.
Ağaçların yaprakları sararmaya ve
dökülmeye başlayacak. Çiçeklerin
sayısı azalacak, etraftaki otlar ve
çimenler neredeyse kuruyacak.
Göçmen kuşlar güneye, yazlık
elbiselerse dolaplara gidecek…
Hepimizin bir parçası “sonbahar”
olacak.
Doburca, Bursa – 03.10.2010
Sonbahar denince ne gelir ki insanın
aklına? Yağmur belki. Sarı zamanlar
yaşadığımız. Yaşamın doğadan
uzak durduğu günler. Yalnız kalan
doğanın direnç zamanı. İnsanların
derinlere dalıp, usul usul yürüdüğü
vakitler. Bundan ötesi kışı beklemek
artık. Üşüdüğümüzü hissetmek güzel
yeniden...
101
evrensel sanat
Impression: Sun Rise (1873) / 48 cm x 63 cm / Musee Marmottan, Paris
Suya düşen güneşten
arda kalanlar
Fransız ressam Monet “izlenimcilik” terimini dünyaya kazandıran
isim oldu. “İzlenim: Gün Doğumu” isimli bu resim, çağdaş resim
sanatındaki ilk büyük devrimci hareketti. Resimlerindeki fırça
darbeleriyle oluşturduğu, değişik tonlardaki renklerde noktalarla
istediği izlenimi uyandıran renk ve ışık etkisini yaratmayı başarmıştı.
Monet’in resim sanatına kazandırdığı aslında duyguydu...
Claude Oscar Monet (1840-1926)’in
selfportresi (1917)
102
103
yerel sanat
Işıl ışıl,
suyla kaplı bir
Atatürk...
104
Nusret Anbarcıoğlu “suyu” sanatına “mozaik” ile yansıtan bir
sanatçı. Portfolyosundan sizin için seçtiğimiz çalışması ise ulu
önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ile üç yanı sularla kaplı Türkiye’yi
özdeştiren bu “ışıklı” mozaik...
“Çevremde gördüğüm Atatürk büstü,
Atatürk duvarı ve diğer uygulamaların
dayanıksızlığı, zamana karşı
koyamamaları, solgun ve bulunduğu
mekana yakışmaz durumu bu konudaki
uygulamaların eksikliğini hissetmeme
neden oldu. Solmayacak, parlaklığını
kaybetmeyecek, ışığını yitirmeyecek,
yerinden sökülemeyecek duygular
için bu niteliklere sahip bir çalışmanın
ancak mozaik ile başarılabileceğini
düşündüm. Işıklı cam mozaikten
hazırladığım Atatürk projemi başarıyla
sonlandırdığımda fark ettik ki, milli
değerlere verilen önemin en güzel
göstergeleri, aynı duygularla ve bilinçli
yaklaşımlarla yapılmış sanat eserleri
oluyor.” diyor Nusret Anbarcıoğlu...
Suyun mozaik sanatı ile bağlarını ise
şöyle anlatıyor: “İnsana özgü hiçbir şey
sudan ayrı düşünülemez. Medeniyetler
hep su kenarlarında şekillenmiştir.
Bu anlamda sanatın ve sanata dair
her şeyinden, suda hayat bulduğu
söylenebilir. İnsanoğlu tarihi boyunca
suyu kutsal saymıştır. Bu inanç derin
estetik duyguların ortaya çıkmasına
neden olmuş ve su için sanat eserleri
şekil bulmuştur. İnsanoğlu su ve suyun
hallerine mecazi anlamlar yükleyerek
duygularını ifade etmiştir.
Sanatta güzellik, iyilik ve aşk gibi
birçok kavrama Fuzuli’nin bu dizesinde
olduğu gibi ad olmuştur su: “Saçma
ey göz eşkten gönlümdeki odlara su,
kim bu denli dutuşan odlara kılmaz
çare su” Suya ad olan tanrılar ve
tanrıçalar mitolojik sanatın günümüze
uzantıları olan mozaik eserlerde boy
gösterirler. Geçmişin gizemini açarlar,
ruhumuzu okşayarak hayranlığımızı
alırlar. Poseidon ve okyanus, bilinen
mitolojik eserler içerisinde mozaikleri
yapılmış deniz tanrılarıdır. Bilinen
ilk mozaikler, Sümerlerin yağmur
suyunu biriktirmek için kullandıkları
su havuzlarının dibindedir. Havuzdaki
mozaik, suyun sızmasına engel
olan teknik donanımdır. Renk renk
taşlarla şekillendirilmiş süsleme,
bize suya şükran duygusuna da
hizmet ettiğini düşündürebilir.
Günümüzde hayal gücümüze ilham
kaynağı olan bu eserler Gaziantep
Müzesi’nde etkivizyon sistemiyle,
kendi zamanındaki kullanımına
benzer şekilde sunulabilmektedir.
Mozaikler, ziyaretçiler içeri girdiğinde
dalgalanan bir su efektiyle etkileşimli
olarak müze tabanında, su hissini
güçlendirecek; balıklar, dökülmüş
yapraklar, suda yüzen kandillerle,
gerçek su etkisi yaratacak ışık
oyunlarıyla desteklenmiştir. Böylece
su ve mozaikler sanal ortamda
buluşmuştur. Her sanat gibi mozaik
de imkan, malzeme ve düşünce
gelişimi ile zamanda modernize olmuş
özgün uygulamalarla genişlemiştir.
Malzeme olarak cam kullanmanın,
suyla kavramsal olarak bağı olduğunu
düşünüyorum. Şeffaflığı, pürüzsüzlüğü
ve ışığa verdiği tepki izleyicilerde
benzer etkileşim ve duygular yaratma
potansiyeline sahiptir. Suyun yaşama,
mozaik sanatının insanların ruhlarına
güzellik katması dileğiyle…”
105
kitabi
Çocuklara büyük gelecek masallar
Emine Civanoğlu
Uyumsuz Defne Kaman’ın
maceraları - Su / Buket Uzuner
Roman / 344 sayfa
“Yaz, sevmeyenler için her yıl geçmesi
beklenen bir hastalık gibidir. İstanbul,
bu temmuz şehre edepsizce zulmeden
azgın bir yaza tamamen teslim olmuştu.
Şiddetli nem, şehri dev bir akvaryuma,
İstanbulluları da bezginlikten kendi
sivri dişlerinin gücünü unutan devasa
bir lüfere dönüştürmüştü. Sıcak, o
kadar şeytanca azapkârdı ki, şehri
binlerce yıldır hiç terk etmeyen
melekler, periler, azizler, yatırlar,
evliyalar, hayaletler, gulyabaniler,
öcüler, cinler, Pagan tanrıçalar ve
tanrılar, göze görünmez bütün ilahi ve
şerli varlıklar, aksakallı dedeler, şifacı
analar ortalıktan çekilmiş; masallara,
efsane, menkıbe, destan, ninni, dua,
sema, ilahi, nefes, deyiş ve mânilere
saklanmışlardı. Sıcağın etkisiyle
bütün duyguların kıvamı bozulmuş,
sünmüş, uzamış, kimsenin herhangi
bir konuda başkasına sataşmaya hiç
mecali kalmamış; küstah, fanatik,
kuralcı ve kavgacılar bile handiyse
saygılı, edepli ve selim fanilere
dönüşmeye başlamışlardı. Sıcak, bütün
diktatörlerden daha zalimdir.”
106
Bazılarımız şanslıydılar. Kitap
sayfalarına sığdırılmış ve bütün
dünyanın çocuklarına aynı anlatılmış
masallarla değil; yazılı olmayan, ikinci
kez aynısı anlatılamayan, evlerin
odalarına ve yataklara ve çarşafların
altına ve damlara ve kapı önlerine
sığmayan masallarla büyüdüler onlar.
Büyük büyükanneleri, aksakallı dedeleri
onlara içinde gerçek dışı evrenler,
hiçbir gözün göremeyeceği sihirler,
geceleri uyanan dev kuşlar, kazanında
türlü deva kaynatan iyi kalpli cadılar
olan masallar anlattı. O masallarda
yüzünde bin bir ömür taşıyan insanlar
vardı. O masallarda suyun, toprağın,
ateşin ve havanın sırları saklıydı.
Buket Uzuner; Anadolu’da yeşeren,
yaşayan, büyüyen bütün kültürleri
ruhlarına işleyecek biçimde etkilemiş
kadim Kamanlık geleneğinin temel
unsurları olan su, toprak, hava ve
ateşten ilham alarak yazdı yeni romanı
‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’
dörtlemesinin ilk kitabı Su’yu. Yusuf
Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin
süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün
süsü gözdür.” Sözüyle başlayan Su’yu,
Kutadgu Bilig’in şifresi olarak görenler
de var.
Buket Uzuner, Su’da bütün canlıların
eşit değerde olduğu anlayışıyla doğayı
ve yaşamı kutsayan kadim Türk
geleneği Kamanlık'a bir kapı aralarken,
bizi hem eko-feminist bir okumaya
ve bin yıl önce yazılmış olan Kutadgu
Bilig’in kilitlerini heyecanla açacak
anahtarları bulmaya çağırıyor.
Romanın başkişisi Defne Kaman,
o büyülü masallarla büyüyenlerin
kendilerin çok şey bulacakları, bazen
o olacakları, bazen kendilerine dair
soruların yanıtını ondan umacakları
bir gazeteci. Ailesinin bir kısmına göre
uyumsuz, kimilerine göreyse kutlu
Defne.
“Evvel zaman içinde, kalbur saman
içinde, Dedem Korkut ile Ninem Umay
beşiğimi tıngır mıngır sallar iken’ diye
başlayan eski Türk masallarında, uzak
çok uzak diyarlarda, ailesini soğuktan
korumak için ağaç kesmek zorunda
kalan eski Türk, önce, o ağaçtan özür
dilermiş. Ağaca, ihtiyacından fazlasını
kesmeyeceğine, bundan böyle yediği
her yemişin çekirdeğini, tohumunu
aynı yerlerde toprağa gömeceğine söz
vererek, ağacın canına ve onu yaratan
güçlere dua edermiş.”
Defne’nin altıncı hissi çok kuvvetli.
Türlü melekeleri, çeşit çeşit marifetleri
olan bir kadın Defne. Dilinin kemiği
yoktu. İnandıklarının uğruna değme
kahramanlardan daha cesurca koşar,
inanmadıkları için kılını kıpırdatmazdı.
İnanmadığı hiçbir şeyi kes kafasını
savunmazdı. Kadınlara karşı işlenen
suçların peşinden giderken aklı daha
da keskinleşir, gözleri var olmayanı
bile görür, kalbi en geniş ovadan bile
daha büyük açılırdı. Bir gün ardında iz
bırakmadan ortadan kayboldu Defne.
Her zaman riskli, tehlikeli konularda
araştırma yapan, birilerinin kuyusuna
çomak sokmak icap ediyorsa o
çomağı var gücüyle en derinlere iten
Defne’nin, zaman zaman ortadan
kaybolduğu olurdu. Yine kayboldu.
Önce kimse önemsemedi. Her zamanki
kayboluşlarından biri zannettiler. Oysa
bu defa Defne kendiliğinden ortaya
çıkamayacak bir nedenle kaybolmuştu.
Zaman geçtikçe herkes endişelenmeye
başladı ve sonunda kayıp ihbarı
yaptılar. Gittikleri karakolda Defne’nin
durumu ile ilgilenmek görevi komiser
Ümit Kaman’a rast geldi. Rastlantı mıdır
yoksa denildiği gibi hayatta hiçbir şey
tesadüf değil midir bilinmez, muhakkak
vardır bunun da bir sebebi. Yoksa
neden başkası değil de Ümit Kaman?
Defne Kaman’ı aramak Ümit Kaman’a
kaldı. Daha önce adını duymadığı
bu kadınla aynı soyadı taşımanın
komiser Kaman’ın hayatında nelere
neden olacağını o sıra kim nereden
bilebilirdi. Defne Kaman’ı araştırdıkça,
onu tanıdıkça kafası daha da karıştı
komiserin ve olayları anlamaz oldu.
Karakolda çıkan akraba söylentileri,
nine Umay Bayülgen’in karakol
ziyaretleri de eklenince bulmacalarla
ve heyecanlarla dolu bir dram içinden
adeta bir durum komedisi çıktı.
Hepsine inandılar ve mantıklı
buldular da ne bir yunusun bir
insanı koruyacağına, ne de bir
insanın ölümden kurtulmak için
yunusa dönüşebileceğine inandılar.
Kendilerinden boşanmak isteyen
karılarını günde beşer beşer
bıçaklayıp doğrayan kocalarla,
ölmemek için devlete yalvardığı
halde korunmayan, göz göre göre
ölen kadınların olabilirliğine inandılar.
Erkeklere, kendilerini dünyanın
hakimi zannetmelerine yol açan resmi
eğitime ve kültüre, onların işsiz ve
yoksul kalınca kendilerini iktidarsız
hissederek, biraz da mecburen karı
ve kızlarına işkence ettiklerine, daha
ilginci, bunun tabiat kanunu olduğuna
bile ikna oldular ama bir yunusun iyilik
yapacağına hayatta inanmadılar.
Gazeteci Defne Kaman’ın, ninesi Umay
Bayülgen’in, komiser Ümit Kaman’ın
ve sahaf Semahat'in hikayesi Su.
Komiser Ümit, sevdiğine kavuşmaya
çalışan, geleneklerin arasına sıkışmış
genç bir erkek. Semahat, kendini
sahaf dükkânına ve kedilerine adamış
genç bir kadın. Umay Nine, Kaman
geleneklerini yaşayan ve yaşatan bir
otacı. Defneyi, Umay Nine’yi, Ümit’i,
Semahat’i tanımak, kendine gidilecek
yeni yollar, dünyayı ve doğayı sevmek
ve anlamak ve her şeyle barışmak
için yeni nedenler arayan herkese iyi
gelecek. Onların iyilik, hak, dürüstlük
hakkında söyledikleri, herkese
yaşamlarının bundan sonrası için ilham
verecek. Tükettiğimiz, eksilttiğimiz,
kirlettiğimiz, dönüştürdüğümüz
doğayı şimdiye dek olmadığı kadar
sevecek ve kendinizle en karanlık
yerinizde yüzleşeceksiniz. Doğayı
tükettikçe kendimizi tükettiğimizi, onu
yiyip bitirdikçe kendimizi bitirdiğimizi
anlayacaksınız.
“Rüyanı suya anlat” diyen
büyükannelerin bilgeliğini,
kucaklayışını, sonsuz anlayışını serin
bir su gibi içeceksiniz bu kitapla. Su
bittikten sonra da günlerinizi serinin
Çorum'da geçecek ikinci kitabı Toprak'ı
beklemekle geçireceksiniz.
107
semboller
Ab-ı hayat
108
Sudüşen Şelalesi, Yalova – 07.09.2012
2 hidrojen 1 oksijen atomu. Bu kadar
basit. Ama bir o kadar önemli. Klasik
formül burada da işliyor. Sadeliğin
mükemmelliği formülü. Bunu pek çok
alanda hissetmişsinizdir. Mesela çok
iyi bir müzik bestesinin ne kadar sade
hatta basit melodilerle yazıldığını, çok
iyi bir filmin yalnızca temel ögelerle
kurulduğunu, bizi derinden etkileyen
şiirlerin sadece birkaç kelimeyle
yazıldığını fark edince şaşırmışsınızdır.
Sebebi işte bu. Sadeliğe ulaşabilmiş
mükemmellik.
Suyun formülü basit olduğu kadar
paradoksal. Biri yakıcı diğeri
yanıcı olan iki element, birleşince
mucizevi bir şekilde yanmak yerine
söndürücü oluyor. Mucizevi çünkü fizik
kanunlarından farklı davranıyor. Fizik
kanunlarına göre tüm ısınan maddeler
genişler, yoğunluğu azalır, soğuyan
maddeler ise yoğunlaşır ve ağırlaşır.
Donan suyun kütlesinin sudan ağır
olması gerekirken buz sudan hafiftir.
Bu sebeple çok büyük ve çok ağır olan
buz dağları suyun üzerinde batmadan
yüzerler. Eğer buzdağları suyun dibine
batsaydı dünyadaki göllerin denizlerin
ve okyanusların çok büyük bir bölümü
dev bir buz kütlesi olacak denizlerde
ve sularda hiçbir canlı yaşayamayacak
dünyada yaşam mümkün olmayacaktı.
Su hayatın kaynağı olduğu kadar
uygarlıkların da beşiğidir.
Topraklarımızdaki en eski medeniyetler
iki suyun arasında Mezopotamya’da
doğmuş. Eski Mısır uygarlığı Nil
havzasında gelişmiş. Tarihteki bazı
savaşların sebebi de su. Fütüristler
gelecekte de en büyük savaşların su
için yapılacağını düşünüyor.
Dört temel unsurdan biri olan su,
çok sayıda gelenekte yeri olan bir
semboldür ve genellikle arındırma,
yeniden doğum, dönüşüm, bilgi,
yenilenme, yaşam, doğurganlık, dişil
prensip, iyileşme, şifa, tesir (etki), ilk
madde, nefsaniyeti yenmek, dünyanın
oluşumu ve şuurlanma (aydınlanma)
kavramları ile bağlantılı olduğu görülür.
Su, potansiyel ve üretken güçleri
temsil eden, yaratılışın kaynağı, “bütün
tohumları içinde barındıran rahim”
olarak kabul edilir. Kozmik döngünün
başlangıcında ve sonunda su vardır. Su
her zaman kendi içinde tüm biçimleri
potansiyel olarak barından bir hayat
kaynağıdır. Kozmogonide, mitlerde,
ritüellerde, ikonografide fonksiyonu her
zaman aynıdır, her figürün öncüsü, her
yaratma eyleminin destekleyicisidir.
Ay ile özdeşleştirilen suyun ve ayın
ritimleri evrene döngüsellik kazandırır.
Tarih öncesinden beri su, ay ve
kadın sembolleri, evrenin ve insan
üretkenliğinin ilerlediği yönü belirler.
Anne imajının suya atfedilmesi
sembole, anneye ait gizemli birtakım
özellikler kazandırır.
Suyun görevi her şeyden önce kirleri
temizlemektir. Çünkü su arıdır ve
arındırır. Suyun hayat verme niteliği,
hayat suyu ya da “ab-ı hayat” (içen
kişiye ölümsüzlük kazandırdığına
inanılan efsanevî su) kavramına yol
açmıştır. Ab-ı hayat, Anne Marie
Schimmel’e göre iki denizin birleştiği
yere yakındır ve toprağın en derin
dehlizlerinde bulunmaktadır. Ama
İskender gibi büyük kahramanlar bile
bu suyu bulamamıştır.
Kaynakça
· ELIADE, Mircea; Dinler Tarihine Giriş; Kabalcı
Yayınları; İstanbul 2003
· SALT, Alparslan; Semboller; RM Yayınları;
İstanbul 2006.
Abdulkadir Kılınç
109
havadan sudan
Mudanya açıkları, Bursa – 07.06.2012
110
Aşkın “su” hali
Ne başı belli ne sonu, zamansız seninle serüvenim. Balıkçıların
efsaneleri mi, yaşlı deniz fenerinin hikayeleri mi? Yoksa genzimi
yakan yosun kokusu mu bağladı sana beni?
Nazan Aşkalli
Ne zaman yelkenimi açsam sana
doğru, doldurdun rüzgarınla.
Özgürlüğünle tanıştırdın. Dans ederken
dalgalarınla ufuk çizgindeki renklere
büründü dünyam. Hani hayallerim vardı
yıldızlardan bile çok. Sen o hayallerime
ulaşacak yolu gösterdin. Cesaretim
oldun. Biz direnmeyi, zamana karşı
yarışmayı severiz, o yüzden yenik
düştük çoğu zaman. Sen gibi olmayı,
“su” gibi akmayı bilemeyiz fazla. Oysa
ne güzeldir senin kendi yolunu buluşun.
Keşifler yaşandı kıyılarında ve
keşfedilen topraklar uğruna savaşlar.
Anlam veremedin üzerine bulanan
kana, ama biz savaşı da severiz
gördüğün gibi. Durgun sularındaki
huzurun gibi barışı da öğreneceğiz
bir gün. Bazen ay ışığı ile yıkanacağız
gecelerinde, bazen en şiddetli
fırtınalarına şahit olacağız.
Önceleri korktum senden tıpkı aşık
olmaktan korktuğum gibi. Bebek
halimle senin kucağına bırakıldığım
an çırpındıkça sarmaladın kollarında.
Bak kızım; deniz dediler. martılar vardı
hatırladığım.. Gemilerin çığlık çığlığa
çalan düdüklerine eşlik ediyorlardı,
üzerinde süzülen sadık martıların.
Gördüğüm en güzel, en büyülü renk
senin mavindi. Hala gülümsetiyor ve
umut veriyor bana.
Asıl serüvenim senin içinde gizliymiş
oysa. Yıllar sonra anladım. Derinlerine
daldığımda buyur ettin beni
mercanlarına giyinmiş amforalarına,
büyülü dünyana. Kayalarından örülmüş
yuvalara saklamış korumuşsun
en değerli hazinelerini. Süzüldüm
içine, tek duyduğum kendi nefesim,
gördüğüm ise senin cennetindi. Kırmızı
küçük bir balık korktu önce benden,
sonra saklandığı kayanın ardından
usulca çıktı, baktı. Zamanla daha da
yakınlaştı, eşlik etti bir süre, sonra
kayboldu. Gizemli batıkların her biri
yuva olmuş, yosunlarla süslenmiş
bekliyordu hikayelerini anlatmak için.
Bir hiç olduğumu anladım derinlerinde.
Egolarımdan arınmayı, dengeyi
öğrendim. Huzuru buldum yeniden
kollarında. O kayıp balığa aslında
nasıl canavar olduğumuzu, dünyasını
zehirleyerek yavaş yavaş yok ettiğimizi
anlatamadım. Affet diyemedim.
Limanlarında en tutkulu aşk öykülerini
dinledim. Deniz sevdalısı gemiciler
ve onlara sevdalı kadınları. Deniz
almadan vermez derler. Sahi öyle mi?
Pencerenin arkasında mevsimlerce
erkeğini bekleyen o kadın gibi kıskanır
mısın? Ama hiçbir aşk seninkine
benzemez. Tuzuna bulanan, rüzgarına
yüzünü değdiren kimse iflah olmaz
bir daha. Dalga seslerinin vurduğu
kıyıların, sessizce seni dinleyenlerle,
teknede bir beşik gibi sallanıp hayallere
dalanlarla dolu. Efsanelerini yeniden
yazar mıyız birlikte? Şarkıların, şiirlerin
baş aktörü, keşiflerin, bilinmezlerin
kaynağısın. Özgürlüğüm, cesaretim,
tutkum, aşkımın “su” halisin.
111
eğitimin psikolojisi
112
Psk. Ayşegül Alkış
Çocukların
su sevgisi /
korkusu
Bebeklerde ve çocuklarda
dönem dönem su ile oynama
isteğinde artma ve zaman
zaman sudan korkma gibi
davranışlar görülür. Özellikle
erken bebeklik döneminde
banyo-suyla oynama bebekler
için çok rahatlatıcıdır. Daha çok
anne karnını hatırlattığı için sık
sık yıkanması, suyla oynaması
önerilir.
İlerleyen dönemlerde, özellikle 18 ay
döneminde, su korkusunun başladığı
ve arttığı görülür. Çocukların bu
dönemki korkusu tamamen gerçekçi
bir korkudur ve ciddiye alınmalıdır.
Her ne kadar banyoda vücudunun
yıkanmasından hoşlansa da özellikle
baş ve yüz bölgesinde, suyla temasta
sıkıntı görülür. Çocuktaki boğulma
korkusu gibi yaşanan bu korku
sebebiyle yoğun ağlama, banyodan
çıkma isteği, el ve bacak hareketlerinin
arttığı gözlenir. Korku sebebiyle keyifli
geçmesi beklenen banyo zamanı anne
babalar için ürkütücü olabilir. Peki neler
yapılabilir?
• Kısa bir süre için (3-4 hafta)
birkaç yıkamada bir çocuğun kafası
yıkanmayabilir, sadece boyundan
aşağısı yıkanır.
• Çocuğun kafası yıkanacakken
yüzüne, gözüne su gelmemesine dikkat
edilir, mümkünse yüzü yıkanmaz,
sadece silinir.
• Gece yatmadan önce yıkanması
yatağa geçişte uygun olacaktır,
sakinleşebileceği bir alan olur. Bir yere
gitmeden, gün içinde yıkamalarda
çocuk daha hırçın olabilir.
• Yıkama öncesinde rahatlatıcı oyunlar,
hareketler denenebilir (temel jimnastik
hareketleri gibi)
• Boş küvetten korkuyorsa küvetin
içi oyuncakla doldurulur, duştan
korkuyorsa kovadan alınacak su ile
yıkanabilir.
• Çocuğun, bebeğin küvette
kaymaması, kendisini güvende
hissetmesi için küvetin içine kaymaz
zemin aparatı-kilimi yerleştirilebilir.
• Banyodaki fayanslar için hazırlanan
ve sonrasında kolayca silinen banyo
kalemlerinden alınabilir, bunlarla çocuk
etrafını çizebilir.
• Zaman zaman küvete sadece oyun
oynamak için girebilir ve yaz günlerinde
bu şekilde kullanılabilir.
• Kız çocuklarında daha çok işe
yarayan metot ise oyuncak bebeklerini
yıkamalarını istemektir. Erkek
çocuklarında yıkanabilen hayvanlar,
arabalar da iyi olacaktır.
• Dikkat dağıtıcı bir ses de çocuk
şarkıları çalmaktır. Banyonuza
koyacağınız bir teyp ile daha neşeli bir
şekilde banyo yaptırabilirsiniz.
• Göz yakmayan şampuan da çocuklar
için en gerekli banyo nesnelerinden
biridir.
• Çocuklar bir arada daha çok
eğlenmektedir. Bebek ya da çocukların
birbirine eşlik edebileceği banyo
ortamları oluşturabilir, bazen banyoyu
oyun alanına çevirebilirsiniz.
• Bu dönemde bebek-çocuklar sizin
kaygınızı da hissederler, sinirlenmeniz,
bağırmanız, sert hareketlerde
bulunmanız onun kaygı-korkusunu
azalmak yerine arttıracaktır. Güven
verici konuşmak, sakin ve sessiz
kalmak sizin için de en iyisidir.
Sonuç olarak bu dönemde gözlenen
su-banyo korkusu geçici bir dönem
korkusudur. İlerleyen dönemde de
devam ederse ya da artarsa bir
uzmandan destek almak gerekebilir.
113
ruhun gıdası
Yoga ve su
Su; kadim öğretilerde kutsal olarak bakılan, çeşitli ritüellere
konu olan sihirli bir içecek. Etrafında sayısız mitin dolaştığı, şifa
veren, besleyen, dönüştüren, saydam ve ışıl ışıl... Sağlıkla ilgili
makalelerde sürekli adı geçen, hemen hemen her türlü hastalıkta
doktorların içmemizi tavsiye ettiği büyülü iksir. Yaşam kaynağımız
olan suyun Yoga ile de güçlü bağları var.
Özgür Akkaya Erdemol
Yoga Eğitmeni
114
Su yogada özellikle bedenin
temizliğinde çok büyük rol oynar.
Belirli miktarda hafif tuzlu suyun
içilmesiyle farklı yoga hareketleri
birleştirilir. Ortaya çıkan; bağırsak
temizliğinden, mide temizliğine kadar
geniş bir yelpazede binlerce yıldır
uygulanan ve sonuçları modern tıbbın
bulgularıyla örtüşen çeşitli yogik
temizlik teknikleridir. Bu konu oldukça
derin bir konu olduğundan bunu başka
yazıya bırakalım ve yoga derslerinde su
içilmesinin önemine odaklanalım.
Her türlü sporda vücudun susuz
kalmaması için sporculara sık sık su
tüketmeleri tavsiye edilir. İzlediğimiz
müsabakaların molalarında sporcular
midelerini çok doldurmayacak şekilde
su içerler. Yoga dersleri esnasında da
öğrenciler şişelerine saldırıp hemen
birkaç yudum su içerler. Oysa yoga bir
spor değil. Bu nedenle suyla ilişkisi de
biraz farklı.
Yoga sadece kas ve iskelet
sistemi başta olmak üzere fiziksel
bedenimizdeki sistemlerle çalışmıyor,
aynı zamanda pranik bedenle de
çalışıyor. Doğu öğretilerinin binlerce
yıldır savunduğu ve artık kuantum
fiziğinin de desteklediği üzere evrende
her şey enerjiden oluşuyor. Buna
bedenlerimiz de dahil. Bu enerjiler
farklı frekanslarda titreştikleri için farklı
fiziksel şekillerde tezahür ediyorlar.
Bu öğretiye göre görünen fiziksel
bedenimizi çevreleyen bir de enerji
bedenimiz yani pranik bedenimiz var
ve bu iki beden birbirleriyle sıkı bir
ilişki içerisinde. Birinin sağlığı diğerinin
sağlığını da etkiliyor.
Fiziksel bedenimizde damarlar olduğu
gibi enerji bedenimizde de enerjinin
dolaştığı kanallar var. Bu kanallarda
prana yani yaşam enerjisi dolaşıyor.
Yoga da içerdiği hareketlerle bu prana
dolaşımını düzenliyor ve pranik bedenin
enerjisini ve doğal olarak fiziksel
bedenimizi etkiliyor.
Asana dediğimiz yoga duruşları pranik
bedende ısıyı yükselterek pranayı
yükseltiyor. Yükselen ısı aynı zamanda
bedende detoks etkisi yaratarak
toksinlerin ve serbest radikallerin
bedenden atılmasını sağlıyor.
Prana akışı bedenin alt noktasından
başlayarak yukarı doğru hareket ediyor
ki bu aynı zamanda aydınlanmayı
sağlayan kundalini enerjisini de
yükseltiyor. Apana ise aşağı doğru
akan bir enerjidir ve bedenin artık
ihtiyaç duymadığı atıkları bedenden
uzaklaştırma işlevi görür. Sindirim
ve boşaltım sistemi, kadınlarda
menstürasyon hep apana akışıyla
düzenlenir. Hareketler esnasında
içilen su hareketlerin yükselttiği ısıyı
düşürerek apana enerjisini besleyerek
prana seviyesini aşağı çeker ve bu iki
akış arasındaki dengeyi bozabilir. Yani
yaptığımız hareketlerin etkisini azaltır.
Tabi ki bu söylediklerimiz Avrupa
ve Amerika’daki sağlık kuruluşları
tarafından ölçülebilen, ispatlanabilen
şeyler değil. Swamilerin, guruların
binlerce yıllık gözlemine dayalı
olarak yoga öğretisine gönül vermiş
uygulayıcılara yapılan bir tavsiye.
Aynı zamanda bazı yoga duruşlarını
ister yiyecek ister suyla olsun dolu
mideyle yapmak çok rahatsız eder. Her
hareketin o ders içinde bir yeri vardır.
Hareketler birbirlerini tamamlarlar.
Uygulandıkları sıra ve süreler bile
bütün ders içinde önceden planlanır
ve arzulanan sonucu etkilerler. Ders
esnasında kaçırılan bir hareket dersin
tamamlayıcı, bütünleyici dengesini
bozar.
Öte yandan dehidrasyon da sağlık
için risk oluşturacak ciddi bir durum.
Su bedeni besliyor, nefes alıp verme
kalitesini artırıyor, eklem ve kemik
sağlığını destekliyor, eklem ve
organların maruz kaldığı şoku emiyor,
beden ısısını dengeliyor, toksinleri
atıyor ve bedenin iyileşmesine yardım
ediyor. Yoga derslerinde, özellikle
ashtanga ya da bikram yoga gibi
pratiklerde beden çok daha fazla
ter atıyor ve susuz kalabiliyor. Bu
nedenle yoga derslerine gelmeden
ya da kendi pratiğimizi yapmadan
önce ve sonrasında bol bol su içmek
çok önemli. Ders öncesinde içilen su
bedenin arınmasını da kolaylaştırıcı
bir etki yaratıyor. Böylece beden
susuz kalmıyor. Ayrıca ders esnasında
su molası verilmemiş oluyor ve
öğrencilerin odağı tamamen yaptıkları
hareketlerde kalıyor, konsantrasyonları
bozulmamış oluyor ve yoganın
duygusal, zihinsel seviyedeki etkisini
artırıyor.
Bedenin su seviyesini ölçmek için
kullandığı mükemmel bir mekanizması
var; susuzluk. Bedende dehidrasyon
başladığında susuzluk hissi devreye
girerek su içilmesini sağlıyor.
Yaşlandıkça ya da başka sebeplerle
bu mekanizma bozulabiliyor ama
sağlıklı işlediğini varsaydığımızda da
bu sinyale kulak vermek lazım. Bir yoga
dersi esnasında susarsanız yapılacak
en mantıklı şey az miktarda su içmek
olacaktır. Hiç kimse bedeninizin
ihtiyacını, o an bedeniniz için en doğru
şeyi sizden daha iyi bilemez. Siz derse
gelmeden önce ve ders sonrası bolca
su içtiğinizden emin olun ve ders
esnasında su içmemeye özen gösterin
ama ders esnasında bastırılamaz bir
susuzluk ortaya çıkarsa bedeninizi
dinleyin ve biraz su için.
115
serbest yazı
Özlem Şenkoyuncu
Can suyu
Hayatta bazı şeylerden vazgeçemeyiz. Onlar bizim hayatta olmamızın, yaşamımızın temel kaynağıdır.
Yani bizim için su gibidir, vazgeçilemez yeri başkasıyla değiştirilemez.
Hayatımızın “su gibi vazgeçilmezler
listesi”nin en başında büyük bir
çoğunluk için aile yer alır. Peki
ya sonra? Hiç ailemizden sonra
vazgeçemeyeceğiniz dostlarınızın
listesini yaptınız mı? Sizin için su kadar
değerli dostlarınız kimler?
Listeyi yaptınız; peki bu su kaynağınızı
kirletmemek, kurutmamak için neler
yapıyorsunuz? Bazen hayat telaşından
ve karmaşasından ihmal ederiz su
kaynaklarımızı. Stres bizi yavaş yavaş
kurutup insanlığımızdan uzaklaştırırken
bize can verecek, enerjimizi
yenileyecek su kaynaklarımıza
başvurmayı unutuveririz. Oysa bizi
olduğumuz gibi seven ailemizle,
dostlarımızla şöyle kana kana bir
116
sohbetin, yudum yudum dertleşmenin
yerini hiçbir şey tutmaz. Sevgi dolu bir
kucak ve neşe dolu bir dost sesi bizi
dertlerimizden tasamızdan arındıracak,
su gibi bizi canlandıracak en değerli
hediyedir bizim için.
Bazen bir dost eli su gibi arındırır,
temizler bizi... Düşüncelerimizden
kirlenmiş iç dünyamızı kötü ve
gereksizlerden arındırmak, iyi ve doğru
olanları seçmek ve parlatmak için
güvenilir bir dost en iyi çaredir. Su gibi
temizleyecek, parlatacaktır bizi dost
sözleri... Hayatımız su gibi değerli
insanlarla dolu. Ama malesef insanoğlu
nasıl dünyadaki suları kirletip kendi
hayat kaynağını yok ediyorsa, ruhunun
su kaynağı dostlarını da ihmalsizlikle
yok edebiliyor. Dostlarımıza onların
bizim için ne kadar değerli olduklarını
sık sık hatırlatmayı unutmayalım.
Terden sırılsıklam olmuş vücudumuz
için, dilimiz bir karış dışarıda su
ararken, içtiğimiz suyun kıymetini nasıl
biliyorsak; gerçek dostlarımızın da
aynı hassasiyette kıymetini bilelim.
Su gibi şeffaf, katkı maddesiz, temiz
ve sonsuza akan gerçek dostlarınızın
hep yanınızda olmasını ve ölene kadar
size can suyu olmaya devam etmesini
dilerim.
* Lütfen bu yazıyı okuduktan sonra
“can suyunuz” birkaç dostunuzu arayıp
“kana kana” sohbet eder misiniz?
117
çizgi üstü
“Su gibilerdi”
Genç adam, İç Koza Han’da bir yandan çay içiyor diğer
yandan da fıskiyeli havuzun etrafında toplanmış, suyla
oynayan çocukları seyrediyordu. Hepsi ne kadar güzeldiler...
Suyla olan görünmez ilişkimizi düşündü birden.
Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör
118
Su ile bağımız ne kadar değişkendi;
durumdan duruma, yaştan yaşa
değişiyordu. Örneğin hiçbir yetişkin, şu
havuzun “pis suyuna” elini daldırmazdı.
Fakat çocuklar! Onlar, durmaksızın
fışkıran, sonra köpük halinde dağılıp
havuza düşen sudan heyecana
kapılıyorlardı. Kesintisiz bir döngüydü
bu! Ellerini suya değdirmekten,
kendilerini ve yanlarındakini ıslatmaktan
keyif alıyorlardı.
Çocuklar da başka bir
şeyden habersizdiler.
Bir gün büyüyecekler ve
yetişkin olmanın tabiatı,
onları suyla oynamaktan
alıkoyacaktı. Onlar da
su gibi, girdikleri bu yeni
kabın şeklini alacaklardı.
Suyla oynayıp ıslanmak
bir yana yağmurda ıslanmaktan bile
ölesiye korkacaklardı.
Aslında yalnız onlar değil, burada
oturan herkes, şu anda bu fıskiyeden
çıkan suyla bir ilişki içindeydi.
Onun rahatlatıcı, ferahlatıcı etkisi
altındaydılar. Yalnızca bunun farkında
değildiler.
Suyun başını tutma çabasındaki
yetişkinlerin dünyasına girecekler ve
artık onlar gibi ciddi işlerle (!) uğraşıyor
olacaklardı. Bugünü yaşamadan, hep
gelecekteki bir mutluluğun hayaliyle
oyalanacaklardı. Genç adam, böyle
kötümser düşüncelere kapıldığı için
kendine kızdı bir an. Bu kadar da
abartmamalıydı belki. Onların arasından
da gücünü, potansiyelini güzellik ve
sevgi üretme yönünde kullanabilen
yetişkinler çıkabilirdi.
Düşünmeye ara verdi ve çocukları, o
küçük elleri, küçük gövdeleri, küçük
kolları, tertemiz saçları seyretmeye
başladı. Bilim insanları haksız
değillerdi; bir yerde su varsa hayat da
var demekti! Peki ya suyun bol olduğu,
fakat çocukların olmadığı bir yer
olsaydı… Orada hayattan söz edilebilir
miydi? Çocuklar yeryüzünde yaşam
ümidini ayakta tutan canlılardı. Belki su
gibi, belki ondan da çok…
119
film şeridi
Avrupa turuna
Roma’da devam
Woody Allen’in “Vicky Cristina Barcelona” ve
“Midnight in Paris” filmlerinden sonraki Avrupa turu,
“To Rome with love” (Roma’ya Sevgilerle) ile
devam ediyor. Film dikkat çekici kadrosu ile de göz
kamaştırıyor.
“To Rome With Love” filminin
merkezinde Amerikalı ve İtalyan
karakterler var. Onların kaderleri, klasik
bir Woody Allen filminde olduğu gibi
bir yerlerde birleşiyor. Filmi “hayatlarını
sonsuza dek değiştirecek maceralar
yaşayan insanlar hakkında romantik
ve eğlenceli bir film” olarak özetlemek
mümkün. Woody Allen bir yandan
yönetmen koltuğunda otururken diğer
yandan oyunculuğunu da esirgemiyor.
Ölümsüz bir şehir olan Roma'da
birbirinden farklı karakterlerin
birbirinden farklı hikayelerinin içine
sokarak, bazen şehrin herhangi bir
sakini bazen de yazın gelen herhangi
bir turistin hayatına girerek romantik ve
macera dolu bir geziye çıkarıyor. Film
aşk ve seks arayışını farklı şekillerde
anlatıyor. Bu romantik ilişkiler için set
olarak bu enerjik ve tarihi şehrin sayısız
köşesini seçen yönetmen Woody
Allen, filmin her ayrıntısı gibi filmin
tüm şarkılarını da kendisi seçerek hem
geçmişi hem günümüzü yansıtıyor.
Puccini, Verdi, Leoncavallo gibi
ölümsüz isimlerden unutulmaz İtalyan
aryaları ve bir İtalyan klasiği olan
“Volare” eşliğindeki filmin karakterleri,
Roma sokaklarında aşkı bulan sayısız
insandan sadece birkaçı...
Zengin ve yıldızlarla dolu oyuncu
120
kadrosunda Woody Allen dışında
Penelope Cruz, Alec Baldwin, Ellen
Page, Alisson Pill, Ornella Muti,
Jesse Eisenberg ve Roberto Benigni
gibi isimler parlıyor. Senaryosunu
1997 yılında Vincenzo Cerami ile
yazıp yönettiği ve İkinci Dünya
Savaşı’nda oğluna savaş ve toplama
kampı psikolojini yaşatmamak adına
bir Yahudi babanın gösterdiği çabaları
canlandırdığı “La vita e bella” (Hayat
güzeldir) filmiyle Akademi ödülünün
sahibi olan Roberto Benigni’yi yere
göğe sığdıramayan Allen, İtalya’ya
hayranlığını da vurgularken şunları
söylüyor: "Benigni, tüm Amerika’da
bir fenomen. Onunla çalışmak benim
için bir hayaldi. Gerçekleştirmiş
olmaktan mutluyum. Bu film Roma’ya
karşı kişisel ilgimi gösteriyor. Tüm
Woody Allen
Rol: Jerry
Penélope Cruz
Rol: Anna
Amerikalılar İtalya’ya aşık. Sımsıcak bir
ülke. Hayatını eğlenceli geçirebileceğin
ve her şeyin olumlu olduğu bir yer.
Burada yaşamak ve çalışma imkanına
hayır diyemezdim..." Roma’nın her
köşesinin film setine dönüştüğü bu
film, ülkemizde “28 Eylül Cuma” günü
vizyona girecek.
Karakterler ve filmin konusu
Filmin karakterleri arasında; gençlik
yıllarının özlemini duyan ünlü bir
Amerikalı mimar, bir anda kendisini
Roma’nın en ünlü insanı olarak bulan
orta sınıftan sıradan bir Romalı,
başkalarıyla romantik ilişkilere giren
taşralı genç bir çift ve bir cenaze
levazımatçısını opera söyletmek
üzere sahneye çıkarmaya çabalayan
Amerikalı bir opera direktörü bulunuyor.
Alec Baldwin
Rol: John
Roberto Benigni
Rol: Leopoldo
Ünlü mimar John (Alec Baldwin)
gençken yaşamış olduğu şehir olan
Roma’da tatildedir. Daha önce yaşadığı
sokakta dolaşırken kendi gençliğini
anımsatan bir genç adam, Jack
(Jesse Eisenberg) ile karşılaşır. Bu
sırada Jack’in sevgilisi Sally’nin (Greta
Gerwig) oldukça etkileyici olan çapkın
yakın arkadaşı Monica (Ellen Page)
onların yanında yaşamaya başlar.
Jack’in Monica’ya aşık olmasına
tanık olan John, kendisinin geçmişte
yaşadığı en acı verici aşk hikayesini
tekrar yaşamaya başlar. Bu sırada,
emekli opera direktörü olan Jerry
(Woody Allen) ve eşi Phyllis (Judy
Davis), kızları Hayley (Alison Pill) ve
onun Italyan nişanlısı, Michelangelo’yu
(Flavio Parenti) görmek için Roma’ya
uçar. Jerry, Michelangelo’nun cenaze
levazımatçısı babası Giancarlo’nun
(Fabio Armiliato) banyoda çok güzel
arya söylediğini fark eder.
Böyle bir yeteneğin gizli
kalamayacağını düşünen Jerry
bu fırsatı kaçırmak istemez ve
Giancarlo’nun tanınmasını sağlayarak
kendi kariyerini yeniden canlandırmak
ister. Diğer yandan sıradan biri olan
Leopoldo Pisanello (Roberto Benigni)
bir sabah uyanıp kendini şaşkınlık
içinde İtalya’nın en ünlü insanlarından
biri olarak bulur. Kısa zamanda
paparazziler onun her hareketini takip
edip haber yaparlar. Leopoldo bu
olağanüstü ilgiye alışmaya başlarken
sonunda ünlü olmanın getirdiği bedelin
farkına varır. Tüm bunlar yaşanırken,
Roma’nın uzak bölgelerinden birinde
yaşayan Antonio (Alessandro Tiberi)
tutucu akrabalarını içinde yeni evlendiği
eşi Milly (Alessandra Mastronardi) ile
etkilemek ve bu sayede büyük şehirde
havalı iş sahibi olma peşindedir. Komik
tesadüfler sonucu Antonio ve Milly
akrabalarla buluşma günü birbirinden
ayrı kalır. Antonio yeni eşi olarak
Anna’yı (Penelope Cruz) tanıtırken,
Milly de efsanevi film yıldızı Luca
Salta’nın (Antonio Albanese) romantik
ilgisine maruz kalır. Bir klasik “Woody Allen”
1935 New York doğumlu Woody Allen için “on parmağında on
marifet” tanımı kolayca yapılabilir. İsmi birden fazla anlama geliyor;
film yönetmeni, aktör, müzisyen, senaryo ve oyun yazarı… Kendi
yazdığı film senaryolarını yönetip, aynı zamanda bu filmlerde
oynamasıyla tanınıyor. O aynı zamanda iyi bir komedyen ve
öykücü.
Gerçek adı Allen Stewart Konigsberg
olan Woody Allen’ın sinema ile
tanışması, henüz 3 yaşındayken,
annesinin kendisini "Pamuk Prenses"i
izlemeye götürmesiyle oldu. Bu
andan itibaren sinema onun her
şeyi oldu. 1952 baharında Allan S.
Konigsberg ismini Woody Allen olarak
değiştirdi. Henüz 16 yaşındayken bir
çok yerel gazeteye espriler yazmaya
başladı. Utangaç biri olduğundan,
arkadaşlarının gazetelerde ismini
görmesini istemedi. 1961 ve 1964
yılları arasında stand-up gösteriler
yaptı. Bu gösteriler dikkat çekmeyi
başarınca, bir sinema filmi için senaryo
yazma teklifi aldı. 1965'te ilk film
senaryosunu yazdı ve “What's New
Pussycat?” adlı bu filmde oynadı.
Senaryonun yapımcıların elinde
değişime uğramasından hoşnut
kalmayınca, kendi yönetmeyecekse
filmlere senaryo yazmama kararı
aldı. "Casino Royale" adlı filmde
oyuncu olarak bulunduktan sonra
eleştirmenlerce beğenilen ilk filmi,
“What’s Up Tiger Lily” yi çekti (1966).
Sonrasında kariyerinde dönüm noktası
olan “Take the Money and Run”ı
çekti(1969). Bu filmin ardından, United
Artists firması kendisiyle anlaşma
yaptı.
Felsefe öğrencisi Harlene Rosen ile
1954te başlayan ilk evliliği, 1962’de
sona erdi. Ardından “Bananas” (1971)
121
film şeridi
filminin yıldızlarından Louise Lasser ile
1966 yılında dünya evine girdi ancak bu
evlilik pek uzun sürmedi ve çift 1969’da
boşandı. 1970’li yıllarda yazdığı “Play It
Again, Sam” adlı Broadway oyununda
oynattığı Diane Keating ile bir süre
beraber oldu ve birlikte “Annie Hall”
gibi kariyerindeki en önemli filmlerden
birinde ve bir çok projede yer aldılar.
1980’li yılların başında 12 yıl sürecek
olan birlikteliğine Mia Farrow ile
başlayan yönetmen, bu süre içinde 2
çocuk evlat edindi. Sonrasında bunların
dışındaki üvey çocuklarından biriyle,
Soon-Yi Previn ile olan birlikteliği
olay yarattı. Asla baba-kız ilişkisine
sahip olmadıklarını iddia eden çift
1997 yılında evlendi ve 2 çocuk evlat
edindiler. Çok erken yaşlarda film
çekmeye merak salan Allen, okulu
hiç sevmedi ve üniversite eğitimini
tamamlamadı. Hicivden yoksun
öğretmenleri onun komik yanıtlarına
not vermediler ve sonuçta New York
Üniversitesi’nden atıldı. Allen, hayatının
30 yılını psiko-analize harcadı. Bu
seanslar bazen haftada 3 güne kadar
çıktı. Bu deneyimini filmlerinde kullandı
ve zaman zaman espri konusu yaptı. 15
yaşlarındayken her gün klarnet çalmaya
başlayan ünlü yönetmen, bugün halen
bu alışkanlığını sürdürüyor.
Kariyerine birçok ödül sığdırmakla
birlikte Akademi ve Altın Küre ödülleri
dikkat çekiciydi. Son olarak 2012’de
Midnight in Paris ile “En iyi” ve “En
özgün” senaryo dallarında bu iki ödülü
122
kazandı. Akademi Ödülü’nü daha
önce “Annie Hall” (1978 – En Özgün
Senaryo-En İyi Yönetmen) ve “Hannah
and Her Sisters” filmleri ile de
kazanmıştı. Altın Küre getiren diğer bir
film ise 1986 yapımı “The Purple Rose
of Cairo” (En İyi Senaryo) olmuştu.
olabilecek en iyi deneyimdir.”
“Hayat bir toplama kampı gibidir.
Ölmeden terk edemezsiniz.”
Woody Allen’dan “inciler”
“Hayatımız, onu nasıl bozmayı
seçtiğimizden ibarettir.”
“Hayatta sevdiğim her şey ya ahlak dışı
ya yasadışı ya da şişmanlatıyor.”
“Aşk cevaptır, ama siz cevabı
beklerken, seks birkaç güzel ve ilginç
soruya yol açar.”
“Bu dünyada iki tip insan vardır: İyi ve
kötü. İyiler daha rahat uyur ama kötüler
uyanma vaktinden çok daha fazla keyif
alır.”
“Bütün cevaplarınıza karşı sorularım
var.”
“Daha geçen hafta dilimi elektrikli
daktilonun merdanesine kaptırmışken
Tanrı'ya nasıl inanayım.”
“Hayatta duyulabilecek en güzel cümle
‘seni seviyorum’ değil, ‘kistiniz iyi huylu
çıktı’dır.”
“Hayattaki tek pişmanlığım, başka biri
olamamam.”
“Kimileri bilgi nehrinden kana kana içer,
kimileri ise yalnızca ağızını çalkalar.”
Ölümden sonra yaşam varsa ve
hepimiz aynı yerde buluşacaksak, beni
aramayın, ben sizi ararım. Ölümden
korktuğumdan falan değil, sadece
geldiğinde orda olmak istemiyorum.
“Tanrıyı bulmak kolaydır. Bu birkaç
hayalle hallolabilir. Sıkıyorsa siz pazar
günü açık bir muslukçu bulun.”
“Eğer Tanrı varsa, umarım iyi bir
mazereti vardır.”
“Unutulmaması gereken, hayatın her
evresinin kendine özgü güzellikleri
olduğudur, oysa öldüğünüz zaman
elektrik düğmesini bulmak zordur.”
“Erkekle kadın arasındaki seks çok hoş
bir şey olabilir. Tabii eğer doğru erkekle
doğru kadının arasındaysanız.”
“Yukarıda bizi izleyen bir şey olduğunu
düşünüyorum, maalesef onun adı
hükümet.”
“Aşk olmadan seks boş bir deneyimdir
ama boş deneyimler arasında
“Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış
iyilik değil de nedir?”
123
güncel kitap
Yunus Emre’den Bir Yazı;
Biliyorum, “Biz bu ilden gider olduk, kalanlara selam olsun,” demişti…
Yine biliyorum, “Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.” demişti…
Ve Sevgili’ye gittiği o geceden sonra adının dilden dile,
Aşkının gönülden gönüle dolaştığını da biliyorum…
Şimdilerde ona kimisi Âşık Yunus, Miskin Yunus…
Derviş Yunus… Varsın onu da desinler.
Ve Türk yurtlarında, onu en çok “Bizim Yunus” diye çağırırlar.
Biliyorum…
Ten fânidir, can ölmez
Çün, gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil
“Aşk” var
Od, bir “aşk” kitabı. Fakat
aşkı kendine has bir şekilde
konu ediyor. Yunus Emre’yi
anlatıyor. Gerçek aşkı tarif
eden Yunus’un, yanıp tutuşan
bir ozanın, hikayesini aktarıyor.
Yalınlığı ile etkileyici anlatımıyla
sürükleyici bir roman Od.
Gök kubbemizin her zaman parlayan
ve hep çok sevilen, şiirleri gönülden
gönüle dolup dilden dile dolaşan
Yunus Emre, OD’un ana kahramanı.
İskender Palanın ilim ve kültür adamı
olmasının yanında, yazar kişiliğinin
imbiğinden geçirilerek aşkın tahtına
bir kez daha oturtuluyor. 13. yüzyılın
her bakımdan kavruk ve yanıp yıkılan
ortamına Yunus Emre’nin gelişi tarihi
atmosfer içerisinde hakiki anlamına
kavuşturuluyor. Yıkıntılar ve yangınlar
içinden bir gönül ve bir insanlık anıtının
inşa edilişi cümle cümle anlatıyor ve
elbette kalbe dokuna dokuna yol alıyor.
Romanın her sayfasında Yunusun
hamlıktan saflığa geçişi okunuyor.
Roman, Molla Kasım ile başlıyor. Yunus
Emre’nin şiirlerinde karşılaştığımız
Molla Kasım, Yunus’la birlikte kendisini
de zamanın terazisinde tartıyor.
“OD”, 13. yüzyılın karmaşasında
Anadolu’yu sabır, aşk ve inanç
mayasıyla kuranların da hikâyesi bir
bakıma. Gönül erleri, aşkla yoğrulurken
Anadolu’yu da yoğuruyorlar. Hacı
Bektaş Veli, Mevlânâ, Yunus Emre,
Barak Baba, Temür Alp Ata, Satı
Nine, Tapduk Emre… Dahası, Hasan
Sabbah’ın adamları, Moğollar, Haçlılar,
Dervişler, Abdallar… İnsan insana,
zaman zamana, ses sese, aşk aşka,
kılıç kılıca karşı. Bazen ayrı, bazen bir.
Anadolu varlığı elmas bir mücevher
haline gelinceye değin süren çalkantı,
döne dolana Yunus’u var ediyor.
124
Romanda Yunus Emre’nin Yunus Emre
olmasında Hacı Bektaş ve Mevlânâ’nın
yankılarını da buluyoruz. Yunus
Emre’nin Sitare, diğer ismiyle Elif’e
duyduğu aşk da önemli bir yer tutuyor
romanda. Yunus, Sitare’sini erken
yaşta yitirir. Ebedi aşk, ilahi aşkın eşiği
Sitare’nin gözleri, elleri ve sesindedir.
Oradan şiire gidecektir Yunus Emre.
Dağlar ile taşlar ile çağırmanın sırrına
erecektir. Yunus, romanda çok sevdiği
oğlunu da kaybeder. Yazar, Yunus’un
acısıyla zamanın ve coğrafyanın acısını
birleştiriyor “OD”da.
Haçlı istilacıları, Moğol askerleri,
hırsızlar, uğursuzlar, Alamut fedaileri
Anadolu’yu bir mezar soyguncusu
gibi deşer dururken, alttan alta
gönlün ve aşkın saati büyük insanlık
düşüncesine doğru çalışmakta,
zemberekler gerilmekte, güneş büyük
doğuşuna hazırlanmaktadır. Anadolu
bozkırlaşırken mana erlerinin sayısı
artmaktadır. Zulüm ve acı kol gezerken
aşk ve şiir yeşermektedir. İskender
Pala, Yunus adında garip bir kişinin
hikâyesini anlatırken, o garip, yalın
ve sıradan hikâyenin, geleceğin
kuruluşunda oynadığı kritik rolü de
işaretlemiş oluyor. Yunus ile birlikte
sadece bir büyük şiir gelmez, büyük bir
insanlık fikri de gelir. “Ben gelmedim
kavga için…” diyen şair, sadece kendi
gönlünü kurmaz, gelecekteki insanlığın
da gönlünü kurabilecek şiirler yazar.
125
efsane kareler
Efsane kraliçe
Madonna
Louise Ciccone
Birçok fotoğrafını gördük, görüyoruz, göreceğiz. Şarkıcı, müzisyen, dansçı, aktris, film yapımcısı, yazar
ve kelimenin her anlamıyla bir “moda ikonu…” En bilinen ifadesiyle “Pop Müziğin Kraliçesi…” Yaşı
ilerlese de yüksek tempolu sahne performansları ile ünlü olan Madonna, bazen erotik, bazen politik,
bazen de dini temalar ile karşımızda. Onun şansı yaşarken efsane olmuş olması.
126
127
efsane kareler
“Hızlı yaşa,
genç öl,
cesedin
yakışıklı
olsun!”
James Dean
James Dean, (1931-1955) kısa yaşamına rağmen “Asi Gençlik” ve “Cennetin Doğuşu” gibi sinema
klasikleri ile efsaneler arasına çoktan girmişti. Henüz 24 yaşındayken gelen ölümü hafızalardaki izini
daha da derinleştirdi. Efsane olmasında çekici bakışları da büyük pay sahibiydi!
128
129
armoni
Hiç bitmeyen müzikal şölen
Queen
Hazırlayan: Sezai Evans
İsmi kadar soylu, müziği kadar ihtişamlı, yansıttıkları enerji kadar devinim dolu
bir ekip... Rock dünyası, müziğin gösterişini ve yarattığı görkemi onlarla tanıdı.
Neredeyse yaptıkları tüm konserler unutulmazdı. Binlerce insan dünya üzerinde
onları takip etti. Queen, Rock müziğin “erkeksi ama en süslü” kraliçesiydi…
Davulda Roger Taylor, gitarda Brian
May, bas gitarda John Deacon ve
vokalde dünyanın en güçlü ve en
etkili seslerinden Freddie Mercury...
Böylesine baskın müzisyenlerden
oluşan bir grubun efsane olmasına
da şaşırmamak gerekir zaten. Bu
her biri kendi alanında efsane olan
müzisyenlerin Rock müzik için yaptıkları
tüm yenilikler uzun seneler boyunca
tartışıldı ve üzerinde çalışıldı. Müzikal
yetenekleri öylesine yüksek noktalara
ulaşmıştı ki, “Bohemian Rhapsody” gibi
Opera ile Rock müziğin harmanından
oluşan bir şarkı bile tüm müzik
dinleyicileri için dinlemeye doyulamaz
bir kült haline gelmişti… Yetmedi tüm
zamanların en iyi şarkısı seçildi. Her
şarkısı ayrı bir etki yaratıyordu ama bazı
şarkılar daha derin izler taşıyordu. “We
Will Rock You” dünyanın en bilinenleri
arasına çoktan girmişti. “We Are The
Champions” gibi ölümsüz bir şarkı
yine onların dilinden sesleniyordu
atmosfere…
Queen’in en başlıca özelliği müziği
çok iyi bilmelerinden ileri geliyordu.
“Innuendo” gibi imalı ve birçok
farklı parçanın homojen bütününden
130
oluşan bir şarkı bile öylesine güzel
dengeleniyordu ki hayran olmamak
elde değildi. Tüm dünya Queen’in
yaptıklarını izliyordu adeta. Hayatın
içinden bir gruptular. Her an için bir
beste yapıyorlardı; “The Show Must
Go On" ile yaşam felsefelerinin en
dramatik eserlerinden bir tanesine imza
attılar. Attıkları her adım bu şarkıdaki
gibi her daim ve devam eden büyülü
bir dünya gibiydi… Onlar sayesinde
insanlar yüz binler halinde tek bir sesi
çıkartabiliyorlardı…
1970 yılında Smile grubunun dağılma
sürecine girmesi sonrasında Brian
May, Roger Taylor ve Freddie Mercury
tarafından temelleri atılan Queen’in
hikâyesi Londra’da başlamıştı.
Tam bir yıl sonra John Deacon’un
da katılımıyla grup tamamlanmıştı.
Amaçları The Who, Led Zeppelin
ve Jimi Hendrix karışımı bir müzik
ortaya çıkarmaktı. Sahne şovları onlar
için çok önemliydi. Nitekim Queen
zamanının en iyi sahne performansını
veren gruplarından bir tanesiydi. Bir
tek Amerikalı eleştirmenlere kendilerini
beğendiremediler. Anlamsız bir şekilde
Amerikalı eleştirmenler tarafından
önemsenmediler. Ama o dönemde
Amerika’da en çok satılan albümler
de yine Queen’e aitti. Dünya çapında
300 milyon adet sattıkları albümlerinin
35.5 milyonu ABD'de satılmıştı…
Arena Rock, Glam Rock, Hard Rock,
Heavy Metal, Pop Rock ve daha nice
müzik türlerine çok büyük katkılarda
bulundular.
Queen ve dünya müziği için en
dramatik olaylardan bir tanesi ise
Freddy Mercury’nin ölümü ile oldu.
Mercury; 1991 yılında, yakalandığı
AIDS hastalığını basına ve halka
açıklamasından 2 gün sonra 24
Kasım günü 45 yaşında hayata veda
etti. Şöhretlerinin en zirvesindeyken,
solistleri Freddie Mercury’nin ölümü
ile grup dağıldı. Ama milyonları aşan
albüm satışları ve hayran kitlesi olan
gruptan geriye 15 Albüm ve yüzlerce
harika şaheser kaldı. Grup John
Deacon’un (basçı) da ayrılması ile
tamamen sona ermiş gibi görünse de,
2005’ten bu yana Baterist Roger Taylor
ve Elektrocu Brian May ile Freddie
Mercury’nin de sevdiği bir sanatçı olan
Paul Rodgers ile yoluna devam ediyor.
Queen + Pr Organizasyonu ismiyle
devam eden grubun Freddy Mercury
ile kaydettiği son albüm ise Innuendo
oldu.
Gruba Queen ismi Freddie Mercury
tarafından verilmişti. Zaten o isim
bulma konusunda oldukça tecrübeliydi.
Gerçek ismi Farookh Bulsara’ydı.
Farookh Bulsara, grup yavaş yavaş
yerine oturmaya başladıkça kendi
üzerinde de değişiklikler yapmaya
karar verdi. Dolayısıyla taşıdığı Asya
kökenli ismin de kökten değişikliğe
uğraması gerekiyordu. Yeni isim
arayışlarına giren Farookh, ismini
zaten arkadaşlarının kendisine
çocukluğundan beri hitap ettikleri
şekilde Freddie olarak; soyadını
da Roma mitolojisinden etkilenerek
Mercury şeklinde değiştirdi. 1970
yılının Temmuz ayından itibaren Queen
solistinin adı artık Freddie Mercury
olmuştu. Ağustos 1970’te Queen
ismiyle ilk konserlerini verdiler. Freddie
daha sonra Queen ismini neden tercih
ettiklerinin açıklamasını yaparken şu
açıklamayı yapacaktı: “Görkemliydi,
bizim sahnedeki görsel şölenimize
yakışıyordu. Aynı zamanda bu ismin
homoseksüel bir çağrışım yaratan çift
anlamlı bir etkiye sahip olduğunu da
biliyorduk. Her şeye rağmen bu isim
tam bize göreydi.”
Queen için sahne şovu her şeyden
önemliydi. Dar kıyafetler, topuklu
ayakkabılar, aşırı makyaj, Queen’in
sahnedeki performansını görsellikle
de destekliyordu. Sahne üzerinde
giyim olarak görselliğe önem
vermeyen grupların aksine Queen, bu
alanda bir yenilik ve farklılık yaratma
uğraşındaydı. 1970’te Imperial Kolej’de
verilen konserde özel olarak tasarladığı
elbiseyi giyen Freddie Mercury büyük
ilgi gördü. Tek parça olarak tasarlanmış
bu siyah kostüm tenine yapışacak
türden dardı ve vücudun göğüs kısmını
olduğu gibi açıkta bırakıyordu.
Queen her şeyiyle görsellik demekti.
Logoları bile grafik tasarım diplomalı
Freddie Mercury tarafından ilk albüm
piyasaya sürülmeden önce yaratılmıştı.
Tüm üyelerin zodyak simgeleri olan
logoda; Deacon ve Taylor'u temsilen
iki aslan, May'i temsilen bir yengeç ve
Mercury'nin başak burcundan olması
nedeniyle 2 adet peri bulunuyordu.
İki aslan tarafından kucaklanmış olan
"Q" harfinin ortasında bir taç ve tüm
bunların üzerinde büyük bir anka
kuşu… Queen attığı her adımı hesap
ederek ilerliyordu. Zaten neredeyse
yaptıkları tüm albümler çok büyük
başarılar yakaladı. Birçoğu film müziği
yapıldı. Müzikallerde kullanıldı. Tabir
yerindeyse tüm dünyada isimleri
yürüdü… Rock müziği bambaşka bir
boyuta taşımaya kendilerini adadılar
ve başardılar. Tamamen evrensel ve
dünyada popüler sayılabilecek her tür
müziği teker teker kendi yorumlarıyla
tekrar hayata geçirdiler, yaratıcılıklarıyla
tüm dünyayı hipnotize edip kendilerine
hayran bıraktılar.
DİSKOGRAFİ
Queen (1973)
Queen 2 (1974)
Sheer Heart Attack (1974)
A Night at the Opera (1975)
A Day at the Races (1976)
News of the Worl (1977)
Jazz (1978)
Live Killers (Konser albümü-1979)
The Game (1980)
Flash Gordon (Sountrack-1980)
Greatest Hits (1981)
Hot Space (1982)
The Works (1984)
A Kind of Magic (1986)
Live Magic (Konser albümü-1986)
The Miracle (1989)
İnnuendo (1991)
Greatest Hits 2 (1991)
131
hobi kulübü
Özgür Taşkıran
“Su” araçları
modelciliği
Ülkemizin 3 tarafı denizlerle
çevrili. Hal böyle olunca akla;
denizle iç içe bir yaşam,
üst düzeyde deniz tutkusu,
gelişmiş deniz taşımacılığı,
yoğun miktarda deniz ürünleri
üretimi ve tüketimi vb. gelebilir.
Ama deniz tutkusu ülkemizde
çok küçük bir kitlenin ilgi
alanında. İnsanlar iç içe
oldukları araçları modellemeye
yatkındır. Denizden ve deniz
araçlarından uzak bir toplum
olunca modelcilikte de konunun
uzağındayız. Umarım bu yazı
konuya ilginin bir nebze de olsa
artmasını sağlar.
132
Her modelcilik dalında olduğu gibi
bu modelcilik türünün de iki ana dalı
var. Statik ve dinamik deniz araçları
modelciliği. Statik deniz araçları
modelciliği adından da anlaşılacağı
üzere hareket kabiliyetine sahip
olmayan, belirli bir ölçek baz alınarak
boyut ve detaylandırılmış modelcilik
dalıdır. Kendi içerisinde 2 farklı dala
ayrılır. Bunlardan birincisi gerçeği
gibi ahşap kullanılarak yapılmış deniz
araçlarıdır. Tarihsel olarak bakıldığında
kalyonlar ve savaş gemileri, günümüz
araçlarına baktığımızda ise balıkçı
tekneleri ve sandallar gibi deniz
araçları modellenir. Modelleme tekniği
olarak da iki farklı sınıfta incelenebilir.
Bunlardan ilki ve bence en zoru
modellenecek aracın planını elde edip
bu plan dahilinde gemiyi gerçekte
olduğu gibi inşa etmektir. Bu tip bir
üretim doğal olarak gerekli bütün
parçaların elde olması ve referans
alınan plana uygun olarak üretilmesi
ile gerçekleşir. Çok fazla el becerisi,
malzeme bilgisi ve sabır gerektiren bir
modelcilik türüdür. Usta ellerden çıkmış
bir modeli izlemek inanılmaz keyiflidir.
Üzerindeki detay kalitesi, hassas
ve zarif işçilik kendisine hayran
bıraktırır. Yapım süreci gerekli
parçaların elde üretilmesinden
dolayı uzun sürebilir. Bu tip bir
model görmek isterseniz İstanbul
Beşiktaş’ta bulunan Denizcilik
Müzesi’ni ziyaret etmenizi
öneririm. Büyük boyutlarda
ve işçilik kalitesi olarak bir
insan nasıl bunu yapabilir
dedirtecek kalitede modeller,
bu müzede ziyaret edilmeyi
bekliyorlar.
hazır olması sebebi ile kolay bir yapım
süreci vadettiği düşünülmemelidir.
Modelciyi sadece bu parçaların elde
yapılma işleminden kurtarması ve
yapım sürecini kısaltması dolayısı
ile avantajlıdır. Titiz bir çalışma ile
çok güzel ve kaliteli modeller ortaya
çıkartabilirsiniz.
İkinci modelcilik dalı ise plastik
enjeksiyon yöntemi ile kalıplanmış
kitleri satın alıp içerisinden çıkan
parçaları size sunulan plan dahilinde
birleştirip boyayarak ortaya çıkarttığınız
modellerdir. Avantajı montajının
ahşap işçiliğine göre daha kolay
olması ile günümüz savaş ve cruise
gemilerinden denizaltılara, yatlardan
torpido botlara, 1600’lü yıllara ait
kalyonlara kadar model çeşitliliğinin
oldukça yoğun olmasıdır. Fakat montaj
aşaması ahşap modellere nazaran
kolay olsa da boyama aşaması en can
alıcı noktasıdır. Çünkü bu aşamada
eğer gemi ahşap bir gemi ise boyama
aşaması bittikten sonra geminin
hakikaten ahşap, eğer gemi metal
bir gemi ise yine boyama aşaması
bittikten sonra geminin hakikaten
bu malzemeden yapılmışçasına bir
görüntüye sahip olması beklenir.
Kısacası modeliniz oyuncak gibi değil
olabildiğince gerçekçi görünmelidir.
Mesela metal konstrüksiyon bir gemide
olabilecek paslanmalar model üzerinde
de gösterilmelidir. Eğer bir savaş
gemisi ise topların namlu uçlarındaki
barut isi, metal aşınmaları, yağ ve kir
izleri gibi birçok detay model üzerinde
çalışılmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek
için mümkünse modellenen araca ait
referans fotoğraflar elde edilmeli ve
bu fotoğraflar baz alınarak çalışma
yürütülmelidir. İlk yaptığınız modellerde
tabi ki istediğiniz gerçekçilik düzeyine
ulaşmak kolay olmayacaktır. Fakat
zamanla bilgi ve beceri olarak
geliştikçe, kullandığınız malzemelere
hakimiyetiniz arttıkça gerçekçilik
seviyesi yüksek, modelinize bakan
gözlere sanki gerçeğini bilimkurgu
filmlerindeki gibi bir küçültme
makinesinde küçültülmüşçesine
gerçekçi modeller ortaya koyabilmeniz
içten değildir.
Dinamik gemi modelleri ise radyo
kontrolü ile kumanda edilebilen, pil,
buharlı makine ya da yakıtlı motorlar
ile çalışan modellerdir. Bilgi
ve beceriniz ile kendi
yaptığınız bir modeli
radyo kontrollü
bir modele
İkinci olarak yine
ahşap kullanılan fakat
kullandığınız bütün
ahşap parçaların
lazer kesimle
önceden kesilerek
modelciye hazır
olarak sunulduğu
kitlerdir.
Parçaların
133
hobi kulübü
çevirebileceğiniz gibi fabrikasyon
olarak kullanıma hazır montajlanmış
bir kiti de satın alıp hayallerinizi
yüzdürebilirsiniz. Kullanımı en kolay
olanlar pil ile çalışan modellerdir.
Yapmanız gereken pillerini şarj edip
modelin içine yerleştirdikten sonra
tekne içerisine su sızmaması için
gerekli önlemleri almak ve teknenizin
keyfini çıkartmaktır. Tekne içerisine su
sızmaması oldukça önemlidir. Çünkü
tekne içerisindeki elektronik ekipman
(ESC: Electronic Speed Control –
Elektronik Hız Kontrol Ünitesi) yüksek
teknoloji içeren pahalı bir ekipmandır.
Hasar görmesi halinde yapısı dolayısı
ile tamiri neredeyse mümkün değildir.
Yenisi ile değiştirmek gerekir. Bazı
teknelerde ESC üniteleri su geçirmez
bir biçimde üretilmiş olsalar bile su
sızdırmazlık için önlem almak gerekir.
Çünkü bu sefer tekne içerisine
dolabilecek su sebebi ile tekneniz
batma ya da dengesinin bozulması
tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.
Yakıtlı modeller de kendi aralarında
ikiye ayrılır. Nitro yakıtlılar ve 95 oktan
benzin ile çalışanlar. Bu tip tekneler
içerdikleri motorlar itibarı ile daha
üst seviye modelcilere hitap ederler.
İçerisinde taşıdığı motorun işletilmesi
ve bakımlarının yapılabilmesi için
tecrübe şarttır. Seyir halinde ve
kıyıdan uzakta stop etmeleri halinde
bir deniz aracı ile almanız gerekeceği
için motorlarının hava ve yakıt karışım
134
ayarlarının iyi yapılmış
olması gerekir. Bu
arada pil ile de çalışsa,
yakıtlı bir motora da
sahip olsa 60-100 km.
sürat yapabildikleri
için oynadığınız alan
insanların yüzüp
yüzmediğine dikkat
etmek olabilecek
kazaların önüne
geçecektir.
Buharlı tekneler ise
içerisinde bulunan
minyatür bir buhar
makinesi ile çalışırlar.
Hızları düşük ama çok
eğlencelidirler. Üst
seviye modelcilik isteyen bir daldır.
Öncelikle motorun sahip olduğu buhar
kazanının altındaki hazneye özel
olarak satılan küçük ağaç parçaları
doldurularak yakılır. Kazan, altında
yanan ateşin etkisi ile kısa sürede
ısınacak ve içerisindeki su kaynayarak
buhar üretir hale gelecektir. Üretilen
buhar ile motor hareket kazanacak,
böylece tekneniz kullanıma hazır hale
gelecek ve bacasından dumanlar
tüterek suyun üzerinde ilerleyecektir.
Yelkenli tekneler ise üst seviye
modelcilik istemezler. Çünkü
üzerlerinde motor bulunmaz. Sadece
üzerinde bulunan servolar ile
yelkenlerin pozisyonları ayarlanarak
kullanılabilirler. Her ne kadar üst seviye
modelcilik istemeseler de üst seviye
yelken bilgisi gerektirirler. Rüzgarı nasıl
kullanacağınızı bilmezseniz tekneyi
kullanmak mümkün olmayacaktır.
Bu sebeple sadece denizcilikle ilgisi
bulunan ve yelken kullanımını bilen bir
kitleye hitap ederler. Eğer bu bilgilere
sahipseniz oldukça eğlenceli bir
modelcilik türüdür.
Modelciliğin hangi türünü yaparsanız
yapın şunu unutmayın. Model oyuncak
olarak nitelenemez. Statik olanları
bilgi, beceri, zaman, sabır ve yetenek;
dinamik olanları buna ek olarak ciddi
bir disiplin ister.
Bir sonraki sayıda tekrar bir arada
olmak dileğiyle.
135
geçmiş zaman kipinde
80’lerin
“tanıdık” kahramanları
Kara kutu atariler, Amiga’lar, Commoder 64’ler ve onların kahramanları.
Birçoğumuzun geçmişine iz bırakmış oyunlar şimdilerde sadece birer
anı… Teknolojinin başımızı döndürdüğü şu günlerde eski video oyunlarını
hatırlayarak küçük bir nostalji turu yapalım istedik. İlk olarak 80’li yıllarda
popüler olmuş olan video oyunları, size de bir yerlerden “tanıdık” gelecek.
Hazırlayan: Sezai Evans
Yüksek performanslı oyun konsolları,
3D teknolojisi, simülasyonlar, gerçeğe
ramak kalmış görüntüler ve dur durak
bilmeyen oyun teknolojileri… Son
günlerin sohbet konuları artık tüm
bunlar. Bizim konumuz ise; tozlu
raflardan, bulanık zihinlerden arta
kalan, özlem duyduğumuz, vakti
zamanında saatlerimizi harcadığımız
oyunlar…
Kollarını iki yana açıp Haggar’ın
pervane hareketini yapan çocuk
yok artık ya da “aduuuukeeet” diye
büyü gönderen… Kimse rengârenk
hayaletlerin düşmanı, meyve dostu,
dobişkoyu (esas ismiyle PacMan’i) hatırlamıyor. Super Mario ile
maceradan maceraya koşmuyor…
80’li yıllarda hayatımızda izler
bırakan efsane oyunlar 8 ya da
16 bit grafiklerle bize eğlenceyi
sunarken, oyun konsollarına kadar
136
uzanan süreçte sanallığın her tadını
yaşar olduk. Dahası online oyunlarla
interaktif eğlencenin tadına bakar
olduk. PlayStation 3 oyunları, Wii gibi
konsollar bugünlerde revaçta olsa da,
geçmişin popüler oyunlarını bugün dahi
internette bulup bilgisayarınıza indirip,
bir dönüştürücü yardımıyla oynamak
mümkün…
Biraz hafıza tazelemek gerekirse,
“River Raid” 82 yılında piyasa sürülen
ilk ilerlemeli oyunlardan biriydi. Bir
nehir üzerinde gitmekte olan bir uçağı
kontrol ettiğiniz oyunda düşman
helikopterlerini, gemilerini, uçaklarını,
köprülerini yok ediyordunuz. Zamanın
en başarılı oyunlarından olan River
Raid, özellikle C64 kullanıcılarını
televizyon bağımlısı yapmıştı.
Birçok joystick River Raid yüzünden
kullanılmaz hale gelmişti. 87 yılında
piyasaya sürülen Guild Of Thieves
döneminde pek çok farklı bilgisayar
için sürümleri üretilmiş, oyunun
en başarılı sürümü ise Amiga için
geliştirilmiş olanıydı. Hayal bir ülkede
geçen “Kerovnia” adlı oyunda “Hırsızlar
Loncası”na katılabilmek için çok geniş
bir alanda araştırma yapmak, çeşitli
objeleri çalmak ve bulmacaları çözmek
gerekiyordu. Amiga’nın oyunlarından
en önemlisi elbette ki “Shadow of the
Beast”ti. Shadow of the Beast, 89
yılında piyasaya sürüldüğünde oyun
dünyasında büyük ses getirmişti.
Diğerlerinden üstün grafiklere sahip
olan oyunda ilk defa yüksek renk
kullanılıyordu.
87 yılına gelindiğinde Leisure Suit Larry
serisinin ilk oyunu başarılıydı. Çünkü
kahraman Larry Laffer, 40 yaşında
bakir bir karakterdi. Günah dolu şehir
“Lost Wages”a gitme kararı alan Larry,
rüyalarının kadınını ve hiç tadamadığı
tecrübeleri yaşamaya çalışırken, bizler
de heyecanına ortak oluyorduk. İlk
strateji oyunlarından olan Defender of
the Crown, basit bir harita üzerinde
oynansa da oyun severleri çoktan
ekranın başına bağlamıştı. Ordu
hazırlıkları, vergi gelirleri, savaşlar,
kuşatmalar, turnuvalar gibi pek çok
öğeyi içinde barındıran oyun yakın
geçmişteki “Mediaval Total War”, “Age
of Empires” gibi oyunların atasıydı.
Robin Hood’un desteğiyle fetihler daha
da kolay oluyordu. Ayrıca Robin Hood
bazı oyunlarda şifre olarak kullanılıp
haksız kazanca yarıyordu. C64 için
üretilen tüm zamanların en başarılı
oyunu ise The Last Ninja olmuştu.
Dövüşürken bir yandan araştırma yapıp
çeşitli bulmacaları çözdüğünüz oyun,
ilk defa denendiğini söyleyebilecek
izometrik bir görüş açısı sunuyordu.
Başyapıtlardan birisi olan Pirates 1987
yılında piyasa sürüldüğünde tüm oyun
dünyası ayağa kalkmıştı. Karayipler’de
16. ve 17. yüzyıllarda bir korsanı
canlandırdığımız oyun, çağı için devrim
niteliğindeydi.
O yıllarda ekran başındaki oyunlarla
birlikte şimdiki internet kafelerin
yerini tutan atari salonlarında da
farklı gelişmeler de söz konusuydu.
Street Fighter, Final Fighter (meşhur
Haggar), Tek Ken ya da salonlarda
epeyce ünlenen Cadillac & Dinosaurs
(bilinen ismiyle Mustapha) oyunu…
O dönemlerde atari salonlarını ziyaret
edip de bu oyunları oynamayan yoktur
herhalde. Şimdilerde konuşulan ise
Playstation oyun turnuvaları… Yaş farkı
olmaksızın birçok kişinin bir ev ya da
internet kafede toplanıp PS partileri
düzenlediği aşikâr… Büyük küçük
herkes çocukluğunun tadına varıyor PS
ile…
FRP türü oyunlar sebebiyle ruhsal
tedaviler gören, geç saatlere hatta
sabahlara kadar süren oyun maceraları
sebebiyle gözleri şiş, uykusuz, asabi
insanlar olduk. Baktığımız tarlalara
“food” alanları, denizlere yeni fetih
alanları, havadan geçen her uçağa
saldırı araçları olarak algılamaya
başladık! Bir gün kalktığımızda Red
Alert canavarlarından bir tanesi
olarak uyanacağız diye korkar olduk.
Oyunların başındayken kimi zaman
futbol menajeriydik, kimi zaman F1
pilotu, Amerikan askeri, terörist, bazen
de bir kral ya da bir yaratık…
Her gün daha da ilerleyen oyun
sektöründeki gelişmeleri takip
edebilmek için bilgisayarlarını modifiye
eden ve yeni oyunlar çıkar çıkmaz
bilgisayarcılara koşanlar hemen
hemen her yerde… “Diablo” efsanesi
bu konuya en güzel örnek olabilir. İlk
sürümü 1996’nın Ekim ayında çıkan
ve kısa sürede efsaneleşip yıllarca
adından bahsettiren oyun geçtiğimiz
aylarda tam 16 sene sonra yeni
sürümünü çıkarttı ve hayranlarına
teknoloji marketlerin önünde uzun
kuyruklar oluşturttu. İnternetin her
geçen gün hayatımızdaki yerini
sağlamlaştırdığı şu günlerde, zaten her
birimiz sanal karakterler halini almaya
başladık. Hatta kitaplardan takip edilen
137
kitap önerileri
138
Deniz Katedrali
Ildefonso Falcones
Amat
İhsan Oktay Anar
Anadolu’nun Sesi
Halikarnas Balıkçısı
Denizde Günah
Klaus Hympendahl
Ustam Rüzgar
Richard Bode
Mavi Sürgün
Halikarnas Balıkçısı
Deniz Kurdu
Jack London
Gölün Kıyısında
Mary Lawson
Yağmur Ormanları
Lucy Beckett-Bowman
Şelale Altında Durmak
Ahmet Çağan
Kırmızı Deniz
Şenol Karadeniz
albüm önerileri
Şevval Sam
II Tek
Nil Karaibrahimgil
Ben buraya çıplak geldim
Göksel
Bende bi’aşk var
Özge Fışkın
Bir avuç fotoğraf
Fettah Can
Aklımda kalanlar
Kenan Doğulu
Aşka türlü şeyler
Billy Idol
The very best of Idol
John Denver
Golden eagle
Dev & Enrique Iglesias
Naked
Volkan Konak
Lifor
Led Zeppelin
Mothership
139
film önerileri
140
Yeni Hayat
Robert Zemeckis
2001 / 2sa 23dk / ABD
Macera
Bir Avuç Deniz
Leyla Yılmaz
2011 / 1 sa 57dk / Türkiye
Dram - Romantik
Back to the Sea
Thom Lu
2012 / 1sa 30dk / İngiltere
Çizgi film, Animasyon, Aile
Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor
Steve Martino,
Mike Thurmeier
2012 / 1sa 34dk / ABD
Animasyon, Macera, Komedi
Sudaki Kız
M. Night Shyamalan
2006 / 1sa 50dk / ABD
Fantastik, Dram, Gerilim
Karanlık Su
Walter Salles
2005 / 1sa 45dk / ABD
Fantastik, Gerilim
Su Dünyası
Kevin Reynolds
1995 / 2sa 16dk / ABD
Aksiyon, Macera, Bilimkurgu
Göl Evi
Alejandro Agresti
2006 / 1sa 45dk / ABD
Dram, Romantik
Titanik
James Cameron
1997 / 3sa 30dk / ABD
Dram, Romantik
Aquamarine
Elizabeth Allen
2005 / 1sa 49dk / ABD
Komedi
Karayip Korsanları:
Gizemli Denizlerde
Rob Marshall
2011 / 2sa 21dk / ABD
Macera, Komedi, Fantastik
blog önerileri
kadın blogları
www.darkchocolatebrown.blogspot.com
www.alisverisdanismani.blogspot.com
www.kadinsanat.net
www.teknolojikanne.com
www.pemberuj.net
www.hersheyler.com
www.prensinibulanprensess.blogspot.com
141
dil bilgisi
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
142
görevli, aracı
Fr. agent
ajan
bilirkişi
Fr. expert
eksper
süzgeç
Fr. filter
filtre
güvence
Fr. garantie
garanti
küresel
Fr. globale
global
dil bilgisi
Fr. grammar
gramer
yanılsama
Fr. illusion
illüzyon
öznel
Fr. subjectif
subjektif
yönetmen
Fr. régisseur
rejisör
olağan
Fr. normale
normal
yöntem
Fr. méthode
metot
indirme
İng. download
download
gümrüksüz mağaza
İng. free-shop
free-shop
otoyol
Alm. autobahn
otoban
143
dil bilgisi
Atasözlüğü
Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her
şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için
10 tane atasözü seçtik.
Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas
Sabretmesini bilen kişi olmayacak gibi görünen işlerde bile başarı kazanır.
Akıllı köprü arayıncaya dek deli suyu geçer
Atak kişi tehlikeyi göze alarak işe girişir ve çabuk sonuç alır.
Dibi görünmeyen sudan geçme
Bir işe girişirken her yönünü iyice araştır.
Eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş
Bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan bir söz.
Suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı
Duygu ve düşüncelerini açığa vurmayan sessiz insan yavaş akan derin su gibi tehlikelidir.
Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer
Kişiye ömrü boyunca ancak bir kez çok önemli bir iş yapma fırsatı geçer, bu fırsatı kaçırmamalıdır.
İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir
Karşılık beklemeden iyilik yap.
Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar
Yapılması geciken iyilikler, bekleyenleri sıkıntı içinde bırakır.
Alçak yerde tepecik kendisini dağ sanır
Bilgili kimselerin bulunmadığı yerde cahil kişi bilgiçlik taslar.
Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma, öğütürsün sel için
Yapacağın iyi bir işi, sonunu hesaplamadan yapma.
Pek yaş olma, sıkılırsın; pek de kuru olma, kırılırsın
Hüner gerektiğinde uysal, gerektiğinde sert olmayı bilmektir.
Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz
Bir başa bir göz ne kadar gerekli ise bir anneye bir kız da o denli gereklidir.
Saç sefadan, tırnak cefadan uzar
İnsan keyifli olursa saçı, dertli olursa tırnağı uzar.
144
145
dil bilgisi
Sözdeyimi
Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz
güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli
deyimleri derledik.
Sessizliğe gömülmek
Sessiz duruma gelmek: “Karanlık içinden bir süre fısıltılar geldi, sonra her şey derin bir sessizliğe gömüldü.”
Ak sakaldan yok sakala gelmek
Çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek.
Kendi köşesinde yaşamak
Yalnız başına yaşamak: “Bu şiirlerin okuyucuya tanıttığı kişi, kitapları, üç beş sevdiği dostu ile kendi köşesinde yaşamayı
seven bir kimse olarak görünür.” -N. Cumalı.
Ayranım budur, yarısı sudur
Bir iş yarım yamalak yapıldığında özür dilemek için söylenen bir söz.
Bıçak suyu kesiyor
“Çok körleşmiş” anlamında kullanılan bir söz.
Kendi gölgesinden korkmak
Çok korkak olmak, bir sakınca söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak.
Elden ağza yaşamak
Günlük kazancı ancak gereksinimlerini karşılayacak kadar olmak.
Deniz bindirmek
Denizde birden fırtına çıkmak.
Yandı gülüm keten helva
“Kaçırılmış bir fırsat” anlamında kullanılan bir söz.
Dağdan gelip bağdakini kovmak
Sonradan geldiği bir yerde, kendinden önce gelen kişinin yerini almaya çalışmak.
Yüreğini dağlamak
Acıyla ve özlemle içi yanmak, acıyla kıvranmak.
Kafası yerine gelmek
Kendini toparlamak, kendine gelmek.
Aklına sığdırmak
Bir şeyin olabileceğine inanmak, aklı almak.
Kaynak: Türk Dil Kurumu
146
147
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Al-Sahara Cha Cha Restoran
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu
No: 307 T. 244 84 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad.
No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09
İona Cafe Restoran
FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02
Kadife A la Carte
Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 34 47
Kaju Eat & Drink
FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09
Kapı Restoran
Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu
No.23 T. 452 20 07
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47
T. 444 40 00
Keyf-i Ala Restoran
FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Olimpik Konak Restaurant
Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel T. 233 38 00
Sishet Restaurant
Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86
T. 452 52 62
Sunset The Roof Restaurant & Bar
Crowne Plaza T. 800 0 800
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı
T. 548 00 28
148
“Life guide of Bursa”
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
Marrakech Ocakbaşı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53
T. 452 97 07
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE
/ SEA FOOD & BAR
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kentucky Fried Chicken 444 35 55
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA
T. 444 21 58
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Mc Donald’s T. 444 62 62
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
İskender Kebap
Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01
İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Tavacı Recep Usta
Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1
T.452 40 04
Rosso Bianco Pizza & Steakhouse
Korupark AVM T. 241 27 50
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Kafe Pi Bursa Angels
Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00
Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
rehberbursa
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40
Klan Bademli T. 548 00 48
Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58
La Luz Korupark AVM T. 243 93 98
Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40
Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28
Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Mirano
Korupark AVM T.24313 80
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72
Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
KAFETERYA / CAFE
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Address Nilpark AVM T. 247 01 50
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
Mualla
FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Malt
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Picante
Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43
Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74
Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Caka Teras
Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
Demo
FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Gönül Kahvesi
Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Kahve Dünyası
Anatolium AVM T. 261 14 50
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
Mox Lounge
FSM Bulvarı T. 240 22 42
Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60
Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
Pronto Sport Cafe & Bistro
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80
Resimli
Holiday Inn Görükle T. 442 88 15
Şey Pub
Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Suare
Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
The Winston Brasserie
Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48
K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22
149
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
“Life guide of Bursa”
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Tiara Termal
Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5
T.444 28 05
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı
T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00
Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00
SAĞLIK / HEALTH
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Rentıp
Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye
T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Rommer FTR Dal Merkezi
Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26
Turkuaz Diş
Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 T.249 64 55
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4
Nilüfer T.453 55 00
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00
Biyofiz Tıp Merkezi
Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10
Nilüfer T.246 66 66
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Crown Plaza *****
Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Divan ****
Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Hilton *****
Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza
No.12 Nilüfer T.453 02 50
Holiday Inn ****
Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40
Doruk Özel Bursa Hastanesi
Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge
T. 444 04 53
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi T.242 68 00
Simpaş Bursa Modern T.277 00 66
Doruk Yıldırım Hastanesi
Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
KUAFÖR / COIFFEUR
Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00
İbis Hotel ***
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
150
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Medical Park Bursa
Fomara Meydanı T. 444 44 84
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12
Montania ****
İstasyon Cad. Mudanya T. 544 60 00
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Fit In Time
Esentepe Mah. İvazpaşa Sok. Esenkent Sit.
No: B2/3 Nilüfer T.247 09 96
Gym Sport
Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00
Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35
Bademli T. 548 00 80
Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50
Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
“Bursa’nın yaşam rehberi”
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32
Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
MÜZE / MUSEUM
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün
mesai saatleri arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş
M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına
kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor.
Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Atatürk Evi Müzesi
Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk,
Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın
alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de
Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk,
29 Ekim 1973’te, müzeye dönüştürülerek
ziyarete açıldı.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı
padişahının balmumu heykelleri, geleneksel
ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin
topografik maketi gibi objelerle bilgiler
sunuluyor.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma
yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve
hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar,
madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında
av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan
Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz,
Sultan 5. Mehmet Reşad ve Atatürk
tarafından da kullanılmış.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak
yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak
kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu
hakkında bilinen tüm kültürel motifleri
barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz
gösterimleri yapılıyor.
rehberbursa
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir.
Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi
Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414
– 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz
Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri
arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da
bilinir.
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile
gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001
seri nolu araçlarını izlemek de mümkün.
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve
Takıları Müzesi
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye
T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu
üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda
topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor.
Nazım Hikmet Kültür Evi
100. Yıl Mah. Uğur Mumcu Bulvarı no:7/A
T. 413 27 37
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi
evdir. Mütareke eşyalarının korunduğu evde,
fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor.
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00
Cumhuriyet döneminin ilk sanayi
yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin
gelecek nesillere aktarılması amacıyla
kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi.
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 T. 366 02 02
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı /
Osmangazi T. 225 51 50
Fethiye Kültür Merkezi
Huzur Cad. Fileci Sok. Fethiye T. 243 36 63
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı T. 222 11 12
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM &
TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00
Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
B. Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Uludağ T. 222 35 14
151
reklam haber
152

Benzer belgeler

12 - Dergi Bursa

12 - Dergi Bursa MANAVGAT - KİEV - SONBAHAR - SUDÜŞEN ŞELALESİ - BURSA HAMAMLARI - SU

Detaylı

15 - Dergi Bursa

15 - Dergi Bursa Fotoğraf Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Özgür Çakır

Detaylı