PSİnema e-Dergi Sayı 14

Transkript

PSİnema e-Dergi Sayı 14
Sayı 14, 2013
PSİnema
PSİnema
Sinema & Psikoloji E-Dergisi
Psikolojik Rahatsızlıklar ve Damgalanma
www.psinema.org
Fil Adam
Temple Grandin
Ötekinin Hikayesi
Otizm ve Farkındalığa Dair
Sayfa 4
Sayfa 14
Shine
Parıldayan Dahi Çocuk
Sayfa 25
;
Sayı 14,
2013
Spring
2016
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
PSİnema e-dergi, psikolojinin sinema ile buluştuğu
noktada bütün sinema seyircilerine hitaben yazılara yer
veren ücretsiz ve süreli bir yayındır.
İÇİNDEKİLER
Fil Adam
PSİnema Künye
Cansu AKGÜL & Gamze ÖZPINAR
Aşk Asla Unutulmaz
Iris Erguvan Tuğba ÖZEL KIZIL
Genel Yayın Yönetmeni
Faruk GENÇÖZ
Prof. Dr., ODTÜ Psikoloji
Bölümü
[email protected]
A Moment To Remember
Temple Grandin: Otizm ve Farkındalığa Dair
Duygu ÖZTÜRK
Persona
Bahar METE OTLU
Shine: Parıldayan Dahi Çocuk
Editör
Burcu SEVİM
Psikolog Dr., DBE
[email protected]
Yabana Doğru
Uzm. Psikolog
E. Lale AYDEMİR,
Uzm. Psikolog
Pınar TALASLIOĞLU
Hilal ÇERÇEL
Kara Köşe Melike N. KORKMAZ
Yapbozun Kayıp Parçası: Sevmek Zamanı
Seda ERZİ & İlknur DİLEKLER
Yardımcı Editörler
Esra AKKAYA,
Gülbahar BAŞTUĞ
Dingin Savaşçı
Umut Işığım
Halime SAMSA
Tuğba GÜRCAN
Seyredin: Ben-X Burcu SEVİM
Görsel Tasarım
Burcu SEVİM
2
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
EDİTÖR'DEN
Psikolojik sorunlar ve rahatsızlıklar herkesin
hayatının bir döneminde yaşayabileceği
durumlardır. Ancak önyargılar ve yakıştırılan
bazı etiketler nedeniyle insanlar bunları
gizlemekte ve gerekli yardımı almaktan
çekinmektedir. Yaşanan depremlerden sonra
olayların psikolojik etkisinin daha da
kabullenilmesi, psikolojik destek almanın önün
açmış olsa da halen var olan bu durum sasdece
ülkemizde değil tüm dünyada tedavinin önünü
kapayan bir engeldir. Oysa ki tıptaki ilerleme ile
ilaçlar konusunda gelişme kaydedilmiş,
psikoterapi yaklaşımlarının etkililiği üzerine
olumlu sonuçlar elde edilen pek çok çalışma
yapılmıştır ve halen de yapılmaktadır.
Filmlerde de bu sorunlar, rahatsızlıklar, tutumlar
ve damgalanma sık sık ele alınmıştır. Bu
önyargıların ve damglamanın önünün açılması
için atılacak adımlardan biri de bu sorunlar
hakkında bilgi vermektir. Bu nedenle biz de bu
sayımızda öncelikle psikolojik sorun ve
rahatsızlıklara,çevrenin tepkilerine ve zorluklara
değinen filmleri ele aldık. Keyifle okumanız
dileğiyle...
Burcu SEVİM
3
1
2
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,
2013
Spring
2016
FİL ADAM
Doktor Frederick Treves, 1880’lerin
kasvetli Londrası’ndaki bir gezici sirkte Fil
Adam lakaplı, çirkin ve son derece anormal
bir görüntüsü olan John Merrick’e rastlar.
Zalim bir adam olan sirk müdürü Bytes,
annesi Merrick’e hamileyken bir filin
saldırısına uğradığını anlatmaktadır. Dr.
Treves, Merrick’in bir hastaneye yatırılmasını
sağlar.
Dr. Treves bir süre sonra pek de zeki
olduğuna ihtimal vermediği Merrick’in
korkunç dış görünüşünün altında son derece
duyarlı ve insancıl birinin olduğunu anlar.
Hastanede ilk başta ondan korkan hemşireler
de Merrick’e alışacaklardır. Sonrasında
talihsiz adamın görünüşünün nedeninin
'multiple neurofibromatosis' isimli nörolojik
bir hastalık olduğu anlaşılır.
Hastane yaşamı da kolay geçmemektedir.
Gece bekçisi bilet keserek Fil Adam’ı
sergilemeye ve üzerinden para kazanmaya
başlar. Bu arada Bytes tekrar ortaya çıkarak
onu kaçırır ve Kıta Avrupası’na getirerek onu
eski kötü günlere döndürür. Merrick’in tek
umudu kaçarak İngiltere’ye dönmektir. Dr.
Treves belki de onu iyileştirebilecektir.
Gerçek bir hikayeden yola çıkan iki ayrı
kitaptan esinlenen David Lynch, Viktorya
çağının kasvetinde bu filmi yapmıştır. Usta
oyuncu kadrosu da bu iç burkan esere eşlik
etmektedir (1).
4
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı
14, 2016
2013
Spring
‘’ÖTEKİNİN’’ HİKAYESİ: FİL ADAM
David Lynch, sinemasını öngörme ile
gerçekleşme arasındaki boşlukta oluşturur ve
merkezi problemi, bütün filmlerinde öznenin
yabancılaşması ile özgürlüğü arasındaki gerilimdir
* (Bakır, 2008, s.137). Öznemiz, Fil Adam (John
Merrick), dış görünüşündeki ciddi deformasyondan
dolayı toplum tarafından ötekileştirilmiş ve
dolayısıyla yaşadığı topluma yabancılaşmış bir
karakterdir. Merrick’in bu fiziki durumundan
faydalanan, onu zorla sirkte çalıştıran Bytes, onu
sahibi olduğu iddiasıyla istismar ederek
özgürlüğünü elinden almıştır. İşte bu dışlanma ve
esaret döngüsünde hayatta kalmaya çalışan Fil
Adam, özsaygısını Doktor Treves sayesinde
kazanacaktır.
John Merrick’in Çözümlemesi
Fil Adam (John Merrick), sirkte gösterildiği uzun yıllar boyunca fiziksel şiddete,duygusal ve
ekonomik istismara uğramıştır. Özellikle Bytes’ın onu ‘’ucube’’ diye adlandırması, ona şiddet
uygulaması ve onu teşhir ederek para kazanması karakterin engellenmesine ve düşük benlik
saygısı geliştirmesine neden olmuştur. Bu durum da Fil Adam’ın dış dünya ile ilgili şemalarını,
algılarını olumsuz etkilemiştir ve o, insanlara karşı korku ve kaygı içerisindedir. İnsanların
Merrick’i korkunç bir yaratık olarak görmesi onda bir kimlik karmaşası yaratmıştır ve onun asıl
yolculuğu bu çatışmayı çözmekten geçmektedir. Özsaygısının düşük olması depresif eğilimler
geliştirmesine neden olmuştur. Dr. Treves ona fazlasıyla ısrar edene kadar onunla hiçbir şekilde
iletişime geçmemesi buna bir örnektir.
Karakterde ayrıca öğrenilmiş çaresizlik gözlenmektedir. Bu terimi biraz açıklayalım: Seligman
ve arkadaşlarının öğrenilmiş çaresizlik modeline göre, davranışları ile belirli bir sonucu kontrol
edemeyeceğini öğrenen bir bireyde, güdüsel, bilişsel ve duygusal alanlarda olmak üzere, üç
türlü yetersizlik ortaya çıkar. Güdüsel alandaki yetersizlik, davranışa aktif olarak hazır olmama
şeklindedir. Davranışlarıyla bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenmesi bireyin
güdülenmesinde bir azalmaya neden olur. Bilişsel yetersizlikte, birey yaşadığı benzer olaylarda
durumu kontrol edememe beklentisi geliştirir. Duygusal yetersizlik, sonuçları kontrol edemeyen
bireylerde otonom faaliyetlerdeki değişimlerle kendini gösterir(2).
5
1
3
2
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Damgalanmanın altında yatan
nedenleri şöyle açıklayabiliriz:
Öncelikle toplum kendisine
benzemeyen kişileri farklı bir gruba
sokarak kategorize etmeye çalışır.
Kendi iç grubunun iktidarını
güçlendirmek için o grubu
küçümsemeye ve kendilik değerini
yükseltmeye eğilimlidir. Damganın en
olası nedenlerinden biri de ‘’tehlikelilik’’ fikridir. Çünkü etkileşimde bulunulan kişi
öngörülemezdir ve toplumsal kurallara uymayabilir. Aynı şekilde “bilinmeyen”, toplumda korku
yaratabilir(3). Kahramanımız Merrick, toplumun genel yapısına benzemeyen şekilde fiziksel olarak
farklıdır. Bu da toplumda korku yarattığı için dışlanmasına sebep olmaktadır. Nitekim, odasına
yemek getiren hemşire onu, maskesiz gördüğünde çok korkarak çığlık atmıştır. Ayrıca onun
tehlikeli olabileceği algısı da onun farklı olmasından ileri gelmektedir.
STİGMATİZASYON (DAMGALANMA)
"Ben hayvan değilim, ben insanım!"
Damga (stigma), ırksal, etnik, cinsel, dinsel vb. azınlığa
takılan yaftanın olumsuz etkilerini anlatan bir terimdir.
Sosyal psikologlar damgalama sürecini dört bilişsel yapı
açısından incelerler: İpuçları, stereotipler, önyargı ve
ayrımcılık. Stereotipler, sosyal gruplarla ilgili olarak
gerçeğin bir kısmına dayanan fakat kaba, global tarzda
yapılan genellemelerdir. Önyargı, gruplara yönelik olarak,
o grubun üyelerinin hepsini tam olarak tanımadan
gösterilen aşağılayıcı tutumları ifade eder. Ayrımcılık, bir
gruba diğerine göre farklı muamele edilmesini, genellikle
grup üyelerinin haklarının ve yaşam olanaklarının
kısıtlanmasını içerir. Süreç, ardından gelecek eylemleri
haber veren birtakım ipuçlarıyla başlar.
Damgalanmanın altında yatan
nedenleri şöyle açıklayabiliriz:
Öncelikle toplum kendisine
benzemeyen kişileri farklı bir gruba
sokarak kategorize etmeye çalışır.
Kendi iç grubunun iktidarını
güçlendirmek için o grubu
küçümsemeye ve kendilik değerini
yükseltmeye eğilimlidir. Damganın
en olası nedenlerinden biri de
‘’tehlikelilik’’ fikridir. Çünkü
etkileşimde bulunulan kişi
öngörülemezdir ve toplumsal
kurallara uymayabilir. Aynı şekilde
“bilinmeyen”, toplumda korku
yaratabilir(3). Kahramanımız
Merrick, toplumun genel yapısına
benzemeyen şekilde fiziksel olarak
farklıdır. Bu da toplumda korku
yarattığı için dışlanmasına sebep
olmaktadır. Nitekim, odasına
yemek getiren hemşire onu,
maskesiz gördüğünde çok korkarak
çığlık atmıştır. Ayrıca onun
tehlikeli olabileceği algısı da onun
farklı olmasından ileri gelmektedir.
6
;
Sayı
14,2016
2013
Spring
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
KENDİNİ KEŞFETME ve SOSYALLEŞME SÜRECİ
Dr. Treves, Merrick’i meslektaşları
tarafından farklı algılanabilmesine
rağmen, ilk gördüğü andan itibaren
korumuş ve ona sahip çıkmıştır.
Kurdukları iletişim Fil Adam’ın doktor
için bir olumlu aktarım yapmasını
sağlamıştır; zira güvenli bağlanma
yaşadığı ilk karakter Dr. Treves
olmuştur. Merrick’in kendini keşfetme
süreci, doktorun emeği ve desteği
sayesinde gerçekleşmiştir. Fil Adam’ın
kişisel ve sosyal uyumu hayatının
yönünü tamamen değiştirmiştir.
Filmin başlarında herhangi bir insanla
bile iletişim kuramayan, sosyal kaygısı
olan Fil Adam, Dr. Treves sayesinde
toplumun ileri gelenleri ile arkadaşlık
kurmuştur. Davetlere katılmış ve
hayatında ilk defa bir tiyatro oyununu
izlemeye gitmiştir. Merrick’in kişiliği
aktrist Candle’ı derinden etkilemiştir.
Tiyatro oyununun sonunda Candle, bir
jest yaparak Fil Adam’ıı izleyicilere
takdim etmiştir. Merrick’in dışlandığı
toplum tarafından yeniden
kabullenilişinin en üst noktası da bu
sahne olmuştur. Bu sosyal kabul,
Merrick için en büyük ödül
değerindedir
Fil Adam’ın kendini gerçekleştirme yolundaki
son adımı dünyadaki varlığını bir şekilde
devam ettirmektir. Bunu da kalıcı bir eser
yaratarak yapmıştır. Katedral maketi onun
ölümsüzlüğünün simgesi olmuştur. Filmde,
odasının duvarındaki, yatağında tek bir yastıkla
‘‘normal’’ bir şekilde uyuyan insan resmi
Merrick’in hayalini simgelemektedir. Çünkü o,
kafasının aşırı derecede büyük olmasından
dolayı oturarak uyumaktadır. Filmin sonunda,
Fil Adam, maketi tamamlamasının ardından
“Sonunda bitirdim!” der ve ağlar. Ona göre
artık ölüm için doğru zamandır. O da ‘normal’
insanlar gibi yatarak ölüme adım atmıştır.
YAZARLAR:
Cansu AKGÜL, Psikolog
Uygulamalı Psikoloji Y. L. Öğrencisi
[email protected]
Gamze ÖZPINAR, Psikolog
Uygulamalı Psikoloji Y. L. Öğrencisi
[email protected]
KAYNAKÇA
*Sinema ve Psikanaliz, Burak Bakır, Hayalet Kitap Syf. 137
**DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri Başvuru Kitabı
1. http://www.beyazperde.com/filmler/film-180/
2. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/497/5903.pdf
3. Psikeart (Stigma) Sayı:2 Mart-Nisan 2009 Syf. 12-13-17-18-19.
7
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
AŞK ASLA UNUTULMAZ
Alzheimer Hastalığı, bellek başta olmak üzere beyin işlevlerinin zaman içinde bozulduğu bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalanan kişi önce isimleri, randevuları, yolları, alacaklarını vs. unuturken hastalık ilerledikçe beyin işlevlerinin tümünü yitirir; konuşmayı, yemek yemeyi, hatta yutmayı bile unutur. Hasta yakınları için Alzheimer hastalığı en az hastalar için olduğu kadar yıkıcıdır. Tedavisi olmayan bu hastalığa yakalandıklarını öğrendiklerinde yakınlar da hastalarıyla birlikte adeta umutsuz bir yolculuğa çıkarlar. İlk belirtiler başladıktan sonra hastalık ortalama 7-­‐10 yıl kadar sürer ve hastalığın son 2-­‐3 yılında hastalar yakınlarına tamamen bağımlı olarak yaşarlar. Alzheimer Hastalığı birçok filmde bu dramatik süreciyle ele alınmıştır. “Iris” ve “A Moment to Remember” filmlerinde aşk ve Alzheimer hastalığı ilişkisi anlatılmış; kişinin her şeyi, hatta adını bile unuttuğu halde aşkı asla unutmadığının altı çizilmiştir. Her iki filmde de bu amansız hastalığa yakalanan eşlerine delicesine aşık olan iki adamın henüz eşleri ölmeden yaslarını tuttukları görülür. Bu kadınlar artık aşık oldukları kadınlar değildir… 8
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
IRIS Alzheimer Hastalığı denince ilk akla gelen filmlerden biri ünlü İrlandalı yazar Iris Murdoch’ın yaşam öyküsünü anlatan, kendisi de bir edebiyatçı olan kocası John Bayley’in yazdığı kitaplardan uyarlanan “Iris” filmidir. Filmde kocasının geri dönüşleri ile Iris’in hastalık serüveni dönüşümlü olarak anlatılır. Filmin bir sahnesinde yaşlı İris kendisini karanlık bir yolculuğa çıkmış gibi hissettiğini söyler, bir diğer sahnede Iris’in beyin filmi çekilir ve Alzheimer hastalığının beyinde nasıl bir küçülmeye (atrofi olarak adlandırılır) yol açtığını görürüz. Bu açıdan İris, Alzheimer hastalığının anlatıldığı diğer filmlerle kıyaslandığında hastalık sürecinin en doğru biçimde yansıtıldığı, adeta belgesel niteliği taşıyanbir filmdir. Judi Dench ve Kate Winslet’in müthiş oyunculukları da, gerçek yaşam öyküsünden başarılı biçimde uyarlanan bu filme birçok ödül getirmiştir. Iris coşkulu, dışa dönük, çok zeki ve yaratıcı bir edebiyatçıdır. Aynı zamanda özgürlük ve varoluşçuluk kavramları ile ilgilenen bir felsefecidir. Kocası John ile Oxford Üniversitesi’nde okurken tanışır ve evlenir. John, Iris’in aksine içe dönük, biraz utangaç, duygusal bir adamdır. O’nun şefkatli kişiliği İris’e hastalığının son aşamalarına kadar tek başına bakmasına neden olur. Bir diğer neden de, karısını çok seven ve gizliden ona hayran olan kocasının Iris’in hastalığını kabullenememesidir. Filmde bir taraftan Iris’in hastalık süreci anlatılırken, bir taraftan da John’un yaşadığı bu örtük yas süreci ele alınmaktadır. O artık eski Iris değildir; bakışları, elleri, yüzü, konuşması, görünüşü aynıdır, ama “O” aynı kişi değildir, bir daha da olmayacaktır. Çok sevdiği karısını yavaş yavaş yitiren John’un Filmde birbirine karşıt gibi görünen, ama birlikte yaşanan “aşk” ve “özgürlük” temaları İris ile kocası John’un gölde çıplak yüzdükleri ve suyun altında ellerinin buluştuğu sahnelerle izleyicilere aktarılır. Birbirine aşık bu “genç” ve “yaşlı” çift birbirine bağlı oldukları kadar özgürlerdir. John hep Iris’in kendine ait bir dünyası olduğunu ve bu durumun ona verilmiş bir hediye olduğunu söyler. İris’e hayran olmasının nedeni de budur aslında. Diğer taraftan yaşamı boyunca başka kişilerle ilişkileri olan Iris'i çok kıskanmaktadır. Iris'in hastalığının ilerlediği ve 9
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
John’un çökkünlüğünün arttığı dönemde bu defa John İris’i kendi dünyasında yaşamakla suçlar. Yas süreci John’un yaşamı boyunca hayranlık ve kıskançlık şeklinde yaşadığı bu ikilemi su yüzüne çıkarmıştır. Filmde İris’in medyada da yer alan biseksüelliği örtük bir biçimde Alzheimer hastalığı ve aşk bağlamında ele alınır. John ile birlikte unuttuklarını tekrar canlandırmak için arkadaşı Janet’nin deniz kenarındaki evine giderler, İris duştan çıkınca arkadaşı Janet’ye “Karşımda bir melek görüyorum” der, akşam terasta Janet’ye sarılır ve dans ederler. Kısa süre sonra Janet ölür, cenazesinde İris tabutundan ayrılmak istemez. Dönüş yolunda da af dilercesine John’a onu sevdiğini söyler. Yazmayı, konuşmayı, en önem verdiği lisanını dahi unutan Iris, aşklarını unutmamıştır. Sayı
14, 2016
2013
Spring
halen yaşıyormuş gibi düşündüklerini biliyoruz. Hiç şüphesiz emosyonel, yani duygusal içerikli olaylar diğerlerine kıyasla daha zor unutuluyor. Bu açıdan bakıldığında aşk gibi yoğun emosyonel bir yaşantıyı Alzheimer hastalığının bile silememesi söz konusu olabilir. Alzheimer Hastalığı epizodik belleğin bozulduğu, yani yaşanan olayların unutulduğu bir hastalıktır. Sabah kahvaltıda ne yediğini, hatta kahvaltı yapıp yapmadığını bile unutan kişilerin, aşklarını hatırlamaları düşündürücüdür. Özellikle son dönemlerinde bu hastaların ölmüş akrabalarının hayallerini gördüklerini ya da onları YAZAR:
Doç. Dr. Erguvan Tuğba ÖZEL KIZIL, Öğretim Üyesi Ankara üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı [email protected] 10
;
Sayı 14, 2013
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Spring 2016
A MOMENT TO REMEMBER
Sinemada Alzheimer hastalığı ve aşka ilişkin bir başka film ise Güney Kore yapımı olan “A Moment to Remember” (Hatırlanacak Bir Anı)’dır. Vizyona yeni giren Özcan Deniz ve Fahriye Evcen’in başrolü paylaştıkları “Evim Sensin” bu filmin Yeşilçam versiyonudur. “Ben senin hafızanım, ben senin kalbinim”… duyguların bu kadar naif ve safça anlatıldığı sımsıcak bir filmdir. A moment to Remember başlarda 1970’li yılların Love Story’sini anımsatır. Alzheimer hastalığı genellikle 65 yaş ve sonrasında ortaya çıkmakla birlikte genel kanaatin aksine normal yaşlanma sürecinin bir sonucu olmayıp, nörodejeneratif bir hastalıktır. Nadiren de olsa Su-­‐
jin’deki gibi erken yaşlarda da başlayabilir. Su-­‐jin evli olan sevgilisi Young-­‐
min’in eşi tarafından hırpalanmış, sevgilisi ile birlikte şehri terk etmek üzere sözleşmiş, ancak sevgili sözünde durmamış ve tren istasyonunda yapayalnız kalmıştır. Bu olayın hemen sonrasında yaşadığı küçük bir unutkanlık sonucu Cheal-­‐su ile karşılaşır, kasada unuttuğu meşrubatını Cheal-­‐su’nun aldığını sanarak onun elindeki meşrubatı içer ve ardından cüzdanını markette unuttuğunu fark edip dönüp geldiğinde içtiği meşrubatın gerçekten de Cheal-­‐Su’ya ait olduğunu anlarve unutkanlığına bağlı olarak yaptığı bu davranıştan utanç duyar. Su-­‐jin kendisini eskiden beri ufak tefek unutkanlıkları olan birisi olarak tanımlamaktadır,çevresi de onun bu unutkanlıklarına alışmış, hatta ufak çapta eğlence konusu yapmışlardır. Örneğin hep kaybettiğini söylediği kalemleri aslında çantasının içindedir… Kişinin yaşadığı stresin unutkanlık üzerinde olumsuz etkisi olduğu bilinmektedir. Su-­‐Jin’in önceki ilişkisinde yaşamış olduğu hüsran belki de hastalığının ortaya çıkış sürecini hızlandırmıştır. Aynı şekilde Cheal-­‐su ile ailesini tanıştırma sırasında aralarında esen soğuk hava yine Su-­‐jin’de kaygıya, konversif bir bayılmaya yol açmıştır. Ayrıca, ailesinde demans hastası olanların demans olma olasılığı daha fazladır. Su-­‐Jin’in babasının ustabaşı Cheal-­‐su’ya adını otuz kere sormuş olması unutkanlık belirtisinin ailesel yüklülüğü hakkında düşündürücüdür. 11
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Evlendikten sonra Su-­‐jin’in unutkanlıkları kendisine “benim neyim var?” diye sordurtacak kadar ilerlemeye başlamıştır. Ocaktaki tencerenin altını söndürmeyi unutmaktadır,evinin yolunu bulmada güçlük çeker.Su-­‐jin’in Cheal-­‐Su için hazırladığı sefer tasının ikisinden de pilav çıkması kocasınında durumdan şüphelenerek doktoruna danışmasına yol açar. Su-­‐jin’in hastalığını öğrenmesiyle birlikte Cheal-­‐Su’nun verdiği ilk tepki şok ve inkar olur. Canımızı acıtan anıların unutulması gerekir. Çevresindeki insanlar Su-­‐
jin’e eski ilişkisini unutmasını ve bunun için zamana ihtiyacı olduğunu salık vermektedirler. Ne acıdır ki Su-­‐
Jin , yalnızca eski ilişkisine ilişkin anılarını değil, onu o yapan her türlü anıyı unutmaya mahkumdur. Sayı
14, 2016
2013
Spring
"Ruhunu bana bırak.
Ben senin hafızanım,
ben senin kalbinim."
Alzheimer hastalığında Yeni kazanılan bilgilerin ve kaydedilen anıların önce, eski anıların ise daha sonra kaybolduğuna güzel bir örnek eski sevgilisi Young-­‐min’i hatırlarken Cheal-­‐
Su’yu hatırlamamasıdır. Su-­‐jin’in “kafasının içindeki silgi” her şeyi silmektedir. Anıları kaybolursa ruhunun da kaybolacağından korkan Su-­‐Jin’e Cheal-­‐su “Ruhunu bana bırak. Ben senin hafızanım, ben senin kalbinim” der. Böylece zorlu bir süreç olan ve 36 saatlik mesai gerektiren Cheal-­‐su’nun Alzheimer hastalığı ile mücadelesi başlar. Anılarını canlı tutabilmesi için fotoğraf albümlerini gösterir, evin tüm duvarlarına ve dolaplarına hatırlatıcı notlar asar. Su-­‐jin Cheal-­‐su’ya eski sevgilisinin adıyla seslendiğinde ve onu sevdiğini söylediğinde ne kadar üzülse de, sanki Young-­‐min’miş gibi yanıt verir. Hastalık o kadar hızlı ilerlemektedir ki Su-­‐jin altına idrar kaçırır hale gelir. Cheal-­‐su’nun yapıştırdığı ufak hatırlatıcı notlar sayesinde Su-­‐jin’in hafızası yerine geldiğinde eşini Young-­‐min sanmasından dolayı büyük bir üzüntü ve utanç duyarak evi terk eder. Kayıp kişiler dosyasına Su-­‐jin’in de adı girer. 12
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,2016
2013
Spring
Hatırladığı bir sırada yolladığı mektup ile Cheal-­‐su Su-­‐jin’in kaldığı bakımevine ulaşır ve orada kendi başına giyinip yemeğini yiyemediğini, yani temel öz bakım işlevlerinde bile başkasına bağımlı hale geldiğini ve anlamlı cümleler kuramayacak düzeyde dil becerilerinde gerileme yaşadığını, yaptığı resimlerde belirgin bir bozulma olduğunu görürüz. Cheal-­‐su hastalık öncesi dönemde gerek kendi ailesiyle gerekse Cheal-­‐
su’nun annesiyle ilişkilerine çok önem veren Su-­‐jin’i kısa süreliğine de olsa belleğini yeniden kazanabilmesi için ilk kez karşılaştıkları markete götürür. Adı “Aile” olan markette Cheal-­‐su tüm aile üyelerinin birarada bulunması sayesinde belki de son kez belleğini kazanan Su-­‐jin’e aşkını ilk kez dile getirir ve böylece hayatı anlam kazanır. Yaşanan her travma insanı büyütür ve geliştirir. Tıpkı sevdiği kadının Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrendiği ve geçtiği zorlu sürecin Cheal-­‐su’yu büyütmesi gibi... YAZAR: Yrd. Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ, Öğretim Üyesi Çankaya Üniversitesi Fen-­‐Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü [email protected] 13
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
TEMPLE GRANDIN:
OTİZM ve FARKINDALIĞA DAİR
Temple Grandin, otizm tanısı
almış bir veterinerdir. “Şu an
Colorado Eyalet Üniversitesinde
profesör olarak çalışıyor. Otizm ve
hayvancılık konusunda tüm
dünyada dersler vermektedir.”
diye tanıtılıyor hayatının
anlatıldığı “Temple Grandin”
isimli filmin sonunda.
Çocukluğundan bu yana otizme
dair her şeyin farkındadır ve bu
farkındalığı ona inanılmaz
başarılar ve iyi bir kariyer
sağlamaktadır.
Temple Grandin 4 yaşında kadar
konuşmamıştır. Annesi onu bu
nedenle bir uzmana götürür.
Uzman ona otizm tanısı koyar ve
bir enstitüye/hastaneye yatırılıp
tedavi görmesi gerektiğini söyler.
Temple’ın farklı bir çocuk olması
nedeniyle annesi kendisini suçlar
ve bu farklılığın nedeni kendisinin,
Temple ona ihtiyaç duyduğu sırada
ondan uzak ve soğuk durması
olmasından korkar. Temple’ın bir
kardeşi ve işleriyle çok meşgul bir
babası vardır. Ancak film boyunca
14
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
o karakterler görünmez. Ailesinden
diğer bir kişi ise bir çiftlikte
yaşayan teyzesidir. Temple da lise
eğitimi için gittiği yatılı okul (New
Hamspire Eyalet Okulu) bittikten
sonraki yaz, Arizona’ya teyzesinin
çiftliğine gider. Burada hayvanlara
olan ilgisi ve merakını keşfeder.
Lise hayatında diğer öğrencilerle
olan ilişkilerinde sıkıntılar
yaşadığına tanık oluruz. Ama bir
yandan da bilime oldukça meraklı,
yaratıcı ve zekidir. Lisedeyken
öğretmenlerinden biri olan Dr.
Carlock, Temple’ın zekasına ve
yeteneklerine hayranlık duyar, ona
çok destek olur ve Temple’a
yaşadığı ya da yaşayacağı
zorlukların karşısında durabilmesi
için cesaret verir.
Temple teyzesi Ann’in çiftliğine
gittiğinde keşfettiği bir makine
sayesinde, kötü hissettiğinde kendi
kendine sakinleşmeyi öğrenmeye
başlar. Makineye “sıkıştırma
makinası” der. Bu makine, aslında
hayvanlar için kullanılır. Ancak
Temple kendi cümleleriyle
"Anneleri tarafından kucaklanan
insanların ne hissettiklerini hep
bilmek istemişimdir. Artık o
duyguları hissetmeme izin veren bir
Sayı 14,2016
2013
Spring
makine yapmıştım. Bu sanki bir
tesisatın yeniden bağlanması, bir
şeyin onarılması gibi bir histi.”
şeklinde açıklayarak o makineyi
neden kullandığını anlatır.
Temple Grandin’in görsel algıya
dair inanılmaz bir yeteneği
bulunmaktadır. Resimlerle
düşünür. Öğretmeninin tanımına
göre ”o bir görsel düşünücüdür”.
Bu yeteneğiyle büyükbaş
hayvanların yönlendirme sistemi ve
kesilmeden önce geçtikleri yollarla
ilgili tasarımlar, çizimler yapar ve
yeni, sıra dışı yöntemler keşfedip
bunların uygulamaya konulmasını
sağlar.
Yüksek lisansını yapıp bir yandan da
tezi için bir ağılda çalışan Temple
Grandin dergilere yazdığı
makaleleriyle daha fazla tanınan
birisi olur. İş teklifi alır ve
mesleğinde hızlı bir şekilde yükselir.
“ ... Artık o duyguları fark
etmeme izin veren bir makine
yapmıştım.Bu sanki bir
tesisatın yeniden bağlanması,
bir şeyin onarılması gibi bir
histi.”
15
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Otizm, kişinin sosyal hayatını, iletişim becerilerini, sosyal etkileşimini olumsuz
etkileyen bir hastalıktır. Genelde gelişimsel bir bozukluk olarak tanımlanır.
Annelerin çoğunlukla söylediği şey, “bebeğim normal bir bebekti, sonradan
değişti”dir. Gerçekten de tıpkı Temple Grandin örneğinde olduğu gibi gelişimsel
açıdan sorunsuz görünen bir bebek, konuşması gereken dönemde hiç
konuşmayabilir ya da konuşmaya, dil kullanımına dair eksiklikler, zorluklar
yaşayabilir. Otistik bir kişi göz teması kurmakta zorlanır; ya göz temasını
tamamen reddeder ya da çok kısa süreyle göz teması kurabilir. Kendisine
dokunulmasına karşı tepkili olabilir, bunu reddedebilir. Böyle bir durumda
ebeveynler, özellikle de anne, kendisini reddedilmiş, dışlanmış hissedebilir.
Otizm tanı ve tedavisi için ruh sağlığı uzmanları ve özel eğitimciler işbirliği
içerisinde çalışır. Otizm kişinin eğitim görmesi, bir meslek edinmesine engel
değildir.
Yüzleşmek zorunda kaldığımız, kabullenmekte zorlandığımız şeyler bazen o
kadar olumlu durumlara neden olabilir ki… Temple Grandin’in hayatını anlatan
bu filmde bu durumu da açıkça görebiliriz.
16
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Otizmin birlikte yaşaması zor bir
durum olduğu, kişinin sosyal
hayatını, iletişim becerilerini, sosyal
etkileşimini olumsuz etkileyen bir
hastalık olduğu bugün bilinmektedir.
Peki, tüm bu dezavantajlarına rağmen
nasıl olur da Temple Grandin bu
kadar başarılı olabilmektedir? Bazı
hastalıklar hayatı zorlaştırmasına
rağmen, büyük başarılar elde eden
kişilerin olağanüstü hayat
hikayelerine rastlanmkatadır.
Filmdeki en etkileyici unsurlardan biri
Temple Grandin’in kendisine dair
farkındalığıdır. Farkındalık, öncelikle
kişinin kendisine dair olumlu,
olumsuz şartları ve bununla ilintili
diğer faktörleri, olasılıkları fark
etmesiyle başlar. Bir takım durumlar
sonucu- belki deneyimlediği zorluklar
sonucu- fark etmek zorunda kalması,
ardından bir kabullenme süreci ve
farkında olarak yaşamını sürdürmesi
anlamlarına gelebilir.
Filmin açılışında Temple Grandin
“ben diğer insanlar gibi değilim”
diyor ve film boyunca izleyeceğimiz
bu hayat hikayesinde kendisini farklı
bulan bir kadını izliyor olacağımızı
anlıyoruz. Ancak Temple’ın bu
farkındalığı, ne sadece otizmin neden
olduğu dezavantajlar ne de sadece
“resimlerle düşünüp aralarında
Sayı 14,2016
2013
Spring
"Resimlerle düşünüp
arada bağlantı
kuruyorum."
bağlantı kuruyorum” olarak tarif ettiği
yeteneğiyle ilgilidir. Temple Grandin
her ikisinin farkında, bilincinde olup
bunları birbiriyle iç içe geçmiş şekilde,
bazen kendisine sağladıkları bazen de
kaybettirdikleriyle karşılamaktadır.
Bunu yapmak onun için elbette ki
kolay olmaz. Filmin salt bir başarı
öyküsü olmama durumu da zaten
buradan gelir, çünkü yaşadığı
zorluklar da gözler önüne serilir.
Örneğin gittiği partiden sonra
hissettikleri, o sosyal ortamda ne
kadar zorlandığı, diğer insanları
kendisinden çok farklı bulması
nedeniyle neredeyse isyan edecek
noktaya gelmesi ve annesiyle yaptığı
konuşma… Seyirci onun için sadece
üzülmekte değildir, bir yandan da
empati kurmaya çalışmaktadır ancak
yetmez çünkü yaşadığı zorluklar çok
da kolay anlaşılmamaktadır.
Geriye dönüşler (flashback) ile
Temple’ın çocukluk dönemine
gittiğimizde otizm tanısı aldığı,
“farklı” bir çocuk olduğu ve bir ruh
sağlığı uzmanı tarafından,
hastaneye kapatılıp tedavi
17
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
görmesinin en uygun durum
olduğunun belirtildiğine dair bir sahne
izleriz. Ancak hastaneye kapanmak
yerine kendini rahat ve güvende
hissettiği hayvanların arasında olmayı
seçen Temple’ın inanılmaz görsel
algısı, bir görüntüye bir kez bakarak
kavradığı görsel detaylar onun “farklı”
olmasına neden olur. Zaten insanlarla
yakın ilişki içinde olması onun için zor
olduğundan belki hayvanlar ile
ilgilendiği bir meslek ona kendisini
daha iyi hissettiriyor olabilir.
Üniversite mezuniyet töreninde yaptığı
konuşmasında Temple, “sıkıştırma
makinesi” ismini verdiği makinesi
olmasaydı üniversiteden mezun
olamayacağından bahseder. Küçükken
kendisini insanlardan nasıl izole
ettiğini anlatır ve durumuna otizm
isminin verildiğini söyler. Temple
Grandin’in bu konuşmasında, onun
farkındalığına dair ipuçlarına rastlamak
yeniden mümkün olur. Çünkü bazı
durumlarda kendi kendisini
sakinleştiremediğini, bunun da ona
başarısızlık getirebileceğini ve
makinesinin ona neredeyse “annesinin
sarılması” hissini vererek o eksikliği
biraz da olsa giderdiğini anlatır. Yani
ihtiyaç duyduğu, eksikliğini yaşadığı
hissin ne olduğunu bildiği ve bununla
nasıl başa çıkacağını yine kendisinin
keşfettiği anlaşılır.
Çoğunlukla erkeklerin olduğu bir
meslek alanında önce reddedilir, bu
mesleği yapan diğer kişiler tarafından
aşağılanır, defalarca küçük düşürülür.
İş yerinde psikolojik taciz olarak
adlandırılan mobbinge maruz kalır ki
sosyal etkileşime dair zaten zorluklar
yaşayan Temple için hayat daha da
zorlaşır. Anca motivasyonu ve
kararlılığıyla bu meslekte kendisine
önce ufak bir yer edinir, sonrasında da
otizme rağmen, kendisini hayvancılık
alanında kabul ettirip kariyerinde hızlı
bir yükselişe geçer.
İşte tüm bu zorluklara rağmen Temple
Grandin’in başarısı ve hayatta ve
mesleğinde kendine edindiği yer
hayranlık uyandırıcıdır. Kuşkusuz
bunda en büyük etken, otizm ve bunun
getirileri ile özel yetenekleri hakkındaki
farkındalığıdır. Durumuyla nasıl başa
çıkacağını kendisi keşfeder ve bulduğu
yöntemleri uygulamaya koyar. Başa
çıkma mekanizmaları Temple’ın
kendisine özgüdür. Otizm tanısı almış
bireyler ve onların aileleri için bir idole
dönüşmüş durumdadır.
YAZAR: Duygu ÖZTÜRK, Psikolog Y.L. Öğrencisi [email protected] 18
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı 14,2016
2013
Spring
PERSONA
Persona (Bergman, 1966) konuşmayı reddeden bir aktris ile, onun tedavisinde
görevli hemşiresinin, kişilik parçalanmasına değin uzanan öykülerini
aktarmaktadır seyirciye. Birlikte geçirdikleri zaman içinde, her iki kadının da,
geçmişindeki travmatik yaşantılar ve bunun neden olduğu çatışmalar açığa
çıkmıştır. Karakterlerin, olmak istedikleri kadın ile, toplumun onlardan beklediği
kadın rolleri arasındaki çelişkilere vurgu yapılmaktadır. Kadınlar, bu beklentilere
cevap vermeye çalışırken, çeşitli maskeler kullanmakta ve bundan ötürü,
kendileri olamamaktadırlar. Fakat bu var olamayış, kendilerine ilişkin algılarının
bozulmasına neden olur. Film ilerledikçe, hemşire ile hasta arasındaki ilişkinin
dengesi bozulmakta, bu durum, ani duygu durum değişikliklerini de beraberinde
getirmektedir. Karakterlerin içsel çatışmalarının yarattığı anksiyete, dış dünyaya
karşı takındıkları maskelerin düşmesine neden olup, ağır bir kişilik
parçalanmasına doğru uzanmaktadır.
19
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Kadınlarla dostluk kurmak daha
kolaydır. İçtenlik belirgindir (böyle
düşünmek istiyorum), hiçbir şey talep
edilmez (umuyorum), sadakat
kırılgan değildir (sanıyorum).
Önyargısız sezgiler, açık duygular
vardır, söz konusu edilen prestij
değildir. Ortaya çıkan çatışmalar
doğal kabul edilir, bulaşıcı değildir
(Bergman, 2007).
Sayı
14, 2016
2013
Spring
tetkiklerde, sorunun fiziksel bir
kaynağının olmadığı saptanmış ve bu
konuda Elisabet’e yardımcı olmak
üzere, hemşire Alma (Bibi
Andersson) görevlendirilmiştir. Alma
Elisabet’le çalışma konusunda
kendine yeterince güvenmemekte ve
daha deneyimli birinin bu görevi
üstlenmesini istemektedir. Bu şekilde
düşünmesinin sebebi, Elisabet’in
Sinemada kadın teması denildiğinde,
akla ilk gelen yönetmenlerden biridir
Bergman. Kadın figürlerini
kullanarak, filmlerinde şiirsel bir
derinliği yakalar. Bergman’ın, kadın
temasına vurgu yaptığı pek çok filmi
(Sessizlik, Aynadaki Gibi, Çığlıklar
ve Fısıltılar) olmakla birlikte,
bunların en güzel örneklerinden
biridir “Persona”.
Film, geri saran bir makara sahnesiyle
başlar. Sonraki sekans, bir erkek
çocuğunun ekrandaki kadın görseline
dokunduğu sahnedir. Bu sahnede
dikkat çeken ayrıntı ise, filmin iki ana
karakteri olan Alma ve Elisabet’in,
finalde görsel olarak yüzlerinin
bütünleştiği sahneye bir gönderme
yapılmasıdır. Ekranda görülen yüz,
ara ara bulanıklaşmakta ve Alma ile
Elisabet’in yüzleri arasındaki geçiş
gerçekleşme ktedir.
Filmde, ünlü bir aktris olan Elisabet
Vogler (Liv Ullmann), Elektra
performansı sırasında ansızın bir
sessizliğe bürünür ve bundan sonra
konuşmayı reddeder. Yapılan
susma eyleminin, bir kararın sonucu
olma olasılığına bağlı olarak hastanın
bu durumu sağlıklı görmesi ve bu
nedenle tedaviyi reddedeceği
konusundaki endişesidir. Ama
sonunda, Alma bu görevi alır.
Doktor (Margaretha Krook),
Elisabet’in hastanede kalmasının
kendisine acı verdiğini fark eder fakat,
evine de dönmek istemediğinden
kendisinin deniz kıyısındaki yazlık
evinde kalmasının, Elisabet için
yararlı olacağını düşünmektedir. Yaz
sonuna doğru, Elisabet ve Alma
doktorun evine taşınırlar. Alma,
hastasından memnundur ve ona iyi 20
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,
2013
Spring
2016
bakmaktadır. Ayrıca, Alma Elisabet’e
gelen bir mektup sayesinde, onun
istemediği bir oğlu olduğunu
öğrenmiştir. Sık sık Elisabet’e kendi
geçmişiyle ilgili, daha önce kimseyle
paylaşmadığı sırlarını (grup seks,
kürtaj vb.) anlatır. Kır evi
sahnelerinde, Alma’nın replikleri
dikkate değerdir. Sözcüklerin
gücünden yararlanan Alma’nın
aksine, Elisabet’in sessizliği de, bir o
kadar güçlü etki yaratmaktadır seyirci
üzerinde. Bu etki, beden ifadesi ve
mimikler aracılığıyla sağlanmaktadır.
Bu bağlamda, Bergman’ın yarattığı
atmosferin derinliğinde, her iki
karakterin ışıldayan oyunculuklarının
da etkisi büyüktür. Ayrıca, sanat
yönetmeni olan Sven Nykvist’in
katkıları da, filmin görsel bir
başyapıta dönüşmesine yardımcı
olmuştur.
şekilde seyirciye, karakterlerin düş
dünyasına kolayca inebilme yetisi
verilmiş ve empati kurabilme
kolaylaştırılmıştır. Alma, iç
dünyasında çatışmalar yaşamaktadır.
Hayatında her şeyin yolunda
olduğunu, yakında nişanlısıyla
evlenip birkaç çocuk sahibi olacağını,
içinde bir yerlerde buna karar
verildiğini ve tartışılacak bir şey
olmadığını, ve tüm bunların büyük bir
güvenlik duygusu sağlayacağını
söylerken, aslında kendisi de
söylediklerine inanmamakta, bunları
kendi içinde tartışmaktadır. Bergman
filmlerindeki kadın figürlerinin,
aradıkları şeyin kendi içlerinde olması
dikkat çekicidir. Bu da seyircinin, film
atmosferindeki dış dünyadan bir
nebze olsun uzaklaşıp, karakterlerin
kendilerine odaklanmasını
sağlamaktadır.
Filmde, monologların etkili
kullanımı, karakterin iç dünyasına
inebilmeyi kolaylaştırır. Bergman,
filmlerindeki kadın figürlerinin
yaşamlarını, çoğu zaman, birinci
kişiyi kullanarak anlatmıştır. Bu
Doktor, Elisabet’in var olmadığını,
sadece var gibi olmaya çalıştığını
anlamıştır. Bu konuda yaptığı
konuşmalar filmin en can alıcı
repliklerindendir: “Her ses bir yalan,
her jest sahte, her gülümseme bir
21
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,2016
2013
Spring
tuzak. İntihar mı? Hayır. Bu çirkin.
Sen bunu yapmazsın. Ama sessiz ve
hareketsiz durabilirsin. O zaman en
azından yalan söylemezsin. Kendi
içine kapanıp, ışığı söndürebilirsin.
O zaman rol oynaman, sahte yüzler
göstermen gerekmez. Ama gerçek
kan kırmızıdır. Saklandığın yerde
kalamazsın. Hayat her şeyin içine
sızar. Tepki vermek zorundasın.
Gerçek olması ya da olmaması
kimsenin umurunda değil. Bu soru
sadece tiyatroda önem taşır. Orada
bile pek az. Seni anlıyorum Elisabet,
sessiz ve hareketsiz olmanı
anlıyorum. Bence önemi kalmayana
kadar, bu rolü oynamalısın. Artık
ilginç olmayana kadar. Sonra onu
bırakırsın. Yavaş yavaş diğer tüm
rollerini bıraktığın gibi.”
uzaklaşma isteği olabilir. Alma,
Elisabet’in anne olmaya ilişkin
duygularını şu şekilde ifade etmiştir:
“Elisabet, bir kadın ve aktrist olmanın
her özelliği sende var. Ama anneliğin
yok. Anne olmak istedin. Kesin
olduğunu anladığında korktun.
Bağlanmaktan, sorumluluktan,
tiyatroyu bırakmaktan korktun. Acıdan,
ölümden, vücudunun bozulmasından.
Ama rolü oynadın. Mutlu, genç bir
anne rolü. Bu arada sen defalarca fetusu
düşürmeye çalıştın. Ama başaramadın.
Geri dönüş olmadığını anladığında
bebekten nefret etmeye başladın. Ve ölü
doğmasını istedin. Bebeğin ölü olmasını
istedin. Ölü bir bebek için dua ettin”.
Elisabet, sorunlarından kaçmak ve
onlarla yüzleşmemek için, dış dünyayı
yok saymaya başlamıştır. Kendisine
olan saygısını yitirmiştir. Ve bundan
ötürü susar.
“Her ses bir yalan, her
jest sahte, her
gülümseme bir
tuzak..."
Alma grup seks ve kürtaj olayını
anlattıktan sonra, parçalanmanın
sinyallerini veren şu konuşmaları yapar:
Elizabeth’in sessizliğinin, birçok
şeyi sembolize ettiğini
söyleyebiliriz. Bunlar istemediği bir
çocuğu büyütmek zorunda olması,
çocuğun yaşantısında yarattığı
kısıtlamalar ve onu sevmeyi
başaramaması, bu yolla, hem
kendisine hem de çocuğuna yaptığı
haksızlık ve bunun yarattığı vicdan
azabı ya da tüm bunlardan
“Aynı zamanda hep aynı insan olabilir
misin? Yani ben iki kişi miydim? Aynada
kendimi gördüm ve “biz benziyoruz” diye
düşündüm.
Yanlış anlama, sen çok daha güzelsin ama
bir şekilde benziyoruz.
Sanırım gerçekten efor sarf etsem,
kendimi sana çevirebilirim.
Sen de kendini bana çevirebilirsin. Ama
ruhun fazla büyük olduğu için her yerden
22
çıkardı!”
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Spring
Sayı 14,2016
2013
Filmde rüya ve gerçek, bilinç ve bilinç dışı bir arada sunulur seyirciye. Örneğin,
Alma yukarıdaki konuşmaları yaptıktan sonra, başını masaya yaslar ve sızar.
Bunun üzerine Elisabet, yatağa gitmesini ister. Yani ilk kez konuşmuştur. En
azından seyirci öyle sanır. Ertesi gün Alma, Elisabet’e konuşup konuşmadığını
sorduğunda, Elisabet, başını hayır anlamında sallayarak reddeder. Bunun
üzerine, izlediklerimizin bir kısmının rüya olduğunu anlarız. Rüya ve gerçekler iç
içe geçmiştir. Neyin gerçek olduğunun kararı ise seyirciye bırakılmıştır.
Alma, Elisabet’in yazdığı mektupları postalamak için götürürken onlara
bakmaya karar verir. Doktora yazdığı mektupta, Alma’nın bir şekilde kendisine
çok bağlandığını, onu incelemenin eğlenceli olduğu yazmaktadır. Ayrıca
Alma’nın sırlarından da doktora söz etmektedir. Bunları öğrenen Alma’nın,
Elisabet’e duyduğu hayranlık ve onunla bütünleşme arzusu, yerini öfkeye
bırakmıştır. Öyle ki, onun canını yakmak için, kırılan cam bardağın parçasını
bilerek yerde bırakmış ve Elisabet’in üzerine basmasını beklemiştir.
Alma, kendini kaybetmeye başlamıştır. Öfkesine hakim olamamakta ve
Elisabet’e konuşması konusunda baskı uygulamakta, onu aşağılayıp, sözlü
tacizde bulunmaktadır. En sonunda, birbirlerine fiziksel şiddet uygulamışlardır.
Kullandıkları maskeler düşmeye başlamıştır. Ayrıca filmin bize, Jung (1966)’un
literatüre kazandırdığı arketiplerden biri olan ve bireyin dünyaya karşı takındığı
imajı ifade eden “persona” adıyla sunulmuş olması da, bir tesadüf değildir.
Persona dış dünyayla ilişkiye geçtiğimizde kullandığımız, kişiliğin en dıştaki
tarafıdır. Toplumun bizden beklediği rolleri ifade eder (Akt. Corey, 2008:88).
23
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Aynı zamanda Latincede de “maske” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda,
filmin adı, içeriğiyle yakın ilişki içindedir. Gerek Elisabet, gerekse Alma
karakterlerinin yaşadığı karmaşada, idealize ettikleri benlikleri ile toplum
tarafından onlara yüklenen rollerin yarattığı çatışmaların izlerini görebiliriz.
Filmdeki ilginç bir nokta ise, son derece sıra dışı bir karakter olmasına karşın,
seyircinin kendini Alma’nın yerine koyabilmesi ve onu anlayabilmesidir.
Yaşadığı yetersizlik duygusu, hayranlık duyduğu Elisabet’in ilgisine olan ihtiyacı
ve bu konudaki hayal kırıklığı sonrasında ona duyduğu öfke ve intikam duygusu
açısından empati kurulabilmektedir.
İlişkilerinin başında Alma, güçlü ve tedavi edici bir role sahipken, yaşananlardan
sonra Elisabet’in gururu ve gücü karşısında ezilmekte ve kendini zayıf
hissetmektedir. Hastayı iyileştirme görevini üstlenen güçlü Alma, yerini zayıf bir
kadına bırakmıştır. Elisabet’e duyduğu öfke ve hayranlık zaman zaman yer
değiştirmekte, biri diğerine üstün gelmektedir. Alma, gelgitler yaşamaktadır.
Kendini kullanılmış ve yalnız bırakılmış hissetmektedir. Elisabet’in benliğinin,
kendi benliğini ele geçireceğini düşünmektedir.
Filmin sonlarına doğru, Elisabet ve Alma’nın çözümsüz bir karmaşa haline gelen
benlik çatışmalarını görebiliriz. Zira iki kadın, birbirlerinde ortak yanlar, ortak
pişmanlıklar bulan, kadına dayatılan ve yerine getirilmediğinde, onların
ötekileştirilmelerine neden olan, kural ve baskılara farklı şekillerde maruz
kalmış, yalnızlığa itilmiş kadın karakterlerdir. Tepkilerinin farklılığı ve bu
farklılaşmanın zamanla azalıp, kendilerini bir diğerinin yerine koymaya başlayıp,
böylece birbirlerine benzemeleri, kişilik parçalanması olarak da kabul edilebilir.
Biraz derine inecek olursak, Alma ve Elisabet sorunlarını bir diğerine, anlamlar
yükleyerek çözüme ulaştırmaya çalışmaktadır ve böylece, kendi vicdanlarının
rahatsızlıklarını, pişmanlıklarını ya da hoşnutsuzluklarını yani bir anlamda
kendilerini yok saymış olmaktadırlar.
Kaynakça
Bergman, I. (2007). Büyülü Fener. Çev: Gökçin Taşkın. Afa Yayınları: İstanbul.
Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları. (T. Ergene, Çevirmen).
YAZAR: Bahar METE OTLU, Psikolojik Danışman Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi [email protected] 24
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
SHINE
PARILDAYAN DAHİ ÇOCUK
Klasik müziğin dünya çapında popüler olmasını sağlayan kişilerden biri olan
David Helfgott, yaşamını en iyi şekilde sürdürmeyi amaç edinmiş ve bundan
hiçbir zaman vazgeçmemiştir.
1947 doğumlu Avustralyalı piyanist, şizoaffektif bozukluk tanısı almış ve
yaklaşık on yıl boyunca klinikte bu durumla mücadele etmiştir. Psikiyatri
kliniğinde tedaviye başladığı zamanlar ise onun tam da yeteneğiyle parlamaya
başladığı dönemlerine denk gelmiştir.
1996 yapımı Shine (Parıltı) adlı ödüllü film David Helfgott’un hayatını
anlatmaktadır. David duygudurum bozukluğu sebebiyle, tedavi gördüğü süre
içerisinde piyano çalmayı bırakmıştır. Filmde David’in, ‘Doktor bana piyano
çalmayı yasakladı’ sözleri bu durumu nasıl açıklamış olduğunu göstermektedir.
Özellikle, piyanistin genç yaşta keşfedilmesi ve sonrasında şizoaffektif bozukluk
tanısı almasıyla birlikte kariyerindeki düşüşü, yalnızlığı ve en sonunda azmiyle
yeniden yükselişi filmin ana çerçevesini oluşturmaktadır. Filmde, piyanistin
hayatındaki inişler ve çıkışlar gerçeğe en yakın biçimiyle aktarılmaya çalışılmıştır.
25
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
"Yaşam devam ediyor...
Ama birden sona da
erebilir... Bu yüzden en iyi
şekilde yaşamayı
sürdürmek zorundasın..."
Beraberinde,
Davit
Helfgott’un
babasıyla olan ilişkisi filmde geniş
çapta ele alınmıştır. Çünkü piyanistin
hayatına etki eden en önemli kişinin
babası olduğu bilinmektedir.
David’in babasıyla olan ilişkisinde
gücün, otoritenin ve mesafenin hakim
olduğu söylenebilir. David’in babası
Peter yalnızca kendi doğruları
çerçevesinde hareket eden biridir.
Ona göre çocukları ile ilgili tüm söz
hakkı kendisine aittir ve bu üzerinde
tartışılmayacak kadar net bir
konudur.
Spring 2016
Film boyunca baba ile oğul çatışması
açıkça görülmektedir. David kendisi
olabilmek, kendisini
kabullendirebilmek için sürekli olarak
babası ile mücadele etmiştir. Peter ise
bir baba olarak sarsılmaz bir otoritesi
olduğunu vurgulamak için sert ve katı
tutumunu elden bırakmamıştır. Bir
anlamda Peter çocuklarının
kendisinden bağımsız bir birey
olduğunu unutarak hareket etmiştir.
Aralarındaki bu çatışma zaman
ilerledikçe onları birbirine
yakınlaştırmıştır. Özellikle Peter
yaşamının sonuna doğru bir baba
olarak nasıl davranması gerektiğini
sorgulamıştır. Fakat bu çatışmalar
David’i sonunda hiçbir şey
hissedemeyecek duruma getirmiştir.
"Hiçbir şey
hissetmiyorum… Belki
benim hatam, belki de
benden kaynaklanıyor…
Evet olaylardan dolayı
devamlı kendimi
suçlayamam… Ama babamı
da suçlayamam çünkü artık
yaşamıyor…"
26
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Film, David Helfgott’un psikiyatri
kliniğinden sonraki dönemine
gönderme yaparak Shine (Parıltı)
ismini almaktadır. Bu dönem
piyanistin kariyeri için adeta yeniden
doğuşu temsil etmektedir. Yine bu
dönemde, piyanist hem babasıyla
ilişkisinde olumlu değişimler yaşamış
hem de aşkı tatmıştır. Filmin açılış
sahnesi, David için her şeyin yeniden
başladığı bu dönemin başlangıcını
temsil etmektedir.
Filmin ilk sahnelerinde, piyanist
karanlık ve yağmurlu bir gecededir.
Nereye ve neden olduğunu bilmeden
delicesine koşmaktadır. En sonunda
ulaştığı yer kapanmak üzere olan bir
bardır. Diyaloglardan anlaşıldığı
üzere piyanist kimse tarafından
hatırlanmaz. Hatta barda çalışanlar
onu ilk gördüğünde işe yaramaz bir
kişi olarak damgalar. Ulaştığı bu
barın içerisinde ise, onun tekrardan
yükselmesine yardımcı olacak piyano
yer alır. Filmin ilerleyen süreçlerinde
anlaşılabileceği üzere, piyanistin
kendini bilmez bir halde koşuşu ve
vardığı yerde bir piyanonun olması
onun aslında adım adım yükselişe
doğru ilerlediğini gösterir.
Film, ilerleyen süreçlerde geri
dönüşlerle bizi David’in çocukluğuna
götürür.
Sayı
14, 2016
2013
Spring
"Sert, dindar, kesin
kuralları olan bir babam
var… Hep ciddi olmamı
isterdi. Bir çocuk
yutkunmasını bilmeli
derdi."
David Helfgott’un çocukluğuna
döndüğümüzde, katı, sert, değişmez
ve başarısızlığı güçsüzlükle eş tutan
bir baba figürü görülebilmektedir.
Piyanistin babası Peter’e göre; güçlü
olmak demek en mükemmele
ulaşmak, en iyiyi elde etmek
demektir. Aksi halde kişi, işe yaramaz
birine dönüşmekte, işe yaramaz
olarak damgalanmaktadır. Kendisi de
küçük yaşlarda keman çalmayı
istemiş, fakat yine kendi babası
tarafından bu isteği engellenmiştir. Bu
nedenle kendisinin yapamadığını
çocuğundan beklemiştir. Fakat sert ve
değişmez kuralları nedeniyle çocuğu
herhangi bir hata yaptığında ya da
piyanoyu yanlış çaldığında acımasız
ceza yöntemleri uygulamıştır. Çünkü
ona göre tek bir doğru vardır, o da
kendi doğrusudur ve buna karşı
gelmek ise kesinlikle mümkün
değildir.
27
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Filmde piyanistin çocukluğundaki ilk
karelerden biri, katıldığı bir
yarışmada piyanoyu en iyi çalan kişi
olamadığı için babası tarafından
dövülmesidir. Halbuki bu yarışmadan
sonra jüri üyelerinden biri evlerine
kadar giderek David’i çok beğendiğini
ve onu yetiştirmek, ona ders vermek
istediğini belirtmiştir. David’in babası
ise buna sert bir şekilde karşı
çıkmıştır. Ona göre oğlunun ders
alması yetersizlik göstergesidir.
"Bir gün Rahmaninov
çalacaksın ve ben seninle
gurur duyacağım."
Peter (David’in Babası)
Bir süre sonra, işler babanın istediği
gibi gitmemiştir. Çünkü Peter
oğlunun oldukça zor bir beste olan
Rus besteci Rahmaninov’un 3.
Piyano Konçertosu’nu çalmasını
istemektedir. Fakat David bu besteyi
çalabilmek için çok küçük bir
yaştadır. Peter’in ise amacı,
çocuğunun bu eseri en iyi şekilde
yorumlayabilmesidir. Bu nedenle de
David’in destek almasını kabul
etmiştir. Fakat piyano öğretmeni de
David’in bu eseri yorumlayabilmesi
için çok küçük bir yaşta olduğunu
söyleyince Peter aşırı tepki vermeye
devam etmiştir. Rus bestecinin bu
eseri ise, David Helfgott için
hayatının dönüm noktası olmuştur.
"Evden gidersen hayatın
boyunca
cezalandırılacaksın!"
Peter (David'in Babası)
David, babasıyla asıl büyük kopmayı
müzik eğitimi için Avustralya’dan
ayrılmak zorunda kaldığı dönemde
yaşamıştır. Ailesinin ekonomik
durumu çok iyi olmadığı için David,
profesyonel müzik eğitimi alabilme
imkanına sahip değildir. Fakat
David’in müzik yarışmalardaki
performansları klasik müzik
eğitimcilerinin dikkatini çekmeyi
başarmıştır. Hatta gazetelerde ‘David
parlıyor (David shines)’ başlıklı
haberler çıkmaya başlamıştır.
Böylelikle David 14 yaşındayken
önemli bir burs teklifi alır. Bu,
eğitimini Amerika’da devam ettirmesi
için bir davettir. Fakat babası ailenin
dağılacağı korkusuyla onun uzağa
gitmesine izin vermez. Filmde
David’in annesi de, ‘O henüz
küçük... Altını bile ıslatmaya devam
ediyor’ sözleriyle ona kendi
seçimlerini yapma şansı
vermediklerini göstermektedir.
28
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Aşırı derecede otoriter bir baba ve ona
boyun eğen bir annenin varlığı
nedeniyle David, hayalleri ile
yaşamakta olduğu hayat arasında
sıkışıp kalmıştır. Bu durum onu
oldukça üzmekte ve
sinirlendirmektedir. Yine bu
nedenlerden dolayı kendisini
çıkmazda hissettedir. Tam
umutsuzluğa düştüğü noktada ise
karşısına yeni bir fırsat çıkmıştır.
İngiltere’den kendisine yeni bir burs
teklifi gelmiştir. David bu sefer eline
geçen ikinci fırsatı kaçırmaz ve
eğitimini devam ettirmek için
İngiltere’den aldığı daveti kabul
ederek evden ayrılır.
David: ‘Bunu çalacak kadar iyi değil
miyim profesör?’
Profesör: ‘İki ayrı melodi düşünmelisin.
Birbirinden farklı olmalı. Ellerin
devleşecek ve her elinin 10 parmağı
olacak.’
Sayı
14, 2016
2013
Spring
David İngiltere’de eğitim alırken
aklında hala Rahmaninov’un
3.Piyano Konçertosu’nu çalmak
vardır ve bu amacına ulaşabilmek için
gece gündüz demeden çalışmaya
başlamıştır. David’in bu zor eseri
seçmesinin ve onu başarma hırsıyla
oldukça fazla çalışmasının temelinde
baba figürünün etkisi yer almaktadır.
Çünkü bu zor eseri çalmayı başardığı
zaman babası onunla gurur
duyacaktır. Aynı zamanda eserde iki
farklı melodi olması bir anlamda
kendisi, babası ile arasındaki
çatışmayı temsil etmektedir.
"Konsantre olmalısın. Hep
onu çalışmalısın. Çünkü en
önemli şey çalışmak,
çalışmak, çalışmak..."
David’in durmaksızın çalışması en
sonunda onu başarıya ulaşır ve David
Rahmaninov’un 3. Piyano
Konçertosu çalar. Fakat bu süreçte
David oldukça yorgun düşer. Bu
yorgunluk ise onun düşüşüne sebep
olacaktır.
29
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
David için bundan sonra artık farklı
bir hayat başlamıştır. Duygudurum
bozukluğuna neden olabildiği için
piyano çalmak David’e yasaktır.
Buna bağlı olarak kariyerinde bir
düşüş yaşar. Artık kimse David’i fark
etmemekte ve tanımamaktadır.
Beraberinde gelen yalnızlık ve
terkedilmişlik duygusu ile tüm
bunların oluşturduğu ortak çerçeve
damgalanmak kavramında
birleşebilir.
Bu noktada Freud’a bakıldığında
(1979) bilinçdışının yaratıcılığın
temeli olduğu söylenebilir. Freud
(1979) yaratım sürecindeki kişi içe ve
dönük ve nevroza yakın olabileceğini
belirtmiştir. Yaratıcılık, bireyin
gerçekleşme imkanı olmayan
içgüdüsel ihtiyaçlarını doyuramaması
nedeniyle ilgisini fantezi dünyasına
yönlendirmesi sonucunda
oluşmaktadır. Andreasen’a göre ise
(1996) bireyin gerçeklikten koptuğu
durum psikiyatrik terminolojide
disosiyatif durum olarak anlandırılır.
Bu durum yaratım sürecine giren
bireyin başka bir gerçekliğe
odaklanmasını anlatmaktadır.
Ludwig’in araştırmasına göre de
(1992), bestecilerde yüksek oranda
psikoza rastlanabilmektedir. Storr ise
(1992) iki uçlu duygudurum
Sayı
14, 2016
2013
Spring
bozukluğunun kişiyi yaratıcılığa
yönlendirebilirken aynı zamanda
yaratıcılıktan da uzaklaştırabildiğini
belirtmektedir. Foucault’a göre ise
delilik psikoloji araçlarıyla ölçtüğünü
meşrulaştırdığını sanan dünya
karşısında kendini meşrulaştırmalıdır
(Soygür 1999).
Tüm bunlara bağlı olarak filmde
David, psikiyatri kliniğinde tedavi
görmeye başladığı andan itibaren
yalnızlığa doğru sürüklendiği
söylenebilir. Örneğin, yıllar sonra
ailesinden yalnızca kız kardeşi
ziyaretine gelir. Kimse David’i ve
başarılarını hatırlayamaz. Bu durum
filmin açılış sahnesinde de
yansıtılmaktadır. Bu sahnede
yağmurdan korunmak için girdiği
barda David’i kimse hatırlayamamış
ve kimsesiz olduğunu düşünerek onu
dışarı çıkarmak istemiştir. Fakat
David bu durumlarla başa
çıkabilmeyi bir şekilde öğrenmiştir.
Böylece kendisinde yeniden
parıldayabilme cesareti bulabilir. İşte
tam bu noktada babasıyla barışma
adımları da atar. Bütün bu olaylardan
sonra David yeniden parlamaya
başladığında babası, onun yanına
çıkagelir ve ona bir madalyon hediye
eder. Bu hediye David’in babasının
oğlundan gurur duyduğunu
göstermek için verdiği simgesel bir
hediyedir. Bu yeniden doğuş
döneminde David aşkı da yaşar.
David aşık olduğu kadına nasıl
hissettiğini ise yıldızlar üzerinden
30
örneklerle açıklar.
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Filme genel olarak bakıldığında, çok
önemli iki sahnesi olduğundan
bahsedilebilir. Bunlardan ilki,
David’in yeniden piyano çalmaya
başladığı sahnedir. Bu bölümde
David, filmin açılış sahnesindeki bara
gelir. David zaten oraya sık sık
uğramaktadır. Fakat hiç kimse onun
çok iyi bir piyanist olduğunu bilmez.
David barda bulunan piyanoyu
çalmak için oradakilerden izin ister.
Bardakiler onun piyanoyu
çalabileceğine inanmaz. Hatta
durumu ileriye götürerek onunla
dalga geçmeye başlarlar. Fakat ne
zaman ki David piyanoyu çalmaya
başlar, herkes şaşkınlık içerisinde onu
izler ve ne kadar önyargılı
davrandıklarını anlar.
Filmin bir diğer önemli sahnesi,
afişlerinde de yer alan David’in
trambolinde zıpladığı sahnedir. David
çocukluğundan beri kendi idealleri ile
ailesinin idealleri arasında kalmıştır.
Bu nedenle de yapmak istediklerinin
peşinden koşmak için evden ayrılır.
Bu zorlu yolculuğun belli döneminde
düşüş yaşasa da damgalanmanın onu
yıldırmayacağını gösterir. Yeniden
parladığı dönemlerde yaşadığı
duygudurum değişiklikleri bir
anlamda onun için özgürlüğünü
sergileme biçimidir. Bu nedenle
Sayı 14,2016
2013
Spring
de yapmak istediklerinin peşinden
koşmak için evden ayrılır. Bu zorlu
yolculuğun belli döneminde düşüş
yaşasa da damgalanmanın onu
yıldırmayacağını gösterir. Yeniden
parladığı dönemlerde yaşadığı
duygudurum değişiklikleri bir
anlamda onun için özgürlüğünü
sergileme biçimidir. Bu nedenle
trambolinde kulağında en sevdiği
müzikle özgürlüğe doğru
zıplamaktadır.
David Helfgoff’un hayatını anlatan
bu filmi izlemek, piyanistin içsel
yolculuğunu yeniden keşfetmeyi
sağlayabilir.
Kaynakça
Soygür, H. (1999). (b.t.).Sanat ve Delilik.
Klinik Psikiyatri Dergisi,2. 15 Ocak 2012,
http://www.klinikpsikiyatri.org/files/journ
als/1/35.pdf
YAZAR: Pınar TALASLIOĞLU Uzman Psikolog [email protected] 31
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,2016
2013
Spring
YABANA DOĞRU
Jon Krakauer'ın aynı isimli romanından uyarlanan film, Christopher
McCandless'ın gerçek hikayesini anlatmaktadır. Nitekim filmin sonunda
anlatılan hikayenin gerçek kahramanının “Sihirli Otobüs’ün önündeki resmi ve
gerçek hikayeye dair son notlar” hafızalarda kalan önemli anlardan biridir.
Christopher McCandless, okuduğu okulları başarıyla bitirmiş, bir miktar
birikimi olan, varlıklı bir ailenin iki çocuğundan biridir. Bir gün çok sevdiği kız
kardeşi de dâhil hiç kimseye haber vermeden, biriktirdiği paranın küçük bir
kısmını alıp, kalanını fakirlere dağıtılmak üzere bağışladıktan sonra, bütün kimlik
ve kredi kartlarını yakar, yanında bir miktar pirinç, bir tüfek, biraz mermi (ki
bunları da yolda edinir) bir fotoğraf makinesi ve okuyacak birkaç kitap ile
Alaska’ya doğru, vahşi doğada tek başına yaşamak üzere bir yolculuğa çıkar.
Film iki yıllık bu yolculuğu, Chris’in yolculuk süresince tanıştığı kişileri, başına
gelenleri, çocukluk ve ergenlik döneminden hatırladığı bazı sahnelerle birlikte,
zamansal bir sırayı izlemeden kesitler halinde aktarır.
32
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
“İnsan ruhunun özü yeni deneyimlerden oluşur”
Ancak tabii ki bu bildiğimiz
türden bir seyahat değildir. Chris bu
kararı ile modern yaşama dair pek
çok şeyi geride bırakmış, bunu bir
‘özgürleşme’ ve ‘arınma’ yolculuğu
olarak düşünmüş ve aslında belki de
en çok bu şekilde kendine, diğerlerine
ve dünyaya dair mesele edindiği pek
çok konu ile hesaplaşmıştır.
Dolayısıyla bir yanıyla bireysel diğer
yanıyla da aile ve toplum dinamikleri
ile ilgili pek çok konu film boyunca
işlenmektedir.
Dışarıdan bakıldığında klasik
bir Amerikan ailesi olduğunu
düşünebileceğimiz ailenin bazı
diyaloglarını duyduğumuzda Chris ve
kız kardeşinin birbirleriyle olan yakın
ilişkileri ve anne, babaları ile hayata
bakış açılarındaki farklılıklar dikkati
çeker. Buna göre anne ve baba kariyer
odaklı, maddi konuları ön planda
tutan ve birbirleriyle sık sık tartışan
bir çifttir. Chris ve kardeşi ise evde
yaşanan gerginlikler karşısında
birbirine tutunan, maddiyata önem
vermeyen, okullarında başarılı,
dışarıdan bakıldığında belirgin
problemleri olmayan çocuklardır.
İkisinin de sosyal çevreleri hakkında
fazla bilgi verilmez. Sadece Chris’in
kitap okumaya olan düşkünlüğü ve
kitap kahramanlarını kendine
arkadaş edinmiş olduğundan, sık sık
kitaplara atıfta bulunarak
konuştuğundan bahsedilir.
Chris 23 yaşında bir karar verir
ve kimseye haber vermeden
Virginia’dan Alaska’ya uzanan
yolculuğuna çıkar. Biz hikâyenin
bundan sonraki kısmını, biraz kız
kardeşinin sesinden, biraz
kendisinden ama mutlaka eşsiz bir
doğa fonunda ve ilham veren ezgiler
eşliğinde dinleriz.
Kız kardeşine göre Chris’in bu
şekilde gitmesinin önemli bir sebebi
vardır. Bunu şöyle aktarır;
“Chris liseden mezun olduğu sene
ona alınan arabası ile tüm ülkeyi gezer.
Kaliforniya’da bazı eski aile dostlarına
uğrar ve anne babasının nasıl aşık olup
evlendikleri hikayelerinin nasıl da çirkin
bir gerçeği örtbas etmek için tasarlanmış
yalanlar olduğunu keşfeder.
33
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Tanıştıklarında babası hâlihazırda
başkasıyla evliymiş ve Chris doğduğu
sırada bile hala yasal olarak evli olduğu
ilk eşi Marcia’dan başka bir oğlu daha
varmış. Bu gerçek aniden Chris ve beni
yeniden tanımlıyordu.”
“Kristalin kırılganlığı onun zayıflığını
değil, saflık derecesini gösterir. Annem ve
babam şunu anladılar ki, saf kristal bir
bardak özen ister, aksi takdirde tuzla buz
olabilir. Fakat kardeşime gelince bu gizli
saklı davranışlarının onları kardeşimden
koparacak kadar büyük bir tahribatta
bulunduğunun ya farkında değildiler ya
da umursamıyorlardı. Onların bu hileli
evliliği ve diğer oğlunu inkâr etmesi Chris
için gerçeğin her gün katli demekti. Chris
hayatının birden bire ters yüz olup, bir
nehir gibi aniden akış yönünü tersine
çevirdiğini ve yokuş yukarı akmaya
başladığını hissediyordu. Gerçeklerin bu
ifşası, onun aidiyet duygusunu tam
kalbinden vurmuştu. Ona tüm
çocukluğunun sanki bir hayal mahsulü
olduğu hissini vermişlerdi. Chris bunu
bildiğini onlara asla söylemedi ve benim
"Bana aşk, para şöhret,
inanç, adalet yerine
gerçeği verin"
Henry David Thoreau
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Kardeşi durumu böyle aktarırken
Chris’in gözünden anne ve babasının
gençlik halleri görülür ve kendi
ağzından şu sözleri duyarız:
“Onları mezun oldukları üniversitelerin
kapısında dururken görüyorum. Babam,
okulun girişindeki kubbenin hemen
altında. Dolaştığını görebiliyorum.
Başının arkasında duran kırmızı tuğlalar
kan dolu tablalar gibi parıldıyor. Annemi
elinde birkaç kitapla görüyorum. Küçük
tuğlalardan örülmüş duvarın hemen
yanındaki hala açık duran demir
parmaklıkların önünde duruyor. Sivri
uçlar havaya doğru gardını almış. Mezun
olmak ve de evlenmek üzereler.
Çocuklukları, aptallıkları ama tek
bildikleri masum oldukları… Daha önce
hiç kimseyi duymamışlar. Yanlarına
gidip ‘durun!’ demek istiyorum. ‘sakın
yapmayın! Bu kadın yanlış kadın, bu
adam yanlış adam. İleride, şimdi hayal
bile edemeyeceğiniz şeyler yapacaksınız.
Çocuklarınıza kötü şeyler yapacaksınız.
Daha önce hiç duymadığınız kadar acı
çekeceksiniz. Hatta ölmek isteyeceksiniz’.
Onların çocukları olarak yanlarına gidip
bunları söylemek istiyorum. Ama bunu
yapamam. Ben yaşamak istiyorum.”
Anne ve babasını durdurmaz, onlara
bildiklerini, hissettiklerini de
söylemez ve Chris gitmeyi, gittiği 34
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
yerlerde hayatına yeni bir anlam
bulmayı, duygularını, kimliğini
yeniden inşa etmeyi seçer ve insana
değil, doğaya doğru gitmeye başlar.
Ama ne kadar ıssıza gitse de büyük
kanyonda rafting yaparken bile hiç
olmadık yerlerde yine insanlara çıkar
yolu. Ve hikaye aslında doğa fonunda
ama insanlar arasında şekillenir.
Chris’in hikayesi de yol boyu tanıştığı
kişilerin hikayesiyle karışır, fark
etmeden aile olurlar ve sanki birbirini
bekleyen yapboz parçaları gibi iç içe
geçer hikayeleri. Wayne, Rainey ve
Jan, Tracy, Sonja ve Mads ve Mr.
Franz ve kahramanımız yeni adıyla
Alexander Süperberduş’un hikayesine
dönüşür bu yolculuk.
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Dolayısıyla aslında Chris de
ithaka’yı* deneyimlemektedir.
Aklının bir köşesinde hep Alaska’ya
gitme fikri olsa da aslında belki de ilk
defa bu kadar ‘an’ı yaşayabildiği için
mutludur. İzleyici de belki aynı
şekilde yolun (ya da filmin) sonundan
çok, yolculuğun kendisine
odaklandığı ölçüde ilham alır
hikâyeden. Tam da bu noktadan
tutup Chris’in hikâyesinin bundan
sonraki ayrıntılarına varoluşçu
yaklaşım açısından bakıp “fark
ettiklerimi” paylaşmak istiyorum.
* Konstantin Kavafis’in şiiri
35
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Chris’in yaşadığı aslında insana çok
tanıdık olan bir “varoluşsal kriz”dir.
Kaliforniya’da öğrendikleri sonucu
anne ve babasının ilişki dinamiğine
verdiği anlamın değiştiğini, dahası
muhtemelen kendisini kandırılmış
hissettiğini düşünebiliriz. Ya da belki
de Chris insanın kendiliğini, kendi
kurduğu sistemler üzerinden inşa
ettiğini ve bunun mutlak doğru bir
sistem olmayacağını fark etmiş
olabilir. Dolayısıyla aslında bu
yolculuğun nedeni Chris’in anne ve
babasının sakladıkları bir sırrı
öğrenmiş olmasından çok, bunu
öğrendikten sonra sorguladıkları ve
yeni bir anlam arayışı ile ilgilidir. En
çok okuduğu yazarlardan birinin Leo
Sayı
14, 2016
2013
Spring
gerek. Çünkü Tolstoy da hayatının
büyük bir kısmını anlam ile uğraşarak
geçirmiş ve kendi ifadesiyle “hayat
tutulmaları” sırasında yaptığı her
şeyin ve en çok da “neden?” ve “ne
için?” yaşadığının anlamını
sorgulamıştır. Ancak yine kendisi bu
soruların aslında ‘bir yanıtının
olmadığını’ söylemiştir. Anlamın
bozulmasıyla Tolstoy hayatını
üzerine kurduğu dayanak
noktalarında da çözülmeler olduğunu
görmüş ve “Üzerinde durduğum
zeminin parçalandığını, üzerinde
duracağım bir şey kalmadığını,
uğrunda yaşadığım şeyin bir hiç
olduğunu yaşamak için bir nedenim
kalmadığını hissettim. Gerçek şu ki
hayat anlamsız…” diyerek
yaşadıklarını tarif etmiştir. Bunları
Chris değil Tolstoy söylemiştir ancak
Chris’den de duymak mümkün gibi
gözükmektedir.
Chris’in bu yolculuktaki amacı nettir:
Alaska’ya gitmek ve doğada tek
başına yaşamak; ve tabii anne ve
babasına da bir şeyleri fark ettirmek.
Amaç nettir peki Chris’in bu
yolculuğa verdiği anlam nedir? Filmi
izleyen pek çok kişide ‘keşke bende
cesaret edip gidebilsem ve bu tür bir
deneyimi yaşasam, şu
sorumluluklardan kurtulsam”
36
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
düşüncesi oluşabilir. Büyük olasılıkla
bunun esas nedeni Chris’in belki de
tüm ömründe ilk defa bu 2 yıl içinde
daha önce hiç yaşamadığı gibi anı
yaşamasına tanıklık etmemiz
olmuştur. Nereye gittiyse gördük ki
Chris tüm bedeni, zihni, duygu ve
duyumlarıyla oradadır. Mesela atlarla
koştuğu sahnede, sanki sürüdeki
atlardan biri gibidir. Peki, elma ile
konuştuğu o unutulmaz sahnede:
“O an yenen elma bile bugüne kadar
yenen en güzel elmadır, ve şunu
hissettirir: ‘ben Süpermen değilim, süper
berduşum. Sen de süper elmasın, çok
lezzetlisin, çok organiksin, çok doğalsın.
Sen en gözde elmamsın’ ” der.
Chris’in ailesine, topluma,
modernizmin dayattığı pek çok
kavrama tepkiyle çıktığı yolun
sonunda ‘mutlu’ bir hayat yaşadığını
söylemesi bu yolculuk süresince
yakaladığı anların kıymetini
bilmesinden olsa gerek. Alaska’ya
gitme amacı, yaşadıklarının yanında
sadece bir itici güç olabilir ve Chris’in
“istedim ve yaptım, her şeye ve herkese
rağmen” duygusunu hissedip, “başka
bir hayat mümkün ve bunu ben
seçebilirim”i görmesini sağlamıştır.
Çünkü ona ulaşınca kendi
varoluşunun gücünü
hissedebilecektir. Bunun için hayata
dair “insanın hayatta güçlü olması
önemli değil kendini güçlü hissetmesi
önemli” diyecektir. Chris her ne
kadar amacına odaklansa da amacını
anlamlı kılanın yol boyu yaşadıkları
olacağını bilmektedir ve sonunda
okuduğu kitabın satır aralarına
“Mutluluk sadece paylaşıldığı zaman
gerçektir” yazdığında şüphesiz bunu
çok derinlerde hissediyodur...
Kaynakça
Daş, C. (2006). Büyümek ve
Bütünleşmek. HYB Yayıncılık,
Ankara.
Soysal, A. Ş., Bodur, Ş. & Hızlı, F.
G. (2005). Şimdi ve Burada Terapisi.
Anadolu Psikiyatri Dergisi, 6, 274-280.
Yalom, I. (2000). Varoluşçu
Psikoterapi. Kabalcı Yayınevi,
İstanbul.
YAZAR: Hilal ÇERÇEL, Uzm. Psikolog OPDEM [email protected] 37
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
KARANLIK KÖŞE
Aynaya baktım. Yeni yeni pembeleşmeye başlayan bir kızarıklık vardı sol
yanağımda. Tokat yemiştim. Bir adamdan. Haneke’den. Sordum. “Neden?”
diye… Yoo, hayır! Sormadım aslında. O hissetti… Anladı... Cevabını merak
ettiğim için aynadaki yansısına baktım. Sustuğunu gördüm, bakışlarını yerdeki
alelade bir noktaya sabitlediğini de… Korktum, başını kaldırmak üzere
olduğunu fark ettiğimde. Gözlerimi kaçırdım. Yere baktım. Korktum, aynadaki
yansısıyla göz göze geleceğimi hissettiğimde… O ise bir adım attı, omzuma
dokundu. Kaçarak bir çözüme ulaşamayacağımı düşündüm. Başımı kaldırdım.
Aynadaki donuk gözlere baktım. Donuk ve öfkeli. Donuk, öfkeli ve parlak.
Donuk, öfkeli, parlak ve… Bilmiyorum… Gülümsedi sonra bana… Sanatın
vazifesinin cevap vermek değil soru sormak olduğundan bahsetti. Şöyleydi tam
ifadesi: “It's the duty of art to ask questions, not to provide answers. And if you want a
clearer answer, I'll have to pass.”… “Peki!” dedim sessizce. Yanağım çoktan
pembeleşmişti bile. Cevaplar bizde gizliydi belki de. Sayısız cevap vardı
38
kesede…
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı 14,2016
2013
Spring
PLAKA NO: L 76 236
Hem yazan hem yöneten tayfasından
olan Michael Haneke’nin filmlerini
şu kelimelerle özetlesek yanlış olmaz
sanırım: Yabancılaşma, duygusal
donukluk, iletişimsizlik, izolasyon,
güvensizlik, korku, şiddet, suç,
tüketim toplumu, anlamsızlık, boşluk,
varoluşsal kaygılar, iyilik, kötülük,
körlük, görmezden gelmek, kendini
kandırmak, sorumluluk,
duyarsızlaşma... Evet, bence Haneke
bu işi çok iyi yapıyor! Tüm bu
kavramları soğuk bir tokat gibi
yüzümüze çarpıp olay mahallini terk
etme işini...
1989 yapımı “Der Siebente Kontinent /
Yedinci Kıta”da da aynı şeyi yapıyor
ve bize modern burjuva yaşantısından
karanlık bir kesit sunuyor. Güzel bir
araba, konforlu bir ev, kocaman
raflara dizili yüzlerce kitap, duvarlara
asılı onlarca tablo… Varlıklı, eğitimli,
kültürlü ve hiçbir sorunu olmayan (!)
Avrupa insanı. Bir Georg, Bir Anna,
Bir Evi… Ve birçokları… Aile… Ve
toplum… Her şey var ama “sen”
yoksun! Duygu yok, sıcaklık yok,
iletişim yok… Sıcacık bir kucaklama
yok. Belki de her şeyi çözebilecek
basit ve içten bir kucaklama…
Haneke’nin yabancılaştırma efektleri
bizi filmden, sizden uzaklaştırıyor.
Sizin gibi biz de yabancılaşıyoruz. Siz
yaşadığınız çevreye, topluma
yabancılaşıyorsunuz. Biz ise filme,
size yabancılaşıyoruz. Sizi uzaktan
izliyoruz. Georg! Evet, sen! İşinde
yükselmeyi ve yaşlı patronunun bir an
önce defolup gitmesini isterken ne
kadar da hırslıydın değil mi? Anna!
Evet evet, sen! Kızının ilgi çekmek
için kör numarası yaptığını
öğrendiğinde ne çok acıdı için değil
mi? Oysa ona her şeyi (!) vermiştin…
Bir gün, modern yaşamınızın ne
kadar tekdüze, boş ve anlamsız
olduğunun farkına vardınız değil mi?
Bütün o varlık, ölümü
düşündüğünüzde; yalnız ve sevgisiz
olduğunuzu hissettiğinizde önemini
yitirip koca bir yokluğa dönüştü değil
mi? Tamam, haklısınız. Acı
çekiyordunuz, ama çözüme yönelik
bir yola başvurma seçeneğiniz de
vardı. Sorunu, “tüketime devam
ederek” ve kendinizi tüketerek
çözdünüz. Vicdani bir sorgulama 39
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
yoluna gittiniz, sürekli olumsuz
duygu ve düşüncelerinizle haşır neşir
oldunuz, kendinizi hakim karşısına
çıkarttınız, “utanç” duygusuna
kapıldınız, “neden?” sorusunu
gereğinden fazla sordunuz (o yüzden
işlevini yitirdi), çaresiz hissettiniz,
bunu kimseyle paylaşmadınız,
destek almadınız, birinin size
sarılmasına izin vermediniz,
kendinizi cezalandırmak istediniz,
çözüme yönelik düşünmek yerine
olumsuz duygularınızın seline
kapılıp kendinizi tükettiniz. Sizce
insanların (toplumun) olumsuz
duygu ve düşüncelerinden tamamen
kurtulabilmesi mümkün olabilir
miydi? Hırslarından yüzde yüz
arınmış tek bir insan (toplum)
gösterebilir miydiniz bana? Hatasız
bir insan (toplum) var mıydı peki?
Sizce Haneke bunu mu söylemek
istemişti? Yo, hayır. Haneke:
“Yaptıklarınızdan ve kendinizden
utanmalısınız, hemen şimdi gidip
kendinizi bir uçurumdan aşağı atın!”
demiyor bana kalırsa… O bize
karanlık masalını anlatırken bir
şeyleri hatırlatıyor ve: “Biraz durup
düşünün, kendinize gelin, farkına varın,
kabullenin, gerekirse suçluluk hissedin ve
bu sorunu nasıl çözebileceğinizi,
hatalarınızı nasıl telafi edebileceğinizi
düşünün…” diyor bana göre…
Sayı
14, 2016
2013
Spring
BİR SCHOBER AİLESİ MASALI
Yıl: 1986
Bir zamanlar bir Schober ailesi
varmış. Baba “Georg” (Dieter
Berner) mühendismiş. Anne “Anna”
(Birgit Doll) da bir gözlükçüde
çalışıyormuş. Bu çiftin “Evi” (Leni
Tanzer) adında bir kızları varmış.
Her sabah, saat 06.00’ı gösterdiği
vakit Anna ve Georg uyanırmış.
Terlikler giyilir, dişler fırçalanır,
küçük Evi uyandırılır, kahvaltı
hazırlanır, kahvaltı yapılır ve
arabayla evden çıkılırmış… Küçük
Evi okuluna, anne Anna ise işine
bırakılırmış. Son olarak baba Georg
işine gidermiş...
Anna arada bir Georg’un anne ve
babasına mektup yazarmış. Bir gün
yine yazdığı mektuplardan birinde,
annelerinin ölümünün, kardeşi
Alexander’ı (Udo Samel) derinden
sarstığını ve Alexander’ın uzun süre
bunalımdan çıkamadığını yazmış.
Annelerinden kalan mirasla refah 40
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
seviyelerinin daha da arttığını
belirtmeden de geçmemiş… Neyse,
biz şimdi bu mektubu bir yana bırakıp
küçük Evi’nin yanına gidelim… O
gün küçük Evi’nin gözleri aniden
göremez olmuş. Buna inanmayan
öğretmeni onu testten geçirmiş ve
küçük Evi’nin kör numarası yaparak
dikkat çekmeye çalıştığını anlamış.
Bundan habersiz Anna iş çıkışında
arabaya atladığı gibi alışveriş alemine
dalmış. Almış, vermiş… Almış,
vermiş… Almış ve vermiş… Ürünler
geçtikçe kasadaki rakamlar bir bir
değişirmiş. Öyle çok ürün olurmuş ki
kasadan geçmeyi bekleyen, görevli
kızcağızın parmakları adeta bir
makine gibi işlermiş. Neyse, kasadaki
kızın hikâyesine başka zaman
bakarız, şimdi bizim ailemizi takip
edelim…
Anna ve Georg tüm alma ve verme
işlerini bitirdikten sonra evlerine
gitmişler. Alınanlar özenle
buzdolabına yerleştirilmiş. Her şey
yolunda gibi görünüyormuş, fakat
Sayı
14, 2016
2013
Spring
garip bir şey varmış… Bu insanlar
birbirleriyle hiç ama hiç konuşmazlar,
birbirlerine hiç sıcak bir şekilde
sarılmazlarmış… Adeta bir makine
gibi otomatikmiş hareketleri, hatta
duygudan bihaber duyguları…
Tamam, tamam… Küçük Evi’ye
geçiyorum… Evi’nin öğretmeni evi
arayıp da o gün okulda olanları
anlattığında Anna bir hışımla kızına
koşmuş ve “senin sorunun ne?” diye
sormuş. Ona, gerçeği söylerse
kızmayacağını söylemiş. Küçük Evi
donuk bir yüz ifadesiyle gerçekten kör
numarası yaptığını itiraf edince tokadı
yemiş. Bu ailede büyük bir sorun
olduğu seziliyormuş, ama hala
“mutlu bir aile” tablosu çizilmeye
çalışılıyormuş yemek masasında… O
gece Alexander da katılmış yemeğe.
Küçük Evi hissizce bir annesine bir
babasına bir dayısına bakıyormuş.
Sonra Alexander aniden ağlamaya
başlamış. Küçük Evi şaşkınmış…
Yemek sonrası herkes televizyonun
karşısına kurulmuş. Georg, Anna’nın
41
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
annesinin, ölmeden birkaç gün önce
söylediklerini hatırlatmış: “Bazen
kendimi ışık geçirmeyen kafalı insanlarla
olmak yerine ekranlarından düşüncelerini
görebileceğim insanlarla birlikte hayal
ediyorum.”… Artık yatma vakti
gelmiş… Anna kızını yatırırken ona
onu ne kadar çok sevdiğini, babasının
ve amcasının da onu çok sevdiğini
söyleyip durmuş… Onun da
kendisini, babasını sevip sevmediğini
sormuş… Bir sürü sevmek kelimesi
uçuşmuş havada ama bir tanesi bile
yüreğe isabet ettirememiş okunu…
Sayı
14, 2016
2013
Spring
akşam evlerine giderlerken yolda bir
trafik kazası ve üzeri kapatılmış
cesetler görmüşler. Ölümü
hatırlamışlar… Ertesi gün arabalarını
temizletirken ailemiz yine hiç
konuşmadan arabanın içinde
oturuyormuş… Anna aniden
ağlamaya başlamış. Arka koltukta
oturan kızının elini tutmuş…
Yıl: 1988
Aradan 2 yıl geçmiş. Georg ve Anna
her zamanki gibi sabah 06.00’da
uyanmış. Her şey otomatiğe
bağlanmış gibi aynıymış. Tek fark,
çiftin sevişmiş olması (otomatik ve
duygusuz bir şekilde) ve dışarıda
yağmur yağmasıymış. Ha bir de diş
fırçalarının rengi değişmiş… Bütün o
rutine bağlanmış işler yeniden
yapılmış… Anna yine mektup
yazmış… Her şeyin yolunda
olduğundan, Georg’un işinde
yükseldiğinden, patronun evlerine
yemeğe geleceğinden bahsedip
durmuş. Mutlu bir aile tablosunu
resmetmek için gereken her türlü
büyülü fırça darbesini vurmuş da
vurmuş… Georg, Anna ve küçük Evi,
Yıl: 1989
Bir yıl daha geçmiş aradan. Schober
ailesi, Georg’un anne ve babasını
ziyaret edip evlerine geri dönmüşler.
Evlerine vardıklarında geceymiş.
Birbirlerine otomatik olarak iyi
geceler diledikten sonra ışıklar
sönmüş. Georg gazeteye olan
aboneliklerini iptal etmeleri
gerektiğini söylemiş. Neden?... Hava
aydınlandığında bir mektup daha
yazıldığı görülmüş. Mektup yazma
görevini bu defa Georg üstlenmiş.
Yazdığına göre, ziyaretten
42
döndükten
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
bir gün sonra Georg işinden istifa etmiş, Anna ile bir karara varmışlar, artık
onları hayata bağlayan hiçbir şey yokmuş, bu nedenle bir yolculuğa
çıkacaklarmış… Evi’yi de yanlarında götürmeye karar vermişler… Yolculuk
öncesi son kez bir alışverişe çıkmışlar. Almışlar, vermişler… Almışlar. Ve
vermişler… Bankadaki tüm paralarını çekmişler. Arabalarını satmışlar. Eve
kapanmışlar… Kendilerine mükellef bir sofra hazırlamışlar… Yemişler, içmişler,
tüketmişler… Bir nefes almışlar… Sonra tabloları toplayıp kırmışlar… Giysileri
kesmişler, parçalamışlar… Bütün dergileri, resimleri, kitapları ve defterleri
yırtmışlar; plakları kırmışlar… Koltukları, fotoğraf albümlerini parçalamışlar…
Dolapları kırmışlar, mobilyaları doğramışlar… Klozetin başında, bütün
paralarını suyla beraber özgürlüğe yollamışlar… En sonunda kendilerini de
tüketmişler…17 Ocak’ta evlerinde ölü olarak bulunmuşlar. 20 Şubat'ta da
gömülmüşler…
YAZAR: Melike KORKMAZ, Psikolog Ankara Ünv., Adli Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] 43
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
YAPBOZUN KAYIP PARÇASI:
SEVMEK ZAMANI
Sevmek Zamanı filmi kışın adada boyacılık yapan Halil’in öyküsünü
anlatır. Halil, insan yoğunluğunun kış mevsiminde oldukça az olduğu adada,
yazlık evlerin tadilat işleriyle uğraşmaktadır. Yağmurlu bir günde Halil’in bu
yazlık evlerden birine girmesiyle, Erksan bizi Meral’in resmiyle tanıştırır.
Anahtarla kapısını açıp girdiği evde Halil’in hareketleri, herhangi bir tadilatla
uğraşmak için eve girmediğini hatta evin sahibi olduğu izlenimini yaratmaktadır.
Filmin bu dakikalarında, seyirci Halil’in mesleğinden de, orada bulunma
amacından da habersizdir. Halil’in resmi izlemek için perdeleri açışı, koltuğa
oturuşu, müziği açışı ve sigara yakışı bulunduğu ortamda kendine bir yer edinmiş
olduğu izlenimi vermektedir. Bulunduğu ortamda sırasıyla yaptığı eylemler adeta
bir ritüeli andırır. Halil, resme bakmaktan öte o resimle randevulaşmış gibidir.
Meral’in resmine gözünü bir an bile ayırmaksızın bakarken, Meral ve arkadaşları
eve girerler ve müzik sesini duyarlar. Meral durumu anlamak üzere üst kata
çıktığında, balkon kapısının camından kendi resmine bakan Halil’i görür. Bu
esnada kamerayı özellikle Meral’in yüzüne odaklayarak, Erksan seyirciye onun
hissiyatının yansımasını göstermek istemiştir. Meral’in şaşkınlık ve haz karışımı
bir ifadeyle kendi suretine ve onu izleyen Halil’e bakması Lacan’ın (1966) insanın
arzusunun arzulanmak olduğu savıyla birebir örtüşür. Meral’in yüz ifadesi kendi
44
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı 14,2016
2013
Spring
suretine gözünü ayırmaksızın bakan bu adamın arzusundan aldığı hazzın, diğer
bir deyişle arzulanmaktan aldığı hazzın ifadesidir. Bu hazzın yansımasını, filmin
ileri dakikalarında, Meral’in “Sevişmenin Yolu” adlı kitabı okurken kanepede
kendini tatmin ettiği sahnede bir kez daha görürüz.
Meral arzulanmanın hazzını yaşarken, Halil için bu resim ne ifade etmektedir?
Bir sene boyunca aynı koltukta, aynı şarkıyı çalarak ve sigarasını yakarak baktığı
bu surette Halil ne görmektedir? Lacan’a göre bebek ayna evresinden evvel
annenin göğüsleri, dudakları, bakışlarına duygusal bir yatırım yapar. Böylelikle,
bebek anneden ayrışmamış ideal bir dünya kurar. Benliği de bu dünyadan
ibarettir (Bowie, 1997). Halil’in Meral’in resmi için sarf ettiği “Birden bana
iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. İnanamadım… İkinci kez zorlukla
baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde.” cümleleri bebeğin
annenin görünüşüne yönelik yaptığı duygusal yatırımla benzeşirken; “Resmin
benim dünyama ait bir şey.” ifadesi de benliğin resimle (anne) bir olduğunu ve
ondan ayrışmamışlığını gösterir. Halil’in Meral’in resmine anlamlar yükleyerek
ikisinden ibaret bir dünya kurma ihtiyacı neden doğmuştur? Öznenin
kendisindeki eksikliğin idraki, bir arzu nesnesi üretmesine ve ona kavuşma
çabasına sebep olur (Lacan,1966). Halil’in resimde gördüğü sevgi ve iyilik
kavramları onun dünyasındaki eksikliğe işaret eder. Meral’in resmi, resmin bu
kavramları barındırdığına inanan Halil için kendi tarafından yaratılmış bir arzu
nesnesi haline gelmiştir. Özne, kendinde eksik olanı ötekine atfeder. “Bende
eksik olan, onda var olmalı.” der. Böylece özne bu eksikliği doyurma amacıyla
fanteziyi oluşturur. Özne bilinçdışında “jouissance”a (sonsuz hazza)
ulaşamayacağının bilgisine sahip olduğu halde, bu imkânsızlık ona imkanlı gibi
görünür ve kendinde eksik olana ulaşma fantezisine devam eder (Lacan, 1966).
Halil’in zihninde resim, idealize edilmiş bir simgedir. Bir arada bulunması
imkânsız şeyleri o resme yükler. Zihnindeki kadın imgesi hem seksi, hem anaç,
hem de zekidir. Fakat pratikte bunun olabilirliğinin imkânsız olması bunun
fantezi olarak kalmasına yardım eder. Halil o resimde bedensel hazzın ötesinde
bir imge kurarak, ona etki edebilir bir varlığı seçmeyerek ve olası hayal
kırıklıklarını bertaraf ederek gerçeklikten kaçmaktadır. Halil’in resimden iyilik,
sevgi, şefkat göremeyecek olması fakat o resimden bunları edindiğini ifade etmesi
fantezisini sürdürmeye devam etmeye çabaladığının kanıtıdır.
45
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Halil’in gerçeklikten kaçma
gereksinimiyle kurduğu fantezi,
suretine âşık olduğu Meral’in aslıyla
yüzleşmesiyle kesintiye uğrar.
Meral’in, “Resmimin yerine ben
seveceğim seni. Artık ben varım.” demesi
Halil’i fantezisini kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.
Meral’in Halil’e gerçek bir insan
olarak gözükmesi, zihnindeki imgeyle
gerçekliğin çarpışmasına sebep olur.
Bu durum Halil için bir kırılma
noktasıdır. Rene Magritte’in 1963
yılında yaptığı “La lunette d’approche”
adlı tablosu bu kırılma anıyla
benzeşir. Pencerenin çerçevesi,
gerçekliği kuran fantezinin
çerçevesidir. Pencere kapalıyken
görülen masmavi gökyüzünün,
pencerenin açılması yoluyla
beklenmedik bir siyah boşlukla
kesintiye uğraması fantezinin
tutarsızlığına işaret eder. Meral’in
gerçeklik olarak ortaya çıkışı Halil’in
Sayı 14,2016
2013
Spring
fantezisinde beklenmedik bir siyah
boşluktur. Meral’in “Ben varım.”
deyişi bu sebeple Halil’de kaygı
uyandırır. Halil “Resmin sen değilsin
ki. Resmin benim dünyama ait bir
şey. Ben seni değil, resmini
tanıyorum. Belki sen benim bütün
düşüncelerimi yıkarsın.” derken
fantezisine Meral’in gerçekliğini
bulaştırmamak için direnir. Fakat
Meral oradadır ve Halil’in
fantezisinde Meral’in resmi naifliğini
yitirir. Çünkü Halil zihninde o resme
idealize edilen bir varlığın
özelliklerini yüklemiştir, ama Meral
bir insan olarak o idealize edilen
değildir. Artık Halil’in fantezisine
Meral’in gerçekliği bulaşmış ve
idealize edilene dair fantezisi sonsuza
kadar yitirilmiştir. Halil kendinde
eksik olanı doyurmak adına
oluşturduğu yap-boz parçasının
işlevini yitirdiğini ve artık yapboza
uymadığını fark eder. Bu noktada 46
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
fantezisini dönüştürmek zorunda
kalır. Çünkü hala kendinde
doyurulamamış bir eksiklik
mevcuttur. Halil’in Meral’in onun
düşüncelerini yıkacağını iddia etmesi,
Halil’in yansıtma savunma
mekanizması olarak da
yorumlanabilir. Halil, resminin
aksine, Meral’in kendisine hep aynı
sevgiyle bakamayacağından
korktuğunu ifade eder. Bu korku
ifadesi, aynı zamanda Halil’in de
Meral’e onun resmine duyduğu
bağlılığı gösteremeyecek olmasının
yansımasıdır. Her ne kadar Meral,
Halil’e idealindeki her şeyi
veremeyecek olsa da; Halil de kendi
zihnindeki Meral imgesinden
uzaklaşacak ve “gerçek” biri olarak
Meral’i tüm yönleriyle
sevemeyecektir. Meral’in ona
yaklaşma ve sevgisine cevap vermek
isteme çabalarına gösterdiği direniş,
belki de Halil’in kendine duyduğu
öfke ve güvensizliğin yansıması
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Erksan, Halil’in gerçekliğe çarpan
fantezisini dönüştürmesi yolunda,
Meral’in ısrarı harici Mustafa Usta
karakterinden de yararlanır. Bu
karakter adeta seyirciyi temsil etmekte
ve Halil ile özdeşleşerek onu Meral’e
itmeye çalışmaktadır. Erksan,
seyirciyi de dönüşen fanteziye ortak
ederek, Meral ve Halil’in birleşmeleri
fikrini benimsetmeyi hedeflemektedir.
Bu fikre ikna olan Halil, Meral’in
peşinden İstanbul’a gitme kararı alır.
Onu ve arkadaşlarını birlikte ilk kez
gördüğü poligon sahnesinde, Meral’in
nişanlısı olan Başar karakteriyle ilk
kez karşılaşırız. Sahnede, Başar’ın
elindeki tüfek, Halil için kastrasyon
kişisinin sembolüdür. Başar’ın
oradaki konumu, Halil için babanın
iktidarını sembolize eder. O bölgede
babanın kuralları hâkimdir. Başar o
tüfekle, Meral’e sahip ve iktidarı
elinde bulunduran konumdadır. Bu
yüzden Halil, orada bulunmasının
yanlış olduğunu hissettiğini Meral’e
ifade eder. Buradaki kaçma arzusu da
kastrasyon anksiyetesini tezahürüdür.
Erksan poligon sahnesini film
senaryosuna, çekimler esnasında
eklemiştir. Sahneyi hava
koşullarından ötürü, bu şekilde
çektiğini ifade etmiştir (Battal, 2009).
Ancak; sahneyi başka türlü
çekecekken böyle bir mizansen
47
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
yaratması, sahnede tüfeğin kullanımı
ve tüfeği kullanan şahsın kullanımı
tesadüfî değildir. Yönetmen bir nevi
kendi kastrasyon anksiyetesini bu
mizansen aracılığıyla aktarmıştır.
Poligon sahnesini bir kez daha
incelediğimizde, Başar ve
arkadaşlarının Halil’e karşı şiddet
kullanımı, Halil’in kaçmasını ve
duyduğu anksiyeteyi haklı çıkarır.
Oraya aidiyet hissetmeyen daha
doğrusu Meral’in dünyasına dâhil
olamayan Halil, oradan atılmışlık
duygusu yaşar. Ancak Meral, Halil
uğruna çamurlu yolda yalınayak
yürüyerek, onun yanında olduğunu
ve o yapmacık dünyanın parçası
olmadığını bir nevi Halil’e aidiyetini
kanıtlar. Bu noktadan itibaren, Halil
için eski fantezi tamamen yıkılmış,
arzu nesnesi Meral’in suretinden,
onun aslına dönüşmüştür. Artık
Meral’in aslı Halil için yap-bozdaki
eksik parçaya uyum sağlamıştır.
Erksan Halil’in yıkılan fantezisinden
yeni bir fantezi doğurtur adeta.
Fantezisi dönüşen Halil, artık
Meral’in gerçekliğiyle yüzleşmiş ve
arzu nesnesini dönüştürmüştür. Artık
Meral’in hayatına dâhil olma isteği
onu buna yönelik eylemlere iter ve ilk
etapta Meral’in babasıyla konuşmak
durumunda kalır. Bu konuşma sahnesi
Erkan'ın çekim tekniği açısından da
Sayı
14, 2016
2013
Spring
manidardır. Meral’in babasının
Halil’e evlenmeleri hususunda yaptığı
konuşmada, durumun olumlu ve
olumsuz taraflarını görüntüye
aktarmıştır. Meral’in babası
evlenmelerine dair ilkin olumlu sözler
sarf ederken, ikilinin ilerlediği
koridorun sonuna gelindiğinde
yürüdüklerinin aksi istikametine
dönerler ve babası gençlerin
karşılaşabilecekleri olumsuzlukları
aktarmaya başlar. İlk etapta
fantezinin gerçekleşeceğine dair
umudu yeşertirken, madalyonun
diğer yüzünü de göstererek Erksan,
fantezinin gerçekleşmeme ihtimaline
dair bir şüphe uyandırmayı hedefler.
Yönetmenin uyandırdığı bu şüphe
Halil ve Meral’in yağmur yağarken
duvar kenarında yan yana durdukları
görüntüsüyle somutlaşır. Meral’in
babasının Halil’e gösterdiği olumlu ve
olumsuz yanlar, Halil ve Meral’in
kıyafetleri yoluyla seyirciye aktarılır.
Halil’in simsiyah pardösüsü ve
yanında bembeyaz giyinmiş Meral,
adeta bu sosyal sınıf farklılığını, bir
nevi “ayrı dünyaların insanı”
olduklarını açıkça betimler. Bu sahne
aynı zamanda, ayrılmaya karar
verdikleri sahnedir, burada Halil
Meral’i hala sevmektedir fakat ona
kavuşamayacağını apaçık
görmektedir. Bu sahnenin ardından,48
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Meral’in Başar’la evlenmeye karar
verdiğini görürüz. Bu noktada daha
evvel de belirttiğimiz, Meral’in
Halil’e olan bağlılığının, Halil
tarafından arzulanmaktan aldığı
“haz” olduğu açıkça görülür. Meral
kavuşamayacaklarını anladığında,
onu arzulayan başka bir erkeğe
gitmeyi çözüm olarak görür, ama
orada da barınamayacaktır. Başar’la
olan düğün sahnesinde, Erksan
yalnızca iki karakteri görünür
kılarken, düğünde bulunan diğer
insanları büyük gölgelerle anlatmayı
seçmiştir. O kişilerin gölgelerle ifade
edilmesi, bir nevi onları Meral’in
gözünden göstermeye çalışmaktır.
Meral artık ait olduğunu düşündüğü
dünyadaki sahteliğin farkına
varmıştır, gölge Jung’a (1981) göre
gizlemeye çalıştığımız tarafımızdır,
ama Meral bu noktada bu gizlenen
tarafı görebilmeye başlamış bir nevi
sahte dünyasının kodlarını
çözmüştür, artık o yere aidiyet
hissetmemektedir. Bu sahteliği
görmesinden ötürü, bu gölgeler onun
için artık korkutucu olmaya
başlamıştır. Halil cephesine dönersek;
Meral’in evlenmesinden gazetede
gördüğü gelinlik resmi vasıtasıyla
haberdar olmuş, dönüşen arzu
nesnesine de kavuşamamıştır. Bu
arzu nesnesinin yıkılması Halil’in
Sayı
14, 2016
2013
Spring
yeni bir arzu nesnesine gereksinim
duymasına sebep olmuştur. Tıpkı
Meral’in resmiyle kurulan ve Meral’in
aslıyla yüzleşmesi sonucu dönüşen
fantezisi ve bu uğurda kaybettiği arzu
nesnesi yerine yenisini üretmesi gibi,
bu
kaybın
da
telafisi
aynı
mekanizmayı tetikleyecektir. Meral’in
evlenmesi ile boşalan yap-boz parçası
yerine, Halil bu eksiği doldurmaya
çabalamak zorundadır. Bu noktada,
Meral’in gelinlikli resmini görmesi,
gelinliği üzerinde olan bir vitrin
mankeni almasına yol açar. Halil,
Meral’in resmi (ilk arzu nesnesi) ve
gelinlikli mankenle beraber kayığa
binip gölde açılır. Halil fantezisini su
gibi
akan
bir
yüzeyde
yani
gerçeklikten kaçabildiği bir yerde
sürdürmeye devam eder. Su yüzeyi
aynı zamanda anne rahmine dönüşü
temsil eden, imkânsız ve eksik olana
kavuşturan fantastik bir dünyadır. O
esnada Meral de, artık ait olmadığını49
;
Sayı 14,2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
idrak ettiği dünyadan kaçmayı seçer
ve Halil’i bulmak için göl kenarına
gider. Halil’in son kaybettiği arzu
nesnesi artık oradadır. Meral’in
kayığa binmesinin ardından, önce
gelinlikli manken, sonra da resim,
Meral tarafından suya bırakılır, Halil
ile ilk kez yüzleştiği zaman sarf ettiği
cümledeki gibi, artık “o” vardır.
Halil’e tekrar, “ben varım”
demektedir adeta. Erksan
gerçeklikten arınık bir yerde, su
yüzeyinde onları kavuşturur. Bu
kavuşma seyircinin de benimsediği ve
gerçekleşmesini istediği bir son
olduğu halde, yönetmen bu sahneyle
filmi bitirmeyi seçmez. Halil ve
Meral’in masalsı bir karede
kavuştuğunu izlerken, Başar, adeta
donmuş olan bu resmi bozar.
Erksan, Başar karakteri yoluyla, bu
kavuşmanın imkânsızlığını
göstermek adına bunu yapar. Halil
ve Meral’i tüfeğiyle vuran Başar,
seyircinin de fantezisini yıkmıştır.
Bu yıkılma anı da, seyirciyle eş
zamanlı olarak bu kavuşma
fantezisini benimseyen Mustafa
ustanın, Halil ve Meral’in
vurulduklarını gördüğünde yere
yığılmasıyla seyirciye ayna tutmaktır
adeta. Seyirci de bu umulmadık
sonla, arzuya kavuşmanın
imkânsızlığına çarpmış olur.
∞
Türk sinemasında çekildiği dönemde çağdaşlarından farklı üslubuyla ayrılan
1965 yapımı Sevmek Zamanı filmi, Metin Erksan’ın filmografisinde önemli bir
yer tutmaktadır. 1929, Çanakkale doğumlu Erksan, sanat tarihi bölümünde
okurken aynı zamanda 7. sanatın da uluslararası alanda akımları ve eserleriyle
ilgilenmeye başlamıştır. Sinema tutkusu, bununla sınırlı kalmamış, 1952 yılında
ilk filmi olan Karanlık Dünya’yı çekmiştir. Filmografisinin miladı olan bu film
ünlü halk ozanı Aşık Veysel’in hayatını konu alır. Erksan’ın bu seçimi, beslendiği
kültürü ve tarihsel birikimini sinema bilgisiyle harmanlamasının başlangıcıdır.
Sevmek Zamanı’nın hikâyesinin oturduğu iskeletin de tasavvuf edebiyatında yer
alan “suret-i aşk” kavramı olması yönetmenin seçimlerinde içinde doğduğu
kültürün öğelerini aktarma kaygısı olduğunun bir emaresidir. Erksan, Sevmek
Zamanı’nda bir nevi modern Leyla-Mecnun hikâyesi anlatmakta, fakat dönemin
klasik melodramlarından ayrılmakta, aldığı eğitimin de getirisiyle bu hikâyeyi
estetik bir üslupla perdeye aktarmaktadır. 1975 yılında çektiği Sazlık filminde de
Erksan benzeri bir tema kullanarak “suret” ve “asıl olan” kavramlarına
50
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Sevdiği kadını kaybeden adam, göğsüne çizdiği sevgilisinin resminin aynadaki
yansımasına her gün bakarak onun dönüşünü umutsuzca bekler. Artık sevdiği
kadın göğsündeki figürün içine hapsolmuş gibidir. Erkek karakterin ölümü, bu
bekleyiş sırasında, vuslat gerçekleşemeden olur. Dini bir ritüeli (inziva) andıran
bu bekleyişin kadın ve adam birbirine kavuşamadan sonlanması Leyla-Mecnun
hikâyesindeki gibi maddi bir aşktan öte ilahi bir aşkı çağrıştırmaktadır. 1975
yılında çektiği “Bir İntihar” filminde de Erksan, iki tutkulu sevgilinin hikâyesini
anlatır. Sevgililerin, karşı karşıya durdukları sahnede, kadın oyuncunun
arkasında erkeğin fotoğrafı, erkek oyuncunun arkasında da kadının fotoğrafı yer
almaktadır. Karakterler karşılıklı konuşurken arkalarında birbirlerinin
fotoğraflarının bulunması, sözcükleri karşılarındakine ifade ederken aynı
zamanda kendilerine söyledikleri izlenimini vermektedir. Böyle bir mizansen
kurarak, Erksan aşkı yine maddi boyuttan arındırmayı amaçlayarak sevilenle
sevenin iç içe geçmişliğini tekrar vurgular.
51
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Erksan, filmlerinde karakterlerinin tutkusunu tüm ayrıntılarıyla çizerken,
seyirciyi de karakterin arzusuyla yakından tanıştırmış olur. Karakteri benimseyen
seyircinin de tıpkı karakter gibi o tutkunun peşinden koşmasını ister. Bir nevi
seyircinin arzusunu da şekillendirir. Sevmek Zamanı’nda yönetmen, karakterlerle
fazlasıyla özdeşleşen seyirciyi karakterlerin birleşmesi mitini arzulamaya sevk
eder. Ancak, olay örgüsünden beklenmeyecek bir son çizerek karakterlerin
kavuşmasını engellerken aynı zamanda seyirciyi de arzusuna kavuşturmamayı
seçer. Bu durum bir nevi seyircinin kastrasyona (hadım edilme) uğratılmasıdır.
Yönetmenin ne olduğu sorusuna “Rejisör Tanrı kral’dır.” (Battal, 2009) yanıtını
veren Erksan için Sevmek Zamanı’nda gerek karakterlerin, gerek seyircinin arzu
nesnesine kavuşmasını engellemesi, yönetmenin kastrasyon anksiyetesini, hadım
edenle özdeşleşerek çözmeye çalıştığının göstergesidir. Erksan’ın Tanrı kral
benzetmesi, mutlak bir hâkimiyet kurabileceği bir dünya tahayyül etmesinden
ileri gelir. Meral’in resmine yüklediği anlam Halil’in fantezisini oluştururken,
Halil’in Meral’in resmi üzerine fantezi kurması Erksan’ın fantezisini oluşturur.
Mutlak hâkimi olduğu bu filmde, dolayısıyla fantezisinde, arzunun
imkânsızlığından doğan “o” eksiği doyurmaya çalışır. Nasıl ki Halil için Meral’in
resmi hayatındaki yap-bozun eksik parçasını tamamlayarak onun
fragmantasyonunu (parçalanma) engelliyorsa, Erksan için de Tanrı rolü oynadığı
bu filmler benliğindeki eksik parçayı doldurma çabasıdır. Benzeri temaları
filmlerinde yineleyişi kendisi için de arzuya kavuşmanın imkânsızlığını, yine de
karakterleri gibi tutkuyla ona ulaşma çabasını vurgular. Karakterlerini ve aynı
zamanda onlarla özdeşleşen seyirciyi de ulaşmaktan alıkoyması, kendi açmazını
da gösterme çabası olarak düşünülebilir. Çektiği filmlerde karakterleri
canlandıran oyuncuların seçiminde de “Tanrı kral” benzetmesini hatırlatmak
yerinde olur. Sevmek Zamanı filminde, o dönemde beyazperdede seyircinin
görmeye alışık olmadığı iki oyuncuyu seçmiştir. Halil karakterini oynayan tiyatro
kökenli Müşfik Kenter bu filmde ilk kez kamera karşısına geçmiştir. Film aynı
zamanda Meral karakterini oynayan Sema Özcan’ın da ilk filmlerinden birisidir.
Erksan’ın bu seçimi, diğer filmlerinde de göze çarpar. “Acı Hayat” filminde
Türkan Şoray’a henüz şöhret olmadan başrolü vermesi ve benzeri biçimde
“Susuz Yaz” filminin de Hülya Koçyiğit’i beyazperdeyle tanıştıran film olması
bilinçli bir tercihtir. Tanrı kral betimlemesine atfen, yönetmen karaktere bürünen
oyuncuyu da tamamen kendisi şekillendirebilmek adına bu yolu izlemiştir.
52
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Filminin (fantezisinin) tüm öğelerini özenle döşemesine rağmen, benzeri temaları
kullanarak aynı tutkuya bağlı kalışı, mutlak hâkimi olduğu bu dünyada da
arzunun ulaşılmazlığı gerçeğine çarptığının göstergesidir. Çünkü bu arzuyu
gerçekleştirmeye çalışırken sinemanın diline tabidir. Lacan’a göre dil, kültürün
özneye dayattığı semboller dizgisidir (Başer, 2010). Benzer şekilde, Erksan’ın
kullanmak durumunda kaldığı sinema dili de ona dayatılan “babanın
kanunu”dur.
Türk sinemasında çekildiği yıllarda konusu ve zamanın sinema
çevrelerince dışlanması sebebiyle seyirciye ulaşamamış olan Sevmek Zamanı
filmini incelemenin seçilmesindeki sebep; yalnızca çekildiği dönemle sınırlı
kalmayan, adeta zamanın ötesine geçen bir temayı başarılı bir sinema diliyle
anlatmış olmasıdır. Suret-i aşk kavramını irdeleyen bu film, görünenin ardındaki
anlama işaret edebilmesi yönüyle, manevi tatmin sağlamakta, dolayısıyla yapbozda
hissettiğimiz
boşluk
duygusunu
tamamlayabilme
ihtimalini
doğurmaktadır. Erksan’ın benzeri temayı tekrar tekrar diğer çalışmalarında da
kullanışı, bu filminde Halil karakterinin benliğindeki boşluğu doldurmaya
çabalayışı bizim de onlarla özdeşleşmemize sebep olmuştur. Film de, bizim için
görünürdekini ortaya koyarken, onu irdelemek, ardındakine bakmamızı
sağlamış, onun temsil ettiğini görmemize imkân vermiştir.
Kaynakça
Başer, N. (2010). Lacan. Say Yayınları: İstanbul.
Battal, S. (2009). Metin Erksan'ın tutkusu belgeseli.
Bowie, M. ( 1997). “Lacan”, çeviri: Pekel Şener, Dost Kitabevi Yayınları, 2007.
Jung, C. G. (1981). The archetypes and collective unconscious. USA: Priceton University Press.
Lacan, J. (1966). Ecrits: a selection, çeviri: Alan Sheridan, London: Routledge, 2001.
YAZARLAR Seda ERZİ, Y. L. Öğrencisi İlknur DİLEKLER, Y. L. Öğrencisi Maltepe Ünv. Klinik Psikoloji ODTÜ Klinik Psikoloji [email protected]
53
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı
14, 2016
2013
Spring
DİNGİN SAVAŞÇI
"Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür, ama hiç kimse önce kendini
değiştirmeyi düşünmez..."
Leo Tolstoy
Önce kendinden başlamak, üstüne giydirilen kimlikleri soyunmak yavaşça içinde
sırlar barındıran aynana bakabilmek öylece anadan üryan, önce kendini
değiştirmek belki de budur fark etmek, farkında olmak.
Dan üniversiteye giden bir taraftan da turnuvalara hazırlanan azimli bir atlet, tek
amacı ise daha önce kimsenin yapamadığı ittirilmeden üç takla atarak rekora
imza atmak ve altın madalyayı kazanmak. Bu amaç uğruna öylesine zorluyor ki
bedenini defalarca sakatlanmanın eşiğinden dönüyor, ruhu ise hezeyanlar içinde
ta ki o geceye, o rüyaya kadar. Rüyasında alnındaki terler zeminde
parçalanıyordu bir tüy gibi sallanarak yavaşça kondu zemine, ancak ağırlığı fazla
gelmiş olmalı ki parçalandı bacağı, parçalarını süpürdü çöpçü aniden uyanıyor 54
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
uykusundan, koşarak çıkıyor evinden
köşedeki benzinliğe gidince hayatını
değiştiren adamla, parçalarını
toplayan çöpçü ile onun tabiriyle
Sokrates ile tanışıyor. Bundan sonra
kaçmak istese de Sokrates den, ışığa
savrulan pervaneler gibi onun
eksenine giriyor Dan. Yüzleşmeye
karar verdiğinde Sokrates’e sorduğu
ilk soru ise “Mutlu musun?”,
Sokrates’in cevabı ise oldukça ilginç
“Burada insanlara hizmet sunuyoruz
ve bundan daha üstün bir amaç
yoktur”. Onu sarsan itici bir güç
haline gelmişti Sokrates hayatında,
Dan madalyayı kazanabilmek için
ondan bildiklerini kendisine de
öğretmesini, eğitmesini ister. Ancak
Sokrates’in bunun için bir takım
şartları vardır, hayatından alkolü,
seksi çıkarmasını, sağlıklı
beslenmesini ister, bu şartlar genç
atlet için ağır gelir. Vazgeçer ve bir
süre görmeye gitmez Sokrates’i,
çalışmalarına, gece hayatına devam
eder. Bu arada arkadaşları ile de
sorunlar yaşamaya başlar. Hepsinin
istediği altın madalyaya sahip
olmaktır, aynı hedef etrafında
toplanmak birlikteliğe değil rekabete
dönüşmüştür artık ve Dan herkesi
rakibi olarak görmektedir. Çalışmalar
sırasında sakatlana arkadaşının
hatasının ona nasıl yarar
Sayı
14, 2016
2013
Spring
sağlayacağını düşünür uzun uzun.
Kendi çalışmaları ile bir yere
varamayacağını görmesi uzun sürmez
ve Sokrates’in yardımına başvurur
tekrar. İki farklı ruhun çatışması
şiddetle hissedilir ama Dan
Sokrates’in istediklerini yapmaya
başlar ancak bu duruma alışmak,
kuralları yaşam tarzı haline getirmek
çok zordur onun için ve tekrar pes
ederek eski yaşamına geri döner.
Sokrates’in giderken ona söylediği
son söz ise “Tutunduğun şeyleri
bırakmalısın, kibrin gibi, konuşmak
gibi sahip olduğun tek şey bu!”. Bir
gün motoru ile okula yetişmeye
çalışırken trafik kazası geçirir, uzun
süre baygın olarak yatar hastanede.
Bacağı yedi yerinden kırılmış, çelik
miller ile tutturulmuştur. Doktora ne
zaman antrenmanlara dönebileceğini
sorduğunda aldığı cevap tüm hayatını
değiştirir. Artık fiziksel hareketler
yapması tamamen yasaklanmıştır.
Koltuk değnekleri ile yürümek
zorunda kalan Dan uzun süre
spordan uzak kaldı ama inancını
kaybetmemişti odasında omuzlarını
güçlendiriyor yavaş yavaş
hazırlanıyordu, antrenmanlara geri
dönmek istediğinde ise fark ettiği ilk
şey antrenörü de dahil herkesin
ondan umudunu kesmiş olmasıydı.
Bir kere daha yıkılan Dan soluğu 55
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
odasında aldı ve bütün ödüllerini
parçaladı, şuana kadar kendisine
verilmiş tüm kimlikleri bir kenara
iterek koşarak çıktı odasından soluğu
yüksek bir saat kulesinde aldı.
Aşağıya bakarken önce bastonunu
fırlattı boşluğa, atlamak geçiyordu
içinden ama orda yalnız olmadığını
anlaması uzun sürmedi, onu görünce
irkilmişti önce. Karşısında duruyordu
kendisi, “öteki”, korkusuz ve kibirli
benliği eski formunda bir kuş gibi
dolanıyordu kulenin etrafında,
karşısına dikildi ve “Kaybedecek ne
kaldı ki? Bırak her şeyi, eğer ben
olmazsam kime dönüşeceğini
sanıyorsun?” diye sordu ve Dan
Sayı
14, 2016
2013
Spring
içindeki öteki ile yüzleşti onu
boşluktan aşağı iterken kendi ile
barışmıştı artık. Sokrates’e gitti ve
yardım istedi ondan halen
topallıyordu, Sokrates ona “kendi
cevaplarını bulmalısın, artık dışarıdan
bilgi toplamayı bırak içinden bilgi topla.
Doğru yerde, doğru şeyi, doğru zamanda
yapabilmek için bilgeleşmek gerekir. Bilgi
ile bilgelik de aynı şey değildir” diyerek
eski bir arabanın yanına getirdi ve
ondan düşünmesini, önemli bir şey
keşfetmesini istedi. Sabaha kadar
sandviçlerdeki malzeme önceliğinden
tutunda kuşların özelliğine kadar
birçok şey saydı Dan ama hiç biri
Sokrates’in istediği cevap değildi. 56
;
Sayı 14,2016
2013
Spring
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Günün doğuşuyla gelen Dan
"Sevmediğin insanlar genellikle en çok
ihtiyaç duyduğun kişilerdir” diyerek
içeri girdi ve yeni bir süreç başladı
ikisi içinde, kendi içinde değişimin
süreciydi bu. Dan çalışmalarına
devam etti, artık sadece omuzlarını
değil bacaklarını da güçlendirmeye
çalışıyor, başlarda çok zorlansa da
gün geçtikçe başarılı oluyordu. Eski
formuna kavuşmasına az kalmıştı,
olimpiyatlar için başvurular
başlamıştı ancak başvuru
yapabilmesi için antrenöründen
onay alması gerekiyordu. Spor
salonuna geldiğinde herkes onu
durdurmaya çalıştı, o sadece
antrenörünün gözlerine bakarak
“Bana olan inancını kaybettin, ilk sen
kaybettin” diyerek gözlerinde yaşlarla
yöneldi salona ve halkalara
tutunarak dönmeye başladı, tıpkı
eski günlerde ki gibiydi. Herkes
şaşkınlıkla on ay gibi kısa bir sürede
neler başarabildiğine bakıyordu.
Olimpiyatlar için onay almıştı artık
önündeki tüm engelleri aşmıştı.
Ancak altın madalyayı kazanamama
konusundaki kaygıları devam
ediyordu. Ertesi gün Sokrates ona
önemli bir şey göstereceğini söyledi
ve birlikte uzun bir yola çıktılar
saatlerce yürüdüler, yolun sonunda
Sokrates yerden bir taş alarak Dan’e
uzattı. Bütün yolu bunun için
geldiklerini düşünen Dan sinirlendi,
bir an düşündükten sonra “Yolculuk,
bunun için geldik, yolculuğun kendi bizi
mutlu eder varılacak yer değil” diyerek,
gezinin anlamını keşfetti ve üç temel
kuralı özümsedi. Birincisi, paradoks,
hayat gizemdir bunu çözmeye
kalkışma. İkincisi, mizah, zor
durumlarda mizah yeteneğini koru
zor anlarda yardımcı olur. Üçüncüsü,
değişim, hiçbir şey aynı kalmaz. Artık
ruhen ve bedenen olimpiyatlara
hazırdı. Önce kendini, sonra evreni
keşfeden Dan farkındalığa ulaşmıştı.
Olimpiyatların yapılacağı gün geldiği
gibi aniden kayboldu Sokrates, Dan
ise herkesi şaşırtarak, ittirilmeden
havada 3 takla atarak altın
madalyanın sahibi oldu…
"Dünyayı bilmek isteyen, onu önce
kurmak zorundadır, hem de kendi
içinde..." der Kant, Dan film boyunca
önce kendi yıkımını gerçekleştirdi,
sonra kendi ile barıştı ve kendi
dünyasını kurarak farkındalığa ulaştı.
YAZAR Halime SAMSA, Öğrenci Bahçeşehir Ünv. Psikoloji Bölümü [email protected] 57
;
Sayı
14, 2016
2013
Spring
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
UMUT IŞIĞIM
“Benim deliliğimi yenmenin tek yolu daha delice bir şey yapmaktı. Teşekkür ederim. Seni
seviyorum. Seni gördüğüm ilk dakikadan itibaren bunu biliyordum. Anlamam bu kadar
uzun sürdüğü için özür dilerim.”
İnsanların ruh hastalıkları ve hastalarına karşı olan tutumunun tarihçesi
oldukça gerilere gitmektedir. Bu tarihsel süreç boyunca bir dönemden diğer
döneme ve bir kültürden diğer kültüre ruhsal hastalıklara olan tutum değişiklik
göstermiştir. Yani bazı kesimler, ruh hastalıklarına ve ruh hastalarına karşı
kaçınmacı bir tutum gösterip dışlayıcı davranışlar sergilerken, diğer kesimler bu
konunun önemine eğilip çaba sarf etmişlerdir. Genel anlamda diğerleri
tarafından reddedilme veya çekinilmeye, utanç ve kara leke olarak görülmeye
veya diğerleri tarafından beğenilmeme izine, işaretine, damgasına stigma
denilmektedir. Bu yazıda ise, stigmanın ruh hastalıklara ve ruh hastalarına
yönelik olan boyutunu güncel bir film olan “Umut Işığım (Siver Lining
Playbook)” eşliğinde inceleyeceğiz.
58
;
Lorem Ipsum Dolor
PSİnema
Pat Salitano, eski bir tarih
öğretmenidir ve eşi Nikki’nin
kendisini aldatması sonucu bir
travma geçirir. Öfke kontrolü
problemiyle, eşinin kendisini aldattığı
adama ciddi anlamda şiddet uygular
ve bu sebeple 8 ay boyunca bir
rehabilitasyon merkezinde tedavi
görür. Bu rehabilitasyon merkezinde
manik depresif tanısı almıştır. 8 ay
sonra ise yaptığı şey mesleğini ve en
önemlisi çok sevdiği eşini yeniden
kazanmaya çalışarak hayatını yoluna
koymaktır. Ailesinin yanına yerleşir,
düzenli olarak spor yapar ve bol bol
kitap okur. Fiziksel olarak zinde
olmak için spor yapması, duygusal
olarak doyuma ulaşması içinse kitap
okuması gerektiğini düşünür. Fakat,
hayatı yeniden kazanmak sanıldığı
kadar kolay değildir Pat için. O,
hayatını geri sarmaya çalıştıkça, yeni
hayatı ona artık bir şeylerin
değiştiğini göstermekten yorulmaz.
Girdiği bu yolda, bir aile dostu olan
Tiffany ile karşılaşır ve olaylar daha
farklı bir hal alır..Her ikisi de zorlu
hayatlardan geçmişlerdir ve
birbirlerine umut ışığı olacaklardır...
Toplum içerisinde, ruhsal bozukluğu
olan kişilere tehlikeli ve saldırgan
muamelesi yapılmakta ve bu kişiler
hastalıkları yüzünden
Sayı
14, 2016
2013
Spring
suçlanmaktadırlar. Buna bağlı olarak
ise kaçınılmaz bir şekilde, bu kişiler
ayırımcılığa ve soyutlanmaya maruz
bırakılmaktadırlar. Genel olarak
karşılaştıkları güçlükleri saymak
gerekirse: evsizlik, barındıkları yerde
ayırımcılık, tutarsız yaşam koşulları,
iş bulmada zorluk çekme, azalan
özsaygı, yetersiz ve uygunsuz tedavi,
tedavi görmeme, uzaklaşma,
soyutlanma ve yetkilendirme kaybı
gösterilebilir. Karşılaştıkları stigma
(etiketleme) sebebiyle, yalnızca ruhsal
bozukluğa sahip olan kişiler değil
arkadaşları ve aileleri de zarar
görmektedir. Stigma ile yeniden
karşılaşmaktan korkan kişi,
hastalığından bahsetmekten
çekinmekte ve soyutlanmış, kendisini
ifade edemez bir şekilde yaşamaya
devam etmektedir.
“Bunu hep yapıyorum.
Sürekli, sürekli, sürekli! Diğer
insanlar için bütün bunları
yapıyorum. Sonra
uyanıyorum ve ben boşum!
Hiçbir şeyim yok!”
59
;
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı 14,2016
2013
Spring
Bahsi geçen bu zorluklar
karakterlerimiz Pat ve Tiffany için de
geçerlidir. Pat ailesinin yanında
yaşamaya döndükten sonra yakın
çevresi, Pat’i her an için bir şiddet
uygulayacakmış gibi görmekte ve
uzak durmaya çalışmaktadır. İşine
dönebilme ihtimalinin peşinden giden
Pat, okul idaresi tarafından hoş
karşılanmamış ve kelimenin
anlamıyla geçiştirilmiştir. Umduğu
gibi bir yaşam süremediğini fark
etmesinden sonra ise, tedaviye devam
etmeyi reddetmiş ve yalnız kendisi
değil ailesi de bu zor koşullardan
geçmiştir. Özellikle eşine olmakla
birlikte yakın çevresine kendisini
ispatlamaya çalışan Pat, aradığı
huzuru Pat’i olduğu gibi kabul eden
Tiffany’de bulmuştur. Kabullenme ve
kendini affetme sürecine girilmesine
neden olan sözler ise şunlar olacaktır:
“Bir sürtüktüm. Her zaman bir
tarafım edepsiz ve kaba sabaydı,
fakat bunu seviyorum. Tıpkı
diğer yanlarım gibi... Kendimi
affedebilirim. Sen de bunu
kendin için söyleyebilir misin?
Kendini affedebilir misin? Bunu
yapabilir misin?”
Tiffany
Ruh hastalıklarına ve hastalarına
yönelik var olan stigmalarda
medyanın rolü büyüktür. Öne çıkan
haberlerde ve şiddet suçlarının
arkasında bir ruhsal hastalık tanısı
olduğuna dikkat çekmeye çalışır
medya. Komedyenler de mizah
unsuru olarak ruh hastalıklarını
kullanır ve bütün bunlar zaten
toplumun bireylerine küçük yaşlardan
beri öğrenme yoluyla yerleşmiş
stigma örüntülerini pekiştirir. Ruhsal
bozukluğu olan kişiler “akıl hastası”
olarak nitelendirildiklerinden sonra
ise, kendisini bir grubun üyesi olarak
algılamaya başlar ve zamanla
içselleştirerek bir gerçekmiş gibi kabul
60
;
Lorem
Ipsum Dolor
PSİnema
eder. Filmde yer alan bir sahnede,
Tiffany’nin sözleri karakterlerin
stigmadan duyduğu rahatsızlığı
anlatmaya yeter aslında:
“Ben sana kendimi
açtım...Ve sen beni
yargıladın...”
"Toplum tarafından uygulanan
stigma ve ruhsal bozukluğu olan
kişilerin durumu etkileşim halindedir.
Stigma ruhsal bozukluğun gidişatını
olumsuz yönde etkilemekte ve buna
bağlı olarak kişiler de deneyim
edindikleri olaylar çerçevesinde daha
olumsuz bir tablo sunmaktadrlar.
Stigmaya dair tutuma neden olan
faktörler incelenmeli ve toplum
içerisindeki bu tutumu değiştirebilmek
adına nelerin yapılabileceği
düşünülmelidir. Öncesi ve sonrası
bilinmeyen yaşam öykülerinin üzerini
önyargı ve etiketlemeyle örten ve bir
Sayı
14, 2016
2013
Spring
“umut ışığını” körelten bireyler
olmaktan kaçınılmalıdır. Korku ve
öfkeyle atfedilen damgalamalar yapıcı
olmaktan ziyade yıkıcıdır. Bir bireyin,
atfedilen bu damgalamalardan çok
daha fazlası olduğunun farkında
olunmalıdır. Unutulmamalı ki, eğilen
bir ağaç dalının önünü açmak ve ona
destek olmak da, bu dalı kırmak da
yine aynı toplumun ellerinde...
Kaynakça
Bilge, A., & Çam, O. (2010). Ruhsal
Hastalığa Yönelik Damgalama ile
Mücadele, Preventive
Medicine Bulletin, 9(1),71-78.
Bostancı, N. (2005). Ruhsal Bozukluğu
Olan Bireylere Yönelik Stigma ve Bunun
Azaltılmasına Yönelik Uygulamalar,
Düşünen Adam, 18(1), 32-38.
Doğanavşargil-Baysal, G. (2013).
Damgalanma ve Ruh Sağlığı, Arşiv Kaynak
Tarama Dergisi, 22(2), 239-251.
YAZAR Tuğba GÜRCAN, Psikolog Ankara Ünv. Sosyal Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] 61
PSİnema
Lorem Ipsum Dolor
Sayı 14, 2013
SEYREDİN: BEN-X
"Ben bir hiçim!"
Asperger sendromu olan bir ergenin
bulunduğu ortama uyum sağlama
gayreti, alay konusu olması ve bununla
mücadelesinin anlatılıdğı bir film Ben-X.
Ben, "farklı" olması nedeniyle hep
kaybeden (loser) yani alay edilen,
zorlanan ve dışlanan biri olmak
zorundadır. Ancak bu durumdan da
etkilenmiş olan ailesinin ve oynadığı
oyun vasıtasıyla tanıştığı kız arkadaşının
yardımıyla bir plan yapar ve uygulamaya
koyar. Etkileyici görüntüleri ve
konusuyla mutlaka seyretmeniz gereken
bir film. Tavsiye ederiz.
Filmle ilgili notlar:
* Ben'in kardeşini oynayan Ceaser De
Sutter, Ben'in annesini oynayan Marijke
Pinoy'un gerçek oğludur ve orta derecede
otizmi vardır.
*Ben-X hızlıca söylendiğinde
Flamanca'da "Ben bir hiçim" anlamına
gelmektedir.
* Filmde Ben'in oynadığı oyun gerçek
hayatta da oynanabilen Archlord
oyunudur.
Hazırlayan Burcu SEVİM, Psikolog Dr. Davrnaış Bilimleri Enstitüsü [email protected] Filmin Künyesi
Yönetmen: Nic Baaltazar
Süre: 93 dk.
Oyuncular: Greg Timmermans, Laura
Verlinden, Marijke Pinoy
Ülke: Hollanda, Belçika

Benzer belgeler

lorem ipsum - Sabancı Üniversitesi

lorem ipsum - Sabancı Üniversitesi Alzheimer  Hastalığı  denince  ilk  akla  gelen  filmlerden  biri  ünlü  İrlandalı  yazar  Iris   Murdoch’ın  yaşam  öyküsünü  anlatan,  kendisi  de  bir  edeb...

Detaylı