tıklayınız. - 4. Ulusal Minimal İnvaziv Üroloji Cerrahi Kongresi

Transkript

tıklayınız. - 4. Ulusal Minimal İnvaziv Üroloji Cerrahi Kongresi
BİLİMSEL
PROGRAM
VİDEO
BİLDİRİ
ÖZETLERİ
VS-01
ROBOTİK ÜRETERAL REKONSTRÜKSİYON DENEYİMİMİZ
Ömer Burak Argun1, İlter Tüfek1, Mehmet Selçuk Keskin1, Ahmet Şahin1, Ali Rıza Kural1
1
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş: Robotik üreteral rekonstrüktif girişimler son yıllarda artarak uygulanmaktadır. Bu videoda 3
hastada uyguladığımız robotik üreteral rekonstrüktif operasyon yöntemi (2 üreteroneosistostomi ve 1
üreteroüreterostomi) sunulmaktadır.
Materyal ve Metod: İlk hasta robotik histerektomi sırasında distal üreteral termal hasar oluşan 48
yaşında bayan hastadır. Bu hastada ekstravezikal Lich-Gregoir yöntemi kullanılarak psoas hitch ve
üreteroneosistostomi uygulanmıştır. İkinci olgu 74 yaşında ve mesane tümörü rezeksiyonu sonrasında
distal üreteral darlık oluşan erkek hastadır. Bu hastada retrograd üreteral kateterizasyon girişiminin
başarısız olması nedeniyle robotik üreteroneosistostomi uygulanmıştır. Son olgu 70 yaşında açık
histerektomi sırasında üreter obstrüksiyonu gelişen bayan hastadır. Perkütan nefrostomi işleminden 3
hafta sonra robotik eksplorasyon uygulanmıştır. Üreter izole edildikten sonra iliak bifurkasyon
seviyesinde obstrüksiyona neden olan metalik klip görülmüştür. Klip çıkarıldıktan sonra obstrükte olan
üreter segmenti rezeke edilerek robotik üreteroüreterostomi uygulanmıştır. Bütün hastalara operasyoın
sırasında JJ ureteral stent konmuş ve JJ stent 4 hafta sonra çıkarılmıştır.
Bulgular: Tüm hastalarda postoperatif dönem olağan seyretmiştir. Hiçbir hastada kan transfüzyonu
yapılmamıştır. İntravenöz pyelogram ve diüretik renogramlarda hiçbir hastada obstrüksiyon bulgusuna
rastlanmamış ve renal ünitelerin iyi fonksiyone ettiği izlenmiştir.
Sonuç: Robotik üreteral rekonstrüksiyon güvenilir ve etkili bir yöntemdir. Robotik sistemin üç boyutlu
görüntüsü ve robotik enstrümanların hareket kabiliyeti cerrahi işlemi kolaylaştırmaktadır.
Anahtar Kelimeler : robotik, rekonstriksiyon, üreter
VS-02
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK BASİT PROSTATEKTOMİ
Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1
1
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK BASİT PROSTATEKTOMİ
Benign prostatik obstrüksiyona (BPO) ikincil orta-ileri dereceli alt üriner sistem semptomları (AÜSS)
olan ve prostat hacmi 80 ml’nin üzerinde ölçülen hastalarda açık prostatektomi halen ilk tedavi
seçeneği olarak önerilmektedir. Bununla birlikte açık prostatektomi BPO tedavisindeki en invaziv
yöntemdir ve önemli oranda morbiditeye neden olmaktadır. (1)
Teknik gelişmeler ışığında morbiditeyi azaltmak amacıyla minimal invaziv basit prostatektomi
yöntemleri tanımlanmıştır. (Laparoskopik basit prostatektomi, Robot yardımlı laparoskopik basit
prostatektomi)
Robot yardımlı basit prostatektomi ilk kez 2008’de Sotelo ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. (2)
Minimal invaziv basit prostatektomi 80 ml’nin üzerindeki prostatlarda uygulanabilir görünen bir cerrahi
yöntem olarak 2015 EAU BPO kılavuzlarında yer bulmuştur. (1)
Biz bu video sunumda benign prostatik obstrüksiyona bağlı şiddetli AÜSS'si olan, 2 kez akut üriner
retansiyon ve bir kez post renal akut böbrek yetmezliği öyküsü bulunan, prostat hacmi 127cc ölçülen
74 yaşında erkek hastada uyguladığımız robot yardımlı trans vezikal prostatektomi operasyonunu
paylaşıyoruz.
1. Gravas S, Bach T, Bachmann A, Drake M et al. EAU 2015 Guidelines on the Management of NonNeurogenic Male LUTS, incl. Benign Prostatic Obstruction
2. Sotelo R, et al. Robotic simple prostatectomy. J Urol, 2008. 179(2): p. 513-5.
Anahtar Kelimeler : Benign Prostatik Obstrüksiyon (BOP), Robot Yardımlı Basit Prostatektomi, Robot
Yardımlı Laparoskopik Prostat Enükleasyonu
VS-03
ROBOT YARDIMLI BÖBREK TRANSPLANTASYONU
Volkan Tuğcu1, Selçuk Şahin1, Abdullah Hızır Yavuzsan1, Serdar Karadağ1, Ahmet Faysal Güler1
1
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul
Amaç: Böbrek transplantasyonu son dönem böbrek yetmezlikli hastalar için en iyi tedavidir. Açık
cerrahi halen altın standart olarak yerini korusa da, böbrek transplantasyonu operasyonunda son
dönemde minimal invaziv cerrahinin gittikçe önem kazandığını ve geliştiğini bildiren yayınlar çıkmaya
başlamıştır. Biz de bu videomuzda kliniğimizde yapılan robot yardımlı böbrek transplantasyonu (RBT)
operasyonunu sunmaktayız.
Materyal Metod: 43 yaşında, son dönem böbrek yetmezliği tanısı ile 2 aydır hemodiyaliz tedavisi alan
hastaya canlı donörden alınan sol böbrek transplante edildi. Cerrahi da Vinci-Xi robotik sistem
kullanılarak gerçekleştirildi. Grefti intraabdominal alana yerleştirebilmek ve greft fonksiyonunu
koruyabilme amaçlı buz yerleştirebilmek için periumblikal alana yapılan 4 cm lik bir insizyondan bir
adet GelPOINT port koyuldu. Vasküler diseksiyon ve anastomoz, ve üreterovezikal anastomoz
tamamıyla robotik sistem ile gerçekleştirildi.
Bulgular: Operasyon zamanı (insizyondan kapamaya) 240 dakika idi. Total kan kaybı yaklaşık 170 cc
izlendi. Herhangi bir perioperatif veya postoperatif komplikasyon izlenmedi. Üretral kateter ve 2 dren
postoperatif 3. günde alındı. Hasta postoperatif 5. günde taburcu edildi.
Sonuç: Robotik sistem, büyütülmüş üç boyutlu görüntüsü ve hareket kabiliyetleri gibi eşsiz özellikleri
sayesinde damar anastomozu gibi hassas anastomozları daha kolay hale getirmiştir. RBT, açık
cerrahisiyle kıyaslandığında daha az postoperatif ağrı, analjezik ihtiyacı, daha iyi kozmetik görünüm ve
daha az komplikasyon oranları gibi avantajlara sahiptir. RBT, açık böbrek transplantasyonuna alternatif
olan güvenli ve uygulanabilir bir cerrahidir.
Anahtar Kelimeler : robotik cerrahi, böbrek transplantasyonu, minimal invaziv cerrahi
VS-04
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK OGMENTASYON İLEOSİSTOPLASTİ
Yusuf Kibar1, Hüseyin Tomruk1, Sercan Yılmaz1, Engin Kaya1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara
Amaç :
Nörojen mesanede yapılan cerrahinin asıl amacı üst üriner sistemi korumak olmakla birlikte,
kontinansın sağlanması ve rekürren idrar yolu enfeksiyonlarının önüne geçilmesi de tedavinin diğer
amaçlarıdır. Yapılan cerrahinin uzun bir rekonstruktif cerrahi olması nedeni ile post-operatif
komplikasyon riski yüksektir. Robot yardımlı laparoskopik cerrahi teknikler morbiditeleri azaltması
bakımından önem arz etmektedir. Nörojen mesane tanılı 11 yaşındaki erkek hastada robot yardımlı
laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti deneyimimizi paylaşıyoruz.
Olgu Sunumu:
Dış merkezde nörojen mesane tanısı ile temiz aralıklı kataterizasyon uygulayan 11 yaşında erkek hasta
kliniğimize başvurdu. Üriner ultrasonografide, bilateral üreterohidronefroz ve mesane konturlarında
bozulma izlendi. DTPA renal sintigrafisinde bilateral ekskresyonlarnın geciktiği, toplam böbrek
fonksiyonlarına sol böbreğin katkısının %40 ve sağ böbreğin katkısının %60 olduğu tespit edildi.
Voiding sistoüretrografisinde multipl divertiküller gözlenirken, mesane kapasitesinin 150 cc olduğu
tespit edildi, vezikoüreteral reflü saptanmadı. Magnetik Rezonans Ürografi değerlendirilmesinde, her iki
böbrekte grade 4 hidronefroz ve mesanede multipl divertiküller gözlendi. Ürodinamik
değerlendirilmesinde, düşük kapasiteli hipokomplian mesane tespit edildi. Mevcut bulgular ışığında
hastaya robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti operasyonu uygulandı.
Tartışma :
Literatür incelendiğinde robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti vakalarının ABD’den
bildirildiği görülmektedir. Bu olgu kliniğimizde yapılan ikinci robotik ogmentasyon olgusudur. Bu olgu
aynı zamanda Türkiye’nin ve Avrupa’nın ikinci olgusudur.
Sonuç :
Robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti, kontinansa katkısı ve kozmetik avantajları
nedeni ile yaşam kalitesini arttırmaktadır. Uzun dönem sonuçları ile açık cerrahiye iyi bir alternatif
olacaktır.
Anahtar Kelimeler : Ogmentasyon ileosistoplasti, robotik cerrahi, nörojen mesane
VS-05
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ VE GENİŞLETİLMİŞ LENF
NODU DİSEKSİYONU
Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1
1
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
Kasa invaze mesane kanserinin (KİMK) standart tedavisi radikal sistektomi (RS) ve bölgesel lenf nodu
diseksiyonudur. (1) Kasa inzvaze olmayan ancak progresyon açısından yüksek riskli kabul edilen
hastalarda da önerilen tedavi radikal sistektomidir.
Minimal invaziv cerrahi prensipleri ışığında ilk robot yardımlı radikal sistektomi (RYRS) 2003’te Menon
ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. (2) Robotik radikal sistektomiyle ilgili tartışmaların merkezinde
yöntemin onkolojik ve fonksiyonel sonuçlarını değerlendirmek için güncel verilerin yetersiz oluşu
bulunmaktadır. (1) Ancak ilk robot yardımlı sistektomiyi takip eden 10 yıllık süreçte giderek artan
sayıda robotik cerrah RYRS ile ilgili deneyimlerini paylaşmış ve kısa-orta dönem sonuçlarını
yayınlamıştır. RYRS kabul edilebilir operasyon süresi, düşük kan kaybı ve transfüzyon oranları ile
güvenli bir cerrahi yöntem olarak uygulanabilir. (3,4)
Güncel RYRS serilerinde çıkarılan lenf nodu sayılarının açık cerrahiye yakın hatta daha fazla olduğu
bildirilmiştir. (5)
RYRS ile yeterli sayıda pelvik lenf nodu çıkarılabildiği, pozitif cerrahi sınır oranlarının ve 5 yıllık
onkolojik sonuçların açık cerrahiyle benzer olduğu gösterilmiştir. (6)
Bu video sunumda kliniğimize ait robot yardımlı radikal sistektomi ve genişletilmiş pelvik lenf nodu
diseksiyonu deneyimimizi paylaşıyoruz.
1. Witjes J.A., Compérat E., Cowan N.C., De Santis M., Gakis G. et al. EAU 2015 Guidelines on
Muscle-invasive and Metastatic Bladder Cancer
2. Menon M,Hemal AK,Tewari A.Nerve-sparing robot-assisted radical cystoprostatectomy and urinary
diversion. BJU Int 2003;92:232–6.
3. Novara G, Catto J, Wilson T, et al. Systematic review and cumulative analysis of perioperative
outcomes and complications after robot-assisted radical cystectomy. Eur Urol 2015; 67: 376-401
4. Wilson T, Guru K, Rosen R, et al. Best practices in robot-assisted radical cystectomy and urinary
reconstruction: Recommendations of the Pasadena Consensus Panel. Eur Urol 2015; 67: 363-75
5. Chan K, Guru K, Wiklund P, et al. Robot-assisted radical cystectomy and urinary diversion:
Technical recommendations from the Pasadena Consensus Panel. Eur Urol 2015; 67: 423-31
6. Yuh B, Wilson T, Bochner B, et al. Systematic review and cumulative analysis of oncologic and
functional outcomes after robot-assisted radical cystectomy. Eur Urol 2015; 67: 402-22
Anahtar Kelimeler : Kasa İnvaze Mesane Tümörü (KİMK), Radikal Sistektomi, Lenf Nodu Diseksiyonu,
Robotik Cerrahi, Robot Yardımlı Radikal Sistektomi
VS-06
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK İNTRAKORPOREAL ORTOTOPİK YENİ MESANE
YAPIMI
Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1
1
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
Kasa invaze mesane kanserinin (KİMK) standart tedavisi radikal sistektomi (RS) ve bölgesel lenf nodu
diseksiyonudur. (1)
Robot yardımlı radikal sistektomi ve pelvik lenf nodu diseksiyonu kısa dönem onkolojik ve perioperatif
sonuçlar bakımından açık radikal sistektomi kadar etkindir. Kanama ve transfüzyon oranları yönünden
açık cerrahiye üstünlük sağlamaktadır. (2)
Robotik sistektomiyi takiben hasta özellikleri (komorbidite, üretra tutulumu), hastanın ve cerrahın
tercihleri göz önünde bulundurularak üriner diversiyon şekline karar verilir. Bu amaçla günümüzde en
sık ortotopik yeni mesane oluşturma ve ileal konduit tercih edilmektedir. Diversiyon ve üreter
anastomozları vücut dışında (ekstrakorporeal) gerçekleştirilebileceği gibi intrakorporeal rekonstrüksiyon
teknikleri de tanımlanmıştır.
İntrakorporeal yeni mesane oluşturulurken açık cerrahi prensipleri takip edilir. Rekonstrüksiyonunda
temel hedef düşük basınç ve yüksek hacimde depolama yapabilen yeni mesane oluşturmaktır.
Robot yardımlı intrakorporeal üriner diversiyon, operasyon süresini uzatmakla birlikte komplikasyonlar
ve fonksiyonel sonuçlar bakımından açık cerrahiye benzer özellik gösteren, teknik ilerlemeler ışığında
uygulanabilirliğinin artacağını düşündüğümüz gelişmelere açık bir yöntemdir.
1. Witjes J.A., Compérat E., Cowan N.C., De Santis M., Gakis G. et al. EAU 2015 Guidelines on
Muscle-invasive and Metastatic Bladder Cancer
2. Aron M, Gill I. Robotic radical cystectomy: So far, so good-what next? Eur Urol 2015; 67: 361-2
Anahtar Kelimeler : Kasa İnvaze Mesane Kanseri, Robot Yardımlı Radikal Sistektomi, Robot Yardımlı
İntrakorporeal Ortotopik Yeni Mesane, Mesane Diversiyonu
VS-07
PEDİYATRİK OLGUDA ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK TRANSMEZOKOLİK
PYELOPLASTİ DENEYİMİMİZ
Yusuf Kibar1, Sercan Yılmaz1, Engin Kaya1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara
Giriş:
Üreteropelvik bileşke darlığı (ÜPD) bulunan 7 yaşında erkek hastaya uyguladığımız robot yardımlı
laparoskopik transmezokolik piyeloplasti deneyimimizi paylaşıyoruz.
Olgu Sunumu:
Yedi yaşında erkek hasta antenatal dönemde tespit edilmiş sol hidronefroz ve ÜPD tanısı ile kliniğimize
başvurdu. Hastanın yapılan üriner sistem ultrasonografisinde sol grade 3-4 hidronefroz tespit edildi.
Yapılan MAG-3 renal sintigrafisinde farmasötik geçişine izin vermeyen toplam fonksiyona katkısı %43
olarak tespit edildi. Hastaya sol ÜPD tanısı ile robot yardımlı laparoskopik transmezokolik piyeloplasti
uygulandı. Hastanın postoperatif 1. günde drenaj katateri çekildi ve postoperatif 2. günde
komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Postoperatif 1. ayda d-j katateri ekstirpe edilen hastanın rutin
kontrollerinde yapılan sintigrafik değerlendirmelerinde böbrek fonksiyonlarının normalleştiği gözlendi.
Tartışma:
ÜPD’da halen açık cerrahi prosedürler altın standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Bu cerrahi
sırasında kolonun serbestlenmesi postoperatif gastrointestinal komplikasyon gelişme riskini ortaya
çıkarmaktadır. Transmezokolik yaklaşım ile bu riskler en aza indirilmektedir. Aynı zamanda yapılan
cerrahinin robot yardımlı laparoskopik yapılması hastanın hastanede yatış süresinde, analjezi
gereksiniminde ve postoperatif komplikasyonlarda azalma sağlaması bakımından tercih edilebilir.
Sonuç:
Pediatrik yaş grubunda robot yardımlı laparoskopik transmezokolik pyeloplasti elverişli hastalarda ön
planda tercih edilmesi gereken cerrahi prosedürü olarak görünmektedir. Prospektif çalışmalar
sonucunda daha net bilgiler elde edilmesi mümkün olacaktır.
Anahtar Kelimeler : Üreteropelvik darlık, piyeloplasti, robotik surgery
VS-08
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK SAKROKOLPOPEKSİ
Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1
1
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK SAKROKOLPOPEKSİ
Kolposuspansiyon operasyonları pelvik organ prolapsusu (POP) olan kadın hastalarda uzun yıllardır
başarıyla uygulanmaktadır.
Laparoskopik kolposuspansiyon girişimlerinin etkinliğinin açık cerrahiye benzer olduğu gösterilmiştir.
Minimal invaziv cerrahi sonrası işeme güçlüğü ve de-novo urgency riski açık cerrahiye benzer olup,
diğer komplikasyonlar ve hastanede kalış süresi daha azdır.
POP olan hastalarda cerrahi planlanırken eş zamanlı stres üriner inkontinans (SUI) tedavisinin de
uygulanması önerilmektedir. (1)
Robotik sakrokolpopeksi ile ilgili sınırlı sayıda ve kısa takip süreli çalışma olsa da, 24 aylık sonuçlar göz
önünde bulundurularak robot yardımlı laparoskopik sakrokolpopeksi POP onarımı için güvenli ve etkili
bir yöntem olarak önerilmektedir. (2)
Biz bu video sunumda önceden histerektomi geçirmiş, POP ve SUI yakınmaları olan 48 yaşında kadın
hastada uyguladığımız robot yardımlı sakrokolpopeksi operasyonunu paylaşıyoruz.
1. Lucas M.G., Bedretdinova D., Berghmans L.C., Bosch J.L.H.R., Burkhard F.C., EAU 2015 Guidelines
on Urinary Incontinence
2. Merseburger A, Herrmann T, Shariat S, et al. EAU guidelines on robotic single-site surgery in
urology. Eur Urol 2013; 64: 277-91
Anahtar Kelimeler : Robot Yardımlı Sakrokolpopeksi, Üriner İnkontinans, Sistosel, Pelvik Organ
Prolapsusu
VS-09
ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK RETROKAVAL ÜRETER ONARIMI
Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1
1
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
Retrokaval üreter, insidansı yaklaşık 1100’de bir olan nadir bir vasküler anomalidir. Her vakada
üreteral obstrüksiyon görülmeyebilir. Semptomatik hastalar sıklıkla hayatın üçüncü veya dördüncü
dekadında doktora başvururlar.
Üreteral obstrüksiyon saptanan hastalarda cerrahi tedavi endikasyonu vardır.
Operasyon açık, laparoskopik veya robot yardımlı olarak yapılabilir. (1)
Robotik kolların yüksek manevra kapasitesi , üç boyutlu görüş ve titreme kontrolü sayesinde robotik
asistans rekonstrüktif prosedürleri önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır.
Karşılaştırmalı serilerde robot yardımlı pyeloplasti tekniğinin operasyon süresi, post operatif idrar
ekstravazasyonu ve başarı oranları açısından laparoskopik pyeloplastiye yakın olduğu gösterilmiştir. (2)
Biz bu video sunumda üreteral obstrüksiyona bağlı ağrı ve rekürren İYE öyküsü olan 21 yaşında erkek
hastada gerçekleştirdiğimiz robot yardımlı sağ retrokaval üreter onarımı operasyonunu paylaşıyoruz.
1. Singh I, Strandhoy JW, Assimos DG. Pathophysiology of Urinary Tract Obstruction. In Kavoussi
LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, eds. Campbell- Walsh Urology 10th Ed. , Philadelphia:
Elsevier Saunders; 2012: 1118-21
2. Merseburger A, Herrmann T, Shariat S, et al. EAU guidelines on robotic single-site surgery in
urology. Eur Urol 2013; 64: 277-91
Anahtar Kelimeler : Robot Yardımlı Üreteroplasti, Retrokaval Üreter, Hidronefroz, Robot Yardımlı
Pyeloplasti
VS-10
TÜRKİYE’DE İLK LAPAROSKOPİK BÖBREK NAKLİ
Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Süleyman Öner1, Yakup Bostancı1, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Bu videoda ilk laparoskopik renal transplantasyon (LRT) deneyimimizi sunmayı amaçladık
Hasta ve Yöntem: 4 yıldır KRY (etyoloji:FSGS) tanısıyla takipli ve 3 yıldır hemodiyaliz yapılmakta olan
19 yaşında erkek hasta tarafımıza kadavradan renal transplantasyon amacı ile başvurdu.Hastaya
laparoskopik renal transplantasyon kararı alındı. Hasta supin pozisyonda trandelenburg pozisyonuna
alınarak, pnömoperitoneum oluşturuldu ve umblikus üstü 12 mm lik optik port yerleştirildi. Sağ
pararektal alana 10mm 1 adet, sol pararektal alana 5mm 1 adet ve sol kristailiaka medialine 1 adet 5
mm port yerleştirildi. Periton superior ve mediale deviye edildi.Sağ eksternal iliak ven ve sağ eksternal
iliak arter çevre dokulardan serbestlendi.Sağ suprapubik 6cm kesiden greft böbrek karın içine
alındı.Takiben sağ eksternal iliak vene vasküler klempler konularak 6/0 gore-tex sütür ile greft
böbreğin 1 adet veni sağ eksternal iliak vene endtoside anostomoz edildi.Sonrasında sağ eksternal iliak
aretere vasküler klempler konularak 1 adet greft böbrek arteri sağ eksternal iliak artere 6/0 goretex sütür ile endtoside anostomoz edildi.Tüm vasküler klempler açıldı ve greft böbrek reperfüze
edildi.Greft üreterden idrar geldiği gözlendikten sonra 5/0 vicryl ile LichGregoir tipi UNC yapıldı ve greft
üretere 4,7/14 cm DJ stent yerleştirildi. Böbrek iliak fossaya yerleştirildi ve hazırlanan periton flebi
yardımı ile fikse edildi. Anastomoz hattından kaçak olmadığı gözlendi.Kanama kontrolünü takiben 21 no
diren loja yerleştirilerek işleme son verildi.
Bulgular: Soğuk iskemi süresi 10 saat, damar anostomoz süresi 65 dakika ve operasyon süresi 195
dakika idi.Post operatif 3.gün direni, 5.gün foley sondası çekildi.Post operatif 14.gün, kreatinin seviyesi
0.6 mg/dl iken, hasta taburcu edildi.
Sonuç: LRT tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Renal transplantasyon, Laparoskopi
VS-11
RETROPERİTONEOSKOPİK SOL DONÖR NEFREKTOMİ
Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Şaban
Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Bu videoda, laparoskopik retroperitoneal donör nefrektomi (LRDN) deneyimimizi sunmayı
amaçladık.
Hasta ve Metod: 41 yaşında kadın hasta, kızına böbrek donörü olmak için tarafımıza başvurdu. Preop
dönemde çekilen BT anjiografide sağ böbrek 110 mm, sol böbrek 113 mm vertikal uzunlukta,sağ
böbrekte çift renal arter ve sol böbrekte tek renal arter gözlendi.Preop dönemde çekilen Diüretikli
Renografi (MAG3): Sağ böbrek %47 / Sol böbrek % 53 olarak raporlandı.Hastaya LRDN
planlandı.Hasta 90 derece sol flank pozisyona alındı.Post aksiler hat üzerinde flank bölgede 2 cm kesi
yapılarak balon yardımı ile retroperitoneal alanda boşluk oluşturuldu.Parmak yardımı ile 12.
kostainferioruna 1 adet 10 mm , kristailiaka superioruna ise 2 adet 5 mm çalışma portları yerleştirildi.
Pnömoretroperitoneum oluşturuldu. Sol üreter bulundu ve üreter takip edilerek renal hilusa
ulaşıldı.Hasta da 1 adet renal areter ve 1 adet renal ven izlendi. Ardından arter ve ven ayrı ayrı diseke
edildi.Takiben böbrek etrafındaki yağlı dokudan serbestleştirildi.Sol modifiye gibson insizyonu
oluşturulduktan sonra üreter Hem o-lok ile klemplendi ve kesildi.Takiben önce renal arter sonra renal
ven endoTA ile kapatıldı, soğuk makas yardımı ile kesildi.Takiben sol böbrek el yardımı ile modifiye
gibson insizyonundan dışarı alındı.Kanama kontrolünü takiben loja dren konularak işleme son verildi.
Bulgular: İlk portun girişinden böbreğin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 60 dakika, tahmini
kan kaybı minimal idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi.
Sonuç: Laparoskopik retroperitoneal donör nefrektomi seçilmiş vakalarda tecrübeli ellerde güvenle
uygulanabilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Retroperitoneoskopik, Donör nefrektomi, Laparoskopi
VS-12
LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL LENF NODU DİSEKSİYONU DENEYİMİMİZ
Yakup Kordan1, İbrahim Ethem Arslan1, Hakan Vuruşkan1, Hakan Kılıçarslan1, Onur Kaygısız1, Burhan
Coşkun1, İsmet Yavaşcaoğlu1
1
Uludağ Üniversitesi
Amaç: Tetis tümörü tedavisinde Laparoskopik Retroperitoneal Lenf Nodu Diseksiyonu (LRPLND)
deneyimlerimizin paylaşılması
Gereç-Yöntem: Mayıs 2010—Aralık 2015 tarihleri arasında testis tümörü nedeni ile LRPLND uygulanan
9 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 30.6(median:30) idi. 7 hastaya sol ve 2 hastaya da sağ radikal
orşiektomi uygulanmıştı. Hastaların 6’sında patoloji, mikst germ hücreli tümör, birinde seminom,
birinde embriyonel karsinom, birinde immatür teratom geldi. Hastaların evresi, postkemoterapi 5
hastada; bir evre 2c, üç evre 2b, bir evre 2a.Primer vakalarda; iki evre 2c, iki evre 2b şeklinde idi.
Radikal orşiektomi sonrası 3 kür PEB(Sisplatin-Etoposid-Bleomisin) tedavisi alan 5 hastaya, marker
normalizasyonu ve retroperitonda rezidü kitle (1 embriyonel karsinom; evre 2c, 1 klasik seminom; evre
2b, 3 mikst germ hücreli tümör ikisi evre 2b ve biri evre 2a) nedeniyle postkemoterapi modifiye şablon
LRPLND uygulandı. Geri kalan 4 testis kanserli hastaya (3 germ hücreli tümör; ikisi evre 2c ve biri evre
2b, 1 immatür teratom; evre 2b) primer modifiye tek taraflı şablon LRPLND uygulandı. Ortalama
ameliyat süresi post KT LRPLND grubunda 244dk(median 300dk)iken, primer LRPLND grubunda
105dk(median 122dk) Ortalama kan kaybı 164ml(median:50ml) olup, 1 hastada operasyon sırasında
kan transfüzyonuna gereksinim duyulmuştur. Ameliyat sonrası hastanede yatış süresi ise ortalama 3.5
gündür. İntraoperatif dönemde hiçbir hastada komplikasyon gelişmemiştir. Çıkarılan lenf nodu sayısı
postkemoterapi hasta grubunda ortalama 8.6(median:10) ve primer vakalarda ortlama
9.5(median:10)tur, üç hastada metastatik teratom, 1 hastada mikst germ hücreli tümör izlenmiş olup,
diğer hastalarda benign patoloji izlenmiştir. Takip süresi ortalama 22.3(median:21) aydır ve şu ana
kadar hiçbir hastada nüks gözlenmemiştir.
Sonuç: Kısa süre takipli hastalardan oluşan klinik deneyimimiz, literatürle uyumlu olacak şekilde,
LRPLND’nin uygun hastalarda güvenle minimal invaziv olarak yapılabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, lenf nodu diseksiyonu, testis tümörü
VS-13
TESTİS TÜMÖRÜ: KEMOTERAPİ SONRASI LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL LENF
NODU DİSEKSİYONU
Süleyman Öner1, Ender Özden1, Latif Mustafa Özbek1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Ali
Faik Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Bu videoda, metastatik testis tümörü tanısıyla takipli hastada kemoterapi sonrası laparoskopik
retroperitoneal lenf nodu diseksiyonu (LRPLND) deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Hasta ve Metod: 26 yaşında erkek hastaya, sağ testiste kitle nedeniyle sağ inguinal orşiektomi
operasyonu yapıldı. Patoloji mikst germ hücreli tümör (Koryokarsinom+Endodermal sinüs
tümörü+Embriyonelkarsinom+Teratom) olarak raporlandı. Post operatif dönemde çekilen Toraks BT de
her iki akciğerde çok sayıda metastatik lezyon, abdomen BT de ise renal düzeyden itibaren aortokaval
alanda bifürkasyon düzeyine kadar devam eden konglomerat oluşturmuş büyüğü 57x47 mm
boyutlarında metastatik LAP tespit edildi. 4 kür BEp KT verildi. Kontrol Toraks BT de ve Abdomen BT de
belirgin regresyon izlendi. 5 kür VİP KT verildi. Abdomen BT ise lenf nodlarının boyutunda yanıt
açısından anlamlı küçülme tespit edildi. Hastaya LRPLND operasyonu planlandı. Hasta litotomi
pozisyonuna alındı. Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu. 12
mm optik port suprapubik hattan, 10 mm çalışma portu sol rektus kası lateralinden, 5 mm çalışma
portu sağ rektus kası lateralinden ve 5 mm ekartasyon portu sağ kristailiaka superiormedialinden
yerleştirildi.İleoçekalvalv ile birlikte kolon superiora deviye edildi.Retroperitoneal alana girildi.Sağ
üreter ve gonadal ven bulundu ve proksimale kadar diseke edildi.Sol üreter ve gonadal ven bulundu ve
proksimale kadar diseke edildi.Sol renal ven hizasından itibaren aortokaval alanda bifürkasyon
düzeyine kadar devam eden kitle gözlendi.Kitle uygun diseksiyonlar ile aorta ve vena kava üzerinden
bir bütün halinde eksize edildi. Ardından interaortokaval lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Sağ gonadal ven
eksternal ring düzeyine kadar serbestlendikten sonra “Hem-O-Lok” kliplerle kontrol edildi ve kesildi.
Spesmenler endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja dren konularak işleme son verildi.
Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 220 dakika, tahmini
kan kaybı 350 ml idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi.Patoloji reaktif lenf nodları
(toplam 40 adet) olarak raporlandı.
Sonuç: Metastik testis tümörü tanısıyla takipli hastalarda kemoterapi sonrası laparoskopik
retroperitoneal lenf nodu diseksiyonu (LRPLND), seçilmiş olgularda güvenle uygulanabilir bir
yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Testis Tümörü, Retroperitoneal lenf nodu, Lenf nodu diseksiyponu, Laparoksopi
VS-14
NÖROBLASTOM: KEMOTERAPİ SONRASI LAPAROSKOPİK SOL RETROPERİTONEAL VE
PARAAORTİK KİTLE EKSİZYONU
Ender Özden1, Süleyman Öner1, Abdullah Açıkgöz2, Hamit Öztürk2, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
2
Özel Medikal Park Samsun Hastanesi, Üroloji Kliniği
Amaç: Bu videoda, nöroblastom tanısıyla takipli bir hastada KT sonrası uyguladığımız laparoskopik sol
retroperitoneal ve paraaortik kitle eksizyonu deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Hasta ve Metod: 5 yaşında erkek hastada karın ve eklem ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerinde sol
böbrek anteriorunda 101x65 mm retroperitoneal kitle, sol paraaortik 32x30 mm lenf nodu, karaciğerde
metastatik lezyonlar, vertebralarda, her iki asetabulum ve femurda litik lezyonlar saptandı. Hastaya
nöroblastom ön tanısıyla kemik iliği aspirasyonunda“Rozet formasyonu“ ve yaygın nöroblastlar
görüldü. Kemik iliği biyopsisinde immunhistokimyasal incelemelerde nöroblastom tanısı konuldu.
Hastaya 6 kür indüksiyon tedavisi verildi(3 kür A9: Vincristin, dacarbazin, ifosfamid, adriamisin
3
kür A10: siklofosfamid, etoposid, sisplatin içermektedir).Kemoterapi sonrası yapılan radyolojik
incelemede kemik lezyonlarında tam cevap ve retroperitoneal kitlede belirgin küçülme saptandı.Çekilen
MR da sol böbrek anteriorunda yoğun kalsifiye 8*5*4 cm kitle, sol paraaortik bölge14*6 mm kitle
saptandı.Hastaya laparoskopik retroperitoneal ve paraaortik kitle eksizyon operasyonu planlandı. Hasta
90 derece sol yan pozisyona alındı. Umblikus seviyesinde pararektal alanda 1 cm kesi ile Veress iğnesi
eşliğinde peritoneal alana girildi ve pnömoperitoneum oluşturuldu. Takiben pararektal 10 mm, solda ön
aksiler hatta bir adet 10 mm lik, subkostal bir adet 5 mm, ve midklavikular bir adet 5 mm lik toplam 4
port girildi. İnen kolon deviye edildi. Sol böbrek anteriorundaki kitle çevre dokulardan monopolar
koter,ligasure ve soğuk makas yardımı ile diseke edilerek eksize edildi.Takiben sol paraaortik bölgedeki
kitlelerde çevre dokulardan monopolar koter,soğuk makas ve ligasure yardımı ile diseke edilerek eksize
edildi.Kitleler endobag içerisinde modifiye gibson kesi ile dışarı alındı. Kanamanın olmadığı görüldü, loja
dren konuldu ve işleme son verildi.
Bulgular: Operasyon süresi 65 dakika, tahmini kan kaybı minimal idi. Postoperatif 2. gün direni çekildi
ve taburcu edildi. Patoloji ganglionöroblastom, cerrahi sınırda tümör negatif olarak raporlandı. Postop
çekilen kontrol PET ve MR da kitle gözlenmedi.Postop dönemde kemik iliği transplantasyonu yapılan
hasta hastalıksız olarak izlemdedir
Sonuç: Nöroblastom tanısı ile takip edilen hastalarda KT sonrası laparoskopik retroperitoneal ve
paraaortik kitle eksizyonu seçilmiş olgularda güvenle uygulanabilir etkin bir tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler : Retroperitoneal kitle, Ganglionöroblastom, Laparoskopi
VS-15
MİNİ PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ GİRİŞ YOLU İÇİN YENİ BİR SEÇENEK: 5 MM’LİK
LAPAROSKOPİK TROKAR
Yılören Tanıdır1, Çağrı Akın Şekerci1, Asgar Garayev1, Tarık Emre Şener1, Cem Akbal1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı
Giriş:
Bu çalışmanın amacı çocuk yaş grubunda böbrek taşı cerrahi tedavisinde 5mm Aesculap marka trokarla
uyguladığımız tek aşamalı mini-PCNL deneyimimizi paylaşmadır.
Hastalar ve yöntem:
Ocak 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında mini-PNL uygulanan 12 çocuk hastanın verileri prospektif
olarak değerlendirildi. Toplaycı sisteme giriş için 18G iğne, 16G gri anjiyokat veya all-seeing needle(tek
mikro-PCNL vakasında) ve görüntüleme, taş kırma için ise 10.8Fr pediatrik nefroskop, 5mm Aesculap
marka trokar veya all-seeing needle kullanıldı. Tüm vakalarda lazer litotriptor kullanıldı. Hastaların
preop, perop ve postop parametreleri karşılaştırıldı. Bağımsız numerik değişkenlerin gruplara göre
karşılaştırması için Mann-Whitney U testi, bağımsız kategorik değişkenler için Ki-Kare testi, bağımlı
numerik gruplarda Friedman testi kullanıldı. P≤0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular:
Çalışmaya dâhil edilen 12 hastanın 4ü kız, 8i erkek hastaydı (Şekil 1de detaylı demografik bilgiler
verilmiştir). Uygulanan tekniğe göre hastalar trokar uygulanan ve mini-PNL yapılan grup olarak
sınıflandırıldı. Preop hemoglobin ve kreatinin değerlerinin postop erken, postop birinci gün ve postop
2ci gün bakılan değerleri arasından ortanca değerleri gruplara göre karşılaştırıldığında gruplar arasında
farklılık gözlemlenmedi (p=0.174). Perop alınan taş örneklerinden mikrobiyolojiye gönderilen
materyalde ise Aesculap grubunda 1 hastada (E.coli; gentamisin ve sefuroksim duyarlı), miniPCNL
yapılan grupta 2 hastada(E.faecalis;ampicillin duyarlı ve metisillin duyarlı S.aerius:metisillin duyarlı)
pozitif üreme saptandı. Mini-PNL grubundakı taş kültüründe üreme olan 2 hastanın postop dönemde
ateşli İYE gelişmesi üzerine ertapenem ve seftriakson grubu antibiotik tedavisi aldı. Mini-PCNL yapılan
grupdakı hastaların yatış süresi ise diğer gruba göre belirgin uzun olduğu saptandı(p=0.038).
Postoperatif direk üriner sistem grafisi ile yapılan değerlendirmede saptanan rezidü taş sayısı ve boyutu
operasyon tekniği ve access yapılan kalikse göre değişiklik göstermezken (p=.135 ve p=0.95),
etkileyen faktörün taş hacmi olduğu saptandı(p=.021). Taş analizi sonuçları ve gruplara göre taş
Hounsfield değeri dağılımı şekil 2de verilmiştir.
Sonuç:
Pediatrik yaş grubu hastalarda böbrek taşı cerrahisinde 5mm trokar kullanımı teknik olarak güvenli ve
uygulanabilir yöntemdir. Daha çok hasta üzerinde yapılan çalışmalara gerek vardır.
Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, çocuk yaş grubu, mini PCNL
Figürler :
VS-16
KONVANSİYONEL YÖNTEM VE FLORESAN GÖRÜNTÜLEME İLE BÖBREK KİSTİ VE
TAŞLARINA EŞ ZAMANLI LAPAROSKOPİK YAKLAŞIM: VAKA RAPORU
Cenk Acar1, Ali Furkan Batur2, Cenk Yücel Bilen3
1
Özel Eryaman Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara
2
Sincan Nafiz Körez Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Amaç:Büyük böbrek kistleri ve böbrek taşları olan 2 hastada iki farklı yöntem ile uyguladığımız eş
zamanlı laparoskopik böbrek kisti eksizyonu(LBKE) ve nefrolitotomi cerrahilerinin teknik detaylarını
sunmak.
Materyal ve Hastalar:Abdominal bilgisayarlı tomografi(BT) incelemesinde 12x10cm’lik santral
yerleşimli sol böbrek kisti ve en büyüğü 3x2,5cm olan multipl alt kaliks taşları olan 53 yaşında kadın
hastaya transperitoneal LBKE ve skopi yardımıyla nefrolitotomi uygulanmıştır.Abdominal BT’de
8x7,5cm’lik alt pol yerleşimli sağ böbrek kisti, 16x8mm’lik renal pelvis taşı ve en büyüğü 18x7mm’lik
multipl alt kaliks taşları olan 64 yaşında erkek hastaya da transperitoneal LBKE ve indosiyanin
yeşili(İSY) ile floresan görüntüleme altında nefrolitotomi uygulanmıştır.
Bulgular:Her iki vakada da laparoskopik cerrahiye başlamadan önce retrograd piyelografi çekilerek
böbrek anatomisi ortaya konmuş ve sonrasında 6F üreteral kateteri renal pelvise
yerleştirilmiştir.1.vakada LBKE'yi takiben kist nedeniyle anatomik lokalizasyonu değişen alt kaliks ve
içinde bulunan taşların laparoskopik el aleti yardımıyla C-kollu skopi altında konumları belirlenmiş ve
nefrotomi uygulanmıştır.Toplayıcı sistem onarıldıktan sonra üreter kateterinden metilen mavisi
verilerek idrar kaçağı kontrol edilmiştir.2.vakada ise,kist eksizyonunu takiben üreter kateterinden 10
ml ISY enjekte edilerek toplayıcı sistem floresan kamera altında gözlenmiştir ve nefrotomi
uygulanmıştır. Nefrotomi kesisinden alt kaliks taşları ekstrakte edildikten sonra 16F fleksibl sistoskop
10mm’lik trokardan batına sokulup kesiden ilerletilerek toplayıcı sistem ayrıca görüntülenmiş ve
sistoskop renal pelvise ilerletilmiştir.Renal pelvisteki taşın basket kateter ile çıkarılmasının veya
holmiyum lazer ile litotripsinin mümkün olmadığı anlaşılınca floresan kamera ışığı altında sistoskopun
beyaz ışığı görülerek toplayıcı sisteme ikinci nefrotomi yapılmıştır.Renal pelvis taşı çıkarıldıktan sonra
toplayıcı sistem onarılmış ve üreter kateterinden ISY verilerek idrar kaçağı kontrol edilmiştir.Her iki
hasta da post-operatif 2.gün drenleri çekilerek taburcu edilmiştir.4.Hafta sonunda da D-J kateterleri
çekilmiştir.
Sonuç:Böbrek kistlerinin laparoskopik tedavisi sırasında hastaların aynı zamanda böbrek taşları da
varsa,kist duvarı ile toplayıcı sistemin birbirine yakın olduğu durumlarda eş zamanlı nefrolitotomi
uygulanabilir.Ayrıca,nefrolitotomiye yardımcı olacak ISY ile floresan görüntüleme veya fleksibl
sistoskop gibi farklı manüplasyonlar denenebilir.
Anahtar Kelimeler : böbrek kisti, nefrolitiazis, nefrotomi, laparoskopi, indosiyanin yeşili, eksizyon,
floresan görüntüleme
VS-17
LUTS-BPH 'YI TAKLİT EDEN MESANE BOYNU TÜMÖRÜ
Mücahit Kart1
1
Hendek Devlet Hastanesi
51 yaşında erkek hasta 1 yıldır artan şekilde AÜSS tarifliyordu. IPSS 20. 1 yıldır alfa bloker tedaviden
fayda görmediğini ve obstrüktif şikayetlerinin son 1 aydır arttığını belirtti.Hastanın 1 yıl önceki üriner
us'de her iki böbrek normal, prostat 22 gram olup median lob mesaneye hafif indante şeklinde raporu
mevcuttu. Mevcut şikayetlerde artış nedeniyle yeni üriner us istendi.Yeni us'de mesane boynunda,
boyundan mesaneye uzanım gösteren orijini olarak prostatdan ayrımı net yapılamayan 45x25x47 mm.
vaskülarizasyon izlenen kitle lezyon rapor edildi.Aktif hematüri yakınması olmayan ancak son 1 yılda en
son 1 ay önce 1 kez ve toplamda 2 kez gros hematüri öyküsü olduğunu anamnezinden öğrendiğimiz
hastaya genel anestezi altında sistoskopi+ gerekli girişim planlandı.Hastaya yapılan sistoskopide üretra
doğal, mesane boynunda mesaneye ciddi indante ve mesane boynunu kapatan 4x5 cm. civarı sol
yandan mesaneye 2 adet papiller uzamın gösteren kısmen solid kısmen papiller lezyon izlendi.Her iki
üreter orifisi doğal, mesane ciddi trabeküleydi.Başka bir tümör odağı bulunmayan hastanın sistokopisi
sonlandırılıp tur-tm işlemine geçildi.İşlem, tümör ve tümör tabanının ayrı ayrı spesmenler olarak
başarılı bir rezeksiyonunu takiben kanama kontrolüyle sonlandırıldı.
Anahtar Kelimeler : Mesane boynu tümörü
Figürler :
Notlar : Olgunun sistoskopisi ve tur-tm videosu mevcuttur.
VS-18
RADİKAL PROSTATEKTOMİDE ÜRETRAL SONDA SÜTÜRİZASYONU VE ÇIKARILMASI
Hamit Ersoy1, Mehmet Çağlar Çakıcı2, Ahmet Nihat Karakoyunlu2, Hakkı Uğur Özok2, Şadi Ulaş Erdem2
1
Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Kliniği; Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi Üroloji Kliniği
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
Özet
2
İleri yaş erkeklerde sık olarak rastladığımız prostat kanserinin cerrahi tedavisi olan radikal
prostatektomi operasyonunda üretral foley sonda çevresinden sütür atılması pek de az rastlanmayan
bir komplikasyon olarak karşımıza çıkabilmektedir. Postoperatif üretral sondanın çekilmesi döneminde
farkedilebilen bu komplikasyonun tedavisi olarak internal üretrotomi bıçağı ile sütür kesilerek üretral
foley sondanın ekstrakte edilmesi etkili ve güvenli bir yöntemdir.
Giriş
Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen ikinci malignitedir. Lokalize prostat kanseri cerrahi
tedavisinde radikal prostatektomi altın standart olarak uygulanmaktadır.
Vaka Sunumu
Bu vaka takdiminde radikal prostatektomi operasyonunda sütürize edildiği anlaşılan üretral foley
sondanın internal üretrotomi bıçağı ile sütür kesilerek ekstrakte edilmesini anlatmayı amaçladık.
Kliniğimize alt üriner sistem semptomları ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastanın parmakla rektal
muayenesi grade 1 büyüklükte ve sert olarak palpe edildi. Hastanın yapılan laboratuar tetkiklerinde
PSA değerinin 5.8 olması üzerine transrektal ultrason eşliğinde 12 kadran prostat biyopsisi işlemi
uygulandı. Biyopsi patolojisi tamamı sol tarafta olmak üzere 5 kadranda %50, %50, %70, %85 ve
%30 oranlarında prostat kanseri olarak raporlandı. Gleason skoru 3+3 olarak yorumlandı. Hastaya açık
radikal retropubik prostatektomi operasyon uygulandı. Operasyon esnasında komplikasyon
gözlenmeyen hastanın patolojisinde gleason skoru 3+4 olarak geldi. Alınan prostatektomi materyalinde
tümör tüm prostatın yaklaşık % 15 kadarında mevcut olup çoğu sol tarafta gözlendi. Perinöral invazyon
olmakla birlikte cerrahi sınırlarda tümör yoktu. Ek olarak ekstraprostatik yayılım ve seminal
veziküllerde tümör gözlenmedi.
Klinik takiplerinde sıkıntı yaşanmayan hastanın postoperatif 21. günde üretral sondası çekilmeye
çalışıldı. Ancak sonda çekilemedi. Sondanın sütür ile bağlanmış olabileceği düşünülerek genel anestezi
altında dorsal litotomi pozisyonunda pediatrik internal üretrotom ile girildi. Mesane boynunda
anastomoz sütürü tarafından tuzaklanan sonda gözlendi. Pediatrik internal üretrotomun soğuk bıçağı ile
sondayı çevreleyen anostomoz sütürü kesildi. İşlem sonrasında sonda rahatlıkla çıkarıldı.
Sonuç olarak; radikal prostatektomide sondanın tuzaklanması nedeniyle postoperatif dönemde sondası
çıkarılamayan vakalarda transüretral internal üretrotomi ile sütür kesilerek sondanın ekstrakte edilmesi
etkili ve güvenli bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : radikal prostatektomi, sonda, foley, sütürizasyon
VS-19
MEŞ EREZYONUNUN ENDOSKOPİK OLARAK LAZERLE TEDAVİSİ
Esat Korğalı1, Gökçe Dündar1
1
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş:
Meşlere bağlı en sık görülen komplikasyonlar; alt üriner sistem obstruksiyonu, üretra veya mesane
erozyonu, vajinal ekstrüzyon, işeme disfonksiyonu, enfeksiyon ve ağrıdır. Erozyon, meşin üriner
sisteme (mesane, üretra veya üreter) açılması olarak tanımlanmaktadır. Meş erozyonu yabancı
materyallerin kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Erozyon sebepleri arasında kullanılan teknik,
yetersiz doku, yetersiz kanlanma, bakteri kolonizasyonuna neden olan hematom, meşin boyu, por çapı
ve esnekliği sayılmaktadır. Bu komplikasyon gergin yerleştirilen sentetik materyale bağlı nekrozdan
kaynaklanabilir. Üretral veya mesane erozyonu gelişen hastalar; hematüri, idrar yapma güçlüğü,
tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, suprapubik veya inguinal ağrı ile başvurabilir. Meşin üretere veya
mesane duvarına invaze olduğu ve eksizyonunun zor olduğu durumlarda parsiyel sistektomi ile meşin
tamamının çıkarılması gerekli olabilir. Bu videoda, sistoskopi esnasında lazer kullanımı ile mesanedeki
meş materyalinden arındırılmış hastayı sunmayı amaçladık.
Olgu:
63 yaşındaki bayan hasta kliniğimize disüri semptomları ile başvurduğunda öyküsünden 3 ay öncesinde
Almanya’da endoskopik sistolitotomi, 3 yıl önce ise aynı merkezde sistosele ilave olarak myoma uteri
olması nedeniyle trans-abdominal histerektomi ile birlikte bilateral salfingo-ooferektomi operasyonu
olduğu ve eşzamanlı açık sistosel cerrahisi geçirdiğini öğrendik. Preoperatif çekilen kontrastısız
abdominal tomografide mesaneyi posteriordan çevreleyen mesh materyali izledik. Tanısal amaçlı
yapılan sistopanendoskopide meşin erozyonunu ve meş materyalinin üzerindeki kalsifikasyonu
gözlemlememiz üzerine meşin mukoza ile birleştiği çeperinden laser ile eksizyonunu gerçekleştirdik.
Bulgular:
Spinal anestezi altında 40 dakika süren bir operayonda eser düzeyde kanaması olan hastada
intraoperatif bir komplikasyon olmadı. Postoperatif takiplerinde vital bulguları stabil seyreden hastanın
transfüzyon ihtiyacı da olmadı ve postoperatif 12. saatte operasyon bitiminde yerleştirilen 20f foley
çıkarıldı. Miksiyonunu rahat olduğu ve rezidüsünün kalmadığı izlenen hasta operasyonun ertesi günü, 1
ay sonrasında re-sistoskopi ile epitelizasyonun değerlendirilmesi planlanarak, taburcu edildi.
Sonuç:
Meş yerleştirilerek yapılan askı ameliyatlarında başarı artmakla beraber, meşe bağlı komplikasyonlar
hem cerrah hem hasta açısından sorun oluşturabilmektedir. Meş erezyonunda sistoskopik lazerle
yönetim; kısa hastanede yatış süresi, düşük maliyet, az kanama ve hasta memnuniyeti açısından tercih
edilebilir mi sorusunu akıllara getirmektedir.
Anahtar Kelimeler : meş, erezyon, lazer, komplikasyon
VS-20
ABERRAN ARTER BASISINA BAĞLI ÜRETEROPELVİK BİLEŞKE DARLIĞINDA
LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ
Mustafa Aydın1, Alper Bitkin1, Lokman İrkılata1, Mevlüt Keleş1, Caner Moral1, Ebubekir Akgüneş1,
Mustafa Kemal Atilla1
1
Samsun Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Samsun, Türkiye
Amaç:
Bu videoda aberran renal arter basısına bağlı üreteropelvik bileşke darlığı saptanan hastamızda
laparoskopik pyeloplasti deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Materyal-Metod:
21 yaşında erkek hasta, kliniğimize aralıklı sol yan ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın tüm abdomen
bilgisayarlı tomografisinde aberran damar basısına bağlı sol böbrek toplayıcı sistemde dilatasyon
saptandı. Diüretikli böbrek sintigrafisinde, sol böbreğin konsantrasyon fonksiyonu uzamış olduğu,
pelvikalisiyel yapılarda geniş hipoaktif alanlar içerdiği ve diüretiğe yanıt olmadığı tespit edildi.
Hastaya laparoskopik pyeloplasti planlandı. Operasyon üç adet port ile girilerek transperitoneal olarak
gerçekleştirildi. Üreter bulunduktan sonra proksimale doğru izlenerek renal pelvise ulaşıldı.
Üreteropelvik bileşkenin anteriordan aberran damar basısına maruz kaldığı görüldü. Aberran damar
diseke edildi. Basıya uğrayan seğment diseke edilerek çıkarıldı ve üreter spatüle edildi. Renel pelvis
aberran damarın anterioruna transpoze edildi. JJ üreteral stentin yerleştirilmesini takiben üreteropelvik
anastamoz dismembered olarak gerçekleştirirldi.
Bulgular:
Operasyon süresi 100 dk ve toplam kanama 50 cc idi. Hastanın postoperatif birinci günde üretral
kateteri alındı. Postoperatif ikinci gün ise dreni alınarak taburcu edildi. Postoperatif takiplerinde
şikayetleri gerileyen hastanın postoperatif 30. günde JJ stenti çekildi.
Sonuç:
Aberran damar basısı ekstrinsik üreteropelvik bileşke darlıklarında en sık suçlanan nedenlerden biridir.
Bir diğer önemi de minimal invaziv tedavi yaklaşımlarını zorlaştırabilmesidir. Aberran damar varlığında
açık pyeloplastiye oranla daha az invaziv bir yöntem olan lapaaroskopik pyeloplasti etkin ve güvenilir
bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, dismembered pyeloplasti, aberran damar
VS-21
ÜRETEROPELVİK BİLEŞKE DARLIĞINDA LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ OPERASYONU:
VİDEO SUNUM
İyimser Üre1, Barbaros Başeskioğlu1, Burak Elmaağaç1, Turgut Dönmez1
1
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fak. Üroloji Ad, Eskişehir
Amaç: Üreteropelvik bileşke darlıklarının minimal invaziv tedavisinde laparoskopik pyeloplasti
operasyonunun görsel sunumunun yapılması amaçlanmıştır.
Materyal Metod: 2008 yılında sağ hidronefroz nedeniyle DJ Stent takılması öyküsü mevcut olan 39
yaşında kadın hastaya sağ yan ağrısı şikayeti nedeniyle Dinamik renal sintigrafi (DTPA) yapılmıştır.
DTPA’da sağ böbrek ekskretuar fonksiyonunda bozulma ve %43 fonksiyon izlenmiştir. Hastaya Ağustos
2015’de sağ retrograd pyelografi çekilmiş olup U-P bileşkenin proksimaline opak geçişi olmadığı
izlenmiştir. Bunun üzerine aynı seansta hastaya sağ laparoskopik piyeloplasti ve sağ DJ stent takılması
operasyonu yapılmıştır.
Bulgular: Operasyon esnasında üreterde darlığa neden olan çaprazlayan arter görünümü dikkati
çekmiştir. Operasyon süresi yaklaşık 3,5 saat sürmüş olup postop 3. günde hastanın dreni çekilmiştir.
Hasta postop 4. gün taburcu edilmiştir. Kasım 2015’te sağ dj stent çekilmesi ve sağ RGP operasyonu
gerçekleştirilmiş olup RGP’de sağ U-P bileşkeden böbreğe jet akım olduğu gözlenmiştir.
Sonuç: Üst üriner sistem cerrahisinde düşük morbidite nedeniyle laparoskopik cerrahinin önemi
artmaktadır. U-P bileşke darlıklarında pyeloplasti ameliyatı, günümüzde kısa hospitalizasyon süreleri ve
düşük komplikasyon riskiyle beraber açık cerrahiye yakın başarı oranı sunması nedeniyle deneyimli
merkezlerde laparoskopik olarak uygulanmaya başlanmıştır. Laparoskopik pyeloplasti operasyonuna
yeni başlayacak hekimler için videomuzun fikir verici olacağını umut etmekteyiz.
Anahtar Kelimeler : üreteropelvik bileşke darlığı, laparoskopik pyeloplasti
VS-22
A Large Staghorn Stone in Cross-Fused Ectopic Kidney Treated with Laparoscopic
Pyelolithotomy: A Case Report.
Mustafa Zafer Temiz1, Atakan Ozkan2, Mehmet Demir3, Ahmet Hamdi Tefekli4
1
Istanbul Medicine Hospital, Department Of Urology
2
Istanbul Medicine Hospital, Department Of General Surgery
3
Istanbul Türkiye Hospital Department Of Urology
4
Istanbul Medicine Hospital, Department Of Urology; Biruni University, Faculty Of Medical Sciences
Cross-fused renal ectopia (CFRE) is not an unusual congenital anomaly of the kidney and stones are
sometimes encountered in them. Herein we report a case of a large staghorn calculus in cross-fused
ectopic right kidney which was treated with laparoscopic transperitoneal pyelolithotomy.
A 53-year-old female presented with intermittent macroscobic hematuria without history of flank or
abdominal pain. She had no previous medical or surgical history and her physical examination was
normal. Non-contrast abdominal computed tomography (CT) revealed the right-to-left crossed fused
ectopic kidney with an approximately 5 cm complex staghorn calculus. Laparoscopic transperitoneal
pyelolithotomy was planned.
After initiating general anesthesia, a 4 F ureteral catheter was advanced the right renal pelvis by using
cystoscope in lithotomy position. The patient was then placed in supine position and a 10 mm trocar
was placed with the open technique just above the umblicus. Under direct vision a second 10 mm
trocar at the lateral border of the right rectus abdominis muscle and two 5 mm trocars on each side at
the lateral borders of the rectus abdominis muscles were inserted. Then the patient was placed in
Trendelenburg position. The right kidney was seen at left side of pelvic region in transperitoneal
endoscopic view and posterior peritoneum covering the right pelvic kidney was incised. After perirenal
fatty tissue dissection, right ureter and renal pelvis were exposed. A 4-5 cm long pyelotomy was made
by using Hook electrode. A 10 mm forceps was used to grasp the main stone. Stone fragments within
calyces were removed under direct vision of the laparoscope. All stones were placed in an Endobag. An
antegrade JJ catheter was replaced through 10 mm trocar after removing the ureteral catheter. The
renal pelvis and posterior peritoneum were closed using 4/0 Vicryl sutures and a drain was replaced
through trocar.
Total operation time was 112 minutes with minimal blood loss and the drain was removed on the first
postoperative day. The patient was discharged on postoperative second day and control KUB X-ray was
revealed stone free status. Postoperative course was uneventfull. Laparoscopic pyelolithotomy once
more established itself as a feasible minimal invasive treatment alternative in patients with CFRE
harboring large stone.
Anahtar Kelimeler : Cross-Fused Ectopic Kidney, Staghorne Calculus, Laparoscopic Pyelolithotomy
VS-23
ÜRETERORENOSKOPİNİN BAŞARISIZ OLDUĞU ÜRETER TAŞI OLGUSUNDA
LAPARASKOPİK ÜRETEROLİTOTOMİ
Alper Bitkin1, Mustafa Aydın1, Lokman İrkılata1, Caner Moral1, Ebubekir Akgüneş1, Mevlüt Keleş1,
Mustafa Kemal Atilla1
1
Samsun Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Samsun, Türkiye
Giriş:
Bu videoda sağ üreter orta kısımda yaklaşık 20X10 mm boyutunda taşı olan hastaya uygulanan sağ
transperitoneal laparoskopik üreterolitotomi operasyonu sunulmaktadır.
Gereç Ve Yöntem:
40 yaşında erkek hasta, sağ renal kolik şikayeti ile başvurdu. Yapılan görüntülemelerde sağ üreter orta
kesiminde 20X10 mm boyutunda taş saptandı. Hastaya sağ üreterorenoskopi planlandı.
Üroterorenoskop ile üreterdeki taşa ulaşılamadı ve klavuz tel ilerletilemedi. İntraoperatif olarak
retrograd pyelografi ile görüntüleme yapıldı. Görüntülemede üreterde taşın hemen distalinde ileri
dercede king saptandı. Takiben fleksibl üreteroskop ile yapılan girişimde taşa ulaşılamadı. Bundan
dolayı hastaya lateral dekübitis pozisyonunda sağ transperitoneal laporaskopik üreterolitotomi
operasyonu üç port kullanuılarak gerçekleştirildi.
Bulgular:
Operasyon süresi 45 dakika olarak gerçekleşti. Postoperatif 1. günde sondası, 2. günde dreni çekilen
hasta taburcu edildi. Hastanın 4 hafta sonrası JJ üreteral katateri çekildi.
Sonuç:
Üreterorenoskopinin gelişimi ile beraber üreter taşlarına açık cerrahi uygulanması son derece
azalmıştır. Ancak farklı nedenlerle üreteroskopik yöntemlerin başarısız olduğu veya uygulanamadığı
olgularda, açık cerrahi uygulanmasına gerek kalmadan laparaskopik üreterolitotomi başarıyla
uygulanabilen minimal invaziv bir tedavi seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler : Laparaskopi, üreter taşı, transperitoneal
VS-24
SEZARYEN SONRASI GÖRÜLEN VEZİKOUTERİN - VEZİKOVAJİNAL FİSTÜLÜN
LAPAROSKOPİK ONARIMI
Ahmet Güdeloğlu1, Zakir Ahıskalı1, Cenk Yücel Bilen1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç
Dünya Sağlık Örgütü tarafından %15 olması önerilen sezaryen doğumların tüm doğumlar arasındaki
oranı 2013 Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde %50 düzeyindedir. Üriner
sistem yaralanmaları bu ameliyatın seyrek görülen fakat ciddi komplikasyonlarından biridir. Bu videoda
sezaryen ile doğum sonrası görülen servikal bölge düzeyinde uterusun ve vajenin de dahil olduğu fistül
komplikasyonunun laparoskopik yöntemle onarımı gösterilmektedir.
Materyal ve Method
35 yaşında kadın hastada sezaryen ile doğum esnasında perioperatif iatrojenik olarak oluşturulan
mesane perforasyonu primer olarak onarılmış. Postpartum dönemde rekürren idrar yolu enfeksiyonu
nedeniyle yapılan flexible sistoskopide mesaneden sağ üreter orifisinin 2 cm süpero-medialindeki
yaklaşık 1 cmlik fistül traktı izlenmiştir. Hastanın mevcut fistülü postpartum 3. ayda laparoskopik
yöntemle başarılı bir şekilde onarılmıştır.
Sonuçlar
Düşük litotomi pozisyonunda öncelikle sistoskopi yardımı ile her iki üretere 6 F üreter kateter
yerleştildikten sonra hem üretradan hemde vajen anterior duvarından mesaneye foley sonda konulmuş
ve laparoskopik ameliyata geçilmiştir. Ameliyatta karın ön duvarına 2 adet 10 mm ve 2 adet 5 mm
trokar yardımı ile girildikten sonra mesane uterusdan diseke edilmiş ve fistül traktı bulunmuştur.
Serviks hizasında uterusun ve vajenin de dahil olduğu fistül traktı eksize edildikten sonra 16 f foley
sonda üzerinden önce vajen, serviks ve uterus 26 mm 2-0 vicryl yardımı ile primer onarılmış daha
sonra mesane yine 26 mm 2-0 vicryl ile primer olarak kapatılmıştır. En son olarak mesane ile uterus
arasına omental flap yerleştirilmiştir. 2 hafta sonra üretral kateteri çekilen hasta post-op 1. ayında 1
kez idrar yolu enfeksiyonu atağı geçirmiş ve şuanda post-op 18. ayında sorunsuz olarak takip
edilmektedir.
Sonuç
Sezaryen sonrası görülen üriner sistem yaralanmalarında laparoskopik yaklaşım güvenli ve etkin bir
onarım yöntemidir.
Anahtar Kelimeler : VEZİKOUTER, VEZİKOVAJİNAL FİSTÜL, LAPAROSKOPİ
VS-25
3D laparoscopic tansperitoneal upper pole heminephrectomy for a duplex system
Seref Basal1, Murat Zor1, Ferhat Ates1, Zeki Aktas1, Furkan Dursun1, Omer Bakal1, Temucin Senkul1
1
Gata Haydarpasa Research And Training Hospital
Ipsilateral upper pole heminephrectomy is the standart treatment for a duplex kidney with non-or
poorly functioning upper pole moiety. While traditional management of these conditions has been open
surgical removal, laparoscopy is now a viable option as with the recent developments in techniques
and instruments. In this video we represent a left 3D laparoscopic tansperitoneal upper pole
heminephrectomy in a 36 year-old female patient. 3D vision was used during the procedure. The
operation time was 180 minutes. The blood loss was not significant, and there were no other intrapostoperative complications. The patient was discharged home 48 hours after the procedure. As a
result, laparoscopic heminephrectomy can be considered as a valuable minimal invasive procedure that
can be performed safely in experienced hands without any important complication.
Anahtar Kelimeler : 3D, duplex syetem, laparoscopy, heminephrectomy
VS-26
ANJİOEMBOLİZASYON GEÇ KOMPLİKASYONU: RENAL PELVİSTE DEV KOİL
Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, Bahattin Kızılgök1, Nebil Akdoğan1, İbrahim Atilla Arıdoğan1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Giriş:
Perkutan nefrolitotomi düşük komplikasyon oranlarıyla > 2 cmden büyük böbrek taşlarının tedavisinde
altın standart tedavi yöntemidir. En sık görülen komplikasyonu kanama büyük oranda konservatif
yaklaşımla tedavi edilmekte iken nadir kısmı transkateter anjioembolizasyona gerek duymaktadır. Bu
videoda sol böbrek taşı için PCNL sonrası kanama olması üzerine anjioembolizasyon (TAE) yapılan
hasta, geç dönemde saptanan renal pelviste dev koile uygulanan endoskopik cerrahi görüntüleri
sunulmaktadır.
Hasta ve Yöntem:
58 yaşında sol soliter taşlı böbreği olan ve PCNL yapılan postoperatif kanama olması TAE yapılan hasta
sorunsuz taburcu edildi. 2 yıl sonra idrar yolu enfeksiyonu ve sol yan ağrısı şikayetiyle başvuran
hastaya yapılan görüntülemelerde sol renal pelvisi dolduran üretere uzanım gösteren koil ve üreterde 1
cm lik taş
görüldü. Hastaya Double-j stent konulup RIRS(Retrograd İntrarenal Cerrahi) planlandı.
Litotomi pozisyonunuda sol orifisten sarkan Double-J stent çekilip üreterorenoskopla girildi. Üreter de
bulunan taş pnömotikle kırılıp alındı. Ardından fleksibl üreteroskopla girilip böbreğe kadar gidildi. Orta
üreterden başlayan pelvisi tamamen dolduran koil görüldü. Koil renal parankimi delip çıktığı sınırdan
lazerle kırılıp forcepsle ekstrakte edildi. Hastaya stent yerleştirilmedi.
Bulgular:
Operasyon 65 dk sürdü. İntraoperatif ve postoperatif komplikasyon görülmeyen hasta postoperatif 20.
saatte sorunsuz taburcu edildi.
Sonuç:
Kanama sonrası TAE'un geç komplikasyonu olan koil migrasyon nadir görülmesine rağmen
önemli problem olmaktadır. Tedavide halen tanımlanmış net bir yaklaşım tarif edilmemiş olmasına
ragmen PCNL veya retrograd cerrahi uygulanabilmektedir. Retrograd cerrahi minimal invaziv ve düşük
komplikasyon oranlarıyla öne çıkan yaklaşım olmaktadır.
Anahtar Kelimeler : koil, anjioembolizasyon, soliter, pcnl, böbrek, endoskopik, retrograd, üreter
VS-27
T2A BÖBREK TÜMÖRÜNÜN SEGMENTAL ARTER KONTROLLÜ ROBOTİK PARSİYEL
NEFREKTOMİ İLE TEDAVİSİ
Haluk Akpınar1, Orhan Tanrıverdi1
1
Liv Hospital Ulus Endoüroloji Ve Robotik Cerrahi Bölümü
Minimal invaziv üroonkolojideki en tartışmalı konulardan biri parsiyel nefrektomi sırasında böbreğin
maruz kaldığı iskemi süresi ve bunun kısa ve uzun dönemdeki sonuçlarıdır. Laparoskopik ve robotik
parsiyel nefrektomi sırasında böbreği total iskemiye maruz bırakmadan opere etmenin bir yolu da
“segmental arter kontrolü” yöntemidir.
Hematüri şikayeti ile başvuran 73 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemeler sonunda sol böbrek altorta kısmını kaplayan 85 mm boyutunda kitle saptandı. Bu videoda pelvisin mikrodisseksiyonu, tümörü
besleyen segmental arterin kontrolü, ardından parsiyel sıcak iskemi altında tümörün eksize edilerek
çıkarılması ve pelvikalisiel sistemin ve parenkimin rekonstrüksüyonunu içeren teknik detaylar
sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Robotik Parsiyel Nefrektomi T2a Böbrek Tümörünü
Figürler :
VS-28
KOMPLEKS RENAL KİTLEDE LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEOSKOPİK PARSİYEL
NEFREKTOMİ
Ömer Demir1, Ozan Bozkurt1, Mustafa Seçil1, Canan Altay1, Burçin Tuna1, Kutsal Yörükoğlu1, Adil Ahmet
Esen1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Elli-dokuz yaşında kontrol amaçlı yapılan tetkiklerinde sol böbrekte kitle saptanan bayan hasta
kliniğimize başvurdu. Bilgisayarlı tomografi görüntülemesinde sol böbrek alt pol medial kortekste
yerleşimli, 24x30 mm boyutlarda, endofitik olarak renal sinüs içerisine doğru hafifçe uzanım gösteren
lezyon tespit edildi. Nefrometri skoru 9B olarak hesaplandı. Hastaya laparoskopik USG eşliğinde
retroperitoneal yaklaşımla laparoskopik parsiyel nefrektomi yapıldı. İskemi süresi 18 dk, dren 150 cc
idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi. Patoloji sonucu; berrak hücreli renal hücreli
karsinom, fuhrman derece 1, tümör çapı 4x2,5 cm ve cerrahi sınır negatifti.
Anahtar Kelimeler : Laparaskopi, kompleks renal kitle, parsiyel nefrektomi, laparoskopik USG
VS-29
HİLUSA YERLEŞİK VE ENDOFİTİK KİTLEDE LAPAROSKOPİK SAĞ PARSİYEL NEFREKTOMİ
Süleyman Öner1, Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Ali Faik
Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Bu videoda, sağ böbrek orta polde hilusa indentasyon gösteren endofitik renal kitlede
uyguladığımız laparoskopik parsiyel nefrektomi (LPN) deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Hasta ve Metod: 51 yaşında aktif şikayeti olmayan erkek hastada, yapılan tetkiklerinde sağ böbrek
orta polde 37x37x33 mm boyutlarında hilusa indentasyon gösteren kitle tespit edildi.Hastaya
transperitoneal LPN planlandı.Hasta 60 derece sağ yan pozisyona alındı.Sağ pararektal alana 1 cm kesi
ile Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu.Takiben sağ pararektal
alana 12 mm, sağda midklavikuler hatta bir adet 12 mm, bir adet 5 mm lik ve ksifoidin 2 cm altında bir
adet 5 mm lik toplam 4 port girildi. Çıkan kolon, sonrasında duodenum mediale deviye edildi ve
retroperitoneal alana ulaşıldı..Proksimal üreter ve gonadal ven gözlendi.Üreter takip edilerek 1 adet
renal ven, 2 adet renal artere ulaşıldı ve serbestlendi.Hilusta perirenal yağ dokusu serbestlenerek
kapsül ve renal parankim ortaya kondu. Sınır ultrasonografi cihazı ve koter yardımı ile belirlendikten
sonra 3 adet endo-bulldog yardımı ile renal arterler ve ven kapatıldı.Kitle soğuk makas yardımıyla
parankimden ayrıldı. Takiben parankim 2,0 V-loc ve vicryl sütürlerle kontinyu olarak kapatıldı. Bulldog
klempler alındıktan sonra kanamanın olmadığı görüldü. Kitle endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja
dren konularak işleme son verildi.
Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 180 dakika, sıcak
iskemi süresi 26 dakika, tahmini kan kaybı 200 ml idi. Postoperatif 3. gün dreni çekilen hasta taburcu
edildi.Patoloji renal hücreli karsinom, şeffaf hücreli tip, fuhrman grade 2, T1a, cerrahi sınır negatif
olarak raporlandı.
Sonuç: Renal hilusa yerleşik endofitik renal kitlelerde ultrasonografi kullanımı onkolojik prensiplere
uyarak laparoskopik parsiyel nefrektomiyi yapılabilir kılmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Renal kitle, Hilus, Laparoskopi, Parsiyel nefrektomi, Renal hücreli karsinom
VS-30
RENAL KİTLEDE İSKEMİSİZ LAPAROSKOPİK PARSİYEL NEFREKTOMİ
Bahattin Kızılgök1, Fatih Gökalp1, Yıldırım Bayazıt1, Şaban Doran1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç :
Küçük renal kitlelerin cerrahi tedavisinde laparoskopik parsiyel nefrektomi giderek artan oranlarda
uygulanan, standart bir yaklaşım şekline gelmiştir. Yöntemin tartışmalı tarafı sıcak iskemi süresidir.
Videomuzda, sağ renal kitlenin iskemi oluşturmaksızın laparoskopik eksizyonunu göstermekteyiz.
Hasta ve Yöntem:
Sağ yan ağrısı nedeniyle görülen 73 yaşındaki erkek olguda, sağ böbrek alt polde 4 cm'lik ekzofitik
gelişim gösteren kitle saptandı. Cr değeri 1.06-1.67 mg/dL arasındaydı. R.E.N.A.L nefrometrik puanı 6p
(PADUA 6) bulunan hastamıza, transperitoneal yaklaşımla iskemisiz laparoskopik parsiyel nefrektomi
uygulandı.
Bulgular:
İntraoperatif komplikasyon görülmedi, kanama miktarı 150 ml ve operasyon süresi 120 dk idi. Erken
komplikasyon görülmeyen hasta, dreni postoperatif ikinci gün çekilip 1.19 mg/dl kreatinin değeri
ile üçüncü gün taburcu edildi.
Sonuç:
Laparoskopik nefron koruyucu cerrahi, nefrometri skoru düşük kitlelerde iskemisiz olarak
uygulanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, parsiyel, nefrektomi, sıfır, iskemi, renal, kitle
VS-31
AT NALI BÖBREKTE KİSTİK KİTLE:LAPAROSKOPİK SOL PARSİYEL NEFREKTOMİ
Süleyman Öner1, Ender Özden1, Murat Gülşen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban
Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Bu videoda, atnalı böbrek sol kısım üst pol yerleşimli kitlede uyguladığımız laparoskopik parsiyel
nefrektomi (LPN) deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Hasta ve Metod: 57 yaşında kadın hasta, hipertansiyon nedeniyle incelenirken yapılan tetkiklerinde
atnalı böbrek ve sol böbrek üst polde 32x26x50 mm boyutlarda kistik kitle tespit edildi.Hastaya
transperitoneal LPN planlandı.Hasta 60 derece sol yan pozisyona alındı.Sol pararektal alana 1 cm kesi
ile Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu ve 12 mm lik optik
port yerleştirildi. Takiben solda midklavikular hatta 1 adet 5 mm lik ve ön aksiler hatta 1 adet 12 mm
lik2. ve 3. Portlar girildi.Sol alt kadran pararektal alana 5 mm lik ekartasyon amaçlı 4.port
yerleştirildi.İnen kolon deviye edildi ve retroperitoneal alana ulaşıldı.Proksimal üreter ve gonadal ven
gözlendi.Gonadal ven takip edilerek 1 adet renal ven, 2 adet renal artere ulaşıldı ve serbestlendi.Üst
pol perirenal yağ dokusu serbestlenerek kapsül ve renal parankim ortaya kondu. Sınır ultrasonografi
cihazı ve koter yardımı ile belirlendikten sonra sadece üst pole giden renal arter endo-bulldog yardımı
ile kapatıldı.Kitle soğuk makas yardımıyla parankimden ayrıldı. Takiben parankim 2,0 V-loc ve vicryl
sütürlerle kontinyu olarak kapatıldı. Bulldog klempler alındıktan sonra kanamanın olmadığı görüldü.
Kitle endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja dren konularak işleme son verildi.
Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 75 dakika, sıcak
iskemi süresi 12 dakika, tahmini kan kaybı 150 ml idi. Postoperatif 3. gün dreni çekilen hasta taburcu
edildi.Patoloji kist hidatik olarak raporlandı.
Sonuç: Atnalı böbrek kitlelerinde laparoskopik parsiyel nefrektomi, tecrübeli ellerde güvenle
uygulanabilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : At nalı böbrek, Renal kitle, Laparoskopik Parsiyel Nefrektomi
VS-32
LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ DENEYİMİMİZ
Yakup Kordan1, İbrahim Ethem Arslan1, Hakan Vuruşkan1, Hakan Kılıçarslan1, Onur Kaygısız1, Burhan
Coşkun1, İsmet Yavaşcaoğlu1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ad
Amaç:
Laparoskopik radikal sisteltomi (LRS), kasa invaze mesane tümörü olan hastalarda açık cerrahiye
alternatif bir tedavi yöntemidir. Bu videoda LRS deneyimlerimiz paylaşmayı amaçladık.
Gereç-Yöntem:
Mayıs 2006-Aralık 2015 tarihleri arasında merkezimizde LRS uygulanan hastalar retrospektif olarak
gözden geçirlidi. Perioperatif ve onkolojik sonuçlar değerlendirildi..
Bulgular:
Toplam 177 hastaya LRS lenfdenektomi ve üriner diversiyon uygulandı. Yüz altmış beş hasta erkek, 12
hasta kadındı. Hastaların ortalama yaşı 63,18(median:62, min-max:40–90) yıl, ortalama operasyon
süresi 349.3(median:360, min-max:120–720) dakika saptanırken, laparoskopik sistektomi ve lenf
nodu diseksiyonu için ortalama süre 218(median:220, min-max:90–310) dakika olarak bulundu. Üriner
diversiyon yöntemi olarak 165 hastada ekstrakorporeal ileal kondüit, 12 hastada ortotopik
mesane uygulandı. Ortalama kan kaybı 258.5(median:200, min-max:40–1200)ml olarak bulunurken
10 hastada intraoperative kan transfüzyonu gereksinimi oldu. Ortalama hastanede kalış süresi
15,4(median:11, min-max:4–80) gün olarak bulundu. Herhangi bir intraoperatif komplikasyon
izlenmedi ve açık cerrahiye geçiş gerekmedi. On beş hastada yüzeyel yara yeri enfeksiyonu, 6 hastada
uzamış ileus, 1 hastada barsak perforasyonu, 2 hastada enterokütenoz fistül ve 3 hastada evisserasyon
görüldü. Patolojik inceleme sonucunda 128(%72.3) hastada organa sınırlı hastalık
(pT0/pT1/pT2/pT3a), 49(%27.6) hastada (pT3b/pT4) ekstravezikal hastalık ve 25 hastada lenf nodu
tutulumu izlendi. Üç hastada skuamoz hücreli kanser bir hastada nöroendokrin karsinom saptandı ve
kemoterapi verildi. Ortalama 17,8 (median:12, min-max:0–53) ay içinde,hastaların %87’sinde
(adjuvan tedavi verilenler de dahil) sağ kalım mevcuttu. Takip süresi içinde port giriş yeri metastazı
izlenmedi.
Sonuçlar:
Klinik deneyimlerimiz LRS nin onkolojik sonuçları etkilemeden, güvenli bir şekilde uygulanabileceğini
göstermektedir
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, mesane tümörü, sistektomi
VS-33
LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ
Volkan İzol1, Bahattin Kızılgök1, İsmail Önder Yılmaz1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Zühtü Tansuğ1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
AMAÇ
Bu videoda invaziv mesane kanseri nedeniyle laparoskopik radikal sistektomi uygulanan hastanın
operasyon görüntüleri sunulmaktadır.
YÖNTEM
Hematüri nedeniyle yapılan incelemelerde invaziv mesane kanseri tanısı konulan 79 yaşındaki erkek
hastaya laparoskopik radikal sistektomi uygulandı. Supin pozisyonda 3 adet 10 mm ve ve 2 adet 5 mm
trokarlar kullanıldı. Üreterler bulunup diseke edilip frozen alındıktan sonra retrovezikal bölgenin
prostat apeksine kadar diseksiyonu yapıldı. Mesanenin lateral dalları ligasure yardımıyla ligatüre edilip
kesildi. Urakus umbilikusa yakın yerden kesildi ve anterior vezikal alana girildi. Endopelvik fasyalar
insize edildi ve derin dorsal ven bağlandı. Mesane ve prostatın pedikülleri ultrasonik makas yardımıyla
kesildikten sonra üretra da kliplenip kesilerek sistektomi tamamlandı. Genişletilmiş lenf nodu
diseksiyonu uygulandıktan sonra göbek altı 5 cm’lik insizyondan spesimen çıkartıldı. Terminal ileumun
çekumdan 20 cm ve 38 cm uzağına işaret sütürleri konuldu. Sol üreter sigmoid kolon mezosunda
oluşturulan tünelden sağ tarafa geçirildi. Üriner diversiyon uygulandı ve iki adet dren yerleştirildi.
İntraoperatif komplikasyon görülmedi.
BULGULAR
Operasyonun laparoskopik kısmı 140 dakika sürdü. Kan kaybı 150 ml idi. Postoperatif 36. saatte
bağırsak motilitesi düzelen hastanın drenleri 40. ve 64. saatlerde çekildi ve hasta 96. saatte taburcu
edildi. Üreteral stentler 14. gün çekildi. Histopatolojik incelemede yüksek dereceli ürotelyal karsinom
saptandı. Perivezikal invazyon yoktu, cerrahi sınırlar intakttı.
SONUÇ
Mesane kanserinde laparoskopik radikal sistektomi ile açık üriner diversiyon sık tercih edilen bir
yöntem olup diversiyonun küçük insizyonla yapılabilmesi, bağırsak ve cerrahi komplikasyon riskini
azaltmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Sistektomi, laparoskopi, radikal,
VS-34
LAPAROSKOPİK PARAVERTEBRAL SCHWANNOM EKSİZYONU
Kaan Gökçen1, Gökçe Dündar1, Gökhan Gökçe1, Esat Korğalı1, Emin Yener Gültekin1
1
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Giriş: Günümüzde retroperitoneal schwannom nadiren laparoskopik eksize edildiğinden retroperitoneal
sinir tümörü cerrahisinde laparoskopik yöntem halen tartışmalıdır. Paravertebral schwannom'un
laparoskopik yöntem ile eksizyonu sunmayı amaçladık.
Olgu: Kliniğimize 2015 Eylül ayında sağ flank ağrı ile başvuran 21 yaşındaki erkek hastanın
paravertebral kitlesi saptanması üzerine kitle eksizyonu planlandı. Fizik muayenesinde herhangi bir
patoloji saptanmadı. BT, MR ve PET görüntülemesinde sağ paravertebral alanda inferior vena cava ve
sağ renal ven arasında 28x30x44 mm boyutlarında düzgün sınırlı kitle görüldü. Testis tümörünü
dışlamak için skrotal renkli dopler ultrason yapıldığında patoloji izlenmedi. Testis tümör markerları
negatifti. Hastaya laparoskopik parakaval paravertebral kitle eksizyonu uygulandı.
Bulgular: Operasyon süresi 70 dakika ve kan kaybı 45 mililitreydi. Operasyon komplikasyonsuz bir
biçimde ve batın içini kanama olmaksızın tamamlandı Patolojisi Schwannom olarak raporlandı.
Postoperatif dönemde sorunu olmayan hasta operasyonun ertesi günü taburcu edildi. Postoperatif 1. ay
kontrolünde hastada herhangi bir nörolojik defisit ya da komplikasyon görülmedi.
Sonuç: Laparoskopi; minimal invaziv olması ve ameliyat sonrası erken iyileşme sağlaması
nedeniyle retroperitoneal kitle eksiyonu olguları için uygulanabilir. Laparoskopik prosedür
retroperitoneal schwannomlar için deneyimli merkezlerde tercih edilebilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, retroperitoneal nöral tümör, schwannom
VS-35
SAĞ LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL SÜRRENALEKTOMİ İLE TEDAVİ EDİLEN
FEOKROMASİTOMA OLGUSU
Niyazi Özgür Kurul 1, Şeref Başal1, Murat Zor4, Furkan Dursun3, Temuçin Şenkul1, Ömer Bakal2
1
Gata Haydarpaşa Üroloji Servisi
2
Gata Haydarpaşa Anestezi Servisi
3
Gümüşsuyu Asker Hastanesi Üroloji Servisi
4
Gata Ankara Üroloji Servisi
Laparoskopinin uygulanmaya başlanmasından itibaren laparoskopik adrenalektomi, küçük bezlerin
alınmasında gerçekleştirilen büyük insizyon ve kapsamlı organ manipülasyonunun önlenmesi açısından
gerçekten faydalı bir yaklaşım olmuştur. Transperitoneal ve retroperitoneoskopik tekniklerin etkinliği
kanıtlanmıştır. Açık operasyona kıyasla kesinlikle minimal invaziv bir uygulama olduğu ve adrenal
bezlerin alınmasında aynı etkinlik ve güvenlik düzeyinde olduğu görülmüştür. Sol adrenal bezin
anatomisinin sağ adrenal beze göre farklılık göstermesi, retroperitoneal tekniğin sol adrenal bez için
seçilmesi gereken bir teknik olduğu tavsiye edilmektedir. Sağ bezin alınmasında seçilecek teknik
cerrahın tercihine ve uygulanan tekniğe aşinalığına bağlıdır. Bu videoda ameliyat öncesi hormonal
değerlendirmede vanilmandilinik asit, metanefrin ve normetanefrin değerleri yüksek olan ve sağ
sürrenal glandda 35x30 mm boyutlu noduler lezyonu olan 30 yaşında erkek hastaya uygulanan sağ
laparoskopik retroperitoneal sürrenalektomi prosedürünü sunuyoruz. Ameliyat süresi 130 dakika olup
antihipertansif ajanlarla kontrol altına alınan hipertansif atak dışında belirgin kan kaybı ve diğer
intraoperatif komplikasyon görülmemiştir. Ameliyat sonrası ikinci günde hasta taburcu edilmiştir. Sonuç
olarak sağ sürrenal lezyonlarda, hormonal aktif olsa bile laparoskopik retroperitoneal sürrenalektomi
tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir minimal invaziv prosedür olarak tercih edilebilir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, laparoskopik sürrenalektomi, sağ laparoskopik sürrenalektomi,
minimal invaziv ürolojik cerrahi, Feokromasitoma, Feokromasitoma cerrahi tedavisi
VS-36
EVRE T1A RENAL HÜCRELİ KARSİNOMDA BEKLENMEDİK BÜYÜKLÜKTE LENF NODU
METASTAZI VE TEDAVİSİ
Yusuf İlker Çömez1
1
Çanakkale Devlet Hastanesi
Giriş: Günümüzde tanısal ve cerrahi yaklaşımların gelişmesi ile birlikte T1 evre renal
tümörlerde, Radikal Nefrektomiden (RN) Nefron Koruyucu Cerrahi (NKC) lehine bir eğilim olmuştur.
Lenf nodu disseksiyonu (LND) ise sadece klinik olarak kanıtlanmış lenf nodu varlığında önerilmektedir.
Amaç: Bu olgumuzda klinik T1a evre tümörü ve vena cava komşuluğundaki 6 cm lenf nodu nedeni ile
uyguladığımız transperitoneal laparaskopik nefrektomi ve lenfadenektomi videosunu izletmeyi
amaçladık.
Materyal ve metod: 64 yaşında erkek hasta hematüri ve sağ yan ağrısı nedeni ile üroloji polikiniğine
başvurduğunda yapılan Abdomen MR tetkikinde sağ böbrek alt polde 4x4 cm tümör ile uyumlu lezyon
ve sağ renal ven ile vena cavaya komşu 6 cm ve 1 cm çaplı iki adet lenf nodu saptandı. Hastaya
transperitoneal sağ laparoskopik nefrektomi uygulandı. Vena kava ya ve sağ renal vene yapışık olan 6
ve 1 cmlik nef nodları dikkatlice çıkarıldı. Postoperatif 1.gün dreni alınan hasta, 2 gün taburcu
edildi. Patolojik değerlendirme sonucu, berrak hücreli tip Renal Hücreli Karsinom (RHK) , nükleer
grade 1, cerrahi sınır negatif, en büyüğü 6 cm olan 3 adet lenf bezi metastazı saptandı.
Sonuç: Küçük renal kitlelerde dahi lenf nodu metastazı görülebilmektedir. Renal kitlelerde tüm
evrelerde, uygun görüntüleme teknikleri ile lenf nodu varlığının saptanmasının, cerrahi yaklaşımımızı
değiştirerek hastanın sağkalımına katkıda bulunacağı sonucuna vardık.
Anahtar Kelimeler : renal hücreli karsinom lefadenopati
VS-37
SEKONDER OLGUDA LAPAROSKOPİK USG EŞLİĞİNDE LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİ
Ömer Demir1, Ozan Bozkurt1, Canan Altay1, Mustafa Seçil1, Mücahit Özbilgin1, Kutsal Yörükoğlu1, Adil
Ahmet Esen1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Otuz-dokuz yaşında bayan hasta sekonder hipertansiyon nedeniyle dış merkezde yapılan tetkiklerinde
bilateral adrenal adenom saptanmış. Mayıs 2015'te sol, Temmuz 2015'te sağ transperitoenal
laparoskopik adrenalektomi yapılmış. Sağ adrenalektomi patolijisi adrenal adenom, solda ise malign
potansiyel gösteren feokoromositoma olarak gelmiş. Postoperatif hipertansif atakları devam eden
hastanın yapılan tetkiklerinde sol adrenal lojda 3x2 cm.lik nodüler lezyon tespit edilmiş. Hastaya sağ
laparoskopik transperitoneal adrenalektomi planlandı. Laparoskopide sağ adrenal loj diseke edildikten
sonra görüntülemede beliritilen kitle saptanamaması üzerine yapılan laparoskopik USG'de kitlenin
retrohepatik alanda olduğu tespit edildi. Önceki ameliyata sekonder ciddi yapışıklıklar nedeniyle kitleye
ulaşılamaması nedeniyle açık operasyona geçildi. Karaciğer serbestlendikten sonra kitleye ulaşılarak
kitle eksize edildi. Hasta postoperatif 6. gün taburcu edildi. Patoloji sonucu beklenmektedir.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, adrenalektomi, feokromositoma
VS-38
LAPAROSKOPİK YARDIMLI PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ: OLGU SUNUMU
Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, Nebil Akdoğan1, Kadir Karkin1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Zühtü Tansuğ1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç:
Böbrek taşlarının tedavisinde altın standart tedavi yöntemi olan perkütan nefrolitotomi (PCNL), ektopik
yerleşimli veya anomalili böbreklerde giriş güvenliği sağlaması nedeniyle laparoskopi yardımlı
uygulanabilmektedir. Bu çalışmamızda sağ pelvik ektopik taşlı böbreği olan hastaya uygulanan
laparoskopi yardımlı PCNL videosunu sunmaktayız.
Hasta ve Yöntem:
3 aydır karın ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvuran 29 yaşındaki erkek hastaya yapılan bilgisayarlı
tomografisinde sağ pelvik ektopik taşlı böbrek saptandı. Hastaya laparoskopik yardımlı PCNL planlandı.
Litotomi pozisyonunda hastaya üreter kateteri konulup supine pozisyona alındı. Transperitoneal 3 adet
5 mm trokarlar, standart el aletleri ve ultrasonik makas yardımıyla operasyon gerçekleştirildi. Posterior
periton ultrasonik makas yardımıyla açılıp böbrek bulunup gerota fasyası açıldı. Skopi eşliğinde iğne
girişi yapılıp 24 f amplatz dilatasyon sonrası taş pnömotikle kırılıp forcepsle ekstrakte edildi. Hastaya
double-J stent yerleştirilip parankimdeki defekt 2/0 poliglaktin sütürle onarılıp dren konularak işleme
son verildi. İntraoperatif komplikasyon görülmedi.
Bulgular:
Operasyon 65 dk sürdü. Floroskopi süresi 4 dk, kan kaybı minimaldi. Erken dönem komplikasyon
görülmeyen hasta postoperatif 2. gün dreni çekilerek taburcu edildi.
Sonuç:
Pelvik ektopik böbreği olan hastalarda laparoskopik yardımlı perkütan nefrolitotomi (PCNL) kısa yatış
süresi, düşük komplikasyon oranıyla artan deneyimle birlikte güvenle uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler : Pcnl, ektopik, böbrek, laparoskopi, yardımlı
VS-39
ERİŞKİN VAKADA LAPAROSKOPİK PROSTATİK UTRİKUL KİST EKSİZYONU; OLGU
SUNUMU
İbrahim Ethem Arslan1, Onur Kaygısız1, Kadir Ömür Günseren1, Burhan Coşkun1, Ahmet Mert1, Hakan
Kılıçarslan1, Yakup Kordan1, Berna Vuruşkan2, Hakan Vuruşkan1
1
Uludağ Üniversitesi; Üroloji Abd
2
Uludağ Üniversitesi; ; Patoloji Abd
Giriş:
Prostatik utrikul kisti, Müllerian kanal yapısının inkomplet regresyonu sonucu gelişir. Özellikle genital
anomalisi olmayan erkeklerde ileri yaşta nadir gözlenir. Prostatın arkasında açık cerrahide ulaşılması
zor bir bölgede olan kiste laparoskopik yaklaşım, daha az invaziv olması ve cerrahi alanın büyütülmüş
görüntüsü ile öncelikli olarak tercih edilmelidir. Biz de bu videomuzda laparoskopik prostatik utrikul kist
eksizyonu yapılan vakamızı sunduk.
Materyal-metot:
5 yıldır miksiyon ve defekasyon sırasında yanma, ağrı, sık idrara çıkma şikayeti olan, idrar yaparken
zorlanan 41 yaşındaki erkek hastanın fizik muayenesinde prostat üzerinde kistik lezyon palpe edildi.
PSA’sı 0.5 ng/dl saptanan hastanın, transrektal ultrason ile incelemesinde; prostat orta kesimde 4 cm
kistik lezyon gözlendi. Takiben çekilen pelvik magnetik rezonans görüntülemede prostat superior
kesiminde orta hatta yaklaşık 5x3.5x3.4 cm boyutlu patolojik kontrast tutulumu göstermeyen kistik
lezyon izlendi. Endoskopik değerlendirmede prostatik üretradan kist duvarı rezeke edilemeyince
laparoskopik müdahale planlandı. Takip eden seansta LAPAROSKOPİK PROSTATİK UTRİKUL KİSTİ
EKSİZYONU uygulandı
Sonuçlar: Kliniğimizde supin pozisyonda umblikus üstü 1 cm’lik insizyondan Veress iğnesi ile girilerek
pnömoperitonium oluşturuldu. Ardından 3 adet 5 mm’lik port direkt görüş altında yerleştirildi. Rektum
ile mesane arasında periton insize edildikten sonra seminal vezikül görüldü. Ardından rektum ile
mesane arasındaki 5 cm’lik kiste ulaşıldı. Kist içeriği aspire edilerek kontrol edildi, serohemorajik sıvı
geldi. Takiben kist duvarları serbestlendi, sol seminal keseye yapışık olduğu görüldü. Keskin
diseksiyonla kist duvarı serbestlendi ve salim olarak çıkarıldı. 1 adet hemovac dren yerleştirildi. İşlem
komplikasyonsuz sonlandırıldı. Ameliyat süresi 45 dakika, kanama miktarı 20 ml idi.
Postoperatif 1. gün dreninden geleni olmayan hasta, dreni ve sondası çekilerek taburcu edildi. Patolojik
incelemede kist aspirasyon mayi sitolojisi ve kist duvar incelemesi benign olarak rapor edildi. Hastanın
postoperatif takibinde alt üriner sistem şikayetleri geçmişti. 3. ay üroflovmetri incelemesinde normal
paternde işeme eğrisiyle sahipti. Qmax 25ml/sn idi.
Sonuç: Prostatik utrikul kistlerine laparaskopik yaklaşım düşük morbiditesi ile iyi bir tedavi
seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler : prostatik utrikul kisti, laparoskopi
Figürler :
VS-40
LAPOROSKOPİK SAĞ HEMİNEFREKTOMİ OPERASYONU: VİDEO GÖSTERİM
Barbaros Başeskioğlu1, İyimser Üre1, Burak Elmaağaç1
1
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fak. Üroloji Ad
Amaç: Komplet çift toplayıcı sistemi ve üst pol atrofisi olan hastaya yapılan laporoskopik
heminefrektomi operasyonunun video sunum olarak gösterilmesi
Materyal Metod: Sağ yan ağrısı ve sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu şikayetleri olan 40 yaşındaki
erkek hastaya IVP ve BT ürografi tetkikleri yapılmış olup sağ böbrekte komplet çift toplayıcı sistem ve
bifid pelvis görülmüştür. Üst pol düzeyindeki kaliks çapları 12 cm olarak ölçülmüştür. DMSA
sintigrafisinde sağ böbrek üst polünün fonksiyon görmediği tespit edilmiştir. Hastaya operasyon öncesi
RGP çekilmiş olup çift toplayıcı sistem ve dev hidronefrotik atrofik üst pol gözlenmiştir. Hastaya
Temmuz 2015’de sağ laparoskopik heminefrektomi yapılmıştır.
Bulgular: Operasyon, yaklaşık 2 saat sürmüş olup eksize edilen böbrekte püyonefroz olduğu görüldü.
Postop üriner sistem enfeksiyonu nedeniyle tedavisi devam ettirilen hastanın drenaj katateri postop 7.
günde gelen olmaması ve ateşinin olmaması nedeniyle çekildi. Hasta postop 12. Günde taburcu
edilmiştir.
Sonuç: Komplet çift toplayıcı sistemi olan hastalarda kısmi atrofi görülebilmektedir. Heminefrektomi
ameliyatı, günümüzde kısa hospitalizasyon süreleri ve düşük komplikasyon riski nedeniyle deneyimli
merkezlerde laparoskopik olarak uygulanmaya başlanmıştır.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, heminefrektomi
POSTER
BİLDİRİ
ÖZETLERİ
PS-01
Microperc versus Miniperc for Treatment of Renal Stones Smaller than 2 cm in Pediatric
Patients
Gökçe Dündar1, Gökhan Gökçe1, Kaan Gökçen1, Esat Korğalı1, Aydemir Asdemir1, Kenan Kaygusuz2
1
Cumhuriyet University Faculty Of Medicine Department Of Urology
2
Cumhuriyet University Faculty Of Medicine Department Of Anesthesiology And Reanimation
Introduction: Pediatric stone disease is an important clinical problem in pediatric urology practice.
The standard procedures to treat urinary stone disease in children are the same as those used in an
adult population. However, there is concern regarding the safety of endourological treatment in these
pediatric patients. Although there is an international consensus on the guidelines for the management
of stone disease in adults, consensus on the management of pediatric stone disease has been still
unavailable.
Objective: We aimed to compare mini-percutaneous nephrolithotomy (miniperc) and micropercutaneous nephrolithotomy (microperc) in pediatric patients who underwent unsuccesful SWL
procedure.
Study design: In this retrospective case study series, 38 pediatric patients, aged 17 years or
younger, were treated with miniperc or microperc procedures due to renal calculi by single surgeon. In
group 1; there were 27 patients who underwent miniperc procedure between January 2010 and
December 2013. In group 2; 11 patients were treated by microperc between January 2014 and August
2015.
Results: Mean age of the patients were 9.5 (3-17) in group 1 and 5.2 (2-13) years old in group 2.
Stone burden was similar between in two groups. Mean operation time was 74.1 (40-110) minutes in
miniperc group and 33.6 (25-45) minutes in microperc group. The difference in terms of operation time
was statistically significant. (p<0.05) Patients who underwent microperc were discharged from clinic
earlier. Hyperthermia without bacteraemia was observed in 2 children in miniperc group and treated by
using a single dose of paracetamol and also 2 children in the same group needed blood transfusion.
There was a tendency for low haemoglobin decrease in microperc group compared to miniperc.
Conclusion: All of the endourological interventions are invasive treatments; therefore, they may
sound like offensive for pediatric patients and especially for their relatives. The management of
pediatric stone disease has evolved with improvements in techniques and minimalisation of surgical
instruments and thus, it can be effectively and safely used in children by experienced surgeons.
Anahtar Kelimeler : microperc, miniperc, pediatric renal stone, percutaneous nephrolithotomy
Tables :
Table 1: Characteristics of the patients
Miniperc
Microperc
p*
Patient Male-Female n(%) Total
13(48.1)-14(51.9) 27 3(27.3)-8(72.7) 11
-
Age at time of surgery mean±SD (min-max)
9.5±5.4 (3-17)
5.2±4.1 (2-13)
0.01*
Operation side Right-Left n(%)
13(48.1)-14(51.9)
5(45.5)-6(54.5)
-
Stone burden (mm2) mean±SD (min-max)
179±93 (25-350)
132±56 (50-214)
0,16
Most frequent localisation of stone (%)
Renal pelvis (66.7)
Lower calyx (54.5)
-
Secondly most frequent localisation of stone (%) Lower calyx (22.2)
Renal pelvis (36.4)
-
Operation time (min) mean±SD (min-max)
74.1±19.7 (40-110)
33.6±7.8 (25-45)
0.01*
Hospitalization (day) mean±SD (min-max)
4.2±2.1 (2-11)
1.4±1.1 (1-4)
0.01*
Haemoglobin change (g/dl) mean±SD (min-max) –1.14±1.32 (–3.9-1.1) –0.7±0.46 (–1.3-0.1)
0.18
Creatinine change (mg/dl) mean±SD (min-max) 0.04±0.13 (–0.13-0.3) 0.08±0.06 (–0.01-0.17) 0.36
Stone clearence %
92.6
Table 2: Post-operative catheter placement
Miniperc n:27 Microperc n:11
Urethral foley catheter 27
11
Ureteral catheter
0
6
Double J ureteral stent 0
5
Nephrostomy catheter 27
0
90.9
-
PS-02
BÖBREK TÜMÖRÜNÜ TAKLİT EDEN KİST HİDATİK
Ahmet Çamtosun1, Huseyin Çelik1, Ahmet Yıldız1, Ramzan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1
1
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
Bir aydır olan sol yan ağrısı ile üroloji polikliniğine başvuran 45 yaşındaki erkek hastanın ateş veya
piyüri öyküsü yoktu. Vital bulguları normaldi.Fizik muayenede kostovertebral açı hassasiyeti dışında bir
özellik yoktu. Hastanın özgeçmişinde Behçet Hastalığı öyküsü vardı ama hastada oral veya genital ülser
tespit edilmedi. Hastanın laboratuar incelemesinde eozinofil oranı (% 2,7), böbrek fonksiyonları (kan
üre 12,71mg / dl, kreatinin 0,74 mg / dl) ve karaciğer fonksiyon testleri normaldi. Tam idrar analizinde
patolojik bulguya rastlanmadı. Kist hidatik hastalığı için Elisa testi negatif idi. Ultrasonografi sol
böbreğin alt kutbunda bir 8x6,2x6 cm büyüklüğünde, heterojen, ekzofitik uzanan kitle görüldü. Kitlenin
duvarları yer yer kalsifiye ve böbrek ile kitle arasındaki sınır belirsizdi. Lezyon karmaşık bir kist ya da
kitle olup olmadığı ultrasonografi ile ayırt edemedi. MRI da sol böbreğin alt kutbundan aşağıya eksofitik
uzanan, kortikal-parapelvic lokalizasyonda 9x7,5x7 cm kitle saptandı(Resim-1).
Komplike kist? Renal kitle? olarak raporlanan hastanın patolojik lenfadenopatisi yoktu.
Lezyonun malign olma olasılığını göz önüne alındığında, hastaya Transperitoneal Laparaskopik radikal
nefrektomi yapıldı.
Histopatolojik tanı kist hidatik oldu. Hastaya ameliyat sonrası albendazol 10 mg / kg günde iki kez, üç
hafta boyunca uygulandı.
Sonuç: Kist hidatik hastalığın endemik olduğu yerlerde böbrek tümörü ile karışan bu hastalıkta akılda
tutulmalı ve tedavi planlanırken organ koruyucu yaklaşımlar hastanın durumu elverişli ise
uygulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler : kist hidatik, böbrek, kanser
Figürler :
PS-03
YAŞLI HASTALARDA PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ
Ahmet Çamtosun1, Hüseyin Çelik1, Caner Ediz1, Ramazan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1
1
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
AMAÇ: Perkütan nefrolitotomi (PNL),tüm dünyada böbrek taşı cerrahi tedavisinde güvenle kullanılan
minimal invaziv bir yöntemdir. İlk PNL ameliyatı Mart 1998 tarihinde yapılan kliniğimizde yetmişbeş yaş
üzeri ilk PNL ameliyatı ise Haziran 2000 tarihinde bilateral olarak yapıldı. Çalışmamızda, 75 yaş ve üstü
hastalara yapılan PNL operasyonları incelendi.
GEREÇ YÖNTEM: PNL işlemleri genel anestezi altında yapıldı. Hastalara, supin pozisyonda sistoskopi
yapıldıktan sonra üreter orifisinden üreter kateteri C kollu floroskopi eşliğinde takılarak üretral foley
katetere tespit edildi. Sonrasında hastalar prone pozisyona alınarak floroskopi eşliğinde chiba iğnesi ile
böbreğe girildi. Amplatz renal dilatatör setiyle 30 F’e kadar dilatasyon sağlandı. İşlem sonrası renal kılıf
içerisinden nefrostomi kateteri yerleştirildi. PNL sonrası 4 mm'den küçük taşlar, kllinik önemsiz taş
rezidüleri kabul edildi.
BULGULAR: Mart 1998 – Kasım 2015 tarihleri arasında, 17 yılda toplam 3096 perkütan nefrolitotomi
işlemi yapıldı. Bu hastalardan 33 tanesi 75 yaş ve üzeriydi. Bu hastalara, biri bilateral olmak üzere 34
PNL işlemi yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 79,36 (75-88) yıl olarak hesaplandı. 20 (%66) hastada
tam taşsızlık sağlandı. 2 hastada tubeless PNL yapıldı. Hastaların 1'inde transfüzyon gerektiren
kanama, 5 hastada DJ takılmasını gerektiren nefrostomi traktından sızdırması gelişti. Başka bir
komplikasyon oluşmadı. Nefrostomi süresi ortalama 3 gün, hastanede kalış süresi ortalama 3,9 gün
olarak hesaplandı (Tablo 1).
SONUÇ: Minimal invaziv bir yöntem olan PNL, yüksek güvenlik, düşük komplikasyon oranları, daha
kısa hastanede kalış süresi, yüksek hasta memnuniyeti sağlaması, daha yüksek taşsızlık oranları ile
açık böbrek taşı cerrahisine göre avantajlı bir hale gelmiştir. Uriner sistem taş hastalığının cerrahi
tedavisinde PNL güvenli ve etkili bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : PNL, Böbrek taşı, Geriatri
Tablo 1. Yetmiş beş yaş ve üzeri PNL sonuçları
PNL yapılan renal ünite
34
Total taşsızlık
20 (%66)
Transfüzyon gerektiren kanama 1 (%3)
DJ stent takılması
5 (%16)
Ürinom
4 (%1)
Nefrostomi süresi
3 gün
Hospitalizasyon süresi
3.9 gün
PS-04
D-J NİN HAYAT KALİTESİ, İŞ PERFORMANSI, İDRAR ŞİKAYETLERİ, AĞRI VE CİNSEL
HAYATA ETKİSİ
Ahmet Çamtosun1, Hüseyin Çelik1, Ramazan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1
1
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
AMAÇ: Duble-j üreter katateri ürolojik cerrahide sık kullanılan bir materyaldir. Bu materyal ortalama 410 hafta vücutta kalmaktadır. Biz çalışmamızda bu kataterin insanın hayat kalitesine etkisi, iş
performansı, ağrı, idrar şikayetlerinin durumu, cinsel hayata etkisini araştırdık
METHOD: Eylül 2014-Mayıs 2014 tarihleri arasında kliniğimizde opere edilen ve duble-J takılan
hastaların D-J ‘li iken ve D-J çıkarıldıktan 2 hafta sonraki Hayat kalitesi, iş performansı, ağrı, idrar
şikayetlerinin durumu, cinsel hayat kalitesi anketle değerlendirildi.
BULGULAR: Toplam 72 hasta çalışmaya alındı. Hastaların yaş ortalaması 40(23-60) (29 kadın, 43
erkek)idi. Hastaların D-J iken hayat kalitesi, iş performansı, ağrısı, idrar şikayetleri ve cinsel hayatı
kötü yönde etkilemektedir (Tablo-1).
SONUÇ: D-J insan hayatını kötü yönde etkilemektedir. Bu kateterin insan hayatına olumsuz etkisini
azaltmak için yöntem ve medikal tedavilere ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler : Üreter, Stent, Cinsel hayat, Yaşam kalitesi.
Tables :
Tablo-1
Toplam hasta sayısı
D-J’i iken
N= 72
D-J çıkarıldıktan sonra
P değeri
(p<0.05)
Genel sağlık
15.56(11-20)
14.4(8-17)
0.002
İdrar şikayetleri
34.69(16.5-42.7) 17.13(12-28.75)
p<0.001
Vücud ağrısı
28.18(12-50)
11(8-43
p<0.001
İş performansı
14(5-69)
6.5(5-23)
p<0.001
Cinsel hayat
12.26(6-24)
10.2(6-17)
p<0.001
PS-05
Paraplegia After Percutaneous Nephrolithotomy: A Rare Entity
Mustafa Suat Bolat1, Alper Başakçı2, Erkan Kılıç3, Ekrem Akdeniz1
1
Samsun Training And Research Hospital, Department Of Urology, Samsun, Turkey
2
Private Denizli Hospital, Clinic Of Urology, Denizli, Turkey
3
Ordu State Hospital, Clinic Of Urology, Ordu, Turkey
Introduction
Percutaneous nephrolithotomy (PNL) is commonly used minimally invasive method for treatment of
urinary stone disease greater than 2 cm in diameter and high success rate (greater than 95%),
acceptable complication rate and high postoperative patient comfort.
Case Presentation
Forty five year old male patient admitted to our clinic with left flank pain. His medical history revealed
controlled essential hypertension with alpha blocker and neurologic examination was normal,
preoperatively. Biochemical analysis, hemogram and urine culture were in normal ranges.
Computerized tomography showed left renal pelvic stone 2 cm in diameter (Fig. 1A). Standard PNL was
done in prone position with using ultrasonic lithotriptor. During PNL, a transient hypertensive attack
and tachycardia encountered and resolved by anesthesiologist. Three hours later after PNL, patient
expressed that he could not move his lower extremities. Neurologic examination showed paraplegia at
T8 level. Early perioperative MR imaging was normal range (Fig. 1B and C). Anticoagulant therapy was
initiated. After nephroscopy catheter was removed in second postoperative day, peripheral
angiography revealed normal renal and anterior spinal artery patency fed medulla spinalis (Fig. 1D
and E )
Discussion
Although PNL procedure is minimally invasive technique, some major complications may occur during
perioperative period. Patients who have comorbidity factors are in more risk of complications.
Adamkiewicz' artery which is the largest of the medullary arteries supply the spinal cord by
anastomising with the anterior (longitudinal) spinal artery. Injury to this artery can result in
devastating ischemia of the lower spinal cord - anterior spinal syndrome. Transient vasospasm or
embolism may cause medullar ischemia and subsequently paraplegia. It should be remembered that
paraplegia may occur during or after major surgeries and detailed systemic evaluation is mandatory.
Anahtar Kelimeler : Adamkiewitz' artery, Paraplegia, PNL
Figürler :
Notlar : We report paraplegia due to vasospasm of anterior medullar artery. After one year
the patient was paraplegic. This case is significant because most of the urologists deal with
kidney stones in their practise and it must be kept on mind that this pathology may occur
especially with during surgery.
PS-06
KALİKS DİVERTİKÜLÜ TAŞLARINDA RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİNİN ETKİNLİĞİ
İbrahim Karabulut1, Fevzi Bedir1, Fatih Kürşat Yılmazel1, Ercüment Keskin3, Ertuğrul Gazi Özbey2,
Mahmut Koç4, Ali Haydar Yılmaz4, Hüseyin Koçakgöl5
1
Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
2
Nyala Sudan Turkey Training And Resarch Hospital
3
Mengücek Gazi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
4
Bilecik Devlet Hastanesi
5
Kanuni Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Intravenöz pyelografi (IVP) serilerinde saptanma oranı %0,21-0,45arasında olup sık karşılaşılan bir
patoloji değildir kaliks divertikülü.İki farklı çeşit KD mevcuttur:
1.Tip KD: Minör kaliks yerleşimli olup sıklıkla üst pol yerleşimlidir. En sık karşılaşılan tiptir.
2.Tip KD: Major kaliks yerleşimlidir ve santral yerleşimlidir.
KD sıklıkla asemptomatik olmakla beraber hematüri, renal kolik, sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu
ile başvurabilmektedir. KD lerde taş sıklığı %10-50 arasında değişmektedir. KD tedavi endikasyonları ;
taş oluşumu, tekrarlayan enfeksiyon , hematüri ve parankime basıdır.
Nadir görülen KD taşlarında tedavi seçenekleri hakkında fikir birliği bulunmamaktadır.
Biz burada kliniğimizde son bir yıl içinde KD ve taşları nedeni ile RIRS yapılıp kalliks boynu laser
ablasyonu ile dilate edilen 5 hastayı literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Kasım 2014 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında KD nedeni ile RIRS yapılan veya RIRS
esnasında KD tespit edilen 5 hastanın veriler retrospektif olarak tarandı. Hastaların 3 tanesi kadın 2
tanesi erkek idi. Hastaların tamamında KD taşı vardı. 3 hastanın RIRS öncesi başarısız sok wave
litotripsi öyküsü mevcuttu.
Yapılan işlemler öncesi 3 hastada görüntüleme olarak direkt üriner sistem grafi(DSÜG) ve üriner sistem
ultrasonografi mevcuttu. 2 hastada ise kontrastsiz spiral tomografi ile değerlendirildi.
RIRS işlemi 9,5 f fleksbl üreterorenoskop (URS) kullanılarak yapıldı. KD ağızları 275 nm holmium laser
kullanılarak ablate edildi ve taşlara müdahale edildi. KD tamamı dar ve kısa boyunlu olup 4 üst pol
1tanesi orta pol yerleşimli idi.
Taşsızlığa 6 hafta sonra yapılan radyolojik (Üriner USG, DSÜG) değerlendirme ile karar verildi.
Bulgular: Hastaların tamamında KD taşları mevcut olup , KD santral yerleşimli ve dar ağızlı idi.
Ortalama taş boyutu 11,2 mm’idi. 3 hastada başarısız ESWL sonrası RIRS kararı verildi. 2 Hastada
kontrastsız CT sonrası tespit edilen KD ve taşları nedeni le RIRS kararı verildi.
Hastaların yaş ortalaması 52,5 yıl , body mass indeks ortalaması ;26,5 idi. Ortalama işlem süresi 423
dk idi.
6. haftada yapılan değerlendirmede 3 hastada komplet taşsızlık sağlandığı tespit edildi. Kalan 2
hastada ise komplet taşsızlık 2 seans ile sağlandı. Tek seansta taşsızlık oranı %60 olup literatür ile
bağdaşmaktadır. Hastaların tamamın D-J katateri alındı.
Tartışma: RIRS kullanımının giderek artması ve holmium laserin etkinliği , özellikle direkt bakı ile
RIRS’ de KD değerlendirilebilmesi önemli avantaj sağlamaktadır. İşlemin minimal invaziv olması ve
endovizyonal olarak tüm basamakların görerek yapılması da önemli avantajları arasındadır.
KD uygun tedavinin belirlenebilmesi ve üstünlüklerinin kıyaslanabilmesi açısından prospektif çok
merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Kaliks Divertikülü, Fleksbl URS, Renal Taş
Figürler :
PS-07
The laparoscopic management of the ureteropelvic junction obstruction: Our initial
experience
Mustafa Suat Bolat1, Abdullah Açıkgöz2, Ekrem Akdeniz1
1
Samsun Training And Research Hospital, Department Of Urology, Samsun, Turkey
2
Kemerburgaz University, Department Of Urology, İstanbul, Turkey
Background:
We retrospectively evaluated laparoscopic pyeloplasty results and complications in ureteropelvic
obstruction.
Methods:
Thirty-three cases with ureteropelvic obstruction were accrued into this study. Eighteen patients
underwent Anderson-Hynes dismembered Pyeloplasty and 15 underwent Y-V plasty. Cases were
screened for follow-up at 3., 6. months and then yearly. Partial or total symptomatic relief and
improvement in diuretic renogram was accepted as success.
Results:
Median age was 34.5±15.5(13-74) years, number of males were 13 (39.4%) and females were 20
(60.6%). Median Body Mass Index was 25.3±15.4(18.5-33.4). Eight were asymptomatic, and 23 had
intermittent pain. Fourteen cases had left side obstruction (42.4%) and 19 had in the right
kidney. Intraoperatively 19 cases had aberrant vessel. Mean surgery time was 127.9±38.9 (68-245)
minutes, median anastomosis time was 20.8±7.3 (8-39) minutes. Median blood loss was 57.1±28.3
(20-150) mL, median postoperative drainage time was 2.6±1.1 (2-7) days. Only one had prolonged
ileus and peritoneal irritation findings. Median narcotic and nonnarcotic requirement were 21.5±4.8
(15-30) and 132.6±37.2 (75-200) mg/day, respectively. Median follow-up period was 35.1±13.6 (1159) months.
Conclusions:
Laparoscopic pyeloplasty, is minimally invasive and reliable technique replaces open pyeloplasty in
many institutions. Shorter hospitalization, lower postoperative morbidity rates, better cosmetic results
and higher successful rates can be easily achieved.
Anahtar Kelimeler : Laparoscopic Pyeloplasty, Ureteropelvic Obstruction
PS-08
ROBOTİK VS AÇIK PARSİYEL NEFREKTOMİ: 2 TEKNİĞİN TEK MERKEZLİ
KARŞILAŞTIRILMASI
Veli Yalçın1, Burak Özkan2, Enis Rauf Coşkuner2
1
Bakırköy Acıbadem Hastanesi Üroloji Bölümü
2
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı; Bakırköy Acıbadem Hastanesi
Amaç: Böbrek tümörlerinin tedavisinde robot yardımlı parsiyel nefrektomi (RYPN) ile açık parsiyel
nefrektomi (APN) sonuçlarımızın Türkiye’den tek merkez olarak karşılatırmasını yapmak.
Metod: Merkezimizde Mayıs 2011 ile Mart 2015 tarihleri arasında böbrek tümörü nedeniyle yapılan 38
RYPN ve 30 APN karşılaştırması için veriler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Klinik ve patolojik
değişkenler, onkolojik ve fonksiyonel sonuçlar analiz edilmiş ve karşılaştırılmıştır. Hasta karakteristikleri
tablo 1’de görülmektedir.
Sonuçlar: Her 2 yöntem arasında (RYPN vs APN) hasta yaşı (p=0.065), cinsiyet (p=0.737), kitlelerin
lokalizasyonu (p=0.517), tümör boyutu (p=0.372), nefrometri skorları (p=0.492) ve preoperatif
tahmini glomeruler filtrasyon oranları (eGFR) (p=0.668) arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır.
Ortalama operasyon süresi (200 vs 168 dak, p=0.000) ve ortalama sıcak iskemi süresi (21 vs 17 dak,
p=0.000) RYPN grubunda daha uzun olarak saptanmış ancak postoperatif eGFR değerleri açısından
gruplar arasında fark bulunmamıştır (p=0.085). Her 2 grup arasında tahmini kan kaybı açısından
anlamlı fark saptanmamıştır (p=0.588). Hastanede kalış (3.5 vs 5 gün, p=0.03) ve postoperatif ağrı
(5.1 vs 7, p=0.000) APN grubunda daha kötü idi. Postoperatif komplikasyon oranı APN ve RYPN için
sırasıyla % 10 ve % 10.5 olarak hesaplanmıştır (p=1.000). RYPN grubundaki 1 hasta da operasyondan
yaklaşık 1 yıl sonra aynı böbrekte rekürrens saptanmıştır (p=1.000). Kullanılan yöntemlere göre
operatif verileri tablo 2’de görülmektedir.
Yorum: RYPN, kısa hastanede kalış ve postoperatif ağrının daha az olması ile APN’ye ciddi bir alternatif
oluşturmaktadır. Ortalama operasyon süreleri ve sıcak iskemi süresi APN grubunda daha kısa olmakla
beraber artan RYPN deneyimi ile bu olumsuzluğunda ortadan kalkacağını düşünmekteyiz. Her iki
yöntem arasında postoperatif renal fonksiyonlar açısından fark saptanmaması da amacı böbrek
fonksiyonlarını korumak olan bir işlemde her 2 yöntem arasında fark olmadığını göstermektedir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek tümörü, robotik yardımlı parsiyel nefrektomi, açık parsiyel nefrektomi
Tables :
Hasta karakteristikleri
RYPN APN p
Hasta sayısı
38
30
Erkek
28
21
Kadın
10
9
Ortalama yaş
56.8
51.2 0.065
0.737
Taraf
0.189
Sağ
13
15
Sol
25
15
Soliter böbrek
0.441
Lokalizasyon
0.517
Üst pol
18
11
Orta pol
3
4
Alt pol
17
15
Çap
4.13
4.33 0.372
Nefrometri skoru 5.37
5.90 0.492
Cerrahi yöntemlere göre hastaların operatif verileri
RYPN APN p
Ortalama kan kaybı (ml)
296
313
0.588
Operasyon süresi (dak)
200
168
0.000
Sıcak iskemi süresi (dak)
21.6
17.20 0.000
Hastanede kalış (gün)
3.5
5
Preoperatif eGFR (mL/min) 77.3
0.03
76.2 0.668
Postoperatif eGFR (mL/min)
1.Hafta
74.3
72.4 0.657
3.Ay
76.8
76
Postoperatif VAS skoru
5.18
7.03 0.000
Komplikasyonlar
0.123
1.000
Grade 2
2
1
Grade 3a
1
0
Grade 3b
1
2
Transfüzyon
2
1
0.786
PS-09
MINIMALLY INVASIVE MANAGEMENT OF ISOLATED RENAL CYSTIC ECHINOCOCCOSIS
Taha Numan Yıkılmaz1, Erman Damar1, Erdem Öztürk1, Eşref Oğuz Güven1, Halil Başar1
1
Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Oncology Education And Research Hospital
Introduction
Hydatid cyst is a parasitic infection which is caused by Echinococcus. Hydatid cysts are mostly evident
in the liver (75%) and lungs (15%), while muscle, kidney, bone, brain and spleen involvements may
also be seen. Isolate renal involvement is rare, comprising only 2% of all cases. Hydatidosis can be
treated by medical, surgical and percutaneous modalities.
CASE REPORT
This 36-year-old woman was admitted to the hospital,with non-specific left flank pain of around 4
months duration. During this period, she developed intermittant fever (temperature, 38.0°C-39.5°C)
and lost 8 kg weight. Ultrasonography revealed a 67x47 mm cystic lesion in the lower pole of left
kidney with heterogen inner structure. The CT scan also confirmed a 70x65 mm cystic lesion in the left
kidney having a thick wall, 25-35 HU enhanced. The cyst has a germinative membrane in the central
and reported as type 2 hidatid cyst (Figure 1). There were no lesions in liver and lungs. Indirect
hemaglutination test was also confirmed the diagnosis with 1/1280 titration positivity.
Cyst excision suggested but patient refused so ultrasound guided aspiration of the kidney hydatid cyst
was performed with 20 gauge disposable lumbar puncture needles followed by ablation with 99.5%
alcohol for a contact time of 20 minutes. Then percutaneous drenage catheter placed into the cyst. The
patient discharged with 400 mg oral albendazol twice a day. Also aspiration material confirmed hydatid
cyst. At 6-month follow up USG confirmed effectively ablated hydatid cysts (Figure 2).
DISCUSSION
Ultrasonography, CT and MRI have been used to diagnose abdominal hydatid cysts, USG will
demonstrate daughter cysts and well defined cysts, which may be single on multiple, uni- or
multiloculated, thin or thick walled with mobile membranes. Daugter cysts will be seen in urine in case
of communication of the hydatid cyst with the renal collecting system. This is hydaturia and
patognomonic for diagnosis but can be seen in only 5-10% of cases.
Hydatic cyst classified into 5 groups according to USG findings (Table 1). According to this classification
the treatment of cyst divided in to three groups: CE1 and CE2 are active cysts and intervention is
needed; CE3 is transitional zone; CE4 and CE5 are inactive cysts and no interventional is needed. Our
cases were CE2 cysts.
Surgery has the potential to cure completely the patient, because of that surgery (total or partial
nephrectomy) remains the main stay of treating renal hydatid cysts. Main goal of surgery is excising
the whole cyst with its intents without rupture which will cause recurrence and anaflactic reaction.
Other treatment options are medical treatment and minimally invasive procedures (PAIR, PAIRD).
Minimally invasive treatments can be performed in cases which have high risk for surgery and in cases
which refuse the surgical treatment. The most performed tecnique is PAIR (percutaneus aspiration,
injection, re-aspiration). This tecnique is suitable for CE1, CE2 and CE3 hydatid cysts. If a catheter
replaced into the cyst after PAIR is called PAIR-D.
Figure 1: 70x65 mm cyst hydatid with germinative membranes at left kidney lower pole.
Figure 2: Controlled USG image
Anahtar Kelimeler : Hydatid cyst, PAIRD, minimally invasive
Figürler :
Tables :
Classification of hydatic cyst
CL Unilocular, cystic lesion(s) with uniform anechoic content, not clearly delimited by an hyperechoic rim
CE1
Unilocular, simple cyst with uniform anechoic content. Cyst may exhibit fine echoes due to shifting of
brood capsules which is often called hydatid sand
Multivesicular, multiseptated cysts; cysts septations produce ‘wheel-like’ structures, and presence of
CE2 daughter cysts is indicated by ‘rosette-like’ or ‘honeycomb-like’ structures. Daughter cysts may partly
or completely fill the unilocular mother cyst
Unilocular cyst which may contain daughter cysts. Anechoic content with detachment of laminated
CE3 membrane from the cyst wall visible as floating membrane or as ‘waterlily sign’ which is indicative of
wavy membranes floating on top of remaining cyst fluid
CE4
Heterogenous hypoechoic or hyperechoic degenerative contents. No daughter cysts. Cysts may show a
‘ball of wool’ sign which is indicative of degenerating membranes
CE5
Cysts characterised by thick calcified wall which is archshaped, producing a cone shaped shadow.
Degree of calcification varies from partial to complete
PS-10
ÇOCUKLARDA ULTRAMİNİ, MİNİ VE ERİŞKİN BOY NEFROSKOP İLE YAPILAN PERKÜTAN
NEFROLİTOTOMİ SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Huseyin Celik1, Ahmet Camtosun1, Onur Dede2, Mansur Dagguli2, Ramazan Altintas1, Cemal Tasdemir1
1
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
2
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç: Çocukluk çağındaki hastalarda farklı büyüklüklerdeki enstruman kullanılarak yapılan perkütan
nefrolitotomi (PNL) ameliyatlarının morbidite ve başarı oranları gibi sonuçlarını karşılaştırdık.
Materyal ve Metod: Ameliyat esnasında kullanılan enstruman boyutuna göre 3 farklı grup (ultramini
PNL, mini PNL ve erişkin boyut PNL) oluşturuldu ve gruplar kendi aralarında karşılaştırıldı. PNL
ameliyatı 220 çocukta 225 renal üniteye uygulandı, 5 hastada bilateral olarak yapıldı. Perkütan
nefrolitotomi 82 renal ünitede erişkin boyutta (24 F), 89 ünitede pediatrik boyutta (17 F) ve 50 ünitede
ultramini boyutta (9,5F) enstrüman kullanılarak gerçekleştirildi.
Sonuçlar: 124 kız ve 96 erkek çocuk çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşı 8,33 (<17) olarak
hesaplandı. Taşsızlık oranı 9,5 F nefroskop kullanılan 1. grupta %78 (39), 17F nefroskop kullanılan 2.
grupta %75,8 (69) ve 24F nefroskop kullanılan 3. grupta %71,4 (60) olarak tespit edildi. Toplayıcı
sisteme ulaşma süresi, operasyon süresi, nefrostomi süresi ve ortalama postoperatif hastanede kalış
süresi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. Ancak ortalama hematokrit azalması ve taş
yükü ultramini PNL grubunda anlamlı olarak düşüktü. Gruplar arasında modifye Clavien
klasifikasyonuna göre komplikasyon oranlarında anlamlı farklılık izlenmedi.
Tartışma: PNL’nin önemli bir komplikasyonu olan kanama dilatasyon genişliği, nefroskop çapı ve taş
yükü ile alakalı görünmektedir. Pediatrik tip nefroskop kullanmak kanama gibi komplikasyonları
azaltmak için uygundur ancak erişkin entrümanlar ve teknikler ile de eşit cerrahi başarı elde edilebilir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, Perkütan nefrolitotomi, Pediatri, Enstruman çeşidi
PS-11
ÇOCUK HASTALARIN BÖBREK VE ÜRETER TAŞLARI TEDAVİSİNDE BEDEN DIŞI ŞOK
DALGALARI İLE TEDAVİ BAŞARISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Kağan Türker Akbaba1, Barış Kuzgunbay2, Yalçın Kızılkan1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1
1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi
2
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Hastanesi
Amaç:
İlk olarak 1986 yılında, çocuk taş hastalarının tedavisinde beden dışı şok dalgaları ile taş kırma
(Shock Wave Lithotripsy, SWL) yönteminin başarılı bir şekilde kullanılması ile ilgili rapor yayınlanmıştır.
Bunu takiben geniş serilerde yetişkinlerle karşılaştırılabilir oranlarda komplikasyon, güvenlik ve taşsızlık
oranları rapor edilmiştir. Düşük komplikasyon oranları olması nedeniyle SWL, çocuk hastalarda birçok
durumda ilk basamak tedavi olarak kabul edilmektedir.
Çalışmamızda böbrek ve üreter taşı olan çocuk hastaların, üçüncü kuşak elektromanyetik SWL
cihazı ile tedavisinde taş kırma başarısını etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem:
Çalışmamızda 2003 ile 2014 yılları arasında, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağlı iki
merkezde Siemens Lithostar Modularis Uro-Plus (Siemens Medical Systems, Erlangen, Almanya) ile
tedavi edilen 466 hastanın bilgileri retrospektif olarak analiz edildi. Çalışmaya dahil edilen 466
hastanın, 507 renoüreteral ünite taşı kırıldı. Tüm hastaların öyküsü alınıp, fizik muayene yapıldıktan
sonra, idrar kültürü, serum kreatinin ve kan üre azotu (BUN) tetkikleri yapıldı. İntravenöz pyelografi
(İVP), ultrasonografi veya opaksız bilgisayarlı tomografi (BT) tetkiki taş tanısı, yeri, taş yükü ve
hidronefroz varlığı veya derecesi tanısı konulmak için kullanıldı. Anatomik anomalisi ve staghorn taşı
olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.
Hastalar taş yükü hesaplanarak 3 gruba ayrıldı. Grup 1: <100 mm2; grup 2: 101-200 mm2;
grup 3: >200 mm2.
Hidronefroz derecesine göre hastalar dört gruba ayrıldı. Grup 0: hidronefrozu olmayan; grup
1: hafif; grup 2: orta; grup 3: belirgin. Hidronefroz derecesi İVP, BT veya ultrasonografi ile tespit
edilmişti. Yaşın etkisi, taş yükün ve hidronefrozun başarı üzerine etkisini araştırıp tüm gruplar
karşılaştırıldı. Ek olarak ortalama enerji, şok dalgası sayısı, seans sayısı, floroskopi süresi, ek tedavi
oranı karşılaştırıldı.
Bulgular:
SWL ile tedavi edilen çocuk hastalarda toplam başarı oranımızı %86.2 olarak saptadık ve taş
yükü ve hidronefroz varlığı ve derecesinin taş kırma başarısını etkilediği, taş lokalizasyonunun, hastanın
cinsiyetinin, yaşının, taş kırma esnasında kullanılan enerji miktarının, taşın opasitesinin, double J stent
bulunmasının ve nefrostomi kateteri bulunmasının taş kırma başarısını etkilemediğini tespit ettik.
Tablo1 ve 2' de taş yüküne göre ve hidronefroz derecesine göre başarı oranları belirtilmiştir.
Sonuç:
Çocukluk çağı üriner sistem taş hastalığında SWL etkinliği ve güvenilirliği gösterilmiş bir tedavi
yöntemidir. Kolay uygulanabilirliği, minimal invaziv olması, düşük komplikasyon oranları, kısa hastane
yatış süresi, hızlı iyileşme nedeni ile çocuklarda birçok üriner sistem taş hastalığında ilk basamak tedavi
olarak uygulanmaktadır.
SWL'nin taş hastalığındaki başarı oranları taş yükü ve hidronefroz ile yakından ilişkilidir. Taş boyutu
arttıkça taş kırma başarısı azalmakta, hidronefroz olması ve derecesinin artması durumunda aynı
şekilde taş kırma başarısı azalmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Beden dışı şok dalgalarıyla taş kırma, çocuk, taş yükü, hidronefroz
Tables :
Tablo 1: Taş yüküne göre grupların başarı oranları ve dağılımı
Taş Yükü
100 mm2 ve altı 101-200 mm2 201 mm2 ve üstü Toplam
Başarısız n (%) 31 (9.8)
26 (17.9)
13 (28.9)
70 (13.8)
Başarılı n (%) 286 (90.2)
119 (82.1)
32 (71.1)
437 (86.2)
Toplam n (%) 317 (62.5)
145 (28.6)
45 (8.9)
507 (100.0)
Tablo 2: Hidronefroz derecesine göre dağılımı ve başarı oranları
Hidronefroz
Yok
Hafif
Orta
İleri
Toplam
Başarısız n (%) 24 (11.0) 12 (8.1)
18 (19.6) 16 (34.0) 70 (13.8)
Başarılı n (%) 195 (89.0) 137 (91.9)
74 (80.4) 31 (66.0) 437 (86.2)
Toplam n (%) 219 (43.2) 149 (29.4)
92 (18.1) 47 (9.3) 507 (100.0)
PS-12
ÜRETER TAŞLARININ ENDOSKOPİK TEDAVİSİNDE GENEL VE SPİNAL ANESTEZİNİN
SONUCA ETKİSİ
Selahattin Çelikkaya1, Eray Hasırcı2, Bülent Öztürk3, Ayhan Dirim2, Kağan Türker Akbaba2, Mehmet
İlteriş Tekin2, Hakan Özkardeş2
1
Sb, Ulus Devlet Hastanesi, Ankara
2
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Başkent Üniversitesi Konya Hastanesi, Üroloji Anabilim Dalı, Konya
Amaç: Genel ve spinal anestezi altında yapılan üreterorenoskopi sonuçlarını karşılaştırmak.
Yöntem: Kliniğimizde 1996 ile 2011 yılları arasında üreterorenoskopik taş tedavisi uygulanan 1305
hasta retroskopektif olarak icelendi. Hastalardan 4'ü organ anomalisi olması, 18 yaş altında olması, eş
zamanlı başka girişim yapılmış olması ve 1'i de gebe olmasından dolayı çalışma dışı bırakılmıştır. Tablo
1'de hastaların anestezi yöntemine ve cinsiyete göre dağılımları görülmektedir. Genel anestezi yapılan
hastaların ort yaşları 49.5 iken spinal anestezi yapılan hastaların ort yaşları 47.2 olduğu görülmüştür
(p< 0.01). Genel anestezi indüksiyonu 2 mg/kg propofol ve 0.1 mg/kg vekuronyum bromid,
devamında ise %50 N2O inhalasyonu ve propofol infüzyonu ile sağlanmıştır. Spinal anestezi 25G iğne
ile L4-L5 intervertebral aralığından spinal boşluğa girilmesi ve %0.5 hiperbarik bupivakain 2 ml
verilmesi ve intravenöz 2.5 mg midazolam sedasyonu ile sağlanmıştır. Tüm hastalar işlem esnasında
monitörize takip edilmiştir. İşlem öncesi tek doz 1. kuşak sefalosporin ile profilaksi sağlanmıştır.
Üreterorenoskopi standart yöntemle yapılmıştır. Üreter orifisi görülerek üretere kılavuz tel, mesaneye
drenaj kateteri konularak uygulanmıştır. Tüm olgularda semi-rijit 9.5F üreterokop (Storz, Germany)
kullanılmıştır. Taş kırma işlemi gerekli olduğunda pnomotik litotriptör veya Holmium YAG Lazer
kullanılmıştır. Taşsızlık sağlanması yada toplanamayacak büyüklükte fragmanların varlığı başarı olarak
kabul edilmiştir.
Bulgular: Gruplara göre başarı oranları Tablo 2'de verilmiştir.
Sonuç: Üreter taşlarının tedavisinde anestezi yöntemleri arasında işlemin başarısı açısından belirgin bir
farklılık bulunmamaktadır. Biz spinal anestezinin genel anesteziye kıyasla daha minimal invaziv
olduğundan tercih edilebileceğini düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler : Üreter taşı, Genel ve Spinal Anestezi
Tables :
Tablo 1: Anestezi yöntemi ve cinsiyete göre hasta dağılımı
n
%
Anestezi Yöntemi
Genel
452 34.7
Spinal
848 65.3
Cinsiyet
Kadın
418 32.1
Erkek
882 67.9
Toplam
1300 100
Tablo 2: Anestezi yöntemine göre başarı oranları.
Genel
Spinal
Taşsızlık n (%) 336 (% 74.3) 639 (% 75.3)
Rezidü taş n (%) 112 (% 24.8) 170 (% 20)
Başarısız n (%) 4 (% 0.9)
Toplam
39 (% 4.7)
452 (%100) 848 (% 100)
PS-13
BÖBREK NAKİL HASTALARINDA GREFT BÖBREĞE REFLÜNÜN ENDSKOPİK TEDAVİ
BAŞARISI
Eray Hasırcı1, Ayhan Dirim1, Yüksel Cem Aygün1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1
1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Böbrek nakil sonrası tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonu ile başvuran, greft böbreğe
vezikoüreteral reflü (VUR) saptanan hastalarda endoskopik subüreterik enjeksiyon (STING) başarısı
araştırılmıştır.
Yöntem: Kliniğimizde 2013 ile 2015 yılları arasında greft böbreğe VUR nedeni ile kalsiyum
hidroksiapatit enjeksiyonu yapılan 4’ü kadın 9 hastanın verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Böbrek
nakil sonrası ilk 6 ayda 3’den fazla üriner sistem enfeksiyonu geçiren hastalar voiding sistoüretrografi
(VCU) ile değerlendirilmiştir. Hastaların 1’inde orta derecede reflü (Grade 3) saptanırken 8’inde ileri
derecede (Grade 4-5) reflü saptanmıştır. Tüm olgulara genel anestezi altında aynı cerrah tarafından ort
1.27 mL (0.8-1.5 mL) kalsiyum hidroksiapatit kullanılarak STING uygulanmıştır. Olgular STING sonrası
3. Ayda VCU ile kontrol edilmiştir. Reflünün kaybolması veya evre 1’e gerilemesi başarı olarak kabul
edildi. İkinci bir başarı kriteri de işlem sonrası üriner enfeksiyon sıklığının azalması olarak belirlendi.
Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 46 olarak hesaplandı (18-70 yaş aralığı). İki hastada VUR'un
kaybolduğu veya grade 1'e gerilediği görülmüştür (%22). Beş hastada orta dereceli VUR'un devam
ettiği, 2 hastada ise ileri derecede reflü olduğu izlenmiştir. Her ne kadar STING ile reflü tedavisi
başarısız gibi görünse de ilk 6 ayda hastaların üriner sisem enfeksiyonu geçirme durumlarına göre
sonuçlar olumludur. Hastalar STING sonrasındaki ilk 6 ayda ort 2 kez (0-5 kez) üriner sistem
enfeksiyonu geçirmişlerdir.
Sonuç: Böbrek nakil hastası olan ve tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonu geçirenlerde greft böbreğe
VUR mutlak akla gelmelidir. Endoskopik olarak tedavisi her ne kadar yüz güldürücü olmasa da
enfeksiyon sıklığını azalttığı belirlenmiştir. Biz reflü derecesini kısmen düşürse de enfeksiyon kontrolünü
sağlamasından ve minimal invaziv bir işlem olmasından dolayı greft böbreğe STING'i öneriyoruz.
Anahtar Kelimeler : Böbrek nakli, Vezikoüreteral reflü, Subüreterik enjeksiyon
PS-14
DÜŞÜK DANSİTELİ ÜRİNER SİSTEM TAŞLARINDA MEDİKAL DİSSOLÜSYON TEDAVİSİ
DENEYİMLERİMİZ
Eray Hasırcı1, Ayhan Dirim1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1
1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Bilgisayarlı Tomografi'de (BT) düşük dansiteli tespit edilen üriner sistem taşlarında medikal
dissolüsyon tedavisindeki başarımızı değerlendirmek.
Yöntem: Kliniğimizde Mayıs 2011 ile Kasım 2015 tarihleri arasında BT ölçümlerine göre düşük dansiteli
(Maksimum 750 Hounsfield Unit) üriner sistem taşı olduğu tespit edilen ve dissolüsyon tedavisi
amacıyla Potasyum Sodyum Hidrojen Sitrat verilen 11'i erkek 23 hastanın verileri retrospektif olarak
incelendi. Hastaların ortanca yaşı 63 olarak hesaplandı (44-82 yaş aralığı). Taş yükü açısından
değerlendirildiğinde ort. 366 mm2 olduğu (37 - 1024 mm2), taşların ise 16 hastada böbrekte, 3
hastada üreterde ve 4 hastada ise hem böbrek hem de üreterde olduğu görüldü. Hastalar ort. 9.8 ay
(1-31 ay) takip edilmiş olup takip sürecinde ort. 5.6 ay (1-17 ay) dissolüsyon tedavisi yapıldığı tespit
edildi. Tüm hastalarda tedaviye standart doz başlanıp 3 ve 10. günlerde idrar pH ölçümlerine göre doz
ayarlaması yapıldı. Tamamen taşsızlık sağlanması (Tam yanıt) veya taş yükünde %50'den fazla
azalmanın olduğu (Parsiyel yanıt) hastalar başarılı gruba dahil edilmiştir. Taş yükünde değişiklik
olmayan, yetersiz azalan, taş yükünde artış olan, dissolüsyon tedavisini tolere edemeyen hastalar ise
başarısız gruba dahil edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil olan hastaların 6'sına (%26) yan ağrısından ve 2'sine (%8.6) de tek böbrekli
olmalarından dolayı medikal tedavi öncesi üreteral kateter yerleştirişmiş. Bir hastaya ise yine medikal
tedavi öncesi piyonefroz dolayısıyla nefrostomi konmuş. Hastaların sadece 6'sında taş analizi yapmaya
müsait miktarda taş elde edilmiş olup taşların hepsinin ürik asit taşı olduğu görülmüş. Tedavi
sonrasında 15 hastada tam yanıt alınırken (%65.2), 4 hastada parsiyel yanıt (%17.4) alınmıştır. Dört
hastada ise tedaviye cevap alınamamıştır (%17.4).
Sonuç: Ürik asit taşlarının ya da BT kriterlerine göre düşük dansiteli taşların varlığında medikal
tedavinin, cerrahi tedavi öncesi denenmesinde yarar vardır. Bu gibi hastalarda cerrahi ihtiyacının
ortadan kalkması ile hastaların yaşam kaliteleri ciddi oranda korunmuş olacağı aşikardır.
Anahtar Kelimeler : Üriner sistem taşları, medikal dissolüsyon tedavisi
PS-15
PREOPARATİF NÖTROFİL/LENFOSİT ORANININ PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASI
SEPSİS GELİŞİMİNİ ÖNGÖRMEDEKİ ROLÜ
Volkan Şen1, İbrahim Halil Bozkurt1, Özgü Aydoğdu1, Tarık Yonguç1, Serkan Yarımoğlu1, Pınar Şen2,
Ömer Koraş1, Tansu Değirmenci1
1
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
2
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik
Mikrobiyoloji Kliniği
Amaç: Perkütan nefrolitotomi (PCNL) yapılan hastalarda preoperatif nötrofil/lenfosit (N/L) oranının,
postoperatif sepsisi öngörmedeki rolünü değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal ve metod: Böbrek taşı nedeni ile PCNL yapılan toplam 487 hastanın verileri retrospektif
olarak incelendi. Taş yükü, giriş yeri ve sayısı, operasyon zamanı, rezidü taş varlığı ve kan transfüzyon
oranları hastaların hepsinde postoperatif olarak kaydedildi. Tüm hastalar postoperatif SIRS/sepsis
bulguları açısından takip edildi. N/L oranını da dahil olmak üzere enfeksiyöz risk faktörleri ile
SIRS/sepsis arasındaki ilişki değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 91 (%18,7) hastada SIRS saptanırken, bu hastaların 25’i (%5,1) sepsis tanısı aldı.
Taş yükü, operasyon süresi, irrigasyon oranları, önceki cerrahi öyküsü, nefrostomi kalış süresi, giriş
sayısı, kan transfüzyon oranları, rezidü taş varlığı, postoperatif idrar kültürü, renal pelvis idrar kültürü
ve taş kültürü SIRS ve sepsis gelişiminde prediktif etkenler olarak saptandı (Resim 1). ROC analizinde
N/L oranı için cut-off değeri 2.50 olarak hesaplandı. Hastalar N/L<2.50 ve ve N/L≥2.50 olarak iki gruba
ayrıldığında; sepsis oranları N/L oranı ≥2.50 olan grupta anlamlı olarak fazla saptandı (p=0.006).
Ayrıca preoperatif ve postoperatif idrar kültür pozitifliği yüksek N/L oranlarıyla ilişkili olarak saptandı
(p=0,039 ve p=0,003 sırasıyla) (Tablo 1).
Sonuç: Preoperatif N/L oranı böbrek taşı nedeniyle PCNL yapılan hastalarda bakteremiyi ve
postoperatif sepsisi öngörmede ek bir belirteç olarak kullanılabilir. Kolay ölçülen ve basit bir
hemogramdan elde edilebilen bu belirteç, ekstra maliyet getirmeden günlük pratikte kolaylıkla
kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler : nötrofil-lenfosit oranı, perkütan nefrolitotomi, sepsis, sistemik inflamatuar yanıt
sendromu, ürosepsis
Figürler :
Tables :
Sepsisi öngörmek amaçlı hesaplanan N/L cut-off değerine hastaların karakteristik
özelliklerinin ve bulguların karşılaştırılması
N/L ≥2.50 (n=168) N/L <2.50 (n=319) p
Sepsis (+/-)
15/153
10/309
0.006*
N/L (mean±SE)
3.40±0.10
1.75±0.03
<0.001**
Preoperatif idrar kültürü (+/-) 23/145
25/294
0.039*
Postoperatif idrar kültürü (+/-) 29/139
25/294
0.003*
Renal pelvis idrar kültürü (+/-) 8/160
14/305
0.850*
Taş kültürü (+/-)
36/283
0.254*
25/143
PS-16
DİSTAL ÜRETER TAŞINA EPİDURAL ANESTEZİ ALTINDA URETEROSKOPİ DENEYİMİMİZ:
OLGU SUNUMU
Mehmet Çağlar Çakıcı1, Demet Erol2, Hakkı Uğur Özok1, Hikmet Topaloğlu1, Caner Öztürk1, Hamit Ersoy1
1
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
2
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji Ve Reanimasyon Kliniği
Özet
Üreter taşı tedavisinde üreteroskopik lazer litotripsi sık olarak kullanılmaktadır. Bu vaka sunumunda
distal üreter taşına planlanan operasyon esnasında epiglotta kitle görülen, genel anestezi
uygulanamadığı için epidural kateter takılarak spinal anestezi yapılan hastada üreteroskopik lazer
litotripsi deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Sonuç olarak spinal anestezi için intratekal %5’lik bupivakaine (15 mg) ilave edilen fentanyl’in (25
mcgr) spinal analjezi etki başlama süresini hızlandırdığı, yayılımı arttırdığı, daha derin blok oluşturduğu
için yüksek ağrı skoruna neden olan üreteroskopik lazer litotripside yeterli anestezik ve analjezik
etkinlik sağladığı gözlenmiştir.
Giriş
Üreter taşı tedavisinde üreteroskopik lazer litotripsi günlük üroloji pratiğinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Bu operasyonlar çoğunlukla genel anestezi altında yapılmakla birlikte spinal anestezi altında da
yapılabilmesi mümkündür. Distal üreter taşı olan kadın hastalarda intravenöz sedasyon ile de
operasyon uygun olabilmektedir.
Spinal ve epidural anestezi uygulanan hastalarda anestezi kalitesini artırmak, anestezi süresini
uzatmak ve yan etkilerini azaltmak için lokal anesteziklere adjuvanlar sıklıkla ilave edilir. En sık
kullanılan adjuvan ajanlar opioidlerdir. İntratekal olarak verilen opioidler, spinal kordun arka
boynuzunda substantia gelatinosa’daki reseptörler üzerinde etkilidirler. Opioidlerin lokal anestezikler ile
kombinasyonu- nun daha etkin ve daha uzun süreli anestezi oluşturduğu bilinmektedir. İntratekal 1025 mcgr dozlarda uygulandığında 180-240 dakika süreyle etkin olduğu gösterilmiştir.
Vaka Sunumu
Kliniğimize 1 hafta önce başlayan sağ yan ağrısı şikayeti ile başvuran 42 yaşındaki erkek hastaya
yapılan kan tahlillerinde kan üre azotu 33, kreatinin 1,4 olarak geldi. Tüm abdomen bilgisayarlı
tomografide sağ üreter distal kesimde 11x8 mm taş ve grade 1-2 hidroüreteronefroz saptandı (Resim
1-2). Hastaya endoskopik lazer litotripsi operasyonu planlandı.
Resim- 1
Resim- 2
Genel anestezi indüksiyonu uygulandı. Ancak entübasyon aşamasında laringoskopide sol vokal kord
üzerinde kitle görüldü (Resim 3). Kitlenin yapısı ve kapsamı bilinmediğinden anestezi ekibi tarafından
entübasyon yapılmayarak hasta uyandırıldı. Hastaya lezyon ve yaklaşımımız hakkında bilgi verilip
onamı alındıktan sonra spinal anestezi (15 mg bupivakain ile 25 mcgr fentanil) uygulandı, epidural
kateter yerleştirildi.
Resim- 3
Spinal anestezinin etkinliği pinprik testi ve Bromage skalası ile değerlendirildi. T4 düzeyinde duyusal
blok sağlanan ve Bromage skalası 3 olan hasta anestezi ekibinden devralındıktan sonra üreteroskopi
yapılarak taşa lazer litotripsi uygulandı, DJ kateter yerleştirildi.
Ağrı düzeyi Verbal Analog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Operasyon boyunca VAS: 0 olarak saptandı.
Ek epidural uygulamaya gereksinim duyulmadı. Hastanın postoperatif 24. saatte de yapılan VAS: 0
olarak saptandı. Postoperatif 1. günde sondası ve epidural kateteri çekilerek taburcu edildi.
Sonuç olarak bu olguda spinal anestezi için intratekal %5’lik bupivakaine (15 mg) ilave edilen
fentanyl’in (25 mcgr) spinal analjezi etki başlama süresini hızlandırdığı, yayılımı arttırdığı, daha derin
blok oluşturduğu için yüksek ağrı skoruna neden olan üreteroskopik lazer litotripside yeterli anestezik
ve analjezik etkinlik sağladığı gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler : üreteroskopi, epidural, spinal, anestezi, lazer litotripsi, epiglot, kitle
Figürler :
PS-17
ÜRETER TAŞI OLAN HASTALARDA TWİNKLİNG ARTEFAKT KONTRASTSIZ BİLGİSAYARLI
TOMOGRAFİYE ALTERNATİF OLARAK KULLANILABİLİR Mİ?
Volkan Şen1, Çetin İmamoğlu2, İbrahim Küçüktürkmen1, Tansu Değirmenci1, İbrahim Halil Bozkurt1,
Tarık Yonguç1, Özgü Aydoğdu1, Bülent Günlüsoy1
1
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
2
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği
Amaç: Renkli Doppler ultrasonografi twinkling artefaktının (TA) üreter taşı tanısında kontrastsız
bilgisayarlı tomografiye (BT) alternatif olarak kullanılabilirliğini değerlendirmek.
Materyal-metod: Nisan 2015 ve Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde kontrastsız BT ile üreter
taşı tanısı alan, 18 yaş üzeri ardışık toplam 125 hasta prospektif olarak değerlendirildi. Üreteral J stenti
olan, bilateral üreter taşı olan ve aynı üreterde birden fazla taşı olan toplam 19 hasta çalışma dışında
bırakıldı. Bütün hastalara BT ile aynı günde, BT sonuçlarını bilmeyen deneyimli bir radyolog tarafından
(Çİ) renkli Doppler ultrasonografi yapıldı ve twinkling varlığı araştırıldı. TA 0,1 ve 2 olmak üzere
derecelendirildi. BT altın standart tanı yöntemi kabul edilerek TA spesifitesi hesaplandı. TA varlığı ile
taş boyutu, tarafı, lokalizasyonu ve hastaların vücut kitle indeksleri (VKİ) karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 44.9±15.1 yaş (16-89) ve ortalama VKİ 24.8±1.8 (21-31)
kg/m2 idi (Tablo 1). Toplam 92 (%86,8) hastada TA saptandı. Hastalar twinkling derecelerine göre alt
gruplara ayrıldığında; 14 hasta TA derece 0, 55 hasta TA derece 1 ve 37 hasta TA derece 2 olarak
değerlendirildi. Gruplar arasında VKİ açısından anlamlı bir fark saptanmazken (p=0,334); ortalama taş
boyutları arasında istatistiksel fark tespit edildi (p=0,012) (Tablo 2).
Sonuç: Renkli Doppler ultrason TA, kontrastsız BT sonuçlarıyla karşılaştırılabilecek güvenilir ve iyi bir
alternatif görüntüleme yöntemidir. Özellikle hamile kadınlarda ve çocuklarda üreter taşı tanı ve
takibinde güvenle kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler : twinkling artefaktı, renkli Doppler ultrason, kontrastsız bilgisayarlı tomografi,
üreter taşı
Tables :
Hastaların demografik özellikleri ve taş lokalizasyonları
Yaş (yıl), Mean±SD
44.9±15.1
Cinsiyet
Kadın
40 (37,7%)
Erkek
66 (62,3%)
Ortalama VKİ
24.8±1.8 (21-31)
Üreter taşı lokalizasyonu
Sol
44 (41,5%)
Sağ
62 (58,5%)
Proksimal
45 (42,5%)
Orta
21 (19,8%)
Distal
40 (37,7%)
Ortalama taş boyutu
10.6 ±4.1
Twinkling artefakt dereceleri ile ortalama VKİ ve ortalama taş boyutlarının karşılaştırılması
Ortalama VKİ (kg/m2) Ortalama taş boyutu (mm)
Twinkling derece 0 (n=14) 25,2±1,6
7,8±2,1
Twinkling derece 1 (n=55) 24,8±1,7
11±3,7
Twinkling derece 2 (n=37) 24,6±2,0
10,7±4,8
p
0,012*
0,334*
PS-18
NADİR GÖRÜLEN BİR HİDRONEFROZ NEDENİ : ÜRETERAL ENDOMETRİOZİS
Nebil Akdoğan1, Bahattin Kızılgök1, Fatih Gökalp1, Yıldırım Bayazıt1, Ahmet Barış Güzel2, Emine Bağır
Kılıç3, Şaban Doran1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
2
Çukurova Üniversitesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı
3
Çukurova Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı
Giriş
Endometriumun anatomik yeri dışında görülmesi olarak tanımlanan endometriozis, sık görülebilen selim
bir jinekolojik hastalıktır. En çok pelvik peritonda görülmekte birlikte overler, rektovajinal septum ve
üreterde, daha nadiren de mesane, perikard ve plevrada yerleşim gösterebilir. Bu çalışmada, sağ
hidronefroza neden olan üreteral endometriozis olgusu sunulmaktadır.
Hasta ve Yöntem
Otuz iki yaşında kadın hastanın sağ lomber ağrı nedeniyle yapılan ultrasonografisinde sağ hidronefroz,
MR görüntülemesinde sağda 4 cm'ye ulaşan bilateral polikistik over ve sağ üreterde over düzeyine
kadar dilatasyon, retrograd üreterografisinde ise üreterde 4 cm'lik dar segment saptandı. Üreteroskopi
ve biyopsi sonunda endometriozis tanısı konuldu. Hastaya laparoskopik rezeksiyon ve
üreteroüreterostomi uygulandı. Postoperatif altıncı aydaki ultrasonografisinde hidronefroz saptanmayan
hasta, sekizinci ayda sorunsuz takiptedir.
Sonuçlar
Üreteral endometriozis, renal kolik ve hidronefrozun ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken ender bir
patolojidir. Bulunduğu segmentin yeri ve uzunluğuna göre, minimal invaziv bir yöntemle tedavi
edilebilir.
Anahtar Kelimeler : Endometriozis, üreter, hidronefroz, nadir, laparoskopi, üreteroüreterostomi
PS-19
2 YAŞ ALTI ÇOCUK HASTALARDA LAPARASKOPİK BASİT NEFREKTOMİ VE
NEFROÜRETEREKTOMİ DENEYİMLERİMİZ
Volkan İzol1, Fesih Ok1, İsmail Önder Yılmaz1, Kadir Karkin1, Yıldırım Bayazıt1, Nihat Satar1, Şaban
Doran1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç:
Bu çalışmamızda 2 yaş altı çocuk hastalarda laparoskopik nefrektomi ve nefroüreterektomi
deneyimlerimizi sunmaktayız.
Hastalar ve Yöntem:
Temmuz 2004 – Mart 2015 tarihleri arasında 2 yaş ve altı 13 hastanın 10’una laparoskopik
nefroüreterektomi, 2’sine heminefroüreterektomi, 1’ine nefrektomi uygulandı. Operasyonların 6’sı
transperitoneal 7’si retroperitoneal yapıldı. Trokar yerleşimini takiben transperitoneal yaklaşılanlarda
kolon medialize edilerek, retroperitoneal yaklaşılanlarda künt diseksiyonla direkt olarak renal hilusa
ulaşıldı. Renal arter ve ven kliplenip kesildikten sonra böbrek çevre dokulardan serbestlenip nefrektomi
tamamlandı. Üreterektomi endikasyonu olan olgularda ise üreter mesaneye kadar serbestlenip,
üreterovezikal bölgeye klip konulup veya ligasure yardımıyla kesilip spesimen çıkarıldı.
Heminefroüreterektomide ise nefroüreterektomideki gibi renal hilusa ulaşıldıktan sonra afonksiyone pol
ve normal kısım demarkasyon hattından böbrek ligasure ve ultrasonik makas yardımı ile kesildi.
Ardından afonksiyone kısım üreteri nefroüreterektomideki gibi distale kadar serbestlenip üreterovezikal
bileşkeden kliplenip kesilerek spesimen çıkarıldı.
Bulgular:
Hastaların 4’ü kız, 9’u erkekti. Ortalama yaş 1.4 yıl (3 ay-2 yıl), ortalama operasyon süresi 128 (30220) dakika, kanama miktarı minimaldi. 2 hastada distal üreter kesilirken mesanede perforasyon
oluştu ve onarıldı, 1 hastada normal üreter yaralandı, 1 hastada distal üreter prepare edilirken
üreterovezikal bileşkeden koptu foley sondası 2 hafta tutuldu. Postoperatif dönemde 1 hastada ateş
gelişirken 1 hastada dren çekildikten sonra dren yerinden omentum herniye oldu genel anestezi altında
omentektomi yapıldı ve dren yerine sütür atıldı. Postop analjezi ortalama 1.1 adet parenteral
metamizol sodyum ile sağlandı. Hastanede yatış süresi ortalama 55 (28-92) saatti. Kozmetik sonuçlar
iyi olup geç komplikasyon görülmedi.
Sonuç:
Laparoskopik nefrektomi ,nefroüreterektomi ve heminefroüreterektomi; 2 yaş altı hastalarda açık
yönteme alternatif olarak kısa hastanede kalış, minimal analjezik gereksinimi ve iyi kozmetik sonuçlar
avantajıyla öncelikle tercih edilmesi gereken etkin ve güvenilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Nefrektomi, nefroüreterektomi, 2 yaş, laparoskopi, heminefroüreterektomi
PS-20
STAGHORN TAŞLI PEDİATRİK HASTALARDA PERKUTAN NEFROLİTOTOMİ
Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, İsmail Önder Yılmaz1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Nihat Satar1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
GİRİŞ :
Çocuklarda staghorn böbrek taşlarının tedavisinde minimal invaziv bir teknik olan perkütan
nefrolitotomi (PCNL) yaygın olarak kullanılmaktadır. Genellikle tek girişimde direk görüş altında bütün
taş parçalarının alınmasına olanak veren PCNL morbiditeyi büyük ölçüde azaltmaktadır. Bu
çalışmamızda, staghorn böbrek taşlı çocuk hastalardaki PCNL sonuçlarımız sunulmaktadır.
Materyal-Metot :
Eylül 1997-Ocak 2015 tarihleri arasında, staghorn taş hastalığı olan 92 çocuk hastanın 102 renal
ünitesine PCNL uygulandı. Hastaların 56’sı erkek (% 60), 36’sı kızdı (% 40) ve ortalama yaşı 9.3 (1 –
16) yıldı. Hastalardan 10’unda (% 10.8) geçirilmiş açık böbrek cerrahisi, 2 sinde(%
2.17) PCNL, 4'ünde (% 4.3) başarısız şok dalgası uygulaması (SWL) öyküsü vardı. 2 (% 2.17)
hastada soliter böbrekti. Ortalama taş yükü 637 mm2 (100-2150) idi. Genel anestezi altında ve
floroskopi eşliğinde önce litotomi pozisyonunda üretere ucu açık üreter kateteri yerleştirildi, daha sonra
prone pozisyonunda iğne ile uygun kalikse girişten sonra, gerekli olan en küçük çaplı renaks tüp
yerleştirilecek şekilde dilatasyon yapıldı. Taşlar, rijid nefroskop veya üreteroskopla görülüp,
gerektiğinde pnömotik, ultrasonik veya holmiyum lazer litotriptörle kırılarak ekstrakte edildi.
Bulgular:
57 (% 61.9) hasta taşlarından tamamen arındırıldı. Önemsiz rezidüel taşları (<3mm) kalan 15 hasta da
eklendiğinde başarı oranı %79 olarak bulundu. 5 (% 5,6) hastaya operasyonda kan transfüzyonu
yapıldı. 8 (% 8,9) hastaya sekonder PCNL planlandı ve 5 (% 5,6) hastaya şok dalgası tedavisi (SWL)
planlandı, bir hastada postop perirenal hematom gözlendi ve takiplerde geriledi. 1 hastada kolon
yaralanması meydana geldi ve tüp kolostomi ile konservatif olarak takip edildi.
Sonuç:
Teknolojideki gelişmeler ve artan deneyimle birlikte PCNL, pediatrik staghorn böbrek taşlarının
tedavisinde güvenle etkili bir şekilde uygulanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler : Staghorn, pediatrik, taş, böbrek, pcnl, swl
PS-21
ÜÇ SANTİMETREDEN BÜYÜK BÖBREK TAŞLARININ TEDAVİSİNDE MİKRO PERKÜTAN
NEFROLİTOTOMİ
Özcan Atahan2, Tezcan Özkan2, Mete Kilciler1
1
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, İstanbul;
2
Medicalpark Bursa Hastanesi, Üroloji Servisi, Bursa
AMAÇ: Üç cm’den büyük böbrek taşlarının tedavisinde yeni ve minimal invaziv bir yöntem olan mikroperkütan nefrolitotomi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM-GEREÇLER: Eylül 2013 ve Aralık 2015 arasında 3 cm'den büyük böbrek taşları için mikroperkütan nefrolitotomi yapılan 24 hasta çalışmaya dahil edildi. Litotomi pozisyonda açık uçlu 6 F üreteral
katater + 4.8 F DJ stent veya 11-13 F üreteral kılıf takılmasını takiben skopi eşliğinde tam görüş sağlayan
4.8F "all seeing" iğne ile böbrek taşlarına pron veya supin pozisyonda perkütan renal giriş sağlandı. Taş
273 μ Holmium-YAG lazer fiber kullanılarak fragmente edildi. Perioperatif ve postoperatif sonuçlar ve
hastaların demografik verileri değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama yaş 32,3 ±11,6 yıl, ortalama vücut kitle indeksi 28,2 ± 5,4 kg/m2, ortalama taş
boyutu 34,2 ± 8,5 mm (30-55 mm) olarak saptandı. Ortalama ameliyat, skopi ve hastane yatış süresi
sırasıyla 77,7±26,3 dakika, 298,5±170,7 saniye ve 1,4±0,5 gün olarak saptandı. Hiçbir hasta da komşu
organ yaralanması ve major komplikasyon görülmedi. Ortalama hematokrit düşüşü % 4.6±1.28 olarak
hesaplandı. 21 hastada taşların tamamı temizlendi. Tedavideki başarı oranı %87,5 idi.
SONUÇLAR: Üç cm’den büyük böbrek taş hastalarında mikro-perkütan nefrolitotripsi etkin ve güvenli bir
minimal invaziv tedavi seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler: Böbrek taşı, perkütan nefrolitotomi, mikro perkütan
PS-22
LAPAROKOPİK-AÇIK PARSİYEL NEFREKTOMİ : RENAL FONKSİYON VE KLİNİK
PARAMETRELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Volkan İzol1, Nebil Akdoğan1, Bahattin Kızılgök1, Yıldırım Bayazıt1, Zühtü Tansuğ1
1
Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
AMAÇ
Günümüzde görüntüleme tekniklerinin ilerlemesi ile renal kitleler erken evrede tanımlanmaktadır.
Uygun renal kitlelere parsiyel nefrektomi, laparoskopik veya açık olarak uygulanabilmektedir.
Kliniğimizde renal kitle nedeniyle laparoskopik parsiyel nefrektomi (LPN) veya açık parsiyel nefrektomi
(APN) uygulanan hastaların postoperatif dönemdeki renal fonksiyonları ve klinik parametreleri
karşılaştırıldı.
YÖNTEM
2011-2015 yılları arasında renal kitle nedeni ile laparoskopik parsiyel nefrektomi veya açık parsiyel
nefrektomi uygulanan hastaların; operasyon süresi, sıcak iskemi süresi, kanama miktarı, taburculuk
süresi, preop ve postop GFR düzeyleri retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR
Çalışmaya toplam 88 (47 erkek 41 kadın) hasta dahil edildi. Hastalar LPN (n=44) ve APN (n=44)
olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Kanama miktarı, APN grubunda LPN grubuna oranla anlamlı oranda
yüksek çıkmıştır (515,9±488,4 ml vs 347,3±379,4 ml p=0,05 ). Ortalama sıcak iskemi süresi APN’de
LPN grubuna gore anlamli oranda düşük çıkmıştır (10,0±4,2 dk. vs 21,2±4,8 dk. p=0,0001). Ortalama
hastanede kalış süresi APN’de LPN grubuna göre anlamlı yüksek çıkmıştır (126,8±90,4 sa. vs
86,1±26,2 sa. p=0,04). Her iki grubun preoperatif ve postoperatif kreatinin ve GFR düzeyinde anlamlı
fark gorülmedi (p>0,05). Ancak hastaların preoperatif ve postoperatif 3.ay 6.ay ve 12.ay GFR’leri
karşılaştırıldığında her iki gruptada GFR düzeyi düşmüş ancak gruplar arasında anlamlı fark
saptanmamıştır.
SONUÇ
Her iki yaklaşım şeklinde GFR düzeylerinde düşme ve kreatinin düzeylerinde artış mevcut olsada renal
fonksiyonlar açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Kanama miktarının APN de
yüksek olması ve sıcak iskemi süresinin LPN’de yüksek olması tercih edilen cerrahi tekniğe bağlı
olduğu düşünülmüştür. Laparoskopik parsiyel nefrektomi uygun vakalarda sıcak iskemi sürelerinin
uzun görünmesine rağmen postoperatif benzer GFR sonuçlarıyla uygulanabilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Açık, laparoskopik, parsiyel, nefrektomi, ,iskemi, operasyon, süre, gfr
PS-23
ÜRETERAL ERİŞİM KILIFININ ÇAPI YERLEŞTİRİLME BAŞARISINI VE PEROPERATİF
BULGULARI ETKİLİYOR MU?
Ömer Burak Argun 1, İlter Tüfek1, Hakan Özveri1, Panagiotis Mourmoris1, Bülent Önal2, Selcuk Keskin1,
Can Obek3, Ali Rıza Kural1
1
Acibadem Üniversitesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye
3
Taksim Acıbadem Hastanesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye
Amaç: Üreteral erişim kılıfı (ÜEK) kullanımı özellikle büyük taşların tedavisinde retrograd intrarenal
cerrahi (RIRC) sırasında birçok avantaj sağlamaktadır. Ancak bazı durumlarda üreteral erişim kılıfını
üretere yerleştirmek mümkün olmamaktadır. Bu çalışmada 13F ve daha küçük çaplı ÜEKlarının üretere
yerleştirilme oranlarının değerlendirilmesi, preoperatif ve peroperatif bulguların analiz edilmesi
planlandı.
Materyal ve Metod: Eylül 2013 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında çok merkezli ve prospektif olarak 34
hastaya RIRC sırasında ilk olarak çapı 13F’den küçük ÜEK kullanıldı (Grup 1). Daha öncesinde üreteral
kateterizasyon hikayesi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bu hastaların bulguları, retrospektif olarak
Eylül 2013 öncesinde çapı 13F ve daha büyük ÜEKlarının kullanıldığı 56 hasta ile karşılaştırıldı (Grup 2).
Gruplar arasında, yaş, vücut kütle indeksi (VKİ), ortalama operasyon süresi ve ortalama taş boyutu
bağımsız değişkenler olarak araştırıldı.
Bulgular: Grup 1’de 34 hastanın 28’sinde (%82) ÜEK ilk denemede başarılı bir şekilde yerleştirilmiş,
Grup 2’de ise 56 hastanın 33’ünde (%58) başarılı olunmuştur (p=0.02) (Tablo-1). Gruplar arasında
yaş, VKİ, taş boyutu açışından bir anlamlı fark bulunmazken, grup 1’de operasyon süresi anlamlı olarak
kısa bulunmuştur (P=0.004) (Tablo 2).
Yorum: Daha ince ÜEK kullanımı başarılı bir RIRC’nin anahtarı olabilir. Ancak daha ince ÜEK kullanılan
hastalardaki daha kısa operasyon süresi bu grupta daha fazla sayıda üreter taşının opere edilmesine
bağlı olabilir.
Anahtar Kelimeler : Üreteroskopi, erişim kılıfı,
Tables :
HASTA GRUP ÖZELLİKLERİ
<13F ÜEK (Grup 1)
>13F ÜEK (Grup 2)
İlk denemede
başarılı
28
33
İlk denemede
başarısız
6
23
Toplam hasta sayısı
34 (24E/10K) (17 üreter, 19
böbrek taşı)
56 (43E/13K) (14 üreter, 42
böbrek taşı )
Başarı oranı (%)
82 (28/34)
56 (33/56)
BULGULAR
<13F ÜEK (Grup 1) ≥13F ÜEK (Grup 2) p (unpaired t test)
Ort yaş (yıl)
48.8 ± 13.4
49.7 ±16
p=0.6 (anlamsız)
Ort VKİ (kg/m2)
27.4 ± 4.7
29.8 ± 18.6
p=0.7 (anlamsız)
Ort op.süresi (dk.)
75.2 ± 27.6
105.4± 41.8
p=0.004 (anlamlı)
19.1± 11.4
p=0.2 (anlamsız)
Ort taş boyutu (mm.) 16.7 mm± 4.3
p (Fisher’s Exact
test)
p=0.0256
(anlamlı)
PS-24
LAPAROSKOPİK PARSİYEL NEFREKTOMİ: OMÜ DENEYİMİ
Süleyman Öner1, Ender Özden1, Murat Gülşen1, Yakup Bostancı1, Ali Faik Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Kliniğimizde uygulanan laparoskopik parsiyel nefrektomi verilerini sunmayı amaçladık.
GereçYöntem: Kasım 2009 Aralık 2015 tarihleri arasında böbrek tümörü ön tanısıyla 189 hastaya
laparoskopik parsiyel nefrektomi uygulandı. Ortalama yaşı 55,4 ± 13,7 (1086) yıl olan hastaların 113’ü
erkek, 76’sı kadındı. Olguların ortalama PADUA skoru 7,45 ± 1,7 (413) idi. 153 olguda transperitoneal,
36 olguda ise retroperitoneal yaklaşım uygulandı. Ortalama tümör çapı 34,8 ±14 (872) mm idi.
Olguların 30 tanesinde renal arter klemplenmedi. İlk 3 hastaya, preoperatif DJ stent takıldı. Hastaların
eGFR değerleri MDRD formülüne göre hesaplandı.
Bulgular: Hastaların demografik ve operatif verileri Tablo 1’de gösterildi. Ortalama cerrahi süre 107,6
± 34,7 (40200) dakika, iskemik yapılan grupta ortalama sıcak iskemi süresi 15,5 ± 5,1 (430) dakika
idi. 5 hastada kan transfüzyon ihtiyacı oldu. Üç hastada cerrahi sınırlar kanama ve inflame perinefritik
yağ dokusu nedeniyle net değerlendirilemediği için elektif şartlarda açığa geçildi. 6 olguda hematüri, 2
olguda pulmoner emboli, 2 olguda idrar ekstravazasyonu, 1 olguda deliryum gözlendi. Çocuk parsiyel
yapılan iki hastadan birinde postoperatif 9. günde makroskobik hematüri ile başvması üzerine yapılan
tetkiklerinde psödoanevrizma izlendi. Konservatif izleme rağmen kanaması devam etmesi üzerine
anjioembolizasyon uygulandı. Ortalama yatış süresi 2,9 ± 1,3 (212) gün idi. Histopatolojik inceleme
153 hastada renal hücreli karsinom, 2 çocuk hastada metanefrik adenom, 1 hastada düşük malignite
potansiyelli multilokuler kistik seffaf hucreli renal neoplazi, 10 hastada anjiomyolipom, 11 hastada
onkositom ve kalan 12 hastada benign kitleler olarak raporlandı. İki hastada cerrahi sınır pozitif idi.
Ortanca takip süresi 25 (173) ay idi. Ortalama preoperatif eGFR 94,5 ± 2,7 ml/dk, ortalama
postoperatif 1.aydaki eGFR değeri 83,7 ± 2,5 ml/dk olarak hesaplandı. Takiplerinde 4 hastada nüks, 1
hastada kranial metastaz ve 1 hastada akciğer metastaz izlendi.
Sonuç: Seçilmiş olgularda laparoskopik parsiyel nefrektomi güvenli ve etkin bir tedavi yöntemi olarak
kullanılabilmektedir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Sıcak iskemi, Parsiyel nefrektomi
Tables :
Tablo 1. Hastaların demografik ve operatif verileri
N(189)
Yaş (yıl)
55,4 ± 13,7
Cinsiyet (E/K)
113/76
Tümör boyutu (mm)
34,8 ±14
PADAU skoru
7,45 ± 1,7
Transperitoneal / Retroperitoneal 153/36
Operasyon süresi (dk)
107,6 ± 34,7
Kan kaybı ortanca (ml)
140 (50-600)
İskemik / non iskemik
169/30
Sıcak iskemi süresi (dk)
15,5 ± 5,1
Komplikasyon Clavien III
4 (%2.1)
Komplikasyon Clavien I-II
11 (%5,8)
Yatış süresi (gün)
2,9 ± 1,3
Takip (ortanca) (ay)
25 (173)
Preoperatif eGFR (ml/dk)
94,5 ± 2,7
Postoperatif eGFR (ml/dk)
83,7 ± 2,5
Nüks
4 (%2,1)
Metastaz
2 (%1)
Cerrahi sınır pozitifliği
2 (%1)
PS-25
LAPAROSKOPİK RADİKAL PROSTATEKTOMİ DENEYİMİMİZ
Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban
Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Laparoskopik radikal prostatektomi (LRP) lokalize prostat kanserinin cerrahi tedavisinde
minimal invaziv yöntemlerden biridir. Biz de kliniğimizdeki LRP deneyimimizi sunmayı amaçladık.
YöntemGereçler: Kliniğimizde Ağustos 2009 – Ocak 2016 tarihleri arasında klinik lokalize prostat
kanseri tanısıyla 194 hastaya LRP uygulandı. 11 hasta hariç ekstraperitoneal yöntem tercih edildi.
Transperitoneal yöntem tercih edilme sebebi yakın zamanda geçirilmiş pelvik cerrahi - pelvik travma
öyüküsü ve eş zamanlı kolorektal kanser cerrahisi yapılmasıydı.Üretravezikal anostomozda “Van
Velthoven” tekniği kullanıldı. Peroperatif tüm hastalarda anostomoz kaçağı için test yapıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 63,2 ± 7,3 (3880) yıl, PSA düzeyi 11,1 ± 9,2 (0,864,3) ng/ml,
transrektal ultrasonografide prostat ağırlığı 42,4±21,1 (20120) ml ve preoperatif Gleason skoru 6,4 ±
0,7 (59) idi. Olguların 29 tanesinde TUR prostatektomi öyküsü mevcuttu. Olguların % 57’sine pelvik
lenfadenektomi uygulandı. Hastaların ortalama takip süresi 30,8±1,9(272) ay idi. Hastaların klinik
evre, peroperatif, postoperatif verileri ve onkolojik sonuçlarımız Tablo I ve Tablo II’ de sunulmuştur.
Toplam 10 hastada biyokimyasal nüks gözlendi. Bu hastaların iki tanesi T2c evresinde diğerleri ise T3ab
idi. Hastaların 6’sında (% 3) Clavien III ve üzerinde komplikasyon izlenirken, 33 hastada (%15)
Clavien III komplikasyon izlendi. Bir hastada postoperatif 1.gün reanostomoz yapıldı. İki hasta da
postoperatif lenfosel drenajı yapıldı.Üç hastaya üretral darlık ve anostomoz darlığı tanısıyla endoskopik
tedavi yapıldı. Peroperatif 2 hastada rektum, 1 hastada iliak ven yaralanması izlenirken, her üç hastada
primer onarım gerçekleştirildi. Peroperatif ve postoperatif dönemde 23 olguya kan transfüzyonu
yapılırken; 3 olguda idrar ekstravazasyonu, 3 olguda İYE ve 1 olguda antibiyotik kullanımına bağlı
üremi gözlendi.
Sonuç: Lokalize prostat kanserinin tedavisinde LRP, uzun öğrenme eğrisine rağmen, altın standart olan
açık cerrahiye benzer onkolojik sonuçlarla uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Radikal prostatektomi, Prostat kanseri
Figürler :
PS-26
LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİ : OMÜ DENEYİMİ
Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban
Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
Amaç: Günümüzde benign adrenal kitlelerin cerrahisinde, laparoskopi altın standart yaklaşımdır. Bu
çalışmada, laparoskopik adrenalektomi deneyimimizi sunmayı amaçladık.
MateryalMetod: Mart 2011 ve Ocak 2015 tarihleri arasında adrenal kitle tanısıyla 70 hastaya, 71
laparoskopik adrenalektomi operasyonu yapıldı. Hastaların ortalama yaşı 48,9±11,7 (18–72) yıl,
erkek/kadın oranı 29/41 idi. Kitle 30 olguda sağ, 41 olguda ise sol adrenalde idi. 67 olguda
transperitoneal, 3 olguda ise retroperitoneal yaklaşım uygulandı.
Bulgular: Hastaların peroperatif ve postoperatif bulguları Tablo I. de verildi.Renal hilusta paragangliom
tanısı ile cerrahi yapılan bir hastada, peroperatif renal ven yaralanması ve feokromasitoma ön tanısıyla
cerrahi yapılan 8,5 cm’lik adrenal kitle de peroperatif diyafram yaralanması primer onarıldı. Bir hastaya
bilateral adrenalektomi (sağ total, sol parsiyel) yapıldı ve postoperatif 3. aydan sonra steroid
replasmanı kesildi. Adrenalektomi yapılan hastaların iki tanesine eş zamanlı aynı tarafta parsiyel
nefrektomi, iki tanesine de karşı tarafta eş zamanlı radikal nefrektomi yapıldı. Klinik ve patolojik
değerlendirme ile hastaların tanıları şekil I.’de gösterildi.
Sonuç: Benign ve küçük adrenal kitlelerde laparoskopik yaklaşım altın standart tedavidir. Büyük
kitlelerde de artan tecrübe ile güvenle uygulanabilecek alternatif bir metoddur.
Anahtar Kelimeler : Feokromasitoma, Adrenal kitle,Laparoskopi
Figürler :
PS-27
PEDİATRİK OLGULARDA MİNİPERC: OMÜ DENEYİMİ
Süleyman Öner1, Ender Özden1, Yakup Bostancı1, Mehmet Özen1, Şaban Sarıkaya1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada pediatrik hasta grubunda miniperc deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Gereç ve yöntemler: Ocak 2002- Eylül 2015 tarihleri arasında hastanemizde üroloji kliniğinde 17 yaş
ve altı toplam 203 hastaya miniperc uygulandı. Litotomi pozisyonunda böbreğe üreter katateri
takıldıktan sonra hastalara prone pozisyon verildi ve C kollu floroskopi altında perkütan girişim yapıldı.
Dilatasyon olarak 14 F veya 20 F dilatatör kullanılarak giriş yolu oluşturuldu. Taşlar Holmium:YAG lazer
veya pnömotik litotriptör kullanılarak fragmante edildi.
Bulgular: Ocak 2002 ve Eylül 2015 tarihleri arasında miniperc yapılan 17 yaşından küçük 203 hastanın
kayıtları retrospektif olarak analiz edildi. Hastaların 95’i kız, 108’i erkek idi. Yaş ortalaması 7,6±4,9 yıl,
ortalama operasyon süresi 76,1±35,9 dk idi. 29 hastanın preoperatif operasyon öyküsü mevcut
idi. Tablo 1’de hastaların demografik, preoperatif ve peroperatif verileri verilmiştir.
Sonuç: Çocukluk çağı böbrek taşlarının tedavisinde miniperc güvenilir ve etkili bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, miniperc
Tables :
Sayı
203
Ortalama yaş (yıl)
7,6±4,9
Cinsiyet (K/E)
95/108
Yön (sağ/sol)
87/109
Akses sayısı
1.2 ±0,6
Ameliyat süresi (dk)
76.1 ±35.9
Kullanılan irrigasyon mayisi (lt)
14.3 ±6.9
Rezidü taş varlığı
26
Floroskopi süresi (dk)
5 ±3.4
Taşsızlık oranı (%)
87.2
Hb düşüşü (gr/dL)
0.8 ±1.1
Komplikasyon sayısı (%)
37
Clavien 1 (İdrar ekstravazasyonu < 12 saat/Ateş)
7 (-/ 7)
Clavien 2 (Kan transfüzyonu/ Antibiyotik ihtiyacı) 24 (18/ 6)
Clavien 3 (DJS/ Hidrotoraks + Göğüs tüpü)
6 (4/ 2)
Ortalama katater çekme süresi (gün)
2.9 ±1.6
Ortalama yatış süresi (gün)
4.9 (1-38)
PS-28
ÜRETREROPELVİK BİLEŞKE DARLIKLARINDA CERRAHİ TEDAVİ: AÇIK MI
LAPAROSKOPİK Mİ?
Turgut Serdaş1, Şaban Sarıkaya1, Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yarkın Kamil
Yakupoğlu1, Yakup Bostancı1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Giriş: Bu çalışmada, açık pyeloplasti (AP) ve laparoskopik pyeloplasti (LP) uygulanmış çocuk hastalar
retrospektif olarak değerlendi.
Materyal-Metod: Kliniğimizde Mayıs 2005 ile Nisan 2014 tarihleri arasında pyeloplasti uygulanmış 67
olgu incelendi. AP grubu 23 olgu ve LP grubu 44 olgudan oluşmaktaydı. Hastaların preoperatif ve
postoperatif döneme ait klinik, radyolojik ve sintigrafik bilgileri toplandı. Veriler grup içi ve gruplar arası
karşılaştırılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. P değeri <0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: AP ve LP grubunda sırasıyla yaş ortalaması 10,5±5,2 yıl ve 8,4±5,5 yıl olarak saptandı.
Çoğu olgu erkek olup, sık etkilenen taraf sol ÜPB idi. Hastaların en sık yan ağrısı, karın ağrısı ve ateşli
idrar yolu enfeksiyonu (İYE) ile başvurduğu tespit edildi. Her iki grupta da en sık uygulanan cerrahi
prosedürün dismembered pyeloplasti olduğu görüldü. Peroperatif tahmini kan kaybı ve cerrahi süre AP
grubunda istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha fazla idi. Postoperatif dönemde gözlenen en sık
komplikasyonların ateş, İYE ve idrar ekstravazasyonu olduğu görüldü. LP grubunda ve özellikle
retroperitoneal grupta, postop 1. gün kreatinin değerlerinin yükseldiği izlendi. AP grubunda hastaların
analjezik gereksinimleri daha fazla ve hastanede kalış süreleri daha uzundu.. Cerrahi sonrası AP ve LP
için semptomatik düzelme oranları benzer olup, sırasıyla %83,3 ve %86,1 bulundu. Preop ve postop
ultrasonografik veriler karşılaştırıldığında her iki grupta da pelvis AP çapı ile AP çap/parankim
oranlarının azaldığı görüldü ve AP grubu için sırasıyla p<0,001 ve p=0,02, LP grubu için sırasıyla
p<0,001 ve p<0,001 bulundu. Sintigrafik verilerden postop dönemde preop döneme göre separe renal
fonksiyonlarda farklılık yoktu. Bununla birlikte postop boşaltım fonksiyonunun düzelmesi anlamında;
normal ve nonobstrüktif boşaltım yorumlarının oranının AP grubunda %70,5 ve LP grubunda %90,5
olduğu görüldü.
Sonuç: AP ve LP ameliyatları kliniğimizde literatür ile benzer semptomatik, radyolojik ve sintigrafik
başarı ile uygulanmaktadır. Aynı zamanda LP ameliyatları sonrası hastaların, analjezik ihtiyaçları daha
az olup hastanede kalış süreleri de daha kısadır.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, pyeloplasti, UP Darlık
PS-29
E-KADERİN GENİ PROMOTOR BÖLGE POLİMORFİZMLERİNİN BÖBREK TAŞI
HASTALIĞINA YATKINLIK ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI
Çiğdem Dönmez1, Ece Konaç1, Tahsin Batuhan Aydoğan2, Cenk Yücel Bilen2
1
Gazi Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
Böbrek taşı hastalığı çok sık görülen global bir sağlık problemi olup, teşhisi, tedavisi oldukça maliyetli
ve hasta açısından yaşam kalitesini düşüren sıkıntılı bir süreçtir. Böbrek taşı hastalığının genetik ve
çevresel faktörlerin etkileşimiyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Beslenme şekli, iklim, sıvı alımı,
meslek gibi etmenler taş oluşumundaki en önemli çevresel faktörlerdir. Son yıllarda çeşitli çevresel
faktörlerin de etkisiyle böbrek taşı hastalığının görülme sıklığı artmaktadır. Genetik faktörlerin
belirlenebilmesi amacıyla, bu hastalığa yatkınlıkta rolü olduğu düşünülen genlerdeki tek nükleotid
polimorfizmleri belirlenmeye çalışılmaktadır. Tek nükleotid polimorfizmleri gen transkripsiyonunda,
mRNA’nın devamlılığında, oluşan proteinin kalitesi ve etkinliğinde farklılıklara yol açabilir; dolayısıyla
pek çok hastalığa yatkınlığın ya da hastalığın ciddiyetinin belirlenmesinde belirteç olarak
kullanılabilirler. Son yıllarda yapılan genetik çalışmalar, bazı genlerdeki polimorfizmlerin taş oluşumu ile
ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu genlerden biri E-kaderin (CDH1) genidir. CDH1, renal tübül
hücrelerinde eksprese olan bir epitel hücre birleşim proteini olup, epitel gelişmenin devamlılığında ve
hücre bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada CDH1 geni -160C/A
(rs16260) ve -347G/GA (rs5030625) polimorfizmleri kalsiyum oksalat böbrek taşı hastaları ve sağlıklı
bireylerde incelenerek, taş oluşumu ile polimorfizm ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmamızın CDH1 -160C/A
gen polimorfizmi sonuçlarına bakıldığında, CA genotipi frekansı böbrek taşı hastalarında (%38,6)
kontrol grubuna kıyasla (%30,7) daha yüksek bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak
anlamlıdır.(OR: 2,80 ;%95CI: 1,08 – 7,28) (p=0,033). CDH1 -347G/GA gen polimorfizmi sonuçlarına
bakıldığında ise hasta ve sağlıklı kontrol grupları arasında bu polimorfizm açısından istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Ayrıca, haplotip-temelli ilişkilendirme testi yapılarak, HphI-BanII
polimorfizlerinin birlikte görülmeleriyle hastalık ilişkisi araştırılmış, ancak gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık belirlenememiştir. Çalışmamız, ülkemizde kalsiyum oksalat böbrek taşı
hastalarında bu iki polimorfizmle ilgili ilk verileri sunmuş olup, bu verilerin daha sonra yapılacak olan
çalışmalara öncülük edebilecek potansiyeli vardır.
Anahtar Kelimeler : E-kaderin geni, böbrek taşı hastalığı, regülatör bölge tek nükleotid polimorfizmi
(rSNP), PCR–RFLP
Tables :
HphI polimorfizmi için genotip ve alel dağılımı frekansları ve risk tahminleri
Genotip
Hasta
Kontrol
HphI(rs16260)
P değeri OR(95%CIs)
P değeri
0.124
AA
10(%9.9)
22(%19.2)
1
CA
39(%38.6) 35(%30.7)
2.80(1.08-7.28) 0.033
CC
52(%51.4) 57(%50)
2.16(0.87-45.33) 0.094
CA+CC
94(%90)
2.17(0.97-4.85) 0.057
92(%80.7) 0.053
Aleller
0.227
A
59(%29.2) 79(%34.6)
1
C
143(%70.7) 149(%65.3)
1.28(0.85-1.93) 0.2281
PS-30
DİSTAL VE PROKSİMAL ÜRETER TAŞLARINDA MEDİKAL EKSPULSİF TEDAVİDE
TADALAFİL VE ALFA BLOKERLERİN YERİ
Serdar Çelik1, Fırat Akdeniz1, Müge Afşar Yıldırım2, Ozan Bozkurt3, Merve Gürsoy Bulut2, Mehmet Levent
Hacıhasanoğlu1, Ömer Demir3
1
Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Üroloji
2
Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Radyoloji
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji
Giriş: Bu çalışmadaki amacımız distal ve proksimal üreter taşı saptanan erkek hastalarda tadalafil ve
alfa blokerlerin medikal ekspulsif tedavideki yerini ve etkinliğini karşılaştırmaktır.
Metod: Haziran 2014 ile Eylül 2015 tarihleri arasında yan ağrısı nedenli kliniğimize başvuran ve
kontrastsız tomografisinde (BT) komplike olmayan üreter taşı tanısı alan erkek hastalar retrospektif
değerlendirildi. Toplam 273 hasta 5 grupta değerlendirildi. Medikal ekspulsif tedavi olarak 6 hafta
boyunca Alfuzosin 10mg/gün alan 55 hasta Grup 1, Doksazosin 8mg/gün alan 57 hasta Grup 2,
Tamsulosin 0,4mg/gün alan 54 hasta Grup 3 ve Silodosin 8mg/gün alan 55 hasta Grup 4 olarak
değerlendirildi. Grup 5’te ise üreter taşı yanında erektil disfonksiyonu olan ve 6 hafta Tadalafil 5mg/gün
tedavisi alan 52 hasta değerlendirildi. Taşın lokalizasyonu, çapı, volümü, hounsfield ünitesi (HU) ve
hounsfield dansitesi (HD) BT görüntülemesi üzerinden hesaplandı. Beş farklı ilaç grubunda incelenen
hastalar taş lokalizasyonuna göre distal ve orta-proksimal olmak üzere ikiye ayrıldı ve bu iki grubun
verileri ayrı analizler ile değerlendirildi. Tedavi boyunca veya sonunda taş düşürme oranı ve taş düşme
zamanı ekspulsiyon verileri olarak not edildi. Beş ilaç grubuna ait BT ve ekspulsiyon verileri distal ve
orta-proksimal üreter taşı gruplarında ayrı ayrı karşılaştırılarak değerlendirildi.
Sonuçlar: Distal ve orta-proksimal üreter taşlarında beş grubun boy, kilo ve BMI verileri arasında
istatistiksel anlamlı farklılık saptanmazken (p>0.05), Tadalafil grubunda distal taşı olan hastalarda
hasta yaşı anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0.032) (Tablo 1). Distal ve orta-proksimal taşı olan
hastalarda, ilaç grupları arasında taş çapı, volümü, HU ve HD değerleri arasında anlamlı fark
gözlenmedi (p>0.05) (Tablo 1 ve 2). Taş düşürme oranları Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin,
Silodosin ve Tadalafil gruplarında sırası ile distal üreter taşlarında %78.1, %75.7, %76.5, %88.6 ve
%90, orta-proksimal üreter taşlarında %21.7, %30, %30, %30 ve %54.5 saptandı. Ortalama taş
düşürme süreleri ise sırası ile distal taşlarda 11.7, 11.6, 9.5, 10.9 ve 5.7 gün, proksimal taşlarda ise
26, 18, 10.7, 8.3 ve 18.3 gün olarak saptandı (Tablo 1 ve 2). Distal üreter taşlarında taş düşürme
oranı Silodosin ve Tadalafil gruplarında diğer üç ilaca göre yüksek olup istatistiksel olarak anlamlı
saptanmamıştır (p=0.44), fakat düşürme süresine bakıldığında Tadalafil grubunda diğer dört ilaca göre
düşürme süresinin anlamlı olarak kısa olduğu gözlendi (p=0.019). Orta-proksimal taşlarda ise Tadalafil
grubunda diğer dört ilaca göre taş düşürme oranının anlamlı yüksek olduğu gözlendi (p=0.034).
Sonuç: Taş düşürme başarısı değerlendirildiğinde Silodosin alan hastalarda distal üreter taşlarında
oran yüksekken, Tadalafil alan hastalarda hem distal hem de orta-proksimal üreter taşlarında bu
oranın yüksek olduğu saptandı. Ayrıca distal üreter taşı olup Tadalafil alan grupta taş düşürme
süresinin de kısa olduğu saptandı. Mevcut bulgular eşliğinde Tadalafil'in hem distal hem de proksimal
üreter taşlarında etkili bir tedavi olduğu saptanmış olup, bulguların netlşmesi açısından prospektif geniş
serili çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler : Medikal ekspulsif tedavi, üreter taşı, proksimal üreter taşı, Alfuzosin, Doksazosin,
Tamsulosin, Silodosin, Tadalafil
Tablo 1. Distal üreter taşı olan hastalarda Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin, Silodosin ve
Tadalafil ilaç gruplarında BT ve taş düşürme verilerinin karşılaştırılması.
Distal Üreter Taşı
(n=168)
Alfuzosin
(n=32)
Doksazosin
(n=37)
Tamsulosin
(n=34)
Silodosin
(n=35)
Tadalafil
(n=30)
p
Yaş (yıl)
41.7 ± 13.3
38.2 ± 12.8
43.9 ± 11.5
39.2 ± 11
46.3 ± 9.9
0.026
Taş Çapı (mm)
4.9 ± 1.4
4 ± 1.7
4.5 ± 1.8
4.5 ±1.7
4.7 ± 1.8
0.227
Taş Volümü (mm3)
75.1 ±73.1
48.6 ±56.5
68.9 ± 94.4
66.3 ± 69.7
75.1 ± 84.5
0.220
Hounsfield Ünitesi
(HU)
527.2 ± 270.6 442.5 ± 269.3
461.3 ± 291.6
491.8 ± 287.5
494.2 ±
268.4
0.471
Hounsfield Dansitesi
(HU/mm)
103.5 ± 35.9
111.1 ± 36.1
99.8 ± 34.2
104.8 ± 34.7 105.2 ± 35.9 0.689
Taş Düşürme Oranı (n,
25 (78.1%)
%)
28 (75.7%)
26 (76.5%)
31 (88.6%)
27 (90%)
0.44
Taş Düşürme Süresi
(gün)
11.6 ± 7.2
9.5 ± 7.6
10.9 ± 10.1
5.7 ± 3.4
0.019
11.7 ± 5.7
Tablo 2. Orta-proksimal üreter taşı olan hastalarda Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin,
Silodosin ve Tadalafil ilaç gruplarında BT ve taş düşürme verilerinin karşılaştırılması.
Orta-proksimal Üreter
Taşı (n=105)
Alfuzosin
(n=23)
Doksazosin
(n=20)
Tamsulosin
(n=20)
Silodosin
(n=20)
Tadalafil
(n=22)
p
Yaş (yıl)
40.8 ± 10.7
39.6 ± 8.7
39.1 ± 10.4
37.8 ± 13.1
41.2 ± 8.3
0.765
Taş Çapı (mm)
5.3 ± 1.8
5.2 ± 1.2
5.3 ± 1.6
6 ±1.2
5.7 ± 1.6
0.251
Taş Volümü (mm3)
101.8 ± 102.2 79.4 ± 52.7
100.4 ± 115.3
123.5 ± 61.2 119 ± 100.9 0.207
Hounsfield Ünitesi (HU) 672.6 ± 294.2 606.7 ± 241.9
775 ± 259.6
721.7 ± 344
Hounsfield Dansitesi
(HU/mm)
127.5 ± 48.7 116.4 ± 36.9
145.7 ± 38.3
116.6 ± 42.2 143.9 ± 35
0.062
Taş Düşürme Oranı (n,
%)
5 (21.7%)
6 (30%)
6 (30%)
6 (30%)
12 (54.5%)
0.034
Taş Düşürme Süresi
(gün)
26 ± 5.6
18 ± 20.8
10.7 ± 12.4
8.3 ± 6
18.3 ± 14.7
0.191
838.7 ±
327.2
0.125
PS-31
ÜRETER TAŞLARINDA SİLODOSİN’İN MEDİKAL EKSPULSİF TEDAVİ BAŞARISINI
ÖNGÖRMEDE BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİNİN YERİ
Serdar Çelik1, Fırat Akdeniz1, Müge Afşar Yıldırım2, Ozan Bozkurt3, Merve Gürsoy Bulut2, Mehmet Levent
Hacıhasanoğlu1, Ömer Demir3
1
Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Üroloji
2
Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Radyoloji
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji
Giriş: Çalışmadaki amacımız bilgisayarlı tomografisinde (BT) üreter taşı saptanan erkek hastalarda
Silodosin’in medikal ekspulsif tedavi başarısı ile BT bulguları arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
Metod: Ocak 2014 ile Haziran 2015 tarihleri arasında BT’sinde komplike olmayan üreter taşı saptanan
ve Silodosin ile maksimum 6 hafta medikal ekspulsif tedavi uygulanan 203 hasta retrospektif
değerlendirildi. BT’sinde taşın yeri, çapı, volümü, dilatasyon derecesi, Hounsfield ünitesi (HU) ve
Hounsfield dansitesi (HD) hesaplandı. Hastalar taşın yerine göre distal, orta ve proksimal üreter taşı
diye üç grupta incelendi ve bu üç grup ayrı ayrı değerlendirildi. Tedavi boyunca ya da 6 haftanın
sonunda taş düşürme oranı ve taş düşürme zamanı tedavi bulguları olarak not edildi. BT ve tedavi
bulguları distal, orta ve proksimal üreter taşı gruplarında ayrı ayrı olmak üzere taş düşürme başarısına
göre tedavi başarılı ve başarısız gruplar arasında karşılaştırılarak değerlendirildi.
Bulgular: Yaş, boy, kilo ve BMI gibi demografik veriler değerlendirildiğinde her üç lokalizasyonda
başarılı ve başarısız gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Bu 203
hastanın 134’ünde distal üreter taşı mevcut olup, tedavi başarısı %81.3; 22’sinde orta üreter taşı
mevcut olup, tedavi başarısı %45.5 ve 47’sinde proksimal üreter taşı olup, tedavi başarısı %27.7
saptandı. Taş düşme zamanı değerlendirildiğinde sırası ile distal, orta ve proksimal taşlarda 11.1, 11.3
ve 27.4 gün saptandı (Tablo 1, 2 ve 3). Her üç taş lokalizasyonunun BT verileri Tablo 1, 2 ve 3’te
verilmiştir. Distal ve proksimal üreter taşlarında taş çapı, volümü, HU ve HD verileri başarılı grupta
başarısız gruba göre daha düşük saptandı (p<0.05). Orta üreter taşlarında ise düşük taş çapı ve
volümünün ekspulsiyon başarısında etkili olduğu saptanmış olup (p<0.05), HU ve HD’nin taş
düşürmeye etkisi gözlenmemiştir. Proksimal üreter taşlarında yapılan ROC analizinde ekspulsiyon
başarısı için taş volümü ve HU’nun cut-off değerleri 48.7mm3 ve 598HU (AUC= 0.780 ve 0.884; p=
0.014 ve 0.001), sensitiviteleri %66.7 ve %88.9 ve spesifiteleri %87.5 ve %75 saptandı. HU değeri
<598 olan proksimal üreter taşlarında ≥598 HU olanlara göre taş düşürme oranının 24 kat fazla olduğu
saptandı (OR=24; p=0.001). Taş volümünün <48.7 mm3 olduğu proksimal üreter taşlarında ise ≥48.7
mm3 olanlara göre taş düşürme oranında 14 kat artış olduğu gözlendi (OR=14; p=0.002).
Sonuç: BT verilerinden olan düşük taş çapı, volümü, HU ve HD değerlerinin medikal ekspulsif tedavide
Silodosin alan hastalarda taş düşürme başarısını öngörmede önemli faktörler olduğu saptandı.
Proksimal üreter taşlarında HU<598 ve/veya <48.7 mm3 saptanan hastalarda silodosin ile medikal
ekspulsif tedavi başarısının yüksek olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler : üreter taşı, proksimal üreter taşı, Hounsfield unitesi, Bilgisayarlı tomografi,
Silodosin, medikal ekspulsif tedavi
Table 1. Distal üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan ekspulsiyon
başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme süresi.
Distal Üreter Taşı (n=134)
Başarılı (n=109, %81.3) Başarısız (n=25 %18.7) p
Taş Çapı (mm)
3.4 ± 0.4
4.5 ± 0.3
<0.001
Taş volümü (mm3)
53.4 ± 6.4
158.1 ± 32.1
<0.001
Hounsfield Ünitesi (HU)
444.8 ± 27.8
755.7 ± 81
<0.001
Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 141.5 ± 5.8
158.1 ± 32.1
0.05
Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 31 (28.4%)
7 (28%)
0.964
Taş Düşürme Süresi (gün)
-
-
11.1
Table 2. Orta üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan ekspulsiyon
başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme süresi.
Orta Üreter Taşı (n=22)
Başarılı (n=10, %45.5) Başarısız (n=12, %54.5) p
Taş Çapı (mm)
3.8 ± 0.4
5.2 ± 0.2
0.007
Taş volümü (mm3)
88.9 ± 24
180 ± 20.6
0.028
Hounsfield Ünitesi (HU)
612.8 ± 89.8
846.5 ± 100
0.121
Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 159.2 ± 14.5
162.6 ± 17.2
0.796
Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 0 (0%)
4 (33.3%)
0.096
Taş Düşürme Süresi (gün)
-
-
11.3 ± 4.3
Table 3. Proksimal üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan
ekspulsiyon başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme
süresi.
Proksimal Üreter Taşı (n=47)
Başarılı (n=13, %27.7) Başarısız (n=34, %72.3) p
Taş Çapı (mm)
3.4 ± 0.4
4.3 ± 0.2
0.027
Taş volümü (mm3)
54.3 ± 14.1
113.5 ± 17.3
0.014
Hounsfield Ünitesi (HU)
456.8 ± 58.4
785.6 ± 52.3
0.001
Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 139.2 ± 14
187.1 ± 13.7
0.048
Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 4 (30.8%)
11 (32.4%)
0.917
Taş Düşürme Süresi (gün)
-
-
27.4 ± 8.8
PS-32
PLATELET - LENFOSİT ORANI: PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASI SİSTEMİK
İNFLAMATUAR CEVAP SENDROMUNU ÖNGÖRMEDE YENİ MARKER
Mehmet Çetinkaya1, İbrahim Buldu2, Ömer Kurt3, Ramazan İnan2, Okan İstanbulluoğlu2
1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d.
2
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d.
3
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d.
GİRİŞ: Bu çalışmanın amacı böbrek taşı nedeniyle standard perkütan nefrolitotomi (PNL) ameliyatı
yapılan hastalarda postoperatif dönemde görülen sistemik inflamatuar yanıt sendromu (SIRS)
gelişmesini öngörmede preoperatif periferik kan sayımındaki platelet lenfosit (PLR) ve nötrofil lenfosit
(NLR) oranının etkisini ortaya koymaktır.
MATERYAL METHOD: Çalışmaya 2013-2015 yılları arasında böbrek taşı nedeniyle konvansiyonel PNL
operasyonu yapılan 131 erkek 61 kadın toplam 192 hasta dahil edildi. 41 (%21,3) vakada postoperatif
dönemde SIRS geliştiği görüldü. Hastalar SIRS ve non-SIRS olmak üzere 2 gruba ayrıldı. SIRS
gelişmesini öngörmede PLR, NLR değeri ile diğer demografik ve operatif verilerin etkisi araştırıldı.
BULGULAR: Yapılan univaryant analizde hasta gruplarının preoperatif PLR değeri (p=0,000),
preoperatif NLR değeri (p=.018), akses sayısı (p=.000), ortalama böbrek parankim kalınlığı (p=.02),
operasyon süresi (p=.000), hemoglobin drop (p=.016), hastanede kalış süresi (p=.000), taşsızlık oranı
(p=.023) ve komplikasyon oranları (p=.019) ise anlamlı olarak farklı olduğu saptandı (Tablo-1).
Multivaryant analizde ise PLR değeri ve akses sayısının SIRS gelişimi üzerine bağımsız etkili faktörler
olduğu görüldü (Tablo-2). PLR için 114,1 değeri cut off olarak alındığında SIRS gelişimini 80,4%
sensitivite ve 60,2% spesifite ile öngördüğü saptandı (Resim-1).
SONUÇ: Preoperatif PLR değerinin değerlendirilmesi PNL sonrası ortaya çıkabilecek SIRS’ı öngörmede
etkili ve ucuz bir biyomarkır olarak saptanmışken diğer yandan NLR değeri ise etkisiz bulunmuştur.
Özellikle preoperatif PLR değerinin >114,1 olduğu durumlarda sepsis gibi olası ciddi komplikasyonların
gelişme riskindeki artış nedeniyle hastaların yakın izlemi önermekteyiz.
Anahtar Kelimeler : Böbrek Taşı, Nefrolitotomi, Komplikasyon, SIRS,
Figürler :
Tables :
Çalışmaya alınan hastaların demografik ve operativ bilgileri
Toplam
Grup 1
Grup 2
Hasta Sayısı (n)
192
151
41
Yaş (yıl)
47.3±15.1
47.4±30.1
47.2±32.9
Cinsiyet (E/K)
p
0,967
0,424
Erkek
131 (68.2%) 104 (68.9%) 27 (65.9%)
Kadın
61 (31.8%) 47 (31.1%) 14 (34.1%)
Önceki Taş Tedavisi
56 (29.1%) 46 (30.4%) 10 (24.4%) 0.255
SWL
33 (17.2%) 26 (17.2%) 7 (17.1%)
PNL
19 (9.9%)
17 (11.2%) 2 (4.8%)
Açık Cerrahi
4 (2.0%)
3 (2.0%)
Diabetes Mellitus
25 (13%)
22 (14.6%) 3 (7.3%)
Preop PLR
116.7±39.9 109.3±34.3 142.9±47.3 0.000*
Preop NLR
2.6±1.5
2.4±1.4
1 (2.4%)
3.1±1.9
Hidronefroz
0.018*
0.065
Var
150 (78.1)
114 (75.5%) 36 (87.8%)
Yok
42 (21.9)
37 (24.5%) 5 (12.2%)
Taş Lokalizasyonu
0.169
0.246
Pelvis
40 (20.8%) 31 (20.5%) 9 (22%)
Kaliks
39 (20.3%) 34 (22.5%) 5 (12.2%)
Pelvis + Kaliks
63 (32.8%) 51 (33.8%) 12 (29.3%)
Staghorn
50 (26%)
35 (23.2%) 15 (36.6%)
Parankimal Kalınlık (mm)
17.4±4.4
17.8±4.5
15.9±4.1
0.020*
Body Mass index (kg/m²)
28.5±5.1
28.8±5.2
27.4±4.3
0,124
ASA (mean skor)
1.39±0.55
1.40±0.54
1.37±0.58
0.695
Taş Büyüklüğü (mm2)
675.9±619.1 652.7±632.6 765.7±567.0 0.311
Giriş sayısı
0.000*
-Tekli giriş
175 (91.1%) 145 (96%)
30 (73.2%)
-Çoklu giriş
17 (8.9%)
6 (4%)
11 (26.8%)
Operasyon Zamanı (dakika)
52.0±31.8
47.4±30.1
68.6±32.9
0.000*
2.2±1.1
2.7±1.7
0.016*
Hemoglobin Düşüşü (mg/dL) 2.3±1.3
Nefrostomi Tüpü
0.304
-Hayır
26 (13.5%) 22 (14.6%) 4 (9.8%)
-Evet
166 (86.5%) 129 (85.4%) 37 (91.2%)
Komplikasyon (n)
0.019*
-Minor
19 (79.2%) 12 (100%)
7 (58.3%)
-Major
5 (20.8%)
0
5 (41.7%)
Hastanede Kalış (gün)
1.88±1.0
1.58±0.8
3.0±1.1
Başarı (taşsızlık)
0.000*
0.023*
-Evet
172 (90.1%) 140 (92.7%) 32 (80%)
-Hayır
19 (9.9%)
11 (7.3%)
8 (20%)
Tablo 2: PCNL sonrası SIRS’ı öngermek için yapılan multivariate analiz
P
Odds ratio B
95%CI
Preoperatif PLR 0,018 1,01
0,012 1,002-1,022
Giriş Sayısı
1,508 0,058-0,838
0,026 0,221
PS-33
CANLI DONÖRLERDE HALA AÇIK CERRAHİ YAPMAYA DEVAM EDİYOR MUYUZ?
LAPAROSKOPİK DONÖR NEFREKTOMİ SONUÇLARIMIZ
Cevdet Kaya1, Ahmet Keleş1, Asgar Garayev1, Yılören Tanıdır1, İlker Tinay1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Istanbul
Giriş
Transperitoneal laparoskopik canlı donör nefrektomi kabul edilebilir komplikasyon oranları ile
günümüzde güvenle uyguladığımız bir cerrahi tekniktir. Böbrek nakli uygulanan hastaların canlı
vericilerinde transperitoneal laparoskopik ve açık donör nefrektomi operasyonunun pre ve post-operatif
parametreleri arasında farklılık olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem
Mart 2012 ve Kasım 2015 tarihleri arasında canlı donör nefrektomi uygulanan ve en az 1 aylık takibi
olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Operasyon öncesi BT-anjiografi ile renal vasküler yapıları
değerlendirilen hastalar, operasyon şekline göre açık donör nefrektomi (ADN) ve transperitoneal
laparoskopik donör nefrektomi (LDN) olarak 2 gruba ayrılarak yaşı, operasyon süresi, kanama miktarı,
hastanede yatış süresi, pre ve post-operatif böbrek fonksiyon testleri, sıcak iskemi süresi ve klinik
izlem parametreleri değerlendirildi. Kadavra vericileri, vericilerden farklı nedenlerden dolayı post-op
erken dönemde kontrastlı görüntüleme yapılan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Ki-kare ve MannWhitney U testi ile sonuçlar karşılaştırıldı. P≤0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular
Çalışma süresince 55 hastaya canlı donör nefrektomi uygulandı. ADN grubunda (Grup 1) 21 verici (8
Erkek/13 Kadın), LDN grubunda (Grup 2) 34 verici (12 Erkek/22 Kadın) çalışmaya dahil edildi. Grup
1’de hastaların ortalama yaşı 45±9,6 yıl, Grup 2’de 45±8,9 yıl idi. BT-anjiografik bulgulara bakıldığında
Grup 1’de 2 vericide, Grup 2’de 3 vericide çift renal arter mevcut idi (Tablo 1). Grup 1’deki vericilerde
peri ve postoperatif herhangi bir komplikasyon gözlenmezken, Grup 2’de sadece 1 vericide hemotoraks
gelişmesi üzerine perioperatif toraks tüpü takıldı. Yatış süresi, sonda çekilme zamanı ve per-op kanama
miktarı Grup 2’ deki vericilerde grup 1’e göre (p<0,0001), operasyon süresi ise grup 1’de grup 2'ye
göre istatistiksel anlamlı olarak düşük saptandı (p<0.0001). Pre ve post-operatif kreatinin değerleri (1.
hafta ve 1. ay), eritrosit suspansiyonu transfüzyonu, sıcak iskemi süresi açısından ise gruplar arasında
anlamlı farklılık saptanmadı (Tablo 2).
Sonuç
Günümüzde giderek yaygınlaşan minimal invaziv bir yaklaşım olan laparoskopik cerrahi tekniklerin
kullanımı, en çok da sağlıklı insanlar olan, verici kişilerde daha çok anlam kazanmaktadır. Deneyimli
merkezlerde yapılacak olan laparoskopik canlı donör nefrektomi, daha az hastanede kalış süresi, daha
hızlı normal aktiviteye dönüş ve kozmetik açıdan daha iyi sonuç vermesi gibi potansiyel yararları ve
benzer postoperatif böbrek fonksiyonu, sıcak iskemi zamanı ve peri-operatif kanama miktarı ile açık
donör nefrektomiye göre daha üstün olabilecek minimal invaziv bir yöntemdir. Devam etmekte olan bu
çalışmamız ileride bu konuda daha fazla bilgi verecektir.
Anahtar Kelimeler : canlı donör, nefrektomi, laparoskopi, böbrek nakli
Tables :
Tablo 1. Gruplara göre hastaların demografik verileri.
Donör Parametreleri
ADN
LDN
P değeri
Sayı
21
34
Hasta yaşı
45±9,6 45±8.9 0,7
Cinsiyet(E/K)
8/13
12/22 0,7
Taraf(Sağ/Sol)
2/19
0/34
0,1
Arter sayısı (Tek/Çift) 19/2
31/3
0,9
Tablo 2. İntraoperatif ve postoperatif klinik parametrelerin karşılaştırılması.
LDN
P değeri
Parametreler
ADN
Preop Kre(mg/dl)
0,72±,14 0,75±0,1 0,6
Postop 1. Hafta Kre(mg/dl) 1,02±,23 1±,23
0,9
Postop 1.ay Kre(mg/dl)
1,02±0,24 1,06±0,2 0,5
Sonda çekim günü
2±0,7
1,2±0,8 *0,0001
Dren çekim günü
2,4±0,7
2,5±2
0.1
ES transfüzyonu
1
2
0,1
Perop kanama(ml)
142±174 86±83
Sıcak iskemi süresi (sn)
283±152 238±73 0.4
Operasyon süresi (dk)
210±27
256±39 *0.0001
Hemotoraks
0
1
Hematom
0
1
Yatış süresi
3,8±0,8
3,3±2,2 *0,003
*0,04
Komplikasyon
Notlar : Cerrahi alanında yaptığımız belki de tek "sağlıklı bireye yapılan operasyon" olarak
bildiğimiz donör nefrektomiyi, giderek gelişen cerrahi teknikler ve minimal invaziv teknikler
bağlamında standart olarak uygulamanın önemine inanmaktayız.
PS-34
KONJENİTAL ANOMALİLİ BÖBREKLERDE PERKUTAN NEFROLİTOTOMİNİN ETKİNLİĞİ VE
KOMPLİKASYON ORANLARI; TEK MERKEZ DENEYİMLERİMİZ
MEHMET YOLDAŞ1, HAKAN TÜRK1, TUBA KUVVET YOLDAŞ3, MUSTAFA KARABIÇAK2, BATUHAN ERGANİ2,
OKAN NABİ YALBUZDAĞ2, TUFAN SÜELÖZGEN2, MEHMET ZEYNEL KESKİN2, CEMAL SELÇUK İŞOĞLU2,
FERRUH ZORLU2, YUSUF ÖZLEM İLBEY2
1
Dumlupınar Universty Kütahya Education And Resarch Hospital Department Of Ürology Kütahya
2
Tepecik Education And Resarch Hospital Department Of Ürology İzmir
3
Dumlupınar Universty Kütahya Education And Resarch Hospital Department Of Anesteziology Kütahya
Amaç: Konjenital renal anomaliler olan atnalı, karşı çapraz ektopi ve rotasyon anomalili böbreklere
uygulanan Perkütan nefrolitotomi’nin (PNL) başarı ve komplikasyon oranlarını kendi klinik
deneyimlerimizle değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde Ocak 2007- Ocak 2015 tarihleri arasında PNL operasyonu yapılan 1472 hastanın verileri
retrospektif olarak incelendi. Hastalardan 26'sı konjenital renal anomalili olmak üzere 28 renal üniteye
PNL operasyonu uygulandı. Hastaların demografik verileri, konjenital renal anomali tipleri, böbrek taşı
özellikleri, uygulanan tedavi yöntemleri değerlendirildi. Hastalara uygulanan PNL operasyonunun başarı
oranları, erken ve geç komplikasyon oranları değerlendirildi.
Bulgular:
PNL yapılan 28 renal ünitenin 14’ü füzyon, 14’ü rotasyon anomalisine sahipti. Hastaların ortalama yaşı;
53(±10.24), kadın/erkek oranı; 7/19, ortalama taş boyutu; 515(±453.96) mm2 idi. Ortalama
operasyon süresi; 120(±56.17) dk ve ortalama skopi süresi; 114.5(±246.73) sn idi. Cerrahın taşsızlık
tahmini %75(21 renal ünite) iken operasyon sonrası bilgisayarlı tomografi (BT) ile tespit edilen başarı
ise %55(15 renal ünite) idi. %78 doğruluk oranıyla taşsızlık tahmin edildi. 3 olguda postoperatif ateş
yüksekliği, 1 olguda postoperatif arteriovenöz(A-V) fistül, 1 olguda intraoperatif kolon yaralanması
gözlendi.
Sonuç:
PNL konjenital böbrek anomalisi olan renal ünitelerdeki taşların tedavisinde deneyimli ekiple güvenle ve
başarı ile uygulanabilen bir tekniktir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek anomalisi, Komplikasyon, Perkutannefrolitotomi.
PS-35
AKCİĞER KANSERİNİN SOLİTER METASTAZLARINDA LAPAROSKOPİK
ADRENALEKTOMONİN SAĞKALIMA ETKİSİ
Şenol Tonyalı1, Sertaç Yazıcı1, Mustafa Erman2, Cenk Yücel Bilen1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Amaç
Akciğer kanserinin soliter metastazlarında laparaskopik adrenalektominin sağkalım avantajı sağlayıp
sağlamadığının ortaya konması ve hasta grubumuzun sonuçlarının bildirilmesi
Materyal ve Metod
Ağustos 2008 ile Ağustos 2015 tarihleri arasında şüpheli adrenal bez metastazı nedeniyle laparoskopik
adrenalektomi operasyonu geçiren akciğer kanseri tanılı hastaların medikal bilgileri retrospektif olarak
tarandı.
Bulgular
Akciğer kanserli 12 hastaya adrenal metastaz şüphesi ile toplam 14 laparoskopik adrenalektomi yapıldı.
12 hastadan bir tanesi aynı seansta bilateral adrenalektomi oldu; diğer bir hasta ise iki yıl arayla iki
laparoskopik adrenalektomi geçirdi. Patolojik inceleme bir hasta dışında tüm hastalarda akciğer kanseri
metastazını doğruladı. Bir tek hasta akciğer metastazı saptanan son adrenalektomisinden 2 yıl önce
laparaskopik adrenalektomi olmuş ve patolojik inceleme hyalinize kortikal nodülü göstermişti.
Hastaların ortalama yaşı 59.9±7.31 idi. Tüm hastalar erkek idi. Ortalama ameliyat süresi 93.4 dakika
idi (45-185 dk). 7 hasta adrenalektomiden sonra ortalama 22. ayda yaşamını yitirdi. 5 hasta adrenal
metastazektomiden sonra ortalama 30 ay takipte halen yaşamını sürdürmektedir. Bu 5 hastanın 4’ünde
hastalık bulgusu izlenmemektedir.
Sonuç
Laparoskopik adrenalektomi akciğer kanserinin soliter metastazlarında kür sağlamak amacıyla
kullanılabilecek etkili bir tedavi seçeneği olarak akılda tutulmalıdır. Daha çok hasta ile yapılacak
çalışmalar bilgimizi arttıracak ve uzun dönem onkolojik sonuçları netleştirecektir.
Anahtar Kelimeler : akciğer kanseri, laparoskopi, adrenalektomi, metastazektomi
PS-36
RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEME ÇAĞINDA PATOLOJİK BAKIŞ AÇISI İLE LAPAROSKOPİK
ADRENALEKTOMİ: ÇOK MERKEZLİ RETROSPEKTİF ANALİZ
Şenol Tonyalı1, Fatih Ataç2, Ünsal Eroğlu3, Sertaç Yazıcı1, Ender Özden2, Sinan Sözen3, Cenk Yücel Bilen1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Amaç
Laparoskopik adrenalektominin adrenal malignite ve metastazlarda uygunluğunun ortaya konulması ve
operasyon endikasyonlarına eleştirel bir yaklaşım için patoloji sonuçlarının gözden geçirilmesi
Materyal-Metod
1 Ocak 2008 ile 1 Mayıs 2015 tarihleri arasında üç farklı merkezde laparoskopik adrenalektomi yapılan
hastaların verileri retrospektif olarak tarandı. Demografik özellikler, preoperative görüntülemeler,
operasyon süreleri, tahmini kan kaybı, intraoperatif komplikasyonlar, hastanede yatış süresi ve patoloji
sonuçları değerlendirildi.
Bulgular
Toplam 189 laparoskopik adrenalektomi başarı ile tamamlandı. Ortalama ameliyat süresi 79.3±38.6 dk
iken tahmini intraoperatif kan kaybı 39.9 ml idi. İntraoperatif olarak bir dalak, bir renal ven ve iki
diyafram yaralanması olmak üzere toplam 4 major komplikasyon görüldü. Histopatolojik inceleme 20
farklı tip lezyon ortaya koydu. Cerrahi sınır hastaların %95’inde negatif idi. Cerrahi sınır adrenokortikal
kanseri olan hastaların hepsinde negatif idi. Cerrahi sınır pozitifliği saptanan 5 hasta ortalama 32 aylık
takipte halen hayattadır.
Sonuç
Çeşitli ayırıcı tanılar ve farklı klinik davranışları nedeni ile adrenal kitlelerin yönetimi klinisyenler için
oldukça güçtür. Laparoskopik adrenalektominin malign tümörlerde de kullanılabileceği bildirilmiştir. Bu
çalışma laparoskopik adrenalektominin malign ve metastatik lezyonlarda kullanılabileceğini
desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler : adrenalektomi, adrenokortikal kanser, laparoskopi, adenom
PS-37
LAPAROSKOPİK NEFRON KORUYUCU CERRAHİ: TACHOSİL VE FLOSEAL'İN
KARŞILAŞTIRILMASI
Şenol Tonyalı1, Artan Koni1, Sertaç Yazıcı1, Cenk Yücel Bilen1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç
Laparoskopik nefron koruyucu cerrahide (LNKC) intraoperatif hemostazı sağlamak için adjuvan
hemostatik ajanlar olan TachoSil ve FloSeal kullanımı ile standart prosedürün karşılaştırılması
Materyal-Metod
Çalışmaya 2007-2015 yılları arasında küçük renal kitleler nedeni ile LKNC operasyonu yapılan 79 hasta
dahil edildi. Hastalar hemostatik ajan kullanılmayan [(HAK)= (standart prosedür)], TachoSil ve FloSeal
grubu olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Demografik bilgiler, kitle özellikleri, preoperatif kreatinin düzeyi,
intraoperatif kanama miktarı, operasyon süresi, sıcak iskemi süresi, postoperatif drenaj miktarı,
hastanede kalış süresi, peroperatif komplikasyonlar, postoperatif kreatinin düzeyi ve transfüzyon
ihtiyacı karşılaştırıldı.
Bulgular
Hemostatik ajan kullanılmayan (HAK) , TachoSil ve FloSeal gruplarında sırasıyla 18, 25 ve 36 hasta
bulunmakta idi. Gruplar arasında cinsiyet dağilımları açısından farklılık yoktu. Ortalama tümor
çapı HAK grubunda 29.6 mm iken, TachoSil grubunda 26.4 mm, FloSeal grubunda ise 30.4 mm idi.
Ortalama ameliyat süresi FloSeal grubunda HAK grubundan anlamlı olarak düşük idi (120.9 dk’ya karşı
156.6 dk). Operasyon süresi TachoSil ve FloSeal grubunda benzerdi. En uzun ortalama sıcak iskemi
süresi (24.3 dk) HAK grubunda saptandı. İntraabdominal kateter drenaj mikarı en fazla olan HAK grubu
idi. Ortalama hastanede yatış süresi Tachosil ve FloSeal grubunda benzer olmakla beraber HAK
grubundan daha kısa idi.
Sonuç
LNKC’de intraoperatif hemostatik ajanların kullanılması operasyon, hastanede yatış ve sıcak iskemi
süresini kısaltmanın yanında postoperatif drenajı azaltmak gibi yararlar sağlayabilir. TachoSil ve
FloSeal kolay uygulanabilirlikleri ile LNKC’de güvenli ve etkili bir biçimde kullanılanılabilir.
Anahtar Kelimeler : laparoskopi, nefron koruyucu cerrahi, Tachosil, Floseal, hemostatik ajan
PS-38
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASINDA GİRİŞ YOLUNUN KOTERİZASYONU
Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıcı1
1
Namık Kemal Üniversitesi, Üroloji Ab
Perkütan Nefrolitotomi Sırasında Giriş Yolunun Koterizasyonu
Giriş: Perkütan nefrolitotomi (PCNL) büyük böbrek taşları tedavisinde altın standart cerrahi tekniktir.
Birçok çalışmada etkinliği ve güvenilirliği gösterilmiştir. Kanama bu cerrahi sırasında en sık görülen
komplikasyondur. Bu komplikasyonu azaltmak için birçok manipülasyon, değişik başarı oranlarıyla
bildirilmiştir. Biz de PCNL sırasında oluşacak kanamanın minimum indirilebilmesi için akses trakt
koagülasyonunu uyguladık ve sonuçlarını standart PCNL vakalarıyla karşılaştırdır.
Materyal ve Metod: Standart PCNL vakaları ile akses trakt koterizasyonu yapılmış hastalar
retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların operasyon süreleri, taşsızlık oranları, hastanede kalış
süreleri ve cerrahi komplikasyonlar karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Toplam 50 hasta (24 hasta koterizasyon grubunda, 26 hasta standart PCNL grubunda)
çalışmaya dahil edildi. Koterizasyon grubundaki hastaların taşsızlık oranı %87,5 iken, standart PCNL
grubundaki hastaların taşsızlık oranı %90,9 olarak tespit edildi. (p=0.649) Koterizasyon grubunda
ortalama hemoglobin düşüşü 0.93 g/dl (0.1-2.3 g/dl) iken standart PCNL vakalarında ortalama
hemoglobin düşüşü1.45 g/dl (0.3-4.2 g/dl) olarak tespit edildi. (p=0.037) Standart PCNL hastalarından
2’sine (7.7%) 1 ünite kan transfüzyonu uygulanırken koterizasyon grubundaki hastaların hiçbirine
transfüzyon yapılmadı. (p=0.493)
Conclusion: Perkütan nefrolitotomide akses trakt koterizasyonu etkili ve güvenli bir teknik olup daha
kanamanın azalmasına neden olmaktadır.
Anahtar Kelimeler : percutan nefrolitotomi, kanama, koterizasyon
Figürler :
Tables :
Standard PCNL Cauterization group (p) value
Hasta Sayısı (n)
26
24
p=0.76
Cinsiyet Erkek/Kadın
9/17
10/14
p=0.69
Yaş (yıl)
51.1
49.1
Taş Lokalizasyonu Sağ/Sol
11/15
11/13
Taş Yükü (cm2)
4.64
5.18
p=0.59
Operasyon Süresi (min.)
86
89
p=0.65
Taşsızlık (n)
24
21
p=0.65
0.93(0.1-2.3)
p=0.03
Ortalama Hemoglobin Düşüşü (g/dl) 1.45(0.3-4.2)
Ortalama Kreatinin Değişimi (mg/dl) 0.10(-0.23- 0.63) 0.14 (-0.23- 0.23)
p=0.14
Geçiçi Ateş
2
1
p=0.58
Kan Tranfüzyonu
2
0
p=0.49
Ortalama Hastanede Kalış
3,11 (2-5)
1,70 (1-3)
p<0.001
PS-39
MESANE İÇİNE FİSTÜLİZE OLAN GOSSİPİBOMA
Devrim Tuğlu1, Ercan Yuvanç1, Serhan Gür1, Mustafa Koray Kırdağ1, Erdal Yılmaz1, Ertan Batislam1
1
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale
Giriş: Gossipiboma yada tekstiloma spanç veya çeşitli hemostaz malzemelerinin etrafında yaygın bir
abse veya aseptik fibrotik reaksiyon şeklinde kitle lezyonu yapan yabancı cisim reaksiyonunu
açıklamak için kullanılan terimlerdir.
Olgu: 71 yaşındaki erkek hasta sık idrara çıkma, acil idrar hissi, hematüri ve suprapubik ağrı
şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu. Anamnezinde 5-6 yıldır bu şikayetlerinin süregeldiği ve 8 yıl
önce transvezikal prostat operasyonu olduğu anlaşıldı. Muayenesinde suprapubik pfannensteil
operasyon skarı vardı ve palpasyon ile kitle ele gelmiyordu. İdrar kültüründe üreme olmadı. Abdominal
ultrasonografisinde mesane kubbesinde
5x3,5x3 cm’lik homojen ekoda kitle lezyonu izlendi.
Abdominal tomografisinde mesane ön yüzünde kubbede 5x4x3 cm’lik solid kitle ve bu kitlenin
kalsifikasyon içeren 14 mm’lik kısmının mesane içine uzanım gösterdiği görüldü. Hastaya önce
sistoskopi planlandı ve mesane kubbesinde kalsifiye bir lezyon ve bu kalsifikasyonun etrafında mesane
mukozasının çekintiler oluşturduğu gözlendi. Ardından eski insizyon skarından insizyon ile girildi.
Dokular ileri derece fibrotik ve sertti. Mesane ön yüz kubbesinden 5x5x4 cm’lik kitle çıkarıldı. Kitlenin
mesaneye bakan yüzünden spanç uzandığı ve bunun üzerinde kalsifikasyon oluştuğu izlendi. Böylelikle
hastanın daha önce geçirdiği operasyona sekonder spanç unutulduğu ve bunun mesane içine fistülize
olan yabancı cisim reaksiyonu olduğuna karar verildi. Hastanın mesanesi onarıldı. Postoperatif hastanın
şikayetleri geriledi.
Tartışma: Karın boşluğuna bırakılan cerrahi sünger uzun bir süre asemptomatik kalabilir. Karın içinde
yabancı cisim unutma genellikle başka ameliyat gerektirir. Bu hastanın morbidite ve mortalitesini aynı
zamanda tedavi ve hukuki dava maliyetini artırmaktadır. Şüphelenmek preoperatif tanı için önemlidir.
Radyoopak spanç ve kapsamlı spanç sayma kullanılmasına rağmen, bu durum oluşmaya devam
edebilir. İnsan hataları tamamen ortadan kaldırılamaz fakat sürekli tıp eğitimi ve cerrahi kurallara sıkı
sıkıya bağlı kalma ile insidans azaltılabilir.
Anahtar Kelimeler : Gossipiboma, Mesane, Fistül
Figürler :
PS-40
VİBİRNUM OPULUS: HİPOSİTRATÜRİK TAŞ HASTALARINDA FARMAKOLOJİK TEDAVİYE
LİMON SUYU GİBİ YENİ BİR ALTERNATİF OLABİLİR Mİ?
Devrim Tuğlu1, Erdal Yılmaz1, Ercan Yuvanç1, Berrin İmge Ergüder3, Üçler Kısa2, Fatih Bal1, Ertan
Batislam1
1
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale
2
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.d, Kırıkkale
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.d, Ankara
Giriş :
Üriner sistem taş hastalığı dünya nüfusunun %12’sini etkilemekte olup 10.yılda %50’lere varan
oranlarda tekrar edebilmektedir. SWL ve endoskopik tekniklerin yaygın kullanılmaya başlanmasıyla
taşın medikal tedavisi ile ilgili çalışmalar hem azalmış hem de geri planda kalmıştır. Türkiye’de özellikle
taş hastalığında V.opulusun yaygın kullanıldığı bilinmektedir. Bu bitki Displaces takımının Caprifoliaceae
(Hanımeli) familyasından bir türdür. Bitkinin gövde, kabuk ve meyveleri farmakolojide ve turşu, reçel
ve değişik şekillerde yiyecek olarak değerlendirilmektedir. V.opulusun taş hastalığında hangi etki
mekanizması ile etki ettiği ile ilgili yapılmış bir çalışma yoktur. Bu etkiyi iki yolla yapıyor olabileceğini
düşünmekteyiz: 1. Antioksidan özelliği 2. İçeriğindeki olası sitrat ve potasyum.
Gereç ve Yöntem: V.opulus’un ilk toplandığında acı bir tadı olduğu için bir ay süreyle acılığını
kaybetmesi için su içinde salamurası yapılmıştır. Bu şekilde içilebilir hale getirildikten sonra blendırdan
geçirilmek suretiyle 100’er mm.lik 10 örnek toplandı. Aynı şekilde limondan da 100’er mililitrelik 10’ar
adet örnek alındı. Bu örneklerin hepsinin sitrat, okzalat, kalsiyum, fosfor, magnesium, sodyum ve pH
değerlerine bakıldı. Gruplandırma aşağıdaki şekilde yapıldı:
Grup 1: Salamurada bekletilen V.opulus suyu
Grup 2: taze limon suyu
Sonuçlar:
V.opulus içeriğindeki sitrat ve magnezyum miktarının limon suyu ile istatiksel farklılık göstermediği
saptanmıştır. Potasyumun limon suyundan istatiksel olarak fazla, sodyum ve kalsiyumun ise az olduğu
tespit edilmiştir. Tablo 1’de limon suyu ve V.opulus içeriğindeki sitrat, kalsiyum, sodyum, potasyum,
fosfor, magnezyum ve pH değerleri gösterilmiştir.
Tartışma:
Özellikle sitrat özleri ve sularının doğal sitrat kaynağı olarak kullanılmasının potasyum sitrata alternatif
olabileceği çeşitli çalışmalarda ortaya konmuştur. Limonatanın sitratürik etkisi çeşitli çalışmalarda
ortaya konmuştur. Bileşimindeki maddelere bağlı olarak V. opulus son yıllarda yüksek seviyelerde
antioksidan aktivite ve antimikrobiyal potansiyeli olduğuna dair çeşitli çalışmalar yapılmıştır.
V.opulusun, sitrat ve potasyumdan zengin olduğu gösterilirse hem antioksidan özelliği ile hem de sitrat
ile potasyum zenginliği ile hipositratürik taş hastalarının tedavisinde farmakolojik ajanlara bir alternatif
olduğunu söyleyebileceğimizi düşündük.
Çalışmamızda V.opulus içeriğinde potasyumun limon suyundan fazla, kalsiyum içeriğinin ise az olduğu
tespit edilmiştir. Sitrat içeriğinin ise limon suyu ile istatiksel farklılık göstermediği saptanmıştır. Bu
sonuçla V.Opulusun da limon suyu kadar sitratürik etkisi olacağını düşünmekteyiz. Yüksek potasyum
içeriği sayesinde alkali yük sağlayabilir. Bu alkali yük renal tübüler reabsorbsiyon ve sitrat
metabolizmasını azaltarak üriner sitrat ekskresyonunu arttırır. Ayrıca alkali yük, idrarı alkalinize
etmesine ek olarak, böbrekten sitrat geri emilini de etkiler. V.opulus içeriğinde kalsiyum ve sodyumun
düşük olması da taş hastaları için bir avantaj olarak düşünülebilir.
Çalışmamızda V.opulus içeriğinde limon suyu kadar sitrat ve potasyum tespit ettik. Hem antioksidan
özelliği hem de yüksek sitrat ve potasyum içeriği nedeniyle V.opulusun taş hastalarında tavsiye
edilebilir. Hafif-orta hipositratüride potasyum sitrata alternatif olarak limon, portakal suyu gibi
önerilebileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu konu ile ilgili klinik çalışmaların yapılmasının faydalı
olacağını belirtmeliyiz.
Anahtar Kelimeler : Vibirnum opulus, Ürolithiyazis, Metabolik Tedavi
Tables :
Biyokimyasal Özellikler
Viburnum opulus Limon Suyu
Sitrat (mmol/L)
65.22±5.86
54.04±5.05
Potasyum (mmol/L)
40.51±2.78
27.55±2.12
Kalsiyum (mmol/L)
0.05±0.01
1.52±0.02
Magnezyum (mmol/L) 1.57±0.26
1.44±0.21
Sodyum (mmol/L)
2.54±0.19
6.35±0.98
pH
4.02±0.16
4.03±0.18
PS-41
FOURNİER GANGRENİ NADİR KOMPLİKASYONU: İNTRAPERİTONEAL MESANE
PERFORASYONU
Ercan Yuvanç1, Devrim Tuğlu1, Serhan Gür1, Faruk Pehlivanlı2, Oktay Aydın2, Erdal Yılmaz1, Ertan
Batislam1
1
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale
2
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.d, Kırıkkale
Giriş: Fournier gangreni (FG), fasya ve cilt altı dokunun nekrozu ile kendini gösteren, nadir görülen,
ilerleyici ve ölümcül seyredebilen bakteriyel bir enfeksiyondur. Dokularda hızla yayılan nekroz sıklıkla
sistemik sepsise, toksik şok sendromuna ve multiorgan yetmezliğine neden olur.
Olgu: FG’e sekonder gelişen intraperitoneal mesane perforasyonu olgusunu sunmayı amaçladık.
Yaklaşık 5 yıllık kolorektal karsinom nedeniyle geçirilmiş cerrahi ve radyoterapi öyküsü olan 59 yaşında
tip II DM öyküsü olan erkek hasta acil servise Fournier gangreni ön tanısı ve genel durum bozukluğu
şikayetleri ile sevk edilmiştir. Kolostomili hastaya acil serviste takılan sondadan idrar çıkışı
izlenmemiştir. Hastanın göbek altı bölgesinden başlayıp skrotum ve perianal bölgeye uzanan ekimotik
alanı vardı. Yapılan değerlendirmede penil gövde, oenil üretra ve skrotumun destrukte olduğu izlendi.
Hastaya üretral sonda penis kökünde açıkta izlenen üretral açıklıktan takılabildi. Laboratuvar
değerlendirmesinde CRP:605 mg/L, Hb: 6,8 g/dL, Alb: 2,02 g/dl, Na: 131mmol/L, K: 5,98mmol/L, Üre:
243mg/dl, Kre: 9,39mg/dl ‘idi. Hastanın abdominal tomografisinde S4 distalinden başlayarak sakral ve
koksigeal segmete uzanan yaklaşık 7x8x7cm boyutlarında cilde fistülize yaygın dekstrüktif yumuşak
doku kitle lezyonu mevcuttu (metastaz?). Mesane anterior duvarı ile karın ön duvarı posterior kısmı
arasında içinde hava değerleri olan kontrast madde verilmediği için net ayırtedilemeyen sıvı
koleksiyonu mevcuttur. Mesane kubbesinde mesane lümeni ile tariflenen koleksiyon ile ara plan
değerlendirilememesi üzerine mesane retragrad üretral sondadan kontrast madde ile dolduruldu ve
tekrar abdominal tomografisinde mesane kubbesinden intraperitoneal perforasyona bağlı kontrast
madde kaçışı gözlendi. Mesane içinde hava değerleri mevcuttu. Bunun üzerine hastaya USG eşliğinde
bilateral perkütan nefrostomi takıldı. Hastanın böbrek fonksiyonları Üre: 54mg/dl, Kre:0,89mg/dl
olarak düzeldi. Hastaya genital, perianal ve gluteal bölgelerini içine alan geniş agresif fournier gangreni
debridamanı uygulandı. Fakat ek morbiditeleri sebebiyle yoğun bakım takiplerinin 11. gününde hasta
kaybedildi.
Tartışma:
FG’i tipik olarak kadınlarda labium bölgesinden, erkeklerde skrotum bölgesinden başlar ve
perineal, gluteal ve karın bölgesine hızlı bir şekilde yayılır. FG’ne en sık iskiorektal apseler neden
olmaktadır. Diğer anorektal kaynaklı etyolojik faktörler perianal apse, divertikül perforasyonu,
kanserler, rektal perforasyon, perfore akut apandisit, anal dilatasyon, anal fistül ve boğulmuş inguinal
fıtık sayılabilir. Ürogenital kaynaklı lezyonlar içinde en sık görülen etyolojik faktörler, üretral stenoz ve
enstrüman kullanımıdır. DM, malignensi, morbit obezite en sık rastlanan predispozan etkenlerdir. Etken
patojen ne olursa olsun, başlangıç döneminde nekrozlu alanın üzerindeki deride tutulum olmadığı için
erken tanı oldukça zordur. Bu dönemde, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi incelemesi cilt altı
dokudaki birikimlerin görüntülenmesi açısından gereklidir. Klinik açıdan şüpheyle yaklaşım erken
tedaviye olanak sağlar. Erken dönemde tedavi edilmediği taktirde, FG’nin morbiditesi ve mortalitesi
oldukça artmaktadır. Şimdiye kadar ki literatür tarandığında FG’nin komplikasyonları arasında mesane
perforasyonuna rastlanmamıştır. Bizim hastamızda da metastatik kanser, DM, intraperitoneal mesane
perforasyonu gibi FG’i mortalitesini artırıcı etkenler olması nedeniyle hasta kaybedilmiştir.
Anahtar Kelimeler : Fournier Gangreni, İntraperitoneal, Mesane
Figürler :
PS-42
ÇİFT TOPLAYICI SİSTEMLERDE PERKUTAN NEFROLİTOTOMİ DENEYİMLERİMİZ
Adem Tok1, İzzet Çiçekbilek1, Tamer Alışkan1, İbrahim Karabulut2, Hüseyin Kocatürk2, Bülent Akduman1,
Necmettin Aydın Mungan1
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Erzurum Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği
Amaç: Çift toplayıcı sistemler üreterde görülen ve çoğunlukla tesadüfen saptanan konjenital
anomalilerdendir. Biz bu çalışmamızda çift toplayıcı sistemlerdeki böbrek taşlarında uyguladığımız
perkutan nefrolitotomi (PNL) sonuçlarımızı sunmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2010-Ekim 2015 tarihleri arasında, iki merkezde, çift toplayıcı sisteme
sahip böbrek taşlarında PNL uygulanan 38 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların
yaşı, cinsiyeti, ameliyat öncesi tanı için kullanılan radyolojik yöntem, taş boyutları, toplayıcı sistemin
komplet veya inkomplet olması, ameliyat süresi, skopi süresi, komplikasyon oranları ve başarı oranları
ayrı ayrı kaydedildi.
Bulgular: Toplam 38 hastanın 18’i erkek 20’si kadın idi. Hastaların ortalama yaşı 38.2 (18-72) yıl idi.
Taş tanısı 31 (%81.5) hastada kontrastsız tüm batın tomografisi (BT) ve 7 (%18.5) hastada İntravenöz
pyelografi (IVP) ile konuldu. Ameliyat öncesi çift toplayıcı sistem tanısı IVP çekilen tüm hastalarda
konulmuştu fakat BT çekilen hastaların sadece 12 tanesinde farkedilmişti kalan 19 hastaya tanı
ameliyat esnasında çekilen antegrad veya retrograde pyelografi ile konuldu. Hastaların 21 (%55.3)’inde
inkomplet, 17 (%44.7)’sinde komplet çift toplayıcı sistem tespit edildi. Ameliyat öncesi çift toplayıcı
sistem olduğu farkedilemeyen 8 (%21) hastaya ameliyat öncesi takılan üreter kateteri yanlış sisteme
gönderildi ve bu hastaların hepsi inkomplet üreter duplikasyonu idi. Yanlış sisteme gönderilen
hastalarda yüksek birleşme noktasına sahip olan veya bifid pelvis olan 6 hastada üreter kateteri biraz
aşağı çekilerek ameliyata devam edildi, fakat distalde birleşen sisteme sahip 2 hasta yeniden litotomi
pozisyonuna alınarak üreter kateteri retrograt pyelografi ile doğru sisteme yerleştirildi. Ortalama taş
boyutu 29.6 (18-45) mm olarak hesaplandı. Ortalama ameliyat süresi 92.5 (55-155) dakika, ortalama
skopi süresi 102.6 (32-285) saniye idi. İki (%5) hastada kan transfüzyonu gerektiren kanama ve 1
(%2.5) hastada intravenöz antibiyoterapi gerektiren enfeksiyon gelişti. Ameliyat sonrası 1. ayda
çektirilen direkt üriner sistem grafisi ve ultrasonografi ile 32 (%84.2) hastanın taşsız olduğu belirlendi.
Sonuç: Günümüzde taş tanısı için hemen hemen tüm kliniklerde tomografi, IVP’nin yerini almıştır. Bu
nedenle çift toplayıcı sistemler bazen gözden kaçabilmektedir. Bu durum PNL başarısını ve
komplikasyon oranlarını etkilemesede, skopi ve ameliyat süresini uzatabileceğinden ürologlar
tarafından gözönünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler : Böbrek Taşı, Çift Toplayıcı Sistem, Perkutan Nefrolitotomi
PS-43
PEDİATRİK YAŞ GRUBUNDA EKSTRAVEZİKAL OLARAK ROBOT EŞLİĞİNDE
LAPAROSKOPİK ÜRETERAL REİMPLANTASYON DENEYİMİMİZ
Yusuf Kibar1, Engin Kaya1, Serdar Yalçın1, Burak Köprü1, Turgay Ebiloğlu2
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara
2
Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara
Amaç: Kliniğimizde çocuk yaş gurubundaki 10 hastaya uyguladığımız robot eşliğinde laparoskopik
üreteral reimplantasyon (RELÜR) deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Gereç-Yöntem: Kasım 2014– Aralık 2015 tarihleri arasında 9 hastaya vezikoüreteral reflü nedeni
(VUR) ile 1 hastaya da vezikoüreteral darlık (VÜD) nedeni ile toplam 11 üreter (2 olgu bilateral)
ünitesine ekstravezikal olarak RELÜR uygulandı. Hastaların 7’i kız, 3’ü erkek idi.
Bulgular: RELÜR uygulanan 1 hastada postoperatif dönemde ağrı ve böbrekte dilatasyon saptanması
üzerine antegrad D-J kateter konuldu. Postoperatif 15.günde kateter çekildi. Diğer 9 hastada
perioperatif ya da postoperatif komplikasyon izlenmedi. VUR nedeni ile RELÜR uygulanan hastalara
postoperatif 2. ayda yapılan voiding sistografi sonucunda tüm hastalarda reflünün kaybolduğu tespit
edilirken, VÜD nedeni ile cerrahi uygulanan hastada postoperatif 3. ayda yapılan MAG-3 renal
sintigrafide obstrüksiyonun olmadığı saptandı (Tablo 1).
Sonuç: VUR ve VÜD tedavisinde açık cerrahi halen altın standart yöntemdir. Ekstravezikal RELÜR
prosedürü yüksek başarı oranları ile açık cerrahi gerektiren VUR ve VÜD tedavisinde etkili ve güvenli bir
tedavi alternatifidir.
Anahtar Kelimeler : Robot eşliğinde laparoskopik üreteral reimplantasyon, vezikoüreteral reflü,
vezikoüreteral darlık
Tables :
TABLO 1: HASTA ÖZELLİKLERİ VE RELÜR SONUÇLARI
Etyoloji
VUR (n:9) VÜD (n:1)
Yaş (yıl)
8.9 (5-16)
E./K
3/7
Komplikasyon
1
Yatış süresi (gün)
2
Kanama miktarı (ml) Eser
Cerrahi süresi (dk)
55 (45-90)
Başarı oranı (%)
100
PS-44
PEDİYATRİK GRUBUNDA ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK CERRAHİ DENEYİMLERİMİZ
Yusuf Kibar1, Serdar Yalçın1, Engin Kaya1, Burak Köprü1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara
Amaç: Kliniğimizde
çocuk
yaş
grubundaki
cerrahi deneyimimizi sunmayı amaçladık.
18
hastada
robot
yardımlı
laparoskopik
Gereç-Yöntem: Kasım 2014– Aralık 2015 tarihleri arasında 4 piyeloplasti, 10 ekstravezikal üreteral
reimplantasyon, 2 ogmentasyon ileosistoplasti, 1 redüksiyon sistoplasti, 1 nefrektomi olmak üzere
toplam 18 hastaya robot yardımlı laparoskopik cerrahi uygulandı.
Piyeloplasti uygulanan 4 hastadan solda üreteropelvik darlık olan bir olguya transmezokolik yaklaşım
uygulandı. Üreteral reimplantasyon uygulanan 10 hastanın 9’unda vezikoüreteral reflü (VUR)
mevcutken, yalnızca bir hastada vezikoüreteral darlık (VÜD) mevcuttu. Toplam 12 üreter ünitesine
reimplantasyon yapıldı. Ogmentasyon ileosistoplasti operasyonu uygulanan hastalar incelendiğinde,
düşük kapasiteli, hipokomplian mesane saptanmış olup, üst üriner sistemde dilatasyon ve inkontinans
mevcuttu. Redüksiyon sistoplasti yapılan hastada
mesane posteriorunda yüksek volümde rezidüel
idrara sebep olan divertiküler görünüm mevcutken, nefrektomi uygulanan hasta da nonfonksiyone
böbrek ve tekrarlayan üriner enfeksiyon tespit edildi.
Bulgular: Üreteral reimplantasyon uygulanan 1 hastada postoperatif dönemde ağrı ve böbrekte
dilatasyon saptanması üzerine antegrat D-J kateter konuldu. Postoperatif 15.günde kateter çekildi.
Diğer 17 hastada perioperatif ya da postoperatif komplikasyon izlenmedi.
Piyeloplasti operasyonu uygulanan hastaların postoperatif 3. ayda yapılan MAG-3 renal sintigrafi
sonucunda tüm olgularda diüretik uygulamasına tam yanıt tespit edildi. VUR nedeni ile üreteral
reimplantasyon uygulanan hastalara postoperatif 2. ayda yapılan voiding sistografi sonucunda tüm
hastalarda reflünün kaybolduğu tespit edilirken, VÜD nedeni ile üreteral reimplantasyon uygulanan
hastada
saptandı.
mesane
postoperatif
3.
ayda
yapılan
MAG-3
renal
sintigrafide
obstrüksiyonun
olmadığı
Ogmentasyon ileosistoplasti yapılan hastalarda postoperatif 15.günde çekilen sistografide
kapasitesinin
arttığı
ve
herhangi
bir
kaçak
olmadığı
tespit
edildi.
Redüksiyon
sistoplasti uygulanan hastada postoperatif 10.günde yapılan sistografide mesane konturlarının düzgün
olduğu ve mesane kapasitesinin normal olduğu tespit edildi. Nefrektomi uygulanan hastanın
ultrasonografi kontrolünde herhangi bir patoloji saptanmadı (Tablo 1).
Sonuç: Son yıllarda, çocuk
yaş grubunda robot yardımlı laparoskopik cerrahinin kullanım alanı
artmaktadır. Robotik cerrahi, başarı ve komplikasyon oranları ile cerraha ve hastaya önemli derecede
katkı sağlamaktadır. Robot yardımlı laparoskopik cerrahi çocuk yaş grubunda güvenli ve efektif bir
minimal invaziv tedavi seçeneğidir.
Anahtar Kelimeler : Ogmentasyon ileosistoplasti, piyeloplasti, robot yardımlı laparoskopik cerrahi,
üreteral reimplantasyon, nefrektomi
Tables :
TABLO 1: HASTA ÖZELLİKLERİ VE ROBOTİK CERRAHİ SONUÇLARI
Piyeloplasti
Üreteral
reimplantasyon
Ogmentasyon
ileosistoplasti
Redüksiyon
sistoplasti
Nefrektomi
Sayı
4
10
2
1
1
Yaş (yıl)
6,25 (4-8)
8,9 (5-16)
11,5 (11-12)
14
11
K/E
0/4
7/3
0/2
0/1
1/0
Komplikasyon
0
1
0
0
0
Yatış süresi
(gün)
2
2
15
3
2
PS-45
ROBOT YARDIMLI PARSİYEL NEFREKTOMİ SIRASINDA NEGATİF CERRAHİ SINIR İÇİN
RUTİN FROZEN SECTION İNCELEME GEREKLİ Mİ?
İlter Tüfek1, Burak Argun1, Mehmet Selçuk Keskin1, Can Obek2, Panagiotis Mourmouris1, Ali Rıza Kural1
1
Acıbadem Üniversitesi
2
Acıbadem Taksim Hastanesi
Giriş ve Amaç
Pozitif cerrahi sınır varlığında prognozla ilgili çelişki, intraoperatif yaklaşımdaki farklılıklar ve göreceli
yüksek yanlış negatiflik oranı parsiyel nefrektomi sırasında rutin frozen section inceleme yapılması
konusunda tartışma yaratmaktadır. Bu çalışmada robot yardımlı parsiyel nefrektomi (RYPN) serimizdeki
cerrahi sınır pozitifliği oranımızın saptanması ve frozen section incelemenin gerekliliğinin belirlenmesi
amaçlandı.
Materyal ve Metot
Nisan 2008 ve Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde 148 hastaya robotik cerrahide deneyimli tek
bir cerrah tarafından RYPN uygulandı. Tüm hastalarda transperitoneal yaklaşım kullanıldı. İşlem
sırasında tüm hastalar peroperatuar laparoskopik ultrasonografi probu ile değerlendirildi ve tümör
sınırları belirlendi. Tümörler ultrasonografi kılavuzluğunda skorlandı. Cerrahi sınır pozitifliği şüphesi olan
hastalarda frozen section inceleme yapıldı.
Sonuçlar
Ortalama Padua skoru 8.35±1.8 ve tümör çapı 32.79±12.64 mm. idi. Histopatolojik inceleme
sonucunda 125 hastada renal hücreli karsinom saptandı. Dokuz hastada (%6) frozen section inceleme
yapıldı ve bu hastaların tümünde negatif cerrahi sınır saptandı. Nihai histopatolojik inceleme sonucunda
hiçbir hastada cerrahi sınır pozitifliği saptanmadı.
Yorum
RYPN sırasında negatif cerrahi sınır sağlamak için rutin frozen section inceleme gerekli olmayabilir.
Robotik cerrahide deneyim, rutin peroperatuar ultrasonografi kullanımı ve tümör sınırlarının optimal
şekilde belirlenmesi, işlem sırasında negatif cerrahi sınır sağlanması ve frozen section inceleme
gereksiniminin ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir.
Anahtar Kelimeler : Frozen, robot, parsiyel, nefrektomi
PS-46
İNTERNAL ÜRETROTOMİ SONRASI YAPILAN PERYODİK YUMUŞAK DİLATASYON
ÜRETRAL DARLIK NÜKSÜNÜ ENGELLER Mİ?
Adem Tok1, İbrahim Karabulut2, Tamer Alışkan1, İzzet Çiçekbilek1, Hüseyin Kocatürk2, Bülent Akduman1,
Necmettin Aydın Mungan1
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Erzurum Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği
Amaç: Bu çalışmamızda amacımız ilk defa internal üretrotomi yapılan hastalarda, ameliyat sonrası
peryodik olarak uygulanan yumuşak dilatasyonun, sadece internal üretrotomi yapılan hastaların
sonuçlarıyla karşılaştırmak.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2010-Şubat 2015 tarihleri arasında, iki merkezde etyolojilerine
bakılmaksızın ilk defa üretrotomi yapılan, bilgileri eksiksiz olan ve takipleri hala aynı merkezlerde
yapılan 67 erkek hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların 29’u ilk internal üretrotomi
sonrası ilk ayda haftada bir, ikinci ayda 15 günde bir foley katater ile rutin yumuşak dilatasyon
uygulanmıştı (Grup 1). Geri kalan 38 hastaya ise sadece internal üretrotomi yapılmıştı (Grup 2).
Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 3. aydaki maksimal akım hızları ve takip süresindeki
nüks oranları kaydedildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşları Grup 1’de 41.4 (22-74) yıl, Grup 2’de 45.6 (27-81) yıl idi.
ortalama takip süreleri Grup 1’de 13.4 (9-42) ay, Grup 2’de 15.3 (10-44) ay idi ve iki grup arasında
fark yoktu (p>0.05). Grup 1’deki hastaların ameliyat öncesi maksimal akım hızları ortalama 5.6 (2-10)
ml/sn, Grup 2’de 6.2 (3-11) ml/sn idi ve sonuçlar benzer bulundu (p>0.05). Grupların 3. ay sonunda
maksimal akım hızlarına bakıldığında Grup 1’de 15.3 (8-24) ml/sn idi, Grup 2’de 12.4 (6-22) ml/sn
olarak hesaplandı ve bu durum istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.02). Grup 1’de nüks nedeniyle 6
(%20.6) hastaya, Grup 2’de 11 (%28.9) hastaya tekrar internal üretrotomi uygulandı ve bu durum
anlamlı olarak değerlendirildi (p=0.001).
Sonuç: Üretral darlık olan hastaların darlık lokalizasyonu ve etyolojilerine bakılmaksızın internal
üretrotomi sonrası hastanede yapılan yumuşak dilatasyonlar başarıyı ve nüks oranlarını olumlu yönde
etkilemektedir. Fakat çalışmamızın retrospektif olması ve hasta sayısının azlığından dolayı randomize
prospektif ve çok hasta sayılı çalışmalar ile bu sonuçların tekrar gözden geçirilmesi gereklidir.
Anahtar Kelimeler : İnternal Üretrotomi, Üretra Darlığı, Yumuşak Dilatasyon
PS-47
BAŞLANGIÇ VAKALARIMIZDA LAPAROSKOBİK TRANSPERİTONEAL ADRENALEKTOMİ
SONUÇLARIMIZ
Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıcı1
1
Namık Kemal Üniversitesi
Giriş: Laparoskopik adrenalektomi, benign adrenal kitlelerin tedavisinde altın standart yöntem olarak
kabul edilmektedir. Ancak birçok cerrah, benign adrenal kitle tedavisinde açık cerrahiyi tercih
etmektedir. Bu tercihin nedeni, cerrahların laparoskopik adrenal cerrahinin ileri düzey laparoskopik
cerrahi olduğunu ve öğrenme eğrisinin yüksek olduğunu düşünmeleri olabilir. Bu çalışmada,
transperitoneal laparoscopic adrenalektomi cerrrahisindeki sonuçlarımızı bildirmeyi amaçladık.
Materyal ve Metod: 2013 ile 2015 tarihleri arasında Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesin Üroloji Anabilim Dalında yapılmış olan laparoskopik adrenalektomi vakalarının verileri
retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, adrenal kitle patolojileri, kanama
miktarı, hastanede kalış süreleri ve komplikasyonlar değerlendirildi.
Sonuçlar: Toplam 22 hastanın verileri değerlendirildi. Bu hastaların 12’sine (%54,5) sağ
adrenalektomi yapılırken, 10’una (%45,5) sol adrenalectomi uygulandı. Hastaların ortalama operasyon
süresi 127,2±39.5 dak, ortalama kanama miktarı 190,6±72.5 ml. ve ortalama hastanede kalış süresi
3,05±1.57 gün olarak tespit edildi. Patolojik değerlendirmede hastaların 4’ünde feokromasitoma,
1’inde myeloma ve 17’sında adenoma olduğu tespit edildi. Boyut olarak 5 cm.’den büyük kitlelerde
kanama miktarı, operasyon süresi ve hastanede kalış süresi, 5 cm.’den daha küçük kitlelere göre
belirgin anlamda yüksek tespit edildi. Operasyonun tarafı da önemli bir değişken olarak bulundu. Sağ
taraflı adrenalektomilerde ortalama kanama miktarı ve hastanede kalış süresi, sol taraf
adrenalektomilere göre belirgin yüksek olduğu gözlendi.(tablo-1)
Conclusion: Laparoskopik adrenalektomi, benign adrenal kitlelerin tedavisinde kolay ve güvenilir bir
cerrahi tekniktir. Başlangıç vakalarında transperitoneal yaklaşım çok daha uygun bir yöntemdir. Cerrahi
tekniğin seçilmesinde cerrahlar, tümor boyutunu, tümörün yerini ve olası patolojiyi değerlendirerek
karar vermelidirler.
Anahtar Kelimeler : Adrenalektomi, Transperitoneal, Öğrenme Eğrisi, Laparoskopi
Tables :
Laparoskopik transperitoneal adrenalektomi verileri
Kadın
Erkek
Ortalama kan kaybı (ml.) 147.0±68.6 136.6±22.3
p=0.587
Operasyon süresi (dak.) 144.0±36.8 93.3±12.6
p=0.014
Hastanede kalış (gün)
Sağ
<5 cm
>5cm
288.3±56.5 76.5±45.2 70.0±47.5 276.1±54.3
p=0.009
p=0.022
128.3±44.3 132.5±33.1 126.1±23.6 132.6±46.9
p=0.347
3.12±1.63 3.00±1.54 3.6 6±1.87
p=0.577
Sol
p=0.002
p=0.013
2.32±0.49 2.74±0.45 3.30±1.97
p=0.002
PS-48
İNFLAMATUVAR NON-FONKSİYONE BÖBREK NEFREKTOMSİSNDE LAPAROSKOPİNİN
YERİ
Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıc1, İbrahim Buldu2, Cüneyt Turan3, Okan İstanbulluoğlu2
1
Namık Kemal Üniversitesi, Üroloji Abd
2
Mevlana Üniversitei, Üroloji Abd
3
Namık Kemal Üniversitesi, Anestezi Ve Reanimasyon Abd
Basit nefrektomi, bening non-fonksiyone böbrek cerrahisinde standart prosedür olup bu cerrahide
laparoskopik teknik altın standart yöntemdir. Ancak laparoskopik renal cerrahi ile ilgilenen cerrahların
çoğu, basit laparoskopik nefrektomi sırasında fibrotik hiler disseksiyon ile karşı karşıya kalmıştır. Biz bu
çalışmamızda, non-inflamatuvar nonfonksiyone böbrek ve inflamatuvar non-fonksiyone böbrek
nefrektomisinde laparoskopik basit nefrektomi sonuçlarını karşılaştırdık.
Mayıs 2012 ile Ekim 2015 tarihleri arasında basit laparoskopik nefrektomi uygulanmış hastaların
verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar 2 gruba ayrıldı (non-inflamatuvar nonfonksiyone
böbreği olanlar ve inflamatuvar nonfonksiyone böbreği olanlar). Peroperatif kan kaybı, operasyon
süresi, hospitalizasyon süresi, postoperatif kreatinin değişikliği ve hemoglobin düşüşü gruplar arasında
değerlendirildi.
Çalışmaya 49 hasta dahil edildi. Bu hastaların 27’sinde non-inflamatuvar ve 22’sinde inflamatuvar nonfonksiyone böbrek bulunmaktaydı. Gruplar arasında cinsiyet, yaş ve cerrahinin tarafı arasında fark
bulunmamaktaydı. Non-inflamatuvar böbreği olanların ortalama böbrek uzunluğu 6.3±1.3 cm iken,
inflamatuvar böbreği olanların ortalama böbrek uzunluğu 10.4±3.3 cm.’ydi.(p<0.001) Operasyon
süresi, kan kaybı ve hastanede kalış süresi inflamatuvar böbreği olanlarda diğer gruba gore yüksek
olsa da, bu fark istatistiksel anlam taşımamaktaydı.Cerrahi sonuçlar, cerrahinin tarafı açısından da
değerlendirildi. Genel sonuçlara benzer olarak, operasyon süresi kan kaybı ve hastanede kalış süresi,
kreatinin farkı ve haemoglobin düşüşünde non-inflamatuvar grup ile inflamatuvar grup arasında fark
tespit edilmedi.
Conclusion: Transperitoneal laparoskopik nefrektomi sonuçları, inflamatuvar ve non-inflamatuvar
böbrekler arasında fark göstermemektedir. Kan kaybı, hastened kalış süresi ve operasyon süresi
inflamatuvar grupta daha yüksek olmasına ragmen, aradaki fark istatistiksel anlam oluşturmamaktadır.
Cerrahinin yönü de gruplar arasında fark oluşturmamaktadır.
Anahtar Kelimeler : Non-fonksiyone böbrek, Laparoskopi, Nefrektomi, İnflamasyon
Tables :
Non-inflamatuvar nonfonksiyone böbrek ve inflamatuvar non-fonksiyone böbrek
nefrektomisinde laparoskopik basit nefrektomi sonuçları
Non inflamatuvar böbrek Inflamatuvar böbrek p değeri
Operasyon süresi
117.4±51.7
129.5±45.8
p=0.372
Kan kaybı
72.2±104.4
105.0±133.1
p=0.219
Hastanede kalış süresi 2.3±0.7
3.1±1.0
P=0.379
Kreatinin farkı
+0.10±0.19
+0.07±0.21
P=0.688
Hemoglobin düşüşü
1.48±1.25
1.80±1.65
P=0.297
Postoperatif ateş
1(3.7%)
5(22.7%)
P=0.043
PS-49
TAŞLI AMFİZEMATÖZ PİYELONEFRİT TANISINDA PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ
GÜVENİLİR BİR TEDAVİ YÖNTEM MİDİR?
Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Elnur Allahverdiyev1, İlker Tinay1, Çağrı Akın Şekerci1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Giriş
Taşlı amfizematöz piyelonefriti (APN) olan hastalarda perkütan nefrolitotomi (PNL) sonuçlarımızı
paylaşmayı amaçladık.
Hastalar ve yöntem
2012-2015 senesinde APN’ si ve böbrek taşı (Grup 1) olan hastalarımızın PNL verilerini değerlendirdik
ve aynı dönemde elektif PNL (Grup 2) uyguladığımız hastalarımızın sonuçları ile kıyasladık. APN tanısı
kontrastsız bilgisayarlı tomografide (kBT) böbrek toplayıcı sistem içerisinde ölçülen mimimum yoğunluk
seviyesinin (hounsfield ünitesinin (HU)) perirenal yağ dokusundan daha düşük ölçülmesi ile konuldu.
APN tanısı alan tüm taş hastaların tedavisi iki aşamadan oluştu. Tedavinin ilk aşamasında tüm
hastalara nefrostomi kateteri takıldı ve parenteral antibiyotik tedavisi verildi. İkinci aşamada ise idrar
kültürü steril olduktan ve kBT görüntülemesinde tam yada tama yakın (çok sınırlı alanda hava varlığı)
görüldükten sonra PNL uygulandı. Mann-Whitney U test, chi-square test, Fisher”s exact test
kullanılarak veriler analiz edildi ve p<0,05 anlamı kabul edildi.
Bulgular
Toplam APN’ si ve böbrek taşı olan 12 hasta ile elektif PNL uygulanan 111 böbrek taşı hastası
çalışmaya alındı. Huang sınıflamasına göre birinci gruptaki hastaların APN evrelemesi şu şekildeydi:
evre 1 (n=7), evre 2 (n=4), ve evre 4 (n=1). PNL sonrası iki grup arasında postoperatif nefrostomi
çekilme zamanı açısından fark saptanmazken (2,3±0,8 krş.2,4±2,2; p=0,9), preoperatif kBT' de
ölçülen minimum HU değeri (-481±296HU krş.-157±54, p=0.0001), preoperatif idrar kültürü pozitifliği
(8 krş. 24; p=0,008), postoperatif erken dönemde idrar kültür pozitifliği (5 krş.13; p=0,02), SIRS
oranları (6 krş. 6; p=0,0001), yatış süreleri (8,8±3,7 krş.3,9±3; p=0,001) açısından gruplar arasında
istatistiksel anlamlı fark saptandı. Taş kültüründe üreme olma durumu açısından da gruplar arasında (9
vs. 16; p=0.0001) istatistiksel anlamlı fark saptandı (Tablo 1). Taş kültüründe en sık izole edilen
mikroorganizmalar Grup 1 (n=9) için E.Coli (n=1), C.Parapsilosis+E.Faecalis (n=1), A.Ursingii (n=1),
S.maltophila (n=1), E.Cloake (n=1), C.Parapsilosis (n=1), P.Aeroginosa (n=2), E.Faecalis (n=1); Grup
2 (n=16) için ise E.coli (n=4), K.Pneumonia (n=2), P.mirabilis (n=1), E.Faecalis (n=2), C.Parapsilosis
(n=1), E.Faecalis+ K.Pneumonia (n=1), E.Faecalis+ K.Pneumonia (n=1), E.coli+ E.Faecalis (n=1),
MSSA (n=2), S.Agalictae (n=1) olarak rapor edildi. Üst kaliksin giriş olarak tercih edilmesi açısından ve
postoperatif taşsızlık oranları açısından her iki grup arasında fark saptanmadı. Modifiye Clavien
sınıflamasına göre sadece SIRS gelişmesi açısından gruplar arası istatistiksel fark tespit edildi
(p=0,0001) (Tablo 2).
Sonuç
Amfizematoz piyelonefriti olan böbrek taşı hastalarında üriner sistem drenajı sonrası uygun antibiyotik
tedavisi çoğunlukla tomografik bulgularda tam - tama yakın düzelme sağlar. Bu hasta grubunun takip
eden PNL cerrahisi komplikasyonlar ve başarı açısından standart hasta grubundan bir fark
göstermemektedir.
Anahtar Kelimeler : Amfizematöz Piyelonefrit, Perkütan Nefrolitotomi
Tablo 1: Hastaların demografik bilgileri
Parametreler
Group 1 (APN tanılı
hastalar) (n=12)
Group 2 (Elektif PNL planlanan
hastalar) (n=111)
p
Değeri
Yaş (yıl)
45,9±14,2
43,0±18,0
0,8
Cinsiyet (E/K) (n)
9/3
80/31
0,8
Taraf (Sağ/Sol/Bilateral) (n)
9/2/1
55/55/1
0,02*
Taş sayısı (Tek/Multiple) (n)
5/7
28/83
0,2
Staghorn taş varlığı (n)
4
38
0,950
HU değeri (minimum)
-481±296(max -157, min 878)
-157±54(max -69, min -210)
0,0001*
Diabetes Mellitus (n)
11
3
0,0001*
Komorbidite olmaması (n)
1
108
0,0001*
Preoperative idrar kültürü
pozitifliği (n)
8
24
0,008*
SIRS (n)
6
6
0,0001*
Septisemi
0
1
0,7
Taş kültürü pozitifliği (n)
9
16
0,0001*
Postoperative idrar kültürü
pozitifliği (n)
5
13
0,02*
Taşsızlık oranı (n)
12
84
0,09
Residual taş (Tek/Multiple) (n)
0
14/13
0,07
Üst kaliks giriş ile PNL
6
48
0,4
Orta kaliks giriş ile PNL
2
26
0,9
Alt kaliks giriş ile PNL
3
33
0,2
Birden fazla giriş ile PNL
1
4
0,2
Nefrostomi çekilme günü (gün) 2,3±0,8
2,4±2,2
0,9
Ortalama hastaneden yatış
süresi (gün)
3,9±3
0,0001*
8,8±3,7
Tablo 2: Modifiye Clavien sınıflamasına göre komplikasyon oranları
Modifiye
Alt grup
Clavian Grade
Group 1 (APN
tanılı hastalar)
(n=12)
Group 2 (Elektif PNL
planlanan hastalar)
(n=111)
p Değeri
Grade 1
Geçici ateş
0
8
0,4
Grade 1
Geçici plevral
efüzyon/atelektazi
0
2
0,6
Grade 1
Geçici kreatinin düzeyinde
yükselme
1
12
0,9
Grade 2
Nefrostomi kenarından idrar
kaçağı
0
1
0,7
Grade 2
Kan replasmanı
0
16
0,2
Grade 2
Pnömoni
0
0
Uygulanamaz
Grade 2
SIRS
6
6
0.0001*
Grade 3a
İdrar kaçağından dolayı
postoperatife DJ takılması
2
15
0,4
Grade 3a
Pnömo/Hidrotoraks
0
6
0,4
Grade 3a
Selektif renal
anjiyoembolizasyon
0
1
0,7
Grade 3b
-
0
0
Uygulanamaz
Grade 4a
-
0
0
Uygulanamaz
Grade 4b
Sepsis/pulmonary emboli
0
1
0,7
Grade 5
-
0
0
Uygulanamaz
PS-50
ÇOCUK ÜRETER TAŞININ SEMİ-RİGİD ÜRETERORENOSKOPİK LAZER LİTOTRİPSİDE TAŞ
BOYUTU ÖNEMLİ Mİ?
Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Ahmet Mert1, Burhan Coşkun1, Yakup Kordon1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ad
Giriş: Çocuk yaş grubunda üreter taşı tedavisinde semirigid üreterorenoskopi (URS) ile lazer litortripsi
etkin bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmada büyük üreter taşlarının tedavisinde üreterorenoskopik lazer
litotripsinin küçük taşlarda olduğu kadar etkin olup olmadığını incelemeyi amaçladık.
Materyal-metot: Üreter taşı için semirigid üreterorenoskopi (URS) ile lazer litortripsi uygulanan çocuk
hastalar çalışmaya alındı. Taş boyutu 1 cm ve altı grup 1, 1 cm’nin üstü grup 2’yi oluşturdu. İşlem
sonrası 2mm altında fragmandan büyük taş olmaması ve böbreğe hiç taş fragmanı geri kaçışı olmaması
ilk gün taşsızlık olarak kabul edildi. İlk gün taşsızlık olmayan hastalarda ek işlem yapıldıysa sonrasında
1. ay kontrolde veya ek işlem yapılmadıysa 1. ay kontrolde taş saptanmaması taşsızlık olarak kabul
edildi. İki grup demografik, perioperatif sonuçlar, taşsızlık oranları ve ek tedavi oranları açısından
karşılaştırıldı.
Bulgular: Haziran 2012 ile Eylül 2015 tarihleri arasında 30 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 12’si kız,
18’I erkek idi.
21 hastanın taşı 1 cm veya altında (grup 1) idi, 9 hastada ise taş boyutu 1 cm’nin
(grup 2) üzerinde idi. Yaş, cinsiyet, taş tarafı, taş lokalizasyonu, aynı renal sistemde taş oranı iki grup
arasında benzerdi. Ortanca taş boyutu grup 1’de 8mm (5-10mm) iken grup 2’de 15mm (12-16mm) ile
belirgin büyüktü (p<0.001). Her iki grupta birer hastada üreterde darlık nedeniyle D/J stent
uygulamasından 2 hafta sonra URS işlemi yapıldı. Her iki grupta üçer hastada üreterde king mevcuttu.
Grup 2’de multipl taş belirgin fazla idi (p=0.021). İlk gün taşsızlık oranı grup 1’de %95.2 iken grup
2‘de %77.8 idi (p=0.207). Ameliyat süreleri iki grup arasında benzerdi (p=0.689) Grup 1’de ek
tedavisiz ilk ayda tüm hastalarda taşsızlık sağlandı. Grup 2’de bir hastada ikinci seans URS işlemi, bir
hastada ise 1 seans SWL uygulanarak tüm hastalarda taşsızlık sağlandı. Hiçbir hastada peroperatif ve
postoperatif majör komplikasyon gelişmedi.
Sonuç: Üreterorenoskopik lazer litotripsi çocuk hastalarda büyük taşlarda da yüksek başarı, düşük
komplikasyon oranı ve küçük taşlarla benzer ameliyat süresiyle etkin tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler : lazer litotripsi, üreterorenoskopi, üreter taşı
Tables :
Grupların demografik ve başarı açısından karşılaştırılması (*: multipl taşlarda her taş için
ayrı lokalizasyon belirtildi)
Grup 1 (21) Grup 2 (9) p
Yaş
5 (1-17)
4 (1-9)
0.209
Cinsiyet (kız %)
%38.1
%44.4
1
Taraf (sağ%)
%42.9
%77.8
0.118
Lokalizasyon* (Distal/Orta /Proksimal) 17/4/ 0
6/2/3
0.099
Taş boyutu (mm)
8 (5-10)
15 (12-16) <0.001
Multipl
0
%33.3
0.021
Aynı sistem taş
%4.8
%22.2
0.207
Üreterde king varlığı
%14.3
%33.3
0.329
İşlem öncesi D/J stent takılması
%4.8
%11.1
0.517
Ameliyat süresi (dakika)
60 (30-120) 55 (30-150) 0.689
İlk Gün taşsızlık
%95.2
%77.8
0.207
Ek tedavi (SWL)
0
%11.1
0.300
2. seans oranı
0
%11.1
0.300
Tedavi sonu taşsızlık
%100
%100
1
PS-51
ÇOCUK BÖBREK TAŞININ FLEKSİBLE ÜRETERORENOSKOPİ İLE TEDAVİSİNDE BAŞARIYI
ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE UZUN DÖNEM SONUÇLARI
Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Burhan Coşkun1, Kadir Ömür Günseren1, Yakup Kordan1
1
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi Üroloji Ad
Amaç: Fleksible üreterorenoskopi ile lazer litotripsi uygulaması minimal invaziv özelliği ile böbrek
taşlarında daha sıklıkla uygulanmaktadır. Çocuk taş hastalığında da önerilmekle birlikte bu konuda
halen çok fazla çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada çocuk yaş grubunda FURS deneyimimizi ve
başarıyı etkileyen faktörleri paylaşmayı amaçladık.
Materyal- Metot: Şubat 2010 Temmuz 2015 tarihleri arasında böbrek taşı için FURS uygulanan çocuk
hastalar çalışmaya alındı. İlk ay kontrolü olmayanlar, işlem sırasında taş saptanmayan çocuklar çalışma
dışı bırakıldı. İşlem sonrası taşların 2mm ‘den büyük rezidü fragman kalmaması, 1. gün çekilen direk
üriner sistem grafisinde rezidü taş saptanmaması taşsızlık olarak kabul edildi. İlk işlem sonrası taşsızlık
sağlanan hastalar grup 1’i, rezidü taşı olanlar ise grup 2’yi oluşturdu. Tedavi sonu taşsızlık DÜSG ve
ultrasonla değerlendirildi, taş varlığı şüpheli olan hastalar ince kesit kontrastsız spiral abdomen
bilgisayarlı tomografi ile değerlendirildi.
Bulgular: 21 hasta çalışmada kaldı. Ortalama yaş 6.29± 4.47 idi. Bütün taşlar radyoopaktı. 6 hastaya
işlem öncesi double j uygulanmıştı. İlk işlem sonrası 1. günde hastaların 10’unda (%47.6) taşsızlık
sağlandı. Birinci grup 10 hasta, ikinci grup 11 hastadan oluşuyordu. Gruplar arasında yaş,
cinsiyet, vücut kitle indeksi, taraf, işlem öncesi tedavi, giriş kılıfı kullanımı açısından fark yoktu (tablo).
Ameliyat süresi rezidü taşı olan grupta uzun olmakla birlikte istatiksel anlamlı değildi (tablo). Rezidü
taş olan grup daha çok multipl lokalizasyonda olma eğilimindeydi (p=0.044, tablo). Taş boyutu rezidü
taş grubunda daha büyüktü ve 1.5 cm2 ve üzerinde olan taşlarda taşsızlık oranı belirgin düşüktü
(p=0.043, tablo). Rezidü taşı olan 1 hastada tekrar tedavi, 2 hasta SWL, 5 hasta URS, 1 hasta SWL ile
URS, 1 hastada ek işlem yapılmadan taşsızlık sağlandı. Ek tedavi sonu taşsızlık oranı %95.2 (20 hasta)
idi. Toplam işlem sayısı 1.52± 0.98 idi. 1 hastada ekstravasyon sonrası karında distansiyon gelişti,
peroperatif mini laparotomi ile boşaltıldı (SATAVA 3). Başka hiçbir hastada majör komplikasyon
gelişmedi.
Sonuç: Fleksible üreterorenoskopi ile çocuk taş hastalıklarına müdahalede multipl odakta olması ve taş
boyutunun 1,5cm2 üzerinde olması erken dönem taşsızlık oranını olumsuz etkilemektedir. Bununla
birlikte çoklu tedavinin bir parçası olarak FURS büyük taşlarda da düşük morbidite ile etkin bir
yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, fleksible üreterorenoskopi, lazer litotripsi
Tables :
Rezidü taş olan hastalarla olmayan hastaların verilerinin karşılaştırılması (*: nonparametrik
test, diğer: kikare)
Grup 1 (10) rezidü yok
Grup 2 (11) rezidü
var
p
Yaş (yıl)
6 (1-18)
4 (2-13)
0.314*
Cinsiyet (kız/erkek %)
%50/%45.5
%50/%54.5
1
BMI (kg/m2)
15.07 (13.0- 15.98)
15.43 (13.31- 27.83) 0.272*
Taraf (sağ/sol%)
%37.5/%53.8
%62.5/%46.2
Lokalizasyon (Pelvis/ Üst-Orta /Alt kaliks/Multipl
lokalizasyon)
%60/ %100/ %60/
%12.5
%40/ 0/ %40/ %87.5 0.044
Taş Boyutu (cm2)
0.96± 0.50/ 0.95 (0.251.99)
2.1± 1.42/ 1.5 (0.450.061*
4.0)
Taş boyutu ≥1,5cm2
%14.3
%85.7
0.043
FURS öncesi tedavi var/yok
%36.4/ %60
%63.4/%40
0.395
Giriş kılıfı (var/yok %)
%41.2/%75.0
%58.8/ %25.0
0.311
Ameliyat süresi (dakika)
87.5 (35-135)
117.5 (40-180)
0.190*
0.659*
PS-52
BÖBREK TAŞINDA FLEKSİBLE ÜRETERORENOSKOPİ İLE LAZER LİTOTRİPSİ
UYGULAMASI: BOYUT ÖNEMLİ Mİ?
Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Burhan Coşkun1, Ömür Günseren1, Yakup Kordan1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Bd
Amaç: Böbrek taş tedavisinde Fleksible üreterorenoskopi ile lazer litotripsi (FURS) uygulması gelişen
teknoloji ve artan deneyim ile daha fazla vakada uygulanmaya başlanmıştır. Büyük taşlarda perkütan
nefrolitotomi ilk seçenek olmakla birlikte düşük morbidite oranıyla FURS’de daha sıklıkla kliniğimizde
uygulanmaktadır. Bu çalışmada büyük böbrek taşlarında FURS’un etkinliğini daha küçük taşlarla
karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal ve Metot: Ekim 2009 ile Şubat 2015 tarihleri arasında böbrek taşı için FURS uygulanan
hastalar retrospektif olarak çalışmaya alındı. İskelet anomalisi olan hastalar, nonopak taşı olanlar ve
takipten kaçan hastalar çalışma dışı kaldı. Kalan 303 hasta taş alanına göre iki gruba (Grup A: 215
hasta: taş alanı<3cm2ve Grup B: 88 hasta: taş alanı≥3cm2) ayrıldı. Demografik, klinik, operasyon,
takip verileri ve taşsızlık oranları karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama yaş 48.07± 16.17 idi. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ), taş
tarafı, taş lokalizasyonu, cerrahi hikayesi, preoperatif stent uygulması, üreteral darlık, SWL hikayesi,
giriş kılıfı kullanımı, ek tedavi açısından fark yoktu (tablo). Ortanca taş boyutu grup A’da 1.25
cm2(0.25-2.73) iken grup B’de 3.75 cm2 (3-9) idi (tablo). Grup B daha çok multipl lokalizasyondaydı
(p=0.029). Ameliyat süresi, tekrar tedavi oranı ve toplam tedavi sayısı Grup B’de daha yüksekti. Birinci
ay taşsızlık oranı Grup B’de düşük iken 3. Ay taşsızlık oranları iki grup arasında benzerdi (p=0.002,
p=0.127 sırasıyla) (tablo). Major komplikasyon olarak Grup A’da bir hastada forniks rüptürü,2 hastada
taş yolu oluşması, Grup B’de ise 2 hastada ürosepsis, bir hastada forniks rüptürü sonrası karında
distansiyon gelişti. Komplikasyon açısından gruplar arasında fark yoktu.
Sonuç: FURS büyük böbrek taşlarında da düşük komplikasyon oranı ve yüksek taşsızlık oranıyla
kombine tedavinin bir parçası olarak etkin bir tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, taş boyutu, üreterorenoskopi
Tables :
Taş boyutuna göre perioperatif verilerin ve taşsızlık oranlarının karşılaştırılması
Grup A (215)
Grup B (88)
p
Yaş (yıl)
48 (1- 78)
51 (2- 81)
0.069
Taş alanı (cm2)
1.31±0.57, 1.25(0.25-2.73) 3.99±1.29, 3.75 (3-9) <0.001
Multipl lokalizasyon
%17.7
%29.5
0.029
Ameliyat zamanı (dakika)
60 (25- 220)
90 ( 40-350)
<0.001
Ameliyat sonu D/J stent uygulaması
%91.2
%96.6
0.142
Birinci ay Taşsızlık
%79.5
%59.1
0.001
Tekrar tedavi oranı
%6.0
%14.8
0.022
Ek tedavi SWL /URS /PCNL /mikroPCNL %4.7/%0.9/%1.4/%0.5
%11.4/0/%1.1/%1.1 0.315
Toplam tedavi sayısı
1.19± 0.6, 1 (1-4)
1.47±0.93, 1 (1-5)
0.001
Üçüncü ay taşsızlık
%89.3
%82.6
0.127
PS-53
ALT POL TAŞLARININ TEDAVİSİNDE ÜÇ YÖNTEMİN MALİYET AÇISINDAN
KARŞILAŞTIRILMASI
Ali Beytur1, Fatih Oğuz1, Ali Güneş1, Battal Selçuk Çakmak1
1
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya
Böbrek alt pol taşlarının tedavisi, belki de taş tedavisinin en zor olanıdır. Başarı şansı nispeten daha az,
rezidü ihtimali daha fazladır. Bu bildiride, alt pol taşlarının tedavisinde günümüzde revaçta olan
perkütan nefrolitotomi, retrograd intrarenal cerrahi ve ESWL tedavilerinin maliyetleri incelendi.
Çalışmada, 1 - 2 cm aralığındaki böbrek alt pol taşlarının tedavileri incelendi. Ülkemizde mevcut
sistemde paket fiyat uygulaması yapılsa da bu yöntemlerin paket olmadan faturaya yansıması
değerlendirildi.
Perkütan nefrolitotomi, yaklaşık 40 yıldır uygulanan bir yöntemdir. İşlem anestezi altında yapılmakta,
operasyon sonrasında da yaklaşık 3 gün hospitalizasyon devam etmektedir. Komplikasyon gelişmemiş
ve başarıyla sonuçlanmış ve nefrostomi takılmış standart bir PNL işleminin 2014 yılındaki ortalama
maliyeti 1.489 TL olarak hesaplandı.
Retrograd intrarenal cerrahi yine anestezi altında yapılan ancak postoperatif ortalama 1 gün
hospitalizasyonun olduğu bir işlemdir. Komplikasyon gelişmeyen, başarılı sona ermiş, rezidüel taşı
bulunmayan ve stent takılmayan bir RIRC işleminin 2014 yılı ortalama maliyeti 759 TL oldu.
ESWL işlemi de erişkinlerde genel anestezi gerektirmeyen, üç yöntem içerisindeki en minimal invaziv
yöntemdir. Ortalam 2 seansta taştan temizlenen ve komplikasyon gelişmeyen ESWL işleminin 2014 yılı
ortalama maliyeti 315 TL olarak gerçekleşti.
Bu hesaplamalara işlem sonrası işgücü kaybının yol açtığı mali zarar dahil edilmemiştir. Maliyetin en az
düşünüleceği sektör sağlık olsa da, halen çoğu kalemde dışa bağımlı olan ülkemizde, tedavi planlaması
yapılırken en az masrafla en fazla verimin alınması hedeflenmelidir.
Anahtar Kelimeler : PNL, RIRC, ESWL
PS-54
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDEKİ TAŞ KÜLTÜR POZİTİFLİĞİ TOMOGRAFİDE ÖLÇÜLEN
MİNİMUM YOĞUNLUK SEVİYELERİ İLE ÖNGÖRÜLEBİLİR
Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Tarık Emre Şener1, Ahmet Şahan2, Çağrı Akın Şekerci1, İlker Tinay1,
Cem Akbal1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği
Amaç
Bu çalışmamızda, preoperative dönemde yapılan kontrastsız batın tomografisi (k -BT) ile perkütan
nefrolitotomi (PNL) sonrası saptanan taş kültür pozitifliğinin öngörülebilirliğini değerlendirmeyi
amaçladık.
Hastalar ve yöntem
Ocak 2014 ile Eylül 2015 tarihleri arasında kliniğimizde genel anestezi altında PNL uygulanmış 126
hastanın bilgileri değerlendirildi. İşlem sırasında alınan taş parçaları kültür açısından mikrobiyolojik
incelemeye gönderildi. Hastaların k-BT kesitlerinden taşın en geniş çapını gösteren aksial kesitte taşın
çevresindeki ve içerisindeki yoğunluk ölçülerek Hounsfield Ünitesi (HÜ) olarak kaydedildi. Elde edilen
yoğunluklar preoperatif ve postoperatif idrar kültürü pozitifliği, taş kültürü pozitifliğiile istatistiksel ilişki
açısından değerlendirildi.
Bulgular
Verileri tam olan 116 ardışık hasta hasta çalışmaya alındı. Hastaların %20,3’ ünde (n= 25) taş
kültüründe üreme saptandı. Taş kültüründe üreme saptanan hastaların %72’ sinde (n= 18) preoperatif
değerlendirmede idrar kültüründe üremesi olduğu için antibiyotik tedavisi aldığı ve tedavi sonrası idrar
kültürlerinin steril olduğu tespit edildi.
Postoperatif dönemde sistemik enfeksiyon bulguları gelişen hastaların (n=12) hastanın hepsinde taş
kültüründe üreme vardı. Tomografi kesitlerinde taşın içinde ve çevresinde ölçülen minimum
yoğunluğun ve taş kültüründe üreme ile ilişkisi ROC-eğrisi kullanılarak analiz edildi. Yoğunluğun 230 HÜ
eşik değerinin %85 duyarlılık ve %75 özgüllükle taş kültüründeki pozitifliği öngörebileceği saptandı
(Şekil 1; AUC=0,76; p<0,0001). Bu eşik değerin altındaki hastalarda taş kültürü pozitifliği istatistiksel
olarak anlamlı bulundu (p<0.0001; Tablo 1).
Sonuç
Böbrek taşı hastalarında preoperatif dönemde alınan idrar kültürü taşın içerisindeki mikrobiyolojik
içeriğini her zaman doğru yansıtmaz. Oysa PNL sırasında alınan taş kültürünün pozitif olduğu
durumlarda mortaliteye neden olabilecek ürosepsis/SİYS gözlenebilir. Çalışmamızda postoperatif
gelişebilecek bu gibi durumları önceden tahmin etmek için taşın tomografide ölçülen minimum
yoğunluğunu değerlendirmenin anlamlı olabileceği bulunmuştur. Zira bu hastalarda 230 HÜ değerinin
altındaki yoğunluklarda taş kültüründe üreme olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler : Perkütan nefrolitotomi, Taş kültürü, Kontrastsız batın tomografisi, Hounsfield
Ünit,
Figürler :
Tables :
Tablo 1. Taş kültürü pozitifliği ile ROC-eğrisinden saptanan 230 HÜ eşik değeri arasındaki
ilişki (Ki-kare testi; p<0,0001)
Taş yoğunluğu <230 HÜ olan Taş yoğunluğu >230 olan Toplam
Taş kültürü steril olan
21
70
91
Taş kültüründe üreme olan 21
4
25
Toplam
74
116
42
PS-55
AMFİZEMATÖZ PYELONEFRİTTEN HALA KORKMALI MIYIZ?
Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Elnur Allahverdiyev1, İlker Tinay1, Çağrı Akın Şekerci1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
Giriş
Amfizematöz pyelonefrit (APN) tanılı hastalarda klinik yaklaşımımızı ve sonuçlarımızı paylaşmayı
amaçladık.
Hastalar ve yöntem
2012-2015 yılları arasında kliniğimizde amfizematöz pyelonefrit tanısı konularak tedavi edilen hastalar
retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalar kontrastsız tomografide böbrek içerisinde hava olduğu
düşünülen lezyonda ölçülen minimum hounsfield ünitesi (HÜ) yoğunluğunun perirenal yağ dokusunda
ölçülenden daha düşük olması ile tanı aldılar. Hastalara medikal tedavi, minimal invazif tedavi ve
cerrahi yöntemlerden en az biri uygulandı. Hastaların demografik, klinik, biyokimyasal, mikrobiyolojik
ve radyolojik verileri dosyalarından toplandı ve değerlendirildi.
Bulgular
Çalışmaya toplam 13 erkek, 10 kadın APN tanılı hasta alındı. Ortalama yaş 48±13 (27-72) olarak
saptandı. Hastaların komorbiditeleri diyabetus mellitus (DM) (n=8), alkol bağımlılığı (n=1), gebe (n=1)
olmak olarak saptanırken, 22 (%95,7) hastada üriner sistem taş hastalığı tespit edildi. Tomografi
kesitlerinde şüpheli lezyonların ortalama minimum yoğunluğu -543±286 (max -161; min -978) HÜ
olarak saptandı. Huang sınıflamasına göre evre 1 (n=11), evre 2 (n=6), evre 3a (n=2); evre 3b (n=1)
ve evre 4 (n=3) olmak üzere 21 hastada unilateral, 2 hastada bilateral APN saptandı. APN tanısı alan
toplam 20 hastaya tanı sonrası nefrostomi kateteri takıldı. Nefrostomi takılmayan hastaların birine
retrograd üreteral J stent takıldı, diğer iki hastadan birine tüberküloza bağlı APN saptandığı için ve
diğer hastada amfizemle beraber cilde fistülize olan perirenal olduğu için üriner diversiyon amaçlı
girişim yapılmadı. İki hasta takipte evre 4’ e ilerlediği için acil nefrektomi, bir hasta da renal
fonksiyonları bozuk ve tüberküloz tanısı olduğu için nefrektomi ile tedavi edildi. Nefrostomi sonrası
ampirik parenteral antibiyotik tedavisi verilen ve idrar kültürü steril olan hastalardan böbrek taşı olan
12 hastaya antibiyotik baskısı altında perkütan nefrolitotomi (PNL) uygulandı. Proksimal üreter taşına
bağlı DM tanısı olan bir hastada ise nefrostomi sonrası uygun antibiyoterapiyi takiben üreteroskopik
girişimle taş tedavi edildi. İdrar kültürü steril olan 2 hastaya ekstrakorporeal şok dalgası tedavisi (ESL)
uygulandı. Taşsız APN tanılı (n=1) hasta parenteral antibiyotik tedavisi sonrası tam iyileşme gösterdi ve
nefrostomi kateterleri çekildi. İlk başvuruda 13 hastanın Sistemik inflamatuar yanıt sendromu (SİYS)
tablosu olduğu saptandı. İlk tedavideki ortalama yatış süresi 8,8±3,8 gün olarak hesaplandı (Tablo 1
ve 2). Nefrostomiden alınan idrar kültüründe en sık izole edilebilen mikrooranizmalar diyabetik hastalar
için E. Coli (n=3) ve non-diyabetik hastalar için ise E. Coli (n=6), P. Aeriginosa (n=2) ve P. Mirabilis
(n=1) olarak rapor edildi. Enfeksiyon hastalıklarının önerisi ile hastaların parenteral antibiyotik tedavisi
Ertapenem, İmipenem, Meropenem ve Seftriakson grubu antibiotiklerle uygulandı. Çalışma grubunda
mortalite izlenmedi.
Sonuç
Yakın takip ve erken tedavi gerektiren APN yüksek mortalite ve morbiditeyle seyreden bir durumdur.
Özellikle üriner sistem taş hastalarında tahmin edilenden daha sık saptanabilir. Günümüzde APN’ nin
tedavisinde nefrektomi ilk seçenek değildir. Multidisipliner bir yaklaşımla hastalara üriner sistem için
drenaj sağlandıktan ve parenteral antibiyotik tedavisi uygulandıktan sonra gerçekleştirilecek minimal
invaziv cerrahilerle böbreğin korunması ve kür sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler : Amfizematöz Piyelonefrit, Minimal İnvaziv Cerrahi, Nefrektomi, Mortalite,
Morbidite
Tables :
Tablo 1. Hastaların demografik bilgileri.
Parametreler
Değerler
Yaş (yıl)Yaş (yıl)
48±13 (27-72)
Cinsiyet (Erkek/Kadın) (n)
13/10
Taraf (Sağ/Sol/Bilateral) (n)
12/9/2
Üriner sistem taş hastalığı (n)
22
Taş boyutu (mm)
27±11(10-54)
Lezyonun ortalama minimum yoğunluğu (HÜ) -543± 286 (-161- -978)
Diabetes Mellitus varlığı (n)
9
Preoperative idrar kültürü pozitifliği (n)
14
Sistemik inflamatuar yanıt sendromu
13
Septisemi
1
Postoperatif idrar kültürü pozitifliği (n)
5
Ortalama hastaneden yatış süresi (gün)
8,8±3,7
Tablo 2. Kontrastsız batın tomografisinde saptanan APN hastalarının Huang sınıflamasına
göre ve nefrostomi takılması ve antibiyoterapi sonrası aldıkları tedavi şekillerine göre
dağılımları
n, (%)
Evre 1
11 (%47,8)
Evre 2
6 (%26,1)
Evre 3a
2 (%8,7)
Evre 3b
1 (%4,3)
Evre 4
3 (%13,0)
PNL
12 (%52,2)
Nefrektomi
3 (%13)
Üreteroskopik litotripsi
1 (%4,3)
Medikal tedavi veya ESL 7 (%30,4)
PS-56
VALIDATION OF THE TURKISH LINGUISTIC VERSION OF THE URETERAL STENT
SYMPTOMS QUESTIONNAIRE
Yılören Tanıdır1, Ahmet Şahan2, Naşide Mangır3, Muhammed Sulukaya1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği
3
The University Of Sheffield, Department Of Materials Science And Engineering
Introduction & Objectives: Present study aims to validate the Turkish Linguistic version of the
Ureteral Stent Symptoms Questionnaire (USSQ) for Turkish population.
Material & Methods: A double-back translation of the original USSQ was performed by 2 urologists
and 2 Turkish/English native speakers. A total of 83 patients with temporary unilateral ureteric stents
(patient group) and 30 healthy subjects (control group) were selected as study groups. Patients were
asked to complete the Turkish version of the USSQ (T-USSQ), visual analog scale for pain (VASfP) and
either the International Prostate Symptom Score (IPSS) (for males) or validated Marmara Overactive
Bladder Questionnaire (mOABQ) (for females). Patients were evaluated at weeks 1 and 4 after ureteral
stent placement. The reliability T-USSQ was evaluated for internal consistency using Cronbach’s a test.
Test-retest reliability of domains were analyzed by using Pearson’s correlation coefficient (PCC). The
discrimination validity was evaluated by comparing the scores of patients with those of control group,
using the Mann–Whitney test.
Results: A total of 55 patients and 26 controls were suitable for analysis. Test-retest reliability was
almost good in all domains (Table 1). The questionnaire showed good internal consistency in almost all
domains (Table 2). Relatively high correlation coefficients were found for the VASfP, IPSS (for males),
mOABQ (for females) with the corresponding USSQ domains, suggesting good convergent validity
(Table 3). The T-USSQ was a good questionnaire in discriminating patients from controls (Table 4).
Conclusions: The Turkish version of the USSQ is a reliable and robust instrument that can be selfadministered to patients of Turkish population with ureteral stent in the clinical applications.
Anahtar Kelimeler : Ureteral Stent, Symptom Score, Validation, Turkish, Ureteral Stent Symptoms
Questionnaire
Tables :
Table 1: Test-retest reliability of domains in T-USSQ Score and their internal consistency
(PCC: Pearson’s correlation coefficient PCC)
Score at
Week 1
Score at Week
p Value of
PCC
4
PCC
Cronbach’s α at
Week 1
Cronbach’s α at
Week 4
Urinary
symptoms
24.7 ± 3.7
20.3 ± 3.0
0.703 0.001
0.711
0.666
Body pain
17.0 ± 2.6
11.4 ± 2.4
0.666 0.001
0.728
0.708
General health
12.2 ± 2.2
9.4 ± 1.9
0.570 0.001
0.698
0.670
Work
performance
7.9 ± 1.4
6.8 ± 1.5
0.911 0.001
0.739
0.691
Sexual matters
5.7 ± 1.7
2.8 ± 1.0
0.611 0.001
0.805
0.637
Additional
problems
6.9 ± 1.4
5.2 ± 1.6
0.353 0.008
0.597
0.691
Global QOL
5.3 ± 0.7
4.3 ± 0.9
N/A 0.02
N/A
N/A
Table 2: Convergent Validity of the T-USSQ with VASfP, IPSS and mOABQ (CC: Correlation
coefficient)
CC at Week p Value of CC at
1
Week 1
CC at Week p Value of CC at
4
Week 4
Body pain index & VASfP
0.78
0.0001
0.93
0.0001
Urinary symptoms index & IPSS
0.48
0.003
0.54
0.001
Urinary symptoms index &
mOABQ score
0.55
0.01
0.23
0.314
Global QOL score & IPSS
0.27
0.118
0.22
0.193
Global QOL score & mOABQ score 0.62
0.004
0.44
0.052
Table 4: The discrimination properties of domains inT-USSQ between patients with ureteric
stents and controls.
Patients (n=55) Controls (n=26) p Value
Urinary symptoms
20.3 ± 3.0
8.0 ± 2.5
0.001
Body pain
11.4 ± 2.4
3.0 ± 0.0
0.001
General health
9.4 ± 1.9
6.7 ± 0.83
0.001
Work performance
6.8 ± 1.5
3.0 ± 0.0
0.001
Sexual matters
2.8 ± 1.0
2.5 ± 0.5
0.001
Additional problems 5.2 ± 1.6
4.0 + 0.0
0.001
1.4 ± 0.4
0.001
Global QOL
4.3±0.9
PS-57
VÜCUT KİTLE İNDEKSİNİN URETERORENOSKOPİ BAŞARI VE KOMPLİKASYONLAR
ÜZERİNE ETKİSİ
Yusuf Kadir Topçu1, Volkan Şen1, Serkan Yarımoğlu1, İbrahim Halil Bozkurt1, Tarık Yonguç1, Özgü
Aydoğdu1, İbrahim Küçüktürkmen1, Bülent Günlüsoy1, Tansu Değirmenci
1
1
İzmir Bozyaka Eah
Amaç: Bu çalışmada obezitenin ureterorenoskopi (URS-L) yapılan hastalarda postoperatif sonuçlar ve
komplikasyonlar üzerindeki potansiyel etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya kliniğimizde 2009 ve 2014 yılları arasında URS-L gerçekleştirilen ve
kayıtlarına ulaşılabilen 294 hasta dahil edildi. Hastalar obezite değerlendirilmesi açısından vücut kitle
indeksine (VKİ) göre dört grupta incelendi. Grup 1’ de normal kilolu (VKİ <25 kg/m2), grup 2 ‘de fazla
kilolu (VKİ 25-30 kg/m2), grup 3’de obez (VKİ 30-40 kg/m2) ve grup 4’de morbidobez (VKİ >40
kg/m2) olan hastalar yer aldı. Taşların tamamen temizlenmesi veya < 4mm rezidü taş kalması başarı
olarak kabul edildi. Dört grup arasında operasyon süresi, hastanede yatış süresi, postoperatif başarı
oranları ve diğer majör ve minör komplikasyonlar açısından karşılaştırma yapıldı. İstatistiksel incelemeler SPSS 17.0 versiyonu kullanılarak gerçekleştirildi ve p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul
edildi.
Bulgular:
Toplamda 294 hastaya URS-L yapıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların sırasıyla 189’u (%64,3) normal
kilolu,87’si (%29,6) fazla kilolu, 16’sı (%5,4) obez ve 2’si morbid obez (%0,7) olarak tespit edildi.
Grup-1deki hastaların lokalizasyonu alt 78 orta 48 üst 68 üreter taşı idi. Grup-2 deki hastaların
lokalizasyonu alt 35 orta 17 üst 35 üreter taşı idi. Grup-3deki hastaların lokalizasyonu alt 7 orta 5
üst 4 üreter taşı idi.Grup-4 deki hastaların lokalizasyonu alt 1 orta 0 üst 1 üreter taşı idi .Gruplar
arasında hastanede yatış süresi, postoperatif başarı oranları ve diğer postoperatif komplikasyonlar
açısından fark izlenmedi.
Sonuç:
URS-L obez ve morbidobez hastalardaki üreter taşlarının cerrahi tedavisinde normal kilolu hastalar ile
benzer başarı ve komplikasyon oranları ile uygulanabilen minimal invazif bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler : URS-L, obezite, ürolitiazis, vücut kitle indeksi
Tables :
Tablo 1:Hastaların gruplara göre özellikleri
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 4 P
Yaş, yıl (Ortalama±SD) 43,4(+-13,5) 45,4(+-14,5) 49,3(+-14,3) 48,5
0,334*
Taş tarafı (Sağ/sol)
102/87
45/42
7/9
1/1
0,428*
Taş lokalizasyonu Üst
63
35
4
1
Taş lokalizasyonu orta 48
17
5
0
Taş lokalizasyonu alt
35
7
1
78
PS-58
TRANSÜRETRAL PROSTATEKTOMİ İLE BERABER YAPILAN PERKUTAN VE TRANSÜRETRAL
SİSTOLİTOTRİPSİNİN KARŞILAŞTIRLMASI.
Hasan Deliktaş1, Hayrettin Şahin1, Mehmet Çetinkaya1, Ömer Erdoğan1
1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad.
Amaç: İlerleyen yaşla beraber mesane çıkım tıkanıklığı ve mesane taşı birlikteliği oldukça fazla
görülmektedir. Bu yaş grubunda mesane çıkım tıkanıklığının en büyük nedeni benign prostat büyümesi
(BPH) olduğu için BPH ve mesane taşı birlikteliğinde, transüretral prostatektomi (TURP) ile perkutan
sistolitotripsi (PKSL) yada transüretral sistolitotripsinin (TUSL) kombine edilmesi endoürolojik
gelişmelere paralel olarak kullanımı artmıştır. Çalışmamızda TURP ile beraber yapılan PKSL ve TUSL
ameliyatlarının başarı ve komplikasyon oranlarını karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: Haziran 2011 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında BPH ve mesane taşı nedeniyle
ameliyat edilen 44 hasta çalışmaya alındı. TURP ile beraber PKSL (n=28) ve TUSL (n=16) prosedürü
uygulandı. TUSL grubunda, 23 F systolitotriptör ile mesaneye girildi taşlar pönomotik litotriptör ile
kırılarak dışarı alındıktan sonra TURP yapıldı. PKSL grubunda ise sistoskopi klavuzluğunda şiba iğnesi ile
suprapubik olarak mesaneye girildi ve mekanik dilatatörler ile uygun dilatasyon yapıldıktan sonra 30-F
amplaz shit yerleştirildi. Amplaz shit içinden 26–F nefroskop ile mesaneye girilerek pönomotik
litotriptör ile taşlar kırılarak dışarı alındı. Aplaz shit içinden 18-F Foley kateter yerleştirildikten sonra
amplaz shit mesaneden çıkarıldı ve ekstravazasyonu engellemek için 18-F Foley kateter suprapubik
traksiyona alındı. Daha sonra suprapubik kateter kontinyu drenaj sağlarken 24-F kontinyu
rezektoskopla TURP yapıldı.
Bulgular: Ortalama yaş ve prostat volümleri her iki grupta benzerdi. PKSL grubunda ortalama taş
boyutu TUSL grubuna göre anlamlı olarak daha büyüktü. PKSL grubunda ortalama taş boyutu
46.67±6.59 mm iken TUSL grubunda 28.50±9.47 mm idi (p= 0.00). TURP için operasyon süresi her
iki grupta benzerdi. PKSL grubunda taş boyutu daha fazla olmasına rağmen TUSL grubuna göre
sistolitotripsi süresi daha kısaydı. PKSL grubunda sistolitotripsi süresi 32.92±10.06 dakika iken TUSL
grubunda 42.12±11.68 dakika idi (p=0.009). Her iki grupta tam taşsızlık sağlanmıştı. Her iki grupta
da ekstravazasyon görülmedi. PKSL grubunda üretral darlık görülmezken TUSL grubunda 2 hastada
üretral darlık görüldü. PKSL grubunda 2 hastada TUSL grubunda 1 hastada yüksek ateş (>38°C)
görüldü. Ortalama takip süresi 6 ay idi.
Sonuç: Mesane taşı tedavisinde PKSL ve TUSL benzer başarı oranına sahiptir. PKSL de operasyon
süresi daha kısa ve büyük mesane taşlarında TUSL ye göre daha güvenilir bir yöntemdir. TUSL de
üretral darlık gibi koplikasyonlar daha fazla görülmektedir.
Anahtar Kelimeler : Mesane taşı, Transüretral Prostatektomi, Perkutan Sistolitotripsi, Transüretral
Sistolitotripsi.
Tablo 1: Hastaların kılinik ve operasyon verileri (Veriler, ortalama±SD olarak verilmiştir).
PKSL+TURP (n=28) TUSL+TURP (n=16) P
Yaş (yıl)
63.53±6.70
64.70±8.24
p˃0.05
Taş boyutu (mm)
46.67±6.59
28.50±9.47
P=0.00
Prostat volümü (ml)
64.57±11.18
63.75±14.96
p˃0.05
Taş için operasyon süresi (dakika)
32.92±10.06
42.12±11.68
P=0.009
55.62±10.30
p˃0.05
Prostat için operasyon süresi (dakika) 56.60±9.53
PS-59
ÜRETERAL DOUBLE J STENTLERDE BAKTERİ KOLONIZASYONU ANLAMLI MIDIR VE
ÖNCEDEN TAHMİN EDİLEBİLİR Mİ?
Yılören Tanıdır1, Farhad Talibzade1, Ahmet Şahan2, Asgar Garayev1, Tuncay Top3, Muhammed
Sulukaya1, Tarık Emre Şener1, Çağrı Akın Şekerci1, Cem Akbal1, Cevdet Kaya1, Ahmet Rahmi Onur1,
Haydar Kamil Çam1, Ferruh Şimşek1
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı
2
Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği
3
Erzurum Horasan Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği
Amaç:
Üreteral Double-J stent (ÜDJS) varlığında idrar tahlillerinde mikroskobik hematüri ve piyüri sık
rastlandığından enfeksiyon açısından anlamlı kabul edilmemektedir. Bu çalışmamızda ÜDJS bakteriyel
kolonizasyon varlığını ve idrar tahlilinin ÜDJS kültür sonuçlarını öngörmedeki etkinliğini değerlendirdik.
Gereç ve yöntem:
2011-2015 arasında kliniğimizde üreter taşı nedeniyle endoürolojik cerrahi sonrası ÜDJS takılan ve
ÜDJS kültürü istenen erişkin hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların idrar kültürleri steril
olan veya sterilizasyon sağlanamayan hastalara ampirik antibiyotik tedavisi ile ÜDJS'leri çekildi.
Hastaların stent çıkarılmadan yapılan idrar tahlilleri anlamlı lökosit varlığı (HPF' de 5), nitrit pozitifliği,
lökosit esteraz pozitifliği açısından değerlendirildi. İdrar tahlilindeki bulgularla stent kültürleri arasındaki
ilişki karşılaştırıldı.
Bulgular:
Ortalama yaşı 40,76 ± 15,713 yıl olan 54’ü erkek, 21’i kadın toplam 75 hasta değerlendirildi. ÜDJS
kültürlerinden 16 tanesinde (%20,48) bakteriyel kolonizasyon saptandı. E. Faecalis (n=4), E.Coli
(n=3), ESBL (+) E.coli (n=1), MRSA (n=1), Difteroid (n=2), Cilt florası (n=2), E.Coli ve K.Pneumoniae
üremesi (n=1), Pantoea Agglomerans ve Enterobacter Amnigenus (n=1), C. Albicans (n=1) üremeleri
rapor edildi. ÜDJS’nin kalma süresi, stent kültüründe üremesi olanlarda 63 ± 12,52 gün iken üremesi
olmayanlarda 57,26 ± 6,3 gün idi (p=0,66). Üreme saptanan 17 ÜDJS’in vücut içinde kalma süresi 4
haftadan fazlaydı. Stent kültüründe üreme saptanan ve saptanmayan hastaların ÜDJS çıkarılmadan
yapılan idrar tahlili sonuçlarında gruplar arasında fark saptanmadı (Tablo 1). ÜDJS kültüründe üremesi
olan (n=17) hastaların antibiyogram sonucunda Penisilin (n=5), Ampisilin (n=5), Tetrasiklin (n=3),
Siprofloksasin (n=2), İmipenem (n=2) ve Linezolid (n=1) hassasiyeti saptandı geri kalan üremeler cilt
kontaminasyonu olarak değerlendirildi. MRSA ve ESBL (+) üremesi olan hastaları dışarıda
tuttuğumuzda Ampisilin ve Tetrasiklin kombinasyon tedavisi ve ya antibiyotik kullanım öyküsüne göre
tek başına Siprofloksasin tedavisinin preoperatif dönemde kullanılması durumunda tüm üremesi olan
hastaları kapsayabileceği gözlendi. Çalışmaya alınan hastalardan sadece bir tanesine ÜDJS çekilmesini
takiben asepmtomatik ESBL(+) E.coli üremesi nedeniyle yatırılarak imipenem tedavisi verild. Bu
hastanın aynı zamanda endoskopik üreter taş tedavisi sonrası sepsis nedeniyle yoğun bakım ünitesine
yatış öyküsü vardı. Bunun dışında ÜDJS çekimi sonrası aktif enfeksiyon tablosu ile hastaneye başvuru
olmadı.
Sonuç ve Yorum:
Çalışmamızda steril idrar kültürünün stent kolonizasyonunu ekarte edemediği, idrar tahlilinin kateter
kültürünü tahmin etmede yetersiz olduğu gözlendi. Bakteriyal kolonizasyonun 4 haftadan daha kısa
sürede gözlenmediği tespit edildi. Çıkarılan ÜDJS' lerin standart olarak kültüre gönderilmesinin
gerekmediği, postoperatif enfeksiyon bulguları olan hastalara ampirik Ampisilin-Tetrasiklin başlanması
ile çoğu hastada yeterli tedavi sağlanabileceği gözlendi. Ayrıca hastalarımızda cerrahi sonrası ÜDJS 4
haftadan uzun tutulmasından kaçınılması gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler : İdrar yolu enfeksiyonu, Double j stent, Kolonizasyon, İdrar kültürü, İdrar tahlili
Tables :
Tablo 1: Tam idrar tahlili ile üreteral double J stent (ÜDJS) kolonizasyonu arasındaki ilişki
Tam idrar tahlili
sonuçları
ÜDJS' de Kolonizasyon
varlığı(n=16)
ÜDJS' de Kolonizasyon
yokluğu (n=59)
Toplam
(n=75)
p
Değeri
Nitrit pozitifliği
1 (% 6,25)
5 (% 8,47 )
6 (% 8)
0,51
Lökosit esteraz
pozitifliği
6 (% 37,5)
12 (% 20,33)
18 (% 24)
0,42
Anlamlı lökosit
varlığ
10 (% 62,5)
32 (% 54,23)
42 (% 56)
0,37
PS-60
ÖNCEDEN PROSTAT BİYOPSİ ÖYKÜSÜ OLANLARDA PROSTAT BİYOPSİSİ SIRASINDA
AĞRI SKORLARI DEĞİŞİYOR MU?
Mehmet Erhan Aydın1, Deniz Bolat1, Tansu Değirmenci1, Yusuf Kadir Topçu1, İbrahim Küçüktürkmen1,
Yasin Ceylan1, Volkan Şen1
1
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Transrektal ultrason kılavuzluğunda yapılan biyopsi (TRUS PBx) prostat kanseri tanısını teyit
etmek için altın standart yöntemdir. Bu çalışmada prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği (≥2,5
ng/ml) veya rektal prostat muayenesinde patoloji saptanması nedenli TRUS PBx yapılan hastaların
önceden prostat biyopsisi olması ile ağrı arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve yöntem Ekim 2014 ile Nisan 2015 arasında TRUS PBx yapılan toplam 198 hasta çalışmaya
dâhil edildi. Hastalar anamnez, PSA, fizik muayene ile değerlendirildi. Tüm hastalara biyopsi öncesinde
10 ml %2 prilokainle parmak kılavuzluğunda transperineal periprostatik apikal blok uygulandı. Biyopsi
işlemi 18 G Trucut™ iğne ile 12-16 kor şeklinde alınarak yapıldı. Ağrı skorları 10’luk lineer vizüel
analog skala (VAS) kullanılarak, ultrason probu rektuma yerleştirildikten hemen sonra (VAS-1) ve
biyopsi esnasında iğne girişi sırasında (VAS-2) değerlendirildi. Hastalar önceden prostat biyopsi öyküsü
olmayanlar (grup-1) ile olanlar (grup-2) olarak gruplandırıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalamaları 64±7,3 (43-83) tür. Hastaların ortalama PSA
değerleri 12,5±18,3 (0,6-142) ng/dl olarak bulunmuştur. Prostat kanseri tespit oranı %22,7’dir.
Hastaların demografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Önceden prostat biyopsisi öyküsü olmayanlar
ve olanlar arasında VAS-1 (sırasıyla 1,7 ± 2,0 ve 1,7 ± 1,8; p=0,952) ve VAS-2 (sırasıyla 2,6 ± 2,4 ve
2,0 ± 2,3; p=0,290) skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (Tablo-2).
Sonuç: Önceden prostat biyopsi öyküsü olanlarda önceden prostat biyopsi olmasının TRUS PBx işlemi
sırasında ağrı skorları üzerine etkisi yoktur.
Anahtar Kelimeler : prostat, biyopsi, ağrı, VAS
Tables :
Tablo 1: Hastaların demografik özellikleri (ort.±ss) (VKİ: Vücut kitle indeksi, PSA: Prostat
spesifik antijen, BPH: Benign prostat hiperplazisi, PK: Prostat kanseri, Kr: Kronik, PİN:
Prostatın intraepitelyal neoplazisi, ASAP=Atipik küçük asiner proliferasyon)
Ortalama Yaş (yıl)
64±7,3
Ortalama PSA (ng/dl)
12.5±18,3
Ortalama prostat hacmi (cc)
57,5±26,5
Anormal dijital rektal muayene, n (%) 76 (38,4)
Ortalama VKİ (kg/m2)
38,1± 27,1
Biyopsi patoloji sonucu, n (%)
BPH
60 (30,3)
PK
45 (22,7)
Kr. prostatit
52 (26,5)
PİN
24 (12,1)
PİN+Kr. prostatit
6 (3,0)
ASAP
11 (5,6)
Tablo 2: Önceden prostat biyopsisi öyküsü ile VAS skorları arasındaki ilişki (mean±SD).
(VAS= Vizüel analog skala)
Grup 1 (n=173) Grup 2 (n=25) p
VAS-1 1,7 ± 2,0
1,7 ± 1,8
0,952
VAS-2 2,6 ± 2,4
2,0 ± 2,3
0,290
PS-61
LAPAROSKOPİK EKSTRAPERİTONEAL TRANSVEZİKAL PROSTATEKTOMİ İLE
EKSTRAPERİTONEAL AÇIK PROSTATEKTOMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Kadir Ömür Günseren1, Burhan Coşkun1, Onur Kaygısız1, Berna Vuruşkan2, Yakup Kordan1, İsmet
Yavaşçaoğlu1, Hakan Vuruşkan1
1
Uludağ Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı
2
Uludağ Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı
AMAÇ: Laparoskopik basit prostatektomi (LBP) prostat hacmi 80ml’den büyük hastalarda alternatif
cerrahi yöntemlerden birisidir. LBP birçok vaka serisinde de belirtildiği gibi daha kısa hastanede kalış
süresi, daha kısa kateterizasyon süresi, daha az kanama gibi avantajları vardır. Bununla birlikte LBP ile
açık prostatektominin karşılaştırıldığı çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada LBP ile açık
prostatektominin postoperatif sonuçlarını karşılaştırılması amaçlandı.
GEREÇ-YÖNTEM: 2007 ve 2015 yılları arasında fakültemizde laparoskopik ekstraperitoneal basit
prostatektomi uygulanan 45 hasta ve ekstraperitoneal transvezikal açık prostatektomi uygulanan 26
hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: LBP ve açık prostatektomi uygulanan hastaların dermografik, perioperatif ve fonksiyonel
sonuçları tabloda özetlenmiştir. Açık gruptaki hastaların yaş ortalaması anlamlı düşük bulunmuştur.
Operasyon süresimde her iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Ortalama kanama miktarı açık
grupta uzun bulunmuştur. Ortalama kateterizasyon süresi ve hastanede kalış süresi laparoskopi
grubunda anlamlı düşük bulunmuştur. Her iki grupta da majör komplikasyon görülmemiştir.
Postoperatif İPSS, Qmax skorları her iki grupta da benzer bulunmuştur.
SONUÇ: LBP, büyük prostatların cerrahi tedavisinde açık prostatektomiye benzer postoperatif sonuçları
ve daha az kanama miktarı olan alternatif bir cerrahi yöntemdir
Anahtar Kelimeler : Laparoskopik basit prostatektomi
LBP ve Açık Prostatektomi Karşılaştırılması
LSP
Açık prostatektomi p değeri
Yaş
67,95±7,45
71,15±8,02
0,001
BMİ (kg/m2)
25,66±3,91
26,88±4,72
0,247
Prostat hacmi
136,75±35,51 139,96±35,51
0,722
Preop İPSS
18,64±6,01
19,19±4,84
0,694
Preop Qol
4,46±0,96
4,42±0,94
0,854
Preop Qmax
6,03±3,51
6,70±2,10
0,382
Preop hg
13,26±1,80
12,74±1,94
0,260
Operasyon süresi
136,77±51,80 122,69±44,05
0,269
Kanama miktarı
155,55±154,38 244,23±112,53
0,013
Postop hg
11,02±1,87
9,83±1,33
0,007
Kateterizasyon süresi 6,33±0,476
9,76±2,55
0,001
Hastanede kalış süresi 5,28±2,73
12,50±4,94
0,001
Postop İPSS
7,37±2,58
8,19±2,33
0,190
Postop Qol
1,48±0,92
1,38±0,89
0,644
Postop Qmax
22,02±3,71
20,65±0,92
0,146
PS-62
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE TEKLİ VE ÇOKLU GİRİŞLERİN GLOMERÜLER
FİLTRASYON HIZI ÜZERİNE ETKİSİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Deniz Bolat1, Mehmet Erhan Aydın1, Serkan Yarımoğlu1, Tansu Değirmenci1, İbrahim Halil Bozkurt1,
Özgü Aydoğdu1, Tarık Yonguç1
1
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
AMAÇ: Üriner sistem taş hastalığı ülkemizde endemik olarak görülmekte ve günlük üroloji pratiğinde
önemli bir yer tutmaktadır. Ciddi komplikasyon insidansının az olması nedeniyle perkütan nefrolitotomi
(PNL), böbrek taşı cerrahisinde güvenli ve etkili bir yöntem olarak kabul görmektedir. Bu çalışmada
böbrek taşı nedenli PNL operasyonu yapılan hastalarda giriş sayısı ile glomerul filtrasyon hızı (GFR)
arasındaki ilişki değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2012-Eylül 2015 tarihleri arasında PNL yapılan toplam 564 hasta çalışmaya
dahil edildi. Hastalar anamnez, laboratuar kan değerleri, görüntüleme yöntemleri ile değerlendirildi.
Tüm hastalara operasyon sırasında standart teknik uygulandı. Post-operatif dönemde 1.ay ve 3.ayda
serum kreatinin (mg/dl) bakıldı. GFR ölçmek için pre-operatif, post-operatif 1.ay ve post-operatif
3.aydaki serum kreatinin değerleri kullanılarak Cockcroft-Gault formülüyle kreatinin klirensi hesaplandı.
Hastalar PNL operasyonu sırasında tek giriş yapılanlar (grup-1) ve birden fazla giriş yapılanlar (grup-2)
olarak iki gruba ayrıldı. Pre-operatif, post-operatif 1.ay ve post-operatif 3.aydaki GFR ile giriş sayısı
arasındaki ilişki değerlendirildi.
BULGULAR: Grup 1’deki hastaların yaş ortalaması 48.5±12.7, grup 2’deki hastaların ise 47.6±12.9 idi.
Yaş ortalamaları açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.613). Grup 1’deki
hastaların %33.9’u (172 kişi), grup 2’dekilerin ise %25.7’si (15 kişi) kadındı (p=0.213). Grup 1’deki
hastaların %48.8’inde (247 kişi) sağ böbreğe akses yapılırken bu oran grup 2’de %51.7 (30 kişi)idi
(p=0.675). Gruplara göre ortalama taş yüzey alanı sırasıyla 501.88±517.61 mm 2 ve 622.36 ±607.16
mm2 idi (p=0.151). Her iki grubun preoperatif GFR değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık yoktu (sırasıyla 100.36±32.08 ml/dk ve 101.49±36.65 ml/dk; p=0.803) (Tablo-1).
Hastaların postoperatif 1. aydaki GFR değerleri grup 1 ve grup 2 için sırasıyla 91.13±31.10 ml/dk ve
91.63±33.74 ml/dk (p=0.908) idi. Postoperatif 3. aydaki GFR değerleri ise grup 1 için 97.32±30.89
ml/dk, grup 2 için 96.44±30.09 ml/dk olup gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
gözlenmedi (p=0.836). Postoperatif veriler Tablo 2’de gösterilmiştir.
SONUÇ: PNL operasyonu sonrasında GFR’de düşüş olmaktadır. PNL sırasında tekli ve çoklu girişlerin
postoperatif dönemdeki böbrek fonksiyonları üzerine etkisi benzerdir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, GFR, PNL, kreatinin
Tables :
TABLO -1. Hastaların demografik özellikleri (BKİ: Beden kitle indeksi, GFR: Glomerul
filtrasyon hızı)
Grup 1 (n=506) Grup 2 (n=58) p
Yaş (yıl)
48.5±12.7
47.6±12.9
Cinsiyet (n)
0.613
0.213
Kadın
172
15
Erkek
334
43
BKİ (kg/m2)
26.71±4.80
26.26±4.14
Lokalizasyon
0.494
0.675
Sağ
247
30
Sol
259
28
Taş boyutu (mm2)
501.88 ±517.61 622.36 ±607.16 0.151
Preoperatif GFR (ml/dk) 100.36±32.08
101.49±36.65
0.803
GRUP-1 (n=506) GRUP-2 (n=58) p
Postop 1. ay GFR (ml/dk)
91.13±31.10
91.63±33.74
0.908
Postop 3. ay GFR(ml/dk)
97.32±30.89
96.44±30.09
0.836
3. ay GFR değişimi (ml/dk) -3.04±20.37
-5.05±22.95
0.483
PS-63
DEXTRAN 70 SOLÜSYONUNUN RENAL İSKEMİ/REPERFÜZYON HASARINA ETKİSİ
Mustafa Zafer Temiz1, Atilla Semerciöz2, Engin Kandıralı2, Ömer Onur Çakır2, Serdar Aykan2, Murat
Tüken2, İpek Erbarut3, Ahmet Hamdi Tefekli4
1
Özel Medicine Hospital, Üroloji Kliniği, İstanbul
2
Bağcılar Eğitim Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Kliniği, İstanbul
4
Özel Medicine Hospital, Üroloji Kliniği, Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul
AMAÇ
Renal iskemi ve yarattıgı sorunlar endoürolojinin önemli tartışma konularındandır. Bu çalışmamızda,
Dextran 70 solüsyonunun sıçanlarda renal iskemi ve reperfüzyon hasarı üzerine etkilerini incelenmeyi
amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
Toplam 24 adet erkek Sprague Dawley türü sıçan; kontrol grubu, iskemi/reperfüzyon (İ/R) grubu ve
İ/R + Dextran grupları olarak 3 gruba ayrıldı. Sıçanlardan 24 saatlik idrar örnekleri toplandıktan sonra
anestezi altında kan örnekleri alındı ve sol dorsal insizyonla sol böbrek ve damarları diseksiyon ile
ortaya çıkarıldı. Kontrol grubu ve İ/R grubundaki sıçanlara vücut ağırlıklarının % 5' i kadar IV serum
fizyolojik, İ/R + Dextran grubundakilere ise Dextran 70 solüsyonları infüzyonu uygulandı. Kontrol
grubunda klempleme yapılmadan insizyon kapatılırken, diğer gruplarda diseksiyon sonrası böbrek arter
ve venleri klemplenerek 45 dk. iskemi uygulandı. Süre sonunda klemp çıkarılarak reperfüzyon
uygulandı ve insizyon kapatıldı. Reperfüzyonun 24. saatinde 24 saatlik idrarları toplanan
sıçanların anestezi altında kan örnekleri alınarak sol böbrekleri çıkarıldı ve böbrek spesmeni ikiye
ayrılarak patolojik incelemeye ve doku iskemik hasar belirteçleri için incelemeye gönderildi. Doku ve
serum iskemik hasar belirteçleri malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri ile
iskemi öncesi-sonrası plazma BUN, kreatinin, 24 saatlik idrar miktarları ve protein düzeylerindeki
değişimler gruplar arasında karşılaştırıldı. Ayrıca nefropatinin göstergeleri İL (İnterlökin)-18 ve Kidney
injury molecule (KİM)-1 düzeyleri ve böbrek histopatoloji bulguları karşılaştırıldı.
BULGULAR
Patolojik incelemede IR ve IR+Dextran gruplarındaki sıçanlarda nekroz alanları izlendi ancak nekroz
yüzdeleri her iki grupta istatiksel anlamlılık göstermedi (p=0.505). Doku MDA düzeyleri IR ve
IR+Dextran gruplarında kontrol grubuna göre yüksek saptandı (p=0.33). IR+Dextran grubunda SOD
düzeyleri IR grubundan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.024). Serum BUN ve kreatinin değerlerinde
sadece IR ve IR+Dextran gruplarında anlamlı artışlar saptandı (p<0.05). İdrar protein düzeyleri kontrol
ve IR+Dextran gruplarında benzerdi, IR grubunda ise anlamlı yükselme saptandı (0,043). İdrar İL-18
ve KIM-3düzeylerinde yanlız IR+Dextran grubunda anlamlı olmasa da düşüş saptandı (p=0,674).
SONUÇ
Böbreğin iskemi reperfüzyon hasarında Dextran 70 solüsyonu, moleküler düzeyde bir takım koruyucu
etkiler gösterse de, daha kesin sonuçlara ulaşmak için ileri çalışmalara gereksinim vardır.
Anahtar Kelimeler : Renal İskemi Reperfüzyon Hasarı, Dextran 70 solüsyonu
PS-64
URINARY KIDNEY INJURY MOLECULE-1 LEVELS IN RENAL STONE PATIENTS
Mehmet Balasar1, Mehmet Mesut Pişkin1, Cemile Topçu2, Lütfi Saltuk Demir3, Mehmet Gürbilek2,
Abdulkadir Kandemir1, Ahmet Öztürk1
1
Department Of Urology, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya, Turkey
2
Department Of Medical Biochemistry, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya,
Turkey.
3
Department Of Public Health, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya, Turkey.
Objective: To study kidney injury molecule-1 (KIM-1) biomarker levels, indicating renal tubular
damage, in patients with kidney stones and in those who underwent minimally invasive method stone
treatment.
Patients and Methods: 60 patients with renal stones between 10-20 mm were included into the
present study. Patients who were divided into three cohorts underwent micro-percutaneous
nephrolithotomy (microperc), retrograde intrarenal stone surgery (RIRS), and percutaneous
nephrolithotomy (PNL). Urine samples were obtained from all participants before, 4 hours, and 14
days after the procedure. In all the samples obtained, urinary KIM-1 and creatinine (Cr) levels were
measured and KIM-1/Cr ratios (ng/mg creatinine) were calculated.
Results: Preoperative Urine KIM-1/ Cr ratio was higher than postoperative 14th day. The bigger the
renal stone size, the higher was the ratio (correlation coefficient 0.353) (p=0.006).
According to preferred treatment procedure, there was a statistically significant decrease in
preoperative and postoperative 4th hour and 14th day Urine KIM-1/Cr rates in the RIRS and PNL; yet
none in the microperc group (p=0.010, p=0.001, p=0.212 respectively).
Conclusion: In renal stone patients, the elevated urine KIM-1/Cr ratio levels increase further
according to stone size. KIM-1/Cr ratio is a promising marker might be helpful in monitoring the
damage created by stone disease.
Anahtar Kelimeler : Renal stone, KIM-1, microperc, RIRS, PNL
Figürler :
PS-65
ÜST ÜRETER TAŞLARININ TEDAVİSİNDE ŞOK DALGALARI İLE TAŞ KIRMA(SWL) VE
ÜRETERORENOSKOPİ(URS)'NİN YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ
Yasin Ceylan1, Oktay Üçer2, Bülent Günlüsoy1, Ozan Bozkurt3, Oguz Mertoğlu4, Ali Ersin Zümrütbaş5,
Güner Yıldız6, Bora İrer7, Talha Müezzinoğlu2, Ömer Demir3
1
Bozyaka Egitim Araştırma Hastanesi, İzmir
2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Manisa
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir
4
Tepecik Egitim Araştırma Hastanesi
5
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Denizli
6
Suat Seren Gögüs Hastalıkları Ve Gögüs Cerrahisi Egitim Araştırma Hastanesi, İzmir
7
Eşrefpaşa Belediye Hastanesi, İzmir
Amaç: Çalışmamızda proksimal üreter taşlarının tedavisinde SWL ile URS’nin yaşam kalitesi üzerine
olan etkisini karşılaştırdık.
Materyal Metod: Nisan 2014 ve Haziran 2015 yılları arasında proksimal üreter taşı nedeni ile yedi faklı
merkezde tedavi edilen 216 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar; SWL ve URS
sonrası taşsız olan veya < 4mm rezidü taş fragmanına sahip hastalar idi.
Hastalar taş büyüklügüne
göre ≤10 mm ve >10 mm iki gruba ayrıldı. Hastalara tedaviden dört hafta sonra sf-36 yaşam kalitesi
ölçeği uygulandı. Sf-36 yaşam ölçeği ile hastaların; fiziksel fonksiyon, fiziksel rol, agrı, genel sağlık
algısı, yaşamsallık, sosyal fonksiyon, emosyonel rol ve mental saglıkları değerlendirildi.
Sonuçlar: 116 (52.5%) hastaya URS, 105 (47.5%) hastaya SWL uygulandı. Her iki grubun
demografik verileri ve taş boyutları benzer idi. SWL uygulanan 53 (50.5%) hastanın taş boyutu ≤10
mm, 52 (49.5%) hastanın >10 mm idi. URS uygulanan 58 (50%) hastanın taş boyutu >10 mm
idi.
Taş boyutu ≤10 mm olan hastalarda sf-36 yaşam kalitesi ölçeginin sekiz alt grubu benzer
bulundu. Taş boyutu >10 mm olan hastaların ise fiziksel fonksiyon, ağrı ve genel sağlık algısı SWL
uygulanan hastalarda daha kötü bulundu.
Tartışma: >10 mm üreter taşına sahip hastaların tedavi sonrası kısa dönem takiplerinde URS yaşam
kalitesi üzerine SWL’ye göre daha iyi sonuçlara sahiptir.
Anahtar Kelimeler : üst üreter taşı, SWL, URS
PS-66
ÇOCUK BÖBREK TAŞLARININ TEDAVİSİNDE RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİ VE
MİKROPERKÜTAN-NEFROLİTOTOMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Okan Baş1, Onur Dede2, Yasin Aydoğmuş3, Mazhar Utangaç2, Taha Numan Yıkılmaz4, Erman Damar4,
İsmail Nalbant1, Ömer Faruk Bozkurt4
1
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara
2
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Diyarbakır
3
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji,
Ankara
4
1. Üroloji Uzmanlık Eğitim Programı, Üroloji Kliniği, Ankara
Giriş
Çalışmamızda, çocukluk çağı böbrek taşı tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi (RİRC) ve
mikroperkütan nefrolitotomi (mikro-perk) yöntemlerinin etkinlik ve güvenilirliğini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç-Yöntem
Ağustos 2011 ile Haziran 2015 yılları arasında, 10-20 mm arası böbrek taşı nedeniyle mikro-perk
(n=45) veya RİRC (n=36) uygulanan 18 yaşından küçük toplam 81 hastanın verileri geriye dönük
olarak incelenmiştir.
Bulgular
Hastaların ortalama yaşları RİRC grubunda 8,39 (±4,72) yıl iken, mikro-perk grubunda 5,62 (±4,50)
yıl idi (p=0,01). Ortalama taş boyutları RİRC grubunda 12,80 (±3,03) mm, mikro-perk grubunda ise
13,97 (±3,46) mm (p=0,189) idi. Mikro-perk grubunda 8 hastaya ultrasonografi eşliğinde, 37 hastaya
ise floroskopi eşliğinde pron pozisyonda subkostal akses yapılmıştı. Mikro-perk uygulanan hiçbir
hastada transfüzyon gereği olmayıp ortalama hemoglobin düşüşü 0,53 (±0,87) g/dL idi. Bir hastada ise
kanamanın görüşü engellemesi nedeniyle ultramini perkütan nefrolitotomiye geçildi. Mikro-perk
grubunda 12 (%26.7) hastaya postoperatif DJ stent yerleştirilmişti. RİRC grubunda 6 (16,7) hastada
preoperatif DJ stent ile pasif dilatasyon uygulanmış, 2 (%5,5) hastada ise üreterovezikal bileşkede
ureteral balon dilatasyon ile aktif dilatasyon yapılmıştı. Üreteral erişim kılıfı 34 (%94,4) hastada
kullanılmıştı. RİRC uygulanan 28 (%77,8) hastaya postoperatif DJ stent yerleştirilmişti. Ortalama
taşsızlık oranları benzer olup RİRC grubunda %91,7 (n=33) iken, mikro-perk grubunda %86,7 (n=39)
idi (p=0,561). RİRC grubundaki başarısızlığın nedeni tüm hastalarda alt kaliks taşlarına dönülememesi
idi. Komplikasyon oranları her iki grupta da benzer idi (p=0,675). Ortalama hastanede kalış süresi ve
ortalama floroskopi süresi mikro-perk grubunda anlamlı olarak daha yüksek idi (p<0,001)
Sonuç
Çocuklarda orta boy böbrek taşlarının tedavisinde mikro-perk ve RİRC yöntemleri benzer ve yüksek
başarı oranları ile güvenle uygulanabilmektedir. RİRC kısa hastanede kalış süresi, daha az radyasyon
maruziyeti ve kan kaybının az olması gibi avantajlara sahip iken, çoğu hastada operasyon sonu DJ
stent yerleştirilmesinin ikinci bir girişim gereği ortaya çıkarttığı unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler : çocukluk çağı böbrek taş hastalığı, retrograd intrarenal cerrahi, mikroperkütan
nefrolitotomi
PS-67
PEDİATRİK YAŞ GRUBUNDA GUY VE CROES SKORLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Mehmet Mazhar Utanğaç1, Abdulkadir Tepeler2, Mansur Dağgülli1, Muhammed Tosun2, Onur Dede1,
Abdullah Armağan2
1
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Abd
2
Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Abd
Giriş
Ürologların tecrübelerinin artmasıyla birlikte enstrümanların minyatürleşmesi Perkütan nefrolitotomi
(PNL)’yi pediatrik yaş grubunda standart bir tedavi haline getirmiştir. Pediatrik yaş grubunda taşların
nüks edebilme ihtimali yüksek olduğundan dolayı tedavi seçiminde minimal invaziv yöntemlerin tercih
edilmesi önemlidir. Bu çalışmada Guy ve CROES skorlama sistemlerinin kullanarak pediatrik yaş
grubunda PNL sonuçlarını preoperatif ve post operatif karşılaştırmayı amaçladık.
Metod
Bu çalışmanın verileri 2010 ile 2015 tarihleri arasında 18 yaş altındaki miniPNL yapılmış 97 olgunun
dosyaları retrospektif olarak taranarak elde edildi. Hastalara prone pozisyonunda PNL yapıldı. Tüm
hastalar labaratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile değerlendirildi. Guy ve SCORE skorlama sistemleri
kullanılarak derecelendirildi. Guy and CROES skoları herbir hasta için korele olduğu stone free oranı,
operasyon süresi, skopi süresi ve yatış süresi ile değerlendirildi.
Bulgular
Hastaların preoperative verileri ve postoperative verileri tabloda verildi. Guy semptom skoru ile stone
free oranı arasında negatif bir korelasyon mevcuttu (p=0.000, r= (-0.492)). Çalışmamızda CROES
semptom skoru ile stone free oranı arasında pozitif bir korelasyon mevcuttu (CROES için p=0.000, r=
(0.445)). CROES skoru çalışmamızda PNL başarı oranını tahmin etmek için en yüksek doğruluğa
sahiptir.
Sonuç
Çalışmamız, 18 yaş altı olgularda preoperatif PNL başarısını öngörmede Guy ve CROES skorlama
sistemlerini karşılaştıran ilk çalışmadır. CROES’in prediktif değerinin Guy’a göre daha yüksek olduğunu
gördük.
Anahtar Kelimeler : miniPNL, CROES, Guy, skor
Figürler :
PS-68
KAS İNVAZİV OLMAYAN MESANE TÜMÖRLERİNİN TRANSÜRETRAL REZEKSİYONUNDA
MONOPOLAR VE BİPOLAR ENERJİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Deniz Bolat1, Salih Polat1, Mehmet Erhan Aydın1, Bülent Günlüsoy1, Tansu Değirmenci1, Zafer
Kozacıoğlu1, Yasin Ceylan1
1
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Giriş: Mesane kanseri dünyada en sık tanı alan 11. kanser tipidir. Hastaların %75’inde kanser
mukozaya (evre Ta, CIS) ya da submukozaya (T1) sınırlıdır. Mesane tümörünün transuretral
rezeksiyonu (TURMT) hastalığın kesin tanısında ve ilk tedavisinde altın standart yaklaşımdır.
Bu prospektif, randomize, kontrollü çalışmada kas-invaziv olmayan mesane tümörlerinin (KİOMT)
transüretral rezeksiyonunda monopolar ve bipolar sistemlerin etkinlik ve güvenilirlikleri
karşılaştırılmıştır.
Materyal-Metod: Nisan-Aralık 2015 tarihleri arasında 107 hastaya primer KİOMT nedeniyle TURMT
yapıldı. Hastalar iki gruba randomize edildi: Grup 1’deki 56 hastaya monopolar TURMT, grup 2’deki 51
hastaya bipolar TURMT işlemi uygulandı. Her iki grubun etkinlik ve güvenilirlik açısından
karşılaştırmaları yapıldı.
Bulgular: Her iki gruptaki hastaların yaş ortalamaları birbirine benzerdi (sırasıyla, 66.95 ± 10.88 ve
70.41 ± 9.69, p=0.086). Grup 1’deki hastaların 8’i, grup 2’dekilerin ise 11’i kadındı. Gruplar arasında
demografik özellikler ve preoperatif veriler açısından anlamlı farklılık gözlenmedi (Tablo 1).
Grup 1’de ortalama operasyon süresi 34.43 ± 20.80dk, grup 2’de ise 43.67 ± 44.10dk idi ve gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.389). Her iki grubun ortalama
kateterizasyon ve hastanede kalış süreleri birbirine benzerdi. İntraoperatif ve postoperatif verilerin
gruplara göre dağılımı Tablo 2’de gösterilmiştir.
Adduktor kas spazmı grup 1’de grup2 ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha fazla gözlendi
(sırasıyla, %24.5 vs %4; p=0.015). Grup 1’deki hastaların 23’ünde (%41.1) grup 2’dekilerin ise
10’unda (%29.6)subserozal ya da tam kat mesane perforasyonu gelişti (P=0.039). Diğer postoperatif
komplikasyonlar açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç: Bipolar enerji sistemleri KİOMT’lu hastaların TURMT’sinde konvansiyonel monopolar sistemler
kadar etkindir. Bipolar TURMT’de adduktor kas spazmı ve mesane perforasyonu daha az görülmektedir.
TURMT işlemi sırasında adduktor kas spazmı gelişme potansiyeliolan olgularda bipolar enerji sistemleri
tercih edilmelidir.
Anahtar Kelimeler : mesane tümörü, transüretral rezeksiyon, monopolar, bipolar
Figürler :
PS-69
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Burak Çıtamak1, Bahadır Haberal1, Mesut Altan1, Emin Mammadov1, Ali Cansu Bozacı1, Cenk Yücel Bilen1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad
Amaç
Perkütan nefrolitotomi yapılan hastalarda başarıyı belirleyen faktörlerin belirlenmesi
Materyal-Metod
Ocak 1997 ile ekim 2014 tarihleri arasında nefrolitiazis nedenli perkütan nefrolitotomi yapılan 2268
hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Rezidü ve klinik önemsiz taşı olan hastalar başarısız
olarak kabul edildi. Bütün hastalara operasyon öncesi intravenöz piyelografi (İVP) veya kontrassız
abdominal tomografi (BT) yapıldı. İVP'de sagital, BT'de transvers kesitlerdeki iki eksenden taş boyutu
ölçülerek taş yükü (cm2) hesaplandı. Yaş, cinsiyet, taş sayısı (tek, multiple), taş yükü(cm2), staghorn
taş, atnalı böbrek, soliter böbrek, tek taşlar için yerleşim yeri (üst pol, orta kısım, alt pol, renal pelvis)
ile başarı arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular
Ortalama operasyon yaşı 45±13 (17-80) yıl, kadın erkek oranı ise 744/1524 olarak bulundu. Ortalama
taş yükü 5,6±5 cm2, genel başarı %78,8 olarak bulundu. Tek değişkenli analizde erkek cinsiyet
(p=0,003), staghorn taş (p<0,001), multiple taş (p<0,001), 5,6 cm2' den büyük taş (p=0,002) ve tek
yerleşimli taşlar için orta kısım yerleşimi (p=0,027) başarıyı azaltan parametreler olarak bulundu. Taraf
(p=0,547), yaş (p=0,064), soliter böbrek (p=0,136), atnalı böbrek (p=0,0,479), alt pol yerleşimi
(p=0,940), üst pol yerleşimi (p=0,949), renal pelvis yerleşimi (0,158) ile başarı arasında ilişki
bulunamamıştır. Çok değişkenli analizde erkek cinsiyet (p=0,013), staghorn taş (p<0,001), multiple
taş (p<0,001) başarıyı azaltan parametreler olarak bulundu. (HR sırasıyla; 1,339, 2,812, 2,568)
Sonuç
Erkek cinsiyet, staghorn taş, birden fazla taş PCNL'de başarıyı olumsuz etkileyen en önemli
parametrelerdir.
Anahtar Kelimeler : PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ
PS-71
LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ DENEYİMLERİMİZ
Uğur Yücetaş1, Ali Ferruh Akay1, Erkan Erkan1, Emrah Okucu1, Emre Karabay1, Musatafa
Kadıhasanoğlu1, Mahmut Gökhan Toktaş1
1
İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
Amaç: Üreteropelvik bileşke darlığının tedavisinde laparoskopik pyeloplasti yapılmış hastaların
sonuçlarını sunmayı amaçladık.
Materyal ve Metot: Son 3 yıl içinde laparoskopik pyeloplasti operasyonu gerçekleştirilen 23 hastanın
tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Üreteropelvik bileşke darlığı tanısıyla pyeloplasti gerçekleştirilen 23 hastanın (14 erkek, 9
kadın) yaş ortalaması 34,43±12,87 (12-57) yıl ve vücut kitle indeksi ortalaması 24,40±3,39 (18-28)
idi. Hastaların %78’inde (18 olgu) sağ tarafa, %22’sinde (5 olgu) sol tarafa müdahale edildi.
Preoperatif dönemde olguların tamamına diüretikli renal sintigrafi yapıldı ve ortalama separe fonksiyon
yüzdesi 42,10±9,85 (22-48) olarak bulundu. Hastaların %39’unda (9/23) grade 3 ve üzeri hidronefroz
mevcuttu. Ayrıca 1 olguda intrarenal pelvis ve 1 olguda at nalı böbrek anomalisi olduğu görüldü.
Olguların tamamında genel anestezi altında 3 port yardımı ile laparoskopik transperitoneal dismembred
pyeloplasti gerçekleştirildi. Olguların %35’inde (8/23) çaprazlayan damar basısı gözlendi. Ortalama
operasyon süresi 193,4±56,32 (90-280) dakika, ortalama dren süresi 3,70±0,88 (2-5) ve ortalama
hastanede kalış süresi 4,78±1,38 (3-8) gün olarak saptandı.
Olguların %48’inde (11 olgu) eşlik eden böbrek taşı mevcuttu ve 5 olguda (%22) eş zamanlı
fleksible nefroskop yardımı ile taş ekstraksiyonu ile taşsızlık sağlandı. Olguların tamamına double j
kateter yerleştirildi ve ortalama 42,87±17,47 (20-103) gün sonra kateter çıkartıldı. Operasyon sonrası
hiçbir hastada idrar ekstravazasyonu gözlenmedi. Postoperatif dönemde müdahale gerektirecek
komplikasyon görülmedi. Postoperatif 3. ayda tüm hastaların böbrek fonksiyonları kontrol edildi ve
takip süresi ortalaması 12,22±9,53 (3-35) olan hastaların %91’inde (21/23) tam başarı elde edildi.
Kontrol grafilerde üretere geçiş izlenmeyen 2 olguya retrograd pyelografi yapıldı. Anatomik darlık
izlenmeyen hastalar double j kateter ile takip edildi.
Sonuç: Laparoskopik pyeloplasti, üreteropelvik bileşke darlığının tedavisinde başarı ile uygulanabilecek
minimal invaziv bir tedavidir. Bu bakımdan açık cerrahi uygulamalara alternatif olarak düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Pyeloplasti, Darlık
PS-72
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE SPİNAL VE GENEL ANESTEZİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Ali Ferruh Akay1, Uğur Yücetaş1, Erkan Erkan1, Mustafa Kadıhasanoğlu1, Emre Karabay1, Vural Saçak1,
Mahmut Gökhan Toktaş1
1
İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği
Amaç: Böbrek taşının standart tedavi yöntemi olan perkütan nefrolitotomide (PCNL), spinal ve genel
anestezinin sonuçlar üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı.
Materyal ve Metot: Son 5 yıl içinde perkütan nefrolitotomi operasyonu gerçekleştirilen hastaların tıbbi
dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Spinal anestezi ile opere edilen 100 hasta ve genel
anestezi ile opere edilen son 100 hastanın klinik özellikleri ve operasyon bulguları kaydedildi.
Bulgular: Perkütan nefrolitotomi gerçekleştirilen 200 hastanın (114 erkek, 86 kadın) ortanca yaşı
45,00±22,00 (16-79) yıl ve ortanca taş boyutu 568,50±673,75 (96-3000) mm2 idi. 90 hastada sağ
böbreğe ve 110 hastada ise sol böbreğe PNL uygulandı. Olguların %97,5’inde (195/200) tek ve
subkostal giriş gerçekleştirildi. Ortanca operasyon süresi 45,00±35,00 (13-125) dakika, ortanca
hastanede yatış süresi 4,00±2,00 (2-21) gün ve ortanca nefrostomi kateter süresi 3,00±3,00 (2-21)
gün olarak saptandı. Hastaların tamamında prone pozisyonunda ve skopi eşliğinde gerçekleştirilen PNL
sonrası %73 taşsızlık sağlandı. Olguların %82’sinde (164/200) herhangi bir sorun gözlenmezken;
%9’unda (18/200) operasyon sonrası yüksek ateş, %5,5’inde (11/200) transfüzyon gerektiren kanama
ve %3,5’inde (7/200) double j kateterizasyon gerektiren uzamış drenaj gelişti.
Spinal ve genel anestezi ile opere edilen olgulara ait bulgular karşılaştırıldığında; cinsiyet,
taraf, giriş lokalizasyonu ve taş boyutu açısından farklılık saptanmazken, yaş (p=0,0153), taş
lokalizasyonu (p<0,0001), operasyon süresi (p<0,0001), hastanede yatış süresi (p<0,0001),
nefrostomi kateter süresi (p<0,0001), taşsızlık oranı (p=0,0021) ve komplikasyon oranları (p=0,0155)
açısından istatistiksel anlamlı farklılık olduğu saptandı (Tablo).
Sonuç: Perkütan nefrolitotomide rutin olarak genel anestezi uygulanmakla beraber, çalışmamızda elde
ettiğimiz bulgular spinal anestezinin taş boyutundan bağımsız olarak daha yüksek taşsızlık oranları ve
daha az komplikasyon ile uygulanabileceğini göstermektedir. Spinal anestezi ile PCNL, özellikle genel
anestezi açısından yüksek riskli hastalarda güvenle ve başarı ile uygulanabilir. Bu konuda yüksek
volümlü ve prospektif çalışmalara gereksinim vardır.
Anahtar Kelimeler : Anestezi, Spinal, Nefrolitotomi
VS-70
PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE KOMPLİKASYON U ÖNGÖREN FAKTÖRLERİN
BELİRLENMESİ
Mesut Altan1, Bahadır Haberal1, Burak Çıtamak1, Emrullah Söğütdelen1, Ali Cansu Bozacı1, Cenk Yücel
Bilen1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad
Amaç
1
Perkütan Nefrolitotomi (PCNL) yapılan hastalarda perioperatif gelişen komplikasyonlara neden olan
faktörlerin belirlenmesi.
Materyal-Metod
Ocak 1997 ile ekim 2014 tarihleri arasında nefrolitiazis nedenli PCNL yapılan 2268 hastanın verileri
retrospektif olarak incelendi. Perioperatif gelişen komplikasyonlar Clavien sınıflama sistemi kullanılarak
sınıflandırıldı. Hastanın yaşı, cinsiyeti, cerrahi tarafı, taş sayısı (tek, multiple), taşın staghorn olması,
soliter ve atnalı böbrek olması, tek bir yerleşimi olan taşlar için taşın yerleşim yeri (alt pol, üst pol, orta
pol, renal pelvis) ile komplikasyon gelişmesi ( komplikasyon yok/var) ve komplikasyon derecesi
(Clavien 3-4-5/diğerleri) arasındaki ilişki araştırıldı. Veriler SPSS 17.0 programında analiz edildi. Her bir
parametre tek değişkenli analiz (ki-kare) ile değerlendirildi. Tek değişkenli analizde anlamlı olan
parametreler çok değişkenli analiz yapılarak değerlendirildi.
Bulgular
Ortalama operasyon yaşı 45±13 (17-80) yıl, kadın erkek oranı ise 744/1524 olarak bulundu. 486
(%21,4) hastada en az Clavien grup 1 komplikasyon gelişti. 3 (%0,1) hastada Clavien 5, 2 (%0,1)
hastada Clavien 4b, 3 (%0,1) hastada Clavien 4a, 219 (%9,2) hastada Clavien 3b, 19 (%0,8) hastada
clavien 3a, 209 (%9,7) hastada Clavien 2, 31 (%1,4) hastada ise Clavien 1 komplikasyon geliştiği
görüldü. Tek değişkenli analizde taşın staghorm olması (p<0,001), taş sayısının multiple olması
(p=0,002), soliter börek olması (p=0,001) ve tek yerleşimli taşlar için üst pol yerleşimli olması
(p=0,06) ile komplikasyon gelişimi arasında anlamlı ilişki bulundu. (tablo 1) Çok değişkenli analizde
soliter börek (p=0,005) ve staghorn taş olması (p<0,001) komplikasyona neden olan anlamlı
parametreler olarak ortaya çıktı (HR sırası ile; 1,902, 1,697).
Soliter böbrek (p<0,001), staghorn taş (p=0,001), taş sayısının multiple olması (p=0,001) Clavien 3
ve üzeri komplikasyonları öngören parametreler olarak bulundu. Çok değişkenli analizde yine bu üç
parametre yüksek clavien sınıflamasına sahip komplikasyonları öngören parametreler olarak bulundu. (
p=0,002, p=0,026, p=0,012 ve HR; 2,235, 1,474, 1,478, sırasıyla).
Sonuç
Böbrekte tek bir bölgede yerleşimli taşlar için üst pol yerleşimi komplikasyon gelişimi için risk
faktörüdür. Soliter börek, staghorn taş, multiple taş sayısı komplikasyon gelişimi ve komplikasyon
şiddetinin artışı (Clavien sınıflaması) için bağımsız birer risk faktörleridir.
Anahtar Kelimeler : Perkütan Nefrolitotomi Komplikasyon

Benzer belgeler

Full Text - Turkish Journal of Urology

Full Text  - Turkish Journal of Urology diseksiyonudur. (1) Kasa inzvaze olmayan ancak progresyon açısından yüksek riskli kabul edilen hastalarda da önerilen tedavi radikal sistektomidir. Minimal invaziv cerrahi prensipleri ışığında ilk ...

Detaylı

İleri laparoskopik cerrahi için yeni bir klinik nasıl kurulur?

İleri laparoskopik cerrahi için yeni bir klinik nasıl kurulur? laparoscopic extirpative renal surgery. J Endourol. 23(9): 15031507, 2009. 10. Rassweiler J, Stock C, Frede T, Seemann O, Alken P. Organ

Detaylı

Retroperitoneal Fibroziste Cerrahi Tedavi: Nelere Dikkat Edilmeli?

Retroperitoneal Fibroziste Cerrahi Tedavi: Nelere Dikkat Edilmeli? histerektomi sırasında üreter obstrüksiyonu gelişen bayan hastadır. Perkütan nefrostomi işleminden 3 hafta sonra robotik eksplorasyon uygulanmıştır. Üreter izole edildikten sonra iliak bifurkasyon ...

Detaylı