Hayatım Futbol pdf

Transkript

Hayatım Futbol pdf
1 Şubat 2013 -
Sayı 67
p
a
v
e
C
2
u
r
o
S
2
Türkiye devleri
neden borç içinde?
Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray,
Trabzonspor
Avrupa devleri
nasıl kazanıyor?
Real Madrid, Barcelona,
Manchester United,
Bayern Münih, Arsenal,
Schalke, Napoli
Sneijder ve Drogba’lı
Galatasaray
Newcastle’da
Fransız kolonisi
Sağlam ve Güneş’in
Vedası
M
I
T
A
Y
A
H
#67 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editör
Uğur Karakullukçu
Yazarlar
Emre Çelik
Emre Özcan
Fırat Topal
Güner Çalış
İsmail Şayan
Kerem Akbaş
Mustafa Demirtaş
Salih Demirci
Dersimiz kalkınma
Dört büyük kulübün sezonun ilk altı ayına ait mali ve finansal
verileri açıklandı. Durum pek iç açıcı değil. Aslında durum yıllardır
pek iç açıcı değil. Periyodik olarak vergi affı için devlet kapısına
dayanan büyüklerin finansal açıdan almaları gereken çok yol var.
Hayatım Futbol’un 67. sayısında son dönemde Galatasaray’ın,
ondan önce Beşiktaş’ın ve daha önce de Fenerbahçe’nin yaptığı
yüksek maliyetli transferlerin yol açtığı açığı ortaya koyarken
Avrupa’nın devlerinin gelirlerini ve bunu nasıl elde ettiklerini
Deloitte Money League vasıtasıyla irdeledik.
Bu sayıda ayrıca; Sneijder ve Drogba’yı transfer eden
Galatasaray’ı, ‘II. Anadolu devri’ni başlatan Ertuğrul Sağlam
ve Şenol Güneş’i, inanılmazı başaran Bradford’u, kadrosundaki
Fransız sayısını 11’e yükselten Newcastle’ı, Sampdoria’nın gol
devrimcisi Mauro Icardi’yi ele aldık.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#67
Bu Sayıda
Türkiye devleri
borç içinde
4 büyüklerin bilançoları açıklandı
Avrupa devleri
nasıl kazanıyor?
Bradford’un külleri
4.küme ekibi Lig Kupası finalinde
Gol devrimcisi
Mauro Icardi
Barça’nın Serie A’ya hediyesi
Avrupa devlerinin mali sırları
Ölüm Yıldızı
Galatasaray yüksekten uçuyor
Rekorların Messi
ile imtihanı
Kırıyor efendim, durduramıyoruz
II.Anadolu devri
sona erdi
El Clasico’dan
arta kalanlar
Trabzon’da Şenol Güneş,
Bursa’da Ertuğrul Sağlam veda etti
Real ile Barça yenişemedi
Kuzeyde
Fransız devrimi
Newcastle’ın Frankofon aşkı
Acaip_VF_Smart2_210x297.ai
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
07.12.2012
20:43
Kerem Akbaş
4 BÜYÜKLERİN
BİLANÇOLARI
Borsada işlem gören 4 büyük takımın sezonun ilk 6 ayına ait mali ve finansal
verileri açıklandı. Peki takımlar mali açıdan ne durumda?
Gelirde Galatasaray önde
Ekonomi
Geçtiğimiz günlerde Deloitte, Money League
2013 raporunu açıkladı ve Galatasaray listede
30. sırada yer aldı. Bunu bu sezona etkilerine
baktığımızda sarı-kırmızılılar Money
League’de 2014 raporunda da adından söz
ettirecek gibi.
HF
#
67
Gelirlerde Galatasaray 138,4 milyon TL ile en
fazla gelir elden kulüp olurken, Fenerbahçe
114 milyon TL ile sarı-kırmızılı ekibi izledi.
Büyük bir mali sıkıntının içinde olan Beşiktaş
ise 78,3 milyon TL gelir elde etti. Geçen sezon
sadece Şampiyonlar Ligi’nden 55 milyon TL
gelir elde eden Trabzonspor bu sezonun 6
ayında 29,8 milyon TL gelir elde edebildi.
Süper Final’in son maçında şampiyonluğu
yakalayan Galatasaray için bu kupanın
parasal karşılığı 30,1 milyon TL oldu. Devler
liginde yoluna devam eden Galatasaray’ın
Şampiyonlar Ligi gelirinin 60 milyon TL’nin
üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Süper
Final’in son maçında roller değişmiş olsa
ve kupanın sahibi Fenerbahçe olmuş
olsaydı sarı-lacivertliler ile Galatasaray gelir
sıralamasında yer değişecekti.
Ekonomi
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi gelirinin 60
milyon TL’nin üzerinde olması bekleniyor.
HF
#
67
Gelirini en fazla artıran kulüp Şampiyonlar Ligi ve lisanslı ürün gelirlerindeki büyük artış
sağlayan Galatasaray oldu ve sarı-kırmızılı ekip gelirini %88 artırdı. Onun dışındaki üç kulüp
için gelirini artırabilen başka bir takım bulunmuyor. Fenerbahçe %7, Beşiktaş %5, Trabzonspor
ise %64 gelir kaybına uğradı.
Kâr eden kulüp yok
Ekonomi
Sezonun ilk 6 ayında kulüpleri toplam zararı 83 milyon TL’yi buldu. En çok zarar eden takım
32,9 milyon TL ile Galatasaray olurken, onu 25,5 milyon TL ile Trabzonspor izledi. Feda
sezonunu yaşayan Beşiktaş geçen sene aynı dönem için 70 milyon TL olan zararını 20,6 milyon
TL’ye indirebildi. Fenerbahçe tüm kulüpler için en kabul edilebilir zarar rakamını açıkladı; 4,2
milyon TL. 2 yılda kulüplerin toplam zararı ise 185,7 milyon TL’ye ulaştı.
HF
#
67
Futbolcular en büyük gider
4 kulüp sezonun ilk 6 ayında futbolculara adeta bir servet ödedi. Devlerin futbolcu ve teknik
heyete ödediği tutar 241,6 milyon TL. Galatasaray bu alanda da üstünlüğü kimseye kaptırmadı
ve 93,7 milyon TL ile birinci sırada yer aldı. Fenerbahçe 67,3 milyon TL’lik futbolcu ve teknik
heyet gideri ile bu konuda ikinci sırada bulunurken Beşiktaş 40 milyon TL, Trabzonspor 39,9
milyon TL maaş ve ücret ödemesi yaptı.
Ekonomi
Üç kulübün geçen sene aynı dönem ile karşılaştırıldığında futbolcu maaş ödemeleri artmışken
Feda diyen tek takım Beşiktaş oldu. Fenerbahçe 3 Temmuz sürecinde dağıttığı kadro
sonrasında bu sezon yeniden yapılanmaya gitti ve bunu maliyeti geçen seneye göre %67
artan futbolcu maaş giderleri oldu. Şampiyonlar Ligi’nde iddialı bir kadro kurmak isteyen
Galatasaray’ın maaş ücretleri geçen seneye göre %47 arttı. Trabzonspor ise %12’lik artış ile
peşinde. Beşiktaş’ın Fedası ise %32 oldu. Geçtiğimiz sezon futbolcularına bu dönemde 60
milyon TL ödeyen Beşiktaş Feda projesi kapsamında bu tutarı 40 milyon TL’ye indirdi.
HF
#
67
En borçlu kulüp Beşiktaş
Bu sezon Avrupa kupalarından men edilen Beşiktaş sezonun ilk 6 ayında borç liginde
birinci sırada. Yeni yönetim her ne kadar borcu azalttık dese de mali tablolarda görüntü
beyanatlardan farklı. 31.05.2012 tarihinden 30.11.2012 tarihine kadar borç miktarı %16 artmış.
Borçlanma konusunda Beşiktaş’ın ardından 276 milyon TL borç ile Galatasaray geliyor. Sezon
başına göre Galatasaray borcunu %6 düşürmüş durumda ancak gelirini %88 artıran bir
takımın borcundan anlamlı bir azalma olmaması düşündürücü ki bedelli sermaye artırımından
gelen 115 milyon TL sıcak para olmasaydı borcun miktarı azalmak bir yana artmış bile olabilirdi.
Borç liginin üçüncü sırasında ise Fenerbahçe bulunuyor. %47 borç artışı ile Fenerbahçe’nin
borç rakamı 164 milyon TL’den 241 milyon TL’ye yükselmiş durumda. Trabzon ise borçlanma
konusunda en çekingen davranan kulüp, kulübün borçları geçtiğimiz sezona göre sadece %4
oranında artmış.
Beşiktaş ve Galatasaray’a sermaye gerekli
Ekonomi
Kulüplerin varlıklarına ve varlıklarını ne şekilde finanse ettiklerine bakacak olursak ilk dikkat
çeken 2 takımın negatif özsermayesi. Beşiktaş’ın SPK tarafından izlemeye alındığını bildiren
yazının negatif özsermaye ile başlaması da bu konunun önemini gözler önüne seriyor.
Bilançoların takımların tüm varlık ve borçlarını göstermediği de bir gerçek. Çünkü kulüpler
önemli taşınmazlarını hala Dernek üzerinde tutuyor. Değerlendireme yaparken bunu da bir
köşeye not etmek gerekli.
HF
#
67
Beşiktaş ve Galatasaray faiz altında eziliyor
Futbol kendi mecrasında ekonomik olarak riskli bir sektör... Daha önce de bahsettiğimiz
gibi kulüplerin gelirleri özellikle Avrupa Kupalarına katılma durumuna göre değişiklik
gösterebiliyor. Durum böyle olunca kredi verenler için bir risk ortaya çıkmış durumda. Pek
çok gelirin temlikli olması da bu yüzden. Kreditörler vadesi geldiğinde paralarını alamadıkları
takdirde temlik edilen gelirden bu kısmı karşılıyorlar. Borcunu çevirebilen bir kulübün temlik
vermesi faiz maliyetlerinin daha uygun olması anlamına geliyor.
Beşiktaş ve Galatasaray borçlarının yüksekliği karşısında yüksek faiz gelirine ve finansman
gideri katlanmak zorunda kalıyor.
Finansal gelirlerin içinde ağırlıklı olarak vadeli mevduattan sağlanan faiz geliri, kurun düşmesi
ya da artması durumuna göre borcun döviz cinsinden değerlenmesi üzerinden sağlanan
faydadan oluşmakta.
Ekonomi
Kur farkını biraz daha detaylı açıklamak gerekirse, bir kulüp 1 milyon avro bonservis
karşılığında bir futbolcu ile anlaştı. O gün kur 2 TL ise kulüp kayıtlarına 1 milyon avro = 2
milyon TL borç kaydediyor. Ay sonunda kur 1,5 TL’ye düşer ise kulübün borcu 1 milyon avro=1,5
milyon TL olarak değerlenecek ve kulübün raporlama yaptığı TL cinsinden borcu 500 bin TL
azalmış olacak ve 500 bin TL kayıtlara ‘Kur Farkı Kârı’ olarak alınacak. Tersi bir durumda ise
tutar ‘Kur Farkı Zararı’ olarak kaydedilecek. Kulüplerin dövizli borçları ve alacakları birbirine ne
kadar yakın ise kur riski de o kadar azalmış olacak. Ancak yurtdışına futbolcu ihracı konusunda
sıkıntı yaşayan kulüplerin genel olarak döviz borçları alacaklarından fazla oluyor ve ufak döviz
düşüşleri kulübün yararına oluyor.
HF
#
67
Finansal giderlerin ana kalemi ise ödenen
faizler ve kur farkı zararları. Faiz giderleri
borcun büyüklüğü ile doğru orantılı ancak
Beşiktaş TL borçlanmak istediğinde %8 ile
%20 arasında bir faiz giderine katlanmak
durumunda yıllık olarak. Ve eğer borçlanma
ihtiyacı devam eder ve siyah-beyazlı kulüp
bankaların kapısını çalmaya devam ederse
%20 olan borçlanma faizi yukarı doğru
hareket edebilir.
Ekonomi
Tabloya göre döviz kurlarındaki %10’luk
bir değişimin Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın
borçlarında bir artışa, Trabzonspor’un
ise alacaklarında bir artışa neden oluyor.
Firmaların çoğu bu tür risklere karşı
kendilerini koruma altına alıyor ve hedge
işlemleri yapıyor. Ancak Hedge işlemleri
ehil olmayan ellere teslim edilirse koruduğu
riskten çok daha fazlası ile karşı karşıya
bırakabiliyor firmaları.
HF
#
67
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda
Trabzonspor geçtiğimiz sezon kâr açıklayan
tek kulüptü ve bunun en büyük sebebi
Şampiyonlar Ligi’ydi. Bu etki şimdi
Galatasaray’da gösteriyor kendini. Kulüplerin
yayın gelirlerinden aldıkları tutarların bir
anlam ifade edebilmesi için Şampiyonlar
Ligi’ne 2, Avrupa Ligi’ne de en az 3 takımla
katılmak gerekiyor ki Avrupa arenasında
kulüplerimiz rekabetçi olabilsin. İki sezon
art arda Şampiyonlar Ligi’ne gitme maddi
anlamda rakiplere fark atmanın en kolay
yolu. Ayrıca Beşiktaş’ın Galatasaray
ve Fenerbahçe’nin bu kadar arkasında
kalmasının ana sebebi stat gelirinin oldukça
sınırlı olması. Beşiktaş yakın gelecekte
yeni ve modern bir stada kavuşmaz ise her
sezona 1-0 geride başlayacak.
Gelirlerini en efektif kullanan takım olarak
Fenerbahçe’yi görüyoruz. Futbolumuzun
temel sorunu olarak gelir ile artan giderin,
azalan gelir ile azalmaması. Galatasaray’ın
gelirlerindeki artışın net kâra yansımasının
az olması da ayrıca konuşulması gereken
bir konu. Trabzonspor’un diğer kulüplere
göre daha ufak finansal figürleri var ancak
gelir/zarar dengesini göz önüne aldığımızda
karşımıza yüksek bir rasyo çıkıyor.
2009 yılında 111,2 milyon TL gelir ile Deloitte
Money League’de kendine 19. olarak yer
bulan Fenerbahçe’nin bu mali avantajı
sportif arenada gösterememesi de önemli.
Keza Galatasaray’ın da 3 sene üst üste
Şampiyonlar Ligine kalması durumunda bile
mali anlamda açacağı arayı sportif alana
taşıyıp taşıyamayacağı soru işareti.
İsmail Şayan
Devler nasıl kazanıyor?
Türkiye’nin 4 büyük kulübünün gelirler bakımından pek de iç açıcı konumda
bulunmadığı bir gerçek. Peki Deloitte Football Money League’in açıkladığı
rakamlara göre Avrupa’nın dev kulüpleri nasıl kazanıyor?
Deloitte Football Money League
araştırmasının on altıncısı yayınlandı ve
2011/12 sezonunun en çok gelir elde eden
kulüpleri belli oldu. Taraftarların doğrudan
ya da dolaylı olarak cebinden çıkan paralarla
finanse ettiği bu ekonomide ilk 6 kulüp yerini
korudu.
Ekonomi
Araştırmada kulüplerin futbol gelirleri baz
alınıyor ve 3 kalem olarak sınıflandırılıyor:
Maç günü gelirleri, ticari gelirler ve yayın
gelirleri. Maç günü gelirleri, stadyum
hasılatının yanı sıra üyelik aidatlarını da
kapsıyor. Ticari gelirler kulüplerin sponsorluk,
isim hakkı, ürün satışı gibi gelirlerinin
toplandığı kalem. Son kalemse yayın
HF
#
67
gelirleri. Transferlerden elde edilen gelirler
araştırmaya dahil edilmiyor.
İlk 20 kulübün toplam geliri 4,8 milyara
ulaştı ve bu Avrupa Futbol Ekonomisi’nin
dörtte birinden fazlası. Gelecek yıl, 5 milyar
barajının aşılacaktır. Veriler bu liste içinde
dahi büyüklerle küçüklerin arasındaki farkın
yıllar geçtikçe açıldığını ortaya koyuyor.
Devlerin bu işi nasıl yaptığına dair
fikir vermesi açısından ilk dördü, diğer
kulüplerden farklı bir yaklaşım sergileyen
Arsenal’i, Galatasaray’ın rakibi Schalke 04’ü
ve Fenerbahçe’nin muhtemel rakibi Napoli’yi
mercek altına alacağız.
1. Real Madrid (512,6): Zirvede sekizinci
yıl. 2010’da 400 milyonu geçen ilk kulüptü,
bu yıl 500 milyon barajını aşan ilk kulüp
oldu. Gelirler %7 artarken La Liga macerası
harikaydı, hem 32 galibiyet hem 121 golle
rekor kırıp beş büyük ligden birinde 100 puanı
gören ilk takım oldular. Şampiyonlar Ligi ise
yarı finalde Almanlar önünde bitti.
Perez ilk döneminde sahada en fazla
kazanan kulübün kasada da zirvede olmasını
amaçlamıştı. Los Galacticos oluşturulurken
ticari gelirleri arttırmak öncelikliydi. Ardından
yayın gelirleri İspanya’da havuz sisteminin
olmaması avantajıyla yükseltildi. Son 5 yılda
Bernabeu’da maç günü gelirlerini arttırmak
için yapılan çalışmalar eklendi ve sonuç
ortada.
Maç günü gelirleri 2,6 milyon artarak 126,2
milyona çıktı. Real bu alanda lider ancak
bir duraksama da var. Çözmek için yeni
açıklanan Proyecto Bernabeu devreye giriyor.
Kapasite artışının yanı sıra asıl sıçrama
kurumsal müşterilere ağırlık verilerek
sağlanmaya çalışılacak.
Ekonomi
2. Barcelona (483): Hem Şampiyonlar Ligi
hem La Liga kaptırılsa da forma reklamının
devreye girişi sayesinde %7 artış sağlandı.
Maç günü geliri %5 artarken yayın geliri %2
düştü. Şampiyonlar Ligi’ne yarı finalde veda
8,5 milyon gerileme yaratırken İspanya’daki
yayınlardan sağlanan gelir artışı kaybı
karşılamada kısa kaldı.
HF
#
67
Ligde müthiş gidiyorlar, kupada yarı
finaldeler. Camp Nou’yu geliştirme
tartışmaları ise sürüyor. Zirve ortağı olmayı
sürdürmeleri beklenmeli. Ana sorunları,
oyunculara çok yüksek ödeme yapmaları. 6
kupalı sezonun sonunda ödemeler aksamıştı.
Son not: 10 yıl önce United’ın yarısı kadar
kazanamıyorlardı.
(Maç günü gelirleri=116,3 milyon avro,
Yayın gelirleri=179,8 milyon avro, Ticari
gelirler=186,9 milyon avro)
Gelir kaynakları
Yayın gelirleri %9 arttı ve Real, bu alanda da
en çok kazanan. ABD, Çin ve Kuveyt turları
artışa ciddi rol oynadı. Ticari gelirler de %9
arttı. Forma reklamı anlaşmasının sona
ermesi burada da bir sıçrama vaadediyor.
Gelecek yıl zirve adayı yine onlar.
(Maç günü gelirleri=126,2 milyon avro,
Yayın gelirleri=199,2 milyon avro, Ticari
gelirler=187,2 milyon avro)
Gelir kaynakları
3. Manchester United (395,9): Sterlin
bazında gelirleseler de kur hareketleri işlerine
yaradı ve %8 artışla yerlerini korudular. Oysa
erken Şampiyonlar Ligi vedasıyla sezon pek
iyi geçmemişti.
Gelir kaynakları
Dört az iç saha maçı sonucu maç günü
gelirleri %11 düştü. Yayın gelirleri de
Şampiyonlar Ligi etkisiyle %11 düştü oldu.
2013/14 sezonunda devreye girecek yeni
yayın anlaşması tüm İngiliz kulüpleri gibi
onlara da büyük artış vadediyor.
Kulübün %14 artarak 145,4 milyona ulaşan ticari
gelir potansiyeli ise muazzam. Kuzey Amerika ve
Asya pazarları onlardan soruluyor. Çığır açarak,
antrenman formalarına bile yılda 13 milyonluk
reklam almışlardı. Daha iyisini de buldular ve
yeni anlaşma sezon sonu devreye giriyor. Bunun
yanısıra 2014/15’te başlayacak olan yıllık 60
milyon değerindeki Chevrolet forma reklamı
anlaşması da bir rekor. İki İspanyolla aralarında
Ekonomi
4. Bayern Münih (368,4): Üç ikincilik can
yakıcı ama önceki sezona göre daha iyiydi.
Bayern gelirlerini %15 arttırarak yürüyüşünü
sürdürdü. Maç günü gelirleri %19 artarken
bilet fiyatlarına zam yapılmamıştı. Yayın
gelirleri de Şampiyonlar Ligi finali görmenin
etkisiyle %15 arttı.
HF
#
67
Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve
Bayern de tüm Alman kulüpleri gibi bundan
yararlanıyor. Ticari gelirleri %13 arttırıp 201,6
milyona çıkardılar ve bir gelir kaleminde
200 milyon barajını aşan ilk kulüp oldular.
Pazarlama geliri 13,5 milyon, sponsorluk
ve reklam gelirleri 10,4 milyon arttırıldı. İki
dev partner Adidas ve Deutsche Telekom’un
yanı sıra Samsung ve Paulaner sözleşmeleri
yenilenirken Imtech de ekibe katılıyor.
Guardiola ile anlaşmaları bu alanda yeni
atılımların yolunu açabilecek bir haber.
Allianz Arena’ya geçiş çok önemli bir
adımken 1860 München’den stadın tümünü
devralış Bayern’in zincirlerini kırdığı andı.
Sağlam adımlarla yoluna devam eden
kulüp, EPL yayın anlaşmasındaki dev
büyümeyi karşılayacak gücü olduğunu ve
büyük fark var ama tehdit edecek potansiyele
sahip oldukları su götürmez bir gerçek.
(Maç günü gelirleri=122 milyon avro,
Yayın gelirleri=128,5 milyon avro, Ticari
gelirler=145,4 milyon avro)
Gelir kaynakları
diğer İngilizleri arkasında tutabileceğini
kanıtlarken zirveye daha da yaklaşmaya
çalışıyor. Ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde gayet
iyi gidiyorlar. Avrupa’nın belki de mâli yapısı
en oturaklı kulübü. Ve unutmayalım, son
3 yılda 2 Şampiyonlar Ligi finali gören bir
kulüpten bahsediyoruz.
(Maç günü gelirleri=85,4 milyon avro, Yayın
gelirleri=81,4 milyon avro, Ticari gelirler=201,6
milyon avro)
6. Arsenal (290,3): Kulübün 125. yılında saha
performansı önceki sezon gibiydi. Yayın
gelirleri aynı kaldı(107,7). Raporda, en büyük
kalemi maç günü gelirleri olan tek kulüp
Arsenal, hasılatı 117,7 milyon.
Gelir kaynakları
Ticari gelirlerde rakiplerinin çok gerisinde. İki
yeni anlaşma artış sağlasa da 64,9 milyon
Man Utd’ın yarısı değil. Ellerini bağlayansa,
stadın yapım sürecinde kaynak yaratmak için
imzalanan uzun soluklu anlaşmalar. Birer
birer sona eriyorlar. Biten Nike ve Emirates
anlaşmaları iyileştirilerek yenilendi. Bu bile
yerlerini korumaya yetmeyebilir. Ortada çok
farklı bir sorun daha var...
Ekonomi
Arsenal futbol kulübü, Arsenal kârhanesine
dönüşmüş görüntüsünü veriyor. Sanki bütün
amaç kulüp sahiplerine daha fazla para
kazandırmak. Durum, “FFP’ye hazırlanmak”
bahanesini de geçersiz kılıyor. Şu an siklet
düşürmüş, bazı yarışlardan vazgeçmiş
görünüyorlar.
HF
#
67
Ellerinde oyuncu tutmak büyük problem
haline geldi. Oysa geçmişte, ekonomik
anlamda çok daha zor günler geçirirken
bile kadroyu korumakta direnebiliyorlardı.
Oyuncular eskiden gelmeye can atarken artık
hiçbir şey kazanma hedefi yokmuş izlenimini
veren kulüpten uygun zamanda ayrılmaya
çalışıyorlar. Bazılarının geliş sebebinin,
CV’lerinde yazacak olan “Arsene Wenger” adı
sayesinde gelecekte daha fazla kazanmak
olduğu bile söylenebilir. Arsenal çok daha
iyisini yapabilecek potansiyele sahip ama
Dein’in 6 yıl önceki istifasından beri o izler
günbegün silinmekte...
Arsenal’ın kâra odaklanması 2 yıl öncesine
kadar anlaşılabilirdi. “Man Utd ile rekabete
devam edebilmek için bu stadı yapmalıyız”
demişler ve büyük bir yükün altına
girmişlerdi. Zor günlerden başarıyla çıkıp
stadı yaptılar ama rekabeti unutmuş gibiler.
İleri gidecek hamleler yerine kasaya para
depolamayı yeğliyorlar.
Oysa kasada başarı ve sahada başarının
birbirini beslediği gibi, birinin yokluğunun
diğerini öldürdüğü de unutulmamalı. %20
daha az kazanan Liverpool’a bakınca adına
yaraşır şekilde tüm gücüyle ve imkânları
ölçüsünde rekabet etmeye çalışan bir kulüp
görülüyor. Arsenal için aynı şeyi söylemek şu
aralar imkânsız.
Kombine kuyruğundakiler 40 bini aşan kulüp
dünyanın en pahalı biletlerini satıyor ama
karşılığını vermek için çaba gösterildiğini
söylemek zor. Geçmişte görüldü ki
bağlılığının hissedarların ya da sahibin
cebine akan paradan ibaret hale getirilmesi,
taraftarda ihanete uğramışlık duygusunu
körükleyip yıkımı getirebiliyor. Ve yıkım
yıkımı davet eder.
(Maç günü gelirleri=117,7 milyon avro, Yayın
gelirleri=107,7 milyon avro, Ticari gelirler=64,9
milyon avro)
14. Schalke 04 (174,5): Geçen sezon
Şampiyonlar Ligi’nde olamamak gelirlerin
%14 azalıp 4 basamak düşmelerine yol
açtı. En büyük darbe yarıya inen yayın
gelirlerindeydi. Geçen sezonun son
haftasında gelen doğrudan Şampiyonlar
Ligi katılımı kaybı bu sene tolere edecektir.
Fakat sahada işler pek iyi gitmiyor. Oynanan
oyun güven vermiyordu ve devrenin son
haftalarına doğru çöktüler. Hubb Stevens 14
ay dayanabildi.
Almanya genelinde olduğu gibi taraftarın
harika bir atmosfer yarattığı stad yine çoğu
maçta kapalı gişeydi. Ancak rakiplerin profil
düşüklüğü ve kupadan erken elenişle maç
günü gelirleri %6 geriledi. Ticari gelirlerse
ŞL yokluğuna karşın hafifçe de olsa artışını
sürdürdü. Gazprom’la olan forma reklamı 5
yıllığına yenilendi. Bazı yeni anlaşmaların
da devreye girmesi bekleniyor. Şampiyonlar
Ligi’nde gelen son 16 ile birlikte gelecek yıl
listenin daha üst sıralarında olacaklardır.
Şampiyonlar Ligi’nde olmayış Schalke’yi
geriletti ancak büyük zarar veremedi.
Ekonomi
15. SSC Napoli (148,4): Geçen yıl listeye
ilk kez ve son sıradan, üstelik Şampiyonlar
Ligi’ye katılmazken girmişlerdi. Şampiyonlar
Ligi ile birlikte %29 artan gelirler onları 5
basamak yukarı taşıdı. 20 yıl sonra İtalya
Kupası’nın geldiğini de ekleyelim.
HF
#
67
En büyük gelir kalemleri yayın ve
Şampiyonlar Ligi katılımı geçen sezon onları
bu alanda %48 sıçrattı. Ticari gelirlerde de
%9 artış sağladılar. Şampiyonlar Ligi ile
gelen yüksek profilli rakiplerin de katkısıyla
maç günü gelirleri %12 yükseldi. Seyirci
sayısı 35 binin altına neredeyse hiç düşmedi.
Ancak Stadio San Paolo’ya kendilerinin
sahip olmayışları hem bu alanda gelirlerini
yükseltmelerini engelliyor, hem de ticari gelir
olanaklarını kısıtlıyor.
Ligde çok iyi gidiyorlar. İnter’in 6, Milan’ın
9 puan önünde ve Juventus’a en yakın
tehdit konumundalar. Kupadan erken
elendiler. Avrupa’da dalgalı seyre karşın
Dinyeper’in ardında gruptan çıktılar. Özellikle
Gelir kaynakları
Kulüplerin sıkı kurallarla denetlendiği bir
ligde yarışıyorlar ve böyle dalgalanmalara
karşı yapılacakları biliyorlar. Öte yandan
temsilcimiz Galatasaray, Şampiyonlar Ligi
katılımını kaçırmanın çok büyük yaralar
açabileceği bir tarzı benimsedi. Beklentimiz,
bunalımlı bir dönemden geçen Schalke’yi
elemeleri. Ancak uzun vadeli rekabet
açısından bakınca, kurulan mevcut yapının
geçmişte pek çok kulübün başına derin
dertler açtığı gerçeği karşımıza çıkıyor.
(Maç günü gelirleri=43,1 milyon avro, Yayın
gelirleri=38 milyon avro, Ticari gelirler=93.4
milyon avro)
Gelir kaynakları
Cavani, Maradona ile gelen UEFA kupası
başarısının bir benzerini yakalamayı çok
istediğini vurguladı ve oyunuyla da sözlerini
destekliyor. Ancak bu sezon Şampiyonlar
Ligi’nde olmayış gelecek yıl onları listenin
dışına dahi düşürebilir.
(Maç günü gelirleri=24,6 milyon avro, Yayın
gelirleri=85,8 milyon avro, Ticari gelirler=38
milyon avro)
Uğur Karakullukçu
Ölüm Yıldızı
Transfer
Türk futbol tarihinin en sansasyonel
transferlerini bir hafta arayla sonlandıran
Galatasaray’da çilek mevsimi sona erdi.
Adeta Yıldız Savaşları’ndaki Ölüm Yıldızı
projesini andıran bu girişimin sonunun
ne olacağı ise henüz belirsiz…
HF
#
67
Galatasaray’daki Ünal Aysal döneminin
gayriresmi sloganı haline gelen ‘çilek’ transferi
tekil değil, çoğul bir şekilde sonuçlandı
ve Galatasaray, Türk futbol tarihinin en
sansasyonel iki transferini bir hafta arayla
bitirerek sadece yerel değil, uluslararası çapta
da sükse yaptı. ESPN’de Drogba ile Sneijder’ın
Galatasaray’a ne katabileceğinin konuşulduğu,
Guardian’da üzerine köşelerin yazıldığı, bahis
şirketlerinin Galatasaray’ın Şampiyonlar
Ligi şansını revize ettiği çılgın bir haftayı
geride bıraktık. Bu toz bulutu ve şaşa elbette
Galatasaray taraftarını ve bunu amaçlayan
yönetimi memnun etmiştir ancak gözler saha
içine çevrildiğinde kalitesinden sual olmayacak
bu iki ismin transferine karşın bazı şeylerin
doğru olmadığını fark etmemek hiç de zor değil.
Galatasaray’ın üçüncü bölgeye yakın oynayan,
yaratıcı ve birebirde etkili bir oyuncuya
ihtiyacının olduğu bir sır değil, Arda Turan
Ağustos 2012’de takımdan ayrıldığından
yana bu böyle. Bu amaçla transfer edilen
Albert Riera sol bekte kendine bir yer açtı,
Nordin Amrabat ise yüksek maliyetine karşın
Kayserispor’daki istikrarsızlığının üzerine
koyamayarak Galatasaray’ın bu sorununa ilaç
olmaktan uzak kaldı. Saman alevi gibi parlayan
performansların da etkisi uzun maratonda
beklentileri karşılamadı.
Sneijder ihtiyaç, Drogba lüks
Transfer
Wesley Sneijder bu açıdan mevcut 4-4-2
düzenini direkt olarak değiştirecek bir oyuncu
olsa da transfer mantığı olarak her şeyden
önce ihtiyaçlara yönelik bir hamle. Maliyeti
itibariyle lüks olabilir ama aynı zamanda
bir ihtiyaca hizmet ediyor. Ayrıca Selçuk
İnan gibi top alıp vererek oynayan, oyunun
temposunu kuran ve ayarlayan bir isme
basit ve akıllı oynayan bir oyuncunun daha
katılıyor oluşu sistemin işlemesi adına ekstra
bir katkı yapacak gibi de gözüküyor. Elbette
Sneijder’dan uçup kaçmasını, 15 gol atıp, 20
asist yapmasını bekleyenler varsa Hollandalının
fark yarattığı noktaların bitiricilikten ziyade
oyunun işlenmesi ve pozisyona giden kilit
pasların yaratılması hususunda olduğunu
söylemek şart. Çilekse de çileğin hası, geldiği
gün itibariyle de Türk futbol tarihinin en
sansasyonel transferiydi. Fakat Sneijder’in yanı
sıra Didier Drogba’nın gelmesi… Bu çok daha
güçlü bir sansasyonun yanı sıra saha içi adına
soru işaretleri de oluşturan, başka bir hamle
demek.
HF
#
67
Hepimiz biliyoruz ki Didier Drogba bir plan
dahilinde kadroya katılmasından ziyade ‘fırsat
transferi’ olarak, Sniejder’ın yarattığı atmosferi
pekiştirebilecek, bir başka dünya yıldızı
olarak kadroya katıldı. Sneijder’ın iyi bir kadro
elemesiyle başarılı bir şekilde tolere edilebilir
maliyetinin üzerine koyduğu 1,5 yıllık 10,5
milyon avro ek ödemesi zaten başlı başına bir
tartışma konusu. Fiyat/performans kriterleriyle
bakılırsa Şampiyonlar Ligi’nde en fazla gol
atan forvet oyuncusuna sahip, ligde forvet
hattından aldığı gol katkısı bakımından hiçbir
sorun yaşamayan bir takımın yıllık 7 milyon
avro maliyetli bir oyuncuyu kadroya katması ilk
soru işareti.
Didier Drogba 34 yaşında olmasına karşın
hala dünyanın en iyi santrforları arasında
gösteriliyor.
Drogba transferi sonrası gol kralı Burak
Yılmaz’ın takımdaki rolü değişebilir.
Elbette “Adam Didier Drogba yahu”
diyenlerimiz olacaktır. Zaten futbolla biraz
haşır neşir olmuş hiçbir insan evladının
Drogba’nın kalitesine laf söyleyemez, çarpılır.
Drogba belki de Sneijder’dan dahi fazla katkı
verecek, ligde ve Avrupa’da attığı gollerle
izleyenleri mutlu edecek. Lakin gayet kaliteli
bir ceket giyerken, elinde de hatrı sayılır bir
giyim bütçesi varken yamalı pantolonu ve
delik ayakkabısı yerine Paris’ten ceket almayı
yeğleyen bir adam portresi var karşımızda…
İmza paralarıyla 15 milyon avro üzerinde
bir bonservis bedeli harcayan, yıllık maaş
bütçesine 9 milyon avro ek yük getirmiş bir
takımın en önemli üç probleminden ikisini
çözememiş olmasında bir gariplik yok mu?
Riera’ya emanet giden sol bekin olası bir
Jefferson Farfan eşleşmesinde tüm turu çöpe
atabilme ihtimali ya da Semih ile Dany’nin en
hafif sakatlıklarında dahi stoperde yaşanacak
kriz ne olacak?
Transfer
Nasıl oynanır?
HF
#
67
İşin taktik boyutuna gelirsek karşımızda
iki muhtemel senaryo var. Sneijder ile
Drogba gibi oyuncuları ilk 11’den kesmenin
düşünülemeyeceği varsayarsak Galatasaray’ın
mevcut sistemi olan 4-4-2’ye en benzer diziliş
4-4-1-1 olarak öne çıkıyor. Dörtlü orta saha
rotasyonunu hiç bozmadan önlerine Sneijder,
ileri uca da Drogba’nın geldiği bu diziliş kağıt
üstünde şık, hatta yaklaşık bir ay önceki
algımızla bakarsak inanması güç duruyor.
Fakat Türk futbolunun Fatih Tekke’den sonra
gördüğü en başarılı santrfor performansına
imza atan Burak Yılmaz’ın yanı sıra Johan
Elmander’in ve Umut Bulut’un kulübeye
mahkum olduğu bu düzenin verimliliğinin
düşük olacağı, ayrıca defansif defoları hala
barındıran bir yapı oluşturacağını söylemek
yanlış olmaz. Fatih hoca da takımın en
değerli iki yerli oyuncusundan Burak’ı da
kenara almaya kolay kolay yanaşmayacaktır,
bu da takımın genel performansından taviz
vermeden tek forvetli düzene evrilme ihtimalini
düşürecektir.
Galatasaray’ın Didier Drogba transferiyle
birlikte sahaya yeni yıldızlarıyla en verimli
yayılacağı düzen ise geçmiş hatıralarda
yatıyor. UEFA Kupası’nı kaldıran efsanevi 2000
takımının da sahaya yayılış şekli olan 4-3-12 düzeniyle Drogba ile Burak muhtemelen
çift forvet olarak ön hatta yer alacaklar,
arkalarına da Wesley Sneijder gelecek. Felipe
Melo, Selçuk İnan ve Hamit Altıntop ise üçlü
orta sahayı oluşturacak. Fakat buradaki ilk
soru işareti şu, bu üçlü gerçekten orta sahayı
istikrarlı bir şekilde hem fiziksel olarak sırtlayıp
hem de hücuma yeterli katkıyı verebilecek,
takımın oyunu rakip yarı sahaya yıkmasını
sağlayabilecek mi? Melo’nun muhtemel
‘tükürük’ cezası ile birlikte bu üçlüden ilk fire
verildi bile. Hamit Altıntop’un dört senedir
bu kadar çok sayıda maç yapmıyor oluşunun
etkisiyle kendinden beklenen performansa
erişememesi de ayrıca bir sorun. Kağıt üstünde
iyi duran bu üçlü ileride top bekleyen Ardalı,
Kewell’lı, Keita’lı, Baros’lu takımı andıran,
kopuk bir hale dönüşebilir, bu tehlike bu
düzende mevcut.
4-4-1-1
Drogba
Sneijder
Amrabat
Riera
Selçuk
Melo
Dany
Semih
Hamit
Eboue
Muslera
4-3-1-2
Drogba
Burak
Sneijder
Selçuk
Riera
Hamit
Melo
Dany
Semih
Eboue
Muslera
Transfer
Ölüm Yıldızı’nın kaderi
HF
#
67
4-3-1-2’nin getireceği bir diğer arıza da sol
bekte olacak. Şu an önünde defansif katkısı ve
presi olan Emre Çolak’la birlikte sol beki büyük
ölçüde kapatabilen, aklı ve sakinliğiyle hücum
başlangıçlarına katkı yapan bir Riera izliyoruz.
Önünde bırakın defansı zayıf olan bir kanadı,
bu rolde hiçbir oyuncunun bulunmayacak
olması Riera’yı hem defansif, hem ofansif
açıdan olumsuz etkileyecek, belki de takımın
zayıf halkası haline gelecek. Star Wars ya
da Türkçe adıyla Yıldız Savaşları’ndaki Ölüm
Yıldızı inşasındaki o ufak açıklık gezegenleri
yok edebilen bir gücün sonunu getirmişti. Riera
ve yanında hem nicelik, hem nitelik olarak
sorun yaşayan stoper hattıyla umarım bu
açığı Schalke 04 karşısında vermezler.Bu çok
yönlü puzzle’ı çözecek olan kişi Fatih Terim,
belki de bu büyük transferlerin tadını çıkaran
Galatasaraylıların bir numaralı güvencesi de
o... Fatih hocanın göstereceği performans
Ölüm Yıldızı’nın devasa gezegenleri yok eden
bir makineye mi, yoksa bir türlü kapatılmayan
açıkları yüzünden başarısız olan bir deneye mi
dönüşeceğinin cevabını bizlere verecek.
Hollandalı Wesley Sneijder’ın Galatasaray’a
transferi Avrupa’da şok etkisi yarattı.
Salih Demirci
II. Anadolu Devri Sona Erdi
Trabzonspor’un fırtınalar estirdiği 70 ve 80’lerden sonra Anadolu’nun
tabiri caizse ikinci kez ayaklandığı 2010 başları, Bursaspor’u şampiyonluğa
taşıyan Ertuğrul Sağlam ile şampiyonluğun kıyısından dönen Şenol
Güneş’in aynı gün istifa etmeleriyle belki de son buldu.
Analiz
Geçtiğimiz hafta sonu bir devir kapandı; fakat
2010 yılı, onların zamanıydı. Şanlıurfa’da
oynanan ve muhteşem bir kapışmaya sahne
olan final maçını kazanan Şenol Güneş
yönetimindeki Trabzonspor, Türkiye Kupası’nı
Fenerbahçe’nin elinden almıştı. Yalnızca 10
gün sonra bir kez daha Fenerbahçe’yi üzecek
olan Bordo-Mavililer, Bursa’ya“Türkiye’nin 5.
Şampiyonu” unvanını hediye edecekti.
HF
#
67
Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’u bir mucizeyi
gerçeğe dönüştürerek şampiyon olmuştu.
Üstelik sezonun 27. maç haftasına 6 puanla
lider girdiklerinde dahi şampiyonluk onlardan
uzak sayılıyordu. Ancak o hafta Olimpiyat
Stadı’nda mağlup olurken bile şampiyon gibi
oynadılar ve ömre bedel bir bekleyiş sonrası son
çizgiyi de önde geçmeyi başardılar.
Böylelikle İstanbul, Anadolu tarafından bir
kez daha saf dışı bırakılmıştı. 1977 ve 1984
yıllarında duble yapan Trabzonspor, İstanbul’u
kupasız bırakarak iki kez Türkiye’nin futboluna
hakim olmuştu. Aradan geçen 25 yılın sonunda
ilk kez ve bir kez daha, bu sefer Bursaspor’un
da yardımıyla tüm kupalar Anadolu’ya
gidiyordu. Büyük bütçeli kulüplerden
Beşiktaş’ın sezonun final gününde şampiyona
kaybettiği, Galatasaray’ın ise ligi ancak
Beşiktaş’ın üzerinde tamamlayarak üçüncü
olabildiği günlerde yaşananlar, elbette sıradan
değildi.
II. Anadolu Devri
2010/11 sezonu gösteriyordu ki Bursaspor
ve Trabzonspor açıkça ülkemiz futbolunun
dümenine geçmişti. Trabzonspor, mütevazı
Sivasspor’un zirveyi kovaladığı günlerin
ve şampiyon Bursaspor’un ardından
kupa zaferini takiben topladığı 82 puanla
neredeyse şampiyon olacaktı. Yine rekabete
sadece Fenerbahçe ortaktı, diğerleri ise pek
de ortalıkta görünmüyorlardı ve futbolda
tesadüflerle başarılı olunmazdı.
Dikkate değer bir önermeye göre Anadolu’ya
mensup Bursaspor ve Trabzonspor’un son
iki sezonda gösterdiği başarı, Türkiye’nin
ekonomik gidişatı ile paralellik göstermekteydi.
Ülke ihracatının yarısından fazlasının
merkezi olan İstanbul halen liderdi, ama
gücünün bir kısmı yükselen iktisadi güçle
birlikte Anadolu’ya transfer oluyordu. Bunun
sonucunda İstanbul kulüplerinin yönetimsel
hataları, ekonomik gücü artan Anadolu
tarafından artık cezalandırılıyordu. Fakat iki
yıl sonrasında her şey başa döndü. Tüm bu
hikâyenin mimarları olan Ertuğrul Sağlam
ve Şenol Güneş, geçtiğimiz Pazar günü istifa
ederek bir devrin kapandığını ilan ettiler.
Kaçınılmaz sonuç
Analiz
Sezonun ikinci devresi itibariyle düşme
hattının yalnızca 4 puan üzerinde olmak, Elazığ
deplasmanında gelen ağır yenilgiyle birleşince
Trabzonspor’da duvar yıkıldı. Aylardır taşları
yerinden oynayan kulüp, kaybettiklerini bir
türlü geri getiremeyince çıkmaza girdi. Bin bir
emekle bir araya topladıkları başarılı kadro kısa
sürede dağıldı, yerli oyuncuların yerine sınırlı
portföy içerisinden muadillerinin konulması
mümkün olmadı. Yabancı transferinde de iyi
işler yapılamayınca, takım dibe vurdu.
HF
#
67
Benzer bir durum, nispeten daha pozitif
olmak üzere Bursaspor için de söylenebilir.
Şampiyonluğa giden yolda yıldızlaşan
oyuncular, bir daha asla o dönemki
performanslarına ulaşamadılar. Trabzonspor’un
kayıpları gittikleri takımlarda üstüne koyarak
yola devam etseler de Bursaspor’un yıldızları
sürekli geriledi. Kulüp yabancı transferinde
başarılı işler yapıp yıldızları Pablo Batalla’dan
yüksek verim almaya devam etse de kadrodaki
yerli oyuncu grubundan istenen verim
alınamadı. Böyle olunca da zirveye değil, orta
sıralara daha yakın duran bir takım oluverdiler.
Daha da önemlisi, Ertuğrul Sağlam’ın da veda
konuşmasında vurguladığı üzere Bursaspor
ve Trabzonspor için başarı muhakkak tüm
faktörlerin mutlak katkısıyla mümkündü.
Başarılı günlerin ardından her iki şehirde de
odak noktası bir türlü ortaklaşamadı. Küçük
hesaplar, yerel basının başını çektiği lüzumsuz
2009/10 Bursaspor’u nerede?
Volkan Şen - 3.6 Milyon € (Trabzonspor)
Sercan Yıldırım - 3.1 Milyon € + Musa Çağıran
(Galatasaray)
Turgay Bahadır - 1 Milyon € (IBBSpor)
IvanErgic – Bedelsiz
Ozan İpek – Kiralık (Mersin IY)
eleştiriler ve ihtiras, Sağlam’ı ve Güneş’i
çürüttü.
İstanbul’dan sebepler
Bursaspor ve Trabzonspor’u yıkıma ve
dolayısıyla her iki hocayı da istifaya götüren
süreç, çokça kendi şehirlerinde olanbiten üzerinden ilerlemiş görünse de esas
tetikleyicinin İstanbul’dan geldiğini söylemek
yanlış olmaz. Şehrin cazibesi, büyük bütçeli
kulüplerin geniş imkânları ve yeni naklen yayın
ihalesi, yükselen Anadolu’nun çabasını kolayca
boşa çıkardı. Mükemmel bileşimin yakalandığı
kadrolar parçalandı, başarıyı getiren görünmez
bağlar koptu ve Bursa ile Trabzon’dan
İstanbul’a gidişler sıklaştı.
Analiz
Öte yandan, “3 Temmuz Süreci” olarak
adlandırılan İstanbul kaynaklı şike
soruşturması ve duruşmalar, bilhassa
Trabzonspor’un tüm enerjisini tüketti.
Taraftarı, yönetimi, antrenörü ve futbolcusuyla
tüm kulüp 2010/11 sezonu şampiyonluk
kupasının kendilerine verilmesini,
oynayacakları maçlardan daha fazla önemsiyor
göründüler. Bursaspor başkanı İbrahim Yazıcı
da ağır bir mali usulsüzlük soruşturması
geçirdi, onlar için de günü geldiğinde maçların
değil duruşmaların sonucu merakla beklenir
oldu. Psikoloji bozuldu ve öyle kaldı; takım
kazanamadıkça da eski hava bir daha asla
yakalanamadı.
HF
#
67
Yine de, davalar ya da bu davaları gerektiren
olaylar hiç yaşanmamış olsa bile İstanbul ile
kapışmaya devam etmek çok zordu. Anadolu,
ancak İstanbul’un hatalarını cezalandırabilirdi;
o da tüm faktörlerin ortaklaşması
zorunluluğuyla. Bugün itibariyle 2012/13
sezonun ilk devresinde en küçük bütçeli
‘büyük’ olan Beşiktaş 78 milyon TL kazanırken,
Trabzonspor’un elde ettiği 29 milyon TL ile
başa oynama iddiası zaten başlı başına bir
mucize ya da uzun süremeyecek kadar güzel bir
rüyadan fazlası değil.
Teşekkürlerimizle…
Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam, imkânsızı
başararak adlarını tarihe yazdırdılar.
Şenol Güneş’in Ersun Yanal destekli
2010/11 Trabzonspor’u nerede?
Burak Yılmaz - 5 milyon € (Galatasaray)
Jaja Coelho - 5 milyon € (Al-Ahli)
Umut Bulut - 3.8 milyon € (Toulouse)
Engin Baytar - 1.1 milyon € (Galatasaray)
Selçuk İnan - Bedelsiz (Galatasaray)
Egemen Korkmaz - Bedelsiz (Beşiktaş)
Hrvoje Cale - Bedelsiz (Wolfsburg)
Trabzonspor’undan ise geriye hoş bir seda
kaldı. Belki bir fırsatı değerlendirdiler, hataları
cezalandırdılar; ancak her ne olursa olsun
kendilerine özgü antrenörlük tarzları ve
birikimleriyle fark yarattılar. Takımlarına
bakıldığında onların sureti göründü, Türkiye
için uzun sayılabilecek süreler görev yaptılar.
Yıllar sonra geri dönüp baktığımızda bu ikilinin
adının altın harflerle yazıldığını görecek ve
Türkiye futbol tarihinin - kısa sürse bile - eşsiz
bir dönemini yâd edeceğiz.
İstanbul ise yine hatalar yapıyor, yapmaya
da devam edecek. Elindeki büyük ekonomik
gücü savurganca kullanacak ve Anadolu’ya
bir gün yine fırsat gelecek. Ama şartlar bir
daha bu kadar elverişli olur mu, yani bir başka
Sağlam ve bir başka Güneş çıkar mı; işte bunu
kestirmek zor.
Analiz
Ertuğrul Sağlam’a ve Şenol Güneş’e sonsuz
teşekkürlerimizle…
HF
#
67
Ve Beckham Paris’te…
Geçen yıl Fransız devinin kapısından dönen David Beckham, 5 aylığına Paris’te… Ligue 1 lideri
Paris Saint-Germain ile sözleşme imzalayan 34 yaşındaki İngiliz’in transfer edilmesinin saha
içinden çok dışını ilgilendirdiği yönünde eleştiriler artsa da bu transferin Fransa futbolunun
medya ilgisini üzerine çekmesine yardımcı olacağı da bir gerçek. Fransa Milli Takımı menajeri
Didier Deschamps’ın da transferin önemine dikkat çekerken, futbol terimlerinden çok ‘medya’,
‘imaj’, ‘ilgi’ kelimelerini kullandı. Öte yandan Beckham’ın kazanacağı tüm transfer gelirini yardım
kuruluşlarına bağışlayacağını açıklaması ise önemli bir jest olarak dikkat çekiyor. Bir moda
şehri olan Paris’e adım atan David ve Victoria Beckham çifti, saha içinde ve dışında, olumlu ve
olumsuz birçok habere ve görüşe konu olacağa benziyor.
Güner Çalış
Kuzeyde Fransız Devrimi
İngiltere
Newcastle United’ın hemen hemen yarısını Fransız futbolcular oluşturuyor.
Üstelik hepsi iki sene içinde alınmış oyuncular. Galyalı istilasına ışık tutalım.
HF
#
67
Kadrosunda yerliden çok yabancı oyuncu
bulunduran kulüplere alışmıştık ama
Newcastle gibisini Arsene Wenger dahi
başaramamıştı. Son transfer döneminde
katılanlarla takımdaki Fransız sayısı artık 11.
Yanlış olmasın, Newcastle’ın takımı olduğu
Tyne&Wear yöresinin Fransa’yla hiçbir kültürel
bağı yok. Adanın kuzeydoğusunda yer alıyor;
yabancıların pek de seveceği bir yer değil. Hani
kadrosu Latin Amerikalı oyuncularla dolu
Portekiz kulüplerine yorulmasın. Bu 11 kişilik
lejyonun tamamı son iki sene içinde transfer
edildi.
Transfer politikasında en büyük pay Graham
Carr’a ait. 68 yaşındaki Carr, 2010’da oyuncu
izleme komitesinin başına geldikten sonra
Ben Arfa, Cabaye, Demba Ba, Papiss Cisse,
Tiote gibi pek çok başarılı oyuncuyu takıma
kazandırdı. Fransa ligiyle yoğunlaşan,
Tiote ve Cisse örneklerinde görüldüğü gibi
başka Avrupa liglerini de kapsayabilen bu
transferlerin bir ortak noktası var: ucuz
maliyetli ve geleceğe dönük olmaları. Bilhassa
Fransa liginin havuzu İngiltere için çok uygun.
İyi bir eğitimden geçmiş ve Premier League
sertliğine uyum sağlamakta sıkıntı çekmeyecek
yüksek potansiyelli oyuncuları, uygun
bonservis ve maaşla alabiliyorsunuz. Örnek
vermek gerekirse Fransa ligi şampiyonunun
orta saha lideri Cabaye’ı 4 milyon pound
bonservis ve haftalık 30 bin pound’a transfer
edebiliyorsunuz. Cabaye’ın haftalık maaşı daha
önceki takımın esas adamları konumundaki
Joey Barton ve Kevin Nolan’ın yarısı kadar bir
paraya denk geliyor. Bunlar arasından en dikkat
çekeni kesinlikle Cheick Tiote. İlk geldiğinde
haftalık maaşı yalnızca 8 bin pound idi.
Atan ve tutan sorunu
İşler geçen senekinin tam tersi istikamette
ilerlerken Newcastle rotasını bir kez daha
Manş’ın öte yakasına çevirdi. Geçen sene
kimsenin beklemediği kadar iyi oynayıp Avrupa
Ligi bileti alan takım zikretmeseler de bu sene
ligden düşme formunda seyrediyordu. Hafta
içinde Villa’yı yenerek bu sezonki ilk deplasman
galibiyetlerini aldılar ve 12 maçlık seriyi kırdılar;
böylece 24 maçta 24 puan oldu. Durum buyken,
sezon başında ertelenen bölgelere transferler
bir bir gelmeye başladı.
Takımın aynı beklentileri karşılayamaması
doğal. Geçen yıl zaten limitlerini zorlamışlardı.
Derinliği olmayan o kadroya gerekli takviyeler
gelmeyip yerleri genç oyuncularla doldurulmaya
çalışıldı ve Avrupa Ligi maçları bu oyuncuların
kendilerini gösterdiği bir platform oldu. Ama
hepsinden önemlisi takımın 2 önemli teknik
problemi var: kısaca atan ve tutan sorunu.
Newcastle United’ın geçen seneki başarısı iki
temel üzerine kuruluydu: sağlam bir savunma
ve menajer Pardew’un başarılı taktik hamleleri.
Sakatlıklar ve Coloccini’nin ülkesine dönmek
istemesiyle şekillenen savunmadaki problem
ve takımın iki başarılı forveti Papiss Cisse
ile Demba Ba’nın bir arada oynatılamaması
takımın güç aldığı dengeleri alt üst etti.
Savunmadaki sıkıntıyı anlamak zor değil; lakin
hücum biraz karışık.
İngiltere
Cisse-Ba uyumsuzluğu
HF
#
67
Geçen sezon bu dönemde Papiss Cisse transfer
edildiğinde takımın esas forveti Demba Ba
aynı bu sezon olduğu gibi lige damgasını
vuruyordu. Zaten ikinci sezonunda tekrar
edince Chelsea’ye transferi gerçekleşti. Cisse
öncesi Newcastle iyi bir savunma takımıydı;
çoğunlukla 4-4-2 şeklinde diziliyor, Demba
Ba’nın partneri bir uzun oyuncu oluyor ve gol
atma işini Ba üstleniyordu. Cisse’nin gelişi
sonrası roller evrilmek zorunda kaldı; çünkü bu
iki oyuncudan ‘saf 9’ olanı Papiss Cisse idi. Bir
süre ön hattı ikisi oluşturdular fakat Ba golcü
değil, köprü rolünde etkisiz olunca takımdaki
varlığı hissedilmez oldu ve Pardew’ın 4-3-3
denemelerinde kendini kanada hapsolmuş
buldu. Zaman zaman da yedek oturdu. Demba
Ba’nın mutsuz olduğu ve sezon sonunda
Yohan Cabaye, birçok takımdan ciddi
teklifler alıyor fakat Newcastle’ın onu
satmaya pek niyeti yok.
ayrılabileceği konuşuluyor; lakin takım iyi
giderken ve Papiss golleri sıralarken bunun
üzerinde fazla durulmuyordu.
İşte bu sıkıntı yeni sezona da taşındı. Pardew’ın
4-3-3, 4-4-2 arasında gitgelleri; ikiliden formda
olan Demba Ba’nın tekrar merkeze geçip
Cisse’nin kanatta oynamaya çalışması derken
geçen sene sinyaller verdiği üzere dengesiz
bir hücum hattı ortaya çıktı. WhoScored’un
tuttuğu verilere göre bu sene ligde maç başı en
fazla uzun top oynayan takım Newcastle. Bir
önceki yıl Shola Ameobi’nin fiziki üstünlüğü
mühim bir B planı olarak duruyordu; artık A’ya
terfi etmiş durumda.
Resmileşen transferlerden Yanga-Mbiwa,
Gouffran, Haïdara ve Debuchy bu bilgiler
ışığında yerli yerine oturuyor. Böylece 3 yeni
savunma oyuncusuyla savunma epey güç
kazanıyor ve hücum oyuncusu olarak da bir
önceki sıkıntıları yaşatmayacak biri tercih
ediliyor. Gouffran, gerek ikinci forvet olabilecek
gerekse kanatta görev yapabilecek; dolayısıyla
teknik açıdan Cisse’yi tamamlayacak bir
oyuncu. Ego sorunları yaşaması da uzak
ihtimal. Kendisinin çimene alerjisi varmış, illa ki
kusur bulacaksak.
Newcastle’daki
Fransız pasaportlular
Romain Amalfitano
Hatem Ben Arfa
“Fransız oyuncuları almak gibi bir planımız
yoktu. Esas olarak maaş sistemimize uyacak
ve bizi ileriye taşıyacak oyuncuları bulmakla
ilgileniyoruz. Bu (Cabaye hakkında) kolay
olmadı, ama inanın bana bu oyuncular için
çok çalıştık ve uyum sağlamaları bizi çok
sevindiriyor.” Alan Pardew, 2011
İngiltere
Yohan Cabaye
HF
#
67
Papiss Cisse
Mathieu Debuchy
Yoan Gouffran
Massadio Haidara
Sylvain Marveaux
Gabriel Obertan
Moussa Sissoko
Mapou Yanga-Mbiwa
Transfer komitesinin başındaki Graham
Carr; Ben Arfa, Cabaye, Demba Ba, Cisse ve
Tiote gibi pek çok başarılı oyuncuyu takıma
kazandırdı.
Transferde son viraj
*Mircea Lucescu yönetimindeki Shakhtar
Donetsk’in yıldız oyuncusu Willian, sürpriz bir
kararla Rus ekibi Anzhi’ye imza attı. Sezon
başında Chelsea’nin ısrarla istediği Brezilyalı
için konuşan Lucescu, “Onu parayı değil,
futbolu seçmesi için ikna etmeye çalıştım ama
o parayı seçti. Onu yargılayamam” diyerek
oyuncusunun tercihini yanlış bulduğunu
açıkladı. Ukrayna devi bu transferden tam 40
milyon avro kazanacak.
*Manchester City’nin asi çocuğu Mario
Balotelli, taraftarı olduğu Milan’a imzayı
attı. 3 milyon avroluk muhtemel bonusuyla
birlikte toplam 23 milyon avro bonservis bedeli
karşılığında Milano’ya gelen Balotelli kırmızısiyahlıların yeni silahı olacak. Kulüp direktörü
Barbara Berlusconi, Mario’nun transferiyle
yıldız isimlere yatırım yapabilecek mali
güce sahip olduklarını tekrar ispatladıklarını
söyleyerek ondan çok şey beklediklerini ifade
etti. Inter döneminde Milan forması giyecek
kadar cesur olan 23 yaşındaki Mario’nun
yapacakları ise büyük merak konusu.
*Premier League’de küme düşmeme
mücadelesi veren QPR, beklenmedik bir
transfere imza atarak Anzhi’nin stoperi
Christopher Samba’yı kadrosuna kattı.
Samba’nın bonservisi için 12,5 milyon pound
ödeyen QPR, oyuncuya da haftalık 100
bin pound ödeme yapacak. 18 bin seyirci
ortalamasına oynayan QPR’ın bu denli yüklü
bir maliyetin altına girmesinde kulübün sahibi
Tony Fernandes’in payı var. Harry Redknapp ise
bu maliyete karşın istediği stoperi kadrosuna
katmanın sevincini yaşıyor.
*Transfer döneminin son gününde hamle
yapan bir diğer Premier League kulübü
de Arsenal. Mali açıdan zor günler geçiren
Malaga’nın başarılı sol beki Nacho Monreal’i
kadrosuna katan Arsenal’de Arsene Wenger,
üçüncü bölgede başarılı ortalar yapan, kafa
topları güçlü bir oyuncu alarak kadrolarını
güçlendirdiklerini açıkladı. Bu transfer için
Malaga’ya 9,3 milyon avro bonservis bedeli
ödeyecek olan Topçular zayıf sol bek hattına iyi
bir takviye yapmış oldu.
Çeyrek final başlıyor
Afrika Uluslar Kupası’nda çeyrek final heyecanı
hafta sonu oynanacak maçlarla başlamak
üzereyken gruplarda yaşananlarla turnuva yine
büyük sürprizlere sahne oldu. A Grubu’nda
Younes Belhanda, Nurettin Amrabat ve
Oussama Assaidi’li Fas, gruptan çıkamayıp
evine dönerken Yeşil Burun Adaları mütevazı
takımıyla tarihinde ilk kez mücadele ettiği
finallerde harika bir işe imza attı ve yenilgisiz
bir şekilde grubu ikinci sırada tamamlayarak
çeyrek finalde Gana’yla eşleşti.
Afrika Uluslar Kupası
Gana B Grubu’nda hata yapmaz ve fazla
zorlanmazken, Demokratik Kongo Cumhuriyeti
ve Mali arasında büyük bir ikincilik mücadelesi
yaşandı. Grubun son maçında karşı karşıya
gelen iki takımın karşılaşmasında Mali maçı
kaybetmedi ve adını çeyrek finale yazdıran
takım oldu. Demokratik Kongo’yla turnuvanın
en heyecan verici takımlarından biri oldu ama
ötesine geçemedi.
HF
#
67
C Grubu’nda yine büyük bir sürpriz vardı.
Turnuvanın son şampiyonu Zambiya ilk iki
maçında iki beraberlik alınca 4 puanlı Burkina
Faso’yla olan maçına ya galibiyet ya da elenme
ikilemiyle çıktı. Herve Renard’ın turnuvanın
başından beri memnun olmadığı hücum
hattında sürekli yaptığı değişiklikler bu önemli
maçta Chris Katongo’yu yedek bırakırken çift
forvetle mücadele eden Zambiya, Burkina Faso
karşısında sonuca ulaşamadı. Önemli oyuncusu
Alain Traore’nin maçın başında sakatlanıp
oyundan çıkmasına rağmen oyun planı fazla
bozulmayan Burkina Faso, istediği sonucu alıp
grubu lider bitirirken, son maçında Etiyopya’yı
Victor Moses’ın yarattığı ve attığı iki penaltı
golüyle geçen Nijerya’ysa ikinci çeyrek finalist
oldu.
D Grubu’nda ise Fildişi Sahili’nin beklenen
dominasyonu vardı. İlk iki maçında 6 puanla
erken bir şekilde liderliği garantileyen Fildişi
Sahili, son maçında yine turnuvaya iki maçta
veda eden Cezayir’le bir antrenman maçına
çıkarken grubun finali Togo’yla Tunus arasında
gerçekleşti. Tunus’a karşı beraberlik avantajıyla
çıkan Togo, oldukça iyi oynadığı maçta gol
fırsatlarını değerlendiremedi ve Tunus’un 80.
dakikada kaçırdığı penaltıyla birlikte 1-1’lik
skoru alarak iki Kuzey Afrika takımını eleyerek
sürpriz bir şekilde çeyrek finale yükselen son
takım oldu. EMRE ÖZCAN
Afrika Uluslar Kupası
A Grubu
B Grubu
Takımlar G B M A Y P
Güney Afrika1 20425
Yeşil Burun A. 1
2 0 3 2 5
Fas 030333
Angola 012141
Takımlar
Gana
Mali
D.Kongo
Nijer
Güney Afrika-Yeşil Burun Adaları: 0-0
Angola-Fas: 0-0
Güney Afrika-Angola: 2-0
Fas- Yeşil Burun Adaları: 1-1
Fas-Güney Afrika: 2-2
Yeşil Burun Adaları -Angola: 2-1
Gana-D.Kongo: 2-2
Mali-Nijer: 1-0
Gana-Mali: 1-0
Nijer-D.Kongo: 0-0
Nijer-Gana: 0-3
D.Kongo-Mali: 1-1
Afrika Uluslar Kupası
C Grubu
HF
#
67
G B M A Y P
21 0627
111224
030333
01 2041
D Grubu
Takımlar G B M A Y P
Burkina Faso
120515
Nijerya 1 20425
Zambiya 030223
Etiyopya 012171
Takımlar
Fildişi Sahilleri
Togo
Tunus
Cezayir
Zambiya-Etiyopya: 1-1
Nijerya-Burkina Faso: 1-1
Zambiya-Nijerya: 1-1
Burkina Faso-Etiyopya: 4-0
Burkina Faso-Zambiya: 0-0
Etiyopya-Nijerya: 0-2
Fildişi Sahilleri-Togo: 2-1
Tunus-Cezayir: 1-0
Fildişi Sahilleri-Tunus: 3-0
Cezayir-Togo: 0-2
Cezayir-Fildişi Sahilleri: 2-2
Togo-Tunus: 1-1
Çeyrek finaller
G B M A Y P
2 1
0 7 3 7
111434
111244
01 2251
Yarı finaller
Final
2 Şubat
Güney Afrika
Mali
6 Şubat
3 Şubat
Fildişi Sahilleri
Nijerya
10 Şubat
3 Şubat
Burkino Faso
Togo
6 Şubat
3.lük maçı
2 Şubat
Gana
Kape Verde
9 Şubat
Emre Çelik
El Clasico’dan
arta kalanlar!
2013’ün ilk El Clasico’sunda Real Madrid,
Santiago Bernabeu’da Barcelona’yı ağırladı
ve çok sayıda eksiği olmasına rağmen en
azından beraberliği kurtarmayı başardı. Aslında
beraberliği kurtaran isim Real Madrid değildi de
başkent ekibinin 19 yaşındaki Fransız stoperi
Raphael Varane oldu.
Savunma savunma savunma
İspanya
Önce çizgiden Xavi’nin şutunu çıkardı. Ardından
Cesc Fabregas’tan çaldığı golle farkın 2’ye
çıkmasını önledi. En son da attığı golle hem
takımını ipten aldı hem de ilk El Clasico’sunda
en genç gol atan ikinci isim olmayı başardı. Bu
kritik pozisyonlar bir yana; Varane, 90 dakika
boyunca sergilediği performans ve yaptığı kritik
müdahalelerle eline geçen bu fırsatı çok iyi
değerlendirerek deyim yerindeyse formaya göz
kırptı. Muhtemelen maçı izleyen Sergio Ramos,
genç takım arkadaşının performansı sonrası
titreyip kendine gelme ihtiyacı hissetmiştir.
HF
#
67
Varane’ın sergilediği performans bir yana
Katalanlardan, Pique ve Puyol; Real Madrid
cephesinden ise Michael Essien ve olumsuz
anlamda Ricardo Carvalho, maça damga vuran
diğer isimler oldular. Pique ve Puyol ikilisi,
yaptıkları son derece kritik müdahaleleriyle
neredeyse hatasız oynadı ve yaklaşan kritik
Şampiyonlar Ligi virajları öncesi de rakiplere
ciddi bir biçimde mesaj verdiler. Essien de
sağ tarafta Arbeloa’ya alternatif olabileceğini
gösterirken Carvalho da Real Madrid’deki
miadını doldurduğunu gösterdi.
Spot ışıklarının üzerlerinde olduğu, 600’üncü
resmi maçına çıkan Cristiano Ronaldo ve
Lionel Messi ise bu maçta çok fazla öne
çıkmayı başaramadı. Ronaldo, ayrıca gol
kaydedemeyerek El Clasico’larda üst üste 7’nci
golünü atamayarak kendi rekorunu geliştirme
fırsatını kaçırırken; Messi de 1 gol gerisinde
olduğu El Clasico tarihinin en golcü ismi Alfredo
Di Stefano’yu yakalayamadı. İstatistikler
bir yana iki süper yıldız da silik bir görüntü
sergiledi.
Mourinho yalan söylüyor, Marca değil
ispanya
Maç öncesi hiç şüphesiz en fazla merak
edilen noktalardan birisi de Real Madrid’in
kalesini kimin koruyacağıydı. Iker Casillas’ın
sakatlığının ardından apar topar Diego
Lopez’in transfer edilmesi hem Mourinho’nun
Adan’a güvenmediğini hem de Casillas’ın
form düzeyinin kötü olduğundan dolayı
kesilmediğini yönündeki şüpheleri artırır
nitelikteydi. Bunun üzerine bir de El Clasico’dan
yaklaşık 1 hafta önce Casillas ve Ramos’un
Başkan Florentino Perez ile “Mourinho
varsa biz sezon sonunda yokuz” görüşmesi
basına sızıp, her ne kadar Florentino Perez
yalanlasa da Marca’nın meşhur “Marca’da
yalan yok!” manşetiyle gazetenin takımdan
bir oyuncuyla yaptığı whatsapp konuşmasının
yayınlanmasının ardından tavan yapmıştı. Bir
de maçtan bir gün önce Casillas’ın sevgilisi
Sara Carbonero’nun televizyon programında
“Casillas formunun kötü olmasından dolayı
yedek bırakıldı” diyince tartışmaya son noktayı
Jose Mourinho koydu. Portekizli teknik adam
kalede Adan’ı değil Diego Lopez’i tercih
ederek bir bakıma kendisinin “Casillas’ı form
durumu kötü olduğu için kestim” açıklamasını
yalanladı.
HF
#
67
Bundan sonra gelecek süreç ne gösterir
bilinmez ama şurası bir gerçek ki Real Madrid,
eğer Copa del Rey rövanş maçının oynayacağı
periyotta (şubat sonu - mart başı) tur ile
birlikte Manchester United’a da elenir ve yine
o dönem La Liga’da oynanacak Barcelona
maçından eli boş dönerse bu tartışmalar en
kısa zamanda alevlenecektir.
Pepe yok, gerginlik yok
Son yıllarda El Clasico’lara en fazla damga vuran
konulardan biri hiç şüphesiz sahada yaşanan
gerginlik ve havada uçuşan kartlardı. Özellikle
Real Madrid cephesinde olayları körükleyen isim
olarak bilinen Pepe’nin kart cezalısı olmasından
dolayı bu maçta görev alamamasından dolayı
ortamın ciddi biçimde gerginleştiğini söylemek
zor olur. Her ne kadar iki tarafa çıkan 3’er sarı kart
çok gibi görünse de ortalama son 10 maçın altında
kaldı. Dahası sahada her iki takımın birbirine
girdiği, son dönemde fazlasıyla alışık olduğumuz
o gergin anlar yaşanmadı.
Emre Çelik
Rekorların
Messi ile
imtihanı
İspanya
Gün geçmiyor ki Barcelona’nın
Arjantinli süperstarı Lionel Messi yeni
bir rekoru daha tarihe gömmesin.
Messi’nin en sevdiği, şansının
tutmadığı takımlara, kırmak üzere
olduğu ve tarihe gömdüğü rekorlara
göz atmak istemez misiniz?
HF
#
67
Hangi ligde kim lider olursa olsun, kim o
hafta oynanan maçlarda kaç gol atarsa atsın
değişmeyen tek bir şey var: Lionel Messi
golleriyle rekorlar kırmaya devam ediyor.
Messi, Osasuna ile oynanan karşılaşmada
nadir gelişen Osasuna ataklarından bile daha
fazla sayıda gol atarak hem La Liga tarihinde
200’üncü golüne en erken ulaşan oyuncu
oldu hem de La Liga tarihinde üst üste 11 gol
kaydeden ilk futbolcu olma başarısını gösterdi.
Yine de bu 4 gole rağmen Osasuna, Messi’nin
La Liga’da en sevdiği takım henüz değil.
Messi’den La Liga’da en fazla çeken takımlar
listesinin başında 17 golle Atletico Madrid
geliyor. Messi, 17 golü 6 farklı kaleciye atarken
liste başında yediği 6 golle Courtois yer alıyor.
De Gea, 4; Roberto, Coupet ve Cuellar, 2’şer;
Abbiati ise yedikleri 1’er golle Messi’den
nasibini alanlar. Atletico Madrid’i ise 14 golle
Osasuna ve 12 golle Real Zaragoza takip
ediyor. La Liga’ya diğer resmi maçları da dâhil
edince Atletico Madrid, Gregory Copuet’nin
Copa del Rey’de yediği 3 gollük katkısıyla
zirveyi kimseye kaptırmıyor. Fakat ikinciliği
17 golle Real Madrid kapıyor. Zaten Messi,
Real Madrid’e iki gol daha attığı takdirde, 18
gollü Alfredo Di Stefano’yu geride bırakarak
El Clasico tarihinin en golcü oyuncusu olma
unvanını da eline geçirecek.
Messi’den genel çerçevede değil ama tek maç
için en fazla çeken 3 isim var. Başka bir deyiş
ile Messi’den La Liga’da tek maçta 4 gol yiyen
file bekçisi. Bu şanssız isimler ise Osasuna’dan
Andres Fernandez, Valencia’dan Vicente
Guaita ve Espanyol’dan Cristian Alvarez.
İşin içine Şampiyonlar Ligi’ni de dahil edince
Leverkusen’den Bernd Leno, yediği 5 golle tek
başına bu olumsuz listenin zirvesinde yer alıyor.
Chelsea duvarı
Arjantinliden gol yemek kolay, Messi’nin
sahada yer alıp da gol atamadığı 8 takım
mevcut. Bu takımlardan en fazla dikkat çekeni
ise hiç şüphesiz 8 maçta Messi’yi durdurmayı
başaran Chelsea. Londra temsilcisini 4’er
karşılaşma ile Rubin Kazan ve Inter takip
ederken bu takımların arasında La Liga’da
yer alıp da Messi’nin gazabından kurtulmayı
başaran tek takım Xerez. Messi, 2009/10
sezonunda, 2 farklı maçta yaklaşık 70 dakika
Xerez karşısında forma giymesine rağmen rakip
ağları havalandıramadı.
La Liga’nın en golcüleri listesine gelince Messi,
attığı 202 golle listenin 8’inci sırasında yer
alıyor. Messi belki 200 gole ulaşan en genç
isim olmayı başardı ama bu rakama en az maçı
oynayarak isim olamadı. La Liga tarihinin en
golcü ismi Telmo Zarra, 200 gole 220 maçta
ulaşırken; Messi, 235’inci maçında bu rakama
ulaştı. Messi bu rekoru kırma fırsatını kaçırdı
ama muhtemelen La Liga tarihinin en az maç
oynayıp en genç 300 gole ulaşan ismi olacak
ki henüz 300 gol atma başarısı gösteren bir
oyuncu mevcut değil. Çünkü listenin zirvesinde
251 golle Zarra bulunuyor.
Messi’nin attığı gollerle ilgili bir başka ilginç
istatistik ise gol dakikaları. Messi, oynadığı
müsabakaların 90 dakikaları boyunca gol
kaydedemediği 7 dakika mevcut. 25 yaşındaki
santrfor, kariyerinin sonuna kadar resmi olarak
1, 2, 10, 14, 15, 46 ve 69’uncu dakikalarda da gol
kaydederse muhtemelen kırılması imkânsız bir
rekora imza atmış olacak.
İspanya
Yeni rekorlar kapıda
HF
#
67
Bu sezon istatistiklerine tekrar dönülecek
olursa, Messi, kaydettiği 33 golle bir başka
rekora daha ortak oldu. Messi, 21’inci haftalar
itibarı ile 1940/41 sezonunda attığı 33 golle en
golcü ismi olan Atletico Aviacion de Madrid
forması giyen Pruden Sanchez’i de yakaladı.
Pruden o sezonu kaç golle tamamladı
derseniz yanıt yine 33 ama bu istatistik Messi
üzerinde olumsuz bir kehanet oluşturmaktan
çok uzakta. Sebebi ise o sezonun zaten 22
haftadan oluşması ve Pruden’in son hafta gol
atamamasına rağmen krallığa ulaşması olarak
Lionel Messi’nin 8 kez karşılaştığı
Chelsea’ye gol atamaması sıkça gündeme
geliyor.
gösterilebilir. Hafta hafta gidildiğinde Messi’den kırması beklenen başka bir rekor olan
Evertonlı Dixie Dean’in 1927/28’de 39 maçta attığı 60 golle ulaştığı krallık kıyaslandığında
iki isim de 21’inci haftalar itibarı ile 33 gol kaydetmiş. Messi’nin önünde bir maçlık
dezavantaj mevcut ama Arjantinli bu sezon La Liga’da tutturduğu ortalamanın üzerine
tek gol ekleyebilirse 61’e ulaşacak ve Dünya tarihinin en fazla golle krallığa ulaşan ismi de
olacak.
Son olarak Barcelona cephesindeki rekorlara bakılınca Messi, resmi maçlarda attığı 297
gol ve La Liga’da attığı 202 golle Katalanların en golcü ismi konumunda ama işin içine
resmi olmayan maçları da dahil edince 1912’den 1927’ye kadar iki farklı dönemde forma
giyen, kulübün ilk yıldızı olarak tasvir edilen Paulino Alcantara, 369 golle zirvede yer
alıyor. Messi ise 333 gollü Pep Samitier’in arkasında 319 golle üçüncü sırada ama
Paulinho’nun ilk golünü 15 yaşında attığını ve Messi’nin de önünde bir sakatlık
olmazsa en az 6-7 sene olduğu düşünülünce bu rekoru da kırmasını tahmin
etmek çok da zor değil.
Messi’nin henüz kıramadığı bir başka Barcelona ve La
Liga rekoru ise La Liga’da tek maçta en fazla golü
kaydetme rekoru. Barcelona’nın 100’üncü yılında
gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu seçilen ve
Camp Nou’nun önüne heykeli dikilen Laszlo
Kubala’nın 1952’de Gijon’a ve La Liga tarihinin
ilk komple golcüsü olarak tanımlanan Athletic
Club santrforu Agustin “Bata” Arana’nın
1931’de Barcelona’ya salladığı 7 şer gol, halen
bir oyuncunun tek maçta en fazla gol
atabildiği karşılaşmalar. Bu iki maçın
ortak özelliği ise şubat ayında
oynanması… Kim bilir, Messi
belki de içinde bulunduğumuz
ayda bu rekora da el atar…
İspanya
Önemli not: Siz bu yazıyı
okurken Messi yeni bir
rekor kırmış olabilir.
HF
#
67
Mustafa Demirtaş
Gol Devrimcisi
Mauro Icardi
Profil
Sampdoria’da bir çocuk, sürekli gol atıyor…
Eskilerin tabiriyle ‘leblebi’ gibi… Dünyanın en
basit işiymiş gibi… Sanki evrene bunun için
gönderilmiş gibi!
HF
#
67
Mauro Icardi, 1993 Şubat’ında Arjantin’in
Rosario şehrinde dünyaya geliyordu; tıpkı
büyük devrimci Ernesto Che Guevara ve
Lionel Messi gibi… Farklı bir çocuktu Mauro.
Ama korku-gerilim filmlerinde sürekli dehşet
resimleri çizen sevimsiz tiplerden değildi,
onun farkı başkaydı. Neredeyse yürümeyi yeni
öğrenmişken, futbol topuyla olan yeteneğini
belli ediyordu. Club Infantil Sarratea’da bir
sezonda tam 58 gol attığında henüz 6 yaşını
bile doldurmamıştı!
Ekonomik kriz Arjantin’i vurduğunda ailesi
şansını artık başka ülkede arayacak, Mauro’nun
yolu da tıpkı Messi’de olduğu gibi İspanya’ya
düşecekti. Fakat Icardi, futbol topu ve
gollerinden ayrı kalmayacaktı. Zira Kanarya
Adaları takımlarından Deportiva Vecindario’nun
altyapısına giren Icardi, burada çeşitli yaş
kategorinde yaklaşık 500 gol atıyordu…
Onu Messi’ye sordular!
O yaşta bir çocuk için olağanüstü bir durumdu
bu ve pekâlâ dev kulüpleri harekete geçirecekti.
Espanyol’undan Real Madrid’ine kadar birçok
İspanyol kulübün dışında; diğer ülke takımları
da gözlemcilerini Icardi için gönderiyordu.
Ancak bir dönemler Barça altyapısında görev
yapan, Liverpool’un genç takım hocası Rodolfo
Borrell işin daha kolayına kaçıyor; onu eski
öğrencisi Lionel Messi’ye soruyordu. Ne de olsa
hemşerisiydi.
Borrell: “Leo, oralarda Rosariolu bir çocuk
varmış. Oldukça yetenekli olduğunu söylüyorlar.
Sen de duydun mu adını?”
Messi: “Bilmem, artık buraya (La Masia’ya)
geldiğinde yakından tanışırız…”
Evet, Icardi yarışında elini çabuk tutan taraf
Barcelona olacak ve onu La Masia’nın yetenek
bahçesine kazandırarak gelecekteki Camp Nou
günleri için demlenmeye bırakacaktı.
Cenova’ya umut doğuyor
Profil
Icardi, Barcelona formasıyla gollerine devam
edecek olsa da A takıma yükselme şansını
düşük görüyor ve kendisini daha çabuk
kanıtlama arzusuyla yeni bir rota çiziyordu. Ve
buradaki üç yılın sonunda Sampdoria’ya satın
alma opsiyonuyla birlikte kiralanacak, küme
düşme şokunu atlatamayan Cenovalılara bir
umut olacaktı. Az şey değildi; Liugi Ferraris’e
Barcelona’dan, canı sıkıldıkça gol atan,
Messi’nin topraklarında doğmuş bir çocuk
geliyordu!
HF
#
67
Buradaki ilk yılında daha çok genç takımda
forma giyecek olan Icardi, asıl çıkışını bu sezon
yaşayacak; dünya futboluna adını duyuracağı
anı ise Juventus karşısında yakalayacaktı.
Birbirinden güzel iki gol atan Arjantinli, 10 kişi
kalan takımına yenilmesi imkânsız gözüken bir
rakibe karşı galibiyeti kazandırıyor ve arkasında
şu soruyu bırakıyordu: “Kim bu Icardi?”
Che’nin izinde
Son hafta Pescara’ya 4 gol atarken
sunduğu çeşitlilik gösteriyordu ki o Icardi,
bilindik golcülerden değildi. Hatta bir “gol
devrimcisiydi!”. Onun savunduğu kurama göre
bir santrafor, tek bir şeyde değil çok şeyde
donanımlı olmalıydı. Tıpkı kendisi gibi…
Zira Icardi, Batistuta’ya benzetilecek kadar
yaşına nazaran güçlü ve hava topları için
yeterince uzun bir santrafor. Ama bunun
yanında oldukça da çabuk! Kalecinin
sağından geçeyim derken, elli santim kala
karar değiştirerek ters tarafından çalımlayıp
golünü atabiliyor. Ya da yerdeyken bir ara pası
gördüğünde aniden ivmelenip yine en hızlı
karar veren ve uygulayan olabiliyor.
Gol vuruşlarında da tam bir Arjantinli’dir
Icardi, plase veya şut pek fark etmiyor.
Bazen vücudunu yana atarak şık bir plase,
gerektiğinde de - Buffon’a yaptığı gibikapatılan bir açıda iğne deliğinden topu tavana
yapıştırırcasına sert bir şut çıkarabiliyor.
Kısacası Icardi, gol için lazım gelen her şeyi
Matrix’te kendine yüklemiş de gerçek dünyaya
gelmiş gibi görünüyor!
İkinci Fabregas olayı
Profil
Gün geçtikçe daha da parıldaması beklenen
genç Rosariolu’nun önünde bazı soru işaretleri
var: Gideceği büyük takım kim olacak ve hangi
ülkenin milli takımını seçecek? Onun gibi bir
oyuncuya 400 bin avroluk satın alma opsiyonu
koyduran Barcelona, sanki David Villa’nın
gelecekteki boşluğu için çareyi çok uzaklarda
aramamalı. Zira hem o tedrisattan çıkmış
olması sayesinde takım bütünlüğüne riayet
eden hem de gol sanatını her fırsatta icra eden
bir oyuncu olmasıyla Icardi, yine yıllar önce
olduğu gibi soluğu Katalonya’da alabilir. Tabi bu
kez çok daha yüksek bir bedel karşığında! Tıpkı
Fabregas’ta olduğu gibi…
HF
#
67
Milli takım meselesine gelirsek, her ne
kadar Prandelli “umudum sürüyor!” dese de
Mauro’nun gönlünde Arjantin yatmakta…
Zira İtalya U20’den gelen daveti reddetmesi
de bunu gösteriyor. İşin Barcelona kısmı
biraz muamma olsa da çok yakın zamanda
Arjantin’in 9 ve 10 numarasında iki
Rosariolu’yu görme ihtimalimiz çok yüksek:
Messi ve Icardi…
Şimdiden üzerine teklif ve övgüler yağan
Mauro, “burada mutluyum” dediği Cenova’da
birkaç gün önce efsanevi başkanlarını kaybeden
Sampdorialıların göz yaşlarını kurutmaya daha
bir süre devam edecek gibi görünüyor.
Fırat Topal
Bradford’un Külleri
İngiltere
Tam 51 yıl sonra, İngiltere 4.kademesinde mücadele eden
bir takım İngiltere Lig Kupası’nda final oynayacak. Tarihinde
zirveye çıktığı da, uçurumun dibini de gördüğü bir dolu an olan
Bradford City’nin, bu sezonun en okunası peri masalına nasıl
imza attığının hikayesini sizler için derledik.
HF
#
67
11 Mayıs 1985 günü İngiltere’nin Yorkshire
bölgesindeki Bradford kentindeki Valley
Parade Stadyumu’nda toplanan taraftarlar
bir şölene hazırlanıyordu. Bradford İngiltere 3.
Ligi’nde Millwall’ın önünde şampiyon olarak
2. Lig’e yükselme şansı yakalamıştı. Takım,
1929’dan beri herhangi bir ligde şampiyonluk
yaşamamıştı ve müzesine koyduğu tek kupa
da 1911 yılında Newcastle United’ı mağlup
ederek kazandıkları federasyon kupasıydı.
Ligin son maçı orta sıralardaki Lincoln City ile
oynanacaktı ve maç öncesi, Bradford doğumlu
takım kaptanı Peter Jackson şampiyonluk
kupasını almıştı. O gün sezon ortalaması olan
6 bin 600 taraftardan ziyade 11 bin taraftar
stadyumda toplanmıştı. Her şey güzel başladı
o gün, ama maçın 40. dakikasında İngiliz
futbol tarihine geçecek bir felaketin ilk kıvılcımı
başladı ki bu mecazi değil gerçek anlamda
bir kıvılcımdı. Sonradan anlaşıldığı üzere
taraftarlardan birisi, G blokun alt tarafına
tam olarak söndürülmemiş bir sigara atmış,
yıllar boyu orada toplanan ve tam olarak
temizlenmeyen kağıt, karton ve diğer yanıcı
maddeler alev almıştı. Yangın söndürücünün
o an bulunamaması, alevlerin tavandan düşen
parçalar ve tribünün üstünü kaplayan asfaltın
da etkisiyle 4 dakikada tüm bloku sarması ve
panik, aralarında kulübün eski başkanı Sam
Firth’in de bulunduğu, 54’ü Bradford, 2’si
Lincoln taraftarı 56 kişinin hayatını kaybettiği
bir felakete dönüştü. Bazı insanlar tribünlerde
alevlerden kaçamamış, bazıları sahaya atlarken
alevlerden geçmiş ve bu yüzden bir ateş topuna
dönüşmüş, yaşlılar ise kaderlerine razı olarak
oturdukları yerden dahi kalkamamışlardı.
253 kişi de yaralı olarak hastaneye götürüldü.
Bazıları vücutlarındaki kalıcı hasarlarla
hayatlarına devam ettiler. Ölenlerin yaşları 20
ile 70 arasında değişiyordu.
Bradford stadyumun yenilenmesi sırasında
maçlarını Leeds, Sheffield gibi şehirlerde ve
Bradford’daki rugby için tasarlanmış Odsal
Stadyumu’nda oynadı. Olayda deplasmana
gelen 2 taraftarını kaybeden Lincoln kulübü
yetkilileri öyle bir ders aldılar ki kendi maçlarını
oynadıkları Sincil Bank Stadyumu’nun
renovasyonuna 3 milyon pound harcadılar ve
tribünlerinden birine o gün hayatını kaybeden
2 taraftarlarının soyadlarından esinlenerek
Stacey-West Tribünü adını verdiler.
Geoff Richmond ve Premier League
Kariyerini seyyar satıcılıkla geçiren Geoff
Richmond 40 yaşında emekli olduğunda
ansiklopediden otomobil tamponuna kadar
her türlü malın satışıyla uğraşmıştı. Leeds’de
doğup büyüyen Richmond 1994’te Bradford
City’i satın aldığında takım yine 3. Lig’deydi ve
borçlar kabarmıştı. Tam 2,3 milyon poundluk
bir katkı yaptı kulübe. Önce Chris Kamara sonra
da Paul Jewell kulübe birer lig atlatarak 1999
yılında tam 77 yıl sonra Bradford’u Premier
League’e getirmeyi başardılar. Ama Bradford
transferlere milyonlar harcayan bir kulüp
haline gelmişti. İki sezon sonra takım küme
düştüğünde bu harcamalar maddi anlamda
bir çöküşün de göstergesiydi. Richmond 2002
yılında 13 milyon poundluk borcun altından
kalkamadı ve Bradford City iflas sürecine girdi.
O günden beri de iki iflas daha atlattılar ve
sürekli gerilediler. Geçtiğimiz sezon ise League
Two’da 18.oldular ve küme düşme hattının
6 puan üzerindeydiler. Neredeyse Konferans
Ligi’ni göreceklerdi.
İngiltere
Peri masalı
HF
#
67
Bu sezon ligdeki durumda büyük değişiklikler
yok. Onuncu sıradalar ve play-off kovalıyorlar.
Ama Lig Kupası’nda yaptıklarının tek tanımı
“Sinderella Hikayesi” olabilir. Ağustos ayında
İngiliz Premier League kulüpleri halen sezona
hazırlanırken başladılar yolculuğa ve Notts
County’i ilk turda deplasmanda mağlup ettiler.
Maçın tek golü, golsüz beraberlik sonrası
James Hanson’dan gelmişti. Watford’u 2-1
ile geçtiklerinde galibiyeti golünü 90+4’te
attılar. 25 Eylül’de, 3. turda Burton Albion’u
3-2 ile mağlup ettiler ve tarih tekerrür etmiş,
Bradford’un galibiyet golü 115. dakikada
*Video için internet gerekmektedir.
gelmişti. Wigan Athletic’i penaltı vuruşları
sonucunda mağlup ettiler. Aynen çeyrek
finalde Arsenal’i eledikleri gibi...
Yarı finalde karşılarındaki Aston Villa’yı
kendi evlerinde 3-1 mağlup ettikten sonra
deplasmanda 2-1 kaybettiler ama finali
gördüler. Bradford kupada oynadığı 7 maçın
sadece 1 tanesinde 90 dakika sona erdiğinde
galip durumdaydı ama bu onların finale
gelmesine engel olmadı. Finalden önceki son
3 turda, 3 Premier League kulübünü sıraya
dizdiler. Bu yolculuğu başlatan adam, Villa
Park’taki maçta da bir anlamda turu getiren
golü atan adam James Hanson sadece 3,5
sene önce Bradford’daki bir süpermarkette
çalışıyordu. Amatör takımlarda oynarken
ilk profesyonel kontratına 2009 yılında 22
yaşındayken imza atmıştı, zira 10 yaşında
altyapısına girdiği Huddersfield Town onu 15
yaşında kapının önüne koymuştu. Süpermarket
rafları temizleyen bir adamdan, 3,5 yıl içinde
Wembley çimlerine çıkan bir futbolcuya
dönüştü.
İngiltere
Bradford bu sezon oldukça kötü günler
geçiren Aston Villa karşısında, Villa Park’taki
rövanşta 3-1’lik ilk maç galibiyetinin
avantajını çok iyi kullandı. Maçın başında
Birminghamlılar’ın baskı kurma çabasını
çok büyük bir soğukkanlılıkla karşıladılar ve
oynadıkları savunma disiplinine dayalı futbol
onları rakiplerinden 3 kademe daha aşağıda
değil, aynı kademede oynayan bir takım
olarak gösterdi. Zaten 55.dakikada Hanson,
kornerden gelen topa kafayı vurduğunda bu iş
bitmişti.
HF
#
67
Başkan Julian Rhodes, Bradford’da doğmuş
bir isim, takım 2002’de iflasını açıkladıktan
2 yıl sonra hisseleri satın aldı ve 9 yıldır
başkanlığı yürütüyor, 2007’de yanına, 40 yıllık
bir Bradford City taraftarı olan ve borçların bir
kısmını üstlenen iş adamı Mark Lawn’u aldı.
1990’larda Reading kulübünün bir efsanesi
haline gelen orta saha oyuncusu Phil Parkinson
2011 Ağustos’unda takımın başına geçti ve o
günden beri mütevazı da olsa bir yükselişteler.
Tabii Lig Kupası’nda yaptıklarına mütevazı
dememek lazım...
İngiltere’nin bordo-kehribar renklerini seçen
tek takımı olan Bradford 24 Şubattaki finalde
Swansea City’nin karşısına çıkacak. Karşısında
alışılageldik devlerden birisinin olmaması
sebebiyle bu masalın sonu, gerçek olduğuna
inanılması zor bir rüyaya bağlanabilir. 28 sene
önce, günümüzde 25 bin kişilik modern bir
stadyum haline gelmiş Valley Parade’deki
alevlerden kurtulan ergenlik çağındaki gençler
bugün yolun yarısını geçtiler. Çocukluk
yıllarında yaşadıkları korku dolu anların yanına,
çocuklarına anlatacakları bir hikaye eklenebilir.