Dinamik gazete 69. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.

Transkript

Dinamik gazete 69. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
Ocak 2013 Yıl: 24 Sayı: 69
Arabesk
14
sayfa
[email protected]
@DinamikGazete
gazete
’te
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir.
Bir Öğrenci
Kooperatifi
Doğuyor
DEMİRCAN ÇELEBİ ve
YAĞMUR VATANGÜL’ün haberi sayfa 6’da
Boğaziçi
Üniversitesi’nde öğrencilerin inisiyatifiyle
işletilen, sürdürülebilir
ve sosyal bir kooperatif
kurulması için hazırlıklar başladı.
Cinsel Taciz
Kampüsün
Gündeminde
Boğaziçi Üniversitesi’nde Cinsel Taciz
Komisyonu kuruluyor.
Murat Yüce’nin haberi
sayfa 7’de
ÖTK:
Öğrencilerin
Sesi
Yapılan önemli değişiklikler ve üniversite
yönetiminin teşvikleri
ile ÖTK daha etkin hale
getirilmeye çalışılıyor.
Oğuz Kağan Çağatay Kılınç’ın
haberi sayfa 8’de
GM TÜRKİYE CEO’SU İLE ELEKTRİKLİ ARABALAR ÜZERİNE
Mavi Önlük Mazi Oluyor 05
2012’de Neler Oldu? 10
04
BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ
İŞLETME VE
EKONOMİ KULÜBÜ
02 siyaset
Genel Yayın
Yönetmeni
AKIN TOKSAN
[email protected]
Dinlerin ortaya çıkışı açıklanmaya
çalışılıyorsa üzerinde durulan ilk olgu
korkudur. Doğa olaylarını anlamlandıramayan ilkel insan, gök gürlediğinde
bunu kendinden üstün bir varlığın
kızgınlığına yorar ve o varlığın huyuna
gitmek ister. Gece olunca karanlıkta kendini güvende hissetmeyince
güneşin değerini anlar ve onu yüceltir.
Yani, ilkel insan doğada karşılaştığı her olaya, kendi algısına göre bir
açıklama getirmiştir zamanında. Bu
açıklamalar, çağlar ilerleyip insanoğlu
dünyanın farklı bölgelerine yayıldıkça,
çağ insanının birikimi doğrultusunda
farklı coğrafyalarda farklı şekillerde
“evrilmiş”tir. Böylece, temelde birbirine benzeyen, ortak bir kültürden ve
kaynaktan beslenen fakat ayrıntılarda
farklılaşan dinlerin temeli atılmıştır.
Peki bir din nasıl yayılır? Bir insanı
zorla inanmak istemediği bir şeye
inandırabilir miyiz? Sorumuzun cevabı
kulaktan kulağa pazarlama ve sosyal
kabul olgularında gizli.
Biri bana “bir adam var, su üzerinde
yürüyebiliyor hatta suyu bir de şaraba
dönüştürüyor” dese testimi kapar, izlemek için en ön sıradan yer tutardım.
Orta Çağ’da yaşasam ve biri elime bir
meşale tutuşturup “gel hadi, cadı avlıyoruz” dese koşa koşa giderdim. Ya da
biri “oğlum var ya böyle açtı kollarını,
Kızıldeniz’i yardı biz de içinden geçtik”
dese, ne yalan söyleyeyim, Hz.Musa’ya
bir sempati duyardım, olayı da kendi
gözlerimle görmüş gibi anlatırdım
eşe dosta. Ortada bir ağız birliği varsa
söylenene inanmanız kolaylaşıyor
çünkü. Şimdi en yakın arkadaşlarınızdan oluşan bir grup içeriye girse ve
“biz sana tanıştığımızdan beri ‘avokado’ diye sesleniyoruz.” dese durup bir
düşünür, kendinizden şüphe edersiniz.
Hatta bu oyunu birkaç gün devam
ettirseler ismi sahiplenir, her avokado
dendiğinde döner bakarsınız. Bir süre
sonra herkes aynı şeyi yapıyorsa ya da
söylüyorsa sorgulamak, karşı çıkmak
abesle iştigal hale geliyor çünkü.
İşte hepimiz bu mantıkla er ya da
geç bir Facebook ya da Twitter hesabı
açtık kendimize. “Bu insanlar neyden
bahsediyor, aman ben de bileyim”
dedik, merak ettik. Belki en başta
kullanması zor geldi ama yılmadık.
Böylece birkaç yıl içerisinde, Facebook
tek bir noktadan tüm dünyaya yayıldı,
İslamiyet gibi.
1.5 milyar mümine sahip 14 yüzyıllık İslamiyet’le, “sadece 8 yılda” 1 milyar kullanıcıya ulaşan Facebook’u
karşılaştırmak bazılarınıza komik
gelebilir.
Facebook’un da her şeyden önce
bir bağlılık amacı var. Başkalarının
hayatına dahil olma. Takip ve hakim
olma duygusunu tatma. Sıradan olmadığını diğer insanlara gösterme çabası.
Şarkı sözü paylaşıp eski sevgiliye laf
sokabilmenin hazzı. Farmville, Sims
Social, Bubble Town ve daha nicesi.
Facebook ayrıca bireylerin eylemleri
sonucunda yargılandığı bir kurallar
bütününe sahip, her din gibi. Profil
fotoğrafınızı eleştirenler, paylaştığınız
gönderilere yorum yapanlar, ilişki durumunuzu beğenenler, Müjdat Gezen/
Levent Kırca/ Uğur Dündar grubunun
aboneleri her zaman etrafınızda.
Yaptığımız her hareketi kaydeden
bir Timeline mevcut, bir dansöze para
yapıştırırken çekilmiş bir pozumuzun
hesabı sorulabiliyor birkaç gün sonra.
Hesabımızın şifresi kutsal, mahremimiz artık.
Facebook Kullanım Şartları’nı okuyup kabul ediyoruz, İslam’ın şartları
kadar kısa da değil üstelik.
Her gün birileri bizi eventler aracılığıyla güzel ahlâka davet edebiliyor:
“Kadına şiddete, tacize son”, “Etik sohbetlerine hepinizi bekliyoruz”, “Sokak
hayvanlarını sahipsiz bırakmamak için
yürüyoruz.”
İlkokulda boy sırası yüzünden kavga
edip küstüğümüz arkadaşımızı arama
çubuğundan bulup ekliyoruz. Geçmişi
arkada bırakarak... Facebook bağışlayıcılığa da teşvik ediyor. Fotoğrafımızın
altına yapılan bir yoruma “O senin
güzelliğin canımmm” yazarak alçakgönüllülüğü de öğretiyor bize.
Tevekkül artık bizim için yeni bir
fotoğraf yükleyip gelecek olan “like”ları
beklemekten ibaret.
Zor durumda kalanlara yardım
etmekten anladığımız, Afrika’daki
çocuklar için duvarımızda bir şeyler
paylaşmaktan öteye gitmiyor.
***
Büyük bir kesim tarafından 5 yıla
kalmaz popülerliğini yitirir denen
Facebook’un MSN Messenger ve
MySpace ile aynı kaderi paylaşacağı
konuşulsa da atladığımız bir nokta
var. Facebook hayatımızın önemli bir
parçası. MySpace zaten çok kısıtlı bir
kitleye hitap ediyordu. Messenger ise
asla annelerimizin, dedelerimizin,
teyzelerimizin “tarla sürdüğü”, “elmas
istiflediği” bir mecra haline gelmemişti. Trendlere ayak uydurabildiği sürece
Facebook -nasıl bir din birden tüm
inananlarını kaybetmiyorsa- kullanıcılarını elinde tutmaya devam edecekmiş
gibi duruyor.
Benim Annem
Cumartesi
Galatasaray Meydanı kayıp anneleri için her cumartesi anıt
mezar olmaya devam ediyor. Cumartesi anneleri sayısı 400’ü
aşan eylemlerini; faillerin yargılanması, evlatlarının akıbetinin
açıklanması, en azından bir mezarlarının olması için sürdürüyor.
NAZ VARDAR
lerini bekleyen anneler, eşler,
evlatlar da eli kanlı despotlardan
kurtulamadılar. Çoğu işkenceye,
şiddete maruz kalmasına rağmen
ALPER TARIK GÜRSOY
vazgeçmeyen bu insanlar; askeri
[email protected]
yönetim sona erdikten sonra da
generallerin yargılanması için
eylemlerini sürdürdüler. Özellikle
1976 yılında Arjantin’de yönetimi
ABD müttefiki ülkelerde, devletin
ele geçiren cunta; 1983’e kadar
zulmüne uğrayan, gözaltında kay30.000 insanı Hristiyanlık değerbolan insanların sessiz gücü olan
lerini korumak, komünizmi engelPlaza del Mayo insanları; 1995 yılı
lemek gibi bahanelerle kaybetti.
27 Mayıs’ında Türkiye’de doğan
Ülkede iki kişinin sokakta bir arabenzer bir harekete, Cumartesi
ya gelmesi bile yasaklanmışken,
Anneleri’ne destek vermek için de
bir grup kadın 1977 yılında Plaza
Galatasaray Lisesi önünde ufak
del Mayo’da (Mayıs Meydanı)
bir grupla bulundular.
beyaz başörtüleriyle sessiz oturma
Türkiye’de bu eylemin benzeri,
eylemine başlayınca cuntanın
90’lı yılların başlarında Olağatepkisi de acımasız oldu. Sevdiknüstü Hal (OHAL) ilan
edilen güneydoğu illerinde
gözaltına alınan yakınlarına
o günden beri ulaşamayan
insanlar tarafından başlatıldı. 400. oturma eylemini
geride bırakan grup, cumartesi günleri buluşmalarının
Sahibi
da etkisiyle ‘’Cumartesi
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve
Anneleri’’ olarak tanındı.
Ekonomi Kulübü Adına
Tolgacan Ceylan
Aynı Arjantin’dekiler gibi
onlar da beyaz başörtüleSorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tolgacan Ceylan
riyle ellerinde çocuklarının
resimleri, ülkenin en ünlü
Genel Yayın Yönetmeni
Akın Toksan
caddesinde sessiz bir oturma eylemi ve akabinde bir
Editör
kaybın hikayesiyle sitemleriCemre Akdemir
ni, taleplerini fark ettirmeye
Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları
çalışıyorlar. 12 Eylül darAlper Sezer, Duygu Söyler,
Kıvılcım Değirmencioğlu, Serap Çelik
besinden bu yana, ağırlıkla
90’lı yıllarda en son bir polis
Yazı Kurulu
Ahmet Kemal Sürmeli, Alper Tarık Gürsoy,
veya jandarma karakoluna
Alperen Eken, Demircan Çelebi, Ece Gülşan,
götürülüp bir daha haber
Elif Turhan, Furkan Ali Can Çelenlioğlu,
alınamayan ve/veya JİTEM
Gamze Nur Büyükgüzel,
(Jandarma İstihbarat ve TeHasan Aydın, Melike Duygu, Miray Palaz,
rörle Mücadele) faaliyetleri
Murat Yüce, Mustafa İrfan İçli, Naz Vardar,
sonucunda öldürülenlerin
Nazlı Azergün, Oğuz Kağan Çağatay Kılınç,
sayısı kimilerine göre birkaç
Özge Kaya, Rezan İbişhükçü, Tuğçe Şatır,
Yağmur Vatangül, Zehra Soysal
bin, kimilerine göre ise on
binleri buluyor. Kayıp tutukGörsel Danışman
Sertaç Bala
luların yakınları; çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin
Matbaa
Müka Matbaacılık Reklamcılık
akıbetini bilmek, varsa meYayıncılık San. Ve Tic. Ltd. Şti.
zarlarının yerini öğrenmek
Tel : 0212 54968 24 www.muka.com.tr
ve faillerin belirlenip yarYayın Kurulu
gılanmasını istiyor. Adalet,
Ekin Akın, Kadir Aydın, Bilge Eralp, Akın Toksan,
vicdan ve ahlak taleplerini
Berkant Aşar, İlkgül Özçamur, Mehmet Sarıgül
her hafta yineleyen anneler,
Bu gazete süreli yerel yayındır.
[email protected]
www . b u i k . b o u n . e d u . t r
Bir Din Olarak Sosyal Medya
siyaset
insan haklarındaki ihlalleri de olabildiğince uluslararası platformlarda
gündeme getirmeye çalışıyor.
Cumartesi Anneleri’nin yaklaşık 30 kişiyle başlayan ve bir basın
açıklamasından ibaret olan oturma
eylemi, katılım sayısı arttıkça polisin
sert direnişiyle karşılaştı. OHAL
yıllarında bölgede aktif olan, 1993’e
kadar emniyet genel müdürlüğü
yapan ve kayıp yakınları tarafından
en önde gelen faillerden biri olarak
gösterilen Mehmet Ağar’ın 1995’te
Elazığ milletvekili seçilmesi, Cumartesi Annelerinin eylem sürecini
etkileyecek olayların başlangıcı
oldu. Ağar’ın İçişleri Bakanlığına
yükselmesiyle birlikte polisin karşı
koyuşları ve engelleme çabaları daha
organize ve onur kırıcı hale geldi.
Derin devlet ilişkileri ve çeteleşme,
o dönem Bucak aşireti lideri olan
ve birçok gözaltına alınma olayında
emniyet mensuplarının yanında
adı geçen Sedat Bucak’ın da yine
Ağar’la aynı seçimlerde DYP milletvekili seçilmesiyle iyice gün yüzüne
çıktı. Hakkındaki iddialar yüzünden
Bucak’ın dokunulmazlığı 1997’de
kaldırılırken Ağar ise bir dahaki
seçimlerde meclise giremedi.
Ağar ve Bucak gibi isimlerin
siyaset sahnesinden çekilmesiyle annelerin üstündeki baskı sona ermedi.
Yoğun polis müdahalesine karşı
koyamayarak 1999’da 200. eylemden
sonra ara verme kararı aldılar. Geri
dönüşleri ise 2009 yılında oldu.
2009’dan Sonra
Cumartesi Anneleri’nin eylemsiz
geçen 10 yılı boyunca bazı hukuki
gelişmeler oldu. AİHM, davalarda
Türkiye’nin suçlu bulunduğunu
bildirdi. Devlet bağlantılı isimler ve
eski JİTEM mensupları yaptıkları
işkencelere, toplu mezarlara ve Ergenekon davası sanıklarından bazılarına itiraflarında yer verdi. Dönemin
cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in
“Devlet, devlet politikası olarak adam
öldürür.”, dönemin başbakanı Tansu
Çiller’in “Jitem’in ölüm timlerinin
madden ve manen arkasındayım.”
ve dönemin Emniyet Genel Müdürü
Mehmet Ağar’ın “Devlet adına bin
operasyon yaptım.” açıklamaları
kamuoyunda tepkilere yol açtı. Bu
gelişmeler üzerine tekrar umutlanan
Cumartesi Anneleri, 31 Ocak 2009 itibariyle eylemlerine kaldıkları yerden
devam etme karar verdiler.
Eylemlerin, devletin ihmalkârlığına olan tepkiyi artırmasıyla karşıt
gruplar ve bazı siyasetçiler Cumartesi
Anneleri’nin hak arayışını karalamaya yönelik girişimlerde bulundu.
Başbakan Erdoğan, 2010 Haziran
ayında “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birilerince
kullanılıyor.” açıklamasında anneleri
bölücülükle suçladı. Açıklamasını
takip eden süreçte ailelerden temsili
bir grubu Dolmabahçe’ye görüşmeye
çağırsa da aileler taleplerine karşılık
somut cevaplar elde edemedi. Ayrıca,
ailelerin, 27 Mayıs 2012’de Ağar’ın
Aydın’da yattığı cezaevi önünde,
sorumlusu olduğu bin operasyon karşılığında yatacağı iki yıl hapsi protesto
amaçlı toplanmasıyla karşıt gruplar
ailelere yönelik saldırılarda bulundu.
Engellemeler ve karalamalara
rağmen başta İnsan Hakları Derneği en büyük savunucuları olarak
yanlarındaydı. 1999 öncesinde Sezen
Aksu’nun Aktüel Dergisiyle ücretsiz
03
dağıttığı Cumartesi Türküsü albümü,
Ahmet Kaya’nın Beni Bul Anne ve
Bandista’nın Benim Annem Cumartesi şarkılarına yenileri eklenmeye
devam etti. U2, 2010 İstanbul konserinde, Mothers of the Disappeared
şarkısını Fehmi Tosun için söyleyerek, Türkiye’deki kayıplara dikkat
çekti. Arjantin ve Fas’tan da benzer
kuruluşlar Cumartesi Anneleri’nin
eylemlerine katılarak onlara desteğini
ortaya koydu.
24 Kasım 2012 tarihinde gerçekleştirdikleri 400. eylemlerini,
ellerinde kırmızı karanfillerle gelen
destekçiler, öğrenciler, gençler,
aydınlar, gazeteciler ve milletvekilleriyle gerçekleştirdiler. Her cumartesi
saat 12:00’da Galatasaray Lisesi
önünde bir kaybın hikayesi, anneler
ve 17 yıl öncesinden farklı olarak
çocuklar ve torunlar tarafından anlatılmaya devam ediliyor. Evlatlarını
kaybeden ve çocuklarının mezarlarına bile ulaşamayan anneler, kuşaklar
geçmesine rağmen dünya çapında
yankı uyandırmış bu devlet ihmalkârlık karşısındaki sessiz adalet arayışlarını tüm inançları ile sürdürüyor.
04 ekonomi
Editör
CEMRE AKDEMİR
[email protected]
Umutsuz
Yaşanmıyor
Aralık ayına girer girmez ortalığı yeni yıl
heyecanı sarmaya başlıyor. Yılbaşı ağaçları
kuruluyor, milli piyango bileti alınıyor, 31
Aralık gecesi için planlar yapılıyor. İnsanoğlu
bu, tabii yeni olan her şeyle heyecana kapılıyor. Ama sadece hediyeler, kutlamalar, iyi
dileklerden ibaret değil yeni bir yıla girmek.
Heyecandan mıdır telaştan mıdır bilinmez,
gözden kaçırdığımız şeyler yaşıyoruz bu
zamanlarda.
Tabii ki yeni bir yıla girmek herkes için
farklı şeyler ifade ediyor. Bambaşka anlamlar
yüklüyor herkes kendince. Kimisi sadece eğlenecek kutlanacak bir şey olarak görüyor, kimisi de sıradan bir gün diyip geçiyor. Aslında
çok da üzerinde durmadığımız bir durumda
oluyoruz yılın bu zamanları. Birçok psikolog
ve psikiyatrın da bahsettiği bu durumun adı
yeni yıl psikolojisi. Yani sandığımızdan daha
fazla kafa yoruyoruz bu konuya ve psikolojik
olarak etkileniyoruz yeni bir yılın gelişinden.
Hem her şeyi geride bırakıp yeni başlangıçlar
için bir fırsat, hem de bugüne kadar yaşadıklarımızı gözden geçirmek için uygun bir
zaman. Bir anlamda kendimize “Dur, düşün
ve yeniden başla.” mesajı veriyoruz. Büyük ihtimalle senede sadece bir defa bu kadar geniş
kapsamlı bir geçmiş muhasebesi yapma imkanı buluyoruz. Bir önceki senenin artılarıyla ve
eksileriyle yüzleşiyoruz. Her seferinde dersler
çıkartıp yolumuza devam etmek mümkün
olmasa da 1 ocakla birlikte yaşadıklarımızın
geride kalacağına inanıyoruz.
Eğer geçmişle hesabımızdan sağ çıkabildiysek sıra “yeniden başla” kısmına geliyor.
Kendimizi yeniliyoruz ve önümüze bakmaya
başlıyoruz. Yeni hedefler belirleyip bir yıllık
planlar yapıyoruz. Sanırım en çok yenilenme
kısmını seviyoruz. Nedense önündeki bilinmezlik insana korkudan çok umut aşılıyor.
Belki de insan sadece yılın bu zamanı geleceğe bu kadar umutla bakabiliyor. Kötü bir
sene geçirmişse “Bu sene daha güzel olacak.”
diyerek kendini motive ediyor. Yeni yıla
odaklanıp umut dolu bir dilek listesi hazırlıyor. Kim bilir aralıkta sıkça dile getirilen bu
dileklerin kaçı ocak ayının sonunda yok olup
gidiyor. Ama olsun. İnsan yine de vazgeçmiyor her sene istediği ama elde edemediği
şeyleri bile umut etmekten. Çünkü Nazım
Hikmet’in Büyük İnsanlık şiirinde de dediği
gibi “…ama umudu var büyük insanlığın,
umutsuz yaşanmıyor.”
Hepinize umut dolu yepyeni bir yıl
diliyorum.
General Motors’un Türkiye
CEO’su Özcan Keklik’le
Elektrikli Arabalar Üzerine
General Motors Türkiye’nin enerji dolu ve centilmen lideri Özcan Keklik ile kariyer tecrübeleri ve elektrikli arabalar üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği’89 mezunu olan Keklik, bizlere başarılı hayatını nasıl
planladığından ve elektrikli arabaların geçmiş ve geleceğinden bahsetti.
ZEHRA SOYSAL
[email protected]
Bir Boğaziçi mezunu olarak
bugünlere gelmek nasıl bir
süreçti, kariyerinizi nasıl
planladınız ve hangi sektöre
yöneleceğiniz nasıl gelişti?
Mezun olunca Ford’da çalışmaya başladım. Lise çağlarımdan
beri otomotiv sektöründe mühendis olarak çalışmak hedefimdi.
Doğru zamanda doğru yerde olarak 1997’de Opel’e geçtim ve en
alttan başlayarak bölge müdürlüğü, pazarlama müdürlüğü olarak
ilerledim ve yurt dışı görevlerinde
çalışma imkânım oldu.
Hayatta ve kariyerde başarılı
olmak için ayaklarının üzerinde
durmayı öğrenmek önemlidir ve
en kötü durumlarda bile toparlanmayı bilip kendini motive
etmek gerekir. Belli pozisyonları
elde edebilmek için kendine
güvenerek ve çalışma konusunda
cimri davranmayarak ilerlemek
altın koşuldur.
General Motors’un İlk
Elektrikli Arabası: EV1
1990’da Amerika’da Sıfır Emisyonlu Araç (Zero Emission Vehicle-“ZEV”) yasası yürürlüğe girdi
ve bu gelişme General Motors’u
(GM) EV1 üretme konusunda
cesaretlendirdi. GM, EV1 isimli
dünyadaki ilk elektrikli arabalarını 1996 yılında piyasaya sürdü
ve EV1 GM’in kurumsal tarihinde
“General Motors” açık amblemini
taşıyan ilk otomobil oldu.
GM, EV1’ı geliştirmek için
geniş çaplı bir AR-GE masrafı
yapmıştı. EV1’ı çalıştırmak için gerekli olan elektrik gücü buna karşılık petrolün sadece 1/3’ü ya da
yarısı kadardı ve yükselişte olan
petrol fiyatları elektrik masrafını
çok daha avantajlı kılıyordu.
Bunlara rağmen EV1 üretimi 2001’de sekteye uğradı ve
2003’te piyasadaki tüm EV1’lar
toplatılarak araba mezarlıklarında imha edildi.
Peki elektrikli arabaların
ömrü neden bu kadar kısa
sürdü ve siz GM paralelinde
bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk elektrikli arabalar 1920
yıllarında Porsche tarafından
yapılmış, bugüne kadar dönem
dönem geliştirilmiş ve geliştirilmeye de devam ediliyor. Elektrikli araba, ucuz ve çevre dostu
bir enerji gerektiriyor ancak
elektriğin depolanıp taşınma
sorunu var. Bu gelişme tamamen
batarya teknolojisine bağlı ve şu
an bu teknoloji çok pahalı, ayrıca
çok çabuk tükeniyor ve bir araba
parası kadar maliyeti var. Bu
yüzden çok cazip değil müşteri
açısından.
Amerika’daki güçlü akaryakıt ekonomisinin, Bush
hükümeti ve büyük petrol
şirketlerinin, elektrikli arabaların gelişmesini sınırlayacak bir takım adımlarda
bulunduğu iddia ediliyor,
sizin yorumunuz nedir?
Bana göre bunun aslı şehir
efsanesi. Otomotiv sektöründe
çok basit bir ürün var. Ürünün
çevresinde de müşteri ve üretici
firma var. Hangi durumda ürün
karlı ise veya müşteriden hangi
yönde talep gelirse firma o
ürünü üretmek ister. Aynı şekilde
müşteri de hangi ürün onun için
hem maddi hem manevi anlamda
karlı ise onu talep eder. Şu anda
elektrikli arabaların maliyeti hem
firmayı hem müşteriyi maalesef
kardan uzaklaştırıyor.
Elektrikli arabaların geleceğini küresel anlamda nasıl
görüyorsunuz?
Elektrikli arabalarda batarya
kullanımı gideceğiniz menzili
kısıtladığı için ve maliyeti yüksek
olduğu için çok büyük bir dezavantaj. Ancak batarya teknolojisinin gelişimine bağlı olarak
tüketicinin de alacağı risk azalır
ve elektrikli araç kullanımı artar.
Şuan Amerika’da bu teknolojiye
çok önem veriliyor ve 3-5 yılda
gelişebileceğini düşünüyorum.
eğitim
ALPEREN EKEN
[email protected]
ÖZGE KAYA
[email protected]
MEB’e bağlı okul öğrencilerinin
kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelik 27 Kasım 2012 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlandı. Buna göre
2013-2014 öğretim yılı itibariyle
ilköğretim okulları ve liselerde tek
tip okul forması giyme zorunluluğu ortadan kalkacak ve serbest
kıyafet uygulaması başlayacak. Okul
formasını sevmeyen öğrencileri
sevindiren bu haber eğitimci,
uzman, veli ve üretici cephelerinde
farklı yankılar buluyor. Kimi, yeni
uygulamayı “militarist mantıkla
öğrencileri tek tipleştirme”nin sona
ermesi olarak değerlendiriyor, kimi
de öğrencilerin psikolojik olarak
daha rahat olacağını söyleyerek
destek veriyor. Düzenlemeye karşı
çıkanlar ise öğrencilerde dikkatin
okul ve derslerden dış görünüşe
kaymasından, marka bağımlılığından ve öğrencilerin üniforması
olmaması sebebiyle okullara girişçıkışın kontrol edilememesinden
doğabilecek güvenlik problemlerinden endişe ediyor. Sendikalar sürecin hızından memnun olmadıklarını, haftada bir gün serbest kıyafet
giyilmesi benzeri bir uygulamayla
nabız yoklamanın uygun olacağını
belirtiyorlar.
Önlük Üreticileri Şikayetçi
Değişikliğin ekonomik etkilerinin görüleceği birçok grup mevcut;
başta kumaş üreticileri, konfeksiyoncular ve satıcılar, bunun yanı
sıra aileler -özellikle orta ve düşük
gelirli olanlar- bütçelerini bu değişikliğe göre ayarlamak durumunda
kalacak. Ailelerin bir kısmı bütçelerinin sarsılmasından, çocuklarının
taleplerini karşılayamamaktan
endişeleniyor. Hükümet kanadında;
Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı
Nihat Ergün ailelerin zor duruma
düşebileceği, bu sebeple kıyafet
yardımı yapılabileceğini söyledi.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer
ise, ‘’Forma fakir aileler için ciddi
bir maliyet oluşturmakta.’’ şeklinde bir açıklamada bulundu. Diğer
taraftan okul forması için üretilmiş
kumaşlar, dikilmiş önlük, gömlek
ve pantolonlar bulunmakta. Serbest
kıyafet uygulamasının 2013-2014
eğitim - öğretim yılında yürürlüğe
girmesi, stoktaki büyük miktarda
okul formasının çöpe atılması ve
sektörün istihdam ettiği birçok
çalışanın uygulama sonrası işten
çıkarmalarla karşı karşıya kalması
anlamına geliyor. Türkiye Esnaf
ve Sanatkârlar KonfederasyonuBaşkanı Bendevi Palandöken bu
değişikliği olumlu bulanlar arasın-
Mavi
Önlük Mazi
Oluyor!
Yeni düzenlenen kılık-kıyafet yönetmeliğine göre
öğrenciler artık tek tip okul forması giymeye
zorlanamayacak. Düzenleme önümüzdeki yıl
uygulamaya koyulacak ancak şimdiden farklı
çevrelerden çeşitli tepkiler almaya başladı.
ANKET SONUÇLARI
Eğitim kurumlarında
serbest kıyafet
uygulamasını
destekliyor musunuz?
% 20
Evet
%64
% 78
Hayır
%2
Fikrim Yok
05
da. Fakat stokların tüketilmesi ve
konfeksiyonda arz - talep dengesinin oturması için değişikliğin en az
2 yıl sonra ya da kademeli olarak
yürürlüğe girmesinin daha faydalı
olacağı görüşünde.
Düzenlemeye göre öğrenciler
2012-2013 ve daha önceki öğretim
yılları için okul yönetimlerince belirlenen önlük veya okul üniformalarını 2013-2014 öğretim yılında da
giyebilecekler, böylece öğrenciler ne
serbest kıyafet ne de okul üniforması giymeye zorlanacak.
Mecliste de Tartışıldı
Yönetmelik sadece iş dünyası
ve veliler arasında değil, Ankara
cephesinde de tartışılıyor. Değişikliğin karşısında olan ana muhalefet
partisi CHP’nin çıkış noktası, eşitlik
ve sosyal adaletsizliğin öğrenci
psikolojisine olumsuz etkisi ve
başörtüsünün ilk ve orta öğrenime
inmesi. Bu konuyu temel alan bir
araştırma önergesi veren bir diğer
muhalefet partisi BDP, okullarda
“kıyafet serbestîsi”ni desteklediğini
fakat iktidarın bu hamlesinin politik, dayatmacı ve yönetmeliğin içeriğinden ötürü cinsiyetçi olduğunu
savunuyor. Diğer taraftan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, meclis
grubunun toplantısında “Değişim,
anlaşılabilir ve kabul edilebilir.”
diyerek partisinin konuyla alakalı
tutumunu ortaya koymuş durumda.
İktidarın yönetmeliği savunurken
en önemli dayanak noktaları arasında seçmeli Kuran dersinde başın
örtülmesi ihtiyacı, militarist anlayıştan uzaklaşılmasının gerekliliği
ve Avrupa devletlerinin bu konudaki uygulamaları yer alıyor.
Ya Çocuklar?
Öğrenciler de bu konuda ikiye
ayrılıyor; bir kısmı serbest kıyafet
uygulamasında istekliyken bir kısmı
da böyle bir değişikliğin gerekli
olduğunu düşünmüyor. 2010 yılı
başında Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından öğrencilere yönelik
uygulanan bir ankette, kıyafetin
serbest olması öğrenciler tarafından
desteklenmişti. Konuyla alakalı
farklı görüşler sunan uzmanların
ise bir bölümü marka takıntısının
baş gösterebileceğini, ekonomik
eşitsizliği idrak edemeyecek yaşta
olan çocukların psikolojik yönden
etkilenebileceğini, ‘okulların ergen
podyumuna dönüşebileceğini’ düşünürken; karşı taraf, öğrencilerin
kıyafetlerini seçebilmesinin onların
özgüvenini artıracağını, idareci
- öğrenci çatışmasını azaltacağını
ve öğrencilerin okula daha istekli
bir şekilde gitmelerini sağlayacağını
düşünüyor. Bu görüşü destekleyen
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de
kılık kıyafet değişikliğinin öğrencileri psikolojik olarak rahatlatacağını
ifade etti.
06 kampüsten
Boğaziçi’nde Bir Öğrenci
Kooperatifi Doğuyor
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin inisiyatifiyle işletilen, sürdürülebilir ve sosyal bir
kooperatif kurulması için hazırlıklar başladı.
DEMİRCAN ÇELEBİ
ANKET SONUÇLARI
Okulda yemekhane dışındaki mekanların
fiyat ortalamasını uygun buluyor musunuz?
[email protected]
% 30
Evet
YAĞMUR VATANGÜL
[email protected]
Geçen sene Güney Kampüs’te Starbucks açılmasına öğrencilerin tepkisi
sonucu mekân yaklaşık 80 gün boyunca
fiilî olarak işgal edilmiş; bu süre boyunca burada işgalciler tarafından film
gösterimleri, söyleşiler, dersler, atölyeler düzenlenmişti. Bazı öğretim görevlilerinden de destek gören bu işgal,
kendine medyada da geniş yer bulmuş,
pek çok ülkeden destek mesajı almıştı.
Bu işgalden edinilen fikrî kazanımlardan biri de okulda bir öğrenci kooperatifi kurulmasıydı. O dönemde işgale
kayıtsız kalamayan rektör, işgalcilerle 5
saat süren bir toplantı yapmış ve yasal
prosedürlere uygun bir kooperatif fikrini destekleyeceğini söylemişti. Şimdilerde ise bu gelişmelerin doğrultusunda
okulda yeni bir oluşumun tohumları
atılmaya başlanıyor.
“Okul içinde ucuz ve
kaliteli yemek yiyebildiğimiz
alanlarımız olmalı.”
“Okulun yönetimiyle ilgili
kararlarda öğrencilerin
görüşlerine başvurulmalı.”
“Öğrencilerin okul içinde
sosyalleşebileceği ortak
alanlara ihtiyacı var.”
6 Aralık’ta yaklaşık 40 kişinin katılımıyla Çarşı Kantin’de gerçekleştirilen
Boğaziçi Öğrenci Kooperatifi Çalışma
Grubu’nun ilk toplantısında konuşulan
bu fikirler, Starbucks işgalini ortaya
çıkartan sebeplerle aynı. Bu doğrultuda planlanan oluşum fikri bir tepki
politikasından değil, insani ihtiyaçlardan doğuyor. Herkesin katılımına açık
gerçekleştirilen toplantıda alternatif
kantin-kooperatif oluşturma fikri, böyle
bir oluşumun işlevinin ne olması gerektiği ve nerede var olabileceği tartışıldı.
Sorunlardan bazılarının çözümü adına
olumlu gelişmeler yaşanması (yemekhane fiyatlarındaki düşüş gibi) ile yeni
oluşumun odağının ucuzluktan, sürdürülebilir ve sosyal olmaya kaydığından
% 70
Hayır
Okuldaki, öğrencilerin
sosyalleşebileceği alanları yeterli
buluyor musunuz?
% 48
Hayır
bahsedildi. Açılması planlanan mekân
için belirlenecek fiyatların, kendine
yatırım yapabilmesine imkân verecek
şekilde en düşük seviyede tutulması
konusunda görüş birliğine varıldı.
Uyulması gereken tüzüğe göre, öğrencilerin işbirliği içerisinde kendi ürettiklerini satabilmeleri için en az bir sigortalı
işçi çalıştırma gerekliliği gibi birtakım
engeller bulunduğu dile getirildi.
Mekânın işlevi hakkında henüz net
bir karara varılamamış olsa da, tartışılan fikirler arasında “En basitinden çay,
simit verilse yeter, muhabbet ve sosyal
ortam oluşturmak esas” diyenler de var,
“Beraber bir üretim sağlanmalı, organik
ve sağlıklı ürünlerle nitelikli yemek yapabileceğimiz bir öğrenci mutfağı oluşturulmalı” diyenler de. Ayrıca “Her ikisi
de olsun; hem forum kültürü canlansın,
okulla ilgili fikirlerimizi paylaşalım
hem de ortak bir ürün ortaya çıkaralım”
diyenlerle de karşılaşmak mümkün.
Mekânın ismi hakkında da çeşitli
fikirler sunuldu toplantıda. Öğrenci
Merkezi, Öğrenci Mutfağı, Öğrenci
Kantini bunlardan birkaçı. Fakat “Öğrenci Mutfağı” fikrinin gerçekleşmesi
için herkesin kullanabileceği bir mutfağa ve yemek yapabileceği ürünlere
ihtiyaç var. Nitelikli ve organik ürün
sağlama aşamasında BUKOOP (Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi)
ve sağlıklı üretim/tüketim için oluşturulmuş Tarlataban Projesi de Öğrenci
Kooperatifi’ne destek vereceğini belirtti.
Mekânın nereye açılabileceği
konusunda Tarlataban’da yer alan bir
barakadan, kampüsün uygun bir noktasına park etmiş bir karavana kadar
birçok öneri sunuldu. Ekonomi bölümü
hocalarından Yahya Madra, önümüzdeki 5 - 6 yıl içerisinde üniversitede çok
sayıda binanın yıkılıp tekrar yapılacağı
söylentisinden ve söylentiler doğru ise
okul yönetiminin talepten haberdar
edilerek bu binalar tasarlanırken bir
alan yaratılabileceğinden bahsetti.
Oluşumda kesin kararlara varılabilmesi için alt gruplar oluşturularak daha
hızlı sonuç elde edilmesi planlanıyor.
Alt grupların odaklanacakları arasında;
yapılanma için yasal gerekliliklerin
araştırılması, oluşumun okul yönetimine sunulacağı ismin belirlenmesi,
uygun bir mekân araştırılması, mekânda neler üretilebileceğinin araştırılması, ürünlerin nasıl paylaşılacağının
ve çalışma şekillerinin belirlenmesi,
dünyanın çeşitli üniversitelerindeki öğrenci kooperatiflerinin incelenmesi ve
mekânın yemek üretmek dışında hangi
amaçlar için kullanılacağının belirlenmesi gibi konular bulunuyor.
Oluşumun çalışmaları ve toplantıları
önümüzdeki günlerde devam ediyor
olacak. Kooperatifle iletişime geçmek
için [email protected]
adresine mail atabilirsiniz.
G RÜŞLER
1
Planlanan öğrenci kooperatifi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eda Sena Şenceylan,
İşletme, 1. Sınıf
Öğrencilerin temiz ve sağlıklı yiyecekler yiyip sakin kafayla oturup
tartışabilecekleri, müziği ve fiyatları
öğrenciye zarar vermeyen bir alan
yaratma fikri harika. Bana kalırsa
burada üzerine en çok düşülmesi
gereken nokta, her bir öğrencinin bu
alandan faydalanabilmesini sağlamaktır. Aksi takdirde fikrin fark yarattığı
faktör ortadan kalkar. Soğukta üşüyen
% 48
Evet
%4
Fikrim Yok
Okulda öğrencilerin işlettiği bir kantin
- kooperatif olmasını ister miydiniz?
% 10
Fikrim Yok
% 25
Hayır
% 65
Evet
veya cebindeki 1 yemekhane öğünü
değerindeki parayı 1 kahveye vermek
istemeyen, arkadaş grubuyla ders
arasında takılacak yer arayan “her
bir” öğrenciye buraya gelme olanağı
yaratılmalı. Böyle bir arz oluşturulabilecek plan yapılırsa bu fikir, bence,
bu okulda öğrenci yaşantısında büyük
rahatlama yaratabilir, çok da sevilir ve
sürdürülebilir olur.
Seçil Doğan, Yönetim Bilişim Sistemleri, 1. Sınıf
Okulda boş zamanlarımızı değerlendirebileceğimiz ortak alanlarımız
hakikaten yetersiz kalıyor. Güney
Kampüs’teki Teras ve Orta Kantin’in
ve Kuzey kampüsteki kantinin kapasitesi öğrenci sayısına göre oldukça
düşük. Soğuk havalarda çimlere de
oturamadığımız için kantine gitmek
zorunda kalıyoruz fakat maalesef çoğu
zaman bırakın boş masayı bir tane boş
sandalye bile bulamıyoruz. Bu yüzden
öğrencilerin kendilerinin kuracağı
kooperatifi ve kâr amacı gütmeyen
sadece bizlerin ihtiyacını karşılayacak
ortak alanları geliştirme fikrini destekliyorum. Fiyatların makul olduğu,
öğrenci bütçesini sarsmayacak, sağlıklı ve güvenilir gıdaların yer aldığı daha
fazla ortak alana ihtiyacımız var.
kampüsten
07
KIVILCIM
DEĞİRMENCİOĞLU
[email protected]
Küstüm Oynamıyorum
Boğaziçi’nde
Cinsel Tacizi
Tartışıyoruz
Forumu
Cinsel Taciz
Kampüsün Gündeminde
Cinsel taciz kavramı gündelik hayatın birçok alanında olduğu gibi kampüste de karşımıza çıkmakta. Boğaziçi’nde bu soruna karşı alınan önlemlerin
başında işlerliği olan bir “Cinsel Taciz Komisyonu” kurulması geliyor.
MURAT YÜCE
[email protected]
Geçtiğimiz kasım ayında BÜKAK, dikkatleri bu
konuya çekmek için “Cinsel
Taciz” konulu bir forum
düzenledi. Katılımın beklenenden daha düşük olduğu
forumda, vurgulanan en
önemli fikirlerden birisi
acilen bir “Cinsel Taciz
Komisyonu” kurulmasının gerekliliğiydi. Bugüne
kadarki süreçte, şikâyetleri
dinleyip değerlendiren
kurumlar olan Üniversite Yaşamı Etik Kurulu
(ÜYEK) ve Öğrenci Etik
Kurulu (ÖEK) bu konuda
çok başarılı olamamıştı. Bu
kurullardaki çalışanların
olası bir cinsel taciz şikâyeti
durumunda nasıl bir yol
izleyecekleri hakkında çok
fazla bilgi sahibi olmamaları ve bu kurulların belirli bir
yaptırım gücünden yoksun
olmaları , daha merkezi ve
kurumsallaşmış bir yapılanmayı zorunlu kılıyordu.
Kurulması için rektörlükten izin çıkmış olan ”Cinsel
Taciz Komisyonu”nun temel
görevleri arasında ise şikayetleri değerlendirip gerekli
yaptırımların uygulanmasına önayak olmak, olası bir
taciz durumunda BÜREM,
MEDİKO ve avukatlar
arasındaki koordinasyonu
sağlamak, komisyona gelen
vakaların kaydını tutup
istatistikler oluşturmak
sayılabilir. Komisyonun en
önemli misyonlarından biri
ise mağdurların bu süreçten
olabildiğince az etkilenmesini sağlamak olacak.
Oluşturulacak komisyonun yapısı hakkında henüz
net bir bilgi olmamakla
birlikte, komisyonda akademisyenlerin, öğrencilerin
ve psikiyatrların yer alacağı
biliniyor. BÜKAK’ın düzenlediği forumda konuşan Doç.
Dr. Serra Müderrisoğlu’nun
değindiği bir diğer nokta
akademisyen ya da öğrencilerin bireysel çabalarıyla,
kısıtlı zamanda ve yeterince merkezcil olmayan bir
yapıyla başarıya ulaşmanın
zorluğu. Öte yandan yeterince caydırıcı olunabilmesi
adına, komisyona üniversite
yönetiminden gelecek açık ve
kesin bir desteğin kaçınılmaz
olduğu söyleniyor. Başta
rektörümüz Prof. Dr. Gülay
Barbarosoğlu olmak üzere
okul yönetiminin bu konuya
verdiği ve vereceği desteğin
süreci hızlandırması bekleniyor.
Çok yakın zamanda
kurulacak bu komisyondan
beklentiler, öğrencilerde
farkındalık yaratmak, cinsel
tacizin üniversite de olabileceği algısını oluşturmak ve
muhtemel taciz vakalarında
mağdurların herhangi bir
kaygı taşımadan komisyona
başvurmalarını ve sonuç
almalarını sağlamak olarak
özetlenebilir.
ANKET SONUÇLARI
Okulda başınıza herhangi bir taciz
olayı gelse ya da böyle bir olaya tanık
olsanız yeni kurulan komisyona ya
da okulun diğer resmi birimlerine
başvurur muydunuz?
% 11
Hayır
% 18
Fikrim Yok
% 71
Evet
En büyük olayları bile iki üç gün sonra unuturken, aylar öncesinden konuşmaya başladığımız, ülkece etkisinden uzun
süre kurtulamadığımız nadir şeylerden biriydi Eurovision
Şarkı Yarışması. Yeri geldiğinde çok fazla önemsiyoruz
deyip eleştirsek, müzik değil politika kazanıyor desek bile
üzerinde konuşmayı da, televizyon ekranına kilitlenip heyecanla izlemeyi de içten içe severdik.
Tartışmalar her yıl kimin katılacağı sorusuyla başlar, katılacak şarkıcının tanınmamış mı yoksa ünlü biri mi olması
gerektiği uzun süre konuşulurdu. Ünlü birini göndermeyiyarışmayı çok fazla önemsediğimizi düşündürtebileceğinden-gururumuza yediremesek de, kim bu çocuk diye nice
genç yetenekleri küçümsediğimiz de olmamış şey değildi.
Kimin katılacağı belli olduktan bir süre sonra durulan
tartışmalar, şarkının belirlenmesiyle tekrar hararetlenirdi.
İlk günlerde şarkıyı beğenmemek olmazsa olmazlardandı,
sonra ya kulağımız alışır ya aidiyet duygumuz ağır basar sever, sahiplenirdik. 2003’te Sertab Erener “Every Way That
I Can” adlı İngilizce şarkısıyla birinci olunca, şarkının dili
de yeni Eurovision gündemlerimizden biri haline geldi. Gün
geldi, milli duygularımız ağır bastı “Rimi Rimi Ley” gibi
Türk ezgileriyle süslü Türkçe bir şarkıda aradık başarıyı,
olmadı. Bundan sonraki birkaç yıl ne Türkçeden vazgeçebildik, ne İngilizceye sırtımızı dönebildik. Kararsızlığı adından
belli olan “Shake It Up Şekerim”in ardından “Düm Tek
Tek” diye atan bir kalbin mümkün olabileceğini göstererek,
bir nevi Türkçeye olan vefa borcumuzu ödedik.
Dünya siyasetini Bülend Özveren’in yorumlarından öğrendik, dostumuzu düşmanımızı ayırt ettik. Yunanistan’ın
Güney Kıbrıs’a 12 puan vereceğini, Ermenistan’dan puan
alamayacağımızı tahmin edince çok mutlu olduk. Kuzey
ülkelerinin birbirine verdiği oylar ne kadar politikse, bizim
Azerbaycan’dan aldığımız oylar o kadar dostluk ve kardeşlik dolu oldu her yıl. Almanya’daki gurbetçilerimizi bir kez
daha sevdik, sahiplendik.
2013’teki yarışma için de her şey aynı sırada ilerliyor
gibiydi, hatta internette kimin katılacağına ilişkin anketler
yapmaya başlamış, her yıl olduğu gibi Tarkan’ın katılma
olasılığı üzerine konuşmuştuk. TRT’nin kararını merakla
beklerken, geçtiğimiz günlerde gelen açıklama beklentilerimizi boşa çıkardı. TRT; Almanya, Fransa, İngiltere,
İspanya, İtalya tarafından alınan bir kararla izleyici oylarının etkisinin %50’ye düşürülmesinin adaletsiz olduğunu gerekçe göstererek yarışmaya katılmama kararı aldı.
Kimileri bu kararı ekonomik sebeplerle ilişkilendirdi, kimisi
Avrupa kültüründen uzaklaşma çabalarına bağladı, kimi de
sadece “komşuya gitme esprisi” yapamayacağımıza üzüldü.
Türkiye’nin tanıtımı açısından kötü olacağını düşünenler
de vardı, siyasi bir müzik yarışmasının anlamsız olduğunu
savunup kararı isabetli bulanlar da.
Aslında, sorun Eurovision’a bu kadar çok siyasi, ekonomik, kültürel anlam yüklemek, bu yarışmayı ülkelerin
güç gösterisi olarak görmekti. Eurovision’u sadece şov
olarak görseydik, yine katılmama kararı alır mıydık?
Oyunda kazanmayı ve kaybetmeyi çok önemsemeyen
biri, kurallara kızıp çıkar mı, yoksa kalıp keyif almaya mı
bakar, yorum sizin.
08 kampüsten
Boğaziçi Olası Bir Afete Ne
MİRAY PALAZ
[email protected]
Radikal gazetesi, 8 Kasım 2012 tarihli
haberinde “Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs’ün yıkılacağı” iddiasına
yer vererek, akıllarda soru işaretleri
uyandırdı. İddialar Kuzey Kampüs’te
bina incelemesi yapıldığı ve çoğu
binanın depreme dayanıksız çıktığı,
Aptullah Kuran Kütüphanesi de dâhil,
çok sayıda yapının baştan inşa edileceği yönündeydi.
Habere yanıt 12 Kasım’da toplu bir e-posta ile Öğrenci İşleri
Dekanlığı’nca verildi. İddialar
yalanlandı ve 2005 yılından beri
güçlendirme çalışmalarının yapıldığı,
tüm binaların depreme gerekli direnci
gösterebileceği belirtildi. Çalışmalar kapsamında ETA/A, ETA/B ve
Eğitim Fakültesi binaları yenilendi.
Yapı İşleri Daire Başkanlığı’nca da,
incelemelerde Kare Blok ve Kütüphane binasının mevcut haliyle depreme
dayanıklı olarak belirlendiği ve bu
yüzden öncelik verilmediği, fakat
gerekli imar izinleri alınırsa uzun
vadede yenilenebileceği vurgulandı.
Kampüsteki tüm binaların deprem
yönetmeliklerine uygun olduğu ve
herhangi bir tehlike arz etmediği ise
tekrar tekrar hatırlatıldı.
Afete hazırlık sürecinde fiziki
şartların yeterliliği kadar öğrencilerin
ve üniversite çalışanlarının bilinçlendirilmesi de mühim. Üniversite içinde
yer alan Afet Koordinasyon Merkezi
(CENDIM) bu konuda çalışmalarını
sürdürüyor. Bu kapsamda binaların
yangın ihbar sistemi, tehlikeli madde
denetimi gibi eksikleri tamamlandı.
Her bina için bina amirlikleri kuruldu.
Afet durumunda yapılacaklara yönelik
seminer ve tatbikatlar devam ediyor.
Gönüllü öğrencilerin bina amirlik-
ÖTK: Öğrencilerin Sesi
Boğaziçi Üniversitesi Öğrenci Temsilciliği Kurulu (ÖTK); yenilenen yönetmeliği, son dönemde ön ayak olduğu önemli değişiklikler, üniversite yönetiminin teşvikleri ve geleceğe
dönük planları ile öğrencilerden beklediği ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
OĞUZ KAĞAN ÇAĞATAY KILINÇ
[email protected]
ÖTK Nedir? Ne Değildir?
Üyeleri demokratik yollarla seçilen ve
doğrudan Rektörlük’e bağlı olan ÖTK,
öğrencilerden gelen şikâyet ve önerileri
değerlendirerek üniversite yönetiminin
dikkatine sunuyor. Böylece öğrenciler,
üniversiteyle ilgili konularda söz sahibi
oluyorlar. Ayrıca bölüm ve fakülteler
bazında da önemli işlevleri olan ÖTK,
gerekli durumlarda öğrencilerin yararına özel şartlar oluşturabiliyor.
ÖTK’ya Olan İlgisizlik
Üniversite yönetimiyle doğrudan
etkileşime geçebilen, kulüpler üstü bir
güce sahip olan ve 13.000 öğrenciyi
temsil eden ÖTK’ya bugüne kadar yeterince ilgi gösterilmemesinin sebeplerini
halen Matematik Bölümü Asistanı
olarak eğitimine devam eden ve geçtiğimiz yılın ÖTK Başkanı Adem Cihan
Arslan’dan aldık.
Arslan, “Her öğrencisinin yöneticilik
pozisyonlarına aday olduğu Boğaziçi
Üniversitesi’nde bu ilgisizliği anlamak
güç.” diyor ve ÖTK’ya olan ilgi eksikliğini; öğrencilerin sosyal sorumluluk
bilincinin yeterince gelişmemesine ve
bu kurula ayıracakları yeterince zamanlarının olmamasına bağlıyor. Arslan’a
göre; kulüpleri bir eğlence olarak gören
öğrenciler, ÖTK gibi ciddi bir işin
sorumluluğunu almaktan çekiniyorlar.
Bazılarının aklında ise “Neden üniversitenin sorunlarıyla ben uğraşıyorum ki?”
sorusu var.
Yeni Yönetmelik
Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun
görevi devralmasının ardından kabul
edilen bir yönetmelikle birlikte ÖTK
yeni yapısına kavuştu. Seçim barajı
%50’den %30’a çekildi ve seçim süresi
uzatıldı. Barajın düşürülmesi, daha fazla fakülte ve bölümün ÖTK’da temsilini
mümkün kılması açısından oldukça
önemli bir gelişme. Ayrıca değişikle
lisansüstü öğrencileri de ÖTK’da temsil
edilmeye başlandı ve ÖTK’ya özel bir
bütçe tahsis edildi.
ÖTK’ya Talepler Nasıl İletiliyor,
Nasıl Değerlendiriliyor?
Öğrenciler üniversiteden taleplerini;
doğrudan ÖTK’nın odasına girerek ya
da öğrenci temsilcileri aracılığıyla da
iletebiliyor. Yeni dönemde bunlara ek
olarak, Beyaz Masa tarzında bir birimin
kurulması da planlanıyor.
Öğrencilerden gelen şikayet ve öneriler, ÖTK üyelerinin süzgecinden geçiriliyor ve üyeler, üniversite yönetimine
iletilecek istekler konusunda genellikle
ortak bir noktada buluşuyorlar. Ancak
bazı uyuşmazlık durumlarında temsilciler, oy haklarını kullanma yolunu da
seçebiliyorlar.
ÖTK Neler Yaptı?
ÖTK’nın çalışmalarıyla son dönemde
yapılan pek çok değişiklikten en önemlileri; Shuttle’ların ücretsiz hale getirilmesi, ÖTK yönetmeliğinin değiştirilmesi,
kütüphane ve study’nin daha uzun süre
açık kalmasının sağlanması, yemekhanede kahvaltı verilmeye başlanması ve
yemek fiyatlarının düşürülmesi, Hisar
Kampüs’e kantin açtırılması, final saatlerinin bir saat ileri alınması, Petekler
ve Manzara’nın yenilenmesi oldu.
ÖTK Neler Yapacak?
ÖTK halihazırda, kütüphanenin
7/24 açık olması için çalışıyor. Bununla
birlikte ÖTK’nın gündeminde; Güney
Kampüs’te ucuz ve kaliteli yemek satılan
yerlerin açılması, tüm kulüpleri bir araya getirerek bahar şenliklerinin aktif bir
biçimde üniversite tarafından organize
edilmesi, ÖTK seçimlerinin her yıl yerine iki yılda bir yapılması gibi geleceğe
dönük planlar da mevcut.
Hocaların Gözünden ÖTK
Rektör Yardımcı
Prof. Dr. Ayşe Mumcu
Üniversitenin en büyük paydaş
grubunu oluşturan öğrencilerin yönetim
süreçlerine katılımı, çoğunlukla ÖTK
aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu katılımın iki önemli faydası var diye düşünüyorum. Birincisi, öğrencileri ilgilendiren
konularda sorunları ve çözümleri en
iyi tespit edebilme potansiyeline sahip
kişiler yine öğrencilerin kendileridir.
İkincisi ise, öğrencilerimizin üniversite yaşamları sırasında demokratik
süreçlerle seslerini duyurma, haklarını
arama, sistemi iyileştirme yönünde
katkıda bulunma fırsatı yakalamaları,
üniversitemizin vatandaşlık sorumlulukları gelişmiş bireyler yetiştirme
hedefini perçinlemektedir.
G RÜŞLER
Elif Saba MERÇ- Endüstri Mühendisliği-1.Sınıf
ÖTK’nın öğrenci sorunlarını çözmede
etkili olduğunu düşünmüyorum. Zaten sorunlarımızı doğrudan ilgili
birimlere iletebildiğimizden, çoğu
öğrencide böyle bir konseyin gereksiz
olduğu algısı var. Bu algı da ÖTK’nın
güçlü bir öğrenci örgütlenmesi olmasını engelliyor. Ben, bir sorunum veya
önerim olduğunda bunu ÖTK aracılığıyla iletmek yerine doğrudan, aracısız
iletişim kurmanın yollarını arardım.
Sena GÜME- Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik-2.Sınıf
Şimdiye kadar herhangi bir konuda
ÖTK’ya başvurmadım, ama bir çatı
altında toplanıldığında sorunların
daha kolay ve hızlı çözülebileceğini
düşünüyorum. Bunun için ÖTK’nın
öğrenciler tarafından sahiplenilmesi
ve aktif hale getirilmesi gerekiyor. Bu
konuda okul yönetimine de büyük
görevler düşüyor, ÖTK ile etkili bir iletişim kurmalı ve bu yolla iletilen sorun
ve istekleri ciddiye almalılar.
kampüsten
Kadar Hazır?
Kampüste
Ambulans
acil durum için çağırmak için
1100
lerine başvurarak afet ekiplerinde
yer alması ve CENDIM’e başvurarak
eğitimlere katılması mümkün. Ayrıca
bir öğrenci oluşumu olan Afetler ve Acil
444 12 12
Durum Yönetimi Topluluğu (BUDEM)
okulda farkındalık sağlamak amacıyla seminerler düzenliyor. Bu seneki
ilk çalışmasını 22 Kasım’da Deprem
Bilinçlendirme Semineri ile yapan
topluluğun faaliyetlerinin yıl boyunca
sürmesi planlanıyor.
Tüm bu girişimlerin üniversite
camiasında ne kadar ilgi çekebildiği
ise ne yazık ki merak konusu. Ancak
yoğun katılım ile anlamlanacak bu
çalışmalar sayesinde Boğaziçi Üniversitesi bilinçlenmeyi ve her duruma
hazır olmayı umut ediyor.
Geleneksel Çaylaklar
Turnuvası
Münazara Kulübü (BUDS) 15-1617 Aralık tarihlerinde Geleneksel
Çaylaklar Şampiyonası’nı düzenledi. Bu yıl 5.’si düzenlenen turnuva
Türkiye’nin en büyük öğrenci etkinliklerinden biri olmanın yanı sıra ülkenin en büyük münazara turnuvası
olma özelliğini de taşıyor.
30 farklı
okuldan 300
kişinin katıldığı turnuva kapılarını liselere de açtı. Turnuvanın
özelliği Türkiye’de münazaraya yeni
başlamış öğrencilere bir fırsat vermesi ve aynı zamanda eğitici bir yönü
olması. İlk iki gününde sıralama
maçlarının yapıldığı turnuvada F tipi
cezaevlerinden LGBTT haklarına, çalışma koşullarından nükleer silahlara
kadar pek çok konu tartışıldı. Final
günü ise Türkiye münazara tarihinin
unutulmazları arasına girdi. Final
maçından sonra Boğaziçi Üniversitesi
Müzik Kulübü Caz korosu sahne alarak Türkiye’nin her yanından gelen
münazaracılara bir konser
verdi. Albert
Long Hall’de
yapılan final
maçının konusu “Hükümet savunur ki Türkiye Cumhuriyeti federal yapıya geçmelidir” idi.
Turnuvanın şampiyonu ve sıralama
turlarının birincisi Fatma Selcen
Palut ve Mert Can Pestilci’den oluşan
bir Boğaziçi Üniversitesi takımı oldu.
Fatma Selcen Palut ayrıca turnuvanın en iyi konuşmacısı seçildi.
09
“Çok Hayalperestsin
Canım”
2012’de neler oldu bu topraklarda
bir sayayım dedim. Listeyi tamamlamaya bile dayanamadım. Onlarca
kez başladım, seçemedim. Sonunda hemen herkesin bir dönem
boğuştuğunu bildiğim bir histe
karar kıldım; umutsuzluğumuz
üzerine söyleyeceklerim var. “Benim keyfim yerinde” diyorsan bir
şey bekleme bu yazıdan. Eğlenceli
sayfalar da var bu gazetede, başka
birinden devam edebilirsin.
Herkesin sıkıntısı “en büyük”.
Yapılmamış işler, başarılamayanlar, başımıza kakılanlar, unutmak
istediklerimiz, kaybolma istediğimiz, kaybettiklerimiz, güçsüzlüğümüz, yalnızlığımız, yalnız
kalamayışımız, dostumuzun acısı,
dostumuzun olmayışı, alınamayan
kilolar, verilemeyen kilolar, “o çocuk bana bakmadı”lar, “hava niye
bu kadar soğuk”lar, ay sonuna yetmeyen burslarımız, olmayan burslarımız, hırslarımız, kavgalarımız,
küstürdüklerimiz, küstürülüşlerimiz, yapılmak istenenle yapılması
gereken arasındaki o koca uçurum
ve daha nice yalnız bize has sanıp
da yörüngesinden çıkamadığımız
dertler bir yana; kendimizden biraz
uzaklaşıp da şöyle bir baktığımızda
canımızı yakan çok daha büyük acılar var dünyada. Doğruları yüzünden hiçbir köye sığdırılamayanlar,
özgürlüğü haksızca elinden alınanlar, hiç uğruna öldürülenler, yanı
başımızda birbirini katledenler,
yaşamdan bile değerli tutulagelmiş
bir namus davasından canına kıyılanlar, sokak ortasında ‘sahipleri’
tarafından öldürülen ve kim bilir
kaç bin yıldır erkeğin kölesi olmuş
kadınlar, küçücük bir çocukken
ırzına geçilenler, mağdurken suçlu
ilan edilmişler, suçları bile söylenmeden hapsedilmişler, gözlerini hapishanede açanlar, hayatta
DUYGU SÖYLER
[email protected]
kalabilmek için hayatını satmak
zorunda bırakılanlar, emekleri
çalınanlar, itiraz etme hakları dahi
ellerinden alınanlar, köleliğe mahkum edilenler, köle doğanlar, var
olduklarını kendileri bile unutacak
kadar hayatın kenarına itilenler... “Bir şey yapacaksak bunlar
için yapmalı” dediğinde üzerinde
toplanan alaycı bakışlar var bir de.
Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine
seni ikna etmek için el birliği etmiş
umarsızlığı var insanların.”İşine
bak!”, “Kız kısmı beceremez
öyle işleri.”, “Çok hayalperestsin
canım.”, “İyi de dünyanın düzeni
bu.”, “Ne yapalım yani?”, “Ay sen
mi kurtaracaksın dünyayı?”,”Boş
işler bunlar.”, “Ben de bir zamanlar böyle düşünüyordum, geçim
kaygısına düşünce unutursun.” sesleri var. Sıra arkadaşının hakkını
savunmak için bile soğukta yarım
saat yürümeyi çok görenler var.
Sen yürürken gözlerine yerleşen
küçümseyiş var. Haykırmanı dahi
engellemek için elinenden alınan
meydanlar var. Gelecek tehtidleri,
kötü kötü hikayeler var. Mümkün
mü saymak?
Yine de en iyi seçeneğimiz
sanırım yapmayı denemek. Bir yıl
daha geride kaldı. Bari gençliğimizi
utançla anmayalım, değil mi?
Snowbreak 2013
Boğaziçi Üniversitesi’nin Geleneksel Kış Festivali SNOWBREAK
bu sene 18.siyle katılımcılarının
karşısına çıkıyor. Spor Kurulu’nun
düzenlediği, kalite, doyasıya spor ve
sınırsız eğlenceyi bir araya getiren
SNOWBREAK bu sene Türkiye’nin
en önemli kayak merkezi olan
Uludağ’da gerçekleşecek.
10-14 Şubat tarihleri arasında
Alkoçlar Zone 2 Hotel’de gerçekleştirilecek olan Snowbreak,
Boğaziçi’ne özel fiyatlar ve promosyonlarla sınırsız spora ve eğlenceye
davet ediyor. Gün boyu katılımcı-
ların otelde
çeşitli oyunlar
ve animasyonlarla
eğlendiği,
turnuvalarda doyasıya
rekabet ettiği, kayak tutkunlarının
spora doyduğu, gündüzleri kadar
gecelerinin de partileri ve konserleriyle katılımcılarına sınırsız bir
eğlence sunan Snowbreak her sene
olduğu gibi bu sene de katılımcılarına unutamayacakları bir kış
festivali yaşatmayı vaat ediyor.
10 dünya
Arap Baharı
Tahrir Meydanı
Sinema ve Müzik
�� 57. kez düzenlenen
Eurovision’da bu yıl İsveç birinci olurken, Türkiye yedinci oldu.
�� 2012’nin sağda solda en çok
çalan şarkıları: Call Me Maybe,
Somebody That I Used to Know,
We Are Young, Payphone, Where Have You Been, Titanium.
�� Universal Pictures 100. yılını
kutladı.
�� IMDB Puan sıralamasında
2012’nin en başarılı 3 filmi şu
şekilde listeleniyor:
1- The Dark Knight Rises
2- The Intouchables
3- The Perks of Being a Wallflower
�� En yüksek bütçeli film
$1,511,757,910 Marvel yapımı
The Avengers oldu.
2012’de
Neler Oldu?
MODA
�� Militar ve maskülen hava tüm
yıl modaya hakim oldu.
�� Street fashion, moda
blogger’larının katkısıyla
daha da önem
kazandı.
�� Oscar Ödül
Töreni’nde
en çok Angelina
Jolie ve bacak
dekoltesi konuşuldu.
�� 2012’nin öne
çıkan trendi:
Hipster
olmak!
�� Mısır’da Port Said Stadyumunda Al Masry’nin Al
Ahly’yi 3-1 yendiği maçtan
sonra çıkan olaylarda 74
kişi öldü. Yüzlerce kişi
yaralandı.
�� The Dark Knight Rises
filminin ABD’nin Colorado eyaletindeki galasında,
kendini Joker karakteri ile
özdeşleştiren 24 yaşındaki
saldırgan 12 kişiyi öldürdü, 58 kişiyi yaraladı.
�� Müslümanların Masumiyeti isimli filmin yayınlanmasından sonra gösteriler
sırasında ABD’nin Libya
Büyükelçisi öldürüldü. İslam dünyasını ayağa kaldıran filmin YouTube’dan
erişimi bazı ülkelerde
yasaklandı.
�� 2012 yılında toplam 119
gazeteci görev başındayken öldü.
�� ABD’nin Connecticut
eyaletinde, 20 yaşındaki
Adam Lanza, Sandy Hook
ilkokulundaki 20’si çocuk
28 kişiyi öldürdükten
sonra intihar etti.
BİLİM TEKNOLOJİ
�� BM Güvenlik Konseyi (BMGK),
Suriye’deki şiddetin derhal sona
ermesi çağrısında bulunan ve Suriye rejimi tarafından yapılan insan
hakları ihlallerini kınayan karar
tasarısını, Rusya ve Çin’in vetosu nedeniyle kabul etmedi. Türkiye-Suriye arasında gerilimlerin
artmasıyla Şam’daki Türk büyükelçiliği işlevini durdurdu.22 Haziranda Suriye, Türk jetini düşürdü .
Ekim ayında sınırda çıkan çatışmalarda Şanlıurfa’ya düşen top mermisiyle 1 anne ve 4 çocuğu öldü.
�� Türkiye-Suriye arasında gerilimlerin artmasıyla Şam’daki Türk büyükelçiliği işlevini durdurdu.22
Haziranda Suriye, Türk jetini düşürdü . Ekim ayında sınırda çıkan
çatışmalarda Şanlıurfa’ya düşen
top mermisiyle 1 anne ve 4 çocuğu öldü.
�� Ocak ayında İran’da iki nükleer
bilimci öldürüldü. İran, Amerika
ve İsrail’i sorumlu tuttu.
�� Temmuz ayında Avrupa Birliği ülkeleri İran petrolüne ambargo koydu.
�� Nobel Barış Komitesi, 2012 yılında Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa
Birliği’ne verildiğini açıkladı. gerekçe olarak ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası en başarılı “Barış Projesi” olması gösterildi.
�� İsrail, Gazze’ye olan saldırılarını
sürdürdü.
�� 2012’nin en çok konuşulan seçimi
ABD başkanlık seçimleri oldu. Barack Obama ikinci kez başkan olurken yılın en popüler tweetine de
(“4 more years…”) imza attı. Mayıs ayında Putin seçimleri üçüncü kez kazandı, aynı gün Sarkozy
koltuğunu François Hollande’a
bıraktı. Temmuz ayında Libya,
Kaddafi’den sonraki ilk seçimlerini gerçekleştirdi. Mısır’da yapılan
seçimlerle Muhammed Mursi yeni
cumhurbaşkanı oldu.
ÖLÜM HABERLERİ
�� 9 Avrupa ülkesinin kredi
notu düşürüldü.(Fransa,
Avustralya, İtalya, İspanya, Portekiz, Kıbrıs Rum
Kesimi, Malta, Slovakya,
Slovenya)
�� Erdoğan’ın “Fitch yine Fitchliğini yaptı.” açıklamasından
sonra Fitch kredi notumuzu
arttırdı.
�� TL simgesi tasarlandı.
�� İşsizlik 2012 boyunca da
birçok ülkenin ekonomi
gündemindeki baş maddeydi.
ABD’de son 4 yılın en düşük
işsizlik oranıyla karşılaşılırken Fransa’da son 13 yılın
en yüksek işsizlik oranına
rastlandı.
�� CNN Money tarafından yayınlanan listeye göre 2012’de
dünyanın en büyük şirketi
Royal Dutch Shell oldu.
SİYASET
EKONOMİ
Hazırlayanlar: ECE GÜLŞ[email protected] / REZAN İBİŞHÜKÇÜ[email protected] / TUĞÇE Ş[email protected]
�� Uğruna milyar dolarlar harcanan gezegenler arası gezginci
robot Curiosity, 6 Ağustos’ta
Mars’a indi.
�� Apple’ın Samsung’a açtığı
patent davası 26 Ağustos’ta
Apple’ın lehine sonuçlandı.
Sosyal medyada Samsung’un
ödemesi gereken 1 milyar dolarlık tazminatı 30 kamyonla 5
sentlik madeni paralar halinde
gönderdiği iddia edildi.
�� Felix Baumgartner 14
Ekim’de 39 bin metre
yükseklikten serbest dalış yaparak rekorlar
kitabına girdi.
�� 31 Ağustos’ta
ABD’de ışık enerjisiyle
çalışan biyonik göz geliştirildi.
Batarya kullanımını ortadan
kaldıracak olan bu teknoloji,
daha iyi bir görüş imkanı da
sağlayacak.
�� 4 Ekim’de Facebook üye sayısı
1 milyarı geçti.
�� Ocak ayında ABD’de gündeme gelen SOPA (Stop Online
Piracy Act), telif hakkı yasalarının yeniden tartışılmasına
zemin hazırladı. Obama’nın
desteğini çekmesiyle yasa
gündemden düştü.
11
�� Lionel Messi,
bu yıl resmi maçlarda attığı toplam gol sayısıyla
Gerd Müller’in
86 gollük
rekorunu
kırdı.
VE DAHA FAZLASI
�� NBA’de 2011-2012 sezonunun şampiyonu Miami
Heat oldu.
�� EURO 2012’yi İspanya
final maçında İtalya’yı 4-0
yenerek kazandı.
�� 2012 Londra Olimpiyatlarında erkekler 100 metre
finalinde Usain Bolt , 400
metre serbest yüzmede 16
yaşındaki Ye Shiwen ve
okçulukta sol gözü yüzde
10, sağ gözü ise yüzde 20
gören Güney Koreli okçu
Im Dong-Hyu unutulmazlar arasına girdi. ABD
106 madalyayı evine
götürürken Türkiye
5 madalyayla yetindi.
AFETLER
�� The Artist filmi, En İyi
Film de dahil olmak üzere
4 dalda Oscar aldı.
�� Venedik Film Festivali’nde
Golden Lion ödülü Güney
Kore yapımı Piéta filmine
gitti.
�� Paolo & Vittorio
Taviani’nin yönetmenliğini yaptığı Ceasar Must
Die, Golden Bear ödülüne
layık görüldü.
�� PSY’ın Gangnam Style
klibi Youtube’da 900
milyondan çok tıklanarak
Justin Bieber’ın Baby adlı
klibini geride bıraktı. Aynı
zamanda klip, MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde en
iyi video ödülü aldı.
�� MTV Video Müzik Ödülleri:
Rihanna ve Drake 5 dalda
aday olurken, One Direction geceden 3 ödülle ayrıldı.
�� Grammy Müzik Ödülleri: Adele yılın şarkısı ve
yılın albümü dahil 6 ödül
birden aldı.
SPOR
ÖDÜLLER
dünya
�� 30 Ekim’de ABD’nin doğu yakasını ve kıyı kesimlerini vuran
Sandy Kasırgası “Büyük Afet”
ilan edildi. 67 kişinin ölümüne
ve 23 büyük yangına yol açan
felaket Obama’nın seçim kampanyalarına da ara vermesine
sebep olmuştu.
�� 4 Aralık’ta 8.6 şiddetindeki
Hint Okyanusu Depremi patlak
verdi ve 28 ülkeye Tsunami
uyarısı yapıldı.
�� 15 Şubat’ta Honduras’taki
Comayagua Hapishanesi’nde
valiyle konuşma isteği geri
çevrilen mahkumun çıkardığı
yangın 360’a yakın can aldı
ve 100’den fazla kaçak olduğu
kayıtlara geçti. Hapishane aynı
zamanda dünyada en fazla cinayet suçlusu barındıran hapishane olma özelliği taşıyordu.
�� Bu yıl One Direction ve
Justin Bieber sosyal medyada adeta patlama yarattı.
Kendilerini Directionerlar
olarak tanıtan One Direction hayran kitlesinin Guinness Rekorlar Kitabi’na
girmek icin grubu 2 gun 11
saat TT listesinde tutma çabaları hala devam
ediyor. Türkiye’de 241
500 hayrana ulaşan grup
üyeleri, kendi Facebook sayfalarından Türk
Directionerlar’a özel Türkçe paylaşımlarda bulunuyor. Justin Bieber fanları
olan Belieber tayfasının da
bu gelişmelerden geri kalmaya hiç niyeti yok. Dünya çapındaki organizatörleri mail yağmuruna tutan
Belieberlar, genç şarkıcıyı
Kars’ta ya da Zonguldak’ta
konser vermeye ikna
etmekte son derece kararlı
gibi görünüyor.
�� Gangnam Style şarkısına
yaptığı uyarlama nedeniyle
Atilla Taş’ın sosyal medyada
Yunanistan’a itelenmesi,
Yunanistan’da da tepkiyle
karşılandı.
�� Türkiye’de “okul sütü projesi” kapsamında ilkokullara
dağıtılan sütlerden çok
sayıda çocuk zehirlendi.
�� Fransa’da dünyada bir ilk
olarak eşcinsel Müslümanlara yönelik bir cami
kuruldu.
12 kitap
kültür - sanat
KİTAP
MÜZİK
SİNEMA
ETKİNLİKLER
Kitap İncelemesi
Hikâyem Paramparça
MELİKE DUYGU
[email protected]
“Hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili
kardeşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz. Bırak konuşalım, iki çift laf
edelim yüz yüze bakıyoruz.”
Diziye uyarlanan Behzat Ç. romanının yazarı Emrah Serbes’ten bu
sefer farklı, yepyeni bir kitap: “Hikâyem Paramparça”. Polisiye türüyle
tanınan yazar bu kitapta “parça parça
anları, parça parça anıları, paramparça hikâyeleri” paylaşıyor okurla.
Yazarın da girişte belirttiği gibi, bu
metinlerin çoğu Afili Filintalar blogundaki “Afili Parçalar” bölümünden
bir seçki. Bunların dışında kitapta,
Birikim dergisinde önceden yayımlanmış birkaç yazı ve
ilk defa görücüye
çıkan ‘Galip İşhanı’
hikâyesi yer alıyor.
Metinler yazarın
kendi ağzından
anlatılıyor. Bazıları
kendi yüzleşmelerinden, anılarındanmış
gibi gözükürken belki
de yazar kendisini o
kurgunun içine hayali
bir kahraman olarak
bırakıveriyor. Olayları kendi yaşamamış
olsa bile, usta bir dille
okuru buna inandırıyor ve bunları yaşayan
gerçek insanların bir
yerlerde var olduğunu
hissettiriyor. Babasının ölümünden, eski
sevgililerinden, yalnızlıklarından, saplantılarından bahsediyor. Kitabın
geneline ise bir melankoli
ve mutsuzluk hali hakim.
Zaten yazar bir metninde
mutluluğun sadece gasp edilebilir bir
şey olduğundan, kimsenin kimseyi
mutlu edemeyeceğinden bahsediyor.
Yazara göre mutluluk bir vazgeçiş ve
çok ender rastlanan bir ruh dinginliğidir. Ölüm ve zaman temaları da bu
melankoliyi besliyor ve yazar tarafından detaylıca işleniyor. Bazen bir çöp
toplayıcısından, bazen sokaktaki bir
insandan, bazen de çocuklardan yararlanıyor bu duyguları aktarabilmek
için. Yazılarda yalın, gündelik bir dil
kullanması; farklı, kenarda kalmış
insanlara yer verilmesi; anlatılan
olayların hayatın içinden geldiğini
gösteriyor ve okura içinde yaşadığı
ama görmekten kaçındığı dünyayı
betimliyor.
Hikâyelerin yanı başında
bulunan, birçok duyguyu birden
anlatan ve insanı başka dünyalara götüren Ümit Bektaş imzalı siyah beyaz
fotoğraflar da kitabın bir diğer güzel
tarafı. Bazen bir taş, bir gölge, bir
tabut; bazense bir çocuk, bir yaşlı fotoğrafı derin anlamlar yüklüyor metine. Kitabın son sayfasındaysa Emrah
Serbes’in kendi fotoğrafı yer alıyor;
elinde sigara, yüzünde bir yandan
düşünceli, bir yandan da hikâyelerin
temelinde var olan memnuniyetsizlik
halini yansıtan dingin bir ifadeyle.
Yazarın hikâyeleri kuvvetlendirmek adına uyguladığı bir başka
yöntem de bazı eserleri, yazarları,
kahramanları olayın içine katması.
Yazar metinlerinde Madame Bovary,
Raskolnikov, Robin Hood gibi bilinen
karakterlerin dışında; az tanınan bazı
yazarların sözlerine de yer veriyor ve
o sözün yer aldığı kitapla ilgili görüşünü de araya sıkıştırıveriyor.
Kitabın sonundaysa, kitapla ilgili
fikirleri tamamen değiştiren “Galip
İşhanı”, yazarın deyimiyle Galip’in
kanlı bıçaklı aşk hikâyesi çıkıyor
karşımıza. Burda da yazar Galip’in
çocukluktan arkadaşı olarak yer
alıyor hikâyede. Galip’in hemşireye
duyduğu aşk ve hastaneye gidebilmek
uğruna kendini tekrar tekrar kesmesi
aşkının saflığını; babasına nefreti ise
hayatta aslında çok da görmediğimiz, belki de sakladıgımız duyguları
temsil ediyor. Hikâyenin sonunda yer
alan yangın hatıra ilişkilendirmesiyse, kitaptaki Emrah Serbes üslubunu
vurgulayan çarpıcı bölümlerden biri
olarak akılda kalıyo.
Hikâyem Paramparça hayatın
sürüncemesine daldığınızda, belki
de sıkıldığınızda hayattan bir adım
uzaklaşabilmek, hayata dışarıdan
bakabilmek, hatta hayatı sorgulayabilmek adına sizi yazarla konuşuyormuşçasına rahatlatabilecek,
içten, farklı bir kitap.
Yeni çıkanlar
RAKIM
SIFIR
Enis Batur
Kırmızı Kedi
Yayınları
GÖKYÜZÜ
SİNEMASI
Onur Caymaz
İletişim
Yayınları
BULUTLARIN
ARASINDA
André Neves
Nesin
Yayınevi
YAŞAM
KOÇUM
ARİSTO
Jules Evans
Kuraldışı Yayıncılık
ALEVİ
KÜRTLER
Erdal Gezik
İletişim Yayınları
İSYAN
PAZARLANIYOR
Joseph Heath,
Amdrew Potter
Ayrıntı Yayınları
sinema
İzlemeniz Gereken 7 Kıyamet Filmi
Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and
Love the Bomb (1964)
Terminator 3: Rise of the Machines (2003)
12 Monkeys (1995)
Book of Eli (2010)
Melancholia (2011)
The Day After Tomorrow (2004)
2012 (2009)
13
Filmde Görülen 5 Ünlü Resim
Malevich - Süprematizm
Pieter Brueghel - Hunters in Snow
Pieter Brueghel - The Land of Cockaigne
Caravaggio - David With Head of Goliath
John Everett Millais - Ophelia
Yine Ucuz Atlattık
FURKAN ALİ CAN ÇELENLİOĞLU
[email protected]
Mayaların rivayeti üzere 21 Aralık
2012’de kıyamet kopmadı ve hayatımıza normal seyrinde devam ettik.
Bu, kıyametin ilk vurdumduymazlığı
da değil üstelik. Kıyametin kopacağı
tarih olarak MÖ. 2800’leri işaret eden
Sümerleri, 1284 senesini gösteren
Papa III. Innoent’i ya da 1999 senesini
söyleyen ünlü kâhin Nostradamus’u
da yalancı çıkarmıştı aynı şekilde.
Fakat kulislerde kıyametin dünya ile
buluşmasını Newton’un rivayet ettiği
2060 tarihine ertelediği konuşulmaya
başlandı bile. Kıyamet bu tarihe ne
denli riayet eder, o da meçhul.
Aslında sorulması gereken soru,
bu asılsız kehanetler neden oluşturulmaya devam ediliyor ve biz neden bu
konuları bu kadar ilgiyle konuşuyoruz?
Bunun sebebi ölüm korkusu mu yoksa
ölümlü olduğumuzu hatırlamanın
hazzı mı acaba? Bizi asıl telaşlandıran
da zaten Dünya’nın sonunun gelmesi
değil. Bizim o yok olacak Dünya’da
yaşıyor olmamız.
Kıyamet Filmleri
Kıyamet filmleri de insanların
ölümlülüklerini hatırlama ihtiyacını
karşılamak üzere sinema dünyasında
yerini alıyor. Bu filmler dünyanın
sonunu bir virüs salgınına, şiddetli
doğa olaylarına, uzaylı istilasına vs.
bağlayıp insanları ölüm olgusuyla yüz
yüze getiriyor ve çoğunlukla büyük
şehirlerde geçen, dünyanın kurtuluşuyla son bulan kahramanlık öykülerine
dönüşüyorlar.
Fakat sıradanın dışına çıkan
yapıtlar da var. Örneğin, Lars Von
Trier’in eseri Melancholia bu klişelerin
tam aksine şehirden uzak bir yerleşim
yerinde kişinin “kendi kıyameti” ya da
“ölüm” karşısında tepkilerini ortaya
koymaya çalışıyor ve kıyamet filmlerinde çok ihmal edilmiş bir sorunun
ardından gidiyor:
Yarının dünyanın son günü olduğunu düşünseydiniz son anlarınızı nasıl
geçirirdiniz?
Meloncholia
Trier, bu filmde insanların yoğun
baskı altındaki tutumlarını anlatmak
istediğini belirtiyor. Böyle bir film
çekme isteğinin de depresyon tedavisi görürken terapistinin, “normal
ve mutlu” insanlar şiddet içeren
zor durumlarda paniklerken depresiflerin ve melankoliklerin sakin
davrandıklarını söylemesinden sonra
oluştuğunu açıklıyor.
Wagner’in mutlak mutluluğun
mümkün olmadığını vurgulayan
“Tristan and Isolde” adlı hikayeyi
konu alan bestesi eşliğinde sürreal
sahnelerden oluşan Prelude bölümüyle başlayıp, Justine ve Claire
bölümleriyle devam eden film, Dogma
akımının etkilerini sembolik bir anlatımla birleştirerek izleyiciye sarsıcı bir
deneyim yaşatıyor. Antichrist’te olduğu gibi Andrei Tarkovsky’den ilham
alan yönetmen, doğayı klasik müzikle
harmanlayıp sunduğu sahnelerde
yavaş çekim tekniğinden faydalanıyor.
Justine ve Claire adında iki kız
kardeş merkezinde ilerliyor hikâye.
“Melankolik” Justine ve “mutlu ve
sakin” Claire’in dünyanın sonu karşısındaki farklı tutumlarını izliyoruz.
Başarıyla oluşturulmuş bu iki ana
karakterin çevresindeki yan karakterler ise hikâyeyi kuvvetlendirse de
genellikle klişe tipler olmaktan öteye
geçemiyorlar.
Filmin Justine adlı bölümünde
Claire’in küçük kız kardeşi Justine’in
düğününü izliyoruz. Melankolik Justine, fazlasıyla klişe yan karakterler olan
boşanmış anne ve babasının ve para
düşkünü patronunun tavırları nedeniyle gittikçe umutsuzluğa sürükleniyor. Belki de Trier evliliğin kadın için
kıyamet olduğunu düşünüyor. Tabii ki
düğün fiyaskoyla sonuçlanıyor.
Claire bölümünde Melancholia
adlı bir gezegenin Dünya’ya yaklaşmakta olduğunu fakat Dünya’ya teğet
geçeceğini öğreniyor, karakterlerin
bu tehlike karşısında tutumlarını izliyoruz. Justine için olası bir çarpışma
dünyadaki tüm kötülüklerin son bulmasını sağlayacak tarifsiz bir hazken,
Claire için çocuğunun bir geleceğe sahip olamaması anlamına geliyor. Gezegenlerin çarpışacağı anlaşıldığında
ise Claire’in kocası intihar ederken,
Claire ise bu çarpışmanın Justine ve
çocuğu ile birlikte birer kadeh şarap
ve Bethoven’ın 9. Senfoni’si eşliğinde
“güzel bir şekilde” olmasını arzuluyor. Fakat Justine acı gülümsemesiyle dünyanın sonunda dahi bir şeyleri
“güzel ve anlamlı” kılmaya çabalayan
Claire’in bu önerisini sertçe reddediyor. Justine, çocuğun korkmaması
için ona ağaç dallarından yapılma ve
onları çarpışmadan koruyacak “sihirli” bir çadır yapıyor. Çadırın içinde
Justine metanetle, Claire endişeyle
sonlarını bekliyorlar.
Dokuz yaşından beri melankolik
olduğunu söyleyen Trier, bu filmle
bozulmuş dünyadan ve kötülüklerden intikamını alıyor ve kötülükleri
görmeyi başaran melankolik insanları
kutsuyor. Filmde dünyanın sonu
yerine insanların kişisel sonlarına
yönelen Trier, kıyamet tellallığı ile
kendi sonuna da davetiye çıkarmış
gözüküyor. Trier, Hitler’i anladığına
dair verdiği demeç sonrasında Cannes
Film Festivali’nde “Persona Non
Grata” (istenmeyen adam) ilan edildi.
Yönetmenin Nymphomaniac ismindeki yeni filminin çekimleri hızla
devam ediyor, fakat bundan sonra
ödül törenlerinde nasıl bir tutumla
karşılaşacağı tam bir muamma.
Dikkatli İzleyiciye Birkaç İpucu
19 numaralı golf deliği cehennemin kapısını simgeliyor. Film süresince arazide 18 golf
deliği olduğu defalarca vurgulanıyor.
John Everett Millais’in melankoli nedeniyle pek şiirsel bir şekilde hayatına son veren
bir kadını anlattığı Ophelia adlı eserinden ilham alınarak çekilmiş bir sahne bulunuyor.
Justine’in damadın armağanı olan arsanın fotoğrafını daima bir yerlerde bırakması/
unutması evlenmek istemediğini ima ediyor.
Prelude bölümünde Justine’in parmak uçlarından elektrik çıkması, Marquis de
Sade’ın Justine adlı romanında başına yıldırım düşmesi sonucu ölen Justine karakterine atıfta bulunuyor.
Justine’in damat adayı Hz. Adem’i sembolize ediyor. Gelini Justine’e (Hz. Havva) bir
“elma” bahçesi sunuyor. Justine’in her şeyi bilmesi de İncil’de bilginin ağacının elması
olarak geçen bu elma sembolizmini güçlendiriyor.
14 müzik
Eskilerden Bir Fotoğraf:
Arabesk
GAMZE NUR BÜYÜKGÜZEL
[email protected]
Arabesk müzik, kimilerinin “asla
dinlemem” dediği, kimilerininse dinlemekten vazgeçemediği; bir zamanlar ülkeyi Müslümcüler – Ferdiciler
- Orhancılar olarak bölmesiyle, son
zamanlardaysa Fazıl Say’ı kışkırtmasıyla meşhur, Türkiye’de oluşmuş
arabesk kültürün bir ürünü, Türkiye
modernleşme sürecinin sancısıdır.
Arabesk kültür, 1960’larda insanların yeni ümitlerle köyden kente göç
etmesiyle ortaya çıktı. Gurbet özlemi,
kente duyulan yabancılık, insanlara
güven problemleri isyan etme duygusunu tetikledi. Yarının ne olacağının
belirsizliği, bunun getirdiği sıkıntı,
her şeyi kadere bağlama zorunluluğu
insanları arabeske itti. Önce plaklar,
sonra kasetler yok satıyor; üzerlerindeki tezgâhlarda kasetleriyle ve
kocaman radyolarıyla el arabaları
gecekondu mahallelerini dolaşıyordu. Bangır bangır çalan arabesk,
insanların dertlerine, ayrılık acılarına
ortak oluyordu.
Şehirlerde Türk Sanat Müziği,
köylerde Türk Halk Müziği dinlenen
dönemde ortaya çıkan Arabesk, tam
da bu ikilemin arasında, varoşlarda
doğdu. Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay
ve Müslüm Gürses “arabeskin babaları” olarak biliniyor, arabesk onların
sırtında yükseliyordu. Ferdi Tayfur’un
felsefesi kabulleniş ve çaresizlikken;
kaybeden, ezilmiş gençlerin babası
olarak kabul edilir. Arabesk sinema
için de önemli bir isim olan Tayfur,
pek çok filmde rol almış ve sayısız
filme müzik üretmiştir. “Müslüm
Baba”da ise kabulleniş yoktur. Her
zaman haykırış, karşı çıkış, “yakarım
bu dünyayı” mesajı vardır. Müslüm Gürses hayranları, nam-ı diğer
Müslümcüler, jiletle kendilerine zarar
vermeyi bile göze almalarıyla meşhurdur. Diğer yandan Orhan Gencebay,
enstrümanlara hâkimiyetiyle ve besteleriyle tanınır. “Batsın bu dünya” adlı
parçası da Türk arabeskinin en güzel
örnekleri arasında sayılır.
Neşe Karaböcek, Bergen, İbrahim
Tatlıses, Kibariye gibi pek çok isim
arabesk müziğin gelişmesine, arabesk kültürün tanıtılmasına, ifadesine katkı sağladı. Bugün, “modernleşmenin” neredeyse tüm topluma
yerleşmesiyle birlikte arabesk kültür
de yok olmaya başladı. Fakat arabesk
müzik; arabesk-pop, arabesk-rap gibi
yeni türlere dönüşerek pek çok insan
tarafından takip edilmeye devam
ediyor.
Orhan Gencebay
AHMET KEMAL SÜRMELİ
[email protected]
Aranjör, aktör, söz yazarı, bestekâr ve
daha nice sıfat… Arabesk müzik denilince akla ilk gelen isim oldu Orhan
Gencebay. Onun şarkıları arabesk
diye tabir edildi ama kendisi “ben
Türk müziğinin devamıyım,
Türk müziğinin devamı için varım”
dedi ve “Gencebay Müziği” olarak
niteledi müziğini, eserlerini de Türk
müziğinde serbest çalışmalar olarak
adlandırdı.
Müzisyen kişiliği ile bilinen
Gencebay, 6 yaşında mandolin ve
keman dersleri almış, 7 yaşında ise
bağlamayla
tanışmıştı. Daha 8-9
yaşlarında Aşık Veysel’in etkisini
ruhuna işlemişti. Türk Sanat Müziği
ve Halk Müziği ile ilgilenen Gencebay, 14 yaşında tambur çalmaya
başladıktan sonra ilk profesyonel
bestesine imza attı. Jazz ve rock müziği repertuarına katmasıyla, büyük
bir ustalıkla çaldığı telli çalgıların
yanına henüz 16 yaşında saksafonu
ekledi. Bir süre TRT radyolarında
çalışan Gencebay, TRT’nin gelişimi
için yetersiz olduğunu görerek çareyi
ayrılmakta buldu. Radyodan sonra
müzik çalışmalarına yönelerek kendi
bestelerine ağırlık verdi.
Çaldığı birçok enstrümanın yanına 1970’li yıllarda arkadaşı Erkin
Koray ile beraber icat ettiği elektro
bağlamayı dahil etti. Orhan Gencebay, bu sayede ortaya çıkan arabesk
- rock türünün de öncülerinden biri
oldu. Diğer “arabesk” sanatçıları ile
kıyaslandığında Gencebay’ın her parçasında müzikalitesindeki farklılık,
şarkılarının altyapısındaki zenginlik
hissediliyordu. Eserlerinde hüzne yer
verdiği gibi, bir parça umut esintisi
de işlemişti sözlerine.
Sevemedim Karagözlüm, Sabır
Taşı gibi yüzlerce bestesi seslendirilen Gencebay, bestekâr kişiliği ve
müzik direktörlüğünün yanına 1969’da
yorumculuğu da ekleyerek şöhrete
kavuştu.
15’e yakın enstrümanı ustalıkla
çalan, hayatına 1000’e yakın beste
sığdıran, bunlardan yaklaşık 300
tanesini seslendiren ve plak, kaset,
cd bazında resmi olarak 70 milyon
civarı yasal albüm satışı gerçekleştiren Gencebay’ın, korsan ile birlikte
gerçek tirajının ise 200 milyona
yakın olduğu tahmin edilmekte.
2012 yılı başlarında müzikteki 60.
sanat yılını kutlamak için “Orhan
Gencebay ile Bir Ömür” albümünü
çıkartan Gencebay’ın hit olmuş 33
eseri 32 sanatçı tarafından seslendirildi. Albümde Sezen Aksu, Emel Sayın, Tarkan, Duman, Volkan Konak,
Athena, Manga gibi birçok müzik
türünden sanatçılar bulunuyor.
Bir klasik haline gelen “Batsın bu
dünya” parçası ise albümdeki tüm
sanatçılar tarafından koro halinde
seslendiriliyor. Albüm adeta, Orhan
Gencebay’ın arabesk kültürü ile
sınırlandırılamayacak kadar önemli
bir değer ve Türk Müziği’nin en
büyük çınarlarından biri olduğunun
somut kanıtı.
etkinlikler
Sergi
SERAP ÇELİK
[email protected]
Curve kaçmış?
Merhaba. Yazıma, “sınav döneminin bittiği,
finaller için beklediğimiz şu günlerde” diye
başlayacaktım ki Boğaziçi’nde böyle bir olayın
olmadığı aklıma geldi. Yani hiç bitmeyen sınav
dönemi yapmış adamlar resmen. Düşününce çok
garip geliyor. Koskoca Boğaziçi olmuşsun, çoğu
insan Türkiye’nin en iyi okulu diyor hala -listeler
öyle göstermese de- ama öğrenciyi memnun etme
sıfır. Hangi okulda okuyorsun diye sorduklarında
verdiğimiz Boğaziçi cevabıyla ister istemez estirdiğimiz hava sınav döneminde kendini ezikliğe
bırakıyor ya hiç hüzünlenmiyor musunuz? Bence
hüzünleniyorsunuz.
Sınav dönemlerinin şüphesiz en ilginç yanı ise
çevremizdeki insanların tavırlarındaki akıl almaz
değişiklikler. Her lisenin standart bir tipi olan
sınava çalışmayıp yüksek alan öğrenci bir bakıyorsunuz üniversitede de yakınınızda bir yerlerde.
Hatta şöyle bir şey iddia ediyorum: Herkesin sınava çalışmayıp yüksek alan bir arkadaşı mutlaka
vardır, eğer senin yoksa muhtemelen o sensin.
Bu klasik tipe ek olarak Boğaziçi’nde, “her
sınavın objection’ına gitmezse ölecek” hastalığına
yakalanmış arkadaşlarımız da var. Hiç abartmıyorum, 83 olan notunu itirazla 87 yaptıran insan
bile gördüm. A benim güzel evladım sana hiç azla
yetinmeyi öğretmediler mi diyeceğim ama notun
da az değil ki. Yine de seni seviyorum canım arkadaşım sırf o içindeki sonsuz umut için.
Peki ya sınav notlarının açıklandığı gün yaşanan mesaj trafiği? Ben kimsenin notunu merak
etmiyorum da siz neden benim hep curve altında
kalan notlarımı merak ediyorsunuz sevgili arkadaşlarım? Lütfen bununla tatmin olmadığınızı
söyleyin bana, lütfen.
Mesaj konusunda çok utanç verici bir anımı
paylaşmak istiyorum. Matematik sınavı yeni
açıklanmış, sonucuma bakıp ölümüne hüzünlenmişim “bu da mı curve değil” diye. Tam o an
uzun süredir konuşmadığım bir arkadaşım naber
diye mesaj atıyor. Sonucumun getirdiği hüzün ve
“notumun neyini merak ettin ha”nın gıcıklığıyla
kalktım arkadaşıma “yaa resmen notumu sormak
için yazıyorsun başka zaman olsa halimi hatrımı
sormazsın” dedim. Hızımı alamayıp bununla ilgili
tivit de attım. Hani geri dönüşü yok artık. Arkadaşımsa tamamen tesadüfen sabah kahvaltıya neden
gelmedin diye soracakmış ve işin en acı yanı ise
sınavın açıklandığından bile haberi yokmuş. Yaa
işte Serap öyle gaza gelirsen böyle de utandırırlar
seni. Bu vesileyle canım arkadaşçımdan da tekrar
özür diliyorum.
Son anımdan bağımsız olarak uzun lafın kısası,
not falan geçici şeyler çocuklar. Bu kadar hırslı
olup da kendinizi yiyip bitirmeyin. Bakın herkes
rahat olsa kimse kasmasa o “curve”ler kol gibi gelmez. Sonra sen mutlu, ben mutlu, hayat huzurlu
olur, de mi canlarım? Hadi öptüm.
15
Tiyatro
Modernlik, Fransa ve Türkiye’den Manzaralar
16 Ocak-16 Mayıs, İstanbul Modern, Karaköy
Magdelana Abakanowicz İnsanlık Serüveni
son gün 30 Ocak, Akbank Sanat, Beyoğlu
Zahit Büyükişleyen Retrospektif Sergisi
son gün 2 Şubat, İş Sanat Kibele Galerisi,
Levent
Çin Hazineleri - Terracotta Ordusu Sergisi
son gün 28 Şubat, Topkapı Sarayı Müzesi,
Fatih
Konser
Zengin Mutfağı
26 Aralık 20.30, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk
29 Aralık 15.00, Küçük Sahne, Beyoğlu
Toplu Hikâyeler
4 Ocak 20.30, Kenter Tiyatrosu, Harbiye Şişli
Antonius ile Kleopatra
12 Ocak 20.30, Oyun Atölyesi, Moda Kadıköy
İstanbul’da Bir Sokak Kedisi
18 Ocak 20.30, Kenter Tiyatrosu, Harbiye Şişli
Diğer
Yeni Yıl Konseri: 9. Senfoni - Beethoven
28 Aralık 20.00, Kadıköy Süreyya Operası
Levent Yüksel: Erken Yılbaşı
29 Aralık 22.00, Jolly Joker İstanbul, Beyoğlu
Yeni Türkü
5 Ocak 22.00, Jolly Joker İstanbul, Beyoğlu
Parlayan Yıldızlar
Veriko Tchumburidze (Keman), Marina Cincaradze
(Piyano) 10 Ocak 20.00, Milli Reasürans Maçka
Caddesi, Şişli
“Özel Proje’’: Bir Yazarla Piyanistin Buluşması
Kürşat Başar(Saksafon) - Burçin Büke (Piyano), 15
Ocak 20.00, Akbank Sanat, Beyoğlu
İstanbul Divan’ı: Ege’den Hazar ‘a Sevgiyle
(Konferans ve konser), 14 Ocak 18.00, İtalyan
Kültür Merkezi, Beyoğlu
Çağdaş Sanat Söyleşileri - Aydın-Sanat-Siyaset,
18 Ocak 18.30, Akbank Sanat, Beyoğlu
Genç Werther’in Acıları(Bale)
27 Aralık 20.00, Kadıköy Süreyya Operası
Wolfgang ve Lorenzo(Müzikal)
5 Ocak 16.00, Fulya Sanat
Ariadne Narkos’ta(Opera)
16 Ocak 20.00, Kadıköy Süreyya Operası
Hazırlayan: TUĞRUL ACAR
[email protected]
Oyun Eleştirisi
Metot: Alışılmadık,
Hırs: Tanıdık
“Biz o... çocuğuna benzeyen iyi bir insan aramıyoruz.
İyi bir insana benzeyen bir o... çocuğu arıyoruz.”
ELİF TURHAN
[email protected]
Gücü parada bulup kariyer için
şekilden şekle giren insanlar
günümüz iş dünyasından oldukça
tanıdık ve normal. İspanyol yazar
Jordi Galceran’ın çöpte bir şirketin
işe alım tekniklerinin yazılı olduğu
evrakları bulması üzerine 2003’te
kaleme aldığı Metot (El Método)
adlı oyunuyla bu psikolojik savaşı
içselleştirmemize karşı duruyor.
120 dakikalık, tek perde, psikolojik
gerilim türündeki oyunda Semaver
Kumpanya’dan Sarp Aydınoğlu,
Sezin Bozacı, Serkan Keskin ve
Mustafa Kırantepe rol alıyor.
Her şey dört üst düzey yönetici adayının bir şirketin toplantı
odasında karşılaşıp dördünün de
aynı anda iş görüşmesine alındığını fark etmesiyle başlıyor. İşe
alınacak kişi ise insan kaynakları
tarafından hazırlanmış yeni model
bir mülakata tabi tutularak belirlenecek. Birbirine geçmiş çeşitli
testlerle hazırlanan metot işverenler tarafından odadaki posta
kutusuna gönderilen zarflar aracılığıyla uygulanıyor. Odadakiler
kimin insan kaynakları görevlisi,
kimin aday olduğunu bilmediklerinden birbirlerini zamanla artan
bir acımasızlıkla sınıyorlar. Ne
yazık ki metot, adayların istenen
tüm özelliklere sahip olmasıyla
yetinmiyor, adayların etrafındakileri ezip geçmesini istiyor. Serkan
Keskin bir röportajında oyun
üzerine şunları söylüyor: “Sistem
sana kazanmanı söylerken aynı
zamanda yok etmeni fısıldıyor.
İşin kötüsü, insanlar lükslerini
yitirmemek için ne yapıp ettiklerinin farkına bile varmıyorlar... İşi
kapabilmek için zavallı durumlara
düşüyorlar.” İnce zekânın bir
ürünü olan ‘Metot’ta fevkalade bir
oyunculuk sergileyen oyuncular,
iki saat boyunca tempoyu düşürmeden seyirciyi birçok zaman
güldürmeyi başarıyor. Sahneyi
kırmızı bir çerçevenin arkasından
izleyen gözetleyici konumundaki
seyircinin kafasındaki “Kim yalan
söylüyor, kim duygu sömürüsü
yapıyor, söylenenlerin ne kadarı
doğru?” gibi sorularsa oyunun
sonunda cevap buluyor.
Bir insan rekabetten kazanan
olarak çıkmak için nelerden vazgeçer ve neleri göze alabilir? İşte
bu sorunun cevabı bu dört kişinin
kendilerini en mahrem yönleriyle
sınayan psikolojik testlere verdikleri tepkilerde gizli.
Şehrin Sakin Köşeleri
16 mekan
NAZLI AZERGÜN
[email protected]
MUSTAFA İRFAN İÇLİ
[email protected]
Piraye Kafe
Kadıköy’ün en güzel köşelerinden
biri sayılan Sanatçılar Sokağı’nın
sonlarında bahçesi yaşlı ağaçlarla
dolu ufak bir bina gözümüze çarpar:
Nazım Hikmet Kültür Merkezi. 2004
yılında eski bir Ermeni okulunun
restore edilmesiyle hizmete açılan;
çeşitli tartışma, film gösterimi ve
panellere ev sahipliği yapan NHKM
aynı zamanda zengin bir kütüphaneye
ve sevimli bir kafeteryaya sahip.
İsmini Nazım Hikmet’in çok sevdiği
eşinden alan bu kafe sunduğu ücretsiz
internetle ve geniş masalarıyla ders
çalışmak ve kitap okumak isteyenler
için oldukça uygun bir mekan. Ucuz
ve kaliteli ürünleriyle öğrenci dostu
olduğunu kanıtlayan kafede bazı eski
“komünist” adetler sıkı sıkıya takip
edilmekte. Örneğin, mekânda kola
yerine özbeöz Niğde Gazozu satılır.
Ali Suavi Sokak, No:7, Bahariye
(0216) 414 22 39
Karabatak
Karaköy’ün keşmekeşinin ortasında sizi bambaşka âlemlere götürecek bir mekan, Karabatak. Mekânın üzerinizde
bıraktığı sıcak etki, dekorasyona emek harcandığını ve
içindeki her detayın düşünülerek oluşturulduğunu ele
veriyor. Bahçe kısmı ve alt katı görece daha kalabalık ve
gürültülü olan Karabatak’ın üst katında “sessiz alan” uygulaması var. Duvarlara asılmış uyarılar eşliğinde parmak uçlarınızda yukarı kata ulaştığınızda buranın, geniş masası,
oldukça fazla sayıdaki prizleri, rahat koltukları ve Stormtrooper heykeliyle kafa dinlemek için bir cennet olduğunu
fark ediyorsunuz. Menüsünde tatlı, pasta, sandviç ve salata
çeşitleri bulunan mekânın kahveleri ünlü Avusturyalı
kahveci Julius Meinl’dan. Fiyatları el yakmayan mekânda
ayrıca öğrencilere “yellow-box” (belli bir fiyat yerine gücü
yettiği kadar para ödenmesi) imkânı sunuluyor. Sonuçta,
Karabatak sadece ders çalışmak ve kafa dinlemek için değil, arkadaşlarınızla kahve içip sohbet etmek için de tercih
edebileceğiniz bir mekân.
Kara Ali Kaptan Sokak, No:7, Karaköy (0212) 243 69 93
İstanbul Modern Kütüphanesi
İstanbul Modern’in içinde yer alan ve girişi ücretsiz
olan kütüphaneye müzenin ziyarete açık olduğu her an
girebilirsiniz. Kütüphanenin koleksiyonu 8500’ü aşkın
kitap, yerli ve yabancı müze, galeri ve sergi katalogları
ile çok sayıda dergiden oluşuyor. Kütüphanede maalesef
ödünç alma sistemi bulunmuyor; fakat isteyen ziyaretçiler
cüzi bir ücret karşılığında fotokopi makinelerini kullanabiliyor. İstanbul Modern Kütüphanesi, ziyaretçilerin
kullanımına açık bilgisayarları ve çalışma masalarıyla,
okulumuzun özellikle sınav dönemi dolup taşan kütüphanesi ve çalışma salonlarına iyi bir alternatif oluşturuyor.
Değişik dekorasyonuyla da dikkat çeken bu mekân, yolu
Karaköy’e düşenler tarafından mutlaka görülmeli.
Meclis-i Mebusan Caddesi, Liman İşletmeleri Sahası,
Antrepo 4, Karaköy (0212) 334 73 18
Akbank Sanat Kafe
İstiklal Caddesi üzerinde, Fransız Konsolosluğunun hemen bitiminde yer alan
sanatseverlerin buluşma noktası Akbank Sanat Kafe, şehrin kalabalığından
uzakta rahat bir nefes almanızı sağlarken, sanat kütüphanesi ve müzik dinleme
odası ile ziyaretçilerine hoşça vakit geçirme imkânı sunuyor. Mekan, sıcak
sandviçlerden taze salatalara ve wraplere, çeşitli keklerden kahve ve çay türevleri ile taze sıkılmış meyve sularından oluşan sıcak ve soğuk içeceklere kadar
geniş bir menü ile müşterilerine keyifli anlar vaat ediyor. Sıcak içeceklerin
fiyatları 2.5-4.5 TL arasında. Akbank Sanat Cafe; dinginliği, sade ve fonksiyonel tasarımı, standart fiyat tarifesi ve yüksek hızlı internet bağlantısı ile civarda
ders çalışılabilecek en uygun mekanların başında geliyor.
Akbank Sanat Beyoğlu İstiklal Cad. No:8 Kat:4 Tel: (0212) 252 35 00 / 116
Orhan Veli Şiir Evi
‘Şiir Evi’ gibi sıra dışı bir konseptle misafirlerini
ağırlayan mekan, öngörülebileceği üzere tematik
bir çalışmanın ürünü. Öyle ki; duvardaki figürlerden elinizdeki menüye kadar mekanın her bir
köşesinde Orhan Veli’ye ait izler bulmak mümkün.
Masa ve sandalyeleri ile ilk bakışta standart bir kafe
görünümünde olmasına rağmen, ‘Şiir Evi’ konseptini özümsemiş müşterileri sayesinde koruduğu
sessizlik, burayı ders çalışmak için uygun bir hale
getiriyor. Ayrıca büyükçe bir masa ve etrafında sandalyeleri ile arka taraftaki eski kitaplarla dolu oda,
küçük toplantılar, buluşmalar ya da toplu dersler
için ideal. Öğrenci dostu menülerinde içecek fiyatları 1.5-3.5 TL arasında değişiyor. Barış içerisinde
yaşayan kedisi ve köpeği, ev yapımı kekleri, ücretsiz
Wi-Fi hizmeti ve sıcacık ortamıyla Orhan Veli Şiir
Evi, çalışmak için uygun bir alternatif. Süslü Saksı
Sokak No: 12 Kat:1 Beyoğlu Tel: (0212) 249 49 36
gurbet*
*
17
Exchange yazı dizisi
Hint Okyanusu’ndan
İstanbul Boğazı’na
Binlerce kilometre uzaktaki küçük bir ada ülkesi
olan Mauritius’tan İstanbul’a okumaya gelen Irfaan
bize kendi ülkesinden ve İstanbul hakkındaki izlenimlerinden bahsetti.
1 – Kendini tanıtır mısın?
Merhaba, adım Irfaan Mohammed
Nahoor ve 21 yaşındayım. Çoğunuzun bilmediği bir yer olan Mauritius
Adası’ndan geldim. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde ilk yılım.
2 – Ülken Mauritius hakkında bilgi verir misin?
Cennet Adası olarak anılan, Hint
Okyanusu’nun ortasındaki Mauritius, lakabından da anlaşılabileceği
gibi Dünya’nın en güzel ve en egzotik yerlerinden biri. Hindistan’ın
güneyinde, Afrika kıtasının ise
doğusunda kalan Mauritius’un
yüz ölçümü 2040 km2. Yaz ve kış
olarak iki mevsim yaşanıyor ve
sıcaklıklar uç noktalarda seyrediyor.
Orta gelirli bir ülke olan Mauritius
Afrika’daki en iyi yönetilen ve tek
tam demokratik ülke olma özelliğini
taşıyor. Yerel dilimiz Kreol fakat
resmi dilimiz İngilizce ve Fransızca.
Bunların yanında pek çok Asya dili
de konuşuluyor. Mauritius’da pek
çok ulus ve dolayısıyla Hinduizm,
Budizm, İslamiyet
ve Hristiyanlık gibi
çeşitli dinler bir
arada yaşıyor. Nüfus
yaklaşık 1,2 milyon.
Yemek kültürümüz genel anlamda
tropikal meyveler ve
dünya mutfağından
oluşuyor, özellikle
Hint, Çin ve Avrupa mutfağının
hakimiyeti görülüyor. Bu anlamda
meşhur Türk kebabını da unutmamak lazım!
Mauritius, Dünya Sağlık Örgütü
tarafından en temiz havaya sahip
ikinci ülke olarak seçildi. Ayrıca bu
yıl Dünya’daki en iyi kumsal seçildi.
Bunlara ek olarak dalmak, sörf
yapmak, paraşütle atlamak, dağa
tırmanmak gibi aktiviteler turistleri
ülkemize çekiyor.
3 – Türkiye’ye gelme sebebin
neydi?
Aslında Türkiye’ye gelme sebebim üniversite eğitimiydi ama aynı
zamanda yeni bir kültür ve yeni insanlar tanımak ve kendi ayaklarımın
üstünde durmak istiyordum. Şu an
burada olmam, liseden beri kurduğum yurt dışında okuma hayalimin
gerçekleşmesi anlamına da geliyor.
4 – Türkiye
İrfan ve Ail
esi
hakkında herhangi bir önbilgin veya önyargın var mıydı?
Kesinlikle
bilgim vardı.
Türkiye hakkında
okuduğum her
yazı tarihinizden
ve misafirperver
insanlarınızdan
bahsediyordu.
Ayrıca iki kıtanın
kültürlerinin bir
arada yaşandığını ve yemeklerinin çok güzel
olduğunu biliyordum. Gelince de
7 – Boğaziçi Üniversitesi’nin
anlatılanlardan farklı bir şey görmeeğitim kalitesi ve olanakları
dim. Ayrıca, kestane şekeri benim
hakkında ne düşünüyorsun?
için dünyanın 8. harikası!
Okulun sağladığı imkanlar; spor,
5 – İstanbul’a ve Boğaziçi’ne
kütüphane, genel altyapı ve diğer
alışmak zor oldu mu? Türkiye
olanaklar fazlasıyla yeterli ve güzel.
ve ülken hakkında bir karşılaşBu mükemmel Boğaz manzaratırma yapar mısın?
sıyla konumu da bundan daha iyi
İstanbul’a alışmam çok zor olmaseçilemezdi herhalde. Ayrıca dersleri
dı, fakat Bursa’da hazırlık
çok iyi ve ilgi çekici buluyorum.
eğitimi aldığım ilk yılımda
Ama maalesef çok zor olduklarını
yeni bir dil öğrenmek, aisöylemeliyim.
lemden ve arkadaşlarım8– İstan-bul’da nereleri gördan uzak kalmanın sıme şansın oldu? En çok beğenkıntısını yaşadım. Bana
diğin yer neresiydi?
her zaman yardım eden
Birçok yeri gezdim İstanbul’da:
arkadaşlarım(özellikle
Fatih Camii, Ayasofya, Topkapı
Nur, Oya ve Hasan)
Sarayı, Atatürk Olimpiyat Stadı,
sayesinde Boğaziçi’ne
MiniaTürk, birçok alışveriş merkealışmak da hiç zor
zi ve tabii ki Taksim… Boğaziçi’ne
değildi. Cana yakınlık
gelmeden önce İTÜ ve Marmara
ve yardımseverlik
Üniversitesi’ni görme şansı da
Boğaziçi öğrencileribulmuştum. Ama en sevdiğim yer
nin ve genel olarak
Güney Kampüs’ün Boğaz manzarası,
Türk insanının
gerçekten olağanüstü.
en güzel özelliği.
9– Mezun olduktan sonra
Ülkem ve Türkiye arasında bir
İstanbul’da yaşamayı düşünükarşılaştırma yapmak çok zor, çünkü
yor musun, planların neler?
kültürlerimiz birbirinden tamamen
Evet dersem annem beni öldürür!
farklı.
Ülkemdeki sevdiğim birçok insanı
6 – Peki arkadaş edinmen
üzmüş olurum. Hayır, geri dönecekolay oldu mu? Arkadaşların
ğim dersem de babam tekrar ona
çoğunlukla Türklerden mi yokyük olacağım için şikâyet eder.
sa yabancılardan mı oluşuyor?
Şaka bir yana, dürüst olmak geBoğaziçili öğrencilerin sıcak ve
rekirse bu konuyu henüz düşünmemisafirperver oluşu arkadaş edindim. İstanbul yaşamak için çok güzel
memi kolaylaştırdı. Buna rağmen
ve cazip bir şehir. Şimdilik sadece
dil sorunu buradaki sosyal hayata ve
Boğaziçi’nde geçirdiğim günlerin
okula alışmamı kısmen engelliyor.
keyfini sürmek istiyorum. Denildiği
Arkadaşlarımın çoğu Türk olmasına
gibi: Üniversite yaşamı insan hayatırağmen, üniversite dışında başka
nın altın dönemidir.
yabancı arkadaşlarım da var.
18 sosyal
“AVM ve Gökdelenler, Bu Şehrin Mezar Taşlarıdır”
ALPER SEZER
[email protected]
Birçok medeniyete ev sahipliği
yapmış, dokusunda birçok milletin
tarihinden izler taşıyan şehir, nam-ı
diğer Şehr-i İstanbul, “modernleşen”
dünyaya ayak uydurmak için gün
geçtikçe siluetini garabet yapılara
terk ediyor. Kentleşme dürtüsüyle
bir şantiyeye dönüşen şehir, son
yıllarda gelişen acımasız inşaat sektörüne kurban gidiyor.
Her geçen gün yükselen gökdelenler ve yeni yapılar; dokuyu,
tarihi hiçe sayarak sadece şehrin
merkezine değil, kültürümüzün ve
hayatlarımızın da merkezine yerleşti.
Artık o mükemmel Boğaz manzaraları, etraftan yükselen gökdelenlerle
bölünürken; Boğaz’dan baktığımızda
tarihi yapılar, camiiler, saraylar, eski
Rum evleri veya yalılar değil; hemen
arkalarındaki iş kuleleri ve AVM’ler
dikkatimizi çeker oldu. Yaşamlarımız
sokaktan AVM hayatına kayarken;
sanatımız, kültürümüz, mimarimiz
de “modernleşti”. Parklar, bahçeler,
yeşil alanlar bir bir betonlar arasında boğulmuş, yapay yeşilliklerle
çevrili site-kentlere, AVM’lere veya
iş kulelerine dönüşür; şehrin üstü
betonla kaplanır oldu. Bu kıyıma hizmet edenler arasına bir de
“kentsel dönüşüm” projesi eklendi.
Sosyo-ekonomik statüsü yüksek olan
kesimin, şehir dışındaki “modern”
sitelerden sıkılıp şehrin merkezinde
yaşama isteğini gerçekleştiren bu
projede; özellikle Fatih’te daha fazla
metrekare kazanmak adına birçok
tarihi yapının aslına uygun olmadan,
sadece ön cephelerinin korunarak
zenginlerimiz için restore edildiği
bilinen bir gerçek.
***
Bir tüketim toplumu olarak
eğlence anlayışımız da kentleşmenin
bir ürünü olan AVM’lere hapsedilmiş durumda. Küstahça alışverişin
yanına “yaşam merkezi” ibaresi de
ekleyen AVM’ler, sosyal hayatımızı
güdükleştiren yapay ortamlar yaratıyor. Avrupa’nın en büyüklerine sahip
olmakla övündüğümüz AVM’ler
açıldıkça, alternatif mekanların ve
açık alanların sayısı da gün geçtikçe azalıyor. Hiçbir gelişmiş ülkede
benzerine rastlanmayan bu AVM çılgınlığı, gelişmekte olan ve her geçen
gün “daha çok tüketmesi gereken”
toplumumuza dayatılan bir sosyal
yaşam zorunluluğu olmaya başladı.
Sinema ve tiyatro salonlarımız dahi
bu AVM’lere hapsedildi; açık hava
sinemaları ve tarihi sinemalarla
gelişen koca bir kültür, AVM çılgınlığıyla yok edildi. Her fırsatta, 20 yıl
öncesine kadar özgürlüğün yeterli olmadığından dem vurduğumuz doğu
bloğu ülkeleri, o dönemki şehirleşmeleri sayesinde büyük şehirlerinin
en merkezi yerlerinde bile devasa
parklara sahip ve insanlar vakitlerini daha doğal-sağlıklı bir ortamda
geçirebiliyorlar. Bizdeyse, gelişimini
AVM betonlarında emekleyerek
tamamlayan yeni nesiller “tüketim
özgürlüklerinin” tadını çıkartıyor.
***
Başlıkta gördüğünüz, senarist
Burak Aksak’a ait olan “Avm ve gökdelenler, bu şehrin mezar taşlarıdır”
ifadesi, yaşadığımız durumun ve
şehrin en kısa haliyle özeti. Yükselen mezar taşları, bir bir şehri ve
şehrin kültürünü, mimarisini yıkıma
uğratırken, bizlerse bu değişimin ne
kadar da çağdaş olduğu yanılgısıyla
avunuyoruz.
Ödüllü Twitter yarışmamızı Furkan Demirdöven’in (@frkndmrdvn) GETEM Telefon Kütüphanesi projesinin
fotoğrafıyla attığı “Görenle görmeyenin aynı şeyi görebileceğini #bogazicindegordum” tweet’i kazandı!
sosyal
19
ANKET SONUÇLARI
Sizce Facebook popülaritesini
yaklaşık kaç yıl içerisinde
kaybedecek?
% 18
1-3 yıl
% 25
5-10
% 29
3-5 Yıl
% 28
10+, uzunca bir süre
kaybetmeyecek
Sosyal Medyada
Değişim Rüzgarları
İçinde bulunduğumuz bilişim çağının iletişim ağını oluşturan sosyal medya dur durak
bilmeksizin kendini yeniliyor. Sosyal medya araçlarının bu yenileme karşısında uzun
süre ayakta kalması ise oldukça güç görünüyor.
HASAN AYDIN
[email protected]
Son zamanlarda adını çokça andığımız ve hayatımızın büyük bir
kısmında karşımıza çıkan büyülü tabir : Sosyal medya . Sosyal
medyayı, kişilerin bilgi paylaşımını
çevrimiçi olarak yaptığı sanal
platform olarak tanımlayabiliriz.
Bu platformun gelişip tüm dünyayı
etkisi altına alması ise on yıl gibi
kısa bir sürede yaşanan değişimlere dayanıyor. Bu değişimi anlayabilmek için, kimi popüler programların değerini yitirdiği kimisinin de
tarih olduğu bu sürece göz atmakta
fayda var.
1995 yılında tanımadığımız insanlarla takma isimler kullanarak
iletişim kurmamızı sağlayan mIRC
ortaya çıktı. Bu ortam sayesinde kimisi tanışma ihtimali bile olmayan
insanlara sırlarını açıp dertleşti,
kimisi ise popüler kız isimlerini
takma ad olarak kullanıp eğlenceli vakit geçirdi. O dönemlerde
revaçta olan başka bir program ise
ICQ idi. İngilizce I seek you ( seni
arıyorum) şeklinde okunan ICQ’da
kullanıcılar kendilerine verilen numaraları kimlik edinerek iletişim
kurdular. Yine aynı dönemlerde,
belirlenen bir başlık altında geçen
diyalogları barındıran ve insanları
bilgilendirme amacı güden forum
siteleri hayatımıza dahil oldu.
1999 yılı sosyal medya açısından
bir hayli hareketliydi. Microsoft
Messenger, insanların gerçek
kimliklerini kullanarak tanıdığı
kişilerle sanal ortamda iletişimini
sağladı. Messenger’ın sahip olduğu
bu özellik bir bakıma kendini yeterince yenileyemeyen mIRC ve ICQ
için sonun başlangıcı anlamına
geliyordu. Böylece sosyal medyada değişim rüzgârları hissedilir
biçimde esmeye başladı. Aynı sene
kurulan Blogger’da profesyonel
olmayan yazarlar kendilerine
ait köşelerinde büyük kitlelere
seslenme imkanı buldu. Blogger’ın
bir süre sonra ücretsiz olması
ve sonraki dönemlerde Google
tarafından satın alınmasıyla blog
yazarlığı oldukça yaygınlaştı. 2004
yılında Harvard’da üniversite içi
sosyal ağ olarak kurulan Facebook, ilk önce diğer üniversitelere
daha sonra tüm dünyaya yayıldı.
Facebook sayesinde insanlar çev-
Foursquare Mayor’lar
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü – Bilgin A.
Güney Çimler - Uğur D.
Manzara - Uğur D.
Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü - Pelin Ö.
Boğaziçi Üniversitesi Hisar Kampüsü – Çağrı A.
Güney Yadyok – Tules O.
Kuzey Yadyok – Orkun T.
resindeki herkesi tek bir ağ altında
toplayabildi. Kullanıcılara sunulan
yazılı ve görsel paylaşım imkanı
ve arkadaşlarını anında takip edebilme olanağı Facebook’u sosyal
medyada zirveye taşıdı. Bütün
bu gelişmelere cevap veremeyen
Messenger ise sosyal medya mezarlığındaki yerini almak zorunda
kaldı. İki yıl sonra sosyal medyanın
video kolunu oluşturan Youtube ve
mikroblog özelliği taşıyan Twitter
bireylerin hizmetine sunuldu.
Son on beş yıldır güçlü bir
şekilde hissedilen bu dönüşüm günümüzde hızlanarak devam ediyor.
Yaşanan değişimlerin altında ise
insanların beklentilerinin zamanla
farklılaşması ve kullanıcılara yeni
kolaylıklar sağlayan yeni oluşumların ortaya çıkması yatıyor.
Şu anda Twitter’ın 500 milyon,
Facebook’un ise bir milyar kullanıcıyı bünyesinde bulundurması
bile bu sitelerin geleceği hakkında
garanti vermiyor. Değişen dünyaya
ve gelişen teknolojiye ayak uydurmaları bu sitelerin de popülerliklerini koruyabilmeleri için oldukça
önemli. Aksi takdirde önümüzdeki
dönemlerde bu sitelerin de kaderi
kurbanlarınınki gibi olabilir.
Boğaziçi Üniversitesi Steps – Berkay A.
Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi – Betül A.
Orta Kantin – Berrak K.
1.Erkek Sesli Study – Elif B.
Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Yemekhane – Selahattin Ö.
Boğaziçi Üniversitesi Güney Yemekhane – S.O.S.
Garanti Kültür Merkezi – Burcu E.
Boğaziçi
Tweet
@suhedacmc
Tuvaletlerde klasik
müzik çalınmasını
#bogazicindegordum
Çok modern bir ortam
gerçekten,herkes bale
yapıyor falan.
@KorayPusat
üniversiteli köpekleri ve
selam verip geçen kedileri
#bogazicindegordum köpek
resmen ingilizce havlıyo!!
@misstaneri
Bölümdeki herkesin öğrenci
numarasını ezberleyip,
insanlara notlarını onlar
bile daha bakamadan önce
söyleyen tipleri#bogazicinde
gordum
@gamzege
Study de oksijensiz solunum
yapabilen insanları#bogazici
ndegordum
@nzmsnsr
Sınavda çıkmayacak
konuları, soruları derste
anlatan hocaları ve bunları
da not olarak deftere yazıp
çalışan öğrencileri#bogazici
ndegordum
@gizemingg
Acı gerçek: Kate Moss’da
durduğu gibi durmuyor.
Kandırdın bizi mango.
@MistirKing
-Aaa, dışarda yağmur mu
yağıyor? + Yok canım ben
kışın her haftasonu hobi
olarak kıyafetlerle baraj
gölüne atlıyorum.
@ihsanaltay
her boğaziçilinin hayatında
olan ‘tkdaki gerizekalı’
karakteri.
@NameKuscu
study’lere eşyalarını bırakıp
yerleşen insanlar gecekondu
efekti yaratmaktalar
@safaret
lan ben mühendis mi olcam
pimapenci mi kardeşim?
projeye pencere çizmek ne
demek ya?
Bizi takip edin: @DinamikGazete
C
M
Y
CM
MY
CY CMY
K

Benzer belgeler