01.12.2014

Transkript

01.12.2014
1
Prof. Dr. Fatma Gök:
SÖYLEŞİ
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Ezdi ve
Kobanêli
çocuklara okul
Sayı:30 -
01 - 07 Aralık 2014
Sayfa 14
basnews.com
‘Şehit Peşmergeler
hepimizin
çocukları’
PDSK Liderinin oğlu Eta Hecî
Mahmûd Kerkük’teki bir çatışmada
yaşamını yitirdi. Olayın duyulması
üzerine KBY Başkanı Mesud Barzani,
Hecî Mahmûd’u arayarak başsağlığı
diledi. Barzani telefon görüşmesinde
“Senin oğlun benim de oğlumdur. Savaş
cephelerinde vatanı için canını feda eden
bütün kahraman Peşmergeler benim ve
senin çocuklarındır. Bundan dolayıdır ki
aynı acıyı beraberce yaşıyor ve hepimiz
için başsağlığı diliyorum” dedi. Barzani, savaşta yaşamını yitiren Peşmerge
ailelerine atfen şöyle konuştu: “Halkının
onurunu savunan çocuklarımızın kanı
Sayfa 05
boşuna akmamıştır.”
Hevsel’in meyveleri
boğazınıza dizilsin...
Oğul bugün
duman almış
Hevsel’i... Sayfa 15
Dersim’de samimiyet sınavı
Dersim tartışmaları Başbakan Davutoğlu’nun geçtiğimiz hafta kente gidişiyle yeniden alevlendi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 yıl önce
Dersimlilerden ‘özür dilemesiyle’ başlayan bu süreç,
Davutoğlu’nun Dersim’den yaptığı konuşma ve buna
gösterilen tepkilerle devam ediyor. Başbakanın Dersim ziyareti ve yaptığı açıklamaları seçim yatırımı olarak değerlendiren kesimler hükümetin bu yaklaşımını
samimiyet testi olarak niteliyor.
Sürecin tasarımı ve akışı
MİTHAT SANCAR
Adem Sönmez
‘O an’ların Kürdi
Sayfa 16
kadrajı
s03
Erbil’de savaş ve
diplomasi kazanı
Sayfa 04 - 05
77 yıl önce yaşananların hala “Dersim katliamı”
olarak adlandırılmaması kamuoyunda kırılmalara
sebep olurken, Dersim isminin iade edilmesi, Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının bulunması,
kayıp çocukların akıbetlerinin ortaya çıkarılması,
el konulan mülklerin iade edilmesi, katledilenlerin
envanterinin açıklanması ve Dersim’de yaşananların katliam olarak kabul edilmesi taleplerine ilişkin
kamuoyunda beklentiler devam ediyor. Sayfa 02 - 03
Fıtrat meselesi
MESUT YEĞEN
Medeniyet mühendisliği
s05
BİLAL SAMBUR
Çözüm Süreci
ortaya karışık
Sayfa 08 - 09
s13
02
BasHaber
1 - 7 Aralık 22014
SÖYLEŞİ
MANŞET
MANŞET
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
3
SÖYLEŞİ
Dersim’de sorun var çözüm yok!
Yazar Mehmet Bayrak: Tunceli ismi
faşizan bir fikirle ortaya çıkmıştır
Kısa süre önce katıldığı panelde dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam tarafından 1942’de Genel Kurmay Başkanı Fevzi
Çakmak’a, mağaralara gaz atılmasıyla ilgili
gönderdiği belgenin açıklıkla dile getirilmesinin büyük yankı uyandırdığını aktaran araştırmacı Mehmet Bayrak, “AKP’nin Dersim’i
gündeme getirmesinin altında CHP’yi sıkıştırmak istemesi var” dedi. Dersim’in isminin
iade edilmesini değerlendiren Bayrak, “Tunceli ismi faşizan bir fikirle ortaya çıkmıştır.
Böyle hakaret içeren bu ismin değiştirilmesi
gerekiyor. Bütün sokak adları Atatürk’le başlıyor. Dönemin komutanlarının ismi var. Bu
nedenle sadece kışlanın isminin değiştirilmesi
yetmez. Bunlar basit gündem oluşturma üzerine kurulu şeylerdir” diye konuştu. Alevilerin
ve devlete yakın Alevilerin birçok ortak talebi
olduğunu kaydeden Bayrak, “Cemevinin ibadet yeri olarak kabul edilmesi, Aleviliğin yasal
olarak kendi başına bir din olması ve zorunlu
din dersinin ve diyanet işlerinin kaldırılması
yeterli değil. Bu halklara ayrıca yasal güvence
verilmelidir” dedi.
AKP eski Milletvekili Reha Çamuroğlu:
Dersim Üniversitesi ismi
AKP tarafından reddedildi
Dersim katliamını ‘çok başka bir olay’ olarak değerlendiren eski AKP milletvekili Reha
Çamuroğlu, Alevilerin talepleriyle Dersim’de
ataları katledilmiş insanların canlarının farklı
yandığına dikkat çekti. Dersim’de katledilenlerin torunları ve bütün insanlığın Dersim’de
yaşananları kınayabileceğini ve bununda çok
normal olduğunu söyleyen Çamuroğlu, ‘’Devlet bunun için özür dileyebilir, dilemelidir de.
Çünkü çok başka metotlarla çözülebilecek
sorunlar, eline çekiç alanın her şeyi çivi zannetmesi gibi halledilmiştir. Onun için devlet
özür dilemelidir. Bunun Alevilikle bir ilgisi
yoktur. Dersim’de katledilenler Alevi oldukları için katledilmediler. Oradaki katliam ayrı
bir konu ama biz burada Aleviliği konuşuyorsak Tunceli Üniversitesi’nin isminin Munzur
olması Alevilikle ilgili değil Dersimle ilgili hoş
bir açılımdır ama bu kadar. Bunu da geçen
sene Kamer Genç meclise sunmuştu, hatta
üniversite açılırken teklif etmişti, AKP grubu
bunu ret etmişti. Dersim’de kışlayı müze yapalım diyen yoktu. Sorun şurada; AKP Alevi
meselesinde çözüme yönelik adımlar atmak
yerine, oy almaya yönelik adımlar atmakta.
Bu hatalı bir yaklaşım. Olay bu’’ şeklinde
konuştu.
Yazar Haydar Işık: Devletin
Alevi açılımı Sünnileştirme açılımıdır
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dersim
Başbakan Davutoğlu’nun ziyareti ile
bir kez daha gündeme gelen Dersim
sorunu sadece 1938’de bölgede işlenen
katliamları ve bunun yarattığı sonuçlar
ile ilgili değil.
Dersim ile ilgili hassasiyetin katliamın
tüm sonuçları ile ortaya çıkarılıp tanzim
edilmesi dışında bölgedeki Alevilik inancı boyutu da orta yerde duruyor. AKP
hükümetinin Alevilik ile ilgili retoriğinin
Dersim’de ne demişti?
Davutoğlu, Dersim’de yaptığı açıklamalarda
Tunceli Kışlası’nın Dersim Müzesi olacağını,
Tunceli Üniversitesi’nin isminin de Munzur
Üniversitesi olarak değiştirileceğini söyledi.
Alevi inancında kutsal sayılan ziyaretlere giden yolların yapılacağını ve türbelerin restore
edileceğini belirten Davutoğlu, eşit yurttaşlık
bilincinin geliştirilmesi ve Alevi inancının din
dersleri müfredatında daha fazla yer alması
ziyaretini, katliam tartışmalarını ve gündemde olan Alevi açılımını değerlendiren Yazar
Haydar Işık, ‘Dersim’i soykırım olarak tanımayan devletin şimdi de Dersim’de provakasyon peşinde olduğunu söyledi: “Bir yandan
Dersim’in vicdanı, onuru, şerefi Seyid Rıza’ya
hakaret et, öbür yandan da gidip Dersim’li
kardeşlerimle görüşeceğim de. Buna kimse
inanmaz.” Devletin Aleviliği bitirip, Alevileri
Sünnileştirmek istediğini ve bütün resmi
sistemini buna dayandırdığını kaydeden Işık,
“Devletin yapacağı Alevi açılımı ucube bir açılımdır. Açılım bile değildir. Sadece bazı Dersimlileri kendisine bağlar. Bunlar 37-38’de de
oldu. Yani devlet istediği gibi Alevilikle oynuyor. O nedenle devletin yapacağı alevi açılımı
tamamen Sünnileştirme açılımıdır” diyerek
devletin Dersim merkezli Anadolu Aleviliğini
de bitirmeye çalıştığını ifade etti.
Devletin eskisi gibi soykırımlarla değil de
yapılan barajlar ve Alevi ziyaretlerinin sular
altında bırakılması ile bitirilmeye çalışıldığını
kaydeden Işık, “İnsanlar göçe zorlanıyor.
için de gerekli adımların atılacağını ifade etti.
Davutoğlu konuşmasında şu görüşlere yer
verdi: “Aslında herkes bir şeyleri sakladı, onlarca yıl bu topraklarda. Şimdi saklanma vakti
değil, şimdi herkesin onurla, gururla öne çıkıp
ne düşündüyse, ne ideolojideyse, hangi etnik
veya mezhebi veya dini arka plandan gelmişse
gururla, onurla bunları dile getirme vaktidir.
İskilipli Atıf Hoca ile Seyid Rıza’nın idama yü-
Demografi değiştiriliyor. Ve bu yolla Aleviler
sosyal köklerinden uzaklaşmış oluyor”
diyerek devletin hala panislamist, pantürkist
politilarını sürdürdüğünü ifade etti. Işık
şöyle devam etti: “Devletin açılımı sadece
Davutoğlu’nun elini öpen birkaç kişinin maaşa bağlanması açılımı olur.”
Yazar Cemal Taş: Devlet samimi ise
Aleviliği kurumsallaşmasına
olanak sağlar
Da vutoğlu’nun Dersim ziyareti, soykırım ve Dersim tartışmaları yine Aleviliğin
İslamın bir kolu olup olmadığını şeklindeki
yorumu değerlendiren tarihçi Yazar Cemal
Taş, “Dersim toprakları Alevi sistemi, sözlü
anayasasıyla yönetilen, yasaması ve yargısı ile toplumun ortak kollektif hafızasının
oluşmasını sağlayan tek coğrafyadır” diyerek
Aleviliğin bir yaşam tarzı olduğunu vurguladı. Osmanlı’dan beri oradaki yaşam tarzı ve
sistemin reddi üzerine sürekli olarak oraya
dönük politikalar uygulandığını dile getiren
rüyüşlerindeki temel ortaklık, devletin resmi
ideolojisi olmayacak. Devletin bir tek, miletle
bağı ve aidiyeti olacak. Milletin, toplumun her
kesimiyle bağı olmayan bir devlet resmi ideolojiyle yaşayamaz. Resmi ideolojinin dayattığı
tarih anlayışıyla da gelecek inşa edilemez.
Hep beraber konuşacağız, kızmadan, öfkelenmeden. Hepimizin yaşadığı acıları paylaşarak
konuşacağız.’’
Taş, “Cumhuriyet döneminde Sünni mezhebi
üzerine kurulmuş devlette bunu başardılar”
dedi. Devletin açılım konusunda samimi
olmadığını kaydeden Taş, şunları kaydetti:
“Eğer samimiyseler, orada hem fiziksel hem
de kültürel olarak yaptıkları bu soykırıma
karşı, tekrar bu düşüncelerin ve bunu savunan ve yaşayan insanlar için bir ortam sağlarlar. Bu insanların kurumlaşmalarını isterler
ve o topraklarda özgürce yaşayabilecekleri
olanaklar sağlarlar. Samimiyet buradadır.
Onun dışındaki politik söylemler siyasal
istismar dışında başka bir şey değildir. Seyid
Rıza, devlet tarafından şu ana kadar başka
ülkelerle işbirliği yapmış bir hain olarak
toplum nezdinde itibarsızlaştırılıyor. Devlet
gerçekten onun günahsız olduğuna inanıyorsa, iadeyi itibar yapar ve onun gibi düşünen
ve yaşamak isteyenlerin önünü açar.”
Dersim eski Milletvekili Sinan
Yerlikaya: Haklar iade edilecek
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir
ve Alevi açılımı adı altında yürüttüğü
siyaset özellikle bu inancın temsilcileri
tarafından sorunlu ve eksik olarak eleştiriliyor.
Din derslerinin bir bütün olduğu ve
mecburi olarak verilmeye devam edileceğini savunan hükümet, Alevilik konusundaki yaklaşımlarını şöyle sıralıyor: “Alevilik mevcut ders haricinde farklı bir ders
olarak verilemez, mevcut müfredata bir-
başbakanın Dersim’de Cemevini ziyaret
etmesinin tarihi bir gelişme olduğunu
kaydeden Eski CHP Dersim Milletvekili
Sinan Yerlikaya, “Oturup destur almaya
geldim demesi önemli bir hadisedir”
dedi. Dersim meselesi ve Alevilik ile ilgili çalışmalarının olduğunu söylemesinin
olumlu olduğunu belirten Yerlikaya, “Bu
çalışmalar neticesinde çıkan sonuçtan
sonra Alevi önderlerini de yan yana
getirip Cemevi konusunda son noktayı
koyacağız. Yani devam eden çalışmalar
ilerleyen zamanlarda hem devlet hem
de kanaat önderleri tarafından rapor
olarak kamuoyuna açıklanacak” dedi.
Devletin son günlerde Dersim katliamı
ve özür dilemesinin yine meclisteki Dersim komisyonunun olumlu bir gelişme
olduğunu ifade eden Yerlikaya, “Kamuoyunun hassasiyetini de anlıyorum ama
bunlar hemen halledilebilecek olaylar
değil. Ben bu konuda umutluyum bunlar hepimizin temenni ettiği şeylerdir.
Bu hakların iade edileceğini düşünüyorum” dedi.
DBP İl Başkanı Ergin Doğru:
Tunceli’yi gördü,
Dersim’i görmedi
Davutoğlu’nun Dersim ziyaretinden
beklentili olmadıklarını belirten DBP
Dersim İl Başkanı Ergin Doğru, “Bunun
nedeni, Başbakanın ideolojik kimliği ve
devletin Dersim algısının değişmemiş
kaç ünite daha Alevilik eklenirse sorun
çözülür. Cemevleri ya kurulacak bir vakfa
bağlanacak, ya Diyanet içerisinde ayrı bir
birim oluşturulacak ve oraya bağlanacak
ya da Başbakanlığa bağlı farklı bir inançsal birim oluşturulup oraya bağlanacak.
Dedeler, kurulacak bir Alevi enstitüsünde
yetiştirilip buradan sertifika alacaklar ve
cemevinde maaşlı devlet memuru olarak
görevlendirilecekler.’’
olması” dedi. Ziyaret sırasında kentin anlamlı bölgelerine değinilmesini
anlamlı bulacaklarını belirttiklerini
kaydeden Doğru, “Davutoğlu’nun
ziyareti ve konuşması bizim bu kaygı
ve eleştirilerimizde ne kadar haklı
olduğumuzu gösterdi. Ziyaret süresince
yaptığı açıklamalar ve pratiği Dersim’i
hala hazmedemediğini gösteriyor. Bizde
Tunceli’yi gördü ama Dersim’i görmek
istemedi diye formüle ettik bu ziyareti”
dedi.
Demokratik haklar dışında ekstra
bir talepte bulunmadıklarını kaydeden Doğru, şunları söyledi: “Aleviliğin
anayasal güvenceye alınması gerekiyor.
Bu da yetmez. Toplumların önyargılarının da kırılması gerekiyor. Ders
kitaplarında ve devlet bürokrasisindeki
dışlayıcı tutumdan vazgeçilse Aleviler
kendilerini bu ülkenin insanları olarak
görecekler. Bir aidiyet duygusu olacak.
Ama çocuklara zorunlu din dersi okutup, ders kitaplarında hakaret edecek,
sonra da kalkıp Alevilerin eşitliğinden
bahsedeceksin. Bunlar hiç samimi değil.
Dersimle yüzleşmek devletin kendisi ile
yüzleşmesidir. Geçmişi ile yüzleşmesidir. Cumhuriyet katliam ve asimilasyonlar üzerine kuruludur. Siz bunlarda
kendi payınızı çıkarmadan demokratik
bir ülke olamazsınız. Bu insani ve vicdani bir sorumluluktur.”
Cafer Solgun: Seçim yatırımı
mantığı hayal kırıklığı yarattı
Dersim ziyaretinin ve Dersim konulu
açıklamaların iyi bir seçim yatırımı
mantığı olmadığını belirten Yüzleşme
Derneği Başkanı Cafer Solgun, “Çünkü
hayal kırıklığı yarattı” diyerek, sadece
Tunceli Üniversitesi’nin isminin Dersim
olarak değiştirilecek olmasının üzücü olduğunu söyledi. İsmin değiştirilmesinin
açılım olarak nitelendirilmesini eleştiren Solgun, “Dersim’le ilgili herhangi
bir açılım veya gerçekçi bir adımın
atılmaması beklentileri karşılamadı. Bu
nedenle açılım niteliği taşımıyor” diye
konuştu.
Hükümete yakın medya organları
tarafından her sene düzenli olarak
Dersim’in ve Alevi açılımının gündeme getirildiğine işaret eden Solgun,
“Dersim meselesinde ise ilk olarak
Dersim adının iade edilmesi gerekiyor.
Tunceli bir katliam hareketinin adıdır
bir katliamın isminin memleketimize verilmesi devletin utancıdır. Eğer
Dersime, Dersim 38’e katliam diyorlarsa
bu Tunceli adının tarihin çöplüğüne
gönderilmesi gerekir. 38’e özel olarak,
Seyid Rıza ve arkadaşlarının cenazelerine ne yapıldığının açıklanması lazım.
Bu CHP’den ziyade şu anki hükümetin
de sorumluluğudur. Geçmişte Tunceli
kanunu çıkarıp katliam yaptılarsa şimdi
de kanun çıkarıp özür dilenmelidir.”
BAHÇELİ, TUNCELİ EMNİYETİNİ
ZİYARET ETTİ!
Davutoğlu ile girdiği polemiğin ardından ani
bir kararla Dersim’e giden MHP Lideri Devlet
Bahçeli’yi kentte protestolar karşıladı. 10 ilden
takviye polis ekipleri, TOMA ve zırhlı araçların
yönlendirildiği kentte esnaf kepenk kapatırken, öğrenciler okula gitmedi. Dersim’de sadece valiliği ziyaret edebilen Bahçeli, programının kalan kısmını iptal etmek zorunda kaldı.
03
Sürecin tasarımı ve akışı
MİTHAT SANCAR
Barış süreçlerinin akışında dört
önemli boyut vardır: Temas, diyalog,
müzakere, çözüm.
İdeal olan, bu boyutların mümkünse eş zamanlı gerçekleşmeleri,
en azından iç içe geçmeleridir. Lakin
somut bir süreçte bu boyutlar, farklı
aşamalar olarak, yani birbirini takip
edecek şekilde yaşanabilir. Aslında
bu durum, pek atipik sayılmaz. Dünya deneyimleri içinde aşamalı şemaya uygun işleyen örneklerin sayısı hayli fazladır. Bu şemaya göre, taraflar, önce bir
“süreç”in imkanlarını ve şartlarını görebilmek için birbirlerini
yoklarlar. Bu temaslar, bazen doğrudan, kimi zaman da aracılar üzerinden yapılır ve büyük çoğunlukla gizli tutulur.
Bir sürecin mümkün olduğu kanaati iki tarafta da oluşursa, diyalog boyutu devreye girer. Bu aşamada, her bir taraf
diğerinin sürece ilişkin planlarını ve beklentilerini anlamaya
çalışır. Sürecin nasıl bir çerçevede yürütüleceğine dair “pazarlıklar” da bu boyuta dahildir.
Diyalog aşamasını, “sürecin tasarımı”na dönük bir müzakere, bir bakıma “müzakerenin müzakeresi” olarak niteleyebiliriz. İdeal olan, bu aşamayı olabildiğince hızlı geçmek, en
azından fazla uzatmamaktır. Hele de süreç kamuoyuna duyurulmuşsa, bu aşamayı uzatmak, krizlere açık davetiye çıkarmak anlamına gelir. Zira uzadıkça uzayan ve bir türlü “esas”a
gelmeyen görüşmeler, hem iki taraf arasındaki güveni aşındırır, hem kamuoyundaki “çözüm” beklentilerinin hayalkırıklığına dönüşmesine yol açar, hem de değişen iç ve dış şartların
süreci başka mecralara çekmesine zemin sunar.
Türkiye’de iki yıldır devam eden süreç bakımından olan
şey, aşağı yukarı budur. Geldiğimiz son nokta ise, diyalogtan
müzakereye geçiş arayışıdır.
Diyalogtan müzakereye geçebilmek için, sürecin teknik
açıdan yapılandırılması gerekir. Görüşmelerin yasal çerçevesini ve kurumlarını oluşturmak bu yapılandırmanın en önemli
ayaklarıdır.
Bu tür adımların derindeki anlamı ise, tarafların birbirilerini resmen tanımaları ve sürecin eşit ortakları olarak görmeleridir. Müzakerenin, Avishai Margalit’in deyişiyle “sihhatli
bir uzlaşma”ya doğru ilerleyebilmesi için, bu tanıma hayati
önemdedir. Yine Margalit’in sözlerinden hareketle söyleyecek olursak, müzakeredeki esas “mesele düşmanın nasıl dosta
çevrileceği değil, düşmanın nasıl rakibe dönüştürüleceğidir”.
Zira müzakere “anlaşmazlığın nedenine odaklanır, oysa şiddet içeren düşmanlık çatışması, düşmanın belkemiğini kırmaya odaklanır”. (Bu tür süreçlerin diyalektiğini daha iyi anlayabilmek için Avishai Margalit’in alıntıları yaptığım şu eserini
öneririm: Uzlaşma ve Kokuşmuş Uzlaşmalar, Çev. Nedim
Çatlı, İthaki Yay., İstanbul 2013).
Buna göre, müzakereden uzlaşmaya (çözüme) gidebilmek için, bir yandan kurumsallaşmaya, diğer yandan tarafların üslup ve tutumlarının bu aşamanın ruhuna göre yeniden
ayarlamalarına ihtiyaç vardır.
Kurumsallaşmanın ana amacı, süreci taraflardan birinin
tek yanlı tasarruflarına karşı koruma altına almak, dolayısıyla
iki tarafın eşitliğini sağlamaktır. Süreci tek yanlı sürdürme çabası, Türkiye’deki süreçte de gördüğümüz üzere, esas olarak
hükümetten gelir.
Hükümetin kurumsallaşma taleplerini uzun süre göz ardı
etmesinin ardında, süreci olabildiğince kendi kontrolü altında
tutma ve istediği şekilde yönlendirme niyeti yatıyor. Bu niyette
ısrar etmek, süreci çıkmazlara sürükler. Kobané meselesinin,
hem IŞİD kuşatması hem de eylemler boyutuyla, süreci tıkanma noktasına getirmesinin nedenini burada aramak gerekir.
Yaklaşık bir ay süren tıkanıklık, gerek İmralı’da yürütülen
görüşmeler, gerek hükümet ile HDP heyeti arasındaki temaslar sayesinde aşılmış görünüyor. Yapılan açıklamalar, hükümetin süreci kurumsallaştırmayı kabul ettiği mesajını içeriyor.
Ancak kurumsallaşmanın nasıl olacağına dair henüz somut
bilgiler yok. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda daha fazla netlik,
genişletilmiş HDP heyetinin bu hafta sonu (30 Kasım’da)
Öcalan’la yapacağı görüşmenin ardından ortaya çıkacaktır.
Sürecin bundan sonra nasıl seyredeceği de, büyük ölçüde buradan çıkacak sonuçlara bağlı olacak gibi görünüyor…
04
BasHaber
1 - 7 Aralık 42014
SÖYLEŞİ
HABER
Erbil’de diplomasi kazanı kaynamaya devam ediyor
Savaş ve diplomasi iç içe
G
eçtiğimiz haftalarda Erbil’de yoğunlaşan diplomasi trafiği ve dünya siyasetine yön veren üst düzey siyasi aktörlerin trafiği gelecekte Erbil’in Ortadoğu’nun
en önemli siyasi karar merkezlerinden biri
olduğunu teyit eden gelişmeler oldu. Bu arada
Kürdistan’ın Kerkük ve Musul bölgelerinde
Peşmerge’nin IŞİD güçlerine karşı saldırıları
devam ederken, geçtiğimiz hafta Celewla ve
Sadiye ilçeleri IŞİD işgalinden kurtarıldı.
Erbil’le Bağdat arasında imzalanan anlaşma ardından, Kürdistan petrolünün Türkiye
üzerinden dünya piyasalarına aktarımının
başlaması ve buna karşılık Bağdat yönetiminin
Erbil’e vermesi kararlaştırılan bütçe payının
kısmen Erbil’e gönderilmesi, şu ana kadar
tarafların anlaşmaya riayet ettiklerini gösteriyor. Kürdistan Bölge Yönetimi’nden bir heyetin
bugünlerde Bağdat’ta gerçekleştireceği görüşmeler ile anlaşmanın kalıcılaşması bekleniyor.
Barzani’nin geçen hafta Davutoğlu ile gerçekleşen görüşme ardından, “Bu ziyaretin, daha
önce var olan bütün eksikliklerin giderilmesine
yönelik başlangıç olmasını ümit ediyoruz. Yeni
bir süreç başlamıştır ve yeni şartlar söz konusudur” yönündeki açıklaması Davutoğlu’nun
bu ziyaretten beklediği sonuçları alamadığını
gösteriyor. Davutoğlu’nun ardından Türkiye
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erbil’e gerçekleştirmesi beklenen ziyareti ve yine Davutoğlu’nun
Barzani’yi Türkiye’ye davet etmesi Türkiye’nin
önümüzdeki süreçte Erbil’in bölgede oynayacağı rolü teyit eden gelişmelerdi. Geçen hafta
Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun
Bağdat ve özellikle Erbil ziyaretleri, IŞİD
sonrası büyük bir kırılma yaşayan Erbil, Bağdat
ve Ankara hattının onarımı ve ekonomik
temelli ilişkilerin yeniden canlandırılmasına yönelikti. Davutoğlu’nun Erbil çıkarması
önümüzdeki hafta Türkiye Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın KBY’ni ziyaret etmesi ve ardından
da Davutoğlu’nun Barzani’yi Türkiye’ye davet
etmesi ile sürecek.
ABD Genelkurmay Başkanı Erbil’de
Öte yandan KBY’de bir yandan savaş tüm
şiddetiyle sürerken bir yandan da hem petrol
hem de savaşın gidişatıyla ilgili yoğun bir diplomasi trafiği de devam etmekte. IŞİD’e karşı
ortak operasyonların koordine edilmesiyle
ilgili olarak ABD Genelkurmay Başkanı General Raymond Odierno ile ABD’nın Bağdat
ve Erbil Büyükelçileri Stuart Jones ve Josaph
Pennington ile ordu danışmanlarından oluşan Amerikan heyeti Barzani’yi ziyaret etti.
Görüşmede Odierno IŞİD’in sebep olduğu
mağduriyetlerden dolayı kendisinin ve Amerikan halkının üzüntülerini dile getirerek,
savaşa dair alandaki durumu, IŞİD’e karşı
mücadele yürüten güçler arasındaki uyumu
gözlemlemek ve buna dair KBY Başkanı
Mesud Barzani’nin görüşlerini dinlemek için
bu ziyareti gerçekleştirdiğini belirtti. Odierno,
kendi hava kuvvetleri ile Peşmerge’nin uyum
içinde yürüttükleri mücadeleye vurgu yaparak, bu uyumun başarılara vesile olduğunu
ve bundan sonra daha büyük başarılara vesile
olacağını söyledi.
Barzani görüşmede bu savaşta dikkatlerin
askeri boyuta yoğunlaştığını ama savaşın
ortaya çıkarabileceği siyasi sonuçların gözardı
edilmemesi gerektiğini belirtti ve şunları
söyledi: “Peşmerge, Kobanê’den Celewla’ya
kadarki 1500 km’lik uzunca bir hatta, kıt imkanlarıyla, iki ülkenin bütün büyük silahlarını
ele geçirmiş terörist bir yapıya karşı büyük bir
mücadele yürütüyor” dedi. Barzani, dost ve
müttefik devletlerin Peşmerge’yle işbirliğinin
önemine vurgu yaparak bu işbirliğinin çok
daha üst seviyelere taşınması gerektiğini
belirtti. Barzani şöyle sürdürdü: “IŞİD dünya
için ortak bir tehdittir. Bu tehdidin bertaraf
edilmesi için herkesin IŞİD karşıtı cephede yer alması ve bu cepheye katkı sunması
gerekir. Bunun yanı sıra IŞİD’in ne Suriye’de,
ne Irak’ta ne de başka bir yerden desteklenmemesi gerekiyor.”
Parlamento’dan
PKK’ye kutlama
Kürdistan Parlamentosu, PKK’nin 36.
kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir kutlama
mesajı yayınladı. KCK Yürütme Konseyi
Eşbaşkanlığı’na hitaben yayınlanan mesajda,
36. Kuruluş yıldönümü vesilesiyle PKK
kutlandı, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın
özgürlüğüne kavuşması ve Türkiye’deki barış
sürecinin olumlu sonuçlanması temennilerine vurgu yapıldı. Parlamento Başkanı
Dr. Yusıf Mihemed tarafından yayınlanan
mesajda şu ifadeler yer alıyor: “PKK’nin 36.
Kuruluş yıldönümü vesilesi ile en sıcak kutlama dileklerimi size, partinizin mücadeleci
üye ve taraftarlarına ve Kuzey Kürdistan’daki halkımıza sunuyorum. Umut ediyorum ki,
gelecek yıl yapılacak kutlamalar Türkiye’deki
barış sürecinin sonuçlanması ile başka bir
atmosferde gerçekleşir.” Mesajda Kuzey
Kürdistan halkının meşru haklarına kavuşması ve Abdullah Öcalan’ın özgürleşerek,
kendi halkının arasına dönmesi dilekleri de
dile getirildi.
Çek Cumhuriyeti de silah gönderecek
ABD ve birçok Avrupa devletinin IŞİD’e
karşı mücadelesinde Peşmerge’ye silah
göndermesi ve birçok devletin silah yardımı
sözü vermesinden sonra Çek Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanı Lubomir Zaoralek de Çek
Cumhuriyeti’nin Peşmerge’ye ve Kürdistan
Hükümetine askeri eğitim dâhil, silah ve
her türlü insani yardımda bulunmaya hazır
olduğunu bildirdi. Temaslarda bulunmak
için geçtiğimiz Perşembe günü Erbil’e gelen
Lubomir Zaoralek, Barzani tarafından kabul
edildi. Açıklamada Mesud Barzani’nin de
Zaoralek’e, Çek Cumhuriyeti’nin Kürdistan
Bölgesi’ne ve Peşmerge’ye verdiği destekten
dolayı teşekkür ettiği ifade edildi. Barzani’nin
bu görüşmede, Kürdistan Bölgesel Yönetimi
ile Çek Cumhuriyeti arasında, ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerin geliştirilmesi gerekliliğine vurgu yaptığı açıklandı. Perşembe günü
akşam saatlerinde gerçekleşen görüşmeye,
her iki taraftan üst düzey yetkililer de katıldı.
Alman Sol Parti Lideri Gysi Erbil’de
Bu arada Kürdlere silah yardımı yapılması konusunda
tartışmaların yaşadığı Alman Sol Parti’den de ilk Kürdistan
ziyareti gerçekleşti. Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani
tarafından kabul edilen Alman Sol Parti Liderlerinden Gregor
Gysi ülkesinin Peşmerge’ye yardımının sürmesi için çalışmalarını sürdüreceklerini belirtti. Gysi’nin ziyaretinin Peşmerge’ye
silah verilmesine karşı çıkan ve koyu bir ABD politikası karşıtı
olan Sol Parti’nin bu tavrını yeniden gözden geçirip geçirmeyeceği ile ilgili merak konusu oldu.
Selahattin’de gerçekleşen görüşmede Gysi, Barzani’ye
Alman Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier ve bazı yetkililerin
selamlarını ileterek KBY ve Peşmerge’nin IŞİD’e karşı Ezdiler,
Hırıstiyanlar ve diğer etnik ve dini azınlıkların korunması ve
yerlerinden güç eden yüz binlerce kişinin barındırılması ve
korunması konusunda gösterdikleri çabalardan dolayı kutladı.
KBY’nin kısa zamanda elde ettiği gelişmelerin hayranlık
uyandırdığını belirten Gysi, Kürdlerin büyük haksızlıklara uğradığını ama artık kendi haklarıyla tarih sahnesine çıktıklarını
söyledi.
Barzani de görüşmede ziyaretlerinden Walter Steinmeier
ve diğer yetkililerin selamlarını aktardığı için Gregor Gysi’e
teşekkürlerini iletti. Barzani, bölgedeki savaş ve IŞİD’in sebep
olduğu mağduriyetlere vurgu yaparak, Peşmerge’nin IŞİD’i
işgal ettiği yerlerden çıkarmak için yoğun bir çaba sarf ettiğini
ve bu çabalarının sonuca ulaşacağını söyledi. Barzani IŞİD’in
bütün dünya için tehlike olduğuna vurgu yaparak, “IŞİD’e
karşı, hem ideolojik hem de ekonomik olarak mücadele
edilmelidir” dedi. Peşmerge’ye yapılan silah ve askeri malzeme
yardımlarının sevindirici olduğunu belirten Barzani, IŞİD gibi
iki ülkenin büyük silah rezervlerini ele geçirmiş bir yapıyla
mücadelede bu yardımların yeterli olmadığını ve Peşmerge’nin
ağır silahlara ihtiyacı olduğunu söyledi.
HABER
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
5
SÖYLEŞİ
PDSK Lideri’nin oğlu Eta yaşamını yitirdi
Çatışmaların yoğunlaştığı bugünlerde yaşamını yitirişi Kürd liderlerin savaş
zamanlarında çocuklarıyla beraber
Kerkük’ten bir Kürd liderinin oğlunun
ön cephelerde siper aldıklarını bir kez
daha ölüm haberi geldi. Kürdistan Sosdaha ortaya koydu. Mihemed Heci
yalist Demokrat Parti (PSDK) Başkanı
Mahmud’un oğlu Eta Mihemed’in
ve Peşmerge Güçleri Kerkük Kuvvetleri
Komutanı Hema Heci Mahmud’un oğlu yaşamını yitirmesi, PYD Lideri Salih
Eta Hama Heci Kerkük’te
babası ile birlikte savaşırken yaşamını yitirdi.
Oğlu Eta ile aynı
saflarda savaşan PSDK
Başkanı ve Peşmerge
Güçleri Kerkük Kuvvetleri
Komutanı Mihemed Heci
Mahmud da cephede
fiilen savaşmakta idi.
Kerkük’ün Kuzeyindeki
Til Werd köyü cephesinde
babasıyla birlikte cephede
IŞİD’e karşı savaşırken
yaşamını yitiren Eta
toprağa verildi. Eta’nın
Eta Hecî Mahmûd
Barzani cephede
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid
Kadir eşliğinde cepheleri denetlemek ve
son durumu yerinde izlemek amacıyla
Musul’un Mahmur ve Giwer ile Kerkük
ve Dubiz cephelerini ziyaret etti. Sık sık
farklı cepheleri ziyaret edip, Peşmerge
ile birlikte kalan Barzani, Peşmerge
Bakanı Mustafa Seyid Qadir ve bu
cephelerdeki komutanlarla toplantılar
da düzenledi. BasHaber muhabirlerinin
bildirdiğine göre Barzani, toplantıda komutanlar tarafından Til Werd, Mekteb
Xalid ve diğer cephelerde Peşmerge’nin
ihtiyaç duyduğu askeri gereksinimler
hakkında bilgilendirildiği belirtiliyor.
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud
Barzani’nin savaş cepheleri ziyaretiyle
ilgili BasHaber’e konuşan Yaver: “Sayın
Mesud Barzani, Başkomutan sıfatıyla
savaş cephelerindeki Peşmerge moral
vermek ve cephelerin ihtiyaçlarını yerinde tespit etmek için cepheleri geziyor
ve komutanlarla taktik ve stratejik
konularla ilgili toplantılar yapıyor” dedi.
Yaver, Mesud Barzani’nin bundan önce
de cepheleri gezdiğini hatta cephelerde
savaşa komuta ettiğini ve her gerekli
gördüğü zamanlarda bu ziyaretlerinin
olacağını belirtti.
IŞİD’e ağır derbe
Siyasi gelişmeler tüm yoğunluğuyla
devam ederken savaş cephesinde de
yoğun çatışmalar sürüyor. Musul Barajı
civarında yaşanan sıcak çatışmalarda, aralarında IŞİD’in Bölge Genel
Komutanı Şeyh Davut’un da bulunduğu
120’den fazla mensubu öldürüldü, ara-
larında çok sayıda Türk kökenli IŞID
emirinin de bulunduğu 70’in üzerinde
IŞİD’linin cesedi Peşmerge’nin eline
geçti.
Savaş şiddetlendi
Celewla ve Sadiye’de büyük darbe
alan IŞİD ise Kerkük ve Musul bölgesinde saldırılarını artırdı. Bu bölgelerdeki Peşmerge Güçleri de bu saldırılara
sert karşılık vererek kapsamlı operasyonlar başlattı. Irak Ordusu’nun da yer
yer katıldığı operasyonlarda Qeretepe
ile Hemrin civarında çatışmalar devam
ediyor. Musul Barajı çevresindeki iki
köyde IŞİD’in patlayıcı yüklü kamyonlarla iki intihar saldırısı girişiminde
bulunduğu, ancak saldırıların etkisiz
hale getirildiği bildirildi.
Kerkük bölgesindeki çatışmalar ise
Mekteb Xalid, Meryembeg, Mele Ebdula, Riyaz ve Til Werd de şiddetlenmiş
durumda. Bu bölgedeki operasyonlar
neticesinde de bölgedeki Şêx Seîd,
Beyzê, Tepe, Xurmal, Mecid, Cibur ve
Wamir köylerinin IŞİD’den geri alındığı
ve bu çatışmalarda birçok IŞİD’linin
öldürüldüğü belirtiliyor.
Diyala alanındaki çatışmalarda da 59
köyün Peşmerge tarafından IŞİD’den
geri aldığı bildirildi. Peşmerge komutanlarından İskender Seyid Osman
yaptığı açıklamada, “Diyala’nın Hemrin
Dağı eteklerindeki 59 köyü kurtardık.
Şu an bulunduğumuz Tolan köyü,
IŞİD’in, Celewle ve Sadiye’ye saldırırken üs olarak kullandığı üs idi” dedi.
IŞİD tehdidi nedeniyle aylar önce halkın bölgeyi terk ettiğini aktaran Osman,
Muslim’in oğlu Şervan Muslim’in
geçtiğimiz yıl Tel Abyad’da savaşta
katledilmesi, Mesud Barzani’nin çocuklarının ön cephelerde savaşması, askeri
uzmanların hayranlığını uyandırıyor.
PSDK’nin televizyon kanalı Cemawer
TV Eta Mihemed’in
Til Werd cephesinde
çatışma esnasında
yaşamını yitirdiği
anların görüntülerini
yayınladı. Görüntülerde Eta’nın yaşamını yitirmeden önce
babasıyla beraber
IŞİD’e karşı savaşırken görülüyor.
Şervan Muslim
söz konusu köylerin hala boş olduğunu söyledi. Peşmergenin, 59 köyü
kontrolüne almasıyla Diyala’daki tüm
tartışmalı Kürd toprağı olan bölgelerin,
KBY’nin denetimine geçtiğini aktaran
Osman, Hemrin Dağı’nın da Bedir
Tugayları’nca ele geçirildiğini sözlerine
ekledi. Yerel kaynaklar, IŞİD’çilerin
cesetlerini Hemrin göletine attığını,
göletten küçük sandallarla karşıya
geçmek isteyen bazı yaralı militanların
da boğulduğunu bildirdi.
Yawer: IŞİD böyle bir direniş
beklemiyordu
Savaşın yoğun olarak yaşandığı
cephelerle ilgili BasHaber’in sorularını
yanıtlayan Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü
Cabar Yawer, IŞİD’in Kerkük bölgesinde Mekteb Xalid ve diğer bazı alanlarda
saldırıya geçtiğini, Peşmerge’nin bu
saldırılara sert karşılık vermesi ardından IŞİD’in geri çekilmek zorunda
kadığını ve bu çatışmalarda birçok
IŞİD üyesinin öldürüldüğünü bildirdi.
IŞİD’in Musul bölgesinde de 4 koldan
saldırı girişiminde bulunduğunu söyleyen Yawer, burada da Peşmerge’nin
sert karşılık vermesi sonucu saldırıların
etkisinin kırdırıldığını belirtti. Xaneqin
bölgesinde ise Peşmerge’nin son zamanlarda yaptığı operasyonlar neticesinde bu bölgedeki köylerin tümünün
denetimini ele geçirdiği bildirdi. Yawer,
Kerkük civarındaki Çiyayî Hemrin,
Mekteb Xalid, Til Werd ve Mele Ebdula
alanlarındaki çatışmalarda da IŞİD’in
çok sayıda mensubunun öldürülmesi
sonucu geri çekildiğini belirtti.
05
Fıtrat meselesi
MESUT YEĞEN
Erdoğan’ın cinsiyetler arası
eşitlik meselesi üzerine yaratılışa atıfla söyledikleri ve bu
söylenenler etrafında yürüyen
tartışma birkaç önemli şeyi aynı
anda ortaya serdi; hem de bir
kez daha.
Ortaya serilenlerden ilki
elbette cumhurbaşkanının bu
meseleler hakkındaki kanaati
oldu. Pek de yabancısı olmadığımız bu kanaate göre
kadınlar ve erkekler, yaradan öyle uygun görmüş olduğu için eşit değiller ve bu eşit olmama haline uygun
roller üstlenmeleri gerekir. Binlerce senelik ataerkil
durumu yaratılışa, İslam’a atıfla olumlayan bir kanaat
cumhurbaşkanınınki; türevleri memlekette ve dünyada milyonlarca insanca desteklenen, kadim ve lakin
karşı çıkılması elzem bir muhafazakar kanaat.
Erdoğan’ın ‘kadınlar erkeklerle eşit değiller ama
eşdeğerler’ şeklindeki tevil konuşması ise ikinci bir
şeyi ortaya koydu. Cumhurbaşkanı, söylediklerinin
tahmin ettiğince onay görmediğini fark etmiş ve ‘izah
etme’ ihtiyacı duymuştu. Bu izah ihtiyacı önemli bir
hale işaret ediyor olsa gerek. Cumhurbaşkanıyla, doğal tabanı Türkiye muhafazakarları arasında, bilhassa
da muhafazakar kadınlar arasında bir açı var ya da
bir açı oluşuyor. Muhafazakar bir siyasetçi tarafından
seslendirilmesi öyle aman aman abes sayılmayacak bu
kanaatin tevil edilmeye çalışılması Ak Parti’nin akıbetinin muhtemelen ne türden dinamikler tarafından
şekilleneceğine dair önemli bir işaret.
Erdoğan’ın söyledikleri üzerine söylenmeyenler
ve söylenenler de önemli bir şeylere işaret ediyor.
Olağan bir iki şüpheli haricinde muhafazakar, Müslüman entelijensiyanın içinden cumhurbaşkanınca serd
edilen bu pozisyona ses çıkmaması, ya muhafazakar
entelijensiyanın da tıpkı Erdoğan gibi muhafazakar
tabandaki çeşitlenmeyi ‘göremediğini’ gösteriyor ya
da Edoğan’la muhafazakar entelijensiya arasındaki
ilişkinin aldığı kıvamı.
Erdoğan’ın söyledikleri üzerine seküler sol cenahın bir kısmınca söylenenler de bir şeyler anlatıyor.
Belli ki, seküler sol, kabul edilemez bulduğu kadim
muhafazakar kanaatlerle, bu kanaatleri ‘tanıyarak’
tartışmak yerine, tahkir ederek hesaplaşmayı tercih
ediyor. Söz konusu muhafazakar kanaatin taşıyıcılarını kendi aralarındaki farklılaşmayı ihmal etmeye
teşvik etmek ve mevcut ahvalde seküler solu muhafazakar sağ karşısında en ‘avantajlı’ kılabilecek bir mevzuda dahi dezavantajlı duruma düşürmek için epey
etkili bir tercih bu.
Halbuki, ‘kadınla erkek fıtraten eşit değildir’ gibi
her sıradan muhafazakarın ‘evet, ikrar etmesi zor ama
hepten yanlış da değil’ diyeceği bir kanaati aşağılamak
yerine muhafazakarları da kendi kadim pozisyonlarını sorgulamaya teşvik edecek bir biçimde didiklemek,
hem muhafazakar konsolidasyonun kısmen de olsa
çözülmesine hem de cinsler arası eşitsizliğin biraz da
olsa zayıflatılmasına katkıda bulunabilir.
Erdoğan’ı ve fıtratla ilgili kanaatini tahkir etmek
yerine, Erdoğan’a ve kanaatini zayıf ya da kuvvetli bir
biçimde paylaşan muhafazakarlara ‘teçhiz edildiğimiz
‘fıtrat’ bizi aynı olmaktan alıkoyuyor, eşit olmaktan
değil; ki zaten biz de diğerlerimizle aynı olmak istemiyoruz’ diyerek mukabele etmek muhafazakarlarla
gerçek bir tartışmayı yapmak için daha uygun bir yol
olsa gerek.
Muhafazakarlara, Müslümanlara ‘şu fıtratımız denen şey aynı olmaya değil ama eşit olmaya cevaz veriyor’ diyerek mukabele etmek, meseleyi bu çerçevede
tartışmak, cinsiyetler arası eşitlik gibi mevcut ahvalde
herkesçe kabulü görece daha kolay bir mevzuda toplumsal ortaklaşmayı çabuklaştırabilir. Tabii böylesi
ortaklaşmaları önemli buluyorsak.
06
KOBANÊ
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
IŞİD, Kobanê’den sökülüyor
İ
Rojava’da diplomatik görüşmeler
Savaş cephesinde bunlar yaşanırken,
diplomatik alanda da gelişmeler var.
Fransa Dışişleri eski Bakanı Bernard
Kouchner ve Alman Sol Parti Lideri Gregor
Gysi Rojava’yı ziyaret etti. Kouchner ve
Gysi, Rojava yetkilileri ile Kobanê’deki son
durumu değerlendirdi.
Kouchner, Cizîr Kantonu Başbakan Ekrem Huso ve diğer kanton yetkilileri ile bir
dizi görüşerek, savunmadan sorumlu bazı
birimlerde de incelemelerde de bulundu.
Kouchner, Rojava’daki son durumu yakından görmek ve ülkesini Rojava’ya yardım
vermeye ikna etmek için bölgeyi ziyaret
ettiğini belirtti. Alman Sol Parti Lideri
Gregor Gsiy de Cizîre’de Başbakan Ekrem
Huso ve Yardımcısı Hüseyin Azam ile bir
araya geldi. Görüşmede IŞİD’in saldırıları
ve Kobanê’de ki son durum konuşuldu.
Efrin Kantonu heyeti AP yetkilileri
ile görüştü
Afrin Kantonu Başbakanı Hêvî Mustafa Başkanlığındaki bir heyet ise Avrupa
Parlamentosu (AP) yetkilileri ile görüştü.
Mustafa’nın yanı sıra Dış İşler Bakanı
Hekim Xalo
Silêman Cafer, Dış İlişkiler Bakanı yardımcısı Cîhan Mihemed ve PYD Avrupa
Yönetim Komitesi Yöneticisi Îbrahîm
Îbrahîm’den oluşan Efrin Kantonu Heyeti,
AP Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar
Brok, AP Başkanı Danışma Kurulu, AP Sol
Grup Başkanı Gaby Zimmer, AP Yeşiller
Grubu Eşbaşkanı Rebecca Harms başta
olmak üzere birçok görüşme gerçekleştirdi.
Görüşmelerde Afrin Kantonu üzerinde
süren fiili ambargonun etkileri, kantonda
yaşayan bütün farklı kimlik ve fikirlerdeki
kesimler ile yaratmış oldukları demokratik
özerklik modeli ve karşı karşıya bulundukları tehlikeler hakkında AP yetkililerine
bilgi verildiği belirtildi.
‘Heseke’de savaş Rejim ile IŞİD
arasında’
BasHaber’e konuşan Cizîre Kantonu
Yasama Meclisi Başkanı Hekîm Xalo,
Cizîr Kantonu’na ziyarette bulunan
Avrupa heyetlerinin ziyareti hakkında,
bunların diplomatik olarak önemli görüşmeler olduğunu söyledi. Xalo; “Gelen heyetler Rojava’ya destek vermek
için geldiklerini, aynı şekilde ülkelerine döndüklerinde Kürd dostu olarak
çalışmalar yapacaklarını söylediler.
IŞİD saldırları, ekonomik ambargo ve
diğer sıkıntılar için Avrupa’da kamuoyu oluşturacaklarını belirttiler. Tabi
bunlar şu anlık karar verme yetkisine
sahip olmadıkları için herhangi somut
bir yardım sözü olmadı” dedi.
Yeniden alevlenen Heseke’deki savaş
hakkında da konuşan Xalo savaşın rejim
ile IŞİD arasında yaşandığını söyledi:
“Şimdilik çatışma rejim ile IŞİD arasında.
Saldırılar şehir merkezinden uzak, ancak
şehir merkezinde aralıklarla bombalar patlıyor. Heseke ilinin yarısı Kürdlerin elinde
geriye kalan yarısı da rejimin elinde. IŞİD
sempatizanı çok sayıda kişinin bölgede
bulunduğu ancak bunların IŞİD adına savaşma durumlarının olmadığını biliyoruz”
dedi.
Peşmerge’nin geçişi hakkında kendilerine ulaşmış herhangi bir resmi bilginin
olmadığını ifade eden Xalo, Kürdistan
Yönetimi ihtiyaç olduğu sürece yardım
sözü verdiğini ve gerekli olduğunda
Peşmerge’nin gönderileceğine inadığının
altını çizdi.
Arap Kemeri Rojava’yı
Kürdsüzleştirme projesiydi
Ehmed Gerdi
Peşmerge ihtiyaç
olduğu sürece
Kobanê’de
BasHaberê konuşan Kobanê’de bulunan
Peşmerge birliğinin komutanı Ahmed Gerdi,
şimdilik Kobanê’de durumun sakin olduğunu ve
Kürd Güçlerinin ilerleyişinin devam ettiğini söyledi. Şehrin henüz tamamıyla temizlenmediğini
ifade eden Gerdi, bunun yakın zamanda olacağını
söyledi.
Gerdi, şu an Kobanê’de bulunan Peşmerge birliğinin Güney Kürdistana geri döneceği ve yerine
yeni bir birliğin gönderileceği bilgisini doğrulayarak, gelecek birliğin aynı donanıma sahip olduğunu ve görevlerini başarıyla yerine getireceklerini
ifade etti. Gerdi; “Peşmerge birlikleri arasında
bir fark yoktur. Bağlı bulunduğumuz komutanlık
bizim değişimimiz yönünde karar verdi ve yeni
gelecek birlik Kobanê’yi savunacak” dedi.
Bu değişimin ne zaman yapılacağının henüz
tam olarak net olmadığını söyleyen Gerdi, alana
aşina olan Peşmerge birliğinin Kobanê’den
alınmasının sakınca olup olmayacağı hakkındaki
sorumuza ilişkin ise; Peşmerge’nin her türlü şartlarda savaştıklarını, yerlerine gelecek birliğinde
aynı silah ve mühimmata sahip olacağını ve bu
açıdan sakınca içeren bir şeyin olmayacağını
ifade etti.
Kobanê’deki Peşmerge gücünün görev değişimiyle ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan
KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabar Yawer
ise görev değişiminin rutin bir işlem olduğunun
bilinmesi gerektiğini ve bu rutin işlemin de gerçekleşeceğini bildirdi. Yawer, bu görev değişiminin yine Türkiye üzerinden gerçekleşeceğini ama
güvenlik nedeniyle şu an bir tarih veremeyeceğini
bildirdi.
Kobanê’de tehlike bitmedi
Kobanê Kantonu yöneticisi Ahmedê Mistê
de, Kobanê’de bulunan Kürd güçlerinin moralinin çok yüksek olduğunu, uzun bir süreden beri kayıplarının olmadığını ve şehirde
oransal olarak yarısından fazlasını ellerinde
bulunduğunu söyledi. Mistê; “Kobanê’de
durum gittikçe iyiye gitmekte ama henüz
bütün tehlikelerin geçtiğini söyleyemeyiz.
Tehlike ortadan kalkmadan rehavete kapılmak bizim için sakıncalı bir durum olacaktır.
Geri dönen sivillerle birlikte Kobanê’de
nüfus gittikçe artmakta. Geri gelen sivillerin
güvenliğini sağlamak için daha çok önlem
almamız gerekiyor. Bütün dünyadan ve
Kürdlerden tehlike bitene kadar desteklerinin devam etmesini istiyoruz.” dedi.
ROJAVA
1 - 7 Aralık 2014
Abdulsamet Dawûd:
Rojava’ya diplomatik seferler
ki ayı aşkın bir süredir kuşatma altında olan Kobanê’de Kürd güçleri kademeli olarak IŞİD’i kentten çıkarırken,
Fransa eski Dışişleri Bakanı Bernard
Kouchner, Alman Sol Parti Lideri Gregor
Gysi ile AP heyeti Rojava’da diplomatik
temaslarda bulundu.
Kobanê’deki yoğun çatışmalar,
Peşmerge’nin bölgeye gidişi ardından giderek azalan bir seyir izliyor. Ağır silahlarla saldırıya geçen Kürd güçleri kenti büyük
oranda IŞİD’den temizlerken, göç etmek
zorunda kalan sivillerin dönüşü de sürüyor. Kürd güçlerinin karadan ve uluslararası koalisyonun da havadan aralıksız saldırısı ile birlikte ağır kayıplar veren IŞİD’e
karşı bölgede ‘kesin zaferin’ yakın olduğu
bildiriliyor. Öte yandan Kobanê’deki
Peşmerge gücünün ise bu günlerde nöbet
değişimi yapması bekleniyor.
Kobanê şehir merkezinde kimi IŞİD birlikleri kalmışsa da savaş cephesinden gelen
bilgilere göre kentin kurtarılmasının yakın
olduğu bildiriliyor. Peşmerge birliğinin
Kobanê’ye gönderilmesinden sonra devam
eden mühimmat sevkiyatı devam ederken,
yeni bir Peşmerge birliğinin Kobanê’ye
gönderilmesi gündemde.
Bu arada Kobanê’deki durumu zora
giren İŞİD’in Hasekê cephesinde harekete
geçtiği görülüyor. Cizîr Kantonu’na bağlı
Heseke ilinde, IŞİD ve rejim güçleri arasında Ebiyet yolunda başlayan çatışmalar
Haseke merkezinin 5 kilometre uzağında
devam ediyor, çatışmaların şehir merkezine kayması durumunda göç tehlikesi
bulunuyor.
BasHaber
Mistê, Kobanê’de ki Peşmerge birliğinin değişimi konusunda da kendileri
açısından bir sakınca içermediğini, YPG
ve Peşmerge’nin Kobanê’de omuz omuza
savaşmaktan memnun olduklarını, gerekli durumlarda YPG güçlerinin de Güney
Kürdistan’da Kürd kardeşlerine yardım
ettiğini belirtti.
Rojava’daki yönetimin Kürdlere geçmesinden
sonra bir birinden kopuk üç kanton ilan edildi.
Kopukluğun bir sebebi de Arap Kemeri ile 2
milyon Kürdün yerinden edilmesiydi. Rojavanın
tarihi ve şimdiki durumunu kavrayabilmek için
Arap Kemeri’ni araştırmak gerekiyor. Abdulsamet Dawûd’la bu proje üzerine konuştuk.
A
rap Kemeri rejim tarafından daha önceden planlanmıştı
ama pratikte 62 nüfus sayımıyla hayata geçirilmeye
başlandı. 62’de yapılan sayım sadece Cizîr bölgesinde
yapıldı. Sayımın sadece burada yapılması bir plan dahilinde yapıldığının açık belirtisiydi. Dawûd, sayımın bir gün içinde yapıldığı ve vatandaşlıktan çıkartılacak kişilerin daha önceden belli
olduğunu söyledi. Dawûd: “Rüşvet verebilenler isimlerini sildirebiliyorlardı. Bu sayımla 150 bin Kürd vatandaşlıktan çıkartıldı.
Bu kimliksizlere, siz yabancısınız buradan gidin denildi.”
Kürdler vatandaşlıktan çıkartıldıktan sınra, toprakları ellerinden alındı, devlette görevli olanların görevlerine son verildi ve
orduda komutan olanlar uzaklaştırıldı. O kadar baskı yapıldı ki;
hasta olanlar hastahanelere gidemediler, otellerde yatamadılar.
Elbette Kürdlerin ‘yabancılaştırılmasının’ birçok sebebi vardı
ama en başta bölgenin Kürdlerden boşaltılması geliyordu. Bu
proje belli bir oranda başarıya ulaştı ve burada ki halk baskılardan dolayı göç etmek zorunda kaldı. Dawûd bir dipnot olarak
Arap Kemeri’nden şöyle bahsetmekte: “1958’de Suriye ve Mısır
birleştiğinde Arap şovenizmi daha da arttı. Yeni kurulan Suriye
Kürdistanı Demokrat Partisi (PDKS) üyesi tutuklandı. Arap
Kemerinden önce Kürdistan’da Habur çayı üzerinde 10 Arap
köyü yaptırılmıştı. Bu Arap Kemeri çerçevesinde yapılmamıştı
Bu Araplar Suveyde’den getirilmişlerdi.”
Arap Kemeri Arap milliyetçiğinin dışa vurumuydu
Suriye’de Baas egemenliğinden sonra Arap milliyetçiliği daha
da arttı. Kürdistan’a İsrail gibi bakıldığını söyleyen Dawûd: “O
zaman Haseke savunma sorumlusu Muhetap Teleb Hilal vardı.
Bu Kürdler üzerine bir kitap hazırlmıştı, kitapta Cizîr’in Kürdlerden temizlenmesi projesi vardı. Korktukları için bir an önce
bu projelerini bitirmek istiyorlardı” dedi. O yıllar düşünüldüğün
de bu planın sebepleri çok açık bir şekilde görülmekte; Cizîr’in
yanı başında Mele Mustafa öncülüğünde devrim başlamıştı ve
Cizîr’de petrol yatakları vardı.
Dawûd kitapta yazılan planın 12 maddeden oluştuğunu söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlar Cizîr topraklarına el
konulması, Kürdlerin göçertilip yerlerine Arap aşiretlerin yerleştirilmesi, eğer Arap aşiretleri olmasa askeri alanlar oluşturlması
gibi maddelerdi. Onları göçertmek için kimliklerinin alınmasından bahsediliyordu, aynı şekilde Araplar buraya yerleştirilirse
baskıyla Kürdler göç etmek zorunda kalacak deniliyordu. Onun
için rejim Araplara silah verdi.”
Kürdlere ait iki milyon dönüm ellerinden alındı
Arap Kemeri’nin başlamsından sonra 1961-71 yılları arasında
iki milyon verimli toprak Kürdlerden alındı. Bu el konulan topraklar Suriye Kürdistan’ının en doğusu olan Dêrik’ten başlamakta 275 kilometre uzaklıkta olan Serêkaniyê’ye kadar uzanmaktadır. Hatın derinliği 10 ile 20 kilometre kadar genişlemekte.
Bu hat üzerinde yer alan 335 Kürd köyü boşaltıldı. 150 bin kişi
yersiz ve yurtsuz kaldı. Dawûd projenin uygulanması hakkında
şunları söylemekte: “Bu iki milyon topraktan bir milyonu Arap
aşiretlere verildi, bir milyonu da rütbeli askerlere. Modern
köyler kuruldu; bu köylerde 100 kişi kalmaktaydı ve her köyde
karakol vardı. Bu köyler 3-5 kilometre aralıklarla sınırdan 5-7
kilometre uzaklıktaydı. Her eve 150 ile 300 dönüm arasında
toprak verildi.” Dawûd’un verdiği bilgilere göre 1974’e kadar
4 bin 600 Arap bu yeni köylere yerleştirildi. Arap Kemeri’nin
birinci aşamasından sonra Kürdistan’da 40 yeni Arap köyü
oluşturuldu; bunlardan 12 tane Dêrik’te, 12 tane Qamîşlo’da ve
16 tene de Serêkaniyê’de. Burada ki Araplar Rakka ve Halep’ten
getirildiler.
Kürdistan’ın coğrafyası ve nüfusu değiştirildi
Projenin sonucu olarak Kuzey ve Rojava parçalarının birbiri
üzerinde ki etkisi azaldı ve bu bağlantı kesikliği yüzünden; kültürel ve düşünsel anlamda bir kopukluk meydana geldi. Kürdistan kuzey sınırında bitirilmeye çalışıldı, coğrafya ve demografya
olarak tahribata uğradı.
Cizîr bölgesinin Araplaştırılması sadece göçertilmekle
yapılmadı. Bunlardan bir tanesi yer isimlerinin değiştirilmesiydi. Kürd yerleşim yerlerinin isimlerinin Araplaştırılması
1980’e kadar sürdü. Dawûd: “3 aşamada isimler değiştirildi;
ilkin doğrudan isimlerin çevirisi yapıldı, diğer aşamalarda Arap
milliyetçiliğiyle özdeşleşmiş isimler verildi. Yer isimlerinin yanı
sıra kişi isimleri de değiştirildi. Kimse istediği ismi çocuklarına
veremezdi.”
Birinci aşama 14 Haziran 1974’te son buldu
Arap Kemeri üç aşama üzerinde planlanmıştı. Birinci aşama
20 kilometre, ikinci aşama 40 kilometre ve üçüncü aşama 70
kilometreye kadar Kürdleri sınırdan uzaklaştırmak planlanıyordu. 74’te birinci aşama bitti. Ondan sonra savaş çıktığı için
diğer aşamalara geçilemedi. Dawûd: “Efrîn ve Kobanê’de köyler
boşaltılmadı, şayet diğer aşamalar hayat bulsaydı oralarda boşaltılabilirdi. İlk önce Cizîr bölgesinin boşaltılmasının sebebi üç
devletin birleştiği bir kavşakta olması ve oranın toprak ve petrol
olarak çok zengin olması geliyor.”
07
“Keşfetmek”, “yenmek”
ya da utanç
FERHAT KENTEL
Bugünlerde Cumhurbaşkanımızın
oyalanalım diye bizim önümüze attığı
fındık fıstıkla oyalanıyoruz.
Hadi biz de biraz oyalanalım; çünkü
fındık fıstık atarak kendine eğlence yaratanlarla uğraşmak da eğlenceli bir taraf
içeriyor...
Amerika’yı Cristoph Colomb’un değil, Müslümanların “keşfettiği” bilgisi ile
tanışıyoruz örneğin. Çünkü bu bilgiye ilave olarak Küba’da bir camiye rastlandığı servis yapılıyor.
Ve memleket olarak, kimin keşfettiği üzerine sağlam polemiklere dalıyoruz... Ama bu “keşfetme” denen olayın ne biçim bir halt etme, ne biçim bir hakaret, aşağılama olduğunu
bile farketmiyoruz. “Keşfetme” lafını böbürlene böbürlene
söyleyenler ya da “hadi canım, sen övünüyorsun ama aslında
sen keşfetmedin” diyerek böbürlenenlere çemkirenler de dahil olmak üzere, doğru dürüst hiç kimse böyle lafın kendisinin
ne kadar utanç verici olduğunu fazla sorgulamıyor. Müslüman
ya da Hristiyan kâşiften önce o kıtada “insanların” yaşadığını
düşünemeyecek kadar yarıştırma halinde eski ya da yeni Kemalistler...
O kıtada insanlar keşfedilmeyi bekleyen yabani yaratıklar
değildi...
Ve dolayısıyla o kâşif efendiler oraya gittiler diye o kıtanın insanları “var” konumuna geçmediler. Çünkü zaten orada
vardılar!
Aslında söz konusu olan durum modernizm karşısında sürekli sırıtan aşağılık kompleksi... Ve buna eklenen bu topraklarda bol miktarda görülen devletçi, ataerkil yapıların bıraktığı
izler...
Ama bu bizim Müslüman Kemalistlerin “ilk otantik” Kemalistlerden hiç farkı yok; “otantik” olanlar da yakın bir geçmişte Küba devriminin en sembol ismi Che Guevara’nın hep
koltuğunun altında (ya da cebinde “cep formatında) “Nutuk”
adlı buraların laik dinselliğinin kutsal kitabını taşıdığını söyleyip duruyorlardı! (Yani aslında bu Küba’da ilginç bir şeyler
var; eğer Kübalıları etkilemişsek, oralarda iz bıraktıysak boyumuzun epey, birkaç karış daha büyümüş olacağını varsayıyoruz
herhalde!)
Bir yandan modern dünya karşısında kaydedilmiş olan yenilgilerin getirdiği travmayı aşmak için sürekli kendini şişiren
bir yapı; sürekli “ne kadar büyük olduğunu” anlatan bir zihniyet. Bir zamanlar Amerikan–Rus (ya da Sovyet) karşılaşmalarına dair sahnelerin canlandırıldığı fıkralar gibi... Hani Amerikalı biri Moskova’ya gitmiş; onu gezdiren Rus’un sürekli “Şu
gördüğün binayı Sovyet teknolojisiyle şu kadar günde, şu kuleyi azıcık günde yaptık” diye anlattığı ve de Amerikalının da
“O da bir şey mi? Bizde olsa, aynı bina şu kadar daha az günde
yapılırdı” tarzında sürdürdüğü bir yarış zihniyeti...
Yani sürekli bir güç yarıştırma, büyüklük çabası, büyük
olma arzusu... Keşfettiğin dağlara, ovalara, okyanusların dibindeki çukurlara isim verme, ölümsüz olma çabası... En büyük gökdeleni yapma hırsı...
“En büyük gökdeleni yapacağım” diye tutturan “saygıdeğer” işadamı, emrinde 1000 liraya “köle” olarak çalıştırmayı
becerdiği insanlardan 301 tanesini toprağa gömecek kadar
“tasarruf” yapıp, uzun bina yarışına girebiliyor.
Bu kadar çok aşağılık-büyüklük kompleksine kapılınca
doğal olarak “ne olursa olsun yenmek” bir mutlak arzuya dönüşüyor. “Yenilmek” ise en büyük travmaya... Yenilmeyi kabul edemiyor bizim kompleksliler...
Bir adamın ettiği lâfı (“Benim de benzer gözlemlerim ve
tecrübelerim var”) yamultup, üstelik mevcut olmadığı bir toplantıda konuşulanlar hakkında ona “Ben şahidim” dedirtmek,
savaş kazanmak için başvurulmuş dümdüz ahlaksızlıktır. Bunun en iyi ihtimalle futbol dünyasında bir karşılığı var. “Vur
kır parçala, bu maçı kazan!” diyerek, ancak belden aşağılık
yöntemlerle maç kazanmayı becerebilen, futbolcu, antrenör,
kulüp başkanı, medya maymunu yorumcular için de “yenilmek” tahammül edilmez bir durum.
Yani işin özü şu: tribünden ya da Ak Saray’dan bakarken
durum çok farketmiyor. Hepsi “başkan” olmak istiyor ve yenerek varolabileceklerine çok inanıyorlar.
08
BasHaber
1 - 7 Aralık 82014
SÖYLEŞİ
ÇÖZÜM SÜRECİ
ÇÖZÜM SÜRECİ
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
9
SÖYLEŞİ
Mehmet Emin Dindar:
Süreç başarıyla sonuçlanacak
H
DP İmralı Heyeti’nin 6-7 Ekim’deki
Kobanê eylemleri sonrası PKK
Lideri Abdullah Öcalan ile kesintiye
uğrayan görüşmeleri yeniden başlıyor. En
son 21 Ekim’de görüşme yapan heyet 30
Kasım Pazar günü bir kez daha adada olacak.
Öcalan’la görüşecek genişletilmiş heyete HDP
Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris
Baluken ile HDP İstanbul Milletvekili Sırrı
Süreyya Önder’in yanı sıra DTK Eşbaşkanı
Hatip Dicle’nin de katılacağı kesinleşirken,
DÖKH’den Ceylan Bağrıyanık’ın ise adaya gitmeyeceği konuşuluyor Ankara kulislerinde.
30 Kasım’da İmralı’ya gidecek olan heyetin,
bir ay sonra yapacakları bu ilk görüşmede kritik
konuların konuşulması bekleniyor. Bunların
başında, hükümetin “kamu düzeninin sağlanması” olarak ifade ettiği “mutlak eylemsizlik”
geliyor. “3. Göz” denilen İzleme Kurulu’nun
kurulmasının da netleşeceği beklenen ziyaret
öncesi Öcalan için sekretaryaya seçilecek isimlerden 4’ünün kesinleştiği ifade ediliyor.
Ada ziyaretinden önce Baluken, Kandil’e giderek KCK yöneticileri ile, Buldan ve Önder’in
ise Çözüm Kurulu üyeleriyle görüştükleri
ulaşan diğer bilgiler arasında.
Hükümetin tıkanmayı aşmak için bir takım
adımlar atmaya başlamasıyla hızlanan Çözüm
Süreci’nin Kürd tarafından da hafta boyunca
açıklamalar gelmeye devam etti. Kandil’in özellikle ‘silahların bırakılması ve Kobanê eylemleri’ konusunda sert açıklamalar yapmaya devam
etmesi dikkat çekiyor. KCK Yönetim Kurulu
üyesi Mustafa Karasu’nun, Kobanê eylemleri
sonrasında tansiyonu düşürmeye yönelik
yumuşak mesajlar veren HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı ‘psikolojik savaşın etkisinde
kalmakla’ suçlamasının ardından Demirtaş’ın
2015 Newroz’unda Öcalan’ın silahsızlanma çağrısında bulunacağını iddia etmesi de gözlerin
HDP ve Kandil arasında görüş açısı farklılığına
yönelmesine yol açtı. Kürd kamuoyunda ‘siyasi
manevra’ olarak yorumlanan bu karşılıklı
açıklamalara KCK Yönetim Kurulu Üyesi Sabri
Ok’tan gelen ‘’PKK silahlarını bırakmayacaktır,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti asker ve polislerini Kürdistan’dan çeksin’’ yolundaki çıkışı ise
taraflar arasındaki görüş ayrılığını teyit eder
boyutta.
Herkes sekreteryada yer alamaz
Kürd cephesi arasında farklı yaklaşımlar
sürerken, Hükümet kanadından Adalet Bakanı
Bekir Bozdağ, Abdullah Öcalan’a Sekreterya
kurulmasıyla ilgili dikkat çeken açıklamalar
yaptı. Bozdağ, cezaevlerinde kimlerin bulunacağının yasalarla bellirlendiğini, cezaevlerinde
Çözüm Süreci
ortaya karışık
HDP İmralı Heyeti’nin 6-7 Ekim’deki Kobanê eylemleri sonrası
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile kesintiye uğrayan görüşmeleri
yeniden başlıyor. En son 21 Ekim’de görüşme yapan heyet 30
Kasım’da bir kez daha adada olacak. Öcalan’la görüşecek
genişletilmiş heyete Hatip Dicle’nin de katılacağı
kesinleşirken, DÖKH’den Ceylan Bağrıyanık’ın ise adaya
gitmeyeceği konuşuluyor.
sadece tutuklu ve hükümlülerin bulunabileceğine değinerek, bunun dışında kimsenin bulunmasının mümkün olmadığını belirtti. İmralı’ya
sekreterya konusunun kamuoyunda hükümeti
yıpratmaya yönelik bir ‘’algı operasyonuna”
dönüştürüldüğünü vurgulayan Bozdağ, “Sanki
dışarıdan bir özel kalem gidecek, orada sekreter
olacak gibi bir algı yaratılıyor. Bu fevkale yanlıştır. Siyaseten de böyle bir şey yok, kanunen
de bu mümkün değildir’’ dedi.
Bu arada sürecin kesintiye uğramaması durumunda üzerinde mutabakata varılan önemli
konuların bir nebze daha netlik kazanacağı
yorumları yapılıyor. Buna göre Öcalan’ın
Kandil’e ‘mutlak eylemsizlik’ çağrısı yapacağı
ve Kandil’in bu çağrıyı değerlendireceği bildiriliyor. Öcalan’ın çalışmalarına yardımcı olacak
5 mahkumdan oluşan sekreteryanın oluşturulacağı, İmralı’daki mahkumlar yerine yeni
mahkumların geleceği belirtiliyor. Seçilenlerin
örgütün cezaevlerindeki önemli isimlerinden
oluşacağı gelen diğer bilgiler arasında.
Son gelişmeler neleri kapsıyor
16 ismin Akil İnsanlar Heyeti’nden 3’ünün
ise dışarıdan seçildiği 19 kişilik İzleme
Kurulu’nun bekletilmeden hayata geçirileceği,
30 Kasım’da HDP İmralı Heyeti’nin görüşmesinde gündeme geleceği ve Öcalan’ın onaylaması durumunda en kısa sürede kamuoyuna
açıklanacağı bekleniyor.
Ağır hasta mahkumların serbest bırakılacağı
konusu üzerinde anlaşma sağlanmış ancak sürecin başından itibaren bu konuda tek adımın
atılmamış olması gerginlik yaratırken, Adalet
Bakanı Bekir Bozdağ konuyla ilgili bir kez
daha, ‘düzenleme yapacağız’ dedi. Ağır hasta
tutuklularla ilgili konunun ise açıklanmamış
‘Yol Haritası’nın 3’üncü maddesinde yer aldığı
yönünde bilgiler aktarılmakta.
Öcalan’ın İmralı Adası’nda Adalet
Bakanlığı’na bağlı Mete Tesisleri’nde ev hapsine alınacağı Ankara kulislerinde konuşulan ve
teyit edilemeyen diğer konu başlıklarından biri.
Gazetecilerin İmralı’ya gidişlerinin ve
görüşmelerinin önünün açılacağı belirtilirken,
Öcalan’ın silahsızlanma çağrısı yapacağı, ardından Kandil’in çağrıyı değerlendireceği, ‘uygun
bulduğunu’ açıklaması halinde dileyen örgüt
militanlarının Türkiye’ye gelerek siyasete katılabileceği, geri dönenlerin Demokratik Bölgeler
Partisi (DBP) bünyesinde siyaset yapacağı,
dönmek istemeyenlerin ise Türkiye sınırları
dışına çekileceği, örgütün yönetici kadrolarının
ise başka bir ülkeye gitmeyecekleri, Kandil’de
kalmaya devam edecekleri gelen bilgiler arasında. Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılacak
değişiklik ile geri dönüş yasasının Meclis’e sunularak çıkarılacağı bunun yanısıra Türkiye’nin
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki
bazı maddelere koyduğu çekinceleri kaldıracağı
ve böylelikle yerel yönetim yetkilerinin de
genişletileceği konuşuluyor. Son olarak hiçbir
detayın açıklanmadığı genel af konusu var
gündem listelerinde.
Davutoğlu’nun Urfa ziyareti
Geçtiğimiz hafta çarşamba günü Urfa’ya giden Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kobanêlilerin
yaşadığı AFAD çadırında şunları söyledi: “Bu
tür süreçler herkes tarafından soğukkanlılıkla
yürütülmelidir. Çözüm Süreci’ni bir taraf
içindeki bazı negatif unsurların provakatif
eylemlerine kurban etmemeliyiz. Bunun yolu
sadece siyasi iktidarın yapacağı çalışmalardan
geçmez. Toplumun ve sosyal hayatın içindeki
bütün aktörlerin, sivil toplum kuruluşlarının,
diğer siyasi partilerin herkesin bu süreci benimsemesi ve sahiplenmesi lazım”
Kalıcı adımlar atılmadı
Öte yandan HDP kanadında ise hükümetin
barış süreci için kalıcı adımlar atılmadığı kanısı
yaygınlaşıyor. HDP Diyarbakır Milletvekili
Nursel Aydoğan ve Urfa Milletvekili İbrahim
Ayhan, çözüm sürecinde hükümetin iki yıldır
kalıcı bir adım atmadığı, çözüm sürecine daha
stratejik ve ilkeli yaklaşılması gerektiği vurgulayarak BasHaber’e açıklamalarda bulundu.
Sekreterya için isimler sunuldu
2 yıldan beri İmralı ile devlet arasında gerçekleşene görüşmelerin diyalog süreci olduğunu söyleyen Aydoğan, Sekreterya için 4 PKK’li
hükümlünün isimlerinin belirlenerek Bakanlığa
sunulduğunu söyledi. Aydoğan, “Diyalog süreci
bitmiş, müzakere sürecine geçilmemiştir. Eğer
sekrekterya ve gözlemci heyeti oluşturulur ve
heyetlerin İmralı’ya gidişi, çalışmaların başlaması söz konusu olduğunda müzakere başlamıştır diyebileceğiz. Hükümetin sekreterya ve
gözlemci heyet konusunda çalışması olduğunu
görüyoruz. Ancak bunların gerçekleşmesi ve
sözde kalmaması gerekiyor” diye konuştu.
Oyalamacı bir politika söz konusu
HDP Urfa milletvekili İbrahim Ayhan ise
Kürdlerin sürecin başından beri samimiyetle
yaklaşmasına karşılık, Türkiye’de özellikle
hükümetin kalıcı bir adım atmadığını söyledi.
Ayhan şunları söyledi: “AKP hükümeti ve
devlet çözüm süreci dönemine denk düşen bir
tutum ortaya koymamıştır. Kürd hareketinin
tüm iyi niyetli ve çözümden yana yaklaşımları
AKP tarafından istismar edilmiş ve oyalama
politikası güdülmüştür. AKP’nin bu ertelemeci
ve oyalamacı tutumu sürecin gelişmesini
engellemektedir. Kalıcı barış ve çözümün
sağlanabilmesi için AKP’nin bu politikalarını
terk etmesi gerekiyor. Çözüm sürecine daha
stratejik ve ilkeli yaklaşması gerekmektedir. Bitip bitmemesi AKP’nin tutumuna bağlı, samimi
olmazsa devam etmesi mümkün değil sürecin
devam etmesi için gereken adımları atması
lazım. Bu sürecin sağlıklı işlemesi için atması
gereken adımları atmamış ve süreci akamete
uğratmıştır. Bu sebeple bu tutumundan ve politikasından vazgeçmeli, daha kalıcı ve sorunun
çözümüne katkı sunan adımlar atmalıdır.”
AKP Şırnak Milletvekili Mehmet Emin
Dindar, Çözüm Süreci’inde sekretaryada
kimler olacağı konusunun henüz görüşme
aşamasında olduğunu ve hükümet olarak
silahların bırakılıp kamu düzeninin sağlanmasının öncelikleri arasında olduğunu
belirterek, İç Güvenlik Reform Paketi’nin
eskiye göre değerlendirilmesinin yanlış
olacağını söyledi. Dindar bu yetkilerin
güvenlik amaçlı olduğunu belirterek,
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak
benim güvenliğimi devletin polisi ve
askeri sağlayacaktır. Ama elbette bunu
yapacak diye kimsenin bu görevi kötüye
kullanmaya da hakkı yoktur. Eskinden
zulüm yapan insanlar bugün hukuk
nezdinde cezalandırılıyor. Biz asker ve
polisin yetkisini çoğalttık diye, kimsenin
bu yetkiyi kötüye kullanmasına da, bunu
bahane etmesine de izin vermeyiz. Bu
yetkiler zaten vardı. Biz süreç bozulmasın
diye buna dikkat ediyorduk’’ dedi.
PKK’nin çözüm sürecine yönelik, “Reform Paketi’’ için yaptığı ‘’Türkiye devleti
askeri ve silahıyla Kürdistan’da durduğu
sürece silahlar susmayacaktır’’ açıklamasını değerlendiren Dindar, “Bizim söylemeye çalıştığımız şey demokratik bir ortamda siyaset temelinde bunu çözmeliyiz.
Eğer gerçekten görüştüğümüz insanlar
İmralı veya PKK’nin temsilcileri değilse
onlarla görüşmenin de bir anlamı yoktur.
Tek taraflı silah bırakma olmaz. İmralı ve
siyasi kanatlarların hepsi sürecin devamından memnun ama elbette hem dağda
hem siyasette bu çözümü istemeyenler de
vardır. Şunu gözardı etmemek gerekir:
Kürd halkı ile PKK aynı şey değildir. Bu
paket yanlış yapan insanların cezalandırılmaması gerektiği anlamına gelmiyor
bu resmin tek bir parçasına bakıp karar
vermemek gerekiyor. Resmi bir bütün
olarak görmek gerekiyor. Benim için
birinci mesele PKK gibi düşünmeyen vatandaşların güvenliğidir. Bunu da benim
polisim, askerim sağlayacaktır’’ dedi.
Bölgede birçok şeyin değiştiğini ve
artık eski kaygılardan kurtulmak gerekti-
ğini söyleyen Dindar, “Bölgedeki asker ve
polisin yetkilerinden şikayetçi olmuyor,
çünkü artık insanlar kendilerini ifade
edebiliyor bugün birçok şey değişti. Artık
insanlar istedikleri tepkiyi gösterebiliyor,
kimse Kürd dediği için hapse girmiyor.’’
diyerek, Çözüm Süreci’ni her kesimden
insanların desteklediğini ve tarafların
sürecin selameti için çaba sarf ettiğini
sözlerine ekledi.
Çözüm Süreci’ne herkesin destek
olduğunu, bunun böyle gitmesi halinde
sürecin başarıyla tamamlanacağını
belirten Dindar, “Barışa giden yolda
her şekilde vatandaşımızın yanındayız.
Sürecle ilgili bütün argümanlar oturup
konuşulur ama bunları masada, siyaset
temelinde konuşmak gerekiyor. Herkes
çözümden yanadır. Bu şekilde devam
ederse süreç başarıyla sonuçlanacaktır.’’
diyerek, barış süreci olduğu zaman
barışın tarafları sonucun selameti için
fedakarlık yapabileceğini sözlerine
ekledi.
Ertuğrul Kürkçü:
Yapmak istedikleri otoriter özerklik
Çözüm sürecinde, İmralı heyetinin
genişletilmesi ve müzakere yollarının
aranmasıyla birlikte umutlar artarken
hükümetin meclise sunduğu ‘’İç Güvenlik
Reform Paketi’’ çözüm sürecinde kaygı
ve taraflar arasında güvensizliğe neden
oldu. Paket, özellikle polise ve valilere
verilen yetkilerin toplumda huzursuzluk
yaratacağı ve keyfi uygulamalara neden
olacağı kanısının yanı sıra, çözüm sürecinin de bundan olumsuz etkileneceği
endişesi yarattı. Vali ve Kaymakamlara
asker ve polise emir verme yetkisi, amir
emri ile polise arama izni verilmesi, polise
ek gözaltı süresi tanıması, molotofun
silah olarak kabul edilerek polise silah
kullanma izni ve gösterilerde yüzünü
kapatanlara hapis cezası verilebileceğine
dair kurallar içeren ‘’Reform Paketi’’
birçok alanda tepkilere neden oldu. Konu
hakkında BasHaber’e değerlendirmelerde
bulunan HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü, hükümetin çözüm sürecini karşılıklı
Nursel Aydoğan
verilen ödünlerle bir ortak çözüm yaratmak olarak okumadığını, Kürdleri teslim
almak olarak okuduğunu söyleyerek,
‘’Hükümet, Kürdlerin böylesine ulusal
bir bilinç kazandığı çağda, hiçbir yasal,
politik, iktisadi derleme olmadan hizaya
geçip silahları bırakmalarını istiyor.
Böyle olunca da güvenlik rejimi de buna
uygun hareket ediyor. Sadece Kürdleri
değil bütün sosyal kesimleri devletin
şiddet politikası ile kontrol etmek için
yasalar konulmak isteniyor. Bunun başka
bir açıklaması yoktur’’ dedi. Valilik ve
kaymakamlıklara polise ve jandarmaya
emir verme yetkisini değerlendiren Kürkçü, “bu yetki verilerek aslında her ilde
işlerin başına bir Recep Tayip Erdoğan
konulmuş olacak. Böylelikle demokratik
özerklik değil, otoriter özerklik sağlanmış
olacaktır. İlerde elde edilebilecek özerklik
gibi kazanımlara karşı özerk otoriter
bölgeler oluşacak. Bunlar kabul görülmesi
imkansız şeylerdir.’’ diye konuştu.
İbrahim Ayhan
Bu tasarının geçmesi halinde her şeyin
kötüye gideceğini söyleyen Kürkçü, ‘’Ama
süreç de devam eder, biz hükümet böyle
bir yasa çıkardı diye bundan vazgeçecek
değiliz. Bizim açımızdan çözüm halkın
iradesini ortaya koyması demektir. Öyle
veya böyle biz bu sürece devam edeceğiz’’
diyerek, çözüm sürecinin gerçekleşeceği
politik çerçeveye dikkat çeken Kürkçü,
“Sürecin içinde gerçekleşeceği politik
çerçeve halkı buna ikna etmekte oldukça
etkili bir unsurdur. Bu yüzden süreç
olumsuz etkilenecektir’’ dedi.
Çözüm sürecinin yanı sıra Türkiye’nin
AB uyum yasalarına uyacağını söylemesine rağmen birçok yasayı eskisinden daha
kötü duruma getirdiğini söyleyen Kürkçü,
‘’Hükümetin AB’ye uyum perspektifinden
artık söz edilemez. Sadece bu argümanın
da bir köşede durup çalışmasını istiyor’’
diyerek bunun hem uluslararası alanda
hem de Türkiye’de olumsuz sonuçlar
doğuracağını sözlerine ekledi.
Mehmet Emin Dindar
Ertuğrul Kürkçü
09
Bölgesel/Küresel
soruna yerli çözüm zor
HAKAN TAHMAZ
Bir süredir tartışılan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın müzakere sürecinde
ABD’nin gözlemci olabileceğine ilişkin
açıklaması “üçüncü göz” konusuna yeni
bir unsur eklendi. Hâlbuki İmralı ve Hükümet, “yerli çözüm” konusunda anlaşmış gözüküyorlar. Bunun değişme ihtimali ise oldukça düşük.
Hükümetin sıkça Çözüm Süreci’nin
“bize özgün olacak” vurgusu yapması ilk
önce Oslo tecrübesiyle ilgili gibi anlaşılıyordu. Süreç içinde
yapılan açıklamalardan tek başına bununla sınırlı olmadığı
görüldü.
Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi sürecinde her ülkenin kendi hesap ve planları doğrultusunda davranmasının
Kürd sorununun çözümünü zorlaştırdığı bir gerçek. Çözümün
iç dinamiklerinin oldukça zayıf olduğu koşullarda çözümün
daha karmaşık ve zor olacağı hesap edilmek durumunda.
Her sorunun kendine özgün yanları olduğu gibi çözümünün de ülkeden ülkeye farklılık göstermesi doğal. Çözüm
modelleri kopya edilemez. Dünyayı yeniden keşfetmeye çalışmak ise zaman ve enerji kaybıdır. Yerli çözüm bulmanın
zorluklarının nasıl aşılacağı çözümün karakterini belirleyecek
derecede önemli bir problemdir. Bu noktada, karşı karşıya
bulunduğumuz bazı sorunlara madde madde dikkat çekmek
istiyorum.
1- Türkiye, Kürd sorunu büyük ölçüde Ortadoğu sorununa ve küresel soruna dönüştüğü bir aşamada çözüm arayışına
girdi. 20 yıl öncesi durum tam böyle değildi. Gecikmiş olmak
artık çözüm için daha makro bir politikayı gerektiriyor. Yani
artık Türkiye’nin Kürd sorununun çözümü ile bölge politikası
“etle tırnak” gibidir.
2- Türkiye’yi çözüm arayışına sürükleyen esas olarak, küresel ve bölgesel gelişmelerdir. Kendi iç dinamikleri belirleyici
değil. Türkiye Küresel dünyanın bir parçası olmak zorunda
olduğu için ve Kürd Sorunu’nu eski hali ile taşıması mümkün
olmadığında çözüm arayışına girmiştir. Bu nedenle de “yerli
çözümün” sınırları vardır. İstese de istemese de küreselleşmiş
bir sorunun varlığıyla hareket etmek zorunda.
3- “Yerli model” arayışları fazlaca zorlandığında benzer
sorunları çözmede elde edilmiş deneyimlere sırt dönmeyle
sonuçlanabilir. “Biz başka hükümetlere ve ülkelere benzemeyiz.” gibi megaloman, üstenci bir yaklaşım siyasi ufuk darlığına ve kendine güvensizliğe yol açacak bir yaklaşım tarzıdır.
Her iki durum da birçok riski içeriyor.
4- Hükümetin bu yaklaşımı aynı zamanda Kürdlerin eşit
yurttaşlık haklarına veya başka bir ifadeyle egemenliğin paylaşılmasına kapalı olduğuna ilişkin bir işarettir. Bu Kürd siyasal
hareketi ile Hükümetin arasındaki çözüm konusundaki açının
genişliğini ortaya seriyor.
5- Hükümetin son yıllarda her konuyu millileştirme tutumunu Kürd sorunu konusunda da izlemesi yaraların kabuk
bağlamasını zorlaştırıcı bir sonuç doğurduğu gibi Kürdlerin en
temel evrensel eşit yurttaşlık haklarını (en azında kullanılmasının) tartışılmaya açılmasına yol açıyor ve bu çözümsüzlüğü
derinleştirecek gelişmelerin oluşma potansiyelini taşıyor.
6- Millileştirme perspektifinin doğal sonucunun ulaşacağı
boyut, Kürdlere evrensel hakları konusunda Kürd olmayanların rıza gösterdikleriyle yetinmeyi istemektir/dayatmaktır. Bu
adil- adaletli olmayan bir sonuç doğurur. İnsan haklarına, demokrasiye, özgürlüklere çifte standartlı yaklaşmaktır. Barışın
kalıcı olmasını engeller. Kürdlerin siyasallaşmasının ulaştığı
boyutun, bu türden yaklaşımlara prim vermenin önünde engel
olduğunun görülmesi ise bu yola girmemeyi gerektir.
7- Sorunları veya konuları millileştirerek, insanları geri
yönlerini, korkularını harekete geçirerek seçim kazanılabilir.
Ama kalıcı sorun çözme yöntemi, tarzı ve yaklaşımı olamaz.
Toplumsal değişim ve dönüşüm inşa edilerek ve evrensel hakların kurumsallaşması ve toplumsallaşması sağlanarak kalıcı
çözüme ulaşılabilinir.
Sorunları millileştirme yaklaşımı çıkmaz sokağa sapılmasını getirebilir. Böylesi bir yola girmeden çözüm geliştirmek
en sağlıklı yoldur.
10
SÖYLEŞİ
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
Prof. Dr. Samim Akgönül:
Lozan kamuya açık bir sırdır
S
Yeter Polat
iyaset bilimi profesörü ve tarihçi Samim Akgönül önemli bir bilim insanı. İstanbul-Strasburg arası yaşayan
Akgönül aynı zamanda Yeşiller ve Sol Gelecek
Partisi’nin de kurucularından. Türkiye’nin
‘öteki’lerinin Lozan’da belirlendiği gerçeğinden hareketle, ‘ötekilerin’ bugünle, dünle ve
gelecekle ilişkilerinin yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bugünlerde, Prof. Dr. Samim
Akgönül ile, 1920’lerin ‘ötekileri’ ile 2014’ün
‘öteki’lerinin birbirlerinden nasıl ve ne kadar
farklı açılar çizdiğini, o günlerde öngörülmeyen birçok kimliğin ortaya çıktığını konuştuk.
Akgönül’e ilk olarak bu güncellemeye ihtiyaç
olup olmadığını sorduk.
Lozan Antlaşması’nın Türkiye’nin kurucu
belgesi olduğuna dikkat çekerek sözlerine başlıyor Akgönül, “Bu doğru, ancak 24 Temmuz
1923’de imzalanmış, 25 Temmuz 1923’den
itibaren ihlal edilmeye başlanmıştır. O yüzden
de ortaya Türkiye’nin kendi tarihini algılaması
açısından bir paradoks çıkar.’’ diyor ve sözlerine devam ediyor: “Lozan Antlaşması kamuya
açık bir sırdır. Kimse içinde ne yazdığını
bilmez herkes metni kutsallaştırır. Zaten içinde
ne yazıldığının bilinmemesi için de her şey
yapılır. Lozan Antlaşması’nın ötekileri elbette
dinsel aidiyetten hareket edilerek kategorize
edilmiştir zira, Türkiye’de ulus inşası millet
sistemini takip ederek ulusa ait olmanın başat
kriterini Müslümanlığa aidiyet olarak alır. Ama
diğer taraftan da Lozan Antlaşması Türkiye’de
yaşayan herkese, bütün Türkiye vatandaşlarına, Müslüman olamayan Türkiye vatandaşlarına ve anadili Türkçe olamayan Türkiye vatandaşlarına haklar tanır. Bu açıdan bakıldığından
gerçek bir ‘insan hakları’ belgesidir ve elbette
uygulanmamıştır.’’
Lozan’ın bilinmeden kutsallaştırılmasının
iki sonuca yol açtığına dikkat çekiyor Akgönül:
“Antlaşma ne uygulanabiliyor ne de antlaşmanın ötesine geçilebiliyor. Böylece bir taraftan
Türkiye’deki değişik ve zengin kimliksel
çeşitlilik hala bir tehdit olarak görülürken öte
yandan da bireylerin kimliklerinden bağımsız
olarak eşit vatandaş olmaları engelleniyor.”
günahkarların komplosu‘ vs gözü ile bakılırsa
bu reçete bulunamaz. Önce teşhis konulmalı
sonra tedaviye başlanılmalı. Bizler yönetenleri
henüz bu teşhise ikna etmekle meşgulüz. Bu
Kürd eşitliği için de geçerli, kadınların toplumdaki yeri konusunda da Ermeni soykırımı
için de geçerli, Ekümenlik, Patrikhane için de’’
geçerli olduğunu savunuyor.
Lozan Antlaşması’nın ötekileri elbette dinsel aidiyetten hareket
edilerek kategorize edilmiştir. Türkiye’de ulus inşaası millet
sistemini takip ederek ulusa ait olmanın başat kriterini Müslümanlığa aidiyet olarak alır.
Üç kırılma mevcut toplumda;
dinsel, cinsel, etnik
‘Azınlık hakları’ literatürüne ‘yeni azınlıklar’
olarak girmeyi başaran bu ‘yeni’ kavramın sadece etnik, dilsel, ya da ulusal azınlıkları değil,
toplumsal ortaklık bilincine sahip olmayan
her grubu içerdiği görülüyor, bu doğrultuda,
LGBTİ bireylerini, yine cemaatleri, tarikatları,
bastırılmış dinsel kimlikleri ‘ötekiler’ kavramıyla nasıl açıklamak gerektiğine dair sorumuza yanıt veren Akgönül şunları söyledi: “Şöyle
söylemek daha doğru olur. Her toplumsal
bilinç; etnik, dilsel, dinsel, cinsel… kendini bir
başkalığa göre tanımlar. ‘Öteki’ olmadan ‘biz’
olmaz. Toplumlar elbette dinamiktirler ve ‘biz’
kavramı değişkendir. Türkiye’de toplum dinsel
aidiyet üzerine kurulduğu için ilk ‘ötekiler’ dinseldir ancak bu Türkiye’deki ‘biz’ kavramının
üç zayıf temelinin sadece birini temsil eder. Bu
toplum kırılma noktası üzerine inşa edilmiştir,
dinsel kırılma, etnik kırılma (Kürd ötekiliği
bu yüzden Türkler için travmatiktir) ve cinsel
kırılma (Ataerkil ve heteroseksist toplum). Bu
3 kırılma bugün toplumun ortaklığını ve birey
devlet mukavelesini zora sokmaktadır.’’
Reçetenin nasıl yazılacağının
reçetesi var
Çatışmalı toplumlarda toplumsal barış ve
uzlaşma konularının nasıl mümkün kılınacağına dair görüşlerine başvurduğumuz Prof.
Dr. Samim Akgönül, bunun bir reçetesinin
olmadığını ancak, reçetenin nasıl yazılacağının
reçetesinin olduğunu ifade ederek, “Toplumsal
uzlaşmanın ön şartı devletin ve başat çoğunluğun bir toplumsal çatışma olduğunu kabul
etmesi. Kabullenmesi ki bu Türkiye’de henüz
başarılabilmiş değil. Eğer Kürd sorununa
‘terör’ sorunu, toplumsal muhalefete ‘ bir avuç
çapulcunun işi’, LGBT taleplerine ‘ahlaksız ve
Yeni bağımsızlaşan devletler
yeni azınlıklar getirir
Dünyada bu türden çatışmalı sorunların
nasıl çözüldüğünü, en benzer örneklerden
yola çıkıldığında bir çözümü olup olmadığını,
Barzani’nin Irak ile Kürdlerin ayrılığı için
Çekoslovakya örneğini önerdiğini aktarınca,
bu konuda çokça örnekler olduğunu belirten
Akgönül, bağımsızlık mücadelesi veren toplumlardan başlıyor öncelikle anlatmaya.
“Kanımca Çekoslovakya’da olan, ya da Belçika ve İspanya’da gerçekleşme sürecinde olan
‘Ayrılık’ süreci kabul edilir değil. Yanlış anlaşılmak istemem, bunu uygun görmememin sebebi ‘devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü’
ya da Türkiye sınırlarına atfettiğim anlamsız
bir kutsallık falan değil. Sadece bu coğrafyada
kimliksel homojenlik uğruna yapılan bölünmelerin daha fazla acı, daha fazla çatışma daha
fazla savaş getireceğinden endişeliyim. Batı’da
bir Türkiye, Doğu’da bir Kürdistan, bir baskıcı
ulus devletten iki baskıcı etno-devlete geçiş
demektir ki bu hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi
yeni azınlıklar yaratır zira halklar karışmıştır.
Homojenlik arayışı kanlı bir kabustan başka
bir şey olamaz’’ diyen Akgönül, bu ayrılık,
gayrılık opsiyonunun oyun dışı bırakılması halinde bile geriye üç esin kaynağının kalacağını
iddia ediyor.
Özellikle model demekten kaçınan Akgönül, Türkler ve Kürdlerin kendi modellerini
yaratabileceklerine inandığını ekleyerek şöyle
sıralıyor:
Avrupa Konseyi metni tatmin edicidir
Azınlık kavramının rehabilite edilmesi
gerektiğini vurgulayarak, azınlık olmanın ‘kötü
bir şey’ olmadığı fikrinden hareket eden Ak-
‘Çözüm Süreci’nde
deneyimlerden faydalanılmıyor
Kamuoyunda 2 yıldır tartışılan ‘Çözüm Süreci’ ve çokça eleştirilen, kısmen açıklanmış
‘Yol Haritası’yla daha ne kadar yol gidileceğini soruyoruz Akgönül’e. Akgönül yöntemi
eleştirerek, bunun ‘alakurda’ yani ‘Doğulu’
olduğu iddiasında bulunuyor:
“Yöntem elbette ‘alaturka’ bir yöntem ve
elbette aynı zamanda ‘alakurda’, biraz da el
yordamıyla ‘Doğu’lu.’ Benzer süreçlerden
geçmiş Batı deneyimlerinden yeterince fay-
dalanılmıyor kanımca. Ancak sürecin içinde
olmak dahi önemli bir adım. Yöntem ve yol
haritası elbette kamusal alanda tartışılmalı,
sürece halklar muhakkak dahil olmalı. Son
tahlilde çözümün iki önemli ayağı var. Biri elbette Devlet/Kürd siyasal hareketi arasındaki
müzakere ama diğeri ötekilik meselesi yani,
halklar arasında ortaklık duygusunu tekrar
inşa etmek. Gördüğüm kadarıyla bu ortaklık
duygusu tamamen yıkılmış durumda.’’
BasHaber
SÖYLEŞİ
1 - 7 Aralık 2014
gönül, “Uluslararası antlaşmalarla sabitlenmiş azınlık haklarını
Kürdlere ve elbette diğer kimlik gruplarına vermek’’ diyerek
devam ediyor: “Örnek ülke Finlandiya’dır. Elbette bu satırları okuyan Kürdlerin tüyleri diken diken olacaktır ‘biz azınlık
değiliz’ diyerek, ancak “azınlık” Türkiye bağlamında kirlenmiş
bir kavramdır ve şu anda azınlık hakları literatürünü oluşturan
iki önemli metne bakılırsa aslında taleplerin birçoğunun bu
iki metin içinde tatmin edilebileceğini görürler. “Azınlık dilleri
ve Bölgesel Diller Avrupa Şartı” ve “Avrupa Konseyi Ulusal
Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi” -ki ikisi de Türkiye’nin
kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi metinleridir.) Ancak
azınlık kavramı hem millet sistemi anlayışının devamı hem de
Türkiye’de devletin dinsel azınlıklara reva gördüğü muameleden
ötürü bunu gerçekleştirmesi zor görünüyor. Türkiye’nin henüz
iki metni de imzalayıp, onaylamadığının altını çizelim.
Federal ya da konfederal sistem örnekleri
Federal ya da konfederal sistem modeline örnek olarak
İspanya’yı gösteren Akgönül, bu örneğin Tansu Çiller tarafından da dile getirildiğini ve büyük tepki çektiğini hatırlatarak
şunları söylüyor: “Bu sistemin avantajı Kürdlere net bir özerklik
sağlanacak olması ve psikolojik olarak Kürd hareketinde bir
rahatlama sağlayacak olmasıdır ancak kanımca bazı sakıncaları
vardır. Öncelikle bu sistem bölge dışında yaşayan milyonlarca
Kürdü ya özerklik dışı bırakacak ya da göç etmeye zorlayacaktır.
Türkiye’nin yeni bir nüfus mübadelesine tahammül etmesinin
imkansız olduğunu düşünüyorum ancak elbette bu formül gönüllülük bazında düşünülebilir. Ancak bu formülün bir sakıncası
daha var. Federal ve konfederal sistemlerde, eğer sistem tarihi
bir temele dayanmıyorsa ve kimliksel farklılıklar çok keskinse,
aynen İskoçya, Katalonya, Bask ülkesi, Flaman bölgesi gibi örneklerde olduğu gibi er ya da geç “ayrılık” söz konusu olabiliyor.
Yani böyle bir modelin Türkiye’de uygulanabilirliği kanımca çok
sağlam hukuki ve teknik temellere dayandırılabilmesine bağlı.
Bu konuda da aslında Avrupa Konseyi’nin bir metni var. 1985
tarihli Avrupa Yerel Yönetimler ve Özerklik Şartı ki Türkiye şartı
1992’de imzalamış ve 1993’de onamış durumda. Ancak imzalarken kabul etmediğini bildirdiği madde ve fıkralar şartının içini
tamamen boşaltmakta ve uygulanabilirliğini ortadan kaldırmakta. Bu maddelerin kabulü ve uygulamaya konulması özellikle
bölgesel finansman, sınır ötesi ilişkiler gibi hayati konularda
Türkiye’yi rahatlatabilir. ‘’
Eşit ve özgür yurttaşlık esası önemli
Akgönül, üçüncü ve son esin kaynağı olarak ‘desantralizazy
on’,‘yerelleşmek’ diye ifade ettiği ‘ademi merkeziyetleşme’nin,
Fransa’da 1981’den bugüne uygulandığını ve uygulamaların
gittikçede derinleştiğine dikkat çekerek, “Bu bir süreç ve sürecin
her etabında yerel yönetimlere daha fazla güç, daha fazla karar
mekanizması ve elbette daha fazla iç finansman olanağı sağlanıyor. Sistemin avantajı, üniter devleti görünürde koruyarak (yani
çoğunluğun gönlünü bir nevi ferah tutarak) yerelde herkese
kamu hayatının içine girme ve kendi hayatına yön verebilme gücünü vermekte. Son derece pragmatik bir süreç ve her talebe elbette biraz direnç göstererek cevap veriyor ancak sonuçta Fransa
örneğinin Türkiye’de her zaman ayrıcalıklı bir yeri olmuştur.
Aslında bugünkü Türkiye sistemi 1870’lerin Fransa 3. Cumhuriyetine benzemekte. O zamandan beri Fransa’da Seine nehrinin
köprüleri altından çok sular aktı. ‘Fransa dilleri’ diye bir kavram
oluştu (1951) ve bölgesel dillerin hepsinde eğitim olanağı sağlandı. Korsika’ya ismi konulmamış bir özerklik verildi. Alzas-Mozel
bölgesinin özel dinsel bir statüsü var, vs. Dolayısı ile bu esin kaynağının Türkiye’de hem kendini çoğunluk olarak görenleri, hem
sosyolojik olarak azınlık olup da azınlık statüsünü reddedenleri,
hem de –ki benim için en önemlisi- gruplara ait bireylerin gruplarından bağımsız eşit ve özgür yurttaşlar olarak algılanması için
uygun olabileceğini’’ düşündüğünü ifade ediyor.
Özverili ve inatçı çalışma şart
Yeni bir anayasaya ihtiyaç duymadan Kürdlerin ana dilinde
eğitim ve diğer haklarının tanınması konularını da yönelttiğimiz Prof. Dr. Samim Akgönül, iki şeyin birbirine karıştırıldığına vurgu yaparak şunları söyledi: “Birincisi Türkiye’nin
acilen yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var. Bu anayasa birey ve
grupları devletin sahipleri kılmalı, tersini değil. Ancak diğer
taraftan Türkiye’nin imzasını koyduğu uluslararası antlaşmalara harfiyen uyması (Lozan Antlaşması, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Avrupa Yerel Özerklik Şartı) ve Avrupa Konseyi’nin
yukarıda zikrettiğim iki belgesini imzalayıp yürürlüğe koyması
sorunun teknik kısmını büyük ölçüde çözer. Geriye siyasi ve
toplumsal uzlaşma kalır ki bu da elbette özverili ve inatçı bir
çalışma gerektirir.’’
‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’
halklara mutluluk getirmez
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından dünyada 30’dan
fazla ulusal devletin kurulduğunu, hala bağımsızlık hazırlığı
yapan halklar ve bölgelerin olduğunu, Türkiye de ise, sol ve
Kürd hareketinin ulus devlet seçeneğini ‘makul’ bulmadıklarına
dair görüşler açıkladıklarını hatırlatarak; uluslaşma mücadelelerinin şiyarına dönüşen ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’
talebi bakımdan ortada çelişkili bir durumun olup olmadığını
konuştuk Akgönül’le.
Kendisini “sol” çevrelere ait hissettiğini söyleyen Akgönül,
“ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nın ulus devlet kavramının kutsallaştırıldığı ve barış için olmazsa olmaz olduğunun
düşünüldüğü bir anda ortaya atılmış bir kavram olduğunun
altını çizerek, “Ulus-devlet konusundaki çekincelerimi açıkladım. Elbette eğer Kürdler arasında bir konsensüs oluşur ve
Kürdler örneğin Katalonya’da İskoçya örneğinde olduğu gibi ya
da bu coğrafyada Hatay örneğinde olduğu gibi bir referandum
ile bağımsızlık yolunu seçerlerse burada yapılabilecek bir şey
yok. Ancak ben hala bunun halkların mutluluğu için sorunlu bir
durum ortaya çıkaracağını düşünüyorum. En önemli çekincem
yukarıda da bahsettiğim kimliksel homojenlik rüyası ve yeni bir
nüfus mübadelesi kabusudur.’’
Avrupa’nın, hem Türkiye’nin Kürd meselesine yaklaşımı
noktasında hem de Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmelere
yaklaşımı noktalarında kimi değişimlerin olduğunu da belirten
Akgönül, “En önemli değişikliğin Kürd idari odaklarının belirli
bir meşruiyet kazanmış olması ve muhatap olarak alınmaları.
Ancak Ortadoğu’da barış, Ortadoğu halklarının başarabileceği
bir şey. Ama elbette Avrupa’nın ve hatta ABD ve Rusya’nın bu
sürecin dışında kalmasının” imkansız olduğunu ifade etti.
Desantralizasyon süreçlerinde yerel yönetimlere daha fazla karar mekanizması ve elbette daha fazla iç finansman olanağı sağlanıyor
11
Körebe
SENNUR BAYBUĞA
İddialı, büyük ve bir başka
seçeneğe yer vermeyen cümleler
kurmanın aslında ağır bir şiddet olduğunu düşünen ben, araştırdığım
ve kısa sürede durağına misafir olduğum o cümlelerin ağırlığı altında
ezilmekteyim bir süredir.
Kendim için, hayatı ‘anlamlı’
kılmak için aradığım bu cümlelere
doğru giderken, kurulan ve kurduğum tüm sözler, başlamak ile biter
hale geldi. Ve takiben de her türlü
yargılamaya -içte ve dışta- açık hale gelen zihin dünyam
kendi ile derin bir kavgaya tutuştu.
Bu ağırlıktan kurtulmanın yollarını aramaktayım
bir süredir. Bazen ve genellikle mesleğimle ilgili yazılar
yazarken, ya da bir bildiri metnini cümlelerle etkili hale
getirmeye uğraşırken dönüp kendime güldüğüm, dönüp
kendime ‘ne yaptığımı’ sorduğum oluyor. Bende karşılığını bulmayan ve ruhuma hiç birşey katmayan bu cümlelerin, dışarıya dönük bu cümlelerin ne kadar cazip görünürlerse görünsünler benim için öz Türkçe’de ifade ettiği
anlam bir ‘hiçlik’ duygusu, başka bir şey değil.
Bu yazma işinde de aynı şeyleri yaşıyorum, akıllıca
ve belki de ihtiyaç duyulan,’bana yakışan’ şeyler yazmak,
yazı ile çıkan metinle arama derin bir uçurum açıyor ve
esas olarak o metnin bana ait olmadığı duygusu peşimi
bırakmıyor. ‘Hayır’ diyorum, ‘sen ne bu kadar akıllısın ve
ne de bu kadar, göründüğü kadar hayata bu ülkede nefessiz bırakan bu anlamlar cehennemine mensup değilsin.’
Yazmaya çalışmanın beni kendine getireceğini düşündüğüm her zaman dilimi sıkça beni daha çok içimde sınırlarını kendimin bile çizemediği bir dünyaya yabancı kılıyor.
Oysa, kendini kendine anlatmak için insanın kullanabileceği, çözümü en kolay şifreler dilde gizli. Derdi benim gibi dışarıdan çok içindeki dünyada olan bir insanın,
uzun yıllardır ördüğü bir alemin de bu araçla dışarıya atılıyor olduğunu hissetmesi ve gitgide üzerindeki giysileri
de, mahremiyetini de kaybediyor olduğunu görmesi belki
de bu işi artık bitirmesi gerektiğini göstermez mi!
Ben hasbelkader ve nasıl bir sebeple olduğunu hala
kestiremediğim bir nedenle hukuk fakültesini bitirmiş ve
oradan meslek icra eden birisiyim. Dışa dönüklük, kelime cambazlığı, dirayetli duruş ve sürekli şişirilen farazi
balonlar dünyasına girmeye gönüllü olmuşum zamanında. Ama ve oysa kimi beni eğlendirdiğini düşündüğüm bu
oyunun, dış dünyada çok misyonlar yüklenen bu işin, uğraşanını sanki ve ‘edepsizce kahraman kılmaya müsait bu
işin benimle ne ilgisi olabilir’ diyorum. Bu iş komik, bu iş
acıklı, topluma konuşan bir sürü iş gibi ,kandırmaya hizmet etmekten başka bir şey değil. Bu iş benim yıllar evvel
kendimi karanlık bir ovada kaybetmeme neden oldu, öyle
karanlık ve öyle düz k aslında elimi azatsam kendimi tutabileceğim uzaklıkta kayboldum, elimi uzatsam kendimi
tutacağım ve elimi uzatsam o manalar cehenneminden
hakikatin güzel çayırlarına geçeceğim. Ama,hayır bu işi
yaparken elini de kaybeder insan,gözünün retinası zaten
kendine ait olmaktan epeydir çıkmıştır.
Buradan kaçtığım, kitaplara sığındığım, çayırlara,
ocakta yemekler pişirmeye kaçtığım zamanlarda bulduğum geçici huzur da bu yazma, zamanında yazma meselesi nedeni ile yine kaçmaya başladı. Ben sözlerin değil
eylemlerin yazıldığı, eylemlerin peşinden koşulan bu
gazetesinin dünyasına ait miyim? Her hafta bunu düşünüyorum, sessizce yazmaya çalıştığım ve bir kerede kustuğum yazılardan dolayı acaba bu dergiye, gazeteye emek
veren insanların okurları bana kızıyor mudur? ‘Bu kadının bu köşede ne işi var’ diyor mudur, bunu düşünmeye
başladım.
Bu tedirginliğin kendime kurduğum, kurmak istediğim, hayatın eylem alanlarından kaçmaya çalışarak kurduğum kendi dünyamda da beni yaşanamaz hale sokmaya başladığını görüyorum. Bu ülkeyi Truman Show isimli
filmin çekildiği saha gibi görmeye başladığım zamanlardan beridir kendimi bu Show’un bir parçası haline getirip
getirmediğini düşünüyorum ve çok korkuyorum.
Ve düşündüm, bu gazeteyi alan ve burada yazı yazan tümü benden çok akıllı ve hakikatler dünyasının gerçek kahramanları olan yazarlarını okumayı seven sevgili
okurlar, burada ne işim olduğu konusunda sorularınız
varsa ve huzurunuzu kaçırıyorsam, ben mutfağıma ve
kendi manalar evrenime dönmek istiyorum. Kısacası bir
sese ihtiyacım var, sizden gelecek bir sese. Yoksa yürüyemeyeceğim.
12
BasHaber
1 - 7 Aralık12
2014
SÖYLEŞİ
GÖÇ
Kobanê’den Suruç’a değişen hayatlar
I
Berfîn Mijdar
ŞİD saldırılarıyla birlikte yaşanan en
önemli değişiklik bozulan demografik
yapı oldu. On binlerce insan kenti
terk ederken, Arap Kemeri ile başlayan
proje bir anlamda savaş zoruyla ‘başarıya’
ulaştırıldı.
Kürd bölgesinde ortaya çıkan fiili
duruma kadar Suriye’de vatandaş olarak
bile kabul edilmeyen, kimlikleri olmayan Kürdlerin kaderi kanton modelinin
geliştirilmesiyle değişmeye başlamıştı.
Her şeyin Kürdlerin lehine olduğu bölgeye
IŞİD’in ağır silahlarla kapsamlı saldırıya
geçmesinin ardından zoraki değişim başlamış oldu. Rojava Kürdleri zorunlu göç ile
karşı karşıya kalırken, özellikle Türkiye’ye
sürüklenmek zorunda kalan binlerce
aile mülteci kamplarında ve hemen tüm
Türkiye şehirlerinde sokaklarda yaşama
tutunmaya başladı.
Sınır ilçesi Suruç ise bu trajedinin en
derinden hissedildiği yerlerin başında
geliyor. 19 Eylül’den itibaren 192 bin kişi
zorunlu göçten dolayı Kobanê sınırında
bulunan Suruç ilçesine geldi. İlk 10 gün
içerisinde sınır hattından yoğun geçişler
yaşanırken iki aylık zaman dilimi içerisinde bu yoğunluk azalmaya başladı.
Göçün yoğunluğu çadır kentlerde
yaşamı zorluyor
Çadır kentlerin göçle birlikte çözüm
için acil bir şekilde kurulması, çadırların
mevsimlik olması, su ve elektrik tesisatında yetersizlikler olması, çadırların nüfusa
yetmemesi zorlukları da beraberinde getiriyor. Birçok çadır kentte elektrik tesisatı
yeni yeni kurulsa da bu kez su sorunu baş
gösteriyor. Sağlık Emekçileri Sendikası’nın
bu yönde hazırladığı rapor da çadır
kentlerde ve dışarıda yaşayan Kobanêli
göçmenlerin durumunu gözler önüne
seriyor. Rapora göre; “Çadır kentlerde,
depolarda, boş dükkânlarda, ambarlarda
yaşayan göçmenlerin barınma, ısınma,
beslenme ihtiyaçlarının yeterince karşılanmamasından kaynaklı hastalanmaları daha
kolay olmaktadır. Yine salgın hastalık riski
bulunmakta. Öncellikle hamile, emzikli
kadınlar ve çocuklar için planlamalar
yapılmalı. Kobanêde 2-3 yıldır süren savaş
ve ambargo nedeniyle çocuklara aşıları
yapılamıyordu. Sağlık bakanlığı ve ilgili
kurumlar bir an önce aşı kampanyaları
başlatmalı”
Tel Abyad - Kobanê - Suruç
Tel Abyad’dan önce Kobanê’ye ardından
Suruç’a göç edenlerden biri de Şexp Xıdır
Şexo. 7 Çocuğuyla birlikte IŞİD’ten dolayı
önce Kobanê’ye göç eden Şexo, IŞİD’in
bu kez Kobanê’ye saldırmasıyla birlikte
Suruç’a göç etmek zorunda kaldı.
Tel Abyad’tan göçün aslında tüm zorluk-
Türkiye’de sığınma evi gerçeği
E
ların başlangıcı olduğunu belirten Şexo, o
anları şöyle anlatıyor: “Destursuz, izinsiz
ve zulümle girdiler köylerimize. Evlerimizden çıkartıp zorla göç ettirdiler. Evimizi,
malımızı, mülkümüzü, toprağımızı her
şeyimizi bırakarak çocuklarımızın elinden
tutup Kobanê’ye geldik. Orada da zorluk
yaşadık. 14 ay kalabildik Kobanê’de.”
IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasıyla göçe
maruz kalan Şexo ailesi bu kez Suruç’a
gitmek için sınıra geliyor. Yumurtalık
sınırına gelen Şexo ailesi, Türkiye’nin ilk
günlerde geçişlere izin vermemesinden
dolayı 3 gün sınırda mayınlı arazilerde
kalıyor. Ardından IŞİD’in Yumurtalık sınırında yığılan halka saldırmasıyla geçişlere
izin verilirken Şexo ailesi de Suruç tarafına
geçerek bir köyde 4 aileyle birlikte bir evde
kalmaya başlıyor. Daha sonra Suruç ilçe
merkezinde çadırların kurulmasıyla birlikte Şexo ailesi de Kader Ortakaya Çadır
Kentine yerleştirildi. Şexo zorunlu göçü
şu şekilde ifade etti; “Önce sınır hattında
3 gün sınırda kaldık. Daha sonra geçişlerimize izin verilince önce köylere ailelerin
yanına yerleştik. 3-4 Aile bir evde yaşamaya başladık. Böylece hem açlık başladı hem
hastalıklar arttı. Sonra çadırlar kurulunca
bizi buraya aldılar. Şimdi burada 7 çocuğum ve eşimle çadırda yaşıyorum. Elektrik yok, su yok, çamaşırları yıkayacak yer
yok, çocukları yıkayacak yer yok. Şimdi
asıl zorluk burada başlıyor. Çamaşır
yıkamak için bile kendi kıyafetleriyle ateş
yakıp su ısıtıyorlar.”
Kobanê’de doğurduğu ikizleri
Suruç’ta yaşamını yitirdi
Altı Çocuğuyla birlikte Kobanê’den
Suruç’a 2 ay önce gelen Adlan Hüseyin
doğum yaptıktan bir ay sonra göç ettiğini,
göç sırasında, açlık, susuzluk ve sıcaklıklardan dolayı çok zorlandıkları için yeni
doğan ikizlerinin sınırda hastalandığını
Suruç’a yerleştikten sonra da ikisini kaybettiğini kaydetti. Hüseyin, “Kobanê’den
çıktığımızda daha yeni doğum yapmıştım.
Günlerce sınırda o sıcakta aç-susuz bekledik. İkizlerim sınırda tüm bu şartlardan
dolayı hastalandı. Geçişimize izin verince
gelip çadırlarda yaşamaya başladık. Ancak
ikizlerim bir türlü iyileşemedi. İkisini de
burada kaybettim. Şimdi 4 çocuğumla
birlikte burada yaşamaya devam ediyorum. Eşim ise Kobanê’de kaldı” sözleriyle
yaşadıklarını aktardı.
2 kişilik çadırda 6 kişi kalıyor
1 Ay önce Kobanê’den
Suruç’a göç eden 60 yaşındaki Meryem Hemed’de çadır
kentte kalan Kobanêlilerden.
2 Kişinin barınabileceği çadırda toplam 6 kişi kaldıklarını belirten Meryem Hemed
en büyük sorunlarının su ol-
duğunu söylüyor. Çamaşır ve
banyo yapma konusunda sıkıntı çektiklerini ifade eden
Meryem Hemed, çamurda
ısıttıkları su ile çamaşır yıkayabildiklerini, banyoyu ise
uygun bir yer bulduklarında
yapabildiklerini söyledi.
7 çadır kent
kuruldu
İlk geçişlerin yoğun yaşandığı günlerde
hem Suruç Belediyesi tarafından hem de
AFAD tarafından çadır kentler kuruldu.
Suruç Belediyesi tarafından Rojava, Arin
Mirxan, Kobanê, Suphi Nejat Ağırnaslı ve
Kader Ortakaya isimleriyle kurulan çadır
kentlerde ve AFAD’ın kurduğu iki çadır
kentte toplam 10 bin 708 kişi yerleştirilirken, 20 bin 201 kişi Suruç merkezde
kendi imkanlarıyla buldukları ev, inşaat
ve boş dükkanlarda, 17 bin 617 kişi de
Suruç’ta 206 köye yerleşti.
Öte yandan göçle gelen Kobanêlilerden
35 bini Urfa merkeze, 15 bin kişi Birecik,
12 Bin kişi Bozova, 4 bin kişi Siverek’e, 3
bin kişi Hilvan’a, 600 kişi de Ceylanpınar
ilçesine yerleşti. Urfa merkez ve ilçelere
yerleşenlerle birlikte bu sayı 118 bine
ulaşırken geriye kalan yaklaşık 80 bin kişi
ise Diyarbakır, Mardin, Malatya, Mersin, Adana, Maraş ve Antep gibi kentlere
yerleşti.
Çadır kentlerde kalanlara günde 3
öğün sıcak yemek dağıtımı yapılıyor. Van
Belediyesi ve Kızılay tarafından öğlen
ve akşam sıcak yemek dağıtılıyor. Ancak
sendikaların konuya dair hazırladıkları
raporlarda, yemek yardımının özellikle
proteinden uzak olması hamile kadınların
ve çocukların beslenmesi açısından yeterli
görülmüyor. Her çadıra elektrikli soba
ve battaniye veriliyor. İki çadırda sağlık
kabinleri kuruldu ve burada acil hastalara
ilk tedaviler uygulandıktan sonra çoğu
hastanelere sevk ediliyor.
KADIN
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
13
SÖYLEŞİ
Çimen Gümüş
şleri ve en yakınındaki erkekler tarafından şiddete
maruz kaldıkları ve gidecek yerleri olmadığı için
kadınların geçici olarak kaldığı kadın sığınma evleri
herkes için merak konusu. Sığınma evine ne tür başvurular
kabul edilir, kadınlar ne kadar kalabiliyorlar, iş imkanları,
barınma imkanları nedir, kadın istihdamı nasıl sağlanır,
kadın sorununa çözüm var mı? Konu hakkında basına konuşmaları güvenlik gerekçesiyle ve resmi nedenlerle yasak olan
sosyal hizmet uzmanlarından biri ile görüştük. İsmi bizde
saklı olacak şekilde ikna ettiğimiz uzman, sığınma evlerinin
hem nicel hem de nitel olarak içinde bulunduğu durumu
BasHaber okurları için yorumladı.
Türkiye’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağıl ve
nüfusa göre orantılı olarak dağılmış toplam 92 sığınma evi
bulunduğunu ancak 8 ilde hiç bulunmadığını aktaran sosyal
hizmet uzmanı, 100 binin üzerinde olan yerleşim yerlerinde
belediyelerin sığınma evi açma zorunluluğu olduğunu ifade
etti. Bakanlığın kadın sığınma evlerini belediyelere devretmeyi tartıştığını ve belediyelerin de haklı olarak bu durumdan kaçındıklarını belirten yetkili, yerel yönetimlerin yeterli
alt yapısı bulunmadığının altını çizerek, “İlk olarak kadın
sığınma evi mevzusu kesinlikle gizlilik isteyen bir alan. Bunu
yerel yönetimlere devrettiğinizde gizliliği baştan feshetmiş
sayılırsınız. Çünkü taşrada belediyeler ve belediye çalışanları
o bilince sahip değiller. İstanbul gibi büyük bir metropolde
bile bu sorunlar yaşanıyorken küçük yerlerde gizlilik sağlanamaz. Polis de bilgiyi veriyor. Kamu personeli de sokaktaki
adam da yerin gizliliğini ihlal edecek bütün bilgileri veriyor.
Bu açıdan ve bütçe açısından sıkıntı yaşanacaktır.” diye
konuştu.
Emniyetin yaklaşımı kadınların ailelerine
geri dönmesine yol açıyor
Kadın sığınma evlerinin nicelik olarak çok yetersiz olduğunu ve sirkülasyonun çok yoğun olduğunu kaydeden yetkili,
kadınların ortalama olarak 6 ay sığınma evlerinde kalabildiğini ancak bazı kişilerin özel durumlarından kaynaklı
kuruluştaki bazı çalışanlar tarafından nadir de olsa iki yıla
kadar uzatılabildiğini söyledi. Kadınların bazen üç ay bekletildikten sonra başka yerlere nakledildiğini belirten yetkili,
sığınma evindeki bazı kadınların aileleri tarafından bulunup
tehdit edildiği şeklindeki yoruma ise, “Bu her bölgede böyle.
Emniyet çat diye kişinin babasını kuruma getirebiliyor. De-
falarca yazı yazıyor ve aynı ortamlarda bunu dile getiriyoruz.
Emniyete ‘bari bunu yapmayın’ diyoruz. Ama taşrada olduğu
için gizlilik çok rahat bozuluyor. Kadın travmatize olup
emniyete geliyor ama ifade alımı sırasında karşılaştığı tablo,
‘ne olmuş ki ailene dön. Niye gidiyorsun ki’ gibi kadınlara çok
ciddi duygusal ve psikolojik baskı yapılıyor ve pek çok kadın
bu sebepten dolayı evine geri dönüyor” yanıtını verdi.
Can güvenliği sorunu olan kadın ve barınma sorunu
olan kadın aynı yerde
Nitelik açısından da sığınma evlerinde çok büyük sıkıntılar
olduğunu kaydeden yetkili, “Barınma hizmeti veriyoruz ama
bunu yaparken, can güvenliği sorunu olan, şiddet görmüş ve
istismara uğramış kadını aynı yerde tutuyoruz. Bu anlamda
uzmanlaşmış alanlar yok. Dolayısıyla sadece barınma sorunu
olan kadınları ve can güvenliği sorunu olan kadınları aynı
yerde tuttuğumuz için gizlilik konusu sürekli sıkıntı oluyor”
dedi. Kadınların iş olanakları ve istihdamı ile ilgili ise meslek
edindirme kurslarının kısmen verildiğini ancak onun da
istihdam alanında yerinin çok sınırlı olduğunu dile getirdi.
6284 bölgede uygulanabiliyor
Kadınların sığınma evinden çıktıktan sonraki nasıl bir yol
izlediği konusunda ise, “Takip sistemi yok. 6284 ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair kanun,
kapsayıcı ve işlevsel kullanıldığı zaman çok işe yarayacak
maddeler var içinde. Fakat onu uygulayabilecek birim şiddeti
önleme ve izleme merkezidir. Bu ise Türkiye’de sadece pilot
illerde uygulanıyor. Bu nedenle 6284’ü uygulamak bizim için
biraz güç” dedi. Personel sayısında dengeli bir dağılım olmadığından kadınların psikolojik desteği de yetersiz aldıklarını
vurgulayan sosyal hizmet uzmanı, sığınma evlerinin kadın
sorunun çözümünden uzak olduğuna işaret ederek, “Çünkü
kadın sığınma evi Türkiye’deki pek çok kurum gibi olay olup
bittikten sonraki aşamadır. Kadınlar zaten yaşayacağını yaşıyor ve çaresiz kaldığı için bize geliyor” diye özetledi.
İstihdam sorunu evdeki şiddeti arttırıyor
Kadınların istihdamı ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşadığının
ve çalışma koşullarının özellikle çocuklu kadınlar için çok zor
olduğunun altını çizen yetkili; “Hiçbir can güvenliği sorunu
ya da şiddet sorunu olmasa da gene istihdam edilemiyor.
Yalnız ve genç olması yine eğitiminin buna uygun olması
gerek. Yine de yetmiyor. Çünkü kadınlar dezavantajlının bile
bir adım ötesindeler. Ve kadın bunu biliyor, hesaplıyor ve o
yüzden evde kalıp kocayı çekmek zorunda kalıyor. Bu durum
da gitgide evdeki şiddet durumunu arttırıyor.” dedi.
‘Konukevi söylemi şiddetin olmadığı algısı ile aynı’
Bakanlığın kadın sığınma evlerine konuk evi tanımı
yaptığına işaret eden yetkili, “Kadın sığınma evi dendiği
zaman sığınmayı kabul etmiş olursun. Yani toplumsal şiddeti,
erkeğin şiddetini, kadının uğradığı bütün ayrımcılığı, bütün
mağduriyeti kabul edip bunun üzerinde sığınma evi oluşturmuş olursun. Ama konuk dediğin zaman sanki şiddet
yokmuş, geldi ve gitti misafir gibi. Barınma evi gibi ele almış
olursunuz. Ve soruna çözüm odaklı bakmamış olursunuz”
diyerek konuk evi söyleminin hizmetin kalitesini de tartışmaya kapattığını vurguladı.
Tel: +90 212 243 27 79
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Fax: +90 021 243 27 60
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
E-mail: [email protected]
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç
www.basnews.com
...
Haber Merkezi: Aziz Tekin, Özcan Şahin,
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Diyarbakır:
Mustafa
Turan
Fatoş Yıldız, Çimen Gümüş,
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
Ankara: Mustafa Yeşil
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
Editörler: Rawîn Stêrk, Yeter Polat
13
Medeniyet mühendisliği
BİLAL SAMBUR
İnsanın insanı kullanma sapkınlığının en çok kendisini gösterdiği
alan, belki de kadın-erkek ilişkisidir.
Erkek, kadınla insan olarak ilişki
kurmayı başaramamıştır. Kadınla
insan olarak kendini ilişkilendirme
konusunda erkeğin başarısız olması,
kadın sorunu denilen büyük bir problemin büyümesine ve insanlığı çürütmesine neden olmaktadır. Kadına
yönelik şiddet, insanlığın çürümesinin ve zayıflamasının
en büyük göstergesidir. İnsanlık, kadın-erkek eşitsizliği
konusunda mükemmel bir başarı yakalarken, kadınerkek eşitliği konusunda ise dibe vurmuştur. Kadın,
bugün politikada, ekonomide, kültürde, diplomaside,
eğitimde, bilimde, sanatta, dinde ve felsefede etkin ve
işlevsel olarak var olamadığı gibi, kadının kendisini var
etme ve ifade etme kanalları da büyük ölçüde kapalıdır.
Ortadoğu’da kadın-erkek eşitliği fikri sorun değildir. Bir kadın hareketi olarak feminizm de sorun değildir. Sorun olan, kadın-erkek eşitsizliği ve IŞİDizmdir.
IŞİDizm, bugün Irak’ta ve Suriye’de Kürd kentlerine
saldırmakta yüzlerce Kürd kadınını ve Ezidi kadınlarını köleleştirmekte, cariye yapmakta ve pazarlarda
satmaktadır. Her gün IŞİD tarafından pazarlarda satılan Kürd Ezidi kadınlarının haberlerini okumaktayız.
IŞİDizmin Nijerya kolu Boko Haram, onlarca kız çocuğunu okuldan kaçırmış ve kızları cariye yapacağını
söyleyerek dünyayı her gün tehdit etmektedir. Dersim
kırımının siyasi polemik malzemesi yapıldığı bugünlerde, Dersim’in Kayıp Kızları denilen utanç verici bir gerçeği öğreniyoruz.
IŞİD’in Rojava’ya ve Kürdistan bölgesine saldırmasının önemli bir nedeni, buralarda kadının erkekle eşit
olduğuna dair inancın ciddi ölçüde benimsenmiş olmasıdır. Rojava ve Kobanê direnişleri karşısında afallayan
IŞİD’i psikolojik ve düşünsel olarak çökerten şey, kadının direniş saflarının en önünde savaşmasıydı. Bir kadın
direnişçi tarafından öldürülme ihtimali, IŞİD çetecilerinin kabusu olmuştur. Rojava kantonlarında kurulan yönetimlerin bütün katmanlarında kadının eş başkan statüsünde olması, IŞİD’in Ortadoğu’da kurmak istediği
insanlık ve kadın karşıtı düzene tersti. IŞİDizm, kadını
yok ederek, satarak, cariye yaparak, köleleştirerek, ganimetleştirerek kadından ve insandan kurtulmayı ummaktadır. Ortadoğu’da feminizm diye bir sorun yoktur,
IŞİDizm diye bir sorun vardır. Dünyada kadın-erkek
eşitliği diye bir sorun yoktur, kadın-erkek eşitsizliği diye
bir sorun vardır. Feminizmi hedef göstermek yerine,
eleştirilmesi gereken tehlike, IŞİDizmdir.
Ortadoğu’nun en büyük sorunu, Kürd sorunudur.
Kürd sorunu, aslında eşitlikle ilgili bir sorundur. Ortadoğu egemenleri, Kürdleri, Kürdçeyi ve Kürd kültürünü hiçbir şekilde kendi kimliklerine, dillerine ve
kültürlerine eşit kabul etmemektedirler. Kürdlerin
dağlı olduğunu ve Kürdçenin medeniyet dili olmadığını
empoze eden fıtrat karşıtı anlayış, insani çoğulculuk ve
eşitlik fikrini reddetmektedir.
Alevi sorunu, bugün her haliyle tam bir açmaza dönüşmüştür. Alevilerin hiçbir talebi eşitlikçi ve özgürlükçü bir anlayışla ele alınmamaktadır. Aleviler, cemevlerinin ibadet yerleri olduğunu söylemektedir, ama Alevi
olmayanlar, cemevlerinin ibadethane veya mabet olmadığını söyleyerek Alevilliği istedikleri şekilde tanımlayabilmektedirler. Aleviliğin dışarıdan tanımlanmasının
nedeni, Alevilerle eşit olmayı kabul etmeme vardır.
Ortadoğu’da yaşanan kadın sorunu, Kürd sorunu ve
mezhep sorununun arkasında eşitsizlik ve üstünlük saplantısı vardır. Fıtrata, beşeriyete ve medeniyete aykırı
olan şey eşitlik düşüncesi değil, eşitsizlik saplantısıdır.
Erkek kadını, Türk Kürdü, Sünni Alevi’yi, Laik dindarı, beyaz siyahı, Müslüman gayri Muslim’i, Avrupalı
Asyalıyı, batılı doğuluyu eşit görmediği sürece ülkemiz,
bölgemiz ve dünya şiddet ve sömürünün elinde telef olmaya devam edecektir.
14
BasHaber
1 - 7 Aralık14
2014
SÖYLEŞİ
ÇOCUK
Ezdi ve Kobanêli çocuklar:
Okul için destek bekliyoruz
I
Zerya Nergis
ŞİD saldırıları nedeniyle topraklarını
terk eden Kobanê ve Şengalli çocukların eğitimleri, yaşamsal meselelerden
sonra en önemli sorun olarak belirmişti. Bu
kapsamda yapılan resmi çalışmalar yetersiz
kalırken, sivil girişimler boşluğu doldurmaya
çalışıyor. Barış İçin Eğitimciler Girişimi’nin
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları gününde
deklare ettiği kampanya devam ederken, bu
kampanyanın yürütücüleri, savaştan kaçarak
gelmiş çocukların eğitiminin ne kadar elzem
olduğuna ve acilen eğitim yapabilmeleri için
fiziki koşullarının ve eğitim materyallerinin oluşturulması gerektiğine işaret ediyor.
Diyarbakır’da bulunan ve aylardır kamplarda
eğitim çalışmaları ile ilgili çalışan eğitimci
Şerif Derince, maddi yetersizliklerden dolayı
eğitim programlarının eksik kaldığını belirterek uluslararası kamuoyundan maddi destek
beklediklerini söyledi.
Kobanê ve Şengalli çocukların yaşadığı
dramı ve karşı karşıya kaldıkları durumun
ağırlığını atlatabilmeleri ve eğitimlerinin
aksamaması için bir kampanya başlatan Barış
İçin Eğitimciler Girişimi üyeleri, çalışmalarına hız verdi. Eğitim çalışmalarını Kürdçe,
Arapça ve İngilizce olmak üzere üç dilli
yapan eğitimciler, kış şartlarına uygun fiziki
koşulların yaratılması, eğitim materyallerinin
bütün çocuklara dağıtılması ve öğretmenlerin çalışabilecek şartlara kavuşabilmeleri
için uluslararası kamuoyuna maddi destek
çağrısında bulundu. Göçlerin başlamasıyla
birlikte bölgedeki kamplarda çalışma yapan
ve birebir oradaki insanlarla ilişki kuran
Eğitimci Şerif Derince, kampların ilk bir iki
ayında beslenme ve barınma gibi acil sorunların çözülmeye çalışıldığını dile getirerek,
yaklaşık bir bir buçuk aydır çocuklarla ve
kadınlarla psiko-sosyal çalışmalar yapmaya
çalıştıklarını ifade etti. Derince, şimdiye
kadar eğitimle ilgili yapılan çalışmaların daha
çok gönüllü eğitimciler üzerinden yürütüldüğünü belirterek, “Biz sistemi, müfredatı,
programı, takvimi olan, öğretmenleri belli
olan, dersleri farklı öğretmenlerin verdiği
bir sistem kurmak için çalışıyoruz. Buna dair
ufak pilot çalışmalar yapmaya başladık. Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt’te yapılıyor ve
Şırnak’ta da yapılmaya çalışılıyor. Özellikle
Batman ve Diyarbakır’daki çalışmalar yavaş
yavaş belli bir olgunluğa kavuşmuş” dedi.
Özel fona ihtiyaç var
Bütün bu eğitim çalışmalarının uzun vadeli
ve düzenli bir şekilde yapılabilmesi için büyük bir dayanışma ve desteğe ihtiyaç olduğunun altını çizen Derince, “Bunun bir bütçesi
olması gerekiyor. Ve maalesef bu bütçe küçük
bir bütçe değil. Çok düşük de olsa öğretmenlerin ücretleri, kitapların basımı bunların
sanat çalışmaları yapan bir grubun, çocuklarla çeşitli sosyal aktiviteler ve başka birçok
çalışma yapan diğer grupların da çalışmalarını yürüttüklerini dile getiren Gök, “Onlara
uygun pedagojik desteğin sağlanması gerekiyor. Ve bu çocukların eğitim için pedagojik
donanım şart. Bu nedenle kamplara giden
öğretmenlerin bir eğitim programından geçmeleri gerekiyor. Tüm öğretmenler psikoloji
bilen ve travma ve rehabilitasyon konusunda
yetkin insanlar değiller. Ama burada çok
özel ve acil bir durum var. Bu acil durumu
görerek bu çocukları herhangi birine teslim
edemeyiz. Bunu savaştan kaçıp gelen Şengal
ve Kobanêli öğretmenlerle birlikte orada bir
şeyler yapacağız” diye konuştu.
IŞİD saldırıları nedeniyle topraklarını terk eden çocukların aksayan
eğitimleri sivil inisiyatiflerce başlatılan kampanyalarla çözülmeye çalışılıyor
hepsi ciddi bütçe istiyor. Kaynak için çok az
sayıda numuneler var. Öğretmenlerin kendileri fotokopi çekerek bu kaynakları kullanıyorlar. Ve bunlar hala çocuklara dağıtılabilmiş değil. Kitapları hazırlayan Kurdi-Der’in
de kitapları basıp kamplara dağıtmak gibi bir
imkanı yok. Bunun için bütçeye ihtiyacımız
var” diye konuştu. Belli oranda yardımların
yapıldığını ancak yetersiz olduğunu kaydeden
Derince, “Bu tür sosyal çalışma ve eğitim
çalışması gibi çalışmalar parça parça yardımlarla değil ciddi fonlarla ve kaynak ayırma
ile yapılacak çalışmalardır. Belediyelerin bu
tür imkanları yok. Devlet ise herhangi bir
katkıda bulunmuyor. Bu nedenle uluslararası
kuruluşların eğitim çalışmalarına özel fon
sağlamasına ihtiyaç var. Şu andaki en ciddi
ihtiyaç fon, onun dışındaki diğer çalışmalar
düzenli olarak yapılıyor. Buradaki insanlar
çok tecrübeli ve ne yapacaklarını biliyorlar.”
şeklinde konuştu.
Müfredat ailelerin
taleplerine göre şekillendi
Eğitim müfredatını ailelerle yaptıkları
görüşmeler sonucu ortak bir şekilde belirlediklerini kaydeden Derince, “Eğitimimizi
Kürdçe, Arapça ve İngilizce vereceğiz. Çok dilli
yapılmasının daha sağlıklı
olacağını düşündük. Aynı
kamplarda çok dilli eğitim
yapacağız. Tekrar geri
dönmeyi planladıkları için
Arapça istiyorlar. Kürdler
ise Kürdçe eğitim istiyor.
İngilizce ise onların talebi
ile veriliyor” dedi.
Küresel düzeyde bir duyarlılık
yaratmaya çalışıyoruz
Barış için eğitim gönüllüleri üyesi Boğaziçi
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Fatma Gök ise, IŞİD saldırıları sonucu göç eden
Ezdi ve Kobanêli çocukların yaşadığı ağır
travmaya dikkat çekerek, durumun ağırlığına
ve hassasiyetine göre psiko-sosyal destek çalışmalarının yürütülmesi gerektiğini kaydetti.
Bu çocukların eğitiminin acil bir sorun olduğunu ve devam etmesinin onların ruhsal ve
psikolojik durumu için oldukça önemli olduğunu kaydeden Gök, savaş ve vahşetin olduğu
bu ortamda çocukların özel ihtiyaçlarının ve
eğitiminin ihmal edildiğini belirtti. Gök, “Biz
küresel çapta bir duyarlılık yaratmak için bu
çalışmayı başlattık. Ama bölgedeki arkadaşlarımızdan anlıyoruz ki bunun bir de maddi
bir desteği olmalı. Bunları karşılayacak bir
de maddi bir destek bekliyoruz. Burada bir
vahşet yaşanıyorsa bunun küresel düzeyde de
sorumluları var. Hepimizin sorumluluğu var.
Emperyalist ülkelerin de duyarlı vatandaşları bunları görebilecek durumda. Pek çok
kurum, kuruluş, insan bu desteği verebilecek
durumda ve bu nedenle
böyle bir yerden hareket
ettik” diye konuştu.
Çocukları herhangi
birine teslim edemeyiz
Savaş mağduru çocuklara verilecek psiko-sosyal
destek için, barış için
eğitim girişimcilerinden
Acil olan çocuklar için artık
güvendeyiz hissinin yaratılmasıdır
Gök, “Devletin resmi okullarında nasıl
bir ideolojik aygıt olduğunu ve okullardaki
programını biliyoruz” diyerek bu durumun
kabul edilemeyeceğini ve kendi anadillerinde eğitim almalarının şart olduğunu söyledi.
En acil ihtiyacın prefabrik okullar kurmak
olduğunu kaydeden Gök, şunları söyledi.
“Çadır şartlarında ‘bu soğukta ne yapacağız’
endişesinden kurtaracak fiziki şartların
oluşturulması gerekiyor. Prefabrik okullar
bu nedenle şart. Yine çocuklar için acilen
yapılması gereken ‘artık güvendeyiz’ hissinin yaratılmasıdır. Tahayyül etmesi bile zor
şeyler gördüler. O açıdan bu güven hissini
yaratmak biraz zaman alacak. Bu çocuklara özel programlar hazırlayacak insanlara
ihtiyaç var. Kobanêliler gidecekler. Gitmek
istiyorlar. Kobanê’nin tekrar inşa edilmesi
uzun seneler alacak. Ama hayat beklemez
çocuklar büyüyorlar. Ve çocuklar mutlaka o
travmalarla baş edebilecek güçlendirmeye
kavuşmalılar. Çalışmamız sonucunda raporlarımızı hazırlayıp sunacağız. Bu anlamda
uluslararası kamuoyunu farkında olmaya
ve takip etmeye davet ediyorum.” diyerek
konuşmasını sürdürdü.
Ezdi çocuklar
ezan sesinden bile irkiliyor
Savaş mağduru insanların durumu ile
ilgili saha çalışması ve psiko-sosyal çalışma
yürüten bir diğer kişi ise Hayata Destek
Derneği çalışanı Elif Gündüzyeli. Ezdi ve
Kobanêli çocuklar için psiko-sosyal çalışmalara kısa sürede başlayacaklarını kaydeden
Gündüzyeli, “Annesinin babasının ölümüne
tanık olmuş çocuklar var ve konuşamıyorlar.
Ezdiler kendilerini güvende hissetmiyorlar.
Bir korku var ve ne yapacaklarını bilmiyorlar. Çocuklar ezan sesini bile duyduklarında irkiliyorlar” diyerek bunun için yeterli
olmasa da psiko-sosyal ve psikolojik destek
çalışmaları yapıp raporlarını paylaşacaklarını belirtti.
ÇEVRE
BasHaber
1 - 7 Aralık 2014
15
SÖYLEŞİ
15
Hevsel’in meyveleri boğazınıza dizilsin
Oğul bugün duman almış Hevsel’i
Dicle Vadisi’nin
nazar boncuğu
sayılan, binlerce
yıllık Hevsel Bahçeleri, bakanlıkça
yapılan düzenlemeyle resmen talana açıldı. Binlerce
dönümlük tarım
arazisi tehlike
altında
T
Öztekin Çaçan
arım Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının talebiyle en az sekiz
bin yıldır tarım yapılan tarihi Hevsel
bahçelerini “tarım niteliği korunacak alan”
statüsünden çıkardı.
Kurtlar bulundukları inlerinden ağır
ağır çıkıp kente saldırı pozisyonu almaya
başladılar. Ve anladığım kadarıyla şu anda
kent surlarının dibine kadar gelmişler.
Hevesl’e bakan hakim tepelere otağ kurup
Hevsel’i ve kentin tarihi kısmını muhasara
altına almaya başlamışlar. Kurt kanunu bu.
Önce usul usul yaklaşacaksın avına, kafasını
karıştırıp en zayıf güçsüz ve dalgın anında
yem yapacaksın kendine. Bu gün Hevsel
bahçelerinde ve tarihi kent bölgesinde
yaşanan bu. Yüzlerce tahribat yetmezmiş
gibi şimdi de usul usul Hevsel ve tarihi kent
kuşatması başlamış durumda. Bakalım ne
olacak. Hevsel’ in ve bu kentin ahı kimde
kalacak…
Yüz yılı alan Kürd siyasal mücadelesinde
Amed hep merkez olmuş, hep başat rol üstlenmiştir. Kürdlüğün, siyasetin er meydanı
neredeyse her dönemde Amed olmuştur.
Hele seksenler düşünüldüğünde bütün bir
halk; Vanlısı, Mardinlisi, Hakkârilisi, işçisi,
tüccarı, köylüsü, ağası, beyi burada komutan Esat Oktay’ın sopası “haydar”’ın dibine
yatırılmıştır. Dayak yemiş, işkenceden geçirilmiştir. Yediği insan dışkısını hafızasından
silemeyen başta Felat C. olmak üzere birçok
kişi dişlerini söktürmüştür. Gün dönmüş
zaman geçmiş tekrardan onurunu geri kazanan bu kent şimdilerde yeni bir muhasaraya
uğramıştır. Er meydanı yeniden kuruldu.
Bakalım bu kez kim kimi devirecek.
Umudum var tabi bunca yılın mücadele
ve siyasi birikimi bu konuda tepki verecektir. Ayağa kalkmalıdır. Demokratik birikim,
demokratik kamuoyu sesiz kalmamalı tavrını en acil ve kararlı bir şekilde belirlemelidir. Eğer bunca çile bize bunu da öğretmemiş ise bize de yazıklar olsun.
Emaneti olan haklar vardır dünyada, bu
emanet onlara korusunlar diye atalarından teslim edilmiştir. Amed’in emanet-
çisi şimdilerde Kürdlerdir. Emanet deyip
geçmeyin emanet, bir varlık sebebidir.
Eğer B. Anderson’un dediği gibi ulus inşa
edilen bir süreç ise siz bu inşayı ancak size
emanet edilen şeylerle gerçekleştirebiliyorsunuz. Oğlunuza kızınıza ne kadar eski ve
kadim olduğunuzu anlatmak istiyorsanız
geçmişin size teslim ettiği “varlık” dışında
gösterecek hiçbir şeyiniz yoktur. Zaman ne
güzel uydurmuş Hevesl’i kadim Surlara,
kadim Surları’ da Hevsel’e. Bilmeyeniniz
görmeyeniniz yoktur sanırım. Bu iki kadim
emanetin birbirlerine ne kadar kusursuz
uyduğunu, kısa bir internet araştırmasıyla
bile hemen kavrayıverirsiniz. Uluslararası
ödüllere sahip mimar arkadaşım Özkal
Yüreğir’in deyimiyle Mezopotamya’nın en
güzel kara kentidir Amed. Çoğu kentte böyle bir bütünlüğe az rastlanır tarih ve doğa iç
içe geçmiş olağanüstü bir uyum halindedir.
Emanete hıyanet etmemeliyiz. Yoksa nasıl
ulus oluruz.
2. Dünya savaşında hava saldırılarıyla
yok olan birçok kent aslına uygun yeniden
inşa edilip yaşanılır hale getirilmiştir. Dresner buna örnektir. 13 Şubat 1945 senesinde
Dresner hava akınlarıyla yerle yeksan edilir,
savaş sonrasında ise Dresner halkından geriye kalanlar şehri eski fotoğraflara bakarak
yeniden inşa etme kararı alırlar ve bunu
da başarırlar. Biz de bun yapmalıyız. Bu
bilince ulaşmalıyız.
Ayrıca Hevsel sadece bizim malımız değil
dünyanın mirasıdır. Amed UNESCO dünya
mirasına alınsın diye BM kapılarında neden
taban çürütüyoruz. Bunun anlamı nedir.
Eğer böyle bir bilinç kurulumuna ulaşa-
mayacaksak kimseyi meşgul etmeyelim.
Maalesef özellikle siyasetçi bakış açımız çok
yerel ve ranta bulaşmış haldedir. Üzerimizdeki laneti kovmanın yolunu bulmalıyız.
Amed’de belediyelerin eleştirilebilecek
birçok yönü ve uygulamaları vardır. Ama
geri dönülemez tarihi dokuya zarar veren
bu tür yaklaşımları kendisi de benimsememeli bir başkasına da yaptırmamalıdır.
Yerel ve de merkezi iktidarların bu kadar
nankörlük etmeye hakları yoktur. Hiç mi
Hevsel’in meyvesini yemediniz, hiç mi
karatasın gölgesinde oturmadınız. Unutmayalım tarih ve medeniyet sınavında bir
yanlış bütün doğruları götürür.
Ne zaman Hevsel’e gitsem, ne zaman
Keçi Burcuna çıksam, ne zaman Kırklardağına baksam hep aynı şeyler aklıma gelir.
On gözlü köprüde yapılan derme çatma
“mimari felaket” kafeleri, Kırklardağının
üzerine kondurulmuş kara lekeyi (apartmanlar) gördüğümde kahrolurum. Kendime
ve bu tahribatlara göz yumanlara lanet ederim. Benim dualarım kabul olmaz bilirim
ama belki beddualarım kabul oluyordur.
Başka seçeneğim kalmadı ne edeyim. Hevsel deyip geçmeyin, kadim Amed Mezarlığı
Hevsel’e bakıyor dedem, nenem ve vefat
etmiş bütün aile büyüklerim orada. Hevsel’i
tahrip ettiğimizde onlarında mekânını bir
anlamda tahrip ediyoruz. Ben dedemlenenemin, çoğumuzun nenesi ve dedesinin
Mardin kapı mezarlığına gömülmüş onlarca
dava şehidinin kadim uykularında manzaralarının bozulmasını istemiyorum.
Hevsel deyip geçmemek lazım Hevsel
Ben-u Sen’e, oradan karşıda Dicle Nehri,
onun yanında Silvan köprüsüne kadar
uzanan 9 milyon metrekarelik bir bölgedir.
İçinde 10’a yakın eski usul “şakşaklı” su
değirmeni kalıntısı ile yüzlerce kuş türüne
mevsimsel göçlerinde su ve yiyecek sağlayan bir kültürel ve ekolojik sistemdir. Yani
sadece bizlerin değil aynı zamanda nesli tükenmekte olan kaplumbağa türleri de dahil
olmak üzere ciddi, canlı bir eko sistemidir.
Hevsel’in hemen yanındaki Kırklar Dağının üzerindeki inşaatlar birden peyda olmadı. Tabiki yasal bir süreç yaşanmış projeler
belediyeye gitmiş gelmiş ve onaylanmıştır.
Çünkü oradaki imar yetkisi belediyelerdir.
Ama ne hikmetse en az hevsel kadar önemli
bu tepenin siluetinin bozulmasına oradaki
betonlaşmaya kimse engel olamamış ve
inşaatlar halen devam etmektedir. Yetkili
ağızlardan defalarca özeleştiri dile getirilmesine karşın kimse yapılaşmaya engel
olmamıştır. Deyim yerindeyse bu çok katlı
çirkin binalar sayesinde Kırklardağı kimvurduya gitmiştir. Aynı akıbetin Hevsel’e
olmayacağı ne malum, o yüzden uyanık olmalıyız. Yapılanları bir hatırlayalım şehrin
hemen dibinde Silvan köprüsünün yanında
Türkiye’nin en büyük tatlı su balıkçılık
tesisi kuruluyor. Ne hizmet. Tatlısu balıkçılığı Amed’i kurtaracak (tabi balık bahane
gölet yapmak için kazılan havzadan çıkan
binlerce kamyon peşin para inşaat kumu
şahane) proje nasıl olmuşsa Tarım Bakanlığının arazisinde yapılıyor. Ekonomik hiçbir
katkısı hatta tamamlanıp tamamlanmayacağı belli olmayan bu göletin ve çevresindeki devasa boş binaların görüntü kirliliği
bir yana orada besleneceği iddia edilen
milyonlarca balığın üreteceği dışkının nehre
verilesi ise başka bir yana. Yani hemşerimiz
M. Eker ’in doğa ve çevre konusunda çok
da temiz bir sicili yok. Belediyelerin komik
yaklaşımları ise Kırklardağı örneğiyle zaten
ortada. Anlayacağınız yük gene halkın,
onun önder kurumlarının ve demokratik
kamuoyunun omuzlarında. Kurtlukta kanun
düşeni yemektir diyor Kemal Tahir ama bu
kent düşmedi düşmeyecektir. Ey tarih ve
doğa düşmanı sorumlu yöneticiler iki elimiz
yakanızdadır…
16
FOTOĞRAF
BasHaber
1 - 7 Aralık16
2014
SÖYLEŞİ
Fotoğraf sanatçısı Adem Sönmez
‘O an’ların Kürdi kadrajı
Özellikle Kürdistan coğrafyasında çektiği fotoğraflarla
tanınan ve kendi tabiriyle coğrafyasının ‘değişimin kendisiyle beraber götürdüğü değerlerini’ fotoğraf karelerinde saklamayı misyon edinen profesyonel fotoğrafçı Adem
Sönmez; ‘’Bazı sahneleri gördüğümde heyecandan kalbim
duracak gibi kendimden geçerek deklanşöre basıyorum
ve istediğimi çekip başardığımı gördüğümde ise kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyorum.’’diyor.
Açtığı kişisel sergiler ve aldığı birçok ödülün yanı sıra
Nemrut Dağı’nı dünyaya tanıtan fotoğrafı ile de adından
söz ettiren Fotoğraf Sanatçısı Sönmez ile fotoğrafçılığı ve
fotoğrafçılık üzerine konuştuk.
ilgisini çekemez dolayısıyla başarılı olamaz.
Özcan Şahin
Fotoğraf makinesi ile nasıl tanıştınız, bahseder misiniz?
1974’te ticari hayata elektronikçi olarak
atıldığım Muş’ta, fotoğrafa amatör olarak
Lubitel marka fotoğraf makinesi ile başladım. Hayalini kurduğum SLR makine’ye
1975’te sahip oldum. Fazla bilinçli olmasa da
çektiğim birkaç ilginç fotoğraf bana ilham
vermişti. 1981’de fotoğraf çekimleri için Doğu
Anadolu seyahatinde Muş’a uğrayan büyük
usta rahmetli Mehmet Avcıdırlar ile tanışmam benim için dönüm noktası olmuştu. 15
gün gezilerine katılarak fotoğraf çekmenin
temel bilgileri hakkında ipuçları almıştım.
Artık hayatı ve çevreyi fotoğrafik gözle izlemenin önemini anlamıştım.
Çevremde yaşantıların hızla değiştiğini ve
bu değişimin beraberinde birçok değerleri
de alıp götürdüğünü, kendime bu değerleri
belgelemek için misyon yüklendiğimi hissettim. ‘’Yangından ne kurtarabilirsem kardır.’’
düşüncesi ile yılmadan yorulmadan fotoğraf
çekmeye devam ettim. Fotoğrafın sanat
yanını anladığımdan itibaren, ilgimi çeken
şey serhat bölgesindeki tandır evlerinin
içindeki yaşamlar oldu. 1980’lerin sonlarında
bu evlere yoğunlaştım ve ilk çektiğim, kubbe
evlerdeki yukarıdan süzülen ışığın aydınlattığı silindirik dumanlı ortam ve tandır başında
ekmek pişiren kadınların doğal çalışmaları
(ateşle oynamaları) ve hane halkının tandır
etrafına oturmaları sıcak ekmeği paylaşmaları olmuştu.
İyi bir fotoğrafın kriteri nedir?
Günümüzde teknolojiyle birlikte dönüşen bir fotoğraf algısı var bunu
sizce nasıl değerlendirmeliyiz?
Bana göre iyi bir fotoğraf, o fotoğrafı
çeken sanatçının, o fotoğraf karesinden ne
anladığını, neler anlatmak istediğini, kompozisyonuyla, kadrajıyla ve çekim kurallarıyla
anlatmak istediğini izleyiciye anlatabilmesidir. İzleyiciler kendilerine bundan bir mesaj
çıkarabilmişlerse fotoğrafçı başarılı bir iş
çıkarmış ve amacına ulaşmış demektir.
Fotoğrafçılık hayatınızda çok etkilendiğiniz bir fotoğraf oldu mu?
Bize, sizde iz bırakan bir fotoğrafınızdan bahseder misiniz?
Yıl 1993, aylardan hazirandı. Atlas
Dergisi’nden gelen bir gruptan beni aradılar
ve birlikte Nemrut’a çıktık. Haziranın ortasındaydık ama üç dört metre kadar yükselmiş
kar kütlesi henüz erimemiş, yol da o nedenle
kapalı kalmıştı. Bunun üzerine Tatvan’a dönerek, jandarmaya haber verdik, köy tarafını
kullanarak Nemrut’a çıkacağız diye. İzin
vermediler ama sorumluluğu üstlenip gittik
biz. Vardığım her noktada çekim yapıyordum. Bulduğum her kareyi mutlaka değerlendirmek istiyordum. En sonunda o kareyi
yakaladığımı hissettim. Geldiğim noktada
‘Evet, aradığım açı bu olmalı’ dedim kendi
kendime. Peş peşe fotoğraflar çekiyordum.
Filmler bitinceye kadar çekmiştim Bu arada
panoramik fotoğraflar da çekmiştim.
Nemrut’tan döner dönmez filmleri yıkattırdım. Çıkan karelere baktım, birbirini tamamlayan dört parçayı tespit edip birleştirdim.
Büyük bir heyecanla, ‘Evet aradığım fotoğraf
bu’ dedim. Nereden bakarsan bak, bir uçtan
bir uca 50 kilometrelik bir coğrafi alanı fotoğrafa sığdırabilmiştim. Yaptığım çalışmayı
arşive kaldırdım. 1998 yılında, Ankara’da
bulunan bir firma aracılığıyla henüz yeni
gelişen photoshop yöntemi ile filmler tarayıp
birleştirildi elde edilen panoramik kare deneme olarak küçük ebatta bastım ve gördüğüm
fotoğrafın yıllardır aradığım kare olduğuna
karar verdim artık. Yılların hayali gerçek
olmuştu. Ve aynı panoramik kareyi kartpostal ve poster şeklinde basarak piyasaya
sürdüm böylece dünyaya yayıldı. Bu kültürel
hizmetimden dolayı yöre halkı büyük gölde
bulunan bir adaya ismimi koyarak beni onura
ettiler.
Fotoğraf çekerken heyecanlandığınız anlar oluyor mu?
Bazı sahneleri gördüğümde heyecandan
kalbim duracak gibi kendimden geçerek deklanşöre basıyorum ve istediğimi çekip başardığımı gördüğümde ise dünyanın en mutlu
insanı hissediyorum. Özellikle iç mekanların
zor ışıklarında analog makinelerle 100 asa
filmlerle, ki ne kadar kolay olmadığını fotoğraf çekmeyi bilenler takdir eder, çektiğim ve
tarz olarak benimsediğim bu fotoğraflarla açtığım sergiler ve katıldığım yarışmalarla tüm
fotoğraf sanatçıları ve dernekler tarafından
bilindim ve bu tarzım çok sayıda fotoğrafçının hevesini kabarttı.
Fotoğrafçı, çekmeyi tasarladığı fotoğraf
sahnesinin karşısında heyecan duymasa
istediğini çekemez, heyecan ve konsantrasyon olmazsa çekemez, çekse bile insanların
Yeni nesil dijital makinelerle çalışanların
büyük çoğunluğu makineyi doğrultup çektikleri her kareye fotoğraf diyorlar. Ancak yeni
nesil fotoğrafçılar fazla medyatik olmak isterler. Çektikleri fotoğrafların kurallara uygun
olup olmamasına bakmadan sosyal paylaşım
ortamlarında paylaşıyorlar. Kendi seviyelerindeki fotoğrafçılar tarafından beğeni alınca
da iyi fotoğraf çektiklerini sanıyorlar. Bu
yüzden olumsuz eleştirilere de kapalılar ve
(istisnalar hariç) gelişemiyorlar. Bana göre
bu fotoğrafı ben çektim diyebilmemiz için
tüm ayarlarını makinelerin değil, bizim vermemiz gerekir ki emek olsun. Çektiğin sana
heyecan versin.
Bölgede en çok gitmek istediğiniz,
fotoğrafını çekmek istediğiniz yerler neresi?
Bölgede en çok gitmeyi ve çekmeyi istediğim yerler arasında Ağrı dağı, İshakpaşa sarayı, Van Gölü çevresi, Süphan Dağı (Sipané
Xelaté) çevresi ve Muş ovası var. Tabi ki
tüm bölge fotoğraf bakımından hazinelerle
doludur. Ama benim fotoğraf hazinelerim
buralardır.
Ülkemizdeki fotoğrafçılığın profesyonel bir meslek olarak tercih
edilmemesini nasıl okumalıyız?
Bu durum sadece Kürdistan’a has değil
aslında Ortadoğu özellikle Müslüman halklarımız kültür sanata fazla önem vermiyor. Genelde Hat sanatı gibi uğraşıları sanat sayıyor.
Resim, heykel, bale, tiyatro, sinema ve fotoğraf sanatlarını mekruh haram veya şeytani
uğraş olarak anlatılmış. Örneğin, 1960’ların
sonlarında medresede okurken elektroniğe ve
fotoğrafa merakım vardı. Hatta o dönemde
hocamın oğluyla birlikte basit bir fotoğraf
makinesi almıştık. Köyde bir film çektik,
ikinci filmi çekmeden hocamın haberi oldu
ve bize bu şeytani aleti hemen götürün geri
verin demesi üzerine hevesimi kırmıştı. Ta
ki askerlikten dönene ve işimi kurana kadar.
Toplumları yönetenler ve şekillendirenler o
toplumun evirilmesinde önemli rol oynarlar.
Bunun nedenini de böyle okuyabiliriz belki.

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 Barzani ve beraberindeki heyete Zirve boyunca büyük ilgi gösterilirken, IŞİD ve bölgedeki gelişmeler konusunda da dünya liderleri Barzani’den brifingler aldı. Yüz yüze yapılan çok sayıda görüşmede ...

Detaylı

08.12.2014

08.12.2014 77 yıl önce yaşananların hala “Dersim katliamı” olarak adlandırılmaması kamuoyunda kırılmalara sebep olurken, Dersim isminin iade edilmesi, Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının bulunması, kayı...

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 eçtiğimiz haftalarda Erbil’de yoğunlaşan diplomasi trafiği ve dünya siyasetine yön veren üst düzey siyasi aktörlerin trafiği gelecekte Erbil’in Ortadoğu’nun en önemli siyasi karar merkezlerinden bi...

Detaylı

26.01.2015

26.01.2015 eçtiğimiz haftalarda Erbil’de yoğunlaşan diplomasi trafiği ve dünya siyasetine yön veren üst düzey siyasi aktörlerin trafiği gelecekte Erbil’in Ortadoğu’nun en önemli siyasi karar merkezlerinden bi...

Detaylı