Retrospektif

Transkript

Retrospektif
Sn. “SEVİNÇ ALANTAR” Anısına...
PARİS EKOLÜNÜN SON TEMSİLCİLERİNDEN
RETROSPEKTİF
“Hayatım”ın Sevinç’i
Bu sergi,
29 Ocak - 02 Mart 2013 tarihleri arasında
ArtPoint Gallery’de gerçekleşecektir.
Ahmet Fetgari (Kalıpçı) Sokak Tamar Apt. No: 12/3
Teşvikiye / İSTANBUL
www.artpointgallery.com
[email protected]
Tel: 0212 260 97 05
“Hayatım”ın Sevinç’i
Paris Ekolünün Son Temsilcilerinden ERDAL ALANTAR’ın
RETROSPEKTİF Sergisinde emeği geçen tüm dostlarıma ve,
Sn N. YAPRAK SOYSALAN ve Oğullarıma
Sn. HÜSNÜ MALKOÇ’a
Sn. T. OĞUZ ALPÖZEN’ne
Sn. CENT ALANTAR ve ALP ALANTAR’a
Sn. YASEMİN & MURAT YÜKSEK’e
Sn. SABIT ARAÇ’a
Sn. MELİKE CERİ’ye
Sn. Av. ŞEREF DEDE’ye
Sn. Av. ÜNSAL PİROĞLU’na
Fotoğraflar
Sn. NECDET KAYGIN’a
Metin
Sn. PROF. KAYA ÖZSEZGIN’e
Sn. ABDÜLKADİR GÜNYAZ’a
Sn. MEHMET ÜSTÜNIPEK’e
Sn. HALİLHAN DOSTAL’a
Sn. ÜMİT GEZGİN’e
Sn. GÜLSELI İNAL’a
Sn. NILGÜN REFİĞ PALA’ya
Danışman / Restorasyon
Sn. AGOP EGOYAN’a
Grafik & Tasarım
KARTAL ÖZOĞLU’na sonsuz teşekkürler.v
Foto: Eredya
2
Baskı:
Bilnet Matbaacılık Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş.
Yukarı Dudullu Organize Sanayi Bölgesi 1. Cadde No:16
Ümraniye / İSTANBUL Tel: 444 44 03
ALANTAR
1950’LERDEN GÜNÜMÜZE ERDAL ALANTAR
İ
Kaya Özsezgin
stanbul’daki sanat eğitimini tamamladığı 1950’li yıllarda, bir daha dönmemek üzere Fransa’ya giden ve yaşamını o tarihlerden bu yana orada
(İvry) sürdürmekte olan Erdal Alantar, Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisini, nice yılların ardından 2002’de açmıştı. Önceki dönemlerini de hesaba
katarak, soyut sanatın bu öncü isminin yurt dışındaki yoğun etkinliğine
karşın, ülkesi için kayıp sanatçılar listesinde bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İlk bakışta aykırı görünebilir; bugün galeriler ortamında
Alantar’ın sanatını bilmek bir yana, bu isimde bir sanatçının varlığından
habersiz olanlar bile vardır sanırım.
İşte şimdi Art Point sanat galerisi, üstesinden gelmenin hiç de kolay bir
iş olmadığı çok ciddi bir girişimde bulunuyor, Alantar’la yakın bağ kurarak, onun en eskileri Akademi’deki öğrencilik yıllarını kapsayan geniş bir
sergisini (retrospektif) düzenliyor. Türkiye’deki son sergisinin üzerinden on
yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra, bugüne kadar karanlıkta kalmış yapıtlarını bir araya getiren bu kapsamlı sergi, Erdal Alantar gerçeğine ışık
tutması bakımından bir eşiğin aşılması anlamına geldiği gibi, Türkiye’deki
soyutçu sanat serüveninin önemli bir temsilcisini de kapsamlı biçimde ilk
kez gün ışığına çıkarmış bulunuyor.
Benim Alantar’la 1990’lı yıllarda daha çok da haberleşme düzeyinde kısa
süreli bir dostluk ilişkim olmuştu. Gene o yıllarda Ankara’da bir galerinin
(Mi-Ge) çağrılısı olarak eşi Sevinç Hanım’la birlikte Ankara’ya gelmiş, galerinin sahibesi Mine Hanım’ın evinde düzenlediği akşam yemeğinde bir
araya gelme olanağı bulmuştuk. Birkaç kez gitmeme karşın Paris’te görüşme olanağı bulamadığım bu renkli sima ile böyle bir dâvette birlikte
olmanın coşkulu ortamını unutmam mümkün değil. Daha önce Sevinç
Hanım’ın desteğiyle çizimlerini de ekleyerek bana gönderdiği kısa mektuplarında bulduğum dost canlısı bu büyük sanatçının espri dolu dünyası,
kahkahalı ve neşeli konuşmalarıyla tamı tamına örtüşmekteydi. Sesi her
tarafı çınlatıyor, çevresinde bir hayranlar kitlesini toplamayı başarıyordu.
Gene o dönemde rulo yaparak bana gönderdiği bir pastel deseni, bugün
Ankara’daki evimin duvarını süslemektedir.
Art Point’in sahibi Onur Soysalan’ın toparlayıp bir araya getirdiği yapıtların, bunca eski tarihli örneklerinin yanı sıra, en yeni çalışmalarını içeriyor
olması, belki ilerde bir yenisini yapmanın mümkün olmayacağı tanıtım
olanağı sağlıyor.. Güzel Sanatlar Akademisi’nde Cemal Tollu ve Halil Dikmen atölyelerinde çalıştığı yıllara ait soyutçuluk öncesi resimlerin çoğu,
o dönemin ressamlarında genellikle tanık olduğumuz gibi, önlü-arkalı resimler halinde çalışılmış. Resim malzemesi temininde güçlükler yaşandığının göstergesi olan bu tür çalışmalar, genellikle hocası Cemal Tollu’nun
tekniğini yansıtıyor, bunun yanı sıra Alantar’ı daha sonra soyutçuluğa yönlendirecek olan araştırıcı bilinç düzeyindeki bilinen işlerine de ışık tutuyor.
Söz konusu resimler arasında, bu tür örneklerin belki de son versiyonlarından biri olması kuvvetle muhtemel 1957 tarihini taşıyan bir çalışmasının
arkasında “ilk soyut” notunun yanı sıra, “Amerikan Haberler merkezinde
teşhir ettim” açıklaması yer alıyor. Buna yakın tarihlerin izlerini taşıyan
öteki resimler arasında, dönemi için erken sayılabilecek kolaj çalışmaları
da yer yer ağır basmakta. Bunların yanında az sayıda da olsa Alantar meraklıları için ilginç sayılabilecek ahşap ya da farklı malzemelerin bir arada
kullanıldığı heykel etütleri var. Böyle bir açılım, Alantar’ın erken dönem
işlerinde çalışmalarına sınır getirmeyen bir görüş açısından yola çıkmış
olduğunu kanıtlamaktadır.
Bu geniş serginin yapıtları, Alantar’ın yaz aylarında tatilini geçirmek üzere
geldiği Yalıkavak’taki yazlığında biriktirdiği çalışmalardan oluşuyor. Bunca
yapıtın, hiçbir hasara uğramadan bugünlere kalmasında, sanatçının özenli
korumasının büyük payı var kuşkusuz.
Ancak Erdal Alantar adı çevresinde onun sanatçı kimliğini açıklıkla dışa
vurabilecek örnekler, daha çok son otuz yılını kapsayan soyutçu eğilimini belgeleyen işlerdir. Fırçanın seri ve atak kıvrımlarıyla rengin etkileyici
gücünü vurgulayan bu resimler, sanatçının kişisel görüş ve deneyimleri
doğrultusunda ürettiği çalışmaları kapsamaktadır. O, bu yöndeki çalışmalarında kendisine esin kaynağı oluşturacak deneyimlerin payına işaret
ederken, suya düşen bir taş parçasının su yüzeyinde oluşturduğu iç içe
geçen dairesel formlardan yola çıktığını belirtmişti bir yerde. Romantik ya
da şiirsel bir ifadenin ürünü olduğuna değindiği bu soyut-gestuel tavrın,
kendisini de üyeleri arasında saydığı Asyalı ressamların güneş altındaki
çalışmalarından kaynaklandığını söylüyordu. Yaz tatilleri için geldiği Bodrum Yalıkavak’ta bir keresinde mürekkep balıklarının koyu kahverengi suyuyla yaptığı afişleri Bodrum kedilerinin yaladığını görünce, soyut resmi
kedilerin bile sevdiğine, dolayısıyla insanların bu tarz karşısında yabancılık
duygusuna kapılmaması gerektiğine inanmış büyük bir içtenlikle.
Gerçekten de Alantar’ın işlek fırça devinimleri üzerine kurulu yalın ve
akışkan resimlerinde doğa gerçekliğinin kaynaklık yaptığı “doğal” ve resimsel bir uyum yasasının egemen olduğu kuşku götürmez. Ancak bu doğal uyum yasasıyla oluşturduğu ara kesit, daha 1970’lerin başında kendi
oluşum çizgisi üzerinden estetik değerleriyle bağımlı olarak Alantar’ın
dünya görüşüyle bütünleşen bir yönde biçimleşmiş ve günümüze doğru
evrilerek kendi yörüngesini bulmuştur. Örneğin bir ırmağın akışında gözlemlenebilecek arı-duru uyumsal yapı, onun giderek az renge indirgenen
kompozisyonlarında seçkin yapısal bir özelliğe dönüşerek yolunu saptamakta gecikmez. 1970’lerde özellikle Amerikan sanatında gözlemlenen
soyut illüzyonizmle, biraz daha az ölçüde de olsa soyut dışavurumculukla
ya da aksiyon resmiyle bağlantısı üzerinde durulacak olsa bile, Alantar’ın
resimlerine gerçek kimliğini kazandıran ana damarın, uzun bir çalışma ve
araştırma döneminin arkasından gelen özyapılı bir fırça ve renk estetiğine
dayalı olduğunu belirtmek gerekecektir.
Erdal Alantar, Akademi yıllarında denediği çalışma sürecinde edinmiş olduğu teknik deneyimlerin ışığında birtakım bulgular elde etmemiş değildi;
ancak bu bulgular, kendi kimliksel araştırmaları devreye girdiğinde geriye
doğru itilmiş, onun yerini pür bir sanat duygusunun etkenlik gücünü öne
çıkaran saf ve yalın bir gerçekçilik almıştır. Geçirdiği oluşum süreci göz
önüne alındığında, soyut sanatın dayandığı kaynakların karmaşıklığı, ister
istemez bu genel isim altında sınıflandırılan anlayışın ayıklayıcı özelliklerini temel ölçüt olarak benimsemeye götürecektir bizi. Bu açıdan Alantar,
bizim sanatımızda 1950’li yıllara doğru erken örneklerine tanık olduğumuz soyutçu eğilimlerle bağlantı içinde görünmez. Zaten 1950’li yılların
sonuna doğru ülke dışına yelken açtığı düşünülürse, 1960’lı yıllarda ve onu
izleyen dönemde yapabileceklerinin hesabını kurmuştu kafasında. Dolayısıyla sanatının omurgasını oluşturacak temel değerler, yapmak istediklerinin de dökümüdür aslında. Nitekim 2002’de İstanbul’da açtığı sergisi
nedeniyle yayımlanan katalogdaki yazının başlığı da (“Erdal Alantar deyişiyle”) her şey gibi, sanatı üzerine söyleyeceklerinin “kendince” olması
gerektiğinin açık bir göstergesiydi. Resmi de onun “deyişi”ne göredir ve öylece biçimlenmiştir. Gene kendi ifadesiyle, “soyutu soyut olarak” görmeyenlerle işi olmamıştır hiçbir zaman Alantar’ın. Soyut resimde, doğa izleri
arayanlara her soyutçu ressam gibi itirazının dayandığı ana gerekçe, sanat
yapıtını sanat yapıtı olarak algılama yetisine sahip olmayanların yanılgısından başka nedir ki.. Yaşamı boyunca sipariş üzerine resim yapmaktan
kaçınmış olması da bundan dolayı değil midir?
3
Alantar, bu kapsamlı sergisinin açılışını doğum yıldönümüne (29 Ocak)
denk getirirken, sağlık sorunları nedeniyle açılıştan iki ay kadar önce İstanbul Florance Nightengale hastanesine yatarak tedavi görmeye başlamıştı. Hastanenin 510 numaralı odasında onu ziyarete gittiğimde, yıllar önce
Ankara’da gördüğüm Alantar’ın bu kez yıpranmış görüntüsüyle karşılaşacağımı sanıyordum. Yanılmışım. Diz kapaklarındaki aşınma nedeniyle bir
koltuğa çakılı oturuyordu ama neşesinden hiçbir şey kaybetmiş değildi.
Rodin’i andıran yüz hatları ve kunt yapısıyla öylece duruyordu karşımda.
Uzun sohbetimiz boyunca gene kahkahalarla bölünen o gür sesiyle “veciz”
fıkralar anlatıyordu ara vermeden. Bakım için odaya giren doktor ve hemşirelere takılıyor, onların yakın ilgisini körüklemekten büyük bir haz duyuyordu. Eşi Sevinç Hanım’ı geçen yıl kaybetmişti. Gerçi hastanede kendisine
yardımcı olan genç arkadaşı Murat, Alantar’ı yalnız bırakmıyordu ama eşinin yokluğunun, ondaki eksilmeyen coşkuya karşın, kendisi dile getirmese
bile, büyük bir eksiklik yarattığı belli oluyordu. Sanırım Alantar’ı ayakta
tutan güç, resimlerine de yansımış olan insan sevgisi ve derin hümanist
duygudan başka bir şey olamazdı.
Art Point’te düzenlenen bu sergisi, öncelikle onu yakından tanımakta geç
kalan kendi ülkesinin insanlarına galeri aracılığıyla ulaştırılan diri ve ayrıntılı bir mesajdır aslında. Böylece Erdal Alantar, bir sanatçının geride kalan
birikimi yönünden her nasılsa elde kalmış olan yapıtlarının, ayrı ayrı, bir
bütünün ihmal edilmemesi gereken parçaları olduğunun ve bu parçaların,
Alantar çapında bir sanatçının yaşam gerçekliğine ışık tuttuğunun da altını
çizmiş oluyor.
ERDAL ALANTAR PORTRESİ...
Nilgün Refiğ Pala / Büyükada, Ekim 2012
S
4
anat eleştirmeni değil gazeteciyim. Resim sanatıyla aktif olarak
ilgim, portre çizmekle sınırlı. Üstat Erdal Alantar, yüzünün derin
çizgileri, keskin bakışları, gür kaşları, bembeyaz saçı ve sakalı,
güçlü profili ile bir portre çizerinde hemen kara kalemine sarılma isteği
uyandırabilir. Bir portre yazarı içinse, bu heybetli görüntünün arkasında,
keşfedilmeyi bekleyen bir hazine saklıdır.
Erdal Alantar’ın fırçası ile tuvaline yansıttığı renkli iç dünyasının kapıları,
benim için ilk kez 2005 yazında Büyükada’da aralandı. O tarihten, bu
satırları yazdığım 2012 sonbaharına kadar hiç kopmadık. Alantar’ın soyut
kompozisyonlarına damgasını vuran kıvrak renk kuşakları kadar çarpıcı
ve sıra dışı kişiliğini yakından tanıma fırsatı buldum ve anladım ki, o ressamlığından da öte müthiş bir hikaye anlatıcısıdır. Ceplerinde tam zamanında ortaya çıkarılmaya hazır harika hikayeler gizlidir. Onları öyle tatlı
abartır, öyle renkli anlatır ki, gözlerinizi kendisinden alamazsınız. Zaten
anlatış biçimi ve sesiyle, bir orkestra şefi gibi hakim olur çevresindekilere, kimsenin dikkatini dağıtmasına izin vermez. Bu kadar anekdotu nasıl
olup da biriktirdiğine ve nasıl bu kadar teatral bir şekilde dillendirdiğine
şaşar kalırsınız. Hele çok sevdiği kırmızı şarabı elindeyse, hikayeler açılıp
saçılabilir, bir sonraki aşamada araya küfürler bile sızabilir. Ancak erkek
erkeğe muhabbet de Alantar’a göre değildir. Sofrasında bulunan kadınlara Fransız usulü esprilerle takılmak “flörtöz” Alantar’ı mutlu eder. Yeni
tanıdığı insanlara lakap yakıştırmayı sever, çünkü onların isimlerini değil,
kendilerini hatırlatan özelliklerini aklında tutar. Ebruyla uğraşan hanım
“Ebru”, abur cuburu seven “Kestane”, ünlü aktöre benzettiği bir tanıdığı
“Paul Newman”, hematolog ahbabı “Kan Doktoru” adıyla anılacaktır bundan böyle...
Anlatmayı seven pek çok insan gibi Alantar da çok konuşanlardan hazzetmez. Onun sofrasında hayatı fazla ciddiye alanlara, hastalık, ölüm gibi
“sıkıcı” konulara saplanıp kalanlara yer yoktur. 80 yaşında olsa da, önemli
sağlık problemleri kapıya dayansa da sorulduğunda “demir gibiyim”
der. “Güzel şeylerden bahsedelim” sözünü düstur edinmiştir. Paris’ten
İstanbul’u arayıp “nasılsın” diye hatır sormadan, elindeki bulmacanın
içinden çıkamadığı bir sorusunu yöneltebilir ya da “enfes bir şey öğrendim, bak dinle” diyerek hemen kısa bir hikaye anlatmaya koyulabilir. Yeni
hikayeler biriktirmek için okumaktan ziyade gözlem gücünden ve televizyon, sinema, belgesel gibi görsel kaynaklardan yararlanır. Kimilerine
göre “deli dolu” kimilerine göre “çılgın”dır. Yalıkavak’ta tablolarını denize
sokup çıkararak verdiği pozlar ve şimdi Büyükada’daki Adalar Müzesi’nde
sergilenmekte olan, balıklara soyutu öğreten kayığı Alantar portresinin
unutulmaz parçalarıdır.
Alantar’ın yüksek enerjisi ve düş gücü, üretkenliğini besler. Sevdiği batılı
müzisyenlerin senfonilerini dinleyerek büyük tuvaller karşısında geniş
fırçası ile jestüel hareketlerini sergilemeyi artık bırakmış olsa da hiç boş
durmaz. Bir dergiden kestiği, kendi deyimi ile “enfes” martı figürü ile bir
kitaptan aldığı Van Gogh detayını birleştirip kolaj yaratmak birkaç dakikasını alır. Kolaj yapmak için her türlü malzeme her an elinin altındadır.
Ailece adadaki, Yalıkavak’taki, Paris’teki birlikteliklerimizde ve yaptığımız
yurt içi gezilerde çekip bastırdığım tüm fotoğraflar da onun elinde kolaj
malzemesine dönüşmüştür. Bunlardan unutamadığım biri de Kaz dağlarında konakladığımız otelde ışıkların sönmesi üzerine Alantar’ın eline
fener alıp masa örtüsünü sarık gibi başına dolayarak verdiği pozdur.
Fotoğrafı bastırıp kendisine verdiğimde, eşimle benim resimlerimizi o
fenerin içine hapsederek kendisini bir büyücü gibi gösteren nefis kolajı
yaratmıştır.
Büyükada, Bodrum, Paris üçgeninde son derece mütevazı bir yaşam
süren Alantar’ın sözlüğünde lükse, gösterişe yer yoktur. Zaten para
taşımayı, alışveriş yapmayı, maddi konularla uğraşmayı sevmez. Kendi
dünyasında, dostları ve sanatsal uğraşlarıyla mutludur. Yaşam sevincine
en büyük darbe, 2011 sonbaharında eşi ve ikiz oğullarının annesi, piyanist
ve iç mimar Sevinç Alantar’ın kaybı olmuştur. Alantar bu zor günlerini
aşmak için yine sanatından güç almıştır.
Fransa’da 20 yılı aşkın süre, üç ayrı atölyede haftanın dört günü resim
dersi öğretmenliği yapan, üç günü ise evinde kendisini tablolarına adayan
Alantar hakkında bugüne kadar yerli ve yabancı basında sayısız haber,
sanat dergilerinde çok sayıda eleştiri yayınlanmıştır. Sanat eleştirmenleri
onun yapıtlarını değerlendirirken, soyut dışavurumculuk akımından etkilendiğine, müziğin görsel yansımalarını taşıyan eserler yarattığına, Osmanlı tuğraları ve hat sanatından da ilham aldığına, ani ve içgüdüsel fırça
darbeleri ile loş fonlara ışıklı uzun kurdeleler serpiştirdiğine, fırçasının
tuval üzerinde uyumlu gezinişinin yarattığı renk liflerinin doğadaki somut
kavramları düşündürdüğüne, bunların bazen rüzgarla sahile vuran dalgaları ya da bir hortumun yükselişini bazen de bir insan bedeninin kıvrılışını
akla getirdiğine, özellikle büyük boyutlu kompozisyonlarındaki coşku ve
duyarlılığın etkileyiciliğine vurgu yapmışlardır.
Erdal Alantar, çocukken başlayıp gazeteci olunca bir yana bıraktığım kara
kaleme geri dönmem için beni hep yüreklendirmiş, özenle çalıştığım her
portreyi övmüş, çala kalem yaptıklarımı eleştirerek bana yol göstermiştir.
Umarım kara kalem yerine klavyemi kullanarak çizdiğim bu portre, onun
tarafından beğenilen portrelerimden biri olur...
IŞIK PARADİGMASI
Gülseli İnal
E
rdal Alantar tuvalinde; ışığın dalga boyuna göre helezoni frekanslarının hamleler yaparak uzaklaşması ve yakınlaşması bir tür doğanın
gizil güçlerine gönderme bir tür ışığın gözükmeyen yanını yakalama
ve saptama girişimidir. Galaktik planda algılayamadığımız uzam ve zaman; sanatçının tuvalinde hareketlenen zaman ve derinleşen uzam olarak
karşılar bizi. Zamanı esneterek çarpıtma, zamanın olduğu mekanlara bizi
taşıma hedefini koyan sanatçının yüzeyde ‘Action Painting’ türü estetik
ifadesi farklı gerçekliklere doğru ilerlememizi sağlar. Tuval yüzeyindeki
hareket bir güneşten geliyormuşcasına kararlı ve derinlere dalıyormuşcasına örgütlü varoluşun kesitlerinden oluşur. Hava, ateş, su ve toprak dışında beş unsurdan biri olan Ether’in sarmallerini bolca kullanan sanatçı bu
döngüsel hareketin yapısına seslerin formlarını da ekler. Müzikteki oktavlar
üçgensi dalga hareketiyle belirirken derinlere doğru akislenerek kaybolur.
Ressamın bize aktaracağı estetik bilgi zaman katlarında esneyerek, çarpılarak, kıvrılıp bükülerek öteki gerçekliklere doğru bilgiyi şifrelemektedir.
Resim komposizyonu elipsteki zaman eğrisi üzerinde hareket ederek sadece eğri boyunca ilerleyip ne zamanın dünyasal ne de gerçekliğin katı olmadığını keşfetmemizi sağlar. Bu aşamada biz başka tür bir gerçekliği deneyleriz. Siyah yüzeyde hamlelerin yana öne sarkmadan, birden varolan spiral
helezonik helixler aracılığıyla tamamlanan bir estetik yapıyı bize duyurur.
Doğa tarafından kullanılan çok çeşitli sarmallerin ve dairenin çoklu yaylarının devrede olması sanatçı için komposizyonda elverişlilik sağlar. Şöyle
ki; daire yaylarının, uzamın her yönüne ulaşabilir nitelikte olması sanatçının
estetik mottosunu kurmada yardımcı olur. Ne de olsa sanatçı neredeyse
tek bir fırca hareketiyle koskoca bir uzam-zaman meydana getirmektedir.
Öyleyse o da; dış uzaya başlattığı yolculuğu yabancı imgelerle varedip galaktik döngünün kendisine katılmakla hiç bir mahsur görmez. Estetik ifade
yüzeyde bizi de içine çeken bir varoluş katmanını renklendirerek, hareketlendirerek derinlere doğru yok olup gider, gözden kaybolur. Bu hiper kominikasyon bize şunu iletir; ve sanatçı konuşur; herşey dönmektedir, ben de
eserlerimle bu muhteşem döngüye katılmaktayım. Ancak belki de benim
bir yaratıcı olarak yolculuğum bu sarmaller vasıtasıyla geçmişe gitmek ve
oradan geleceğe dönmektir. Dolayısıyla; ben, der sanatçı; üç zamanlı bir
varoluş değil zamanın yeni boyutlarını duyumsayan biri olarak başka katmanlara doğru gitmekteyim.
Her olay, her yaşam sürekli olarak etere kaydedilir. Kayıt yaşanırken yapılmaktadır ve bu olgu bizim irademiz dışındadır. Ancak Erdal Alantar başka
bir frekanstan; yeniden yüzeyi kurarken gerçekliğin örtüsünü kaldırıp görülmeyen, algılayamadığımız dünyanın bireysel estetik öznel kaydını yapar.
Sanatçılar tanrıdan parçalar taşır. Nesnesiz, objesiz dünyanın yeryüzüne
indirilmesi yaratıcılar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Sanatçı bu aşamada
güneş ışığından seçtiği renklerle ilerler. Hareket ve renk spekturumdan
damıttığı tonlar onun dilini oluşturarak zaman-uzay arşivine aşkın bir eklemede bulunur.
R
Her olumun elektromanyetik ortamında; dünyasal, gezegensel ve gezegenlerin Torolidal doğasının ışıkla beslendiği, sanatçıların da bu ışıktan pay
alarak ilerledikleri bir evrendir bu. Erdal Alantar kendisine inen bilginin
estetik yönünü çizerken en aza inerek ifadede çoklu yönleri tuvaline kabul
etmez. Onun için önemli olan dış dünyanın sayısız çeşitliliği değil sayısız
bilinemezliğidir. Sanatçı içsel özgürlüğün dürtülerini çoktan keşfetmiş biri
olarak beden tapınağına kilitlenmiş olan herşeye sırtını dönerek bizi var
eden ışığın dalga boylarının yolculuğunu tercih etmiştir. Alev alev yanan
güneş ışınlarının sıcak doğası, yanar döner mavi alevlerin karanlık maddeye doğru yol alan sanal hareketi, kara deliklerde birden yok beyaz ateş
parçaları, yanar döner yeşil uçlu alevlerin helezonu, akıl ötesi patlamalar,
derinlere doğru yol alan spiraller sanatçının tek gerçeğidir. Paralel, ayrıksı,
başına buyruk, hızlı, eşitleyen, olası tüm yol alışlar bu tuvallerde muhtemel realiteleri göz önüne serer. Tuvalde görünen; uyum ve yeniden uyum
olarak gerçeklik motifi, helozonik dönüşlerle has yolculuğu sırasında, kaynaktan sona kadar sanatçıyı temsil etmektedir.
Erdal Alantar; dış dünyada çevresinden ona gelen konsantrik ışık konisini
aşarak fırcayı eline almıştır. Kayıtlanmış bilgi ardında değildir/ Enter Lapse.
/ O daha çok son dönem komposizyonlarında görüldüğü gibi formu aşarak
taze ve yeni formları lanse eder. Dış dünyadan gelen akar etkisine karşı,
bellekte yanlış kayıtlanmış bilgiyi tuvalde silmekte ve yerine yeni bilgi
koymakla yükümlüdür. İlk dönem eserleriyle soyut dönem arasındaki ifade
farkı buradan kaynaklanır. Böylece görünmeyeni görünür kılan, hareketi
mutlaklaştıran ve anlam boyutlarını yenileyen bu ifade; yeteri kadar imlenen evreni sanatçıya göre evreni bize anlatır. Farkında olmadan dokunduğu
alan Yüce ile ilgilidir. Büyük Dizayn’nın özüne ulaşabilme arzusu sanatçının
saf hareket ve ışık akışlarından oluşan tuvallerinde ‘İlk Öz’ün betimlenmesine dek varır. Böylece soyut sanatın mesenleri çağdaş sanat ifadesinde
yeni bir cephe açmışlar, modern söylemlerden bütünüyle koparak taze bir
alana, yeni bir düşünme biçimine doğru seyretmişlerdir.
Yanı sıra Erdal Alantar’ın tuvallerinde salt hareketin vurgulanmasıyla estetik dil şunu söyler: Betimlediğim alanlarda hiç bir şey yoktur, orada her şey
vardır, orası teklik alanıdır. Bunun dünyadaki karşılığı Ben’dir. Sanatçı kendi
Ben’ini teklik bir kipi olarak ileri sürer ve hiçliğe gönderme yapar. Ona göre
tuvalde betimlenen, artık düşündüğü varlık olmaktan çıkıp kendi benine
dönüşmüştür. O artık biridir ve tuvallerin hepsidir. İçinde kendisi de olmak
suretiyle varlığın duyulur karekteriyle bir yakalanma, tutulma anıdır bu.
Türk resim süreçlerinde soyut ifadeye geçiş 1950’lerden sonraya tarihlenir.
Paris Soyut Ekolü içinde yer alan Nejat Melih Devrim ilk soyut tuvalini
1947’de ürettiğinde Batı sanat platformlarında sanatçılar devasa soyut
tuvallerine neredeyse kırk yıldır imzalarını atıyorlardı.
GIORGIO DE CHIRICO İLE
oma’ da metafizik ressamla 1958’ de karım ve benim buluşmam:
Sevinç Chirico’ya telefon etti ve sekreterine Sabri Berkel’ in önerisiyle İstanbul’un bir sanat dergisine konuşma yapmak için randevu
aldı. Fotoğraf makinesini doldurup gittik. Çok büyük salonun kapısı elektrikle açıldı ve üstad geldi. Güzel Fransızca konuşuyordu. Duvarlarda son
resimleri, yerde Türk halıları üst üsteydi. Konuşma esnasında hep güzel
pozlar veriyordu. Ben son yaptığı bir tablo hakkında konuşunca…
Döndü. “Hakiki mesleğinizi söyleyin, hayatımda çok gazeteci gördüm, bu
suali ancak resimden iyi anlayan sorar” dedi. Biz de mecbur kaldık, gazeteci değiliz ikimizde ressamız dedik. Bunun üzerine çok rahatlayıp tonton
babacan biri oluverdi. “Yarın resimlerinizi getirinde göreyim” dedi. O zaman soyuta çoktan başlamıştım, -Kocaman bir boğa tozu dumana katarak
koşuyor, bir resmimde TORO görmesine sinirlendim. Sevinç’e Türkçe söyle üstada 1900’lerde tablosuna bisküi yapıştıran AVANGARD üstat niçin
şimdi soyutu ret ediyor dedim. – galiba genci kızdırdım dedi ve ilave etti.
İstanbul’da Bizans var, güzel yazılarınız var Paris’ e gitmeseniz de olur”
dedi ama biz yine de gittik. (“Hiç İstanbul müzesinde benden bir şey yok
mu” dedi; yok dedik. İstese idim yanındaki dosyasından verecekti. Şimdiki
aklım olsa isterdim.)
5
Renk ve devinimin ‘haylaz çocuğu’; ERDAL ALANTAR
Halilhan Dostal, Aralık 2012, Zeytinli-Balıkesir
‘G
erçek değerler, alçakgönüllüdürler. Yaşamları sırasında kenarda
kalmak kaderleridir. Ama zaman şaşmaz bir yargıç oluyor. Haksız ün sağlayan beceriklilerin birer tortu olarak bizlerde oluşturdukları üzüntülerin tek tesellisi de, bu oluyor.’ Güzin Fuad Okbay
II.Dünya Savaşı sonrasında yaralı Avrupa’da, içlerinde Paris’in de yer aldığı Berlin, Londra, Roma, Madrid gibi hemen her kültür ve sanat kentinde ekonomik, siyasal, askeri ve sosyal manada ciddi sıkıntılar yaşandığı
yadsınamaz bir gerçek. Bütün bu olumsuzluklara, yıkım ve işgale karşın,
en azından düşünsel boyutuyla ayak direyen tek başkent Paris olmuştur.
Bu bağlamda, kenti, edebiyatın başı çektiği sanat dünyasının ‘yeniden
yapılanma merkezi’ kılması kaçınılmaz bir seyirdir. Nitekim, başta ‘varoluşçuluk’ olmak üzere ‘Yeni Dalga’ diye niteleyebileceğimiz akımlar, manifestolar eşliğinde, dünyanın dört bir yanından başkente akan sanatçı,
bilim adamı ve öğrencilerin buluşmasıyla ivme kazanmıştır. Bu kozmopolit yapıda, Osmanlı’dan bu yana Paris’i ‘ikinci adres’ edinen Türk sanatçıların da etkin rol almaları son derece doğaldır.
Süreç içerisinde, bir ruh yapılanmasına da tanık olunmaktadır. Eski kuşağın Picasso, Matisse, Braque, Derain, Bonnard ve Leger gibi yaşayan
ressamlarına ‘sanat anlayışları aşılmış ve devri tamamlanmış birer usta’
gözüyle bakılıyordu. Bir başka deyişle, ‘devrimci’ kimliğiyle öne çıkan
‘soyut’ anlayışın karşısında, figür resmi ‘tutucu’ olarak niteleniyordu.
Bununla birlikte, ‘öncü sanatları’, ‘yozlaşmış burjuva değerlerin uzantısı’
olarak değerlendiren bir kesimi de yok saymamak gereği vardır.
Gelinen noktada, soyut sanatın potansiyelini gözler önüne seren ‘Bauhaus’ anlayışının etkilerini ıskalamak büyük hata olacaktır. Nitekim kuzey
ülkelerinden başlayan dalga, Mondrian, Kupka, Doesburg, Brancusi gibi
sanatçılarla Paris’te yeni bir gövdesellik oluşturur. Unutulmamalıdır ki,
savaş devam ettiği sürece pek çok sanatçı, sergi olanağı bulamamış, yaşanan travmaların yansıması/izdüşümü olarak ‘klasik form bütünlüğünü’
farklı metotlar kullanarak parçalamış ve ancak bu ‘dışavurumcu’ işleri,
savaş sonrasında toplumla paylaşabilme olanağı bulabilmiştir. Bu psikoloji ya da gereksinimin en ilginç hikayesi; var olan gerekçelerle resmi
defalarca bırakarak, asıl mesleği şarap tüccarlığına yeniden dönen Jean
Dubuffet’in sanattan kopamamasıdır. Deli,öksüz ve yetim çocuk dramlarının betimlendiği yapıtların bir araya geldiği ‘Art Brut Koleksiyonu’,
bunun en somut yansımasıdır.(1)
6
Egemen anlayışın uzantısında, yüzeyler, salt figüre dayalı ifadeden ya da
kusursuz doğadan değil, geleneksel malzemeden dahi arınmıştır.‘Eleştirel figürasyon’, ‘geometrik’ ve ‘lirik soyutlama’ başlıkları altında toplayabileceğimiz ‘resimsel dil’, geleneksel tuval resminin kısmen de olsa tahtını sarsacak, metal, kum, afiş gibi malzemenin sıklıkla kullanıldığı kolaj
ve kazıma/serpme teknikleriyle üretilen işlerle, kısa zaman zarfında
büyük hayran kitleleriyle buluşacaktır. Rus Poliakof, Rothko ve Lanskoy,
Alman Hartung, İspanyol Tapies, İtalyan Burri, Amerikalı Sam Francis,
İranlı Zahar ve Çinli Zao Wou-Ki gibi dünyanın dört bir yanından başkente
gelen sanatçılar, çeyrek yüzyıla damga vuracaklardır.
Gerek devlet bursuyla, gerekse bireysel olanaklarıyla sanatsal gelişimlerini sürdürme düşüncesiyle; Nejat Melih Devrim, Selim Turan, Hakkı
Anlı, Erdal Alantar, Avni Arbaş, Abidin Dino ve Fahrelnissa Zeid, soluğu
Paris’te alırlar. Ardından, ‘mimarlık’ ve ‘ekonomi’ alanında eğitimlerini
tamamlamak üzere kente gelen ve ancak gelecekte resim başta olmak
üzere plastik sanatlar alanında başarılı işlere imza atacak olan; Albert
Bitran, Cihat Burak, Tiraje Dikmen ve Mübin Orhon bu kervana katılır.
Kente sıklıkla gelip giden ya da belirli bir sürenin sonunda yurda dönen
Neşet Günal, Adnan Varınca ve Adnan Çoker yanı sıra yıllardır figüratif
resimle yatıp kalkan Fikret Mualla bile, Paris’te yaşamın keyfini soyut
arayışlarda bulunmuşlardır. Soyut anlayış ve gelişime direnen tek ressam; Avni Arbaş, olmuştur. Bir araya gelmeyi başarabilmiş sanatçılar,
en az Rus, Macar ve Polonyalı gruplar kadar etkin bir süreç yaşamışlar,
hemen her platformda boy göstermişlerdir.
Nitekim sanatçılarımız, açtıkları bireysel sergiler yanı sıra 1946 yılında
düzenlenen iki evrensel etkinlikte(2) yapıtlarıyla yer almışlardır. Zeki
Faik İzer ve Nurullah Berk’in katılımcı sanatçılarımızı belirledikleri etkinliklerde, ‘14 Kuşağı’ndan, ‘Müstakiller’, ‘d’ Grubu, ‘Yeniler’ ve ‘Onlar’ gibi
farklı anlayış ve görüşleri benimseyen/savunan oluşumlara mensup ya
da ‘bağımsız’ 40’a yakın ressam ve yontucunun yapıtları sergilenmiştir.
‘Farklı sanatsal anlayışların sentezi’ olarak niteleyebileceğimiz sergilerin eserleri, yetkinlikleriyle dikkat çekmiş ve dönemin uzmanlarından
olumlu eleştiriler almıştır. Sanat tarihçi Necmi Sönmez, Paris’teki bu
katılımları; ‘Türk Sanatı’nın, 1918 tarihli Viyana Sergisi(‘Ausstellung der
Türkischen Mayer’) sonrası, büyük çaplı uluslararası gösterimi’ olarak
yorumlar.(3)
Bu başarının altında yatan en büyük gerekçe, Nasyonalist baskı sonucu
topraklarından ayrılmak zorunda kalan bilim adamı ve sanatçılara kucak açan ülkelerin başında Türkiye’nin gelmesidir. Bu gelişime paralel
olarak, DGSA Müdürü Burhan Toprak’ın oluşturduğu eğitim kadrosunda
‘Resim Bölümü’nün başına geçen Leopold Levy, ‘Heykel’ ve ‘Mimarlık’
kürsü başkanları; Rudolf Belleing ve Bruno Taut’un 1945-60 yılları arasında Paris’te yaşam süren öğrencilerin ağırlıklı kısmını yetiştirmeleri gerçeğidir. Levy’in ilk işi, ‘d’ Grubu’ üyeleriyle ters düşme pahasına,
sağlam desen bilgisine dayanan, Cezanne’den başlayıp soyutlamaya dek
uzanan bir eğitim anlayışını uygulamaya koymak olmuştur.
Elde edilen başarıda, yapısal eğitim kadar vurgulanması gereken bir
başka gelişime değinme gereği vardır. ‘1945-60 yılları, Türk ressamlarının yurt dışı serüveni’ olarak tanımlayabileceğiz ‘Paris Okulu’ sanatçılarımızın şans ve ayrıcalığının altını çizmek son derece isabetli olacaktır.
18.yüzyıldan değinilen sürece, Batının kültür ve sanat ortamlarına devlet
eliyle burslu olarak gönderilen ya da bu zeminlerde kişisel olanaklarıyla
var olmaya çalışanlar, ya misyonunu tamamlamış ya da kendilerini içinde buldukları egemen sanat akımlarıyla beslerken, ‘Paris Okulu Temsilcileri’; dönemi birebir/eşzamanlı yaşamak suretiyle salt mesleki değil,
sosyal, siyasal ve kültürel açıdan da beslenerek, hareketin bir parçası
olmuşlardır.
‘Bir ülkenin kültür sanat politikası, toplumsal yaşamı yükseltmek için alınan bütün kararlardır. Sanat politikası ise, alınan bu kararların sanattaki
yansımasıdır. Kültür politikası kavramı oldukça dar ve ulusal ve oldukça
geniş evrensel bir kavramdır. Kültür; hayatın her alanına nüfuz eder, her
alanda kendini gösterir, bu yüzden bir devletin sanat politikasını eğitim
politikası gibi öncelikle kültür politikası içinde görmek gerekir.
Bu kavram, siyasetçi için sanat politikası, sivil toplum örgütleri için sanat
yönetimi, entelektüeller için sanat piyasası, halk için sanat pazarı olarak
adlandırılmaktadır. Sanat politikası olarak adı konsun ya da konmasın,
hangi tanımlama içinde olursa olsun sanat; oluşum ve gelişim sürecinde,
gelecek için hedef belirlemede politikadan yararlanır. Bu anlamda kültür
ve sanat politikası, bir ülkenin sanat konusunda yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan sanatsal tecrübeleridir.(4)’
Doktrin ve aksiyon adamı olarak niteleyebileceğimiz Atatürk’ün üretmiş olduğu fikirleri uygulamaya geçirebilme beceri ve pratiği yanı sıra,
Cumhuriyet kabinelerin desteği kısa zamanda köklü bir kültür ve sanat
politikasını yaşama geçirmiş, mevcut yapılar onarılmış, eğitim kurumları
yeniden yapılandırılarak disiplin altına alınmış, müzeler başta olmak üzere gereksinim duyulan yeni birimler tesis edilmiş, ödüllü sergiler düzenlenmiş, sanatçı üretimleri satın alınmış veya siparişte bulunulmuş, eğitim kurumlarından başarı ile mezun olan öğrenciler mesleki gelişimlerini
tamamlamak adına burslu olarak yurtdışına gönderilmiştir.
Akademi’de 1949-56 yılları arasında Halil Dikmen ve Cemal Tollu atölyelerinde eğitim gördüğü yıllarda eserleri Taksim Fransız Kültür’de sergilenecek nitelikte bulunan Erdal Alantar da, Akademi’deki eğitim süreci
sonunda yurtdışına burslu olarak gönderilen başarılı öğrencilerden birisidir. 1958 yılında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde aldığı eğitimi,
Roma’da yapacağı fresk çalışmalarıyla taçlandırır. 1959 yılında ise, eşi
Sevinç Hanımla birlikte, soluğu Paris’te alacaktır. ‘Alantarlar, Paris’te ilk
olarak bir metal (Sanatçı notu; ‘Fransız Televizyon, Metalurji’) kaplama fabrikasında saati 3 frank’a işçi olarak çalışır, geceleri evde resme devam etmektedir. Fabrika çok gürültülüdür, 8 saatlik çalışmanın sonunda
birdenbire duran makine sesleri Alantar’ı çok etkiler ve bu etki 100x200
cm. ebadında bir soyut resmin ortaya çıkmasına neden olur. Tuvalin yarısı siyah fırça darbeleriyle yoğunlaşır, öbür yarısı ise tamamen beyaz bir
boşluktur, (s.n.;’ışıktır’). Yani, gürültü ve sessizlik. Bu resim, Paris Güzel
Sanatlar Müzesi’nde sergilenir.’(5) Kim bilir? Belki de bu resim, Alantar’ın
resimlerinde zaman zaman sıcak lekeler yer alsa da, koyu renklerin dramatik bir algı içerisinde başat olmasının miladıdır. Nitekim, bu lekesel
tercihe zemin hazırlayan etkenleri, sanatçı şu şekilde özetliyor; ‘Biz Asyalı ressamlarız. Asya’da, güneş altmış derecede olunca, dut ağaçlarının
gölgesi kara ve serindir. O siyah değil, güzel bir yaşantıdır. Avrupa’da ise
siyah karamsarlıktır (s.n.;‘Mezarlıktır’). Bunun nedeni de onlarda güneş
olmamasıdır. Renge susamışlardır. Biz de, çok güneş olduğu için gri ve siyaha aşığız (s.n.;‘Susadık’). Ben İsveçli olsaydım, belki de kırmızı resimler
yapardım.’(6)
‘Sevmek için anlamak, bilmek için sevmek, anlamak için bilmek gerekir’
anlayışını kendisine felsefe edinen sanatçı, sipariş üzere resim yaptığını
paylaşacak kadar yüce gönüllü ve samimi bir yapının sahibidir; ‘ Büyükadalı bir dostum; Alantar, Heybeli tarafından gün çok güzel batıyor, bunu
resmeder misin?’ diye sordu. Ben de, resmi tamamladım ve dostumla
paylaştım. Yapıtı gördüğünde, çok beğendiğini ancak güneşin nerede olduğunu sorduğunda, yanıt çok kısasıydı; Gün (s.n.;’Güneş’) Battı’.
Bu bağlamda Yalçın Savuran’ın aktardığı anekdot(7) somut bir örnektir;
sanatçıyı yakinen tanıyan bir balıkçı; ‘soyut nedir’ diye sorar, kendisine.
Alantar deniz kıyısından büyük bir taş parçası alır ve suya fırlatır. Önce,
taşın suya değmesiyle oluşan boşluk ve dairesel görüntü yanı sıra çıkan
köpükler ve çığlığa, ardından balıkçıya dönerek ‘İşte’ der Alantar, ‘soyut,
budur’. Balıkçı o günden sonra, resme daha çok ilgi duymaya başlar, çünkü anlamaya başlamıştır.
Paris öncesi dönemde ‘geometrik’ resimler yapan, ardından özellikle
Osmanlı sarayını da etkisi altına alan ‘barok’ anlayışı, geleneksel hat sanatıyla bağdaştıran Alantar, özellikle 1960’dan sonra ‘lirik’ soyutlamaya
yönelmiştir. İç mimari ve piyanistlik yanı sıra 30 yıla yakın süre CochaKonservatuar’ında solfej öğretmenliği yapan sevgili eşi Sevinç hanımın
da etkisiyle, genç yaşlarda başlayan ve özellikle Mozart, Beethoven,
Wagner, Chopin ve Berlioz ekseninde yoğunlaşan klasik müzik sevdası,
bu senteze ayrı bir lezzet katan devinimin adeta altyapısını oluşturur.
Barok etki yaratan renk kuşakları, dairesel küme ve ışığın başat olduğu
yapıtlar, izleyeni sarmalayarak adeta içine çeker. ‘Alantar’ın kompozisyonlarında büyüleyici bir hareketlilik, hatta yoğun bir çılgınlık yer alır. Destansı bir malzeme ile büyüleyen bu sanatçı, loş fonlara serpili ışıklı uzun
kordelaları andırır, hareketi kütlelerle yüzeyleri sınırlar. Burada dengelerin etkinliğini ortaya çıkaran olağanüstünün şaşırtıcılığı değil, aksine enerji, yoğunluk, yüzeyi hakimiyeti altına alacak olan ani ve içgüdüsel davranış
ve görülmeye değer başarılı ışık hareketleridir.’(8)
Enerji ve esprileriyle renkli bir kişilik oluşturan ve bu bağlamda, gazeteci
Cengiz Pala’nın deyimiyle ‘haylaz çocuk’lara taş çıkaran Alantar, yağlıboya ve guvaş tekniği ile betimlediği sayısız yapıta imza atmış, bir sanatçıya
kolay kolay nasip olmayacak adette, 130’u aşkın bireysel sergisiyle Paris
Okulu’nun en üretken sanatçılarından birisi olagelmiştir. İlk bireysel sergisini Paris’in Vontadour Galerisi’nde açan Alantar’ın eserleri; İstanbul ve
Ankara Resim Heykel yanı sıra, Fransa, İngiltere, Belçika, İsviçre müzeleri
yanı sıra pek çok yerli ve yabancı koleksiyonun duvarlarını süslemektedir.
Eşi ve en kıymetli varlığı Sevinç hanımı Eylül 2011’de yitirdiğinde; ‘tüm
tablolarımı vereyim, yeter ki Sevinç’imi geri döndürün’ diyen sevgi adamını ve eserlerini 10 yıl aradan sonra, öğrencilik yıllarından olgunluk dönemine, toplu olarak izleyebilmenin heyecan ve mutluluğu içindeyiz. Bizler
de, seni ve ölümsüz eserlerini seviyoruz, Alantar.
DİP NOTLARI;
(1)Geniş bilgi için bakınız; Necmi Sönmez, ‘Türk Ressamları ve Paris Okulu’,(Paris
Okulu ve Türk Ressamları Paris 1945-60), YKB Yayınları, Mayıs 2011, İstanbul,
sf.21.
(2)‘UNESCO Exposition Internationale d’art Moderne’, Musée d’Art Moderne. ‘Peintures Turques d’Aulourd’hui – Turquie d’Autrefois’, Musée Cernuschi.
(3)Necmi Sönmez, a.g.e., sf. 29.
(4)Dr.Mutlu Erbay, ‘Kültür Sanat Politikası ve Atatürk’, Sanat Çevresi, Sayı 246,
Nisan 1999, İstanbul, sf. 46.
(5)Yalçın Savuran, ‘Erdal Alantar Üzerine’, Sanat Çevresi, Sayı 287, Eylül 2002,
İstanbul, sf. 50.
(6)Erdal Alantar’ın Deyişiyle, Erdal Alantar Sergi Katalogu, Galeri Binyıl, 2002,
İstanbul, sf.3.
(7) Yalçın Savuran, a.g.e.,sf. 51.
(8)Christine Gleiny, ‘Erdal Alantar’ın Deyişiyle, Erdal Alantar Sergi Katalogu, Galeri
Binyıl, 2002, İstanbul, sf.6.
KAYNAKÇA;
-‘Paris Okulu ve Türk Ressamları Paris 1945-60’, YKB Yayınları, Mayıs 2011,
İstanbul.
-Halilhan Dostal, ‘Işığı Arayan Adam’(Batılılaşma Sürecinde Türk Resim Sanatı
Tarihi 1700-1950), Zeytinli Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları-2-, Mart 2012,
Edremit-Balıkesir.
-Dr.Mutlu Erbay, ‘Kültür Sanat Politikası ve Atatürk’, Sanat Çevresi, Sayı 246,
Nisan 1999, İstanbul.
-Yalçın Savuran, ‘Erdal Alantar Üzerine’, Sanat Çevresi, Sayı 287, Eylül
2002,İstanbul.
-Erdal Alantar’ın Deyişiyle, Erdal Alantar Sergi Katalogu, Galeri
Binyıl,2002,İstanbul.
7
ERDAL ALANTAR RESMİNDE VAROLUŞUN RİTMİ
Ümit Gezgin / Sanat Eleştirmeni
Her sanatçı kendi varoluşunu yeniden tanımlar. İster müzik olsun, ister
resim veya şiir; sanatçının varoluşsal kaygısını dile getirdiği alanlar
olarak tarihten günümüze birbirini etkileyerek, hatta biçimlendirerek
konum almışlardır. Bu yüzden bir sanat yapıtı aynı zamanda bileşke
sanatsal gerçekliğin adı olarak konum alır. Her sanatçı da, kendi sanat
dalının içine bu bileşke gerçekliği olabildiğince yansıtmak ister; varoluşunu daha yetkin düzleme çıkarabilmek, ona anlam ve boyut katabilmek için bunu adeta yapmak zorundadır da…
Sanat bileşik bir gerçekliğin değişken boyutunda, sürekli bir devinim
halinde varolurken; sanatçı da bu devingenlik içinde yeni tanımlar geliştirmek ister. Her sanatsal eylem, büyük zorluklarla kotarıldığı gibi, yine
sanatçının ulaşmak istediği zirveyi de tuhaf bir şekilde ulaşılmaz kılar.
Bu yüzden sanat süreçler içinde, sonsuz bir devinim gibi gelir sanatçıya.
Ucu bucağı belirsiz bu devinim içinde kendi varoluşunu tanımlamak,
giderek yeniden inşa etmek zorunda kalan sanatçı; insanlık tarihinin de
öncü varlığı, Don Kişot’u olarak her türlü takdirin üzerinde yerini alır.
Bana göre resim, diğer sanat dal ve disiplinleri düşünüldüğünde en zor
sanatsal dallardan biridir. Kolay gibi görünen zorluğu, başta herkese
cazip görünse de, ne menem bir gerçekliği barındırdığı ancak içine girince belirginlik kazanır. Resmin içine girmek zordur, çıkmak ise imkansız.
Resmin içine girmiş sanatçıların önde gelenlerinden biri olan Türk
resminin de medar-ı iftiharı Erdal Alantar; varoluşunu süreklilik içinde
tanımladığı resimlerinde, müzikal bir coşku yakalamıyor, müziği görsellikle ifade etmiyor sadece; giderek bir müzik de varediyor. Resim, onun
çalışmalarında bizatihi müzik haline dönüşüyor. O bunu Beethoven’ı,
Chopin, Wagner ve Berlioz’u çok sevdiği için başarmıyor; Picasso’nun
dünya kültüründen, sanatından beslenmesi, etkilenmesi; ama bütün
beslenme ve etkilenme kaynaklarını kendi varoluşu boyutunda değerlendirmesi biçiminde, biçimlendiriyor, yeniden konumlandırıyor ve görsel gerçekliğin düşünsel realitesine dönüştürüyor.
Akademik gelenek ve bu Türk usulü geleneğe eklemlenen disipliner
Rönesans usulü İtalyan ağırlığı ve yine onlara eklemlenen Fransız-Paris
bohemi; sanatçının sanatsal kariyerinde önemli kilometre taşlarına dönüşmüş durumda. Ama Erdal Alantar, bazı sanatçılarımızın hayranlıkla
çarpıldıkları ve etkisinden bütün bir ömürleri boyu çıkamadıkları bir
Batı şoku yaşamamış; yaşamışsa da bunu çabuk atlatmış; kendi sanat
geleneğini de içeren tabloları ve sanatsal hikayesi bunu açıkça ortaya
koyuyor çünkü…
Sanatçının hocaları Halil Dikmen ve Cemal Tollu’nun da onun sanatının
güç ve estetik oluşturan yapısına katkıları olduğu muhakkak. Ama ne
Batı geleneği ve bohemi ortamındaki hayat algılaması ve ne de Beethoven, Chopin ve diğer batılı müzik otoritelerinin müzikleri; onu Tuğra
ve Hat’lar kadar güçlü şekilde etkileyememiş ki; bütün soyutluklarına
rağmen resimlerinde, bu Doğu’nun güçlü geleneği; bize ait geleneğin
varoluşu tanımlayan realitesi belirgin bir şekilde hissedilir olmuş.
Hatların, tuğraların, belki Beethoven’le Chopin ve Wagner’le buluşan,
anlamlı ve derin soyutluğu; sonunda sanatçının kalibresi çok yüksek
pentürlerine dönüşmüş. Evet, Erdal Alantar’ın resimleri soyut olmasına
soyuttur; alabildiğine soyuttur. İmge dünyası bu soyutluk içinde varolmuş ve yeniden konum almıştır. Ama bu soyutluk yine de somut imgeleri de çağrıştıran bir gerçekliğe işaret eder. Bu gerçeklik Beethoven’ın,
Chopin’in; Tuğraların, Hat’ların; Doğu’nun sonsuzluğu çağrıştıran, yoğun
müzikal etkisi olan görsel sanatlarının içinde yoğrulur. En önemlisi bütün bu Doğu-Batı sentezi, kendi estetiğini meydana getirirken, pentür
de kalan, boyanın bizatihi kendi gerçekliği olan varlığıyla birlikte estetiği
oluştur. Bu günümüz dünyasının artık her şeyi digital hokkabazlıkta
bulan sanat uğraşları içinde çok önemli ve çok ayrıcalıklı bir durumdur.
Pentürün gitgide yokluğa ermeye başladığı günümüz dünyası içinde
Erdal Alantar resmi; bütün soyut gerçekliğine rağmen, pentür resminin
ayrıcalıklı, özgün varlığını sürdürüyor olmasıyla bile başlı başına bir
estetik realitedir.
Sonuç olarak Erdal Alantar sadece Türk soyut resmi için değil, dünya
soyut resmi için de önemli bir sanatçıdır. İki farklı medeniyeti sentezleyen güçlü ve özgün yapısıyla Alantar, gelecek kuşaklara da önemli
estetik mesajlar vermektedir…
ERDAL ALANTAR RESMİ ÜZERİNE…
N
Abdülkadir GÜNYAZ
edir resim?.. Hatta sanat nedir diye de sorgulayabilirsiniz. Her şeyden
önce bir ifade, bir anlatım biçimi değil midir? Bir şeyleri belirtmek,
duyurmak, vurgulamak… İcabında onu bir eleştiri aracı olarak da kullanmak… Öyle olunca da illa bir zamanlar olduğu gibi gönül çekici güzellikler
mi yansıtmak gerekir? Peyzajlar, natürmortlar… Hele eski ustalarda rastlaya
geldiğimiz üzere birer fırça maharetinden ileri gidemeyen… Yeni deyimiyle bir
bir misyonu, öyle veya böyle, bulunmayan…
8
İşte bir karşı imza, hem de nice uzun yıllardır var olan ve çağdaş kimliğinden
asla ödün vermeden süregelen… İşte Erdal Alantar! Ne görüyorum bu sergide
sunulacak resimlerde? Bir haykırış deyin dilerseniz. Ya da bir yükseliş, hem
de gökyüzüne değil, uzaya doğru bir yükseliş… Hele müzik diliyle konuşacak
olursak bir kreşendo yalnızca. Yalın, saf ve ödünsüz… Bir usta şairi Fransa’ nın,
Baudelaire “ C’est la musique avant toutes choses – Her beyden önce müzik ”
der… Belki Erdal Alantar’ ın çizgisinde, yalın ve olabildiğince güçlü çizgisinde
de belki müziği duyarsınız; yer yer fanfarlarla göğe yükselen tınıları misali… Ya
da Bach’ ın o ünlü Toccata et Fuque’ ü misali ve simgelerle yücelen…
Her nasıl kabullenirseniz kabullenin Erdal Alantar resmi işte böylesine güçlü
bir resimdir. Ne yer yer figürün çekiciliğine kapılır, ne de renklerin albenisine. O
azat kılmıştır adeta kendini, tüm figürlerden ve renklerden azade…
Erdal Alantar, bir zamanlar İstanbul’un Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni
tamam etmiş, sonrasında Floransa’da fresk dalında eğitimden geçmiş ve
1959’dan bu yana da Paris’ te, yanılmıyorsam Apollinaire’ in mısralarında yaşar
olmuştur: “ Sous le pont Mirabeau coule la Seine, et nos amours… ”* diye
başlayıp Seiune akıp giden mısralarda…
Evet, bir Paris’lidir o, hem de nice uzun yıllardır. Ne var ki oradaki öğreticiliği
yanı sıra anayurdundan uzak düşmediği de bilinir, en azından Alman Kültür
Merkezi ve Destek Reasürans sergileri, belki bir başkaları daha bilincimizde
yerini almıştır. İşte şimdi bu sergide de Onu Erdal Alantar’ ı bir kez daha
tanımış, ya da tanıklığımızı katmerlemiş olacağız.
*Mirabeau köprüsü altından Seine akar ve sevdalarımız.
Erdal Alantar’ın Hayatının Sevinci: Müziğin Resmi
Mehmet Üstünipek
İstanbul, Floransa ve Paris… Sanat yaşamı, adları sanatla bütünleşmiş
bu üç güzel şehirde yoğrulmuş bir sanatçı Erdal Alantar…
Akademi’deki öğrencilik dönemi Türk resminin soyut sanatla buluştuğu
yıllara denk gelmektedir. Soyut biçim anlayışının Türk sanatının geleneğinde varolması ve Türk resminin savaş sonrasında Avrupa ve ABD’de
yaşanan gelişmeleri yakından takip etme olanağını bulması Türk sanatçılarının soyut benimsemesini hızlandırmıştır. 1954 yılında Yapı Kredi
Bankası’nın düzenlediği İstihsal konulu resim yarışmasında uluslararası
eleştirmenlerden oluşan jüri Aliye Berger’in soyuta yaklaşan bir resmine
birincilik ödülü vermekte, aynı yıl bir grup genç Yirmi Yeni Türk Ressamı
olarak aralarında soyut resimlerin de bulunduğu eserlerini sergilemektedir. Bu dönemde Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi de zaman zaman genç ressamların soyut eserlerine yer vermektedir.
Alantar Akademi’den 1956 yılında mezun olmuştur. Henüz soyut resme
yönelmiş olmasa da soyut anlatım olanakları kafasını kurcalıyor olmalıdır. Aynı yılın güz mevsiminde Beyoğlu’nda İstanbul Amerikan Haberler
Merkezi’nin salonlarında genç bir ressam olarak ilk sergisini gerçekleştirmiştir.1
1958 yılında Floransa’da ve ardından 1959’da Paris’te batı resminin köklü kültürünü yakından tanıma olanağını bulmuştur. Bu süreç onun sanatsal anlamda en yoğun arayış dönemlerinden biri olmalıdır. İkinci Dünya
Savaşı Sonrası Paris Okulu’nun etkin bir soyut anlayış ortaya koyduğu
koşullarda Paris’tedir. “Savaş bittikten sonra ister Fransız ister yabancı
olsun, Paris’te yaşayan ve geometrik olmayan tarzda soyut resim yapan
tüm sanatçıları nitelendirmek üzere kullanılan…”2 Paris Okulu tanımı
içinde Selim Turan, Mübin Orhon, Nejad Melih Devrim gibi başka Türk
sanatçılarıyla birlikte Alantar da yer alacaktır.
Onun soyut resme yönelmesi, bu güçlü akımın bir takipçisi olmaktan çok
mevcut olanakları kendi sanat anlayışı içinde değerlendirmek doğrultusunda olmuştur. Sanatçı bu süreci şu şekilde ifadelendirmektedir: “Figüratifle başladım ben. Sonra biraz heykel yaptım. Kolaj yaptım. Romantik
ve kübik resimlerim de oldu. Daha sonra da soyutta buldum kendimi. Pat
diye olmadı elbette bu geçiş... Nehrin yatağını bulması gibi, soyut da benim sanatımdaki yerini buldu”.3
Sanatçı kısa sürede soyut resmin müzikle olan bağlantısına ilgi duyarak
çalışmalarını bu doğrultuda geliştirmiştir. Ses ve renk, müziğin akışkanlığı ve biçimin espasta hareketi arasındaki ilişkileri irdeleyen güçlü bir
soyut biçeme ulaşması onu Paris Okulu içinde değerlendirilen Türk ressamları arasında ayrıcalıklı bir yere sokmuştur. “Hayatının Sevinci” müziktir ve bu sevinci renk ve biçimle dışavurmaktadır Alantar… Eşi Sevinç
Alantar’ın bir müzisyen olması, onun müzikle olan bağlarını pekiştirmiş
ve Erdal Alantar Müziği resimlemiştir.
Özellikle klasik müzikten ve onun çağlar ötesi, evrensel anlatımından
yola çıkan soyut resimlerinde; kalın, belirgin ve kıvrımlı boya izleri, hareketi ve dolayısıyla müziğin akışkanlığını ya da bir diğer deyişle uyumlu
ses-dizilerinden oluşan bütünün boşluktaki salınımını çağrıştırmaktadır.
Bu kıvrımlı hareket, bir ya da birkaç renkten oluşan bir espasla birlikte ve
onunla uyumlu bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Müzik, boşluğu görünür ve elle dokunulur bir varlık olarak doldurmaz
ancak onun görünmeyen ve bu nedenle de gerçek anlamda soyut olan
varlığı boşluğu aslında tümüyle doldurur ve bir sanatsal biçim olarak
onu anlamlı kılar. Bir ressamın resim yüzeyi denilen evrende bu boşluğu tanımlama çabası, müziği, müziğin ruhunu görünür kılmak arayışıdır.
Ve bu zorlu bir savaştır. Kandinsky soyut resmi temellendirirken resmin
-biçim ve renklerin- müziksel ifadesiyle ilgilenmiş ve bu zorlu süreci şu
şekilde tanımlamıştır: “Salt resimsel beste biçim bakımından iki ödevle
karşı karşıyadır: Bütün resmin bestesi ve çeşitli konumlarda karşı karşıya
gelen ve bütünün bestesine boyun eğen tek tek biçimlerin bestesi.”
Erdal Alantar başından beri bu zorlu mücadelenin farkındadır ve bu
mücadeleyi göze almak onun adına bir tercihtir: “Ben kavgacı adamım.
Harbi severim, cehennemi severim. Bu müziklerdeki romantizmin üstüne
boksör gibi savaşarak resmimi işlerim. İkisinin arasındaki karşıtlığı, çelişkiyi yansıtırım (…) Hayatın kendisi çelişkidir zaten.”4
Alantar, resimlerinde tek tek biçimlerin bestesiyle bütün resmin bestesi
arasındaki uyumu yakalayabilen, dolayısıyla müziği resim yoluyla içselleştirebilen bir ustadır. Avrupa’nın birçok kentinde açtığı sergiler, aldığı
ödüller ve eserleri onun Hayat Sevinci’nin karşılıklarıdır.
DİP NOTLARI;
1 ANONİM; “Ayın Sanat Hareketleri”, Esi Dergisi, Kasım 1956, S.11, s.7
2
3
4
SÖNMEZ, Necmi; “Türk Ressamları ve Paris Okulu”, Paris Okulu ve Türk ressamları:
Paris, 1945-1960, (ed. B.TUT), YKY, İstanbul, 2000, s.20
Cumhuriyet Gazetesi, 28.08.1996 Çarşamba, s.12
Cumhuriyet Gazetesi, 28.08.1996 Çarşamba, s.12
9
10
OTOPORTREM
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1978
64x48 CM
11
FİL HAMMALI
BU ESER “TAKSIM ŞEHIR GALERIS’inde”
SERGILENMIŞTIR.
DURALİT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI
163x110 CM
İVRY SAAT 2 GECE
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1981
64x48 CM
12
ERKEK NÜ
Floransa
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1958
63x48 CM
ERKEK FİGÜRÜ
ÇİFT TARAFLI (UYUYAN ERKEK 1953)
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1952
54x45 CM
13
KADIN FİGÜRÜ
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI
61x45 CM
MODA’daki
ZURNACI
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1954-1955
52x44,5 CM
14
ABLAM
ÇİFT TARAFLI
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 15-Ağustos-1953
32x36 CM
NACİ GİRGİN PORTRESİ
ÇİFT TARAFLI
(FİGÜRLÜ KOMPOZİSYON 1953)
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 1953
54x47 CM
15
ERKEK NÜ
G.S.A
KAĞIT ÜZERİNE KARA KALEM
İMZALI, 19?
55,5x41,5 CM
16
SOYUT KOMPOZİSYON
AMERİKAN KÜLTÜR MERKEZİ BEYOĞLU TEŞHİR EDİLDİ.
“İLK SOYUT TABLOM”
TUVAL ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI
33x46 CM
17
SOYUT KOMPOZİSYON
İSTANBUL BEYAZID’da YAPTIM.
TUVAL ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI, 1957
111x155 CM
18
SOYUT KOMPOZİSYON
29. İTALYA SANAT BİENAL’inde
SERGİLENMİŞTİR 1958. ÇİFT TARAFLI
TUVAL ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI, 1957
130x85 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
29. İTALYA SANAT BİENAL’inde
SERGİLENMİŞTİR.
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1958
45x61 CM
19
ÖRDEK
29. İTALYA SANAT BİENAL’inde SERGİLENMİŞTİR 1958.
(GALERİYE GİREN İLK RESİM) 55
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA, KARIŞIK TEKNİK
İMZALI, 17-Ekim-1956
46,5x69,5 CM
20
YAĞLI GÜREŞCİLER
TAKSİM SPOR SERGİ SARAYI’NIN DUVARI İÇİN
AKADEMİDE VERİLEN TEMA
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1956
116x89,5 CM
21
ABLAM
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954-1955
63x50,5 CM
KADINLAR
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
61x81 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
45x69,5 CM
22
23
GÜREŞCİLER
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954-1955
85x136 CM
24
TAHİN - PEKMEZ
İstanbul
TUVAL ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI
81x65 CM
25
Oğlum “ALP”
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
73x73 CM
AKADEMİ BAHÇE GİRİŞİ
AHŞAP ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1950
34,5x29 CM
26
GÖNÜL İLKSAVAŞ “BİR TALEBE”
AKADEMİ’de
AHŞAP ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954
32,5x30 CM
KADIKÖY EVİN ARKA PENCERESİ
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1953
26x26 CM
27
EVİM
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1950
36x30 CM
FENERBAHÇE
ÇİFT TARAFLI
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
34x21 CM
28
MODA
BÜYÜK ADA
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954
32x23 CM
NATÜRMORT
SUNTA ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1950
37,5x26,5 CM
29
NATÜRMORT
SUNTA ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1951
38x27 CM
MODEL “MELAHAT”
SUNTA ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954
37x25,5 CM
30
EYÜP’ ten
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1953
18,5x22,5 CM
BAHARİYE
ÇİFT TARAFLI
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1951
30x46 CM
31
MODA’da SOKAK
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1953
23x33 CM
MODA’da VİRAJ
AHŞAP ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1952
29,5x22 CM
32
KURBAĞALI DERE
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1952
21,5x31,5 CM
MODA
ÇİFT TARAFLI (NÜ)
MODA
ÇİFT TARAFLI
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1951
35x18 CM
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1951
35x30 CM
33
EYÜP’ten
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
23,5x32 CM
34
MODA’dan
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1953
31,5x23 CM
AKADEMİ RIHTIMINDA PALTOLU
SEVİNÇ DORAL “ALANTAR”
ÇİFT TARAFLI “NÜ 1951”
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1954
35,5x46,5 CM
35
SOYUT KOMPOZİSYON
DURALİT ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1952
32x23 CM
36
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
PRESS TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1989
22x16 CM
ESKİYE HASRET
VİRAN BAĞDA LODOS
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1981-1983
47x40,5 CM
37
SOYUT KOMPOZİSYON
BODRUM MÜZESİ SERGİSİ 1982
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1982
41x37 CM
BÜYÜKADA YANGIN’ına
BU ESER “İZMIR - İŞ BANKASI SERGI
SALONUNDA SERGILENMIŞTIR.”
KARTON ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1979-1986 Paris
63x47 CM
38
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2000
44x43 CM
6 FİGÜR
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
40x30 CM
39
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
52,5x39,5 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1984
55x45 CM
40
SOYUT KOMPOZİSYON
BODRUM MÜZESİ SERGİSİ 1982
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1980
99x80 CM
Sayın Derin’e
ufak bir hatıram...
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1992
42x35 CM
41
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2000
41x33 CM
İLK TANIŞMAMIZ
Yalıkavak
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1982
41x33 CM
42
6 FİGÜR
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2000
41x33 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
60x45 CM
43
25 FİGÜR “ADALAR İÇİN”
Büyük Ada
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1985
65x81 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1974
100x100 CM
44
WILLIAM TURNER
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1983
100x100 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI,
97,5x97,5 CM
45
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
97,5x97,5 CM
46
KOMPOZİSYON II
DYO 8. RESİM YARIŞMASI
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1974 Paris
57x50 CM
47
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
100x100 CM
KOMPOZİSYON
BELÇIKA SERGISINDE
SERGILENMIŞTIR.
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
100x84,5 CM
48
10 FİGÜR
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1998
53x44 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1986
56x72 CM
49
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1982
80x100 CM
50
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1983
105x100 CM
51
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
94,5x101 CM
52
SOYUT
BU ESER “ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI” KITABININ 261.
SAYFASINDA YER ALMAKTADIR.
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1973
139x110 CM
53
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1973
141x111 CM
54
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
98x118 CM
55
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 10-Mart-1989
130x195 CM
56
SOYUT KOMPOZİSYON I
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1972
192x128 CM
57
SOYUT KOMPOZİSYON II
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 1972
192x128 CM
58
SOYUT KOMPOZİSYON
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
136,5x106 CM
LİKYA MEZARLARI
Yalıkavak
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI
61x90 CM
59
KAYADAKİ ADAM
Yalıkavak
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2001
41x33 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE GUAJ BOYA
İMZALI
50x65 CM
60
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
KAĞIT ÜZERİNE SULU BOYA
İMZALI, 1984
65x50 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI 1/1
İMZALI, “MONOTYPE” 1/1
65x49 CM
61
PARAFIM
KAĞIT ÜZERİNE KEÇELİ KALEM
İMZALI, 1988
50x30 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
32,5x25 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
Paris
62
PATHETIQUE
KAĞIT ÜZERİNE SERİGRAFİ 19/25
İMZALI, 2000
81x65 CM
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI 1/1
İMZALI
65x49 CM
KAHVERENGİ MONOCHROME
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
33x25 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
32,5x25 CM
63
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SERİGRAFİ 24/25
İMZALI, 2000
81x65 CM
KÖRDÜĞÜM
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI 3/5
İMZALI
65x49 CM
64
OLMAK
GRAVÜR E/A 3/5
İMZALI
65,5x50 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
38x28 CM
65
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
İMZALI
59,5x49,5 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SERİGRAFİ BASKI 1/1
İMZALI
65x49 CM
66
SARI GRİ
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
30x23,5 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
ÇİFT TARAFLI (KÖPEK FİGÜRÜ)
KAĞIT ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI, 1991
49,5x32 CM
67
UBERLAGERUNG - ÇAKIŞTIRMA
GRAVÜR 11/40
İMZALI
50x38 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
GRAVÜR E/A 3/5
İMZALI
39,5x32,5 CM
68
SOURCE - KAYNAK
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI E/A
İMZALI
45,5x33 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI 1/1
İMZALI
65x49 CM
SOYUT
KOMPOZİSYON
Paris
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI 1/1
İMZALI
64x49 CM
SARI MONOCHROME
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
“MONOTYPE” 1/1, İMZALI
26,5x23 CM
69
SOYUT KOMPOZİSYON
GRAVÜR E/A
İMZALI
32,5x25 CM
SOYUT KOMPOZİSYON
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
İMZALI
65x50 CM
3’lü
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI BASKISI
İMZALI
64x50 CM
CREPUSCULE
ALACA KARANLIK
KAĞIT ÜZERİNE SANATÇI
BASKISI E/A, İMZALI
50x33 CM
Tekne, 1980’ler, Büyükada, Erdal Alantar bağışı
Teknenin ismi: Büyükada’da balıklara soyut resim öğreten tekne
70
ALANTAR BÜYÜK ADA BALIKLARINA SOYUT ÖĞRETİYOR...
ADALAR MÜZESİ / AYA NİKOLA HANGAR
BÜYÜKADA
Ayaktakiler - Orta Sıra MUAMMER ÇIN, ORHAN ERSOY, HALİL DİKMEN, SENİH ORKAN, ALTAN ERSON, BERNA İŞMEN, LEYLA
En Üst Sıra VİLDAN, SAİT MADEN, RAFET KÖMEÇ, BEHÇET SEFA, ERDAL ALANTAR, ANTUAN, SEVİNÇ DORAL (ALANTAR),
Oturanlar SAMİ USLU, SAMİ CANEL, TÜRKAN, SUMRU TUNÇ, SEVİM ŞENOL BORA, NECDET ELAL
71
SEVİNÇ - ERDAL ALANTAR
BEYOĞLU EVLENDİRME DAİRESİ 04-MART-1957
72
SEVİNÇ - ERDAL ALANTAR
BÜYÜKADA 2008
SEVİNÇ ALANTAR
73
BODRUM YALIKAVAK
TÜRK HAMAMI
AĞAÇ ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI
44x20x10 CM
74
RODİN
BİRİCİK KARIM SEVİNÇ’e 10 AĞUSTOS 2006 HEDİYEM NİCE YILLARA
AĞAÇ ÜZERİNE KARIŞIK TEKNİK
İMZALI
14x35,5 CM
75
İLK BOYA KUTUSU
76
BEETHOVEN 1
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2013
70x60 CM
77
BEETHOVEN 2
TUVAL ÜZERİNE YAĞLI BOYA
İMZALI, 2013
70x60 CM
ALANTAR
Erdal Alantar
29 Ocak 1932 İstanbul’da doğdu.
1949-56 İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi
1958 İtalya Güzel Sanatlar Akademisi, Floransa
1959 Paris’e gitti
1966-1967 Metalurji fabrikasında çalıştı, Paris
KİŞİSEL SERGİLER
1954-1957 İstanbul, Türkiye, Ankara
1958 “Ponte Vecchio” Galeri Floransa, İtalya
1963 Galeri 9 Ventadour Paris
1964 “De Beaune” Galerisi, Paris
1965, “PIER” Scheveningen, Hollanda
1965 Galeri “L’Angle Aigu” Brüksel, Belçika
1966 Galerie “Al Veka”,La Haye The Hague, Hollanda
1966 Galeri Türk-Alman Kültür Derneği, İstanbul
1967 Cité Administrative, Biarritz, Fransa
1967 Coninck S.de Galerisi, Paris
1968 Exposition dans L’atelier, Ivry, Fransa
1969 FIAP Galerisi, Paris
1969 Cité Administrative Biarritz, Paris
1969 Peintures - Monotypes - Collages - Tapisseries, Foyer International
d’Accueil de Paris
1971 La Drille- Toulouse, Fransa
1971 Galerie Daberkow, Frankfurt, Almanya
1973 Tourtour Paris
1973 Galeri Kaptana, İstanbul,Türkiye
1973 “Kaptan Peter” Gallery, Londra
1974 Galerie Art du Monde, Paris
1974 Galerie Daberkow, Frankfurt, Almanya
1975 Galerie de Turm, Bonn, Almanya
1975 Galeri Cumalı, İstanbul
1976 Galerie Culturel de I’Hay-les-Roses, Fransa
1976 Centre Culturel de Mayenne, Fransa
1976 Galeri Cumalı, Istanbul Türkiye
1978 Galerie Daberkow, Frankfurt, Almanya
1978 Usine d’Oeillets Métallurgiques d’Ivry, Fransa
1978 Musée Mérino, Monsheim, Almanya
1978 Ville de La Courneuve, France
1979 Centre Culturel de Courneuve, Fransa
1979 Centre Culturel de Villejuif, Fransa
1979 Galeri Akbank, İstanbul Türkiye
1980 Bibliothéque Municipale de Laval, Fransa
1980 Centre Culturel de Laval, Fransa
1980 Musée de Bodrum Türkiye
1980 Galerie Daberkow, Frankfurt, Almanya
1981 Galerie Plantin Moretus, Paris Fransa
1981 Yapı ve Kredi Bankası Glatasaray Kazım Taşkent 2 Sanat Galerisi,
İstanbul Türkiye
1982 Galerie I’Encadroir, Nancy, France
1982 Musée de Bodrum Türkiye
1968 Ancona, İtalya Medal of Bienali “İkinci Uluslararası”
1970 Val de Marne, Fransa Birincilik Ödülü
1972-1998 yılında Güzel Sanatlar öğretmenliği, Fransa
Bayeux Fiyat, Fransa 1980 Şehir
1993 En iyi kompozisyon ödülü, Bayeux, Fransa
1983 Galerie Daberkow, Frankfurt, Almanya
1983 Centre Culturel de Courneuve, Fransa
1984 Musée de Bodrum Türkiye
1984 Hotel de Ville de Chatenay - Malabry, Fransa
1984 Centre Charles Foix Adac, Paris Fransa
1984 Salon d’Art Fantastique – Mantes–la-Jolie Galeri Destek, İstanbul
1984 Melun Culture Loisirs, Peintures - Collages, France
1984 İzmir İş – Sanat Galerisi, İzmir, Türkiye
1985 Galeri Destek, İstanbul Türkiye
1985 Galeri İş Bank, İzmir Türkiye
1987 Galerie Passage, Paris Fransa
1987 New Morning Concert Chet Baker - Archie Shepp, Paris, Fransa
1989 <30 ans de reflexion a Paris> Unesco, Paris, Fransa
1989 Soyak Sanat Galerisi II. İstanbul Bienali, İstanbul, Türkiye
1990 Bibliotheque André Breton, Aubervilliers, Fransa
1990 Musée Efes, İzmir, Türkiye
1990 Electrographie par Heredia-Alantar, Montgeron, Fransa
1992 Galerie Modus Vivendi, Zurich, Switzerland
1992 Musée de Bodrum, Türkiye
1993 Centre Culture Anatolie, Paris Fransa
1993-94 Treuhand und Revisions Gesellschaft, Zurıch, Swıtzerland
1994 Galeri B, Istanbul, Türkiye
1994 <35 ans en Fransa>, Morgny, Fransa
1996 Maison des Arts, Chatillion, Fransa
1998 Banque Marin Ianola, Thonon, Fransa
1999 Artemis, Galerie d’Art Internationale, Vongy, Fransa
2002 Pictural Café Bastille, Paris, Fransa
2002 La Visitation, Thonon, Fransa
2002 Galeri BİNYIL, İstanbul, Türkiye
2002-03 Peintures et Sculptures, Chaple de la Visitation, Thonon, Fransa
2005 Turing Kültür Evi, Büyükada, Türkiye
2009 Jazz Now Sanat Galerisi, Bodrum, Türkiye
2012 Galeri 53, Retrospektif, Fransa
29 Ocak – 03 Mart 2013 ART POINT GALLERY ‘’Hayatım’’ın Sevinç’i
RETROSPEKTİF Sergi İstanbul
GRUP SERGİLERİ
1958 Biennale de Venise
1959 Exposition Graphique - Vienne
1959 Exposition “d’Art Turc d’Aujuord’hui, Paris, Bruxelles, Berlin, Londres
1963 Biennale Noir et Blanc – La Garenne. Salon des Surindépendants Paris
1964 Exposition “d’Art Turc d’Aujourd’hui” - Paris, Bruxelles, Berlin,
Londres Salon des Surindépendants - Paris
1965 Biennale de Paris “Schemes 65” Paris, “Peintres de Notre temps”
Palais des Art de Toulouse
1966 Salon d’Art Sacré-Paris “Schémes 66” Rome, İstanbul, Stockholm
1967 Salon “Comparaisons” Paris – Biennale de Paris
1968 Biennale Internationale d’Art Graphique Ancona - Italie
1969 Exposition Internationale de Montreal Canada - “500 Gravures
Contemporaines” Bibliothéque Nationele de Paris
1970-73 Salon d’Automne - Paris
1971 Triennale New Delhi - Indes
1971 Salon de Mai-Paris, Realités Nouvelles - Paris
1971-79 Musée de Bayeux- France
1973 “L’Estampe Contemporaine” Bibliothéque Nationale - Paris
1973 Çağdaş Özgün Baskı, Bibliothéque Nationale - Paris
1973-74 Musée de Toulon
1974-78 Musée de Picardie - Amiens - France
1976 <<le Trait>> Paris
1976-78 Musée Bogoto- Colombie
1976-78 Bienalle Internationale de Mérignac
1976-78 Chateau de Mayenne- France
1978 Musée de Toulon- Rétrospective “FIAP 10 ans” Paris, L’Art 9’78”Basel- Suisse, “Nouvelles Acquisitions” Bibliothéque Nationale de Paris
1978 Exposation Nazım Hikmet, Berlin
1978-79 XIII ve XIV Prix International d’Art Contemporain de Monte – Carlo
- Musée de Monaco
1978 Ertem Gallery-Cultural Centrer Art 9’78 Basel 14-19.6.1978,İstanbul
Türkiye
1979 Art 79- Tunisie
1979 Centre Culturel Jean Houdremont, Fransa
1979 Photographes de I’Imaginaire Palais de la Découverte, Paris
1979 Artistes de I’Imprimeire Tanguy-Angers-France
1979-89 Bayeux Müzesi, Özgün Baskı
1980 Biennale de Mérignac, France
1980-81 Réalites Nouvelles, Paris
1980-83 Jeune Peinture Jeune Expression, Paris
1981 Centenaire d’Atatürk-Unesco, Paris
1982 Biennale de Cachan, France
1982 Ivry 8+2 Peintures, Dessins, Gravures, Sculptures Fransa
1982 Grabadaj Europeos, İspanya
1982-83 Festival International de la Gravure d’Uzés, France
1983 Salon Art Fantastique- Mantes-la-Jolie, France
1983 Grabados Europeos-Santander-Espagne
1983 Biennale de la Gravure Européenne Baden-Baden-Allemagne
1984-85 Galerie Charles Foix L’A.D.A.C.P.A Présente, Paris
1985 Rotary Club, Barcelona
1985 Art et Musique- AGF Paris
1985 Café de la Paix- “La Paix”, Paris
1985-86 Salon d’Art Fantastique-Mantes la Jolie
1985-86 Festival des Iles, İstanbul
1985-87 Salon d’Art Contemporain-Dammarie les Lys
1986 Salon du Dessin et de la Peinture a l’eau Paris
1986 1ére Biennale Internationale de Nogent/Seine, France
1986 Galerie Tem, İstanbul
1986 Oeuvres sur Papier-Galerie Passage, Paris
1986-87 La gravure Turque Contemporaine-Sarajevo/Zagreb-AlbanieFinlande
1986 Foire Internationale de l’Estampe, Paris
1987 Portes et Portiques-Musée de l’Ile de France
1987 X Biennale Noir et Blanc-Lagarenne-France
1988 Galeri Lebriz,”Orta Kuşaktan” İstanbul Türkiye
1989 Avrupa 1989 Özgün Baskı Sanatçıları
1989 II. Uluslararası Nogent Bienali, “Devrim”, Fransa
1989 Uluslararası İstanbul Festivali, Soyak, Türkiye
1989 Uluslararası Gravür Bienali Commanderie de Villedieu, Fransa
1990 Yeni Montparnesse Ekolü, Fransa
1990 Türk Sanatçıları ( Peintre Turcs ) Espace AGF, Paris
1991-93 Bayeux Müzesi, Fransa
1992 Salon Internasyonal de la Commanderie, France
1992 Biennale Internationale d’Art Contemporain des Pays Francophone,
Fransa
1993 “Uluslararası Çağdaş Sanat Bienali” Ypres, Belçika
1993 EG-C.I.A Avon, Fransa
1993 Musee de Cap d’Agde, Lumiere de Mediterannee Cap d’Agde, Fransa
1995 Salon de Mai, Paris
1995-96 Salon de Fresnes
1996 Memoire de Pierre-Givorni/Ingre
1996 “Exlibris Carla Bayle”, Fransa-Rotterdam (Hollanda)
1998 “Akdeniz Festivali”, Strasbourg, Fransa
1998 “Türk Resiminde Soyut Eğilimler” Galeri Baraz Organizasyonu
Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul
2000 Galeri BİNYIL 1. Yıl Sergisi, İstanbul Türkiye
2010 Tunca Sanat Galerisi, Cumhuriyet’in 50 Yılında Plastik Sanatlar –
Resim Heykel Karma Sergisi
MÜZE ve KOLEKSİYONLAR
Victoria Albert Museum, Londra
Ankara Resim ve Heykel Müzesi
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
Toulouse Müzesi, Fransa
Bayeux Müzesi, Fransa
Bibliothéque Nationale de Paris
Bibliothéque Royale de Belgique
Bodrum Müzesi
Collections Particuliéres en Allemagne, France, Belgique, Hollande,
Turquie, U.S.A
ÖDÜLLER
1970 1 er Prix du VAL de MARNE
Prix de l’Exposition d’Etat d’Ankara-Turquie
2 médailles-Biennale Internationale d’Ancona, Italie
1980 Prix de la Ville de Bayeux
1993 Prix de la Meilleure Composition Eclat, Paris
YAYINLAR
1967 Ayyıldız Matbaası - Milli Eğitim Bakanlığı XXVIII. Devlet Resim ve
Heykel Sergisi s.2
1967 Ankara Sanat Yayınları - Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi I. Cilt
s.27
1971 Mars Matbaası - Milli Eğitim Bakanlığı XXXII. Devlet Resim ve Heykel
Sergisi s.2
1972 Akbank Kültür Hizmetleri - Nurullah Berk, İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi s.56
1976 Mars Matbaası - Kültür Bakanlığı 37. Devlet Resim ve Heykel Sergisi
s.3
1983 La Peinture En Turquie Le Choix Des Collectionneurs s.52
1986 Remzi Kitabevi - Sezer Tansuğ - Çağdaş Türk Sanatı s.253, 260, 261
1989 Damla Yayıncılık - Rehber Galeri - Güzel Sanatlar Dergisi Sayı.9 s.18
1998 Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - Kaya Özsezgin, Cumhuriyet’in 75
Yılında Türk Resmi s.57
1998 Dışbank, Türk Resminde Soyut Eğilimler s.16, 17
2008 Eski Testi Doktorunun Anıları “Paris’te Soyuluyorum” s.273, 274, 275,
276, “Yüksel Abla” s.365
Bu katalog galerimizin kültürel bir hizmetidir.
Katalog 750 adet basılmış ve tümü numaralandırılmıştır. İlk 50 adedi sanatcı tarafından imzalanmıştır. Para ile satılamaz.

Benzer belgeler

Sergi kataloğu

Sergi kataloğu erkeğe muhabbet de Alantar’a göre değ ld r. Sofrasında bulunan kadınlara Fransız usulü espr lerle takılmak “flörtöz” Alantar’ı mutlu eder. Yen tanıdığı nsanlara lakap yakıştırmayı sever, çünkü on...

Detaylı

Sergi kataloğu

Sergi kataloğu Sn. Av. ŞEREF DEDE’ye Sn. Av. ÜNSAL PİROĞLU’na Fotoğraflar Sn. NECDET KAYGIN’a Metin Sn. PROF. KAYA ÖZSEZGIN’e Sn. ABDÜLKADİR GÜNYAZ’a Sn. MEHMET ÜSTÜNIPEK’e Sn. HALİLHAN DOSTAL’a Sn. ÜMİT GEZGİN’e...

Detaylı