indir - Rasim Pehlivanoğlu Kimdir?

Transkript

indir - Rasim Pehlivanoğlu Kimdir?
Rasim PEHLİVANOĞLU
ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK
ÖZELLİKLERİ
Planlayan, Yazan
ve Düzelten
: Rasim PEHLİVANOĞLU
Dizgi
: Özgür SARI – Zeynep KARTAL
Sayfa Düzeni
: Serdar PEHLİVANOĞLU
Genel Kontrol
: Çağrı YILDIRIM
II
Rasim PEHLİVANOĞLU
Yazarın Adresi: Rasim PEHLİVANOĞLU
F.Çakmak Mh. Fuzuli Cd.
Esen Sk. Ülkü Apt. No: 57/4
38020 KAYSERİ
Tel.
Ev : 0352 233 90 30
Cep : 0507 6833373
Baskı ve Cilt:
ISBN:
III
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ ................................................................................................... 1
ÖNSÖZ ................................................................................................... 3
GİRİŞ ...................................................................................................... 7
BİRİNCİ BÖLÜM
ÜSTÜN KİŞİLİĞE SAHİP ATATÜRK’LE İLGİLİ ÖN BİLGİLER . 15
1- Kişilik ve Kişilik Özellikleri ........................................................ 15
2- Atatürk İle İlgili Olarak Söylenen Bazı Terim ve Kelimeler ....... 20
3. Millet – Türk Milleti ..................................................................... 25
4. Atatürk’ün Liderliğinde Kurulan Milli Devlet ............................. 27
5. Kurulan Milli Devletin İlkeleri (Atatürk İlkeleri) ........................ 29
Temel, Baş, Bütünleyici İlkeler………………………………….31
Açıklamalı Temel İlkeler .............................................................. 31
Açıklamalı Baş İlkeler .................................................................. 34
İKİNCİ BÖLÜM
ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ........................... 41
1- Çok Yönlü Atatürk ....................................................................... 41
2- Milli Mücadelenin Mustafa Kemal’i(Hamasi Şiirlerle Destekli) 43
3 - Yüksek Türk Kültürüne Sahip Atatürk’ün Türklük Duygusu ..... 48
Önde Gelen Yabancıların Görüşleri ve Atatürk ........................... 49
Çeşitli Şiirler ve Fıkralarla Türklük Duygusu .............................. 53
4 - Türk Milletini Yüceltme Ülküsünde Olan Milliyetçi Atatürk .... 60
Kültür – Milli Kültür .................................................................... 61
Atatürk’ün Kültür Milliyetçiliği ................................................... 63
XII. Milli Eğitim Şurası ve Milli Kültür....................................... 67
Ü l k ü – M i l l i Ü l k ü ........................................................... 70
5 – Milli Birlik ve Ülke Bütünlüğüne Duyarlı Birleştirici Atatürk .. 72
Kürtlerin Lozan Konferansına Gönderdikleri Mektup ................. 74
Dr. Şükrü Mehmet Sekban ve Kürt Sorunu .................................. 76
Milli Birliğimizden Taviz Vermeyen Atatürk .............................. 79
Atatürk’ün Veciz Sözlerinden Örnekler ve Yorumlar .................. 80
6- Atatürk’ün Güçlü Devlet Ülküsü…………………………… …85
Devlet–Güçlü Devlet……………….. .......................................... 83
Tam Bağımsızlık........................................................................... 83
Tam Bağımsızlık İlkeleri .............................................................. 85
Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Güçleri .................................. 98
7- Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Gücü
Milli Ordumuz ve Atatürk………… ..................................... 101
Ordumuz ..................................................................................... 101
Türk Askeri ................................................................................. 103
Atatürk ve Komutanlar ............................................................... 106
IV
Rasim PEHLİVANOĞLU
8- İnisiyatif Sahibi – Girişken Atatürk ........................................... 109
Atatürk’ün İnisiyatif Yeteneğine Örnekler ................................. 109
9 - Geleceği Gören Öngörüşlü Atatürk........................................... 116
Atatürk’ün Öngörüşünden Çeşitli Örnekler ............................... 117
Yunanlılardan Tazminat Sorunu ................................................. 122
10- Zekâsını İşletmesini Bilen Dahi Atatürk .................................. 123
Atatürk Dahi midir? Bu Konuda Çeşitli Görüşler ...................... 124
11-Üstün Yetenek ve Özelliklerin Birleştiği Lider Atatürk ........... 130
Atatürk’ün Liderliğini Kanıtlayan Önemli Nedenler ................. 131
Mustafa Kemal Paşa’nın Lider Olmasının Nedenleri................ 133
Lider Atatürk’le İlgili Birkaç Örnek ........................................... 136
12- Çok Kitap Okuyan, Araştıran İnceleyen Tarih Sever Atatürk . 137
Çok Okuyan Atatürk ................................................................... 137
Atatürk’ün Kitap Okuma Sevgisini Anlatanlar .......................... 138
Okuduklarından İzlenimler ve Fıkralar ...................................... 140
Atatürk ‘ün Okuma Sevgisini Örnek Almalıyız ......................... 142
13- Türk Milletine İnanan, Güvenen,
Saygı Duyan Halkçı Atatürk……....................................... 144
Atatürk’ün Anadolu’ya Geçiş Nedenleri .................................... 144
Atatürk’ün Türk Milletini Övgüsü ve Yapılan Övgüler ............. 147
Türk Milletinin Büyüklüğüne Örnek Fıkralar ............................ 150
14- Hızlı Değişim Taraftarı İnkılâpçı Atatürk ................................ 152
Atatürk’ün İnkılâpçılık Anlayışı ................................................. 152
Atatürk’ün Türk İnkılabıyla İlgili Sözlerinden Örnekler ........... 154
Atatürk İnkılâbının Kendine Özgü Vasıfları .............................. 156
15– Milli İradeye Saygılı Demokrat Ruhlu Atatürk ....................... 159
Halkçı Atatürk ............................................................................ 159
Cumhuriyetçi Atatürk ................................................................. 161
Kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Geçirdiği Safhalâr ................. 163
Cumhuriyetin Önemiyle İlgili Atatürk’ün Veciz Sözleri ........... 164
Demokrat Atatürk ....................................................................... 167
Demokrat Ruhlu Atatürk’le İlgili Övgülü Sözler ve Fıkralar..... 169
Halkla Beraber ............................................................................ 171
Atatürk Diktatör müydü Yoksa Neydi? Çeşitli Görüşler ........... 172
16– Dirayetli Devlet Adamı Önder Atatürk ................................... 176
Çocukken Duyduğu Asker Olma Hevesi
ve Hayatındaki Gelişmeler……………… ............................ 176
Amasya Tamimi ......................................................................... 178
Tanıdığı Türk Milletine İnanması, Güvenmesi .......................... 180
Atatürk ve Dünya Devletleri....................................................... 181
Akılcılık ve Medeniyetçilik Önderi Atatürk ............................... 182
V
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk Hayalperest Değil, Gerçekçi ve Ülkücü Devlet Adamı 184
İhtiraslı Atatürk........................................................................... 186
17- Atatürk’ün İnandığı, Güvendiği Türk Gençliği........................ 188
Atatürk’ün Gençliğe Hitabı ........................................................ 191
Gençliğin Atatürk’e Cevabı ....................................................... 192
18– Atatürk’ün Milletimizden
ve Türk Gençliğinden İstedikleri Bekledikleri ..................... 193
On iki Maddede Özetlenen İstekleri ........................................... 193
19- Sanatkârı Koruyan Sanatsever Atatürk .................................... 200
Sanatın Önemi ve En Şereflisi .................................................... 200
Sanatta ve Sanayide Tarihi Gelişme ........................................... 201
Sadece Sahne Sanatkârlarının Görülmesi ................................... 202
Sanatta ve Sanatkârlıkta Millilik ................................................ 204
20- Milletimizin Fedakâr Kadınları
ve Kadın Haklarının Koruyucusu Atatürk ........................... 206
Atatürk’e Göre Kadın ................................................................. 206
Türk Kadını Nasıl Olmalıdır....................................................... 207
Atatürk’ün Özlediği Türk kadını ................................................ 208
Kadınların Milli Mücadeleye Olan Katkıları.............................. 209
Kadınlara Tanınan Haklar .......................................................... 211
Atatürk ve Aile ........................................................................... 212
Ailede Eşitlik – Ortaklık ............................................................. 213
21- Kadın Kıyafeti ve Atatürk Örtünme (Tesettür) ....................... 215
Atatürk’e Göre Tesettür (Örtünme Şekli) Nasıl Olmalıdır ......... 215
Açılmada ileri gidiş– Başörtüsü Sorunu ..................................... 220
22- Milletini Yücelten, Rehber Nitelikli Eğitimci Atatürk............. 222
Konuya Giriş............................................................................... 222
Eğitimde Bütünlük .................................................................... 223
Yaygın Eğitim (Halk Eğitim)–Örgün Eğitim ............................. 223
Öğretimde Birlik ......................................................................... 224
A. Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim) ............................................... 225
Millet Mektepleri – M.E.B. Bakanı Mustafa Necati’nin
Mektubu .................................................................................. 226
Akşam Okulları....................................................................... 228
Köylülerimizin Okuması ve Aydınlanması İhtiyacı ............... 228
Öğretmen Okulları Açmak İhtiyacı ........................................ 229
Halkevleri – Halk Odaları....................................................... 229
Kurulan Halk Eğitimi Teşkilatı .............................................. 231
Halk Eğitiminin En Önemli İlkesi ve Kahvehaneler .............. 231
Türkiye’de Köy Enstitüleri ..................................................... 233
Köy Enstitülerinin Fikri Temelleri ......................................... 234
VI
Rasim PEHLİVANOĞLU
Açilân İlk Köy Enstitüleri ve Açıldı Şiiri ............................... 235
Köy Enstitülerinde Uygulanan Genel Eğitim İlkeleri ....... Error!
Bookmark not defined.9
Köy Enstitülerinin Kazandırmaya Çalıştığı Üstün Özellikler 237
Köy Enstitüleri Hakkında Soldan
ve Sağdan Gelen Eleştiriler………… ............................... 238
B. Okul Eğitimi........................................................................... 240
Eğitimde Bilgilenme ve Okul ................................................. 240
Okul Eğitiminin Önemi .......................................................... 240
Okul Eğitimi ve Öğretmen ..................................................... 241
Öğretim–Eğitim ...................................................................... 242
Atatürk’e Göre Eğitimin Önemi ve Amacı............................. 243
Atatürk’e Göre Önemli Eğitim İlkeleri .................................. 244
Atatürk’e Göre Öğretmen ....................................................... 246
Öğretmen Sevilirse ................................................................. 251
Öğretmen ve Öğrenci.............................................................. 253
Eğitimde Atatürk’ün Milliyetçiliği ......................................... 255
Atatürk Milliyetçiliğinde Millet ve İnsanlık Sevgisi ............. 255
Okullarımızdaki Öğretimde Başarısızlığın
Asıl Nedeni Sistem mi, Uygulama mı?......... ..................... 257
Bugünkü Eğitim Uygulamalarımız
Atatürk’ün Görüşlerine Uygun mudur?.............. ................ 258
23- Atatürk’ün Sofrasında Fikir Ziyafetleri
(Faydalı Sofra Sohbetleri)……………… ............................ 261
Atatürk’ün Sofrasındaki Fikir Ziyafeti ile İlgili Fıkralar............ 262
24- İslâmiyet’in Yüceliğine İnanan Laik Atatürk........................... 270
Atatürk ve İslâmiyet ................................................................... 271
Atatürk’ün Din Hakkındaki Önemli Görüşleri ........................... 272
Türk Milleti ve Müslümanlık .................................................... 273
Atatürk’ün Dini İnancı ve Duaları .............................................. 279
Kız kardeşi Makbule ve Hafız Yaşar Okur’un Anlattıkları......... 281
Atatürk’le İlgili Dini Fıkralar ..................................................... 283
Ata’nın Duası .............................................................................. 284
Müslüman Alemine Atatürk’ün Son Mesajı ............................... 287
25- Atatürk’ün Tarih Görüşü .......................................................... 288
İzmir’de Suikastı Tel’in Heyetine Söyledikleri .......................... 290
26– Dilimizin Sadeleşmesi, Özleşmesi
ve Zenginleşmesini İsteyen Atatürk….. .............................. 291
Dilimizin Sadeleştirilmesi
ve Özleşmesi Hakkında Söyledikleri ................................... 292
27– Musikisever İnce Ruhlu Atatürk.............................................. 295
VII
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’e Göre Gerçek Musikimiz ............................................. 296
28– Akılcı, İlimci, Gerçekçi Atatürk .............................................. 298
Akıl ve Akılcılık ......................................................................... 298
Bilim ve Teknoloji ...................................................................... 299
Gerçekçilik.................................................................................. 299
29– Atatürk’ün Dış Ülkelerle Barışçı Milli Politikası .................... 300
Milli Dış Politika ........................................................................ 302
Savaştan Kaçınan Barışsever Atatürk......................................... 303
30– Yokluklar İçinde Varlık Gösteren
Atatürk ....................... 306
Hayırlı İşe İnanarak Başlayan Yokları Vareder ......................... 306
Milletvekillerinin Yoksulluğu ve Atatürk .................................. 307
Mazhar Müfit Kansu Anlatıyor .................................................. 307
Beş para yok ............................................................................... 308
ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM
Atatürk’ün Yüksek İnsanlık Meziyetleri ............................................ 309
1 – Hürriyet Aşığı – Bağımsız Ruhlu Önder Atatürk .................... 309
2 – Mütevazi (Alçak gönüllü) Atatürk ........................................... 312
3 – Sevebilen ve Sevilen Duygulu Atatürk .................................... 313
4 – Çocukları Çok Seven Atatürk ................................................... 315
Ağlayan Çocuk ........................................................................... 317
5– Sorumluluk Duygusu Yüksek Olan Atatürk .............................. 318
Atatürk Sağduyulu Bir Liderdi ................................................... 321
6 – Dürüst, Faziletli Atatürk ........................................................... 321
Dürüst Mustafa Kemal................................................................ 322
Hediye Adı Altında Verilen Rüşvet............................................ 324
Mustafa Kemal’in Affetmediği .................................................... 325
Milli Ahlâk ................................................................................. 327
Siyasi Ahlâk ................................................................................ 328
7 – Uzlaştırıcı, Problem Çözücü Atatürk........................................ 330
Trablusgarp’ta Güç Kullanmadan Bastırilân İsyan .................... 331
Bingazi’den Gelen Mektup–Şeyh Mansur ................................. 333
8 – Önce Kamuoyu Oluşturan Atatürk ........................................... 334
9 – Eleştiriye Saygılı, Adil, Şakacı (Esprili) Atatürk .................... 336
Atatürk’ün Adalet Duygusu ve Eleştirisi ile İlgili Fıkralar ........ 336
10– Cesur ve Korkusuz Atatürk ..................................................... 340
11– Kendine Güvenen – Çare Arayan Atatürk ............................... 342
Kumandayı Bırakmıyorum ......................................................... 342
Yazar Halide Edip Adıvar anlatıyor ........................................... 343
Yeni Çareler Arayan Atatürk ...................................................... 344
Bulduğu Çarelerden Örnekler ..................................................... 344
12– Sabırlı–Hoşgörülü Atatürk ...................................................... 347
VIII
Rasim PEHLİVANOĞLU
13– Açık Sözlü, Ölçülü Hesap Adamı Atatürk .............................. 350
14– Atatürk’ün Başarısının Sırları .................................................. 352
Kendi Dilinden Atatürk’ün Yüksek Başarılarının Sırları ........... 353
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında Diğer Bilgiler ............................... 359
1 – Yetiştiği Çevrenin ve Dönemin
Atatürk’ün Kişilik gelişimine Etkisi ..................................... 359
İlk Etkilenme Aile Ocağı ............................................................ 359
Şemsi Efendi İlkokulu ve Öğretmeni Şemsi Efendi ................... 362
Mustafa Kemal’i Etkileyen Öğretmenleri .................................. 363
Öğretmeni Faik Bey................................................................ 365
Mustafa Kemal’in Arkadaş Çevresi ........................................... 366
Ömer Naci............................................................................... 366
Ali Fuat Bey (Cebesoy) .......................................................... 368
Ali Fethi Bey (Ali Fethi Okyar) ............................................. 369
Harp Okulunda Mustafa Kemal’in Öğretmenleri ....................... 371
Trabzonlu Nuri Bey ................................................................ 371
2 – Atatürk İstismarcılığı Ve Saptırmalar....................................... 372
1. Sosyalist Atatürkçülüğü .......................................................... 373
2. Saptırmacı Atatürkçülük (Sistem Bozucular) ....................... 374
3. Şahıs Atatürkçülüğü ............................................................... 376
4. Şekil Atatürkçülüğü (Gösterişçi Atatürkçüler) ....................... 376
5. Fırsatçı Atatürkçülük .............................................................. 377
6. Tek Adam Atatürkçülüğü (Tecritçi Atatürkçülük) ................. 379
Atatürk’ü Müteessir Eden Söz .................................................... 381
Yazılarda ve Şiirlerde Atatürk İstismarı ..................................... 382
Kötü Örnek: ‘Cevaben’ Şiiriyle .................................................. 386
İyi Örnek: ‘Atatürk’ Şiiriyle ....................................................... 388
3 – Atatürk Aleyhtarlığı (Düşmanlığı) ........................................... 389
Ülke içinde Atatürk Aleyhtarlığı ve Düşmanlığı ........................ 390
Atatürk Aleyhtarlığının Bugünkü Durumu................................. 393
a) Atatürk’ün Bilerek Kasıtlı Düşmanları (Kötüleyenleri) .... 393
b) Atatürk’ü Savunurken Kötüleyenler .................................. 395
c) Atatürk’ün Birleştirici Özelliğini
Ayrımcılığa Dönüştürenler………… ............................... 396
d) Bölge ya da Soy Farkı Güdenler ........................................ 397
4– Atatürk Nedir Ne Değildir (47 Madde) ..................................... 399
Atatürk’ün Sahip Olduğu Diğer Vasıflar.................................... 401
5–Atatürk’ün Veda Mesajı ............................................................. 403
Faydalanılan Kaynak Kitaplar ............................................................ 405
1
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
SUNUŞ
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, ünlü âlimlerden
Şeyh Edebali’nin evinde misafir kaldığı gün bir rüya görüyor: “Şeyh
Edebali’nin kucağından çıkan çınar ağacının boyu göklere
uzanırken, dalları da yeryüzünün dört bir yanına uzanıyor; bütün
ülkeleri kapsıyordu”
Rüyanın yorumuna göre, Şeyh Edebali’nin kızı Mal Hatun’la
evlenecek olan Osman Bey’in soyundan gelecekler güçlü bir
imparatorluk kuracak, çok büyüyecek, dünyayı saracaktır. Rüyada
görüldüğü üzere, gerçekten Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenen Osman
Bey’in, Söğüt kasabasında kurduğu küçük beylik büyümüş, çevreye
dal budak salan güçlü bir devlet olmuştur.
Gün gelmiş; temeli güçlü atılan bu devlet, Türk milletinin
manevi hasletlerine dayanarak daha da güçlenmiş; Asya’yı,
Avrupa’yı hata Afrika’yı kucaklayan; buralardaki birçok devleti
hâkimiyeti altına alan koskoca bir imparatorluk olmuştur.
Büyük Türk Milleti’nin atalarından süregelen milli
kültüründen kopmadan, milli ve manevi değerlerinden sapmadan
gelişen Osmanlı İmparatorluğu dünyanın bir numaralı devleti
olmuştur. Sahip olduğu maddi ve manevi gücü ile diğer bütün dünya
devletleri üzerinde manen hâkimiyet kurmuş ve sözü en çok dinlenilen
devlet olmuştur.
600 yıl yaşayarak dünyada rekor kıran bu büyük
imparatorluk, son yüzyıllarda gücünü koruyamamış, gelişen dünyaya
ayak uyduramayan ehliyetsiz yöneticiler elinde, düştüğü gaflet
uykusundan yeterince uyanamamış ve adım adım gerilemeye devam
etmiştir. Türk halkı üzerindeki eski manevi otoritesini koruyamamış ve
her yıl biraz daha gücünden kaybederek 20. yüzyıla gelinmiştir.
Hâkimiyeti altındaki küçük devletlerden birçoğunu kaybetmek
durumunda kalmıştır. Dindaşımız Arap ülkeleri bile hamisi olan
Osmanlı devletine isyan etmiştir…
Gene bir gaflet eseri olarak, 1915 yılında Almanlarla birlik
olarak 1.cihan savaşına katılmak hatasına düşmüştür. Çarpıştığı
bütün cephelerde Mehmetçiklerimiz kahramanlık destanları yazdığı
halde, müttefikimiz olan devletler yenilgiyi kabul edip teslimiyet
anlaşması yapınca, Osmanlı Türk devleti de yenik sayılmış ve
MONDROS Ateşkes Antlaşmasını imzalamak zorunda bırakılmıştır.
Ardından gelen SEVR antlaşmasıyla da ülkemiz paylaşılmıştır…
2
Rasim PEHLİVANOĞLU
Yurdumuz dört bir yandan düşman saldırısına uğramıştır.
Yurtta iç isyanlar çıkartılmış, millet birbirine kırdırılmaya
çalışılmıştır. Fakr–u zaruret içinde, aç ve bi’ilaç kalan milletimiz bu
oluşu kabullenmemiş, içten içe kaynamış ve bir kurtarıcı geleceğini
beklemiştir…
İşte o acılı günlerimizde, Samsun ufuklarından doğan
Mustafa Kemal isimli bir kahraman yükselmiştir. Hızır gibi Türk
milletinin imdadına yetişen bu milli kahraman, milletimizin önünde
bir bayrak olarak yücelmiştir. Beklediği kurtarıcıyı bulan milletimiz
uyanmış, uyandırılmış, teşkilatlanmış ve teşkilatlandırılmıştır.
İnandığı Mustafa Kemal’in ateşli nutuklarıyla milli duyguları coşan
milletimiz, onun arkasından yürümüştür. Efeler Mustafa Kemal’le
birlik olmuş, eşkıyalar dağdan inerek işgalcilere karşı savaşmıştır.
Milli mücadele hızla başlamış ve yayılmıştır.
Bu arada, TBMM açılmış, milli devlet kurulmuş ve milli ordu
oluşmuş, güçlenmiştir. Bütün Türk milleti, inandığı önder kişilikli
Mustafa Kemal’e destek olmuştur... İnönü’lerde, Sakarya’da,
Dumlupınar’da, işgalci düşmanla zorlu savaşlar verilmiştir…
Dumlupınar Ovasında şahlanan Mehmetçiğin önünden kaçan
düşmanlar kovalanmıştır… Taa ki, İzmir’de denize dökülene kadar!
Büyük Zafer kazanılmış, yurdumuz işgalden kurtarılmış,
milletimiz hürriyetine kavuşmuştur. İşte bütün bu şanlı gelişmelerin
başında bulunan önder kişi Mustafa Kemal Paşa olmuştur…
Önder kişilikli büyük lider olan Mustafa Kemal, mümkün
olamayacağı sanılan bütün bu gelişmeleri nasıl başarmıştır?
Gücünü nereden almıştır? O’na haz, hız ve güç veren etmenler neler
olmuştur?
Yukarıya alınan soruların cevaplarını, okuyacağınız bu
kitapta bulacaksınız. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini ve yüksek
insanlık meziyetlerini bütünüyle ele alan ve bizzat Atatürk’ün kendi
veciz sözleriyle dile getirilen anlatımlardan, gerçekler doğru olarak
öğrenilecek ve Atatürkçülüğün ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır…
Gene bu kitaptan öğrenileceğine göre, Atatürk istismarcısı
sahte Atatürkçüler ile okumadığı ve gereğince tanımadığı halde
Atatürkçü geçinen sözde Atatürkçüler de anlaşılacaktır. Maskeleri
düşürülen bu gibilerin sözleri değersiz kalacaktır.
Okunması dileğiyle, geniş araştırmaya dayanan bu kitabımı
büyük milletimin dikkatine sunuyorum.
Saygılarımla.
Rasim PEHLİVANOĞLU
3
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ÖNSÖZ
Hayatı boyunca büyük işler başarmış ve dünyanın ünlü
kişilerinin en önünde yer almış olan Atatürk’ün çok zeki olduğu
yazılır ve söylenir. Hattâ DAHİ de denilir. Yüksek zekâsının
göstergesi olarak, üstün başarılarının yanı sıra, ileriyi görebilen
yüksek bir öngörüşe ve olağanüstü bir seziş gücüne sahip olduğu, ileri
sürdüğü görüşlerden ve olayların akışından anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, her yönden orta halli bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelen Sevimli Küçük Mustafa, yaştaşları arasında farklı bir
gelişme göstererek yetişmiş, gelişmiş ve büyümüştür. Bütün okul
hayatı
boyunca
arkadaşlarından
daima
ileride
olmuş,
KEMALLEŞEN bir öğrenci olarak kendisini göstermiştir.
İlkokuldan, Harp Akademisine kadar parlak başarılarla okullarından
mezun olmuş; sosyal çalışmalara katılmasıyla da okullarında daima ön
safta olmuştur.
Kurmay Subay olduktan sonra, aldığı bütün görevlerinde
başarılı olmuş, hak ettiği her askeri rütbede yükümlendiği görevlerde
üstün başarılarıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Katıldığı savaşlarda
aldığı komutanlık göreviyle üstün düşman güçlerine galebe çalmış ve
yenip kaçırmıştır.
Yurdumuza dört yönden saldıran işgalci kuvvetlere metanetle
karşı koymuş, ülkemizde çıkartılan iç isyanları bastırmıştır. Bunu
takiben başkomutan olarak bütün gücümüzle işgalci kuvvetler üzerine
yüklenmiş ve onları yurdumuzdan çıkararak büyük zaferin
kazanılmasında önder olmuştur.
Başarılan böylesi büyük işlerin önderi olan bu güçlü insan
acaba gücünü nereden alıyordu? Söylendiği gibi çok zeki oluşundan
mı, dehasından mı, yoksa daha başka nedenlerden mi alıyordu?
Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini anlatan bu kitabımızın
önsözünde önce zekâ konusuna değinerek, zekânın işletilmesine
dikkat çekmek istiyorum.
Önemle ifade edelim: Zekânın azlığı veya çokluğundan
ziyade, işletilmesi, geliştirilmesi ve cemiyete faydalı hale getirilmesi
önemlidir. Az veya çok zeki olmak elimizde değildir. Ama zekânın
işletilmesi, geliştirilmesi ve iyiye kullanılması elimizdedir.
Ne kadar zeki olursak olalım, işletilmeyen veya işletilme
ortamı bulamayan zekâ körlenmeye mahkûmdur. Ama “İşleyen
demir ışıldar” atasözüne uygun olarak, işletilen zekâ gelişir ve ileri
4
Rasim PEHLİVANOĞLU
hamlelerin yapılmasına müsait hale gelir. Önemli olan: normal, geri
veya üstün zekâlı olmak değil de, mevcut zekâmızı iyi
kullanabilmektir.
Üstün zekâlılar arasında milletine ve memleketine ve hattâ
bütün insanlığa büyük hizmet edenler, isimleri tarihe altın harflerle
yazılanlar olmuştur. Milletleri yüceltenler, ilim ve tekniği geliştirenler
bunlardır. İnsanlara fazilet nurunu aşılayanlar, toplumları medeniyet
yolunda ilerletenler bunlardır. Bunlar, zekâlarını geliştirenler ve iyiye
kullananlardır.
Fakat, nice üstün zekâlılarda vardır ki: gerekli ortamı
bulamadığı
için
kendilerini
yüceltememişler
ve
başarılı
olamamışlardır, hayat denizinde boğulmuşlar yok olup gitmişlerdir.
Bunlar arasında, zekâsını kötüye kullananlar, cemiyette “kötü
adam” damgasını yiyenlerde az değildir.
Normal zekâ normal başarıyı sağlar. Normal zekâlılar
arasında yücelenler ve yüceltenler, başarının şahikasına yükselenler
olduğu gibi; bir baltaya sap olamadan sönüp gidenler de pek çok
olmuştur. Tarihe mal olmuş gerçeklerin ışığında belirtelim: Zekâsını
işleten, geliştiren ve iyiye kullanan normal zekâlı insanların da yolu,
üstün başarılara açıktır.
Burada biraz düşünelim: Çok büyük başarıların öncüsü olan
Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, “TÜRKLERİN ATASI” yapan
acaba yüksek zekâsı mı, yoksa yüksek zekâsını işletmesini bilmiş
olması mıdır? Öğreniyoruz ki: Atatürk maddeten fakir sayılan, orta
halli, müşfik ve mütevazi bir ailenin çocuğudur. Bu aile ortamında
büyümüş ve yetişmiştir. Devam ettiği, modern eğitim veren “Şemsi
Efendi” İlkokulundan itibaren, okuduğu bütün askeri okullarda
kendisine rehber edindiği ve feyz (ilham) aldığı öğretmenler
bulabilmiştir. Okullarında, ciddi konuları konuşabileceği kafasına
yatkın iyi arkadaşlar edinebilmiştir.
Bunların hepsinin ötesinde: çok küçük yaşından itibaren
okuma sevgisini almış ve çok sayıda kitabı okuyabilmiştir.
Okudukları üzerinde düşünmüş, yeni fikirler geliştirmiştir.”Eline
geçen iki kuruştan birisini kitaba vererek” okuma hevesini
gidermeye çalışmıştır. Her konuda çeşitli kitaplar bulmuş veya satın
almış ve okumuştur. Özellikle tarih kitaplarına merak sarmış, Türk
Tarihi ve İslâm Tarihi kitaplarını daha çok okuyarak bu konuda
çok ileri bilgiler edinmiş ve görüşler kazanmıştır.
5
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kabul edelim: Atatürk çok zekiydi. Hattâ deha sahibiydi.
Ama, başarılardan başarılara koşan bu büyük insanı Atatürk
yapan önemli unsur yüksek zekâsının yanı sıra, bu yüksek
zekâsını işletmesini bilmiş olmasıdır. Ayrıca, içinde bulunduğu
topluma ve mensubu olduğu büyük Türk milletine âşık
derecesinde bağlı olması ve ona faydalı olmak aşkıyla yanmasıdır.
Çevresine ve milletine faydalı olmak için çırpınan bir ruh haline sahip
olmasıdır.
Büyük işler yapan, milletine ve dünyaya unutulmaz hizmetler
gören büyük insanların başarılarının asıl sebebi, mevcut
zekâlarını işletmesini bilmiş olmaları ve bu uğurda “irade gayreti”
göstererek çalışmış olmalarıdır.
Yaşadığı 20. yüzyılın en büyük komutanı ve devlet adamı
olarak temayüz eden Mustafa Kemal ATATÜRK de
çocukluğundan beri zekâsını çalıştırmıştır. Kendi kendisini teşvik
ederek ve irade gayreti göstererek iyi yetişmiş, gelişerek büyümüş,
zaferler kazanmış ve nihayet, ölmezler arasına katılarak
ATATÜRK olmuştur.
Atatürk’le ilgili küçüklü büyüklü 100 kadar kitaplar
okudum. Sayısız makaleler inceleyerek, Atatürk’ün büyüklüğü
hakkındaki görüşlerimi pekiştirdim. Atatürk’ün üstün kişilik
özelliklerini anlatırken de okuduğum kitaplardan yer yer alıntılar
yaparak gerçekleri belirtmeye çalıştım. Gördüm ki, Atatürk’ün aynı
konudaki görüşleri çok kitapta yer almıştır. Hemen her yazar, yazdığı
kitabında, Atatürk’ün kendi ifadesiyle anlatılmasına önem vermiştir.
Çok yazarın kitabında geçen Atatürk’ün görüş, duyuş,
düşünüş ve hatıralarıyla ilgili aynı anlamdaki sözlerinden, sadece
bir yazarın kitabının adını vererek alıntılar yaptım. Halkımız
arasında çok söylenen ve herkesçe bilinen Atatürk’ün halka mal
olmuş birçok sözlerini alırken de hiçbir yazılı kaynak göstermek
gereğini duymadım. Kitabımın ÖNSÖZ ünde bu durumu açıklamayı
gerekli gördüm.
Türk istiklâlini ve Türkiye Cumhuriyetini emanet ettiği Türk
gençliğine örnek olan; yalnız Türklerin değil, bütün dünya
milletlerinin unutulmazları arasında yer alan Atatürk’ü, “En büyük
Türk milliyetçisi” olarak bugün sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Atatürk’ün kişiliği ile ilgili çok çeşitli konuların işlendiği bu
kitap 4 ana bölümden oluşmuştur.
6
Rasim PEHLİVANOĞLU
BİRİNCİ BÖLÜM:
Üstün Kişiliğe Sahip Atatürk’le İlgili
Ön Bilgiler.
İKİNCİ BÖLÜM:
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Atatürk’ün Yüksek İnsanlık
Meziyetleri.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında
Gerekli Diğer Bilgiler.
Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini dile getirmiş olan bu
kitabımın ilgiyle okunacağı ümidi ile Büyük Milletimin hizmetine ve
takdirlerine sunuyorum. Saygılarımla
27.09.2007
Rasim PEHLİVANOĞLU
7
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
GİRİŞ
(Atatürk’ün Hayat Hikâyesinin Çok Kısa Özeti)
Daha önce yazdığım, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu” nun, Yüksek Yönetim Kurulu kararıyla, “Atatürk
Araştırma Merkezi” tarafından bastırılan SEVDİĞİMİZ ATATÜRK
isimli kitabımda; doğumundan ölümüne kadar Atatürk’ün bütün hayat
hikâyesini (yetişmesini, savaşlarını, milli mücadelesini, devlet idaresi
günlerini v.b.) özetleyerek, milli şairlerimizin hamasi şiirleriyle de
süsleyerek, heyecanlı ve hikâyemsi bir dille yazmıştım.
Sevdiğimiz Atatürk’ü bu üstün başarılara ulaştıran sebep
neydi? Yokluklar içinde varlık göstererek başarıdan başarıya
koşmasının asıl sebebi ne olabilirdi? Bu konuda teferruata
kaçmadan, genel hatlarıyla gerçekleri dile getirmeye çalışmıştım.
Atatürk’ü anlamanın ve anlatabilmenin tek kitapla mümkün
olmadığını biliyordum. Bu nedenle, Atatürk’ün üstün kişilik
özelliklerini belirten ikinci bir kitabın yazılacağını önceki
kitabımın önsözünde belirtmiştim.
Uzun yılları kapsayan çalışmanın ve yeniden okuduğum
Atatürk’le ilgili çok sayıda kitaplardan ve yazılan makalelerden
edindiğim bilgilerin ışığında, duygu ve düşüncelerimin de etkisiyle geç kalmış da olsam- elinizdeki, Atatürk’ün Üstün Kişilik
Özellikleri isimli bu kitabı yazabildim. Fakat, “Atatürk’ün romanı”
diyebileceğimiz Sevdiğimiz Atatürk isimli kitabımda geçen hayat
hikayesini birkaç sayfada özetleyerek, o günleri hatırlamak
bakımından bu kitabımın giriş bölümüne almayı gerekli gördüm. Bu
kısa özetlemeyi aşağıda okuyalım:
*
*
Selanik şehrinin Subaşı Mahallesindeki pembe boyalı evde
dünyaya gelen bebek Mustafa, annesinin sevecen ninnileriyle
uyuyarak büyümüş ve çevresinde şefkatle kucaklanan bir çocuk
olarak gelişmiş, serpilmiştir… Okul çağına gelince önce mahalle
mektebine verilmiş, sonra modern eğitim veren Şemsi Efendi
ilkokulu’nda okuyarak gözü gönlü açılmış ve yüksek başarılara
ulaşmaya aday olan öğrenci olmuştur.
İlkokuldan sonra, Selanik Askeri Rüştiyesinde Kemalleşen
genç Mustafa, matematik hocasının isteğiyle “Kemal” adını almış ve
bundan sonra “Mustafa Kemal” olarak anılmaya başlamıştır.
Çocukluğundan beri okumayı çok seven Mustafa Kemal, ileride büyük
8
Rasim PEHLİVANOĞLU
işler başaran Atatürk olunca, (10 Kasım 2006 günü Kayseri’de yapılan
törende Yöney Binbaşı’nın konuşmasından yapılan alıntıya göre):
“Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara
vermeseydim şu anda yaptığım işlerden hiçbirisini yapamazdım”
itirafında bulunmuştur.
Devam ettiği manastır askeri idadisinden mezun olan Mustafa
Kemal, İstanbul Harp Okulundan sonra Harp Akademisinden de
mezun olarak, 1905 yılında, kurmay yüzbaşı rütbesiyle Şam’daki
5.inci orduya tayin edilmiştir. Şam’da geçen boş günlerinde habire
okuyan, araştıran, gezen-gören ve inceleyen Mustafa Kemal, ara
vermeden kendisini yetiştirmeye devam etmiş ve daha da
olgunlaşmıştır. Arkadaşları arasında sevilen, sayılan, sözü dinlenen
farklı bir kişiliğe sahip olarak gelişmiş ve sivrilmiştir.
Kolağası rütbesiyle Makedonya’da bir göreve tayin olan
Mustafa Kemal, burada da kendini göstermiştir. Başarıyla
yürüttüğü görevinin yanı sıra, arkadaşlarıyla da iyi ilişkiler kurmuş,
görüşlerine saygı duyulan dirayetli bir kumandan olarak
dikkatleri üzerinde toplamıştır. Bir ara, çıkarılan isyanı bastırmak
üzere Trablusgarp’a gönderilmiş, uzlaştırıcı kişiliğinin etkisiyle
oradaki isyanın bastırılmasında başrolü olmuştur. Burada yapılan son
savaşta gözünden yaralanarak tedavi için Avrupa’ya (Viyana’ya)
gittiği sırada Balkan Savaşı başlamıştır.
Mustafa Kemal’in görev alamadığı 1.Balkan Savaşı’nda,
birleşik balkan ülkelerine karşı yenik düştüğümüzden bir çok
topraklarımızı kaybetmiş ve bu arada güzelim Edirne’mizin de
düşmanlarca işgalini önleyememiştik. İşgal ettikleri yerleri
paylaşamayınca, kendi aralarında savaşa tutuşan müttefik devletlerin
bu durumundan faydalanarak çıkardığımız 2.Balkan Savaşı‘nda,
tedavi olup Avrupa’dan dönen Mustafa Kemal’in komutasındaki
askerlerimiz büyük başarılar kazanmış ve Edirne’mizin düşman
işgalinden kurtuluşunda başrolü olmuştur.
Trablusgarp ve Balkan savaşlarını takiben çıkarılan 1.Cihan
Savaşı’nda, maceraperest genç bir generalimizin (Enver Paşa’nın)
zorlamasıyla biz de savaşa sürüklendik… Mustafa Kemal’in
önderliğinde sonuçlanan, şan ve şereflerle dolu Çanakkale
Savaşları… Doğuda, Sarıkamış dağlarının dondurucu soğuklarında
doksan bin askerimizin kaybına mal olan Türk-Rus savaşlarındaki
acıklı durumumuz… Güneyde, İngilizlerle yapılan çetin savaşlar ve
devletimize isyan ederek bizi arkadan hançerleyen sözde Arap
kardeşlerimizle verdiğimiz acıklı mücadeleler…
9
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Açıklamalarını yapmadığımız bütün bu savaşlarda, genç
kumandan, gözü pek asker, Mustafa Kemal Paşa’nın zafer
destanlarını görüyoruz. Karşımızdaki düşman İtilaf Devletlerinin
koca koca zırhlı gemilerine, çok üstün savaş araçlarına ve dünyanın
dört bir yanından toplanıp getirilen yüzbinlerce askerlerine rağmen,
mevziilerimizi fedakârane savunan, “Çanakkale geçilemez”
destanlarını yazan Mehmetçiklerimizin başındaki dirayetli komutanın
Albay Mustafa Kemal olduğunu görüyoruz.
Çanakkale’den sonra, Tuğgeneral olarak doğuya gönderilen;
Muş, Bitlis, Bingöl ve çevresini Rus işgalinden kurtaran gene
Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Güneyde, İngilizlerle birlik olarak,
vatandaşımız ve dindaşımız olan Arapların isyanlarına karşı
görevlendirilen, panik halinde kaçmakta olan askerlerimizi
önleyerek düzenli bir çekilmeyle, büyük felâketten kurtaran ve
Halep önlerinde düşmanı durduran da gene Mustafa Kemal Paşa
olmuştur.
Yenik olmadığımız halde, Mondros Ateşkes Antlaşması ile
yenik sayıldığımız günlerde, terhis edilen askerlerimizi köylerine
gönderirken: “Bunlar size lâzım olacak” diyerek silahlarıyla
birlikte gönderen; bir kısım silahlarımızı ve mermilerimizi gizli
olarak uygun yerlere saklanmasını sağlayan da (o günlerde) Yıldırım
Orduları Komutanı olan ve ileriyi görebilen Mustafa Kemal Paşa
olmuştur.
Antlaşma sonucu İstanbul’a dönüşünde, 13 Kasım 1918 günü
düşman donanmasının o koskoca gemileriyle İstanbul boğazında
yerleşmiş olduğunu görünce, büyük bir azim ve kararlılıkla:
“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!” diyerek, zafere olan inancını,
sarsılmaz azmini ve yenilmez irade gücünü açığa vuran da gene o
Mustafa Kemal Paşa olmuştur.
O günlerde: İstanbul düşman işgalinde, hükümet aciz
durumda, meclis dağıtılmış, padişah kukla gibi kullanılmak
isteniyordu. Memleketin her tarafında üzücü olaylar duyuluyor,
düşünen aydınlarımız kurtuluş çareleri arıyorlardı. İşte bu
ortamda, Mustafa Kemal Paşa kiraladığı Şişli’deki evinde yakın
arkadaşlarıyla toplanıyor, ilerisi için plânlar yapıyorlar, yegâne
kurtuluş yolu olarak “Milli Mukavemet Hareketi” nin başlatılması
görüşünde birleşiyorlardı. En yakın silah arkadaşı 20.Kolordu
Komutanı Ali Fuat Paşa, son defa eve gelişinde son sözünü
söylüyor: “PAŞAM, KOLORDUM EMRİNİZDE!” diyerek
ayrılıyor ve görevinin başına dönüyordu.
10
Rasim PEHLİVANOĞLU
İstanbul’da bir şey yapılamayacağına inanan Atatürk,
arkadaşlarıyla Anadolu’ya geçmenin gerekli olduğunu düşünüyor
ve bunun çaresini arıyordu. Bir gün bu fırsatta doğmuştu:
Anadolu’da başkaldıranları bastırmak için dirayetli bir kumandana
ihtiyaç duyulmuştu. Padişaha yakın olan hükümetteki arkadaşlarının
telkin ve tavsiyesi ile bu görevin Mustafa Kemal Paşa’ya verilmesi
uygun görülmüştü. 3.Ordu Müfettişi sıfatıyla, özellikle Samsun
çevresindeki “Rum köylerini basan Türklerin saldırısını önlemek
gayesiyle” Anadolu’ya gönderilmesine karar verilmişti.
“16 Mayıs 1919 günü (İzmir’in işgalinden bir gün sonra)
İstanbul’dan ayrılmak üzere yanına aldığı yakın arkadaşlarıyla,
bindikleri “Bandırma Vapuru”nun hareketini bekliyorlardı. Bu
sırada, “İtilaf Devletleri” nin askerleri kaçak bir şey var mı diye
denetleme yapıyorlarken, Mustafa Kemal hafif sesle arkadaşlarına:
“Ahmaklar! Biz kaçak eşya ve silah götürmüyoruz. Azim
ve îman götürüyoruz” diyor ve ekliyor “Bunlar, bir milletin istiklâl
aşkını ve mücadele gücünü takdir edemezler. Bütün güvendikleri
maddi kuvvetleridir.” Diyerek de inancını, azim ve irade gücünü
ifade etmiş oluyordu.
Samsunlular, ümit dolu bakışları ve sevinç gözyaşlarıyla o
büyük yolcuyu samsun limanında bekliyor ve gelişini coşkuyla
karşılıyorlardı.” (1) (R.Pehlivanoğlu – Sevdiğimiz Atatürk- Ankara 2000- S.172)
Büyük ülküye doğru ilerleyen bu kararlı yolculuğun ifadesi
olan anlamlı bir şiiri aşağıya alıyorum.
BÜYÜK YOLCU
Karadeniz dalgalı, ufuklar karanlıktı,
Böyle günde bir yolcu sessizce yola çıktı.
Uğurladı birkaç dostu, galata rıhtımından,
Diyorlardı hayretle, “Bu ne cesur bir insan!”
“Bu aşırı cesaret, bu aşırı cüret ne”
“Hiç kudurmuş denize, dayanır mı bu tekne?”
Bu sözlere yolcumuz kulak bile asmadı,
Haydi diye kaptana rahatça fısıldadı.
Umurunda değildi, çürük tekne, fırtına,
Bir menzile kavuşmak şimdi lâzımdı ona.
Düşüncesi pek büyük, gayesi pek büyüktü,
Köle olup yaşamak hayat değil bir yüktü.
11
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Sabrederek bu hale senelerce göz yumdu.
Kurtarmazsa vatanı sonu bir uçurumdu.
Bu kahraman yolcunun duyuldu sonra adı.
Onu millet, ilk defa Samsun’da kucakladı.
Çevresine toplânıp dedi, “Sensin bize baş!”
Bir çığ gibi büyüdü milli ruh yavaş yavaş.
Tunç bilekler yükseldi, ona çevrildi gözler,
Her tarafta başladı düşmana karşı sefer. (2)
İ.Hakkı Talas-Bütün Şiirlerim-S.112
19 Mayıs 1919’da halkın sevinç çığlıkları içinde Samsun’a
çıkan Mustafa Kemal Paşa, hiç vakit geçirmeden araştırmalarına
başladı. Gerçek saldırganları ve suçluları öğrenerek Samsun’dan
Havza’ya geçti. Halkı uyarmak için yazıp dağıttığı “Havza
genelgesi” ile “Amasya Tamimi”nin yayınlanması… Başkanlığını
yaptığı Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar… Kurulan
heyet-i Temsiliye’nin çok yönlü çalışmaları…27 Aralık 1919’da
Ankara’ya gelen Heyet-i Temsiliye’nin, bütün Ankara halkı ve
Ankaralı seymenler tarafından coşkuyla karşılanışları… 12 Ocak
1920’de İstanbul’da açılan Meclis-i Mebusan’ın (Millet Meclisinin)
28 Ocak 1920 günü kabul ettiği “Misak-ı Milli” (Milli Ant)… Ve
nihayet 16 Mart 1920’de İstanbul’un müstevlilerce resmen işgali
ile Millet Meclisi’nin kapatılması… Acı haberin, Manastırlı Hamdi
tarafından, anında Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’ya
bildirilmesi… Bütün bu olaylar birbirini takip etmiştir.
Bu olayların sonucunda, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da
açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alınan “Hâkimiyet kayıtsız
şartsız milletindir” kararı ile milli iradenin egemen oluşu ve Mustafa
Kemal Paşa’nın Büyük Millet Meclisi’nin başkanlığına seçilmesi,
hükümet başkanlığını da birlikte yürütmek üzere görevlendirilmesi
kararı takip etmiştir.
Düşman işgali altında olan İstanbul’daki hükümetin yanı sıra,
Ankara’da kurulmuş olan ikinci bir hükümetin varlığının bütün
dünya milletlerince öğrenilmesiyle yeni bir devlet kurduğumuz ve
milli mücadeleye resmen başladığımız dünyaya ilân edilmiş
oldu!...
Bir yandan, ülkenin çeşitli bölgelerinde çıkarılan iç isyanları
bastırmakla görevli olan Anadolu’daki yeni hükümet; diğer taraftan
da memleketi işgale devam etmekte olan dış düşmanları yurttan
çıkarmak için savaş hazırlığını yürütmekle görevli idi. Çok güç
12
Rasim PEHLİVANOĞLU
şartlar altında olsa da, ülke içindeki çeşitli isyanlar bastırılmış, düzenli
ordu kurulmuş ve ülkemize yerleşen dış düşmanlarla ciddi savaşlar
başlamıştı.
Doğuda
Ermenilerle
yapılan
ilk
savaş
zaferle
sonuçlanmıştır… Takiben 1920 Ocak ayında zaferle sonuçlanan
1.İnönü Savaşı, arkasından 31 Mart tarihinde 2.İnönü Savaşı ve
kazanılan zaferler… Aynı yılın Eylül - Ağustos aylarında, 22 gün22 gece süren ve düşmanı Sakarya nehrinde boğulmaya mahkum eden
ünlü Sakarya Savaşları… Bir yıl sonra da:
26 Ağustos gece sabaha karşı
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı
Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar
Altüst oldu siperler eridi demir ağlar!...
Mısralarında ifadesini bulan ve 30 Ağustos’ta Dumlupınar Meydan
Muharebesinden sonra kaçan düşmanı kovalayarak 9 Eylül
1922’de denize döken “Büyük Zafer” kazanılmış ve ülkemiz
yunan çizmelerinden kurtarılmıştır. Arkasından Bursa, Marmara
denizi kıyılarından ve Trakya’dan düşman anlaşmayla çıkarılmış ve
ülkemiz temizlenmiştir. İngiliz-Fransız müttefik kuvvetlerinin çok
sayıdaki o koskoca vapurları İstanbul boğazından ayrılarak,
yurdumuzu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Böylece milli
sınırlar içerisinde, ülkemiz işgalden kurtarılmış ve milletimiz
hürriyetine kavuşmuştur. Bu büyük başarımızın sevincini belirten
iki kıtalık şiirimi aşağıya alıyorum:
Sildik derhal kılıçları azgın düşman kanıyla!
Biledik hem biz onları Dumlupınar şanıyla!
Parçalayıp düşmanların attık hepsin bir yana,
Akdeniz’den ve Meriç’ten sular içti her ana.
Bugünleri bize veren Ulu Tanrım şükür sana!
Mehmetçiğin kudretini tanıttırdın dört bir yana!
İstiklalin şehitleri, ruhlarınız şad olsun,
Sizi takdir edemeyen düşmanların kahrolsun…
İşgalden kurtularak hürriyetine kavuşan ülkemizde, Atatürk’ün
rehberliğiyle Cumhuriyet de kurulmuş ve elele verdiği ideal
arkadaşlarıyla gönül birliği içinde 15 yıl süre ile büyük hizmetler
gerçekleştirilmiştir. Yakılan, yıkılan yurdu onararak başlattığı büyük
kalkınma hamleleri ile, içte ve dışta ülkemizin saygınlığı artırılmış ve
dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alması sağlanmıştır.
13
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Fakat: Atatürk de fani idi. Her fani gibi, yakalandığı
amansız hastalığın pençesinden kurtulamayarak genç yaşta
hayata gözlerini kapamış, ruhunu Allah’a teslim etmişti. Ölümü ile
bütün millet kan ağlamış, göz yaşları sel olmuştu ama elden ne
gelirdi?...
Yapacağımız şey, O’nu ve O’nun yaptıklarını unutmamak,
gösterdiği yoldan yürüyerek ülkemizi refaha kavuşturmak ve
“Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine
çıkarmak.” …Bütün milletimizce bu yolun yolcusu olmak milli
görevimizdir.
Atatürk, insanüstü bir varlık değildi. O da, sen ben gibi sade
bir insandı. Sağlığında, halkımızdan kopmamıştı. Yaptığı her işi
milletimize mâl etmiş, milletimizden güç ve ilham alarak başarıya
ulaştığını her fırsatta söylemiştir. Yeri gelmişken ilgili bir fıkrayı
aşağıya alıyorum:
Cumhuriyetin 12.yıldönümü için bir sıra dövizler
hazırlanmıştı. Bu dövizler içinde şöyleleri de vardı: “Atatürk bizim en
büyüğümüzdür”, “Atatürk bu milletin en yücesidir” , “Türk milleti
asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” vb… listeyi dikkatle
gözden geçiren Atatürk, bunları ve bunlara benzeyenlerin hepsinin
çiziyor. Hepsinin yerine şunu yazıyor: “ATATÜRK BİZDEN
BİRİDİR.” Evet, Atatürk sadece bizden biriydi… Şairin söylediği
gibi:
Bizdendi sevinci, bizdendi derdi.
Biz uyurduk, O bizi beklerdi.
Uyudu: Nöbeti bizlere verdi…
Bu konuyu küçük bir şiirimle bağlıyorum:
Gönlümüzde Yaşatıldı
Düşman üstün gelemedi,
Türk’e karşı koyamadı.
Yüklenince üzerine
Buralarda duramadı
Büyük zafer kazanıldı.
Yurttan düşman çıkarıldı.
Atatürk’ün buyruğunda
İnkılaplar başarıldı
Atatürk de fani idi,
O da bir gün hastalandı.
Gözlerini yumdu, fakat
Gönlümüzde yaşatıldı.
Rasim PEHLİVANOĞLU
14
Rasim PEHLİVANOĞLU
15
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
BİRİNCİ BÖLÜM
ÜSTÜN KİŞİLİĞE SAHİP ATATÜRK’LE
İLGİLİ ÖN BİLGİLER
1- Kişilik ve Kişilik Özellikleri
Kişilik: Şahsiyet kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Kelime
anlamına göre: Bir kimseye has olan ve onu başkalarından ayıran
niteliklerdir. Bir kimsenin ruhi vasıflarının bütünü (insaniyeti,
iyilikseverliği, kadir bilirliği, kibarlığı, üstün karakter yapısı ve diğer
özellikleri) onun kişiliğini gösterir.
Üstün kişilik özellikleri denilince; insanların yüksek
meziyetleri, değer duyguları, çevresinde kabul gören iyi davranışları,
üzerine aldığı işlerdeki başarıları, azmi, irade gücü ve diğer üstün
vasıfları anlaşılır. Bu kitabımızda, sevdiğimiz Atatürk’ü üstün
kişilik özellikleri açısından inceleyeceğiz ve gerçek yönüyle
tanımaya çalışacağız.
Bilindiği üzere, insanların hepsi aynı değildir. Birbirlerinden
farklı zekâlara, yeteneklere ve özelliklere sahiptir. Özel yetenekler
doğuştan gelmekle beraber, gelişmesi sonradan olmaktadır. Bir
konuda üstün yetenekle doğan kişi, yaşantısında yeteneğini geliştirecek
ortamı bulamazsa veya olumsuz çevrenin etkisiyle kendisini
yetiştirmek için özel gayret göstermeyerek tembelleşirse; doğuştan var
olan özel yeteneğini de geliştiremez ve hayatta başarısız kalmaya
mahkûm olur.
Nice insanlar vardır ki; zekâca ileri değildir veya özel
yetenekleri bakımından geridir. Buna rağmen, eğitici bir aile ortamında
ve gerçek eğitim veren bir okulda, eğitimci niteliği yüksek olan
öğretmenler elinde eğitilerek gelişirse, zamanla zekâsı açılır, ruhen
veya bedenen özel yetenekleri de gelişir. Üzerine aldığı işlerde
kendisinden beklenmeyen yüksek başarılara ulaşabilir. Millet ve
memleketine çok faydalı hizmetler görebilir. Böylelerinin varlığı
görülmüştür ve görülmektedir. Bu girişten sonra asıl konumuza
geçelim.
16
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Kişilik Özellikleri
Çocukluğundan beri dikkatleri üzerine çeken, parlak okul
hayatından sonra aldığı askeri görevlerde üstün başarılara ulaşan,
savaşlarda cepheden cepheye ve başarıdan başarıya koşan; Kurtuluş
savaşında ideal arkadaşlarını yönlendirmesini bilen, TBMM’sini
kurarak milli iradeyi gerçekleştiren; büyük milletimizi, birlik ve
beraberlik içinde düşman üzerine yürüterek üstün düşman güçlerine
rağmen yurdumuzu işgalden kurtaran büyük kumandan Mustafa
Kemal Paşa; başlangıçta, ulaşılması mümkün olamayacağı sanılan
çok büyük işleri nasıl başarmıştır?
Vatanın düşman işgalinden kurtuluşundan sonra da büyük
devlet adamı vasfını göstererek; yıkılan, yakılan, her yanı harabeye
çevrilen yurdumuzu, halkımızın birlik ve beraberliği içinde yeniden
kurarak nasıl kalkındırabilmiş? Devletimizi, dünya devletlerinin ön
safında yer alacak ve söz sahibi olacak dirayette, yeni Türkiye Devleti
olarak nasıl geliştirebilmiştir? Bütün bu sorulara ve aklımıza takılan
benzeri sorulara vereceğimiz cevaplarla, Atatürk’ün üstün kişilik
özelliklerini ifade etmiş olabiliriz.
Doğduğunda küçük Mustafa, okullarında kemalleşerek Mustafa
Kemal olan; daha sonra da Türklerin Atası olarak Atatürk soyadına
lâyık görülen, çok sevdiği Türk milletinin bağrında yükselen bu
büyük insan, nasıl olmuş da bu kadar büyük işlerin başarılmasının
öncüsü olarak, millet ve memleketine hizmet yolunda başarılardan
başarılara koşabilmiştir? Nasıl olmuş da bütün dünya devlet
adamlarının hayranlığını kazanarak, ülkesini dünya devletlerinin ön
safında yer alan ve sözü dinlenen güçlü bir ülke olarak gelişmesini
sağlayabilmiştir?
Böylesine üstün başarılara ulaşmasında, elbette ki Atatürk’ün
doğuştan gelen üstün zekâsının ve yeteneklerinin rolü olmuştur.
Fakat asıl hüner, zekâsını işletmekte ve yeteneklerini geliştirmekte
gösterdiği özel irade gayreti, azmi ve yılmayan çalışma gücü
olmuştur. Peki, Atatürk’ün böylesine yüksek başarılara ulaşmasını,
milletine ve daha ileri giderek bütün insanlığa hizmet yolunda bu
kadar yücelebilmesini etkileyen üstün kişilik özellikleri neler
olabilir? Bu soruların cevabını bulmaya çalışalım.
Bu kitabımda, Atatürk’te görülen üstün kişilik özelliklerini
görebildiğimiz kadarıyla belirtmeye çalıştım. Fakat, benim gibi
sıradan insanların, Atatürk gibi 20.yüzyılın en büyük insanını
yeterince tanıtabileceğine inanamıyorum. Zira, kendisini yakından
17
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
göremedim. Konuşmalarını canlı olarak dinleyemedim. Başarılı
hizmetlerini bizzat gözleyemedim. Buna rağmen, kendisini tanıyan,
devrinde yaşamış birçok kimseleri dinledim. Plaklardan, milli
duygularımızı coşturan o etkili sesine heyecanla tanık oldum. Hakkında
yazılmış yüzlerce makaleyi, Atatürk’le ilgili küçüklü büyüklü pek çok
sayıda kitabı özümseyerek okudum. Böylece kendisini tanımaya
çalıştım. Hakkında ben de makaleler yazdım, konferanslar verdim.
Atatürk Araştırma Merkezi tarafından basılan Sevdiğimiz Atatürk
isimli kitabımı yazdım ve yenisini yazmaya devam ediyorum.
İnanıyorum ki: Atatürk yüce bir dağdır. Bu yüce dağın dört
bir yanını dolaşarak tam olarak tanıtabilmek mümkün değildir. Her ne
kadar kendimi bu konuda tam yetkili göremiyorsam da, yazdığım bu
kitabımın ve yazacaklarımın, okuyanlarıma Atatürk hakkında önemli
fikirler vereceğine ve görüş ufuklarının açılacağına inanıyorum.
Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini anlatmaya geçmeden önce,
Atatürk ve Atatürkçülük’le ilgili isim ve tanımlar üzerinde
durmayı gerekli görüyorum.
Atatürk - Atatürkçülük
Atatürk bizler gibi gözü, kulağı ve diğer duyu organları olan
normal bir insandır. Onun da görüşleri, duyuşları vardır. Atatürk de
yaptıkları, yapamadıkları ve yapmak istedikleri olan yüce bir milletin
fedakâr ferdidir.
Ancak: İnsanlarda var olan bireysel (ferdi) farklar nedeniyle,
O’nun da farklı yanları olması normaldir. Üstün zekâsının yanı sıra,
kendisine özgü özel yetenekleri ve meziyetleri vardır. Önemli olan,
zekâ üstünlüğünden ziyade, her insanda az veya çok bulunan
zekânın işletilmesi ve iyiye kullanılmasıdır. Zira zekâ kötüye de
kullanılabilir. Üstün zekâlı olmak ayrı şey, zekâyı işleterek geliştirmek
ve iyiye kullanmak da ayrı bir şeydir. Önsözde de belirttiğimiz gibi,
zekâmızın az veya çok olması elimizde değildir. Ama zekâyı işletmek,
geliştirmek ve iyiye kullanmak insanoğlunun elindedir. İşte
Atatürk’ün, diğer zeki insanlardan önemli farkı, mevcut olan üstün
zekâsını işleterek geliştirmesini, milletinin ve insanlığın faydasına
kullanmasını bilmiş olmasıdır.
İşletmesini bildiği üstün zekâsıyla yüce bir insan olan Atatürk,
yapısında var olan üstün yeteneklerini ve meziyetlerini de
geliştirmesini bilmiştir. Ruhen yücelen Atatürk, sadece kendisi için
değil, ülkesi ve milleti için, hatta bütün insanlık âlemi için faydalı
18
Rasim PEHLİVANOĞLU
olmak çabasını göstermiştir. Böylece, çok enteresan insanlardan birisi
olarak gelişmiştir.
Buna rağmen, hiçbir zaman büyüklük kuruntusuna
kapılmamış, yaptıklarının hepsini milletine mal etmiş; hep
milletim, milletim, milletim demiştir. Ülkesinde milli iradeyi hâkim
kılmış, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmış ve başarılarını milletiyle
paylaşmıştır. Fedakârlığından ve alçak gönüllüğünden de hiçbir şey
kaybetmemiş olan Atatürk’ün en büyük değeri, işte böylesi üstün
meziyetlere sahip olmasında görülmektedir.
Bugün ülkemizde, “Atatürkçüyüm” demek moda haline
gelmiştir. Atatürk’ü seven de, sevmeyen de, O’nu gerçek yönüyle
tanıyanda, tanımayan da Atatürkçü olduğunu söylüyorlar ve Ona
sığınıyorlar. Bunlardan büyük bir kısmı, Atatürk’ü iyi tanımamış
olsalar da büyüklüğünü ifade etmek istediklerine inanıyorum.
Atatürkçüyüm diyenlerin diğer bir kısmı ise, Atatürk’ü okumadığı
ve gerçek yönüyle tanımadığı halde onu maske yaparak arkasına
sığınan ve işlerini yürüten sahte Atatürkçülerdir. Bunlar, Atatürk
hakkında öğrendikleri bazı sözlerini ele alıp kendi şahsi çıkarlarına
uydurarak, ya da siyasi veya ideolojik görüşlerine uygun şekilde
yorumlayarak, Atatürkçü olduklarını söylemek suretiyle, gerçek
yönlerini maskeleyen ve birçok dolaplar çevirmekte olan sözde
Atatürkçülerdir. Sayıları da az olmayan böylelerinin şerrinden
korunmak için millet ve memleketçe dikkatli ve tedbirli olmak, tuzağa
düşmekten sakınmak zorundayız. İleride Atatürk istismarcılığı
konusu işlenirken bu konuya geniş yer verilecektir.
Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini konu alan bu kitabımızın
tümü, aslında gerçek Atatürkçülüğün niteliklerini anlatmaktadır. Fakat
burada (kitabın ön kısmında) Atatürkçülüğün ne olduğunu ve ne
olmadığını özetle belirtmeyi gerekli görüyorum.
Atatürk hakkında yazan hemen her yazarın kendisine göre
Atatürkçülüğü tanımladığı görülüyor. Bunların büyük çoğunluğu,
değişik ifadelerle de olsa, Atatürkçülüğü aynı anlamda
tanımlamaktadırlar. Aralarındaki fark, genellikle ifade tarzında ve
kullandıkları üslûptadır. Ben ise, mevcut tanımlardan hiçbirisini
aynen almadan, şu yazar böyle demiş, bu yazar şöyle söylemiş
demeden, edindiğim kendi bilgi ve görüşlerimin ışığında
Atatürkçülüğü tanımlamaya çalışacağım.
19
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bize Göre Atatürkçülüğün Tanımı
ATATÜRKÇÜLÜK: Tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız millet egemenliği” temel ilkelerinden sapmadan, milli birliğimiz ve ülke bütünlüğümüzden taviz vermeden, hiçbir nedenle demokrasimizden vazgeçmeden devletimizi yönetmek; Aklın ve bilimin rehberliğin de yürüyerek ve milli kültür
değerlerimize sahip çıkarak, Milletimizi – Atatürk gibi – candan
severek üstlendiğimiz görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmak;
Devlet hayatında,ekonomik hayatta ve toplumsal hayatta
Atatürk’ün belirlediği gerçekçi politikalar üreterek, Atatürk’ün
sözlerinde ifadesi bulunan dinamik ülkümüze ulaştıracak “Fikri
hür,vicdanı hür, irfanı hür” idealist Türk Gençliğini yetiştirmek;
Sorumluluk duyarak yetişen gençliğimizle elele vererek,
“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri
seviyesine çıkarmak, Milletimizi en geniş refah vasıta ve
kaynaklarına sahip kılmak, milli kültürümüzü muasır medeniyet
seviyesinin üzerine çıkarmak” görevimizi başarıyla yerine
getirmektir.
Gerçek Atatürkçülük işte budur.
Atatürk’ü gereğince okumadan ve onu gerçek yönüyle
tanımadan, gençlerimizi Atatürk’ün gösterdiği yolda yetiştirmek
becerisini göstermeden, kulaktan dolma yarım yamalak bilgilerle,
kendilerini Atatürkçü sananlar hiçbir zaman Atatürkçü olamazlar…
Böyleleri içinde, Atatürkçüyüm diyerek Atatürk’e sığınan ve Atatürk
istismarcılığı yaparak kendi şahsi çıkarlarını yürüten sözde
Atatürkçülerin sayısı az değildir.
Yukarıda yer alan Atatürkçülük tanımında geçen “tam
bağımsızlık” sözü ile, Atatürk’ün bizzat ifade etiği gibi: Siyasi, askeri,
mali, ekonomik, hukuki, kültürel ve her yönden bağımsızlık
kastedilmektedir. “Milli egemenlik” sözüyle de: Kayıtsız şartsız milli
hâkimiyet (seçme ve seçilme hakkı ile devletin bizzat millet tarafından
yönetilmesi) gerçeği anlatılmaktadır. Yönetimde, milli iradenin
üstünde hiçbir kuvvet tanınmamaktadır.
Yukarıdaki tanımın anlamı içinde, Atatürk’ün büyük hizmet
aşkı, akla ve ilme verdiği değer, milli kültürümüze sahiplenmesi ve
gençliğimizden bekledikleri ile, bütün Atatürk ilke ve inkılâpları yer
almaktadır. İleride sırası geldikçe bunlar geniş olarak açıklanacaktır.
20
Rasim PEHLİVANOĞLU
2- Atatürk’le İlgili Olarak Söylenen
Bazı Terim ve Kelimeler
Atatürk’ün yaptıklarından ve söyledikleri veciz sözlerinden
çıkarılan anlamlara göre, birçok Atatürk yazarları O’nunla ilgili
çeşitli terimler ve kelimeler kullanmışlardır. Kimisine göre, Atatürk
ideolojileri olan bir ideologdur, kimine göre teorisyendir, kimine göre
doktrin sahibi sistemli bir liderdir. Kimilerine göre ise, belirli
prensipleri olan “İLKELİ” bir devlet adamıdır. Atatürk’ü dogmatik
olarak gören veya göstermek isteyenler bile olmaktadır. Peki, Atatürk
bunlardan hangisidir? Atatürk’ü doğru anlamak için bu konuyu da
araştırdım.
Asıl konumuz olan üstün kişilik özelliklerine geçmeden önce,
Atatürk hakkında söylenen yukarıdaki terim ve kelimelerin sözlük
anlamlarına özetle bir göz atalım. Önce en olumsuz olan “dogma”
sözünden başlayalım.
DOGMA: Felsefi veya dini bir doktrin olan dogma, mutlak
inanılması ve benimsenmesi şart olan, tartışılmaz şeylerdir.
“DOGMATİK”: Dogmaları benimseyen kimse… Felsefe ve dinle
ilgili dogmaların mantıki ve sistemli bir şekilde ortaya konulmasıdır.
Atatürk bu görüşten çok uzaktır. Atatürk’e göre, tartışmasız
mutlak inanılması veya inandırılması gerekli olan hiçbir şey
yoktur. Atatürk, görüş ve duyuşlarında esnektir. O araştırmacıdır,
gelişmecidir, inkılâpçıdır, değişimcidir; bir fikre veya bir inanca körü
körüne bağlı kalmamıştır. Bu haliyle Atatürk, dogmalardan ve
dogmatizmden çok uzakta olan gerçekçi bir liderdir.
İDEOLOJİ: Siyasi veya toplumla ilgili bir doktrin meydana
getirmedir. Bir topluluğun, bir hükümetin, bir partinin davranışlarına
yön veren siyasi, dini, felsefi vb… düşüncelerin hepsidir.
“İDEOLOG” ise, bir ideolojiye sistemli bir şekilde bağlanan kimsedir.
SİSTEM: Bir ilkeye veya dünya görüşüne göre düzenlenmiş
düşünceler, bilgiler, doktrinler bütünüdür. (Düzen, nizam, tanı, usul,
metot, yol)
Bazı yazarlara göre, Atatürk sağlığında belirli bir ideoloji
koymamıştır. Bazılarına göre ise ideolojisi vardır. Bunlar kendilerine
göre izahını yapmaktadırlar. Bize göre de, sürekli gelişmeci ve
inkılâpçı olan, şartlara göre devamlı değişmeyi gerekli gören
Atatürk belirli bir ideolojiye bağlı kalamazdı. O halde Atatürk bir
ideolog değildir.
21
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
En yakın arkadaşlarından birisi olan merhum Celal Bayar,
“Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz” isimli kitabının
26.sayfasında, Atatürk’ün pragmatist (faydacı) olduğunu, üzerine
basarak söylüyor ve sistemci olmadığını da ifade ediyor. Hattâ
kendisinde “bir sistem alerjisi olduğunu söyleyebilirim” diye ilâve
ediyor. Aynı kitabın 27. sayfasında Yahya Kemal ile yaptığı bir sofra
konuşmasında Atatürk:
– Benim felsefe ile ne kadar aram iyi ise, filozoflarla da
aram o kadar açık!... Tuhaf görünecek bu sözüm ama anlatayım:
Bütün filozofların hastalığı her şeyi bir tek sebebe bağlamaktır…”
diyor ve ilâve ediyor: “ Benim prensibim her olayı kendi kanunları
içinde incelemektir. Ama bunu yaparken, hiçbir zaman insanı ve
evreni gözden kaçırmam. Muharebeyi iyi yapabilmek için harbi
gözden kaçırmayacaksın. Gözden kaçırdın mı muharebeyi belki
kazanırsın ama harbi kaybedersin” diyor.
Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılıyor ki, Atatürk’ün geniş bir
görüş açısı vardır. O, her şeyi tek sebebe bağlamak hastalığından uzak
kalmıştır. Her olayı kendi kanunları içinde incelemeyi gerekli
görmüştür. Gene anlaşılıyor ki, Atatürk’ün memleket idaresindeki
fikirleri donmuş, kalıplaşmış değildir. Gelişen şartlara göre
değişkendir, esnektir.
TEORİ: Tatbikat yönü olmayan, sadece aklın ve zihnin ürünü
olan fikirdir. Nazariye’de aynı anlamdadır. Atatürk, aynı zamanda bir
fikir adamı olmakla beraber, O’na göre önemli olan fikrin
uygulanmasıdır, uygulanabilir olmasıdır. O halde Atatürk teorisyende
değildir.
DOKTRİN: Felsefi, dini ve siyasi bir sistem meydana getiren
kavramlar ve dogmaların hepsidir. Bir fikir adamı, bir filozof ve âlimin
fikirlerinin bütünüdür. (Nazariye, teori ile eş anlamlıdır) Doktrinde
dogmalar, nazariye ve teorilerde yer alabildiğine göre, Atatürk’ün
doktriner veya bir doktrin sahibi olduğunu da söyleyemeyiz.
İncelemelerimizde öğreniyoruz ki: Atatürk yukarıda
saydıklarımızın hiçbirisi değildir. Dogmalar dışında, Atatürk’ün
düşüncelerinde diğer terimlerle bir benzerlik vardır. Fakat aynısı
değildir.
Atatürk dünyaya nadir gelen, kendisine özgü görüşleri,
duyuşları, metotları, tutum ve davranışları olan saygın bir Türk
büyüğüdür. Atatürk’ün getirdiği görüşleri ve uygulamaları en iyi ve en
öz olarak anlatan terimin “İLKE” olduğunu görüyoruz.
22
Rasim PEHLİVANOĞLU
İLKE: Vazgeçilmez temel düşüncedir. Temel fikir, temel bilgi,
temel inançtır. Prensip ve umde ile eş anlamlıdır.
Bizler, konuşmalarımızda ve yazılarımızda Atatürk’ün görüş,
duyuş ve uygulamalarını anlatırken, daha çok öz Türkçe olan “İLKE”
kelimesini kullanıyoruz. Bu görüşle, Atatürk’ün temel düşünce, temel
bilgi ve temel inançlarını “Atatürk İlkeleri” olarak adlandırmayı
uygun görüyoruz.
Atatürk İlkeleri konusunu ileri ki konuda açıklayacağız.
Yeri gelmişken, ünlü askeri yazar ve Atatürk uzmanı olan
Emekli Albay Cihat Akçakayalıoğlu’nun 730 sayfalık “Atatürk”
isimli kitabının 518–519. sayfalarında yer alan Atatürk ve Politivizm
başlıklı yazısından, iki yazarın görüşlerini aşağıya alıyorum:
Atatürk ve Politivizm “Atatürkçülük’de felsefi temel
arayanlar türlü görüş ve düşünceler ileri süregelmişlerdir. Onu
kendilerinden yana göstermek isteyen veya akılları sıra küçümsemeye
çalışan aşırı ideolojileri bir yana bırakarak, gerçek özü ortaya
çıkarmaya çalışanların büyük bir kısmı, Kemalizm’in felsefi özünü,
politivizm (deneye ve tecrübeye dayanan müspet ilim) olarak
belirliyorlar.
Bunlardan Doç. Taner Timur, bir eserinde özetle şunlara
değinmektedir:
“Atatürk’ün doğmalara ve kuramlara karşı olduğunu ileri
sürenler vardır. Oysa doğma başka, kuram (teori) başkadır. Bir
devrim teorisi olmadan devrim olamaz. Önemli olan bu teorinin
dogmatik mi, yoksa kritik bir temele mi dayandığıdır.
Atatürk bir doktriner veya filozof değildi. Kendisi de, Bilim
ve özellikle Sosyal Bilimler alanına dahil işlerde, ben komuta vermem,
bu alanda isterim ki, beni Bilginler aydınlatsınlar. Sosyal bilimlerin
güzel doğrultularını gösteriniz ben takip edeyim, diyordu. Büyüklüğü,
ülkeyi ileri götüreceğine inandığı bazı Ülküleri gerçekleştirmekteki
azmi ve çelik iradesi oldu.
Bu düşüncelere şunu da eklemek gerekir:
Mustafa Kemal, doğmacı değil, devrimcidir (İnkılâpçıdır).
Aynı zamanda, fikri ve ameli geniş bir gözlem ve hazırlıklara sahiptir.
Kendi karar verdiği eylemleri uygulayacak, kendisine sunulan yeni
fikirleri de inandığı takdirde gerçekleştirecektir. Ne var ki, o büyük
zorluklar ve imkânsızlıklarla karşı karşıyadır. Amaç ve hedeflerine
erişmek için, her olanak ve fırsatı kollayacak, en uygun ortamda ve
23
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
giderek yapacağı uygulamalarla milletini, ortak özlem olan çağdaş
uygarlık düzeyine ve mutluluğa eriştirecektir. Ancak, şartlar Atatürk
için, bir kitap yazmış bulunan Benoit Mechin’e göre: Atatürk’ün
büyük ihtirası ile ülkenin olanaklarının yetersizliği, Atatürk’ün en
büyük dramıdır dedirtecek kadar ağırdı”.
Asker Mustafa Kemal’in, Devlet Kurucusu Mustafa Kemal’in
kendi fikirlerine ve eserlerine etkisi çok büyüktür. Bu Yönü, Prof.
Enver Ziya Karal şöyle açıklıyor:
“Kanaatim
şudur
ki,
Atatürk’ün
askeri
kişiliğini
aydınlatmadıkça, onun, bugün tarihe mal edilmiş bulunan devrimci
hayatı bir muamma gibi görünür. O, Türk Devrimi’nin mimarı olarak
işe girişeceği sırada kırk yaşına ulaşmış bulunmaktadır. Bu hayat,
askerlik mesleğinde geçmiştir. Onun karakteri, fikirleri, dünya görüşü,
vatan ve millet hakkında tasarıları, dünya milletleri üzerinde
düşünceleri bu kırk yıllık yaşamı sırasında gelişmiş, genişlemiş ve
olgunlaşmıştır. Bu sebeple , askeri üniformasını ve unvanlarını bıraktığı
vakit, askeri kişiliğini muhafaza etti. Millet ve devlet hizmetinde sivil
elbisesiyle yeni görevlerinin ve komutanlıklarının yeni adlarıyla
hizmette bulunurken de, askeri kişiliğinin büyük etkisi görülmüştür”.
Prof. Karal, görüşlerine şu şekilde devam etmektedir:
“Denilebilir ki, Atatürk asker olarak doğdu, asker olarak
yaşadı ve çalıştı. Asker olarak öldü. Ölümünden sonra bu gün bile
aramızda, fikir halinde, anı olarak yaşamaya devam ederken, askeri
şahsiyeti bir şahika gibi yükselmiyor mu? Her gün gözümüzü alan, her
gece karanlıkları yırtarak üzerimize nur serpen şu Rasat Tepede ki
Anıtkabir nedir? Onun mezarı mı?... Hayır, onun nöbetçi kulesi. O,
bu kuleden manevi kişiliğiyle benliğinde milletimizin Mehmetçik
ruhunu da sembolleştirerek maddi ve manevi sınırlarımızı gözlüyor…
O, askeri kişiliğinin bu görevini, ölmezliğe karıştığı bir anda bile
yapmaya devam ediyor ve edecektir.”
Atatürk’ün askeri kişiliği, Atatürk’e özgüdür. Onu, tarihin
kaydettiği diğer büyük kişilerle mukayese ederek anlamaya ihtimal
yoktur. Sezar, İskender, Atilla, Cengiz, Napolyon hiç kuşkusuz
büyük askeri şahsiyetlerdir; Fakat devirlerinin askeri şahsiyetleridir.
Atatürk ise XX. yüzyılın askeri şahsiyetidir. Onu, ancak çevresinin
ve yaşadığı devrin koşulları ve fikir hareketleri çerçevesinde
düşünmek doğru olur.”
Mustafa Kemal, maddi ve manevi hiçbir şeye mahkûm
olmamış, kendi kişiliğini ve dehasını egemen kılmış olan ve tarihte
24
Rasim PEHLİVANOĞLU
benzeri az bulunan bir Devlet Adamı’dır.“Kemalizm”
(Atatürkçülük)’de, hiçbir doktrin ve ideolojinin tekelinde veya tutsağı
olmayan çağdaş bir öğretidir. Bunun esası: Dogmalara saplanıp
kalmadan, dünyanın ve ülkenin gerçek ihtiyaçları göz önünde tutulup
etken kılınarak, Türk Milletini ve yurdunu tüm insanlık içinde şerefli,
mutlu ve çağdaş düzeyde bir ulus yapmak yolunda durmadan ve
dönmeden çalışmak aynı zamanda temel fikirler oluşturmak ve tedbirler
almaktır...
…O halde, amaca erişmek için durum ve şartlar, her çareye
başvurularak incelenip gözden geçirilerek, gerçeklere ve
ihtiyaçlara uygun tartışma ve muhakeme sonunda kesin bir karara
varılarak uygulamalara başlanacaktır. Burada egemen olan ilke,
akıl, bilim, deney ve tekniktir.1
Önemle belirtelim: Bazılarının sandığı gibi, Atatürk’ün
politivizm anlayışı dine karşı değil, dinle bir ve beraberdir. Müspet
ilme bakışı, aklın ışığında ve dinden kopmadan gelişmiştir. Atatürk
dinin gereğine inanmış, islamiyete bağlı güçlü bir asker ve îmanlı
bir devlet adamıdır. Kendisini yakından tanıyanların ifadesi budur…
1
(Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Genkur Yayınları; Ankara 1980; s.518-519)
25
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
3. Millet – Türk Milleti
MİLLET, ortak bağları olan insan topluluğudur. Ulus ile eş
anlamlıdır. Toplumumuzda millet kelimesi daha çok kullanıldığından
ve milli mücadele günlerimizde milliyet sözünden çok söz
edildiğinden, ben de burada –genellikle- millet kelimesini kullanmayı
tercih ediyorum.
Bir insan toplumunun millet olmasını sağlayan ortak bağlar
neler olabilir? Aynı soydan gelmiş olmanın yanı sıra, tarihi bir, vatanı
bir, dili, dini bir, kültürü ve ülküsü bir olmak millet olmanın ortak
bağlarıdır. Ancak aynı soydan ve aynı dinden olmayan, tarih birliği
de bulunmayan insan toplumlarının da millet olabileceği
günümüzün gerçeği olarak görülmektedir.
Örneğin: Amerika Birleşik Devletleri, çok çeşitli milletlerden
(halkın deyimiyle yetmiş iki buçuk milletten) meydana gelmiş büyük
bir ülkedir. Buna rağmen, aynı yurtta milli birliğini sağlayarak
Amerikan Milleti oluşmuştur.
ABD de görüldüğü üzere, millet olmak için vatan önemli bir
unsurdur. Fakat aynı vatanda toplanmayıp ta değişik ülkelerde parça
parça yaşayan, aynı soydan gelen ve aynı dili konuşan, milli benliğini
kaybetmemiş, tarihi ve kültürü bir olan insan toplulukları da vardır ki
bunlarda bir millettir. Ama devletleri ayrı olduğundan, mensup
oldukları devletin yasalarına uymak zorundadırlar. (Diğer ülkelerdeki
Türklerle aynı milletten olduğumuz gibi)
Atatürk’ün tanımına göre millet nedir diye merakla
sorulabilir: Atatürk’e göre: “Millet dil, kültür ve mefkûre (ülkü-ideal)
birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai
(sosyal) bir heyettir.” 2
Bu tanıma göre, Atatürk soy birliği, din ve tarih birliği
olmadan da millet olunabileceğini söylemek istemiştir. Dil, kültür,
ülkü birliği, (başka bir deyişle) gelecek için istek birliği olan toplum da
millet olabilir. Atatürk’ün tanımına göre bugün Türkiye’de yaşayan,
aynı soydan gelmemiş de olsa bütün vatandaşlarımız, bugünün
gerçeğine göre tek bir millet olarak görülmektedir. Nitekim 1982
tarihli anayasamızın 66. maddesinde: “Türkiye Devleti’ne
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Denilmek suretiyle,
ülkemizde yaşayan hangi soydan gelirse gelsin her vatandaşımız
Türk’tür. Türk Milleti ile iç içe kaynaşarak yaşamakta olan bu
2
(Hamza Eroğlu-Türk İnkılâp Tarihi-S.393)
26
Rasim PEHLİVANOĞLU
vatandaşlarımız
duymalıdırlar.
da
Türk
olmak
gururunu
kendi
içlerinde
Atatürk, 10.yıl nutkunda Ne mutlu Türk olana dememiş de
“Ne mutlu Türk’üm diyene” demiştir. Bu suretle, en yetkili ağızdan
Türk olmanın büyük gurur kaynağı olduğu gerçeği ifade edilmiştir.
Tarihin kaydettiğine göre; aynı soydan gelmiş, aynı kültürü
almış, fakat milli benliğini kaybetmemiş, dili bir, tarihi bir, kültürü ve
ülküsü bir olan toplumlardan büyük devletler doğmuş, dünyaya
hükmeden büyük imparatorluklar kurulmuştur. İşte bu büyük
devletlerden birisi, hattâ en önde geleni, mensubu olduğumuz büyük
Türk Milleti’nin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.
Fethettiği çeşitli ülkelerin, çeşitli kültürleriyle kaynaşmış olan
Büyük Türk Milleti’nin kendine özgü, gelişmiş bir milli kültür
olduğu tarih sayfalarında görülmektedir. Bu bakımdan, nesilden
nesile gelişerek intikal eden Türk Kültürü’nün değerini görmezden
gelemeyiz.
İşte, en büyük Türk milliyetçisi olarak gördüğümüz Mustafa
Kemal Atatürk de Türk kültürünün (milli kültürümüzün) eseri
olarak kendisini göstermiştir. Sonradan İslâm kültürüyle de
kaynaşarak daha da gelişen Türk milli kültürüne sahip olan ve her
fırsatta benimsediği Türk milli kültüründen övgüyle söz eden; “Milli
kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.”
diyen Atatürk, yüz yıllar hattâ bin yıllar boyunca gelişerek devam ede
gelmiş olan Türk kültürüyle yoğrulmuştur. Türk Milletine âşık olan
Atatürk, en büyük Türk milliyetçisi olduğunu hizmetleriyle ve
sözleriyle ispatlamıştır.
Bu ruhta yetişen ve yüksek milli duyguya sahip olan Atatürk,
Türk tarihini çok iyi okumuş, okudukça da milletine sevgisi ve saygısı
artmış, millet için her fedakârlığa hazır hale gelmiştir. İşte bu ruhtaki
Atatürk, 1.Cihan savaşında (özellikle Çanakkale savaşlarında) büyük
zaferler kazanmıştır. Milli mücadelemizde (istiklâl savaşımızda) üstün
düşman güçlerine karşı 1922 yılında kazandığı Büyük Zaferle,
yurdumuzun düşman işgalinden kurtarılmasında Önder Başkomutan
olarak dünyanın takdirlerini üzerinde toplamıştır.
Böylesi büyük başarıların sahibi olan Atatürk, âşık olduğu
Büyük Türk Milleti hakkında elbette önemli şeyler düşünmüş,
söylemiştir. Hizmetleriyle ve gösterdiği başarılarıyla da söylediklerini
yapmıştır.
27
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4. Atatürk’ün Liderliğinde Kurulan
Milli Devlet
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, imparatorlukta baş
gösteren ayrışma çabalarına karşı, o günlerin yöneticileri
OSMANLICILIK deyimini benimsemiş ve bu isim altında koca
ülkede birlik ve beraberliği sağlamak istemişlerdi. Ümitle sarıldıkları
Osmanlıcılık akımından beklenilen gelişmeyi göremeyince, çoğu
yurtdışında okuyan bazı aydın kişiler, bu sefer de TÜRKÇÜLÜK
cereyanını ortaya atmışlardı.
O dönemde, imparatorluk çatısı altında toplanan dilleri ve
dinleri ayrı çok sayıdaki ülkeler, özellikle Balkan Devletleri, kendi
içlerinde başlattıkları “milliyetçilik akımı” ile teşkilatlanmışlar,
bağımsızlıklarını kazanmak için çete savaşları vermeye başlamışlardı…
Güneyde, dinimiz bir olan Arap kardeşlerimiz bile yer yer isyan
ediyor ve istiklâl (bağımsızlık) istiyorlardı…
Osmanlıcılık hayalleri ile avunmakta olan, gerçekleri
görebilmek bilgisinden uzak İstanbul’daki saray ve hükümet erkânının
büyük gafletine karşı, uyanık aydınların başlattığı Türkçülük
cereyanı da aranılan sonucu vermemişti. Daha çok İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin desteklediği Türkçülük akımına, Türk soylu
vatandaşlarımız ümitle bağlanmışlar, hatta “hürriyet, adalet,
müsavat…” sloganlarıyla 2. Meşrutiyet’in ilânını sağlamışlardı.
İktidara bile hâkim olmuşlardı.
Ama, yapılan önemli hatalar yüzünden sonu iyi gelmemiş,
çıkarılan isyanların savaşa dönüşmesi önlenememişti. Yapılan zorlu
balkan
savaşlarında,
yöneticilerimiz
ve
siyasete
bulaşan
komutanlarımızın çok pahalıya mal olan hataları sonucunda,
hâkimiyetimiz altındaki birleşmiş balkan devletlerine yenik düşmüş ve
bağımsızlıklarını vermek zorunda kalmıştık.
Bununla da kalmayıp, bir gaflet eseri olarak girdiğimiz 1.Cihan
Savaşı’nda
(özellikle
Çanakkale’de)
gösterdiğimiz
bunca
kahramanlıklara rağmen, dostlarımız pes edince biz de yenik sayılmış
ve Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamıştık.
Antlaşmadan sonra, çeşitli bahanelerle, silahları toplanmış olan
Anadolu topraklarımız yer yer işgale başlanılmıştı. Esareti kabul
etmeyen Türk soylu Anadolu halkımız, canını dişine takarak isyan
etmiş ve işgalcilere karşı koyarak milli mücadelemizi başlatmıştı.
28
Rasim PEHLİVANOĞLU
İstanbul’daki sarayında yaşayan padişah ve onun âciz hükümeti bütün
bu olanlara karşı sessiz ve seyirci kalmıştı…
İşte ülkemiz bu şartlar altındayken, 1919 yılı 19 Mayısında
Anadolu ufuklarında bir güneş gibi doğan ve çevreyi aydınlatan
Mustafa Kemal Paşa, kısa zamanda duruma hâkim olmuş ve
İstanbul Hükümetiyle irtibatı kesmişti. Erzurum ve arkasından Sivas
kongrelerinde seçilen heyet-i temsiliye (temsil heyeti) ile Ankara’ya
gelerek, merkez tuttuğu bu şehirde teşkilatlanmaya devam etmiştir. 16
Mart 1920’de İstanbul’daki millet meclisinin dağılması üzerine,
Ankara’da büyük millet meclisi’nin toplanmasını sağlayarak,
başkaldırdığı İstanbul Hükümeti’nin varlığına rağmen Ankara’da
yeni bir hükümet kurulmasını gerçekleştirmiştir.
Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte
Anadolu da yeni bir hükümet daha doğmuş ve Türk Milletini temsil
hakkını kendisinde görmüştür: “TBMM’nin üstünde hiçbir güç
yoktur. Yasama ve yürütme TBMM’nde toplanmıştır” denilmiş ve
bu birinci TBMM, milli mücadelenin sonuna kadar devamlı ve düzenli
çalışarak görevini yapmıştır.
Doğusuyla batısıyla, güneyiyle kuzeyiyle hiçbir sınıf ve bölge
farkı gözetilmeksizin, bütün Türk milletince M. Kemal ve
arkadaşlarının arkasında yürüyen, çıkarılan mevzii isyanları
büyümeden bastıran, yapılan zorlu savaşlarda işgalci düşmanları
yurttan çıkarmasını başaran işte bu Birinci T.B.M.M si ve bu meclisin
kurduğu “Milli Devlet” olmuştur.
Millet egemenliğine dayanarak kurulan milli devlette, milli
irade hâkim olmuştur. Milletin seçtiği mebuslarla (milletvekilleriyle)
kurulan birinci TBMM’nde, meclis başkanı seçilen M. Kemal Paşa,
aynı zamanda hükümetinde başkanı olarak, milletten aldığı büyük
güçle ve de azim, irade ve iman gücüyle görevini ifaya devam
etmiştir. Türk tarihinde ilk defa bir “halk hareketi” ile Ankara’da
kurulmuş olan milli devlet, milletimizin menfaatlerini temel ilke olarak
almış ve öncelikle vatanımızın düşman işgalinden kurtarılmasını amaç
edinmiştir.
Düşman işgalindeki ülkemizi kurtarmak için mücadele verirken
kurulmuş olan bu milli devlet, bir bakıma, Osmanlı Devleti’ne karşı
yapılan bir halk hareketi olmuştur. Kurulan milli devlete milli irade
hâkim olmuş, milli egemenliğin TBMM’ne devredilmesiyle de babadan
oğula intikal eden ve İlâhi iradeye dayanan Osmanlı Devleti’nin
egemenliğine son verilmiş oluyordu.
29
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli devletin kuruluşundan sonra, milli mücadelemiz daha da
hızlanmıştır. Bastırılan iç isyanlar ve işgalci düşmanlara karşı verilen
ve yıllarca süren azimli savaşlardan sonra yurdumuz işgalden
kurtarılmış ve bağımsızlığımız sağlanmıştır.
Çeşitli konuşmalarında, Atatürk’ün ısrarla belirttiğine göre,
Anadolu da kurulan yeni devlet, Türk milliyetçiliğinden hız ve
ilham alarak kurulmuş, milli kültür esaslarına dayanan bir milli
devlet olmuştur. Dolayısı ile bugünkü devletimizin dayanağı milli
kültürümüzdür. Devletimizin dayandığı milli kültür ise, mensubu
olmakla gurur duyduğumuz Türk milletinin kültürüdür.
O halde diyebiliriz ki: Atatürk milliyetçiliği, Türk kültürüne
dayanan kültür milliyetçiliğidir.
İleri ki sayfalarda milli kültür konusu, Atatürk’ün sözlerinden
alıntılarla gereğince açıklanacaktır.
5. Kurulan Milli Devletin İlkeleri
(Atatürk İlkeleri)
Atatürk’ün liderliğinde kurulan “Milli Devlet” in amaçladığı
başarıya ulaşmasında göz önünde tutacağı, yol ve yön gösterici bir
takım vazgeçilmez düşünceler, inanışlar ve kanaatlerin olması
gerekliydi. Aynı konuda bilgilerini artıran Atatürk ve ülkü arkadaşları
bunları düşünmüşler, bulmuşlar ve uygulayarak başarıya ulaşmışlardır.
Uygulanan ve uygulamakta devam ettiğimiz bu ilkeler daha çok
Atatürk’ün görüşleri istikametinde olduğundan ve O’nun görüşlerini
aksettirdiğinden, bunlara “Atatürk İlkeleri” denilmiştir. Bu deyişler
konuşmalarımıza ve yazılarımıza geçmiştir. Aşağıda Atatürk İlkeleri
hakkında öz bilgiler verilmiştir.
İLKE: Vazgeçilemeyen bir takım temel düşünceler, temel kanaatler,
inanışlar ve temel bilgilerdir.
Atatürk İlkeleri ise, bizzat kendisinin belirttiği gibi:
“Yurdumuzu dünyanın en mamur, en medeni memleketleri seviyesine
çıkarmak; Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip
kılmak; Milli Kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne
çıkarmak” amacına ulaşmak için milletçe vazgeçemeyeceğimiz temel
düşünceler, temel kanaatlerdir.
Atatürk, ilkelerini ya kendisi koymuştur ya da Atatürk’ün
sözlerinden, davranışlarından veya hizmetlerinden ilham alınarak
konulmuştur.
30
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ü anlatan değerli yazarların belirttiğine göre, Atatürk
ilkelerini 1-Temel ilkeler 2- Baş ilkeler 3-Bütünleyici ilkeler olmak
üzere üç grupta inceleyeceğiz.
Temel İlkeler
1) Milli Egemenlik
2) Bağımsızlık–Tam Bağımsızlık
Baş İlkeler
1) Cumhuriyetçilik,
2) Milliyetçilik,
3) İnkılâpçılık,
4) Halkçılık,
5) Devletçilik
6) Laiklik
olmak üzere 6 ilke olarak söylenir. Oysa, Atatürk ilkeleri sadece
bunlardan ibaret değildir.
Bütünleyici İlkeler
1) Milli birlik ve bütünlük ile ülke birliği ve bütünlüğü
2) Barışçılık (Yurtta barış, cihanda barış)
3) Akılcılık
4) Bilimcilik
5) Gerçekçilik
6) Çağdaşlaşma ve uygarlık (Batıcılık)
7) İlericilik (Terakkierverlik)
8) İnsan sevgisi ve insanlık ülküsü
Atatürkçü düşüncenin vazgeçemeyeceğimiz diğer unsurları
da şunlardır:
1) İnsan hak ve hürriyetlerine saygı
2) Milli dayanışma ve yardımlaşma
3) Milli tarih
4) Milli ahlâk
5) Milli eğitim
6) Milli kültür
7) Sanat ve güzel sanatlar sevgisi
8) Taassuba karşı oluş
Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı temel esasları şöyle
sıralayabiliriz:
1) Milli tarih bilinci
2) Vatan ve millet sevgisi
3) İstiklal ve hürriyet aşkı
31
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4)
5)
6)
7)
8)
9)
Milli iradenin hâkim olması fikri
Milli dil
Milli kültürün geliştirilmesi esası
Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarılması ülküsü
Türk milliyetçiliğine inanmak ve güvenmek bilinci
Milli birlik ve beraberliği, ülke bütünlüğünü korumak azmi
Bunlardan sadece temel ilkeler ve baş ilkeleri aşağıda
açıklıyoruz. Bütünleyici ilkeler ile dayandığı diğer unsurlar ve temel
esaslar, ileriki sayfalarımızda yeri geldikçe işlenecek ve açıklanacaktır.
Açıklamalı Temel İlkeler
1) Milli egemenlik (Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir)
Milli egemenlik (milli hâkimiyet) bir devletin iç
bağımsızlığını ifade eder. Daha çok içe dönük bir ilkedir. Milletin
kendi kendini yönetmesini, kendine hizmet edecek kurulu
kendisinin seçmesini esas olarak alan bir temel ilkedir.
Egemenliğin kaynağı, sultanlık devrinde olduğu gibi babadan
oğula intikal eden ilahi idare değil, milli iradeye dayanmaktadır.
Milletin oyu ile millet meclisi toplanıyor, meclisin seçtiği başkanın
veya cumhurbaşkanının onayı ile kurulan hükümet ülkeyi yönetiyor.
Anadolu da toplânan ilk TBMM’nin kabul ettiği ilk kanunda:
“TBMM’nin üstünde hiçbir kuvvet yoktur” denilmek suretiyle,
yeni kurulan milli devletin, milli iradeye dayandığı peşinen kabul
edilmiştir. Yeni Türk Devleti’nin mecliste kabul edilen ilk
anayasasında ise; “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” hükmü
yer almış ve bu hüküm 1961 – 1982 Anayasalarında da yerini
korumuştur. 1982 Anayasasının 4.maddesinde aynen şöyle
denilmektedir:
“Egemenlik kayıtsız, şartsız Türk milletinindir.
“Millet egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir
surette belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç kimse
veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz “denilmiştir.
Anlaşıldığı üzere, milli devlet olan Türkiye Cumhuriyeti,
kuruluşundan bugüne kadar milli egemenlikten hiçbir taviz vermemiş,
vermemekte de devam edecektir.
32
Rasim PEHLİVANOĞLU
Büyük devlet adamı olan rahmetli Prof. Turhan Feyzioğlu:
– Milli egemenlik fikri, devletin yapısını ve insanlık
tarihinin akışını etkileyen fikirlerden biridir” demiş ve devam
etmiştir.
– Atatürk, Türk milletinin 1919’da başlattığı bağımsızlık
savaşını, Türk milliyetçiliğinden ve milli egemenlik ilkesinden güç
alarak yönetmiş; çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde
dipdiri bir Türk Devletini, (Türkiye Cumhuriyetini) aynı ilkeye dayalı
olarak kurmuştur.”
– Milli egemenlik ilkesi, Türk tarihine ve Türk devlet
yapısına ilk defa Atatürk’le birlikte girmiş ve yerleşmiştir… Bu
ilke Atatürk’ün başarısını sağlayan etkenlerden biridir…”3
diyerek milli egemenliğin önemini vurgulamıştır. Atatürk bir
konuşmasında:
– Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında
zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur” diyerek milli
egemenliğin gücünü belirtmiştir.
Atatürk bir başka konuşmasında, bağımsızlık ve milli
egemenlik deyimlerini yan yana kullanarak:
– Halâ karşımızdakiler, eski Osmanlı Devleti’nin tarihe
karıştığını; bugün yeni Türkiye Devleti’nin var olduğunu ve bu
Türkiye Devleti’ni kuran milletin çok azimli ve kahraman bir
millet olduğunu ve bu milletin tam bağımsızlığından ve milli
egemenliğinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını
anlamamışlardır”4 diyerek de milli egemenliğin önemini hâla
anlamamış olanlara bir nevi uyarıda bulunmuştur.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; ülkemizi
düşman işgalinden kurtarmak için milli mücadeleye başlarken daha
ilk adımda Ankara’da TBMM açılarak, mecliste alınan kararlarla
milli egemenlik hâkim kılınmıştır. Milli egemenlikten, yani millet
iradesinden alınan yeni bir güçle yurdumuz işgalden kurtarılmış ve
milletimiz bağımsızlığına kavuşturulmuştur.
TBMM’nin açılışıyla gelen milli irade gelişerek cumhuriyet
kurulmuştur. Cumhuriyet demokrasiyi getirmiştir. Demokrasi
gelişerek çok partili hayata geçilmiştir. Demokrasimizi her yıl biraz
3
4
(Turhan Feyzioğlu-Türk Milli Mücadelesi ve Milli Egemenlik.S.1)
(T.F.- Türk Milli Mücadelesi ve Milli Egemenlik.S.7)
33
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
daha geliştirerek dünyanın önde gelen demokrat devletlerinin
seviyesine çıkmak, hattâ onları da aşmak milli amacımız olmuştur.
2) Bağımsızlık - Tam Bağımsızlık:Atatürk’ün liderliğinde
kurulan devletin ikinci temel ilkesi tam bağımsızlıktır.
Siyasi bağımsızlık, diğer bir devlete veya milletler arası bir
kuruma uydu olmamak ya da bağımlı bulunmamak, güçlü bir devletin
emri altında olmamak demektir. Milli egemenlik ilkesi bağımsızlık
ilkesinin temellerinden biridir.
Bir ülkenin sadece siyasi yönden bağımsız olması, o ülkenin
kişiliğini bulması ve gelişmesi ve refah devletine ulaşması için yeterli
değildir. Önemli olan, tam bağımsız bir ülke olmaktır.
– Tam bağımsızlık, “Bizim bugün üzerimize aldığımız
görevin temelidir” diyen Atatürk büyük nutkunda, tam bağımsızlığı
şöyle tanımlamıştır:
– Tam bağımsızlık denildiği zaman doğaldır ki, siyasi, mali,
iktisadi (ekonomik), adli (hukuki), askeri, kültürel vb. her hususta
tam bağımsızlık ve tam serbestlik olarak belirtilmektedir.5 Bu
saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, millet
ve ülkenin gerçek anlamıyla bağımsızlıktan yoksunluğu demektir.”
Uluslararası yardımlaşma ve dayanışmalar, ister maddi,
ister manevi olsun tam bağımsızlığa mani değildir. Bugünkü
dünyada milletler arasındaki dostluklar, yardımlaşma ve
yakınlaşmalar, insanları birbirine bağlayan ve kaynaştıran,
düşmanlıkları kaldıran ideal gelişmelerdir. Tam bağımsızlık
unsurlarından sapmadan veya milli benliğimizden kopmadan bizim de
bu yöndeki gelişmeleri desteklememiz bir bakıma insanlık
görevimizdir.
Önemle belirtelim: tam bağımsız olan ülkeler, özellikle
ekonomik yönden tam bağımsız olanlar, diğer ülkelere göre daha
güçlü ve daha çok sözü dinlenen ülke olma şansına sahiptirler.
Öyleyse, bu şansı yakalamaya çalışmak milli görevimizdir.
5
Cihat Akçakayaoğlu-Atatürk.S.603
34
Rasim PEHLİVANOĞLU
Açıklamalı Baş İlkeler
Cumhuriyetçilik
Bu ilke bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet demokrasi
idaresidir. Demokrasinin önde gelen şartı halkın kendi kendisini
yönetmesidir. Bir başka deyişle, halk kendi seçtiklerine kendisini
idare ettirir. Yönetimde asıl unsur halktır, millettir. Demokrasi, milli
irade hâkimiyetidir; millet ne isterse o olur; son söz milletindir.
Bakalım bu konuda Atatürk ne diyor:
– Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet
şekli demektir. Demokrasi prensibinin en asgari ve mantıki tatbikini
temin eden hükümet şekli cumhuriyettir. Bütün cihan bilmelidir ki,
artık bu devletin ve milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir
makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyeti
milliyedir (milli hâkimiyettir). Bugünkü hükümetimiz, devlet
teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine,
kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun
adı cumhuriyettir… Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuskâr
insanlar yetiştirir… Türk milletinin tabiatı ve şiarına (adetlerine) en
uygun idare cumhuriyet idaresidir.”
Atatürk’ün çeşitli konuşmalarından da anlaşıldığı üzere,
cumhuriyet yalnız bir kalıp olarak devlet şekli değil, milli iradeye
dayanan demokrasinin ta kendisidir.
Milliyetçilik
Milliyetçilik, Atatürk ilkelerinin esasını teşkil eden ve bütün
diğer ilkeleri etrafında toplayan ana ilkedir. Atatürkçülükte
milliyetçilik esas, diğer ilkeler onun tamamlayıcısı durumundadır.
Atatürk’ün milliyetçiliği, Türk kültürüne dayalı kültür
milliyetçiliğidir. Türk milletinin milliyetçilik ruhunu canlandırmak
suretiyle istiklâl savaşını kazanmış olan Atatürk, savaştan sonra
milli devleti kurmuş ve kurduğu devleti milli kültür esasları
üzerine oturtmaya çalışmıştır.
Büyük bir Türk milliyetçisi olan Atatürk, Türk Tarihini çok
iyi okumuştur; Türk kültürünün yüksekliğini iyi bilmektedir. Türk
kültürünün, Türk milletinin eseri olduğunu kabul etmektedir. Türk
milletine hayran olan Atatürk, Türklüğü devam ettirmenin Türk
kültürünü yaşatmakla kabil olacağına inanmaktadır...
Bu görüşte olan Atatürk, Türk kültürüyle yoğrularak
millileşmekte ve milliyetçiliğe devam etmekte kararlı olmuştur.
35
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kültür milliyetçiliğine göre, insanlığın temeli millet
hayatıdır. Millet hayatının temeli ise milli kültürdür. Çünkü millet
kültür birliği demektir. Şu halde milli devlet milli kültüre dayalı
devlettir. Milli kültürü koruyan, geliştiren ve yücelten devlet, milli
devlet olmak vasfını koruyabilir. Aksine, milli kültürünü
koruyamayan geliştiremeyen ve yüceltemeyen devletler sönüp
gitmeye mahkûmdur. Atatürk bir konuşmasında belirttiği gibi:
– Milli benliğini koruyamayan milletler başka milletlerin avı
olur” diyor.
– Biz esasen milli mevcudiyetin temelini, milli birlikte
görmekteyiz” diyen Atatürk, milli kültüre sarılmış; milli kültürü
korumak, geliştirmek ve yüceltmek için büyük gayret göstermiştir.
10.yıl nutkunda; Türklüğün yüksek vasıflarını besleyerek
geliştirmemizi milli ülkümüz olarak gösteren Atatürk, milli
parolamızı da şöyle veriyor:
– Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur”
– Biz öyle bir milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği eden bütün
milletlere hürmet ve riayet ederiz” diyen Atatürk’ün milliyetçiliği,
başka milletlerin milliyet duygularına da saygılı insani bir
milliyetçiliktir.
En büyük Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün milliyetçiliği
toplayıcı ve birleştiricidir:
– Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında milli
birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin
olgunluğudur” diyen Atatürk, milliyetçiliği birlik ve beraberlikte
görüyor ve şöyle devam ediyor:
– …Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli birlik,
milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir.” Böyle
söyleyen Atatürk, milli birlik ve beraberliğimize verdiği önemi
belirtiyor ve Türk milleti olarak, milli şuur ve ülküler etrafında
bölünmez bir bütün halinde toplanmamızı öğütlemiş oluyor.
– Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım.
Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi: TÜRKÜM ve
DÜŞMANIM SANA KALSAM DA BİR KİŞİ diyelim” diye söyleyen
milliyetçi Atatürk, milli benliğimize uzanacak her elin şiddetle
kırılmasını ve önümüze dikilecek engellerin devrilmesini öğütlüyor.
36
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Düşmana merhamet acizlik ve zaaftır” diyen Atatürk’e
göre milli varlığımıza son vermek isteyenlere merhamet yoktur. Bu
gibilere ezici yumruğumuzu indirmemiz” Atatürk milliyetçiliğinin
gereğidir.
Atatürk’ten aldığımız ilhama göre, Türk milletini sevmek;
Türk milletinin bir ferdi olmanın gururunu duymak ve büyük
milletimize hizmet ülküsü beslemek milliyetçiliğimizin esas unsurudur.
İnkılâpçılık
İnkılâpçılık hızlı değişme, yenileşme ve ilerleme demektir.
İnkılâpçılığın hedefi uygarlaşmadır. Türk kültürünü muasır medeniyet
seviyesinin üzerine çıkarma yolunu açmadır. Buna engel olan, devrini
doldurmuş ve zamanı geçmiş müesseseleri hızla değiştirmek ve
yenileştirmek inkılâbın ön hedefidir.
İnkılâpçılıkta sürüncemeye bırakmak yoktur. Birden
değiştirmek ve bitirmek esastır. Biraz zorlayarak da olsa bu
yapılacaktır. Ama halka kabul ettirerek yapmak ideal bir
gelişmedir.
Atatürk,
Türk
toplumunu
milliyetçilik
esasında
modernleştirmek, millileştirmek ve muasırlaştırmak gayesine süratle
ulaşmak için inkılâpçılığı seçmiştir. Atatürk inkılâpçılığı, geçmişle
ilgili ne varsa hepsini devirmek gibi yıkıcı icraat hırsıyla ilgili
olmayıp, Türk sosyal hayatının ıslahı gerekli olan taraflarını
gayeye uygun olarak yeniden düzenlemekten ibarettir.
Türk’ün ahlâkına, gelenek ve göreneklerine, diline ve dinine
saygılı olan Atatürk; Türk kültürünü yıkmak değil, sahip çıkmak ve
daha da geliştirmek gayesiyle inkılâba yönelmiştir. İnkılâplarını
milletine kabul ettirerek yapmış olan Atatürk:
– İnkılâp milleti ve sosyal çevreyi hazırlayarak yapılır. Ben
şimdiye kadar millet ve memleket iyiliğine ne gibi hamleler,
inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların
ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten güç ve ilham
alarak yaptım” diyor.
Milletten kopmadan ve millete kabul ettirerek yapılan Atatürk
inkılâpları tutmuş ve başarılı olmuştur. Yapılan Atatürk
inkılâplarının en önemlisi, şüphesiz yeni Türkiye devletini
kurmak ve cumhuriyeti ilân etmek olmuştur.
Atatürk’ün kurduğu devleti güçsüz bırakmak ve Türkiye
Cumhuriyeti’ni yıkmak çabasında olanlara göz yumanlar ile milli
37
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
birlik ve beraberliğimizi sarsmak, ülke bütünlüğümüzü bozmak
isteyenlerle mücadeleden çekinenler Atatürkçü olamazlar.
Halkçılık
Atatürk halkçılığını içeren unsurlar aşağıda açıklanmıştır:
a) Atatürk’e göre, halkçılık milliyetçilikle birleşmiştir. Halk
ve millet aynı şeydir. Millet, halk ve onun dışındakiler diye
ayrılamaz ve milletten ayrı bir halk düşünülemez. Ayrı ayrı halklar
olduğu da düşünülemez. Yurdumuzda tek bir halk vardır: O da
Türk Halkıdır (Türk Milletidir). Mevcut Anayasamızın 66.
Maddesine göre; “Ülkemizde vatandaşlık bağı ile birbirine bağlı olan
herkes Türk’tür”. Bu haliyle halkçılık milliyetçilikle birleşmiştir.
b) Yönetimde, halk iradesi ön plâna geçirilmiştir ki, bu bir
demokrasidir. Yani milli irade hâkimiyetidir. Halk, yöneten ve
yönetilen diye kısımlara ayrılamaz. Halk kendi kendini yönetir.
(Kendi seçtiklerine kendisini yönettirir) Yöneten de yönetilen de
aynı millettir. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ”Atatürk’e
göre,
–… Halkçılık kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin
doğrudan
doğruya
halka
verilmesi,
halkın
elinde
bulundurulmasıdır.”
Halkçılık cumhuriyetçilikle de bütünleşmiş ve anlamını
tamamlamıştır.
c) Halkçılık millet bütünlüğünü esas alır. Ayrı ayrı sınıfları
kabul etmez. Ayrı sınıflar olmayınca da sınıf çatışması olamaz. Bu
konuda Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti halkını, ayrı ayrı
sınıflardan mürekkep değil, iş bölümü itibariyle muhtelif mesai
erbabına ayrılmış bir camia telakki etmek asıl prensibimizdir “
diyen Atatürk’e göre:
– Çiftçiler, küçük sanat sahipleri ve esnaf, amele ve işçi, serbest
meslek sahipleri, tüccar ve memurlar Türk camiasını teşkil eden
başlıca çalışma gruplarıdır. Bunlardan her birinin çalışması, diğerinin
ve umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir.”
Atatürk’ün yukarıdaki görüşüne göre; Türkiye’de Türk
halkı (Türk milleti) vardır. “Biz, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir
kitleyiz.” Bizde işçi-işveren, esnaf-memur, köylü-şehirli… diye
sınıflar yoktur. Ancak vatandaşlarımız arasında iş bölümünden
meydana gelen meslek grupları vardır. Bu meslek gruplarının
38
Rasim PEHLİVANOĞLU
menfaatleri birbirleriyle çatışmaz. Aksine birbirlerini tamamlar,
birbirlerine destek olurlar.
– Gaye, sınıf mücadelesi yerine, sosyal nizam ve birliği
temin etmek ve birbirini bozmayacak surette menfaatlerde ahenk
sağlamaktır.” diyen Atatürk’e göre: Halkımızın çeşitli grup ve
zümrelerinin arasında ahenk kurmak; her vatandaşa eşit hak, menfaat
ve hürriyet sağlamak halkçılık ilkesinin esas unsurudur.
d) Halkçılık Sosyal Adaletçiliktir - Eşitliktir. Bu görüşe
göre, ülkemizde hiçbir şahsa ve hiçbir zümreye ayrı muamele
yapılamaz. Halkı (milleti) teşkil eden bütün fertler arasında eşitlik
vardır. Ülkede her fert, kanun karşısında aynı himayeye sahiptir.
Devlet, eşitliği sağlamakla yükümlüdür.Atatürk:
– Bizim nazarımızda çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr,
asker, doktor, velhasıl bir sosyal müessesede faal bir vatandaşın
hak, menfaat ve hürriyeti eşittir…” diyor ve halk hükümeti
idaresinde devletin, bu eşitliği sağlamakla yükümlü olduğunu
vurguluyor.
Devletçilik
Devletçilik ekonomik bir terimdir. Atatürk’ün devletçilik
ekonomisi karma ekonomidir. Atatürk devletçiliğinde, ekonomide
ferdi teşebbüs esas sayılır. Mülkiyet tanınır. Gerekince ve gerekli
sahalârda devletin ekonomiye müdahalesi zaruri görülür; işbirliği
ekonomisine taraftardır; sosyalizme de, ferdin insafına dayanan
liberalizme de karşıdır.
– Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, Türkiye’nin
ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir…” diyen
Atatürk, devletçiliği niçin seçtiğini şöyle anlatıyor:
– …Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi, iktisadi işlerde de
fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz.” Görüşünü
belirtiyor.
– …Prensip olarak devlet ferdin yerine geçmemelidir fakat
ferdin gelişmesi için umumi şartları da göz önünde
bulundurmalıdır…” diyen Atatürk, devlet ve fert birbirine karşı değil,
birbirinin tamamlamalıdır görüşünü açıklıyor.
Ekonomik faaliyetlerde, devletin ve özel teşebbüsün aynı role
sahip olduğu kabul edilir. Farklı olarak, devlet, düzenleyici ve
dizginleyicidir; özel teşebbüsü faydalı alanlara kaydırmakta etkileyici
ve yetkilidir.
39
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugün, ülkemiz ekonomisi alanında hızlı gelişmeler olmuştur:
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında özel teşebbüste yeterli sermaye
birikimi olmadığından, o günler için Atatürk devletçi ekonomiyi
savunmuştur. Aslında, Atatürk ferdi teşebbüse daha çok yatkındır.
Bir konuşmasında:
– Ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün
olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi
mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve yüksek
menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa ekonomik sahada,
devleti fiilen alakadar ve faal kılmak”6 görüşünü ileri sürüyor.
Atatürk Celal Bayar’a verdiği emir ve direktiflerde şöyle
söylemiştir:
– Devletçiliğin bizde manası şudur: Fertlerin hususi
teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak fakat büyük bir
milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve bir çok
şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini
devletin eline alması… Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden
başka bir sistemdir.” 7
Fakat bugün, devletçi ekonomide önemli gelişmeler olduğunu
görüyoruz. Ülkemizde fertler veya şirketler büyük işyerleri açıyor,
fabrikalar kuruyor veya büyük müteahhitlik hizmetleri görebiliyorlar.
Bu durumda devletçilikten liberalizme doğru önemli bir kayma
olduğu görülüyor. Bu hal, Atatürk’ün beklediği bir gelişmedir. O
halde, devletçilik ilkesi eski önemini kaybetmiş, fertler ekonomiye
hâkim hale gelmişler ve gelmektedirler. Özel teşebbüs gün geçtikçe
daha hızla gelişmektedir.
Lâiklik
Atatürk lâiklik ilkesiyle, din ile devlet işlerinin birbirinden
ayrılması esasını getirmiştir. Bu yolla, dinin siyasete alet edilmesini
ve din istismarını önlemek istemiştir. Laiklik için, “Bir kültür
unsuru olarak dinin hakiki yerine oturtulmasıdır” diyebiliriz.
Atatürk’ün laiklik ilkesi şu unsurları içermektedir:
a) Laiklik her şeyden önce vicdan ve inanç hürriyetidir.
Herkes din, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimsenin dini
inancına karışılamaz, zorlanamaz, engellenemez.
6
7
Ercüment Kuran-Atatürkçülük Üzerine Denemeler.S.43
Ercüment Kuran-Atatürkçülük Üzerine Denemeler.S.44
40
Rasim PEHLİVANOĞLU
b) Din, Allah ile kul arasında manevi köprüdür. Kimse
Allah ile kul arasına giremez.
c) Laiklikte, din ile dünya işleri birbirinden ayrılır. Din
siyasete alet edilemez. Laik ülkede din devleti yerine, modern milli
devlet vardır.
d) Din müessesesinin korunması ve devamlılığı kültürün
tabii icabıdır. Bunun için dinin öğretilmesine, ferdin dini ihtiyacının
karşılanmasına zaruret vardır.
e) Devletin resmi dini olamaz. Fakat cemiyetin dine saygılı
ve dindar olmasına önem verilir.
f) Bazılarının sandığı gibi laiklik dinsizlik değildir. Zira
dinsiz cemiyet olamaz. Din, cemiyeti ayakta tutan önemli bir
unsurdur. Atatürk’ün söylediği gibi:
– Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına
imkân yoktur… Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün
sadeliği ile dindar olmalıdır…”
Gene Atatürk’ün ifade ettiği gibi:
– Bizim dinimiz (İslâmiyet) en makul ve en tabi bir dindir
ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur… Hangi şey ki
akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize
de uygundur…”
Laikliği dinsizlik ve Atatürk’ü dinsiz sanan bir kısım gafiller
dini bilmeyen ve dinimiz İslâmiyet’in esaslarını öğrenmeyen sözde
aydın geçinen cahillerdir. Dini hakiki yerine oturtan, istismarını
önleyen ve yücelten laiklik hiç dinsizlik olur mu?...
Yukarıdaki sözlerin ve daha pek çok dini övücü konuşmaların
sahibi olan Atatürk’e dinsizlik yakıştırması yapanlar, ya dinin
gerçeğini bilmeyen yobazlar, ya da kasıtlı olarak Atatürk’ü
kötülemek ve küçük düşürmek isteyen gafillerdir diye
düşünüyorum.
Okul programlarına serpiştirilmesi gayesiyle Atatürk ilkeleri
ve Atatürkçülük ile ilgili bilgiler ve maddeler, M.E. Bakanlığı
Tebliğler Dergisi’nin 30 Ağustos 1986 tarih ve 2212 numaralı
sayısında yayınlanmıştır. Oradan okunmasında fayda görüyoruz.
Atatürk ilkeleri ve inkılâplarının bazılarıyla ilgili tamamlayıcı
bilgiler kitabın ileriki sayfalarında yer almıştır.
41
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İKİNCİ BÖLÜM
ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK
ÖZELLİKLERİ
1- Çok Yönlü Atatürk
Atatürk kimdir diye sorulunca, öncelikle: Ordulara
hükmetmiş, üstün düşman kuvvetlerine karşı koymuş, onları yenmiş,
sindirmiş ve kaçırmış dirayetli bir Ordu Komutanı aklımıza gelir.
1.Cihan savaşındaki başarıları, özellikle Çanakkale savaşında çizdiği
kahramanlık tabloları; Mondros mütarekesi sonucu işgal edilen
yurdumuzun
kurtarılması
için,
milletimizin
asker-sivil
teşkilatlanmasındaki becerisi; İnönüler, Sakarya savaşları ile
Başkumandanlık meydan muharebelerindeki üstün kumandanlık
kabiliyeti başarılı ordu komutanlığının birer göstergesi olmuştur.
Fakat Atatürk sadece bir komutan olarak değil, bütün
yaşamı süresince, daha öğrencilik yıllarındayken bile gözü pek
faaliyetleriyle; kurmay subay olarak Şam’da, Trablusgarp’ta,
Makedonya’da, Balkan savaşının 2. döneminde gösterdiği üstün
komutanlık yetenekleriyle daha önceden de dikkatleri üzerine çekmiş
lider yapılı bir subaydır.
Milli kurtuluş zaferimizden sonraki yıllarda devlet adamı
sıfatıyla vatanın imarı ve kalkınmasında gösterdiği başarılı
hizmetleriyle de temayüz etmiş ve yaşadığı dönemde önde gelen
bütün dünya milletlerine kendisini kabul ettirmiş çok yönlü kişiliğe
sahip büyük bir devlet adamı olduğunu kanıtlamıştır.
Atatürk, çok yönlü büyük bir liderdir. Şöyle ki; savaşta düşman
karşısında orduları şahlandıran muzaffer bir komutan; barışta ileri
görüşlü, kudretli bir yönetici; toplumun ihtiyaçları doğrultusunda
atılımlar yapmasını bilen inkılâpçı bir lider; her devirde ve her
dönemde konuşmalarıyla toplulukları coşturan ateşli bir hatip olan
büyük Atatürk, üstün başarılarıyla çok övülmüştür. Yurtta ve dünyada
hakkında sayısız yayınlar yapılmış, ciltler dolusu kitaplar basılmıştır.
Okudukça ve öğrendikçe Atatürk’ün büyüklüğünü daha iyi
anlıyoruz. Atatürk, öyle kısa süreler içinde tanıtılabilecek bir insan
değildir. Ben burada, çok yönlü Atatürk’ü gerektiğince tanıtabileceğim
42
Rasim PEHLİVANOĞLU
iddiasında bulunmuyorum. Sadece, Atatürk’ün büyüklüğü hakkında bir
fikir vermeye çalışıyorum.
Atatürk her sahada kendisini yetiştirmiş büyük bir insandır.
Eğitim, bilim, kültür, ekonomi, tarih, felsefe, sosyoloji, din ve başka
her konuda Atatürk’ün görüş sahibi olduğunu ve bu konulardaki
fikirlerini sırası geldikçe açıkladığını, en iyi ve en isabetli fikirlerin
Atatürk’ün ağzından döküldüğünü yaptığımız incelemelerle öğreniyor
ve anlıyoruz. Öğreniyoruz ki, hangi konuda olursa olsun Atatürk
konuşmuştur. Hem de en güzelini konuşmuş ve en doğruyu dile
getirmiştir.
Gerçi Atatürk bir kitap yazmamıştır. Toplu halde bir doktrin
ortaya koymamıştır. Fakat O, sırası geldikçe düşünmüş, söylemiş,
söylediklerini yapmış ve uygulamıştır. Atatürk kuru bir fikir adamı
değildir. Söylediklerini uygulayabilen pratik bir devlet adamıdır.
Atatürk’ün geniş zaman içerisinde söylediklerini bir araya getirir ve
konularına göre sıraya koyarsak Atatürk’ün kitabı kendiliğinden
meydana çıkar. Nitekim, O’nun kendi sözlerini derleyen kitaplar bir
hayli çoğalmıştır. Utkan Kocatürk’ün derlediği “Atatürk’ün Fikir
ve Düşünceleri” ismindeki kitabı bu tür kitapların başında gelir.
Atatürk’ü herkes anlatmıştır. Fakat O’nu en iyi anlatan
bizzat kendisi ve kendi sözleridir. Atatürk’ü iyi anlamak, O’nun
kendi sözlerini okumak ve üzerinde düşünmekle olur.
Atatürk’ü görmedik. Fakat O’nu kitaplardan okuduk ve
kendisini tanıyanlardan dinledik. Şahsi incelemelerim sonucu
öğrendim ki: Atatürk millete hizmet aşkıyla yoğrulmuş idealist bir
Türk büyüğüdür, en büyük Türk milliyetçisidir. Atatürk milli
duygudur, Atatürk milli heyecandır. Atatürk çevresini aydınlatan
parlak bir ışıktır. Atatürk ışığı, kurtuluş savaşımız öncesindeki
günlerde doğmuş ve parlamıştır. Kurtuluş savaşımıza o günlerde “Milli
Mücadele” denildiğini biliyoruz. Aslına sadık kalmak için yeri
geldikçe bizde Milli Mücadele diye söz edelim.
43
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
2- Milli Mücadelenin Mustafa Kemal’i
(Hamasi Şiirlerle Destekli)
Milli mücadelemizin (Kurtuluş savaşımızın) kazanılmasında
Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alınmıştır. Milli duygu, milli
heyecan milli mücadelemizin esas unsuru olmuştur. Atatürk,
kendisindeki milli duyguyu ve milli heyecanı milletine de
duyurmuştur. Milletimizin yapısında var olan milli şuuru
uyandırmış ve şahlandırmıştır… Atatürk’ü iyi anlamak için, önce
milli mücadele (düşman işgalinden kurtuluş) günlerine bir göz atalım.
Milletlerin tarihinde kara günler vardır. Bizimde olmuştur.
1.Cihan savaşında dostlarımız yenilmişti. Gösterdiğimiz bunca
cesarete ve kahramanlığa rağmen bizde yenik sayıldık. Başımızda
bulunanlar Mondros ateşkes antlaşmasını imzalamıştı. Bitkin
durumumuzdan faydalanmak isteyen düşmanlar, dört bir yandan
yurdumuzu işgale başlamışlardı. Akla gelmedik işkenceleri
milletimize reva görmüşlerdi.. Girdikleri yerlerde evleri
basmışlar, kadınları, ihtiyarları işkencelerle öldürmüşler,
çocukları bacaklarından tutup ikiye ayırmışlar; gelinlerin,
kızların namusuna dokunmuşlardı!...
Vatanımızın semalarını kara dumanların sardığı, saldırgan ve
acımasız düşmanların elinde milletimizin inim inim inlediği o kara
günlerde, halkımızın duygularına tercüman olan duyarlı
şairlerimiz, acıklı halimizi dile getiriyorlardı. Bunların coşkulu
deyişlerinden birkaç örnek vererek o kara günlerimizi belirtmeye
çalışalım.
Şair Enis Behiç Koryürek şöyle sızlanıyordu:
Kanlı çamurlarda şeref çiğnendi.
Kahraman bir kavmi sefiller yendi.
Hainler sayısız ocak yıktılar,
Yangından yağmaya, cerre çıktılar!
---------------------------------------------Tutuşan memleket: Benim yurdumdu.
Münhezim dağılan: Benim ordumdu.
O yırtılan bayrak: Benim bayrağım.
Yıkılan ocaklar: Benim ocağım!...
İzmir’in işgalini duyunca içi kan ağlayan Hüseyin Suat isyan ediyor
ve kükrüyordu:
44
Rasim PEHLİVANOĞLU
Ölmeyi bilmeyen insan yaşamaz.
Hakka kuvvetle tahakküm olamaz.
Müslüman yurduna yunan çıkıyor
Hangi hakla ? Vilson’a sor,
---------------------------------------Azmimiz öyle metindir billah,
Vermeyiz İzmir’i Allah Allah!
Öldürün cümlemizi sonra salın
Çiğneyin naşımızı öyle alın!...
…………………………………..1
Necmettin Halil Onan, bir kandil gecesinde Allah’a dua
ederken şunları da söylüyordu:
Bu kutsi gecenin hürmeti için
Bu yurdu bir parça güldür Ya Rabbi
Büyük Resulünün ümmeti için
Bu kadar felâket züldür Ya Rabbi!
Samih Rıfat, inandığı milletine şöyle sesleniyordu:
Yurdunu çiğnetme, esir olursun!
Türbeni çiğnetme, Müslümansın sen.
Dövülür, kovulur, hakir olursun;
Yurdunu çiğnetme, kahramansın sen…
Cemil Sinan şöyle haykırıyordu:
Coşkun seller gibi aksa yerde kan,
Ant içtik biz, atılırız korkmadan.
Tanrı bizim, töre bizim, il bizim..
Bu uğurda can veririz her zaman!
O kara günlerde, vatan ve milletini seven herkes acılı, herkes
duygulu ve herkes bir arayış içindeydi. Türk milleti esareti kabul
etmiyordu. Fakat nasıl kurtulacaktı? Kurtuluşumuzda bize yol ve
yön gösteren kim olacaktı? İçten içe kaynayan, hıncı artan
milletimiz kendisine cesur, metin, gözü pek, toplayıcı ve kurtarıcı
bir baş arıyordu… Nihayet o baş bulundu.. Milletimizin sinesinden
altın saçlı, gök gözlü, ateşin bakışlı bir milli kahraman yükseldi:
“Mustafa Kemal” diyorlardı adına!
1
Mehmet Kaplân ve Arkadaşları – Milli Mücadele ve G.M.Kemal-İst.1981-S.103
45
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli şairimiz Behçet Kemal Çağlar’ın deyişiyle:
Güneşler doğdu battı, yıldızlar söndü yandı
Ne bahtımız ağardı, ne kinimiz uyandı.
Neden sonra ne yıldız, ne gün, ne hilâl gibi,
Mustafa Kemal doğdu, Mustafa Kemal gibi!
Samsun ufuklarında doğan Mustafa Kemal, Anadolu’nun
içlerine giderken:
Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar,
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar!...
Mısralarını terennüm ederek yoluna devam ediyordu.
Gittiği her yerde, konuşmalarıyla halka güven veren, ateşli
nutuklarıyla dertli gönüllere su serpen bu milli kahraman, kendisine
inanan milletimizi coşturuyor; tek kalp, tek yumruk olarak
milletimiz Mustafa Kemal’in ardından yürüyordu. O’na güven
verdi, güç verdi. Gözler Mustafa Kemal’e çevrildi. Mustafa Kemal
adı dillere destan oldu. Mustafa Kemal bayrak oldu!...
Mustafa Kemal’in önderliğinde yapılan Erzurum, Sivas
kongrelerini takiben, Ankara’da TBMM toplandı. Yeni Türkiye
Devleti kuruldu ve ülkemizde milli irade hâkim oldu. Milli
mücadelemiz Anadolu da yeni bir hükümetin kuruluşuyla resmen
başlamış oldu…
Her taraftan, vatanın bağrına gelen düşmanlara karşı, ilk
aylarda ancak gönüllü çetelerle savaş veriliyordu. Henüz düzenli ordu
kurulamamıştı. Bu durum milletvekillerini düşündürüyordu. Mecliste
heyecanlı konuşmalar oluyordu. Mebuslardan (milletvekillerinden)
birisi sözlerini büyük vatan şairi Namık Kemal’in şu beytiyle
bitiriyordu:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara madenini?...
En büyük ve en korkunç düşmanın ümitsizlik olduğunu çok iyi
bilen Mustafa Kemal bu beytin iki kelimesini değiştirerek fakat
veznini bozmadan, sert ve sarsılmayan bir azimle şu cevabı
veriyordu:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara madenini!...
46
Rasim PEHLİVANOĞLU
Gün gelmiş, düzenli ordu da kurulmuştu. Bütün çeteler
disipline alınmış ve bir komutaya bağlanmıştı. İstiklal savaşımızın ilk
aylarıydı. Henüz 2.İnönü savaşı olmamıştı. 1921 yılının mart ayında,
İstiklal marşımızın büyük şairi Mehmet Akif, o günlerin heyecanı
içinde milletimizi temsilen şöyle haykırıyordu:
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım;
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım!
Türk’ün zincire vurulamayacağını (hürriyetinin elinden
alınamayacağını) dünyaya böyle haykıran Mehmet Akif, mutlu
günlerin yakın olduğunu da şöyle müjdeliyordu:
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
O günlerde bütün şairlerimiz milli heyecanla kaynıyor, milli
duyguları canlandıran şiirler yazıyor ve milletimize ölmez eserler
bırakıyorlardı. Bunlardan birisi olan milli şairimiz Mehmet Emin
Yurdakul, oğlunu cepheye gönderen bir annenin dilinden
askerlerimize şöyle sesleniyor ve onları şevkle, vatan için ölüme
sevk ediyordu:
Haydi oğlum! Ben seni bugün için doğurdum;
Hamurunu yiğitlik duygusuyla yoğurdum;
Türk evladı odur ki, yurdu olan toprağı
Ana ırzı bilerek, yad ayağı bastırmaz
Bir yabancı bayrağı
Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırtmaz.
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım;
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım.
Haydi oğlum, haydi git,
Ya gazi ol, ya şehit!...
Haydi yavrum! Kendine sen de “Yiğit er” dedir;
Büyüdüğün gaziler ocağına can getir;
O cenkleri kazan ki, senin büyük Türk adın
Yedi iklim, dört bucak içerisine ün salsın;
Beş yüz yıllık ecdadın
Kabirlerde titreyen kemikleri öç alsın.
47
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım;
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım.
Haydi oğlum, haydi git;
Ya gazi ol, ya şehit!...
Şahlanmış bir millet ve ona yol gösteren îmanlı, güçlü bir
baş olduktan sonra kurtarılamayacak ne olabilirdi? İnönüler,
Sakarya savaşları ve ardından:
26 Ağustos gece sabaha karşı,
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı.
Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar!
Alt üst oldu siperler, eridi demir ağlar!
Mısralarında ifadesini bulan büyük zafer başladı. 30 Ağustos
günü Dumlupınar meydan savaşında bozulan düşman –kaçtı… 1922
yılının 9 Eylül günü İzmir’de denize döküldü!...
Milli şairimiz Behçet Kemal Çağlar’ın deyişiyle:
Millet gövde oldu, Ata baş oldu.
Taşlar silah oldu, otlar aş oldu
Misli görülmemiş bir savaş oldu.
Attık yabanları yurttan dışarı!
Ve böylece kurtardık ana vatanı.
48
Rasim PEHLİVANOĞLU
3 - Yüksek Türk Kültürüne Sahip
Atatürk’ün Türklük Duygusu
El açıp Allah’a dua ederek milli mücadeleye başlayan Mustafa
Kemal Milletimize inanıyordu. Milletimizin cesaretine, metanetine,
asaletine ve kahramanlığına güveniyordu. Türk milletinin benliğinde
var olan hürriyet aşkımız, esarete isyanımız, hakka inancımız,
haksızlığa karşı koyuşumuz Mustafa Kemal’e güven ve güç
kaynağı oluyordu.
Milli mücadelenin Mustafa Kemal’ine göre:
– Türk milleti büyük bir aslandır. Biz hepimiz onun tüyleri
arasına sıkışmış ve sığınmış göz ile görünmez küçük varlıklarız…
Bu aslanı tahrik edebilmek… İşte bizim için iftihar edilecek rol
budur…”1 Atatürk rolünü başarmış, bu büyük aslanı tahrik etmesini
bilmiş ve yurdumuzu kurtarmıştır.
Mustafa Kemal’in “tabiat çocuğu” olarak tanımladığı
– Türk yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir…” Evet, yıldırım gibi gürledik, kasırga gibi estik, kükredik,
düşmanı yıldırdık, yendik, kaçırdık ve büyük zaferi kazandık… Esaret
altındaki diğer milletlere de ışık olduk, yol gösterdik…
Atatürk, vatanı kurtarma savaşına:
– … Türk’ün haysiyet ve izzetinefsi ve kabiliyeti çok
yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa
mahvolsun evladır (daha iyidir)”2 diyerek atılmıştır. Çok şükür,
esaret zincirini kırdık fakat mahvolmadık. Atatürk, milli mücadele
yıllarında:
– …Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri,
düşmanların mel’un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar
gibi yükselecektir” 3 diyordu. Yükseldiğimizi gördü ve dünyaya da
gösterdi.
En büyük Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün Türk milletine âşık
olduğunu yukarıda söylemiştik. Diğer milletlerinde milliyetlerine saygı
duyan Atatürk, milletimizin başka milletlerden daha üstün
vasıflara sahip olduğuna inanıyor ve şunları söylüyordu:
1
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri – A.A. Merkezi Genişletilmiş 2. Basım No: 302
a.g. e. s 302
3
a.g. e. s 318
2
49
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–… Türk milleti kahramanlıkta olduğu kadar, istidat ve liyakatte
de bütün milletlerden üstündür” diyor ve devam ediyor:
– Ben, batı milletlerini, dünyanın bütün milletlerini
tanırım… Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin
manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetlerinin
üstündedir.” “Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok.
Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğruna ölmesini
biliriz.” diyen Atatürk devamla:
– Türk’e olumlu ve iyi bir şey veriniz, bunu reddetmesine
imkân yoktur” 4 diyor.
Tarihi çok okuyan, özellikle Türk ve İslâm Tarihini çok iyi
bilen Atatürk’e göre:
– Türk milletinin manevi gücü yüksektir, diğer milletlerden
üstündür. Türk zekidir, cesurdur, çalışkandır. Gerektiğinde vatan için
ölmesini bilir. Türk olumlu bir şeyi reddetmez.” Atatürk’ün görüşleri
budur. Tarihin sayfaları da böyle yazıyor.
Önde Gelen Yabancıların Görüşleri ve Atatürk
Geçmişte, dünyanın önde gelen büyük adamları da Türk
Milletinin büyüklüğünü anlamış ve övgü dolu sözlerle takdirlerini
dile getirmişlerdir. Atatürk’ün görüş ve duyuşlarına destek olmak
üzere bu övücü sözlerden birkaçını aşağıya alıyorum.
Alman tarihçi Hammer: “Tarih Türklerden çok şey öğrendi.
Onların elinden çıkmış öyle eserler vardır ki; bunlar medeniyetin birer
ziynetidirler. Sadelik içinde görkem, suskunluk içinde büyüklük,
alabildiğine bir yurt ve millet sevgisi.”
Alman filozofu Kayserling: “Türkler muhakkak ki; Avrupa ve
yakın Asya tarihinin tanıdığı en halis efendi millettir!…”
Lord Byron: “Kılıcı insafsız bir maharetle kullanan Türk’ün
eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır!...”
Fransız Edibi Lamartin: “Bence, insaniyete şeref veren Türk
ulusunun düşmanı olmak insanlığın düşmanlığı olmaktan farksızdır.
Türklerin yurdu efendiler diyarı, kahramanlar memleketi, şehitler
ülkesidir!...” Türkler, bir ırk ve ulus olarak yeryüzünün en şerefli
insanlarıdır.
4
a.g.e. s 303
50
Rasim PEHLİVANOĞLU
Lord Bearonsfield: “Türk’ün ezeli meziyetlerini, tarihi
faziletlerini, yüksek yeteneklerini inkâr etmeyelim!...”
Fransız İmparatoru Napolyon: “Türkler öldürülebilirler fakat
mağlup edilemezler!... Çünkü onlar vatanlarına, her şeyi feda edecek
derecede bağlıdırlar!...”
Arap Bilgini Cahiz: “Türkler, pek namuslu insanlardır. Ne
savaşta, ne barışta hile yapmazlar. Fırsattan yararlanmaya tenezzül
etmezler. Özleri de doğrudur, sözleri de!... Vatanlarına bağlılıkları ise
her hasretlerinin üstündedir.”
Rus Komutanı Çernayef: “Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti
değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekâsı da vardır.”
İngiliz Komutanı Tavsend: “Savaşın zevkini almak isteyen
herkes Türklerle savaşmalıdır!...”
Conte de Bonneval: “Bu büyük ruhlu milletin arasında
vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz! Lakin Türk
de aziz, hem çok aziz!...”
American Komutanı Mc. Arthur: “Türk silahlı kuvvetleriyle
işbirliği yapmaktan büyük bir sevinç ve gurur duyuyorum. Türk
askerinin örnek cesaretinden asla kuşkum yok. Birliğimize katılan bu
muazzam kuvvetin bana, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı ve dünyanın
en büyük askeri liderlerinden biri olan Kemal Atatürk ile yakın
dostluğumu hatırlatmasından sonsuz bir haz duyuyorum!...” (Kore
savaşlarında Başkomutan) (yukarıdaki sözler Ahmet Evintan’ın bir gazetedeki
makalesinden alınmıştır.)
Bu ünlü kişilerin arasında, geçmişte Türklere karşı savaşmış
olanlar da vardır. Anlaşılıyor ki; Türkün yüceliğini, değerini, gücünü ve
kahramanlığını düşmanları bile kabullenmiş ve inkâr edememişlerdir.
Atatürk’ün kendi milletine karşı duyduğu üstün sevgi ve saygının
nedeni daha iyi anlaşılmaktadır. Atatürk şöyle söylüyor:
– Batı milletlerini, bütün dünya milletlerini tanırım. Bu
tanıma harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm
karşısında olmuştur. Yemin ederek sizi temin etmek isterim ki
bizim milletin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi
kuvvetinden üstündür.” 5
5
Turhan Feyzioğlu – Atatürk ve Milliyetçilik S.23
51
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Hiçbir millet,
milletimizden çok, yabancı unsurların
inanışlarına saygı göstermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk
milleti tarihte medenidir. Hakikatte medenidir. “6
Atatürk’ün Türk milleti hakkındaki övücü sözlerini doğrulayan
yabancı yazarların birkaçının daha yazılarından aşağıya alıntılar
yapıyorum:
1655 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Johan Thevenet isimli bir
seyyahın “Tebaasının Gözüyle Büyük Türk’ün İmparatorluğu”
adıyla yazdığı bir kitapta şunlara da yer verilmiştir:
– Kesin gerçek şudur ki, Türkler iyi insanlardır ve
kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi başkasına
yapmamak yolundaki emre büyük bir dikkatle uyarlar… Asil
Türkler çok dürüst insanlardır. Bütün dürüst insanları, Türk,
Hıristiyan veya Musevi olmalarına bakmaksızın takdir ederler…
Türkler son derece inançlı, yardımsever insanlardır… Türkler
kendi aralarında pek kavga etmezler. Etseler bile, yoldan ilk geçen
kişi onları barıştırır… Türkler ölçülü insanlardır. Onlar için
denilebilir ki; yaşamak için yemek yerler, yemek için yaşamazlar.”
7
görüşünü savunuyor.
Ünlü filozof Voltaire: “Büyük Türk, değişik dinlere mensup
yirmi milleti barış içinde yönetiyor. Türkler Hıristiyanlara, barış
zamanında ılımlı ve zafer anında âlicenap olunabileceğini
öğretmişlerdir.”
David Holham: “Türkler yıkıcı değil, yapıcı bir millettir.
Türklerin birçok mükemmel meziyetleri vardır: Vakar, asalet,
dürüstlük, içtenlik, nezaket, misafirperverlik, büyük fiziki cesaret ve
dayanıklılık.”
Fransız Tarihçisi Andre Clot: “Kendi dinlerinden olmayanlara
karşı Osmanlılar hiçbir düşmanlık göstermemiştir… Hıristiyan
ülkelerde hoşgörünün nadir olduğu bir devirde, bu ülke hoşgörü
alanında herkese örnek olacak durumda idi” diyor. 8
Daha birçok yabancı yazarların ve devlet adamlarının Türkler
hakkında övücü sözleri tarih kitaplarında yer almıştır.
Türk milletini tanıyan önemli yabancı yazarlarında kabul
ettiğine göre, milletimiz (Türk halkı) büyük çoğunluğuyla saygındır,
6
7
8
a.g. e s 32
a.g. e s 29-30
A.g.e s.30-31-32
52
Rasim PEHLİVANOĞLU
azizdir, yiğittir, yüreklidir, sevecendir, sabırlıdır, özverili ve
erdemlidir. Gerçek anlamda ülküsüne ve inancına bağlıdır.
Konuksever, yurtsever, iyiliksever ve insan severdir.
Yabancılar dahi Türkleri böyle överken, bakalım Atatürk
milletimiz hakkında ne diyor: Atatürk’ün nutuklarının en önemlisi
olarak gördüğüm 10.yıl nutkunda şöyle söylüyor:
– Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti
çalışkandır. Türk milleti zekidir, çünkü Türk milleti milli birlik ve
beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir ve çünkü Türk
Milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir…”
–… Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni
kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkunda
yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Atatürk’ün, Türk Milletinin yüceliğini
belirten birkaç sözünü daha aşağıya almakta fayda görüyorum:
– Türk’ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve
büyüktür.”
– Türk milleti güzel her şeyi, her medeni şeyi, her yüksek şeyi
sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde takdir ettiği
bir şey varsa, o da kahramanlıktır.”
– Bizim milletimiz; vatan için, hürriyet ve egemenliği için
fedakâr bir millettir.”
–Türkiye halkı, yüzyıllardan beri hür ve müstakil (bağımsız)
yaşamış bir milletin kahraman evlâtlarıdır.”
– Bu millet tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk
olarak kalacaktır.” 9
Yukarıya alınan, Türk Milletinin değeri hakkında Atatürk’ün
söylediği övgü dolu sözlerin yanı sıra; yabancı devlet adamlarının ve
yabancı yazarların takdir edici görüşlerinden de anlaşıldığı üzere,
Türk Milleti yüksek bir milli kültüre sahiptir.
Gerçek bu iken, Türk Milleti olarak kendimizi küçük
görmeyelim. Türk, küçük değil büyüktür, yüksektir… Bizi küçük
görenleri veya kendimizi küçük gösterenleri herhalde hoş
görmemeliyiz. Eğer aramızda küçükler varsa, küçük işler yapanlar
bulunuyorsa, bu hal Türk’ün küçüklüğünden değil, Türklüğü
öğrenemeyişlerinden ve yaşayamayışlarındandır. Çeşitli tesirlerle
kendimize yabancılaşmamızdan ve Türk milletinin asaletini
9
A.g.e. s.33-34
53
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bilmeyişimizdendir. Birkaç kötü örneği genelleyerek kendimize iftira
etmeyelim, kendimizi öğrenmeye çalışalım. Kendimizi sevelim ve
kendimize güvenelim.
Çeşitli Şiirler ve Fıkralarla Türklük Duygusu
Türkçülüğün Esasları kitabının yazarı olan ve Atatürk’ün
“fikir babam” diye tanımladığı büyük düşünür Ziya Gökalp’ın,
çocukların Türklük bilincini güçlendirmek gayesiyle yazdığı küçük
şiirini aşağıya alıyorum:
Yüce Tanrı! Biz ki yavru Türkler ’iz.
Sana geldik vatan için duaya!
Yurdumuzun necatını dileriz,
Elimizi açtık işte semaya.
Yüce Tanrı! Kalbimizi uyandır,
Yasamızın manasını duyalım!
Beş bin yıllık Türk onunla şahlanır,
Biz de Türk’üz, soyumuza uyalım. 10
Şair Behçet Kemal Çağlar, Atatürk’le Türk Ulusunu şöyle
dile getirir:
Atatürk olmasaydı çökmüştü Türk Ulusu.
Kurtuluş olanağı öylesine azdı ki,
Türk’teki kutsal gücün şahlanışı Atatürk
Türk Ulusu olmasaydı olmazdı ki Atatürk11
İstiklal marşımızın yazarı, imanlı şairimiz Mehmet Akif Ersoy,
kendi şahsından, Türk milletinin karakter portresini şöyle çiziyor:
“Zulmü alkışlayamam; zalimi asla övemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım…
-Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Doğduğumdan beridir aşıkım istiklâle;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle
10
11
A.g.e. s.17
A.g.e. s.35
54
Rasim PEHLİVANOĞLU
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördün mü yanar ta ciğerim;
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim;
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.”
Türk Milletinin karakter yapısı işte budur.
Atatürk, “Türk! Öğün, çalış, güven…” derken Türklüğümüzle
övünmemizi, çok çalışmamızı, kendimize güvenerek geleceğe güvenle
bakmamızı öğütlemiştir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözüyle de,
Türk Milleti için de ve Türk toplumunun bir ferdi olarak yaşamanın en
büyük mutluluk olduğunu söylemek istemiştir. Zira ne mutlu Türk
olana dememiş de ne mutlu Türk’üm diyene demiştir.
Mahmut Esat Bozkurt anlatıyor: “Atatürk çok Türkçü idi…
Bir gün beraber oturuyorduk. Merhum Nuri Conker bize şaka ettiğini
işaret ederek:
– Canım dedi, Türklük, mürklük neymiş? Zaten bütün
insanlar birbirine karışmıştır. Bunun artık Türk’ü, Acem’i,
Fransız’ı ve Rus’u olur mu?” deyince, Atatürk hepimizin çok
sevdiği Nuri Conker’e:
– Bana bak Nuri! Her şakana eyvallah ama, Türklüğüme
ilişme! Benim hayatta yegâne fahrim (biricik övüncüm, kıvancım),
servetim Türklüğümden başka bir şey değildir” cevabını vermiştir.
Türklük duygusu bu olan Atatürk’e göre acaba bir Türk’ün
bedeli nedir?
1925 yılında Kastamonu seyahatinde bir kışla duvarında
gördüğü: “Bir Türk on düşmana bedeldir” sözü üzerine subaya
soruyor: “Öyle midir? Subay tam bir güvenle ve içten: “Evet Paşam”
diyor. Atatürk başını daha dik tutarak ve şanlı Türk tarihini ve
onbinlerce kahramanlığı, korkusuz akınları, vatanı müdafaa ve
savaşlarını hatırlayarak; cihana karşı durmuş Türkleri ve ecdadını bir
anda görmüş olarak karşılık veriyor:
– Hayır çocuğum öyle değildir: Bir Türk dünyaya bedeldir!”
diyor.
– Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen
Türk olarak yaşayacaktır” sözüyle de Anadolu Türklüğünün
bozulmadan ilelebet yaşayacağını belirten imanlı Atatürk, acaba bu
55
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yüksek Türklük duygusunu nereden, ne zaman ve nasıl almıştır?
Kendisinden dinleyelim:
– Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa manastır askeri
idadisi’nde öğrenci iken okuduğum “Ben Bir Türk’üm Dinim,
Cinsim Uludur”” mısralarıyla başlayan manzumesinde, “Bana milli
benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum” diyor.
Atatürk’e milli benliğinin gururunu tattıran bu şiiri aşağıda okuyalım:
CENK’E GİDERKEN
Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim
Bu topraklar ecdadımın ocağı;
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı;
İşte vatan, işte Tanrı kucağı
Ata yurdum evlât bulmaz giderim
Tanrım şahit duracağım sözümde;
Milletimin sevgileri özümde;
Vatanımdan başka şey yok gözümde.
Yer yatağı düşman almaz giderim.
Ak gömlekle gözyaşımı silerim;
Kara taşla bıçağımı bilerim;
Vatanım için yücelikler dilerim.
Bu dünyada kimse kalmaz giderim.
Atatürk, Türklük gururunu :
– Asıl bunu orduya katıldığım ilk günlerde bir Anadolu
çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum” diyor. Kendi
diliyle anlattığı acıklı ve acıklı olduğu kadar da düşündürücü olayın
özeti şöyledir:
Genç subay Mustafa Kemal, kurmaylık stajı için Hayfa’da
bulunuyor. Arap gençlerinden oluşan askerlere, Anadolu Türk
delikanlısı olan çavuşlar talim ettiriyordu. O yıllarda, Osmanlılık
telkinine göre, Araplar “kavm-i necip” (üstün kavim) olarak
adlandırılırken; Türkler (Türk halkı, Anadolu Türkleri ve Türk
köylüleri) aşağı görülüyordu. Osmanlılık telkini altında yetişen kıta
komutanı, Makedonyalı ve ileri yaşlı bir yüzbaşı, Arap erlere fazla
şefkat gösterirken, Türk çavuşlara sert davranıyordu. Çavuşların
sözlerini iyi anlamayan Arap genci askerler pek çok yanlış harekette
56
Rasim PEHLİVANOĞLU
bulunuyorlar, bazen çavuşların sabrını taşırıyorlardı. Gene bir gün,
sabrı taşan çavuşun birisi Arap asıllı ere sert davranıyor. Anadolu
delikanlısı olan bu çavuşu mimleyen yüzbaşı odasına çağırıyor.
Odada, çavuşun milli gururunu inciten ve Türk’ü küçük
gören ağır sözlerle azarlamaya başlıyor. “… Türk” diye çavuşa
hakaret ediyor. Peygamber soyundan gelen Arapları överken,
Türkü yeren hakaret dolu sözlere devam ediyor.
Türklük gururu incinen onurlu çavuş, kumandanına
saygısından dolayı duygularını gemliyor, bir şey söyleyemiyor.
Fakat bakışı değişiyor, yüz hatları gerginleşiyor ve sessizce göz
pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları yanaklarından
birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor. Gözünden akan
yaş damlalarına mani olamayan çavuş böylece kendisini yatıştırmaya
çalışıyor.
Bu hazin manzarayı, üzgün ve sinirli olarak seyretmekte
olan Mustafa Kemal’in içinde isyan duygusu şahlanıyor ve o anda
şöyle düşündüğünü kendisi açıklıyor:
– O erin bağlı olduğu kavim birçok bakımdan necip (üstün)
olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz
kavminde, tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu
bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü
görüş ise, doğrudan doğruya, Türk aydınlarının kendini
bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük
varsayarak, kendini onlardan aşağı görüp, nefsine olan güveni
yitirmesinden ileri geliyordu. Artık bu yanlış görüşe son vermek,
Türklüğümüzü bütün asalet ve nicabeti ile tanımak ve tanıtmak
gerekmektedir.” Böyle düşünen Mustafa Kemal:
– O andan beri inandığım bu gerçeğe, bütün Türklerin
inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim”
diyor ve hayatı boyunca bu ülküsünü gerçekleştirmeye
çalışıyor.Atatürk bir başka konuşmasında:
– Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela
bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren,
fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim… Bilelim ki, milli
benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikarıdır (avıdır)”
diye söyleyerek, önce kendi kendimize saygı duymamızı ve
Türklüğümüze sahip çıkmamızı öğütlüyor. Aksi halde, başka
milletlerin avı olabileceğimiz hakkında bizi uyarıyor.
57
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Değerli şairlerimizden Enis Behiç Koryürek, yazdığı şiirinde
“Biz kimleriz” diyen kendi sorusunu bizzat kendisi şöyle cevaplıyor:
BİZ KİMLERİZ?
(MİİLİ NEŞİDE)
Biz kimleriz?... Biz Altay’dan gelen erleriz.
Çamlıbel’de uğuldarız, coşar, gürleriz.
Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri
Hak yolunda, yalın kılıç, hep seferberiz.
Zafer bizim şaha kalkmış küheylanımız;
Atıldı mı durduramaz ne dağ, ne deniz…
Felâketler pençemizde oyuncak olur.
Yangınlarla bütün cihan al sancak olur
Tanyerinden yıldırımlar saçan sesimiz
Gün batısı üzerinden şöyle duyulur:
Fırtınalar yoldaşıdır na’ra salan Türk!
Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk!
Yürüyoruz başımızda ay yıldızımız,
Genç, ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız…
Soyumuzda ne kahraman kardeşler vardır..
Türkmen, oğuz, Başkurt, tatar ve kırgızımız
Demir dağlar delmiş olan bozkurtlarız ki
Orhun’da var Kültigin’den kalma yazımız…
Medeniyet şimşeğinden gelir hızımız;
Sorma: Kimdir kanatlanmış bu genç alaylar?
Bunlar bütün nura doğru akın eden Türk!
Hey koca Türk, uzakları yakın eden Türk! 12
Yeri gelmişken, daha köyümüz ilkokulunda öğrenciyken, bir
cumhuriyet bayramında dinlediğim, Türklük duygusunu dile getiren
bir şiirle ilgili anımı yazmak istiyorum:
Köyümüzün yakınında yaya 15–20 dakikada gidilen Boyalı
köyü vardı. Bir cumhuriyet bayramı gecesi, Boyalı Köyü İlkokulu’nun
öğretmen ve öğrencileri köyümüze fener alayı düzenlemişti. Çok
sayıda değneklerin ucuna takılmış küçük teneke kutuların içine
doldurulmuş kül ve gaz karışımından oluşan harçların yakılmasıyla
meydana gelen meşaleli fener alayı ile Boyalı köyü öğrencileri
köyümüzü aydınlatmış ve köylülerimizi heyecanlandırmıştı.
Hazırlıklı gelen Boyalı köyü öğrencilerinden birisi köy meydanındaki
12
Nejat Birinci: Kahramanlık Şiirleri Antolojisi- İst/ 1987 s 218
58
Rasim PEHLİVANOĞLU
kürsüye çıkarak coşkuyla okuduğu şiiriyle milli heyecanlarımızı
kamçılamış ve bizi coşturmuştu.
Öğretmenimizin de isteğiyle o şiiri alarak yazmış ve
ezberlemiştik. Beş kıtadan oluşan ve milli duygularımızı coşturan
(yazarını bilmediğim) “TÜRKLÜK” isimli o kıymetli şiirin, şu anda
hatırımda kalan sadece iki kıtasını aşağıya almayı faydalı görüyorum.
TÜRKLÜK
Sorun bizi tarihten, sorun bizi neler der..
Yeryüzünde en büyük ulustanız biz erler.
Uğraştıkça, saldıkça vakit vakit ve yer yer,
İnlemiştir şu gökler, titremiştir bu yerler;
Bize demir bilekli, tunç yürekli Türk derler!
Bilen bilir biz kimiz, tarihte en eskiyiz.
Adımız gök yıldırım, demir, kaya, dağ, deniz
Hint’e, Çin’e, İran’a, her yana ad salan biz;
Doğulardan batıya doludizgin geçmişiz.
Bize dağlardan aşan, setler yıkan Türk derler!...
Atatürk devri Türkiye’sinde köylerde bile milli bayramlarımız
coşkuyla kutlanırdı. Yakın geçmişte verdiğimiz milli mücadelenin ve
kazandığımız büyük zaferinde etkisiyle milletimiz vatan sevgisi ve
Türklük
duygusuyla
dopdoluydu.
Hele,
cumhuriyetin
10.yıldönümünde (hayal, meyal hatırladığıma göre) köyümüzün uygun
bir yerinde davullar çalınmış, oyunlar oynanmış, kazanlar kaynamış,
etli pilavlar yenilmişti… Çocukluğumun unutulmaz anısı olan o ne
güzel bir gündü.
Kayseri-Pazarören Köy Enstitüsüne girdiğim ilk gün,
tesadüfen rastladığım okul müsameresinin sonunda, ezberimde olan
yukarıya aldığım “Türklük” şiirinin tamamını –izin alıp sahneye
çıkarak- coşkuyla okumuştum. Karşılaştığım şiddetli alkışlar ve okul
müdürümüz rahmetli Sabri Kolçak’ın övgüyle dolu sözleri bugün
kulaklarımda halâ çınlamaktadır. Okula başladığım ilk gün okuduğum
o şiirle bir anda bütün okulun sevgilisi oluvermiştim…
59
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugünün Türk Gençliği’ne hitaben yazılan 05.07.2007 tarihli
Türkiye Gazetesinde yayınlanan anlamlı bir şiiri, okuyanları
düşündürebilir görüşüyle aşağıya alıyorum.
EY TÜRK EVLADI
Aldığını değil de ürettiğin şeyi sat.
Sağlıklısın, esensin, ele geçmez bu fırsat.
Geri gelmez bunu bil her dakika her saat,
İki elin böğründe öyle ne duruyorsun?...
İleriye hamle et, karşıdaki zorluğa,
Bir tuğlada sen ilet yurdundaki uygarlığa.
Yurdunu yüceltmeye göğüs ger her darlığa
Senin yolun aydınlık daha ne soruyorsun?...
Zorlanıp terlesen de, bittim artık desen de,
Allah’tan imdat iste çok cevherler var sende.
Sen bir Türk evladısın, senin yürek kesende
Şeref, şanı tertemiz yiğitlik kokuyorsun.
Tohumlar gibi varsın şu dünya toprağında,
Fışkırıp bitmen gerek ovasında, dağında.
Düşmanın emelleri kalmalı kursağında,
Halâ mı boş şeylerle kafanı yoruyorsun?..
Tekrar yak şu ateşi Orta Asya çölünde.
Yelkenliler buluşsun uçsun Aral gölünde,
Yüreğinde saklanan bayraklar var elinde,
Burçlara dikmek için erkekçe yürüyorsun.
60
Rasim PEHLİVANOĞLU
4 - Türk Milletini Yüceltme Ülküsünde
Olan Milliyetçi Atatürk
Her fırsatta bağlılığımızı söylediğimiz Atatürk ilkelerinin en
başta gelenin milliyetçilik ilkesi olduğu, Atatürk’ü iyi tanıyan bütün
yazarlar tarafından belirtilmiştir. Diğer ilkelerin milliyetçilik etrafında
yer aldığı yazılıyor.
Türk milletinin milliyetçilik duygusunu canlandırmak suretiyle
istiklâl savaşını kazanmış olan Atatürk, savaştan sonra milli mücadele
arkadaşlarıyla birlikte milli devleti kurmuş olduğunu yukarıda
belirtmiştik.
Sağlığında, kendisini Türk milliyetçisi olarak tarif etmiş
olan Atatürk’ün, gelmiş geçmiş en büyük Türk milliyetçisi olduğu
bir gerçektir.
Bugün yaygın halde söylenen Atatürk Milliyetçiliği sözü,
aslında Türk milliyetçiliğinden başka bir şey değildir. Zira:
Atatürk’ün geçmişteki büyük hizmetleri, verimli çalışmaları, büyük
devlet adamlığı vasfı, her konudaki veciz sözleri, Türk milliyetçiliğinin
en güzel ifadesi olduğundan ve de bazı siyasi veya ideolojik grupların
milliyetçilik mefhumunu istismar konusu yaptığından Türk
Milliyetçiliğine “Atatürk Milliyetçiliği” denilmiştir.
Büyük fikir adamı rahmetli Turan Feyzioğlu’nun teklifi ile de
bu ifade anayasamıza girmiştir. Türk milletinden olmanın gururunu
duyan Atatürk, her vesileyle de Türk milliyetçisi olduğunu ifade
etmiştir.
Ünlü tarihçi yazar Yılmaz Öztuna, Türkiye gazetesinde
yayınlanan 2 Kasım 2003 tarihli baş makalesinde: “…Tek hedef Türk
milletini muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükseltmek” olduğunu
yazarak “Atatürk derecesinde, Türk milletine aşık başka bir
şahsiyet hatırlamıyorum” diyor ve “10 ila 20 yıl daha yaşasaydı,
bugün bambaşka bir Türkiye olacağından eminim” görüşünü
savunuyor.
Şahıslar geçicidir. Fakat toplum daimidir. İnanıyoruz ki
Türk toplumunda var olan Türk milliyetçiliği ruhu ilelebet
yaşayacak ve övünçle devam edecektir.
Atatürk, Kurtuluş savaşı sonrası kurduğu milli devleti, milli
kültür esasları üzerine oturtmaya çalıştığını biliyoruz. Bugünkü Türkiye
Cumhuriyetimiz milli kültür üzerine kurulmuş dinamik bir milli
devlettir. Devletimizin dayandığı milli kültür Türk kültürüdür.
61
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Ama milli kültürümüze, milli benliğimize aykırı düşmeden çağdaş
kültürden de yararlanarak gelişmemiz normaldir.
Kültür – Milli Kültür
Eğitilmiş iyi insan aynı zamanda kültürlü insandır. “Türk
Milletinin temeli kültürdür” diyen Atatürk, kültürü şöyle tanımlıyor:
– Kültür okumak, anlamak, görebilmek ve görebildiğinden
anlamlar çıkarmak, uyanık olmak, ders almak, düşünmek, zekâyı
eğitmektir1” diyen Atatürk’ün bu sözlerinde ifadesini bulan kültürlü
insanı yetiştirmek ve onların memleket hizmetinde görev almalarını
sağlamak elbette milli devletin görevidir.
Milli devlet, milli kültüre dayalı devlettir demiştik. Milli
devlet, milli kültürü koruyan, geliştiren, yücelten, milli hayatın
sürüp gitmesini temin eden, ferde ve millete hakiki saadet yolunu
açan bir şekilde teşkilatlanmadır…
Yükselmek için milli birliğe ve milli kültüre çok önem veren
Atatürk:
– Bir ülkenin en değerli varlığı yurttaşlar arasında milli
birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık, duygu ve kabiliyetlerin
olgunluğudur… Bu sebeple Türk milletinin idaresinde ve
korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte
göz diktiğimiz idealdir (ülküdür).”2 diyor.
Cumhuriyetimizin yaşamasını Türk kültürüne (yani milli
kültürümüze) sahip çıkmamızda gören Atatürk:
– Bir milletin mutluluk saydığı şey diğer bir millet için
felâket olabilir. O halde bir millet kendine göre mutluluk sayacağı
bir şeye erişebilmek için başvurduğu gerek ve araçlar, kendi
ruhundan çıkarsa o zaman amaca varabilir.”3 Bir başka
konuşmasında Atatürk şöyle söylüyor:
– Her milletin kendine has gelenekleri vardır. Hiçbir millet
diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne
taklit ettiği milletin aynısı olabilir ne de kendi milliyeti içinde
kalabilir.”4 İşte, O sevdiğimiz büyük insan Türk kültürüne böylesine
bağlıdır.
1
2
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri – Genişletilmiş 2. Basım – Atatürk A.Merkezi, s.246
a. g. e., s.307
a. g. e. s. 319
4
a. g. e. s.319
3
62
Rasim PEHLİVANOĞLU
Türk gençliğinin kültürlü bir insan olarak yetişmesine özen
gösteren Atatürk;
– Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini,
Türk cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz”5 diyerek
davamızın büyüklüğünü şöyle belirtiyor:
– Büyük davamız en uygar ve en bolluğa, rahata kavuşmuş
millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında
değil düşüncelerinde temelli bir devrim yapmış olan büyük Türk
milletinin dinamik idealidir (ülküsüdür).”6
Biliyoruz ki: medeniyet beynelmilel, kültür ise millidir.
Kültürler daha çok o milletin özel yaşantısını ve kendisine has
karakter özelliklerini yansıtır. Onun için kültürler milletten millete
farklılık gösterir. İşte bu farklılık milli kültürü oluşturur. Ancak,
milli kültürler de çağdaş kültürlerden faydalanarak gelişebilir.
Milli kültürü özetle: “Millet fertlerini birleştiren,
beraberleştiren, o millete has milli, manevi, insani, ahlâki değerler
bütünüdür” diye tanımlayabiliriz. O halde, bu kadar önemli olan milli
kültürümüze sahip çıkmak ve onu geliştirmeye çalışmak hepimizin,
özellikle öğretmenlerimizin milli görevidir.
Milli kültür, ülkede milli birliğin gelişmesinde ve pekişmesinde
en etkili unsurdur. Milli kültürden kopuk olarak yetişen nesiller,
Atatürk’ün belirttiği gibi, başka milletlerin avı olur. Toplumumuzda
yer alan gelenekler, görenekler, dil, din, milli tarih, milli duygu,
milli heyecan, insani değerler ve ahlâki kurallar ile musiki, folklor
bunların hepsi milli kültür unsurlarıdır. Bu kültürel değerler, normal
olarak diğer milletlerinden farklılık gösterebilir.
Bugünkü devletimizin dayandığı milli kültürün Türk kültürü
olduğunu söylemiştik. İnsanımıza, milliyetçilik şuuru, milli duygu,
milli heyecan ve milli kültürümüzle verilebilir. İncelemelerimizde
görüyoruz ki, Atatürk’ de milli kültürümüzün eseridir. Atatürk’teki
milli duygu, milli heyecan ve milli ülkü doruğa yükselmiştir. Gerek
milli mücadele sırasında, gerekse milli devleti kurduktan sonraki
hizmetlerinde, Atatürk, en büyük Türk milliyetçisi olduğunu defalarca
ispat etmiştir. Bütün konuşmalarında milli şuurun, milli heyecanın ve
milli ülkünün izleri görülmektedir.
5
6
a. g. e. s.347
a. g. e. s.313
63
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Kültür Milliyetçiliği
Atatürk milliyetçiliğinin kültür milliyetçiliği olduğu biliniyor.
Kültür milliyetçiliğine göre; insanlığın temeli millet hayatıdır.
Millet hayatının temeli ise milli kültürdür. Atatürk’ün benimsediği
milli kültür Türk kültürü olduğuna göre, Atatürk milliyetçiliği de,
Türk kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğidir.
10.yıl nutkunda: “Milli kültürümüzü muasır medeniyet
seviyesinin üzerine çıkaracağız…” diyen Atatürk, Türk kültürünü
korumak, geliştirmek ve muasır medeniyet seviyesinin üzerine
çıkarmak için büyük çaba göstermiştir. Türklük bilincini
uyandırmak kökleştirmek Atatürk’ün en büyük şevk ve heyecanı
olmuştur. Bu şevk ve heyecanladır ki, Atatürk devri, Türkiye için
çok lüzumlu olan destanî bir havaya bürünmüştür. O günleri
yaşayan bugünün yaşlı veya rahmetli insanları o havayı teneffüs
etmişler ve ferahlamışlardır.
Atatürk milli kültürümüzü daha da geliştirmek azim ve
kararındaydı. Çeşitli konuşmalarından öğrendiğimize göre, milli ve
manevi değerlerimize, milli gelenek ve göreneklerimize, milli
ahlâkımıza, (top yekûn milli benliğimize) belki hepimizden daha
saygılı ve daha bağlı olan Atatürk, geçmişi kötüleyerek değil,
geçmişimize sahip çıkarak ilerlememizi istemiştir. Atatürk, iyi olanı,
güzel olanı, kıymetli olanı muhafaza ederek ve bunları basamak
yaparak daha iyiye ve daha ileriye hamle yapmamız görüşünde olan bir
liderdir.
– Benim hayatta yegâne servetim, fahrim (övüncüm)
Türklükten başka bir şey değildir” diyen Atatürk “Bu memleket
tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak
kalacaktır!”7 derken de Türklüğe ve Türk kültürüne verdiği önemi
belirtmiş oluyor.
Başka bir konuşmasında, “Türk! Öğün, çalış, güven” diyerek
Türklüğümüzle övünmemizi, çok çalışmamızı ve geleceğe güvenle
bakmamızı öğütleyen Atatürk, kültür milliyetçisi olduğuna göre bizim
de Türk kültürünü sahiplenmemiz milli görevimizdir. Milli
kültürümüze sahiplenmekle Atatürk’e de sahip çıktığımızın
bilincinde olmalıyız.
Türk milletinin yüceliğine inanan ve güvenen Türk milliyetçisi
Atatürk, 10.yıl nutkunun son bölümünde milletimize olan güvenini
şöyle ifade etmiştir:
7
a. g. e. s.301
64
Rasim PEHLİVANOĞLU
– …Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük
medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki
intişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi
doğacaktır!” diyor ve bu duygusunu imanla söylüyor.
Türk kültürüne bağlı muhafazakâr bir Türk Milliyetçisi olan
Atatürk’ün muhafazakârlığı inkılâpçılığına mani olmamıştır.
Atatürk, Türk toplumunu milliyetçilik esasında modernleştirmek ve
muasırlaştırmak istemiştir. Milliyetçilikten hız ve ilham alan
Atatürk’ün inkılâpçılığı, geçmişle ilgili ne varsa hepsini devirmek
gibi yıkıcı icraat hırsıyla ilgili olmayıp, Türk sosyal hayatının
zaruri taraflarını gayeye uygun şekilde yeniden düzenlemekten
ibarettir. Sağduyu ölçüsünde hareket edebilen Atatürk,
muhafazakârlıkla inkılâpçılığı birleştiren büyük Türk milliyetçisi
olduğunu kanıtlamıştır.
Burada düşünelim: Madem Atatürkçüyüz diyoruz, Atatürk
ilkelerine bağlılıktan söz ediyoruz, Atatürk yolunun yolcusuyuz
diyoruz… O halde, Atatürk’ün bu yönünü de göz ardı edemeyiz.
Elbette ileriye bakacağız ve ilerleyeceğiz. Ama bu, milli
benliğimizden koparak değil, şu veya bu topluma benzeyerek değil,
milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarak ilerlemeye devam
edeceğiz ve çağdaş kültür seviyesinin üzerine yükselmeye
çalışacağız…
Milli kültürden, Türk kültüründen söz ediyoruz. Bunun yanında
bir de İslâm kültürü olduğunu görüyoruz. Toplumumuzu
incelediğimizde görülüyor ki: İslâm kültürü ile Türk kültürü
karışmış, kaynaşmış ve de gelişerek yeni bir kültür oluşmuştur.
Dün sahip olduğumuz, bugün sahip olmamız ve daha da geliştirmemiz
gereken milli kültür işte bu kültürdür… Atatürk’ de Türk-İslâm
kültürüyle yetişmiş büyük asker ve büyük devlet adamıdır. Zira, Türk
tarihi kadar İslâm tarihini de okumuş ve hazmetmiş olan Atatürk,
çeşitli konuşmalarında İslâm dininin yüceliğini etkili cümlelerle
ifade etmiştir. Bu konudaki görüşlerini ileriki sayfalarda
okuyacaksınız.
Bugün biz, Türklükle İslâmiyet’i ayrı düşünemeyiz. Tarih
boyunca, bu iki büyük kültür birbiri içine girmiş, birbirinin
tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olmuştur. Sözünü ettiğimiz milli
kültürümüzü bu açıdan görmek ve değerlendirmek durumundayız.
Ülkemiz nüfusunun %98’i Müslüman olduğuna göre, milli birliğimizi
pekiştirmek için en etkili unsur olarak Türk-İslâm kültürünü
benimsemeliyiz.
Ülkemizde
yaşayan
başka
dinden
olan
vatandaşlarımızın dini kültürlerine de saygı duymalıyız. Gayemiz,
65
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bütün Türk toplumunca çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine
yükselmek olacaktır.
Bugün, yokluğundan veya azlığından şikâyetçi olduğumuz
millet memleket sevgisi, millete hizmet duygusu, millet çıkarlarını
şahsi çıkarlarımızın üzerinde görme duygusunun eksikliği,
gençliğimize etkili bir milli kültür eğitimi veremeyişimizden ileri
gelmektedir…
Milli kültür eğitimi sadece okullarımızda değil, akıllıca bir
düzenleme ile televizyonda, radyoda, sinemalarda, kahvehanelerde,
ibadethanelerde, fabrikalarda, bütün iş yerlerinde ve diğer yaygın
eğitim kurumlarında da başarıyla verilebilir. Yeter ki, yetkililerimiz
bu konuya samimiyetle eğilsinler ve gereğini ciddiyetle düşünsünler…
Yurdumuzun bütün il ve ilçelerinde kurulmuş olan halk eğitim
teşkilatlarının en önemli vazifesinin bu olduğu bilincine artık
varmalıyız.
– Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere,
Türk milletine canımı vereceğim” diyebilen ve ateşli bir Türk
milliyetçisi olan Atatürk, Türk toplumunun Türk kültürü ile
beslenmesini, yoğrulmasını istiyordu:
– Biz esasen milli mevcudiyetimizin temelini, milli şuurda ve
milli birlikte görmekteyiz” diyor ve “Biz doğrudan doğruya
milliyetperveriz, Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetin dayanağı Türk
toplumudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu
olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”8
görüşünü açıklıyor.
– Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela biz
kendimize, benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren,
fiilen, bütün eftal ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki, milli
benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır (avıdır)9”
diyerek milli benliğimize ve kültürümüze sahip çıkmamızı ısrarla
vurgulamış oluyor.
– Biz kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatımızla
terakki ediyoruz ve edeceğiz” diyen Atatürk
– Maneviyatı kuvvetlendirmek ve cesaret almak için, milli
benliğin üzerinde durarak, tarihten faydalanmak lâzımdır”
görüşünü savunuyor ve
8
9
a. g. e. s.308
a. g. e. s.308
66
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler için
kendinde kuvvet bulacaktır”10 sözüyle, tarihi iyi okuyarak atalarımızı
tanımamızı öğütlemiş oluyor.
İstiklal savaşını kazandıktan sonra Atatürk’e: “Paşam, işte
memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istiyorsunuz?” diye
soruyorlar. Atatürk ise: “Milli Eğitim Bakanı olarak milli kültürü
yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir” 11 cevabını vererek milli
kültürün önemini vurgulamıştır.
Kurtuluşumuzun lideri ve yeni devletin başkanı olan Atatürk,
elbette M.E. Bakanı olamazdı. Ama bu sözüyle genç neslin
yetişmesinde milli kültüre verdiği değeri belirtmiş oluyordu.
Çeşitli eğitim mevzuatımızda yer yer milli kültürden, milli
kültür değerlerimizden söz edilir. Örneğin: Milli Eğitim Temel
Kanununun 40.maddesinin 3.fıkrasında: “Milli kültür değerlerimizi
koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim yapmak”
gereği belirtilmiştir. Aynı kanunun 2.maddesi, Türk milli eğitiminin
genel amaçları bölümünde: “Türk milletinin bütün fertlerini… Milli,
ahlâki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan
ve geliştiren… Yurttaşlar olarak yetiştirmek” amacı yer almıştır.
İlköğretim kurumları yönetmeliğinin 5.maddesinin c fıkrasında
“Öğrencilerin milli kültür değerlerini tanıması, takdir etmesi,
benimsemesi ve korumasını sağlamak” amacı yer almaktadır.
Müfredat programlarının eğitim ve öğretim ilkeleri bölümünün
ilk maddesinde: “Okulun milli bir eğitim kurumu olduğu”
belirtilmekte “Çocuklara milli kültürü aşılamak mecburiyetinden”
söz edilmekte. “Okulda her derse, milli hedeflere ulaştıracak bir
vasıta olarak bakılmalı” denilmektedir.
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı üzere, milli kültüre
ulaşmak milli eğitimimizin vazgeçilmez amacıdır.
Okullarımızın milli kültür vermedeki başarısı elbette ki
öğretmenlerin milli kültürle bezenmiş olarak yetişmesi ile
mümkündür. Öğretmenlerimiz, milli kültür değerlerimize sahip, onları
koruyan, geliştiren, tanıtan, benimseten nitelikte yetişmeli ki;
öğrencilerini de milli kültür değerleriyle donatabilsin… Milli
kültürümüzü korumak, geliştirmek ve yüceltmek ülküsünde olan
Atatürk’ün özlediği okul bu okul ve özlediği öğretmen bu
öğretmendir.
10
11
a. g. e.
Utkan Kocatürk-Atatürk’ün F.ve D.Genişletilmiş.2.baskı-S.247
67
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Okumayan, okuyarak kendisini yenilemek ve yetiştirmek
ihtiyacı duymayan, milli kültürümüze yabancılaşmış öğretmenler,
öğrencilerine okuma sevgisi veremez ve onları milli kültürümüze sahip
ve koruyucu olarak yetiştiremez. Böyleleri “Atatürk’ün öğretmeni
olamaz.”
XII. Milli Eğitim Şurası ve Milli Kültür
Milli kültür konusu da konuşulan XII. Milli Eğitim Şurasından
bu konuyla ilgili özet açıklama yapmayı gerekli görüyorum:
22 Temmuz 1988 tarihinde yapılan XII. Milli Eğitim
Şurası’na emekli öğretmen olarak davet edilmiştim. Şura genel
kurulundan önce, öğretmen yetiştirme komisyonu üyesi olarak görev
yapmıştım. Komisyonda birkaç kez söz alarak önemli konuları dile
getirmiştim. Bu arada, öğretmenlerin milli kültürümüzle bezenmiş
olarak yetişmesine özellikle dikkat çekmiş ve gerekli açıklamalar
yapmıştım. Komisyon üyelerinin alkışlarıyla takdirlerine muhatap
olmuştum.
Fakat, şura genel kuruluna sunulmak üzere hazırlanan
komisyon raporunda milli kültür konusunun yer almadığını üzülerek
görmüştüm. Bu konuda verdiğim –komisyonda beğeni ile karşılananönergelerimin hiçbirinden söz edilmemişti. Komisyonu yöneten Prof.
M. S ile konuşarak nedenini sormuş ve rapora alınmasını istemiştim.
Sayın Prof. önemsememiş ve teklifimi sözle geçiştirmişti. Komisyon
raporunda milli kültür konusu yer almadan ve benim imzam
alınmadan rapor genel kurula sunulmuştu.
Şûra genel kurulunda çeşitli konularda konuşmalarım olmuş ve
öneriler vermiştim. “XII. Milli Eğitim Şurası” kitabının 113 – 307 –
309 – 355 ve 356 – 363 ve 479. sayfalarında (genel kurul başkanının
geniş yorumu ile) yer alan konuşmalarım ve önerilerimden milli
kültürümüzle ilgili olarak verdiğim üç önerimin kabulüne dair, XII.
Şura kitabının 356. sayfasında yer alan tutanağı bir fikir vermek üzere
aşağıya aynen alıyorum:
“Sayın Rasim Pehlivanoğlu’nun Önergesi
Milli Kültür Konusunda”
“1. Öğretmenlerin hizmet öncesiyle hizmet içi eğitiminde esas
olan alan bilgisi, öğretmenlik bilgisi, genel kültür yanına bir de
milli kültür eklenmelidir. Öğretmenlerimiz milli kültür değerlerini
benimsemiş olarak yetiştirilmelidir” denmiş.
68
Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkan (Hasan Celal GÜZEL): “Ben, komisyon raporuna
bu önerge geldikten sonra baktım, hakikaten bu konuda herhangi
bir hüküm yok.”
“2. Milli kültürün ne olduğu ve milli kültürümüzün unsurları,
kurulacak bir komisyon yoluyla tespit edilmeli. Belirlenen milli kültür
unsurları başta öğretmen yetiştiren kurumlar olmak üzere bütün
okullarımızın müfredat programlarına serpiştirilmeli.”
Başkan: “Müsaade ederseniz, iki ayrı konu var. Bu milli
kültürün eklenmesi konusunda aleyhte görüş sahibi olan var mı?
Yok. Önergenin bu 1 inci kısmını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Milli kültür konusunda yetiştirmeye
ilâve edilmesi kabul edilmiştir.”
(Başkan devam): “İkinci konu olana yapıyoruz. Çeşitli
komisyon toplantıları yaptık. Onun için isterseniz bu milli kültürün ne
olduğu, milli kültürümüzün unsurları konusunu bir komisyona
bırakma teklifini yapalım. Bunu isterseniz bir temenni olarak çalışma
usulüdür kabul edelim, oylamaya arz etmeyelim.”
(R.Pehlivanoğlu): “Teşekkür ederim efendim.”
(Başkan): “Sayın Rasim Pehlivanoğlu’nun, öğretmenlerin
hizmet içi eğitimi konusunda rapora eklenmesi dileğiyle bir teklifi
var”
“1 – Kurs ve seminerlere çağırarak bütün öğretmenleri bir arada
eğitmek mümkün olamayacağından, bunun yanında öğretmenler her
yıl bulunduğu yerde hizmet içi eğitime tabii tutulmalıdır. Bunun için
gerekli tedbirler alınmalıdır. İlkokullarda öğretmenlere uygulanmakta
olan seminer haftaları verimli hale getirilmelidir. Asıl olan,
öğretmenlerin kendi kendisini yetiştirmesi ve yetişmeye devam
etmesidir. Bu ortamı hazırlayacak, teşvik edici ve yönlendirici
tedbirler alınmalıdır.”
Bu önerimde genel kurulda ilgiyle karşılanmıştır. Başkanın
teklifi ile “Temenni mahiyetinde rapora eklenecektir” görüşü
genel kurulda kabul edilmiştir.
Yukarıya alınan Şûra Genel Kurulu tutanağının 1.maddesinde
belirtilen ve kabul edilen önergeyle Milli Eğitim Temel Kanununun
43.maddesinde yer alan “Öğretmenlik mesleğine hazırlık, genel
kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanır”
ibaresine, genel kültürün yanı sıra “milli kültür” eklenmesine
dair verilen şura kararı, aradan 20 küsür yıl geçtiği halde halâ ele
alınmamış ve uygulamaya geçilmemiştir. Kanunda yapılacak iki
kelime ilâveli değişiklik teklifini TBMM’ne verecek bir milletvekili
69
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bulunmamıştır. Oysa bu konu, şura kitabının 363.sayfasının
3.maddesinde ayrıca, uygulanacak kararlar arasında da yer
almıştır.
Milli Eğitim Şurasının önemli temenni kararlarından olan
“Milli Kültür” konusunda bugüne kadar bir gelişme olmamıştır. Milli
Kültürün anlamı ve Türk Milli Kültür unsurlarının neler olduğu
konusunda araştırma yapacak ve milli kültürümüzün unsurlarını tespit
edecek komisyonun da kurulması yoluna gidilmemiştir. Oysa yukarıya
alınan tutanağın 2. paragrafında belirtildiği üzere, “komisyon
raporunu incelediğini ve bu konuda herhangi bir hüküm
bulunmadığını” söyleyen Genel Kurul Başkanı Milli Eğitim
Bakanı Sayın Hasan Celal Güzel’in oylamaya sunduğu milli
kültürle ilgili önergeleri hiçbir karşı oy olmadan kabul edilmişti.
Buna rağmen;
Milli Eğitim Şurası kararını da hiçe sayan bu tarz tutumdan da
anlaşılacağı üzere, ülkemiz milli eğitim sorumluları, milli kültür
değerlerimize sahip çıkmak ve milli kültürümüzü geliştirmek,
muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak hususunda
yeterince duyarlı olamamışlardır. Bu nedenle, geçmişimizden ve
milli değerlerimizden kopuk bencil ve boşverci bir nesil yetişmesi ve
de yetişmekte olduğu önlenememiştir…
İlk öğretmen olduğum 1947 ve sonraki yıllarda, ilk ve
ortaokullarda “Yurttaşlık Bilgisi” dersi okutulurdu. Ders kitabının
yanı sıra bir de “Türk Ahlâkının İlkeleri” isimli küçük bir kitapçık
eklenirdi. Eğitimci Tezer Taşkıran tarafından öğrencilerin anlayacağı
bir dilde ve akıcı bir üslupla yazılan bu kitapçıklar öğrenciler
tarafından zevkle okunur ve etkisini gösterirdi. Madde madde yazılan
bu eğitici broşür kitaplar, bir bakıma milli kültürümüzün öğrenci
diliyle yazıya dökülmüş ifadesiydi.
Bu broşür kitapların dağıtımı ve okutulması, tarih, coğrafya ve
yurttaşlık bilgisi derslerinin sosyal bilgiler adı altında birleşmesine
kadar devam etmiş; ondan sonra bırakılmıştı. Böylece öğrencilerimiz
kıymetli bir rehber kitaptan mahrum kalmıştı.
Bu yola yeniden dönülebilir; “Türk ahlâkının ilkeleri”
kitapçığından da faydalanılarak, milli kültürümüzle ilgili daha
gelişmiş, daha ilgi çekici ve daha etkileyici bir rehber kitap
hazırlanarak bütün öğretmen ve öğrencilerimize dağıtılıp
okumaları ve faydalanmaları sağlanabilir.
Milli kültürümüzü sahiplenen ve yücelterek muasır
medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak sevdasında olan
70
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerleyerek; milli kültürümüze ve
milli benliğimize ters düşmeden çağdaş kültürden de nasibini
alarak yetişen; milli duygu ve milli heyecanla yüreği çarpan,
millet ve memleket sevgisiyle dopdolu, millete hizmet duygusuyla
yoğrulmuş ve bu hizmeti görebilecek güçte yetişmiş, zihnî ve
bedenî becerilerle donanmış, azmi bilenmiş, düşüncesi gelişmiş,
iradesi güçlenmiş, amacı ve ülküsü belirlenmiş, alçak gönüllü
fakat onurlu, ağırbaşlı ve de özverili Türk gençliğinin bugün
milletçe özlemini duyuyoruz ve ümitle bekliyoruz.
Ülkü – Milli Ülkü
Yüksek ülkülere sahip milliyetçi Atatürk:
– Gençliği mutlaka ülkü sahibi ve memleketle ilgili olarak
yetiştirmek, herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen
görevidir”12 diyor. Bir başka konuşmasında
– Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve
hiç yılmadan takip etmeliyiz. Şahsi menfaatlerimizden, hasis
emellerimizden sıyrılmaya ancak böyle canlı ve alevli ülküler
sayesinde muvaffak olacağız”13 diyerek de herkesin ve bilhassa
öğretmenlerimizin ülkü sahibi olmasını, ülküsünün yılmayan takipçisi
olmasını istiyordu.
Atatürk’e göre, millet olmanın üç önemli şartından dil, kültür,
ülkü bağından birisi olan: “Ülkü, ulaşılmak istenen ve ulaşılması her
zaman mümkün olmayan yüce dilektir.” Ülküler uzak vadelidir, her
zaman gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Bazı ülküler var ki,
gerçekleşmesi yılları hatta yüzyılları kapsayabilir.
Şahısların ülküsü olduğu gibi, milletlerin de ülküsü vardır.
Milletlerin ülküsüne (yani büyük amacına) “Milli Ülkü” diyoruz. Milli
ülkü, milletçe hep birlikte istediğimiz yüce dilektir. Milli ülküsü
olmayan milletler, milli birliğini sağlayamaz ve bütünlüğünü
koruyamazlar. Öğretmenlerimizin önemli bir görevi de Milli Ülkü
sahibi olmaktır. Ülkü sahibi olan ve milli ülkülerini bilen gençler
yetiştirmek elbette ki milli devletin ve öğretmenlerimizin görevidir.
Türk milleti olarak bizim milli ülkümüz nedir? diye
sorulabilir. Bunun cevabını gene Atatürk’ün 10.yıl nutkunda
bulabiliriz. Atatürk, nutkun ön kısmında: “Yaptıklarımızı asla kafi
görmeyiz. Daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde
ve azmindeyiz” diyor ve devam ediyor “…Yurdumuzu dünyanın en
12
13
a. g. e. s.299
a. g. e. s.315
71
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız.
Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarını sahip kılacağız.
Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne
çıkartacağız” diyerek milli ülkümüzü belirtmiş oluyor. Milli
kültürümüze bu kadar ağırlık veren Atatürk “Bunda muvaffak
olacağımıza şüphem yoktur” derken de büyük bir azim ve irade
gücüyle bu yolda yürüyeceğimizi vurgulamış oluyordu.
Yüksek bir kültüre malik olan milletimizin üstün meziyetlerine
dikkati çeken Atatürk, gene 10.yıl nutkunda şöyle diyordu:
“Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri
zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini, milli birlik
duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle
besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür” diyor ve bu yüksek
meziyetlerimizi besleyerek inkişaf ettirmeyi milletimizin milli ülküsü
olarak gösteriyordu.
Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Türk kültürüne
dayalı kültür milliyetçisi olan Atatürk, gençlerimizin milli
kültürümüzle donanmış olarak gelişmesini ve milli ülkü sahibi olarak
yetişmesini istiyordu. Zira, milli birliğimizin sağlam temeller üzerine
oturması ve de demokrasi içinde kalkınarak muasır medeniyet
seviyesinin üzerine çıkarılması, insanımızın milli kültürümüzle
yoğrulmuş olarak yetişmesine ve milli ülkü sahibi olarak gelişmesine
bağlıdır.
Milli ülküsü olmayan ve milli benliğinden kopuk olarak yetişen
nesiller kendi milletine yabancılaşır ve yozlaşır. Milli kültür ve
şuurdan yoksun fertlerden meydana gelen ülküsüz topluluklar
milli birlik ve beraberliğini koruyamaz, zaman içinde yıkılmaya ve
yok olmaya mahkûm olurlar. Aksine, milli ülküsü olan, fertlerini
milli kültürüne sahip olarak yetiştiren ve geliştiren milletler, başka
milletlere karşı olan üstünlüklerini her an için gösterebilirler. Tarih
bunun örnekleriyle doludur.
72
Rasim PEHLİVANOĞLU
5 – Milli Birlik ve Ülke Bütünlüğüne
Duyarlı Birleştirici Atatürk
Atatürk ayırıcı ve dağıtıcı değil, aksine toplayıcı ve birleştirici
bir Türk milliyetçisiydi. Bir konuşmasında diyor ki:
– Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu,
Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin
damarlarıdır.” Bu anlatışa göre, yurdumuzun her bölgesinde yaşayan
vatandaşlarımızın hepsi Türk’tür. Bunların hepsi Türk cevherinin
damarlarıdır… Damarlardan birisi incinince hepsi acı duyduğu gibi,
değişik bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın birisinin başına gelen
acı bir olay hepimizi acındırır, sevinci hepimizi sevindirir…
Atatürk’e göre, Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızın hepsi
Türk’tür. Anayasamızda aynı görüşü benimseyerek, 66.maddesinde
“Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”
denmiştir. Atatürk de: Ne Mutlu Türk Olana dememiş de, “Ne
mutlu Türk’üm diyene!” demek suretiyle, vatandaşlarımız
arasındaki milli birlik bağlarını sağlamlaştırmaya çalışmıştır.
Anayasamızın 3.maddesinde yer alan: “Türkiye devleti ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmü ile din, mezhep, ırk dahil
her türlü bölücülük yasaklanmıştır…
Atatürk’ün görüşü ve anayasamızın hükmü ışığında diyoruz
ki: Türk nüfus kütüğünde kayıtlı olanların hepsi Türk’tür, Türk
vatandaşıdır. Buna rağmen, Türkiye’de yaşayan başka ırkların
varlığından bahseden ve onlara da muhtariyet verilmesini isteyen
bölücülerin bulunduğunu biliyoruz. Oysa, tarihi belgelerden anlıyoruz
ki: “ Türkiye’de değişik dillerde konuşanların aslı Türk’tür, Türk
kökenlidir. Bu görüşle diyoruz ki: Türkiye’de Kürtler değil Kürt
Türkleri vardır…” Yapılan araştırmalara göre, Kürt dediğimiz
vatandaşlarımız öp öz Türk’tür. Türkleri bölmek isteyen yabancı
çabaların da etkisiyle, değişik bölgelerde yaşayan soydaşlarımız
arasında, birkaç dilden toplama kelimelerle sun-i bir dil meydana
getirilmiş ve böylece Kürtçe oluşmuştur… Aynı soydan geldiğimiz,
Kürt diye anılan vatandaşlarımızla kardeşçe kucaklaşmak ve
birbirimize kenetlenmek hepimizin milli ve insani görevimizdir.
Milli birlik ve beraberliğimiz böyle sağlanır, bunu yapmaya
mecburuz. Aksi halde, içimizdeki bölücüleri ve dış düşmanlarımızı
sevindirmiş oluruz.
Atatürk’ün söylediği gibi: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
Türk halkına Türk Milleti denir.”
73
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk, Türk milleti derken; Türk, Kürt, Çerkez, Laz,
Avşar ve başka yurdumuzda yaşayan bütün vatandaşlarımızı
kastetmektedir. Atatürk’ün söylediği Türk halkının içinde Kürt
kökenli vatandaşlarımız önde gelmektedir. Kürt dediğimiz
vatandaşlarımız, yurdumuzun düşman işgalinden kurtarılması
savaşında Türklerle birlikte ve ön safta yer almışlardır. Türkiye
Cumhuriyeti’ni de birlikte kurmuşlardır.
Doğulu ve güneydoğulu vatandaşlarımız bu gerçeği
hatırlamalıdırlar. Bugünde milli birliğimizin sağlanmasında
üstlendikleri vatandaşlık sorumluluğu bilincinde olmalıdırlar.
Özellikle, teröristlere yakınlık gösteren azınlık grubun etkisinden
kendilerini mutlaka sıyırmalıdırlar. İşte o zaman huzura, sükûna ve
mutluluğa erişeceklerdir.
Yeri gelmişken, Seyfettin Yazıcı’nın “Milletimize Sesleniş”
kitabından küçük bir bölümü ve ilgili şiiri aşağıya alıyorum;
Üzerinde yaşadığımız mübarek vatanımız üzerine titreyelim!
Şunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım:
Başka Türkiye yok…
“Hem vatan gitti mi, yoktur size bir başka vatan;
Çünkü mirasyedi sail (saldırgan), kovulur her kapıdan!”
Sağlığımızda bizi üstünde barındıran, öldükten sonra bağrında
saklayan ata yadigârı bu toprakları korumak, hem dini görevimiz, hem
de namus ve şeref borcumuzdur.
Bu Vatan, Bu Millet
Bu Bayrak Bizim
Kars’tan, Malazgirt’ten başlar temeli,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Yan bakan olursa kırılır eli,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Sevgi ile tutuşursak el ele,
Huzurla yaşarız çekmeyiz çile.
Her türlü varlığı, nimeti ile,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Anadolu Türkün tapulu yurdu,
Üzerinde şanlı devletler kurdu.
Bayrağın uğruna çok şehit verdi,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
74
Rasim PEHLİVANOĞLU
Herkes bunu bilir eğilmez başım;
Dedem, babam, anam, bacım, kardaşım.
Kimseye verilmez toprağım, taşım.
Bu vatan, bu Milet, bu bayrak bizim.
Şöyle geçmişe bak, yönümüz birdir,
Bugünümüz birdir, dünümüz birdir.
Çok şükür İslâmız, dinimiz birdir.
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Tarih sayfasına şan vermedik mi?
Bizler üç kıtaya yön vermedik mi?
Uğruna binlerce can vermedik mi?
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Gelecekte parlak günlere dikkat,
Birlikte dirlik var, bunlara dikkat,
Çekemeyen çoktur onlara dikkat,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Bizi başkasıyla bir tutmasınlar,
Yeleli aslanı unutmasınlar.
Hepimiz kardeşiz uyutmasınlar,
Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
Aşık Şeref TAŞLIOVA1
Kürtlerin Lozan Konferansına
Gönderdikleri Mektup
Radikal gazetesinin 3 Şubat 2007 tarihli sayısında, köşe
yazarı Hasan Celal Güzel’in anlattığına göre, kendisini ziyarete
gelen Türk Arşivleri Derneği üyelerinin, Lozan Konferansı
müzakereleri devam ederken Kürtlere bağımsızlık isteyen İngiltere Baş
delegesi Lord Curoson’a Kürtlerin gönderdikleri mektuptan söz
ediyor. Mektupta Kürtlerin Türk olduğunu, bağımsızlıklarını
yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere emanet ettikleri
yazılıyor ve Lord Curoson’un, Kürtler hakkındaki fikir üretmekten ve
hamisi tavrından vazgeçmesi rica ediliyor. O mektuptan birkaç
önemli paragrafı aşağıya alıyorum:
“Bugünlerde (Lozan Konferansı görüşmelerinde) İngiltere
Delegasyonu Başı Lord Curoson’un Kürtlere bağımsızlık verilmesi
1
Seyfettin Yazıcı; Milletimize Sesleniş; Diyanet İşleri Bşkl.; Ank – 1997; s. 86-87
75
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
fikrini ortaya atarak, Kürtlerin hamisi tavrını takınmasını hayret ve
şaşkınlıkla karşıladık.
Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli ananelerimiz ve
özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize “yiğit
ve cesur” manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir…” deniliyor.
Bundan sonra Kürtlerin tarihi geçmişinden, dilleri olan kırmanç
ve zaza lehçelerinin nasıl geliştiğinden vb. söz ediliyor ve şu önemli
görüşlere de yer veriliyor:
“Lozan Konferansında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord
Curoson’un, Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek, tek millet olan
Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler
anladık… Parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu
biliyoruz…
İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curoson gibi, bağımsızlık
vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler: “Biz Türk’üz, bizi
anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız
sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır… dedik.”
“Kürtler, bağımsızlıklarını, kendilerini yok edecek yabancılara
değil, Millet Meclisi Hükümetine emanet etmişlerdir.
İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curoson’un bizler için
fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan’daki tüm temsil heyetine ve
sevgili hemşerimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.”
İmzalayanlar
Ocak 1923)
24 Kanuni San-i 1339 (24
Umumi Kürt Ameleler Ve Esnaf Cemiyeti Reisi Salih
Kahya namına Erzurumlu İsa zade Ahmet
İstanbul Umumi Kürtleri namına Kürt Gençler Cemiyeti
Reisi Düzer-Zade Dersimli Mehmet Sabri
* * *
Görülüyor ki: Türk İstiklal Savaşını Türklerle yan yana ve
birlikte yapan, yurdun düşman işgalinden kurtarılmasında ön safta
çalışan Kürtlerin istememelerine rağmen, onlara bağımsızlık
tanınması için hamisi rolünü takınanları, Kürt kardeşlerimiz
reddetmişlerdir.
Kürtlerin Türk olduğuna dair belge ve bilgilerin yanı
sıra, yukarıda sözü edilen mektup da önemli bir belgedir…
Ülkemizde yaşayan bugünkü Kürt isimli vatandaşlarımız artık gerçeği
76
Rasim PEHLİVANOĞLU
görmeleri, uyanmaları ve T.C. Devletine sahip çıkmaları, kendi
huzurları ve mutlulukları için gerekli olmaktadır.
Dr. Şükrü Mehmet Sekban ve Kürt Sorunu
Yeri gelmişken, “Kürt Terakki ve Teavun Cemiyeti”nin
kurucularından ve faal üyelerinden olan Dr. Şükrü Mehmet
Sekban’ın yazdığı, harita ilâveli ve 31 sayfa büyüklüğünde, küçük
ebatlı ve çok önemli bir eserinden söz etmeyi gerekli görüyorum.
1970 yılında Menteş basım evi tarafından basılan KÜRT
SORUNU isimli kitabından öğrendiğimize göre; Dr. Şükrü Mehmet
Sekban 1881 yılında Ergani’de doğmuş, Üsteğmen Mehmet Ağa’nın
oğludur… Bütün okul basamaklarını geçerek 1903 yılında yüzbaşı
rütbesiyle, İstanbul-Çengelköy Askeri Tıbbiyesinden mezun
olmuştur.
1908 yılından sonra kurulan Kürt Terakki ve Teavun
Cemiyeti kurucuları arasında bulunmuş, Kürtlük davasının bir
numaralı savunucularından olmuştur. Kürtlere muhtariyet
verilmesini ve Kürtlerin resmi dili olmasını savunmuştur…
Ancak, aradan geçen yıllar içerisinde yaptığı derin incelemeler
sonucu gerçeği görmüş ve 1933 yılında Fransızca olarak “KÜRT
SORUNU – Azınlıkların Problemleri” isimli kitabını yazmıştır.
Sonradan Kürt Sorunu adıyla Türkçe baskısı da yapılmıştır.
Kitabında, Kürtlerin tarihi ve göç yolları hakkında öz bilgi
veren Şükrü Mehmet Sekban, Kürtlerin devamlı olarak Asurî’lerle
çarpıştığını, bir ara Medler’in boyunduruğu altına girdiğini ve
onlarla kaynaştığını yazmışsa da, Kürtlerin asıl ana yurdunun
Orta Asya olduğunu ve M.Ö. Kara kurum’dan güney ve batıya
doğru iki yoldan göç ederek; İran, Kafkasya ve Anadolu’nun
dağlık bölgelerine yerleştiğini yazıyor. Kitaba eklediği bir haritayla
da göç yollarını ve yerleştikleri bölgeleri gösteriyor.
1514 yılında, Safevi’lerin nüfuzunun genişlemesiyle, durumları
vahimleşen Kürtleri kurtarmak için, Osmanlı İmparatoru Yavuz Sultan
Selim, büyük ilim adamı İdris – Bitlisi ile anlaşarak, Kürtler için sulh,
nizam ve büyüklük devri başlamış oluyor.
Şükrü Mehmet Sekban’ın verdiği bilgiye göre: fiziki olarak
da birbirlerine benzeyen ve aynı kandan olan “Türk-Kürt” bu iki
kavmin geçmişteki tabii beraberliği sayesinde, Türkler doğuda olduğu
gibi batıda da muhteşem hamlelerle yürüyüşlerine devam etmişler ve
77
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
dünyanın en büyük imparatorluğundan birini kurmuşlardır. Denilebilir
ki: Siyasi hayattaki bu beraberlik en iyi şartlar içinde 1.Cihan
Savaşı’nın mütarekesine kadar devam etmiştir.
Yazarın anlattığına göre: “Kürtlerde izzet-i nefis fikri çok
gelişmiştir. Küçük düşürülmeye hiç tahammül edemezler… Kürtler asla
milli bağımsızlık fikri izhar etmemiştir. Hiçbir zaman halka ve
milliyetçilik hislerine dayanmamıştır.”
Tarihte kahramanlık destanlarını okuduğumuz Kürt kökenli
Büyük Sultan Selahattin-i Eyyubi,
Müslümanlara, özellikle
Turanîlere (Türklere) şan ve şeref kazandırmış, kuvvetli, kudretli bir
imparatorluk kurmuş ama asla bunu bir Kürt İmparatorluğu
haline getirmemiştir. Türk olmuş ve Türk kumandanı olarak
şerefle görev yapmıştır.
İran’ın kudretli şahı Kerim Han, İran’ı Kürdistan yapmayı
aklından geçirmemiştir. Fakat Kürtler başka milletlerle birleşip onlar
tarafından idare edilince, her zaman harikalar yaratmışlardır. 2“
Bu gerçeğe rağmen, bugün doğu bölgemizde yaşayan
halkımızın, Türkler gibi Turani bir kavim olduğu hakkında inandırıcı
eserler bulunmasına rağmen, halâ Kürtlerin Türklerden ayrı olduğu
iddia edilmektedir. Maksat, memleketimizin doğusunu Türkiye’den
koparmaktır. Bu yolda bütün emperyalist devletler olanca gücüyle
çalışmaktadır.
Oysa yazara göre: “Ülkemizin doğusunda bugün bağımsız bir
Kürt devleti kurmak, Kürt halkının gerçek menfaati açısından bir
felâket ve bir yıkım olur” diyor. 3
Şükrü Mehmet Sekban, “Milletler havaları fetheder ve
okyanusları aşıp Mareşal Balba gibi şan ve şeref kazanırken, bizler
ise köklerimize bağlanıp karanlıkta yaşamaya uğraşıyoruz” diyerek
de boş heveslerle uğraştığımızı ifade etmiş oluyor.
Şükrü Mehmet Sekban’ın kitabında önemli tavsiye ve
temennilerde bulunuyor. Bunlardan birkaç paragrafı aşağıya
alıyorum:
“Kürtlerde Türkler gibi aynı ırktan olduklarına göre,
birleşmekle yeni Türk Devleti’ni teşkil edeceklerdir. Bu milletin
canlı ruhu bundan böyle, sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş
2
3
Kürt Sorunu: Şükrü Mehmet Sekman - Menteş B.E. 1970 s18
a. g. e. S.21
78
Rasim PEHLİVANOĞLU
ve canlılık verecektir. Hiçbir kuvvet, kardeş çocukları olan bu iki
halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir… Hiç
şüphe yok ki, silah arkadaşlığı bu ittifakta başrolü oynar.” 4
Hakikatte Türk, Kürt birer isimden başka bir şey ifade etmezler.
Bizim aile adımız Turanî’dir” diyen yazar Şükrü Mehmet Sekban,
Kürt kardeşlerimizden son isteğini söylüyor:
“İşte bu samimi düşüncelerimin ışığında, bir art düşünceden
uzak ve taraf tutmadan, kan kardeşlerim olan Türkiye Kürtlerini,
şöhretli liderleri Mustafa Kemal’in pek mahirane bir şekilde
çizdiği yola davet ediyor ve maddi refah bulacaklarını bu yolu
takiple görevlendiriyorum.” 5
1960 yılında vefat eden Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın yukarıya
aldığım öğüt verici sözlerinin ışığında belirtmek istiyorum: Aslında,
ülkemizde bir Kürt sorunu bulunmamaktadır. İç ve dış bölücü
kaynakların -bilinçli olarak- Kürt Milliyetçiliğini kışkırtmak
suretiyle oluşan bölgesel bir terörizm hareketi vardır.
Bölgedeki ve bütün ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın
bilgilendirilerek, kendi menfaatlerini, huzur ve refahlarını sağlamak
için bilinçlenmelerinin gerekli olduğuna inanıyorum. Ülkemizin DoğuGüneydoğu Anadolu Bölgeleri’ne sürgün memurlar değil de, millet
ve memleket sevgisi ile dolu değerli yöneticilerin gönderilmesi ile
burada vatan ve millet sevgisi, milli birliğin pekiştirilmesi ve
ekonomik gelişmelerin sağlanması, terörizmin söndürülmesinde
önemli etken olacağına inanıyorum.
Bunun
için,
bütün
devlet
adamlarımızın,
bölgede
görevlendirilen yöneticilerin ve özellikle milletvekillerimizin
duyarlılıkla konuya eğilmelerini gerekli görüyorum.
Yukarıda ismini verdiğim Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın yazdığı
Kürt Sorunu isimli ve çok önemli gördüğüm küçük boyutlu
kitabının veya benzeri başka kitapların ya da broşürlerin çok
sayıda bastırılıp, başta milletvekillerimiz olmak üzere, devlet
adamlarımıza, ilgili bütün görevlilerimize, aydınlarımıza ve
başkalarına dağıtılıp okunmasının sağlanmasını çok gerekli ve
faydalı buluyorum.
4
5
a. g. e. S.28
a. g. e. s 30
79
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli Birliğimizden Taviz Vermeyen Atatürk
– Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında milli
birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin
olgunluğudur” diyen Atatürk şöyle devam ediyor:
– …Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli
birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz
idealdir.” Böyle söyleyen Atatürk, milli birlik ve beraberliğimize
verdiği önemi belirtiyor. Türk milletinin bütün fertlerini kaderde,
kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde görmek istiyor ve
de milli şuur ve milli ülküler etrafında toplanmamızı öğütlemiş oluyor.
Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy, milli birliğimizi isteyen
şiirinde şöyle diyor:
Birlik
Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz;
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
…………………………………………………
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!
Milli birlik aşkıyla yanan büyük şairimiz, vatanımıza sahip
çıkmamızı da şöyle öğütlüyor:
Sahipsiz olan memleketin batması haktır.
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır…
İnsani bir milliyetçilik anlayışına sahip olan Atatürk:
– Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle bir
milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere hürmet ve
riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız.
Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve mağrur bir milliyetçilik
değildir.” Görüşünü savunarak, başka milletlerinde milliyetlerine
saygılı olduğunu ifade etmiş oluyor.
Atatürk insanlığın tek bir gövde, milletlerin de bunun bir organı
olduğuna inanıyordu. “İnsan önce mensup olduğu milletin varlığı ve
saadeti için çalışmalı. Fakat dünya milletlerinin de huzuru ve
refahını korumalıdır” görüşünü ifade ediyordu.
80
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bütün Türklerin birleşmesini düşünen Atatürk bir konuşmasında
şöyle söylüyordu: “Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hattâ bu
savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık
davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir.
Böyle olunca, kendi soydaşlarımızın hürriyet ve bağımsızlıklarına
kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası
şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa
edilmemelidir.” diyen Atatürk, yurdumuzun dışındaki soydaşlarımızın
davalarına da kayıtsız kalamayacağımızı, ölçülü ve şuurlu bir şekilde
onlarla da ilgilenmemiz gerektiğini vurgulamış oluyordu.
Atatürk ön sezişiyle, yurdumuz dışındaki mahkûm
soydaşlarımızın bir gün gelip mahkûmiyetlerinden kurtulacaklarına,
hürriyetlerine kavuşacaklarına ve Türk birliğini kuracaklarına taa o
günden inanıyor ve bugünkü gelişmeleri de o günden görebiliyordu.
1927 yılında “Yeni Hayat” dergisinde yayınlanan, Atatürk’ün
bu konudaki sözlerinden bazıları, Türk Metal Sendikası tarafından
levhalar halinde bastırılmıştır. Levhanın birisinde “Türk
Milliyetçisiyim” ile başlayan sözlerini aşağıya aynen alıyorum:
Ben her şeyden evvel bir Türk Milliyetçisiyim.
Böyle doğdum, böyle öleceğim.
Türk birliğinin bir gün gelip hakikat olacağına inancım
vardır.
Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları
içinde kapayacağım.
Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum.
Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliği ile açacaktır.
Dünya, sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır.
Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak;
Güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.
Kemal ATATÜRK
(Kendi İmzası)
Atatürk’ün Veciz Sözlerinden Örnekler
ve Yorumlar
Atatürk, ölümünden çok önce söylediği bu ön görüşüyle,
Türk birliğinin, bir devlet çatısı altında değil de, bugün
gerçekleştiği gibi, alabildiğine geniş coğrafyada, ayrı ayrı
kurulacak çok sayıdaki Türk devletlerinin kendi aralarında
81
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
geliştirecekleri sıkı işbirliğiyle Türk birliğini sağlayacaklarına
inanıyor olmalıydı. Zira: Atatürk akıllı ve ölçülü bir insandı.
Adımlarını çok dikkatli atardı. Büyük kıtalara yayılmış koskoca bir
millet topluluğunu çok geniş bir imparatorluğun çatısı altında sonuna
kadar tutmanın mümkün olmadığını tecrübesiyle biliyordu. Dağılan
Osmanlı İmparatorluğu’nda bunun tecrübesini görmüş ve gerekli dersi
almıştı.
Herkes gibi, Atatürk’te hayal kurardı. Ama onun hayalleri
ütopya (olamayacak şeyler) değildi. Gerçekçiydi. Olabilecek şeyleri
düşünür ve düşündüklerini gerçekleştirirdi. Atatürk’ün aşağıya
aldığım sözleri bu konuda bizlere ışık tutmaktadır:
– Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri
yapacakmış gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler,
büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden
bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini bu memleketin üzerine
topladık. Biz PANİSLÂMİZM yapmadık, belki yapıyoruz, yapacağız
dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için bir an önce öldürelim dediler.
PANTÜRKİZM yapmadık. Yaparız, yapıyoruz, yapacağız dedik ve
yine öldürelim dediler.”
– Biz, böyle yapmadığımız, yapamadığımız kavramlar
üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimizdeki
baskıları artırmaktan ise, tabii sınıra, meşru sınıra dönelim…
Efendiler! Biz hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz. Yalnız ve ancak
bunun için hayatımızı esirgemeden harcarız.” 6
Vatan kavramı ve gerçekçilik ilkesine çok önem veren
Atatürk’ün yukarıya aldığımız sözleri, elbette milli sınırlarımız
dışında kalan Türklerle ilgilenmemek anlamına gelmez. Milli
siyaset gütmekte olan Atatürk, devletin bütünüyle milli bir siyaset
izlemesi taraftarıydı. Milli siyasetten kasti, kendi deyimiyle:
– Kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde her
şeyden önce kendi gücümüze dayanmak suretiyle varlığımızı
koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak,
genel olarak milleti sonu gelmez emeller peşinde yorarak, zarara
sokmamak… Medeni dünyadan insanca muamele ve karşılıklı dostluk
beklemektir.” 7
6
7
Turhan Feyzioğlu: Atatürk ve Milliyetçilik S.69-70
Turhan Feyzioğlu: Atatürk ve Milliyetçilik S.39
82
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Millet davası şuurlu bir ideal meselesidir” diyen Atatürk,
gerçek ve akılcı davranarak, anavatanı tehlikeye atacak fakat Türklüğe
hiçbir fayda sağlamayacak, sadece zarar getirecek maceracı,
hayalperest görüş ve davranışlardan daima uzak durmuştur. Ancak
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, imparatorluğumuz
içindeki bütün azınlıkların harekete geçerek, kendi milliyetçilik
fikirlerini yaymak ve ülkemizden kopma çabaları karşısında, uzun süre
Türk Milliyetçiliğini uyandırma konusunda bizim çok geç kaldığımıza
inanıyordu.
– Biz milliyetçi fikirleri tatbikte çok gecikmiş, çok ilgisizlik
göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye
çalışacağız” diyen Atatürk ilâve ediyor:
–Şunu da söyleyeyim ki: TÜRK çok zekisin! Malum. Fakat
zekânı unut! Daima çalışkan ol” öğüdünü veriyordu.
Atatürk’ün milliyetçiliği, özetle: Türk kültürüne dayalı
kültür milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik toplayıcıdır, birleştiricidir,
insancıldır ve de başka milletlerin milliyetlerine saygılıdır. Türk
gençliğinin (Atatürk gençliğinin) benimseyeceği milliyetçilik anlayışı
budur, bu olmalıdır.
Atatürk’ün bizzat yaşadığı Türk milliyetçiliğine göre, Türk
vatandaşı olarak bizler; her şeyden önce Türk milletinin bir ferdi
olmanın gururunu duymalı ve bununla övünmeliyiz. İkinci olarak,
içinde yaşadığımız toplumu (milletimizi) çok sevmeli ve bu Büyük
Millete ihtirasla hizmet etmek ihtiyacını içimizde duymalıyız. Ve de
bilfiil hizmet etmeliyiz! Üzerimize aldığımız görevi her ne pahasına
olursa olsun en iyi şekilde yapmaya çalışmalıyız.
Yaşadığımız topluma faydalı olmak için, önce kendimizi
ruhen, bedenen ve zihnen iyi yetiştirerek, üzerimize aldığımız
görevi en iyi şekilde başaracak manevi güce ve beceriye
ulaşmalıyız. İnandığımız halka (Türk Milletine) hizmet yolunda
yılmadan ve dönmeden yürüyerek er geç ulaşacağımız başarıdan dolayı
elde ettiğimiz maddi ve manevi kazancımızı milletimizle
paylaşmasını bilmeliyiz. İşte Atatürk’ün uyguladığı, özverili Türk
milliyetçiliği budur.
Yoksa, bu geçitlerden geçmeden ve gerekli olgunluğa
erişmeden “ben milliyetçiyim” diyerek kendini lanse etmek ve bu
yolda siyasi veya ekonomik nüfuz kazanmaya çalışmak milliyetçilik
değildir. Bu tarz milliyetçilik istismarcılarından, Milletimiz çok
çekmiştir. Daha fazla çekmesine herhalde fırsat vermemeliyiz.
83
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
6- Atatürk’ün Güçlü Devlet Ülküsü
Devlet – Güçlü Devlet
Devleti tanımlayan Atatürk’e göre:
– Devlet dediğimiz zaman, bir insan topluluğu, bu insan
topluluğunun yerleşmiş olduğu coğrafi sınırlarla belirlenmiş bir
arazi, bu arazide yaşayanların her çeşit hürriyetlerinin güven
altında bulundurulmasını (Millet ve memleketin bağımsızlığının
korunmasını) sağlayan, kendine özgü bir kuvvete sahip kişilerin
bütününden oluşan bir varlık anlaşılır.” 1
Atatürk’ün tanımına göre, belirlenmiş bir arazide (bir yurtta)
yaşayan insan topluluğunun (yani milletin) devlet olabilmesi için
kendine özgü bir kuvvete sahip olması gerekli olmaktadır.
Sözü edilen kendine özgü kuvvetin en başında “Milli
Egemenlik” (yani milli iradenin yönetime hakim olması) gelmektedir.
Dıştan bir başka gücün baskısı altında olmadan, milletin kendi gücüne
dayanarak kendini idare etmesi (kendi seçtiklerine kendisini
yönettirmesi) milli egemenliğin ön şartıdır.
Milletin sahip olduğu kendine özgü kuvvet, o milletin
bağımsızlığını sağlar.
Bağımsızlık; Bir devletin diğer bir devlete veya milletlerarası
bir kuruma uydu olmamak ya da millet hayatı yönünden hiçbir yere
bağlı bulunmamaktadır. Bağımsızlık denilince, sadece siyasi
bağımsızlık anlaşılmaz. Asıl olan tam bağımsızlıktır.
Tam Bağımsızlık
Milletler ancak, tam bağımsızlığa kavuştuğu oranda mutlu
olabilirler. O halde tam bağımsızlık nedir? Ve nasıl ulaşılabilir. Ona
bakalım:
Atatürk’ün büyük nutkunda belirttiği gibi:
– Tam bağımsızlık demek, siyasi, askeri, mali, iktisadi
(ekonomik), adli (hukuki), kültürel… gibi benzeri her alanda tam
bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi
1
Atatürkçülük III; Gen-kur Yayınları; İstanbul 1988; s.21
84
Rasim PEHLİVANOĞLU
birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, millet ve ülkenin gerçek
anlamıyla tam bağımsızlığından yoksun olması demektir.” 2
Yukarıda tanımladığı tam bağımsızlığı amaç edinen, Türk milli
kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğini benimseyen Atatürk, öndeki
sayfalarda belirtildiği üzere, milli devleti kurmuş ve bu devleti muasır
medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmayı ülkü edinmiştir. Devletin
içinde milli birlik ve bütünlüğü sağlamış, dış devletlere karşı da
görüşüne değer verilen ve sözü dinlenilen saygınlık kazandırmış
güçlü bir devlet, Atatürk’ün vazgeçilmez ülküsü olmuştur.
Kurduğu milli devletin, her yönden tam bağımsızlığını korumak
suretiyle de dünyanın en kuvvetli devletlerinin ön safında yer almak
gayreti içinde olan Atatürk, bu yöndeki etkili sözleriyle milletimizi
daima uyarmış, canlandırmış ve kendi deyişiyle, “dinamik
idealimize” yönlendirmeye çalışmıştır.
Bugün Atatürk fani olmuştur. Ama geride bıraktığı bizler ve
gelecek nesiller onun belirlediği amaca ulaşmak için, onun çizdiği
yoldan giderek ve eksikleri tamamlayarak, milli ülkümüze doğru adım
adım ilerlemek ve önümüze çıkan engelleri yenerek, özlediğimiz
muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükselmek, azim ve iradesinde
olmalıyız. Mensubu olduğumuz büyük Türk milletine yakışır fertler
olarak yetişmemizin milli görevimiz olduğunun bilincinde
bulunmalıyız.
Güçlü Devletin Yolu: Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlıktır
Devletin kendine özgü kuvvetinin en başında milli egemenlik
(milletin hakimiyeti) geldiğini yukarıda söylemiştik. Milli egemenlik
sözüyle, milletin kendi kendini idare etmesi (yani kendi seçtiklerine
kendisini idare ettirmesi) demek olduğunu biliyoruz. Temsili idare
denilen bu yolla, ülke, milletin seçtiği temsilciler yoluyla
yönetilmektedir.
Milli egemenlik, (hakimiyetin kayıtsız şartsız millette olması) iç
bağımsızlığın başta gelen ilkesidir. Bağımsızlığımız ise, ancak tam
bağımsızlık yoluyla gerçekleşebilir. Her yönden güçlü bir devlet
olmamız tam bağımsız olmamızla mümkün olabilir. O bakımdan, tam
bağımsızlığımızı önemle korumak zorundayız.
Atatürk’ün belirlediği tam bağımsızlık ilkeleri üzerinde aşağıda
tek tek durmayı gerekli görüyorum.
2
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Gen-kur Yayınları; İstanbul 1988; s.603
85
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Tam Bağımsızlık İlkeleri
a) Siyasi Bağımsızlık
Dışa karşı herhangi bir devletin uydusu olmadan, dışarıdan
baskı ve emir almadan, kendi kendisini yöneten bir devletin siyasi
bağımsızlığı olabilir. Fakat sadece siyasi bağımsızlık yeterli değildir.
Milletlerin ya da devletlerin birbirlerine çok muhtaç olduğu
bugünkü dünya şartlarında sadece siyasi bağımsızlıkla güçlü devlet
olunamaz. Zira, devletler gerek emniyet gerekse çeşitli ihtiyaçlarını
karşılamak bakımından birbirlerine muhtaçtır. Birbirlerine bilgi, teknik
aktarmak ve birbirlerinin maddi refahına katkıda bulunmak,
birbirlerinin kültürel gelişmelerine yardımcı olmak da devletlerin
karşılıklı görevidir. Bu da her yönden bağımsız olmalarıyla mümkün
olabilir. Kuru kuruya siyaseten bağımsız olan bir devlet özlenen
gelişmeyi sağlayamaz. Bunun yanı sıra diğer yönlerden de tam
bağımsız olarak gelişmesi gerekli olmaktadır.
b) Ekonomik Bağımsızlık (Tam Bağımsızlığın Önemli
Unsuru)
Güçlü Devlet Güçlü Ekonomiyle Gelişir.
Ekonomi ile maliye iç içedir. Birbirlerinin tamamlayıcısıdır. O
bakımdan ikisini bir arada inceleyelim. Önce ekonomiye eğilelim.
Ekonomi:
Ekonomik kalkınma; “Türkiye’nin hür, bağımsız, daima daha
kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir” diyen
Atatürk ekonomiyi şöyle tanımlıyor:
– Ekonomik hayat denilince, tarım, ticaret, sanayi
faaliyetlerinin ve bütün bayındırlık işlerinin, birbirlerinden ayrı
düşünülmesi doğru olmayıp bir bütün olarak ele almak gerekir”
diyor. Bunlara madencilik, ormancılık, ulaşım ve benzerleri de
katılabilir.
Güçlü devlet, şüphesiz tam bağımsızlığa ve milli egemenliğe
dayanacaktır, görüşünde olan Atatürk’e göre;
– Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefleri… tam olarak
gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki ve en kuvvetli temel
ekonomidir. Ekonomide başarı, ümit, zenginlik ve güven demektir”
diyen Atatürk’ün savunduğu görüşe göre;
86
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mutlu
olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir.” 3
Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerinden ve daha pek çok
konuşmalarından da anlaşılacağı üzere, güçlü devletin yolu öncelikle
güçlü ekonomiye sahip olmaktan geçer.
17 Şubat 1923 de toplanan “İzmir İktisat Kongresinde”
Atatürk diyor ki:
– Yeni Türkiye’mizi lâyık olduğu seviyeye ulaştırabilmek
için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek
zorundayız. Çünkü zamanımız ekonomi çağından başka bir şey
değildir.” Bu kongrede kabul edilen “ekonomik andı”na göre:
– Türk Milleti kan dökerek sahip olduğu milli bağımsızlık
fikrinden hiçbir şekilde fedakârlık yapmayacaktır. Ekonomik
kalkınmamız bu bağımsızlık içinde sağlanacaktır. Siyasi bağımsızlık
gibi ekonomik bağımsızlıkta esastır”4
deniyor. Bu ekonomik
andında, kendi çabamızla kaynaklarımızı değerlendirmemiz
öngörülüyor. Ve böylece milli ekonomi ilkesi kabul edilmiş oluyordu.
Artık başka güçlü devletlere muhtaç olmadan kendi yağımızda
kavrulmaya çalışmak başlıca gayemiz olmuştu. Çok kıt kaynaklarımıza
rağmen, devlet akıllı ve tutumlu politikalar izleyerek, öncelikle tarım,
ticaret, sanayi, madencilik, bayındırlık ve ulaşım alanlarında önemli
işler başarıldı. 1933’de devletçilik ilkesi benimsenerek, devlet eliyle
önemli işler yapmak üzere plânlı ekonomiye geçilmiş ve büyük
başarılar elde edilmiştir.
Esas olan Türk köylüsünün refahı ve mutluluğu görüşünde olan
Atatürk, özellikle tarım işlerine çok önem vermiştir.
– Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan
köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete
hak kazanmaya lâyık olan da köylüdür” sözleriyle Atatürk, köye ve
köylüye verdiği önemi belirtmiş ve bu yönde imkân nispetinde gerekli
tedbirlerin alınmasını sağlamıştır.
Öncelikle, köylüyü ezen ve üzen aşar vergisi kaldırılmış,
çiftçiye kredi kolaylığı sağlanmış, iyi tohum ihtiyacı karşılanmaya
çalışılmış, örnek çiftlikler kurulmuş, “Yüksek Ziraat Enstitüsü”
3
4
Atatürkçülük; 3. kitap; Gen-kur Yayınları; M.E.Basımevi; İstanbul 1984; s. 177-178
Osman Bircan; Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı; M.E. Basımevi; İstanbul 1993; s.188
87
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
adıyla ziraat fakültesi açılmış, üretimin artmasına ve yeni tür ürünlerin
bulunmasına önem verilmiştir.
Cumhuriyetten önce, ülkemizde ticaret işlerine hâkim olan
yabancılar, özellikle Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarımız
tüm ticaret alanlarını ellerine geçirmişlerdir. Türkler geride
kalmıştı.
Ticaret hayatımızı milli çıkarlarımız doğrultusunda geliştirmek
için büyük çaba harcayan devlet, Atatürk’ün biriktirdiği paralarla
ilk özel bankamız olan İş Bankasını 26 Ağustos 1926 yılında kurdu.
Kapitülasyonlar kaldırıldı. Türk denizlerinde gemi işletme (kabotaj)
hakkı yalnız Türkiye’ye tanındı. Yabancıların kurduğu ticari işletmeler
birer ikişer satın alınarak milli ekonomi ilkesinin uygulanması
sürdürüldü.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında sanayimiz oldukça
zayıftı. Fabrikamız yoktu. Vatandaşlarımız el sanatlarıyla
ihtiyaçlarını temine çalışıyorlar. O da yetersiz kalıyordu. Çoğu
ihtiyaçlarımız dışarıdan temin ediliyordu. Oysa, yeni milli devletimizin
her alanda sanayileşmek zorunluluğu vardı. Devlet ilk zamanlar, bu
konu ile doğrudan doğruya ilgilenemedi. Sanayileşme özel teşebbüse
bırakıldı… Özel teşebbüsle, yeterli ve ehil kadrolar olmadığından
başarılı olunamadı. Bu sefer devletçilik ilkesi benimsendi.
Devletçilik İlkesi
Devlet sanayileşme işini de kendi üzerine alma ihtiyacını
duydu. 1933 yılında, “birinci 5 yıllık plân” kabul edilerek, 1934
yılında önemli devlet işletmeleri kuruldu. Başta şeker ve tekstil
olmak üzere birçok bölgemizde önemli fabrikalar kuruldu. Cam, deri,
yapay ipek, demir-çelik vb. fabrikalar hizmete girdi. 1935’de “Maden
Tetkik ve Arama Enstitüsü” kuruldu. Birçok maden bölgesi
işletmeye açıldı. Başta demir yolları, kara yolları olmak üzere hızla
ilerlendi. Deniz yolu ve hava taşımacılığı da önem kazandı.
Bu arada, düşman kaçarken yakıp yıktığı kentler, köyler
onarıldı. Birçokları yeniden kuruldu.
Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi tamamen
Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir
sistemdir. Bu konuda Atatürk şöyle söylüyor:
– Bizim izlediğimiz devletçilik, kişisel çalışma ve etkinliği
esas tutmakla birlikte, olabildiği kadar az zaman içinde milleti
refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve
88
Rasim PEHLİVANOĞLU
yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde, özellikle ekonomi
alanında devleti doğrudan doğruya ilgili kılmaktır.” 5
Yukarıya alınan sözlerden de anlaşılacağı üzere, Atatürk’ün
devletçiliği karma ekonomiye dayanmakta ve sosyal devlet
anlayışından hareket etmektedir. Görülüyor ki, özel teşebbüse de yer
vermiş olan milli devlet, özel teşebbüsün tam güvenlik ve hürriyet
içinde çalışmasını sağlayacak tedbirlerle de görevlenmiştir. Amaç, Türk
Milletinin refahını sağlamaktır.
Atatürk, acı kapitülasyonlar tecrübesine rağmen, yabancı
sermaye konusunda körü körüne düşmanlığa karşıdır. Bu konu da
Atatürk:
– …Ekonomik alanda düşünür ve konuşurken, sanılmasın ki biz
yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz… Yasalarımıza saygılı olmak
şartıyla yabancı sermayeye gereken güvenceyi vermeye her zaman
hazırız. İstiyoruz ki, yabancı sermaye çabalarımıza ve servetimize
eklenebilsin. Bizim için ve onlar için faydalı sonuçlar versin. Fakat
eskisi gibi değil…” görüşünü açıklıyor. 6
Yukarıda özetlediğimiz ekonomik faaliyetler Atatürk Devri
Türkiye’sine aittir. Atatürk’ün 1938’den hemen sonra başlayan
birinci Cihan Savaşı döneminde ülkemizdeki kalkınma ve
sanayileşme hamlelerinde duraklama olmuştur. 1945’ten sonra çok
partili hayata geçilmiş. İmkânlarımız ölçüsünde yeni atılımlarımız
başlamıştır.
Ekonomide Hamle
Fakat en önemli atılımlar, 1950’den sonra başlamıştır.
Demokrasi kurallarına uygun olarak yapılan seçimlerle iktidar
değişiminden sonra, her alanda hızlı bir kalkınma hamlesi başlatıldı.
O günlere kadar köyü ve köylüyü tanımayan politikacılar köye gittiler,
köylüyü tanıdılar. İsteklerini dinlediler ve değerlendirdiler. Köye
çeşme, yol götürdüler ve başka ihtiyaçlarına cevap verdiler. Bu arada
ülkemizde büyük işyerleri ve önemli fabrikalar açılmaya başlandı.
Ne yazık ki: Demokrasinin kurallarına henüz ulaşılmadığı
nedeniyle, iktidarın partizanca davranışları ve muhalefetin yapıcı
olmaktan ziyade yıkıcı eleştirileri sonucu, ülkemizde demokrasi
ortamı zedelendi… Gün geldi 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle demokrasi
5
6
Prof. İsmet Giritli; Kemalist İdeoloji; Duran Ofset Matbaacılık; 1981; s.44
a.g.e.; s.37-38
89
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
askıya alındı. Kapalı rejime geçildi. Tabidir ki, ekonomik kalkınma
hamleleri de durdu ve aksadı.
Kısa zaman sonra 1961’de tekrar demokrasiye geçtik. Çok
partili hayat başladı. Normal seçimler oldu. İktidarlar değişti…
Yeniden hızlı kalkınma ve sanayi de gelişme başladı. Fakat içten ve
dıştan, kışkırtıcıların etkisiyle durum yeniden karıştı. Demokrasiye
yeni müdahaleler oldu: Önce 1971 muhtırası, arkasından 1980
hükümet darbesi ile askeri idare başladı. 3 yıl kapalı rejimden sonra
yeni anayasayla (1982 Anayasasına göre), 1983 yılında yeniden
demokrasi yönetimine geçildi.
1983 sonrası. Demokrasi rejimi içinde her yıl artan bir hızla
kalkınma hamlelerimiz ve sanayileşmemiz gelişti. Ve gelişiyor. Daha
önce dıştan sanayi ürünleri satın alan ülkemiz, zamanla sanayi
ürünleri ihraç etmeye başladı. Ve bu yöndeki ihracatımız hızla arttı.
Bugün ön sırada gelen sanayi ülkeleri arasında yer aldık. Bu
suretle, sanayi alanında dışa bağımlılıktan büyük oranda
kurtulduk. Şimdi daha da çok sanayi kuruluşları için gerekli olan
malzemeleri dışarıdan ithal ediyoruz ki, bunlar ileride işlenmiş olarak
ihracata dönüşebilecektir. Bunun için diyoruz ki: “Kaz gelecek yerden
tavuk esirgenmez.”
Atatürk’ün özlediği güçlü devlet için güçlü ekonomi yolunda
her yıl biraz daha ilerliyor ve bu konuda tam bağımsızlığa artan bir
hızla koşuyoruz.
Fakat büyümemizi ve güçlenmemizi kıskanan dış güçler ile
onların içerimizdeki uzantıları bizi rahat bırakmıyorlar. Aramıza
nifak sokarak bizi birbirimize düşürmeye ve milli birliğimizi bozmaya
çalışıyorlar. Bunlara alet olanları önlemeye çalışmak hepimizin milli
görevimiz olduğuna inanıyorum.
c) Mali Bağımsızlık (Güçlü Devlet İçin Güçlü Maliye)
Tam bağımsızlık ilkemizden birisi de devletin maliyesinin
bağımsız olmasıdır.
Maliye, devletin gelir ve giderlerini düzenleyen kuralların
bütünü olan birimdir. Bu tanıma göre maliye ile ekonomi birbirleri ile
iç içedir. Ve birbirlerinin tamamlayıcısıdır. O bakımdan genel olarak
mali durumu (yani para durumu) güçlü olan devletin ekonomisi de
güçlüdür. Ekonomisi güçlü olan devletin de mali durumu güçlüdür.
90
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Maliye Politikası
Maliyemizin bugünkü ve gelecekteki bağımsızlığına çok önem
veren Atatürk’ün güçlü maliye hakkındaki görüşlerini kendi
dilinden özetle belirtelim.
– Bugünkü kutsal savaşımızın amacı tam bağımsızlıktır.
Bağımsızlığın bütünü ise mali bağımsızlığımızla mümkündür. Bir
devlet, maliyesi bakımından yoksul olunca, o devletin bütün
şubelerinde bağımsızlık kötürümdür. Çünkü her devlet organı mali
güçle yaşar… Mali bağımsızlığın saklı tutulması için ilk şart, bütçenin
ekonomik yapı ile orantılı ve dengeli olmasıdır… Büyük ölçüde
tasarruf, milli belgemiz olmalıdır. Bütün bunlara göre mali
yöntemimiz, halkı sıkıştırıp zarara sokmadan, mümkün olduğu
kadar dışarıya el açmadan kafi gelir sağlamak esasına dayanır…”
diyen Atatürk bir başka konuşmasında:
– Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, bağımsız, daima
daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye ülküsünün
belkemiğidir.” 7 özdeyişiyle bizlere ışık tutmuştur.
Öncelikle, devlet bütçesinin denk tutulmasını öğütleyen
Atatürk, mali bağımsızlık konusunda başka konuşmalar ve geçerli
uygulamalar da yapmıştır. Özellikle, devlet harcamalarında tasarrufa
çok itina göstermiştir. Harcamalar da halkın katkısından faydalanmıştır.
Yokluk içinde varlık gösterilmiş ve borçlanmamaya azami
derecede itina edilmiştir. Dış ülkelere yeniden borçlanılmadığı gibi,
Osmanlı devletinin yeni Türkiye devletine devredilen çok sayıda
borçlarını da ödemek zorunda kalınmıştır.
Borçlanmalar konusunda Atatürk’ün çok önemli tavrını burada
belirtmek isterim: Osmanlı’dan kalma büyük orandaki
borçlarımızın ödenmesinde çok güçlük çekiliyordu. Ama Atatürk
bunun da kolayını bulmuştu. O yıllarda, borçlu olduğumuz
Avrupa’daki bütün ülkelerin parası değer kaybederken, Atatürk
bütün güçlüklere direnerek para bastırmamış ve Türk parasının
değerinin düşürülmesini önlemiştir. Borçlarımız, alacaklı devletlerin
parası üzerinden ödeniyordu. Onların da değeri düştüğünden Türk
parası değerlendiğine göre düşük kurdan borçlarımızı ödemek
şansına kavuşmuş olduk. Böylece dış borçlardan kolaylıkla
kurtulduk.
7
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Genkur Yayınları; İstanbul 1988; s.604-605
91
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
O günlerin Başvekili İsmet Paşa’dan nakledildiğine göre,
hükümet bir gün para bulmakta çok sıkışmış ve bunalmıştır. Bir miktar
para bastırmak için Atatürk’ten izin istenilmiş. Fakat O kararında
diretmiş ve para bastırmasını önlemiştir. Sonunda istenen para
bulunmuş ve ihtiyaç karşılanmıştır. Rahmetli İsmet İnönü,
Atatürk’ün öngörüşüne bir kere daha tanık olmuş ve takdir
etmiştir.
Yukarıda belirtildiği gibi Atatürk devri döneminde çok sıkı
para politikası takip ediliyordu. Türk parasının değerini korumak
kanunu da çıkarılarak para değerinin düşürülmesinden azami
derecede sakınılıyordu. Devlet bütçesi denk bağlanıyordu.
Bu durum Atatürk’ün ölümünden sonra da yıllarca devam
etmişti. Fakat çok partili hayata geçildikten sonra, ülkemizde hızlı
kalkınma gayretleri devam ederken, özellikle 1970’li yıllardan itibaren
para politikasında bir gevşeme oldu. Ve her yıl merkez bankasında bol
miktarda para basılmaya başlandı. Bu yanlış adım ise bütün ekonomik
dengelerin bozulmasına neden oldu.
Atatürk dönemi maliye politikasının temel amacı, halka
işkence etmeksizin devlet bütçesi dengesinin sağlanmasıdır… Hattâ
devlet bütçesinde yeni Türkiye devletinin hızla kalkınması gereğiyle,
yatırımlara tahsis edilmek üzere bütçe fazlalığı vermesi de
sağlanmıştır. Denk olarak bağlanan bütçelerin yıl içinde ek ödemelerle
bütçe denkliğinin bozulmasına izin verilmemiştir.
Atatürk’ün maliye politikası, devlet hazinesinin yurtiçinde ve
yurtdışında güçlü olması temel amacını gütmektedir. Vergilerin
ekonomik etkilerinin üretimi azaltmasının önlenmesi ilkesi de
Atatürk’ün maliye politikasının temellerinden birisidir.
Atatürk’ün Para Politikası
Atatürk’ün para politikasının temel amaçlarından birisi de,
devlet harcamaları ile kaynaklar arasında sürekli bir dengenin
korunması suretiyle enflasyonun önlenmesidir. Atatürk’ün enflasyon
karşısındaki tutumunu en iyi ifade eden İsmet İnönü’nün şu sözlerinin
burada tekrarlanmasında yarar vardır.
– Hükümet olarak yılda 2 kez ödeme yapamayacak duruma
düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık
emisyonun (para basımının) bizi ferahlatacağını anlatmaya
çalışırdım. Bir defa bile evet dedirtemedim” 8 demiştir.
8
Gen-kur Başkanlığı; M.E.Basımevi; İst.1988; s.287-288
92
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’e göre, para basarak sağlanan kaynaklarla yatırım
yapılması kesinlikle engellenmeliydi… O’na göre paranın iç değeri ile
dış değeri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Ülkede enflasyonun
temel gerekçelerinden biri de yurt dışında TL nin ve hazinen itibarının
gücünün korunmasıdır.
Milli paranın Türklerin eline geçmesini isteyen Atatürk
1930’da TC. Merkez Bankasını kurmuş. Bankanın hisselerini de
Türk bankaları ile devlet memurlarına dağıtmıştır. 1931’de 6127
kg. olan TC. Merkez Bankası altın mevcudunun, 1938’de 26190 kg.a
çıkarılmıştır… Böylece, ödemeler dengesi ile devlet bütçesi dengesini
kurarak korunmasını sağlamış ve fiyat istikrarının bozulmasını
kesinlikle önlemiştir.
Atatürk’ün görüşüne göre, Türk bankacılığı da Türklerin
yönetiminde ve mülkiyetinde olmalıdır. Zira, Türk mevduatının büyük
çoğunluğunun yabancı bankalar emrinde bulunmasını uygun
görmemekteydi. 1920’de %68’i yabancı kaynaklar elinde bulunan
mevduatın ancak %32’si milli bankalar elinde bulunuyordu. Alınan
tedbirler neticesinde milli bankalarımız 1937’de mevduatın %81’ini
elde edebilmişlerdir.
Atatürk’ün Yatırım Politikası
Atatürk’e
göre,
enflasyona
gitmeden
yatırımların
hızlandırılması için halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının
büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesi sağlayan bir
mali yapının kurulması gereklidir. Atatürk’ün kararı ile başlatılan “milli
iktisat ve tasarruf hamlesi” ile yerli malları haftaları bu amaca
yönelik uygulamalardır.
Atatürk’ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam
kaynaklarla finanse etmek (gelir sağlamak) şartıyla en kısa zamanda
ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve bütün bölgelerinin
kalkındırılmasıdır.
Atatürk’ün ekonomik kalkınma modelinin temelinde dörtlü
denge görüşü vardır:
Devlet bütçesi dengesi
Kaynak harcamalar dengesi
Dış ödemeler dengesi
Devlet işletmesi –Özel işletmeler dengesi
Dün diyebileceğimiz çok yakın tarihte, ülkemizde yaşanmış
olan yüksek enflasyon, döviz darboğazı, işsizlik, şiddetli doktriner
93
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
akımlar ve hatta sosyal huzursuzluklar, hep bu dengelerden
uzaklaşmamızın sonucunda ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin,
Atatürk’ün yönetimindeki 15 yıllık dönemi ekonominin en istikrarlı ve
hızlı gelişme dönemi olmuştur. 9” Darısı bugünümüze ve gelecek
yıllarımıza olsun.
Cari Açık
Bağımsız devletlerin de birbirlerine muhtaç olduğunu
biliyoruz. İnsanların ve devletlerin ihtiyaçları çeşitlidir. Birinde olan
diğerinde olamıyor. Veya kendi ülkesine yetersiz kalıyor. Bunu
gidermek için, devletler birbirlerinden alışveriş yapmak zorunda
bulunuyorlar. Satışa ihracat, alışa ithalât denildiğini biliyoruz. Satışın
bedeli alışı karşılarsa, bu hal dengeli dış ticarettir. Satış alıştan çok
olursa bu memleket kazançlıdır. Fakat alış (ithalât), satıştan daha
çoksa bu hal o memleket için hayırlı bir gelişme değildir. Alışla satış
arasındaki farka cari açık denilir. Alışı çok, satışı az olan ülke
alışveriş yaptığı ülkeye bir bakıma bağımlı duruma düşer ki, bu hal
o ülkenin tam bağımsızlığına gölge düşürür. Bundan kaçınılmalıdır.
Fakat gelişmekte olan bir ülke, üretimini artırmak için, iş
yerleri açmak veya fabrikalar kurmak gibi, ileride gelir getirecek ve
istihdamı sağlayacak işlerin ve sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını
karşılamak gayesiyle ithalât yapılıyorsa, bu durum hoş görüyle
karşılanır. Zira; ilerideki fazla getiri için bugünkü fazla götürü gerekli
olmaktadır. Ve normaldir.
Tespitlerimize göre, bugün ülkemizde ihracat ve ithalât
arasındaki cari açığın birçoğu bu gayeye hizmet için olmaktadır.
Aksine, ülkemizde bol bulunan bazı maddelerin ucuz denilerek kâr
amacıyla dışarıdan getirildikleri öğreniliyor. Memleket menfaatleri
düşünülerek bu yanlışı önlemek için tedbirler almak hükümetlerin
görevidir. Bu görev bilinçli olarak yapılırsa iyi sonuçlar alınabilir.
Atatürk’e göre “Bir milletin kültür seviyesi üç sahada:
Devlet, Fikir ve Ekonomi sahalarındaki faaliyet ve sonuçlarının
ürünü ile ölçülür.” Bu görüşe göre ekonomiye ve bununla ilişkili olan
mali hayatımızın gelişmesine büyük önem vermekle mükellefiz.
– Memleketimizin ekonomik kaynakları bütün dünyanın
hırslarını çekecek verime ve zenginliğe sahiptir…” diyen Atatürk bu
sözüyle, zengin kaynaklarımızdan faydalanmak isteyen ülkelerle dış
ticaretimizin geliştirilmesi isteğinde bulunmuş oluyor.
9
a.g.e. s291-293
94
Rasim PEHLİVANOĞLU
– İç ticarete gelince, bunda en önde gördüğümüz esas,
teşkilatlandırma ve belirli tipler üzerinde işleme ve akıllıca
çalışmadır” diyen Atatürk
– Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılamaz,
bununla beraber hiçbir piyasada başıboş değildir” görüşünü ifade
ediyor.
Vergi konusunda ise Atatürk,
–
Devlet
gelirlerinin
artırılmasının,
yeni
vergiler
konulmasından çok, devamlı bir programla mevcut vergilerin
takdir ve toplanma usullerinin iyileştirilmesinde aramak
lâzımdır…” diyor.
– Memleketin mali durumu düzen, emniyet ve disiplin
üzerine kuruludur” diyen Atatürk, “İyi yöntem ve iyi uygulamanın
memnun edici sonuçlarını vatandaş hiçbir işte vergi konusu kadar
hassasiyetle takip etmez… Bütün vatandaşlar gerektiğinde ağır
yükümlülüklere ve her türlü fedakârlığa katlanacaktır…
Vatandaş, maddi ve manevi varlığını hazır tutarsa, ancak o zaman
ideale ulaşmak mümkündür 10 ” görüşünü ifade ediyor, vergimizi
vermenin ve gerektiğinde millet ve memleketimiz için fedakârlıkta
bulunmamızın önemini vurgulamış oluyor.
Unutmayalım ki; ekonomik veya mali yönden dış ülkelere
bağımlı hale gelen bir ülkenin siyasi bağımsızlığına da gölge düşürülür.
Hattâ fazla ileri gidilirse yok olmasına bile neden olunur.
d) Adli Bağımsızlık
(Tam Bağımsızlığın Hukuki Garantisi)
Atatürk’ün görüşüne göre:
– …Her devletin bağlı bulunduğu sosyal topluluğun
uygarlık derecesiyle orantılı hukuki mevzuat vardır. Dünyadaki
bütün uygar devletlerin medeni kanunları hemen hemen birbirinin pek
yakınıdır… Buna göre, bizim de hukuki mevzuatımızın bütün uygar
devletlerin yasalarından eksik olması doğru değildir. 11
Yukarıdaki sözün sahibi olan Atatürk’ün görüşüne uygun
düşecek şekilde, hukuki mevzuatımızın yeniden düzenlenmesi ile
medeni kanunumuz çıkarılmıştır. Kanunlarımızda yapılmakta olan yeni
10
11
Atatürkçülük; 1. Kitap; Gen-Kur M.E.Basımevi; s.437-439
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; s.604
95
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
düzenlemelerle, demokrasi rejiminin gereği olan uygulamalar her geçen
gün biraz daha gelişerek yürürlüğe konulmaktadır.
Önemli olan,çıkarılan kanunların gayeye uygun düşecek
şekilde uygulanmasıdır. Bu da ülkemizin yasama ve yürütmeden
sonra üçüncü gücü olan yargının, yani bağımsız mahkemelerimizin
görevidir.
Yürürlükteki Anayasamızın genel hükümler
bağımsız mahkemelerimiz şöyle tanımlanmaktadır.
bölümünde,
Madde 138
“ Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar.
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre
hüküm verirler.”
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz… vb”
Anayasamızın yukarıya alınan 138. maddesine göre,
hakimlerimiz tamamen bağımsızdır. Yasalara ve kanaatlerine göre
hüküm verirler. Hükümlerine ancak üst mahkemeler nezdinde itirazda
bulunulabilir.
Fakat, siyasi bağımsızlığını yitirmiş olan ve bir dış gücün
baskısı altında bulunan mahkemelerin tam bağımsız karar
vermeleri elbette düşünülemez. Nitekim, İstiklal Savaşımız
öncesinde ve savaş sırasında işgal altında bulunan İstanbul’daki
padişah hükümetine bağlı mahkemelerin bağımsız olmaları ve adil
karar vermeleri mümkün olamamıştır. Bunlardır ki, Anadolu da
Türk İstiklal Savaşını başlatarak memleketi düşman işgalinden
kurtarmak çabasında olan büyük asker Mustafa Kemal Paşa’yı bile
idama mahkûm etmek gafletinde bulunmuşlardır.
Bu gerçeklerin ışığında söyleyebiliriz ki: Siyasi bağımsızlığı
olan devletlerin mahkemelerinde de tam bağımsızlık aranır.
– Milletlerin yargı hakkı bağımsızlığının birinci şartıdır.
Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı
kabul edilemez” diyen Atatürk:
– Her şeyi kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey
kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan,
yerine getiren daima karar verenden daha kuvvetlidir” diyor. Ve;
– Hâkimler hem vatandaşın hürriyetini düşünmeli, hem de
devlet otoritesinin güçlü kalmasına riayet etmelidirler.” Görüşünü
96
Rasim PEHLİVANOĞLU
savunuyor. Bu suretle hem karar veren hâkimlere hem de uygulayanlara
verilen önemi belirtmiş oluyor.
– Adalet bir devletin esası olduğuna göre, mahkemelerin söz
ile değil, gerçekten tarafsızlığını sağlamak her işin başında
gelmelidir. Hak sahiplerine zorluk çıkarmak, resmi dairelerde işlerini
takip eden kimseleri “bugün git yarın gel” diye, hükümet otoritesi
maskesi altında halkı ezercesine davranmak, uygun olmayan
işlemlere kalkışmak gibi durumlar kesinlikle önlenmelidir”
direktifini veren Atatürk;
– Güvenlik ve adalet işleriyle ilgili usullerde ve kanunlarda
kolaylık, çabukluk, açıklık ve kesinlik esastır” görüşünü açıklıyor.
Böylece sadece mahkemelerde hüküm verilmesi değil, verilen hükmün
gereğince uygulanmasının da şart olduğunu vurgulamış oluyor.
Bir ülkenin bağımsız mahkemelerinde, şunun bunun etkisiyle
adilâne karar verilemezse ya da verilen âdil kararlar, ilgili görevliler
tarafından gereğince uygulanamazsa, o ülkenin adliyesinde tam
bağımsızlıktan söz edilemez.
Atatürk adliye siyasetimizin gayesini şöyle belirtiyor:
– …Adliye siyasetimizde takip edilecek gaye, evvela halkı
yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır. İkinci
olarak toplumumuzun bütün dünya ile teması tabii ve zaruridir;
Bunun için adaletimizin seviyesini bütün medeni toplumların
derecesinde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Bu hususları sağlamak
için mevcut kanun ve usullerimizi bu bakış açılarına göre
yenilemekteyiz ve yenileyeceğiz…”12
Mahkeme salonlarında, büyük puntolarla yazılı olan ADALET
MÜLKÜN TEMELİDİR sözünü Atatürk boşuna söylememiştir. Mülk,
yurt demek olduğuna göre mülkün temeli olan adalet, aynı
zamanda tam bağımsızlığımızın da temelidir. Adaletsiz hükümler ve
adaletsiz uygulamalarla çöken temel, tedbir alınmazsa, tam
bağımsızlığın da temelinin çökmesine neden olur ve yurt harabeye
döner. İşte, bağımsız bir devletin bağımsız adliyesi bu kadar önemlidir.
e) Kültürel Bağımsızlık
Bir milletin tam bağımsızlığının
gelişmesiyle orantılı olarak süregider.
12
devamlılığı
Doç. Dr. Mehmet Evsile; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nin Konular İndeksi; s.1
kültürel
97
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kültürel yönden gelişmiş ve gelişmekte olan milletler daha hür,
daha güçlü ve daha geleceğinden emin olarak ileriye yürürler. Kültür
aydınlıktır; girdiği yeri aydınlatır. Kültürlü milletler aydınlıkta
önlerine çıkan engelleri görür ve emin adımlarla bunları aşarak
hedefe ulaşırlar. Kültürde geri kalan ve ilerlemekten nasibini
alamayan milletler, karanlıkta yürüyen körebeler misali ileriyi göremez,
önlerine çıkan engelleri fark edemez ve aşamazlar. Böyleleri tam
bağımsızlıklarını da koruyamaz ve ergeç kültürlü ve daha güçlü başka
bir devletin tuzağına düşerler; onların boyunduruğu altına girmekten
kendilerini alıkoyamazlar.
O halde, tam bağımsızlığımızın devamı için, önümüze ışık
tutacak kültürel gelişmemizi sağlamaya ve mevcut kültürümüzü
(özellikle milli kültürümüzü) korumaya azami itina göstermek
zorundayız.
Sözlükleri ve ansiklopedileri inceledim. Kültür konusunda
çeşitli tanımlar yapılmıştır. İfadeler ayrı olsalar da genellikle anlamda
birleşilmektedir. Bunlardan bazılarına değinelim:
“Kültür bir milletin veya bir toplumun yaşam biçimidir”
diye tanıtım yapanlar olduğu gibi başka açıklayıcı tanımlar yapanlar ve
öz bilgiler vererek kültürün önemini belirtenler de vardır.
“Düşünceyi zenginleştiren, zevki incelten, eleştiri anlayışını
geliştiren bilgilerin tümü” denilerek genel kültürü tanımlayanlar
olduğu gibi; daha uzun tanımlarda yapılmaktadır.
1995 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca bastırılan “Örneklerle
Türkçe Sözlük”ün ikinci cildi sayfa 1826’daki tanımda kültür için
“bir insan topluluğunun (bir milletin) nesilden nesile aktardığı,
gelenek halinde devam eden maddi ve manevi varlıklarının,
değerlerinin bütünü; inanç, fikir, bilgi, sanat, âdet ve geleneklerin
ahenkli bütünüdür” deniliyor. Aynı sayfada ayrıca, Prof. Dr. Emin
Bilgiç’e atfen: “Kültür derli toplu olarak: Bir millete şahsiyet veren,
diğer milletlerle arasındaki farkı tespite yarayan, tarihin seyri
içerisinde teşekkül etmiş kendine has maddi ve manevi varlık ve
değerlerin ahenkli bütünüdür şeklinde tarif ve ifade edilebilir” diye
de tanım yapılıyor.
Gene aynı sayfada, “Kültür bir nesilden diğerine, gelenekler
ve öğretim yoluyla aktarılır. Kişilerin onu benimsemesi, ona sahip
olması ile devam eder, gelişir ve zenginleşir” ifadesi yer alıyor.
Takiben aynı sayfada Ziya Gökalp’ den naklen “Milletin tarihinde,
kültürünü unutan milletlerin şahsiyetlerini muhafaza ettikleri,
98
Rasim PEHLİVANOĞLU
varlık ve bütünlüklerini devam ettirdikleri asla görülmüş değildir”
görüşüne yer veriliyor.
Daha başka sözlüklerde ve ansiklopedilerde kültürle ilgili çeşitli
tanımlar yapılmaktadır. Maksadımızı ifadeye yettiği için biz bu
tanımlarla yetiniyoruz. Bakalım bu konuda Atatürk ne diyor: Kültür
ve milli kültür konusunda Atatürk’ün de tanımları ve açıklamaları
olmuştur. Bunların birçoğu önceki sayfalarda yer almıştır. Oradan
okunarak hatırlamalar yapılabilir. Atatürk’ün kültür tanımını ve milli
kültürle ilgili bazı görüşlerini yeniden aşağıya almak gereğini
duyuyorum. Atatürk:
– Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden
anlamlar çıkarmak, uyanık olmak, ders almak, düşünmek, zekâyı
işletmektir” diyerek kültürü veciz bir ifadeyle tanımlamış oluyor.
Türk milletinin milliyetçilik duygusunu canlandırmak suretiyle
İstiklal Savaşını kazanmış olan Atatürk, kurduğu milli devleti, milli
kültürümüze dayalı olarak korumak, geliştirmek, yüceltmek, ferde
ve millete gerçek mutluluk yolunu açmak ülküsüne yönelmiştir.
Milli kültüre çok önem veren Atatürk:
– Bir ülkenin en değerli varlığı yurttaşlar arasında milli birlik,
iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Bu
sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik,
milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir” diyor.
– Cumhuriyetin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun
fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan
Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” görüşünü ifade ediyor.
– Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini
Türk Cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz” diyen
Atatürk buradaki veciz sözleri ve daha başka konuşmalarıyla da
ülkemizdeki kültürel gelişmenin ve milli kültürümüze verilen değerin
tam bağımsızlığımıza olan etkisini vurgulamış oluyor.
Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Güçleri
Tam bağımsızlığımızın önemli unsurlarından olan siyasi
bağımsızlık, ekonomi, maliye, adliye ve kültürel bağımsızlık konularını
yukarıda özetleyerek inceledik. Bu bağımsızlık unsurları kendi özel
kanunlarına göre işletilirse kendi kendilerini koruyabilirler. Ancak,
öyle tehlikeli veya karmaşık günler gelebilir ki, devlet ne kadar iyi
yönetilirse yönetilsin, bu bağımsızlık unsurları kendi kendilerini
99
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
koruyamaz duruma düşerler. İşte o zaman koruyucu ve kollayıcı bir
güce ya da güçlere ihtiyaç duyulur.
Bu koruyucu ve kollayıcı güçler sadece tehlikeler ve
karışıklıklar baş gösterdiği zaman değil, her an hazır ve nazır
bulunacak ki, tehlikeli ve kargaşalı gelişmeler olmadan önce
bunların gelebileceği görülecek, alınacak önleyici tedbirlerle daha
doğmadan önlenmesi sağlanacaktır.
İşte, bütün bağımsız devletler, gelecekteki muhtemel kötü
gelişmelerin olabileceğini düşünerek, önleyici tedbirlerini önceden
almak zorunluluğunu duyarlar. Bunun için her devlet, ülkeyi
tehlikeye düşürecek muhtemel kötü olayları daha çıkmadan
önlemek ya da çıkan olayları büyümeden bastırabilmek için daima
emirlerinde hazır bekleyen silahlı kuvvet bulundururlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, bizde iç ve dış
düşmanlarımızın tahrikiyle ülkemizde her an çıkabilecek asayiş
olaylarını, muhtemel tehlikeli kargaşa ve karışıklıkları yada
terörizm veya baş gösteren iç isyanları karşılamak için anında
müdahale etmek ve bastırmak üzere, hükümetimizin emrinde -her
daim harekete hazır- silahlı emniyet güçleri bulundurmaktayız. Bu
koruyucu ve kollayıcı güçler devletimizin tam bağımsızlığının şartı
olan garantilerdir.
Devletimizin koruyucu ve kollayıcı güçlerini iki grupta
inceleyebiliriz:
1) İç Emniyet Güçlerimiz
2) Ordumuz – Askeri Güçlerimiz
1) İç Emniyet Güçlerimiz
Başta hükümete bağlı polis teşkilatımız olmak üzere,
belediyelere bağlı zabıtalar, mahalle ve köy bekçilerimiz iç emniyet
güçlerimizi teşkil eder.
Polislerimiz günün 24 saatinde görevleri başındadır. Değişimli
çalışırlar. Görevleri çok olduğu nispette önemlidir. Gece gündüz
demeden her an görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Çıkan
veya çıkması muhtemel her olaydan sorumludurlar. Bu polislerimiz
sayesindedir ki biz millet olarak kendimizi emniyette hissediyor ve
geceleri döşeğimizde rahat uyuyabiliyoruz.
Belediye zabıtaları ile mahalle ve köy bekçileri de belediye
başkanlarının veya köy muhtarlarının emrinde, kanunların kendilerine
100
Rasim PEHLİVANOĞLU
verdiği emniyet görevini yerine getirmekte ve piyasaların kontrolünü
yapmaktadırlar.
2) Ordumuz – Askeri Güçlerimiz
Bağımsız her devletin, tam bağımsızlığını koruması için ordusu
vardır. Ordunun asıl görevi, genellikle dıştan gelecek tehlikelere karşı
ülkeyi ve ülkenin bağımsız müesseselerini korumaktır. Ordu, ülkemize
savaş açanlara karşı savaşmak ya da ülkemizin devletler arası hukuktan
gelen menfaatlerimizi çiğneyenlere karşı açılan savaşı yürütmekle
görevli askeri bir kuruluştur. Özetle, ordumuzun asıl görevi,
ülkemize zarar veren dış güçlerle savaşmaktır.
Ama, tam bağımsızlığımızın koruyucusu ve kollayıcısı olan
ordumuzun görevi sadece dıştan gelen tehlikelere karşı savaşmak,
onları yenmek değil; ülkemizin içinde oluşacak iç tehlikelere, büyük
boyutta çıkarılacak karışıklıklara, terörizme veya iç isyanlara karşı
da daima tetikte bulunmak görevindedir. Gerektiğinde iç emniyet
teşkilatımız yetersiz kaldığında bizzat duruma el koyarak tehlikeyi
bertaraf etmek ve iç isyanı bastırmakla da ordumuz görevlidir. Bu yolla
iç emniyet kuvvetlerimizle kol kola vererek ve onlara en yakın
yardımcı olarak ülkemizdeki iç tehlikelere karşı asayişin sağlanması
hususunda ordumuz en güvenilir kuvvettir.
Bu görüşle diyoruz ki: Yetişmesi ve disiplinli gelişmesiyle
güçlü orduya sahip olan milletler, güçlü devletler kurabilirler.
Kurdukları devleti düzenli ordularının gücünü korumaları oranında
yaşatabilirler.
Milli Mücadelede Ordumuz
Bilindiği üzere, İstiklâl Savaşımız öncesinde, düşmanlarımız
tarafından yurdumuz işgal edilmiş, ordularımız dağıtılmış, silahlarımız
alınmış, fakrü zarüret içinde kalmış olan milletimiz türlü zulümler
görmüştür. Ama, esareti kabul edemeyen milletimiz yer yer
ayaklanmış, asker – sivil karışımı milli müfrezeler kurulmuş ve bir
halk hareketi olarak milli mücadele başlatılmıştır. Fakat, dağınık
olan milli güçlerimiz, her ne kadar kahramanlık göstermişlerse de
düşmanı yenmede veya yurttan çıkarmada özlenen başarıya
ulaşamamışlardır. Hattâ bunlardan bir kısmı kendi aralarında bile
kavgaya tutuşmuşlardır…
Bu duruma tanık olan Mustafa Kemal ve arkadaşları çetelerle
asıl sonuca varılamayacağından “düzenli ordu”nun kurulmasını
gereğine daha fazla inanmışlar ve bunu hızla gerçekleştirmişlerdir…
101
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu sayede, kısa zamanda iç isyanlar bastırılmış ve bütün gücümüzle
düşman üzerine yürünmüştür. Düzenli ordu ile doğuda, güneyde
kazanılan başarılar; arkasından 1. İnönü, 2. İnönü, Sakarya ve
Dumlupınar savaşları kazanılmış, kaçan düşman kovalanarak İzmir’de
denize dökülmüştür. Bu başarıyı sağlayan güç, davasına inanmış,
düzenli ve disiplinli ordu olmuştur.
Ülkemizde tam bağımsızlığımızın kazanılmasında koruyucu güç
olarak büyük hizmet gören ordumuzu ve onun fertleri olan kahraman
Mehmetçiklerimizi şükran ve saygı ile anıyoruz.
Ordumuz ve kahraman askerlerimizle (Mehmetçiklerimizle)
ilgili olarak verilen öz bilgi yeterli görülmediğinden, bu konuyu
ayrı başlık altında aşağıda incelemeye devam ediyoruz.
7- Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Gücü
Milli Ordumuz ve Atatürk
Atatürk milli mücadele günlerinde (Milli kurtuluş savaşımız
sırasında) bizzat kendisinin kurduğu milli ordumuz hakkında çok
güzel ve övgülü sözler söylemiş, temennilerde bulunmuştur. Türk
ordusunun gerçek gücünü anlamak için, Atatürk’ün her biri vecize
değerindeki sözlerinden bir kısmını, özellikle Türk ordusunun değeri,
kahraman Türk askerinin yüceliği ve orduya komuta eden
kumandanların kişiliği hakkındaki görüş ve sözlerinden bazılarını
bu bölümde ele alacağız.
Ordumuz
– Ordumuz Türk Birliğinin, Türk kudret ve yeteneğinin,
Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir…” diyen Atatürk:
– Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir; biri millet
kararı, diğeri ordumuzun kahramanlığı… Bu ordular tarihte benzeri
görülmemiş kahramanlıklar, özveriler göstermiştir. Şanlı zaferler
kazanmıştır…”1 sözleriyle de ordumuza duyduğu büyük güveni
belirtmiş oluyor.
Subay ve komutanlarımızın kahramanlığından söz eden
Atatürk;
– Memleket evlâtlarını vatanın savunulması için ölüme
götürmek sorumluluğunu üzerine alan ve aynı zamanda onların
1
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Genişletilmiş 2.Basım; s.413-414
102
Rasim PEHLİVANOĞLU
ilerisinde göğsünü düşman kurşunlarına geren subaylardır,
komutanlardır” diyen Atatürk, 57. Tümen Komutanı Reşat Bey’in
verdiği sözü yerine getiremediği için kendisini nasıl feda ettiğini örnek
gösteriyor.
Atatürk’ün güvendiği fedakâr Türk milleti ile kahraman Türk
askeri, vatan savunması için memleket evlâtlarını ölüme götürecek
dirayette olan Türk subay ve komutanlarının sayesindedir ki, bugün iç
ve dış düşmanlara rağmen tam bağımsızlığımızı muhafaza ederek
dimdik ayakta kalabiliyoruz.
Atatürk bir konuşmasında:
– Yürümekte olduğumuz yenilik gelişme ve uygarlık
yolunda sizlerden oluşan bir Türk ordusuna dayandıkça kesinlikle
başarılı olacağımıza imanım tamdır… Memleketimizin yol almak
zorunda olduğu aşamalar büyüktür; erişilmesi zorunlu olan hedefler
çoktur. Kesinlikle bu aşamalar geçilecek, en ışıklı hedeflere
varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret: İLERİ! İLERİ!
DAİMA İLERİDİR!” olacaktır.
– Milletimiz… O’nu yolundan alıkoyacak iç ve dış engellerin
karşısında kuvvetli, kudretli, yüksek görevini anlamış kahraman
ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek, gönlümüz rahat olabilir. ” 2
Sözleriyle de ordumuza güvenmemizi telkin ediyor.
– Milli ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze
çarpan örneğidir” diyen Atatürk “Ordunun görevi, vatanı çiğnemek
isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde
durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkınmış
olduğuna değer” görüşüyle ordunun görevini ifade etmiştir. Atatürk;
– Türk vatandaşı kesin olarak bilmelidir ki, bir milletin
insanlık ve uygarlık âleminde yükselmesi ve başarılı olması, yalnız ve
ancak kendi kuvvetine dayanarak, özgürlük ve bağımsızlığını
dokunulmaz bulundurmasıyla mümkündür… Ordu istemeyen ve
ordunun yüklediği maddi ve manevi özveriyi göze alamayan bir
millet tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçirir” görüşüyle
ordunun gerekli olduğunu dile getirmiştir. 3
– Silah elde hazır olmak yeterli değildir” görüşünde olan
Atatürk:
2
3
a. g .e. s.417
a. g .e. s.421
103
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Benim düşünüşüme göre, kuvvetli bir ordu denildiği
zaman, anlaşılması gereken anlam; her bireyi, özellikle subayı,
komutanı uygarlığın ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve
hareketlerini uygulayan, yüksek ahlâkta bir topluluktur” 4 sözleriyle de
bir millet ordusunun güçlü olmasının şartlarını belirtmiş oluyor.
Atatürk’e göre, “Asıl okul kıtalardır.”
– Büyük milli disiplin okulu olan ordunun ekonomik,
kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu olanları
da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesini, ayrıca özen
gösterilip gayret edileceğine şüphem yoktur” 5
diyerek de
ordumuzun bir okul oluşunu vurgulamış oluyor.
Atatürk, memleketin genel hayatında orduyu daima siyasetin
dışında tutmayı prensip edinmiştir: Bu konuda şöyle diyordu:
– Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa,
birlikte savunma gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir
ordunun karışmadan önceki disiplin ve savaşma yeteneğini yeniden
kazanabilmesi için çok zaman ister.” 6
– Komutanlar, askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve
uygularken, beynini siyasal düşüncelerin etkisi altında
bulundurmaktan sakınmalıdır. Siyasal yönün gereklerini düşünen
başka görevliler olduğunu unutmamalıdır” 7 diyen Atatürk’ü bu görüşe
ileten neden, geçmişteki (özellikle Balkan Savaşı sırasındaki)
tecrübelerden aldığı ders olmuştur… Bizim de, bugünkü ordumuzun
daima siyaset dışında kalması halisane temennimizdir.
Türk Askeri
Yıllarca askerle haşir neşir olmuş (kaynaşmış olan) Atatürk,
Türk askerini (Mehmetçiği) çok seviyor ve ona sonsuz güven
duyuyordu. Bu sevgi ve güvenledir ki Mehmetçik hakkında zaman
zaman çok güzel şeyler söylemiştir. Bunlardan birkaçını Utkan
Kocatürk’ün kitabından aşağıya alıyorum.
– Dünyada sevgisi benim için yegâne cömert olan şey
Mehmet’in, Türk köylüsünün soyluluğundan gelen şeylerdir. Onun
sevgisine inanmış ve kanmış olanlar, insanların en mutlusudurlar.”
4
a.g.e. s.423-439
Atatürkçülük; 1.Kitap; s.197
6
a.g.e. s. 199
7
Utkan Kocatürk; s.428
5
104
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha
temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin
mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. İnancınla,
imanınla, emre uymanla, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi
temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül
borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime en aziz bir borç
bilirim.”
– Mehmetçik. O, ne elmastır O! Mehmetçik, dünyanın en
yiğidi Mehmetçik…
– Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük anıtlar
yapmalıyız; fakat bu, bir zaman ve imkan sorunudur. Ancak, sizi
rahatlatmak için söyleyeyim ki, bu toprakların Türk sınırları
içerisinde kalmasıyla Mehmetçik en büyük anıtı kendisi
kurmuştur.”
Balkan Savaşı komutanlarından birinin
– Efendim bu Türk neferlerinden hayır yoktur, yalnız kaçmayı
bilirler” şeklinde konuşması üzerine:
– Bizde askeriz, biz de bu orduyu komuta etmiş adamız.
Türk askeri kaçmaz, kaçmak nedir bilmez! Eğer Türk askerinin
kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki, onun başında
bulunan en büyük komutan kaçmıştır. Eğer siz kaçtığınızın
küçüklüğünü Türk askerlerine yüklemek istiyorsanız, insafsızlık
ediyorsunuz.”
– Türk’ün bir büyüğüne, komutanına bağlılığı dünya
yüzünde benzersizdir.”
– Askerler mert olur; Türk askeri ise mertlerden mert ve
pek mert olur.” 8
– Türk milleti, onun küçük ve büyük yaştaki çocukları,
çelikten yapılmış heykellerdir; onların ne olduklarını anlamak için
onlarla savaş meydanlarında boy ölçüşmek lâzımdır.”
– Bu milletin evlâtlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için
ölçü bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey ilâve etmek isterim:
Kahraman Türk askeri Anadolu muharebelerinin manasını anlamış yeni
bir ideal ile savaşmıştır.” 9
8
9
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Genişletilmiş 2.Basım; s.419-420
Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Y. S 209
105
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Böyle evlâtlara ve böyle evlâtlardan oluşan ordulara sahip
bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını tam anlamıyla
korumakta başarılı olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından
yoksun etmeye kalkışmak hayal ile uğraşmaktır.” 10
Mehmetçik hakkında, Atatürk’ün yukarıya alınan çok değerli
sözlerine hedef olan, milli mücadelemizin cephe kahramanlarından
kimisi şehit düşmüş, kimisi gazi olarak dönmüş. Fakat bugün hepside
Allahın rahmetine kavuşmuşlardır. Kendilerini minnet ve şükranla
anıyoruz.
Bugün ise, ülkemizde baş gösteren terörizmle savaş verirken
şehit düşen Mehmetçiklerimizi de burada sevgi ve saygı ile anıyor
Allahtan rahmet diliyoruz. Gazilerimizi de minnet duygularıyla anıyor
ve seviyoruz. Geride kalanların cesaret ve metanetle görevlerine devam
ederek, teröristlere gereken dersi er geç vereceklerine inanıyor ve
güveniyoruz. Allah asil milletimizin yardımcısı olsun.
29 Ekim 2007 Pazartesi günü Cumhuriyet bayramını
kutlama töreninde, günün anlamını belirten, o gün Kayseri Valisi ve
bugün İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Sayın Osman Güne,
konuşmasının bir yerinde, ülkemizdeki terörizm hareketine de değinmiş
ve bu konudaki görüşlerini dile getirmiştir. Yeri gelmişken eski
Kayseri Valimiz Sayın Osman Güneş’in anlamlı konuşmasının bu
bölümünden birkaç paragrafı aşağıya almayı gerekli görüyorum.
“Bugün, Büyük Atatürk’ün koyduğu prensipler ve ilkeler
doğrultusunda, milletiyle el ele, gönül gönüle, geleceğe yürüyen,
vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü uğruna gerektiği yerde ve
zamanda herkese dersini verecek güç, azim ve kararlılığa sahip bir
Türkiye cumhuriyeti vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne dostluk beslemeyenler, güçlü bir
Türkiye Cumhuriyeti istemeyen mihraklar, hainler, vatanımızın ve
milletimizin bölünmez bütünlüğünü bozmak ve bizi huzursuz etmek
için yeni yeni plânlar hazırlayıp önümüze koymaktalar.
Önce sağcı-solcu diye bu memleketin evlâtlarını birbirine
düşürmek isteyenler, bunda muvaffak olamayınca bizi alevi-sünni diye
kamplara bölmek istediler. Yüce milletimizin engin sağduyusu
sayesinde bu oyuna da gelmedik. Arkasından Türk-Kürt diye bu
memleketi bölmek istiyorlar. Bölücü, eli kanlı terör örgütünü
10
a. g. e. s209
106
Rasim PEHLİVANOĞLU
kullanarak binlerce güvenlik mensubumuzu, masum vatandaşlarımızı,
çocuklarımızı, kadınlarımızı şehit ettiler.
Daha dün, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletinin şefkat ve
merhametine sığınan, ekmeğimizi yiyerek ayakta duran ve yok
olmaktan kurtulan, ama bugün, dünü unutmuşa benzeyen nankörler ve
haddini bilmezler Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı tavır
koyuyorlar.
Türkiye cumhuriyeti devleti ve kahraman güvenlik
güçlerimiz; milletimizle el ele, gönül gönüle, omuz omuza vatanımızın
ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne göz dikenlere dün haddini
bildirmiştir, bugün hadlerini bildirmektedir, yarın da bildirmeye
devam edecektir. Yeter ki bizler devletimize ve güvenlik güçlerimize
güvenelim ve millet olarak arkalarında olalım.
Türk milleti her zaman hoşgörüsüyle, yardımseverliğiyle,
mertliğiyle, cömertliğiyle temayüz etmiş bir millettir. Gün gelmiş, bize
bugün hasmane tavır sergileyen milletleri bile bu millet himayesine
almıştır, korumuştur.
Dost görünüp, bu millete ve T.C. devletine düşmanca tavır
alanlara, eli kanlı teröristlere “terörist” diyemeyenlere, onlara
“kardeşlerimiz” diyenlere inat, Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün
izinde, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, vakârlı bir
devlet olarak dimdik ayaktadır ve öyle olmaya devam edecektir. ” 11
Sayın Valimiz Osman Güneş’in belirttiği üzere, dimdik
ayakta kalmamızı ve öyle kalmaya devam etmemizi sağlayacak en
başta gelen gücün elbette ki disiplinli ordumuz ve ordumuzun
kahraman askerleridir (fedai Mehmetçikler). Dünyaya ün sanmış
yenilmez Türk ordusu ve bu ordunun kahraman Mehmetçiklerinin
varlığı ile ne kadar övünsek hakkımızdır. Geleceğimizin sigortası olan
böyle bir orduya sahip olmakla, Türk milleti olarak gurur duyuyoruz.
Atatürk ve Komutanlar
Türk ordusunun her kademesinde komutan olarak görev yapmış
olan Atatürk, komutanlık konusunda çok tecrübe sahibi olmuştur.
Görevi sırasında Türk askerini iyi tanıdığı gibi, askere komuta
eden kumandanları da çok iyi tanımıştır. Komutanın önemini,
değerlisini ve değersizini çok iyi anlamış ve bunlar hakkında gerçekçi
hükümler vermiştir.
11
Osman Güneş (Eski Kayseri Valisi)
107
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün, komutanlar hakkındaki görüş ve hükümlerini
belirten, önemli konuşmalarından bazılarını aşağıya alarak, kendi
ağzından komuta heyeti hakkında bilgi sahibi olunmasını gerekli
görüyorum.
– Türk milleti gerçekten büyük millet! Hüner ona lâyık
komutan olabilmekte” diyen Atatürk; “Türk ordusu, o cevherde bir
ordudur, yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilmek
özelliklerine sahip bulunsun” 12 diyerek milletimizin ve ordumuzun
değerli komutanlarımız sayesinde gücünü göstereceğini belirtmiş
oluyor.
– Bir ordunun değeri subay ve komuta kurulunun değeri ile
ölçülür” diyen Atatürk’ün görüşüne göre komutanın vasıfları
özellikle şöyle sıralanabilir.
– Komutanlar aslarından yüksek ve bilgili olmalıdırlar. 13
– Komutan olan kişi, tehlike zamanlarında askerleri kendi
iradesine uygun şekilde yönetmek zorundadır… Onlara emir vermeye,
egemen olmaya, eğilimli bir yaratılış ve tabiata sahiptir… İnsanlar,
arkasından gidecekleri adamın, gerçekten kendilerine baş olmasını
isterler. Ancak, bu takdirde kendi esenlikleri için güven duyabilirler. 14
– Birçok insanlar sorumluluğu başkalarına ait bildikleri zaman,
düşünmeden en fena tehlikelere atılırlar. Sorumluluk kendilerine
yükletildiği anda kararsız ve çekimser olurlar. Halbuki, bir komutan
ancak sorumluluğu üstlenmek cesareti sayesinde büyük işler
görebilir…”15
– Komutanların
korkmamalarıdır.” 16
en
büyük
cesareti
sorumluluktan
– Sorumluluktan korkan komutanların hiçbir zaman gereken
kararları veremediklerini, bunun sonucunda ise acı felâketler meydana
geldiğini şahsen bende çeşitli zamanlarda görmüşümdür.” 17
– Komutan olan kişinin insan tanıması gereklidir… Çünkü,
insanların değerleri, mizaçlarına ve duygularına göre değişir.”
12
13
14
15
16
17
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; G. 2.Basım; s.418
a.g. e. s. 425
a.g. e. s. 425
a.g. e. s. 425
a.g. e. s.426
a.g .e. s.429
108
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Cesaret ve yiğitlik her askerde gereklidir. Fakat komutan,
büyük adamlara özgü yaratılışa ve az bulunur bir cesarete sahip
olmalıdır…”
– Eksiksiz bir komutanı oluşturan şey, eksiksiz bir ahlâktır”
– Bir ordu gerçek bir komutanın emri altında, kendinden büyük
kuvvetleri mağlup edebilir, aynı ordu herhangi bir komutanın emri
altında sebepsiz mağlup olabilir… Büyük komutanlar pek çok defa,
başkalarının egemenliği altına geçmiş ve dağılmaya yüz tutmuş
milletlerin, savaş kuvvetlerine yeniden bir canlılık vermeyi
başarmışlardır.” 18
– Vatandaş bilmelidir ki, ordu ne kadar önemli ise, onun başına
geçirilecek olan milli başkomutan da başarı için en az o kadar
önemlidir” 19
Ordunun başarılı savaşması kadar, gerekli olunca kayıp
vermeden geri çekilme manevrasının da önemli olduğuna inanan
Atatürk:
– Eğer ben askeri yaşamımda, Suriye geri çekilme
hareketinin bir kısmını yönetmemiş olsaydım, Sakarya meydan
savaşından önce geri çekilme hareketini yapmaya bu kadar
kesinlikle cesaret edemezdim” 20 diyor.
Bilindiği üzere, 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşlarındaki
bilinçli ve düzenli geri çekilme manevraları sayesindedir ki bütün
güçlüklere rağmen Sakarya savaşı kazanılmış ve ülkemizin mutlak
işgalden kurtulacağının müjdesi alınmıştır.
18
a.g .e. s.426
a.g .e.; s.427
20
a.g .e.; s.425-426-427
19
109
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
8- İnisiyatif Sahibi – Girişken Atatürk
İnisiyatif, Fransızcadan dilimize girmiş ve tutunmuş olan bir
kelimedir. Bir şeyi ilk olarak yapma veya ortaya atma eylemidir.
Bir kimsenin gerekli kararı kendiliğinden ve öncelikle alabilmek
konusunda sahip olduğu özel yetenektir.
Sözlüklerimizde teşebbüs ve girişkenlik kelimeleri de inisiyatif
anlamında açıklanmışsa da bu anlamı tam karşıladığı söylenemez.
Teşebbüs eden, girişken olan kimselere müteşebbis denir.
Bir işe başlama ve başarmada önde giden, fırsatları anında
değerlendiren, herhangi bir konuda eylem üstünlüğü sağlayan,
sevk ve idareye hakim olan, ön sezişi güçlü kimse inisiyatif sahibi
olan insandır.
İnisiyatif sahibi kimseler kendilerine güvenlidirler. Çekingen
değil, girişkendirler. Canlı ve hareketlidirler; tereddütle vakit
öldürmezler. Kararlarını öncelikle ve cesaretle uygulamaya koyulurlar
ve de başarırlar.
Azmeden ve aklını kullanan inisiyatif sahipleri yüklendikleri
görevi, zor da olsa, imkânsız da sanılsa başarıyla yürütür ve yüz akıyla
sonuca varırlar. Az sözden çok şey anlayan bu gibiler kendi yollarını
kendileri bulurlar. Yol üzerindeki engelleri yenerek istenilen hedefe
ulaşırlar.
Herkeste az çok inisiyatif gücü vardır. Ama bu gücü kimisi
geliştirmiştir, ürkek ve korkak olan kimileri de söndürmüşlerdir.
Araştırmalarımız sonucu öğreniyoruz ki: Atatürk’teki inisiyatif gücü
çok yükselmiştir. Ondaki irade gayreti, bu gücünün her gün biraz
daha gelişmesine neden olmuştur. Ardı ardına sıralanan büyük
başarıların kazanılmasında ön safta rolü olmuştur.
Daima okuyan, araştıran, inceleyen, kendisini yetiştirmeye
devam eden bir kişiliğe sahip olan Atatürk’ün, amacına ulaşmak
yolunda çalışırken kazandığı tecrübelerle inisiyatif gücü daha da
artmış ve doruğa yükselmiştir. Bütün zaferlerin kazanılmasında en
önemli güç kaynağı olmuştur.
Atatürk’ün İnisiyatif Yeteneğine Örnekler
Atatürk’ün inisiyatif yeteneğini birkaç örnekle açıklamayı
uygun görüyorum. İlk örnek olarak, en çok söylenen, Çanakkale
Savaşlarında geçen bir olayı açıklıyorum.
110
Rasim PEHLİVANOĞLU
Niçin Kaçıyorsunuz
19. Tümen Komutanlığına atanan Yarbay Mustafa Kemal,
Conkbayırın’a vardığı zaman ileriye gözcü olarak gönderilen 7. alaya
bağlı ufak bir birliğin geri çekilmekte olduğunu görür:
Sert bir sesle
– Niçin kaçıyorsunuz?
– Efendim düşman!...
–Nerede? Askerlerden birkaçı:
– İşte!... diyerek 261 rakımlı tepeyi gösterirler.
Mustafa Kemal’e, düşman kendi askerlerinden daha yakındı.
Eğer daha fazla ilerlerse Türk askerlerinin durumu çok fena olacaktı.
Yüksek sesle:
– Düşmandan kaçılmaz! Duraksamaları ancak bir an sürdü.
– Cephanemiz kalmadı!
– Cephaneniz yoksa süngünüz var. Ve hemen emrini verdi:
– Süngü tak! İleri!
Mehmetçikler aslan kesildiler. Süngüler güneşin ilk ışıklarında
Çanakkale Zaferinin ilk kıvılcımlarını saçtı… Uygun bir noktaya
ulaşınca Mustafa Kemal:
– Yere yat! Emrini verdi. Yattılar.
Şaşıran düşman durakladı… Bu arada gerideki piyade alayının
dağ bataryasından bir grup askerin “marş marş”la yetişmesi için geriye
haber göndermişti. Yetiştiler!
Eğer Mustafa Kemal, tereddüt ederek, kendi kuvvetlerine 10
dakikalık bir zaman kazandırmasaydı. Düşman hakim tepeleri tutacak,
belki de İstanbul yolu açılacaktı. 1
Size Ben Ölmeyi Emrediyorum
Mustafa Kemal, Arıburnu cephesinde kumanda etmektedir.
Conkbayırı ise kaygı verici durumdadır. Türk askeri ölüm pahasına
da olsa, bu zaferi kazanmak durumundadır. Aksi halde her şey
mahvolabilir… Askerlerince çok sevilen Mustafa Kemal şu emri verir:
– Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi
emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zamanda, yerimizi
başka kuvvetler ve subaylar alabilir.”
1
Osman Bircan; Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı; s.38-39
111
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerekirse hepimiz öleceğiz, fakat düşmanı, son erine kadar
denize dökeceğiz. Durumumuz, düşmana kıyasla zayıf değildir.
Düşmanın morali yıkılmıştır. Siper kazarak kendisine sığınak
aramaktadır.
Benimle beraber burada savaşan bütün askerler kesin olarak
bilmelidir ki, üzerimizde bulunan namus görevini tamamen yerine
getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku ve istirahat aramanın,
bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum
kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım.” 2
…Askerlerine ölmeyi emreden bir komutan, onlara niçin
ölmeleri gerektiğini de açıkça anlatıyordu. Bunlar anlamsız emirler
değildi. İnandırıcı, ikna edici emirlerdi. Yani insanları başka bir şeye
değil, ölmeye ikna edebilmek… Nitekim, o dakikada saldırıya geçen
57. Alayın tamamı şehit olmuş, hemen ardından yetişen yedek
kuvvetler cepheyi kurtarmışlardır. Ve Mustafa Kemal, gözleri dolu dolu
onların ölümünü görmüştür. (Ama Çanakkale Zaferleri de
kazanılmıştır) 3
Çok Gelmez mi ?
Çanakkale bölgesinin savunması için kurulan V. Ordunun
komutanlığına Alman Generali Liman Van Sanders atanmıştı.
Savaşın en sıkışık zamanında, ya kazanacağız ya da kaybederek
düşmana İstanbul yolu açılacaktı. Albaylığa yükselen Mustafa Kemal,
mutlaka kazanmamız gereğine inanıyor ve bunun temini içinde
kumandayı ele almak sorumluluğunu duyuyordu.
Ordu komutanı Alman General, Yalova’daki karargahında
Mustafa Kemal’i telefonla arıyor. Aralarında şöyle bir konuşma
geçiyor. Liman Van Sanders;
– Durumu nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?
Mustafa Kemal;
– Durumu birçok kere bildirmiştim. Çareye gelince; bu
dakikaya kadar çok elverişli çareler vardı. Fakat şimdi bir tek çare
kalmıştır.” Kumandan soruyor;
– O çare nedir?” Cevap keskin;
– Bütün kumanda ettiğiniz birlikleri emrime veriniz. Çare
budur.”
2
3
a. g. e. s 36
a. g. e. s 37
112
Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkumandan alaylı bir sesle;
– Çok gelmez mi?”
– Hayır, az gelir!” Telefon kapanıyor. 4
Ama kısa bir süre sonra gelişen olaylar, Liman Van Sanders’i,
Çanakkale’de kumanda ettiği bütün kuvvetleri Mustafa Kemal’in
emrine vermeye mecbur ediyor. İnisiyatif sahibi Mustafa Kemal ise
büyük bir cesaretle bütün sorumluluğu üzerine alıyor.
İşte o zaman, Anafartalar Grup kumandanı Mustafa Kemal’in
şahlandığı ve devleştiği görülüyor. Akıllıca ön hazırlık ve arkasından
şiddetli hücumlarla düşman güçleri bozguna uğrayıp kaçıyor… Ertesi
günde ara vermeden devam eden hücumlarla, yeryüzünün en büyük
destanlarından olan Çanakkale Zaferinin müjdesi alınıyor.
Parçalanan Saat….
Ama, kazanılan bu savaş süresinde (10 Ağustos 1915’de)
Albay Mustafa Kemal’in kalbi üzerine isabet eden bir şarapnel
parçası, cep saatini parçalayıp geriye sıçramasıyla Mustafa Kemal,
bir şans eseri olarak, mutlak bir ölümden kurtuluyor. Parçalanan bu
saat, uzak vadede vatanın da kurtuluşuna neden oluyor. 5
Sorumluluk duygusu ve inisiyatif yeteneğiyle birleşince işte
böyle büyük zaferler kazanılabiliyor.
Oradan Böyle Geçilir
Çanakkale’de, düşmanın plânını bozmak için kireç tepeyi
tutmak gerekiyordu. Oysa, oraya giden tek bir dar yol vardı. Bu yol da,
savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Toplar
ortalığı altüst ediyor, ölüm saçıyordu. Düşman, ateşi bir an bile
kesmiyordu. Buradan bir insan değil kurşun bile geçmesine imkan
yoktu.
Bu hali gören Mustafa Kemal, siperlere koştu, askerlere sordu.
– Niçin geçmiyorsunuz?” İçlerinden biri cevap verdi:
– Düşman ölüm saçıyor, geçilemez…”
Büyük komutan hiç tereddüt etmeden ve korku göstermeden:
– Oradan böyle geçilir…” diyerek ileri fırladı.
Bunu gören Mehmetçik, artık durur mu? Komutanının
arkasından ileriye atıldılar. Şarapnel yağmuruna ve ölüm kasırgasına
rağmen karşıya vardılar. Tepeyi tuttular. 6
4
a. g. e. s 37-38
a. g. e. s 37-38
6
Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk; s. 12-13
5
113
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bunun gibi kullanılan inisiyatif ve cesaret karşısında
dayanamayan düşman 9 Ocak 1916’da Gelibolu adasından temelli
olarak çıkıp gitmek zorunda kaldı.
Üç Başa Gerek Yok
Mustafa Kemal Arıburnu’nda ki harekâtı anlatıyor.
-Düşman bütün yıkıcı araçlarıyla üzerimize yükleniyordu.
Saflarımız korkunç surette boşalıyordu. Mehmetçikler sapır sapır
dökülüyordu… Bu kanlı sahne amirim durumundaki paşayı telaşa
düşürdü. “Şimdi ne olacak” diye soruyordu. Geri çekilmekten söz
ediyordu.
– Ben bu fikirde değildim. İleri harekâtı (taarruzu) yeğ
tutuyordum. Geriye dönmek mahvolmaktı. “Bundan doğacak
sorumluluğu kim üzerine alıyorsa, komutayı da o alsın!” dedim.
Üstüm olan komutan;
– Hayır, bu ana kadar sen yönettin, yine sen götürmelisin!”
deyince, harekâta müdahale eden bir Alman komutanını kastederek şu
karşılığı verdim:
– O halde, üç başa gerek yoktur. Burada benim vücudumu
yeter görüyorsanız, siz ikiniz de çekilin!...”
Bu sözlerimden sonra şehitlerin üzerinden atlayıp, sağ
kalanların önüne geçerek:
– Arkadaşlar! Diye haykırdım. Karşımızdaki düşman
dövüşemez duruma gelmiştir… Haydi arkadaşlar, en önünüzde ben
olmak üzere hep birlikte düşmana hücum edelim… Elimdeki
kamçıyı sallayınca, bunu saldırı için verilmiş bir işaret sayarak hemen
harekete geçiniz.” Kahramanlar çelik bir yay gibi düşman üzerine
atıldılar. Sonuç olarak Arıburnu savaşını kazandık. 7
İşte,
sonucu…
korkmadan
cesaretle
inisiyatif
kullanmanın
mutlu
Aşağıda bir de Mehmetçiğin inisiyatifi ile kazanılan zaferi görelim:
Siperden Fırlayarak Mermi Yağmuruna Koşan
Mehmetçik ve Kazanılan Zafer
Çanakkale’yi savunan kuvvetlerin Baş Komutan Alman
Mareşali Liman Von Sanders hatıratında şöyle anlatıyor:
7
Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.106-107
114
Rasim PEHLİVANOĞLU
–Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan
İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve
makineli tüfekler
destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en
küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket
noktasına çekiyordu.
…Böyle bir sağanak altında ve çaresizlik içinde beklemekten
ne kadar zaman geçtiğini bilmiyor ve beklemekten başka bir şey
yapamıyorduk.
Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum… Birden
bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç
bir nara yükseldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı,
düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa
sola sallıyor hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda
bulunan tercümana sordum:
– Şu koşan asker ne diyor ?
– Komutanım! “İmdat ya Rasulallah!...” diye bağırıyor.
Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar
gibi düşman mermileri elleriyle topluyordu. Onu gören askerler de
siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı.
Fakat bu kahraman asker alnına isabet eden bir kurşunla vuruldu…
Kısa zaman sonra, karaya çıkan, İngiliz birliğinden geriye
yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu!...” 8
Sivas yolunda
Mustafa Kemal, Sivas Kongresini toplamak üzere Erzurum’dan
Sivas’a giderken Erzincan boğazı ağzında otomobilini durduran
jandarmanın başındaki subay:
– Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlar. Tehlike var geçilmez.
Merkezden kuvvet gelinceye kadar Erzincan’da beklemeniz uygun
olur” der.
Mustafa Kemal uyarıyı dinler. Fakat Erzincan’a dönmez…
Döndüğü takdirde, toplanacak Sivas Kongresine katılmak amacıyla
gelen ve kendisini bekleyen delegeler gibi, henüz duruma kuşkuyla
bakan birçoklarının da korkaklığına hükmedecekleri inancıyla, her
şeyin daha başlangıçta altüst olabileceğini düşünerek, kendisini
uyaran subaya:
– Hayır… Dönmeyeceğiz. Ne pahasına olursa olsun yolumuza
devam edeceğiz” der. Arkadaşlarına dönerek:
8
17 Mart 2008 Tarihli Türkiye gazetesi s 19
115
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hızla gidilecek. Vurulan, ölen olursa onunla meşgul
olunmayacak. Eşkıya ile karşılaşılırsa hep otomobillerden atlayarak;
atak yapıp, yolu açacağız. Kurtulanlar yola devam edecekler!...” Emrini
verir.
Otomobil hızla boğaza doğru yol alır ve Mustafa Kemal
sağlıcakla Sivas’a ulaşır. 9
Atatürk’ün daha çok Çanakkale Savaşlarında gösterdiği
inisiyatif yeteneğine değindik. Fakat o sadece Çanakkale’de değil ki,
onlarca cephede savaş verdi. Ve hep kazandı. Düzenli olarak orduyu
dağıtmadan geri çekilirken bile kazandı… Savaştan sonra da devlet
adamı olarak büyük başarılar elde etti. Yakılmış yıkılmış harabeye
dönderilmiş yurdumuzun onarılmasında, yokluk içinde varlık
göstererek ve yeni hamleler yaparak ülkemizin kalkınmasında çok
önemli hizmetler verdi.
İşte bütün bu yüksek başarılarında karşılaştığı tehlikelere
göğüs gererek, gösterdiği inisiyatif gücünün etkisi büyük olmuştur.
İnisiyatif gücünün gelişmesinde ise, millet ve memleket
sevgisinin yanı sıra kendisini yetiştirmekte gösterdiği irade gayretinin,
çok okumasının, sürekli araştırma ve incelemeye devam etmesinin
büyük etkisi olmuştur.
Atatürk, girişken ruhlu, müteşebbis bir liderdi. Karşılaştığı
problemleri çözen, çözmeye çalışan, çözülmesi için yanındakilere veya
yöneticilere ileten, çözümde kullanılacak mali kaynakları bulan, çözüm
için gerekli zamanı tespit eden ve problemlerin çözülmesinde
yöneticileri denetleyen gözlemci bir kişiliğe sahipti.
İleriki sayfalarda, Atatürk’ün üstün kişilik özellikleriyle ilgili
değişik konular işlenirken de, onun inisiyatif yeteneği ve müteşebbis
kişiliğine yeri geldikçe değinilecektir.
9
Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.130
116
Rasim PEHLİVANOĞLU
9 - Geleceği Gören Öngörüşlü Atatürk
Müteşebbis, girişken ve inisiyatif sahibi kişiliğe sahip olan
Atatürk aynı zamanda geleceği önceden görebilen ön görüşlü bir
lider kişiliğine de sahipti. Onun girişken ve inisiyatif sahibi
olmasını etkileyen önde gelen neden de öngörüşlü olmasıydı.
Öngörüşlü olmasının elbette önemli nedenleri vardır: Zeki idi,
akıllıydı. Ama zekâsını ve aklını iyiye kullanmasını bilirdi. Bilirdi,
çünkü çok okuyordu, çok araştırıyor, çok inceliyor, geziyor,
görüyor ve öğreniyordu. Çok şey öğrenen ve çok bilgilenen insan
aklını da kullanarak ileriyi görebilirdi. İşte Atatürk bu tip insanlardan
biriydi.
Atatürk, daha birinci Cihan Savaşı öncesinde, Türk milletinin
felâket uçurumuna yuvarlanacağını öngörüşüyle sezen ve
değerlendiren bir kurmay subaydı. Sofya’da Ataşemiliterken birinci
dünya savaşına katılmamamızı ilgililere defalarca bildirmişti.
Savaş devam ederken, Osmanlı İmparatorluğunun felâkete
doğru hızla sürüklendiğini görüyor, buna çareler arıyor ve
düşüncelerini cesaretle ortaya koyuyordu. İleri görüşlü, akıllı ve
gerçekçi olan Mustafa Kemal, sözlerini dinletememiş ve memleketin
meş’um felâkete uğramasını önleyememişti.
Ümidini kesmeyen Mustafa Kemal düşündü, taşındı, çalıştı,
çabaladı ve bir gün geldi; kendisini, sevdiği Türk milletinin
sinesinde buldu. O sıcak sinede güç buldu, moral buldu…
Halkımızla bir ve beraber oldu…. Zorlu savaşlardan sonra düşman
yurttan temizlendi. Bütün bu gelişmelerde Atatürk’ün seziş gücü,
geleceği görüş ve inisiyatif kullanışı, girişken kişiliğinin başrolü
olmuştur.
Devlet adamı olarak hizmetleri sırasında da öngörüşleriyle
birçok problemlerin çözülmesinde önder olmuş, milletimizin ve
milli kültürümüzün muasır medeniyet seviyesine yükselmesinde önemli
adımlar atmıştır.
Atatürk öngörüşü sayesinde, küçüklü büyüklü o kadar önemli
işler başarmıştır ki, bunlar saymakla bitmez. Ön görüşüyle dünya
çapında gelişecek olaylara da parmak basmış olan Atatürk, bu konuda
milletlere ışık tutmuştur. Bunlardan, Atatürk’ün öngörüşüne örnek
olarak birkaçını aşağıya alıyorum.
117
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Öngörüşünden Çeşitli Örnekler
Doğudan Doğacak Güneş
– Şark’tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız.
– Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan,
bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve
hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların
yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku
bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere
rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale
ulaşacaklardır.
Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak
ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı
gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.
Size bu sözleri söyleyen Cumhur reisi değil, sadece Türk
milletinin bir ferdi olarak Mustafa Kemal’dir. Bu hususa bilhassa
nazarı dikkatinizi celbederim (1933). 1
Yarın Ne Olacağını Kimse Bilmez
– Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur,
müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne
olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün
elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya
yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir.
Bizim, bu dostumuzun yönetiminde, dil bir, inanç bir, öz bir
kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”
Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir.
Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi
köprülerini sağlam tutarak… Dil, bir köprüdür!... İnanç, bir
köprüdür!... Tarih, bir köprüdür!...”
Onların bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz… Bizim, onlara
yaklaşmamız gerekli… Tarih bağı kurmamız lâzım. Folklor bağı
kurmamız lâzım… Bunları kim yapacak?... İşte görüyorsunuz, Dil
encümenleri, Tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline
yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye
çalışıyoruz… Tarihimizi onlara yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak
1
Atatürkçülük 2.Kitap; Gen-Kur Yayınları; s.171
118
Rasim PEHLİVANOĞLU
bir mazi yaratmak peşindeyiz… Bunlar, açıktan yapılmaz, bunlar
devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.” 2
Ali Fuat Paşaya Söyledikleri
Ali Fuat Paşa (Cebesoy) anılarında şöyle anlatır:
“Beni sarayda yattığı odada kabul ettiği zaman… Yarım
kalkmış bir durumda bulunuyordu… Mavi gözlerinden, sert
bakışlarından, pek bir şey kaybetmemişti… Yorganları, hastalığı gereği
karnının fazla şişkinliğini göstermeyecek biçimde düzenlenmişti” diyen
Ali Fuat Paşaya Gazi şöyle konuşuyor:
– Fuat Paşa, pek yakında dünyanın durumu mütareke
senelerinden çok daha ciddi olacak ve karışacaktır. Dünyaya hakim
olan toplumların yöneticileri ne yazık ki birinci derece devlet
adamı değildirler. (hitlerle, Mussolini’yi söz konusu ederek)
Avrupa’da birkaç maceraperest, Almanya ile İtalya’nın başında
zorla bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının
güçsüzlüklerinden cesaret alıyorlar. Bir gün bunlar dünyayı kana
boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet
Hükümeti, güçsüzlerle macera düşkünlerinin yanlış hareketlerinden
yararlanmasını bilecektir. Bunun sonunda da dünyanın durumu ve
dengesi tümüyle değişecektir. İşte bu dönem sırasında doğru
davranmasını bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza
Mütareke senelerinden daha çok felâketler gelmesi mümkündür..”
– Bu İkinci Dünya Savaşı, beni yataktan kımıldanmayacak
bir durumda yakalayacak olursa ülkenin hali ne olacaktır? Ben,
devlet işlerine mutlaka el koyacak bir duruma gelmeliyim…”3
Ne yazık ki, Atatürk devlet işlerine el koyma imkânını artık bir
daha bulamamıştır ve söyledikleri aynen gelişmiştir.
Dünya Devletleri Hakkında Görüşü
“…Avrupa Devlet Adamları… Son bir gayret ve tam bir
hüsnüniyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü
alınamayacaktır. Zira, Avrupa meseleleri, İngiltere, Fransa ve
Almanya arasındaki ihtilaflar meselesi olmaktan artık çıkmıştır…
Avrupa’da vuku bulacak bir harbin başlıca galibi ne
İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir…
Biz Türkler, orada cereyan eden hadiseleri yakından takip ediyor ve
2
3
İsmet Bozdağ; Atatürk’ün Evrensel Boyutları; s.114-115
Osman Bircan B. ve F. Atatürk’ün Hayatı İst/1993 s 201
119
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan şark (doğu)
milletlerinin zihniyetlerini istismar eden, onların milli ihtiraslarını
okşayan ve kitleyi tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa’yı
değil, bütün Asya’yı tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır. 4
Ne yazık ki: Dünyanın kaderine hükmeden bazı devlet
adamları, Atatürk’ün 1935’de gördüğü gerçeği, ancak ikinci dünya
savaşı bittikten sonra görebilmişlerdir.
Dünya meselelerine uzak görüşüyle bakan Atatürk;
– Eğer devamlı sulh isteniyorsa, insan kitlelerinin
vaziyetlerini iyileştirecek milletler arası tedbirler alınmalıdır.
İnsanlığın heyet-i umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, açgözlülük ve kinden
uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir” 5 diyerek dünya barışı
hakkındaki görüşlerini ta o günden açıklamış bulunuyor.
Umumi Harp Gelecek Yıl
Başbakan Celal Bayar, 18 Eylül 1938 günü Dolmabahçe
Sarayına geldi. Ziyaretler 10 dakikayı geçmeyecekti. Ancak
Atatürk, Celal Bayar’ın devlet işleriyle ilgili anlattıklarını dinlemek
için sabırsızlanıyordu. Anlatılanları yüzündeki büyük bir memnuniyet
ifadesiyle dinliyordu. Vaktin yarım saati dolduğu hatırlatıldı. Ama
Atatürk oralı olmadı. Hatırlatan Afet İnan’a:
– Gel sen de dinle, mühim ve güzel şeyler anlatılıyor. Bunlar
insanı yormaz, insana can verir” diyor.
Plân hedeflerini gerçekleştirmek için kaynak bulma konusuna
sıra gelmişti. Bunlar da bulundu… Yani bütün yatırımlar Atatürk’ün
görüşüyle bütçeye yük bindirilmeden yapılacaktı.
Sunuş bitince, Atatürk Celal Bayar’a şunları söylüyor:
– Çocuğum bak sana söyleyeyim. Bizim bu işleri ve buna
benzer işleri başarmamız için önümüzde en çok 3 yıl mühletimiz
vardır… Bütçe falan düşünmeye mahal yok. Memleketin bütün
kuvvet menbalarını seferber ederek bu işleri yapmak lâzımdır.
Bayar sonradan anlatıyor… “Yakında dünyada bir savaş
patlayacağı hakkında Atatürk’e hiçbir bilgi verilmemişti. Bu
tamamen Atatürk’ün öngörüşüydü. O gün Atatürk, umumi harbi bu yıl
değil gelecek yıldan itibaren beklemelidir” demişti. Atatürk’ün
4
5
Turan Feyzioğlu; Devlet Adamı Atatürk; s.6
a. g. e. s7
120
Rasim PEHLİVANOĞLU
öngördüğü gibi, bir yıl sonra umumi harp (İkinci Cihan Savaşı)
başlamıştı. 6
Arap Birliği
Celal Bayar diyor ki:
“Arap Birliğinin resmen teşekkül ettiği gündü… Atatürk’ü
ziyarete gittim. Kendisine laf arası bu birliğin bizim sayemizden ve
siyaset gözlüğümüzden nasıl gözükmesi gerektiğini sordum. Bir
müddet düşündükten sonra:
– Celal, tarih gösteriyor ki, çölde medeniyet olmuyor.
Medeniyet olmayan yerde ise, bizim anladığımız manada devlet
bulunamaz. Devletlerin bulunmadıkları yerlerde ise, bana kalırsa
birlik olamaz.” 7
Aradan uzun yıllar geçtiği halde bugünkü Arapların dağınık ve
perişan durumları Atatürk’ün sözlerine hak verdiriyor. Bir kere daha
anlıyoruz ki, Atatürk’ün ön seziş kabiliyeti onun en büyük özelliği
olmuştur.
Afgan Kralı
Eski Afgan Kralı Emenullah Han memleketimizden bir
ziyaretten dönüşünde buradan aldığı ilhamla, yeniliklere doğru bazı
teşebbüslere girişmiş, bu arada kadın kıyafetleri hakkında da bir
kanun çıkartmıştı. Bu hadise Atatürk’e arz edildiği zaman çok
üzülmüş:
– Eyvah adam gitti demektir. Ben kendisine ısrarla bu
konuya girmemesini tavsiye etmiştim. Çok yazık oldu” demişti.
Biraz sonra kralın taç ve tahtını terk ederek memleketinden
kaçmaya mecbur olduğu görülmüştü. (Çünkü, önceden zemin
hazırlanmamıştı). 8
Dünya Milletleri Aynı Apartmanda
Atatürk dünya milletlerini bir apartmanda oturuyor gibi
görüyordu. Amerika Birleşik Devletleri bu apartmanın en lüks
dairesinde oturmaktadır. Atatürk’e göre:
6
Can Dündar; Sarı Zeybek; Milliyet Yayınları; s.120
Hikmet Bil; Atatürk’ün Sofrası; Ekicigil Tarih Yayınları; s.76
8
Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.213
7
121
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Eğer apartman, oturanların bazıları tarafından ateşe verilirse,
diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkân yoktur. Savaş
içinde aynı şey olabilir. ABD’nin bundan uzak kalması imkânsızdır.
Bundan başka, Amerika büyük ve kuvvetli ve dünyanın her
yerinde ilişiği olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset ve
ekonomi yönünden ikinci basamaktaki bir duruma düşmesine hiçbir
zaman izin veremez…”9
Atatürk bu görüşüyle ABD’nin dünya üzerindeki bugünkü
konumunu ifade etmiş oluyor.
Öğrenciye Ödül
Başarılı olan bir öğrenciye verilecek ödül üzerine Atatürk,
– Bu öğrenci takdir edilmelidir” demişti.
Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey,
– Bir takdirname verelim Paşam.”
– Takdirname neyi ifade eder?
– Avrupa’ya gönderelim?” Atatürk:
– Reşit Galip Bey, artık Avrupa çökmüştür. Onu, yepyeni
bir ruh ve zihniyetin hakim olduğu Amerika’ya göndereceksiniz”
demiş. Böylece, Avrupa’ya nispet ABD’nde verilen eğitimin ve
öğretimin Avrupa’dan üstünlüğüne dikkati çekmiştir. 10
Hintli Casus Mustafa Sağır
Mustafa Kemal, tanıştığı insanlar hakkında verdiği
hükümlerinde yanılmamıştır. Bir kimse ile kısa sürede tanıştıktan
sonra, onun hakkında şaşmaz bir kanaate sahip olduğu kendisini
tanıyanlarca söyleniyor ve yazılıyor. Bu konuda Cevat Dursunoğlu’
nun anısına dayanarak bir örnek verelim:
16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’ya
geçmekte olan Kemalettin Sami Paşa’ya Hindistan’dan gelen
Mustafa Sağır isimli Hintli bir Müslüman tanıtılıyor. Türklere yardım
için gelen hoş sohbet, sempatik, kültürlü birisi olan bu şahıs, etkili
konuşması ve inandırıcı gücüyle kısa zamanda Kemallettin Sami
Paşayı ve çevresini etkiliyor. Kemalettin Paşa, İnebolu’ya çıkınca
9
a.g.e. s. 216
a.g.e. s. 217
10
122
Rasim PEHLİVANOĞLU
durumu Ankara’ya bildiriyor. Büyük saygı görerek Ankara’ya gelen bu
şahsı, Mustafa Kemal Paşaya birlikte giderek tanıştırıyor.
Mustafa Kemal, Hintli’ye birçok sorular soruyor cevaplar
alıyor. Sonrada nezaketle uğurluyor. İki paşa yalnız kalınca, Mustafa
Kemal:
– Bana bak Kemalettin, bu herif casus” diyor.
– Aman Paşam sizde herkesten şüphe ediyorsunuz. Bu adam
bizim samimi dostumuz. Üstelik Hint İhtilalcisi, İngiliz düşmanı”
diyor.
Ama bu Hintlinin muhakkak İngiliz casusu olduğuna inanan
Mustafa Kemal, yaverini çağırarak takip edilmesini istiyor. Kimya
öğretmeni Avni Refik’e verilen takip sonucu, gizli yazılar meydana
çıkıyor. Ve Mustafa Sağır ’in İngiliz casusu olduğu anlaşılıyor.
Kendisi de suçunu itiraf ediyor ve asılıyor.
Gerçeği öğrenen Kemalletin Paşa, Mustafa Kemal’i kastederek;
– Onun görüşünün keskinliği kimsede yoktu” diyerek,
takdirlerini belirtiyor. 11
Yunanlılardan Tazminat Sorunu
Yunanlıların müthiş yenilgisinden sonra, Türkiye’nin niçin bir
savaş tazminatı istemediği kendisine sorulduğu zaman, Gazi
Mustafa Kemal:
– Belki de çok zaman geçmeden herhangi bir nedenle
ödenmemesi halinde iki millet arasında büyük anlaşmazlıklar,
gereksiz düşmanlıklar yaratabilecek olan, sıkıcı ve tahrik edici
yıllık tazminatın bizim için bir önemi yoktur. Bunun yerine,
ülkemizin Yunanistan’la dostça ilişkiler kurması sonucu
canlandırılacak ve kuşkusuz gitgide artacak olan ticari
alışverişlerden, bizim çok daha kârlı çıkacağımız inancında idik” 12
cevabını veriyor.
İleriki bölümlerde, Mustafa Kemal’in öngörüşüyle ilgili yeri
geldikçe başka açıklamalar yapılacaktır.
11
12
Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk; s.174-175
a.g.e. s.170
123
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
10- Zekâsını İşletmesini Bilen
Dahi Atatürk
Atatürk’ün dahi olup olmadığı sorusuna cevap verebilmek için,
önce zekâ ve yüksek zekâ hakkında bilgi sahibi olmalıyız.
Zekâ: Sözlüklerde zihin keskinliği, anlama gücü, sürat-i intikal,
uyanıklık anlamına geliyor.
İnsan zekâsı, zekâ testleri ile 0 – 200 arasında bir
derecelenmeyle ölçülebiliyor. Bunlar şöyle sıralanıyor.
Zekâlar
: Derece
Açıklama
Oranı
1) Geri zekâlılar
: 0 - 70
(Bunlarda kendi aralarında üç grup)
%1
2) Ağır Öğrenenler : 70 – 90 (Bunlarda kendi aralarında iki grup)
% 19
3) Normal Zekâlılar : 90 – 110 (Bunlarda kendi aralarında iki grup)
% 60
4)Yüksek Zekâlılar : 110 – 140 (Bunlarda kendi aralarında iki grup)
İleri Zekâ–Üstün Zekâ
%19
5) Çok Üstün Zekâlılar: 140 – 200 (Bunlar da kendi aralarında farklılıklar gösterir.
Dahiler bunlar arasından çıkar)
% 1
Konumuz çok üstün zekâlılar (dahiler) olduğuna göre bu konu
üzerinde öz açıklama yaptıktan sonra Atatürk’ün zekâsı ve dehası
üzerinde duralım.
Deha: Olağanüstü zekâ, insan kişiliğinin erişebileceği en üstün
seviyedir
Dahi: Deha sahibi olan, olağanüstü yeteneğe sahip son derece
zeki, anlayışlı ve kabiliyetli kimsedir.
Öncelikle belirtelim: Zekâ derecesi 140-200 arasında olanlar
pek nadirdir, ancak % 1dir. Dahiler bunlar arasından çıkar, ama
bunların hepsi dahi olamaz. Zira: Dahi olabilmek için zekâ
derecesinin çok yüksek olması yeterli değildir. Her şeyden önce
zekâ’nın işletilmesi önemlidir. Zekânın işletilmesi ve gelişmesi ise
içinde bulunulan şartlara bağlıdır. Kişinin çevresi, yetişme tarzı,
yetişme hevesi, güçlükler karşısındaki sabırlı olması, azimli, iradeli,
çalışkan olması, çok okuyarak, araştırarak ve inceleyerek kendisini iyi
yetiştirmek için gayret gösteren, insiyatif sahibi, girişken ve ileri
görüşlü olması, görevinde zemini, zamanı iyi seçmesi, sorumluluk
almaktan çekinmemesi, gerektiğinde riskleri göze alabilmesi; sır
saklayabilen, göreceği işe göre hazırlıkları iyi yapan, teşkilatçı,
cesaretli, metanetli ve ağır başlı bir kişiliğe sahip olarak kendisini
yüceltebilmesi gibi meziyetler zekâ’nın iyi işlemesine ve gelişmesine
ön safta katkı yapan kişisel özelliklerdir.
124
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu özelliklerin gelişmesinde çevrenin (ailenin, okulun,
mahallenin, rehber kişilerin ve başka etmenlerin) önemli etkileri elbette
vardır. Fakat en önemli etken kişinin gene kendisidir. Çevre ne kadar
elverişli olsa da, kişinin özel amacı ve dinamik ülküsü olmazsa, menfi
etkilerin tesiri ile, yüksek zekâlı da olsa, zekâ’nın gerektiği gibi
işlemesi ve gelişmesi mümkün olamaz.
Zekâ işleyerek geliştiği gibi işletilmeyen zekâ körlenebilirde.
Hele birde, yüksek zekâlı kimseler zekâsını kötüye kullanırsa,
memleketine faydalı olmak yerine zararlı olurlar. Gelelim
Atatürk’ün dahi olup olmadığına:
Atatürk Dahi midir?
Bu Konuda Çeşitli Görüşler
Yukarıda yer alan veya almayan yüksek meziyetlerin Atatürk’te
var olduğunu görüyoruz. Üstelik Atatürk, mensup olduğu Türk
milletini çok seviyor, milletiyle gurur duyuyor, milletinin cesaretine ve
gücüne inanıyor… “Gerektiği zaman, Milletim için canımı
vereceğim” diyebiliyor. Ve bu özveriyi kendisinde görebiliyor.
O halde, çok yüksek zekâya sahip olduğundan şüphe
edilemeyen Atatürk dahi midir? Sorusuna karşı ’dahi‘demekle herhalde
doğruyu söylemiş oluyoruz.
Atatürk’te bir insandır. Elbette onun da kusurları olacaktır
ve de olmuştur. İleride değineceğimiz bazı kusurları, onun deha sahibi
olmasına gölge düşürüyor gibi olsa da dahi olduğunu söylememize
engel olamıyor.
Atatürk’ün dahi olup olmadığı çok tartışılmıştır. Özellikle
dış ülkelerde ki yüksek rütbeli komutanlar, yazarlar, fikir adamları,
devlet adamları Atatürk’ün 20.yy ’ın yetiştirdiği bir dahi olduğunu
üzerine basarak söylüyorlar. Bunlardan birisi olan İngiltere’nin en
büyük devlet adamlarından Türk düşmanı Başbakan Lord George
Parlamento da sıkıştırılıyor:
“-Bütün bu güzel projeleri Mustafa Kemal’in süngüleri
paramparça etti. Nasıl, niçin bu duruma düştük? Hükümetten
cevap bekliyoruz” sorusuna karşı kürsüye gelen Lord George şu
cevabı veriyor:
125
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
“-İnsanlık tarihi ancak birkaç yüzyılda bir dahi
yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki, hem de bize karşı…
Bütün dünyaya karşı… Elden ne gelebilirdi ki?” 1
Bu sözlere bütün İngiliz milleti boyun eğmişti. Ertesi gün Lord
George Başbakanlıktan istifasını vermek zorunda kalmıştı.
Okuduğum Atatürk’le ilgili çok sayıda kitapların birçoğunda,
Atatürk’ün üstün zekâlı, deha sahibi bir kişiliği olduğunun yazıldığını
gördüm. Üzerinde düşündüm ve kendi görüşümü tespite çalıştım.
Atatürk’ün
dahi
oluşunu
savunan
tarihçi
yazar
Cihat
Akçakayalıoğlu’nun Gen-Kur Başkanlığı Yayınlarından olan Atatürk
isimli, Ankara 1980, MEB. Baskılı kitabın 480-491. sayfalarında yer
alan dahi ve büyük adam başlıklı yazısı ile; gene Gen-Kur
yayınlarından olan Atatürkçülük isimli ikinci kitabın 56-57.
sayfalarında Atatürk niçin dahidir başlığı altındaki, Atatürk’ün dahi
oluşu görüşünü anlatan yazılardan esinlenerek ben de Atatürk’ün
dehasını özetleyerek anlatmaya çalışacağım.
Cihat Akçakayalıoğlu’na Göre: Deha bir insanın çok özel ve
yüksek niteliklerini gösteren buluş yeteneğidir. Gücünü, insanı aşan
olağan üstü bir kuvvetten alır gibi görünür. Deha bir uzmanlık
alanında sürekli bir çalışmayla ve uzun bir sabırla elde edilen
olgunluğu anlatır. Yüksek başarılar sonucunda kazanılmış olan
yüksek ün, deha için bir belirti olabilir. Mustafa Kemal bu tanımlara
uygun nitelikleri kendinde topladığını göstermiştir. Milletimizin felâket
uçurumuna yuvarlanışını önsezisi ile görebilen ileri görüşlü, gerçekçi
bir liderdir. Gördüğü gerçek, Türk milletinin büyüklüğü ve
yenilmezliğidir.” 2
Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın görüşüne göre: O, Türk
milletinin engin ruhunda saklı ilerici hamleleri bulmuş, milli devleti ve
bu devletin müesseselerini bu ruhla kurmuştur. Atatürk’ün en büyük
kuvvet kaynağı Türk Milletine inanmış olmasıdır.3
Prof. Hamza Eroğlu’na göre: “Deha, dikkat, hafıza,
muhakeme, muhayyele (tasarlama) ve irade gibi psikolojik melekelerin
terkibi bir üstünlüğüdür. Atatürk’ de dikkat, heyecan, muhakeme,
istidlal (delil ile anlama), idrak ve irade melekeleri olağanüstü bir
değerde ve özelliktedir. Ondaki azim ve irade de olağanüstü idi.
Yenemeyeceği hiçbir güçlük, deviremeyeceği hiçbir engel yoktu.
1
2
3
Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk;s.5
Çihat Akçakayalıoglu Ataturl-(s.481-482)
a.g.e. s. 482
126
Rasim PEHLİVANOĞLU
Her engeli sabır, tedbir ve zor kullanarak yenerdi. Deha, bu yönüyle
uzun bir sabır kuvvetidir. Milletleri kurtaran ve yükselten insanlar
büyük iradelerdir.’’ 4
Bir yabancı yazar Clavsewitz’e göre üstün başarıların en
kudretli kaynağı sarsılmayan iradede görülmektedir. Yenilmez
iradesiyle, güçlükleri hatta çaresizlikleri yenerek, milletini selâmete
ulaştıran Atatürk bu yargının gerçekliğini ispat eden nadir komutan ve
liderlerin başında gelmektedir. Bu yenilmez irade, dehanın bir
vasfıdır. 5
Atatürk’ü çok yönlü bir deha örneği olarak tanımlayan
Albert Sarraut: “Atatürk yenilmez bir savaşçı, büyük bir stratejist
olduktan başka en büyük dehalarda bile bulunmayan nitelikleri
varlığında toplayan en mahir bir devlet adamı ve birinci sınıf ıslahatçı
olmasıdır. O, Türk milletinde pek derin bulunan milli duygu gibi
kuvvetli bir manivelayı istediği gibi kullanmıştır.’’demiştir 6
Ünlü Yaban Romanının yazarı ve Atatürk’ün yakını olan
Yakup Kadri Karaosmanoğlu: ‘’Klasikleşmiş, vecizeleşmiş bir tarife
göre deha uzun bir sabırdır… Hiçbir büyük adam Mustafa Kemal
kadar sabırlı olmasını bilememiştir. O bize kişiliğinde toplu bulunan ilk
sentetik ürünlerini vermek için tam 38 yıl bekledi.
Osmanlı devletinin yıkıntıları arasından bir Türk generalinin
çıkıpta bir avuç arda kalan askerle düşmana karşı koymayı
düşünmesi ne tehlikeli bir deliliktir. İşte bu noktada, Mustafa
Kemal’i yakından tanımayanlar dehasının cinnetle bir olduğuna
hükmedebilirler.Fakat biz ki, onun ne kadar gerçekçi ve ne kadar
ölçülü zekâya sahip olduğunu biliriz” diyor.
Mustafa Kemal’e bir toplantıda “dahi kimdir” diye soruyorlar.
Cevabı şu oluyor:
– Dahi o dur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği her
şeyi ilk ortaya koyduğu vakit herkes ona delilik der” Mustafa
Kemal’in bu sözünde belirtildiği üzere, cinnetlikle deha arasında bir
yakınlık var demektir.
Atatürk’ün dehasının önemli bir belirtisi olan Kurtuluş
Savaşımız sırasında gösterdiği sabırlar ve çektiği acıları, İsmet
İnönü’ nün şu sözlerinde görüyoruz:
4
a.g.e. s. 482
a.g.e. s. 482
6
a.g.e. s. 484
5
127
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Asıl ıstırabı çeken Atatürk’tü… İç ve dış bütün olumsuz
etkenlerle uğraşıp, onların etkilerinden, öfkesinden cepheleri kurtararak
yön veren Atatürk’tür” diyen İnönü devamla:
–Atatürk meclisten çok ıstırap çekiyordu. Bu iş çıkmaz, boşa
uğraşıyorlar, millet bu yüzden eziliyor” deniliyordu. Fevzi Paşa Milli
Savunma Bakanı olarak mecliste, ordu kuracağız, şunu yapacağız,
bunu yapacağız dediği zaman, ona en çok silah hesabı soruluyordu.
Ne kadar silah ve ne kadar cephane var ve bir sürü böyle sorular…
Ama O, silahlar hakkında bir kimseye bilgi vermezdi, vermemeye
çalışırdı… Bilgi verseydi, bu defada, canım bu kadar şeyle insan ava
bile çıkmaz diyecekler ve herkesi büsbütün yılgınlığa
sürükleyeceklerdi.İşte böyle TBMM’de en çok Mustafa Kemal’i
sorguluyor ve kesin hesap soruyorlardı. Fakat O sırrı kimseye
vermiyor ve en çok acıyı da o çekiyordu.” 7
Çanakkale Savaşlarında Mustafa Kemal’in başkomutanı olan
Alman Generali Liman Van Sanders, Mustafa Kemal’i şöyle
anlatmaktadır:
– Sevimli, sempatik, mütevazı duruşlu fakat kararlarında
aşırı derecede ısrarlı, dileklerinde sarsılmaz surette sebatlı,
görüşlerini açıklamada tereddüde yer bırakmayacak derecede
açık” diyerek değerini takdir etmiştir.
Mustafa Kemal’in dehasının diğer bir ifadesi de önceden seziş
ve ona dayanan uzağı görüş gücüne sahip olmasıdır.” 8
Atatürk hakkında özellikle yabancı yazarlar övücü çok şeyler
söylemişlerdir.Bunlardan birkaçını aşağıya alalım
E. Herriot isimli bir yabancı yazar:
-Onda hayran olduğum iki önemli vasıf vardır ki: Biri alev gibi
parlayan vatan sevgisi, diğeri ise …nefse hakimiyetidir” diyor.
Devamla: “Türk devriminden bahsederken bunun bir mucize
olduğunu kabul etmeyip, İsteyerek, hesaplanarak yapılmış,
mantığa müstenit ve millet aşkından mülhem bir eser” olarak
nitelemiştir.
Atatürk’ün en önemli bir diğer vasfı da inanma kuvvetidir.
İman ve inanarak yaptığı işi milletine inandırmasıdır. Atatürk ilim
zihniyetinin ve çağdaş düşüncenin de sembolüdür” 9
7
a.g.e. s. 485
Cihat Akçakayalıoğlu:Atatürk Gen-Kur Yayınları Ankara -1980 s 483
9
a.g.e. s. 483
8
128
Rasim PEHLİVANOĞLU
Kant’a göre: “Kuralların üstüne çıkan, orijinal ve örnek olacak
dahidir. Eser yaratan kişidir” 10
Atatürk Kant’ın tarif ettiği büyük insandır.
Ünlü İngiliz generali Taushend, daha 1922 de savaş sürerken
Atatürk’le yaptığı konuşmadan sonra,onun üstün şahsiyetini şöyle ifade
etmiştir:
– Ben şimdiye 15 Hükümdar ve Cumhur reisi ile hususi ve
resmi konuşmalar yaptım. Bu gece kadar ezildiğimi
hatırlamıyorum. Mustafa Kemal’de büyük bir ruh kudretinin
esrarı var” 11 diyerek O’nun müstesna kişiliğini belirtmiştir
Bir İspanyol gazetesinde: “Atatürk, askeri deha ile devlet
adamı ve filozof dehasını cem etmiştir” diye yazılmıştır. 12
Armstrong ve Benoist-Mechin’in:
– Atatürk eserlerinin tesirlerini yalnız Türkiye’de değil bütün
doğu aleminde ve Afrika’da görmek, hürriyet mücadelesi yapan her
milletin Mustafa Kemal idealini gerçekleştirmeye çalışmasıyla ortaya
çıkmaktadır. Mustafa Kemal olgun ve ileri fikirleriyle, hürriyet ve
insanlık idealleriyle belirli bir ülkenin sınırlarını çoktan aşmıştır,
hükmederek, krallıkları devirerek imparatorluk kurmamış;
kalpleri kazanarak, zekâ ve akla hitap ederek insanlık idealinin aşık ve
mümtaz siması olmuştur…”13
Atatürk milli bir kahraman olduğu kadar medeni bir insandır
diyen bir Macar gazetesi: “Atatürk öldü, beşeriyet fakir düştü” diye
yazıyor. Bir İngiliz gazetesi ise vakar ve haysiyetin bir laftan ibaret
kaldığı bu asırda Atatürk vakar ve haysiyetin canlı timsali idi” diyor.
Bulgaristan Slavo gazetesi ise: “Dünya bu derece müstesna
olan bu adamın ölümünden sonra eskisi kadar enteresan değildir…
Milletinin bu büyük evladı aynı zamanda yirminci asrında büyük bir
yurttaşıdır.” 14
Tarih, içten ve dıştan binlerce düşmanın ihanetine uğramış
ve parça parça olmuş bir milleti yerden kaldırıp göklere yükselten
10
a.g.e. s. 483
Atatürkçülük 2.kitap Gen-Kur Yayınları-M.E.B.Basımevi İst /1988 s 55
12
a.g.e. s. 55
13
a.g.e. s. 56
14
a.g.e. s. 56
11
129
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bu yüce insanı yalnız ve yalnız mükemmellikle vasıflandırabilir.
Mustafa Kemal ismi manayı en güzel ifade ediyor.” 15
“Mustafa Kemal bir kişioğlu değil, bir ülkü bir düşünce
sistemi, her alanda kurtuluşun, uygarca yaşamanın, adam olmanın,
yücelmenin hızı, gücü ve kaynağıdır.” 16
Atatürk “düne, bugüne ve yarına ışık tutmuştur. Tahran
menşeli bir yazıda açıklandığı üzere: “Böyle insanlar bir nesil için
olmadıkları gibi, muayyen bir devre için doğmazlar.”17
Her yönüyle büyük adam olan Atatürk, insanlığa kazandırdığı
değer hükümleri ile çağımızın en büyük insanı, çağını aşan, gelecek
çağlara ulaşan ve ışık tutan insandır. Böyle bir insan dahi olmaz da
ne olur?
Dehanın unsurlarından olan büyük tahammül ve uzun
sabır, Mustafa Kemal’in kişiliğinde odaklanmış bulunuyordu.
Deha, zekâ, her türlü yetenek ve bilgi;ülkü için, insanlık için yararlı
olarak kullanıldığı takdirde belirir ve değer taşır. Büyük adam, üstün
nitelikleri olan kimse, bunu milletinin ve insanlığın hizmetinde
kullanan ve üstün sonuçlar elde eden insandır.Mustafa Kemal’in
büyüklüğü de buradadır ve bu niteliğindedir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan ve Atatürk’ü
yakından tanıyanların söylediklerinden anlaşıldığı üzere, Mustafa
Kemal Atatürk’ün deha sahibi üstün bir insan olduğu hükmüne
varabiliyoruz.
Sonuç olarak diyoruz ki: Atatürk, yüksek dehaya sahip, dahi
bir liderdir.
15
a.g.e. s. 56
a.g.e. s. 57
17
a.g.e. s. 57
16
130
Rasim PEHLİVANOĞLU
11-Üstün Yetenek ve Özelliklerin Birleştiği
Lider Atatürk
Bu kitabın ön sayfalarında belirtildiği ve ileriki sayfalarda yeri
geldikçe belirtileceği üzere, Atatürk üstün yetenekleri ve meziyetleri
olan bir insandı.
Üstün yetenek ve meziyetler sadece Atatürk’te değil,
başkalarında da vardı. Ama O’nun önde gelen farkı, yetenek ve
meziyetlerini diğer birçokları gibi sadece kendisi için değil de,
ülkesi ve milleti için kullanan çok nadir insanlardan biri olmasıydı.
Yetenek ve özelliklerini sadece kendileri için kullanmak
isteyenler yada devlet yönetiminde veya inkılâplarda görüş
ayrılığına düşen bazı ülkü arkadaşları, zamanla yollarını ondan
bir bir ayırmışlar ve neredeyse yalnız adam durumuna
düşürmüşlerdi. Ama O, çok sevdiği ve sevildiği, kentlisi ve
köylüsüyle bütün milletimizin kendisiyle bir ve beraber olduğuna
inandığından teselli bulmuş, yalnızlığını pek hissetmemiştir.
Büyük gazi’yi, hayattayken, ölüm döşeğindeyken, öldükten
sonra da hiç yalnız bırakmayan büyük Türk Milleti ve dinamik Türk
Gençliği, aydın yetişkinlerimiz, özellikle kahraman Türk Ordusu ve
kadirbilir komutanları olmuştur.
Üstün yeteneklerin ve meziyetlerin birleştiği dünyaca kabul
edilen büyük lider Atatürk, orduların başında yenilmek bilmeyen bir
komutan olarak kendisini göstermiştir. Kurtuluşumuz için, milli
mücadeleyi başlatmak için, yurt çapında yayılmasını sağlaması, mahalli
ve milli teşkilatların kurulmasını teşvik etmesi; kurulan milli kurtuluş
teşkilatlarının tek bir amaç etrafında birleşmesini sağlaması, TBMM ‘ni
toplama becerisini göstermesi, Anadolu ‘da yeni bir hükümet kurarak
onun emrinde düzenli orduyu kurması, düşman işgali altında olan ve
düşmanın direktifinde çalışan İstanbul’daki ürkek ve korkak hükümeti
etkisiz bırakması; bütün ülkemizde milletimizi şahlandırarak milli
istiklâl savaşımızı başlatması, gönüllü olarak milletimizin her türlü
fedakârlıklara katlanmasını sağlaması onun teşkilatçı liderliğinin
göstergesidir..
Arkasından İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar savaşlarını
kazanarak İzmir’de düşmann denize dökülmesini sağlaması, Trakya
dan ve nihayet bütün ülkemizden işgalci düşmanların çıkarılarak
ülkemizin tamamının düşman işgalinden kurtarılmasında önder olması,
131
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Büyük Komutan Gazi Mustafa Kemal Paşanın liderliğini kanıtlayan
(ispatlayan ) önemli nedenler olmuştur
Atatürk’ün Liderliğini Kanıtlayan
Önemli Nedenler
Bu konuda Falih Rıfkı Ataya şöyle söylüyor:
–Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal’in yaptığını yapabilecek
cesaret de demiyorum, belki ondan daha gözü pekler vardır. Azminde
demiyorum belki O’nun kadar azimli olanlar vardır.Bilgilide
demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı. Fakat, kırk
yıllık ömrümde onun liderlik dehasında hiç kimseyi tanımadım.1
Ülkemiz dış düşmanlardan temizlenirken, kaçan düşmanlarla
harabeye döndürülen ülkemizin onarılmasındaki gayreti; devletimizin
toparlanmasında, kalkınma hamlelerinin başlamasında, inkılâpların
yapılmasında önder kişiliği; dış borçlarımızın ustaca ödenmesi, dünya
ülkelerinde itibarımızın yükselmesi ve başka büyük işlerin
yapılmasında ki önderliği ve büyük devletler arasındaki üstün yerimizi
almamızdaki becerisi; kalkınmakta olan ülkemizde bize her daim kol
kanat germesi ve başımızda yol gösterici olarak kalmasıyla büyük
lider ve büyük devlet adamı olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
– Kitaplar dolduracak uzun inceleme ve değerlendirmelere
konu olacak pek çok özellik ve niteliklere sahip olan Atatürk, hayalci
değil, gerçekçi ve ülkücüydü. Gerçekçilikle ülkücüğü bağdaştıran
bir yönteme sahipti.. Her işi yerine göre, hesaba, akla, bilime ve
tekniğe dayanırdı.”diye yazan Cihat Akçakayalıoglu, Atatürk’ün
söylediği:
– Şahsım için anıtlar dikilmesine, propagandalar yapılmasına
göz yumduğumu görenler beni bencil sanacaklardır. Ben kendi
şahsımda, ülkülerimi unutulmaz kılmak için unutulmak
istemiyorum” sözüyle, ülkü ve düşüncelerinin ilelebet yaşatılmasını,
uygulanmasını veya gerçekleştirilmesini istemiş olduğu anlaşılıyor.
Zira, faydalı olmasının devamını isteyen lider yapıdaki insanlar
unutulmayı istemezler. 2
Kesip de sakladığım gazete kupürleri arasında Adile Ayda’nın
15 Nisan 1981 tarihli Tercüman Gazetesinden keşmiş olduğum
Atatürk’ün Kişiliği başlıklı makalesi elime geçti. Adile Ayda
1
2
Adnan Nur Baykal:M.K.Atatürk’ün liderlik sırları- İst.1999 Başlarken
Ç. Akçakayalıoglu: - Atatürk s 654
132
Rasim PEHLİVANOĞLU
makalesinde: “Atatürk’ün kişiliğini inceleyenler hep yabancılar
olduğunu” söyleyerek yakınıyor ve şöyle diyor:
– Beni Atatürk hakkında düşünmeye ve Atatürk’ün
büyüklüğünü daha iyi anlamaya, bazı Atatürk düşmanlarıyla yaptığım
tartışmalar götürmüştür…. Onun milli ve içtimai alanda yaptıklarını
hiçe sayarak, özel hayatı ile uğraşmaları, bana bu kimselerin
küçüklüğünü ve Atatürk’ün büyüklüğünü ispat etmiştir” diyor.
Prof. Adile Ayda Atatürk’ ün dehasının sırrı neydi? sorusuna:
–Bence bu bir takım zıt vasıflar şahsiyetinde dengeli ve
uyumlu bir şekilde birleştirmiş ve uzlaştırmış olması idi” diyor.
Atatürk’ün şahsiyetindeki ahenkli çelişkilerden ikisine örnek
gösteriyor.
1) Atatürk sınırsız hayal gücüne sahipti çocukluğundan ve
gençliğinden beri herkesin olmayacağını söylediği şeylerin
olacağına inanırdı.(hayalinde öyle yaşatmıştı )Ama aynı zamanda
gerçekçiydi…”
–“Büyük adamlar amaçta ne kadar hayalci iseler, araçta o
kadar gerçekçidirler. Atatürk’ün en büyük vasıflarından biri son derce
gerçekçi olmasıydı. Gerçekçilik maddi oluşta değil, asıl gerçekçilik
hem maddi hem de manevi faktörlere önem vermektir” diye yazan
Adile Ayda’nın bu konuda yaptığı açıklamalar, Atatürk’ün hayalci
ve de gerçekçi olusunu örneklerle belirtmiştir.
Gerçekçi idi. Ancak olabilecek hayalleri kurardı...
2)Atatürk‘ün bir başka çelişkili özelliği de, kararlarını ve
emellerini sonuca ulaştırmak için yorulmadan sebat göstermiş
olmasıdır. Fakat yanıldığını gördüğü anda “Hatanın neresinden
dönülürse kardır” atasözüne uyum sağlayarak, hatadan dönmesini
de bilmesidir.Bu konudaki bazı görüşlerini de gene sayın Prof.
örneklerle açıklamıştır.( bu örnekler ileride gelebilecek)
Yeri ve zamanı gelince, fazla gecikmeden hatadan dönmesini
bilmek de liderliğin önemli vasıflarındandır
Aşağıdaki yazılarımda Prof Hamza Eroglu’nun Türk İnkılâp
tarihi isimli kitabından aldığım bazı alıntılarla Atatürk’ün liderliği
konusundaki görüşlerimi açıklamaya çalışacağım;
–“Önemli bütün tarihi olayların, sosyal değişimlerin
oluşmasında, iradesinin kuvveti, zekâsı, basiret ve bilgisi bakımından,
yaşadığı muhite tesir eden üstün kişiliğinin varlığı ve toplum içindeki
133
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
rolü bir geçek olarak belirmektedir.” diyen Hamza Eroglu, bu kişiye
Atatürk’ü örnek göstererek:
–Türk milleti de o kara günlerinde milli şuur ve iradesinin
sembolünü Mustafa Kemal Paşa da (Atatürk ‘de) bulmuş, milli
istiklâl ve hakimiyet mücadelesinde, kaderimizi O’ nun kudretli
ellerine tevdi etmiştir.” diyor. 3
Atatürk’ün lider kişiliği hakkında bazı yabancı yazarlar da
konuşuyor:
Donkwok Ruslava göre “Atatürk bunalımlı dönemlerin
lideridir.Karizmatik liderdir.”
Maks Webere’ ye göre “Topluma yon veren, otorite veren,
düzen veren 3 tip otorite vardır.
1) Meşru otorite: Seçim mekanizmasının işleyişi
2) İrsi- intikal otorite: Hükümdarlık gibi
3) Karizmatik otorite: Karizmatik otorite kişinin kendi
kahramanlık gücüne veya örnek alınacak niteliklerine ve bu kişiye
halkın tam bir teslimiyetle bağlanmaları sonucu ortaya çıkan
otoritedir.” 4
Bu tanıma göre; Karizmatik liderlik bir çeşit bunalımlı
günlerin liderliğidir. Atatürk.’ün ortaya çıkışı olağanüstü olayların
bulunduğu bir döneme rastlar ki, buna göre Atatürk karizmatik
bir liderdir. Atatürk’ün karizmatik liderliği, milli mücadele devam
ederken meşru yollarla kurulan T.B.M.M’ nin başkanı seçilerek, milli
mücadelenin şefi ve lideri olmasıyla sona ermiş sayılır. Daha sonraki
dönemde milletin rey’i ve iradesiyle seçilen meşru lider olmuştur. 5
Mustafa Kemal Paşa’nın
Lider Olmasının Nedenleri
1)Atatürk, Türk Milletinin uçuruma yuvarladığını uzak görüşü
ile sezen ve değerlendiren insandır… Bu yönü ile Atatürk uzak
görüşlü ve gerçekçi bir liderdir.
2) Atatürk, kötüye ve bahtsızlığa yönelik kaderini değiştiren
ona yeni yön veren Türk milletini, milli birlik ruhu içinde harekete
3
Hamza Eroglu Türk İnkılâp tarihi İst.1982 s 110
a.g.e s 111
5
a.g. e s 111
4
134
Rasim PEHLİVANOĞLU
getiren, kurtuluş için çare arayan ve bu çareyi millet gerçeğine
dayandırarak başarıya ulaştıran önder kişidir.
3) Atatürk millet gerçeğine dayanarak milli mücadele davasına
başlamış; Amasya genelgesinde ifadesini bulan:” Milletin istiklâlini
gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır” formülü ile inandığı ve
güvendiği Türk milletini haksızlığa karşı isyan ettiren, milliyetçilik,
milli egemenlik ve milli bağımsızlık ilkeleri ile milli mücadeleyi
temeline oturtan, engin tarihi tecrübeleri olan ileri görüşlü bir devlet
adamıdır.
4) Atatürk, birleştirici bir dehaya sahipti. Milli mücadeleyi
gerçekleştirmek için önde gelen aydınları, komutanları ve kitleleri
birleştirici ve toplayıcı lider olmuştu. Sonradan, önde gelen bazı ülkü
arkadaşlarıyla görüş ayrılığına düşmüşlerse de önde gelen bu değerli
arkadaşları yıkıcı olmaktan kaçınmışlar; Elden geldiğince yapıcı
olmuşlardı. Bunlardan rahmetli Rauf Orbay:
–Mustafa Kemal olmasaydı da milli mücadele olurdu…
Nitekim, yer yer milli mukavemet hareketleri başlamıştı. Ancak
Mustafa Kemalsiz milli mücadelenin sonucu, Anadolu’da
parçalanmış bazı küçük beyliklerin kurulması olurdu” itirafında
bulunmuştur
5) Sabahattin Selek’e göre: “Mustafa Kemal Paşa milli
kahramanlıkta ve cesarette Türk milletini en iyi temsil edecek bir
insandır. O, aklıyla hareket eden kişisel cesaretinin yanı sıra,
gerektiğinde istiskal edilmeyi (soğuk karşılanmayı ) bile göze alacak
medeni cesarete sahipti. Yalnız bu yönüyle bile liderlik Mustafa
Kemal Paşa’nın hakkı idi
6) Felâket uçurumundan milleti kurtarmak için üstün
kabiliyetli bir kumandan ancak Mustafa Kemal Paşa olabilirdi. 14
Temmuz 1919 tarihli Al bayrak gazetesinde “…Mustafa Kemal
Paşa’nın etrafında toplanan millet, nezih, parlak bir hâle teşkil
etmektedir. Böyle temiz, fedakâr ruhların birleşmesinden milletin
hürriyet ve istiklâl gibi iki mukaddes nurunun doğacağı
şüphesizdir” diye yazılması kamuoyunun kanaatinin belirtisidir…
Atatürk ‘ün milli mücadeleyi başarmaktaki azim ve kudreti, milli
mücadelemizin başı olmasının sebebini açıklar.
7) Atatürk haberleşmeye büyük önem veriyordu: Sivas
kongresini ziyaret eden Amerikalı bir gazeteci:
135
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ömrümde daha etkili bir haberleşme şebekesi görmedim.
Yarım saat zarfından Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır,
Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya, Bursa ile haberleşmeyi
başarmıştı. Haberleşmeden maksat milletin nabzını elinde
bulundurmak demekti. Mustafa Kemal Paşa, kurduğu haberleşme
örgütü ile Türk milletinin kararını en iyi değerlendiren kişi olmuştur”
diyor.
Bir gazeteci 1922 yılında Mustafa Kemal’e sormuştu:
– Bu savaşı nasıl kazandınız? Verilen cevap:
– Telgraf telleri ile”6 olmuştu. Bu cevapla,
haberleşmenin önemi belirtilmiştir.
savaşta
İşte bütün bu nitelikleri ile Mustafa Kemal Paşa milli
mücadelenin şefi ve lideri olmuştu.
Mustafa Kemalin liderlikle ilgili öğütleri ve önemli
sözlerinden birkaçı:
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:
– Ben bir eser vücuda getirdim ise, milletimin kudret ve
kuvvetine ve ondan aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri
konuşturdum, sizleri koşturdum. Yaptım”
– Büyük işler mühim teşebbüsler ancak müşterek mesai ile
gerçekleşebilir. Şimdiye kadar elde ettiğimiz zaferleri ancak birlik ve
dayanımsa sayesinde elde ettik. Zaferin meyvelerini toplamak içinde bu
yolda devam etmek gerekmektedir.”
– Kumandanlar emir vermiş olmak için emir vermezler.
Gerekli ve yapılması mümkün olan konularda emir verirler. Emir
verirken kendini o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve
emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek
lâzımdır. ”7
– Vazife verdiğiniz kişilerin, yapacakları işler hakkında tetkike
dayalı bir görüşte bulunmayıp sizden emir istemelerine müsamaha
etmeyin, onları uyarın.Onlardan işlerini, akıllarını, zekâlarını,
bilgilerini ve yeteneklerini, son haddine kadar kullanarak zamanında
yapmaya çalışmalarını, sorumluluk yüklenmekten çekinmemelerini
isteyin.”8
6
7
8
a.g .e s 112-115
Adnan Nur Baykal M.K.Atatürk’ün liderlik sırları İst.1999 s 225
a .g. e
s. 231
136
Rasim PEHLİVANOĞLU
Lider Atatürk’le İlgili Birkaç Örnek
Eşi Latife Uşaklıgil anlatıyor:
…………………………………………………..
“Bir türlü uyuyamadığı bir gece, saat iki sularında bana
– Latife ben simdi bir tramvaya binmek istiyorum” dedi.O
saat de bu olanaksızdı.Ama isteğinin yerine gelmemiş olması O nu
belki de üzecekti. Kendilerine,
– Paşam dinlenseniz daha iyi olmaz mı? Vakit bir hayli geç
oldu “dedim.
– Ben de vaktin geç olmasından yararlanıp tramvaya binmek
istiyorum ya…. cevabını verince:
– Pekiyi, temin edelim” dedim.
– Telefon edildi ve bir atlı tramvay hazırlandı. Yaverle birlikte
gittik. Bir sürücüden başka kimse yoktu. Paşa bir ara tramvay
sürücüsünün yanına yaklaştı sordu:
– Sen atları kamçılayarak mı idare edersin?
– Tabi paşam… kamçısız idare edilir mi?
– Neden idare edilmesin ?
– Biz görmedik…
– Sen şu yerini bana ver de kamcısız idare edeyim.
Sürücü derhal yerini paşaya bıraktı. Paşa, dizginlere ele aldı ve
kamçıyı kullanmadan atları sürmeye başladı. Sürücüye sordu:
– Nasıl idare edebiliyor muyum?
– Fevkalade paşam…Benden daha güzel idare ediyorsunuz
– Bende senin gibi bir idareciyim. Yüz binlerce insanı
yönettim, onları ölüme giden yola seve seve sevk ettim. Fakat
hiçbirine kamçı kullanmadım” dedi.
Yazılı emir vermem
Bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi, sofrada Şükrü Kaya’nın:
Paşam Kurtuluş Savaşında Başkomutan sıfatıyla savaşlarda
verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? sorusu üzerine
Atatürk:
–Bir gün Kurtuluş Savaşının, milli mücadelenin askeri
tarihini yazacaklar. Belki de benim Başkomutan sıfatıyla bir yazılı
ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım
buradadır, hep bilirler, ben savaşta her zaman o cepheden bu cepheye
gider yapılması gereken hareketleri komutanlara dikte eder onlara
not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra “Şimdi ordu
137
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
birliklerinize bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla duyurun
derdim” cevabını veriyor.
Bundan da anlaşılıyor ki, Atatürk kendilerine çok inandığı ve
kendisine inandırdığı askerlerine, yazılı emre gerek görmeden sözle
verdiği emirleri yazdırdığını ve hepsinin liyakatle yerine getirildiğini
görmenin sevincini duyuyor.
12- Çok Kitap Okuyan, Araştıran
İnceleyen Tarih Sever Atatürk
Çok Okuyan Atatürk
Atatürk, 20. yy da yetişen en liyakatli komutan ve en büyük
devlet adamı olduğunu başarıları ile kanıtlamış yüce bir insandır.
Sadece Türk milleti değil, onu okuyup tanımaya çalışan bütün dünya
milletleri Atatürk’ün insanlık yönü ile de büyüklüğüne inanmış ve
onun adını sevgi ve saygı ile anmaktadırlar.
Atatürk’ün üstün başarılarının asıl sebebi ne olabilir?
Kendi ifadesiyle, “Türk milletinin bir ferdi olması” onun en
büyük gururu ve başarı kaynağı olmuştur. Bunu tamamlayan üstün
meziyetleri, kendisini yetiştirmek için gösterdiği özel gayretleri, yüksek
karakteri, azmi ve yenilmez irade gücü de başarısının önemli
etkenleridir.
Bunların da ötesinde, üstün başarılara ulaşmasının en büyük
etkeni, okumayı sevmesi ve çok okuyan bir kişiliğe sahip olmasıdır.
Hakkında yazılan, okuduğum çok sayıda kitaptan edindiğim bilgilerin
ışığında söylüyorum: İlkokul hayatından beri çok okuyan Atatürk,
okuduklarını hazmeden, onların üzerine yükselen, araştıran,
inceleyen ve uygulayan bir kişiliğe sahipti.
Kurmay Yüzbaşı olarak ilk tayin edildiği Şam’da boş geçen
vakitlerinin büyük çoğunluğunu okumakla geçirmiştir. Burada daha da
geliştirdiği okuma alışkanlığını hayatı boyunca devam ettirmiştir. En
çok sevdiği tarih kitaplarını okumaktı. Şam’da Türk tarihinin yanı
sıra, İslâm Tarihini de ilgi ile okumuş ve hazmetmiştir. Türk-İslâm
kültürü ile yoğrulmuş olan aydın bir kurmay subay olarak temayüz
etmiştir.
Atatürk, sadece tarih değil, bulabildiği diğer konularda ki
bütün kitapları da okumuş ve genel kültürünü yükseltmiştir. Mesleki
kitapları da iyi okumuş, hatta askerin talimiyle ilgili kitaplar dahi
138
Rasim PEHLİVANOĞLU
yazmıştır. Cumhuriyetten sonraki yıllarda, bugün kullandığımız
terimlerin bir çoğunu ihtiva eden geometri kitabı bile yazmış ve
eğitime bu yönden de hizmet etmiştir.
İstiklal savaşı döneminin en kızgın zamanlarında bile, boş
kaldığı saatlerde kitap olduğunu söyleyenler olmuştur. Büyük zafere
hazırlık yapılan son günlerde bile, “Çalıkuşu” romanını okumakta
olduğunu çadırına giren bir arkadaşı görmüştür.
Atatürk’ün Kitap Okuma Sevgisini Anlatanlar
Bu konuda ünlü romancı yazar, Atatürk’ün yakınlarından
Yakup Kadri Karaosmanoğlu söyle diyor:
– Atatürk bir büyük aksiyon adamı olduğu kadar, bir büyük
fikir adamı idi… O çok kitap okurdu ve şayanı dikkat derecede
edebiyat meraklısı idi. Hatta ilâve edeceğim: Bizim kendisine
sunduğumuz eserleri, herhangi bir eleştirmenden daha iyi eleştirebilirdi.
Atatürk her alanda olduğu gibi, edebiyatımız içinde sonsuz bir ilham
kaynağı olmuştur.Yarın ki Türk edebiyatımızın gelişmesi yolunu
göstermiştir.”
Bütün yaşamı boyunca, muharebeler içinde bile, her fırsattan
yararlanarak okumuş, incelemiş ve araştırmalar yapmış olan Atatürk’ü
kendi sözleriyle tanıyalım:
– Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin görevi, hayatı
sevinç ve güler yüzle karşılamak bakımından milletlerine yol
göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdın. Hayat hakkında
filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara
görüyordu.” Mademki hiçiz sıfıra varacağız, dünyadaki geçici
ömür sırasında neşe ve mutluluğa yer bulunamaz“ diyorlardı. Başka
kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı
ki,” mademki sonumuz nasıl olsa sıfırdır; bari yaşadığımız surece
şen ve güler yüzlü olalım”
– Ben, karakterim bakımından ikinci hayat görüşünü
seçiyordum. Şu kayıtla… Herhangi bir kişinin yaşadıkça memnun
ve mutlu olabilmesi için gereken şey, kendisi için değil kendinden
sonra gelecekler için çalışmaktır. Bahçesinde çeşitli çiçekler
yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi… Adam yetiştiren insan da
çiçek yetiştirendeki duygularla hareket edebilmelidir… Ancak
kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve
139
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ilerlemek imkanlarına kavuştururlar. Kendisi gidince ilerleme ve
hareket durur sanmak bir gaflettir.” 1
Bu sözleri ile, Atatürk’ün gerçekçi ve ülkücü görüşlerinin
bağdaştığını görüyoruz. Yaşamındaki felsefî görüşlerini fark ediyoruz.
Atatürk ‘un felsefesi hayatın kendisidir. Bu konuda kitabı yoktur ama,
bu heyecanı duyanı ve duyuranları vardır.
Tarihçi yazar Cihat Akçakayalıoglu’na göre:
– Atatürk, gençliğinden beri ülkenin sorunları ve koşullarıyla
ilgilenir, milli hayat akışını zihniyetini ve türlü varlıklarını
incelemekten ve değerlendirmekten geri kalmazdı… Kendi fikir ve
görüşlerini kafasında oluştururken ve bilinç altında birtakım felsefi
görüşlere ve ilkelere ulaşırken, çevresinden gelen kültürel
etkinliklerden ve okuduğu kitaplardan yararlanmayı ihmal etmedi.
Evet okuyordu (hem de pek çok okuyordu) hattâ
muharebelerin durgun zamanından yararlanarak tarihi, felsefi ve
sosyal eserleri incelediğini anlatan kimseler ve belgeler pek çoktur.
Namık Kemal’i, Ziya Gökalp’i okuduğu yaygın olarak
bilinmektedir. 1922 yılında ve büyük taarruz hazırlıkları sırasında
tuttuğu notlar sırasında kitap okuduğuna dair yazılar vardır.
Örneğin: 23 Mart 1922 notunda: “İsmet, Yakup, Şemsi ve
Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Birlikte yemek yedik. Bazı telgraflar
gelmişti, gördüm.Hafız‘a Kur’an okuttum. Saat 10 ‘da gittiler.
Notlarımı yazıyorum Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım.Yarın
ki plânımız 3 tümeni denetlemektir “kaydı vardır. 2
18 Mart cumartesi başlığı altında: “ Daha iyi kalktım. Fakat
yine bağırsaklarımda tabii olmayan bir hal var… Yatak da biraz
okuduktan sonra hazırlandım. Çalışma odasına geçtim, kitap
okudum” notları yer almıştır.
Bu dönem Mustafa Kemal’ in zihince ve bedence çok yorgun
düştüğü zamanlara rastlamaktadır. Buna rağmen yine de okumaktan
geri kalmadığı görülüyor….
En ağır koşullar ve büyük sorumluluklar altında bile, yalnız o
günlerin üstesinden gelmek zorunluluğu yetmiyormuş gibi, pek çok
sorunlar arasında, Türkiye’nin geleceği hakkında düşünmekten geri
1
2
Çihat Akçakayalıoglu:Atatürk Gen-Kur M.B. basımevi Ank. 1980 s 513-514
a .g. e
s.516
140
Rasim PEHLİVANOĞLU
kalmamakta. İsabetli bilgi ve kararlara varmak için okumakta ve
araştırmaktadır. 3
Bütün belgeler, büyük önderin sürekli bir fikri çalışma ve
oluşma halinde olduğunu gösteriyor. Prof. Halide Edip Adıvar,
“Türkün Ateş de İmtihanı” isimli eserinde kendi gözlemlerine
dayanarak diyor ki:
– İslâm tarihinin ilk sayfalarını, yani demokrasi’ye en
yatkın olan ve 24 yılı kapsayan bölümünü okuyordu… Doğu ve
Batı kültürü üzerinde yapılan tartışmalar, O’nu eski İslâm
şekillerini gözden geçirmeye yöneliyordu.” 4
Evlâtlığı prof. Afet İnandan:
– Atatürk her iş de basarı sağlamayı prensip edinmişti.
Bunun kaynağını iki esasta bulmuştur: Biri bilgi (bilim), diğeri
vatan ve Millet sevgisi “ diyor. Böylece başarının manevi
dayanaklarını dile getirmiş oluyor. 5
Cihat Akçakayalıoğlu, kitabının 518. sayfasında Atatürk’ün
okuduğu özel kitaplarından 3000 (üç bin) kadarının Anıt Kabir
müzesinin kitaplığında olduğunu, bunlar arasında tarih ve sosyolojiden
arkeolojiye kadar okuyup üzerlerine notlar ve işaretler koyduğu eserler
ve konular bulunduğuna dikkati çekiyor.
Okuduklarından İzlenimler ve Fıkralar
Atatürk’ün kitap okuma sevgisi ve okudu kitaplarının üzerinde
bıraktığı izlenimleri örneklerle açıklamak bakımından, Adnan Nur
Baykal’ın yazdığı “Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları”
isimli kitabından birkaç fıkrayı örnek olarak aşağıya alıyorum.
Bir Kuruşu Kitaba: Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir
kitabı okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir
sürü yurt sorunu dururken Devlet Başkanının kendisini tarihe vermesi,
Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olacak ki, Atatürk’e söyle dediği
duyuldu: “Paşam! tarihle uğraşıp kafanı yorma 19 Mayısta kitap
okuyarak mı Samsuna cıktın?”
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu
gülümseyerek söyle karşılık verdi:
3
a .g. e
a .g. e
5
a .g. e
4
s. 516
s. 517
s. 518
çok
samimi
yakınmasına
141
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir
kurusunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, ben
yaptıklarımın hiç birini yapamazdım. 6
Annibal‘in Manevrası ( Kemal Arıburun anlatıyor): İzmir
hattı ve Bağdat demir yolunun birleştiği noktada bulunan
Afyonkarahisar’da taarruza geçtim. Çünkü orada taarruza geçmek
gerekirdi. Yunan yığınağı esasen beni bu surette hareket etmeye
yöneltiyordu. Tan ağarırken düşmanı ansızın avlamak için, bütün gece
yürüyen askerlerimiz temizlendikten ve elli kilo metre bir uzaklığa
aldıktan sonra taarruza geçebilecek birlikler azdır. Atlı birlikleri Yunan
ordusunun gerisine sarkıttım. 7
– Düşmanın sağ kanadını çevirmek mi istiyorsunuz diye
sordum. Mustafa Kemal:
– Hayır, çok daha geniş bir manevraya girişmiştim. Düşmanı
tamamıyla kuşatmak istiyordum ve bunu başardım. Ve sesini
alçaltarak ilâve etti:
– Annibal’in Cannae’ de uyguladığı manevra” 8 Bu sözünden
anlaşıldığı üzere Mustafa Kemal, Kartacalıların büyük komutanı
Annübal’i ve onun savaş taktiğini de okumuş ve iyi öğrenmişti.
Görüyorsunuz Ben Bişey Yapmadım: …. Mutareke den
sonra General Bırdwood İstanbul’a gelir, Perapalas Oteli’ne yerleşir.
Çanakkale ‘den dönmüş olan Mustafa Kemal de aynı oteldedir…
Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmede İngiliz General’i son derece
saygılı davranır ve birkaç nezaket sözünün sonunda aralarında şöyle
bir konuşma geçer:
– Ekselans bizi nasıl yendiniz.
– Sizinde bizimde tarih kitaplarımız var, tarih yazar
– Sizin ağzınızdan öğrenmek istiyorum.
Bunun üzerine Mustafa Kemal kağıt ve kalem ister. Bir kroki
çizer ve onu göstererek söyle der:
– Şu tarihte karaya cıktınız, filânca saate kadar siz şu, biz
bu durumda idik. Her şey lehinizde idi. Neden şu çizgide durdunuz
ilerlemediniz?
– Askerlerimiz çok yorulmuştu.
6
7
8
Adnan Nurbaykal M.K.Atatürk’ ün Liderlik Sırları s 169
a .g. e
a .g. e
s. 10
s. 10
142
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bundan sonra Conkbayırı’nın krokisini çizen Mustafa
Kemal:
– Siz filân gün şu istikâmete hareket ettiniz ve şu durumu
aldınız. Niçin ilerlemediniz?
–Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerimiz susuz kaldı
ve durdu.
–Görüyorsunuz ki ben bir şey yapmadım; önce yorgunluk,
sonra susuzluk ordunuzu durdurdu. Ayağa kalkan Birdwood
giderken:
–Müsaade ederseniz bu kağıdı ve kalemi hatıra olarak
saklayayım.”dedi.
Hiç Ummadığın Kimselerde: Anadolu’ya geçmeden önce
ziyaretine gelen, ona göre basit birkaç kişi ile ciddi bir konu üzerinde
Mustafa kemal Paşa’nın konuşması üzerine misafirler gittikten sonra
Salih Bozok dayanamamış.
– Paşam bunlar senden daha akıllı mıdırlar ki, kendilerinden
fikir almaya çalışıyorsun diye sormuş. Mustafa Kemal Paşa:
– Enayi’ye bak demiş. Böyle yapmakla ne kaybederim?
Adamlar ziyaretime gelmişler, kendileri ile elbette bir şeyler
konuşmak lâzım. Aklıma bu konu geldi ve ondan söz ettim. Bilesin
ki bazen hiç ummadığın kimselerde pek isabetli ve kıymetli fikirler
bulunabilir; ben bunları alır, üzerlerinde işler ve faydalanırsam
fenamı olur.” 9
Atatürk ‘ün Okuma Sevgisini
Örnek Almalıyız
Çocukluğundan beri devamlı okuyan Atatürk okuduklarını
unutmamış, hiç değilse şuur altına yerleşen izleri kalmıştır. Kitap
okuma sevgisini çok kitap okuma alışkanlığı haline getiren
Atatürk’ü, başta öğretmenler olmak üzere yetişen gençliğimize,
özellikle öğrencilerimize örnek olarak göstermeliyiz. Bu büyük
adamın, dünya çapındaki büyüklüğünün en önde gelen nedeninin, çok
okuması olduğunu Atatürk’ü inceleyenler biliyor. Bilenler bilmeyenlere
söyleyerek onları da bu konuda yönlendirebilir ve çok okumalarına
etkili olabilirler.
2006 yılı 10 Kasımında, Kayseri tiyatro salonunda yapılan
anma töreninde, “Atatürk’ün İnsani Yönünü” anlatan havacı Binbaşı
9
a .g. e
s. 171
143
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Taner Yöney: “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini
kitaplara vermeseydim şu anda yaptığım işlerin hiç birini
yapamazdım” dediğini üstüne basarak söylemiştir. Yöney Binbaşı,
“Keşke, karga kovalaması kadar, Atatürk’ün bu sözünü de
çocuklarımızın beynine işleyebilseydik” temennisinde bulunmuştur.
Çocuklarımızın, Atatürk’ten ilham alarak çok okumalarını ve bu yolla
kendilerini yetiştirmelerini tavsiye etmiştir.
Evet, Atatürk sevgisi ve saygısıyla yetişmesi gereken
öğrencilerimiz çok okumalıdırlar. Sadece ders kitaplarına bağlı
kalmayıp, ders dışı çeşitli kitapları da okumalı ve okuma sevgisini
almalıdırlar. Ama, öğrencilerimizi okutmak ve yönlendirmekle
görevli olan öğretmenlerimiz daha çok okumalı ve okuma sevgisini
alarak öğrencilerine bu sevgiyi ve okuma alışkanlığını
verebilmelidirler. Bugünkü uygulamalarımız bu sonucu veriyor
mu? Sorusuna müspet cevap vermekte zorlanıyoruz. Zira:
Kendisi okuma sevgisini almayan ve okuma alışkanlığı
kazanmayan öğretmen, öğrencilerine okuma sevgisi ve alışkanlığını
kazandırabilir mi? Böylesi öğretmen, okuyarak genel kültürünü
geliştirmede öğrencilerine örnek ve rehber olabilir mi? Öğreniyoruz ki
meslek kitaplarını dahi okumayan öğretmenlerimiz çoktur.
Özellikle, genel kültür kitaplarını okumayan veya okuma ihtiyacını
duymayan öğretmenlerimizin sayısı az değildir.
Okuyan, ders kitapları dışında yetiştirici meslek kitaplarını
ve genel kültür kitaplarını da okuyarak gelişen ve yenilenen
öğretmenlerimiz elbette vardır. Fakat bunların azınlıkta olduğu
söylenebilir. Bu konuda, yetkili olanlar da böyle düşünüyor ve böyle
söylediklerine tanık oluyoruz.
Atatürk’ü sevdiğini, onun izinden gittiğini ve Atatürkçü
olduklarını söyleyen öğretmenlerimiz, her şeyden önce onun okuma
sevgisini almaları ve onun gibi okuma alışkanlığı kazanmaya
çalışmaları ön görevleri olmalıdır. Okuyan öğretmen okutur,
öğrencilerine okuma sevgisini ve alışkanlığını kazandırabilir.
Öğrencilerin, genel kültürlerini geliştiren, milli kültürlerini
benimseten, milli ülkü sahibi olarak yetişmelerini sağlayan
öğretmenler, Atatürk’ün tanımını yaptığı, özlediğimiz ideal
öğretmenlerdir. Aksi halde davrananların, “Atatürkçüyüm” demeye
hakları yoktur. Böyleleri, Atatürk’ü gerçekten sevenler değil de
Atatürkçülüğü maske yapanlar olabilir.
144
Rasim PEHLİVANOĞLU
13- Türk Milletine İnanan, Güvenen,
Saygı Duyan Halkçı Atatürk
Atatürk’ün Türk milletine olan inancı ve güvenci, ilk önce Türk
Milletini tanıma ihtiyacını duymakla başlamıştır. Türklüğün yüce ve
üstün niteliklerini, tarihi araştırmalarla bilimin ve tecrübenin ışığında
değerlendirmiştir.
Türk Milletini tanıyan liderlerin başında gelen Atatürk’ün,
milletimizi tanıması iki yolla olmuştur: Birisi askerlik, ikincisi
Türk tarihini iyi bilmek.
Türk tarihini çok iyi okumuş, okudukça ve tanıdıkça, Türk
Milletinin büyük hasletlere (özelliklere) sahip yüce bir millet olduğunu
anlamıştır. Türk milletine karşı duyduğu engin sevgi ve güvenledir ki,
çok kötü şartlara rağmen, Türk milletinin istiklâli için mücadele
bayrağını açmıştır.
Manastır askeri idadisindeki hocası Mehmet Tevfik Bey’in
teşviki ile Türk tarihine merakı artan Atatürk Türklüğün geçmişi ile
ilgilenmeye yönelmiştir..
Atatürk asker olarak da Türk Milletinin manevi kuvvetinin
üstünlüğünü harp meydanlarında görmüş ve öğrenmiştir:
–Ben batı milletlerini bütün dünyanın milletlerini tanırım.
Fransızları, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen
tanırım. Bu tanışmamda harp sahalarında olmuştur, ateş altında
olmuştur. Yemin ederek sizi temin ederim ki, bizim milletimizin
manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir.” 10
Mustafa Kemal, daha Milli Mücadelenin başlangıcında, Türklük
duygusunu kendisine rehber olarak almış ve bunu gerçekleştirmeye
çalışmıştır. Atatürk, konuşmalarında ve yazışmalarında Türk Milletine
olan sevgisini; inancını ve güvencini her fırsatta dile getirmiştir.
Atatürk’teki güven duygusu, iman duygusu olarak görülmüştür.
Atatürk’ün Anadolu’ya Geçiş Nedenleri
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçişinin gerekçesini şöyle
açıklıyor:
– Dayanacak gücün doğrudan doğruya millet olacağı düşüncesi
bende çok güçlüydü. İstanbul’da olup bitenlerden, yapılan
girişimlerden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup millete haber
10
Hamza Eroglu: Atatürk ve milliyetçilik Ank / 1992 s 75-76
145
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ulaştırmanın da imkânı kalmamıştı. Öyle ise yapılacak tek şey
İstanbul’dan çıkıp milletin içine girmek ve orada çalışmak
olduğuna karar verdim.” 11
Böyle düşünen Atatürk bilindiği üzere, çıkan fırsatı
değerlendirerek 3. Ordu Müfettişi sıfatıyla İstanbul’dan ayrılarak,
19 Mayıs 1919’da Samsun’ ayak bastı. Bundan sonra bilinen
gelişmeler birbiri ardı sıra takip etti. Yapılan tamimler (genelgeler),
toplanan kongreler, teşkilatlanmalar, sivil- asker karışımı oluşan milli
kuvvetlerle başlatılan milli mücadele, açılan T.B.M.M, kurulan düzenli
ordu, yapılan zorlu savaşlar ve kazanılan zaferler, kaçarken kovalanan
düşman askerlerinin 9 eylül de İzmir’de denize dökülüşü … Ve nihayet
işgalden kurtarılan, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki canım
vatanımız…
Ezilmiş, üzülmüş, sinmiş ve sindirilmiş olan ve artık yok
olduğu sanılan bir millet nasıl oluyor da ayağa kalkıyor ve nasıl
oluyor da, dünyanın hayran kaldığı o büyük başarılara ulaşıyor?
Milletimiz diyor ki: Bir Gazi Mustafa Kemal çıktı, halkımızın
önüne düştü, bize baş oldu, uyuyanları uyandırdı, milli gücümüzü
meydana çıkardı, milli birliğimizi sağladı, kendimize güvenimizi
arttırdı, çıkarılan iç isyanları bastırdı, dağdan inen eşkıyaları milli
orduya kattı; Halkımızın fedakâr duygularını uyandırdı, yaptıkları
maddi ve manevi her çeşit yardımlarını sağladı. Kurduğu düzenli
orduyla savaşlara başladı. Mahirane kumandasıyla düşman yenildi ve
nihayet kaçırıldı, vatan işgalden kurtarıldı. Milletimize vurulan esaret
zincirleri kırıldı. Bütün bunlar yapılırken başımızda Mustafa Kemal
vardı. Mustafa Kemal, kurtarıcı bir kahraman oldu. O nu unutamayız...
Böyle görüyor ve böyle söylüyor milletimiz. Fakat ya Mustafa
Kemal ne diyor? Bir de ona bakalım:
– Bütün bu yapılanları ben yapmadım, milletimiz yaptı. Ben
şanlı Türk milletinin sadece bir ferdiyim. Fedakâr ve kahraman
milletim olmasaydı, bana destek vermeseydi ben hiçbir şey
yapamazdım….” Diyor. Çok sevdiği Türk Milletinin büyüklüğünü
anlatıyor.
Bu konuda en doğruyu şüphesiz Atatürk biliyor. Zira,
milletimizi en iyi tanıyan O’ dur. Gerçekleri en iyi ondan öğrenebiliriz.
O halde Atatürk’ü konuşturalım ve onun diliyle Milletimizi ve de
Türk köylülerimizi öğrenelim:
11
Osman Bircan: Belge ve Fotograflarla Atatürk s 57
146
Rasim PEHLİVANOĞLU
Aydınlarımızın halka yaklaşmalarını, halkla kaynaşmalarını
öneren Atatürk şöyle söylüyor:
– Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye
çok yetenekli bir halk dır. Bu halk, eğer bir kere muhataplarının
samimiyetle kendisine faydalı olduklarına inanırsa, her türlü
faaliyeti hemen kabule hazırdır. Bunun için, gençlerimizin her
şeyden önce güven vermesi lâzımdır.” 12
Atatürk, Afyonkarahisar belediye meclisi üyelerine yaptığı
konuşmanın bir yerinde diyor ki:
– Eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam,
eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve
teşebbüsün asıl kaynağı hürmet ve muhabbetle bağlı olduğum,
bundan sonrada hürmet ve muhabbetle saadet ve talihine varlığımı
ve hayatımı feda edeceğim sizlere bağlıdır.”
– Efendiler bu millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade
işler yapan kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Lakin öyle kimseler
kendi başlarına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki, bir genel duygunun
taşıyıcısı, ifadesi, temsilcisi olsunlar. Ben milletimizin fikir ve
duygularına yakından vakıf olmaktan aziz milletimizde gördüğüm
kabiliyet ve ihtiyacı ifadeden başka bir şey yapmadım. Onun bu
kabiliyet ve duygularına olan vukufumla övünürüm. Milletimdeki
bugünkü, başarıları doğurabilecek kabiliyeti görmüş olmak, bütün
mutluluğum işte bundan barettir.” 13
Atatürk’ ün konuşmalarına devam edelim:
–Dünya tarihinde Türk milletinden daha büyük ondan daha eski,
daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir”
diyen Atatürk “Türk’ün saygınlığı, onuru ve kabiliyeti çok yüksek
ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha
iyidir” (1931)
– Bizim milletimiz vatanı için hürriyet ve egemenliği için
fedakâr bir halktır. Bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların
kıskanç savunucusudur. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti
yürümekte olduğu yolda hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz
(1924).
12
13
Mehmet Ersin:Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular Endeksi Ank.1999 s73-74
a .g. e
s. 74
147
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Ben 1919 senesi Mayıs içinde Samsun’a çıktığım gün elimde
maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin
asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve medeni
bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete ve bu Türk milletine
güvenerek işe başladım.(1937) 14
Atatürk Samsun’a ayak bastığının üçüncü günü 22 Mayıs
1919’da, Erzurum’daki 15.Kol ordu komutanı Kazım Karabekir
Paşa’ya çektiği bir şifreli telgrafta, o günlerdeki ağır durumu
belirttikten sonra şöyle devam ediyor:
– Bununla beraber bütün ümitler kaybolmuş değildir. Memleketi
bu durumdan ancak Türk Milletinin mukavemeti, azmi kurtarabilir. Bu
mukavemet şuuru, birçok yerlerde kurulmuş olan Müdafaa–i
Hukuklarla (Hakları korumayla) kendini göstermektedir” diyerek,
azmimiz kırılmadan müdafaaya devam edilmesini istemektedir. 15
Atatürk ne yaptıysa Türk Milet’ine dayanarak, Türk Milleti’ne
güvenerek, bu milletin büyüklüğüne inanarak yapmıştır.
Cevat Dursunoglu’na göre: “ O, Türk Milletinin ruhunda saklı
ilerici hamleleri bulmuş milli devletin ve bu devletin müesseselerini bu
ruhla ve bu ruh örgüsünün unsurları ile doldurmak istemiştir. 16
Atatürk’ün Türk Milletini Övgüsü
ve Yapılan Övgüler
– İstiklal savaşı ve Türk İnkılâbı, her hamlesinde milletimizin
yüksek siyasi ve medeni karakteri ile memleket ideolojisindeki şuurlu
birliğine dayanarak Muvâffak olmuştur…”
– Benim kuvvet ve kudretim halkın bana gösterdiği emniyet
ve itibardan ibarettir” diyen Atatürk, bütün iradesinin kaynağını
ancak Türk Milletinin yaratıcı ve sonu olmayan ruhunda bulmuştur. Bir
konuşmasın da:
– Her türlü muvaffakiyet (başarı) sırrının, her nevi kuvvetin,
kudretin hakiki membaının (çıkış yerinin) milletin kendisi olduğuna
kanaatim tamdır… Ve milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya
milletin kendisidir, millet’in evlâtlarıdır….” diyor. Bir diğer
konuşmasında:
14
Atatürkçülük birinci kitap Gen-Kur yayınlar M.E.basım evi İst. 1988 s 49
Atatürkçülük ikinci kitap İst. 1988 s42
16
a. g. e. s 42
15
148
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk milleti Devlet kurmak, vatan korumak kudretinde, kendi
cevherindeki kıymet ve faziletlere istinat eden (dayanan) yapıcı ve
yaratıcı bir millettir…”17
Atatürk’ün büyük eserinin sırrı burada görülmektedir;
Millet’e inanmak milletin kuvvet ve kudretini en iyi teşhis etmek
ve onu faydalı yönleriyle harekete geçirmek
Büyük eğitimci rahmetli yazar Prof. Dr. İsmail Hakkı
Baltacıoğlu’na göre:
– Atatürk’ün büyük eseri, Türk Milleti’nin yaşama
iradesine inanmasıdır. Türk milletinin en büyük eseri de
Atatürk’ün büyük adam olduğuna inanmasıdır. Eğer Atatürk’te bu
inanç olmasaydı; ne Atatürk, Atatürk olabilirdi ne de Türk Milleti öz
varlığına kavuşabilirdi?” 18
Atatürk’ün, Türk Milletinin büyük millet olduğunu
kanıtlamaya çalıştığı (büyük kitaplara konu olan) önemli sözlerinden
birkaçını daha, Utkan Kocatürk’ün kitabından aşağıya alalım.
– Memleket ve millet hizmetinde baş olmak isteyenlerin
ilham kaynağı, millet’in gerçek duyguları ve emelleridir… Her
türlü başarı sırrının, her çeşit kuvvetin, gücün gerçek kaynağının
milletin kendisi olduğuna inancımız tamdır.”
– Biz ilhamlarımızı doğrudan doğruya hayattan almış
bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt,
bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir
felâket ve elem kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
– Ben ne düşündüklerinizi bilen, ne duyduklarınızı duyan, ne
dertleriniz olduğunu anlayan bir arkadaşınız, bir kardeşiniz olmakla
övünmekteyim. Bildiğim, duyduğum, anladığım bu şeylerin esası
sizlerde, büyük kalplerinizde var olan cevherdir. Bu değerli
cevherdir ki, bu milleti kazadan belâdan, yok olmanın felâketinden
kurtardı ve milletin en kuvvetli dayanak temeli oldu.”
–… Bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk
Milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün
girişimlerimizde milletin sağduyusunu rehber saydıkça şimdiye
kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere
eriştireceğimize imanımız tamdır.”
17
18
a. g. e. s 43
a. g. e. s 44
149
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Giriştiğimiz büyük işlerde milletimizin yüksek yetenek ve
yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız
olmuştur…Bu büyük millet, arzu ve yeteneğinin yöneldiği
doğrultuları görmeye çalışan ve görebilen evladını daima takdir
etmiş ve korumuştur.”
–… Millet sevgisi kadar büyük ödül yoktur. Bağımsızlık
savaşında benim de milletime ettiğim bir takım hizmetler olmuştur,
zannederim. Fakat, bunlardan hiçbirini kendime mâl etmedim;
yapılanın hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa, doğrusu
da budur… Beni seven arkadaşlarıma tavsiyem şudur: kendiniz için
değil, fakat bağlı olduğunuz millet için el birliği ile çalışalım;
çalışmaların en yükseği budur.”
– Memleketimizde, gidebildiğim her yerde uğradığım her belde
de, saygı değer halkımızın çok samimi, çok sıcak, çok kalpten
gösterilerini, büyük ruhlu milletimizin her yerde sevgi, güven ve
itimadını görmekle mutlu ve bahtiyarım… Bu güven ve itimada, ancak
bundan sonra da tarihe, millete, vatanıma karşı üzerime düşen namus
görevini en son sınıra kadar yapmakta lâyık olmaya gayret edeceğim.
–… Bana, bazı önemli sayılan yerlerden başvurular yapılarak
“milleti boş yere kırdırmayınız” demişler… “Hayır, yapacağız!
demiştim. Şimdi de milleti bolluğa ve rahata, ilerlemeye, memleketi
mutluluğa yöneltmek için var olan yeteneğimizi göz önüne alarak
“Bunu da yapacağız” diyorum.
– Türk milleti kahramanlıkta olduğu gibi yetenek ve yeterlilikte
de bütün milletlerden üstündür.”
– Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük
yoktur.”
– Önemli bir görevin yapılışında benden evvel işe girişen millet
olmuştur. Benim şu ve bu sebeple ertelediğim önemli görevi millet
bana hatırlatmış ve yaptırmıştır.”
– Büyük olayları, yapılan işleri bir ferde mâl etmek milletin
hakkına saygısızlık eden bir görüş şekli olur.
– Halkımız yüksek bilinçlidir her türkü ilerlemeye yetenekli ve
lâyıktır, özverili, saygıya değerlidir.
– Bu millet, kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim
uğruma canını vermeye hazır olmasaydı ben hiç bir şey
yapamazdım.
150
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ben, bin bir güçlük karşısında yılacak bir insan olsaydım,
büyük işlerin rehberliğinde, milletim beni yaya bırakırdı. Milletimin.
İyi niyetine daima gönül borçluyum(minnettarım) 19
Atatürk, yalnızca “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir”
demekle kalmamış, bütün askeri zaferleri ve sosyal inkılâpları da
milletin gerçekleştirdiğini söylemekten bir an geri kalmamıştır. Türk
Milletinin bir ferdi olmakla daima iftihar etmiştir.
Türk Milletinin Büyüklüğüne Örnek Fıkralar
Atatürk’ün Türk Milleti’nin büyüklüğüne inancını belirten
esprili birkaç fıkrayı da bu konunun sonuna almayı uygun gördüm.
Efendi Garson
İngiltere kralı Edward VIX Türkiye’yi ziyareti gelmiş, hep
İngiliz yemekleriyle çok iyi ağırlanmıştı. Bir gün sofraya hizmet
eden garsonlardan birisi fazla heyecanlandığından elindeki tepsi dolu
bulunan tabaklarıyla birlikte birden bire yere yuvarlandı. Yemekler
halının üzerine döküldü. Kadınlı erkekli misafirler hem üzgün, hem
şaşkın, ne yapacak diye Atatürk’ün yüzüne bakıyorlar. Fakat o
gayet sakin, krala dönüyor:
–Lütfen kusuruna bakmayın majesteleri… Onlar efendi
olarak doğmuş, efendi olarak yaşamış bir milletin çocuklarıdırlar.
Uşaklığı yapmayı beceremiyorlar…”
Gerilmiş olan hava birden yumuşuyor,
görülüyor. Terslenmeyi bekleyen garson da serinliyor. 20
tebessümler
Büyük Geçmiş Olsun Kral Hazretleri
Bir
günde,
ziyaretine
gelen
Yugoslavya
Kralı
Alexander’dırla Dolmabahçe Sarayında buluşuyorlar. Atatürk kral’ın
koluna girerek odasına çıkarıyor. Orada karşılıkla koltuklarına
oturup samimi bir hava içinde konuşmaya başladıkları sırada
Alexander:
– Size bir sırrımı söyleyeceğim: Eğer bazı Avrupa
devlet’lerinin vaatlerine inanmış olsaydık, Yunanlıların yerine
Anadolu’ya biz çıkacaktık.” Atatürk gülerek kral’ın elini tuttu.
– Allah sizi korumuş. Büyük geçmiş olsun Kral Hazretleri. 21
19
Prof. Dr. Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş ikinci basım s 323-326
Muvaffak İhsan Garan Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 58
21
a. g. e. s 59
20
151
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Her şeyi Sen Yaptın
Atatürk “her şeyi millet yaptı” dedikçe, Millet’ de ona her
yerde bütün coşkunluğu ve şükran duyguları ile “her şeyi sen
yaptın” diyordu. İkisi de haklı olabilirdi…
1937 yılı bir Eylül gecesi Florya köşkü çevresinde iki sandalı
dolduran 10 kadar gençle aralarında şöyle bir konuşma geçiyor.
Atatürk, sandala binmiş mehtapta kürek çekmektedir. Onu
gören iki sandal içindeki gençler hemen yanına yaklaşıyor. Aralarına
aldıkları Atatürk’ün sandalıyla dolaşmaya başlıyorlar. Çok memnun
olan Atatürk:
– Aferin çocuklar diyor… Türk gençliği hem çalışmasını, hem
eğlenmesini bilmelidir. Bu ülke bizimdir. Burada güven içinde
yaşamanın tadını çıkarın.
Gençler hep bir ağızdan:
–Hepsi senin sayende
minnettardır.” diye bağırıyorlar.
atamız.
Bütün
millet
sana
Büyük önder son derece duygulu bir sesle:
–Ben bu inkılâp’ı sizin babanızla, ananızla, dayınızla,
amcanızla yaptım. Bu sizlerin eseriniz. Size ben soracağım:
Kabiliyetsiz bir milletin başında bulunsaydım, bunları tek başına
yapabilir miydim?
İçlerinden Sadi adında biri atılıyor:
–Atam, sen kabiliyetsiz bir milletin başına gelemezdin.
Çünkü kabiliyetsiz milletten böyle bir önder çıkamaz!.
Atatürk heyecanla ayağa kalkarak bu gencin elini sıkıyor.
– Bende bunu söylemenizi bekliyordum” diyor ve:
– İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben fâni Mustafa Kemal…
Diğeri ulusun daima içinde yaşattığı Mustafa Kemal’ler ideali. Ben
onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa,
beni bir Türk anası doğurmadı mı? Türk anaları daha başka Mustafa
Kemal’ler doğurmayacak mı? Onun için eser milletimindir, benim
değil…”22
22
a. g. e s 61-62
152
Rasim PEHLİVANOĞLU
14- Hızlı Değişim Taraftarı
İnkılâpçı Atatürk
Birinci bölümde Atatürk ilkeleri konusu işlenirken,
Atatürkçülüğün baş ilkeleri arasında yer alan İnkılâpçılık ilkesine de
özetle değinmiştik. Burada konuyu biraz daha açalım.
Atatürk’ün İnkılâpçılık Anlayışı
Hızlı değişme, yenileşme anlamında kullanılan inkılâpçılık
anlayışı; zamanına göre geri kalmış müesseselerin ortadan kaldırılması
ve yerine ilerlemeyi, gelişmeyi kolaylaştıracak, müesseselerin
konulması esasına dayanır. Bu inkılâpçılık anlayışı iyiye, doğruya,
faydalıya yöneliktir. Taassupla mücadelenin de en başarılı yöntemi
İnkılâptır. Atatürk’e göre:
– İnkılâp, var olan (zamanını doldurmuş) müesseseleri zorla
değiştirmektir. Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan
müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medeni gereklere
göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri koymuş olmaktır.” 1
Atatürk, her ne kadar zorla demişse de uygulamada büyük
çoğunlukla halka kabul ettirerek ve onları ikna ederek inkılâpları
yapmıştır.
– Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal
hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak
için tek gelişme ve ilerleme yolu budur.” Diyen Atatürk, gelişmeyi
derece derece mi ilerletmeli yoksa ani olarak mı yapmalı görüşünde
ikinci yolu seçmiştir. Atatürk:
– Bu milletin önünde o kadar geniş zaman yoktur”
düşüncesiyle yenileşmeyi zamana bırakmayarak süratle yapmayı
öngörmüştür. Atatürk, bazı inkılâpları, halkı hazırlamak ve tepkiyi
azaltmak için acele etmeyerek zamana bırakmıştır. Örneğin: Saltanatın
kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi…
– İnkılâp’ın temellerini her gün derinleştirmek,
kuvvetlendirmek lâzımdır… Medeni dünya çok ileridedir. Buna
yetişmek o medeniyet çemberine girmek mecburiyetindeyiz.” diyen
Atatürk:
1
Atatürkçülük 3.kitap gen–kur yayınları İst–1988 s. 49
153
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan aldık
yeni bir çağa götürdük. Bir çok eski müesseseleri yıktık. Bunların
binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lâzım.
En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere
müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılâbı koruyacak tedbirlere
daha çok muhtacız.” Sözüyle de inkılâbın korunması gereğini
vurgulamıştır…2
Atatürkçülüğün inkılâp anlayışı, akıl, bilim ve ileri
teknolojinin yol göstericiliğinde sürekli gelişmedir. Bu konuda
Atatürk’ü dinleyelim:
…
– Türk Devleti yönetimde sorunlara çözüm bulmak için
zamana ve gelişmelere bağlı olmak ilkesi ile kendisini sınırlayıp
kısıtlamaz. Türk devleti, milletimizin birçok fedakârlıklarla yaptığı
inkılâplardan doğan ve gelişen prensiplere içten bağlı kalmayı ve
onları savunmayı esas tutar” diyen Atatürk inkılâpçılığın esasını
belirtmiştir. Atatürk ayrıca:
– Büyük davamız, en medeni ve refah seviyesi yüksek bir
millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu,yalnız kurumlarında
değil, düşüncelerinde de köklü bir inkılâp yapmış olan Büyük Türk
Milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak
için fikir ve hareketi beraber yürütmek zorundayız… Fikir ve hareketi
beraber yürütmek, zamana ve gelişmelere bağlı kalmak prensibiyle
bağdaşmaz” görüşünü ifade etmektedir. 3
Türk inkılâbı ihtilal kelimesinden çok ileridedir. İhtilal bir
bakıma hükümet darbesidir. İhtilalde yerli yersiz birçok değişim
yapılır. Darbeler bir başladı mı birbirini takip edebilir. İnkılâp ise,
geniş ve köklü bir değişikliği ifade etmektedir ve yapılan değişimi
yerine oturtmaktır. Türk inkılâbı, vazgeçemeyeceğimiz milli
kültürümüze bağlı kalarak, milli varlığımızı devam ettirmek için, kişiler
arasında yüzyıllardan beri devam eden, devrini doldurmuş bazı ortak
bağları değiştirmiştir. Örneğin: Milletimiz din ve mezhep bağlantısı
yerine, Türk Milleti bağı ile birbirine bağlanmıştır.Şunu da belirtelim:
Dinden vazgeçme yok, fakat din siyasete, menfaate alet edilemez.
2
3
a. g .e. s.50
a.g. e. s 51
154
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Türk İnkılabıyla İlgili
Sözlerinden Örnekler
Atatürk’ün Türk inkılâbıyla ilgili önemli sözlerinden birkaçını
daha aşağıya alalım:
– Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların
gayesi, Türkiye Cumhuriyeti Halkını tamamen ve bütün anlamı ve
görünüşüyle
uygar
bir
toplum
haline
ulaştırmaktır.
İnkılâplarımızın ana ilkesi budur… Herhalde, anlayışlarda var olan
uydurma ve boş fikirler tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça
beyine gerçeğin nurlarını sokmak imkansızdır.” 4
– Gerçek inkılâpçılar onlardır ki, yükselme ve yenilenme
inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki
gerçek eğilime nüfuz etmesini belirler.” Diyen Atatürk bunu bildiği
içindir ki inkılâplarında başarılı olmuştur.
– Efendiler; biz bir gerçek inkılâp yaptık ve inkılâbımızda
devam ediyoruz. Biliyorsunuz ki memleketin birçok yerleri bilerek
veya bilmeyerek isyan etti. Asilere hadlerini bildirmeye mecbur
olduk… İnancımızda kararlı ve başarıda ümitli olduğumuzdan
dolayı üstünlük bizimdir. İşi oluruna bırakanlar esaslı inkılâp
yapamaz… Dünyada gerçekçi olmayan bir şey yaptığımız zaman
hiçbir şey yapmıyoruz demektir…”5
Atatürk uyarısını yapıyor:
– Her yeni inkılâba karşı bir tepki olacaktır… Bunu
beklemek lâzımdır… Kamuoyunu, onların yalan yanlış
saptırmalarına kaptırmamak, aydınlatmak lâzımdır.” 6
İnkılâp–Devrim
İnkılâp sözcüğüne sonradan devrim diyenler de olmuş ve bu
kelime de –karşı koyanlara rağmen– inkılâp yerine kullanılmaktadır.
Utkan Kocatürk de hazırladığı ‘Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri’
isimli kitabının genişletilmiş 2. baskısında devrim kelimesini kullandığı
için, aynı kitaptan yapılan alıntılarda, devrim kelimesini kullanmayı
gerekli gördüm. Utkan Kocatürk’ün, yukarıda adı geçen kitabından
yaptığımız, Atatürk’ün inkılâp anlayışı ile ilgili kendi sözlerinden
alıntıları özetle aşağıya alıyorum:
4
Atatürkçülük 1.kitap Gen–Kur yayınları .İst/1988 s 115
a.g. e. 115–117–119
6
a.g. e. sayfa119
5
155
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Büyük Milletimizin yaşamının seyrinde oluşturduğu bu
değişiklikler, herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yüksek olan en
muazzam devrimlerdendir. Çok milletlerin kurtuluş ve yükselme
mücadelesinde şahlandıkları görülmüştür. Fakat bu şahlanma
Türk Milletinin bilinçli şahlanmasına benzemez.”
– Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını
fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber
bütün dünyaya açıkça ifade edelim ki, bunca devrimlerin bilinçli
kahramanı olan bu millet uygarlık güneşinin bütün sıcaklığını
almıştır…” Şüphe etmeye yer var mıdır ki; bu sıcaklığın verimli
sonuçları elbette oldu bitti halinde gür olarak fışkırmaktadır.”
– Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla
kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içerde ve
dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve
bunları başarmak için arasız devrimler… İşte Türk genel
devriminin bir kısa ifadesi.”
– Benim yaptıklarım birbirine bağlı ve gerekli işlerdir. Bana
yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz.
– İnkılabın yasası, mevcut yasaların üstündedir. Bizi
öldürmedikçe,
bizim
kafalarımızdaki
cereyanı
boğmadıkça
başladığımız devrim ve yenilik, bir an bile durmayacaktır; bizden
sonraki dönemlerde de böyle olacaktır”…
– Devrim, güneş kadar parlak, güneş kadar sıcak ve güneş
kadar bizden uzaktır. Yönümü daima o güneşe bakarak belirler ve
öylece ilerlerim, ilerlerim; parlaklığı ve sıcaklığı ilerlememe izin
verinceye kadar ilerlerim. Tekrar ilerlemeye devam etmek üzere
dururum; tekrar o güneşe bakarak yönümü belirlerim.
– Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek
fikirli demektir. Milletin hakim emelleri, görüş noktası budur.
Hepimiz ona uymak zorundayız.”
– Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu
biliyoruz. Bunların hepsini inceleme ile, gayret ve iman ile ve millet
aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O
millet aşkı ki, her şeye rağmen içimizde sönmez bir kuvvet,
dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.”
– Bizim milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için
özverili bir halktır; bunu kanıtladı. Milletimiz yaptığı devrimlerin
156
Rasim PEHLİVANOĞLU
kıskanç savunucusudur da. Benliğinde bu erdemler yerleşmiş bir
milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet
alıkoyamaz.”
– Yapılan işlerde halkın eğilimlerini dikkatte tutmalıyız.
Halka karşı gitmemeliyiz… Fakat, ilkelerimiz davasında bir tek
kişi kalsak başımızı verir ödün (taviz) vermeyiz!”
– Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin,
babaların, emirlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere,
üfürükçülere, muskacılara kaderlerini ve yaşamlarını emanet eden
insanlardan oluşmuş bir topluluğa uygar bir millet gözüyle bakılabilir
mi?...”
–… Biz her araçtan yalnız ve ancak bir görüşten
yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini, uygar dünyada lâyık
olduğu yere yükseltmek ve Türk cumhuriyetini sarsılmaz temelleri
üzerinde her gün daha fazla kuvvetlendirmek… Ve bunun içinde
baskı yönetimi fikrini öldürmek”
–… Mutlu devrimimizin aleyhinde fikir ve duygu taşıyanları
aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen milli görevlerin
en önemlisi ve en birincisidir.
– Kara bağnazlık seni parçalamaya bile kalksa başını
vereceksin fakat eğilmeyeceksin!” 7
Atatürk İnkılâbının Kendine Özgü Vasıfları
Atatürkçülük üzerine denemeler kitabının yazarı Prof.
Ercümend Kuran’ın anlatışına göre: Önceleri askerlik sahasında
başlayan batılılaşma, daha sonra batı örneğinde müesseselerin
memlekette kurumlaşmasına yol açmış. Nihayet batı düşünce
akımlarının Türk aydın çevrelerine yayılmasıyla tesir sahasını
genişletmiştir… Milli mücadelemizin zafere ulaşmasını takiben Türk
toplumunu muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükseltmek
gayesiyle, ülkemizde plânlı bir faaliyete girişilmiş ve hızlı inkılâplar
yapılmıştır.
Atatürk’ün
gerçekleştirdiği
inkılâplar
toplu
olarak
incelendiğinde kendine has(özgü)vasıfları olduğu görülür. Bu vasıflar
şöyle özetlenebilir.
7
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, genişletilmiş 2. basım s. 203–214
157
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
1) Atatürk inkılâpları, herhangi bir dış baskının altında
yapılmamıştır. Ülkenin modernleştirilmesinin kararlaştırılması,
yabancı bir devletin tavsiyesiyle değil de Türk toplumunun maddi ve
manevi kalkınmasının ancak bu yoldan sağlanacağına inandırılmasıyla
oluşmuştur.
2) Atatürk inkılâpları radikal (köklü değişiklik) bir hüviyet
taşımaktadır. Saltanatın, halifeliğin kaldırılması, cumhuriyetin
kurulması, medeni kanunun yürürlüğe konulması, Türk kadınına eşit
haklar tanınması v.b… Bunlar inkılâpların radikal vasfına birer
örnektir. Ancak, Atatürk’ün temkinli davranışı ile inkılâplar halka
benimsetilmiştir.
3) Atatürk’ün modernleşme hamlesinde akılcılık esastır.
Akla dayanan inkılâpların ilmi esaslara göre işlemesine de önem
verilmiştir. “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” sözü, onun
akılcılığa verdiği değeri gösterir. Zira: İlim akılla gelişir. İyi
yetişmesi için, 10 yıl içinde bütün batı ülkelerine 1500’ü aşkın öğrenci
göndermiştir.
4) Atatürk çağdaşlaşmayı batılılaşma olarak anlamıyordu:
Batıdan faydalanalım, batının ilmini tekniğini alalım. Kültüründen
de faydalanalım. Ama bize ters düşen, milli benliğimize uymayan,
onların kendi milli kültürlerinden uzak duralım görüşündeydi.
Atatürk batıyı taklit etmekle Türk toplumunun modernleşmeyeceğini
biliyordu.
29 Ekim 1930 gecesi Ankara Türk Ocağında tertiplenen baloda,
yabancı muhabir Miss King’in Atatürk’e, Türkiye’nin hangi
bakımlardan Amerikanlaşmasının düşünüldüğünü sorması üzerine
Atatürk:
– Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit
etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de batılılaşacaktır.
O sadece özleşecektir.” cevabını vermiştir. Ancak Atatürk’ün batılı
anlamda milleti demokrasiye hazırladığı da tarihi bir gerçektir. 8
5) Atatürk, Türk milletinin birliğini kuvvetlendirecek
manevi harcı kültür milliyetçiliğinde görüyordu. Milli şuuru çok
sağlam olan Atatürk, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüyle duyduğu
Türklük gururunu açığa vuruyordu. Atatürk en büyük Türk
milliyetçisiydi, Türkçüydü; fakat ırkçı değildi. Diğer milletlerin de
milliyetlerine saygı duyardı. Atatürk’ün milliyetçiliği Türk kültürüne
8
Ercümend Kuran Atatürk üzerine denemeler Ank./1981 sayfa18–21,69–71,20–70
158
Rasim PEHLİVANOĞLU
dayalı kültür milliyetçisi olduğunu yukarda belirtmiştik. Amacı: Milli
kültürümüzü “Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmaktı.”
1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde şöyle demişti.
– Vakıa bize milliyetperver derler. Fakat biz öyle
milliyetperveriz ki, bizimle teşrik–i mesai eden (işbirliği yapan)
bütün
milletlere
hürmet
ve
riayet
ederiz.
Bizim
milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane ve mağrurane bir
milliyetperverlik değildir…”
– Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii ve evvela kendi
milletinin mevcudiyet ve saadetini düşünmek isterler. Fakat aynı
zamanda bütün milletler için de aynı şeyi istemek lâzımdır.” diyen
Atatürk’ün inkılâpçılığında, milli kültürümüzü yükseltmenin yanı sıra,
bizimle mesai birliği yapan başka milletlerin de mevcudiyetine ve milli
kültürlerine saygı duymak tabii görevimizdir.
6) Atatürk inkılâpçılığının asıl amacı, cihanda tam
manasıyla medeni bir toplum olarak gelişmemizdir. Bunun
sağlanması da başta ekonomik sahada başarılı olmakla mümkündür. 9
Türk inkılâbının gerçekleşmesinde, öncelikle ekonomik
kalkınmanın rolü çok büyüktür. Ekonomik kalkınma daha ziyade
milli eğitimin gelişmesiyle orantılıdır. Milli eğitimin gelişmesi ise,
“Türk milletinin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri
zekâsını, ilme bağlılığını, azimli iradesini iyi kullanacak şahsiyetli
gençlerin yetiştirilmesiyle mümkün olabilir.”
O halde, en büyük inkılâp milli eğitimimizde yapılacaktır.
Özlediğimiz idealist gençler ancak bu yolla yetiştirilebilir.
Milli eğitimin verilmesinde ve geliştirilmesinde ise asıl olan
öğretmendir. Milli kültürümüzden sapmadan, müspet ilmin ışığında,
medeniyet yolunda ilerleyen idealist Türk öğretmenleri elinde
yetişen idealist gençler, ülkemizi gelecekte hak ettiği üstün yere
oturtacaktır.
9
Ercümend Kuran Atatürk üzerine denemeler Ank./1981 sayfa18–21, 69–71
159
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
15– Milli İradeye Saygılı
Demokrat Ruhlu Atatürk
Devlet idaresinde Atatürk’ün önemli İlkelerinden olan
Milliyetçi, Halkçı ve Cumhuriyetçi terimleri anlam bakımından
birbirlerine yakın ve birbirlerinin tamamlayıcısı olduğundan her üçü
de demokrasi prensibiyle bağıntılı bulunuyor. Önce bunlara
değinmeyi gerekli görüyorum.
Kitabın birinci bölümünde, Atatürkçülüğün baş ilkeleri arasında
özetle yer alan bu ilkelerden Milliyetçilik, önemli yazarlar tarafından
ANA İLKE olarak tanımlanmaktadır. Diğer ilkelerin milliyetçilik
etrafında yer aldığı, milli devletin Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham
alarak kurulduğu yazılmaktadır.
Milliyetçilik ilkesi, önceki sayfalarda geçen “Milliyetçi
Atatürk” bölümünde yeterince işlendiğinden, burada Atatürk’ün
Halkçılık ve Cumhuriyetçilik konusunda görüş ve duyuşlarına
özetle değindikten sonra, asıl konumuz olan “Demokrat ruhlu
Atatürk” konusuna geçelim.
Halkçı Atatürk
Atatürk’e göre, halk ve millet aynı şeydir. Millet’ten ayrı bir
halk düşünülemez. Ülkemizde yalnız bir halk vardır, o da Türk halkıdır.
Anayasamızın 66. maddesinde ”Ülkemizde vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türk’ dür”
Atatürk bir konuşmasında, kurtuluş savaşını yapan ve Milli
Devletimizi kuran halkın Türk olduğunu söylemiştir. Bu sözlerden
de anlaşılıyor ki: Türkiye’de halklar yoktur, halk vardır. Birbirine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan Türk Halkı vardır.
Atatürk’ün halk olarak anladığı toplum, Türkiye’de yaşayan
bütün insanları kapsamaktadır. Bütün insanlarımız devlet hizmetinden
eşit olarak yararlanacaktır. Örneğin: sağlık hizmetinden zengin – fakir,
sigortalı- sigortasız, işi olan –olmayan, paralı- parasız demeden herkes
yararlanacaktır. Ama mevcut uygulama fakirin, parasızın, işi
olmayanın aleyhine işlemektedir. Onlar hizmetten gereğince
faydalanamamaktadır. Vaat edildiği gibi genel sağlık sigortası
çıkarılırsa faydalanabilecektir.
Atatürk ta çocukluğundan beri mensubu olduğu Türk Milletini
çok seviyor ve ona hizmet için kendisini iyi yetiştiriyordu. Gün gelmiş,
en büyük hizmeti yapmak suretiyle ülkenin kurtuluşuna ve halkımızın
160
Rasim PEHLİVANOĞLU
kalkınmasına önayak olmuştur. Sadece bu tavrı bile Atatürk’ün
halkçılığının önderi sayılır.
Mustafa Kemal’in halk sevgisi ve milletine karşı duyduğu
millet aşkı milli duygusunu şaha kaldırmış ve gelecekteki büyük
zaferlerine yol açmıştır.
Memleket işgal altındayken ve İstanbul’daki hükümet uyurken;
Anadolu’daki hareketi başlatan, halkı canlandıran, teşkilatlandıran,
düşman üzerine saldıran Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 de Ankara’da
halkın temsilcileriyle T.B.M.M’ nin açılmasını sağlamıştır. Böylece,
hakimiyetin kayıtsız şartsız halkın olduğunu ispat etmiş ve bu
başarısıyla dünyayı hayrette bırakmıştır.
24 Nisan 1920 de TBMM’nin karşısına ihtilalci ve isyancı
bir subay olarak değil, belki halka rağmen, fakat halk için ve halkın
beklentilerini gerçekleştirmek için, halkçı bir önder olarak çıkmıştır.
Kendisini, gayet mütevazi bir şekilde tanıtan Mustafa Kemal Meclise
başkan seçilmiş, meclisle hükümet arasında bir denge unsuru olmuştur.
Büyük millet meclisi kürsüsünde ilk defa konuşan Mustafa
Kemal, sadece bir hatip ve sadece bir asker olarak değil, daha ilk
günden milletimizin özlemle aradığı “BÜYÜK DEVLET ADAMI
”olarak kendisini göstermiştir.
Hakçı Mustafa Kemal hiçbir zaman halkımızla irtibatını
kesmemiş. Meclisteki ağır eleştirilere rağmen demokratik
tavrından vazgeçmemiştir. Haksız yere de olsa eleştirilere sabırla
göğüs germiş ve eleştirilerden de faydalanarak daha azimli ve daha
iradeli bir güçle kutsal görevini sürdürmüştür. Çok güçlüklere rağmen
sonunda özlenen başarıya ulaşmıştır.
Atatürk’ün
halkçılığında,
halkçılıkla
milliyetçilik
birleşmiştir. Milliyetçilikten hız ve güç alarak birlesen halkımızla milli
mücadele kazanılmıştır.
Hakimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız halka verilmekle,
yönetilenin yöneteni seçmesi ve halk iradesinin ön plâna çıkmasıyla,
halkçılıkla demokrasi birleşmiştir. Zira, demokraside asıl unsur
halktır-millettir.
Halkçılık Cumhuriyetle de birleşmiştir. Zira Cumhuriyetin
esası halk iradesine dayanır. Haklın seçtiği Cumhurbaşkanı, kurduğu
hükümet ve de TBMM ile devlet yönetilir.
161
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Cumhuriyetçi Atatürk
Cumhuriyet halk idaresidir. Atatürk’ün
“demokrasinin tam ve en gelişmiş şekli cumhuriyettir.”
ifadesiyle:
23 Nisan 1920 de Ankara da açılan TBMM ‘nin dayandığı
temel ilkeler. Cumhuriyete benzemesine rağmen, Cumhuriyet
denilmemiş ve denilememiştir. Çünkü, Atatürk’ün söylediği gibi:
“Bir işi zamansız yapmak, o işi başarısızlığa uğratmak olur. Her
şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır.” 1
Ankara’da TBMM açıldığı zaman İstanbul’da padişah ve
halifelik devam ediyordu. Ülkemizde birlik ve beraberliğe ihtiyaç
duyulduğu bir zamanda halkımızın geleneksel bağlı olduğu padişahlık
ve halifeliğin varlığına rağmen Ankara’daki yeni idarenin
Cumhuriyet olduğu açıklanırsa başarısızlık peşinen kabullenilmiş
olurdu. İşte bu sakınca nedeniyle yeni
idareye Cumhuriyet
denilememiştir. TBMM’nin başkanı aynı zamanda Devlet başkanı
sayılmış ve seçimle kurulan hükümete de “Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti” denilmiştir.
Ancak, Mustafa Kemal’in kafasındaki Cumhuriyet idaresi
idi. Milli bir sır olarak bunu taşıyor. Uygun zamanın ve zeminin
oluşmasını bekliyordu. Erzurum kongresinden sonra, 7-8 Ağustos
1919‘da yakın arkadaşı Mazhar Müfit’e, gizli kalmak şartıyla şunları
söylüyor ve yazdırıyor:
– Şekli hükümet (hükümet şekli) zamanı gelince Cumhuriyet
olacaktır. Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icap eden
muamele yapılacaktır. Tesettür (çarşaf ve peçe ile örtünme)
kalkacaktır. Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Latin harfleri kabul edilecektir.” 2
Görülüyor ki, milli mücadelenin daha ilk günlerinde
Cumhuriyetin kurulacağı kararı veriliyor. Uygun gün gelince de
saltanat kaldırılmış ve Cumhuriyet kurulmuştur.
Ancak, Cumhuriyetin kurulması kolay olmamıştır. Zaferle
sonuçlanan birinci ve ikinci İnönü savaşları, 22 gün 22 gece süren
Sakarya savaşı, ardından 26 Ağustos 1922 ‘de başlayan Baş
kumandanlık meydan muharebesi ve büyük zaferin kazanılması ile
kaçan düşmanın kovalanıp 9 Eylül’de denize dökülmesiyle, işgal
kuvvetlerinin yurt dan çıkarılmasından sonradır ki zemin oluşmuş ve
1
2
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayati s 151
a. g. e. s 151
162
Rasim PEHLİVANOĞLU
zamanı gelmiş olduğundan 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilânı
gerçekleşmiştir. Aynı gece Mustafa Kemal Paşa TBMM kararıyla
Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Böylece yeni devletin idare şekli belli
olmuş ve demokrasiye doğru önemli bir adım daha atılmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşunun yıl dönümü olan 29 Ekimlerde
her yıl bayram yapılmış. Ülkemiz şehir, kasaba ve köylerinde
heyecanlı kutlamalar olagelmiştir. Hele cumhuriyetin 10. yılı olan
1933 yılındaki kutlamalar çok coşkulu olmuştur. Büyük şehirlerden
en küçük köylere kadar bütün milletimiz milli heyecanla dolu olarak
Cumhuriyet bayramını kutlamıştır. O gün her yerde bölge halkı bir
araya gelmiş, meydanlarda oyunlar oynanmış halaylar çekilmiştir.
Uygun mahaller de kazanlar kaynamış etli pilavlar yenilmiş ve her
vatandaş sevinç içinde bayram gününü yaşamıştır.
O yıl, beş yaşından küçük bir çocuktum. Köyümüzdeki bayram
kıvancını hayal meyal hatırlıyorum. Sevinçli oyunlar ve yenilen etli
pilavlar hiç gözlerim önünden gitmiyor. O yıllardaki milli bayram
günlerimizde duyduğumuz milli heyecanımızı bugün gıpta ile
özlüyoruz. Temenni ediyoruz ki: O günlerde yaşadığımız milli duygu
ve milli heyecanı yeniden yaşayabilelim…
Milli şairlerimizden Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal
Çağlar’ın birlikte hazırladığı 10.yıl marşının güftesini (bir fikir
vermek üzere) aşağıya alıyorum:
10.Yıl Marşı
Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan,
On yılda o beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan,
Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan.
Türküz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri,
Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türküz, bütün başlardan üstün olan başlarız,
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri,
163
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını,
Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını.
Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri,
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz,
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz,
Tersine dönse dünya, yolumuzdan dönmeyiz.
Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde Türk ileri,
Behçet Kemal ÇAĞLAR
Faruk Nafiz
ÇAMLIBEL3
Kurulan Türkiye Cumhuriyetinin
Geçirdiği Safhalar
Ülkemizde Cumhuriyetin kurulmuş olmasına rağmen,
demokrasinin ön saf da gereği olan çok partili hayata hemen
geçilememiştir. Ancak 1925-1931 yıllarında iki defa çok partili hayata
geçiş denemesi yapılmış, fakat bu konuda henüz zemin olgunlaşmamış
olduğundan, kurulan birinci ve ikinci partiler kapatılmak zorundan
kalınmıştır. Taa ki, 1945 yılında ikinci Cihan savaşının sonuna
kadar tek partili rejime devam edilmiştir. 1945 yılında, o zamanki
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ nün de ısrarla zorlamasının etkisiyle çok
parti kurulmasına karar verilmiştir.
Başbakan Ord. prof. Şemsettin Günaltay’ın etkili çabasıyla
TBMM’nde yeni seçim kanunu kabul edilerek, açık oy ve kapalı sayım
siteminden, kapalı oy açık sayım sistemine geçilmiştir.
Yeni seçim kanununa göre, 14 Mayıs 1950’de yapılan ilk genel
seçimde iktidardaki CHP kaybederek muhalefetteki Demokrat
Parti seçimi kazanmış ve büyük bir çoğunlukla TBMM meclisinde
temsil edilmiştir. Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçilmiştir ve Adnan
Menderes’in Başbakanlığında yeni hükümet kurulmuştur.
Ülkemizde ilk defa halkın hür oyu ile iktidar değişimi
olduğundan, 14 Mayıs 1950 genel seçimi demokrasinin büyük zaferi
3
Hacı Angı:Marşlarda Türkülerde Atatürk Ank/1976 s13
164
Rasim PEHLİVANOĞLU
olarak kabul edilmiştir. Demokrasiyi özleyen halkımız tarafından
coşkuyla karşılanmıştır.1950 sonrası ilk yıllar, özellikle ekonomi
alanında önemli gelişmeler olmuş. Statik ekonomiden dinamik
ekonomiye geçilmiştir. Köylüye ve çiftçiye özel önem verilmiştir.
Köylere yol, su, elektrik ve başka önemli ihtiyaçlarının karşılanmasında
başarılı icraatlar yapılmıştır.
Fakat, yıllar geçtikçe artan partizan politikacılık ile, icraatta
düşülen hatalar, muhalefetin sert eleştirilerine neden olmuştur.
Ekonomik hayatta sarsılma olmuş ve gitgide siyasi hava bozulmuş ve
partiler arasında düşmanca gruplaşmalar oluşmuştur.
İşte bu ortam devam ederken, 27 Mayıs 1960 ‘da askeri darbe
ile hükümet düşmüş ve Cumhuriyet anayasası bir süre askıya
alınmıştır.
1961 yılında yeni anayasa kabul edilmiş. Aynı yıl yapılan
serbest seçimlerle yeni TBMM oluşmuş ve koalisyon hükümetleri
dönemi başlamıştır. 1971 yılı 12Martında hükümete verilen muhtıra
ve 1980 12eylül’ünde yapılan 2.hükümet darbesi, 28 Şubat hadisesi
ile de Cumhuriyetimiz yara almış, fakat yaralar çabuk sarılarak
kapatılmış ve yapılan yeni anayasalarla normal Cumhuriyet
yönetimine devam edilmiştir.
Bu arada birkaç kez ekonomik kriz atlatılmıştır. Türk
parasının değeri anormal şekilde düşmüş, enflasyon azdıkça
azmıştır. 2002’de ki milletvekili seçimlerinden sonra para operasyonu
yapılarak bir milyon TL bir YTL ‘ye düşürülmüştür. Para
operasyonu ile ortam durulmuş ve Türk parası değer kazanmaya
başlamıştır. Enflasyonda tek haneli rakama inmiştir. Bu gidişle, eğer
yeni bir kriz olmazsa, ekonomimiz rayına oturacak ve Cumhuriyetimiz
güçlenecek, demokratik hayatımızda daha ileri adımlar atılacaktır.
Temennimiz budur…
Cumhuriyetin Önemiyle İlgili
Atatürk’ün Veciz Sözleri
Türkiye’de Cumhuriyet kurulduktan sonra geçirdiği safhalara
yukarıda özetle belirttik ama Atatürk’ün Cumhuriyetle ilgili çok
kıymetli sözlerine henüz değinemedik. Bunlardan bir kısmını aşağıya
almayı faydalı ve gerekli görüyorum.
Cumhuriyetçi Atatürk diyor ki: (Aşağıdaki
Atatürkçülük 1.kitap 43-45 sayfalarından alınmıştır)
sözler
165
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli
demektir.”(1933)
– Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare;
Cumhuriyet idaresidir.”(1924)
– Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya
milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet
teşkilatıdır, ki onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet
arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet
hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin
milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen
anlamıştır.” (1925)
– Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: biri milletin
kararı, diğeri en acı ve zor şartlar içinde dünyanın takdirlerini
hakkıyla kazanmaya lâyık olan ordumuzun kahramanlığı. Bu iki şeye
güvenir.(1924)
– Cumhuriyet, yüksek ahlâki değer ve niteliklere dayanan bir
idaredir. Cumhuriyet fazilettir… Cumhuriyet idaresi, faziletli ve
namuslu insanlar yetiştirir.”(1925)
– Cumhuriyetin iç siyaseti, vatandaşın yaşayışını hiçbir etki,
baskı ve sataşmanın tesirinde bırakmaksızın sağlamaktır.(1929)
– Milletin uyanıklığına, milletin ilerlemesine, olgunlaşmasına ve
yeteneğine güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek
Cumhuriyetin bütün gereklerini yapacağız.”(1924)
– Milli azmin ve bilincin kıymetli eseri olan Cumhuriyetin,
bugünkü ve yarınki neslin, demir ellerinde her an yükselip
sağlamlaşacağına güvenim tamdır.”(1927)
– Türkiye Cumhuriyeti; her manası ile, büyük Türk Milletinin
öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlâtlarının elinde daima yükselecek,
ebediyen payidar olacaktır.”
Utkan Kocatürk’ün Atatürk’ün “Fikir ve Düşünceleri
Genişletilmiş 2. basım kitabının 186-190. sayfalarından alınan öz
sözleri:
– Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca
yaşamasını bilmesi, insanca yaşamının neye bağlı olduğunu öğrenmesi
demektir.”(1931)
– Demokrasi ilkesini en çağdaş ve mantıki uygulamasını
sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir.”(1930)
166
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve haklı
olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her görüş bizce saygıya
değerdir. Karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir”(1923)
– Cumhuriyet imkan demektir. Cumhuriyet kendisine bağlı
olanları en ileri aşamalara götüren imkanları verir… Her alanda
ilerlemenin de en belirgin teminatı Cumhuriyettir.”
– Cumhuriyet ahlâksal erdeme dayanan bir yönetimdir.
Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir
yönetimdir, Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar
yetiştirir….”
– Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan
yönetim Cumhuriyet yönetimidir. “(1924)
– Cumhuriyetin, milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik
emelimdir.”(1930)
– Bu millet, bu memleket, yeni rejim üzerinde dünyanın en
beğenilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden
ölmeyeceğim.(1929)
1926’da İzmir suikastı girişiminden sonra… Atatürk’ün
Anadolu Ajansına verdiği demeçten:
–… Benim değersiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır;
fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza dek) yaşayacaktır. Ve
Türk Milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle
uygarlık
yolunda
duraksamadan
yürümeye
devam
edecektir.”(1926)
– Efendiler! size şunu söyleyeyim ki, inkılâpçı Türkiye
Cumhuriyetini
benim
kişiliğimde
var
zannedenler
çok
aldanıyorlar.Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile büyük Türk Milletinin
öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek ve
sonsuza dek yaşayacaktır(Hasan Rıza Soyak’tan)
– Cumhuriyetimiz öyle sanıldığı gibi zayıf değildir.
Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için
çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde
kurumlarımızı savunmak için gereken yapmaya hazırız.”(1923)
– Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini
mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim! (1930) 4
4
Prof. Utkan Kocatürk:Atatürk’ün fikir ve düşünceleri Genişletilmiş 2. basım s 186-190
167
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Yukarıya alınan Atatürk’ün veciz sözlerinden anlaşılacağı
üzere, bu kadar değerli olan Cumhuriyet idaresi, ne yazık ki,
Cumhuriyet adını alan birçok ülkede gerçek anlamda
uygulanmamaktadır. Örneğin; geri kalmış bir devlette hükümete
öfkelenen güçlü bir askeri lider veya halkın desteğini alan önde gelen
bir devlet adamı tarafından bir gecede ani bir darbe ile hükümet
devriliyor ve sözde bir Cumhuriyet idaresi kuruluyor. Darbeci
kendisini de metezoru Cumhurbaşkanı ilân ediyor veya ettiriyor.
Böylece devlet şekli oluyor bir Cumhuriyet. ( ? )
Bu gibilerden bir kısmı, ileride halka kendisini kabul ettirerek
seçimle de Cumhurbaşkanı olabiliyor. Fakat diğer bir kısmı, hür seçime
gitmeden zorbalıkla iktidarda kalmaya devam ediyor. Ta ki, bir başka
güçlü asker veya halkın tuttuğu itibarlı bir lider tarafından alaşağı
edilinceye kadar!...
Çok şükür, Türkiye Cumhuriyeti, bu gibi sözde
Cumhuriyetlerle kıyaslanamaz şekilde oturmuştur. Cumhuriyetimiz
normal şartlarda kurulmuş ve normal şartlarda gelişerek hükmünü
yürütmüştür ve yürütmektedir. Demokrasi
prensiplerinden
vazgeçmeden adım adım ilerlemeye devam etmektedir.
Demokrasimizde, ara sıra kapalı rejim özlemeleri olmuşsa da
bunlar çabuk atlatılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Cumhuriyetimiz bugün
tehlikelerden sıyrılmış ve rayına oturmuş olarak yürümektedir.
Demokrat Atatürk
Bilindiği üzere, demokrasi milli iradeye hür seçime dayanan
idare şeklidir. Halk idaresidir. Bu yönüyle demokrasi ile
Cumhuriyetle eş anlamlıdır.
Ancak, ismi Cumhuriyet olmayıp da, demokrasi prensiplerini
uygulayan meşruti krallıkla yönetilen ülkeler de vardır. Bunların
başında İngiltere gelmektedir
Demokrasiyi benimseyen, demokrasi taraftarı insanlar
demokrattır. Demokrat kişiler halka yakındır. Alçak gönüllüler,
karşı görüşlere saygılıdır, hoş görüşlüdür, sevecendir, eşitlik
taraftarıdır, ülkede herkesin aynı haklara sahip olduğuna
inanırlar. Demokrat olanlar demokrasinin kaynağı olan ferdi
hürriyete ve hür iradeye saygı duyarlar. Bunlar milletini sever ve
milletine hizmet aşkı ile çalışırlar. Kendisi kadar başkalarını da düşünür
ve milli menfaati şahsi çıkarlarının üstünde tutarlar v.b….
168
Rasim PEHLİVANOĞLU
İşte Atatürk, yukarda belirtilen bütün bu sıfatlara ve başka
yüksek vasıflara sahip olan demokrat ruhlu milli bir liderdir…
Atatürk bir konuşmasında:
– Milletin elinden tutarak yollarını buluncaya ve sağlam
temellere dayanan bir düzen kuruncaya kadar onlara önderlik
edeceğim. İşte o zaman kendi kendini yönetebilecekler ve ben
görevini başarıyla yapan insanların huzuru içinde olacağım” 5
Bu sözleriyle Atatürk, milletini seven, milletine faydalı olmak
için çırpınan, demokrat kişiliğe sahip bir lider olduğunu ortaya
koymuştur. Bu milletin bir ferdi olduğunu, kazandığı başarı ve
zaferlerin gücünü milletinden aldığını söyleyen Atatürk, milletinin
gelişmiş bir demokrasiye ortak olmasını istiyor. Ve bunun için çaba
gösteriyor.
Demokrasiyi halkçılık ile eş anlamlı gören Atatürk:
– Demokrasi esasına dayalı hükümetlerde egemenlik halka,
halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, egemenliğin millet de
olduğunu başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu şekliyle demokrasi
prensibi siyasi kuvveti ve egemenliğin kaynağını ve yasallığını temsil
etmektedir”6 diyerek de demokrasinin, halkçılığın bir sonucu
olduğunu belirtmiş oluyor. Atatürk:
– Türk milleti en eski tarihlerinde ünlü kurultaylarıyla, bu
kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle, demokrasi fikrine ne
kadar bağlı olduklarını göstermiştir. Son tarih devirlerinde, Türklerin
kurdukları devletlerde başlarına geçen padişahların bir kısmı bu
yönetimden ayrılarak despot (zorba) olmuşlardır”7 diyerek Türk
milletinin en eski tarihlerinden beri demokrasi kurallarını benimseyerek
uygulayan bir millet olduğun ifade etmek istemiştir.
Kişilerin karşılıklı hak ve özgürlüklerinin varlığına dayanan
yaşam biçimi olan demokrasi, halkın halk tarafından ve halk için
yönetilmesini gerekli kılar. Cumhuriyet de halkın halk tarafından, yani
halkın kendi seçtikleri tarafından kendilerinin yönetilmesi olduğuna
göre demokrasi ile Cumhuriyetin eş anlamlı bir idare şekli olduğu
görülür. Ancak demokrasi daha geniş anlamlıdır. Zira,
Cumhuriyetsiz demokrasi devletleri olduğu gibi demokrasi olmayan
sözde Cumhuriyet devletleri de vardır.
5
Fethi Bolayır:”Atatürk İlkeleri”Sanem matbaacılık s 21-22
Atatürkçülük 3. Kitap: Gen-Kur yayınları s 38
7
a. g. e s 38
6
169
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Toplumla bütünleşmiş olan demokrat Atatürk ne söylüyor veya
ne öneriyorsa, toplumdaki kanıya göre bu doğrudur; ülkemiz
yararınadır. Fakat, TBMM’nde ise kararlar ve yasalar inandırma
yöntemiyle ve oy çokluğuyla alınmaktadır. Karşı çıkanlar ikna
edilmeye çalışılmaktadır. Karşılaştığı güçlüklere rağmen mecliste
birlikte çalışmayı benimsemesi ta başından beri Atatürk’ün
demokratik bir önder olduğunu kanıtlamaktadır.
Demokrat Ruhlu Atatürk’le İlgili
Övgülü Sözler ve Fıkralar
Atatürk’ün demokrat ruhlu bir başkan olduğunu belirten,
kendisinin bazı sözlerini ve birkaç fıkrayı aşağıya alıyorum:
– Benim bütün yaşamımda bugüne kadar güttüğüm amaç,
hiçbir zaman kişisel olmamıştır… Hiçbir zaman şahsımın
üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.” 8 (1914)
Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan
başka bir amacım yoktur… Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün
vatandaşlarım da aynı amacı izlemektedirler… Hedefimizin yüceliğine,
yolumuzun doğruluğuna eminiz… Geçmişin derslerini, bugünü ve
geleceği yaşamamız için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum
değiliz. Yaptığımız hizmetlerin, övünç sebebi olabileceği ümidiyle
avunuyoruz. 9
Görevi Bitmemiş
– Benim görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumlulukların
yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum… Ben toprak olduktan sonra kalp
ve vicdanınızda bana karşı sarsılmaz bir güven taşımakta olduğunuzu
görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir. 10
Ben Kana Bakamam
Bir açılış töreninde yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere
olan koyunu gördüğü zaman, yanında bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi
ile Atatürk arasında geçen konuşma:
– Ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlandığını
görmeye tahammülüm yoktur.
İran Şehinşahı:
8
Atatürk’ün Fikir .ve D.G. 2.basım s 474
a.g. e .s474
10
a.g. e .s475
9
170
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı savaş
meydanları?... Atatürk:
– Ha o başka sorundur. Öyle yerlerde cesetlerin üzerinden
atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir…11
Sorar dinler karar verirdi:
“Mustafa Kemal’in günü, sabahın erken saatlerinde yurdun her
yanından gelen haberleri dinlemekle başlamaktadır. Sekreteri Hayati
daha tan ağarırken içi telgraflarla dolu dosyaları önüne sürmektedir.
Mustafa Kemal, her sabah sekreteri kapıda görünce şu sözlerle
seslenir,
– Gel bakalım oğlum yine ne var? Sekreteri, Antep’te Fransız
İşgal Güçleri’nin davranışları konusunda telgrafı okur.
– Durumda bir yenilik var mı?
– Fransızı Amerikan Okulu’ndan atmışlar, ama düşman karşı
saldırıya geçmiş. Şehrin içinde ateş açılmış Şehitler varmış. Mustafa
Kemal,
– Not al, der. Bu durumda tek çıkış yolu Antep ve Urfa’nın
ortak hareket etmesidir.
Hayati başka bir telgraf okur,
– Ulusal güçler sonunda Fransızları püskürtmüşler, ama
silah ve gereç sıkıntısı çekiyorlarmış. Mardin’de silah varmış,
kendilerine verilmesini istiyorlar.
– Mardin’e bildirin, onlara silah ve cephane versinler.
– Urfa daha çemberde.
– Oradaki garnizona hemen destek güçleri gönderilmeli, bunu
ilgililere bildir. Sonucu bana haber versinler.
– Adana’daki Ulusal Güçler kıyıya yakın bir Fransız gemisini
ateşe vermeyi başarmışlar.
– İyi etmişler. Çete Reisi Demirci Efe sizi kutluyor.
– Bana hâlâ Mustafa Kemal Ağabey diyor mu?
– Diyor,
– Aferin ona” 12
11
12
a.g. e .s482-483
Adnan.Nur Baykal: Atatürk’ün Liderlik Sırları İst/1999 s 226
171
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Başkalarına değer veren, Milletimizi çok seven ve halkımız
tarafından çok sevilen Atatürk, demokrat ruhlu kişiliğinin de etkisiyle,
Milletimiz onu görmek ve ona yakın olmak isterlerdi. Atatürk’ün
halkla beraberliği ve gönül birliği konusunu bir fıkra ile anlatalım:
Halkla Beraber
“Cumhuriyetin 3. yıl dönümüydü. Ankara‘da çok candan
gösteriler ve şenlikler yapılıyordu… Bütün sivil ve askeri erkân, kor
diplomasi yerlerini almıştı. Meclisten çıkıp gelecek Gazi Hazretleri
bekleniyordu. Bütün Ankara halkı sokaklara dökülmüş… Gar’dan
(istasyondan) Anafartalar’a kadar kadın, erkek, çoluk, çoluk genç,
ihtiyar, kentli, köylü herkes oradaydı. İğne atsan yere düşmeyecek
kalabalıktı…
Nihayet Cumhuriyetin kurucusu büyük önder geliyor. Şeref
tribünündeki yerini alıyor. Gökleri çınlatırcasına alkışlarla Yaşa Varol!
Sesleri yükseliyor... Her yer asker kordonu altına alınmış ama hiçbir
şeyi dinlemeden herkes O’na koşuyor. Birden bire ortalık
karışıyor: Gazi kalabalığın ortasından âdetâ kaybolmuş
durumda…. Elini yakalayan alıp öpüyor.
Görevliler, sorumlular telaş, hatta dehşet içinde. Halkı
dağıtmaya çalışıyor. Direnenlere, zor kullanılmaya başlanınca, Mustafa
Kemal eliyle işaret ederek memur ve askerleri uzaklaştırıyor. Biri
aksakallı ihtiyar, diğeri genç iki vatandaşı yanına çağırıyor.
Kollarını onların omuzlarına attıktan sonra kalabalığın içinde
kendine bir yol açarak yürümeye devam ediyor. Bir anda halk
intizamı kendisi sağlıyor. O yaklaştıkça, iki yana açılıp yol veriyorlar.
Sevgi gösterileri, çılgınca alkışlar ve tezahüratlar… Sanki, iki
sevgili birbirine sarılmış kaynaşmış halde…
İnsanı ürperten bu heyecanlı manzarayı göz yaşlarıyla seyreden
Tevfik Rüştü Aras bir ara Mustafa Kemal’in yanına gelerek:
– Paşam, artık otomobilinize binseniz” diyor. Ama O:
– Tevfik bey, sen hiç maşuk (sevilen) oldun mu? Ondaki
zevk dünyada hiçbir şeyde yoktur. Hele âşığın Türk Milleti
olursa… Rica ederim, beni bu ilahi zevkten ayırma… Biraz daha
yürüyeyim…” 13diyor ve yürümeye devam ediyor.
Yukarıda açıklanan olayın benzerleri pek çok olmuştur. Her
gittiği yerde halkımız Atatürk’e sevgisini sunmak için birbirleriyle
13
Muaffak İhsan Karan Milletlerin Sevglis,i Atatürk Ank. 1982 s 141-143
172
Rasim PEHLİVANOĞLU
adeta yarış etmiştir. Sıradan vatandaşlarımız tarafından bu kadar çok
sevilen ve sayılan Atatürk, insanları seven, başkalarının görüş,
duyuş ve düşünüşlerine saygı duyan demokrat ruhlu bir kişiliğe
sahip olmasaydı, hiç gittiği yerde bu denli coşkun tezahürata
mazhar olabilir miydi. Ve de kimseden çekinmeden halkın içinde
ve halkla kaynaşarak pervasızca yürüyebilir miydi?
Bu da gösteriyor ki, Atatürk halk üzerinde kurduğu manevi
otoritesini, halkı sevmesinden ve halkın da kendisine gösterdiği sevgi,
saygı ve anlayıştan alıyordu.
Atatürk diyor ki: Ben bir halk adamıyım. Ben
düşündüklerimi daima halkın karşısında söylemeliyim. Yanlışım
varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar açık konuştuğum
zaman halkın beni yalanladığını görmedim. 14 (Aynı kitabın devam
eden sayfalarında bu konuda başka fıkralar yer almıştır.)
Atatürk Diktatör müydü Yoksa Neydi?
Çeşitli Görüşler
Atatürk’e diktatör diyenler olmuştur. Bu, gerçek dışı tanımlama
daha çok Cumhuriyet sonrası dönemi için söylenmiştir. Oysa, ne mizacı
ne de ideali bakımından diktatör olması mümkün değildi…
Atatürk bütünüyle incelenince görülüyor ki, O diktatör değil,
aksine hayatı boyunca diktatörlüğü kaldırmak çabasında olmuş bir Türk
büyüğüdür. Atatürk’e diktatör demek yerine, “Otoriter” demek
daha çok yakışır. Ama zora, zorbalığa dayanan otorite değil de,
sevgiye ve anlayışa dayanan otorite… O, yapacaklarını
çevresindekilere anlatarak onları ikna ederek ve kabul ettirerek yapardı.
Hatta komutan olarak, çok sevdiği ve sevildiği askerlerine “ben size
savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum!” diyerek, (Çanakkale
savaşlarında) onları vatan için seve seve ölüme sevk ettiğini hep
biliyoruz.
Vatanını, milletini ve askerlerini bu derece seven ve o nispette
de sevilen bir büyük insan hiç diktatör olabilir mi?
Gerçeği görelim: Atatürk, savaşlarda komutası altındaki
askerler üzerinde ve milli devlet kurulduktan sonrada, devlet adamı
olarak ülke halkı üzerinde sağlam bir otorite kurmuş ve toplumu
disipline almasını bilmiştir. Ama Atatürk, otoritesini zorlayarak değil,
sevgiye, saygıya ve karşılıklı anlayışa dayanarak kurduğu gibi,
14
a.g. e. s 142
173
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
gerektiğinde baş kaldıranlara karşı da güç kullanarak otoritesini
yürütmesini bilmiş ve asayişi sağlamıştır. Fakat, diktatör ve
totaliter bir rejim taraflısı asla olmamıştır…
Eğer Atatürk diktatör olsaydı padişahlığı, halifeliği kaldırmaz, o
makamlarda kendisi otururdu. Hiç kimsede karşı koyamazdı. Nitekim
bu konuda ciddi teklifler de almış, fakat O bunları şiddetle reddetmiştir.
Nasıl milli kurtuluş savaşı boyunca meclisle işi yürütmüşse, gene o
yolu seçmiştir. Hatta, daha da ileri giderek zemin oluşunca Cumhuriyeti
ilân etmiş ve ülkemizde hür iradeyi ilelebet hakim kılmıştır. Bildiğimiz
inkılâpların yapılmasına önayak olmuştur. Ama, yapılması gerekli
olan inkılâpların bazılarında biraz zorlama olmuşsa da, gene halka
kabul ettirerek yapmış ve halkın sevgi, saygısını kaybetmemiştir.
Ölümünde sonra da unutulmamış, her geçen yıl biraz daha büyüyerek
halkın gönlünde yaşamaya devam etmiştir ve devam etmektedir. Milli
mücadelenin etkili yazarlarından ve Atatürk’ün yakınlarından olan
Yakup Kadri Karaosmanoglu:
– Atatürk bir diktatör değildi. Bir inkılâpçı devlet kurucu
idi. Ve O, hiçbir zaman ‘ben öyle istemiyorum, böyle olacak’
demedi. Millet böyle istiyor, böyle yapacağız”15 diyerek Atatürk’ün
diktaya karşı olduğunu belirtmiş ve bu tavrıyla milletin beğenisini
(takdirlerini) kazanmıştır.
Bir yabacı yazar “Prof. Mulice Duvarger”in söylediği gibi:
– Atatürk’ün asıl amacı çok partili bir rejim ve serbest seçim
usulü idi. Mustafa Kemal bu amacına pek çabuk ulaşmak istiyordu.
Devlet Başkanlığı zamanında iki kere çok partili rejimi denediyse de
başarı elde edemedi.”
Şükür ki, Atatürk’ün ölümünden sonra özlediği çok partili
hayta geçilmiştir. 1950 yılında, “gizli oy açık sayım” sistemi ile
yapılan hür seçimde, ilk defa halkın doğrudan verdiği oyu ile
ülkemizde iktidar değişimi olduğundan. Bu seçim demokrasimizin
önemli bir zaferi sayılmıştır. O yıldan sonrada demokrasimiz adım
adım ilerlemeye devam etmiştir. Bu arada, iki defa yapılan hükümet
darbesi, kısa bir süre ara verildikten sonra demokrasinin normal
yaşamına geçilmiştir. Bu suretle demokrasimiz rayına oturmuş ve
gelişmeye devam etmektedir. Önümüzdeki yıllar, demokrasimiz de
önemli gelişmeler olacağı beklenmektedir.
15
Atatürkçülük 2.kitap Gen- Kur Yayınları s 179
174
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’e diktatör diyenler genellikle onu kıskananlar, dargın
olanlar ya da yeni rejime taraftar olmayan azınlıkta kalan gruplardır.
1935 yılı yazında, Amerika’nın tanınmış gazetecilerinden
Glatys Baker Ankara’ya gelince bu husustaki fikrini Atatürk’e sormuş
ve şu veciz cevabı almıştır.
– Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğu söyleniyor.
Evet bu doğrudur. Benim arzu edipte yapamayacağım hiçbir şey
yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket bilmem… Ben
kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.” 16
Muvaffak İhsan Garan’ın Kitabında anlattığına göre:
– Büyük önder, kendisinin diktatör telakki edilmesinden çok
teessür duyar, hattâ buna sinirlenirdi. Hele o sıralarda Avrupa’da
görülen Hitler, Mussolini ve Stalin gibi diktatörle kendisinin bir
tutulması ihtimaline karşı titiz bir alınganlık gösterirdi. Çünkü O
fikirlerini, davranışlarını ve tutumlarını hiç de hoş görmediği, tasvip
etmediği bu kimselere benzemediğinden emindi. Atatürk, yaptığı,
inkılâplarla her bakımdan uygar ve ileri bir toplum, mükemmel bir
hukuk devleti kurmak azminde idi. Kendini bildi bileli diktatörlüğe,
şahıs, zümre saltanatına, keyfi idare ve istipdada karşı savaşmıştı…
Mustafa Kemal bir ideoloji esiri değildi, tam anlamıyla
gerçekçi bir liderdi. O’nunla her şey tartışılabilir. O ‘na her şey
sorulabilirdi. Hattâ bazı Avrupalı yazarların iddia ettiği gibi, diktatör
olup olmadığını bile… Nitekim, bir öğretmeler grubu bizzat
Atatürk’e sordu. O sakin ve yumuşak bir sesle şu cevabı verdi.
– Eğer öyle olsaydım, sizin bunu sormanıza izin vermezdim.
İngiltere’nin eski Alman büyükelçisi Sir Percy Lorraine:
“Bazı kimseler Atatürk’ü diktatörler arasında saymışlardır. Bence bu
görüş yanlıştır ve yanlış yola götürür. Atatürk şuurlu bir şekilde
kendisinin bulunmayacağı zamanlar için çalışıyordu. Kendisinden
sonra da yaşayacak bir hükümet sistemi ve idaresi kurmaya gayret
ediyordu. Halkı, kendi görüşlerine uymaya zorlamak yerine, onun
inançlarını öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu.
Word Pirice: O tamamıyla kendine özgü bir devlet adamı idi.
Diktatörlerin tahammül edemediği bir düzenle, demokrasilerin
başaramadığı ve başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar
devirlerine kendi adlarını vermişlerdir. Yani, o kadar ender yetişirler.
16
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 152
175
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Walter I. Wright Jr.: “O, şahsi kazanç ve şöhret peşinde
koşan basit bir diktatör değil, gelecek nesiller için sağlam temeller
atmaya uğraşan bir kahramandı. 17.
Yukarda ki övgülü sözlerin hedefi olan Atatürk böyle ender
yetişen devlet adamlarından biriydi.
Demokratik yöntemde, oya dayalı düzenli ve inkılâpçı eylemler
ancak çok usta, yetenekli, güçlü önderler ve onların akılcı
politikalarıyla gerçekleşebilir. Böylesine yöntemlerde önderlerin
yazgılarını)takip ettiği politikaları belirler. Eğer önderler akılcı bir
politika izleyebilirse, milletlerinin engin sevgisini, inancını ve saygısını
sarsmadan, hem inkılâbını gerçekleştirir, hem de ölümsüzleşirler.
İşte Atatürk, böylesine ölümsüzleşen bir önderdi. Diktatör
değildi, otoritesini sevgiye ve anlayışa dayandırarak, kitleleri
peşinden sürükleyen akılcı ve sevecen bir liderdi.
17
M.İ.Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 152-154
176
Rasim PEHLİVANOĞLU
16– Dirayetli Devlet Adamı
Önder Atatürk
Atatürk gözü pek bir komutan olarak, savaş meydanlarında
dirayetini göstermiş ve ülkesini uçurumun kenarından kurtarmıştır. Bu
yönü herkesçe bilinen ve dünyanca malûm üstün yeteneğidir. Fakat
Atatürk sadece dirayetli bir komutan değil, çok yönlü özelliklere
sahip yüce bir insandır. Bunu, ülkesine yaptığı çok büyük
hizmetleriyle ve her konuda konuştuğu her biri bir vecize değerindeki
örnek alınacak sözleriyle defalarca ispat etmiştir.
Atatürk’ün çok yönlü kişiliği bu kitabın bütünüyle konusu
olmuş ve üstün özellikleriyle Atatürk tanıtılmaya çalışılmıştır.
Atatürk’ün en önemli özelliklerinden birisi, komutanlığının yanı
sıra, dirayetli devlet adamlığıdır. Devlet adamlığının en büyük
özelliği ise ÖNDER bir kişiliğe sahip olmasıdır.
Çocukken Duyduğu Asker Olma Hevesi
ve Hayatındaki Gelişmeler
Bilindiği üzere, Atatürk çocukluğunda Askeri Rüştiye Okuluna
yazılarak asker olmak istiyordu. Fakat annesi rıza göstermiyordu.
Yenilmez hevesi ile gizlice Selânik Askeri Rüştiye’ye yazıldı.
Annesinin rızasını almak içinde bir yol düşündü.
Babasının Kılıcı
Atatürk askeri okula girmek isteği halde annesi O’na engel
olmak istiyordu. Gizlice okula yazılan Atatürk annesine şöyle bir soru
sordu:
– Anne ben, doğduğum zaman babam bana bir şey armağan
etmişti. Nedir o?”
– Bir kılıç
– O halde ben asker olacağım. Kılıç ancak askere verilir…”
Bu cevabı alan annesi daha fazla diretmeden askeri okula
devam etmesine razı oldu. 1
Atatürk, küçük Mustafa olarak askeri rüştiye okuluna yazıldığı
ilk günlerde hemen dikkati çekmişti. Çok sert ve disiplinli matematik
öğretmeni olan Yüzbaşı Mustafa Bey’in gözüne girmişti. Sınıf
arkadaşları tarafından da çok beğenilen ve sevilen örgenci olan
Mustafa, üç ayda bir yapılan imtihanlarla seçilen sınıf birincisi olmuş
1
BAŞARI – Özel Sayı: 100. Yıl Akbank’ın Türk Çocuklarına Armağanı İat./1981 s 55
177
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ve sınıfın çavuşu rütbesini almaya hak kazanmıştı. Koluna üç sıra çavuş
nişanı takılmıştı.
Başarılı çavuş hizmetiyle daha o günden önder kişiliğini
göstermiş olan Mustafa, sonraki günlerde hocasının bile çözemediği zor
bir denklemi kolaylıkla çözebilmişti. Çok sevdiği ve sevildiği
matematik hocası tarafından KEMAL unvanını almıştı. O günden
sonra Mustafa Kemal adıyla anılmaya başlandığını hep biliyoruz.
Selânik Askeri Rüştiyesinden sonra Manastır Askeri idadisi
(lisesi), ardından Harp Okulu ve Harp Akademisindeki bütün askeri
hayatı boyunca hep önder kişiliğini muhafaza etmiş olan Mustafa
Kemal, öğrenciler arasında yapılan veya yapılması düşünülen
faaliyetlerde daima ön safta yer almıştır. Çok okuyan ve özellikle
Türk tarihine büyük ilgi duyan Mustafa Kemal’e, tarih dersleri yeni
bir ufuk açmıştı. Geçmişten ders alarak geleceği görebilen M. Kemal
için:Vatan, Millet sevgisi ve millete hizmet duygusu her şeyin ve
her düşüncenin üstünde oluyordu.
Harp Akademisinde okurken, arkadaşları arasında gizlice
çıkarılan ve el yazısı ile yazılan okul gazetesinin çıkarılması ve
dağıtılmasında başrolü olmuştu. Çıkarılan ve dağıtımı yapılan gazete
Harp Akademisinde, hatta Harp Okulu öğrencilileri arasında dahi elden
ele dolaşıyor, okulda milli heyecan oluşuyordu!...
Mustafa Kemal’in Harp Akademisinden mezun olduktan
sonraki çabaları; Kurmay Yüzbaşı olarak görev aldığı Şam’daki
hizmetleri, okuyarak inceleyerek kendisini yetiştirme gayretleri, Vatan
ve Hürriyet Cemiyetini kurması; Şam’dan sonra da Kolağası rütbesiyle
Makedonya’daki başarılı çalışmaları, ülkenin hürriyete kavuşması için
düşünceleri ve bu konudaki çabaları, aceleci olan ittihatçılara karşı
uyarıcı öğütleri hep önder kişiliğinin tabi sonucu olarak kendisini
göstermiştir. Mustafa Kemal’in askerlik hayatı, baştan sona önder
kişiliğini kanıtlayan örneklerle doludur.
Mustafa Kemal’in, gönderildiği Trablusgarp savaşındaki barışçı
hizmetleri, 2.Balkan savaşındaki başarıları, 1.Cihan savaşında (özellikle
Çanakkale savaşlarında) şan ve şerefle dolu hizmetleri, Atatürk’ün
önder kişiliğinin kanıtlarıdır. Milli kurtuluş savaşımızdaki dirayetli
komutasında kazanılan zaferler, yapılamayacak sanılanları yapmış
olması ve ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasında baş rolü Mustafa
Kemal’in önder kişiliğini pekiştiren nedenlerdir.
Milli İstiklâl savaşı hazırlanırken ve savaş devam ederken
büyük devlet adamlığı vasfını da göstermiş, milli sınırlar içindeki
178
Rasim PEHLİVANOĞLU
vatanımızda milli birliğin
hükmetmesini bilmiştir.
sağlanmasını
ve
bütün
ülkeye
Milletini coşkun bir heyecanla seven Atatürk, dehası ve derin
seziş gücüyle, milletini çok iyi tanıyan ve ona güvenen dirayetli bir
liderdi. Dünya’yı da çok iyi tanıyan, ön görüşlü kişiliği büyük bir
devlet adamı olduğunun da göstergesidir.
Atatürk akılcı, gerçekçi ve bilimciydi. Hadiselere ilim
gözüyle ve gerçeği kavramak gayesiyle bakıyordu. Toplum hayatında
hurafeler yerine aklı ve ilmi haklı kılmaya çalışırdı.
Atatürk, Osmanlı Türklüğünün milliyet şuuruna erememiş
olmasının çöküş sebebi olduğuna inanıyordu. Toplayıcı, birleştirici bir
Türk Milliyetçisi şuuruna eren Atatürk, daima Cumhuriyetin ve
demokratik rejimin savunucusu olmuştur. Fakat bunun için önce zemin
ve zamanının hazırlanması gerekli olduğuna inanıyordu. Bunun temini
için, öncelikle, milletimizin uyandırılması, ayrı ayrı olan bölgesel milli
kurtuluş derneklerinin birleşip bir bütün haline gelmesi gerektiğine
inanıyordu. Bunların başarılması için de bir öncüye, dirayetli bir devlet
adamına ihtiyaç duyulduğunu biliyordu…
19Mayıs 1919’da, 3.Ordu Müfettişliği göreviyle Samsun’a
çıkarak kendini gösteren Mustafa Kemal Paşa, önce Havza’dan
gönderdiği bir genelge ile komutanları, valileri, idare amirlerini ve
bütün milleti uyardı. Memleketin içinde bulunduğu duruma dikkati
çekti ve yapılmasını telkin ettiği mitinglerle işgal olaylarının,
milletimize yapılan zulümlerin ve işkencelerin lânetlenmesini istedi.
Mustafa Kemal’in Havza bildirisindeki istekleri yerine
getiriliyor ve uyanan milletimiz hınçla ayağa kalkıyordu. Böylece,
liderini bulan milli mücadelemiz başlamış oluyordu.
Amasya Tamimi
Havza bildirgesinden sonra, Amasya’da toplânan yakın
arkadaşlarıyla yaptığı müzakere sonucu, 21-22 Haziran gecesi
hazırlanan ünlü Amasya Tamimi yayınlandı.
“Yurdun bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” diye
başlayan ve “Millet’in bağımsızlığını yine milletin azim ve iradesi
kurtaracaktır” sözünü içeren ve bir ihtilal bildirgesi niteliğinde olan
bu açıklayıcı tamim bütün ülkeye yayınlandı. Halkımızın milli
duygu ve milli heyecanları ayağa kalktı…
179
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
23 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal’in başkanlığında yapılan
Erzurum kongresinde, Kurtuluş savaşının ilk temelini atan
kararlar alındı.
Erzurum Kongresini takiben, 4Eylül 1919 günü Sivas’ta
yapılan kongrede bütün memleketi kapsayan kararlarla, ülkede
kurulmuş olan bütün milli dernekler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilerek ve Heyet-i Temsiliye
(temsil heyeti) seçilerek ülke bütünlüğünün sağlanmasında en büyük
adım atılmış oldu. Heyet-i Temsiliyenin merkezi, daha emin yer
olarak görülen Ankara’ya taşındı.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının baskısıyla, İstanbul’da açılmış
bulunan Meclisi Mebusan’ın (mebuslar meclisin)in 16 Mart 1920
günü işgal kuvvetleri tarafından kapatılmasıyla, Ankara’ya kaçan
bir kısım mebuslar bölgelerini temsilen, yeniden seçilen mebusların da
iştirakiyle Ankara’ da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Meclis
başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa aynı zamanda hükümet
başkanı olarak da görev üstlendi. TBMM’inde mebuslar (millet
vekilleri)arasından seçimle görevlendirilen üyelerle hükümet kuruldu.
Kurulan hükümet, halkın temsilcisi sıfatıyla göreve başladı. Bu yolla,
İstanbul hükümetinin yanısıra birde Ankara hükümeti doğmuş
oldu.
TBMM’sinin ilk toplântısında “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız
Milletindir” kararı alınarak millet egemenliği başlamış oldu. O gün
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ilk defa konuşan M.K. Paşa,
sadece bir hatip veya sadece bir asker olarak değil, daha ilk günden
itibaren bir Devlet Adamı olarak belirdi. Bu özelliğiyle ondan önce
var olanlarda görülmeyen, fakat toplumun hiç değilse yıllardan beri
özlediği ve beklediği bir insandı. Bize göre ise, Mustafa Kemal,
bütün özelliklerinden önce Devlet Adamlığı niteliğiyle olaylara yön
vermiştir.” 2
İşte, istiklâl savaşı öncesinde ki bütün bu ön hazırlıklar
yapılırken önder kişilikli Mustafa Kemal Paşa baş sorumlu olarak
bütün bu işlerin başında ve önünde bulunuyordu. Milli Mücadele
öncesi ön hazırlıklar dönemindeki, dirayetli hizmetleri bile Mustafa
Kemal Paşa’nın büyük Devlet Adamlığı vasfını kazanmasının nedeni
olmuştur.
2
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 96
180
Rasim PEHLİVANOĞLU
Ordulara hükmederek zaferler kazanması öncesinde, Milli
Mücadele için milletimizin uyandırılmasında, Milli birlik ve
beraberliğin sağlanarak teşkilatlanmasında, ülkemizdeki işgal
kuvvetlerine karşı konulması hazırlığında gösterdiği liyakatli
hizmetlerinde, Atatürk’ün devlet adamlığı vasfı ve önder kişiliğinin
büyük etkisi olmuştur.
Tanıdığı Türk Milletine İnanması, Güvenmesi
Atatürk’ün üstün başarılarının en büyük nedeni yukarıda
da belirtildiği gibi mensubu olduğu Türk Milletini iyi tanıması, ona
inanması ve güvenmesi olmuştur.
İşgalcilerin yurttan kovulmasından sonra da harabeye dönen
memleketin onarılmasında hak ve adaletin korunmasında, bütün
imkansızlıklara rağmen ülkenin bütünüyle kalkınmasında, büyük
inkılâpların yapılmasında ve bunların halka benimsetilmesinde
Atatürk’ün yüksek Devlet Adamlığı vasfının ve liyakatli hizmetlerinin
etkisi çok büyük olmuştur.
Büyük başarılara ulaşmasında, çok sevdiği milletine inanması
ve güvenmesinin büyük rolü olduğunu söylediğimiz Atatürk, daha
1919 Ekim ayında Samsun’da bir arkadaşına şöyle diyordu;
– Böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu palasparelerin (eskimiş
kumaş parçalarının) içinde perişan gördüğünüz insanlar yok mu?
Onlarda öyle yürek, öyle cevher var ki, olmaz şey!... Çanakkale’yi
kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiç’ya da, şurada burada aslanlar
gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır…” 3
Büyük zaferin kazanılmasından sonra da 1923 yılı Mart’ında
Atatürk millete güvenini şöyle dile getiriyor.
– Efendiler! Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar,
fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Lakin,
öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki bir hissi
umuminin (genel duygunun) amili (nedeni), mümessili (temsilcisi)
olsunlar. Ben milletimin fikirlerine ve hislerine yakından vakıf
olmaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifade den
başka bir şey yapmadım. 4
Atatürk’ün, Türk Milletinin ve toplumun fikrine değer verdiğine
dair daha yüzlerce örnek bulunabilir.
3
4
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s 63
a. g. e. s 5
181
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk ve Dünya Devletleri
Türk Milletini iyi tanıyan Devlet Adamı Atatürk, dünya’yı da
çok iyi tanıyordu:
Daha 1935 yılındayken 2.Dünya Savaşının çıkacağını ve
kimler arasında savaşılacağını, sonuçta kimin kazançlı çıkacağını
öngörüşüyle açıklamıştı. Diyordu ki:
–… Korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Zira, Avrupa
meseleleri, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki ihtilaflar meselesi
olmaktan artık çıkmıştır… Avrupa’da vuku bulacak bir harbin başlıca
galibi ne İngiltere, ne Fransa nede Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir
(Sovyet Rusya’dır)… 5
– Biz Türkler hadiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi
bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan şark(doğu) milletlerinin
zihniyetlerini istismar eden, onların Milli ihtiraslarını okşayan ve
kitleyi tahrik etmesini bilen Bolşevik’ler, yalnız Avrupa’yı değil
bütün Asya’yı tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır” 6
Geleceği görebilen Atatürk’ün gördüğü ve parmak bastığı bu
gerçekler 2.Dünya Harbi bittikten sonra açıklıkla görülmüştür.
Devlet Adamı Atatürk’ün dünya meselelerine bakışındaki uzak
görüşlülüğü, su sözlerinden de iyi anlaşılmaktadır.
– Eğer devamlı sulh (barış) isteniyorsa, insan kitlelerinin
vaziyetlerini iyileştirecek, milletler arası tedbirler alınmalıdır.
İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, açgözlülük ve kinden
uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir. 7
Atatürk giriştiği mücadelenin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını
da iyi sezmişti. 1922 yılı Temmuz’unda şöyle diyordu:
– Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve
hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk
bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü
müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şark’ın davasıdır.”
8
5
a. g. e. s 6
a. g. e. s 6
7
a. g. e. s 7
8
a. g. e. s 8
6
182
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün belirttiği mazlum milletlerin pek çoğu, bu gün
müstemleke (sömürge) olmaktan çıkıp hürriyetlerine kavuşmuşlardır.
Şarktaki (Rusya işgalindeki) Türk yurtlarının da bir çoğu bağımsız
devlet olmuşlar ve birleşmiş milletlerdeki yerlerini almışlardır.
Akılcılık ve Medeniyetçilik Önderi Atatürk
Atatürk, yalnız Türkiye’de değil Asya ve Afrika başta olmak
üzere bütün dünya ülkelerinde de kahraman olarak tanınan ve örnek
alınan bir önderdir.
Atatürk, yalnız bağımsızlık savaşlarımızın ve millet
hakimiyetinin önderliğini yapmakla kalmamış; aynı zamanda ortaçağ
hurafelerine karşı akılcılığın ve medeniyetçiliğin (uygarlığın)
savaşçısı olarak da örnek ve bayrak olmuş büyük bir Devlet
Adamıdır. Çağdışı olan veya sonradan yetişen, isim yapmış çeşitli
dünya devlet adamlarınca da örnek alınmış ve takip edilmiş önder bir
liderdir.
Milletlerin Sevgilisi Atatürk kitabının yazarı Muvaffak İhsan
Garan’ a göre:
– O, bir önderdi. Yürüyeceği yolu çizmişti. Kendi ilkeleri
(prensipleri) hazırdı. Önder, ilkelerini bilmeli ve onları korumalı idi”
diyor ve devam ediyor:
– Önder, halkını belirli hedefe doğru yürüten ve bütünü ile
gayeye ulaştıran kimsedir. Ülke, zor bir dönem yaşıyorsa, içinden
çıkılmaz bir tehlike ile karşı karşıya ise, çözümünü önder gösterecek,
çıkış yolunu o bulacaktır” 9
İşte Mustafa Kemal o çıkış yolunu buldu ve milletine
gösterdi. Bu yol, halk devletini kurmak, bağımsızlığa kavuşmak,
sonrada batı uygarlığına katılmak kelimeleri ile özetlenebilir.
Mustafa Kemal’i, gençliğinden beri ruhunu, gücünü ve
vücudunu milletine adamış eşsiz bir insan olarak görüyoruz… Kişisel
çıkarlarının peşinden koşmamış yalnız ülkenin mutluluğunu düşünmüş
ve bu yolda hizmet vermiş Devlet Adamıdır.
Devlet Adamı Atatürk’ ün büyük hizmetini dört önemli
safhada toplayabiliriz.
a) Dağılan Osmanlı İmparatorluğunu Milli bir zaferle
sonuçlandırmasında önder olmuştur.
9
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 68
183
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
b) Başta İslâm ülkeleri olmak üzere, esir milletlerin istiklâl’e
kavuşmalarına önayak olmuştur.
c) Demokratik anlayış içinde yepyeni bir Türk Devleti (Milli
Devleti) kurmuştur.
d) Kurduğu yeni devleti, gerçekleştirdiği reformlar ve
inkılâplarla, milli benliğimizden kopmadan batı uygarlığı toplumuna
kabul ettirmeye çalışmıştır.
Atatürk, medeniyet savaşında kararlıydı:
– Artık duramayız. Behemehal (mutlaka) ileri gideceğiz.
Medeniyet öyle bir nurdur ki (ateştir ki), ona bigâne kalanları
yakar, mahveder” diyordu.
Akıl ve ilime verdiği önemi de şöyle belirtiyordu:
– Dünyada her şey için, medeniyet için, muvaffakiyet için en
hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyordu. Ve bu konuda mutlaka
ilerleyeceğimize inanıyordu. 10
Amacı yolunda yüksek başarılara ulaşmış olan Atatürk,
başarısının sırrını şu cümleyle özetliyor:
– Ben, milletimin ruhunun derinliklerinde saklı bulunan
isteklerini bir milli sır olarak keşfettim” diyen Atatürk devamla:
“Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan felâketler
den ders alan milletin kalp ve dimağından doğmuştur” diyordu. 11
Sarsılmaz irade gücü, insanları birleştirme ve kendi tarafına
çekmedeki ince zekâsı… Çetin günlerde ve tam zamanında otoritesini
kullanıp hasımlarını sindirme yeteneği, Atatürk’ün başarıya
ulaşmasında önemli etken olmuştur.
Başarılarını yalnız kendisine sahiplenmeyip milletimize mal
eden Devlet Adamı Atatürk, kurduğu milli devleti ve Cumhuriyet’imizi
de Türk gençliğine emanet ediyor ve kahraman ordumuza güveniyordu.
Bu konuda şöyle söylüyor.
– Bütün bu başarılar, yalnız benim eserim değildir ve
olamaz. Bütün bu başarılar, milletin tek vücut halinde işbirliği yapması
ile elde edilmiştir…Bu eseri Türk gençliğine emanet ediyorum…”
yurt
10
11
– “Ordumuz Türk birliğinin, Türk güç ve yeteneğinin Türk
severliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s 9
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 72-74
184
Rasim PEHLİVANOĞLU
topraklarının ve Türk idealinin geçekleşmesi için sarf etmekte
olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkânsız güvencesidir.”
Atatürk Hayalperest Değil, Hayalleri Olan
Gerçekçi ve Ülkücü Devlet Adamı
Atatürk hayalperest olmayan, gerçekçi ve ülkücü bir kafa
yapısına sahipti. Gerçekçilikle ülkücülüğü bağdaştıran akılcı bir liderdi.
Aklıyla, ilmiyle, araştırma ve gözlemleriyle gerçeği bulmaya
çalışırdı. Ulaşılması mümkün olmayan boş hayallerden uzak kalırdı.
Örneğin: “Panİslâmizm, Pantürkizm” hayallerine hiç sapmadı…
Elbet deki Atatürk’ünde hayalleri vardı. Çünkü, hayal
olmadan hakikat olamazdı. Söylendiği gibi, her hakikat bir
hayalden doğardı... Ama Atatürk’ün hayalleri akla yatkın, olabilmesi
mümkün olan şeylerdi. Varlığımızın devamı için, ne pahasına olursa
olsun, şartlar ne olursa olsun mutlaka yapılması lâzım gelen şeyler
vardı ki, bunların hayali kurulabilirdi. İşte Atatürk bunu yapmıştır.
Vatanın kurtarılması, milletin hürriyete kavuşması için yapılan istiklâl
savaşı, önce Mustafa Kemal’in hayalinde doğmuştu.
Ülkemizde milli birliğin sağlanması istiklâl savaşının
kazanılması, vatanın işgalden kurtarılması, hattâ cumhuriyetin
kurulması hep Atatürk’ün hayalleriydi (ülküleriydi). Ama bunlar
olumsuz değil olumlu hayallerdi. Geç de kalsa güç de olsa
yapılması mutlaka gerekli olan mücadele konularıydı.
Sevinçliyiz ki: Atatürk’ün rehberliğinde güçlüklerden yılmadık,
yolumuzdan dönmedik, savaştık ve başardık!...
Gerçekçi olan Atatürk’ün ülkücü olduğunu da söylemiştik.
Ülkü, ulaşılmak istenilen, ulaşılması her zaman mümkün olmayan
yüce dilektir. Bir dileğin yüce dilek olması millete, memlekete
faydalı olmasıyla orantılıdır. Ülkü ulaşılması gereken büyük amaçtır.
Atatürk’ün de yüce dilekleri (milli ülküleri) vardı. Örneğin:
Onuncu yıl Nutkunda söylediği:
–… Yurdumuzu dünyanın en mamur en medeni memleketleri
seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah ve vasıta
kaynaklarına sahip kılacağız… Milli Kültürümüzü muasır (çağdaş)
medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” sözlerinde ifadesini bulan
büyük amacı Atatürk’ün milli ülküsüydü. Bu amaç milletimizin de
milli ülküsüdür. Şimdi buna ulaşmaya çalışıyoruz. Başarmamız için
gençlerimizi bu amaca hizmet edecek şekilde yetiştirmek zorundayız.
185
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerçekçi
söylemiştir:
Atatürk,
geçmişten
ders
alarak
şunları
– Millete şunu da ihtar ettim ki kendimizi cihanın hakimi
zannetmek gafleti artık devam etmemelidir. Hakiki mevkiimizi,
dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla,
milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir. Bile bile aynı faciayı
devam ettiremeyiz.
–… Haddimizi bilelim. Efendiler, biz hayat ve istiklâl isteyen
milletiz. Yalnız ve ancak bunun için hayatımızı ibzal ederiz(
esirgemeden veririz).”
– Milletimiz …, asırlarca bu boş hayallerle hareket ettirildi.
Fakat ne oldu?.. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu
evlâtlarının miktarını biliyor musunuz? Suriye’yi muhafaza etmek için,
Mısırda barınabilmek için ne kadar insan telef oldu bunu biliyor
musunuz? Yeni Türkiye halkının, artık kendi hayat ve saadetinden
başka düşünecek bir şeyi yoktur… Başkalarına verilecek bir zerresi
kalmamıştır. ”12
Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, Atatürk’ü, boş
hayallerden ve dogmalardan uzak, gerçeklerden ayrılmayan ülkücü bir
devler adamı olarak görüyoruz. Hayatı boyunca Türk toplumunu ve
düşüncesini dogmatizmden kurtarmaya çalışmıştır.
Atatürk milliyetçi olduğu ve milli kültüre değer verdiği kadar,
batılı düşünce, hür düşünce yolunu da seçmiştir. Sorunlara “nakil” ile
değil “akıl” ile çözüm yolu aramayı öğütlemiştir. Hayatı boyunca
gerçeklerin ve aklın emrettiği yolu, peşin hükümlere ve mutlak
doğru sanılan görüşlere tercih etmiştir.
Atatürk’ün, 80 ila 90 yıl önceki bazı sözlerini nakil etmek ve
onu kendi fikirlerimize kalkan yapmak yerine, onun sözlerinin yanı sıra
akıl metodunu da kullanarak sorunlara çare aramak Atatürkçü
düşünceye daha uygun düşer.
Ancak, nakilci değil akılcı olduğunu söylediğimiz Atatürk
İslâm dininin kutsal kitabı olan kur-an ı kerimin nakillerine
inanırdı. Zira, Türk tarihi kadar İslâm tarihini de iyi okumuş ve kuran’ı kerimi iyi incelemiş olan Atatürk, kûr-an’daki Allah
kelamlarının akla dayandığına ve akılcı olduğuna inanıyordu.
Nitekim Atatürk:
12
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s.10- 11
186
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bizim dinimiz akla, mantığa tamamen uygundur… Aklın
mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel bir din olmazdı ve
son din olamazdı…” sözleriyle Allah kelamı olan kur-an’ı kerimin
emirlerine verdiği değeri belirtmiş oluyordu.
İhtiraslı Atatürk
İhtiras, sözlükte şiddetli arzu, aşırı istek anlamına gelmektir.
Her insanda az veya çok şiddetli istek (ihtiras) vardır. Ama
ihtiras, kişinin şahsi çıkarı için olduğu gibi, başkaları için veya içinde
yaşadığımız topluma faydalı olmak için de olabilir. İhtiraslı kişilerden
topluma çok faydalı olanlar olduğu gibi, Zaralı olanları da vardır.
İnsan ve millet sevgisiyle ve kendisini topluma adayarak
yetişen, çevresine ve milletine faydalı olmak için her geçen gün
bilgisini artırarak ve daha çok çalışmaya iştiyak duyarak hizmet
veren idealist insanlar, içinde yaşadığı toplumun kalkınmasında ve
sorunlarının çözümlenmesinde ön safta yer alabilirler. Bunlar,
zekâlarını müspet yönde geliştiren iyi niyetli olan ihtiraslı kişilerdir.
Bir de, şiddetli arzularını ve aşırı çalışma isteğini çevresine
faydalı olmak için değil de kendi şahsi çıkarları için kullananlar
var ki, bunlar da zekâlarını o yönde geliştirdikleri için veya yüksek
mevkiler elde etmek çabasında oldukları için topluma büyük
zararlar verirler. Çabuk zenginleşmek hırsında olanlar, soyguncular,
vurguncular, hortumcular… Görevini kötüye kullananlar hep bu gibiler
arasından çıkar.
Eserleri ve fikirleri ölümünden sonra da yaşayan, yalnız Türk
milletinin değil bütün dünya milletlerinin ve devletlerinin takdirlerine
mazhar olan Atatürk de ihtiraslı hem de çok ihtiraslıydı…
Denilebilir ki, O’nu yücelten, büyük başarılara ulaştıran da yenilmez
ihtirasları olmuştur.
Atatürk daha 1914’te, ihtirasını kendi diliyle şöyle ifade
etmiştir:
– Benim ihtiraslarım var; hem de pek büyüktür. Fakat bu
ihtiraslar yüksek mevkiler işgal etmek gibi adi emellerin tatminine
taalluk etmiyor” demişti.
Yıllar sonra da şöyle söylüyor:
– Hakikat halde ihtiras olmadan büyük bir iş meydana
getirilemez… Fakat onun herhalde millet yolunda bir hizmet
187
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
gayesine matuf olması lâzımdır.” 13 diyen Atatürk, milletine ve
insanlığa yaptığı sınırsız hizmetlerle, eşsiz bir örnek olarak ilelebet
gönlümüzde yaşayacaktır.
Atatürk milletiyle övünürdü. Türk milleti ise onu yetiştirmiş
olduğu için ebediyen övünecektir. Türk Milleti ondan daima ilham
almıştır ve daima almaya devam edecektir.
13
Turan Fevzioglu: Devlet Adamı Atatürk s 15-16
188
Rasim PEHLİVANOĞLU
17- Atatürk’ün İnandığı, Güvendiği
Türk Gençliği
Atatürkçülükte, gençliğin iyi yetiştirilmesinin devletin
güvencesi altına alınması, dinamik idealimizin gerçekleştirilmesinde
önemli yer tutar. Zira ahlâklı, kültürlü, memleket sorunlarıyla ilgili,
milli karakterini temsil eden, çalışkan, vatansever bir gençlik,
Atatürk’ün ideali olmuştur. Atatürk:
– Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona
bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak.” derken işte bu
gençliği kastediyordu.
Atatürk, gençlerin milli inançla yetiştirilmesini ister, gençlerin
kazanacağı eğitim, her şeyden önce, milli ahlâka uygun olacak.
Bağımsızlık, vatan ve millet sevgisi ile sağlam aile yapısına
dayanacak. Milli birliği ve beraberliği sağlayacaktır.
Atatürk, gençleri yetiştirecek olan öğretmen ve eğitimcilerden
de önemli isteklerde bulunmuştur. Bunlar, ileriki konularda yer alacak
ve gerekli açıklamalar orada yapılacaktır.
Atatürk taa 1918 yılı Mayıs’ında, kendi el yazısıyla, bir
fotoğraf üzerine, gençliğe olan inancını ve duygularını şu sözlerle ifade
etmiştir:
Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz.
Bende bu îmanı yaşatan kuvvet, aziz memleket ve milletim hakkındaki
payansız (sonsuz) muhabbetim değil, bugünün karanlıkları,
ahlâksızları, şarlatanlıkları içinde şeref, vatan ve hakikat aşkıyla ziya
(ışık) serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.” 1
1919 yılı Sivas Kongresinde manda düşüncesini savunanlara,
İstanbul’dan gelen askeri tıp öğrencisi HİKMET adındaki bir genç söz
alarak, coşkulu bir sesle ve çok heyecanla şu konuşmayı yapmıştı:.
– Paşam! Murahhas bulunduğum (Temsilcisi olduğum)
tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye
katılmak üzere gönderdiler mandayı kabul edemem!. Eğer kabul
edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun, şiddetle ret ve takbih
ederiz (ayıplarız) farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul
ederseniz, sizi de ret eder Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcı değil,
vatan batırıcı olarak adlandırır ve telin ederiz!...
1
Atatürkçü düşünce El Kitabı: Atatürk Araştırma Merkezi Ank.1998 s 224
189
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu konuşma üzerine kongrede bulunanlar duygulanmış ve
gözyaşlarını tutamamışlardır. Mustafa Kemal Paşa’da çok
duygulanmış ve aynı heyecanla şu karşılığı vermiştir.
–Arkadaşlar, gençliğe bakın. Türk milleti bünyesindeki asil
kanın ifadesine dikkat edin” bu arada Paşa Hikmet Bey’e dönerek
–Evlât, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe
güveniyorum. Biz ekaliyette (azınlıkta) kalsak dahi, mandayı kabul
etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez:
“YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!”
demiştir.
Hikmet Bey yerinden fırlamış:
– “Varol Paşam!” sözleriyle Mustafa Kemal’in elini
öpmüştür… Mustafa Kemal Paşa’da alnından öperek şunları
söylemiştir.
– Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç
nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” 2
Bu olay dahi Atatürk’ün Türk gençliğine güvencinin nereden
geldiğini anlamaya yeterli bir örnektir.
Atatürk’e göre, genç olmanın, ölçüsü sadece yaş değildir.
Yaşın yanında belirlediği ilkelere, başardığı inkılâplara inanç ve
bağlılığıdır. Atatürk’e, gençlik nedir? diye sorulduğunda söyle tarif
ediyor:
– Benim anladığım gençlik Türk inkılâbının fikirlerini ve
ideolojilerini benimseyip, gelecek nesillere aktarabilecek kimsedir.
Benim nazarımda 20 yaşındaki bir yobaz ihtiyardır. 70 yaşındaki
bir idealist de ter-ü taze (taptaze) bir gençtir. İşte benim anladığım
Türk genci…” Atatürk’ göre: “genç fikirli demek doğruyu gören ve
anlayan gerçek fikirli demektir” 3
Atatürk’ün Türk gençliği ile ilgili sözlerinin birkaçını daha
aşağıya alalım:
Gençler, vatanın bütün ümit ve geleceği size, genç nesillerin
anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.”(1919)
– Asla şüphem yoktur ki, Cumhuriyetin gelecekteki evlâtları
bizden daha bolluk içinde ve daha mutlu olacaklardır.(1927)
2
3
a.g. e. sayfa 225-226
a.g. e. s227
190
Rasim PEHLİVANOĞLU
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine hitap
eden Atatürk:
– Batı senden, çok geriydi. Anlamda, fikirde, tarihte bu
böyleydi. Eğer bugün batı nihayet teknikte bir üstünlük gösteriyorsa,
Ey Türk Çocuğu o kabahat da sen de değil, senden öncekilerin
affedilmez ihmalinin bir sonucudur.”
– Bizim halkımız çok temiz kalpli çok asil ruhlu ilerlemeye
çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa karşısındakinin
samimiyetle kendilerine hizmet ettiğine inanırsa her türlü hareketi
derhal kabule hazırdır. Bunun için, gençlerin her şeyden önce millete
güven vermeleri lâzımdır.”(1923) 4
Vatanın bütün ümidini, geleceğimize bağlayan Atatürk, 1919
yılındaki acılı günlerimizde şöyle demişti.
– Başımıza neler örülmek istendiği ve nasıl karşı koyduğumuz
ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uymak ve onun
yardımlarıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret
ve uyanıklığı getirmelidir. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi
gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır.
Geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün umudum
gençliktedir” diyen Atatürk gene 1919 yılında:
– Gençler için vatani işlerde ölmek söz konusu olabilir.
Fakat korkmak asla!” 5 sözüyle de vatan sevgisi ve müdafaası söz
konusu olunca, korkmadan cesaretle hedefe yürümek gençliğin görevi
oluyor.
– Bu kadar kuvvetli ve zinde bir gençlik içinde kendimi
gördüğüm için mutluyum” diyen Atatürk’ü, bugünkü gençliğimiz
sevgi ve saygıyla anıyor.
Atatürk’ün gençliğimiz hakkındaki görüş ve sözlerine devam
edelim:
– Gençler! benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi
isteyen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir
gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum. Buna
gerçekten sevinmekteyim. Fakat, beraber yaşadığımız sürece, benim
hedefime yürümenizi hepinizden istemek geçerli bir hakkım olarak
tanınmalıdır.(1937)” 6
4
Atatürkçülük 1.kitap s339-341
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün F.D. Genişletilmiş 2.basım. s 296
6
a.g. e.s.298
5
191
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Gençlerin çalışkan, duyarlı ve milliyetçi yetişmesi esas
dileklerimizdendir. Gençlik, her türlü faaliyetlerinde Cumhuriyet
yasalarına ve Cumhuriyet yasalarının usul ve kurallarına dikkatli
olmalıdır. Cumhuriyet hükümetinin milli sorunlarda görevini bilir
olduğuna, yasaların ve adli kuvvetlerin adaletine inanınız” 7
Kurduğu milli devletle Türk istiklâl savaşını kazanmış olan
Atatürk, savaş sonrasında yaptığı inkılâplarının en büyüğü olarak
Cumhuriyeti kurmuştur. Kurduğu milli devleti cumhuriyet faziletiyle
taçlandırmış, ülkemizi hızla güçlendirme ve yüceltme yoluna girmiştir.
Ancak, ileride gelebilecek muhtemel tehlikelere karşı istiklâl ve
Cumhuriyetimizi korumak ihtiyacını duyan Atatürk, 1927 yılında
söylediği 6 gün süren büyük nutkunda istiklâl ve Cumhuriyetin
korunmasını Türk gençliğine emanet ederek nutkuna son vermiştir.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabı
Büyük nutkun gençliğe hitap eden bölümünden önceki son
sözlerini, aynen aşağıya alıyorum.
“Muhterem efendiler sizi, günlerce işgal eden, uzun ve
teferruatlı beyanatım, en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikayesidir.
Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve
teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirilmiş ise, kendimi
bahtiyar addedeceğim,
– Efendiler bu beyanatımla, milli hayatı hitam bulmuş farz
edilen büyük bir milletin; istiklâlini nasıl kazandığını ilim ve fennin en
son esaslarına müstenit milli ve asri bir devletlin nasıl kurulduğunu
ifadeye çalıştım.
– Bugün vasıl olduğumuz (ulaştığımız) netice, asırlardan beri
çekilen milli musibetlerin sonucu ve bu aziz vatanın, her köşesini
sulayan kanların bedelidir.”
Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk İstiklalini Türk Cumhuriyetini,
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu
temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu
7
a.g .e s. 300
192
Rasim PEHLİVANOĞLU
hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların
(kötülüğünü isteyenlerin) olacaktır.
Bir gün istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine
düşersen vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan
ve şeraitini düşünmeyeceksin.!
Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait (elverişsiz) bir mahiyette
tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile, aziz vatanın bütün kaleleri zapt
edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş bütün orduları dağıtılmış ve
memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu
şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin
dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet
içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini
müstevlilerin (işgalcilerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler
(birleştirebilirler). Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap
düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbâlinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklâl ve
Cumhuriyetini kurtarmaktır.
Muhtaç
mevcuttur!
olduğun
kudret
damarlarındaki
asil
kanda
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927
Gençliğin Atatürk’e Cevabı
EY BÜYÜK ATA!
Varlığımızın en mukaddes temeli olan, Türk İstiklal ve
Cumhuriyetinin êbedi bekçisiyiz. Bu karar, sarsılmaz irademizin
değişmez ifadesidir.
İstikbalde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndüremeyecektir.
Bizler, bütün hızımızı senden, milli tarihimizden ve
ruhumuzdaki sönmez îman ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun kuvvetli
temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle
şuurludur.
193
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
En kıymetli emanetin olan Türk İstiklal ve Cumhuriyeti,
mevcudiyetimizin esası olarak eğilmez başların, bükülmez kolların,
yenilmez Türk evlâtlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesillerden
nesillere devredilecektir.
Bu mukaddes emanete yönelen dâhili ve hârici bütün tecavüzler,
îman dolu göğsümüze çarpacak ve parçalanacaktır.
İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern
silahlarla mücehhez olarak en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar
dahi, milli şuurumuzun ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile
sarsamayacaklardır.
Çünkü; istiklâl ve cumhuriyetimize kastedenler, karşılarından
binlerce yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlâtların, Cumhuriyet
inkılâplarının feyizli ve îmanlı gençliğini bulacaktır.
EY TÜRKÜN BÜYÜK ATASI!
İstiklal ve cumhuriyetimizi korumak mecburiyeti hasıl olunca,
içinde bulanacağımız ahval ve şerait ne olursa olsun, kudret ve
cesaretimiz damarlarımızdaki asil kandan alarak; bütün engelleri aşıp
her güçlüğü yenmek azmindeyiz. 8
18– Atatürk’ün Milletimizden ve
Türk Gençliğinden İstedikleri, Bekledikleri
Bilindiği üzere, kara günleri yaşadığımız Kurtuluş Savaşı
sırasında Atatürk’ün önderliğinde Milli Devlet kurulmuştur. Kurulan
Milli Devleti, Milli Kültür esasları üzerine oturtmaya çalışmıştır.
Milli Kültür üzerine kurulan cumhuriyetimizin yaşamasını da
Atatürk milli kültüre bağlı olarak görmektedir.
Atatürk’ün titizlikle koruduğu Milli Devletimizi ve
Cumhuriyetimizi yaşatmak ve güçlendirmek için zaman zaman ifade
ettiği görüşlerine ve isteklerine – bir kere daha derli toplu olarakaşağıda değinmeyi gerekli görüyorum.
On iki Maddede Özetlenen İstekleri
1) Atatürk, Türk toplumumuzun Türk kültürü ile
yoğrulmasını ve beslenmesini istiyordu.
Bu konudaki görüşlerini
kendisinden dinleyelim:
8
Dursun YAŞA:Atatürkçülüğün Esasları Açıkalın Matbaası. Ank 1988 s 7-8
194
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk
Milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu
topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o
topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” 9
– Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim
kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen
bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini
bulmayan milletler başka milletlerin avı olur.” 10
– Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini Türk
Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz” diyen Atatürk:
– Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine
çıkaracağız” sözüyle de bu konudaki kararlılığını vurgulamış oluyor.
2) Atatürk, gençliğimizin Türklük gurur ve şuuruyla
yoğrularak yetişmesini istiyordu:
– Türk! Öğün Çalış Güven…”diyerek, önce Türklüğümüzle
övünmemizi, çok çalışmamızı ve geleceğe güvenle bakmamızı
istemiştir. Atatürk, yakın geçmişimizde Türk’ün hakir görülmesinden
etkilenerek bu sözü söylemiştir. Kendisini dinleyelim:
– Osmanlı imparatorluğunun çöküş döneminde, Türk
toplumunda bir aşağılık duygusu uyanmaya başlamıştı. Sürekli
yenilgiler, batı uygarlığı karşısında geri kalmışlığın ezikliği, yabancı
devlet ve milletlerin Türklüğü küçümseyen propagandalarının etkisi,
milletimizde aşağılık duygusu yaratan etmenlerdi. Bu duygu o kadar
ileri gitmişti ki halk kendi kendini hor ve hakir görüyordu”
İşte Atatürk bu menfi duyguyu yenip halkımız da milli gururu,
milli benliği, yüceltmek için, çok sevdiği milletine önce Türklüğüyle
övünmesini istemiş ve çalışarak da geleceğe güvenle bakmasını
öğütlemiştir.
– Ne Mutlu Türküm Diyene! sözüyle de, içtenlikle Türküm
diyebilmenin en büyük mutluluk olduğunu belirtmiş ve bunun şerefini
dile getirmiştir.
3)
Atatürk, gençlerin ülkü sahibi olmasını ve milli
ülkümüzü bilmesini istiyordu: Yüksek ülküleri (idealleri) olan
Atatürk diyordu ki:
9
Utkan Kocatürk Atatürk’ün F. Ve D. g. 2. baskı s 308
a. g. e. s 319
10
195
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Gençliği mutlaka ülkücü ve memlekete alakalı olarak
yetiştirmek herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen
vazifesidir” diyor ve devam ediyordu:
– Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu îmanla duymalı ve
onu hiç yılmadan takip etmeliyiz şahsi menfaatlerimizden, hasis
emellerimizden sıyrılmaya, ancak böyle canlı ve alevli ülküler
sayesinde Muvaffak olacağız.”diyerek de herkesin ülkü sahibi
olmasını ve ülküsünün yılmaz takipçisi olmasını istiyordu. 11
Atatürk, çeşitli konuşmalarında özellikle milli ülkü üzerinde
durmuştur. Milli ülkü, milletçe ulaşmak istediğimiz büyük amaçtır.
Atatürk, büyük amacımızı (yani milli ülkümüzü) 10.yıl nutkunda şöyle
belirtiyordu:
–… Yaptıklarımızı asla kafi görmeyiz. Daha çok ve büyük
işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu,
dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine
çıkaracağız. Milletimizi, en geniş refah, vasıta ve kaynaklarını
sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır (çağdaş) medeniyet
seviyesinin üzerine çıkaracağız.”
Atatürk gene 10.yıl nutkunda, Türk Milleti olarak bizi, milli
ülkümüze ulaştıracak üstün meziyetlerimizi de şöyle dile getiriyordu:
– Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız. Daha az
zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda Muvaffak olacağımıza
şüphem yoktur. Çünkü: Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk
Milleti Çalışkandır. Türk Milleti Zekidir. Çünkü, Türk Milleti
milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü
Türk Milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda
elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” diyen Atatürk bir
başka konuşmasında:
– En güzel en şaşmaz, en doğru zihniyetleri ve ülküleri
bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı
bütün millet fertleri çok sert karşılık vermelidir…” demiş ve başta
gençliğimiz olmak üzere, bu konuda hepimizi uyarmıştır.
4) Atatürk milletimizi tanımamızı, sevmemizi ve hizmet aşkı
duymamızı istemiştir. Atatürk’ün milletimizi öven sözlerinden
birkaçını daha aşağıya alalım.
11
a. g. e. s 315
196
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk Milletinin manevi gücü yüksektir. Diğer milletlerden
üstündür. Türk çalışkandır, zekidir, cesurdur. Gerektiğinde vatanı
için ölmesini bilir.”
– Türk Milleti kahramanlıkta olduğu kadar istidat ve liyakatte
de bütün milletlerden üstündür. Milletimizin bütün gerçekleri
anlamakta gösterdiği olgunluk ve kabiliyet iftihar vericidir. Bu
büyük millet gerçekleri görebilen ve kendisine hizmet edenleri daima
takdir ve himaye etmesini bilendir.”
– Büyük milletimiz, kılı kıpırdamadan dava uğruna ve
benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı ben hiçbir şey
yapamazdım” diyerek, Büyük Milletimiz hakkında böylesine övgülü
konuşan Atatürk, kendi özverisini de şöyle ifade etmiştir:
– Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere
Türk Milletine canımı vereceğim.”
Milletimiz hakkında bu kadar güzel duyguların sahibi olan
Atatürk’e, büyük hizmetlerinin karşılığı olarak minnet borcumuzu
ödemekle yükümlüyüz. Atatürk’ e karşı, Türk Milleti olarak minnet
borcumuzu ödemek ancak onun gösterdiği yoldan giderek büyük
milletimize lâyık insanlar olarak yetişmemizle mümkün olabilir.
5) Atatürk çalışmamızı, çok çalışmamızı, vatanımız ve
milletimiz için çalışmamızı istiyor: Bu konuda şöyle söylüyordu:
– Yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır: çalışkan olmak. Refah ve
saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. Şahsımız için değil,
fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım.
Çalışmalarını en yükseği budur…” diyen Atatürk gençlere şöyle
hitap ediyor:
– Sizler, yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi
beni takip edeceksiniz… Elbette yorulacaksınız. Benim sizden
istediğim yorulmak değil, durmadan yürümek… İnsanda
yorgunluğu yenecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet
yorulanları dinlendirmeden yürütür…”
– Şunu da söyleyeyim ki (Türk) çok zekisin! Malûm, fakat
zekânı unut, daima çalışkan ol.” Bu sözleriyle Atatürk büyük
ülkümüze ulaşmamız için, zekâmızın yanısıra çok çalışmamızın gerekli
olduğunu vurguluyor.
6) Atatürk bilgili, marifetli, hür fikirli ve mücadeleci olarak
yetişmemizi, fen ve teknikte ilerlememizi istiyor:
197
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen Atatürk şunları
da söylüyor:
– Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor.
İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve zihniyet istiyor…
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için
hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde
kılavuz aramak dalgınlıktır, bilgisizliktir doğru yoldan sapmadır” diyen
Atatürk devam ediyor:
– Cumhuriyet ilmen, fikren, bedenen kuvvetli ve yüksek
seciyeli muhafızlar ister” diyen Atatürk devamla:
– Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz,
almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan
muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.”
Atatürk bu sözleriyle de gençlerin gideceği aydınlık yolu ve ulaşacağı
kutsal amacı göstermiş oluyor.
7) Atatürk Milli birlik ve beraberliğimizi korumamızı, bunu
bozmak ve bizi parçalamak isteyenlere karşı koymamızı istiyor.
Diyor ki:
– Bir yurdun en değerli varlığı yurttaşlar arasında birlik, iyi
geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet,
varlığını ve yurt bütünlüğünü korumak için, bütün yurttaşlarının
canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak,
bir milletin en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Biz esasen
milli varlığın temelini, milli şuurda ve milli birlikte görmekteyiz.” 12
Atatürk yukarıda ki görüşleri ile milli birlik ve
beraberliğimizi bozmak ve ülke bütünlüğümüzü parçalamak niyetinde
olan bölücülere karşı her an hazır ve uyanık bulunmamızı ve de
tedbirli olmamızı istiyor, Milli birlik ve ülke bütünlüğümüzü korumak
için, gerektiğinde canımızı, malımızı ve her şeyimizi feda etmeye hazır
olmamızı öğütlüyor. Milli varlığımızın devamını Milli şuur ve milli
birlikte görüyor.
8) Milletimize düşmanlık gösterenlere, milli birlik ve
beraberliğimizi sarsmak isteyenlere karşı da Atatürk’ün cevabı
sert olmaktadır.
– Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım.
Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi “TÜRKÜM VE
12
a. g. e. s 307
198
Rasim PEHLİVANOĞLU
DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA TEK KİŞİ”
diyelim diyor. Bir başka
konuşmasında da ilâve ediyor.
– Düşmana merhamet âcizlik ve zaaftır. Bu, insaniyet
göstermek değil, insanlık özelliklerimizin yok olmasını ilân eder.” 13
Yukarda ki sözleriyle de Atatürk, milli varlığımıza düşman
olanlarla dost olmamamız gereğini vurguluyor ve düşmana merhamet
etmenin insaniyet değil acizlik olduğunu ifade etmiş oluyor.
9) Atatürk, ölümünden iki yıl önce Cevat Abbas’a şunları
yazdırıyor.
– Türk çocukları; yürüdünüz, yürüyorsunuz, yürüyünüz!.
Yaptığımız hamleler sizi yüksek ülküye ulaştırmak üzeredir.
Durmayın, yürüyün…
Türk çocukları! Son sözümün son kelimesine dikkat!...
Gurur, azamet, sende zaten vardır. Bunu gösterme! Onu
kendi yüksek enerjinin harimine sakla! Gerekirse büyük
tevazuunu göster. Fakat gene gerektikçe göster ezici yumruğunu!
İşte bu vasıflarınla ispat edebilirsin ne olduğunu!... 14
Burada verilen mesaj açıktır. Atatürk’ün öğüdüne göre.
gerekli olunca da bölücülere, fesat ocaklarına, teröristlere ve terör
kışkırtıcılarına ezici yumruğumuzu indireceğiz.
10) Atatürk Türk gençliğinden yorulsalar
dinlenmeden kendisinin takip edilmesini istiyor:
dahi,
– Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat
arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbet de
yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil,
yorulduğun zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz
dakikada dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan,
her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu
yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet yorulanları
dinlendirmeden yürütür.”
– Yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip
edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve
13
14
a. g. e. s 309
a. g. e. s 314
199
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
asla yorulmazlar. Türk gençliği, gayemize bizim yüksek idealimize
durmadan, yorulmadan yürüyecektir.(1937) 15
11) Atatürk, millete hizmet yolunda yürürken önümüze
çıkarılan engellere hep birlikte karşı koymamızı istiyor. Şöyle
söylüyor:
– Sayın gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Hayatta iki şey
vardır: galip olmak veya mağlup olmak… Türk gençliğine terk edip
bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır…
Milleti yükselme noktasına götürmek için önümüze dikilecek
engellere hep birlikte mani olacağız. Bunun için beyinlerimize,
irfanlarımıza, bilgilerimize, gerekirse, bileklerimize, pazılarımıza,
bacaklarımıza müracaat edeceğiz. Fakat neticede mutlaka ve mutlaka
gayemize varacağız….” diyen Atatürk bu sözleriyle de, haklı
davamızda galip gelmek için bütün imkanlarımızı ve her çeşit
gücümüzü kullanarak mutlaka gayemize ulaşmamız gereğini
vurguluyor…
12) Atatürk Türk gençliğinden, Türk İstikbal ve
Cumhuriyetimizin koruyucusu olmasını istiyor, şöyle sesleniyor:
– Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz
kurduk. Onu yaşatacak ve yükseltecek sizsiniz” direktifini veriyor.
Gençliğe yaptığı ünlü hitabında ise:
–… Türk İstiklal ve Cumhuriyetinin ilelebet müdafaa ve
muhafaza etmek birinci vazifendir” diyen Atatürk:
– Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda
mevcuttur!” diyerek de, Türk gençliğinin gücünü nereden aldığını
belirtmiş oluyor.
Evet, damarlarımızda ki asil kan kaynıyor. Gençliğimiz
aldığı emaneti koruyor ve kolluyor. Milletçe hep birlikte
koruyacağız ve kollayacağız. Teröristlere de sırası geldikçe, hak
ettikleri darbeyi vuruyoruz ve de vuracağız.
15
a. g. e. s. 297-298
200
Rasim PEHLİVANOĞLU
19- Sanatkârı Koruyan
Sanatsever Atatürk
Önce sözlük tanımları üzerinde duralım:
SANAT: bir duygunun, bir hayalin, bir güzelliğin
anlatılmasında kullanılan yol ve usullerin tamamı.( resim, müzik,
edebiyat, mimari eserler vb.) Bunlar güzel sanatlar bölümüne girer.
Bir başka tanımla sanat: maddi ihtiyaçları karşılamak
maksadıyla yapılan ustalık ve el mahareti gerektiren işler. Buna zanaat
da denir.
Kısa bir tanımla
marifettir.(beceridir)
sanat:
ustalık,
hüner,
bilgi
ve
Sanatçı, bir sanatla (zanaatla) uğraşan, bu yolla geçimini
sağlayan kimsedir. Veya güzel sanatların herhangi bir dalında eser
veren sanatkar, ya da müzik eseri icra eden-okuyan kimseler, tiyatro,
sinema oyuncularıdır.
Sanatkar, ustalık, el mahareti gerektiren işlerde veya güzel
sanatların birinde sanat eseri ortaya koyan ve bu yolda eser meydana
getiren usta kişilerdir.
Sanatın Önemi ve En Şereflisi
Yukarıdaki sözlük tanımlarından sonra, Atatürk’ün çok önem
verdiği sanat ve sanatkar hakkında ki görüşlerine değinelim.
Atatürk, 16Mart
konuşmasında diyor ki:
1923’de
Adana
esnafı
ile
yaptığı
–… Bir milleti yaşatmak için bir takım temeller lâzımdır.
Bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet
sanattan ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata sahip olamaz. Böyle
bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse
gibidir. Hattâ kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kafi değildir.
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş
olur.”1
Bu sözleriyle sanatın anlamını belirten Atatürk, halkımızın
geçmişte ve Milli Mücadele yıllarında geçim kaynağı olarak uğraştığı
1
Mehmet Evsile Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi – A..A.Mmerkezi Ank. 1999 s 99
201
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
el sanatları hakkındaki görüşlerini de “Konya Askeri Nalbant
Okulunda” yaptığı konuşmasında şöyle belirtiyor:
– Sanatın en basiti, en şereflisi olan kunduracı, terzi,
marangoz, saraç, demirci, nalbant, sosyal hayatınızda askeri
hayatınızda hürmet ve haysiyet mevkiine lâyık olan
sanatkarlardır.” 2
Atatürk göre, sanatın en şereflisi olarak görülen yukarıda adı
geçen sanatlar, Türk milletinin ezeli sanatlarıdır. Milletimiz bunlar
ve benzeri maharetli sanatlarıyla dünyada ün salmıştır. Özellikle
Anadolu’da, demirden döverek yaptığı eşi bulunmaz silâhlarıyla,
süngüleriyle ve döktürdüğü toplarıyla Avrupa kapılarına dayanmış,
düşmanca davranan bütün milletleri ve devletleri dize getirmiştir.
Sanatta ve Sanayide Tarihi Gelişme
Atatürk 1923’de:
– Biz Türkler, yüzyıllar öncesine kadar her şeyi kendi
çekicimizle, kendi örsümüz üzerinden meydana getirir, kendi
çarşımızda kendi elimizle satardık. İşte bunun için büyük bir
millettik “ diyor ve 1938 yılında da şöyle söylüyor:
– Halkımızın estetik yeteneklerini aksettiren ve günlük
gereksinimlerimizin büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük
sanatlarının, Cumhuriyet rejiminde lâyık olduğu düzeye
yükselmesi gerekir. Bunun için özendirmeler yapılmasını öğütlemeye
değer bulurum.” 3 Sözleriyle, küçük el ve ev sanatlarının geliştirilmesini
teşvik ve temenni etmiş oluyordu.
Atatürk’ün, sanatların en şereflisi diye tanımladığı yukarıda adı
gecen el ve ev sanatlarımıza; çeşitli tezgâhlarda dokunan halıcılık,
kumaşçılık, tekstil işleri ile; daha çok köylülerimizin kullandığı saban,
pulluk, düven, kağnı, araba, palancılık, semercilik, örgücülük,
çanakçılık..gibi el ve ev sanatlarımızı da ekleyebiliriz.
Bu sanatların bir kısmı artık ihtiyaç duyulmadığı için zamanla
kendiliğinden yok olmuş, bir kısmı yerinde saymış, diğer bir kısmı ise
yeni şartların getirdiği şekilde gelişerek büyük atölyelerin ve büyük
fabrikaların kurulmasına neden olmuştur. Özellikle mobilyacılık
normalin üzerinde gelişmektedir. Dünyada, yeni teknik ve
2
3
a. g. e. s99
Utkan Kocatürk A.F.D. s 389-390
202
Rasim PEHLİVANOĞLU
elektroniğin gerektirdiği yeni sanatlar ve yeni sanatkârlar meydana
çıkmıştır.
Şehirlerimizde yeni sanayi bölgeleri kurulmuş, ihtiyaca cevap
verecek yeni sanatlar doğmuş ve yeni sanatkarlar yetişmiştir. Yeni
sanatların gerektirdiği tamirci sanatkarlar ve büyük tamirhaneler
açılmıştır. Açılan yeni atölyeler ve kurulan büyük fabrikalarda
üretim artırılmış, duyulan ihtiyaçlar daha kolay, daha çabuk ve
uygun fiatlarla ve de kaliteli olarak karşılanır olmuştur. İhtiyaç
fazlası olan sanayi ürünlerini dış ülkelere de ihraç eder duruma
gelinmiştir. Sanayi ürünleri ihracatından her geçen yıl beklenilenin
üzerinde gelir sağlanmaya başlanmıştır.
Sadece Sahne Sanatkârlarının Görülmesi
Önemle belirtelim: Açılan bunca işyerlerinde ve fabrikalarda
üretilenler birer sanat eseridir ve buralarda çalışan uzman kişiler hepsi
birer sanatkardır. Ama bunların hiçbirisinden söz edilmeden ve
neredeyse hepsi göz ardı edilerek, sanatkâr olarak sadece sahneye
çıkanlar veya televizyon ekranlarında boy gösterenler, birçoğu yarı
çıplak hanımefendiler, reklam edilircesine tanıtılmaktadır.
Böylelerinin başından geçen ufak bir olay büyütülerek koca sorun
yapılmakta veya övgü sebebi sayılmaktadır.
Ardı arkası kesilmeyen ve milli kültürümüzle bağdaşmayan
aşk hikayeleri, skandallar, kısa süreli evlilik haberleri gazete
sütunlarına ve magazin dergilerinin baş köselerine oturmaktadır.
Bazı özel televizyonlarda bu gibilerin aşk hikayelerine, ballandıra
ballandıra yer verilmektedir v.b…
Sanatı koruyan sanatsever Atatürk’ün istediği sanatkârlık
bu muydu?...
– Sanat güzelliğin ifadesidir” diye tanımladığı güzel sanatlara
olan ilgisini ve sevgisini devam ettiren Atatürk’e göre:
– Bu ifade sözle olursa şiir, edebiyat; ezgi ile olursa musiki,
resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile
olursa mimarlık” diyerek güzel sanatların tanıtımına devam etmiştir:
– Bu yüksek değer, yüksek incelik, yüksek beceri, ince
yetenek, işte bunların hepsini yapabilmek sanatkârlığın birleşmiş
ifadesidir. Bu sorun üzerinde bizim de çocuklarımızın da esaslı
olarak durmamız gerekir”4 sözleriyle görüşünü belirtmiştir.
4
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri s 263
203
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Görülüyor ki Atatürk’e göre sanat güzelliktir, güzel
duygudur, inceliktir, beceridir, yüksek değerdir ve ince
yetenektir…O halde, bir sanat eserini seyrederken veya bir sanatkarın
müziğini, bir şairin şiirini, bir edebiyatçının konuşmasını dinlerken bu
güzel duyguları içimizde duyabilmeliyiz.
Dinlediğimiz veya seyrettiğimiz sanat eserlerinde özlediğimiz
güzel duyguları duyamıyorsak, zevk alamıyorsak, hoşlanmak yerine
hattâ manen rahatsız oluyorsak, bu seyrettiğimiz ve dinlediğimiz şey
gerçek sanat eseri olamaz…
Bugün radyonun, televizyonun, bilgisayarın, internetin veya
başka iletişim araçlarının yer aldığı dünyamızda, sanatçı denilerek
karşımıza o kadar çok şeyler çıkarılıyor ki; bunların birçoğundan huzur
duymak, zevk almak, güzel duygular edinmek, eğitilmek ve iyiliklere
doğru yönlenmek değil, bunun tam aksi oluyor, menfi yönde
gelişiyoruz. O kadar ki, her geçen gün milli benliğimizden biraz
daha kopuyor, milli kültürümüze biraz daha yabancılaşıyoruz.
Hele çocuklarımız… Evde anne baba öğütlerinin veya okulda
öğrendiklerinin aksine, seyrettikleri ve dinledikleri şeylerden menfi
yönde etkileniyorlar. Okul programlarının ve de Türk Milli Eğitimimin
genel amaçlarının aksi yönde gelişiyor ve özlediğimiz ideal gençler
olarak yetişmekten alıkonuluyorlar.
Sanatçı adına sığınarak, açık saçık giyimlerle Tv
ekranlarına çıkartılan çıplak omuzlu, belden yukarısı açık giysiler,
açık göbekler, tahrik edici göğüsleriyle, sanatkar hanımefendilerle,
beyefendiliğe yakışmayan argo lisanlar, kaba davranışlar ve daha başka
bilmem hangi edep dışı sahnelerde görülenler, seyreden halkımıza ve
özellikle henüz hayatın çirkin yönlerini öğrenmemiş olan
çocuklarımıza, gençlerimize kötü örnekler gösteriliyor.
Sanat ve sanatkâr sevgisi olan, sanatkarı koruyan Atatürk
böylemi istemişti.
Atatürk hiçbir zaman milli ve manevi değerlerimizden
kopmamış,milli kültürümüze daima sahip çıkmıştır. Atatürk, batının
ilmini, tekniğini, medeniyetini almamızı çok istemiş; ama hiçbir
zaman milli kültürümüze, milli ahlâkımıza ters düşen şeyleri
tavsiye etmemiştir. Aksine, daha öncede belirtildiği gibi:
– Milli Kültümüzün her çığırda açılarak yükselmesini,
Türkiye Cumhuriyetinin temel direği sayacağız” demiştir ve devam
etmiştir:
204
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bir milletin mutluluk saydığı şey diğer bir millet için
felâket olabilir… Her milletin kendine has gelenekleri vardır.
Hiçbir Milet diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü, böyle
bir millet ne taklit ettiği milletin aynısı olabilir ne de kendi milliyeti
içinde kalabilir” diyerek, milli kültürümüzde batının taklitçisi
olmamızı kati olarak reddetmiştir. Başka bir konuşmasında:
– Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak biz evvela
kendimize, kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti
gösterelim… Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka
milletlerin şikârı(avı )olur” diyerek de milli benliğimize ve milli
kültürümüze sahip çıkmamızı ısrarla vurgulamıştır.
Sanatta ve Sanatkârlıkta Millilik
Özellikle milli konularda önder aldığımız Atatürk’ün görüş ve
duyuşlarına da ters düşen bu derece açık saçık giyimlerle ekranlarda
boy göstermeler ve milli kültürümüzle bağdaşmayan tavırlar ve
sözlerden kaçınarak sanat faaliyetlerimizi sürdürürsek, Atatürk’ün
özlediği kimseler olabiliriz.
Atatürk’ün ölüm yıl dönümlerinde ve başka anma
günlerinde yapılan kapalı salon toplantılarında sahneye çıkarılan
öğrenci gruplarının terennüm ettikleri, Atatürk’ün sevdiği şarkı,
türkü veya marşları dinlerken milli duygu ve heyecanlarımız
coşuyor ve göğsümüz kabarıyor. Mutlu oluyor ve manen haz
duyuyoruz. Huşu içinde, haz duyarak ve sevinç gözyaşlarımızı
tutamayarak yapılan programları zevkle izliyoruz …
İşte bu gerçek bile Atatürk’ün milli değerlerimize, milli
musikimize olan sevgi saygı ve heyecanını belirtmeye yeterlidir.
Kendisinden örnek almamız gereğine inanıyorum.
Atatürk, her vesile ile sanatçıyı ve sanat eserlerini takdir etmiş
ve teşvik etmiştir. Atatürk’ün bu davranışlarını nutuklarından, sanat ve
sanatçılar hakkında her fırsatta söylediği teşvik edici, ve uyarıcı,
destekleyici güzel sözlerden de anlıyoruz. Bu güzel sözlerden
birkaçını aşağıya almayı mutlu bir görev biliyorum.
– Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından birisi
kopmuş demektir.”
– Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hattâ
Cumhurreisi olabilirsiniz fakat sanatkar olamazsınız”
205
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu
sevelim.”
çocukları
– Türk Milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek
ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin güzel sanatlar
sevgisini mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek
inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür”
– Bir millet sanat ve sanatkârdan mahrum ise, tam bir
hayata malik olamaz.”
– İnsanlar mütekâmil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir
millet ki resim yapamaz, bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri
yapamaz. İtiraf etmelidir ki, O milletin ilerleme yolunda yeri
yoktur.”
– Fikirler ve devrimler sanatla yayılır.”
206
Rasim PEHLİVANOĞLU
20- Milletimizin Fedakâr Kadınları ve
Kadın Haklarının Koruyucusu Atatürk
Halkımız arasında “Kadın evin direği” derler (hem de orta
direk). Orta direk yıkılırsa ev çöker. Evin direği olan kadın yıkılırsa ve
gecikmeden yeri doldurulmazsa o aile de çökmeye mahkum olur.
Bunun bilincinde olarak, kadınlarımızın yıkılmaması için önceden
hazırlıklı olmalı; bilgili, görgülü, sağlıklı ve eğitimli bir hayat
sürmelerine özen göstermelidir. Öyle ufak tefek darbelerle
yıkılamayacak dirençte yetişmelerini sağlamanın milli görevimiz
olduğunun bilincinde olmalıyız.
Atatürk’e Göre Kadın
Atatürk’ün söylediği gibi:
– Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk eğitim verilen yerin
ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi lâyıkıyla (daha iyi)
anlaşılır.” O halde, kadınlarımızın öncelikle iyi bir anne olarak
yetişmeleri veya yetiştirilmeleri gerekli olmaktadır.
Milletimizin devletler tarihinde,Türk kadınının birinci görevi
analıktır. Analık ilkesi, aile ve toplum geleneğinin özünü teşkil
eder… Orta Asya Türk Devletlerinde İslâm-Türk bütünleşmesi
öncesinde bu gelenek yaşamış, boy beyleri ve Hakanlar, “Hatun da der
ki…” İlkesini devlet içinde yaşatmışlardır. Orta Asya Türklerinde
Hakan, hatunuyla (eşiyle) de görüşerek ülkeyi yönetirdi. O devir
Türklerinde kadınların da görüşleri alınır, sözleri dinlenirdi. Bu ilkeler
yazıtlarda, belgelerde günümüze kadar intikal etmiştir.
Kadın Osmanlı toplum düzeni içinde özellikle son dönemlerde
yerini kaybetmiş ve gitgide artan bir şekilde horlanmaya başlanmıştı.
Oysa ki, Osmanlı İmparatorluğunun kurulduğu dönemlerde böyle bir
anlayış yoktu. 1
Mustafa Kemal, kendisini ilk gençlik dönemlerinden beri
tedirgin eden bu haksız durumu, daha Cumhuriyetin ilânından önce
gündeme almış ve 14 Ocak 1923 yılında çıktığı Batı Anadolu gezisi
sırasında İzmir’de halka kadın konusundaki düşüncelerini
açıklamıştır:
– Bir toplum, cinslerinden yalnız birinin, yüzyılımızın
getirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış
1
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 184-185
207
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
olur… Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi
kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur…Bir toplumun bir
uzvu çalışırken öteki uzvu çalışmazsa o toplum felce uğramış demektir.
– Bizim toplumumuz için, ilim ve fen lüzumlu ise, bunları
aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri
gerekir.” 2diyordu.
Türk Kadını Nasıl Olmalıdır
Atatürk’ün Türk kadını hakkında ki temennili ve övgülü
sözlerinden bir kaçını aşağıya alalım.
– Burada birkaç noktada sayabileceğimiz, kadınlarımızın
erdemlerinin en büyüğü ve en önemelisi değerli evlâtlar
yetiştirmeleriydi. Gerçekten Türk Milletinin bütün dünyada, yalnız
Asya’da değil Avrupa’da dahi büyük ezici kudret göstermiş olması, çok
parlak hareketler yapmış bulunması, hep öyle değerli anaların, erdemli
evlâtlar yetiştirmesi ve daha beşikteyken çocuklarının ruhuna mertlik
ve erdem aşılaması sayesinde idi.” diyen Atatürk devam ediyor:
– Bu millet esas eğitimini aileden almaktadır. Türk Milleti
öyle analara sahiptir ki her dönemin büyük adamlarını bu analar
yetiştirmiştir. Türk kadını daha yüksek kuşaklar yetiştirmeye
yeteneklidir.” 3
– Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk
analık egemenliğini ve etkisini kuran kadındır.” Diyen Atatürk:
– Düşmanlarımız bizi dinin etkisinde kalmış olmakla
suçluyorlar. Duraklama ve çökmemizi buna bağlıyorlar. Bu hatadır!...
Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını
istememiştir… İslâm ve Türk tarihi incelenince görülür ki, bugün
kendimizi bu türlü sınırlamalarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur.
Türk sosyal hayatında kadınlar bilim ve bilgi yönünden ve diğer
hususlarda, erkeklerinden asla geri kalmamışlardır.” Görüşünü
savunuyor ve diyor ki:
– Ben, saygı değer hanımlarımızın Avrupa hanımlarının
aşağısında kalmayacak, tersine pek yönlerden onların üstüne
çıkacak bilgi ve kültürle donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve
buna kesinlikle inananlardanım.” 4
2
a. g. e. s. 185
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2 basım s 227
4
a. g. e. s. 228
3
208
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Özlediği Türk kadını
Atatürk, özlediği Türk Kadınını şöyle anlatıyor:
– Dünyanın en aydın, en erdemli (faziletli-liyakatli) ve en ağır
kadını olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türklük zihniyetiyle,
becerisiyle, azmiyle korumaya ve kollamaya yeterli nesiller
yetiştirmektir. Milletin kaynağı, toplum hayatının esası olan kadın,
ancak erdemli olursa vazifesini yerine getirebilir. Her halde kadın çok
yüksek olmalıdır.” 5 diyen Atatürk devam ediyor:
– Kadınlarımızın genel görevlerde üzerlerine düşen hisselerden
başka kendileri için en önemli ve en faziletli vazifeleri de iyi anne
olmaktır. Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla
yürüdükçe hayatını, asrın(yüzyılın) bugünkü gereklerine göre evlât
yetiştirmenin zorluğunu biliyoruz. Anaların bugünkü evlâtlarına
vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün
anaları için gerekli olan özellikleri taşıyan evlât yetiştirmek,
evlâtlarını bugünkü hayat için çalışan bir organ haline koymak,
pek çok yüksek nitelikleri taşımayı gerektirir. Bundan dolayı
kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli,
daha fazla bilgili olmaya mecburdur. Eğer hakikatten milletin
anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.” 6 diyerek, gelecek neslin
yetişmesinde Türk Kadınının görevini belirtmiş oluyor.
Başka bir konuşmasında:
– Türk tarihi araştırılırsa görülür ki, bugün kendimizi bin
türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk toplum
hayatında kadınlar ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden
katiyen geri kalmamışlardır.” 7
Bilinmelidir ki, her sahada olduğu gibi toplum hayatında dahi
görev bölümü vardır. Bu genel görev bölümü arasında kadınlar
kendilerine ait olan grevleri yapacakları gibi, aynı zamanda toplumun
refahı, saadeti için gerekli olan genel konulara da dahil olacaklardır. Bu
konuda Atatürk diyor ki:
– Uzun zamandan beri, kadınlarımız erkeklerle baş başa
mücadele hayatında, ziraat hayatında, ailenin geçimini sağlamada,
erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler. Belki
erkeklerimiz memleketi istila eden düşmanlara karşı süngüleri ile
düşmanın süngülerine göğüs germekle, düşman karşısında
5
Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular Endeksi Ank./ 1999 s 59
a. g. e. s 61
7
a. g. e. s 60
6
209
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
varlıklarını ispat ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun
hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmişlerdir… Çift süren, tarlayı
eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara
getirerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren,
bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki
yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip cephenin mühimmatını
taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadınları
olmuştur. Bundan dolayı hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu
kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen
yüceleştirelim ve
8
kutsayalım(kutlayalım) ”
Kadınların Milli Mücadeleye Olan Katkıları
Atatürk T.B.M.M’nin 4. dönemini açarken:
– Oğullarını ve kocalarını cephenin ateş hattına gönderen ihtiyar
babalar ve analarla, genç kadınlar, kağnı ve öküzden ibaret bir
mukaddes varlık olan hayat vasıtalarının başına geçerek orduyu takip
etmişler ve malzemelerinin ilkelliğine rağmen ruhlarındaki gayret ve
fedakârlık hisleri ile düşmanın binlerce otomobilden oluşan muazzam
bir nakliye sistemi teşkil eden ilmi vasıtalarıyla rekabet eylemişlerdir.”
diyen Atatürk, Konya kadınlarıyla konuşmasında:
– Muhterem hanımlarımızın askeri hareketlerde, milli
mücadelenin başarıya ulaşmasında gösterdikleri gayret ve yardım
orduya yapılan hizmetlerin kıymetlilerinden birini teşkil
etmektedir. Ordunun başkumandanı sıfatıyla tamamına
teşekkürlerimi takdim ederim.” 9
Atatürk, Milli Mücadele kadınını anlatmaya devam ediyor:
– Milli Mücadele sırasında ki Türk kadını, vatanı uğrunda
hayatını
hiçe
sayarak
yaptığı
fedakârlıklarla
savaşın
kazanılmasında en büyük etken olmuştur. Cumhuriyetin temelinde
Türk kadınının tarife, hesaba sığmaz emeği hattâ kanı, canı
yatmaktadır.”
– Milli Mücadele, sırasında vatan uğrunda ölmekten
çekinmeyen Türk kadınları, kadın haklarının çoğundan
yoksundular; fakat vatan sevgisinden, millet sevgisinden, istiklâl
aşkından, şeref ve haysiyet duygusundan yoksun değillerdi. Bu yüce
değerlerle dopdolu idiler.. Ve zaferle biten Milli Mücadelenin temeline
harç olarak canlarının katmışlardır.”
8
9
a. g. e. s. 60
a.g. e. s 60
210
Rasim PEHLİVANOĞLU
Mustafa Kemal, savaş alanlarında yakından tanıdığı Türk
kadınına, ana sütü kadar helal bütün haklarını vermekle ona karşı Türk
Milletinin şükran borcunu ödemiştir.
– İşte dünkü Türk kadınından bugünkü Türk kadınına
aktarılan en büyük miras: sınırsız bir vatan sevgisi ve bu uğurda
ölüm dahil her türlü fedakârlığa katlanmak” 10
Atatürk diyor ki:
– Türk Milletinin eski kadınları: Etilerde, İskitlerde,
amazonlarda olduğu gibi… Türk ulusunun yüksek varlığına hangi
taraftan olursa olsun ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları,
Türk erkeklerinin bulunduğu her yerde hazır ve faal olacaklardır.”
diyen Atatürk, Anadolu kadınlarını şöyle övüyor:
– Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü
kadınından daha fazla çalışan bir kadından bahsetmenin imkanı
yoktur. ve dünyada hiçbir milletin kadını: “Ben Anadolu
kadınından daha fazla çalıştım; milletimi kurtuluşa ve zafere
götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim diyemez.” 11
Atatürk’ün bu derece övgüsüne nail olan Anadolu kadınları,
bugün ne yazık ki, büyük şehirlerimizde yaşayan sosyetik çevrelerin bir
kısım hanımefendileri veya sonradan görme zenginlerin kendini
beğenmiş hanımları tarafından halâ aşağılanmakta ve küçük
görülmektedirler. Onların çalışmalarıyla yetiştirilen ürünlerle
beslenen, fakat bunun değerini taktir etmekten çok uzak olan bu
kendini beğenmiş hanımefendiler; Atatürk’ün ifadesiyle:
Milletimizin efendisi olan Türk köylüsünün ve onların temiz kalpli,
alçak gönüllü, cömert ruhlu, iyilik sever hanımlarının değerini
anlayamazlar.
Gösterişe, kılık kıyafete bakarak hüküm veren bu sonradan
görme varlıklı ailelerin kadınları, Türk köylüsünün iyilik yapmak için
çırpınan insaniyetli köylü kadınlarının veya her nedense fakir düşmüş
olup, milli ve manevi değerlerimizden kopmamış vatansever
hanımlarımızın manevi yüceliklerine erişmekten çok uzak
kalmaktadırlar…
Gösterişten uzak fakat insanlık değerleri yüksek olan ve
Türk Milletinin asaletini temsil eden şehirde veya köyde yaşayan
10
11
Osman Bircan Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 185
Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Yayınlar İst/1988 s 333
211
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yüce ruhlu hanımefendilerimize, hak ettikleri değeri vermek
milletçe hepimizin ve yöneticilerimizin başta gelen görevi olmalıdır.
Konuşmasına, kılık kıyafetine veya başörtüsüne bakarak,
hanımlarımızı aşağılayıcı davranışlarda bulunmak millet severliğimizle
bağdaşamaz. Bu tarz tavırlar, Milli Mücadelemize katılarak,
kağnısıyla mermi taşıyan, ölen öküzünün yerine kendisini koşarak
savaşanlara cephane yetiştiren Kara Fatma’ların, Elif’çiklerin
veya başka fedakârlıklarda bulunan asil ruhlu Türk kadınlarının
mezarlarında ruhlarını sızlatırlar!...
Kadınlara Tanınan Haklar
Siyasi ve sosyal hakların kadınlar tarafından kullanılmasının
insanlığın mutluluğu ve yükselen değeri açısından çok gerekli
olduğuna inanan Atatürk: Türk kadınına toplumsal ve siyasal
hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe
altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihte aramak
gerekecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini yetkili bir şekilde
doldurmuş, iş hayatının her safhasında başarılar göstermiştir.
Siyasi hayatta, belediye seçimlerinde 13 Nisan 1930 ‘da
deneyim kazanan Türk kadını bu kez de 1934 ‘te milletvekili seçmek
ve seçilmek suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiştir. Türk
kadını 1970 de kurulan Hükümette bakan olmuş ve 1993 yılında
başbakan olmuştur. Son yıllarda, kadın işlerinden sorumlu devlet
bakanlığı da kurulmuş ve Bakanlığına bir kadın milletvekili
seçilmiştir. M.E. Bakanlığı yapan kadınımız da olmuştur.
Uygar ülkelerin bir çoğun da, kadınlardan esirgenen bu hak
bugün Türk kadının elindedir ve onu yetkiyle ve başarılı bir şekilde
kullanmaktadır. Atatürk diyor ki:
– Siyasal ve toplumsal hakların kadınlar tarafından
kullanılması, insanlığın mutluluğu ve prestiji açısından bir
zorunluluktur.”
İslâm ülkelerinde kadınlara siyasi hakların tanınmadığı, hattâ
İsviçre dahil, birçok Avrupa ülkesinde dahi kadınların oy
kullanamadığı bir dönemde, Türk Milletinin böyle bir adımı atabilmiş
olmasının önemi elbette büyüktür.
Kadın ve erkek eşitliğini, milletler arası hukuk kuralı haline
getiren İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri
henüz ortada yokken, bundan yarım yüzyıl önce, Atatürk’ün Türk
kadınına, Ülkesinin yönetimine katılma hakkı tanımasının değeri daha
212
Rasim PEHLİVANOĞLU
iyi anlaşılmaktadır. Türk kadınını, hayata ve dünyaya açık ve temiz
yüzü ile bakmasını bir zorunluluk olarak kabul eden Mustafa Kemal,
27 Ağustos 1925 günü İstanbul’da konuşurken sözü kadınlara getirir.
Yolda tarlada gördüğü kadınları anlatır:
– Gezilerim sırasında köylerde değil, bilhassa kasaba ve
şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun
bir itinayla kapatmakta olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu
biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok iffetli ve dikkatli
olduğumuzun gereğidir. Fakat saygı değer arkadaşlar,
kadınlarımız da bizim gibi anlayışlı düşünceli insanlar. Onlara
ahlâkla ilgili kutsal kavramları aşılamak, milli ahlâkımızı anlamak,
anlatmak ve onların beynini ışıkla, temizlikle donatmak esası
üzerinde bulunduktan sonra, fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar
yüzlerini dünyaya göstersinler ve gözleriyle dünyayı dikkatle
görebilsinler. Bundan korkacak bir şey yoktur.” 12 diyor.
Ülkeyi dolaşan Atatürk, kadın hakları konusunda büyük
değişikliklere hazırlandıktan sonra, 17 Şubat 1926’da medeni kanun
kabul edilmiştir. 4Ekim 1926’da yürürlüğe giren kanunla, kadın
erkek arasındaki toplumsal ve ekonomik farklılıklar ortadan
kalkmış. Hukuken tam bir eşitlik sağlanmıştır.
Atatürk ve Aile
Bu konuyu daha çok, Utkan Kocatürk’ ün, Atatürkçülük
2.kitap 205-208 sayfalarında yer alan makalesinden faydalanarak
kendi üslubumla yazıyorum.
Aile kavramına büyük önem veren Atatürk:
“Sosyal hayatın kaynağı aile hayatıdır.”demiştir ve bu konuya
önemle eğilmiştir.
Kadını mal olarak kabul eden köhne zihniyet, Atatürk
Türkiye’sinde medeni kanunun kabulü ile tarihe karışmıştır. Resmi
nikâhla evlilik yapmanın önemi ve gerekli olduğu üzerinde Atatürk
ısrarla durmuş ve çevresindekilere mutlu bir evlilik yapmalarını daima
tavsiye etmiştir:
– Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir… Çoluk çocuk
sahibi olmalıdır….” diyen Atatürk kendisinin evliliği konusunda da:
– Bana bakmayınız. Bu meselede örnek İsmet Paşa’dır.
Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen
12
Osman Bircan Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 186–187
213
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki, bu iş benim yapacağım iş
değildir.” Diyerek mazeretini belirtmiş ve örnek alınacak kişiyi
göstermiştir.
Atatürk eşi ile yaşadığı müşterek hayat esnasında, daima örnek
alınacak davranışlarda bulunmuştur. Evlenmesini takip eden yurtiçi
seyahatlerini, çoğu kez eşiyle birlikte sürdürmüştür.
Evleneceği sıralarda:
– Ben sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum.
Vatanımızda yeni bir aile hayatını yaşatmak için önce kendim
örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?” demesi büyük
önem taşıyordu. 13
Atatürk, millet terbiyesinin kaynağını da aile eğitimine
bağlamaktadır. “Millet esas terbiyesini ailesinden almaktadır” diyen
Atatürk;’e göre:
– Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev
adımlarıyla yürüdükçe hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre
evlât yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü
evlâtlarına verecekleri terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir.
Bugünün anaları için, gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek,
evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek
çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple
kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli,
daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin
anası olmak istiyorlarsa bu böyle olmalıdır.”
Ailede Eşitlik – Ortaklık
Atatürk’ün anlattıklarına göre:
– Ailede karı koca müsavi hakka maliktir. Bir kere teşkil
edilmiş olan âilenin ölünceye kadar devamı ahlâk ve kanunun teyidi
altındadır. Devamı imkânsız olan veyahut bir şeref meselesi halini
alan vaziyetlerde nikâhın feshi de lüzumludur. Bunu mahkeme
takdir eder. Karı koca ancak mahkeme kararıyla ayrılırlar” diyen
Atatürk şöyle devam ediyor:
– Aile bir hayat arkadaşlığı olduğu kadar bir şeref
ortaklığıdır. Ailenin en mühim vazifesi çocukların terbiyesidir.
Kısmen cemiyete ait olan bu vazifede âilenin büyük hissesi vardır.
Çocuklarını cemiyet ve milleti için faydalı olacak bir aile terbiyesi ile
13
Atatürkçülük 2. kitap s 206
214
Rasim PEHLİVANOĞLU
büyüten ve onlara şerefli bir isim bırakan aile mes’ut ve bahtiyar
sayılır. Ana ve babalarının karşılıklı sevgi, hürmet ve samimi bağlılık
hislerine şahit olan çocuklar için, cemiyet terbiyesinin temeli kurulmuş
demektir” 14
Ailede ana baba ve aile fertlerinin görevlerini belirten
Atatürk bu konuda şu görüşlerini ifade etmiştir:
– Baba âilenin reisidir. Cemiyete karşı vazife esas olmakla
beraber, bir aile babası bu sıfatla bütün ömrünce karısının ve
çocuklarının saadeti ile yakından alakasını muhafaza eder. Aile ocağı
babanın her ıstırabını dinlendirecek bir neşe ve saadet kaynağı
olmalıdır. Büyük, küçük ailenin bütün üyeleri babaya hürmet ve
minnettarlık hisleri ile bağlanmalıdır. Buna karşı baba en sıkıntılı
zamanlarında karısından hürmet ve nüvazişini (okşamasını) ve
çocuklarından şefkatini esirgememek tahammülünü göstermelidir. Ana,
yuvanın reisidir. Âile azasından hepsi saadetini onun ince ve itinalı
alâkasına borçludurlar. Türkler “ana hakkı”nı büyük sayarlar. Bu
çok yerinde bir telakkidir. Çocuklar analarını sıcak bir hürmetle
kucaklamalıdırlar.” diyen Atatürk devamla: 15
– Baba, ana çocuklarını hayata hazırlamayı vazife bilirler.
Fakat hayata hazırlanmış çocuklar da ana, baba hakkını
fedakârlıkla çalışarak ödemelidir. Yoksa bu cağdan sonra, kendini
ailesine sıkıntı veren bir yük halinde bırakmamalıdır. Bir de,
çocukların hayatta muvaffakiyetleri yalnız kendi şahısları için değildir.
Çocuklar, yetiştikleri aile ocağının saadet, refah ve bilhassa şerefini
yükseltmeyi birinci ve yüksek insanlık borcu bilmelidir” demiştir.16
Unutulmamalıdır ki, Atatürk’ün aile hukukunda yaptığı ve
yapmak istediği her şey Türk toplumunu yükseltmeyi amaçlamış, Türk
erkeği kadar Türk kadınına da onur kazandırmıştır. Türk toplumu aile
hukukunda yapılan bu inkılâp sayesinde çağdaş bir görünüm kazanmış,
medeni insanlık âleminde daha saygın bir yer almıştır.
14
Atatürkçülük 2.Kitap s 207
a. g. e. s 208
16
a. g. e. s 208
15
215
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
21- Kadın Kıyafeti ve Atatürk
Örtünme (Tesettür)
Atatürk’ün sağlığında yapılan kıyafet inkılâpları arasında
özellikle kadın inkılâbı üzerinde ısrarla durulmuştur. Cumhuriyetten
önceki yıllarda kadınlarımız tamamen örtülü gezerdi. Bütün beden
ve kolların yanısıra, yüz, ağız, burun, saç, baş, hattâ peçe ile göz
olmak üzere bütün uzuvlarını dışa karşı kapalı bulundururlardı.
Buraları göstermek “namahrem” sayılırdı. En yakınları dışında,
namahremdir denilerek hiçbir kadın erkeğe gösterilemezdi. Annesi,
hattâ ebesi yaşında olanlar bile bundan kaçınırdı.
Düğünlerde giyinilen kara çarşafın, başörtüsünün üzerinde,
birde baştan aşağı sallanan siyah yüz örtüsü (peçe) bulunurdu. Böylece
kadın karanlıklar içerisinde havasız kalırdı. Kadın erkek arasında
daha başka kaç göz olayları ile kadınlar tam bir hapishane hayatı
yaşarlardı. Oysa, Kur’anı Kerimde yüz namahrem değildi. Ama
çevresindekilere göre yüzde namahrem diye yasak sayılırdı.
İşte, yaşanan böyle bir devirde, kadını karanlıktan
kurtararak aydınlığa çıkarmak gerekti ve şarttı. Atatürk taa
çocukluğundan beri bunu hayal ederdi. Şimdi hayalinin
gerçekleştirilmesi lâzımdı, bunun için yüz örtüsünü, peçeyi ve kara
çarşafı yasakladı. Tabii, din maskesi arkasına gizlenerek buna
şiddetli tepki gösterenler oldu. Oysa başörtüsü yasaklanmamıştı. Her
kadın başörtüsünü bağlamakta serbestti.
Kadınların örtünmesi (tesettür) konusu ile ilgili olarak,
Atatürk’ün birçok konuşmaları olmuştur. Önce, Atatürk’e göre
tesettür nedir ona bakalım.
Atatürk’e Göre Tesettür
(Örtünme Şekli) Nasıl Olmalıdır
Atatürk’ün, 21 Mart 1923 günü Konya kadınları ile yaptığı
konuşmadan birkaç paragrafı aşağıya almayı uygun görüyorum:
– Din icabı olan tesettür, kısaca ifade etmek lâzım gelirse,
denebilir ki, kadınlara ağırlık teşkil etmeyecek ve adaba aykırı
olmayacak basit bir şekilde olmalıdır. Tesettür şekli, kadını
hayatından, mevcudiyetinden ayırt edecek bir şekilde olmamalıdır…”1
Atatürk diyor ki:
1
Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Konular İndeksi s 104
216
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Memleketimizin bazı yerlerinde giyinme tarzımız,
kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın
giyinme tarzları ve tesettüründe iki şekil görünüyor. Ya ifrat ya
tefrit görülüyor. Yani, ya ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok
karanlık bir dış şekil gösteren bir kıyafet. Veyahut Avrupa’nın en
serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar
açık bir giyinme. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri
haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefrit’ den de bu ifrat’ dan da
uzak görür.” diyen Atatürk devam ediyor:
– O şekiller dinimizin gereği değil zıttıdır. Dinimizin tavsiye
ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız
şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar
kapanacaklar ne de o kadar açılacaklardı. Şer’i tesettür, kadınlar için
zorluk teşkil etmeyecek, kadınların sosyal hayatta, ekonomik
hayatta, çalışma hayatında ve ilim hayatında erkeklerle ortak
çalışmasına engel olmayacak basit bir şekildedir. Bu basit şekil
toplumumuzun ahlâk ve adabına aykırı değildir.” 2
Görülüyor ki: Atatürk, kadınlarımızın ifrat ve tefrite düşmeden
giyinebileceklerini ifade ediyor. Avrupa kadınlarını taklit etmenin
gerekmediğini de bilhassa vurguluyor.
Atatürk konuşmasına şöyle devam ediyor:
-Bizim tesettür meselesinde dikkate alacağımız şey, bir yandan
milletin ruhunu, diğer yandan hayatın gereklerini düşünmektir.
Tesettürdeki ifrat ve tefritten kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin
etmiş olacağız. Giyinme tarzımızda milletin ruhi ihtiyacını tatmin için
İslâm ve Türk hayatını başlangıçtan bugüne kadar gereğince araştırmak
ve etrafıyla açıklamamız lâzımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki
giyinme tarzımız ve kıyafetimiz onlardan başkadır. Lakin onlardan
daha iyidir diyemeyiz.
-Bizim kadın hayatımızda kadının giyinme tarzında yenilenme
yapmak meselesi söz konusu değildir. Milletimize bu hususta yeni
şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak
dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan, beğenilen
adetlere düzenli bir akıcılık vermek söz konusu olabilir. Biz başlı
başlına ferden her türlü şekli tatbik edebilir, kendi zevkimize, kendi
arzumuza, kendi terbiye ve kendi seviyemize göre istediğimiz
kıyafetimizi seçebiliriz. Ancak bütün milletin kabul edeceği şekilleri,
bütün milletin hayatında uygulama imkânı olan kıyafetleri
2
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri s 104
217
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
herhalde genel eğilimde aramak ve o şekillerin başarısını genel
eğilime uydurmakta görmek lâzımdır. Bazı milletlerin zevk
âlemlerini memleketimizde tatbike kalkmak tabiî ki hatadır. Bu yol
toplum hayatımızda feyiz ve fazilete ulaştırmaz. 3
Atatürk Tesettürün (örtünmenin) şekli konusunda Konya
kadınlarına yaptığı konuşmada şöyle söylüyor:
– Tesettür şekli konusunda açıklıkla, emniyetle yürüyebilmek,
dinin, eski milli geleneklerin, akıl ve mantığın, ahlâk ve faziletin
emrettiği tabii emir ve basit şekli kabul etmektir. Dinimizin tarif
ettiği şekilden istifade ve onu hayatımıza tatbik etmek, maksada
varmak için kâfidir. 4
Bir başka konuşmasında:
– Kıyafetlerinde aynen Avrupa kadının taklit edenler
düşünmelidirler ki, her milletin kendisine mahsus geleneği, kendine
göre milli özelliği vardır. Hiçbir millet diğer bir milletin
mukallidi(taklitçisi) olmamalıdır. Çünkü, böyle bir milleti ne taklit
ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir?
Bunun sonucu şüphesizdir ki hüsrandır…”Diyen Atatürk, kadınların
giyiminde milli gelenek ve üsluba dikkat edilmesi gereğine önem
verilmesini vurgulamıştır.
Kıyafet inkılâbından yılar sonra gördüğü acı görüntülerden
etkilenen ve üzülen Atatürk şöyle demiştir:
– Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya
bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü
gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya
yere oturarak yumulur. Bu davranışın mana ve anlamı nedir?
Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi
duruma girer mi? Bu durum milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır.
Derhal düzeltilmesi gerektirir.” 5
İşte, Cumhuriyet öncesi ve sonrasındaki ilk yıllarda
kadınlarımızın durumu bu idi. Büyük inkılâplar yapılan bir ülkede
böyle uygar dışı bir duruma göz yumulabilir miydi? Yumulmadı. Bir
kısmını zorlayarak da olsa, çoğunluğu güzellikle ve halka kabul
ettirerek inkılâplara devam edildi ve bugünlere gelindi. 1.Cihan savaşı
öncesinde, savaş sırasında ve savaşlar sonrasında, Türk toplumumun
3
a. g. e. s 104
a. g. e. 104-105
5
Utkan Kocatürk A.F.D. s 226
4
218
Rasim PEHLİVANOĞLU
kadına bakış açısını tanıtmak için, Falih Rıfkı Atay’ın ÇANKAYA
isimli kitabının 446–449. sayfalarında yer alan fıkralardan
birkaçını, o günler hakkında fikir vereceği görüşüyle aşağıya
alıyorum. Nereden nereye geldiğimizi görelim:
– 1908 Meşrutiyetinden sonra dahi meselâ kız
mekteplerinde edebiyat hocası harem ağasıydı. Batılı tefekkür
(düşünce) adamı, ”Bir milletin medeniyeti ölçmek istiyor musunuz
kadına nasıl muamele ettiğine bakınız” der.
– Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolü bilhassa Ermenilerde
idi. Orta oyununda kadın “Zenne”dir. Yani kadın rolünde yaşmaklı bir
erkek!
– Kaç göç hemen hemen umumidir. Evinin kadınlarını yakın
erkek ahbaplarıyla tanıştıran açılmış ailelerde bile, dile düşmemek için,
erkek misafirlerini selâmlıkta kabul etmek sorunda idiler.”
Hamdullah Suphi, Türk Ocaklarında Türk kadınını, piyano
konserleri veya konferans vermek için sahneye çıkardığı zaman, bu hal,
zamanın büyük hadiseleri arasında geçmişti
Bununla beraber harem artık, selâmlık duvarını zorluyordu.
Edebiyat kadın davasını tutuyordu. 1. dünya harbi gelince, bu da geri
kaldı. Hele bozgunlar üzerine Enver Paşa halk arasındaki
dedikoduları durdurmak için kadın tavizine girişti. Çarşafların
ayaklarının hangi noktasına kadar ineceğini tespit etmek üzere bir
komisyon bile kurulmuştu. Bir gün bir polis müdürü de, otellerden
birinde bir karı kocanın beraber oturduklarını duyunca, bizzat otele
giderek kadını sokağa atmıştı. 6
Çanakkale cephesinde dövüşen büyük rütbeli bir subayın anaları
Alman olan kızları bir gün Alman davetlileri ile buluşmuşlar. Enver
Paşa bunu duyunca, cephede harp eden babayı hemen emekliye
ayırmıştır. O aileden bir hanımla evli olan bir rüsumat (gümrük
vergisi) memurunun da vazifesine nihayet verdirmiştir.
Mütareke gazeteleri okununca, Osmanlı Saltanatının sanki
kadınlar yüzünden batmış olduğu zannedilir. Mondros’ da teslim
olmuşuz, kadına hücum… Düşman donamaları İstanbul limanına
demirlemişler, kadına hücum… Hazineden o ay maaş çıkmamış,
kadına hücum… Gazetelerin birçoğunda İstanbul Polis Müdürlüğü
kadın meselesi ile alâkalanmadığı için tenkit edilmektedir. 7
6
7
Falih Rıfkı Atay: Çankaya Pozitif yayınları İst./2004 s 446
a.g. e s.447
219
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Mustafa Kemal Türk Musikisini pek sever ve daima zevkle
dinlerdi. Atatürk Garp (alafranga) müziğini de beğenir ve
dinlenilmesini isterdi. Zira garp müziğinin kıvrak bir ahengi vardı,
bunu beğenirdi. Pek zevk almasa da, garp müziğini zaman zaman
kendisi de dinlerdi. Hatta bir ara, garp musikisini sevdirmek için bazı
şeyler de düşünmüştü…
Garp müziğini reddetmezdi ama kadın anlayışında pek
garplı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarını boyamasını
bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denebilir ki harem eğiliminde
idi. Bu onun hissi mizacı ve alışkanlığıdır. Kafasına göre, kadın hür
ve erkekle eşit olmalı idi. Batı medeniyeti dünyasının kadını ile Türk
kadını bütün aşağılık duygularından kurtarılmalı idi. Medeni kanunla,
Türk kadınına garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk,
kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk
kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül
edemezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı kendi koyduğu
kanunun sonuçları ile karşılaşmak lâzım gelince:
– Bize göre değil ha çocuklar…” derdi.
Devrimci ve ıslahatçı Mustafa Kemal bir beyin adamı idi.
Beyni, kendi kalbinin de bütün isyanlarını ezerdi. Bir gün bir Türk
armasına hangi timsaller konacağı tartışıldığı zaman eski Türk
kurdundan (bozkurttan) bahsedilmesi üzerine:
– Timsal… Timsal, insan zekâsıdır timsal! Diye haykırmıştı.
Zekâ, akıl ve müspet ilim. O’nun saygısı yalnız bunlara olmuştur. 8
Kerpiçten bir Rum Okulunu Hamdullah Suphi Türk
Ocağına çevirmişti. Mustafa Kemal ilk defa arkadaşlarını hanımları
ile oraya davet etti.
Halâ gözümün önündedir. Salonun bir tarafında kadınlar, bir
tarafında erkekler toplu olarak oturmuşlardı. Ayakta yalnız birkaç
uyanık hanım vardı. Kadınlar büfeye gidip bir şey yemek için bile
kımıldamıyorlardı. Hiç kimse kimseye ailece takdim edilmiyordu.
Kadınlar erkeklerin göz hapsindeydiler. Mustafa Kemal bize:
– Ayaktaki hanımlara itibar ediniz, ikram ediniz.
Oturanları kıskandıralım. Yavaş yavaş hepsi kalkar” diyordu.
Yavaş yavaş hepsi, fakat o akşam değil bir iki yıl içinde
yerinden kalktılar ve topluluğa karıştılar.
8
a. g. e. s 448
220
Rasim PEHLİVANOĞLU
Kadın hareketi büyük bir hızla gelişti. Mustafa Kemal ve İsmet
Paşa davetlerin kadınlı olmasına bilhassa dikkat ederlerdi.
Nihayet hareket medeni kanuna, kadınla erkek arasındaki her
türlü hukuk farklarının kaldırılmasına kadar gitti. Parola, ileride hiçbir
gerilemeye meydan vermeyecek kadar, kadına her meslekte yer
vermekti. Kadın milletvekili, belediye azası, hekim, avukat, her şey
olmalı idi. Üniversitede erkekle beraber okumalı idi. Seçimlerde rey
vermeliydi ve seçilmeliydi. Taassup (bir fikre körü körüne bağlanmak )
şaşırıp kalmalı idi.
Mustafa Kemal
büyük bir realisttir(gerçekçidir). Köy
kadınını zorlamamıştır. Devrimlerinde evrimciliğe (gelişmeciliğe)
bıraktığı tek şey belki de budur. Köyde çok evliliğe bile göz
yummuştur. Köy kadınının kurtuluşu, iktisat ve terbiye şartlarının
tamamlanmasına bağlı kalmıştır. “Tarlada çalışan kadın nihayet hür
olur. Nihayet bütün haklarını alabilir. Kadın davasında tehlike
harem dişiliğidir” diyordu. 9
Açılmada ileri gidiş– Başörtüsü Sorunu
Türkiye’de Başörtüsü Konusu ve Çözümü
Bugün, kadın kıyafetlerinde, bilhassa sosyetik çevrelerde ve
güya sanatkârlar arasında o kadar ileri gidildi ki, Atatürk’ün duyduğu
endişeler bir bir baş gösterdi. Bir kısım kadınlarımız açıldıkça açıldı.
Habire de açılmaya devam ediyor. Günden güne milli kültürümüzden
kopuyor, milli benliğimizi kaybediyoruz. Taklide yeltendiğimiz
Avrupalıya da benzemiyoruz. Parça bölük ortada kalmış, hangi yöne
gideceğimizi bilemiyor ve milli kültürümüzün yol göstericiliğinden
uzakta kalıyoruz. Bu böyle gidemez. Mutlaka milli kültürümüze
eğilmeli ve onu daha da geliştirerek milli benliğimize ters
düşmeden çağdaş kültürün de yol göstericiliğinde yürümeliyiz.
Yukarıya alınan sözlerden ve daha önce belirtilen Atatürk’ün
görüşlerinden anlaşıldığı üzere, Atatürk kadınlarımızın uygun
şekilde örtünmesine karşı olmadığı gibi, başını örten
kadınlarımızın da ilimden sanata ve her alanda erkeklerle birlikte
toplumsal hayata katılmasını istiyordu.
Hal böyleyken, dinimiz İslâmiyet’in esasından değil de
teferruatından olan bir başörtüsü meselesi ortaya çıkartarak ülkemizde
bir sorun haline getiriliyor: “Başını örtenler dindar, örtmeyenler dine
9
a. g. e. s 449
221
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
karşı veya örtünenler irticacı, örtünmeyenler ilerici” gibi gereksiz
yere - din maskesi altında- milletimizi ikiye bölmeye çalışanlar
oluyor. Maalesef, üst makamlardan da bunların destekçileri
bulunuyor…
Oysa, başörtüsü meselesi zorlamayla çözümlenecek bir konu
değildir. Bu bir gelişme meselesidir. Zamanla her şey aklın
rehberliğinde gidilerek doğru yol bulunacak ve amaca ulaşılacaktır.
Ama böylesine karşılıklı ithamlar devam ederse yapıcılıktan uzak
yıkıcılığa gidilecektir.
Üstelik, sanatçı unvanıyla açık saçık sahneye çıkanlar,
açılan göbekler, tahrik edici göğüsler, sık sık değiştirilen sevgililer,
evlenip evlenip boşanmalar ve yeniden koca bulanların reklam
edilmesi babasız büyüyen çocuklar v.b. … Bütün bunlar olurken,
sadece başörtüsüyle mücadele vermek milli gerçeklerimize uygun
düşmemektedir. Üstelik, asgari ücreti bulamayıp ta açlıkla boğuşan
milyonlarca insanımız varken, çocuklarına tantanalı düğünler
yapan ve torbalar dolusu takılarda evlenen gençleri
şereflendirenler ve daha başka milli kültürümüzle bağdaşmayan,
milletimizin büyük çoğunluğunu düşünmeyen bencil davranışlar…
Bütün bunlara hiçbir şey denilmezken, kişisel zevkinden veya
geleneğinden, ya da dini inancından ötürü sadece başını örtenleri
görmek ve bunları gericilikle veya laikliğe karşı olmakla suçlamak
demokrasimizle ve milli kültümüzle bağdaşmayan menfi tutum ve
davranışlardır.
Sadece başını örtenlere karşı koymak, onları irticacılıkla,
gericilikle veya laikliğe karşı olmakla suçlamak aklıselimin yolu
değildir. İnanmak istiyorum ki, bunlar da hatalarını anlayacaklar,
millet ve memleketimizin birliği, beraberliği ve yüce menfaati adına
birleştirici yolu seçeceklerdir.
Geçmişte Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir köşe yazarımız olan
Hasan Celal Güzel, ‘Radikal’ Gazetesindeki köşesinde:
– Üniversitelere mini etekle, göbeklerini açıkta bırakıp plercing
takarak, saçlarını olmadık renklere boyayıp gelenler de var”…diyen
yazar, bunlardan hiçbirine dokunmayıp ta sadece başörtülü kızların
üniversiteye devamının önlenmeye çalışılmasından yakınıyor ve Milli
Kültürümüze ters düşen bu tarz davranışları kınıyor, fazla
açılmalarından da duyduğu üzüntüyü belirtiyor…
222
Rasim PEHLİVANOĞLU
22- Milletini Yücelten, Rehber Nitelikli
Eğitimci Atatürk
Konuya Giriş
Bilindiği
üzere,
Milli Kurtuluş savaşımızın lideri
Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk, savaş içinde ve savaştan
sonra, ileri görüşlü ve dirayetli bir devlet adamı olarak da temayüz
etmiş ve ülkemiz kalkınmasında hızlı başarılara önderlik etmiştir.
Etkileyici hitabet gücüyle toplumları peşine takan Atatürk,
bilim ve tekniğe önem vererek aklın önderliğinde yürümüş, ülkemizi
muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak yolunda hayli mesafe
katetmiştir.
Çok yönlü kişiliğe sahip olan Atatürk, özellikle insani
yönüyle de isim yapmış, yurt içi ve yurt dışında yaşayan büyük
kitlelerin sevgisini ve saygısını kazanmıştır.
Atatürk hakkında yazılan çok sayıda kitap ve makalelerden
öğrendiğimize göre; çok okuyan ve çok öğrenen Atatürk, her
konuda konuşmuş ve en güzelini konuşmuştur. Üstün kişilik
özelliğiyle çok yönlü devlet adamı olarak tanınan Atatürk, her meslek
dalıyla ilgilenmiş ve her konuda en geçerli görüşlerin sahibi olmuştur.
Denilebilinir ki çeşitli konuların anlatımında en doğru görüşler
onun dilinden dökülmüştür.
Ülkemiz milli eğitim hizmetleri konusunda da çok değerli ve
geçerli görüşleri olan Atatürk, uygulamaya yönelik önemli
görüşlerini her fırsatta dile getirmiştir.
Atatürk’ün her biri bir vecize değerindeki sözlerinden
yaptığım alıntılarla, milli eğitimimizin dünü, bugünü ve geleceği
hakkında ki görüşlerinden esinlenerek Atatürk’ün eğitimci
kişiliğini belirtmeye çalışacağım.
İstiklal savaşını kazandıktan sonra, “İşte memleketi
kurtardınız. Şimdi ne yapmak istiyorsunuz” sorusuna karşı Atatürk,
“Milli Eğitim Bakanı olarak milli kültürü yükseltmeye çalışmak en
büyük emelimdir”1 cevabını veriyor.
Kurulan yeni devletin başkanı olan Atatürk, elbette milli eğitim
bakanı olamazdı. Fakat özlenen genç neslin yetişmesinde milli eğitim
1
(Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;247)
223
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bakanlarına yardımcı olabilir ve onları yönlendirebilirdi. 10. Yıl
Nutkunda ifadesini bulan; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en
medeni memleket seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah
vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır
medeniyetler seviyesinin üzerine çıkaracağız.” Yolundaki dinamik
idealimize (yani büyük amacımıza) ulaşmamızda etkili olabilirdi. İşte
Atatürk’te bunu yapmıştır.
Aşağıya aldığım konularda yer alan, çok sayıdaki görüşleri ile
Atatürk yalnız milli eğitim bakanlarına değil, bütün öğretmenlere,
eğitimcilere ve bütün Türk Milletine ışık tutarak, yol gösterici
uyarılarda bulunmuştur. Özellikle öğretmenlerin bu uyarıları iyi
değerlendirmeleri, eğitim ve öğretim çalışmalarında daima göz önünde
bulundurmaları, Atatürk’e karşı duyulan sevginin ve ona verilen
değerin anlamlı bir ifadesi olmaktadır.
Eğitimde Bütünlük
Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerinden birisi de “eğitimci
kişiliğine” sahip olmasıdır. Atatürk, Milli Eğitimimizi, küçük büyük,
yaşlı yaşsız, sağlam sakat, köylü kentli demeden, milletimizin
tamamını kapsayacak şekilde, doğumdan ölüme kadar bir bütün
halinde görmekte ve uygulamasının bu anlayışa göre yapılmasını
düşünmektedir.
Milli Eğitimimizi sadece okul içi eğitim olarak değil, okul
dışına da taşan yaygın eğitim (halk eğitimi) olarak da gören Atatürk,
bu görüşle eğitim konularında ki düşüncelerini dile getirmiştir. Milli
Eğitim uygulamalarımıza bu yönde ışık tutmuştur.
Yaygın Eğitim (Halk Eğitim)–Örgün Eğitim
Rehber nitelikli Atatürk’ün eğitimle ilgili görüşlerini yazarken,
özellikle bu iki esas üzerinde değerlendirme yapacağım. Yani halk
eğitiminden başlayarak bu konuda önemli açıklamalar yaptıktan sonra
okul eğitiminden ve öğretmenlerin kişilik özelliklerinden söz ederek
okulun ve okul eğitimin önemini belirtmeye çalışacağım.
Milli Mücadele yıllarında ki adıyla “Gazi Mustafa Kemal
Paşa”, daha Türk İstiklal Savaşı devam ederken, 15 Temmuz 1921
tarihinde Ankara’da topladığı “Maarif Kongresi”nde yaptığı
konuşmasında, eski öğretimi eleştirmiş; “Milli olan ve boş
inançlardan arındırılan yeni bir eğitim sistemi” özlemini dile
getirmiştir. Bu kongrede ayrıca Türk eğitiminin geleceğine yönelik
görüşlerini de şöyle açıklamıştır:
224
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Şimdiye kadar takip edilen eğitim ve öğretim yöntemlerinin
milletimizin tarihinde çok önemli bir etkisi olduğu düşüncesindeyim.
Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, eski dönemin
boş inanışlarından ve yaratılıştaki niteliklerimizle hiç de ilişkisi
olmayan yabancı düşüncelerden, batıdan ve doğudan gelen bütün
etkilerden tümüyle uzak, milli benliğimize ve tarihimize uygun bir
kültürü kastediyorum…”2 diyen Atatürk, 1925 yılında.
– Eğitimdir ki bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir
toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk
eder.” Diyerek de: “Yeni Türk Cumhuriyetinin yeni kuşağa
vereceği eğitimin kesinlikle milli eğitim olduğunu “belirtmek
suretiyle eğitimin hedefinin milli olması gereğini savunuyordu.
Atatürk, öğretimde birlik olması şartını da dile getiriyordu.
Öğretimde Birlik
– Büyük Millet, dünya uygarlık ailesinde saygın yer sahibi
olmaya lâyık Türk Milleti, evlâtlarına vereceği eğitimi okul ve medrese
adında birbirinden büsbütün başka iki cins kuruma bölmeye bugünkü
günde katlanabilir miydik? Eğitim öğretimde birlik olmadıkça, ayrı
fikirde ayrı düşünce ve biçimde bireylerden oluşmuş bir millet
yapmaya imkân aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı ?”
diye soran Atatürk 3. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışını hazırlayan
etmenlerin en önde gelen sebebinin, medreselerin, yani eğitim ve
öğretimin ve de öğretici kadrosunun bozulması olduğu görüşünü
belirtiyor.
Atatürk,1921 yılındaki Ankara Maarif Kongresinde:
– Milletimizi yetiştirmede çağdaş yolu izleyeceğimizi,
milletimizin fikir eğitiminde rehberimizin bilim ve fen olacağını”
da özellikle vurgulamıştır.
Atatürk’ün görüşleri ışığında, cumhuriyetin ilânından sonra 3
Mart 1924 tarihinde, önce Tevhid-i Tedrisat Kanunu (öğretimin
birleştirilmesi kanunu) kabul edilerek, ülkemiz milli eğitiminde
öğretim birliği sağlanmış, o güne kadar var olan ayrı ayrı öğretim
veren iki ayrı okul sistemi kaldırılmış, milli birliğin sağlanmasında
önemli etken olan tek okul, tek program ve tek öğretim sistemi
getirilmiştir.
2
Osman Bircan, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, M.E.B Yayınları, İstanbul, 1993, s.180
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;234
3
225
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ile azınlık
okullarının da amaç dışı eğitim yapmaları engellenmiş ve onlara da
denetleyici hükümler getirilmiştir. Böylece onlar da kontrol altına
alınmıştır.
22 Mart 1926 tarihinde maarif teşkilatına dair kanun da
çıkarılarak milli eğitimimizin temel esasları kabul edilmiştir.
Atatürk’ün 9 Ağustos 1928 de alfabenin değişimini müjdeleyen ünlü
konuşmasından sonra 1 Kasım 1928 de çıkarılan ve okuma yazmayı
kolaylaştıran Harf İnkılâbı Kanunu ile ülkemizde yoğun bir okuma
yazma seferberliği başlatılmıştır.
A. Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim)
Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşu yıllarında o günün şartları
icabı, halk eğitimine çok önem veriyordu. Bu nedenle önce halk
eğitiminden başlayalım.
Milli Eğitim Temel Kanunumuzun 40. ve 41. maddelerinde
halk eğitimi (yaygın eğitim) konusuna özel yer ayrılmıştır. Kanunun
40. maddesinde “… Örgün eğitim sistemine hiç girmemiş, yahut
örgün eğitimin bir kademesinde bulunan veya bu kademeden
çıkmış vatandaşlara, örgün eğitim yanında veya dışında” eğitim
vermekle görevli kılınmıştır.
Halk eğitiminin amaçları arasında: “ Milli kültür
değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim
yapmak; Boş zamanları iyi bir şekilde değerlendirme ve kullanma
alışkanlığı kazandırmak” görevi de yer almıştır.
Kanunun 41. maddesinde “Yaygın Eğitim, Örgün Eğitimle
birbirlerini tamamlayacak, gereğinde aynı vasıfları kazandırabilecek ve
birbirinin her türlü imkânlarından yararlanacak şekilde bir bütünlük
içinde düzenlenir” denilmektedir.
Halk eğitiminin, temel ilklerine göre, eğitimin belirli bir yeri,
belirli bir yaşı ve belirli bir zamanı yoktur. Her yer, her yaş, ve her
zaman
halk eğitimi için müsaittir. Bu nasıl olacak diye
düşünülebilir. Yeter ki, bu işin ilmini bilen ve bu işe gönül verecek
olan, millet ve memleket sevgisiyle dolu eğitimcilere sorunlu
mevkilerde görev verilebilsin…
Bugünkü uygulamasıyla sadece kurslar eğitimi olarak görev
yapan ülkemizde ki geniş halk eğitimi teşkilatımız, yeter ki asıl
görevinin bilincinde olabilsin.
226
Rasim PEHLİVANOĞLU
Halk eğitimcilerimiz bütün müesseslere girebilmelidir.
Öncelikle kahvehanelerimizi, pankartlarda reklamı yapılan:“İlk
Kültür Basamağı” olarak gerçekleştirebilelim. Sigara dumanıyla
bunaltıcı olmaktan ve sadece oyun masalarıyla “çürütmehaneler”
olmaktan kurtarıp, eskiden olduğu gibi gerçekten kıraathaneler haline
dönüşmesini sağlayabilelim… Bütün işyerlerini ve bütün fabrikaları
birer eğitim merkezi olarak görmek aydınlığına ulaşabilelim.
Millet Mektepleri – M.E.B. Bakanı Mustafa
Necati’nin Mektubu
Atatürk’ün direktifi ve o günlerdeki Maarif Vekili (Milli Eğitim
Bakanı) Rahmetli Mustafa Necati’nin gayretiyle Millet Mektepleri
Yönetmeliği kabul edilmiştir. 1 Ocak 1929 günü ilk açılışı yapılan
Millet Mekteplerinde, okul çağını geçmiş bulunan kadın- erkek
vatandaşlarımızın okuma- yazma öğrenmesi sağlanmıştır. Birçok
öğretmen, memur ve aydın vatandaşlarımızın görev aldığı bu kurslarda
okuma – yazma öğrenmenin yanı sıra, o gün için gerekli olan hayati
bilgiler de verilmiş ve bu yolla, milli birlik ve beraberliğimizin
sağlanmasında önemli adımlar atılmıştır.
Ne yazık ki, harf inkılâbının kabulünde, millet mekteplerinin
açılmasında ve daha pek çok önemli gelişmelerde ön safta görev alan,
çok değerli, çalışkan ve başarılı Maarif Vekilimiz Mustafa Necati
Bey, Millet Mekteplerinin açıldığı gün 1 Ocak 1929 da apandisit
hastalığından ameliyat olurken ruhunu teslim etmiştir. Ölüm
haberini duyan bütün milletimiz çok üzülmüştür. Başvekil İsmet Paşa
gözyaşlarını tutamayarak ağlamıştır. Acı haberi alan Atatürk de
çok duygulanmış:
– Ne evlâttı o! Çok iyiydi…4” diyerek hıçkırıklarla ilk defa
ağladığını gören Falih Rıfkı ATAY
“ÇANKAYA” kitabında
yazmıştır.
“Mustafa Necati’nin zamanı milli eğitimde bir idealizm
dönemi olmuş; ancak onun erken ölümü bu idealizmin yarım
kalmasına neden olmuştur. O bir icraat adamı olarak etkin hizmetleri
başlatan bir kişi olmakla beraber, kendisini asıl ölümsüzleştiren husus,
öğretmenlerle kurduğu samimi diyalog ve onlara sahip çıkmış
olmasıdır. Cumhuriyet döneminde Türk Öğretmeni, Atatürk’ten
sonra en büyük saygınlığı Mustafa Necati’den görmüştür. Onun
4
F.R.Atay Çankaya: İst./2004 s 482-4839
227
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yücelmesi ve aranmasındaki en büyük sebebin bu olduğu
şüphesizdir.”5
Açılan millet mektepleri uygulamasını başarılı bulan Atatürk,
memnuniyetini ifade ederken:
– Millet Mektepleri normal öğretimin dışında, kadın ve
erkek yüzbinlerce vatandaşın aydınlanmasına hizmet etti. Bu
okulların daha fazla bir çaba ve istekle devam ettirilmesi gerekir” 6
demiştir.
Millet Mekteplerinin açılmasından önce de Atatürk, halkla
ilişkisini çeşitli kuruluşlarla devam ettiriyordu. Daha çok Türk
ocakları ve Muallimler Birliği ile işbirliği içinde çalışıyordu. Halka
hitap eden çoğu konuşmalarını bu kuruluşların toplantısına katılarak
yapıyor ve bu yolla halkı uyarıyordu.
Atatürk dönemini çok değerli Maarif Vekili (Milli Eğitim
Bakanı) Merhum Mustafa Necati Bey’in, okulların yeni ders yılına
başlayış gününde
öğretmen arkadaşlarına gönderdiği
mektubundan bazı paragrafları, o günlerin eğitimcilerinin değerini
belirtmesi bakımından aşağıya alıyorum.
Muallim arkadaş:
“ … Orası, güzel vatanın himmet ve irşadına muhtaç, feyizli
bir kösesidir… Gideceğin yer hiç de yabacısı olduğun yer değildir…
Orada; seni sevinç içinde bekleyen yavruların, senin gibi
mektebini ihmal eder etmez vazife başına koşmuş hanım ve bey
muallim arkadaşların, hasılı vatanın her köşesinde tesadüf ettiğin ve
edeceğin yüksek alınlı kardeşlerin vardır.
Artık mektep hayatın nihayete ermiş oluyor. Ve hakiki
mücadele hayatına girmiş bulunuyorsun.
Binaenaleyh ( bundan dolayı), vazifesinin yüksek ve kutsi
mahiyetini tamamen idrak etmiş her muallim arkadaşın gibi senin de;
seni bekleyen yavruların arasına koşmakta bir dakika teahhür
(tereddüt) etmeyeceğine eminim.
Bilhassa bu sene, yeni Türk harfleri tamimi gibi şerefli bir
vazifen daha vardır. Bütün memleket evlâtlarını biran evvel yeni
harflerle okutarak Türkiye’de okuma yazmayan bir fert bırakmayacak
kadar geniş bir azimle çalışmak mecburiyetindesin.
5
Utkan Kocatürk K: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;236
6
Utkan Kocatürk K: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-A A M.–Ankara 2005-S;236
228
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bunun için, yeni Türk harflerini çabuk öğren ve hemen
herkese öğretmeye başla. Bu hedefe varmak için kürsü, mektep
lâzım değildir. Her yerde, her gördüğüne kadın, erkek, fakir,
zengin, çiftçi, tüccar, köylü ve şehirli tefrik etmeyerek derhal
öğreteceksin. Milletimize yeni bir teali (yükselme) sahası yaratacak
olan bu büyük zaferi kısa bir zamanda kazanacağına mutmain
(inanmış) olarak vazifelerinde muvaffakiyet (başarı) diler ve işe
başlama haberine intizar eylerim (beklerim) aziz meslektaşım. 7
Ragıp Nurettin
Maarif Vekili
Mustafa Necati
En büyük eğitimci Atatürk’ün, eğitime, öğretime ve eğitimciye
verdiği önemi belirttikten sonra, bu büyük insanın zamanın eğitim
plâncılarına ve yöneticilerine yeni Türk eğitim modelinin
geliştirilmesini de dikkate almalarını istediği temel ilkeler ve
fikirlerden söz etmek istiyoruz. Bu ilkeler incelendiğinde görüleceği
üzere, Atatürk’ün eğitimle ilgili düşünce ve uygulamalarında - o
günlerin olumsuz şartlarına rağmen - bugünden daha moderndir, daha
yenilikçidir diyebiliriz.
Akşam Okulları
Atatürk’ün direktifi ve Maarif Bakanı Mustafa Necati’nin
katkılarıyla açılan Millet Mekteplerinin çok faydalı olduğu açıktır.
Ama sonradan, bu hizmette tavsama olduğu görülmüştür.
İleriki yıllarda bu mekteplerin yerine, “4274 sayılı Köy
Enstitüleri Kanununa” göre, Köy Enstitüsünden mezun olan her
genç öğretmen çalıştığı köyde akşam okulu da açmak ve okul
çağını aşanlara okuma-yazmak öğretmekle mükellef kılınmıştı.
Ben de mezun olduğum 1947 yılında köyde tek öğretmenken, doksana
yakın gündüzlü öğrencimin yanı sıra, 38 adet yetişkin kız çocuklarını
okula kaydederek, gündüzcüler dağıldıktan sonra -ara vermeden- onları
alıyor, iki saate
yakın fazladan çalışıyordum. Bunu yapmak
zorundaydım. Bir kış boyu akşam okulu uygulamasına devam
etmiştim. Ertesi yıllar bu uygulama da askıya alınmıştı.
Köylülerimizin Okuması ve Aydınlanması İhtiyacı
Atatürk, o günlerde nüfusumuzun yüzde seksenini teşkil eden
köylü vatandaşlarımızın değerini çok iyi biliyor ve: “Milletimizin
7
Atatürkçülük 2.Kitap Gen-Kur –yayınları M.E. basımevi İst./1988
s134-135
229
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
hakiki efendisi köylüdür” diyerek övgüsünü belirtiyordu. Değerini
takdir ettiği ve çok sevdiği köylü vatandaşlarımızın okuması ve
bilgilenmesi üzerinde önemle duruyordu. Bu konuda, istiklâl
savaşımızı takip eden günlerde şöyle söylüyordu:
– Bu memleketin asıl sahibi, toplumumuzun esas unsuru
köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bu güne kadar bilgi ışığından
mahrum bırakılmıştır. Bundan ötürü, bizim izleyeceğimiz eğitim
siyasetinin temeli evvelâ mevcut bilgisizliği ortadan kaldırmaktır.
Ayrıntılara girmeden kaçınarak, bu fikrimi birkaç kelime ile açıklamak
için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve
vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi,
tarihi, dini ve ahlâki bilgi vermek, dört işlemi öğretmek, öğretim
ve eğitim programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe erişmek, milli
eğitim tarihimizde kutsal bir aşama oluşturacaktır”8 sözleriyle de
köylümüzün okumasına ve aydınlanmasına verdiği önemi belirtmiş
oluyordu.
Öğretmen Okulları Açmak İhtiyacı
Atatürk’ün köylümüzü okutmak ve uyandırmak çabası,
okul ve öğretmen sayısının azlığı nedeniyle gecikiyordu. Özellikle
köylere öğretmen göndermekte güçlük çekiliyordu. Çare olarak,
imece usulüyle, köylülerin de katkısını sağlayarak daha kısa zamanda
ve daha az masrafla, daha çok okul yaptırmak yoluna gidildi. Ama
okulu bulunan köylere öğretmen bulmak ve görevlendirmekte
önemli sorun oluyordu. Zira ülkemizde öğretmen yetiştiren az
sayıdaki okullara, ancak şehirde oturan ailelerin çocukları devam
edebiliyordu. Mezun olan az sayıdaki öğretmenler de şehirlerdeki
öğretmen açığı olan ilkokullara tayinlerini yaptırıyorlardı. Köylere
gönüllü giden idealist öğretmenlerin sayısı çok azdı. Kısa süre
sonra onlar da köyden ayrılıyorlardı. (Kaçıyorlardı)
Halkevleri – Halk Odaları
Atatürk’ün görüşü ve direktifi ile kurulan, Cumhuriyet
tarihinin önemli “halk eğitim” kuruluşlarından birisi de
Halkevleri ve Halk Odaları olmuştur. Daha önceleri var olan Türk
Ocakları ve Muallimler Birliğinin yerini almak üzere, …merkezi
Ankara’da 19 Şubat 1932 de kurulmaya başlanan ve ilk önce 14 ilde
açılmış olan halk evleri, zamanla sayısı artarak çoğalmıştır. Bu
8
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;236
230
Rasim PEHLİVANOĞLU
sayı 1950 yılında - çoğunun binası kendine ait olan – 478 Halkevi ile,
küçük yerleşim merkezlerinde kurulan 4332 halk odasına
ulaşmıştır.”9
Halkevleri ve halk odalarının amacı, Türk Kültür ve sanat
hayatına ait katkıda bulunmak, gençleri bir çatı altında toplayarak
kültürel faaliyetlerde bulunmalarını sağlamaktır. Atatürk
ilkelerinin tanıtılması ve genç Cumhuriyetimizin korunmasında etkili
olmaktır.
Millet mekteplerinin eksiğini tamamlayıcı nitelikte halk
dershaneleri ve yetiştirici kurslar açmak; kütüphaneler ve müzeler
kurmak, folklor gösterileri ve temsiller yaparak halkı canlı
tutmak, eğitici yayınlar yapmak halk evlerinin faaliyetleri
arasında yer almıştır. Özellikle, köylüyle kentliyi kaynaştırmaya
çalışmak; milli birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirecek çok önemli
faaliyetlerde bulunmak da halk evlerinin önemli amaçları arasında yer
almıştır. Bir konuşmasında Atatürk:
– Partimizin, halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını
açması vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı” demiş;
halkevlerinin 6. kuruluş yıl dönümünde CHP genel sekreteri Şükrü
Kaya’ya çektiği telgrafta:
– Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görevi olan
halkevlerinin yıl dönümü nedeniyle gönderdiğiniz telgraftan çok
duygulandın. Teşekkür eder ve halk evlerinin bilinçli ve ışıklı
çalışmalarında başarılar dilerim” 10 diyerek de memnuniyetini
belirtmiştir.
Ancak, tek partili dönemde CHP’ nin yan kuruluşu olarak
görülen halkevlerimizin yönetimi, partinin genel ve yerel
yönetimine bırakılmıştır. Giderleri genel bütçeden, özel idareden,
belediye ve köy bütçelerinden, kamu tüzel kuruluşlarından
karşılanmıştır.
– 1945 yılında çok partili hayata geçildikten sonra da –hoş
görülmez bir hata olarak– bu durum devam etmiştir. Uygulama,
muhalefet partilerinin eleştirisine hedef olmuştur. Oysa, devletin
desteğiyle gelişen bu güzelim kültür kuruluşları tek partinin
yönetiminden alınarak bütün millete mal edilse ve devletin
9
Büyük Laraousse: Milliyet Gazetesi 10.cilt, 1986 s.4978
10
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;247-248
231
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
desteğinde bir halk eğitimi kuruluşu olarak devam ettirilseydi,
halka mal olur ve muhalefet partilerinin hedef tahtası olmazdı.
Ama her nedense böyle yapılmadı. Halkın bir kısmı kendi partisine
mal ederken, diğer bir kısmı tarafından dışlandı. Eski rağbetini
kaybetti. Birleştirici olacakken, aksine halkın bölünmesine neden
oldu.
1950 yılında, demokrasi kurallarına uygun olarak yapılan ilk
genel seçimde iktidara gelen yeni parti de bu konuda büyük
hataya düştü. Halkevleri ve halk odalarını tümüyle kapatan bir
kanun çıkartarak, ortada büyük bir boşluk doğmasına sebep oldu.
Oysa, elinde hizmete hazır bekleyen, tecrübeden geçmiş binlerce
şubesi olan bir kültürel kuruluş varken, bunlar kapatılacak yerde,
parti denetiminden alınıp bütün millete mal edilebilirdi.
Aksayan taraflar varsa, tedbirler alınarak düzeltilebilir ve
çok faydalı birer müessese olarak hizmete devam etmesi
sağlanabilirdi.
Ama, partizan düşünceyle bu yapılmadı. Yapılamadı. Kültürel
bir boşluğa düşen ülkemiz çok şey kaybetti. Halkevlerinin bunca
kitapları ve diğer kültürel değerleri yok edildi.
Kurulan Halk Eğitimi Teşkilatı
İktidara gelen yeni hükümetler, halk evlerinden doğan boşluğu
“Okuma Odaları” açarak doldurmaya çalıştı. Ama o da tutmadı.
Devlete bağlı halk eğitimi teşkilatı kurulmak istenildi. Ama bu
teşkilatta bir türlü gelişemedi.
Nihayet, 1957 yılı 18-23 Mart arasında toplânan 6.Milli
Eğitim Şurasının ağırlıklı konusu halk eğitim teşkilatının
kurulması olmuştu. O yıllar, 6.Şûranın bütün dokümanlarını temin
ederek okumuş ve incelemiştim. Değerli konuşmalar olmuş ve Ogünler
için önemli kararlar alınmıştı. Buna rağmen bir türlü halk eğitimi
genel müdürlüğü kurulamamıştı. Halk eğitimi konusu, ilköğretim
genel müdürlüğüne bağlı bir şubeyle idare ediliyordu.Ancak, 1960
ihtilalinden sonra,Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak “Halk
Eğitimi Genel Müdürlüğü” kurulabilmiştir.
Halk Eğitiminin En Önemli İlkesi ve Kahvehaneler
Halk Eğitiminin belirli bir yaşı ve zamanı yoktur. Her yaş
halk eğitimi için eğitim yaşı, her yer eğitim alanı ve her zaman
eğitim vaktidir. Yaşam boyu eğitim her yerde ve her zamanda
yapılabilir. Başarıda asıl olan, buna inanmak ve bunun yolunu bilen
232
Rasim PEHLİVANOĞLU
halk eğitimcilerini bulmak ve yetiştirmektir. Kendisini yetiştirmesini
bilen idealist halk eğitimciler elinde yüksek başarıya ulaşılabilir.
Yayınlanan ilk makalesi halk eğitimi olan emekli bir eğitimci
olarak söylüyorum:
Ülkemizde bugünkü halk eğitimi çalışmalarımız –bunca
teşkilâta ve bunca masrafa rağmen – amacına ulaşmaktan çok
uzaktır. Diyebilirim ki: Bugünkü halk eğitimi çalışmalarımız
“Kurslar Eğitimi” faaliyetinden öteye geçememişti. Yasaya ve
yönetmeliğe uymayan, şekilci bir halk eğitimi faaliyeti ile bir şeyler
yaptığımızı sanıyor ve bununla öğünüyoruz.
Bu konuda, gösterilebilecek çok örnekten sadece birisini
söyleyerek konuyu açmak istiyorum: Her yaş, her yer ve her zaman
halk eğitimi yapılabileceğine göre, her yaştan ve her kademeden boş
insanlarımızın devam ettiği –bir bakıma- eski halk evleri ve halk
odalarının yerine geçen kahvehanelerimiz en müsait halk eğitim
merkezleri olabilir. Milli bayramlarda, “Kahvehaneciler Derneği”nin
taşıttığı pankartta: “Kahvehaneler İlk Kültür Basamağıdır”
denilerek bu görüş doğrulanmış oluyor. Zaten kahvehanelere eskiden
kıraathane denildiğini biliyoruz.
Ama mevcut uygulamaya bakarak yeniden söylüyorum:
Pankartlarda ilk kültür basamağı olarak tanıtılan kahvehanelerimiz
“çürütmehaneler” durumuna gelmiştir. Zira, kanunla yasaklanmış
olmasına rağmen, kahvehanelerimize girenin karşılaştığı ilk
bunaltıcı hava sigara dumanı oluyordu. Bir elinde sigarası ile
oyundan başını kaldıramayan tembellerin ve sigara dumanından
zehirlenen yaşlıların toplandığı yerler olan kahvehaneler,
“çürütmehaneler olmuştu?” Şükür ki son alınan kararla,
kahvehaneler içinde sigara içilmesi kesin olarak yasaklanmıştır.
Temennimiz odur ki: Kahvehanelerimiz, taşınan pankartlarda
yazıldığı gibi, halkımızın “İlk Kültür Basamağı” olsunlar ve
“çürütmehaneler” yerine, “eğitimhaneler ” olarak gelişsinler…
Üzülerek söylüyorum: Nerede o, kıraathanede bulunması
gerekli olan kitaplar, gazeteler ve dergiler? Nerede o, kitapları ve diğer
yayınları okuyarak aydınlanan boş insanlar? Nerede o, göz göre göre
milletimizi kahvehanelerde çürütmeye mahkûm eden yaşam boyu
eğitimden sorumlu halk eğitimciler? Nerede o, 1739 sayılı Milli
Eğitim Temel Kanununun “Yaygın Eğitim” başlığı altındaki:
“Herhangi bir kademede bulunan vatandaşlarımızın, milli kültür
değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte
233
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
eğitim yapmalar?” Nerede o, “boş zamanları iyi bir şekilde
değerlendirme alışkanlığını kazandırmalar?” Ve nerede o, bütün
bu eğitici çalışmaların koordinatörü görevinde olan sözde halk
eğitimciler?
Nerede o, başta özel televizyonlar olmak üzere, milli
kültürümüzü dejenere edenlere, milli ve manevi değerlerimizi hiçe
sayanlara, ahlâksızlığı ahlâk gibi gören ve gösterenlere, yıkıcı ve
yozlaştırıcı yayınları yapanlara karşı koymasını bilen, duyarlı ve
bilgili gerçek halk eğitimciler…?
Tabandan tavana kadar bütün halk eğitimcilerimize hitap
ediyorum:
Artık uyanın! Duyarsızlığı ve boş vericiliği bırakın.
Kendinizi gerçek halk eğitimci olarak yetiştirin. Görevinizin ehli
olarak harekete geçin. Kanunun, yönetmeliğin ve de halk eğitimi
ilkelerinin gerektirdiği şekilde görevinizi yapın… Yapın ki:
ülkemizde gerçek halk eğitimi uygulaması olabilsin.
Türkiye’de Köy Enstitüleri
Ülkemiz düşman işgalinden kurtarılmış, Cumhuriyet
kurulmuştu… Fakat okuma yazma bilen insanımız çok azdı. Hızlı bir
hamleyle milletimizi okutmalı, cehaleti yenmeliydik… Özellikle,
köylülerimiz okumalı ve köylerimiz canlanmalıydı!.. Ama bu gelişme
nasıl sağlanacaktı? Konu üzerinde düşünen aydınlarımız az da olsa
vardı. Atatürk’te bu iş üzerinde önemle duruyordu…
Çare olarak, önce millet mektepleri açıldı. Faydalı oldu. Fakat
ihtiyacı karşılamadı. Öğretmen yetiştirme üzerinde çeşitli görüşler
söylendi. Eli kalem tutan aydınlar ve sorumluluk duyan eğitimciler
konuştu. Gazete ve dergilerde yazılar yayınlandı. Fakat gerçek çözüm
yolu bir türlü bulunamadı. Görüşlerde birleşme olamadı. Yetişmesi
için yurt dışına öğrenciler gönderildi. Yurt dışından uzmanlar
getirildi, incelemeler yaptırıldı. Bunlardan biriside ABD’li ünlü
eğitimci
Jhon Dewey’di. Ülkemizde yetişen eğitimcilerin de
görüşleri değerlendirildi. Daha çok Jhon Dewey‘in görüşlerinden
faydalanılarak, köyün şartlarına göre yetişecek, okuldan mezun
olunca, isteyerek köye gidecek öğretmeni yetiştirmek için yeni
öğretmen okulları açmak görüşü benimsendi.
Denemek üzere, önce biri Kayseri -Zincidere’ de, diğeri
Denizli’de olmak üzere, iki ayrı bölgede “Köy Öğretmen Okulu”
açıldı. Fakat bunların öğrencileri de şehir çocukları olduğundan, mezun
234
Rasim PEHLİVANOĞLU
olunca köye gitmekte zorlandılar. Bu deneme de tutmayınca yeni
çareler arandı.
Köy Enstitülerinin Fikri Temelleri
Tanınmış yerli eğitimcilerimizden, özellikle İsmail Hakkı
Baltacıoğlu, Halil Fikret Kanat, İsmail Hakkı Tonguç, Emin
Soysal ve başkaları görüşlerini söylediler ve yazdılar. Bunların
görüşlerinden kısa alıntılar yapmayı gerekli görüyorum.
Değeri herkesçe kabul edilen, Türk Milli Eğitiminin temel
felsefesini yazan çok yönlü eğitimci İsmail Hakkı Baltacıoğlu,
“Maarifte Bir Siyaset “ isimli broşürde şöyle söylüyordu:
– Öğretmen okullarında milli mefkure hakim değildir.
Öğrenci, öğretmen olmaktan ziyade aydın olmayı düşünür. İşte bu
zihniyet, bu şekilde yetiştirme onları hayatta muvaffak edemiyor.”
– Öğretmen okullarına devam edenler hep şehir ve
medeniyet zadesidirler… Şehir öğretmen okulları bütün azamet ve
üstünlükleri ile birer memur mektebi gibi yaşar dururken mezunlarını
fakir, cahil köylere göndermeyi düşünmek pek yanlıştır. Öğretmen
okulları, malûmatı şişkin, ukalâ ve enayi öğretmenler
yetiştirmekten uzaklaşmadıkça mahsulleri eksik olacaktır” diye
yazan Baltacıoğlu, “Biz, nasıl bir mektep yapalım diye değil, köy
yahut köylü bizden nasıl bir mektep istiyor diye düşünmeliyiz” 11
görüşünü de ifade ediyordu.
Eğitimci yazar Halit Fikret Kanat, 1935 yılındaki
yazılarında, mevcut öğretmen okullarının yeni ihtiyaçları
karşılamaktan uzak olduğunu, yerine yenilerin getirilmesi gerektiğini
savunuyordu. Kökün köylerde olduğunu, hızlı gelişmenin köylünün
kımıldamasıyla, yaşama düzeyinin düzeltilmesi ile mümkün
olabileceğini belirtiyor ve şöyle söylüyordu:
– Öğretmen okulları, öğrencilerini alabildiğince hazırcı ve
seyirci yetiştirmektedir. Çünkü müessese de öğrencinin elini
dokundurduğu bir iş yoktur. Sınıfta, yatakhanede, bahçede, hülasa
yaşanılan her köşede her iş onun önünde hazırdır. Bu pasif durum
karşısında öğrencinin yegâne görevi ders kitabı ve imtihanıdır. Bu
suretle onda meydana gelen görüş ve alışkanlıklar yapıcı olmaktan
ziyade yıkıcı olmaktadır” diyen Halit Fikret Kanat’ın, öğrencilere ne
öğretilmesi gerektiği konusundaki görüşleri şöyle özetlenebilir
11
Şevket Gedikoglu: Köy Enstitüleri- İş Matbaacılık ve Ticaret Ank/1971 s 19
235
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Az ve öz bilgi. İş prensibine dayanan hayatla ilişkisi olan
her türlü bilgiler, bol bol uygulama çemberinden geçirilecektir.
Çok ve sahte bilgiden artık bıktık, usandık. Az bilelim fakat esaslı
bilelim ve bilgilerimizi hayatın istekleri ile birleştirecek
hâkimiyette olalım.”12
Ülkemiz eğitim sistemini eleştiren İsmail Hakkı Tonguç:
“Bugünkü terbiye ve mektep sistemimiz milli bünyeye göre
kurulmuş bir sistemden ziyade, Avrupa cemiyetleri bünyesine göre
yapılmış teşkilatın kopyası manzarasını arz etmektedir” ) diyor.
İsmail Hakkı Tonguç, köy eğitiminde gerçekleştirilmesini uygun
gördüğü amacı şöyle belirtiyordu:
Köy terbiyesinin gayesi, azami derecede kuvvetli vatandaş,
yani ictimai mahiyette insan ve memleketin siyasi, iktisadi ve harsi
hayatının inkişafına iştirak edecek, yani tabiatın bütün
kuvvetlerine esir değil hakim olabilecek evsafta iş adamı
yetiştirmek olmalıdır. Bizi bu gayeye getirecek mektepte, kitap
mektebi değil iş mektebi olacaktır” diyen Tonguç devamla:
– “İş mektebi muallimi kendi kendisini yetiştiren ve terbiye
eden bir muallim olacaktır… Eski mektebin muallimi ansiklopedik
mahiyette malumatı kendi kendine toplayıp çalışırdı. Yeni iş
mektebi muallimi organizatör olacaktır. Hayat, cemiyet ve iş
vasıtasıyla kendi kendini terbiye edecektir.”13
Daha birçok eğitimci yazarın köye göre öğretmen yetiştirmek
hususundaki görüşlerini de öğrenen Atatürk, 1936 yılında ki TBMM
açılış konuşmasında bu konuya değinmiş ve: ,
– “İlk tahsilin yapılması için, sade ve pratik tedbirler almak
yolundayız. İlk tahsilde hedefimiz, bunun umumi olmasını bir an
önce tahakkuk ettirmektir. Bu neticeye varmak ancak fasılasız
tedbir almakla ve metodik tatbikle mümkün olabilir. Milletin
başlıca bir işi olarak bu mevzuda ısrar etmeyi lüzumlu
görüyorum” 14 demiş ve yöneticileri bu konuda yönlendirmiştir.
Açılan İlk Köy Enstitüleri
Böylece eğitimciler, yöneticiler, Atatürk ve TBMM, hepside
bu konuya eğilince, gerekli fikri ortam hazırlanmış oldu. Artık özlenen
okulların açılmasına sıra gelmiştir.
12
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.23
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.24
14
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.25
13
236
Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde ilk defa açılan
İzmir-Kızılçullu da Öğretmen Okulu adıyla, 30 Ekim 1937 günü
yapılan açılış töreninde konuşan okul müdürü Emin Soysal,
konuşmasının giriş bölümünde okulun amacını şöyle belirtiyordu:
– Gayemiz, öğretmensiz bulunan otuz beş bin küsur Türk
Köylerine, öğretmen, eğitmen, demirci, dülger, yapıcı, kooperatifçi
ve tarımsal kültürü ileri adam yetiştirmektir. Bu adamın vasfı
şudur. Türk köylüsü olacak, köyde doğmuş, köyde büyümüş, köy
mektebinde okumuş, zekâsı üstün olacak. Ve bu müesseseden
çıktıktan sonra da mutlak suretle köyde, köy için, köylüler için
çalışacak.”15
Gerçekte Köy Enstitülerinin temeli, 1936 yılında İzmir
Kızılçullu da açılan “Eğitmen Kursları” ile atılmıştır. Zira: 1936 da
açılan ilk eğitmen kursunun yanında ve aynı okulda bir yıl sonra
öğretmen okulu da öğretime başlamıştır. Öğretmen Okulu adıyla bu
açılış Köy Enstitülerinin de başlangıcı olmuştur. Açılışı bir şiirle ifade
etmek istiyorum:
AÇILDI
Yurttan düşman kovuldu, Cumhuriyet kuruldu.
Okumayı bilmeyen insanımız pek çoktu.
Okul ve öğretmenler ülkemizde çok yoktu.
Köylerimiz okuldan, öğretmenden yoksundu.
Böylesi bir ortamda çok çareler arandı.
“Millet Mektepleri” öncelikle açıldı.
Eğitmenler yetişti, köylerde görevlendi.
İhtiyaca yetmedi, arayışlar durmadı;
Aydınlar susmayıp görüşlerini söyledi.
Getirilen uzmanlar raporlarını verdi…
Nihayet havası hoş, suyu bol bozkırlarda,
Köye hizmet verecek Enstitüler açıldı.
Rasim Pehlivanoğlu
Amacı, programı ve uygulaması itibariyle, bir iş okulu olan
Pazarören Köy Enstitüsünde okuyan ve oradaki hayatı bizzat
yaşayan bugünün emekli öğretmeni olarak, 20 madde de
özetlediğim “Köy Enstitülerinde Uygulanan Eğitim İlkeleri”ni
aşağıya alıyorum.
15
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.29
237
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Köy Enstitülerinde Uygulanan
Genel Eğitim İlkeleri
1. Köyden, köyde, köye göre, köy için eğitim.
(Amaç canlandırılacak köy)
2. İş içinde, iş görerek, iş için eğitim
3. Her gün sabahları spor ve milli oyunlarla bedeni eğitim.
4. Her gün ve her fırsatta, müzikle (Milli Marşlar, Şarkılar ve
Türkülerle) milli duygu eğitimi.
5. Okulda kendi işini kendin gör – nöbetleşe görevlerle iş eğitimi
6. Okulun çeşitli işlerinde her hafta bir şubenin nöbetleşe hizmet
eğitimi.
7. En az masrafla en iyi sonuç alma gayreti
8. Kendi kendini yönetim – Okulu öğrencilerin yönetmesi
9. Çevreye görelik eğitim. (Okulda hazırlanan eğitici
faaliyetlerin çevreye-köye göre seçimi)
10. Her hafta bir şubenin müsameresi
(Zengin Programlı gösteriler)
11. Demokrasi okullarda yaşanılarak öğrenilir prensibi.
(Seçimle başkanlıklar – öğrenciye söz hakkı, haftalık
Pazar toplantıları – Eleştiri hürriyeti)
12. Okulda öğrencinin severek ve isteyerek uyabileceği sıkı
disiplin uygulaması
13. Okulda ders dışı kitapları okumaya teşvik.
Programa konulan Serbest Okuma saati.
14. Hayatı okula getirme –Okulda hayatı yaşama görüş ve
uygulaması
15. Öğrenciler arasında karşılıklı sevgi saygı (Abla, ağabey hitabı
-büyüklere saygı, küçüklere şefkat ve himaye)
16. Millet ve memleket sevgisi, millete hizmet duygusu
17. Dershanelerde “Karma Eğitim” uygulaması
18. Köy Enstitüleri arasında yardımlaşma
19. Ülkeyi gezerek görerek tanıma
20. Okuldan mezun olanları görev yerlerinde takip ederek
iş başında yetiştirme
Köy Enstitülerinin Kazandırmaya
Çalıştığı Üstün Özellikler
Köy Enstitüleri felsefesini iyi bilenlerden ve yıllarca
uygulamasını yapanlardan birisi olan, eski Pazarören Köy Enstitüsü
Müdürü, (1960’lı yıllarda Türkiye’nin ilk Halk Eğitim Genel
238
Rasim PEHLİVANOĞLU
Müdürü) değerli eğitimci ve hocamız Rahmetli Şevket Gedikoğlu,
yazdığı “Köy Enstitüleri” isimli büyük eserinde, Köy enstitülerinin
öğrencilerine kazandırmaya çalıştığı nitelikleri, ana çizgileriyle
şöyle belirtmiştir:
“Bilen, bildiğini kullanan ve yapan.
Sinir sistemi sağlam olan.
İşlek ve dayanıklı bir kafaya, duygulu, inançlı kişiliğe
ulaşan.
Çalışkan, istekli, görevine bağlı olan.
Hayatı seven, gösteriş ve şarlatanlıklardan tiksinen.
Tabiatı, güzelliklerini, toprak kokusunu seven.
Olayları soğukkanlılıkla karşılayan, kendine güvenen.
Gerçeklere düşkün, iş ve yaşayış hayatında değer çoğaltan.
Özü sözü bir, haksızlığa, kötülüklere boyun eğmeyen;
haksızlık yapmayan.
Ailesini, köyünü, yurdunu ve ulusunu seven; varlığını ve
mayasını bunlarda bulan.
Kişisel yararlarıyla, toplum yararlarını yan yana koyan;
alın terine güvenen.
Okuyan, okumasını, öğrenmesini bilen ve araştıran…”
…Ve Atatürk’ün deyimiyle: “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı
hür kuşakların (nesillerin) yetiştiricilerini yetiştirmektir.”16
İşte biz, Pazarören Köy Enstitüsünde böyle bir ortamda ve bu
ruhta yetişmiştik. Hele, müdürümüz rahmetli Şevket Gedikoğlu’nun
milli duygu ve milli heyecanımızı kamçılayan, millet sevgisi ve millete
hizmet duygusuyla dolu olan o heyecanlı ve etkili konuşmalarıyla
ufkumuz açılıyor, köylülerimize ve bütün milletimize faydalı olmak
aşkıyla yüceliyorduk. Müdürümüzün, merdiven başında bütün
öğrencilere toplu olarak bizzat öğrettiği, milli kültürümüz
unsurlarından olan memleket şarkılarımız, türkülerimiz ve milli
marşlarımızla duygu eğitimimiz geliştiriliyordu.
Amacımız, gittiğimiz köyü canlandırmaktı. Köylerde örnek
gençler yetiştirmemizi sağlayacak şekilde önce kendimizi
yetiştirmek ve olgunlaşmaktı. Bunun için de bol bol ders dışı kitaplar
da okuyor ve aydınlanıyorduk.
16
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.131-132.
239
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Köy Enstitüleri Hakkında Soldan ve Sağdan
Gelen Eleştiriler
Yukarıya alınan genel eğitim ilkeleri ve öğrencilere
kazandırılmaya çalışılan niteliklere rağmen; Köy Enstitüleri gerçek
yönüyle tanıtılamadı. Haklarında müspet veya menfi çok eleştiriler
yapıldı. Çok yazılar ve kitaplar yayınlandı.
Soldan gelen eleştirenlerin kimileri: “Sosyalist bir düzen
kurulmadan memleketi sadece eğitim yoluyla düzeltmeye, köyü
canlandırmaya kalkışmak büyük bir aldatmacadır” 17 derken;
Sağdan gelen eleştirilerde de, kimileri, Köy Enstitülerinin
sosyalist olduğunu söylüyor. Hatta Köy Enstitülerinde komünist
öğrenciler yetiştiğini söyleyecek ve yazacak kadar ileri gidenler de
oluyordu. İçinde yaşayan bir Köy Enstitüsü örgencisi olarak
söylüyorum: Köy Enstitüleri hakkında ki bu isnatların ve böylesi menfi
eleştirilerin hepsi de yanlıştı…
Zira: Bu eleştirilerin asıl nedeni, o yıllarda çok partili hayata
geçişimizin ve demokrasinin gereği olarak kurulan muhalefet
partilerinin,mevcut iktidar partisini gözden düşürmek ve birbirlerini
kötülemek için olumsuz davranışlarının ve de partiler arasındaki
gereksiz çekişmelerin ve yıkıcı eleştirilerin sonucu idi.
Ne acı ki: Yıkıcı eleştiriler etkisini gösterdi. Köy Enstitüleri
damgalandı… Şurada burada görülen tek tük olaylar abartıldı,
büyütüldü ve genellendi. Köy Enstitülerinde bazı değişme ve geri
saymalara yol açıldı… İlkelerde sapmalar oldu. Daha ileri gidilerek
Köy Enstitüleri, klasik öğretmen okulları ile birleştirilmek suretiyle
isimleri “Öğretmen Okulu” olarak değiştirildi.
“Köyü canlandırma” ideali ile yetişerek mezun olan genç
köy öğretmenleri neye uğradığını bilemedi; şaşkına döndü. Bir
kısımları söndü, sindi ya da hızları kesildi. Eski canlılık kayboldu…
Aralarından boş vericiler, neme lâzımcılar ve tek tük başka yola
sapanlar oldu ve bunlar genellendi... Köy Enstitüleri aleyhinde
gerçek dışı yorumlar yapıldı.
Ama amacından sapmadan, doğru bildiği yolda yılmadan ve
yıkılmadan yürüyen idealist öğretmenler yoluna devam etti. Sağ kalan
“Ülkü Erlerinden” -sayıları az da olsa- aramızda halâ yaşayanlar
bulunmaktadır. Allah, ülkemize faydalı olmaktan onları alıkoymasın.
17
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.313
240
Rasim PEHLİVANOĞLU
( 4274 sayılı Köy Enstitüleri Kanununa göre, başarılı köy
öğretmenlerine verilen en büyük ödül, ÜLKÜ ERİ sayılmaktı).
Gönül istiyor ki: Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ilkeleri
ve uygulamaları yeniden gözden geçirilsin. Ama, aynı isimle yeniden
kurulsun demiyorum. Gelişen yeni şartlar da dikkate alınarak,
öğretmen yetiştiren okul veya fakültelerin program ve çalışmalarında
yeni düzenlemeler yapılsın. Bu yolda, nereye verilirse gitmeye hazır
idealist ve dinamik öğretmenlerin yetiştirilmesine zemin
hazırlansın… dileğim budur.
B. Okul Eğitimi
Eğitimde Bilgilenme ve Okul
– Eski yönetimler bilgisizliği sürdürmeyi kendi devamları
için bir gerek gibi düşünüyorlardı” diyen Atatürk:
– Her şeyden evvel bilgisizliği ortadan kaldırmak gerekir.
Bu sebeple öğretim ve eğitim programımızın, öğretim ve eğitim
siyasetimizin temel taşı bilgisizliğin giderilmesidir…Bilim, teknik
nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına
koyacağız” diyor. Ve ilâve ediyor
– Bir taraftan bilgisizliği gidermeye çalışmakla beraber
diğer yandan toplum yaşamında kendisi pratik, etkin ve verimli
bireyler yetiştirmek gerekir. Bu da ilk ve orta öğretimin pratik bir
şekilde olmasıyla mümkündür. Memleketteki bilgisizliği kesinlikle
gidermelidir. Hepimizin esenliği için bunu yapmak zorundayız” 18
şeklinde görüşünü açıklıyor.
Görülüyor ki, Atatürk ülkemizde bilgisizliği yenmek ve
halkımızı bilgilendirmekte kesin kararlıdır. Bunun yolu ise, bir
taraftan Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim) ile halkımızı bilgilendirmeye
ve eğitmeye çalışırken; diğer taraftan da okullarımızı
modernleştirerek, bu yolla gençlerimizi çağın gerektirdiği şekilde
bilgi ve teknikle mücehhez olarak yetiştirmek gereğini dile
getiriyor.
Okul Eğitiminin Önemi
Konuşmalarında, bilginin sistemli olarak okullarda verildiğini
vurgulayan Atatürk’e göre:
18
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A.A.M.–Ankara 2005-S;247-248
241
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için vatanseverlik,
temiz yüreklilik, özveri gerekli olan özelliklerdendir”… Bu
özelliklerin yanında bilim ve teknik gerekir. Bilim ve teknikle ilgili
görüşlerinin etkinlik merkezi ise okuldur. Bu sebeple okul gereklidir…
Okul genç beyinlere, insanlığı, saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi,
şerefi, bağımsızlığı öğretir… Memleketi ve milleti kurtarmaya
çalışanların, aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve
birer çalışkan bilgin olmaları gerekir. Bunu temin eden okullardır.
Ancak bu şekilde her türlü girişimin mantıklı sonuçlara erişilmesi
mümkündür” diyen Atatürk devam ediyor:
– Okul sayesinde, okulun vereceği bilim ve teknik
sayesindedir ki, Türk Milleti, Türk Sanatı, Türk ekonomisi, Türk
Şiiri ve edebiyatı bütün güzelliğiyle gelişir” 19 diyerek okulun
önemli yerini ve görevini en veciz şekilde belirtmiş oluyor.
Okul Eğitimi ve Öğretmen
Yaygın eğitim ilkelerine göre: Yaşam boyunca,her yaş, her
zaman ve her yer eğitim merkezi olmakla beraber, Atatürk’e göre ise
asıl eğitim merkezleri, örgün eğitim veren okullardır.
Tamamen öğretim ve eğitim gayesiyle inşa edilmiş olan
okulların sayısı ne kadar fazla olursa olsun, ne kadar öğretim
faaliyetine elverişli yapılırsa yapılsın; ne kadar eğitim için gerekli olan
araç ve gereçlerle donatılmış bulunursa bulunsun; okulun öğretim ve
eğitimiyle görevli bulunan öğretmenler ve özellikle yöneticiler
işlerinin ehli değillerse, öğretmen ve yöneticilik yeteneğinden
yoksun iseler, o okulda özlenen başarıya ulaşan verimli bir eğitim
yapılmasını boşuna beklemek olur. Zira, okulun eğitim ve
öğretiminde asıl unsur öğretmenlerdir…Öğretmenlere de rehberlik
yapmak görevinde olan yöneticilerdir…
O halde, başarılı bir eğitim için, öncelikle okul yönetici ve
öğretmenlerinin iyi yetişmesi, görevinin ehli eğitimcilerden oluşması
gerekir. Öğretmenliği ve öğrencisini sevemeyen, mesleğinde
kendisini yetiştirmek ihtiyacını duyamayan, okuyarak bilgilenmeyi
ve yenilenmeyi külfet sayan, sadece maddi geçimini sağlamak
gayesiyle öğretmenliği seçmiş olan sözde öğretmenlerin ve bu
kafada ki yöneticilerin hakim olduğu okullarda başarılı eğitim
19
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi–
Ankara 2005-S;247-248
242
Rasim PEHLİVANOĞLU
verilmesi beklenemez. O tür okullarda gerçek başarıya ulaşılamaz,
ancak hayal olmaktan öteye geçemez.
Okullarımızın amacı, öğrenciyi gerçek başarıya
ulaştırmaktır. Yani, şahsiyetli (kişilikli) insanı yetiştirmektir.
Gerçek başarı, öğrencilerimize kişilik kazandıran ideal başarıdır.
Öğretmenden not almak, sınıf geçmek, diploma almak gerçek
başarı değil. Görülen başarıdır. Bunlar şekli başarıdır, sayı
başarısıdır. Öğrencinin iyi eğitilmesi ve kişilik geliştirmesi ile,
görülen başarı gerçek başarıya dönüştürülebilir. Gerçek başarı
öğrenciyi eğitime ulaştıran özlediğimiz başarıdır.
Öğretim–Eğitim
Her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da çok önemli
görüşleri ve uyarıcı sözleri olan Atatürk’ün eğitim öğretim ve
öğretmenler hakkında ki görüş, duyuş ve uyarılarını dile getiren sözleri
ve açıklamalarını yazmaya geçmeden önce, okul eğitimi ve öğretimi
ile ilgili bazı ön açıklama da bulunmayı gerekli görüyorum.
Dar anlamıyla: “Ruhi yeteneklerin geliştirilmesidir” diye
tanımlanan eğitim, geniş anlamıyla: ”Bedeni ve Ruhi bütün
yeteneklerin geliştirilmesi” olarak tanımlanır. Eğitimin geniş
anlamına göre, yetişmekte olan neslin ruhi ve zihni gelişiminin
yanısıra, bedeni gelişiminin de sağlanması, her yönden sağlam ve
sağlıklı bir kişiliğe sahip olması, cemiyete faydalı bir neslin
yetiştirilmesi önde gelir. Atalarımızın söylediği gibi “Sağlam kafa,
sağlam vücutta bulunur.”
Terbiye ile eş anlamda kullanılan eğitim, toplumumuzda
genci iyi yetiştirmek, ruhi ve zihni yeteneklerini geliştirmek ona
edep erkân öğretmek, iyi alışkanlıklar kazandırmak, ahlâk ve
nezaket kurallarına riayetkâr olmasını sağlamak anlamında
algılanmaktadır.
Birçokları, hatta çoğu öğretmenler bugün okullarımızda
öğretim olduğunu fakat eğitim olmadığını söyleyerek
başarısızlıklarını itiraf etmektedirler.
Ben ise, öğretim
kurumlarımızda öğretimin de gereği gibi verilmediği görüşündeyim.
Zira, öğrenerek ve öğretilerek eğitime ulaşılır. Aslında eğitim bir
amaçtır, öğretim ise amaca ulaştıran araçtır, yoldur. Amaç olan
eğitime araç olan öğretim yoluyla ulaşılabilir. Eğer eğitime
ulaşılamıyorsa, o halde öğretimde sağlıklı olarak verilemiyor
demektir…
243
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugün çoğu okullarımızda, pek çok öğretmenlerimizin amaca
ulaşmayan, unutulmaya mahkum kuru bilgiler vermekte oldukları
biliniyor. Öğretim adı altında, genellikle konuyu kavramadan,
belleme ve ezberleme yapılmaktadır. Böylesi uygulama ile amaç
olan eğitime ulaşılması elbette mümkün olamaz.
Okullarımızda verilen öğretimin amacı eğitim olduğu gibi,
eğitimin amacı da öğrenciye kişilik, (şahsiyet) kazandırmaktır.
Şahsiyeti: “Ferdi mükemmeliyet ve çevreyi müspet yönde etkileme
gücüdür” diye tanımlayanlar vardır. Çevreyi müspet yönde değil de
menfi yönde etkilemek şahsiyet değil, bir bakıma şahsiyetsizliktir.
Okullarımızın asıl amacı, öğrencilerimizi eğiterek şahsiyetli insan
olarak yetişmektir.
Türk milli eğitiminin genel amaçlarına göre, öğrencilerimizi
“İYİ İNSAN İYİ VATANTAŞ” yetiştirmekle mükellefiz. Kişiliği
gelişmeden sadece kuru bilgi ve geçer not alarak sınıflarını geçen
ve diploma alan öğrenci okulundan mezun olabilir, ama şahsiyetli
(kişilikli) insan olarak yetiştiği söylenemez. Böylesi öğretim veren
okulların amaca uygun eğitim verdiğini söylemek mümkün değildir.
Ne edelim ki: Okullarımızı kuru bilgi veren, ezberleten ve
belleten kurumlar olmaktan çıkaralım? Konuyu kavratan ve işe yarar
bilgiler veren kurumlar haline getirelim?... Bu konuda iyi düşünmek
ve geçerli tedbirler almak eğitimcilerimizin görevidir.
Son yıllarda bu konuda iyileştirmeler, öğreticilerin kişiliğini
geliştirecek nitelikte faydalı uygulamalara geçiş için çalışmalar
yapıldığını öğreniyor ve seviniyoruz. Bu konuda hizmeti geçenlere
başarılar diliyoruz.
Atatürk’e Göre Eğitimin Önemi ve Amacı
– Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir
toplum halinde yaşatır. Veya bir milleti köleliğe ve yoksulluğa terk
eder” diyen Atatürk,
Kılıç Ali’nin, “Atatürk’ün hususiyetleri” isimli kitabının 62.
sayfasında yer alan sözlerine göre,
– Eğitimin ve öğretimin amacı yalnız hükümete memur
yetiştirmek değil; daha ziyade memlekete ahlâklı, karakterli,
cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başaracak
yetenekte, doğru düşünceli, iradeli, hayatta tesadüf edeceği
engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir.
Bunun içinde öğretim programları ve sistemleri ona göre
244
Rasim PEHLİVANOĞLU
düzenlenecektir”20 diyerek de eğitimin önemini ve amacını en güzel
açıklamış oluyor.
Atatürk’e Göre Önemli Eğitim İlkeleri
Atatürk’ün eğitimle ilgili düşüncelerinin ve beklentilerinin
gerçekleşmesinde en önemli görevin öğretmenlere düştüğü, başarıyı
etkileyecek en önemli faktörün öğretmenlerin niteliği olduğu bir
gerçektir. Atatürk te nitelikli öğretmenlerin yetişmesini özlemektedir.
Ancak, okulda öğretmenin uygulayacağı eğitim sistemi ve
uygulama yolunu gösteren eğitim ilkeleri de öğretmen kadar önem
taşır. Öğretmen neye göre eğitim yapacağını sistemden ve uygulanan
eğitim ilkelerinden alır. Onun için öğretmenin kişiliğinden önce,
Atatürk’ün belirlediği önemli eğitim ilkelerine bir göz atalım.
Atatürk’e göre eğitim öncelikle milli olmalıdır. Bilimsel
yöntemlere dayanmalı, üretken ve uygulanabilir nitelikte olmalıdır.
Okulun disiplinli olması şarttır. Bunlara özetle değinelim:
1) Eğitim Milli Olmalıdır. Bu görüşte olan Atatürk, Temmuz
1921 de ki maarif kongresinde; “Milli terbiye programından
bahsederken, eski devrin boş inanışlarından, doğuştan sahip
olduğumuz özelliklerle hiçte münasebeti olmayan yabanca
fikirlerden, şarktan ve garptan gelecek bilcümle tesirlerden
tamamen uzak, milli seciye ve tarihimize uygun bir kültürü
kastediyorum” diyor. “…Milli terbiye esas olduktan sonra, onun
lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti tartışılamaz.
Milli terbiye ile yüceltilmek istenilen genç dimağları, bir taraftan da
paslandırıcı, uyuşturucu, gereksiz şeylerle doldurmaktan dikkatle
kaçınmak lâzımdır.” Görüşünü savunan Atatürk, “…Bir millet için
saadet olan bir şey diğer millet için felâket olabilir. Onun için bu
millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden,
buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lâkin unutmayalım
ki, asıl temeli içimizden çıkarmak zorundayız” 21 diyor.
2) Eğitim Bilime Dayandırılmalıdır. Ve gelişmeye açık
olmalıdır. Bu görüşü savunan Atatürk, “Milletimizin, siyasi, içtimai
hayatında, fikri terbiyesinde rehberimiz fen olacaktır… İlim ve fen
neredeyse oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına
koyacağız…” diyen Atatürk: “Dünyada her şey için, maneviyat için,
20
21
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A.A. M.–Ankara 2005-S;247-248
a.g. e. - S; 247-248
245
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
maddiyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir,
yolunu saptırmaktır.” 22 Diyerek de ilim ve fen öğrenmeye verdiği
önemi belirtmiş oluyor.
3) Eğitim İşe Yarar Ve Üretken Olmalıdır: Atatürk, eğitimin
ekonomik hayatı etkilemesini istemiştir. Bu konuda, “Öğretim ve
eğitimde izlenecek yol, bilgiyi günlük yaşamda başarılı olmayı
sağlayacak şekilde uygulamak ve kullanılması mümkün bir araç
haline getirmektir… Bu da hayal olan cansız teorilerle değil,
gerçekle ilgili, gerçeği açıklayan teorilerle ilgilidir” 23 diyor.
4) Verilen Bilgi Uygulamaya Yönelik Olmalıdır: Uygulamalı
eğitimin ihmal edildiğini ve bunun sonuçlarını dile getiren Atatürk:
– Bir yandan bilgisizliği ortadan kaldırmaya uğraşırken,
bir yandan da memleket evladını, toplumsal ve ekonomik hayatta
aktif şekilde, etkili ve verimli kılabilmek için zorunlu olan ilk
bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek metodu eğitimimizin
temelini oluşturmalıdır” diyor. Devamla:
– Geçmişte devletin eğitim işlerini yürütenler, sanat ve
ticaret gereksizmiş gibi düşünmüşlerdir… Oysa eğitim
programının temelini, yaşamımız için gerekli şeyleri süratle,
kolayca yapmayı öğretmek teşkil etmelidir” demiştir.
Atatürk’e göre, “Öğretim ve eğitimde uygulanacak bilgiyi
insan için bir süs, bir baskı aracı, yahut medeni bir zevkten çok;
maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılabilir
araç durumuna getirmektir.” 24 Bu sözleri ile Atatürk, hem bir
eleştiri hem de eğitimin hayattan, hayatın ihtiyaçlarından kopuk bir
yola girmesini önlemek uyarısını yapmış oluyor.
– “İlk ve orta öğretim kesinlikle insanlığın ve uygarlığın
gerektirdiği bilim ve tekniği versin. Fakat o kadar pratik bir
şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya
mahkum olmadığına emin olsun” 25 diyen Atatürk, verilen eğitimin
bir mesleğe yönelik olmasını da öğütlemiş oluyor.
22
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248
a. g. e. - S; 247-248
24
Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A.A. Merkezi (Sempozyum), İzmit 1998, s.32
25
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248
23
246
Rasim PEHLİVANOĞLU
5) Öğretim Ve Eğitimde Disiplin Esastır: Atatürk’e göre,
– “Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle
öğretim hayatında disiplin başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim
kadroları disiplini sağlamaya, öğrenciler ise disipline uymaya
mecburdurlar.” Atatürk’e göre, öğrencinin disipline benimseyerek ve
anlayış göstererek uyması gereklidir. Disiplin de korku değil sevgi ve
anlayış esastır. Ona göre: “ Korku ile verilen eğitim makbul bir
eğitim değildir. Böyle bir eğitime güvenilemez.”26 Özlenen böylesi
disipline (yumuşak disipline) ulaşmış okulları kuracak olanlar da
elbette ki öğretmenler ve yöneticilerdir. Öğretmenlerin bu ehliyette ve
dirayette yetiştirilmeleri gerekmektedir.
Atatürk’e Göre Öğretmen
1925 de İzmir Erkek Öğretmen Okulunda ki konuşmasında
Atatürk,
– Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
Öğretmen ve eğitimciden yoksun bir millet, millet olmak
kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir. Millet
denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere,
öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki bir toplumu hakiki millet
haline koyarlar.”27 Atatürk, bu sözleri ile öğretmenin toplumdaki
önemli yerini belirtmiş oluyor.
Türk öğretmenleri, büyük çoğunluğu ile Başöğretmen
Atatürk’ü takdir eder ve severler. Önemli olan: Atatürk’ü takdir
etmenin ve sevmenin yanısıra, onun izinde ve onun açtığı aydınlık
yolda yürümektir. Kuru kuruya Atatürkçülük yapmak ve Atatürk’ün
yolunda olduğunu söylemek bir şeyler ifade etmez… Atatürk’ü
gerçekten sevenler onu iyi okurlar ve incelerler. Onu iyi tanımaya
ve anlamaya çalışırlar. Atatürk’ün asker ve devlet adamı olarak
unutulmayacak hizmetlerinin yanısıra, yüzyıllar geçse de değerinden
bir şeyler kaybetmeyecek olan veciz sözlerinden ilham alarak
kendilerine yön verirler…
Hele öğretmenler.. Atatürk’ü çok iyi tanımak ve onu örnek
alarak, hep iyiye ve doğruya öğrencilerini yönlendirmekle
mükelleftirler…
26
27
Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A. A. M. (Sempozyum), İzmit 1998, s.33
Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189
247
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Eğitim sistemini başarılı kılan temel faktörlerden en önde
geleni elbette öğretmenlerdir. Atatürk’e göre:
– Memleketi ilim, irfan, ekonomi ve bayındırlık sahalârında
yükseltmek, memleketimize her hususta çok verimli olan
kabiliyetleri geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve
olumlu karakter vermek lâzımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek
için mücadeleye katılanlar arasında öğretmenler en önemli ve en
hassas yeri almaktadır.”28
Atatürk 1922 de, Bursa öğretmenlerine seslenişte:
“Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi
için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanıp
sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız…”29 diyerek
öğretmenlere olan güvenini belirtiyor ve onları teşvik ediyor.
– Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler
elde ederse etsin, o zaferin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan
ordusu ile kaimdir.” Diyen Atatürk,
öğretmenleri askerlerle
kıyaslayarak şu görüşü ifade ediyor:
– Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa
eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını
kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür
ordusu… Sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldürüp niçin
öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz.” 30 Bu sözler yorum
gerektirmeyecek kadar açıktır.
Atatürk yetişecek çocuklarımız ve gençlerimize verilecek bilgi
ve eğitimle ilgili görevlerimizi şöyle ifade ediyor:
– Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri
tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel
Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, ananatı milliyesine (milli
geleneklerine) düşman olan bütün anasırla mücadele lüzumu
öğretilmelidir.” 31
Atatürk çocukların eğitiminde önemli bir tavsiyede bulunuyor:
– Çocuklarımızı aynı tahsil derecesinden geçirerek
yetiştireceğiz. Kat’iyen bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan
milletler zayıftır, marizdir.”
28
Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A. A. M. (Sempozyum), İzmit1998, s.28
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248
30
a. g. e. –S; 247-248
31
Atatürkçülük 1. Kitap– Gen.-Kur.Yayınları.-M.E.Basımevi– s 297
29
248
Rasim PEHLİVANOĞLU
Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne
olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
1. Milletine
2. Türkiye devletine
3. Türkiye Büyük Millet Meclisine,
– Düşman olanlarla mücadelenin, esbap ve vesaitiyle mücehhez
olmayan (sebep ve vasıtaları ile donatılmayan ) milletler için yaşama
hakkı yoktur.”32
Atatürk’ün eğitici görüşlerine devam ediyoruz:
– Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle
varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla
mücadele lüzumunu ve milli duyguya dayanan düşünceleri büyük bir
olgunlukla, her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma
zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu
özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir…33
– Gelecek için yetiştirilen vatan çocuklarına, hiçbir güçlük
karşısında baş eğmeyecek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışmalarına ve
örgenimde ki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının
öğrenimlerini tamamlaması için her fedakârlığı göze almaktan
çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan
milletlerin kararlarında ne kadar ısrarlı olduklarını tarih
doğrulamaktadır. Silahı ile olduğu gibi kafasıyla da mücadele
mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti
ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur.” 34
– Eğitim ve öğretim de uygulanacak metot, bilgi insan için
fazla bir süs ve bir hükmetme vasıtası veya medeni bir zevkten çok,
maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik, kullanılması mümkün
bir vasıta haline getirmektir.” diyen Atatürk:
– İlk ve Ortaöğretim, mutlaka insanlığın ve medeniyetin
gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin
ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin
olsun” sözleriyle Atatürk okuyan, çocukların iş ve meslek sahibi
olmalarını da öğütlemiş oluyor. Ve devamla diyor ki:
Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek
değil, daha çok memlekete ahlâklı, karakterli Cumhuriyetçi,
32
Atatürkçülük 1.Kitap Gen.-Kur.Yayınları.-M.E.Basımevi– s297
a.g. e. s 297
34
a. g. e. s 299
33
249
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette,
dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya
kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun içinde öğretim
programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. 35
Atatürk 1924 yılında, Muallimler Birliği Kongresinde:
– Muallimler, yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr muallim ve
mürebbileri sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz
olacaktır. Eserin kıymeti, sizin kıymetiniz ve fedakârlığınız
derecesiyle orantılı olacaktır” 36 diyerek de öğretmenlerin büyük
sorumluluğunu hatırlatmış oluyor.
– Çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin
hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin
istikbaline, kendi benliğine, milli gelenek ve göreneklerine (milli
kültürüne) düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu
öğretilmelidir” direktifini veren Atatürk, “Cumhuriyet fikren, ilmen,
fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister (…)
Muallimler sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır (…)
Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri
hür, vicdanı hür, irfanı hür (bilgili, kültürlü, seziş ve anlayışlı)
nesiller ister.”37
Sözleriyle, Cumhuriyetimizin ve istikbalimizin korunmasında,
milli kültürümüze sahip olarak yetişen kuvvetli ve hür fikirli gençlere
ihtiyacımız olduğuna dikkati çekiyor. Bu yetenekte ki gençleri
yetiştirecek olan da şüphesiz ki öğretmenlerdir.
– Yeni kuşak en büyük Cumhuriyetçilik dersini
öğretmenler
topluluğundan
ve
onların
yetiştirecekleri
öğrencilerden alacaktır” diyen Atatürk,
– Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı ve
halk öğretmenin, çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret
olmayacağını anlamalıdır”38 diyerek de öğretmenlerin halka yakın ve
halkla iç içe kaynaşarak, onların da yetişmesine yardımcı olmalarını ve
de halkla el ele vererek çocuklarını daha iyi yetiştirmelerini öğütlemiş
oluyor.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, öğretmenlerimizin sayısı
oldukça azdı. Bu eksikliğe dikkati çeken Atatürk:
35
36
37
38
a.g. e. s 299
Atatürkçü Düşünce El Kitabı– Ankara 1998- s 189
Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;242
250
Rasim PEHLİVANOĞLU
– …Sayı noksanlığı, öğretmenlerimizin kıymet ve faziletteki
yüksekliği ile ancak telafi edilebilir”39 diyor ve öğretmenlikte
sayıdan çok kaliteye önem verilmesi gerektiğine parmak basıyordu.
Atatürk’ün belirttiği gibi öğretmenlikte sayıdan çok kalite
önemlidir. Atatürk yolunun yolcusu olan öğretmenlerimiz önce
kendisini yetiştirmeli ve öğrencilerini de o değerde yetiştirme
gücünü kendilerinde bulmalıdırlar.
Şimdi görüyoruz ki, ülkemizde öğretmen sayısı çok fazladır.
Ama okullarımız da eğitimsiz öğrenci yetiştiğinden herkes şikâyetçidir.
Hattâ yetiştirmekle görevli olan öğretmenler bile şikayetçi
olmaktadırlar. Biz neden böyle olduk ? Sebebini herhalde aramalı,
bulmalı ve tedbirini ona göre almalıyız. Atatürk’ün söylediği gibi:
– İlk ilham ana baba kucağından sonra mürebbinin
lisanından, vicdanından, irfanından alınır.”40 Atatürk’e göre
mürebbi sıfatını alan öğretmenler, öğrencilerinin her yönden
gelişmesine yardımcı olmak ve onları kişilikli insanlar olarak
yetiştirmekle görevlidirler.
Atatürk:
– Geçmişte sayısız medeniyetler kurmuş bir ırkın ve
milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lâzım
gelen şeylerin hepsini yaptığımızı iler süremeyiz. Bugüne ve yarına
bırakılmış daha birçok işlerimiz vardır.” Diyerek de daha pek çok
yapacaklarımız olduğunu belirtmiş; bunları başarmanın yollarını
bulmamız ve tedbirini almamız gerektiğini de vurgulamış oluyor. 41
Atatürk yolunun yolcusu olan öğretmen, ülküsünden dönmeden
ve Türk kültüründen (yani milli kültürümüzden) sapmadan
yücelmesini bilen ve öğrencisini de yüceltebilen öğretmenlerdir.
Gerçek Atatürk öğretmeni böyle olacaktır. Unutmayalım ki:
– Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir”
diyen Atatürk, öğretmenleri kutsal görevinde teşvik etmiş oluyor.
Bizde tamamlayalım: “Öğretmeni fedakâr olmayan milletler
çökmeye mahkumdur.”
1985 yılı Kasım ayı, öğretmenler gününde bazı gazetelerde
yayınlanmış olan, “Öğretmen Sevilirse” başlıklı makalemden önemli
bölümleri, yeri gelmişken aşağıya almayı faydalı görüyorum.
39
Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189
Atatürkçülük (1.kitap) Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, 1988, İstanbul, s.301
41
Atatürkçülük 3.Kitap Gen-Kur yayınları M.E.Basımevi İst/1984 s 1431
40
251
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Öğretmen Sevilirse
Başlıktaki sevilen sözünden kastedilen, öğrencilerin sevdiği
öğretmendir.
Yoksa,
öğrencilerin
sevdiği
öğretmenlerle
idarecilerin(amirlerin) sevdiği öğretmen her zaman aynı olmuyor:
öğrenciler, herhangi bir art düşüncenin etkisine kapılmadan
öğretmenlerini olduğu gibi görüyor. Faydalı öğretmeni daha iyi
tanıyor ve kendisini içtenlikle seviyorlar. Sevdikleri öğretmeni
görünce gözlerinin içi gülüyor ve kıvanç duyuyorlar…
Öğrenci öğretmenini severse; ona gönülden bağlanır, sözlerini
iğliyle dinler, davranışlarını örnek alır.
Kabul Etmek Zorundayız: Seven öğretmen sevilir. Sevilen
öğretmenin dersi sevilir, sevilen derse severek ve isteyerek çalışılır.
Severek ve isteyerek çalışılan ders iyi öğrenilir, iyi öğrenilen ders
iyi yetiştirir ve öğrenciyi gerçek başarıya ulaştırır. Gerçek
başarıya ulaşan kişilikli(şahsiyetli) öğrenci, özlediğimiz kalıcı eser
olarak cemiyet hayatında hak ettiği yeri alır… Görülüyor ki:
bunların hepsi zincirleme olarak birbirlerine bağlıdır. Fakat zincirin ilk
halkası kendisini iyi yetiştirmesini bilmiş ve gerçek eğitimci niteliğini
almış olan idealist öğretmendir.
Öğretmenlerin Görevi; Öğrencilerine sadece bilgi ve beceri
kazandırmaktan ibaret değildir. Onları iyi karakterli, güçlü iradeli,
terbiyeli (eğitimli) şahsiyetli insanlar olarak yetiştirmekte öğretmenin
görevidir. Bu yönüyle öğretmen aynı zamanda eğiktendir
(terbiyecidir).
Öğrencilerin kalbini kazanmayı başaran ve onlar tarafından
sevilip sayılan öğretmenler, eğitimi çok zor olan çocukları bile
yetiştirmekte ve problemlerini çözmekte güçlük çekmezler
İçinde insan sevgisi olan, vatan ve millet sevgisi ile yoğrulan
iyi bir mesleki kültür alan, öğrencilerini tanımaya çalışan, onların
özel sorunlarıyla ilgilenen, temiz ahlâklı, iyi niyetli, yumuşak
ciddiyetli, şefkatli, tebessümlü, sabırlı, adaletli, hoşgörülü ve de
disiplinli öğretmenler öğrencileri tarafından sevilir ve beğenilirler.
İşte, öğretmenliğin sırrı buradadır. Ama böyle bir öğretmen nasıl
olunacaktır?
Öğretmenlik mesleğine ilgi duyan bu alanda kendisini
yetiştirmek çabasında olan, okuyan, inceleyen, araştıran ve de düşünen
öğretmenler, kısa zamanda kendilerini öğrencilerin sevgi hâlesi içinde
bulurlar. Aşağıda sevilen bir öğretmenin, seven öğrencisi
tarafından tanıtılışını okuyalım.
252
Rasim PEHLİVANOĞLU
Halen bir lise öğretmeni olan Hüseyin Kaya çok sevdiği ilk
okuldaki hocası “VEYSEL Öğretmenini” bakınız nasıl tanıtıyor.:
– …. O gelince okulumuz otoriter bir yapıya bürünmüştür. Her
şey plânlı, her şey yerindeydi. Çünkü her yerde o vardı…
Onun daha 10-11 yaşlarımdayken silinmeyecek bir şekilde
aşıladığı vatan ve millet sevgisini hep yüreğime nakşetmişimdir. O
attı bu koru yüreğime ve O üfledi. Çocuksu toz pembe hayallerle
geçen gençlik yıllarımda, bu sevgiyle yol buldum hep. Ta o günden
kafamda yerleşmişti O’nun gibi olmak ve O’na benzemek… Bir
idealdi O benim için artık O ve onun mesleği… Okuyup öğretmen
olmak, “Veysel Öğretmenim” gibi bir öğretmen olmak. Benim için
erişilmesi gereken, seçilmiş yolların en kutsalı idi…
Aradan yıllar geçti. Ve ben bugün öğretmenim. İdealimde ki
bu mesleğe erişmenin mutluluğu var yüreğimde. Sana yetiştim
öğretmenim … Senin bir öğrencin değil bir meslektaşınım. Ama şunu
unutma ki, ne olursam olayım, her zaman senin ve senin gibilerin
en saygılı bir öğrencisiyim.
Sen ki, köyümüze olmayan şeyleri getirdin. Sen ki okulumuzda
bizlere sevgilerin en büyüğünü aşıladın… Öğretmenin ve
öğrenmenin güzelliklerini kavrattın bize. Yolun açık olsun
ellerinden öperim. Veysel Öğretmenim!...”
Öğretmen Hüseyin Kaya’nın yukarıya alınan mektubunda
belirtilen bu sevgiye ve bu duyguya ekleyecek bir şeyim yoktur.
Bunun gibi, yüzbinlerce öğretmenin içinde elbette çokça Veysel
öğrenmenler vardır. Ama aksileri de olduğunu inkar edemeyiz.
Keşke hepsi Veyse Öğretmen gibi olabilse.
Seven öğrencisi öğretmeni için yazarda, seven öğretmen
öğrencileri için yazmaz mı?
İşte, halen emeklilik hayatını yaşamakta olan seven öğretmenin
şiirini aşağıya alıyorum.
253
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Emekli Öğretmenim
Emekli bir öğretmenim
Fakat gönlüm çocuklarda!
Düşlerime giriyorlar
Öğrenciler okullarda:
İlkokuldan unutamam
Akın, Okyay, Behice'yi...
Ortaokul öğrencimler
Emin, Osman, Hatice'yi...
Sınıfımda dersimdeyim,
Dinliyorlar beni onlar.
Mutluluklar içindeyim,
Sevdiklerim karşımdalar!..
Sayıları binlercedir;
Vatan için yetiştiler.
Her biri bir ayrı işte
Milletime hizmetteler!
İçim rahat gönlüm serin,
Küçüklerim büyüdüler,
Gerilerde kalmaz gözüm,
Vatanımda yer ettiler...
Rasim PEHLİVANOĞLU
Emekli öğretmenler de eğitimci olmak sorumluluğundan
kendilerini dışlayamazlar. Emekli de olsalar asılları eğitimciliktir.
Eğitimden tamamen koparak, kahve köşelerinde veya oyun
masalarında (sigara dumanları içinde) kendilerini çürümeye terk
eden emekli öğretmenler, eğitimcilik sorumluluğunu unutmuş veya
duyarsız kalmış olanlardır. Yaşlanmış olsalar da her emekli
öğretmen çevresine ve milletine faydalı olabilir. Boş geçen günlerinde
okuyan, düşünen uyaran, teşvik eden hatta eser veren emekli
öğretmenlere ülkemizin ihtiyaca vardır…
Öğretmen ve Öğrenci
Öğrencinin yetişmesinde ve başarıya ulaşmasında, kendisinin
göstereceği “irade gayreti” elbette başta gelir. Ancak, öğretmenin
yönlendirici ve teşvik edici rolü inkar edilemez.
Öğrencinin gelişmesinde ve başarıya ulaşmasında
öğretmenin etkisini çok iyi belirten, öğrenci ağzıyla yazılmış
anlamlı bir şiiri aşağıya alıyorum:
254
Rasim PEHLİVANOĞLU
ÖĞRETMENİM
(1) Ben
bir gülüm, sen bahçıvan;
Çok açarsam eser senin,
Mis kokarsam hüner senin,
Ama birde soluversem,
Günah senin, günah senin
Öğretmenim...
(2)
Ben elmasım, sarraf sensin;
Pırlantaysam emek senin,
Parlıyorsam yaldız senin,
Ama birde parçalarsan;
Kırık senin, kırık senin
Ben boş defter, kalem sensin;
Doğru yazsan, yarın sensin,
Güzel yazsan ikbal senin,
Ama birde karalarsan;
Vicdan senin, vicdan senin
Öğretmenim...
Öğretmenim...
Ben tohumum, çiftçi sensin;
Çok sularsan ürün senin,
Bol olursam verim senin,
Ama birde çürütürsen;
Hata senin, hata senin
Öğretmenim...
Ben öğrenci, sen öğretmen;
Başarırsam hüner senin,
Kazanırsam zafer senin,
Ama birde kaybedersem;
Yok diyecek başka sözüm
Yorum senin, yorum senin
Öğretmenim...
Hatice KÜLTUR/Düziçi-ADANA
NOT: Bu şiir, Türkiye Çocuk Dergisinin 1989 yılında düzenlediği
şiir yarışmasında birinci olmuştur.
En büyük Türk Milliyetçisi olan Atatürk, 10. Yıl Nutkunun bir
bölümünde ulaşmak istediğimiz büyük amacımızı belirttikten sonra,
milletimizin yüksek meziyetlerini dile getiriyor ve şöyle söylüyordu.
“…Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti
çalışkandır. Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti Milli Birlik
ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk
Milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde
ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir!” sözleriyle
Milletimizin büyüklüğünü dile getiriyor. Aynı nutukta devam ediyor:
“…Bugün aynı imanla ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye
tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Milletinin büyük millet
olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha
tanıyacaktır” diyen Atatürk, bu inancını sağlığında çeşitli vesilelerle
dile getirmiştir.
255
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Eğitimde Atatürk Milliyetçiliği
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk
Milleti denir” diyen Atatürk’e göre ülkemizde yaşayan değişik isimler
altındaki bütün vatandaşlarımız Türk Millerinin bir ferdi oluyor.
Atatürk:
– Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır.
Cumhuriyetin kurucuları ve şahısları bizzat kendileridir” 42
diyerek de Türk Milletinin sorumluluğunu ve de devlet kuruculuğunu
belirtmiş oluyor.
Atatürk, Konya’da gençlerle yaptığı konuşmada:
– Bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok
cezasını çekti (…) Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki çeşitli
kavimler hep milli esaslara sarılarak milliyet duygusunun kuvveti
ile kendilerini kurtardılar… Biz onlara yabancı bir millet
olduğumuzu, içlerinden sopa ile kovulunca anladık. Anladık ki,
kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.” Daha önce yazıldığı gibi:
– Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela
bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren,
fiilen bütün hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini
bulamayan milletler başka milletlerin avı olur.”43 Diyen Atatürk,
milli benliğimize (milli kültürümüze) sahip çıkmamızı, kendimizi
unutmamamızı öğütlüyor. Özellikle, öğretmenlerimizden ve onların
yetiştirdiği öğrencilerimizden bunu bekliyor.
– Türk Milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda, milletler
arası ilişki ve yakınlaşmalarda, bütün çağdaş milletlere paralel ve
onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun
kendine özgü karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı
tutmalıdır”44 diyen Atatürk başka milletlerle uyum içinde yürürken de
kendi karakterimizi korumamız gereğini vurguluyor.
Atatürk Milliyetçiliğinde Millet ve İnsanlık Sevgisi
Milletini çok seven, “Gerektiğinde milletim için canımı
vereceğim” diyen Atatürk, bütün dünya milletlerini de sever, onların
da milliyetlerine saygı duyardı. Mazlum milletlerin hürriyetlerine
kavuşmaları en büyük dileğiydi. Türk kurtuluş savaşını başarmakla
onlara da örnek olmuş ve hattâ önder olmuştu.
42
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248
Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Konularından İndeksleri, s.82.
44
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248
43
256
Rasim PEHLİVANOĞLU
Üstün ırk nazariyesine şiddetle karşı koyan Atatürk’ün
milliyetçiliği bencil değil, diğerkâmdı. Bir konuşmasında:
– Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz
ki bizimle iş birliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız.
Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim
milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik
değildir”45 diyen Atatürk, başka bir konuşmasında:
– Türk milleti, vicdanında milli duygunun yanında insani
duygunun şerefli yerini daima korumakla öğünür. Çünkü Türk
milleti bilir ki, (…) bütün uygar milletlerle karşılıklı insani ve
uygar ilişki, elbette gelişmemize devam için gereklidir. Buluşları ile
insanlık alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin değerini
takdir eder ve anılarını saygıyla korur. Türk milleti insanlık
aleminin samimi bir ailesidir.”46 Diyen Atatürk’ün bu sözlerinden de
anlaşılacağı üzere, sadece Türk Milletine değil bütün insanlara
duyduğu sevgi ve insanlığa hizmet ülküsü ile yoğrulmuş bir Türk
Milliyetçisidir.
Türk Milleti, bu tarz milliyetçilikle dünya milletlerine örnek
olmakta ve milletlerin dostluğunu kazanmaktadır… Öğretmenlerin
bir görevi de, vatan ve millet sevgisinin yanı sıra, bütün milletleri
kapsayan insanlık sevgisini öğrencilerine aşılamaktır. Ve onların da
milli değerlerine saygı duymalarını öğretmektir. Buraya bir fıkra
ekleyelim.
Bayrak Bir Milletin İstiklal Alâmetidir.
30 Ağustos 1922 sabahı. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa
cephede dolaşırken binlerce insan ve hayvan cesedi karşısında
duygulanmış, şunları söylemişti.
– Bu feci manzara bütün insanlığı utandırabilir. Ama bu,
meşru bir vatan müdafaasının tabii bir neticesidir. Fakat Türkler
başka milletlerin vatanında aynı şeyi yapmayacaklardır. Bizi
mecbur ettiler.”
Yerde yatan bir Yunan bayrağını kaldırmalarını işaret
ettikten sonra:
– Bayrak, bir milletin istiklâl alâmetidir. Düşmanında olsa
hürmet etmek lâzımdır.” 47
45
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G.ş 2.basım-A.A. M.–Ankara 2005-S;317
a. g. e.- S;316
47
Başarı Dergisi Özel Sayı: Akbank’ın Çocuklara Armağanı İst /1981 s 14
46
257
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Okullarımızdaki Öğretimde Başarısızlığın
Asıl Nedeni Sistem mi, Uygulama mı?
Önceki bölümlerde belirtildiği gibi, öğrencinin öğretmenden
not alması, sınıf geçmesi, diploma alması görülen başarıdır, sayı
başarısıdır. Gerçek başarı ise, öğrenciye kişilik kazandıran
özlediğimiz ideal başarıdır.
Okullarımızda, gaye olan eğitime ulaşmadan verilen
öğretimdeki genel başarısızlığın nedeni bugün tartışma konusu
olmaktadır. Kimilerine göre, eğitimdeki başarısızlığımız sistemden
ileri gelmektedir. “Bu sistemle bu kadar eğitim verilebilir” diyenlerin
karşısında “Başarısızlığın asıl sebebi, sistemde değil uygulamada
aranmalıdır” diyenler de vardır. Bunlar daha haklı gerekçelere
dayanmaktadırlar. Zira, sistem bir şekildir. Programlar,
yönetmelikler, talimatlar, ölçme değerlendirme yolları ve başkaları
sistemdir.
Asıl olan, sistemin uygulanmasıdır. Uygulayıcı işinin ehli
olmazsa sistem başarılı olamaz. Zira: En iyi sistemde, kötü
uygulayıcılar elinde kötü neticeler alınır. Aksine en kötü sistemde
bile işinin ehli iyi uygulayıcılar elinde çok iyi neticeler alınabilir.
Bozukluk sistemdedir diyerek, devamlı sistemle oynamak, habire
sistem değiştirmek uygulayıcıları da şaşkına döndürür. Öğretmenliği
beğenmezcilerin şikayetlerine fırsat verilmiş olur. O bakımdan,
başarılı olmuyor diye getirilen yeni sistemi de hemen değiştirmeyi
düşünmek yerine, mevcut sistemin verimli işletilmesinin yollarını
aramak daha doğru bir çaba olur. Bu da getirilen sistemi iyi
tanımak ve onu iyi uygulamakla mümkün olur.
Sistemsiz hiçbir şey olmaz. Elbette sistem şarttır. Ama
uygulayıcı en az sistem kadar önemlidir. Türk milli eğitiminin
amacını iyi bilen ve iyi bir uygulayıcı olan, inisiyatif sahibi ehil
öğretmen, sistem bozukta olsa, verilen emirler yersiz de olsa, o
kendi sistemini kendisi kurabilir ve çok başarılı sonuçlar alabilir.
Sonuca gelelim: Eğitimde sistem gereklidir. Sistemde aksayan
taraflar düzeltilerek geliştirilebilir. Fakat asıl olan uygulamadır,
uygulayıcıdır; uygulayıcının kişiliğidir, iyi yetişmiş olmasıdır.
Eğitimci kişiliğinden yoksun
o tip öğretmenler ve
kayırmayla
gelen
yeteneksiz
yöneticiler
elinde
kalan
okullarımızda, gerçek başarıya ulaşan verimli sonuçlar alınamaz.
Bu tip okullarda, Atatürk’ün ifade ettiği, “…fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür” öğrenciler yetiştirmek mümkün olamaz.
258
Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli bünyemize uygun geçerli eğitim sistemini geliştirmek ve
bu sistemi maharetle uygulayacak öğretmenler ile yöneticileri iyi
yetiştirmek, gerçek başarıya ulaşmamızda atılacak en önemli
adımlardır. Bu gerçeği görerek ve kabul ederek ona göre tedbirler
almamız gerekli olmaktadır.
Bugünkü Eğitim Uygulamalarımız Atatürk’ün
Görüşlerine Uygun mudur ?
Baştan beri, Atatürk’ün öğretim ve eğitim ile ilgili görüşlerini
dile getiriyoruz. Ama bu görüşlerini bugünkü okullarımızdaki
uygulamayla ve çoğu öğretmenlerimizin tutumuyla ve de yetişen
gençlerimizin davranışlarıyla karşılaştırdığımız takdirde, ortaya çıkan
sonucun hiç de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Gerçeklere bakarak,
açık yürekle söyleyebiliriz ki: Türkiye milli eğitimi genel olarak
başarılı değildir. Uygulama, gerçek başarıya ulaşmaktan uzaktır.
Başarısızlığın bir çok sebepleri olabilir, bunlardan
öğretmenlerle doğrudan ilgili olan iki önemli sebebi aşağıya almakta
fayda görüyorum.
a) Çalışan öğretmenlerimizin ve okul yöneticilerinin
yeterince okumamakta ve kendilerini yetiştirmemekte oldukları
görülüyor. Hiçbir kitap okumayanlar da olduğu söyleniyor. Özel
araştırmalarıma göre edindiğim kanaat budur. Okul müdürleri, teftiş
elemanları, kendilerini yetiştirme ve okuma sevgilerini almada
öğretmenlere örnek olamıyor ve gerekli rehberliği yapmıyorlar.
Dolayısıyla, öğretmenler de kendilerini yenileyemiyorlar. Kendilerini
yenileyemeyen öğretmenler, öğrencilerine okuma sevgisini ve sistemli
çalışma alışkanlığını veremiyorlar.
b) Öğrencilerimiz, okullarda başarılı olmanın, verimli
çalışmanın ve iyi öğrenmenin yollarını bilmiyorlar. Bu konuya önem
verip öğrencilere öğretenler de olmuyor. İsteksiz ve düzensiz
çalışmalarla gerçek başarıya ulaşılamıyor. Gerçek başarıya
ulaşmanın yollarının ne olduğunu öğrenmek ihtiyacını da
genellikle duymuyorlar. Çünkü öğretmenler, bu konuda
öğrencilerini yeterince uyaramıyorlar. Zira, gerçek başarıya
ulaşmanın yollarını genellikle kendileri de bilmiyorlar. Bu konuda
yazılmış yol gösterici kitapları da arayıp bulmak ihtiyacını
duymayanlar çoğunlukla bilmedikleri ve öğrenmek ihtiyacını
duymadıkları şeyleri öğrencilerine nasıl öğretebilirler?
Dershaneye girip çıkmakla, eğitici olmaktan uzak kuru
bilgiler vermekle eğitimcilik görevini yaptığını sanan
259
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
öğretmenlerin çoğunlukta olduğu kanaati hakimdir.. Bu gerçekleri
öğretmenlerin
bizzat
kendilerinden
öğreniyoruz.
Çoğu
öğretmenlerimiz, açık yüreklilikle kendi hatalarını söylemek
olgunluğunu gösterebiliyorlar.
Hele birde, “Devlet bana ne veriyor ki, ben ne vereceğim”
diyecek kadar sağduyudan yoksun öğretmelerin sayısı da az değildir.
Böylesi öğretmenler, öğretmenlikte maddi kazançtan ziyade manevi
zevkin önemli olduğunu fark edemiyorlar. İlk öğretmenlik yıllarımda
öğrenmiştim. Bir Alman eğitimcisi:
“Manevi zevklere meftun olan kimseler öğretmenlik
mesleğini seçmelidirler. Öğretmenlikte maddi kazanç arayanlar
asma diksinler, bahçıvanlık yapsınlar” demiştir. O yılların
Almanya’sında asma dikmek, bahçıvanlık yapmak para kazandırdığı
için öyle söylemiş olmalıdır.
Bizdeki öğretmenliği beğenmeyenler de, kendilerine
güveniyorlar ise, istifa etsinler de çok para kazandıracak başka bir
iş yapsınlar demekten kendimizi alamıyoruz. Hiç değilse onlardan
boşalacak yerlere sırada bekleyen öğretmen adayları atanır ve onlara iş
bulunur. Ama öyle yapmayıp, çalışmaya başlayan yeni öğretmenlerin
de morallerini bozmaya devam edenler bulunuyor. Bu tarz
öğretmenlik, Atatürk’ün tanımladığı öğretmenlik idealine elbette
uygun değildir.
Atatürk’ün tanımladığı ve özlediği öğretmen: Hangi şartlar
altında olursa olsun, görevine isteyerek ve severek devam eden,
okuyan, araştıran, kendisini yetiştirmeye ve yenilemeye çalışan,
öğrencilerini sevebilen ve sevilen, onları en iyi şekilde ve ülkü
sahibi gençler olarak yetiştirerek millet ve memleket hizmetine
hazırlayan idealist (ülkücü ) öğretmenlerdir.
Milletimizi, Atatürk’ün belirlediği bu yüce ülküye ulaştıracak,
yılmadan ve yorulmadan bu yolda yürüyecek gençleri yetiştirmek
elbette öğretmenlerimizin görevidir.
260
Rasim PEHLİVANOĞLU
Öğretmenler eser veren insanlardır. En büyük eserleri ise
öğrencileridir. Bu gerçeği küçük bir şiirimle ifade ediyorum:
Kalıcı Eser
Dünkü hizmet dünde kalır.
Hizmetini sürdürecek,
Asıl olan gelecektir.
Yüzlerini güldürecek,
Bu dünyadan göçersek de
Seni daim sevdirecek
Hizmet sürüp gidecektir.
Bir eserin kalacaktır.
Öğretmenin eserleri
Birkaç değil binlercedir.
Eğer iyi yetişmişse
Her öğrenci bir eserdir!..
Rasim PEHLİVANOĞLU
261
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
23- Atatürk’ün Sofrasında Fikir Ziyafetleri
(Faydalı Sofra Sohbetleri)
“Atatürk’ün sofrası” diye anılan, gece yarılarına ( bazen
sabahlara ) kadar devam eden, davetli misafirlerin katıldığı yemek
sofraları, kendi ismi kadar ünlenmiştir. Bu yemek sofraları, bir bakıma
Türk Dünyasının Akademisi olmuştur… Sofra devam ederken,
memleket yönetimiyle ilgili her şey konuşulmuş ve önemli görüşler
ileri sürülmüştür. Güncel konular gündeme gelmiş ve üzerinde
tartışmalar yapılmıştır…
Atatürk’ün sofrasına “içki sofrası ” diyenler de olmuştur.
Fakat onlar işin gerçeğini göremeyenler veya görmek
istemeyenlerdir. Zira, yakınlarının söylediklerine göre, Atatürk
hiçbir zaman ölçüyü kaçırmamış ve sarhoş olmamıştır. Ama sarhoş
olanları konuşturmasını ve dinlemesini bilmiştir. Bu yolla, yemeğe
katılanların değerini ölçmüş ve anlamıştır. Misafirler dağıldıktan
sonra da hemen uyumamış, masası başına geçerek, o günkü
konuşmaları ve ileri sürülen fikirleri değerlendirmiştir. Her gün
çok az uyumuş, hiç uyumadığı günlerde olmuştur. Yeni başlayan
günde, zamanı geçirmeden görevinin başında bulunmuştur.
Kendisine hizmet edenlerin anlattığına göre, 48 saat boyunca
yatağının hiç açılmadığı günler çok olmuştur.
Atatürk’ün buluşu olan gece sofrası sohbetleri,
arkadaşlarıyla bir araya gelip memleket işlerini müzakere etmeleri
ve de herhangi bir işte görevlendireceği kimseleri yakından
tanıyabilmeleri bakımından çok faydalı olmuştur.
Atatürk’ün gece sofralarında memleket işleriyle ilgili çok
değişik konuların konuşulduğunu yukarıda yazmıştık. Değişik
kitaplarda yer alan bu konuda birkaç görüşü aşağıya alıyorum:
Akademik sofra
– Milli Mücadelenin başladığı günlerden itibaren Mustafa
Kemal’in sofrası Türk dünyasının akademisi olmuştur. Her nevi
yeniliklerinin ve inkılâpların münakaşası o sofrada yapılmış ve yine o
sofrada hakikatlerin yolu ve sırrı aranmıştır. Atatürk, fikrine ve
bilgisine müracaat ettiği insanları daima sofrasına davet etmiş ve
onları birbirleriyle münakaşaya sevk ederek en salim ve en doğru
yolu bulmaya çalışmıştır. 1
1
Hikmet Bil: Atatürk’ün Sofrasında – Ekicigil Matbaası s 3
262
Rasim PEHLİVANOĞLU
Sofrada Sınav
“Mustafa Kemal, omuzlarındaki yükün ağırlığı hakkında fikri
olmayan bir kabile reisi değildi. Görevlendirdiği her arkadaşını birer
birer sınavdan geçirirdi. Bir istidat (yetenek) gördüğünde, onu çabuk
yetiştirdiği kadar; başarısızlık gördüğü vakit de çabuk feda ederdi.”
Atatürk’ün hareket ve heyecan dolu hayatının tek zevki akşam
sofrasıydı. Hoşlandığı veya iltifat etmek istediği beş on arkadaşını
etrafına toplamak, onlarla sohbet etmek, böylece tatlı bir gece geçirmek
biricik eğlencesiydi. Ancak sofrası yalnız bir sohbet yeri olarak
kullanılmazdı, orası adeta bir seminerdi. Gazi çağırdığı kimselerin
her birine bir konu verir, fikirlerini söyletir, hissettirmeden onları
imtihan eder, kabiliyetlerini ölçerdi. Bu sohbetlerin birinde doğruyu
açıkça söylemişti:
– Benim gözümde hiçbir şey yoktur. Ben yalnız liyakat
âşığıyım” 2 demişti.
Değerlendirme Yeteneği:
Tavsiye, iltimas, hele dalkavukluk Atatürk’ün en nefret ettiği
şeylerdi. bilgi ve çalışkanlık ise en fazla değer verdiği vasıflardı.
Sadece itaatli olması da bir görev adamının sivrilmesi yükselmesi için
yeterli değildi. Etrafını çeviren hemen herkeste bu itaati bulabilirdi. Sırf
bu meziyetinden dolayı, koskoca devleti şuna buna bırakacağını
sanmak Mustafa Kemal’i tanımamak demektir. Sorumluluğun
büyüklüğünü onun kadar kavramış bir devlet adamına pek az
rastlanabilir.
Görev
verdiği
belli
başlı
kişiler
hakkındaki
değerlendirmelerinde, yanılgıya düştüğü görülmezdi. Kazara bir yanlış
kanıya varmışsa, bunu en kısa zamanda yine kendisi düzeltirdi. 3
Atatürk’ün Sofrasındaki Fikir Ziyafeti ile
İlgili Fıkralar
Sofraya Hazırlık
Atatürk’ün sofracı başısı şöyle açıklamaktadır. Atatürk’ün
sofrası, sofradan çok bir okula benzerdi. Sofrayı hazırlarken nasıl
çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem, tabaklarının bıçaklarının,
2
3
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk Ank/1982 s 78
a. g. e. s 79
263
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bardaklarının yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de
unutmazdım. Yemek odasının bir köşesinde de okullardaki gibi bir
kara tahta bulunurdu. Tebeşiriyle, silgisiyle o da sofranın bir
parçasıydı. Belki şaşıranlar olur ama o karatahtaya ben bile
çağrılmıştım. 4
Gece Yarısı Kırşehir Yolculuğu
Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin telefonu gece
yarısı uykudayken çalıyor. Atatürk’ün yaveri hemen köşke gelmesini
istiyor. Acele hazırlanıp köşke gidiyor.
Meğer o gün, Kırşehir öğretmenlerinin birkaç aydan beri
maaş alamadıklarını şikayet eden bir mektup almış. Bakan, havalar
kış olduğundan postaların işleyememiş olduğu mazeretini iler sürüyor.
– Ya … Demek muhasaradayız, öyle mi? diyen Atatürk
sofradan kalkıyor.
– Kırşehir öğretmenlerinin dertlerini yakından dinleriz”
diyerek derhal hareket emrini veriyor. Sofrasında davetli
bulunanlardan bazılarını da beraberine alarak gece yarısından sonra
yola çıkıyor. Fena halde yağışlı havada bir köyün kahvehanesine
sığınıyorlar. Kahvehanenin yanan sac sobasından ısınıyorlar… Bu
arada kendi okul hayatından sobayla ilgili anılarını anlatıyor…
Ertesi gün Kırşehir hududunda Vali Atatürk’ü karşılıyor. Bu
arada Atatürk’ün otomobili bir tarlaya saplanıyor. Etraftan yetişen
köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlar. Vali de resmi kıyafetiyle
çamur içinde köylüleri gayrete getirmeye çalışıyor…5
İşte, sofra başındayken, haklı bir şikâyeti tahkik için gece yarısı,
kar kış demeden yollara düşen ve türlü eziyetlere katlanan Mustafa
Kemal Atatürk….
Küçük İşler
Atatürk sık sık sofra arkadaşlarına Celal Bayar’ı soruyor
yaptığı işleri öğrenmek istiyordu. Yine bir defasında:
– Celal Beyefendi ne yapıyor diye sordu. Sofradakilerden biri,
“didiniyor” diye karşılık verdi. Atatürk bu karşılığa sinirlenmişti.
Birkaç gün sonra Bayar’ı köşke çağırdı.
– Ne yapıyorsun ? diye sordu. Celal Bayar:
– Çalışıyorum.
4
5
Adnan Nurbaykal: M.K. Atatürk’ün Liderlik Sırları s ix
a. g. e. s 28-29
264
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ben sordum didiniyor dediler. Tavsiye ederim, küçük
işlere tenezzül etme…
– Küçük işleri düzeltmedikçe, büyük işlere yönelemem.
Bakanlık teşkilatını hedefimiz olan işlere hazırlıyorum. Bunun içinde
üç aylık bir zamana ihtiyacım var.
– Pekala … Başarılar dilerim. 6
Tarih Bilgisi
Japon veliaht’ı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet
sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir
meydan muharebesini anlattı. Japon veliaht’ı hayret etmişti.
Atatürk, tarihten mitolojiye geçti yine Japon mitolojisini
konuştu, veliaht ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti Atatürk:
– Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri
vardır… diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz diye soramadı. Fakat
Atatürk’ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk hep böyleydi. Her şey plânlıydı. O, bütün bunları
Veliaht gelmeden 10 gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti. 7
En Kötü İhtimal
Bir gün bir romancı ve tarih yazarı, Atatürk’e bütün isteklerine
ulaşma başarısının sırrını sormuştu.
– Durur, dinlerim, dedi. Sonra tekrarladı.
– Durur durur dinlerim. Ve sustu.
Sakarya Zaferi tacını giyinceye kadar durup durup dinleyecekti.
– Ben her hangi bir işe giriştiğim zaman karşımdakinin ne
yapabileceğini ve en kötü ihtimalleri düşünürüm. Ona göre
tedbirlerimi alarak hareket ederim. 8
Hiçbir Konuyu Küçük Görmemeli
Atatürk Çankaya’da hemen her akşam fikir ziyafetleri düzenler
ve bu ziyafetlerde de leziz tartışmalar açarak söyler, söyletir,
çevresindekilerin aynı konudaki çeşitli düşüncelerini öğrenmeye pek
çok önem verirdi. Atatürk’ün bu hususta gösterdiği dikkat ve özen,
eski ve samimi bir arkadaşının merakını, biraz da hayretini çeker kalkıp
sorar:
6
7
8
a. g. e. s 41
a.g. e. s 86
265
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Sanki ihtiyacınız varmış gibi herkesin düşüncesini bu
kadar gayretle sorup anlamanızdaki amaç nedir?... Size ne yararı
olabilir yani? Arkadaşının sorusuna Atatürk gülerek şu yanıtı verir:
– Ne düşündüklerini anlamaya çalıştığım kimselerin
düşünceleri benimkilerin aynısı ise ne âlâ. Düşündüklerim daha güç
kazanmış olur. Yok eğer benimkinin aynı değil de farklı ise, gene
mükemmel fena mı? Ben de çeşitli fikirler elde etmiş olurum. Aynı
zamanda kendimi her iki durumda da kazançlı kabul ediyorum. Dikkat
ettim. Bazen hiç olmadık adamlardan ben çok şeyler
öğrenmişimdir. Hiçbir kanıyı küçük görmemek gereklidir. En
sonunda kendi düşüncemi uygulasam bile, herkesi ayrı dinlemekten
zevk alırım. 9
Dahi Odur ki
Her zaman Atatürk sual sormaz ve imtihana çekmez ya! Bir
günde sofrada neşeli bir zamanında Atatürk’ü imtihana çektiler.
Arkadaşlarının biri sordu:
– Lütfen cevap verin, dahi kime denir?
Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin imtihana çekilmesini
yadırgamadan cevap verdi,
– Dahi odur ki, ilerde herkesin kabul ve takdir ettiği şeyleri
ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der. 10
Sevgiyi Sınama
Bir gece Çankaya Köşkündeki sofra ziyafetinde devrin
vekillerinden birinden bir kişiye Atatürk şöyle bir soru sorar:
– Beni hakikaten sever misiniz?. Muhatabı hemen cevabı
yapıştırır:
-– Sevmek ne kelime atam, taparım!
– Peki her dediğimi de yapar mısınız.
– Derhal! … Atatürk bu söz üzerine belinden tabancasını
çıkarıp ona uzatır,
– Öyle ise al tabancamı sık kafana … Onun emreden bu
hitabı karşısında ne yapacağını şaşıran zat:
– Aman atam der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz ?
Benim ölmemi istemezsiniz.
Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan
heybetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp, aynı sualleri
9
a. g. e. s 169-170
a. g. e. s 200
10
266
Rasim PEHLİVANOĞLU
sorup cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslardan kopmuş kaya
parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını
uzatıp, kafasına sıkmasını emreder. Mehmetçik bu emri tereddütsüz
yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz, çünkü Atatürk daha önce
tabancasından mermileri çıkarmıştır.
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
– Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü ?” 11
Yazar Falih Rıfkı Atay’ın ÇANKAYA kitabından sofra
anıları ve görüşleri:
Korkunç Değilsin
“… Atatürk’ü Çankaya Meclislerinde tanıdım. Akşam
Meclislerinden dostları ile buluşmak. Olaylar ve şahıslar üzerine
hatıralarını anlatmak, tartışmalarda bulunmak eski adeti idi. Sofrasında
bulunanlar, Onu kendi kafalarının iki kulağı ile dinlemişler, çok defa
yanılmışlardır.
Bir “emir” ve “nehiy” zorbası değil de inandırıcı, bağlayıcı
bir lider olmayı istediği ve sevdiği için bazen yorucu, pek zeki
olmayanları şaşırtıcı dolaşık yolları seçmiştir.
Atatürk’ün davasına ölesiye bağlı, fakat içini dökmekten hiç
çekinmeyen fikir arkadaşlarından biri Recep Peker’dir. Hatıralarım
arasında şöyle bir not var: “ adeta şakalı bir konuşmadan sonra bahis
bilmem neden korku meselesine geldi. Atatürk’ün yanında oturan
Recep’e:
– Sen benden korkar mısın ? diye sordu. Recep güldü.
Atatürk:
– Karşıma geç! dedi. Geçti:
– Korkar mısın korkmaz mısın, söyle, dedi. Recep Peker:
– Hayır” dedi. Ne senin arkadaşların korkaktırlar. Ne de sen
korkunçsun. Biz inanarak senin ideallerine bağlıyız. Sen sevilen
adamsın, korkunç olamazsın. Atatürk
– Gel gene yanıma otur,” dedi. 12
Sofranın Müstesnası
İsmet Paşa, Mustafa Kemal Atatürk sofrasının birincisi ve
müstesnası idi. Nüfuzu o kadar büyüktü ki, bugün, kendisinden
laubalice bahsedenlerin, İsmet Paşa sofraya gelince ağızlarını bile
11
12
a. g. e. s 200-201
Falih Rıfkı Atay: Çankaya – Pozitif Yayınları İst/2004 s 11
267
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
açmadıklarını,
gülüyorum…
sayısız
akşamları
hatırlayarak
içimden
15 yıl onun hususi meclislerinde bulunanlar bilirler ki, Mustafa
Kemal, İsmet Paşa’yı bütün arkadaşlarından daima üstün
tutmuştur. Onun zekâsına, faziletine, devlet idaresine güvenmiştir.
Nice defalar:
– Çocuklar, Çankaya’da rahat ediyorum, İsmet sayesinde”
demiştir. Bu sözü duymayan Çankaya davetlileri parmakla
gösterilebilir.
Mustafa Kemal ve İsmet Paşa, aralarındaki nispet ayrıca
muhakeme edilmek üzere birbirlerini tamamlamışlardır. 13
Sofrada Bir Adam
Atatürk’ün sofrasında devrinin bütün çeşitleri vardı. Bir akşam
yanındaki hanıma sofrasındaki bir davetliyi göstererek:
– Bu adamın ne bayağı olduğunu bilemezsiniz” demişti.
Sonra fikrini daha da kuvvetlendirmek için:
– Hani çöp tenekesi vardır. İçine her türlü süprüntüler
konur ne kadar boşaltsanız dibinde yapışık bir şeyler kalır. İşte bu
o şeylerdendir” sözlerini ilâve etmişti.
Hanım şaşırarak:
– Aman Paşacığım, öyleyse ne diye sofranıza alıyorsunuz.?”
Demesi üzerine, M. Kemal:
– Haa… İşte onu da sen bilemezsin kızım” cevabını
vermişti.14
Yakını olan Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli kitabından,
Atatürk’ün sofra meclisleriyle ilgili anlatımlarından, önemli gördüğüm
bazılarını daha aşağıya alıyorum:
İlk gençliğinden son günlerine kadar kendisini tanıyanların
hepsi için Atatürk adı, sofra sohbetlerini hatıra getirir. Dostları ile,
akşamları sofra başında buluşmak ve geç vakitlere kadar konuşmak
adetiydi. Pek az zevk ve eğlence meclisi olmuştur. Bunlar da, hani
okullarda tatil saatleri vardır, öyle bir şeydir. Saatlerce pek ciddi
şeyler okur, yahut yazardık. Beyninin hiç yorulduğunu bilmiyorum.
Hastalandığı yıllara kadar da şaşırtıcı bir hafızası vardı…15
13
a. g. e s 436-437
a. g. e. s 438
15
a. g. e s551
14
268
Rasim PEHLİVANOĞLU
Orduda iken askerlik meseleleri, sivilde iken devlet ve devrim
meseleleri, hepsi, bazen sabahlara kadar sofrada görüşülmüştür.
Söyler ve dinlerdi. Yalnız kendi düşündüklerini herkese anlatmak
değil, herkesin düşündüğünü de kendi anlamak, türlü memleket
seslerini duymak meraklısı idi. Sentezci bir dehası vardı. Birkaç
saatlik dağınık ve sıçramalı sohbetlerden sonra, derleme ve toparlama
yapar, mantıklı, açık ve iyice çerçeveli bir tefekkür ( düşünce) eseri
verirdi.
Bilmediklerini, sofralarında bildiklerinden öğrenirdi.
Davetlileri daima pek çeşitli olmuştur. Ateşli ve gururlu milliyetçilik,
eğilip bükülmez bir irade ve kendine güven duygusu şahsiyetine
hâkimdi. Sevdiklerinin ve birlikte bir şeye inandıklarının tenkitlerine,
itirazlarına, tartışmalarına inanılmaz bir katlanışı, hoşgörürlüğü vardı.
Türk dili ve Türk tarihi meseleleri, onun sofrasında tam bir
fakültelik zaman tutmuş olduğunu tahmin ediyorum. Hep tebeşirli kara
tahta karşısında idik. Bakanlar, Profesörler, Millet Vekilleri hep o
tahtaya kalkmışızdır. Ondan başka hepimiz yorulur ve doğrusu biraz da
usanırdık.
… Ne askerliğinde, nede sivil hayatında geç kalmak, hattâ
sabaha kadar kalmak onu vazifesinden alıkoymamıştır….Pek efendi bir
ev sahibi ve eski Omsalı deyimi ile pekte “ edepli ”idi. 16
Sofrayı Terk
Rahmetli Reşit Galip’in çok defa yanlış yazılmış bir vakası
vardır. Atatürk’ün bir yabancı lokantacıya vermiş olduğu bahşiş
meselesini, biraz içkili olduğu için mübalağa ile tartışıyordu.
Atatürk:
– Galiba rahatsızsınız biraz dinlenseniz” dedi. Reşit Galib:
– Burası milletin sofrasıdır. Ben milletin sofrasında
oturuyorum” cevabını verdi.
Atatürk hiç bozmayarak:
– Beyefendinin hakkı var. O halde biz sofrayı terk edelim”
dedi. Herkes ayağa kalkıp çekildiler.
Birkaç gün sonra idi. Reşit galip davetliler arasında
bulunuyordu. Bir hayli zaman geçtikten sonra Atatürk:
– Bana iki nefer çağırınız, dedi. İki nöbetçi içeri girdi. Reşit
Galib’i işaret ederek:
– Beyefendiyi dışarı götürünüz” dedi.
16
a. g. e s551
269
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kucakladıkları gibi çıkardılar. Reşit Galip bilmeyerek yaptığı
eski hatasından utanıyordu. Sıkılarak tekrar sofraya geldi. Atatürk’ün
neyi anlatmak istediği belli idi.
O saatten sonra Atatürk en çok yine onunla keyifli keyifli
konuşmuştu. (Daha sonra ki yıllarda Reşit Galib’i Milli Eğitim Bakanı
yapmıştır.) 17
İçki Sofrası Değildi
Atatürk’ün, iş başından artan ömrü sofrada geçmiştir. Bu bir
içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile hatta düşmanları ile sohbet
ve tartışma meclisi idi. Atatürk hayallerini, tasarılarını, ıstıraplarını,
hatıralarını ta genç subaylığından son zamanlarına kadar sofrada
anlatmıştır. Selanik’te askeri dehasını tanıtan tatbikat oyunlarına
sofrasından kalkarak gittiği gibi, her devrim gününün başlangıcı
da bir sofra sabahı idi. Eğlence alemi, aşıp taştığı yerde yine sofra
meclisi olmuştur…
Bazen bir meseleyi daha fazla deşmeye misafir çeşidi elverişli
olmadığı zaman:
– Galiba yorulduk! der, meclise son verir, vedalaşmak üzere
elini sıkanlardan birtakımına “teşekkür ederim”, birtakımına usulca:
– Siz biraz daha kalınız” derdi. Nice sırlarını yıllarca vicdanı içinde
tutan Atatürk’ün, ağzından kaçırmışa benzeyen “gevezeliklerin”
%90’ı hesaplı ve tertipliydi.” 18
İmtihan Meclisi Olan Sofranın Kaçan Neşesi
Sofra bir imtihan Meclisi idi de! Hiç söylemeksizin
hissettirmeksizin, bir vazifede kullanacağı adamları, içki aleminin pek
elverişli olduğu türlü yönlerden yoklardı. Hükmünü kolay verirdi. Çok
defa da aldanmazdı. 19
Atatürk sofrasının yıllar süren şevki ve neşesi, Cumhuriyet’in
10. yıl dönümünden bir müddet sonra yavaş yavaş kaçtı.
Hekimlerin üstüne kondurmadıkları yıkıcı illet kara ciğerini yiyor
ve sinirlerini yıpratıyordu. Eşsiz hafızası sönüyor, sağduyusu
kararıyordu. Atatürk’ün tahammülü ve müsamahası azalıyor,
irade, zekâ ve kudretinden şüphe edildiğini sanmak kompleksi, sık
sık asabiyet nöbetlerine sebep oluyordu. 20
17
a. g. e.
a. g. e.
19
a. g. e.
20
a. g. e.
18
s 552
s 553
s554
s555
270
Rasim PEHLİVANOĞLU
24- İslâmiyet’in Yüceliğine İnanan
Laik Atatürk
Bu kitabın birinci bölümünde “Atatürk İlkeleri” konusu
işlenirken, baş ilkelerden birisi olan “Laiklik İlkesine” de değinmiş ve
öz bilgi vermiştik. Laiklik İlkesinde din ve devlet işlerinin ayrılmasının
esas olduğunu belirtmiş; özellikle, laikliğin vicdan ve inanç hürriyeti
olduğunu vurgulamıştık.
Burada ise, konuyu biraz daha açarak, Atatürk’ün laiklik
anlayışını, dini görüş ve duyuşlarını, din hakkındaki önemli sözlerini ve
açıklamalarını belirtmeye çalışacağız. Bu konunun sonuna da birkaç
fıkra ekleyeceğiz.
Öncelikle belirtelim: Cumhuriyet döneminde kabul edilen
laiklik ilkesine göre devletin yasal ve ekonomik düzeyi din esasına göre
örgütlenemez. Bu anlayışa, toplumun gelişmesi sonucunda varılmıştır.
Atatürk ve Laiklik: Atatürk ilkelerinin bir kısmı yanlış
anlaşılmıştır. Yanlış anlaşılan ve Atatürk düşmanlığının
körüklenmesine sebep olan Atatürk ilkelerinin önde geleni
laikliktir. Özellikle, tarihi iyi bilmeyen ve Atatürk’ü tanır göründüğü
halde, gerçek yönüyle tanımayan bir kısım dindar çevreler ile laikliği
dinsizlik sanan ve Atatürkçü geçinen inançsız kimselerin varlığı
bilinmektedir.
Laikliği dinsizlik sananlar arasında, yeterli dini bilgisi
olmayanlar ile gerçek dinsizler veya dine karşı olanların, hattâ
ilerici geçinen bir kısım okumuş aydınlarında bulunduğu bir gerçektir.
Bu gibilerin birçoğu Atatürkçü geçinerek, Atatürk’ü kendilerine
yandaş göstererek, yanlış tanıtılmasına ve manevi itibarının
sarsılmasına neden olmaktadırlar.
Köşe bucakta dedikodusu yapılan Atatürk aleyhtarı
konuşmalarda veya Atatürk’ü seviyorum gibi görünerek, kendi
menfi tutum ve davranışlarıyla halk nazarında Atatürk’ün küçük
düşürülmesine neden olanların sayısı da az değildir. Böylesine
tutum ve davranışlar gerçekleri aksettirmekten çok uzaktır.
Oysa, bir kısımlarının sandığı veya söylediği gibi, laiklik
dinsizlik değildir. Atatürk ’de asla dinsiz değildir. Aksine samimi
bir dindardır. İncelemelerimiz sonucu tespitlerimize göre öğreniyoruz
ki; Türk tarihi kadar İslâm tarihini de çok iyi okumuş ve hazmetmiş
bir Türk büyüğü olan Atatürk,dinin varlığına ve İslâm dininin
yüceliğine inanmış aydın bir asker ve aydın bir Devlet Adamıdır.
271
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerçekte, laiklik, dine saygılı olmaktır, din istismarını
önlemektir, dini siyasete alet etmekten kurtarmaktır. Laiklik dinin
şahsi çıkarlara ve ticarete alet yapılmasına da mani olmaktır.
Bunların da üstünde, laiklik hoşgörülü olmak ve karşı görüşlere saygılı
olmaktır.
Atatürk’ün söylediği gibi:
–… Şerre (kötülüğe) elet olan insanların yüzündendir ki dört
halifeden sonra din, daima siyasete vasıta, menfaate vasıta
istibdada (diktatörlüğe) vasıta yapıldı” diyen Atatürk, başka bir gün:
– Laik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya
yeltenen fırsatçılara asla fırsat bırakmayacağız” diyerek görüşlerini
belirtiyor.
Laiklik sözünden dinsizlik anlamı çıkarmaya çalışanlar eğer
cahil veya gafil değillerse, bu yolla bizi bölmeye çabalayan kasıtlı
hainler olabilir. Bu gibiler, her halde hoş görülmemelidir. Laiklik
sözünden dinsizlik anlamı çıkaranlar, bilerek veya bilmeyerek milli
birliğimizi bozmak isteyenlere yardımcı oluyorlar. Bu yoldan
milletimize ve devletimize zarar veriyorlar. Laikliği bilmediği için
yanlış tanıyanlara öğretmek, bilip de kasten yanlış anlatanları
susturmak milli görevimiz olduğuna inanıyorum.
Atatürk ve İslâmiyet
Atatürk, İslâm dininin üstünlüğünü anlamış ve nefsinde duymuş
bir Türk büyüğüdür. Dinin lüzumunu, İslâm dininin yüceliğini, Türk
Milletinin daha dindar olması gerektiğini, camilerin ve hutbelerin
önemini ve başka dini konularda ki görevlerini açıklayan pek çok
sözleri olmuştur. Bu sözlerinden gerekli gördüğüm bazılarını aşağıya
alıyorum.
Her konuda konuşmuş, en doğrusunu ve ne güzelini söylemiş
olan laik Atatürk din konusunda ve özellikle İslâm dini konusunda da
konuşmuş, görüşlerini açıklamıştır. İnandığı İslâmiyet’in değerini en
güzel cümlelerle ifade etmiştir. Atatürk’ün din hakkındaki konuşmaları
da, diğerleri gibi yazılan çok sayıda kitaplara geçmiştir. Atatürk’ü
anlatmak isteyen her yazar, denilebilir ki, Atatürk’ün sözlerinden
örnekler vererek kendi görüşlerini açıklamışlardır.
Atatürk’ün sözlerini içeren çok sayıda kitaptan birisi olan Prof.
Utkan Kocatürk’ ün hazırladığı “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri”
isimli büyük boy derleme kitabıdır. Bu kitap diğerlerinden önde
272
Rasim PEHLİVANOĞLU
gelmektedir. Atatürk’ü anlatan, okuduğum çok sayıda kitap içinde, en
çok alıntılar yaptığım eser, Utkan Kocatürk’ ün bu kitabı olmuştur.
1969-1971 tarihinde yapılan ilk baskısı ve 2.basımını o günlerde
okumuştum. Bu eserin sonradan genişletilerek 500 sayfayı geçen
genişletilmiş 2. basımını da okudum. Atatürk’ün din hakkında ki
görüş ve duyuşlarının çoğunu da genişletilmiş bu 2.basımdan aldığımı
söylemeyi gerekli görüyorum.
Atatürk’ünde söylediği gibi:
“Din vardır ve gerekli bir kurumdur Dinsiz milletlerin
devamına imkan yoktur. yalnız şurası var ki, din ALLAH ile kul
arasında ki bağlılıktır” (1930) 1
Atatürk’ün Din Hakkındaki Önemli Görüşleri
– Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür… Allah kullarının,
gereken olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden pek çok
Nebiler, Peygamberler ve Elçiler göndermiştir. Fakat bizim
Peygamberimiz aracılığıyla en son dini vermiştir… Cenabı Peygamber,
Peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabi Kur’an’ı Kerim en
eksiksiz kitaptır.” (1922) 2
– Bizim dinimiz(İslâm dini) akla ve mantığa en uygun ve en
tabii bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir
dinin tabii olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması
gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur… her fert
dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır.
Orası da okuldur”(1929) diyen Atatürk:
– Müslümanlık aslında en geniş anlamıyla hoşgörülü ve
çağdaş bir dindir” 3 diyor.
Atatürk’e, 1923 yılında armağan olarak küçük boylu bir
Kur’an gönderilmesi üzerine teşekkür etmiş ve:
– Bence değerini takdire imkan olmayan bu hediyeyi en derin
ve hürmetkar dini duygularımla saklayacağım” demiştir.
– Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır.
Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir
edebilirsiniz. Hangi şey ki akla mantığa, halkın yararına uygundur;
biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa,
1
Utkan Kocatürk: A.F.D. G. 2.basım s327
a.g..e s 327
3
a. g. e. s329
2
273
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
milletin yararına, İslâm’ın yararına uygunsa kişiye sormayın; o şey
dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı
mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 4
İslâm Dini ve Çalışmak:
– Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını
bildiriyor bazı kimseler zamanın yeniliklerini kâfir olmak sanıyorlar.
Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı.
İslâmların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı
hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.” (1923)
– Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız
çok çalışıyor. Bizde onlardan daha fazla çalışmak zorundayız. Çalışmak
demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre
bilim ve teknik ve her türlü uygarlık buluşlarından en üst derecede
yararlanmak zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki bu husustaki
hatalarımız çok” büyüktür(1923)
– Bizim dinimiz milletimize değersiz, misken ve aşağı olmayı
öğütlemez. Aksine, Allah’ta Peygamber de insanların ve milletlerin
değer ve şerefini korumalarını emrediyor.”(1923) 5
Türk Milleti ve Müslümanlık
– Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile
Müslüman olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl
inanıyorsam buna da öyle inanıyorum… Bu konuda yeterli bilgisi
olmayanlar. Bu acizler, sırası gelince aydınlanacaktır.(1923) 6
– Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu
erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip
alamamıştır ve alamaz.(1922) 7
Gerçek Din Bilginleri:
– Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek
bilginler, bilginlerimiz içinde ise milletimizin gerçekten övünebileceği
din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık, ilmi kıyafet altında
bilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, bilim
yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de
vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.
4
a. g. e.
a. g. e.
6
a. g. e.
7
a. g. e.
5
s330
s330
s330
s331
274
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Nasıl ki, her hususta yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri
yetiştirmek gerekli ise, dinimizin felsefi gerçeğini inceleme, araştırma
ve telkin bakımından ilmi ve fenni kudrete sahip olacak seçkin ve
gerçek din bilginleri de yetiştirecek yüksek uzmanlara sahip
olmalıyız.(1923) 8
En Gerçek Tarikat
– Ölülerden yardım istemek, uygar bir toplum için ayıptır….
Bugün bilimin, tekniğin bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında
filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk
arayacak kadar ilkel insanların Türk topluluğunda varlığını asla kabul
etmiyorum”
– Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti
şeyhler,dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru
ve en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır…(1925) 9
Hz. Muhammed hakkında
– Hz. Muhammed Mustafa Peygamber olmadan evvel
kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak
40 yaşında nübüvvet (peygamberlik) ve 43 yaşında risâlet (tanrı
elçiliği) geldi. Fahri âlem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde,
tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslâm
dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan
sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına (Mirac’a) yükseldi.
(1922) 10
– Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından
insanlara dini gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur.
Anayasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan Yüce Kur’an ‘da
ki naslardır.(ayetlerdir). 11
– Hz. Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş
gibi tanıtmak gayesine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek
kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok
uzak görünüyorlar.
– Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Savaşında en büyük
komutanın yapabileceği plânı nasıl düşünür ve uygulayabilir? Tarih
gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir bilim olmalıdır. Bu
8
a.g. e
a.g. e
10
a.g. e
11
a.g. e
9
s 332
s 333
s 328
s 327-328
275
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
küçük savaşta bile askeri dehası kadar siyasal görüşüyle de
yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi anlatmaya yeltenen cahil
serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu
savaş sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin
yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı izlemeye kalkışmamış
olsaydı, bugün yer yüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.”
– O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. onun izinde
bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim senin adın silinir fakat
sonsuza kadar O ölümsüzdür. 12 .
Hutbe hakkında
– Hutbe demek halka seslenmek yani söz söylemek demektir.
Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve anlamlar
çıkarılmamalıdır. Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece
önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışma
halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri
reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir…
– Hutbeden amaç, halkın aydınlanması ve doğru yolun
gösterilmesidir. Başka bir şey değildir. Yüz, iki yüz, hattâ bin yıl
evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve dalgınlık içinde
bırakmak demektir… Hutbe okuyanların siyasi durumu, toplumsal
ve uygar durumu her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği
takdirde halka yanlış öğretilmiş olur. Bu nedenle, hutbeler Türkçe ve
zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır. 13
Camiler ve Minberler
– Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlâki
gıdalarının en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden
halkın anlayabileceği dille, ruh ve beyine seslenilmekle,
Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı
kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna karşılık hutbe
okuyanların taşımları gereken bilimsel özellikler, özel yeterlilik ve
dünya durumunu anlayıp bilme önemlidir. (1922)
– Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için
yapılmamıştır. Camiler, Allah’ın emrine uyma ve ibadet ile beraber
din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani
danışmak için yapılmıştır. 14
12
a. g. e. s 328
a.g. e. s331
14
a. g. e. s331
13
276
Rasim PEHLİVANOĞLU
Ezan ve Kur’an
– Ezan ve Kur’an’ı Türklerden başka hiçbir Müslüman millet bu
kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk
sanatkarlarıdır.(1933)
– Kur’an’ ın Türkçeye çevrilmesini emrettim bu da ilk defa
olarak Türkçeye çevriliyor. Muhammed’in yaşamına ait bir kitabın
çevrilmesi için de emir verdim.” 15
Dinin İstismarı–Dinin Siyasete Alet Edilişi
– Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimseler bilirsiniz ki, çok
kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat
sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz…
Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep
din niteliği altında ki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü
hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Allah’a şükürler olsun hepimiz
müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek
için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur.
Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize
dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir.” 16
–… Dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler,
tarihte daime rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını
görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına alet yapan hükümdarlar ve onlara
yol gösteren hoca isimli hainler hep bu sonuca sürüklenmişlerdir…. En
bilgisiz olanlar bile o gibi adamların niteliğini gerektiği gibi
anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir güven sahibi olmaklığımız için
bu yanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına
kadar bütün kuvveti ile, hatta artan bir kararlılıkla korumalı ve
sürdürmeliyiz… Ben kendim onların düşmanıyım. Onların olumsuz
yönde atacağı bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız
benim amacıma değil, o adım benim milletimin yaşamıyla ilgili, o
adım milletimin yaşamına karşı kötü niyet, o adım milletimizin kalbine
yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde
arkadaşlarımın yaptığı şey kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı
tepelemektir!... ”17
– Şüphe yok ki: Bugünkü hükümetin, meclisin, yasaların,
anayasanın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir... Sayalım ki, eğer
15
a. g. e. s332
a. g. e. s333-334
17
a. g. e. s333–335
16
277
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bunu temin edecek yasalar olmasa, bunu temin edecek meclis
olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben
kendi başım yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm!...
Yukarıda yer alan bütün bu değerli sözlerin sahibi olan Atatürk,
hiç dinsiz veya dine karşı saygısız bir insan olabilir mi?
Atatürk’ün İslâm tarihini iyi okuduğunu ve öğrendiğini daha
önce yazmıştık. İslâm dininin esaslarını da iyi öğrenen Atatürk,
İslâmiyet konusunda yeterli bilgiye sahip olan güçlü bir hatiptir.
İslâmiyet konusunda ki bütün soruları cevaplamış ve yeri geldikçe
de çıkmış kürsülere İslâmiyet’i anlatmıştır. İşte bu konuşmalardan
birisini de 23 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir “Zagnos Paşa
Camii’nde” bir Cuma günü cami minberine çıkarak yapmış
olduğu konuşmada dinimizle ilgili çeşitli konulara değinmiştir.
Konuşmaların bir kısmı yukarıya aldığım sözler arasında yer
almıştır. Burada cami’deki bazı sözlerini özetle aşağıya alıyorum.
(tekrarlar da olabilir)
Atatürk’ün Balıkesir
Konuşmasından alıntılar:
Zagnos
Paşa
Camiinde
ki
– Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın esenliği
sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz
Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya
memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir
ki, yüce Kur’an’daki manası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz
ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü
dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.
Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uygun olmasaydı bununla diğer ilahi
tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm
evren kanunlarını yapan tanrıdır.”
– Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, sahip
bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini
Allah’ın evinde yapardı. H.z peygamberin mübarek yolunda
bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bu gününe ve
geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde,
Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir’in
dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu
fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.”
– Efendiler, camiiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp
kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve
dünya işleri için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani
278
Rasim PEHLİVANOĞLU
konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her
kişinin zihninin ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte bizde
burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için,
özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana
koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum.
Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli
irade yalnız bir kişinin düşünmesinde değil, milletin bütün
kişilerinin, arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan
dolayı benden ne öğrenmek ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı
rica ederim.”………….
(Atatürk’ün bu camideki sözleri arasında hutbe, hatip ve
minberler ile ilgili önemli sözleri olmuştur. Bunların bir kısmı yukarda
ki sayfalarda geçmiştir.)
Burada, önemli gördüğümüz bazı kısımlarını (tekrar da olsa)
yazmayı faydalı buluyorum.:
– Hutbede halkı genel durumdan haberdar etmek son
derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni
faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına
olacak şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından
gitmeyecektir… Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol
gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki
hutbeleri okumak insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak
demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile
konuşması gereklidir…”
– Minberler halkın akılları, vicdanları için bir irfan
kaynağı, ışık yumağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberler de
söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine
uygun olması lâzımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve
medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği
takdirde, halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle hutbeler
tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa
NOT: Bu konuşmanın bazı metinleri önceki bölümlerde geçmiştir.
279
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Dini İnancı ve Duaları
“Allah’ın inayeti ve Türk milletinin yenilmez
kuvveti sayesinde gayemize vasıl olacağız”
(1921 M. Kemal Paşa)
Atatürk’ün Yakın silah arkadaşı Fahrettin Altay anlatıyor:
– Atatürk, Türk ve Müslüman bir anadan, Türk ve
Müslüman bir babadan dünyaya gelmiş, ecdadı Türk olan bir
insandı. Küçük yaşta babadan yetim kalmış, annesi yanında ilk din
bilgisini almıştı. Askeri okuldaki din derslerini takip etmişti. Bu
suretle yetişen bu büyük adam, kumandan olunca maddi kuvvet
yanında manevi kuvvetin lüzumunu ve Müslümanlıkta, savaşlarda
şehit olmanın manevi kuvvet bakımından değerini görüp
anlamıştır… Ben, savaş meydanlarında ve her zaman Allah’ın
adını ağzından düşürmediğini çok iyi bilirim. O, her manasıyla iyi
bir Müslüman’dı. Müslümanlığın istediği gibi dürüsttü, temizdi,
iyiliği severdi, kalp kırmazdı. Memleketi için, milleti için kendini
vakfetmişti (adamıştı). Sorarım size, bu kadar mükemmel bir insan
Müslüman değil de kimdir Müslüman? 18
Atatürk’ün başka bir yakın arkadaşı( Yusuf Kemal Tengirşek)
T.B.M.M.’nin, tekbir nidaları içinde nasıl kurulduğunu şöyle
açıklıyor:
– 23 Nisan 1920’de meclis açıldı. Başımızda Mustafa Kemal
Paşa olduğu halde Hacı Bayram Veli camiinde toplandık. Namaz
kıldık. Oradan ilk meclis binası önüne gelerek dua’dan sonra içeri
girdik. Birçok yerde halâ ellerini açmış dua ederken levha haline
gelmiş resmini gördükçe gözlerim yaşarır, o heyecanlı günleri
hatırlarım. Meclisin ilk toplantısında, kürsüye çıkan Mustafa Kemal,
vatanın düştüğü elim vaziyeti anlattı. O’nu ilk defa görenler,
büyüleyici sesine ve mantığındaki kudrete hayran kalıp
bağlanıvermişti. Evet Mustafa Kemal Paşa, o gün milletine kendi
devletini kurdurmuştu. 19.
Atatürk, Türk ordusunun düşmanı yenmesi için ellerini
Allah’a açarak nasıl dua ettiğini maiyetinde çalışan bir arkadaşı
İ.H. Tekçe şöyle anlatıyor:
– Atatürk mûtekid (imanlı Müslüman) bir insandı. Bakın,
rahmetli yaveri Muzaffer Kılıç’ın anlattığı bir olayı burada
nakledeyim. Büyük taarruz sabahı, 26 Ağustos’ da Koca
18
19
Prof. Mehmet Saray: Türkiye’de Dini ve Kültürel Hoş Görü- Atatürk ve Laiklik- Ank/2002
a. g. e. s 54
s 52
280
Rasim PEHLİVANOĞLU
Tepe’deler. Daha topçu ateşi düşman mevzileri üstünde gürlemeye
başlamamış. Mustafa Kemal çadırından çıkıyor, ellerini göğe
kaldırmış, tıpkı 1071 yılı 29Ağustos’unda Malazgirt’te Alpaslan’
ın duası gibi:
– Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et…
Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret
zincirlerinde kalmasına müsaade etme!...” diye dua etmiş. Ve
Muzaffer Kılıç gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü görmüş.”20
26 Ağustos 1922’de, taarruz öncesi yapılan bu duanın ikinci
bölümünü, Nezihe Aras Bütün Dünya Dergisinde şöyle yazıyor.
Milli mücadelenin en zor anında, Afyon Kocatepe’de, dikkatli
gözler, Atatürk’ün gizli dünyası ile bir kez daha karşılaşmışlardı:
“Kocatepe’de gün doğumu, sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş.
Mustafa Kemal bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu
Komutanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar. Mustafa Kemal
konuşmuyor, düşünüyor…
Birden gökleri yırtan, sessizliği param parça eden topçu
barajı ateşi başlıyor. Kocatepe ara ara ışığa boğuluyor.
Sonra Mustafa Kemal
işitmiyormuş gibi sesleniyor:
ayağa
kalkıyor,
dediklerini
– Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar
kazanacaksa şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi.
Anacığım! Bize dua et” diyor ve gözlerinden pırıl pırıl gözyaşı
taneleri dökülüyor” 21
Bir Boğaz Gezisi
Savaş
kazanıldıktan,
yurdumuz
düşman
işgalinden
kurtarıldıktan sonra, milletimiz hürriyetine kavuşmuştu. Bir gün Gazi
Paşa Ertuğrul motoruyla bir boğaz gezintisi sırasında, boğazda
müthiş güzellikte bir manzara görülüyordu. Yanında oturan
tanınmış ressama:
– Beyefendi, ne güzel renkler değil mi? diyor ve susuyor.
Yanındaki diğer misafir, ressamın manzarayı aynen
resmedebileceğini söylüyor, Gazi Paşa’nın memnun olacağını
öğrenince, ressam boğazdaki manzarayı çizmeye çalışıyor. Fakat
20
21
a. g. e. s54
Sinan Meydan: Bir Ömrün Öteki Hikayesi İst./2003 ? s 488
281
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tabiatın renklerini aynen tablolaştırmak bir türlü mümkün
olamıyor. Ertesi gün, ünlü ressam Çallı İbrahim’de çalışıyor, fakat
O’da aynen resmedemiyor. O zaman Gazi Paşa ciddi bir şekilde şu
görüşünü ifade ediyor:
– Şu alemde insan üstü bir kudret vardır. Siz isterseniz ona
Allah, isterseniz tabiat deyiniz. Fakat onu inkar etmeyiniz” diyerek
hem orada bulunanları şaşırtıyor, hem de, dünyadaki güzelliklerin
insan üstü büyük bir kuvvetin ürünleri olduğuna inandığını belli etmiş
oluyor. 22
Kız kardeşi Makbule ve Hafız Yaşar Okur’un Anlattıkları
–… Her Ramazan’ın bir günü ve ekseriyetle Kadir gecesi bana
iftara gelirdi. O gün imkan bulabilirse oruç tutardı. İftar sofrasını eski
tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi. Kur’an
dinlemeyi sever, Kur’an’ı yüksek sesle ve ancak makama aşina
olanlar ve güzel sesliler okumalı derdi. Annemin ölümünden sonra
ruhuna hatim okutmayı istemiştim. Bu arzumu kendisine
söylediğim zaman bana, ‘çok iyi edersin. Benim için de okut’
demişti. Ve aradan bir zaman geçtikten sonra vaadimi yerine getirip
getirmediğimi sormuştu. Ruhun ebediyetine itikadı vardı. Yine bir aile
meselesi için sinirlenmiş, muhatabı için, ‘Bu adam hiçbir şeyin
ebediliğine inanmaz. Zaten bedbaht biridir. Nesini ıslah edelim’
demişti.” 23
Cumhuriyetin ilânında ve laikliğin kabulünden sonra,
Atatürk’ün İslâmiyet’e karşı ilgisinin azaldığını iddia edenler olmuştu.
Böyle olmadığını 15 yıl yanında çalışan Hafız Yaşar Okur şöyle
anlatıyor:
– Ramazanların atam için çok büyük önemi vardı. Ramazan
gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya köşküne giremezdi. Kandil
geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır,
Kur’an’ı Kerim’den sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir
noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok
mütelezziz olduğu (hoşlandığı) her halinden anlaşılırdı.
– Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve
Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatmi şerif
22
23
a. g. e. s 487
a. g. e. s 504
282
Rasim PEHLİVANOĞLU
okumamı emrederdi… Büyük Atatürk bir çok vesilelerle şöyle
demiştir:
– Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehline verme
zamanı gelmiştir.”
Bunu dini davranışlarına daima düstur yapmışlardı. Peygamber
Efendimizden de büyük bir takdirle bahsederlerdi O devirler için hep: “
Hz. Peygamberimizin zamanı saadetlerinde “ diye saygı kelimeleri
kullanırlardı. Ayrıca, Peygamber Efendimizin, dirayetli bir Devlet
Adamı, iyi bir Başkumandan olduğunu sık sık tekrarlardı. (22)
Hafız Yaşar Okur’un da bu sözlerinden anlaşılacağı üzere
Atatürk tartışmasız bir Müslüman Türk lideri idi. Bir başka
yakının da dediği gibi:
– Atatürk’ün Müslümanlığından şüphe edenlerin,
insanlığından, Müslümanlığından ve Türklüğünden şüphe etmek
gerekir.
Milletlerin Sevgilisi Atatürk isimli kitabın yazarı Muvaffak
İhsan Garan’ın, kitabın 108-115. sayfalarında yer alan metinlerden
Atatürk’e ait sözlerinden aşağıya alıntılar yapılmıştır.
– Bizim dinimiz en makul, en tabii dindir. Akıla, mantığa, fenne
uygundur. Bundan dolayı son din olmuştur sözleriyle” dinimize
bağlılığını ifade etmiş olan Atatürk’e cahil softalar, din
sömürücüsü gericiler, dinsiz damgasını vurmuşlardır. Hatta “kafir”
ilân edenler bile olmuştur. Gerçek dinsiz olanlar da kendileri gibi
göstermek için Atatürk’ün dinsiz tanınmasından hoşlanmışlardır.
24
Oysa Atatürk, en yakınlarının da anlatışına göre İslâm
dinine inancı ve hürmeti olan büyük bir Türk aydını idi. Kendisini
yakından tanıyanlarının anlatışlarından alınan bazı metinleri özetle
aşağıya alıyorum.
Atatürk’ü en yakın tanıyan, ölümüne kadar yanında
bulunan kimselerden biri ve özel doktoru olan Prof. Mim. Kemal
Öke şöyle diyor:
– O dinden değil dini münasebetsiz formalitelere boğan
varsayımlardan nefret eden bir insandı. Yoksa Atatürk son
22 Prof. Mehmet SARAY: Türklerde kültürel hoşgörü, Atatürk ve laiklik– s; 55/55
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 108
24
283
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
nefesine kadar “ Aman Ya Rabbi!”, “İnşallah” sözlerini dilinden
bir an eksik etmeyen bir dindardı” demektedir. 25
Yine yanında ve sofrasında çok sık bulunan İsmail Habib
Sevük:
– Atatürk’ün yeryüzünde en büyük hayranlık duyduğu
lider, şüphesiz Hz. Muhammed’dir. Özellikle onun hiç yoktan
devlet kurmaktaki zekâsına, üstün kabiliyetine hayrandı.” diye
yazmıştır. 26
En yakınlarının bu sözlerinden de anlaşılıyor ki, dindar olan
Atatürk, dini terimleri devamlı kullanmış ve dilinden
düşürmemiştir.
Ancak Mustafa Kemal, din işlerinin dünya işlerinden ayrılması
gereğine inanıyordu… Dini bir silâh gibi kullanan yobazların halkı
nasıl uyuttuklarını, afyon yutmuş gibi miskinliğe sürüklediklerini
apaçık görmekte idi.
Atatürk’le İlgili Dini Fıkralar
Vatan İçin Ölüme Koşan Askerler (Bomba Sırtı Olayı)
Atatürk’ün komuta ettiği askerleri de manevi değerlerimize
bağlı, dini duyguları yüksek korkusuz askerlerdi. Mustafa Kemal’den o
ruhu almışlardı. Atatürk’ün kendi dilinden dinleyelim:
– 1930 yılı Çanakkale Zaferi yıldönümünde, gazeteciler
Atatürk’e sormuşlardır:
– Paşam, Çanakkale Zaferini kazandıran ana sebep nedir ?
Atatürk, içinde yaşadığı bir olayı anlatarak cevap veriyor:
– Biz kişisel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz.
Yalnız size bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim.
Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kaçınılmaz…
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen şehit oluyor,
ikinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar özenilecek
büyük bir sükûnet ve inançla biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç
dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak korku bile göstermiyor;
sarsılmak yok!
Okumak bilenler ellerinde Kur’an’ı Kerim cennete girmeye
hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar.
25
26
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s108
a. g. e. s108
284
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayran olunacak
ve tebrik edilecek bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale
Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur…27
Beykoz İmamı anlatıyor
Beykoz imamı Hafız Efendi diye takdim edilen Hafız Efendi,
Beykoz’a gelen Atatürk’ü karşılayanlar arasında bulunuyordu.
Anlattığına göre, halkın sevinç nidaları uğultu halinde yükseliyor ve
herkes biraz daha Atatürk’e yaklaşmaya çalışıyordu.
Atatürk etrafına bakarak halkı sükûta davet etikken sonra:
– Beykoz İmamı burada mı? Gelsin de konuşalım” dedi.
Zaten tam karşısında idim. Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve:
– Buyur Paşam; konuşalım.”
Atatürk sol avucunda duran üzümleri bana göstererek:
– Hoca bu helâl de bunun suyu niçin haram? Bize anlatsana.
Birden bire şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap
bulacaktım. Bir müddet düşündüm. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu.
Allah’tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem aklıma gelen
bir cümle dudaklarımdan döküldü:
– Paşam karın sana helâl de kızın niçin haram ?
Atatürk bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme
baktı ve başını sallayarak:
– Hoca sen âlimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel
de seninle konuşalım.” dedi
Ertesi gün saraya gittim, beni karşısına oturttu saatlerce bana
Kur’an’dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti…
–O çok büyük adamdı, Allah rahmet eylesin diye
mırıldanan Hafız Efendinin dökülen gözyaşları beyaz top sakalına
yuvarlanıyordu. 28
Ata’nın Duası
14 Ekim 1924… Gazi Kayseri, memleket hastane’sinin
açılma törenindedir. Kurdeleyi kesmek üzereyken orada
bulunanlardan biri bir türbedarı işaret ederek
27
28
Atatürkçülük 1. Kitap s 463
Sadi Borak: Atatürk ve Din İst./1962 s 62
285
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Efendim, diyor; müsaade ederseniz bir dua yapsın” Ata
cevap veriyor:
– Hoca Efendinin dua yapmasını hacet yoktur. Cenabı Alem
benim de lisanımı bilir, duayı ben yaparım” diyor. Ve duayı yapıp
kurdeleyi kesiyorlar.
Yukarda ki fıkralardan da anlaşılacağı üzere Atatürk Kur’an’ı
Kerim’i iyi okumuş ve tefsirini yapacak güce erişmiştir. 29
Münir Hayri Egeli anlatıyor:
Atatürk için dinsiz diyenler oldu. Bunu bir moda imiş gibi
yazanlar vardı. Onun laik anlayışını dinsiz gibi göstermekte fayda
bulanlar oldu. Halbuki Atatürk yobaz aleyhtarı idi. Size başımdan
geçen bir olayı naklederek başlayayım.: Bir gün Necip Ali O’na:
– Efendim, Münir Hayri namaz kılar” dedi.
En yakın bir dostumun beni bu şekilde takdim ettiğini gören
beni sevmeyenler şimdi kovulacağımı zannederek gülüştüler.
Atatürk’le aramızda şu konuşma geçti:
– Sahi mi?
– Evet Paşam
– Niçin namaz kılıyorsun?
– Namaz kılınca içimde bir huzur ve sükun hissederim.
Atatürk demin gülenlere döndü:
– Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız herhalde yetiş
gazi demezsiniz, Allah dersiniz. Bundan tabii ne olabilir ? sonra
bana döndü:
– Dünyada ki işlerine zarar getirmemek şartıyla namazını
kıl, ama heykelde yap, resimde. 30
Atatürk’ün din hakkındaki görüşleri: Atatürk Orman
çiftliği… Muhtelif konular üzerinde görüşülmektedir. Sayın Asaf
İlbay’da bu gezide beraberdir. Atatürk’ün din hakkında ki kati
fikrini öğrenmek için ne zamandır beklediği fırsat zuhur etmiştir.
Başbaşa kaldığı bir andan faydalanarak hemen soruyor:
– Paşam din hakkındaki bilgilerinizi öğrenmek istiyorum.?
Atatürk cevap veriyor:
– Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var.
Malzemesi iyi fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar
29
30
a. g. e. s64
a.g. e. s 79-80
286
Rasim PEHLİVANOĞLU
döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek
lüzumu
hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabacı unsur (tefsirler hurafeler
gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamirde
edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam teller
üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.
– Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine
uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre
muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle
karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar
hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz. 31
Fransız Muharriri Soruyor:
– Şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir
temayül ve mahiyet olmayacak demek? Atatürk cevap veriyor:
– Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din
bakımından eksik bile hissediyoruz.
– Zatıalileri düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar
mı?
– Türk Milleti daha dindar olmalıdır, Yani bütün sadeliği ile
dindar olmalıdır. Dinime… Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam
buna da öyle inanıyorum…Şuura Muhalif, Terakkiye engel hiçbir
şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye’ye istiklâlin veren bu Asya Milleti
içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır.
Fakat bu cahiller, bu acizler, sırası gelince aydınlanacaklardır.”
– Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahvetmeye
mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.” 32
Atatürk din istismarına karşıdır.
Atatürk, hurafelerden uzak, dini hakikatlere ne kadar taraftar
ise, dini taassuba, dinin çeşitli maksatlarla istismar edilmesine o
nispetle karşı bulunmaktadır… Atatürk’ün dini konularda verdiği
mücadelenin, dinin aslına değil, bilakis din perdesi altında
yürütülen taassuba ve dinin çeşitli maksatlarla istismar vasıtası
yapılmasına karşı olduğunu daha açık bir şekilde gösteren bazı
sözlerine yer vermek istiyoruz.
2 Temmuz 1932 ‘de toplanan 1. Türk tarih kongresinin son
günlerinde Atatürk, tarih öğretmenleri ve öğretim üyelerini Gazi
Orman Çiftliğinde bir çaylı toplantıya çağırdı. Toplantıda
31
32
a.g. e. s 81-82
a.g. e. s 85-86
287
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
öğretmenlerden biri Atatürk’e: din lüzumlu bir şey midir diye sordu.
Atatürk:
– Evet din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına
imkan yoktur, yalnız şurası vardır ki din tanrı ile kul arasındaki
kutsal
bir
bağlılıktır.
Mutaassıp
İslâmcıların
din
komisyonculuğuna izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar
sağlayanlar alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız. Buna izin
vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan kimseler, saf ve masum
halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin mücadele edeceğimiz ve
ettiğimiz bu kimselerdir. 33
Müslüman Alemine Atatürk’ün Son Mesajı
Atatürk ölümünden 15 gün kadar önce, kendine geldiği
zaman, dünyadaki Müslümanlara şu mesajı göndermiştir:
– Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son Peygamberi
Hz. Muhammed’in(s.a.s) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği
talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz.
Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli.
İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak
bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. 34
Atatürk’ün yukarıya alınan mesajını, o günlerin Başbakanlığı
ve Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla bütün dünyaya açıklanmıştır. Bu
yolla son anında bile, Atatürk dünya Müslümanlarını uyarmayı
ihmal etmemiştir.
33
34
Doç. Dr. Ahmet Gürtaş Atatürk ve Din Eğitimi Ank./200 s 70-71
288
Rasim PEHLİVANOĞLU
25- Atatürk’ün Tarih Görüşü
Atatürk’ün çok fazla okuduğunu biliyoruz. Sadece kendi el
yazısıyla işaretleyerek okuduğu kitap sayısının (3000) üç bini geçtiği
yukarıda belirtilmiştir. Atatürk, çok sayıda ve her konuda kitap okumuş
ve bunları hazmetmiştir. Fakat en çok okuduğu kitapların tarih
konusunda olduğunu öğreniyoruz.
Özellikle, Türk tarihini ve İslâm tarihini çok okumuş ve
gereken dersleri almıştır. Diğer milletlerin tarihini de okumuş ve
önemli kısımlarını hatırda tutmasını bilmiştir. Tarihe bu denli sevgisi ve
merakı olan Atatürk’ün, her konuda olduğu gibi tarih konusunda da
söylediği çok önemli sözleri olmuştur. Atatürk’ün tarih görüşü
hakkında fikir vermek üzere, bunlardan birkaçını aşağıya alıyorum:
– Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan
yapana bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir
nitelik taşır.” 1
– Tarihi yapan akıl, mantık, düşünüp karar verme değil, belki
bunlardan daha çok duygulardır… “ İnsan, tarihin anlamını ancak
olgun bir yaşa eriştikten sonra anlıyor. Ve tarih ancak bu yaştan
sonra yazılabilir. Çok arzu ederdim ki, birkaç arkadaşla beraber,
yaşamamızdan geri kalan zamanı tarih yazmakla geçirelim” diyen
Atatürk:
– Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek, ertesi gün
pişman olmaktansa, hiçbir eser meydana getirmemek, beceriksizliğini
itiraf etmek daha iyidir.” 2
– Milletimiz ufak bir aşiretken anavatanda bağımsız bir devlet
kurduktan sonra batı alemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük
güçlükler içinde bir imparatorluk kurdu. Ve bu imparatorluğu,
600 yıldan beri tam bir bağımsızlık ve büyüklükle devam ettirdi.
Bunu başaran bir millet, elbette yüksek siyasi ve idari niteliklere
sahiptir. Dünyaca bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan
ülkesinde bir sınırından diğer sınırına ordusunu hızla ve tamamen
donatılmış olarak naklederdi…”3
– Osmanlı İmparatorluğunun doğmasını gerektiren sebep
ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuç önemli olduğu gibi, bu
imparatorluğun batmasının sebep ve etkenlerinin incelenmesinden
1
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2. basım s 271
a. g. e. s 271
3
a. g. e. s 276
2
289
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
çıkacak sonuçta o kadar önemlidir…” Bu incelemelerde, şüphesiz
siyasi kuruluşu kuran milletlerin her görüş noktasından kültürleri
derecesi incelenir; kişilerin olumlu ve olumsuz etkileri göz önüne
alınır.4
– Tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar milli
noktadan erdeme sahip değildir. Mesela, gerçekten askeri kudrete
sahip olan, Moskova’ya kadar giden, yangınlar, harabeler
üstünden Fransız ordusunu sürükleyip eriten Napolyon’u
düşününüz. Onun hareketleri Fransız milletinin gerçek ve milli
çıkarlarını değil, kendi cihangirane emellerini tatmin içindi. Bunu
tatmin için Fransa’nın milyonlarca seçkin evlâdını eritti ve nihayet
hepinizin bildiğiniz sonuca uğradı.” 5
– Doğu Milletlerinin, batı milletlerine saldırı ve hücumu, tarihin
belli başlı bir evresidir. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta
ve en kuvvetli olduğu bilinen bir gerçektir. Gerçekten Türkler,
Müslümanlıktan önce ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine
girmişler, saldırılar, istilâlar yapmışlardır. Batıya saldıran ve istilâlarını
İspanya’da Fransa sınırlarına kadar sürdüren Araplar da vardır. Fakat,
her saldırıya karşı, daima karşı saldırı düşünmek gerekir. Karşı
saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir önlem
bulmadan
hareket edenlerin sonu, yenilmek ve bozguna
uğramaktır. Yok olmaktır…”6
– Bizim Türk Milletimiz, eski ve şerefli millettir. Zaten Orta
Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın üstün niteliklerini
daha gençliğinde kazanmıştır. Ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu
vardır ve bu ruhu barındıracak kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten
maddi olsun, manevi olsun hiçbir sıkıcı sınır içinde durmamak
yaratılışta olduğundan,
yüksek anayurdunun
dünyadan uzak
vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını
alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz
atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk Milleti olan
bizler pek fazla ilgiliyiz...” 7
– Tarihimizle kanıtlanmıştır ki, şimdiye kadar sayısız zaferler
elde etmişizdir. Tarihimiz birçok parlak zaferler kaydeder. Fakat
4
a. g. e.
a. g. e.
6
a. g. e.
7
a. g. e.
5
s 271
s 272
272-273
s 273
290
Rasim PEHLİVANOĞLU
zaferle beraber her şey bırakılmış, verimli sonuçlarını toplamayı
ecdadımız ihmal etmiştir.” 8
1914 yılı sonlarında Sofya’dan, yakın arkadaşı Salih Bozok’a
yazdığı mektuptan;
– Genel durum hakkında görüşümü soruyorsun. Bu
husustaki görüşüm, yalnız sende kalmak şartıyla yazıyorum. Biz,
hedefimiz belirlemeden umumi seferberlik ilân ettik; bu çok
tehlikedir. Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok taraflara mı
vuracağız ? Belli değildir…Ben, Almanların bu savaşta galip
geleceklerine kesinlikle emin değilim.” 9
– Türk çocuklarında yetenek, her milletinkinden üstündür.
Türk yetenek ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça,
büsbütün Türk çocukları kendileri için gereken atılım kaynağını o
tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten, Türk çocukları bağımsızlık
fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan
adamları öğrenecekler ve bu yetenekle kimseye buyun
eğmeyeceklerdir.” 10
– Biz balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek
bir sebebi vardır; bu da İslav Araştırma Cemiyetinin kurduğu dil
kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların milli bilinçlerini
uyandırdığı zaman, biz Balkanlarda Trakya sınırlarına çekildik.” 11
İzmir’de Suikastı Tel’in Heyetine Söyledikleri
– Soylu milletimin beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Bu
gösteri bana olan sevginin, şefkatin, özellikle ortak ülkümüze olan
bağlılığın yüksek derecesini doğrulayan yeni bir kanıttır; teşekkür
borçluyum, mutluyum. Beni öldürürlerse vatandaşlarımın intikamımı
alacaklarından eminim. Ben ölürsem, soylu milletimizin beraber
yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına inanıyorum; bununla
övünüyorum… Onların çılgınca hareketleri bizim devrim ateşimizi
söndüremez.” 12
Yukarıya alınan görüşlerinden de anlaşıldığı üzere, tarihe ve
özellikle Türk tarihine bu kadar önem veren Atatürk 12 Nisan 1931’de
“Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni ( daha sonraki adıyla Türk Tarih
8
a. g. e. s277
a. g. e. s277
10
a. g. e. s282
11
a. g. e. s282
12
a. g. e. s282
9
291
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kurumunu) kurmuştur. Gerekli araştırmaları yapıp neticeye varmak
üzere bu kurum görevli kılınmıştır ve başarılı sonuçların alınması
sağlanmıştır.
26– Dilimizin Sadeleşmesi, Özleşmesi ve
Zenginleşmesini İsteyen Atatürk
Milli mücadeleyi kazandığımız, işgalci düşmanları yurttan
çıkardığımız günlerde, konuştuğumuz dil Türkçe, Arapça,
Farsça’dan oluşan karışık bir dildi. Ülkemizde, önde gelen
tabakaların dili ile, kırsal bölgelerde yaşayan halkımızın
(köylülerimizin) konuştuğu dil arasında da büyük farklar vardı.
Aynı ülkede yaşayan ve aynı dili konuşan insanlar arasında
birbirini anlamakta güçlük çekilen farklı kelimelerle konuşuluyor
olması, milli birliğimizin ve ülke bütünlüğümüzün sağlam temellere
oturmasını da güçleştiriyordu.
O halde, milli birliğimiz için, öncelikle dilde birleşme olması
gerekli oluyordu. Dilimizin yabancı diller boyunduruğundan
kurtarılarak sadeleştirilmesi gerekiyordu. Ülkede dil birliğine çok
önem veren Atatürk, yabacı kelimelerin dilimizden atılarak, yeni
Türkçe kelimelerin bulunmasını uygun görüyor ve bunu istiyordu.
Dilimizin sadeleştirilmesi ve zenginleştirilmesini sağlamak
gayesi ile, 12 Temmuz 1932 ‘de “Türk Dili Tetkik Cemiyetini” (daha
sonraki adıyla Türk Dil Kurumunu kurmuştur. İlmi çalışmaları
yanısıra, “Türk Dili Dergisini de” çıkaran Türk Dil Kurumu, ufak
köylere varıncaya kadar, dil üzerinde arama – tarama çalışmaları
yaparak, halkımız tarafından kullanılmakta olan, fakat sözlüklere
geçmemiş bulunan çok sayıda Türkçe kelimeleri toplayıp dilimize
kazandırmıştır. Çıkardığı Türkçe sözlüğe geçmesini sağlamıştır. Bu
yolla dilimizin zenginleşmesinde çok önemli gelişmeler olmuştur.
Fakat bu arada, Atatürk’ün çevresini bir “öztürkçecilik” akımı
sarmıştır. Atatürk’ü de ikna ederek, yabancı kelimelerden Türkçemizi
kurtarmak gayesiyle, bu sefer de karşılığı bulunmakta güçlük çekilen
yabancı kelimeler için yeni Türkçe kelimeler üretme yoluna
gidilmiş ve bu yolla, yerli yersiz çok sayıda kelime üretilmiştir. Bir
kısmı zorlama ile üretilen bu yeni kelimelerin birçoğu halk tarafından
benimsenmemiş ve kullanılmamıştır.
Türkçe köklere de uymayan bu tip uydurma kelimelerle yazılan
makaleler ve kitaplara da rağbet gösterilmemiştir. Ama, yeni üretilen
292
Rasim PEHLİVANOĞLU
bir kısım kelimeler, konuşma dilimize yatkın olduğu için tutunmuş ve
halkımız tarafından kullanılmıştır. Örnek olarak belirtelim: sebep
yerine neden, tedbir yerine önlem, misal yerine örnek, mesela yerine
örneğin, hayat karşılığı yaşam gibi…
1935 yılında, yeni kelime üretmede aşırıya gidişin farkına
varan Atatürk, hatayı kabul ederek, ilmi yolu seçmiştir. Uzun
yıllardan beri halkımız tarafından kullanılan ve konuşma dilimize
yerleşmiş olan kelimeler, Arapça’ da olsa, Farsça’da olsa
Türkçeleşmiş olduğu kabul edilerek dilimizden atılması hatasından
vazgeçilmiştir. Bugün, “Yaşayan Türkçemiz” olarak kullanmakta
olduğumuz ve benimsediğimiz bu dil, milletimizce yadırganmadan
kullanılmaktadır.
Fakat bazı aydınlarımız veya aydın geçinen okumuşlarımız
arasında, halâ hatada ısrar ederek bir kısım uydurma kelimelerle
konuşmaya veya yazmaya devam edenlerimiz bulunmaktadır.
Üniversite sınavları sorularında da bu kelimelere yer verildiği
görülmektedir.
Oysa, vaktiyle dilimize girmiş ve halkımız tarafından
benimsenmiş olup severek kullanmakta olduğumuz kelimeler, kökü
yabancıda olsa artık bizim olmuştur ve “Yaşayan Türkçemiz” olarak
yerini almıştır. Yadırganmadan kullanılmasında hiçbir sakınca
olmamalıdır. Aksine, bir bakıma bunlar dilimizin zenginliği
olmaktadır…
Dilimizin Sadeleştirilmesi ve Özleşmesi
Hakkında Atatürk’ün Söyledikleri
Çok önem verdiği konulardan birisi olan. Türkçemizin
sadeleştirilmesi ve özdeşleşmesi hakkında, Atatürk’ün önemli
görüşleri olmuş ve bunları yeri geldikçe açıklamıştır.
İşte
Atatürk’ün, dilimizin Türkçeleşmesi hakkındaki görüş ve duyuşlarıyla
ilgili konuşmalarından önemli gördüğüm bir kısmını aşağıya
alıyorum. Yorumu okuyucularıma bırakıyorum:
– Her şeyden evvel, her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna
değinmek isterim. Her araçtan evvel, büyük Türk Milletine kolay
bir okuma yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk Milleti
bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu
293
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma
anahtarı, Latin esasından alınan Türk alfabesidir…”13
1928 yılında yeni Türk alfabesinin kabul edilmesiyle, eski
Arap harflerinden, Latin alfabesinden oluşan yeni Türk alfabesine
geçilmesini sağlayan Atatürk:
– Milleti bilgisizlikten kurtarmak için kendi diline uymayan
Arap harflerini bırakıp, Lâtin esasından Türk harflerini kabul
etmekten başka çare yoktur” demiştir. 14
– Şurasını deneyim ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği
gerçekten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta
başarı zevkini tattıran en etkili yoldur. İnsanlar arasında kolay ve
istekli okumak yolunun sağlanması, hem milli gelişmeye hem de
milletler arasında anlaşmaya çok hizmet eder.” 15
– Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle
kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve
içince bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden
kendimizi kurtarmak ve bu gereği anlamak zorundasınız…”16
– Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa,
kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik
ve milliyetçilik görevi biliniz… Bir milletin, bir toplumun %10, 20 si
okuma – yazma bilir, %80 i 90 ı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan
olanların utanması gerekir. Bu millet, utanmak için yaratılmış bir
millet değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçle doldurmuş
bir millettir!” 17
Yeni Türk harflerinin çabuk öğrenmemizin önemini
vurgulayan Atatürk, dilimiz Türkçenin önemini de aşağıdaki
sözleriyle dile getirmiştir.
– Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel,
en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için, her Türk dilini
çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk
Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği
sayısız felâketler içinde ahlâkını, geleneklerini, anılarını,
çıkarlarını, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin, dili
13
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2.Basım s 257
a. g. e. s256
15
a. g. e. s257
16
a. g. e. s257
17
a. g. e. s257
14
294
Rasim PEHLİVANOĞLU
sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir,
zihnidir.” 18
– Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve
zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili
olmasını isteriz.” 19 (1932)
– Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler,
umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz
varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir uygarlığın ilk
ana dili olduğunu da öğrendik” 20 (1938) diyen Atatürk, milli duygu ile
Türk dili arasındaki bağı şöyle belirtiyor.
– Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin
milli ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde başlıca
etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil,
bilinçle işlensin…”21 (1930)
Milli Türk Talebe Birliğine verdiği cevaptan:
– Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar
sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi
günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmacılarımızdan
beklenir.” 22 (1932)
– Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını
ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle
çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar” 23
1936 yılında 3. Türk Dil Kurultay’ına gelen yabancı dil
bilginlerini kabulü sırasında şöyle söylemiştir:
– Dünya dil bilginlerinin, Türk bilginleriyle beraber çalışmaları,
dil biliminin şimdiye kadar çözümleyemediği birçok güçlüklerin
çözümünü kolaylaştıracaktır. Bundan, büyük gerçekler de meydana
çıkacaktır.” 24 (1936)
– En iyi savunma yöntemi, saldırıdır. Şu halde dil alanında
türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim:
Görelim, hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne
18
19
20
21
22
23
24
a. g. e.
a. g. e.
a. g. e.
a. g. e.
a. g. e.
a. g. e.
a. g. e.
s260
s260
s260
s260
s261
s261
s261
295
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kadardır? Dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar
biraz daha işe yarayabilir; geçici olarak!...” 25
– Yeni Türkçe kelimeleri teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla
çalışmalıyız. Fakat Türk dilinin yapısını zorlamak olmaz. Bu yapı
sorununu Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız…” diyen
Atatürk 1938’de şöyle söylüyor:
– Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve
kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın aracından
faydalanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun yazarken
buna dikkat edebilmeli; konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale
getirmeliyiz.” 26
– Yeni sözcükleri ortaya atmak gerekir. Milli zevkimiz
hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze
koyalım.” diyen Atatürk ilâve ediyor:
– Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü
bilimlere ait terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz, yabancı
dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.” 27
(1938)
Yukarda ki sözünden de anlaşılacağı üzere, Atatürk, Türk Dil
Kurumunun görevinde esaslı adımlar atmış olduğunu ifade etmiş
oluyor.
27– Musiki Sever İnce Ruhlu Atatürk
Öğrendiğimize göre, güzel sanatların her dalına büyük ilgi
duyan Atatürk, musiki konusuna da çok duyarlı idi. Türk musikisini
çok sever, dinlemekten, hatta katılarak söylemekten büyük haz duyardı.
Milletimizin yaşantısını, sevinçlerini ve hüzünlerini dile getiren,
milli duygu ve heyecanlarını aksettiren türküler, şarkılar marşlar
O’nu da heyecanlandırır, coşkuyla dinler ve dinletirdi.
Bugün bizler, Atatürk’le ilgili özel günlerde, anma törenlerinde
veya başka nedenlerle yapılan özel toplantılarda ya da TV.
Programlarında; Atatürk’ün çok sevdiği milli değerde ki şarkı,
türkü ve marşları dinlerken milli duygumuz şahlanıyor, heyecanla
ve büyük bir hazla programı takip ediyoruz.
25
a. g. e. s261-262
a. g. e. s262
27
a. g. e. s262
26
296
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk en çok Türk müziğini sever ve Türk musiki
sanatkârlarını dinlemekten haz duyardı. Fakat, Avrupa müziğine
(alafranga müziğe)de yabancı kalmamıştır. Avrupa müziğinin kıvrak
ritmini beğeni ile karşılamış ve bu müziğin de bir ölçü dahilinde
radyolarımızda söylenmesine rıza göstermiştir.
Her şeyde olduğu gibi, müzik konusunda da Atatürk’ün önemli
görüşleri
olmuştur.
Bunlardan
birkaçını
aşağıya
alarak
okuyucularımın bilgisine sunmayı gerekli görüyorum.
– Yaşam (hayat) musikidir. Musiki ile ilgisi olmayan
yaratıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan yaşam, insan
yaşamıysa musiki kesinlikle vardır. Musikisiz yaşam, zaten var
olamaz. Musiki yaşamın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız
musikinin türü üzerinde düşünmeye değer.” 28(1925)
– Güzel sanatların hepsinde, milli gençliğin ne türlü
ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak bunda en
çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir
ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi,
kavrayabilmesidir.” 29(1934)
– Musiki dendiği zaman yüksek duygularımızın, yaşam ve
anılarımızın ifadesini bulan bir musiki istiyoruz… Biz, bir Türk
bestesini dinlediğimiz zaman, ondan geçmişin uyanma bırakması
gereken hikayesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı
olsun, tatlı olsun biz, bir beste dinlerken, farkında olmaksızın
duygularımızın incelir olduğunu hissederiz. Bütün bunlardan başka,
musikiden beklediğimizin maddi, fikri ve duygusal uyanıklık ve
çevikliğin kuvvetlendirilmesi olduğuna şüphe yoktur. yeni
şairlerimizden, ediplerimizden, musiki bilginlerimizden ve özellikle ses
sanatçılarından istediğimiz ve aradığımız budur.” 30 (1938)
Atatürk’e Göre Gerçek Musikimiz
– Bizim geçek musikimiz, Anadolu halkında işitilebilir”
31
(1930)
– Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak, doğunun en
seçkin iki musiki topluluğunu dinledim…. Şimdi karşıda uygar
28
a. g. e.
a. g. e.
30
a. g. e.
31
a. g. e.
29
s267
s267
s268
s268
297
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar doğu musikisi denilen
şarkılar karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve
faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar. Bu pek doğaldır. Türk, yaratılıştan
şen ve neşelidir…”32
– Biz çok defa, Türk musikinin tam onurunu bulamıyoruz.
İşte bu dinlediğimiz gerçek Türk musikisidir ve hiç şüphesiz,
yüksek bir uygarlığın musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın
anlaması gerekir. Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim
milletçe bugünkü uygar dünyanın düzeyine yükselmemiz gerekir.” 33
– Biz batınınkini saygıyla dinlediğimiz gibi bizim musikimiz
de bütün dünyada saygıyla dinlenecek bir durumda olmalıdır.” 34
– Zeybek oyunu milletimizin erkek oyunu, kahraman
oyunudur; bilmek gerek!” 35
Eğitimci Selim Sırrı ( Tarcan ) Bey’in bir kız öğrenci ile zeybek
oyununu izledikten sonra söyledikleri:
– Selim Sırrı Bey, zeybek raksını geliştirirken ona bir uygar
şekil vermiştir. Bu sanatçı üstadın eseri hepimiz tarafından kabul
edilerek, milli ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar olgunlaşmış,
estetik bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara; “Bizim de eksiksiz bir
raksımız var” diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, okul
gösterilerimizde oynayabiliriz.” 36
Müziksever Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerine ek olarak
belirtelim: “ Müzik ruhun gıdasıdır.” Bu görüşü benimsiyor ve
müziksiz olamayacağımızı kabul ediyoruz.
Yaşamasını bilen iyimser insanlara göre, müzik yemek
içmek kadar gereklidir. Aslında, hayatın kendisi de bir müziktir…
Hayata iyimser gözle bakanlara göre, yaşamın her yönü ve her
dönemi bir nevi müziktir, müzik havasındadır. Olaylara kötümser
olarak değilde, iyimser gözle bakanlar, her üzücü olayda bile
sevindirici bir yön bulabilirler ve böylece hayattan zevk alabilirler.
32
a. g. e.
a. g. e.
34
a. g. e.
35
a. g. e.
36
a. g. e.
33
s268
s269
s269
s269
s269
298
Rasim PEHLİVANOĞLU
28– Akılcı, İlimci, Gerçekçi Atatürk
Önceki konuları işlerken Atatürk’ün akılcılığını, ilimciliğini ve
gerçekçiliğini yeri geldikçe işlemiş ve gerekli açıklamaları yapmıştık.
Fakat özel bir başlık altında ayrıca işlememiştik. Bu konuda az çok
görüş sahibi olmuşsak da müstakil bir başlık altında bu konulara özetle
değinmeyi gerekli ve faydalı görüyorum.
Akıl ve Akılcılık
Akıl: İnsanda var olan düşünme, anlama, karar verme, tedbir
alma gücüdür
Akılcılık:Akla dayanan, akıl yolu ile insanın gerçekleri bulması
ve anlaması, bilginin kaynağı olarak aklın alınması ve akılla varlıkları
açıklama yeteneğidir.
Atatürkçülüğün en önemli özelliği, akılcı ve bilimci bir
zihniyeti yansıtmış olmasıdır. Milli ve milletler arası sorunlara,
duygusal, dogmatik açıdan bakarak peşin hüküm ve kalıplarda değil de
akılcı, bilimci ve pragmatik (faydacı) bir yaklaşımla bakmak eğilimidir.
Akılcılıkta, insanların doğru karara varması ve başarılı
uygulamalar yapması için sağlam fikirlere sahip olmaları gerekir.
Atatürk’ün ifade ettiği gibi:
– Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o
fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde, sosyal hayat, akıl ve mantıktan
uzak; faydasız, zararlı, birtakım (bağnaz) inançlar ve geleneklerle
dolu olursa felce uğrar” diyen Atatürk;
– Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur”
görüşünü savunuyor. Devamla:
– Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan
başının ifade etmeyeceği hiçbir şey düşünemiyorum” diyor. 1
Atatürkçülükte akılcılık, eğitilmiş insan zekâsı ile, bilim ve
teknoloji bir bütün olarak ele alınır. Zekânın eğitimi kültür ile
mümkündür.
– Bizim, akıl mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin
özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin
delilidirler.” 2 diyen Atatürk, Cumhuriyetin gelişme aşamalarında
akılcılığın nasıl kullanıldığını dile getirmiş oluyor.
1
2
Atatürkçülük 3. Kitap Gen–Kur İst. 1984 s 107
a. g. e. s108
299
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürkçülükte, akılcılık insan ilişkileri ve faaliyetlerinde
kullanılmaktadır… Bütün faaliyetlerin başlangıç noktası, konulara
akılcı bir yoldan yaklaşmakla olmuştur. Atatürk’e göre:
– Kitapların cansız teorileriyle karşı karşıya gelen genç beyinler,
öğrendikleriyle memleketin gerçek durumu ve çıkarları arasında ilişki
kuramıyor. Yazarların ve teorisyenlerin tek taraflı dinleyicisi
durumunda kalan Türkiye’nin çocukları, hayata atıldıktan sonra
bu bilgisizlik ve uyumsuzluk yüzünden tenkitçi, karamsar, milli
şuur ve düzene uyumsuz kitleler meydana getiriliyor.” 3 Bu
sözleriyle Atatürk, fikri gelişmenin tesisinde akılcılık yoluyla, ilimci,
gerçekçi, yapıcı ve maddi sonuçlar alındığını açıklamış oluyor.
Bilim ve Teknoloji
Atatürk’ün:
– Dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, başarı için
en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol
gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.” 4
sözlerinden anlaşıldığı üzere, bilim ve teknolojinin yaygın bir şekilde
kullanılması, gerçekçi ve doğru davranışları ve doğru hareket tarzlarını
belirten bir yol gösterici oluyor. Bilim ve teknolojiyi bilip uygulayan
kişiler, toplum ve milletler kesin başarıya ulaşıyor.
Atatürkçülüğe göre, “Taassup cahilliğe dayanır. İlim mutlaka
cahilliği yener. O halde halkı aydınlatmak lâzımdır. Cahillik
okumamış olmak değil, hakikati bilmemektir. Cahil dediğimiz
zaman mutlaka okula gitmemiş olanlar kastedilmiyor. Kastedilen
ilim, gerçeği bilmektir.”diyen Atatürk, dinamik idealimize ulaşmamızı
bu yolda görüyor:
– Bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü
ilminden buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim… Asıl
temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. 5 diyerek de
Türk Devletinin dinamik idealinin müspet ilimlere dayanması
gerektiğini vurgulamış oluyor…
Gerçekçilik
Gerçekçilik, gerçeği görmek ve anlamaktır. Bilim gerçeğe
yöneliktir ve gerçeği gösterir. “İlim bilmek gerçeği bilmektir.”Bu
yönden, bilimsellik gerçekçilik anlamına gelir.
3
a. g. e. s108
a. g. e. s110
5
a. g. e s 111
4
300
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk hayatının her döneminde geçekçi olmuştur.
Faaliyetlerinde hep gerçeği aramış, gerçeği bulmuş ve bu yolu takip
ederek başarılı olmuştur. Gerçeği bulmak için de okumuş,
araştırmış, incelemiş ve bilimi öğrenmiştir. Bilim ışığından
faydalanarak ve aklını kullanarak gerçeği görmüş ve öğrenmiştir.
Gerçekçi yoldan giderken hedefine ulaşmış başarılardan başarılara
koşmuştur.
29– Atatürk’ün Dış Ülkelerle Barışçı
Milli Politikası
Atatürk Türk Milletini, dünya milletleri dışında, onlara
yabacı bir topluluk olarak görmek istemezdi. Atatürk’e göre,
Türkiye, devletler ailesinin bir unsurudur… Türkiye’nin kendi görev ve
anlayışı dünya barışı ve dünya saadeti için çalışmaktır. Bencilliği,
kişiler için olduğu kadar milletler içinde fena bulurdu. Der ki:
– Miletler, işgal ettikleri arazinin hakiki sahibi olmakla
beraber, beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O
arazinin servet kaynaklarından hem kendileri istifade eder, hem
de bütün beşeriyete istifade ettirmekle mükelleftirler” diyor ve
devamla:
– Barışa milletin ve memleketin ihtiyacı kadar, bütün cihan
medeniyetinin de kati ihtiyacı vardır. 1 görüşünü ifade ediyor.
Milletler arasında bulunması gerekli olan karşılıklı düşünce ve
duyguları da Atatürk şu güzel sözlerle ifade etmektedir.
– Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba
olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan mensup
olduğu milletin varlığını ve saadetin düşündüğü kadar, bütün cihan
milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli ve kendi milletinin
saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin
saadetine hadim olmaya (hizmet etmeye) elinden geldiği kadar
çalışmalıdırlar.”
– Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim
olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan
mahrumdur.”
– En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin, bize bir gün temas
etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini bir vücut ve
1
Atatürkçülük 2.Kitap Gen–Kur Yay. s 197
301
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bir milleti bunun bir uzvu sanmak lâzımdır. Bir vücudun
parmağının ucundaki acıdan diğer bütün âza müteessir olur.”
– Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne
dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda
olmuş gibi onunla alakadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa
olsun bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, milletleri
hodbinlikten (bencillikten) kurtarır. Hodbinlik şahsi olsun milli
olsun daima fena telakki edilmelidir.” 2
Devletler arası münasebetlerin milli olduğu kadar, insani
duygular üzerine kurulması gereğine işaret eden Atatürk:
– Artık insanlık mefhumu vicdanlarımızı tasfiyeye ve
hislerimizi ulvileştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir.” diyor
ve şu görüşleri belirtiyor:
– İnsanları mesut edeceğim diye, onları birbirine
boğazlatmak gayri insani (insani olmayan) ve son derece teessüfe
şayan bir sistemdir.”
– İnsanları mesut edecek yegane vasıta, onları birbirlerine
yaklaştırmak, onlara birbirlerini sevdirmek, karşılıklı maddi ve
manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir.”
– Cihan sulhu (dünya barışı) içinde beşeriyetin hakiki
saadeti ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ile olacaktır.”
– Eğer devamlı sulh isteniyorsa, insan kütlelerinin
vaziyetlerini iyileştirmek için beynelmilel tedbirler alınmalıdır.
İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden
uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.” 3
Atatürk bir harbin patlak verebileceğini de işaret ederek, şayet
bir harp çıkarsa başvurulacak tedbirleri şöyle belirtiyor.
– Eğer harp bir bomba infilâkı gibi birden bire çıkarsa,
milletler harbe mani olmak için müsellâh (silahlı) mukavemetlerini
ve mali kudretlerini mütaarrıza (taarruz edene) karşı birleştirmekte
tereddüt etmemelidirler. En sert, en müessir tedbir bir muhtemel
taarruz edene, taarruzunun yanına kar kalmayacağını
anlatmaktır.” 4 ( bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatının görevi gibi)
2
a. g. e. s197
a. g. e. s198
4
a. g. e. s199
3
302
Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Dış Politika
Atatürkçülükte milli dış politikamız:
– Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi
kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin
gerçek mutluluğu ve kalkınmasına çalışmak… Rastgele, bitmeyen
emeller peşinde milleti uğraştırmamak, zarara uğratmamak…
Medeni dünyadan, medeni ve insanca muameleyi ve karşılıklı
dostluğu beklemektir.” 5
“Yurtta Barış Dünyada Barış” unutulmaz sözüyle iç ve dış
barışı sağlamayı amaç edinen Atatürk’ün söylediği gibi:
– Yurt içinde bozgunculuğa ve anlaşmazlığa müsaade
etmeyen, hizmet ve külfeti bütün memlekette her vatandaş için eşit
tutan, milli birlik sınırları içinde ekonomik gelişmeye yönelik iç
politika güderek öncelikle, Türkiye’nin iç güvenliğini sağlamak ve
hiçbir memleketin aleyhinde olmayan barışçı bir dış politika
uygulamak, maceracılıktan ve geçmişteki düşmanlıklardan
Türkiye’yi arındırarak, ‘ yurtta barış ve dünyada barış ’ idealini
olumlu yönde etkilemek milli politikamızdır. ” 6
Atatürk:
– Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyaset milli
siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların
beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında,
hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi
budur. İlmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin güçlü,
mutlu ve kararlı olarak yaşayabilmesi için, devletin her yönüyle
milli bir politika izlemsi ve bu politikanın bünyemize tamamen
uygun ve devamlı olması lâzımdır.” 7 diyerek, dış politikanın
başarısının ancak milli bir politika izlemekle mümkün olacağını açıkça
belirtmiştir.
Atatürkçülükte, milli dış politika unsurları, şu şekilde
sıralanabilir:
1- Her şeyden önce milli gücümüze dayanmak
2- Milli sınırlarımız içinde kalmak.
3- Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinden koşmamak.
5
Atatürkçülük 3. Kitap s 61
a. g. e. s61
7
a. g. e. s62
6
303
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4– Milletler arasında ilişkilerde, eşitliğe dayanan karşılıklı
ilişkiler, dostluluklar ve ittifaklar kurmak.
5- Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak.
6- Diğer devletlerin
iç politikalarından ve yönetim
sistemlerinden etkilenmemek.
7- Dış politikada, diplomaside bilim ve teknolojiyi yol
gösterici olarak kullanmak. 8
Yukarıya alınan ve uygulamamız gerekli olan (7) maddelik dış
politika unsurlarının açıklamasını ve yorumlamasını okuyucularımın
idrakine (algısına) bırakıyorum.
Savaştan Kaçınan Barışsever Atatürk
Atatürk, savaşlar kazanmış muzaffer bir komutan olduğu halde,
başka bir yönü de barıştan yana insancıl bir devlet başkanı olmasıydı.
Atatürk’e göre, savaş hali çok kötüdür. Fakat zaruret hasıl olunca
kaçınılmazdır. Şartlar oluşursa, “barış için savaşmak” gerekli
olmaktadır.
Savaşılmasa dahi, barışı sağlamak için savaşı önceden göze
almak gerekli olabilir. İşte o zaman her ne pahasına olursa olsun
savaşı kabullenmek zorundayız. Nitekim, Hatay meselesi böyle
halledilmiştir. Bilindiği üzere, Hatay Türkiye ile Fransa
garantörlüğünde kurulmuş küçük bir devletti. İleride Türkiye’ye
geçmesi düşüncesiyle bu yol düşünülmüştür. Fakat bir türlü Türk
hakimiyetine devredilmiyordu. Atatürk, ağır hasta yatağında iken
bile Hatay meselesi ile ilgileniyordu ve almakta kararlıydı. Hatay
Türkiye’ye verilmezse, zorlada olsa savaşarak Hatayı alabileceğimiz
anlaşılınca hava yumuşamış ve barış yoluyla Hatay konusu Türkiye’nin
lehine halledilmişti. Hatay Cumhuriyeti, aldığı bir kararla Türkiye’ye
bağlandığını dünyaya ilân etmiştir. Kimselerde ses çıkartamamıştı. Bu
da gösteriyor ki: zafer kuvvetlinindir.
Böyle bir olay daha önce İtalya ile de olmuştur. Şöyle ki:
1934 yılında İtalya diktatörü Mussolini iyice şımarmıştı.
Antalya’nın İtalyanlara verilmesi gerektiğini söyleyerek tehditler
savurmaya, palavra atmaya başlamıştı… Atatürk, o günlerde, bir
akşam İtalyan Büyükelçisinin Ankara Palasta yemek vermekte
olduğunu duyunca, onun yanındaki masayı kendisine hazırlamalarını
emretmişti… Büyükelçi ile selâmlaşıp yerine oturdu… Herkesin
duyacağı yüksek bir sesle O’na hitap etti:
8
a. g. e s 62-63
304
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Antalya’yı istiyormuşsunuz?” Antalya buradadır
Anadolu’da… Niçin gelip almıyorsunuz ?...”: Büyükelçi:
– Bu bir savaş ilânımı ekselans? diye sorunca:
– Hayır. Ben burada herhangi bir vatandaş gibi
konuşuyorum. T.B.M.M, zamanı gelince
benim gibi basit
yurttaşların duygularını da göze alır.
Büyükelçi yemeğini bitirmişti. Atatürk’le vedalaşıp tek kelime
söylemeden Ankara Palas’ı terk etmiştir.
Mussolini… Sanki Atatürk’ün o sözlerine cevap vermek
istiyormuşçasına Rodos Adasına asker yığmaya başladı. Birkaç ay
sonrada İtalyan büyükelçisi Cumhurbaşkanımızla görüşmek üzere
randevu talep etti. Belki, hükümetinin bir notasını, bir ültimatomunu
ona vermek niyetinde idi. Atatürk, elçiyi günlük kostümü ile kabul
etti. Fakat, daha onun konuşmasına fırsat bırakmadan:
– Bana 10 dakika müsaade etmenizi rica ederim” diyerek
yandaki odaya geçti.
10 dakika sonra büyük önder, tepeden tırnağa Mareşal
üniformasını ve çizmelerini giymiş olarak elçinin yanına döndü ve:
– Buyurun, şimdi sizi dinliyorum. dedi
İtalyan Büyükelçisi afallamış gözlerle ona baktıktan sonra
kekeleye kekeleye şunları söyleyebildi.
– Ekselanslarını Duce’nin (Mussolini’nin) selâmlarını ve iyi
dileklerini takdim etmek için rahatsız etmiştim.” dedi başka tek laf
etmeden çıktı gitti.
Ertesi gün Mussolini, Rodos’taki askerlerini geri çekmiş bir
daha da Antalya’nın adını ağzına almamıştı. Fakat, o hırsla
Habeşistan’ı işgal ederek sinirlerini yatıştırmaya çalıştı.
-Atatürk barışçı idi ama, barışı korumak uğruna hiç
kimseye en küçük bir taviz vermezdi. Hele, vatanının topraklarına
göz dikenlerin sıcağı sıcağına hadlerini bildirmekten hiçbir zaman geri
kalmazdı. 9
Atatürk bir konuşmasında diyor ki:
– Milletime şunu ihtar ederim… Kendimizi cihanın hakimi
zannetmek gafleti artık devam etmemelidir. Gerçek mevkiimizi
dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla
9
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 28–29
305
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir. Bile bile aynı faciayı
devam ettiremeyiz.” 10
Bu basireti gösterememiş olan Hitler ve Mussolini’nin
başlarına gelenleri bütün dünya milletleri ibretle görmüştür.
Mustafa Kemal’in kazandığı büyük zaferi, hangi başkumandan
olursa olsun, düşman ordusunu parçalayarak mahvettikten, ülkesinin
topraklarından fırlatıp attıktan sonra, birdenbire orada durmaz, hemen
dostluk elini uzatmaz ve barış masasına oturmazdı. Hiç olmazsa, daha
10 yıl önce (1912’de) aynı düşmanın kalleşçe bir saldırı ile en zayıf
anımızda eline geçirdiği (doğum yeri olan) Selanik’i geri alırdı.
Mustafa Kemal:
Trablusgarp’taki görevi sırasında yaralanan, Viyana’daki göz
ameliyatından dönüp Makedonya’daki subay arkadaşlarının oturduğu
kahvehaneye gözleri dolu olarak girerek:
– Selanik’i nasıl düşman eline bırakırsınız”!? Niçin ölünceye
kadar orada kalıp savaşmadınız?… diye bağırdığı Selanik’i de o
hızla alabilirdi…
Ama şimdi, 1922 Eylülünde, zafer sarhoşluğu ile yurdumuzu
yeniden tehlikeye atmaya hakkı olmadığını biliyordu. Zira:
Askerlikte duygusallığın, kinin, maceranın, aşarı hırsın yeri
olmadığını biliyor ve ölçüyü kaçırmamayı gerekli görüyordu.
Atatürk, barışın ancak güçlü olmakla korunabileceğine,
tarafsızlıkları bütün dünyaca kabul edilmiş ülkelerin ordularına ve
savunmalarına büyük önem verdiklerine dikkati çekmekten geri
kalmamıştır.
Savaşın facialarını herkesten iyi bilen Atatürk diyor ki:
– Ben harpçi olamam. Çünkü harbin acıklı hallerini
herkesten iyi bilirim… Harp zaruri ve hayati olmalıdır.
“Öldüreceğiz” diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diye girebiliriz. Lakin,
millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir…”11
10
11
a. g. e. s29
Turhan Fevzioğlu: Atatürk ve Milliyetçik s79
306
Rasim PEHLİVANOĞLU
30– Yokluklar İçinde Varlık Gösteren
Atatürk
Güç de olsa bir şeyi yapılması gereğine inanmış olan bir insan,
o işin olabileceğine kesin bir kararla önce kendisini inandırmış olması
gerekir. Zira inanmak başarmak demektir.
Hayırlı İşe İnanarak Başlayan Yokları Var Eder
Mustafa Kemal de milli mücadelenin başarılacağına, çok
güç şartlara rağmen inanmış, yakın çevresini de inandırmıştır.
Kendisini ve çevresini bu güç işe ruhen hazırlamış, büyük bir azim ve
irade gücüyle işe girişmiştir. Artık bundan sonra vazgeçmek yok,
yılgınlık yok, ileriye ve daima ileriye doğru hamle yapmak vardır.
Önüne çıkarılan sayısız manialar (engeller) olacaktır. İnanmış, azimli
insanların irade gücüyle ve alınan etkili tedbirlerle bu manialar
aşılacaktır.
Amaca yürürken önüne çıkan en büyük engel maddi yönden
yokluk olacaktır. Ama, davasına yürekten inanmış olan kararlı insan
bunu da yenmesini bilecektir. İşte Mustafa Kemal, bu tarz engelleri
de aşmış, sabır ve sebatla yürüyerek gayesine ulaşmıştır. Aşağıya
aldığım birkaç fıkra bu gerçeği çok iyi ifade etmektedir.
Yoklar Var Edilir
Kurtuluş savaşının başladığı sırada Mustafa Kemal’e sordular:
– Nasıl yapacaksın ? Ordu yok. Cevap kısa:
– Kurulur.
– İyi ama, bunun için para lâzım… O da yok.
– Bulunur.
– Diyelim ki bulduk. Düşman hem kalabalık hem de güçlü…
– Yenilir.
– Bu kadar kesin konuşan bir insanın “elbet bir bildiği vardır”
der önce biraz tereddüt de etseniz peşinden gidersiniz. İşte O, zaferi bu
inançla kazandı. Devleti bu inançla kurdu. İnkılâpları bu güvenle
gerçekleştirdi.
Mustafa Kemal Ankara’ya geldiği zaman 1200 lirası
kalmıştı, bu da Ordu Müfettişti olarak İstanbul’dan ayrılırken verilen
yirmi bin liradan artan para idi. Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan
Rıfat Hoca (Rahmetli Rıfat Börekçi) tüccarlardan altı bin lira
toplayarak kendisine verdi. Bu küçük sermaye ile kurulan devleti
307
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
beslemek, mütemadiyen para bulmayla uğraşmak, Büyük Önder’in
halletmek zorunda kaldığı en çetin meselelerden biri olmuştur. 12
Milletvekillerinin Yoksulluğu ve Atatürk
T.B.M.M Mustafa Kemal’in en büyük dayanağı olmuştur. Fakat
meclisin ilk açıldığı günlerde, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in
mükemmel bir hatip olarak etkileyici konuşmalarının tesiri ile
Milletvekilleri maddi sıkıntılarına sabırla göğüs germişler ve aşkla
görevlerini yapıyorlardı. Ancak bir müddet sonra, bir kısım
Milletvekillerinin yokluklar ve yaşama güçlükleri karşısında topluca
geri dönme kararı aldıklarını duyan Mustafa Kemal kürsüye çıkarak şu
veciz konuşmayı yapmış ve etkisini görmüştür.
– İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek
memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Millet
Meclisine davet etmedim. Herkes kararında serbesttir. Bu karara
başkaları da katılabilir. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan
olarak, buradan hiçbir yere gitmeyeceğim. İsterseniz hepiniz
gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal, fişeklerini göğsüne dizer, bir
eline mavzerini, ötekine de bayrağını alır, bu şekilde Elma Dağına
çıkar. Orada son kurşunu da bitinceye kadar tek başına düşmanla
dövüşür. Sonra da bayrağına sarılıp can verir. Ben buna ant
içtim!...” 13
Bu içli sözler beklenen sonucu vermiş, duygulanan
Milletvekilleri önderi coşkunlukla alkışlamışlardı. Hiç birisi Ankara’yı
terk etmemiştir…
Mazhar Müfit Kansu Anlatıyor
– Ben bir gece, Mustafa Kemal Paşa’ya büyük bir tehlike içinde
olduğumuzu söyleyerek çok sinirli bir halde:
– Hepsi güzel, fakat biz burada beş altı kişi oturmuşuz,
yalnız memleketimizle, padişahla, Ferit Paşa ile değil bütün dünya
ile uğraşıyoruz. Para yok, asker yok, top yok, tüfek yok, velhasıl bu
savaşımızı destekleyecek elimizde bir kuvvet yok. Buna çare
düşünelim, dedim.
Mustafa Kemal Paşa gülerek:
12
13
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 88-89
a. g. e. s 89
308
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Azizim Mazhar Müfit, bu senin dediklerinin hepsi olsa, o
zaman bu işi annem de görebilir. Marifet bu yokluk içinde
muvaffak olmaktır. Her nedense bu gece sinirlenmişsin. Haydı git yat,
yarına kadar bir şeyin kalmaz” dedi14
Beş para yok
(Atatürk anlatıyor: )
– Senelerce evvel bu memleketi, bu güzel ve kıymetli milleti
düştüğü felâketten çıkarabileceğim kanaati ile Anadolu’ya geçtiğim
ve maksadın icap ettirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman, hiç de
emrimde beş para olmadığını beyan edebilirim. Fakat parasızlık
benim milletle beraber hedefe atmaya muvaffak olduğum koca
adımları kösteklemek değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep
teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk. Yürüdükçe,
muvaffak oldukça, maddi zorluklar ve engeller kendiliğinden
hallolundu. 15
Yukarıya alınan sadece birkaç fıkradır. Bunlara benzer ve daha
kötü durumlarla karşılaşılan binlerce feci olaylar olmuş, maddi ve
manevi sıkıntılar yaşanmıştır. Önde gelen komutanlar ve yöneticiler,
yokluklar içinde varlık gösterebilmek için çok caba sarf etmişlerdir.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, fedakâr milletimizin vicdanlarına
hitap ederek; yiyecek, giyecek, eski püskü neler varsa gönüllü
olarak almışlar; postal bulamadığı için ayağı çarıkla, hattâ
yalınayak çarpışan Mehmetçiklere dağıtmışlardır.
Allah’a sığınan kahraman Mehmetçiklerin yenilmez
güçleriyle zaferler kazanılmış, yıllarca süren savaşlar sonrasında
yurdumuz düşman işgalinden kurtarılmış ve Türk Milleti
bağımsızlığına kavuşmuştur.
Türk İstiklal Savaşımız ruhla maddenin çarpıştığı bir
mücadele olmuştur. Sonunda, mazlumun yardımcısı olan Yüce
Allah’ın takdiriyle ruh maddeye galip gelmiştir…
Gelecek nesiller için acılarıyla ve sevinçleriyle, ibret ve örnek
olacak önemli dersler alınmıştır.
14
15
Adnan Nur Baykal: M. Kemal’in Liderlik Sırları s 31-32
a. g. e. s 117
309
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM
Atatürk’ün Yüksek İnsanlık Meziyetleri
Atatürk’ün çok yönlü kişiliğe sahip büyük bir lider olduğu
yalnız ülkemizde değil bütün dünyaca kabul edilmiştir.
Savaşta, düşman karşısında orduları şahlandıran muzaffer bir
komutan; barışta, ileri görüşlü, kudretli bir yönetici; toplumun
ihtiyaçları doğrultusunda atılımlar yapmasını bilen inkılâpçı bir lider;
her devirde ve her dönemde toplulukları coşturan ateşli bir hatip olan
büyük Atatürk, bu üstün kişilik özellikleriyle, inandığı ve güvendiği
büyük milletiyle el ele vererek, azgın düşman işgalinden ülkesini
kurtarmış ve milletini bağımsızlığa kavuşmuştur.
Bu büyük başarıya nasıl ulaşmıştır? Hangi kişilik özellikleriyle,
sahip olduğu hangi görüşleriyle, hangi yetenekleriyle ve hangi yolları
izleyerek bu büyük başarıları kazanabilmiştir? Bu soruların cevaplarını
yukarıya aldığımız ikinci bölümde açıklamaya çalıştık.
İşlediğimiz konularda,
Atatürk’ün bizzat kendi sözleri
maddede sıraladığımız üstün
kadarıyla göstermeye ve bu
belirtmeye çalıştık.
faydalandığımız en önemli belge
ve kendi açıklamaları olmuştur. 30
kişilik özelliklerini görebildiğimiz
vasıflarının başarısına olan etkisini
Atatürk’ün, ikinci bölümde işlediğimiz üstün kişilik özellikleri
yanı sıra, bu özelliklerinin bütünleyicisi ve yan etkileyicisi olan üstün
insanlık meziyetlerini de görmezlikten gelemeyiz, aşağıda bunları da
teferruata kaçmadan küçük örneklerle ve özetle vermeye çalışacağız.
1 – Hürriyet Aşığı – Bağımsız Ruhlu
Önder Atatürk
Hürriyet, insanların düşündüğünü, dilediğini, başka birinin
hiçbir tesiri ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir.
Fakat bu tarzda geniş anlamlı hürriyet hiçbir zaman olmamıştır ve
olamaz da. Zira, her şeyde olduğu gibi hürriyetin de sınırı vardır.
Atatürk’e göre hürriyet, başkalarının haklarının başladığı
yerde sınırlanır. Mutlak kişisel hürriyet olamaz. Bir başkasının hak ve
hürriyeti ve milletin ortak çıkarları kişisel hürriyeti sınırlar. Bu konuda
Atatürk şöyle söylüyor:
310
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu
yerde hak vardır. Yani, her insan aynı zamanda hem kendine ait
birtakım haklara sahiptir, hem de başkalarına ait hakların kendine
yüklediği birtakım vazifelere sahiptir. İnsanlar, toplumsal hayatta
haklardan ve vazifelerden örülmüş bir sistem içinde düşünülebilir.
İnsanlar, insan kaldıkça bu sistemden çıkamazlar.” 1 diyen Atatürk’e
göre, insanların hürriyeti topluma ve devlete karşı sorumluluklarıyla
birlikte ele alınmalıdır.
İşte Atatürk, hayatı boyuncu bu düsturu kendisine rehber
edinmiştir. Sadece kendisi hürriyetini değil, başkalarının ve
özellikle devletin hürriyetini esas almıştır. Başka milletlerin ve
başka devletlerin hürriyetlerine de saygı duymuş, onların da hür ve
bağımsız olmaları hususunda çaba göstermiş ve kendilerine örnek
olmuştur.
Atatürk, doğuştan hür fikirli bir ailenin çocuğudur. Önce
dürüst bir devlet memuru olan, sonra istifa ederek ticarete atılan
babasının başına neler geldiğini ve hastalanıp ölümüne sebep olduğunu
öğreniyoruz.
Küçük Mustafa, çocukluğundan beri hürriyeti aramıştır.
Daha altı yaşındayken annesiyle birlikte bir yakınlarını ziyarete
giderken, geçtikleri pazar yerinden, harçlığından artırdığı 2 kuruşu ile
bir kuş satın aldığı görülmüştür. Annesinin ne yapacağını sorması
üzerine:
– Onları hürriyetine kavuşturmak için aldım anne” diyor ve:
– Artık hürsünüz haydi uçun” diyerek kuşları havaya
fırlatıyor.
O gün minik kuşları hürriyetine kavuşturan küçük Mustafa yıllar
sonra, çok sevdiği Türk Milletinin hürriyet mücadelesini veriyor ve
başarılı sonuca ulaşıyor. Hürriyetten yoksun başka mazlum
milletlere de örnek oluyor ve onları bağımsızlığa teşvik ediyor.
Mustafa Kemal, okullarında okurken de kafasında hürriyet
mücadelesi devamlı yer ediyor. Bu konuda arkadaşlarına etkili telkinler
yapıyordu. El yazması gazeteler çıkarıyor ve küçük çapta hürriyete
hazırlık eylemlerinde bulunuyordu.
1
Atatürkçülük 3. Kitap: Gen-Kur Yay. S 73
311
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Hürriyet Aşığı olan Atatürk Şöyle Konuşuyor:
–Hürriyet (özgürlük) ve bağımsızlık benim karakterimdir.
Ben, milletimizin ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan
bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne
kadar ailevi, özel ve resmi yaşamımın her evresini yakından
tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, saygınlığın,
namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, kesinlikle o milletin
özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben kendim, bu
saydığım özelliklere çok önem veririm ve bu özelliklerin kendimde
varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikler taşımasını
şart ve esas bilirim.
– Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir milletin
evladı kalmalıyım! Bu sebeple milli bağımsızlık, bence bir yaşam
sorunudur. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirleri
insanlığı oluşturan milletlerin her biriyle, uygarlık gereğinden olan
dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir duyarlılıkla takdir ederim.
Ancak, benim milletimi tutsak etmek isteyen herhangi bir milletin
de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.” 2
Hürriyet hakkındaki görüşlerini yukarıya aldığımız Atatürk,
Kurmay Yüzbaşı olarak ilk tayin yeri olan Şam’daki 5. Orduda
görevliyken, gördüğü ihtiyaç üzerine yanındaki sadık arkadaşlarıyla
gizlice “Vatan ve Hürriyet” cemiyetini kuruyor. Şam’dan gizlice
Makedonya’ya gelerek oradaki arkadaşlarıyla birlikte Vatan ve
Hürriyet Cemiyetinin şubesinin açıyor. Ne yazık ki, daha önceden gizli
kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin varlığı ile Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti büyüyemeden kapanıyor.
Katıldığı İttihat ve Terakki Cemiyetinin önde gelenleri
Mustafa Kemal’in fikirlerini hoş göremiyor ve itibar etmeyerek
başına buyruk hareket ediyorlar. Acele ederek ilân ettikleri 2.
Meşrutiyeti de değerlendiremiyorlar. Zamansız ve gereksiz yere 1.
Cihan harbine girerek malûm akıbetin doğmasına sebep oluyorlar.
Onların yıkıntılarını onarmak ve Yeni Türkiye Devletini
kurmak görevi de Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına düşüyor.
Büyük Türk Milletinin aç biilaç, fakir ve zaruret içinde ki perişan
hallerine bakarak, onlara ümit, güç ve destek veriyor ve yurdumuzun
işgalden kurtarılmasında önder oluyor. Böylece, Milletimiz hürriyetine
ve Devletimiz bağımsızlığına kavuşuyor.
2
Utkan Kocatürk: A.’ün F.ve D. G. 2 Basım s 476
312
Rasim PEHLİVANOĞLU
2 – Mütevazi (Alçak gönüllü) Atatürk
Atatürk bunca başarılarına ve kazandığı zaferlere rağmen, hiçbir
zaman kendini büyük gören diktatör taslaklarından olmamıştır.
Kendine güvenmiştir, büyük hizmetler göreceğine inanmıştır ama
hiçbir zaman büyüklük kuruntusuna kapılarak başkalarını küçük
görmemiştir. Mensubu olduğu Türk Milletine inanmıştır, güvenmiştir.
Milletini küçük görenlerden de olmamıştır. Milletiyle el ele
vererek birlik ve beraberlik içinde kazandığı başarıları kendine
değil milletine mal etmiştir. Hep “milletim – milletim” demiştir ve bu
büyük Türk Milletinin bir ferdi olduğu için de gurur duymuştur.
Atatürk’ün tevazuunu gösteren sözlerden birkaçını aşağıya
alıyorum.
Atatürk şan ve şeref düşkünü değil hizmet aşıkı idi, bu konuda
şöyle söylüyor.
– Benim şan ve şerefimden söz etmek de hatadır. İyi
dinleyiniz. Öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar,
şan şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başımızın
belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Bağlı olduğum
Türk Milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir bireyi olmak
sıfatıyla şanım şerefimdir. Asla başkası değilim.”(1923)
Atatürk devam ediyor:
– Ben zannediyorum ki, millet bireylerinin hiç birinden
fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu
benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler
olmasaydınız, sizlerin vicdani eğilimleriniz bana dayanak noktası
oluşturmamış olsaydı; bende ki girişimlerin hiç biri olmazdı…”3
– Efendiler, bir millette güzel şeyler düşünen insanlar,
fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir.
Lakin öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki
bir hissi umuminin (genel duygunun) amili (sahibi), mümessili
olsunlar. Ben milletimin efkâr ve hissiyatına yakından vakıf
olmaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifadeden
başka bir şey yapmadım.” diyen Atatürk devamla:
3
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün F. v D. G. 2.Basım s479
313
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Bir insan eğer hayatında başarılı bir iş yapmışsa o iş tarih ve
millete mal olmuştur. O şahıs sadece onunla övünerek kalmak isterse
ki, bu hal insanı tembelliğe götürür ve yeni başarılardan yoksun kılar.”4
Atatürk sofra sohbetinin birinde şunları söylüyor:
– Efendiler, size şunu söyleyeyim ki, inkılâpçı Türküye
Cumhuriyetinin benim kişiliğimde daim olacağını sananlar çok
aldanıyorlar… Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk
ulusunun öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima
yükselecek sonsuza kadar var olacaktır “diyen Atatürk, yüzüne karşı
övülmekten hoşlanmak şöyle dursun, her hangi bir iyiliğinden dolayı
kendisine teşekkür edildiği zaman bile sıkılır, utanır, hemen sözü
değiştirirdi. 5
Büyük Taarruzdan sonra esir alınan düşman Başkumandanı
Trikopis Atatürk’ün huzuruna çıkartılıyor. Zaferin galibi olan Atatürk,
bitkin halde olan mağlup Generali son derece nezaketle kabul ediyor ve
onu teselli ediyor:
– Harp talihidir, müteessir olmayın. Buyurun oturun,
dinlenin, ne emredersiniz?” diye soruyor. Mağlup general aç
olduğunu söylüyor. Atatürk:
– Yemek yiyeceğiz efendim, önce bir isteğiniz var mı? Ondan
evvel bir kahve mi yoksa bir içki mi istersiniz? diye soruyor. 6
Mütevazi Atatürk, esir düşen düşman Başkomutanını bile
nezaketle karşılıyor. Onu bile incitmekten çekiniyor.
3– Sevebilen ve Sevilen Duygulu Atatürk
Atatürk’ün en büyük meziyetlerinden birisi de insanî duygu,
sevgi ve insanlık sevgisidir.
Her şeyden önce Atatürk, kendi milletini çok sever ve ona çok
güvenirdi. Büyük milletinin kendisine inanması ve büyük fedakârlıklara
katlanarak destek vermesi sayesinde, erişilmesi imkansız sanılan büyük
başarılara ulaşmıştır.
Milletinden gördüğü özverili destek olmasaydı, kendisinin tek
başına bir şey yapamayacağına inanır ve bunu söylerdi. Bu inançla
“Gerektiği zaman milletim için canımı vereceğim” diyebilmiş ve
4
Adnan Nurbaykal M.K. Atatürk’ün Liderlik Sırları s165
a. g. e. s 167
6
a. g. e. s 167-168
5
314
Rasim PEHLİVANOĞLU
milletinin selâmeti uğruna risklere atılabilmiş ve de apaçık görülen
tehlikelere karşı çekinmeden göğüs gerebilmiştir.
Atatürk, köylü-kentli, işli-işsiz, fakir–yoksul, yalınayak–
başıkabak demeden, eski püskü giyimine bakmadan, milletinin
bütün fertlerini sevmiş ve saygı duymuştur. Onlara yardımcı
olabilmek için elinden gelen gayreti göstermiştir.
Eskimiş, yamalıklı elbisesiyle, ayağında delinmiş ayakkabısı
veya potiniyle, delinmiş çarığıyla, giyecek kasketi olmadan başı kabak
görüntüsüyle, Türk Ordusuna katılan askerlerine şefkatle sarılmış,
onlara moral vermiş, güç vermiş, var olan vatan sevgilerini kamçılamış,
milli duygularını şahlandırmış ve hepsinin de ilerisinde, kendisini
askerlerine sevdirmişti. Onları, sevinerek vatan ve millet için ölüme
sevk etmesini bilmişti.
Millet ve memleket sevgisiyle bu denli yüklü olan bir büyük
komutan, yetenekli ve dirayetli devlet adamı, asaletine inandığı
büyük Türk Milleti tarafından sevilmez mi?. Böyle bir komutanın
askerleri, emirlerini yerine getirmek için ölüm pahasına da olsa
kendisini fedaya hazır olmaz mı?...
İşte Atatürk bu meziyetiyle, askerlerini severek ölüme sevk
eden büyük bir komutan, otoritesini daha çok sevgiye dayandıran
dirayetli bir devlet adamı, milli duygusuyla halkımızı coşturan ateşli bir
hatip olarak temayüz etmiş nadir insanlardan birisidir. Böyle bir lidere
sahip olduğumuz için, Türk Milleti olarak kıvanç duymak tabii
hakkımızdır.
Atatürkçülüğün önemli özelliklerinden birisi de insan
sevgisidir. Sadece kendi milletini değil, bütün insanlığa karşı duyduğu
sevgidir. Atatürk’e göre, insanların birbirlerine olan bağlılıkların da
her şeyden önce “milli sevgi” gelmektedir. Hiçbir sevgi uğruna milli
sevgi feda edilemez. Bu konuda Mustafa Kemal şöyle söylüyor:
– Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı
olanların düşmanıyız” diyen Atatürk Romanya Dışişleri Bakanı
Antonescu ile yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
– İnsan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini
düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını da
düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa,
bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim (yardımcı) olmaya elinden
geldiği kadar çalışmalıdır. Çünkü dünya Miletlerinin saadetine
çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine
315
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun,
vuzuh (açıklık) ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne
yaparsa yapsın huzursuzluğa mahkumdur… En uzakta
zannettiğimiz bir hadisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz.
Bunun için, beşeriyetin hepsini bir vücut ve her milleti bunun uzvu
addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer
bütün aza müteessir (etkilenmiş) olur.”
Yukarıda ki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Atatürk, milli
menfaati insanlık duygusuyla bağdaştıran değerli bir insandır.
Atatürk’ün anlayışını ve sevgisini belirtmek için, Çanakkale’de
bizimle çarpışırken ruhunu teslim eden ve mezarları burada olan
yabancı askerlere hitaben dile getirdiği sözleri, O’nun insani duygusunu
belirtmesi bakımından aşağıya alıyorum.
– Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken
kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve
sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun
koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur
içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu
toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız
olmuşlarıdır.” 7
Avustralya’nın, “Gelibolu Onur Çeşme’sinde” yazılı olan bu
sözler, büyük Atatürk’ün kişiliğinde ifadesini bulmuş ve Atatürkçülükte
önemli yerini almıştır.
Atatürkçülükte kin ve kindarlık yoktur. hoşgörülü olmak ve yeri
geldikçe affetmesini bilmek vardır.
4 – Çocukları Çok Seven Atatürk
Sevecen yaratılışta olan ve yüksek insanlık sevgisiyle dolu olan
Atatürk, çocukları da çok severdi.
Atatürk’ün yakınlarından olan Kılıç Ali’nin anlattığına göre:
“Atatürk çocukları çok severdi. gittikleri yerlerde gözüne bir
çocuk ilişirse derhal onunla sıkılmadan, yorulmadan uğraşırdı.
Çocukların ellerine birer kağıt kalem vererek, yaşlarına göre kimine
resim, kimine hesap, kimine de başka bir konu vererek onlarla meşgul
olmaktan zevk alırdı. Örneğin: Oğlum demir küçüktü, yazı ve şiir
yazmaya hevesliydi. Hatay için bir şeyler yazmıştı. Bir gün çocuğu
7
a. g. e. s 477
316
Rasim PEHLİVANOĞLU
karşısına aldı hiç usanmadan saatlerce onu dinledi, yazdığı yazıları
düzelttirdi.
Çocuklarla böyle uğraşmaktan zevk alırdı. Hele Ülkü’ye
tahminlerin üstünde bağlanmıştı ve onu o kadar candan severdi ki,
ölüm gününden bir iki gün öncesine kadar, sabahları kalkar
kalkmaz gözler Ülkü’yü arardı. Onu yanına getirtir saatlerce konuşur,
meşgul olurdu. Diyebilirim ki, bütün eğlencesi Ülkü olmuştu. Ülkü’nün
‘Atatürk!’ diye uzaktan bağırıp koşarak kucağına atılmasından büyük
zevk duyardı.
Her yerde, nereye gitseler Ülkü’yü yanından ayırmazdı. O
büyük adamın Ülkü ile meşgul olduğu görülecek bir manzara idi…”8
Çocuk sevgisi büyük olan
konusunda ise şöyle konuşuyor:
Atatürk, çocukların eğitimi
– Çoğu ailelerde öteden beri kötü bir alışkanlık var.
çocuklarını söyletmez ve dinletmezler. Onlar söze karışınca;
– Sen büyüklerin konuşmasına karışma” derler. Onları
sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket. Halbuki tam
tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını
olduğu gibi ifade etmeye alıştırmalıdır. Hem de ileride yalancı ve
riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur.
– Kısacası, çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden
açıkça söylemeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılıkta
başkalarının samimi düşüncelerine saygı göstermeye alıştırmalıyız.
– Aynı zamanda onlara yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle
birlikte, doğruya iyiye ve güzele karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya
çalışmalıdır. Bence bunlar çocuk eğitiminde ana kucağından, en
yüksek eğitim ocaklarını kadar her yerde, her zaman üzerinde
durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki çocuklarımız
memlekete yararlı birer vatandaş ve çok iyi birer insan olurlar” 9
Amerikalı, 10 yaşındaki küçük bir çocuğun yazdığı mektuba,
Atatürk gönül alıcı sözlerle şu cevabı yazıyor:
Mr. Curtis La France
Mektubunuzu aldım. Türkiye hakkındaki ilgi ve dileğinize
teşekkür ederim. İsteğiniz üzerine bir fotoğrafımı ilişikte
gönderiyorum. Amerikanın zeki ve çalışkan çocuklarına biricik
8
9
Cemil Sönmez:Atatürk’te Çocuk Sevgisi İş Bank Kültür Yayınlar 1997 s138–139
a. g. e. s 140
317
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tavsiyem: Türklere dair her işittiklerine gerçek gözüyle
bakmasınlar. Kesin olarak bilimsel ve esaslı incelemeye önem
versinler. Hayatta başarıya ve mutluluğa ulaşmanızı dilerim.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa
Ağlayan Çocuk
Sıcak bir yaz günü idi. Amerika’nın ticaret ataşesi ve eşi 4
yaşındaki sevimli kızı ile tıpkı bir İstanbullu gibi Florya Plajına
koşmuşlardı. Küçük kız kendi başına bebeği ile oynuyordu. Birden
onun haykırışlarla ağlayışı duyuldu. Annesi, babası ona doğru koştular,
tam bu sırada o tarafa bir grup insanın yöneldiği görüldü.
Çevresindekiler gelenleri ayakta alkışlarla karşılıyordu. Ortalarında
golf pantolonlu, açık yaka biri vardı. Sarı saçlı idi. Ataşe ve eşi onun
Gazi Paşa olduğunu anlamışlardı. Ağlamakta olan çocuklarına
yetişemeden saygıyla kenara çekildiler. Çocuğun halini gören Gazi
Paşa derhal yönünü değiştirdi. Sevimli kızın önünde çömeldi.
Okşayarak ona neden ağladığını sordu. Çocuk hıçkırıklarını
sürdürüyor ve bebeğini gösteriyordu. Bebeğin bir kolu çıkmıştı. Gazi
Paşa, arkasında bekleyenleri umursamadan bebeği ve kopuk kolu
yerden aldı.
İnceledikten sonra, kolu içindeki lastik fitille bedene
bağladı, çocuğa uzattı. Bebeğinin eskisi gibi sağlam olduğunu gören
çocuk sustu. Yüzünde, gözyaşları yerine tatlı bir gülümseme
belirdi. Birden Gazi Paşa’nın kucağına atıldı. Minicik dudaklarıyla
onu öptü. Gazi Paşa ve çocuk birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı.
Ne var ki, birbirlerini anlamıyorlardı. Ama ne önemi vardı, onlar
birbirlerini sevmişti. Sevgiden daha açık bir dil olur muydu?10
Yukarıya alınan mektuptan ve ağlayan çocukla olan ilgisinden
de anlaşılıyor ki, Atatürk çocukların gösterdiği yakınlığa ilgisiz
kalmıyordu. Ülkemizde çıktığı gezilerde gördüğü çocuklarla
ilgileniyor, konuşuyor, şakalaşıyor, hediyeler verdiği oluyordu.
Atatürk’ün çocuklarla ilgili epey hatırası olmuştur. Burada
hepsine değinmek mümkün değildir. Ancak çok önemli gördüğüm bir
sözünü aşağıya alıyorum:
– Çocukluk ne güzel, çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar
değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misiniz?
İkiyüzlülük bilmemeleri: bütün istek ve duygularını içlerinden
geldiği gibi açıklamalarıdır.” 11 (Hasan Rıza Soyaktan)
10
11
a. g. e. s 141-142
Utkan Kocatürk: A’ün F. v.D.-Genişletilmiş 2. Basım– s481
318
Rasim PEHLİVANOĞLU
5– Sorumluluk Duygusu Yüksek
Atatürk
Büyük işler yapmak zorunda olanlar, büyük sorumluluk
yüklenmeye peşinen hazır olmalıdırlar. Atatürk bu yüksek meziyete
sahip olduğundan, giriştiği riskli işler de dahi gösterdiği büyük
başarılarla kendisini kanıtlamıştır. Bu konuda Atatürk diyor ki:
– Sorumluluğu üzerine almak cesaret ve hevesi her işte en
çok lâzım olan bir huydur. Bir çok insanlar, sorumluluğun
başkalarında olduğunu bildikleri zaman en cesur ve cüretkar
olurlar. Fakat eğer sorumluluk kendilerinde olursa, bu cesaret ve
cüretin azaldığı ve çekingen oldukları görülür. Halbuki
sorumluluğu bilerek, hesaplayarak üzerine alan insanlar, küçük ve
büyük aldıkları işlerde başarı gösterirler.”
– Sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.”
– Bir meselenin tartışmasına katılan kimse düşündüğünü,
kanaatini açık söylemeli, yaptıklarını da kendi namına yapmalı,
yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır” 12
Bu konuyu bir fıkra ile açalım:
Ordu Geriye Çekilirken
Mustafa Kemal Paşa 2. ordu komutanlığına geldiğinde pek
nazik bir durumda kalmıştı… Doğuda, Çapakçur Boğazı
Kuzeydoğusunda, pek şiddetli ve sürekli kış aylarında vasıtasız orduyu,
o dağlarda tutmak tehlikeli idi. Fakat bir türlü sorumluluğu üstüne alan
yoktu.
Genç ordu komutanı Mustafa
Kemal Paşa, bütün
sorumluluğu üzerine alarak, orduya geri çekilme emrini veriyor.
Emir başarıyla uygulanıyordu. Ordu, Rus hücumundan kurtulmuş
geride yeniden kurulmuştur.
Ordunun geri çekilmesi sırasında, ordu gerisinden gelen genç
kumandan Mustafa Kemal Paşa, bir neferin:
– Ne korkak komutanlardır bunlar. Ben düşmanı öldürüp
duruyordum. Ne diye geri çektiler bizi …” diye söylendiğini duydu
ve sordu:
12
Adnan Nurbaykal M. Kemal’in Liderlik Sırları s 103
319
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Peki ama yalnız düşman öldürmenle olmaz ki. Koca ordu
bu… Belki senin anlamadığın sebepler vardır” deyince, nefer
Mustafa Kemal’in yüzüne baktı.
– Sen kimsin? diye sordu:
– Ben sizin kumandanınızım cevabını alan nefer, kendini
kurtarmak için en önde kaçıp gittiğini zannettiği kumandanını yanında
görünce hem hayret etti, hem sevindi. Mahcubiyetle:
– Haa o başka! diyebildi. 13
***
Mustafa Kemal’e göre: Tüm riskleri değerlendirdikten sonra,
başaracağınıza inanıyorsanız sorumluluğu almakta tereddüt etmeyiniz.
Siz, asıl sorumlu kişilere sormadan kendi kendinize karar verirseniz,
çalışanlar bu kararlar için sorumluluk duymazlar.
Atatürk diyor ki:
– Bir kumandan ancak sorumluluğu üstlenmek sayesinde
büyük işler görebilir… Ordu ne kadar önemli ise, onun başına
getirilecek olan milli başkumandan da başarı için en aşağı o kadar
önemlidir. 14
Askerine kendisini sevdiren dirayetli komutanlar, isterlerse
onları vatanı için severek ölüme sek edebilirler. Fakat Mustafa
Kemal’in dediği gibi:
– Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi gerçekleştirmek
yapmak ve yerleştirmektedir. …” Bu mizaç ve karakter örgüsü
Mustafa Kemal’in davranış çalışmalarına hayatının sonuna kadar
hakim olmuştur.
Anadolu’ya Geçiş Sorumluluğu
Vatanımız ve milletimizin en kara günlerinde Anadolu’ya
geçerek oradaki ordunun ve milletimizin başına geçmek, bildiriler,
tamimler göndererek bütün devlet görevlilerini ve bir kurtuluş umudu
besleyen halkımızı uyarmak ve uyandırmak görevini göze almak
Mustafa Kemal için gerekli oluyordu.
Okuldan beri en yakın arkadaşı ve 20.Kolordu Komutanı Ali
Fuat(Cebesoy) ‘a söylediği gibi:
13
14
a. g. e. s 204-205
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla: A’ün Hayatı s 17
320
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Artık bundan sonra milletin kendi haklarını kendisinin
araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de ona bu yolu göstermemiz ve
ordu ile yardım etmemiz lâzımdır” diye düşünüyordu. 15
Bütün riskleri göze alarak Anadolu’ya geçmeyi düşünen
Atatürk daha önce belirtildiği gibi diyordu ki:
– Dayanacak gücün doğrudan doğruya millet olacağı
düşüncesi bende çok güçlü idi. İstanbul’da olup bitenlerden,
yapılan girişimlerden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup
millete haber ulaştırmanın da imkânı kalmamıştı. Öyleyse
yapılacak tek şeyin İstanbul’dan çıkıp milletin içine girip ve orada
çalışmak olduğuna karar verdim. 16
Bunun için bir fırsat aranıyordu. O fırsatta çıkmıştı. Şöyle ki:
Kuzey ve doğu illerimizde bozulan asayişi düzeltmek için oraya bir
ordu müfettişi göndermek gerekiyordu. Dahiliye Nazırı (içişleri
Bakanı) Mehmet Ali Bey, Ali Fuat Paşanın aracılıyla Mustafa
Kemal’in adını vermişti. Bir kısım devlet önde gelenlerinde bazı
endişeler olmuşsa da sonunda bu teklif uygun görülmüş ve Mustafa
Kemal teklif edilen görevi kabul etmişti. Mustafa Kemal bu konuyu
anılarında şöyle anlatmıştır:
– Ne alâ şey! Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamıştı ki,
kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar mutluluk
duyduğumu tarif edemem. Nezaretten (bakanlıktan) çıkarken,
heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum” diyor ve şöyle
devam ediyor:
– Ben zaten şu ve bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatını
arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu
kadar yararlanmalıyım” diyor ve bu büyük sorumluluğu üzerine
alarak Samsuna çıkıyor, kurtuluş mücadelesine ilk adımı Samsun’da
atmış oluyor. 17
Atatürk sadece bu konuda değil, hayatı boyuncu millet
hayrına sorumluluklar almaktan çekinmemiştir. Ön görüşüyle
gerçekleri önceden görebilmiş ve inisiyatifini kullanarak öncelikle
davranmış ve amaçladığı büyük işlerde başarıya ulaşmasını bilmiştir.
15
a. g. e. s 56
a. g. e. s 57
17
a. g. e. s 59
16
321
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk Sağduyulu Bir Liderdi
– Ben bir defa (düşünerek) söz verdikten sonra, ondan şüphe
etmeye kimsenin hakkı yoktur” diyen Atatürk sağduyusunu şöyle
ifade ediyor.
– Ben o adamım ki, ordunun memleketi, milleti muhakkak
bir sonuca götürebileceği noktasında emir veririm. Fakat bilim ve
özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir vermem. Bu
alanda isterim ki, bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için
siz, kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz,
sosyal bilimin güzel yönlerini gösteriniz, ben izleyeyim.” 18
Sağduyulu Atatürk, halk adamı idi. Hiçbir zaman halkından
kopmamıştı. Halkının sağduyusuna inanarak ve büyük milletinin
desteğini alarak başarılardan başarılara koşmuş ve ülkemizin
düşman işgalinden kurtarılmasını sağlamıştır.
Halk adamı Atatürk şöyle söylüyor:
–Ben düşündüklerimi, sevdiklerimi olduğu gibi söylerim.
Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak
kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü, ben bir halk adamıyım.
Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım
varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar halkın beni
yalanladığını görmedim” 19
6 – Dürüst, Faziletli Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli insanlık meziyetlerinin
başında geleni dürüst ve faziletli oluşudur.
Fazilet burada ahlâk anlamında kullanılmaktadır. Ahlâkı: 1)
Kişisel Ahlâk 2) Milli Ahlâk 3) Siyasi Ahlâk olarak tanıtabiliriz.
Atatürk’ü, sözlerinde ve davranışlarında doğruluktan
ayrılmayan, dürüst, faziletli ve şerefli kişiliğe sahip bir insan olarak
tanıyoruz. Bu yüksek meziyetlerini kararlarıyla, davranışlarıyla ve
çalışmalarıyla defalarca ispat etmiştir. Aşağıda birkaç örnekle
açıklayalım:
18
19
Utkan Kocatürk: A.’ün F. ve D. s480
a. g. e. s 480
322
Rasim PEHLİVANOĞLU
Dürüst Mustafa Kemal
İlk hizmet yeri olan Şam 5. Ordu’da görevliyken, vergi
toplamında yapılan haksızlıklar ve yolsuzluklar halkın ayaklanmasını
teşvik ediyordu. O günlerde Mustafa Kemal’in bizzat yaşadığı bir olayı
aşağıya alıyorum:
Bir gün öğrenirler ki Havran bölgesindeki Dürziler vergi
vermeyi kabul etmeyip ayaklanmışlar. İsyanı bastırmak görevi
5.Orduya verilmişti. Mustafa Kemal’in ve arkadaşı Müfit
Kırşehir’in dahil olduğu alaylar bu görevi üstlenmiştir. Emri alan
alaylar hemen harekete geçmiştir. Fakat alayın eski subayları Mustafa
Kemal ile arkadaşı Müfit’i geçersiz bahanelerle aralarına almak
istememişlerdir. Bu iki arkadaş:
– Bölüğümüzle birlikte bizde katılmak istiyoruz diye itiraz
etmişler, ama sözlerini kimseye dinletememişler. Üst makama
başvurmuşlar, ama ordu komutanlığı müracaatlarını küstahça
bulmuştur. Merak içinde kalan iki arkadaş “ Her ne olursa olsun
mutlaka bu harekete katılmalıyız” kararına varmışlar, zaman
geçirmeden hemen atlarına bindikleri gibi alayın arkasından yola
çıkmışlardır. Genç bir süvari subayı önlerine çıkarak, kendilerini
sevdiğini belirterek durdurmaya çalışıyor. Bugün Suriye ordusunda
menfaat şebekesinin hakim olduğunu belirten süvari,
gitmemelerini istiyor. Giderlerse öldürüleceklerini söylüyor.
Bu sözleri işiten Mustafa Kemal kesin kararını veriyor:
– Asıl şimdi gitmemiz şart oldu” diyerek atlarını sürüyorlar..
İlk durak yerlerinde kıtaya yetişiyorlar. Kıtada onlarla hiç kimse
ilgilenmiyor. Yemek ve çadır vermiyorlar. O geceyi emir erlerinin
çadırında geçiriyorlar. Ertesi gün, bir bölük komutanı onları yanına
çağırıyor: bu harekette kendilerine asla kumandanlık
verilmeyeceğini söylüyor. Üzerine aldığı kontrolörlük görevinde
kendisine yardımcı olmalarını teklif ediyor. Kontrolör, sonucu
kimseye bildirmeyeceklerine dair kendilerinden namus sözü istiyor.
Teklifi kabul eden Mustafa Kemal ve arkadaşı Müfit ne olacağını
merakla bekliyorlar.
Kıta havrana varınca, isyanı bastırmak için gelen birlikler
yağma ve talan hareketine girişiyorlar. Her birlik kendi bölgesini
tarayarak bulduğunu alıyor. Bu hali görerek öğrenen Mustafa Kemal ve
arkadaşı işin iç yüzünü anlıyorlar.
323
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Bunlar vergi toplamıyorlar. Düpedüz soygun yapıyorlar”
diye acınıyorlar. Harekât kötü şartlar altında devam ediyor.
Şam’a dönüşte talancılar, talanladıkları altınları arlarında
paylaşıyorlar. Bir miktarını da “bunlar da sizin hissenize düşen”
diyerek Mustafa Kemal ve Müfit’e ayırıyorlar. Müfit ve Mustafa
Kemal’in tepkisi çok sert oluyor ve şiddetle reddediyorlar. Ama
talancı subayların da düşmanlıklarını kazanıyorlar: “Bunlar bizim
işlerimizi bozacak” diye susturma yollarını arıyorlar ve bazı tuzaklar
da hazırlıyorlar... Tedbirli olan Mustafa Kemal ve arkadaşı her şeyi
atlatıyor ve onlarla başa çıkmasını biliyor. Mustafa Kemal, bir
konuşmasında arkadaşlarına:
– Ben namuslu bir insanım. Benimle arkadaş olanlarında
namuslu olmaları gerekir…” deyince talancılar geriliyor. Dürüst
subaylar seviniyor. Ve Mustafa Kemal’e arka çıkıyorlar. 20
Ölen İngiliz Subay’ın Saati
Savaş hali devam ederken, 22 Temmuz 1922’de Konya’ya gelen
İngiliz Generali Towushend şerefine verilen ziyafetin sonunda,
Mustafa Kemal Paşa kolundan çıkardığı saati General’e vererek şöyle
diyor:
– Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir
İngiliz Subay’ının kolundan çıkarıldığını söyleyerek getirdi. Saatin
arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da
bulamadım. İngiltere’ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati
verirseniz çok memnun olurum” 21 (1922)
Mustafa Kemal öyle bir kumandan ki, savaşırken ölen bir
düşman subayının kolundan çıkarılan saatin ailesine verilmesi için
yıllarca arıyor ve nihayet bir İngiliz General’ine emaneti teslim ediyor.
Bu ne büyük bir dürüstlük! ?
Atatürk bir konuşmasında:
– Büyük zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden
sonra bile her akşam, o günün savaşlarında ölen bütün askerleri
düşünerek içimde derin bir keder duyardım” diyor ve devam ediyor:
-Ben savaşlarda dahi, düşmanım üzerinde bir kin duymam.
Yalnız askerlik kurallarının uygulanmasını düşünürüm” diyerek de
20
21
Rasim Pehlivanoğlu: Sevdiğimiz Atatürk s 35
Utkan Kocatürk: A.’ün F. v. D. G. 2. Basım s482
324
Rasim PEHLİVANOĞLU
düşmanına dahi kin duymadığını ve hoşgörüyle karşıladığını
belirtmiş oluyor.
Hediye Adı Altında Verilen Rüşvet
1.Cihan Savaşında Almanlarla müttefik olduğumuz biliniyor.
Bu arada, cephe kumandanlıkları Alman Generallerine verilmişti.
Mustafa Kemal, bunlardan Alman Mareşal Falkenhayn’ın
kumandası altına girmek istemiyordu. Oysa, İstanbul’da izinliyken
Suriye cephesinde yeni kurulan, Falkenhayn’ın komutasında ki 7.Ordu
Kumandanlığına tayin edildiğini öğrenmişti.
Bir gün, İstanbul’da Akaretler’ deki 74 No.lu evine birisi
Alman iki subay gelerek, Mustafa Kemal’e ufak sandıklar içinde
bir şeyler getirdiler. Mustafa Kemal sordu:
– Bunlar nedir.? Alman subay cevap verdi.
– İstanbul’dan ayrılıyorsunuz. Size Mareşal Falkenhayn bir
miktar altın gönderiyor. (iki bin altın)
– Bu paraları bana yanlış getirdiniz. Ordunun levazım
başkanlığına gönderilmesi lâzımdır.
– Efendim, o da başka…
Mustafa Kemal, altınları gözü önünde onlara saydırdıktan
sonra teslim aldığına dair bir senet yazıp imzalıyor. Fakat Alman
Subay senedi almayı kabul etmiyor. O zaman Mustafa Kemal Türk
Subayına emrediyor:
– Bu subay usullerimizi bilmiyor. Senedi alsın, Mareşal’ e
versin sizde paraları gelip teslim alması için levazım başkanlığına
haber gönderiniz.
Mustafa Kemal birkaç ay sonra 7.Ordu komutanlığı görevinden
ayrılmıştı. İstanbul’a gelince senedi yaverine sorar:
– Mareşal Falkenhayn’a gidiniz, kendisini görünüz. Bu
senedi vererek, benim imzam bulunan ilk senedi ondan alınız ”diye
emretti. Yaver gitti, fakat Alman Mareşal’i ona:
– Mustafa Kemal Paşa’ya böyle bir para verdiğimi
hatırlamıyorum.
Bende
imzalı
senedinde
bulunduğunu
bilmiyorum. Onun için Ali Rıza imzalı kağıdı da kabul edemem
demişti.
Böylesi inkâr cevabını alan Mustafa Kemal,
söylenmesini tembih ederek, Mareşal’e şu cevabı yolladı:
aynen
– Verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor. Size senet
verilmiştir. Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok
325
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
edemez. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz. O takdirde altınları size
iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bize makbuz vereceksiniz. Ben,
altın için memleket menfaatleri konusunda müsamaha gösterecek
insan değilim. Paralarınız duruyor. Fakat onlardan çok daha
değerli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz”
İki subay bir saat sonra senedi alıp dönmüşlerdi. 22
Mustafa Kemal’in Affetmediği
Sınırsız hoş görüşü ve bağışlaması ile tanınan Atatürk’ün
kesinlikle affetmediği şey, rüşvet almak ve devlet parasını
zimmetine geçirmekti. Bir rastlantı eseri bizzat tanık olduğunu gören
bir kişi anlatıyor:
1933 yılının bir yaz gecesinde, ani olarak Suadiye Gazinosu’na
gelen Gazi Mustafa Kemal’in masasının iki metre ötesinde oturmuş,
onu doya doya izlemiştik. Büyük önder üç dört saat oturduktan sonra
yerinden kalktı, halkın coşkun tezahüratı arasında kendisini bekleyen
“Acar” motoruna doğru yürümeye başladı. Tam gazinonun
kapısından çıkacağı zaman kalabalık arasından fırlayan elli yaşlarında,
temiz pak giyinmiş bir adamın birden bire onun ayaklarına
kapanarak kendisini affetmesi için yalvarmaya başladığını gördük.
Gazi’nin yüz ifadesi sert ve haşin… Omzuna dokunup adamın ayağa
kalkmasını sağladıktan sonra, yüzüne karşı gürlüyor!:
– Hayır, sizi hiçbir zaman affetmem siz bu fakir milletin
dişinden tırnağından artırıp ödediği vergilerden oluşan devlet
parasına el uzattınız. Ülkeyi zarara soktunuz. Cezanızı
çekeceksiniz” diyor ve yürüyüp gidiyor, motoruna biniyor. 23
İşte lider böyle olur. Hırsıza fırsat vermedi, göz yummadı.
-Cumhuriyet yüksek ahlâka dayanan bir idaredir.
Cumhuriyet fazilet demektir”
Diyen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, kendisini yakından
tanıyanlarında anlattıklarına göre: Atatürk olduktan sonra da
yalan söylememiştir. Milletini oyalamak, kandırmak yoluna hiç
sapmamıştır. Yapmayacağı ve yapamayacağı şeyi asla vaat
etmemiştir. Vaat ettiklerinin de hepsini kesinlikle yapmıştır.
Atatürk kin nedir bilmezdi. Devlet işlerinde ise, kişisel
duygulara yer vermez, sadece hak, dürüstlük ve fazilet arardı
22
23
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 134–135
a. g. e. s 135–136
326
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk başarı gösteren insanları maddi bakımdan değil, her
başarı göstereni paradan ve armağandan daha önemli olan
“manevi değerlerle ödüllendirmekten geri kalmazdı.” Çoğu kere de,
kendi başarılarını, yakın arkadaşlarına mâl etmekten zevk duyardı.
Atatürk Affediciydi
Falih Rıfkı Atay’ın anlattığına göre:
Ordu İzmir’ e girdi. İzmir’de Mustafa Kemal’i bulduk. Latife
Hanım’ın köşküne taşınmıştı. Bir gün kapının önünde gördüğüm subay
Mustafa Kemal’in inmesini bekliyordu. Mustafa Kemal holde görüldü.
Hepimizle selâmlaştıktan sonra beklemekte olan eski arkadaşına
dönerek.
– Kovmuşlar seni ha … Sakın yağmacılık etmiş olmayasın?
– Hayır efendim
menedememişim.
kıtadan
ayrılanlar
olmuşta,
ben
– Vah vah, şimdi bir şey yapamayız. Ankara’ya dönüşte
görüşürüz.
Sonra aynı subay askerlikten çıkarak milletvekili adayları
arasına girmiştir. Uzun yıllar mecliste idi. Atatürk insan zaaflarını
bilir ve pek çok defa affetmesini de bilirdi. Kendisi Anadolu’da
iken, o arkadaşının İstanbul merkez komutanlığında nasıl çalıştığı
hatırlatıldığı zaman:
– Öyledir… Pek sıkışmağa gelmez. Fakat doğrusu ya, ben
Anadolu’da iken yanıma gelmekte pek kolay değildi. İnanılır şey
değildi ki bizim yaptığımız! demişti.
Pek samimi idi. “Kuvay-ı Milliye devrinde nerede idin, ne
vazife görürdün.” diye sormayan yalnız O idi. Başkaları ise,
Anadolu’ya bir gün önce ve bir gün sonra gelmiş olmayı, pek önemli
bir kıdem davası gibi güderlerdi.
Yüz ellilikleri bile affetmesi, insan zaafına karşı feylezofça
davranışının bir eseri değil midir? Bir gün barışmayacağı hasmı,
bir gün bağışlamayacağı suç yoktu diyebilirim. İnsanların kendi
kendilerini “yeniden yapmalarına” fırsat vermekten zevk alırdı. Her
şeyi görür, bir çok şeyleri görmezlikten gelirdi. Not defterine aldığı
en güzel sözlerinden biri şudur:
327
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır. Onlar beni
affetmezler, çünkü kalpsizdirler!” Gerçektende, O’nu ölümünden
sonra bile affetmeyen düşmanları olmuştur. 24
Önceki konular işlenirken de yeri geldikçe değinildiği gibi,
Atatürk milli ve manevi değerlerimize sahip olan faziletli bir
liderdi. Yüksek ahlâk, insanî iyi davranışlar, ahlâki kurallara
uymaya iteleyen manevi güçler Atatürk’te yer etmişti. Erdemli ve
iffet sahibiydi. Okuduklarımdan bu kanaati edinmiştim.
Atatürk, bilhassa ahlâki değerlere çok önem verirdi. Kişisel
ahlâkın yanı sıra, milli ahlâk ve siyasi ahlâk yönünden de çok
duyarlıydı. Bu konudaki görüşlerine özetle değinelim.
Milli Ahlâk
Atatürk’e göre:
–Bir milletin meydana gelmesinde ahlâkın rolü çok
büyüktür… Ahlâk kurallarının nasıl meydana geleceği, ahlâklılık
olduğu anlaşılan işler görüldükten, tecrübe edildikten sonra
anlaşılır. İnsanlar mecbur olmadıkça kendilerini görmek
istemezler. Halbuki, bazı işler vardır ki kendiliğinden, insanda onu
yapmak üzere, içinde bir arzu, bir eğilim doğar, o işi yapmak
arzulanmaya değer olur. İşte ahlâki işler aynı zamanda hem mecburi
hem de arzulanabilir işlerdir.”
– Milli ahlâk, milletin sosyal düzen ve huzuru, şimdiki ve
gelecekteki refahı, saadeti, selâmeti ve güvenliğiyle medeniyette
ilerlemesi ve yükselmesi için insanlardan her hususta ilgi, gayret,
nefsin feragatini ve gerektiği zaman seve seve canımızı vermemizi
isteyen ahlâktır.”
–
Millet
analarının,
millet
babalarının,
millet
öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin, her yede ve her işte millet
çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve devamlı olarak
verecekleri milli terbiyenin (milli eğitimin) amacı, işte bu yüksek
milli hissi (milli duyguyu) sağlamak olmaktadır. Ahlâk kutsaldır,
çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle
ölçülemez… Gerçek ahlâk, tanrı katında değişmiş, örnek bir
şekilde düşünülmüş bir toplumla birleşmiştir...
– Dini terbiye, milli terbiye, milletler arası terbiye.. bütün
bu terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır.. Yeni Türkiye
24
Falih Rıfkı Atay: Çankaya Pozitif Yayınlar İst./2004 s577
328
Rasim PEHLİVANOĞLU
Cumhuriyetinin yeni nesle vereceği terbiye ise milli terbiyedir (milli
ahlâktır)… 25
–Milli ahlâkımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle
beslenmeli ve kuvvetlendirilmelidir. Tehdit esasına dayalı ahlâk,
bir fazilet olmadıktan başka, itimada lâyık değildir.” 26
Siyasi Ahlâk
Ord. Prof. Enver Ziya Karal’ın anlatışına göre:
Siyasi ahlâk, siyasi partiler arasındaki münasebetler sebebiyle
ortaya çıkmıştır. En çok iktidar ve muhalefet partilerinin sözcüleri
tarafından kullanıldığı görülmektir.
Siyasetin ahlâkla olan münasebetleri hükümet şekillerine göre
değişmektedir. İstibdat idaresinde siyaset ahlâkından söz açılamayacağı
tabiidir. Demokrasi idaresinin fazilete dayandığı Aristo’dan bu
yana söylendiği için, ahlâk ile çok sıkı bir ilişkisi bulunduğu
apaçıktır… Şu halde fazilet, demokrasi için gerçekleştirilmesi
gereken bir amaçtır ve ülküdür.
Demokrasi halk idaresi demek olduğuna göre, siyaset ahlâkı,
gerçekten siyasi partilerle çok yakından ilgilidir. Yürürlükteki
anayasamıza göre:
“Siyasi partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar,
demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır”
Atatürk: “Türklerin ruhen demokrat doğmuş bir millet
olduğunu ve hatta dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler
arasında ruhen demokrat doğan yegana millet olduğuna” kaniidir.
Böyle gören Atatürk, Türkiye Cumhuriyet’inde siyasi partilerin
kurulmasının zaruretine inanır. Bu bakımdaki görüşlerini şöyle ifade
etmiştir:
– Partiden maksat, millet evlâdından bir kısmının, ahali
sınıflarından bazılarına, diğer evlât ve sınıfların zararına menfaat
sağlamak değildir. Belki bunlardan ayrı ve hariç olmayıp, halk namı
altında bulunan umum milleti müşterek ve müttehit (birleşmiş) bir
surette hakiki refaha isal (ulaşmak) için faaliyet göstermektir. 27
Atatürk,
iktidar
ve
muhalefet
münasebetlerinde,
muhalefetin de saygıya değer olduğunu kaydeder. Bununla beraber
muhalefetin yapıcı olabilmesi için, yapılacak itirazların makul ve
25
Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Yayınları s55-57
a. g. e. s59
27
Atatürkçülük 2. Kitap Gen-Kur Yayınları s 202
26
329
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
meşru sebeplere dayanmasını ve bu şekilde ifade edilmesinin
gerektiği görüşünü belirtir.Atatürk’e göre:
– Siyasi partilerin, vatandaşların her isteğini
getirmelerini vaat etmeleri demokrasi için zararlıdır.
partiler, vatandaşın istediğini, imkânların elverdiği
memleketin genel menfaati ve genel mukadderatı
denkleştirmeye mecburdur.
yerine
Siyasi
ölçüde,
ile de
Siyasi ahlâk ve siyasi partiler konusunda Atatürk’ün önemli
görüşlerinden bazılarını daha aşağıya alıyorum.
– Milleti, aklımızın ermediği veya yapmak güç ve yeteneğini
kendimizde görmediğimiz hususlarda aldatarak geçici teveccühler
kazanmaya tenezzül etmemeliyiz. Millete, adi politikacılar gibi
yalancı vaatlerde bulanmaktan nefret ederiz…. Biz milletimizi
gerçek kurtuluşa, esenliğe, kavuşturmak için tatbikinin gerekli
olduğuna kanaat getirdiğimiz esasları tatbik ve icrada tereddüt
göstermedik. Bu esasların devam ve istikrarını teyit için hayatımız
ortadadır.
Atatürk’ün ahlâk konusundaki fikirleri, günümüzün kimi
siyaset adamlarına uyacak nitelikte ve şöyledir.
– Ahlâkın millet teşkilinde yeri çok büyüktür… Ahlâk
dediğimiz zaman, ahlâk kitaplarında yazılı olan veya bir takım
ahlâk hocalarının tavsiye ettikleri nasihatleri murat etmiyorum.
Murat ettiğim (kastettiğim) eğitim ahlâkı, milli ve sosyal ahlâktır…
Kaynağı da cemiyettir, millettir.” 28
Atatürk, adi politikacıların partiler yoluyla meclise
girebileceklerini de düşünür. Bunlar, yapmak kudret ve kabiliyetinde
olmadıkları vaatlerde bulunarak ve millete dost gözükerek iktidar
mevkiine bile geçebilirler…Şahsi menfaatlerini sağlamaya çalışırlar.
Atatürk, partilere girebilecek bu gibi samimi olmayan ve gizli
maksatlı unsurların, kanun üstünde netice almak isteyen emel
sahiplerinin bütün milletçe menfur görülmesini tavsiye eder. 29
28
29
a. g. e. s 203
a. g. e s 204
330
Rasim PEHLİVANOĞLU
7 – Uzlaştırıcı, Problem Çözücü Atatürk
Atatürk’ün bütün hayat mücadelesinde, uzlaştırmacı, birleştirici,
bütünleştirici, problem çözücü bir kişiliğe sahip olduğu görülüyor. Bu
özelliğinin de etkisiyledir ki, insanlarımızı birbirine yaklaştırmış,
milletimizi birleştirmiş, ülkü arkadaşlarıyla elele vererek, milli
birlik ve beraberlik halinde ülkemizi düşman işgalinden kurtarmış
ve bağımsız Türkiye Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır.
Atatürk’ün bu üstün meziyetini aşağıya aldığım açıklamalar ve
fıkralarla belirtmeye çalışacağım.
Atatürk’ün uzlaştırmacılığı ve lider kişiliği okul
hayatındayken kendisini göstermiştir. Askeri Rüştiyeye ilk
girişinde, öğrenci arkadaşlarını da çevresinde toplamış ve sınıfın
çavuşu olmuştur. Okuduğu okullarda her geçen yıl, gerek
arkadaşlarına gerekse öğretmenlerine kendisini kabul ettirtmiş ve
çevresinde bir saygı hâlesi oluşturmuştur. Okuldaki bazı
gelişmelerde daima ön safta yer almış, arkadaşlarını yönlendiren lider
kişiliğiyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Harp akademisindeyken
çıkarılan gizli gazetenin yönetmeni, yazıcısı ve dağıtıcısı olmuş;
faaliyetine arkadaşlarının da yardımcı olmasını sağlamıştır.
Mustafa Kemal’in asıl uzlaşmacılığı, Şam 5. Orduda görev
almasıyla kendini göstermiştir. Birkaç örnek verelim:
Uzlaştırmayla Bastırılan İsyan
Şam’da 5. Orduda Kurmay Yüzbaşı olarak görev yaparken bir
gün, Mustafa Kemal’in komutanı Binbaşı Lütfi’ye gelen telaşlı bir
haberci:
– Asiler ordugahı basacaklar ve herkesi öldürecekler
haberini veriyor. Mustafa Kemal, daha önce harekata katılan
subayların soygun olayından ders alarak:
– Sakın soygun için bir bahane olmasın” diye düşünüyor.
Ama tedbirli olmak ihtiyacı duyuyor. Bir keşif yapıp durumu
öğrenmek için kumandanından izin alıyor. Yanına arkadaşı Müfit’i
ve bir emir erini alarak keşfe çıkıyorlar. Önce kimseye
rastlamıyorlar. Sonra tepeye çıkıp etrafı gözetlerken, ileride bir atlı
grubu görürler. Onlarda bunları görmüşlerdir. Mustafa Kemal ve
yanındakiler atları topuklayarak (koşturarak) hızla karargaha
yönlenirler. Öbürleri de atlarıyla dört nala peşlerine düşerler. Düz
ovada bir kovalamacadır başlar. Zikzaklar yaparlar, düşmanı
şaşırtırlar ve ordugaha dönerek kurtulurlar. Haber öğrenilince,
331
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ordugahta tedbir alınır. Fakat arkadan gelen olmaz. Kovalayanlar,
gafil avlayamayacaklarını görünce geri dönmüşlerdir. Bu olaydan
sonra komutan Binbaşı Lütfi kendilerini tehlikeden kurtaran bu iki
stajyer arkadaşa özel değer vermeye başlar.
Başka bir gün, askeri eğitim yaptırırken uzaktan kendilerini
izleyen kalabalık bir atlı grubunu (Dürzileri) görürler. Binbaşı Lütfi,
“ne yapalım” ? diye Mustafa Kemal’e sorar. O ise eğitime devam
etmeyi ister. Ama hücuma geçecekleri endişesine kapılan Mustafa
Kemal:
– Ben onları bilirim. Namuslu insanlardır. Kendilerine silah
çevirmeyene silah kullanmazlar” der. Onlarla konuşmak üzere tek
başına yanlarına gider. Aralarında bir süre konuşurlar… Sonra
kalabalık atlılar döner giderler.
Bu olay, Mustafa Kemal’in uzlaşmacı tavrını ve ikna edici
gücünü göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bu sayede,
çarpışmadan zafer kazanılmıştır… Ertesi gün Şam’dan gelen
Jandarma Komutanı, Dürzileri püskürttükleri için Binbaşı Lütfi ve
Mustafa Kemal’i tebrik eder:
Mustafa Kemal:
– Hayır biz püskürtmedik, onlar gittiler der. Buna rağmen
Jandarma Kumandanı, Padişaha bir telgraf çekerek olayın bildirilmesini
Binbaşı Lütfi’den ister. Bu isteğe Mustafa Kemal’in cevabı kesin ve
sert olur:
– Ben hiçbir zaman böyle bir sahtekârlığa alet olamam!...
Zatı
şahane
sizin
gibi
düşünenlerin
ne
olduklarını
anlayabilmelidir” demekten kendini alamaz. 30
Bu olay, kendisi gibi düşünen Binbaşı Lütfi ile dostluğunu
geliştirmiştir. Dürüst subay arkadaşları arasında ki itibarını artırmıştır.
Trablusgarp’ta Güç Kullanmadan Bastırılan İsyan
Mustafa Kemal Kolağası rütbesiyle Selânik’te görev yaparken,
Sadrazam Talat Paşadan aldığı bir emirle, Trablusgarp’ta çıkan
isyanı bastırmak üzere görevlendirilmiştir. Vakit kaybetmeden
İzmir– İskenderun üstünden deniz yoluyla ve bin bir güçlükle
Trablusgarp’a varmıştır.
30
Rasim Pehlivanoğlu Sevdiğimiz Atatürk 2004 s36–37
332
Rasim PEHLİVANOĞLU
İyi kalpli Trablusgarp sevkiyat memurunun iki odalı ve
toprak tabanlı evinde bir gece kalarak yorgunluğunu giderir. Ertesi gün
Trablusgarp Komutanının yanına giderek geliş görevini hatırlatır.
Ölen Recep Paşa’nın köşkü kendisine tahsis edildi. Komutan
İbrahim Paşa’nın iznini alan Mustafa Kemal subayları topladı.
Belediye Başkanı Hasume Paşa’dan şikayet ediliyordu. Hemen
getirmelerini emretti. Kendilerine teslim edilen asi Belediye Başkanı ile
bir müddet konuştuktan sonra, emirlerini dinleyeceğine dair
kendisinden söz aldı. Sonra serbest bıraktı. Böylece asi Belediye
Başkanı güzellikle hizaya getirildi.
Bir sonraki gün polis müdüründen gelen habere göre:
Trablusgarp şehri ve havalisinde yaşayan kabile ve aşiretler şehri
basacaklar. Mustafa Kemal’i öldürecekler veya vapura bindirip
kovacaklarmış! Komutanı, kendisine teslim edilen bütün kuvvetleri
kullanmasını istemişti. Ama Mustafa Kemal:
– Kuvvete ihtiyacım yok, gidip yüz yüze konuşmak
istiyorum” diyerek, Arapça bilen yaveri Murat’ı yanına alıp,
asilerin karargahına gitmişti. Asileri idare edenlerin kaldığı bölüme
bir hamlede girdi. Orada, devletin önemli kademelerinde hizmet
görmüş, çıkarcı kimseler vardı:
– Siz kimsiniz ? Ne yapmak istiyorsunuz?” diye sertçe sordu.
Mustafa Kemal’in askerlerle gelip kendilerini sardığını sandılar.
Korkup telaşlandılar… Mustafa Kemal’den çıkarlarının korunmasını
istediler. Mustafa Kemal bütün bu zavallı halkın, kendi kişisel
çıkarlarını düşünen beş on kişinin peşine takılmış olduğunu
üzülerek gördü:
– Çıkarlarınızı korumak için. Bu toplanan halka ben bizzat
konuşmalıyım” dedi ve halka dönerek:
– Ey ahali! Ey din kardeşlerimiz!” diye söze başlayarak halkın
anlayacağı dilden güzel bir konuşma yaptı:
– Kuvvetlerimizi birleştirelim. Emeklerimizi birleştirelim.
Aramızda müşterek olan ahlâk ve tabiata dayanarak adam olalım”
diyerek samimiyetini halka inandırdı.
O gün, asilerin şeyhi ile de görüştü. Şeyh, başlangıçta
önemsemedi. Mustafa Kemal’den önce üç kişi yakalayıp hapse
attırdığını söyledi. Ama Mustafa Kemal’in konuşmalarına yabancı
kalamadı… Sonunda anlaştılar: Mustafa Kemal’in isteğine uyarak,
önce tutuklanan üç kişiyi serbest bıraktırdı. Şeyhle de bu şekilde
333
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
anlaşan Mustafa Kemal, artık çatışmaya lüzum kalmadan
Trablus’daki görevini yapmış ve devlet otoritesini sağlamıştı. 31
Bingazi’den Gelen Mektup–Şeyh Mansur
Mustafa Kemal Trablusgarp’tan dönmeye hazırlanırken
Bingazi’den bir mektup aldı. Orada da devlet otoritesi silinmişti.
Çağrıya uyarak gittiği Bingazi’de sevgiyle karşılandı!... burada da
Şeyh Mansur; bütün memurlara baskı yapacak bir otorite kurmuştu.
Şeyh Mansur, Mustafa Kemal’i ziyarete gelir. Fakat Mustafa
Kemal hiç yüz vermeden konuşur:
– Sen hiç sıkılmaz mısın? Burada devlet teşkilatına
hükmedecek cüretkârlıklarda bulunuyormuşsun” diye çıkışır ve
haddini bildireceğini söyler. Beklemediği bu tavır karşısında
şaşkınlaşan Şeyh Mansur odadan ayrılır.
Kurban bayramı gelmiştir: Mustafa Kemal bayramlaşmak
niyetiyle birliği toplar. Teftiş eder ve bayramlarını tebrik eder. Bu
unutulmuş köşede meşakkatle (zorluk içinde) askerlik
yaptıklarından dolayı övgüyle söz eder. Sonra da – bazı subayların
itirazına rağmen– tatbikat yaptırır. Öyle bir plân yapar ki: Son
harekette Şeyh Mansur’un evi kuşatılmış olur. Korku içinde kalan
Şeyh teslim olacağı haberini gönderir. O akşam, Şeyh Mansur ve
çevresi ile bir yerde toplanırlar. Mustafa Kemal onlara hürriyetin
manasını anlatır. Şeyh, tuttuğu Kur’ân-ı Kerimi Mustafa Kemal’e
gösterir:
– Halife-i Zişan efendimize fenalık yapmayacağına dair bu
kitap üzerine yenin eder misiniz?” diye sorar.
Mustafa Kemal, Kuranı saygıyla alır, öper ve:
– Yemin ederim ki, Halifeye bu kitabın haricinde fenalık
yapılmayacaktır” der. Ama bu sözlerindeki inceliği kavrayamazlar.
O gün orada bulunanların katılımıyla bir anlaşma yapılır. 32
Mustafa Kemal’in ferasetiyle (zihin uyanıklığıyla) Bingazi’de
hiçbir çatışma olmadan devlet otoritesi sağlanmıştır. Mustafa
Kemal askerliği diplomasi ile birlikte yürütmüştür. Uzlaşmacı
kişiliğini burada da göstermiştir.
31
32
Rasim Pehlivanoğlu Sevdiğimiz Atatürk 2004 s49–50
a. g. e. s 50–51
334
Rasim PEHLİVANOĞLU
Trablusgarp ve Bingazi’de işi kalmadığından artık Selanik’e
dönmüştür.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, Atatürk’ün en
önemli başarı sırlarından birisinin uzlaşmacı ve problem çözücü
kişiliğinde aranması gerekiyor. Karşılaştığı bir çok sorunları, kavgaya
gerek kalmadan, uzlaşma yoluyla çözdüğü ve huzurlu ortamı
geliştirdiği kendisini iyi tanıyanlarca bilinmekte ve yazılmaktadır.
8 – Önce Kamuoyu Oluşturan Atatürk
Atatürk yapacağı veya yapmak istediği işler için, önce hitap
ettiği halkı inandırmak isterdi. Bilirdi ki yapılacak işin olacağına ve
önemine halk inanmazsa yardımcı da olamazdı.
Oysa, uzlaştırmacı kişiliği olan Atatürk kavgalı insanları ve
hattâ düşman milletleri bile birbirlerine yaklaştırmak için önce hitap
ettiği topluluk üzerinde kamuoyu oluşturmayı ve onları ikna
etmeyi gerekli görüyordu. İşte Atatürk, bunu yaparak, görevlerinde ki
başarısını artırmış ve çözülmeyecek sanılan problemlerin çözülmesini
sağlamıştır.
Bırakın diğer küçük problemleri, milli mücadele günlerinde
dağdaki çeteleri düze indirerek, onların severek milli orduya
katılmalarını sağlamış, hattâ gülerek şehit düşmelerini göze
aldırmıştır. Bu yolla milli mücadeleyi kazanmıştır. Karşılaştığı diğer
bir çok problemleri de bu tür uzlaştırmacılığı ile çözebilmiştir.
Atatürk’e göre: yaptığımız işlerdeki başarımız, çevremizin bu
başarıyı algılamasına bağlıdır. Çevremizi, yaptığımız işlere ikna ederek
inandırırsak daha kolay başarıya ulaşırız. Zira asıl başarı, ancak o işle
ilgili tüm çevrenin aynı noktada odaklanması ile mümkün
olabilir… Bu konuda bir fıkrayı aşağıya alıyorum.
Gazeteci Ahmet Emin Yalman anlatıyor;
Milli mücadelemiz zaferle sona erdikten sonra, İstanbul’un
henüz yabancı işgali altında bulunduğu bir sırada bir gün İstanbul’un
yedi gazete baş yazarı İzmir’e davet edildi. Orada Mustafa Kemal Paşa
eşsiz bir tarihi tartışma açtı. Her birimize ayrı ayrı şu soruyu
yöneltti.
– Hilafetin geleceği hakkında fikriniz nedir.
Her birimiz kendi kanımıza göre bu soruyu cevaplandırdık.
Hilâfetin şu veya bu biçimde sürdürülmesini tabii görmeye zihinler o
335
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kadar alışmıştı ki, herhangi bir insanın bunun kaldırılması gibi
temelden bir düşünceyi hatıra getirebileceğini hiçbirimiz göz önüne bile
getiremiyorduk
Paşa hepimizi sabırla dinledikten sonra dedi ki:
– Hayır! yanlış düşünüyorsunuz. Hilâfet kaldırılmalıdır. Bu
fikrimin nedenlerini de size anlatacağım. Karşı duranlarınız olursa,
çekinmeden ortaya koyunuz. Hepinize karşılık vereceğim. İçinizde en
küçük bir duraksama kalmasını istemiyorum. Eğer buna inanmış
olursanız gazetenizin başına geçiniz. Bu önemli devrim adımı için
ortamı hazırlamaya, vatandaşları inandırmaya çaba gösteriniz.
Tartışma bir gün bir gece aralıksız sürdü. Uyku hatıra bile
gelmedi. Yemek zamanları da söze sofrada devam ediyorduk. Paşa,
eski hanedanın ruhani bir sıfatla memlekette kalmasında ki sakıncaları
saydı. İşin niteliğini açıkladı. Aydınlanmadık hiçbir nokta
bırakmadı. Fikir, hepimiz için o kadar yeni idi ki güçlüklerimiz ve
duraksamalarımız çoktu. Fakat Paşa, hayret verici zekâsıyla
tartışmaya çok iyi hazırlanmıştı. Hiç sabrını yitirmiyor, her karşı
koymaya inandırıcı karşılıklar veriyordu.
Sonuç olarak, ‘hilafetin kaldırılması’ fikrini hepimiz
benimsedik. Geniş yayınla ortamı hazırladık. 33
Yukarıda ki anlatımlarda belirtildiği üzere, Atatürk’ün büyük
başarılarında uzlaştırmacı kişiliğinin ve kamuoyu oluşturması
yeteneğinin büyük etkisi olmuştur. Bu niteliğini de, gelecek nesillere
örnek olarak bırakmıştır.
33
A. Nurbaykal: M. K. A.’ün Liderlik Sırları s125–126
336
Rasim PEHLİVANOĞLU
9 – Eleştiriye Saygılı, Adil,
Şakacı (Esprili) Atatürk
Atatürk çocukluğundan beri adil olmuştur. Düşüncelerinde,
kararlarında adil hareket ermiştir. Üstelik eleştiriden kaçınmamıştır.
Kendisi de eleştirilerde bulunmuş ve kendisinin de eleştirilmesini
hoşgörüyle karşılamıştır.
– Birbirinize uymakta ve haklı tenkit etmekte yalnız fayda
vardır. Bundan asla zarar gelmez…” diyen Atatürk:
– Vatani, milli meselelerde yürürken, fikri ve fiili
noksanlarımızı görüp dostça ihtar edenlerden memnun ve
müteşekkir kalırız.” diyerek de eleştirinin gerekli olduğunu ve
kendisine yapılan eleştirilerden memnun kaldığını belirtmiş oluyor. 34
Atatürk’ün Adalet Duygusu ve
Eleştirisi ile İlgili Fıkralar
Adalet duygusunu ve eleştiriden hoşlandığını belirten birkaç
fıkrayı aşağıya alıyorum.
Atatürk’e Ali Saip Suikastı
Cumhuriyet Savcısı Baha Arıkan anlatıyor:
– Her mahkeme oturumundan sonra Adalet Bakanı Şükrü
Saraçoğlu beni alır, bilgi vermek üzere Atatürk’ün yanana
götürürdü. Kendi şahsıyla ilgili bir hareket olduğu için bu görevi seve
seve yapar, oturumu olduğu gibi anlatırdım.Hiç bir zaman ‘şöyle
yapınız böyle yapınız’ diye bir emriyle karşılaşmadım. Bütün
açıklamaları dinledikten sonra:
– Meslek göreviniz neyi emrediyorsa onu yaparsınız! derdi.
Davanın süregeldiği günlerde idi. Telefonla yaveri bana şu
emri bildirdi:
– Atatürk, sizi Karpiç’te bekliyor.
Hemen Karpiç’e gittim. Büyük masanın etrafında devrin ileri
gelenleri yer almışlardı. Bana yer gösterdiler, oturdum. Orada bir
fırtına kopacakmış gibi sessizlik vardı. Atatürk’ün yüzünün
anlatımı çok sertti.
Bana şöyle seslendi:
– Ali Saip davasının sonucu ne olacak?
34
Adnan Nurbaykal A.’ün Liderlik Sırları s 41
337
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Ayağa kalktım:
– Mahkemenin kararını beklemenin gerektiğini arz ettim.
Daha henüz sözümü bitirmemiştim ki, Atatürk’ün gök gürültüsünü
andıran sesi salonu çınlatıyordu:
–Mahkemenin kararı ne demek, hâkim ne demek, sen ne
demeksin? Mahkemeyi de kapatırım, hakimleri de atarım, seni de
atarım!
Masanın etrafındakilerin en az benim kadar heyecanlı
olduklarını hissediyordum. Ama biliyordum ki, Atatürk’ün huzurunda
ne pahasına olursa olsun doğru konuşulacaktır. Tekrar ayağa kalktım
ve dedim ki:
– Atatürk’üm, mahkemeyi de kapatırsınız, hakimleri de
atarsınız, beni de atarsınız. Ama tarihe adınız Mustafa Kemal diye
geçmez!
Güneşli bir gök parçası maviliği ile ışıldayan gözleri
nemlenmişti ve içten gelen bir gülüşle:
–Çocuk! Ben senden bunu bekliyordum, dedi” 35
Seçilen Milletvekilleri
Henüz ilk seçimde bir vatandaş Eskişehir’de tek parti listesine
isyan etti. Bağımsız milletvekili çıktı. Bu vatandaşın adı Emin
Sazak’tı. Tethişçiler bu isyanıcıyı cezalandırmak için olanca
tahriklerde bulundular, fakat muvaffak olmadılar.
Atatürk’ün tek parti listesine ikinci isyan Trakya’nın bir
çevresinde olmuştur: Bir halk partili, Bağımsız Milletvekili olarak
meclise geldi.
Tethiş meraklıları yeniden harekete geçtiler. Onu herkese ibret
verecek gibi cezalanandırmalı idi. Bu sırada, milletvekilini
tanıyanlardan biri Atatürk’e:
– Bu zat için iyi bir adamdır derler. Bende öyle tanıyorum
dedi.” Atatürk şu cevabı verdi:
– İyi adam olmasa halk bize karşı tutar mıydı? Onu
kaybetmeye değil, kazanmaya bakınız. 36
Atatürk yeri ve sırası geldikçe eleştiri yapar ve bundan haz
duyardı. Bunlardan birkaç örnek verelim.
Yugoslav Kralı Aleksandr
35
36
a. g. e. s 42–43
a. g. e. s 43
338
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kral’ı
Aleksandr ile, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında konuşurken, konuk
kral:
– Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok
ki, vaktiyle 1. Cihan Harbinin sonunda ‘Lloyd George’ batı
Anadolu’yu Yunanistan’a teklif etmeden evvel bize teklif
etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için
George’un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine
çıkmadık.
Atatürk, kralın bu sözlerine şu cevabı verdi:
– Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize
teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun!... 37
İstanbul’da Polis Müdürü:
Atatürk bir gün İstanbul Polis Müdürü Salih Kılıç’ı çağırtır:
– Bana Yahya Kemal’i bulun! der. Bulamazlar. Bunun üzerine
Atatürk, Salih Kılıç’a şöyle çıkışır:
–Sen benim dostlarımı bulmaktan acizsin, benim
düşmanlarımı nasıl bulursun? 38
Günde Bir İki Paket Sigara
Ünlü uzman hekim Dr. Fisenje, Atatürk’ün muayene ettikten
sonra, sormuştu:
– Cıgara içiyorsunuz herhalde ekselans.
– Evet.
– Biraz azaltamaz mısınız?
– Azaltabilirim, ama ne kadar azaltayım?
– Günde kaç paket içiyorsunuz?
– Altı paket.
Hekim şaşırdı. Altı paket cıgara içen kaç pakete
indirilebilirdi?
– Hiç olmazsa bir iki paket içmelisiniz. Atatürk gülümsedi:
– Doktor, dedi. Zaten bir iki paket içiyorum, ama bundan
sonra bir iki paketi doktor müsaadesiyle içmiş olacağım. 39
Telefon Edip Sorunuz:
37
a. g. e. s 59
a. g. e. s 60
39
a. g. e. s 60-61
38
339
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bir yaz gecesi köşkün alt salonunda oturuluyor. memleket
meselelerinden bahsediliyordu. Biraz sonra yemek yenecekti.
Davetliler arasında bulunan eski bir İngiliz gazetecisi gecikince,
Atatürk yanındakine:
– Telefon edip sorunuz, dedi. Acaba Mister Londra saatiyle
mi gelecekler?” 40
Zât–ı âlinize Teşekkür Ederim
Atatürk’ün ünlü sofrasında bir akşam, Başbakan Londra
Büyükelçimizin bir raporunu getirmişti. Aramızda, şimdi hatırımdan
çıkmış olan, bir mesele vardı: Devlet reisi ve Başbakan rapor üzerine
bir müddet konuştular, nasıl cevap yazacaklarını kararlaştırdılar.
Sofraya çevrildiler.
Tam bu sırada sofranın hayli altında oturan dalgıncı bir şairimiz,
Celal Sahir mecliste söz ister gibi, elini kaldırdı. Atatürk:
– Bir şey mi söyleyeceksiniz, buyurunuz.
– Efendim, meseleyi yanımızda açık görüştüğünüze göre
bize de söz hakkı veriyorsunuz demektir. Şunu arz etmek isterim ki,
İngilizler başka memleketlerle münasebetlerinde bilhassa, hattâ yalnız
kendi menfaatlerini düşündükleri meşhurdur. Sustu.
– Bu kadar mı efendim.
– Evet!
–Yüksek irşadınızdan dolayı gerek kendi namıma, gerek
Cumhuriyet Hükümeti namına zat–ı alinize teşekkür ederim.
Şairimiz hiç aldırmadan
– Estağfurullah efendim. 41
40
41
a. g. e. s 61
Falih Rıfkı Atay: Çankaya s 586
340
Rasim PEHLİVANOĞLU
10– Cesur ve Korkusuz Atatürk
Atatürk’ü yüksek başarılara ulaştıran önemli meziyetlerinden
birisi de cesur ve korkusuz olmasıdır.
Cesaret ve kendine güvenmek başarının ön şartıdır. Korkaklar,
pısırıklar her şeyi menfi tarafından gören kötümserler atılgan
olamazlar. Böyleleri, kendilerini toparlamaz ve cesaretlerini
geliştiremezlerse, peşinen başarısızlığa mahkûm olurlar.
Öngörüşlü ve inisiyatif sahibi olduğunu ikinci bölümde
gördüğümüz Atatürk, aynı zamanda, son derece cesurdu. Fakat
cesaretin de bir sınırı olduğu bilincindeydi. En doğrusu, akıllı cesur
olmaktı. Aklını kullanarak cesaret gösterenlere başarı yolu açıktır.
Fakat, öyle anlar olur ki: Tehlikeden korunmak veya mutlak
başarıya ulaşmak için aklı kullanamadan anında faaliyete geçmek
gerekebilir. İşte böyle anlarda, o an için en doğru bilinen yolda,
“Allah’a sığınarak” ve gelecek tehlikeyi göğüsleyerek işe koyulmak
gerekli olmaktadır.
Hayatı boyunca, Atatürk’te böyle yapmıştır. Daima aklını
kullanmıştır. Gerektiğinde ise inisiyatif gücüne uyarak, riskli işlere
bile göğüs germesini hatta ölümü de göze alarak karşı koymasını
bilmiştir. Bu yolda, başarılardan başarılara koşmuştur.
Konuyla İlgili Fıkralar
Kurtaran Saat
– Ölüme en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle
yağmuru altında birçok savaşlara katıldım hattâ ölüm bir defa
kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat
vardı, bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı. 42
Atatürk bir değil pek çok tehlikeli anlar geçirmiştir. Fakat
hepsinden de –görünmez bir gücün etkisiyle- kurtulmuştur. Ülkesinin
de düşman işgalinden kurtarılmasında önder olmuştur.
Atatürk’ün, korkmadan cesaretle giriştiği işlerin
belirsizdir. Bunlardan sadece iki örneği aşağıya alıyorum.
sayısı
Top Değmez
Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin
maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce
insanın öldüğü halde O’na bir şey olmuyordu. Bir seferinde yeni
42
Utkan Kocatürk: A.’ün F. v. D. G. 2.basım s 477
341
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş
açtı. Top, menzilini bulmaya
çalışırken, gülleler de gittikçe
yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu.
Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamıştı. O:
– Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam
askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku
ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış hiçbir şey
yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili
biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında, üstü
başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal’e bir şey olmamıştı. 43
Güç Mevki de Kalabilirsiniz
Fethi Bey Başbakandır. Meclis çetin çarpışmaların
arifesindedir. Mustafa Kemal, bir gün Fethi Bey’e:
– Yarın meclisin kararını göreceğiz, diyor.
– Siz, diyor Fethi Bey, meclise gelmeseniz daha iyi olur.
Mustafa Kemal soruyor:
– Niçin ?
– Güç mevki de kalabilirsiniz.
– Yaa! Güç mevki de nasıl kaldığımı bende görmeliyim.
Onun için yarın bilhassa geleceğim!... 44
Atatürk diyor ki:
– Şunu bilmenizi isterim ki, biz emperyalistlerin pençesine
düşen bir kuş gibi yavaş yavaş, sefil bir ölüme mahkum
olmaktansa, babalarımızın oğlu sıfatı ile vuruşa vuruşa ölmeyi
tercih ederiz.” Devamla:
– Savaşta yağan mermi yağmuru,
ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır.” 45
o
yağmurdan
Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerinden de anlaşıldığı üzere,
tehlikelere karşı koyanlar, tehlikelerden ürkenler ve çekinlerden daha
az zarar görürler.
Şunu da önemle belirtelim: Atatürk’ün korkmadan, cesaretle
giriştiği işler ve kurtuluşları, başlı başına bir kitap olacak kadar çoktur.
Hepimiz kabul etmeliyiz ki: Atatürk, Milletimiz ve özellikle
gençliğimiz için örnek bir liderdir
43
Adnan Nurbaykal: A.’ün Liderlik Sırları s31
a. g. e. s 32
45
a. g. e. s 31
44
342
Rasim PEHLİVANOĞLU
11– Kendine Güvenen –
Çare Arayan Atatürk
Mustafa Kemal Paşa hayatı boyunca giriştiği bütün işlere
kendine güvenerek başlamış ve başarmıştır. Ama önceden okuyup da
bilgilenmiş ve iyi düşünmüştür. Ön hazırlığı iyi yapmış ve
tedbirlerini almış, ondan sonra işe koyulmuştur. Gerekli ön
hazırlığı yaptıktan sonra, önüne çıkacak engelleri de hesaplayarak
ve bazı riskleri göze almak suretiyle işine başlamıştır. Ondan
sonrada yolundan dönememiştir.
Bazı ani olaylarda, çok çabuk karar vermek zorundan
kaldığında, yüksek inisiyatif gücüyle öncelikle harekete geçerek
başarıya ulaşmıştır. Aşağıya aldığım birkaç fıkrayla Atatürk’ün
kendine güven duygusunu belirtmeye çalışacağım.
Kumandayı Bırakmıyorum
Çanakkale – Arıburnu’nda harp ederken, başkumandan
Liman Von Sanders Paşa, Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal
Bey’den kumandayı almak üzere bir Alman Miralayını (albayını)
göndermiştir. Ama Mustafa Kemal kumandayı vermeyeceğini
söyler. Şikayet üzerine Başkumandan, Kolordu Komutanı Esat Paşa’yı
gönderir. Mustafa Kemal:
– Ben bir şartla kumandayı bırakabilirim: Miralay
cenaplarının kumandayı aldıkları vakit ne yapacaklarını
öğrenmeliyim.
Alman Miralayı vaziyeti tetkik etmiş:
– Ben ricat emri veririm demiştir.
Mustafa Kemal Bey:
– İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum.
Ben bu vaziyette taarruz ederim. Arkada nihayet bir iki
kilometrelik mesafe vardır. Böyle bir vaziyette ricat etmek,
mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh taarruzdan
başka yapacak bir şey yoktur” cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Esat Paşa Mustafa Kemal’in omzunu
okşayarak:
– Allah muvaffakiyet versin” demekle yetinmiş ve karargahına
dönmüştür.
343
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Mustafa Kemal Bey, taarruz kararını tatbik etmiş, o günün
gecesi içinde, tehlikeli vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır.
Bu neticeyi gören Alman Miralayı askeri bir tavır ile selâm vererek
Kaymakam Mustafa Kemal Bey’e yaklaşmış:
– Ben bir Miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin
emriniz altında çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman Von
Sanders Paşa’ya da böylece bildirdim” demiştir. 46
Yazar Halide Edip Adıvar anlatıyor
Cephe karargahı gizli tutulduğundan, nereye gideceğimi
bilmiyorum. Malı, istasyonda trenden indirdim. Buna, cepheye
gitmekte olan genç bir Yüzbaşı refakat ediyordu. Yine bir subay beni
başkomutanın karargahına götürdü.
Mustafa Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükte
kalkmaya çalıştı; Çünkü Sakarya Savaşında attan düşerek kırılan
kaburga kemiklerinin ağrıları durmadan devam etmekteydi.
Başkomutana doğru, kalbimde kesin bir saygıyla gittim, elini
öptüm:
– Hoş geldiniz hanımefendi, dedikten sonra yanında bulunan
subayı tanıttı.
Ben oturduktan sonra Mustafa Kemal Paşa Ankara hakkında
havadis sordu, aynı zamanda tahta masasının üzerindeki bir
haritaya eğilerek durumu, 4 yaşındaki bir çocuğun bile
anlayabileceği kadar açık ve sade bir ifade ile anlattı: İşte Sakarya
kıvrılarak gidiyor. Etrafına bir takım toplu iğneler üzerinde kırmızı ve
mavi kağıtlar konulmuş. Yunan Ordusu kocaman bir canavar gibi,
Ankara’ya yaklaşmış görülüyordu. Buna karşıt olarak Sakarya’nın
doğusunda, Türk Ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara’yı
yutmasına engel olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı
ki, insana karamsarlık veriyordu. Paşaya sordum:
– Eğer Ankara’ya gider de bizi geride bırakırsa ne
yaparız?...
– Korkunç bir kaplan gibi güldü, şu cevabı verdi:
– İyi yolculuklar baylar! deriz; arkalarından vurarak onları
Anadolu’nun boşluğunda mahvederiz.” 47
* * *
– Ben hayatımda hiçbir karamsarlık tanımadım” diyen ve:
46
47
Adnan Nurbaykal: A.’ün Liderlik Sırları s 82- 83
a. g. e. s 81-82
344
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Zafer, zafer benimdir! diyebilenin. Muvaffakiyet,
muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum
diyebilenindir” görüşünü savunan Atatürk:
–Her şeyden önce maneviyat, kalp ve vicdan gücü yüksek
tutulmalıdır” diyor ve başarıya ulaşmada vicdanın ve yüksek
manevi gücün önemini özellikle vurgulamış oluyor.
Kendine
güven
duygusu
yüksek
olan
Atatürk,
yapamayacağımız şeyleri asla söylememeliyiz, söylediklerimizi de
mutlaka yerine getirmeliyiz öğüdünü veriyor.
Yeni Çareler Arayan Atatürk
Atatürk’ün kendine güvenmesinin, üstün başarılarında büyük
etkisi olduğunu yukarda belirtmiştik. Başarı için, önce ön hazırlığı
yapmak gerekiyordu. Ön hazırlık ise; Konuyla ilgili bilgi toplama,
ön görüşüyle karar verme, engelleri yenecek tedbirleri alma, ondan
sonra da, azimle işe koyularak ve irade gayreti göstererek ara vermeden
ve yılmadan çalışmak suretiyle başarıya ulaşılabilir.
Ancak, mutlak başarıya ulaşılması gerekli olan işlerde, yolumuz
üzerinde beklenmedik engellerle karşılaşabilir ve güvencimiz
sarsılabilir. Böyle hallerde, paniğe kapılarak yılgınlık göstermek
yada geriye çekilmek yerine; yeni çareler arayıp bulmak ve doğru
bildiğimiz yolda devam etmek başarının vazgeçilmez şartıdır.
Atatürk, kazandığı zaferlerin ve başardığı önemli işlerin hemen
hepsinde güçlüklerle karşılaşmış, önüne sayısız engeller çıkarılmıştır.
Fakat O, hiçbir zaman yılgınlık göstermeden, yeni çareler düşünüp
bulmuş ve hedefine ulaşmıştır.
Atatürk için, çaresizlik diye bir sorun yoktur O, yapılacak
her şeyin ve yenilecek her güçlüğün bir çaresinin bulunacağına
inanmıştır. Diyebiliriz ki: Atatürk’ün büyük başarılarının önde
gelen nedeni çare araması, bulması ve uygulaması olmuştur.
Atatürk küçük veya büyük işlerde çareler aramış, bulmuş ve
başarmıştır.
Bulduğu Çarelerden Örnekler
Aşağıda, Atatürk’ün dünyaca bilinen büyük başarılarından bir
kaçını, bulduğu yeni çarelerle kazanmış olduğu başarılara değinerek,
çare arayan Atatürk’ü tanıtmaya çalışacağım:
Tek Çare Vardır
345
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Albay Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşının en kritik
günlerinde, mevcut tedbirlerle mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu
görerek çareler aramıştır:Başkumandanıyla yaptığı konuşmada bulduğu
çareyi anlatmış ve yetki istemiştir. Başkumandan Liman Von Sanders:
– Durum nedir ? diye sorunca Mustafa Kemal durumun
vahametini anlatmış ve savaşın kaybedileceğinden söz etmiştir.
Başkumandan:
– Çare nedir ? diye sorunca Mustafa Kemal:
– Tek çare vardır demiş.
– O nedir ? diye sorunca da
– Başkumandan olarak uhdenizde bulunan bütün yetkileri
bana devretmenizdir” cevabını vermiştir.
– Çok değil mi? denilince de:
– Az gelir” cevabını almıştır.
Bir müddet düşünüldükten sonra, o gece,Çanakkale’deki
ordunun bütün yetkileri Albay Mustafa Kemal’e devredilmiştir. Vakit
geçirmeden, o gece sabaha kadar, atlarla dağ - taş aşılarak yapılan
ciddi bir hazırlık ve uyanıklıktan sonra; şafak atarken yapılan
şiddetli bir baskınla gafil avlanan düşman askerleri deniz
kıyısındaki vapurlara kadar kaçmış ve zafer kazanılmıştır.
Böylece, muhtemel mağlubiyet, mutlak galibiyete dönüşmüştür.
Düşmanın hayal ettiği İstanbul’a geçiş yolu kendilerine kesin olarak
kapatılmıştır.
Halep Şehrine Çekilme
Güneyde bizi arkadan vuran Arap kardeşlerimizle yapılan
savaşta, İngilizlerin yardımıyla Araplar bir ara üstünlük kazanmış,
Ordumuz paniğe kapılmıştır.Duruma vakıf olan Ordu Kumandanı
Mustafa Kemal, orduyu daha fazla zayiata uğratmamak ve
dağılmasını önlemek için çare aramış.Ordunun Halep’e kadar
çekilerek orada toparlanmasını düşünmüş ve uygulamıştır. Hiçbir kayıp
verdirmeden ve dağılmadan, disiplinli olarak geri çekilen ordumuz
Halep’te konuşlanmış ve bütünlüğünü korumuştur.
Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra milli mücadele
başlayınca; Halep’e çekilen askerlerimiz terhis edilirken, Mustafa
Kemal’in uyarısı ile silahlarını teslim etmeden köylerine
götürmüşlerdir. Bu askerler ve bu silahlar, milli Kurtuluş
Savaşımızın başlamasında ve devam etmesinde ön safta hizmet
görerek düşmana yılgınlık vermişlerdir.
346
Rasim PEHLİVANOĞLU
Sakarya Savaşında Geri Çekiliş Taktiği
Birinci ve ikinci İnönü Savaşlarını kazandık, milletimiz
moral buldu. Ama, yurdumuzun büyük kısmını işgal etmiş bulunan
düşman güçleri, başta İngilizler olmak üzere, çeşitli ülkelerden maddi
yardımlar ve her türlü silahlar alıp, bütün imkanlarıyla hazırlanarak
yeniden saldırıya geçmişlerdi. Sakarya nehrinin doğusuna da geçerek
bazı yerlerimizi işgal ediyorlardı. Düşman her yönden Ankara’ya
doğru ilerliyorlardı. Mustafa Kemal ve önde gelen ideal arkadaşları
düşünüyor ve çare arıyorlardı.
Bu, karşı konulmaz sanılan düşman canavarlarını yenebilmek
için bir çare bulunmalıydı. Bulunan çare bir taktik savaşıydı.
Ordumuz bilinçli olarak geri çekilmeye devam ediyor ve düşman
güçleri çevremizi sarıyordu. Yakında Ankara’ya bile gelineceğinden
endişe ediliyordu. T.B.M. M. ’n de fırtınalar kopuyor, Mustafa Kemal
ve arkadaşlarına ağır hücumlar yapılıyordu. Fakat onlar,
sakladıkları sırrı vermeden sabrediyorlardı. Sadece kendilerini
savunuyor ve geleceğin iyi olacağını söylemekle yetiniyorlardı.
T.B.M.M.’n de Mustafa Kemal’in Başkumandan olarak bizzat
ordunun başına geçmesini teklif edenler oldu.Bu teklif kabul gördü.
Ama Mustafa Kemal, meclisin bütün yetkilerini (şimdilik 3 aylığına)
başkumandana devredilmesini istedi. Bu isteğe karşı koyanlar olduysa
da ekseriyetle kabul edildi. Artık Mustafa Kemal T.B.M.M.’nin bütün
yetkilerini üzerine alan bir Başkumandan sıfatını ve yetkisini almıştı.
Bundan sonra artık daha rahat hareket edilebilecekti. Önlemler almada
önüne çıkarılan güçlükleri daha kolay yenebilecekti.
Cephedeki askerin geri geri çekilmesi devam ediyordu. Ama
düşman askerleri de koskoca arazide dağılmışlardı. Şiddetli bir karşı
hücumda bir araya gelmeleri çok güçtü. Bu arada, çare olarak
düşünülen başka taktikler de kullanılarak, düşman güçleri
yanıltılıyordu…
Sonunda, düşmanın beklemediği bir günde ve beklenmeyen bir
yerden ani taarruza geçilerek, çevreyi saran dağınık düşman
askerleri püskürtüldü ve kaçmaya başladı. 22 gün 22 gece süren,
“Sakarya Savaşları” adı verilen bu zorlu savaşta kaçan düşmanlar
Sakarya nehrine döküldü, boğulanlar çok oldu. Kurtulanlar ise karşı
kıyıya geçti. Bu seferde orada toparlanmaya başladı ve hazırlığa girişti.
Ta ki, 26 ağustos 1922 de başlayan Büyük Zafer taarruzuna
geçtiğimiz güne kadar…
347
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
12– Sır Saklamasını Bilen
Sabırlı–Hoşgörülü Atatürk
Atatürk’ün deha sahibi olduğu bölümünü işlerken, dehanın
sadece üstün zekâyla olmadığını, zekânın geliştirilmesi gerektiğini
belirtmiştik. Zira işletilmeyen zekâ körlenmeye mahkumdur.
Zekânın işletilerek geliştirilmesi elbette bir çok şartlara bağlıdır.
Dahi olmanın önemli bir şartı da sır saklamasını bilmek ve sabırlı
olabilmektir. Saklanması gereken sırları zamanı gelmeden açığa
vurmak, başarıya sekte vurur. Başarı için sabırla beklenmesi gereken
şeylerin, acele edilerek öne alınması başarıyı köstekler. Bunun gibi,
sabretmek ve sır saklamasını bilmek başarılı olmaya zemin
hazırlar ve yüksek zekâlı kimselerde dehanın gelişmesini teşvik eder.
Bir Fransız bilim adımı Buffon, “Deha uzun bir sabırdır” der.
Mustafa Kemal’de yapacağı işlerde hiç acele etmemiş, ama
eline geçen hiçbir fırsatı da kaçırmamıştır.
“Milletlerin Sevgilisi Atatürk ”isimli kitabın yazarı Muvaffak
İhsan Garan:
–Mustafa Kemal, büyük işler görmek isteyen insanların
asla telaş etmemesi, acele yüzünden bir takım çıkmazlara
saplanmaması gerektiğini çok iyi bilirdi. Kendini boş yere ortaya
atmaz, normal görülebilecek beşeri hırslara kapılmaz, terslikler
içinde bunalıp kalmazdı. ‘Bir insan ölmedikçe daima vakti vardır’
diye düşünürdü” diyor. 48
Atatürk’ün sofrasında açıkça fikrini söylemek bir cesaret işi
değildi. Söylememek, yada hoşa gitsin diye saptırarak başka türlü
söylemek, yaltaklanma diye nitelenirdi. Daha kötüsü çıkar bekleyen bir
dalkavukluk sayılırdı. Bu tür toplantılara çağrılanlar hükümeti de
bizzat Atatürk’ü de diledikleri gibi tenkit edebilirlerdi diyor ve
ilâve ediyor;
Samimi olmak, bir art düşünce taşımamak şartıyla herkes her
istediğini söyleyebilirdi. Büyük önder, doğrudan doğruya kendisine
karşı çıkmayan, hasım olduğunu açıkça ortaya koymayan kimseler
için inatçı, hele hiç kinci değildi. Kusurları bile olsa, ülkeye ve millete
48
M. İ. Garan: İnsanların Sevgilisi Atatürk s98
348
Rasim PEHLİVANOĞLU
zarar verecek boyutlara varmamak şartı ile onları hoşgörüyle karşılar,
kısa süre sonra affeder, unutur giderdi. 49
Mustafa Kemal, ilân edileceği güne kadar, ağzından Cumhuriyet
kelimesini kaçırmamak için büyük dikkat ve sabır göstermiştir.
“Mustafa Kemal’in başlıca prensibi: Beklemek, sabırla
fakat yoklayarak, hazırlanarak, hatta sinerek, her durumu inceleyerek,
değerlendirerek beklemek idi.”
“… Halka karşı son derece iyimser görünüyor, hiçbir
bezginlik, yılgınlık eseri göstermiyor, her şeyin yolunda gittiğine
inandırarak millete şevk ve güç veriyordu… Ama her şeyi en küçük
detayına kadar bilmek ve tedbirini ona göre almak isterdi…”50
Mustafa Kemal sabırlı olmasının yanı sıra adam seçmesini de
bilirdi. “O, adama göre iş değil, işe göre adam” arayan son derece
ciddi ve ölçülü bir devlet adamıydı.
En yakını olan Salih Bozok Mustafa Kemal’in hoşgörüsünü bir
örnekle şöyle anlatıyor:
– Bir gün Çankaya’nın epeyce uzağında bir köylü evine
uğramıştık. Girdiğimiz kulübede ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu.
Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk köylü ile sohbete başladı.
Ben merak ederek ihtiyara sordum:
– Sen Atatürk’ü tanır mısın, baba?
– Atatürk’ü tanımayan var mı ki?
– Peki, bir tarif eder misin? Nasıl bir insanmış?
– Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camiinde
Cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar aksakalı varmış. Nur
yüzlü peygamber gibi bir zatmış.
Gülmemi güç tutarak, Atatürk’ün sakalsız, bıyıksız, dipdinç
yüzüne baktım, O, kaşlarını kaldırıp kendisini tanıtmamamı emretti.
İhtiyara kahve için teşekkür ederek dışarı çıktık. Atatürk gülüyordu.
– Varsın, oda öyle bilsin. Hakikati öğrenmek, belki
biçarenin hayalini yıkar. Onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp
de, sevgisini kaybetmekte ne mana var?” 51
49
a. g. e. s 98-99
a. g. e. s 104-105
51
a. g. e. s 106-107
50
349
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün hoşgörüsünü gösteren iki fıkrayı daha aşağıya
alıyorum.
Ben Ne yapmışım Ona
Atatürk’e hakaretten sanık bir
yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler.
köylü
hakkında
takibat
– Mahkemeye veriyoruz, size küfür etmiş’ dediler.Atatürk
sordu:
– Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
– Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt
tutuşmuşta ondan.
Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş:
– Siz hiç gazete kağıdıyla sigara içtiniz mi?
– Hayır…
– Ben Trablus’dayken içmiştim bilirim pek berbat şey. Köylü
bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize ona
insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.” 52
Aleyhte Yazılan Şiir
Bir öğretmen Atatürk aleyhine bir şiir yazmıştı. Kendisini
hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya girmek için dört
biryana başvuruyordu. Bir gün bakanın yanına gitti. Ehliyetli bir gençti.
Bakan:
– Oğlum, hakkınızda bir şey yapamayız’ dedi.
– Niçin yapamazsınız ?
– Oğlum, suçun doğrudan doğruya Atatürk’ün şahsına ait. Biz
karar veremeyiz.
– Öyleyse ben Atatürk’ün karşısına çıkacağım.
– Hele biraz bekle. Pek inatçıymışsın. Bana bir hafta sonra yine gel.
– Bakan bir akşam sofrada Atatürk’e meseleyi açtı.
– Hani efendim hakkınızda ağır bir hiciv yazan bir öğretmen vardı…
– Evet…
– Af kanunundan faydalanarak yeniden öğretmen olmak istiyor.
– Öğretmen yapılmasına bir kanun engeli var mıdır?
– İşlediği suç sizin hakkınızda….
– Aşk olsun sana… Şahsi dargınlığım için kanun emirlerini
yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar beni egoist mi
sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tayin ediniz. 53
52
53
Adnan nur Baykal:M.K.A.ün liderlik sırları s156
a. g. e. s 157
350
Rasim PEHLİVANOĞLU
13– Açık Sözlü, Ölçülü,
Hesap Adamı Atatürk
Atatürk açık kalpli, samimi bir insandı. Milletin bilmesinde
fayda gördüğü gerçekleri açıklamaktan çekinmezdi. Davranışlarında
ve konuşmalarında ölçüyü kaçırmazdı. Kararlarında ve
çalışmalarında ihtiyatlı idi. Gelecek tehlikelere veya çalışırken
önüne çıkacak engellere karşı uyanık ve tedbirli idi.
Bu konuda Atatürk’ü dinleyelim:
– Arkadaşlar! Birbirimize daima hakikati söyleyeceğiz.
Felâket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima hakikatten
ayrılmayacağız.
– Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim.
Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak
iktidarında olmayan bir adamım.
– Biliyorsunuz ki, samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyetin
ifadesi kabil değildir. O, gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir.İşte
size alnımı, gözlerimi tevcih ediyorum. Bakınız, görünüz. Oradan
anlayacaksınız ki kalbim çok şiddetli bir muhabbetle
çarpmaktadır.
– Milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi ve
halkı aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son
derece önemlidir. 54
Böyle söyleyen Atatürk’ün açık kalpliliğini ve samimiyetini
kendi dilinden öğrenmiş oluyoruz.
Tecrübenin Başarıya Etkisi
Bir gün Atatürk’e sormuşlardı:
-Biz pekala bir çok işler yapıyoruz. Acaba ittihatçılar 10
yılda neden hiçbir iş
göremediler ? Atatürk:
– Bizim tecrübelerimizi görmemişlerdi de ondan! Cevabını
vermişti. Atatürk 1908’den 1918’e kadar süren ve bin bir
macerayla geçen devredeki tecrübelere neler borçlu olduğunu itiraf
edecek kadar samimi ve inkâr etmeyecek kadar erdemli idi. 55
Bir konuşmasında Atatürk diyor ki:
– Muhtelif ihtimalleri çok iyi hesap etmeli. En iyi
görünenleri cesaret ve kesinlikle uygulamalıdır.” devamla:
54
55
Adnan nur Baykal:M.K.A.ün liderlik sırları s1
a. g. e. s 2
351
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Bu alemde hiçbir şeye güvenilemez. Bundan dolayı insanın
hayatta daima daha çok ölçülü olması lâzımdır.
– Azami tasarruf milli amacımız olmalıdır. 56
Yukarıya alınan sözleriyle, Atatürk, bir işe başlarken hesaplı ve
ölçülü olmamız gereğini vurguluyor. Bu konudaki fıkralara devam
edelim:
Ben Hesabımı Yaptım
Kurtuluş savaşı sırasında İzmit’te bir çayhanede buluştuğu
Claude Farrere, Mustafa Kemal Paşaya
– Bu yaptığınızı, mantık dışı bir çılgınlık olarak
yorumlayanlar var, der.
Paşanın bu söze verdiği cevap şudur:
– Ben hesabımı mucizeye değil gerçeklere ve rakamlara
dayanarak yaptım…! der ve oturur. Üşenmeden Fransız edibine, O’nu
şaşkına çeviren bir kesinlikle, Müttefiklerin, yunanlılara istediği
yardımı neden yapamayacaklarını, onların iç politikalarından gerçekler
getirerek kanıtlar. 57
Vazgeçtim Torpil Atmaktan
Bir tarihte Atatürk, Eğe vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte
vapur Fethiye’de durmuş. İlçede halk şenlik yaparken, gemilerden
havai fişekler atılıyormuş. Kendisine refakat eden zafer torpidosunda
bulunan
Atatürk,
donanmanın
şenliklerini
seyrederken,
kumandanlardan biri, zafer torpidosu kumandanına bir torpil
atmasını söylemiş. Torpido kumandanı:
– Hay hay efendim, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin
liradır’ demiş. Bunun üzerine Atatürk:
– Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin
değildir…! der ve torpido kumandanına dönerek:
– Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunur. 58
Maceraya Atılmam
Milli mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına
dayanmıştı. Çankaya’da oturuyorduk. Atatürk’ün Selanik’ten çocukluk
arkadaşı Nuri Conker dedi ki:
– Paşam ne duruyorsunuz ? Her şey elinizde. Selanik’teki
eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz; size kim
engel olabilir.?
56
a. g. e. s 95
a. g. e. s 97
58
a. g. e. s 98
57
352
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk, hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi.
– Böyle bir hareket bütün Avrupa’yı aleyhimize
birleştirmeye sevk eder. Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona
erdi. Tehlikeli bir maceraya atılmam…59
14– Atatürk’ün Başarısının Sırları
Askerlik hayatında
çok başarılı bir komutan, devlet
yönetiminde ise o nispette başarılı büyük bir devlet adamı olan
Atatürk’ün başarısının sırları nereden geliyordu?
Hepimizin, özellikle yetişmekte olan gençlerimizin cevabını
merakla beklediği bir sorudur bu. Soruya, birkaç cümleyle doyurucu
cevap vermek mümkün değildir. Ancak, Atatürk’ün hayatını bütünüyle
öğrenmek ve bilmekle, bildiklerini akılla yoğurmak ve muhakeme
süzgecinden geçirmekle soruya cevap bulabiliriz.
Bu kitapta yer alan, Atatürk’ün üstün kişilik özellikleri ve
üstün insanlık meziyetleri incelenirken, Atatürk’ün üstün
başarılarının sırları da işlenen konular içerisinde yer yer
belirtilmiştir. Bunları tek tek okuyup, her konudaki başarı nedenlerini
bir araya getirip değerlendirsek başarısının sırlarını derli toplu olarak
öğrenmiş oluruz.
Kabul edelim ki: İnsanı en iyi yetiştiren kendi isteğiyle
çalışması ve çalışmada gösterdiği irade gayreti ve azmidir. Çok
okuması, araştırması, incelemesi, ilerleme ve yükselme yolundaki
hevesi insanın irade gayretini kamçılamaktadır.
Atatürk’ün üstün başarılarını her aydın kişi veya her yazar
merak etmiş, bu konuda sayısız eserler yazılmıştır. Atatürk’ü tanımak
isteyenler, bunları okuyarak ve aydın kişileri dinleyerek Atatürk
hakkında fikirler edinmişlerdir. Bu kitap da onlardan yararlanılarak
yazılmıştır. Yaptığı ve yapacağı
işler hakkında Atatürk
konuşturulmuştur. Fakat, başarısının sırları hakkında direk olarak
kendi görüşleri yer almamıştır.
59
a. g. e. s 134
353
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kendi Dilinden
Atatürk’ün Yüksek Başarılarının Sırları
Aşağıya aldığım paragraflarla, Atatürk’ün yüksek başarılarının
sırlarını, değişik zamanlarda ve değişik ortamlarda söylediklerinden,
bizzat kendi ifadeleriyle vermeye çalışacağım.
Bu konudaki görüşlerini Atatürk’ün kendi sözleriyle – Utkan
Kocatürk’ün eserinin 469- 472 sayfalarından aynen aşağıya alıyorum.
– Ben, bir işle nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler
engel olur diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı iş kendi
kendine yürür.” 60
Yeni kuruluşlar için bina, para, ortam olanaklarından söz
edilmesi üzerine söyledikleri:
– Gerekli sebeplerle hata ediyorsunuz! Bana, yeni bir kuruluş
oluşturacağınız yerde cansız maddelerden söz ediyorsunuz; halbuki
bana adamdan söz etmelisiniz! Filân yerde Ali Bey var, deyin; onu
gözünüzde canlandırın. Eğer bu Ali Bey istenen adamsa binayı da,
parayı da, etrafına toplânacak kitleyi de oluşturur. Taşa toprağa
değil insana değer verin!” 61
– Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım
iş şudur: Durumu iyice belirlemek, sonra bu durum karşısında
alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere
verdikten sonra artık acaba yapayım mı – yapmayayım mı diye
kararsızlık göstermemek, duraksamadan kararı uygulamak ve
başaracağına inanarak uygulamaktır! 62
– Ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inanmak için durumu
her köşesinden incelemek gerekir. Ağır ve kesin bir karar
uygulanmaya başlandıktan sonra, keşke şu tarafını, bu tarafını da
düşünseydim… belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan
dökmeye, bunca can yakmaya gerek kalmazdı!” gibi kararsızlıklara
yer kalmamalıdır. Böyle bir kararsızlık, karar sahibinin vicdanında
kanayan bir nokta olur ve onu yaptığının doğruluğundan da şüpheye
düşürür. Bundan başka, beraber çalışacak olanlar yapılandan başka bir
şey yapılmak olasılığı (ihtimali) kalmadığına inanmalı.” 63 (1919)
60
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2. Basım s469
a. g. e. s 469
62
a. g. e. s 469
63
a. g. e. s 469
61
354
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bazen hiç umulmadık adamdan, ben pek çok şeyler
öğrenmişimdir. Hiçbir görüşü, değersiz
görmemek gerekir.
Sonuçta, kendi fikrimi uygulayacak bile olsam herkesi ayrı ayrı
dinlemekten zevk alırım.” 64
– Verdiğiniz emrin yapılmasından emin olmak istiyorsanız, taa
en son gerçekleşme ucuna kadar kendiniz onun başında bulunmalısınız”
(Ruşen Eşref Ünaydın’dan) 65
– İlerlemek yolunda yapılacak her önemli girişimin, kendine
göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en az dereceye
indirilmesi için önlem ve girişimlerde kusur etmemek gerekir.” 66
– Benim yaptığım işler, biri diğerine bağlı ve gerekli olan
şeylerdir, fakat bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan söz
edin” (Afet İnan’dan) 67
– Büyük kararlar vermek yeterli değildir. Bu kararları
cesaret ve kesinlikle uygulamak gerekir.” ( Asaf Albay’dan) 68
Çalışmanın önemi ve gereği hakkındaki sözleri (Afet İnan’dan naklen):
– Çalışmak genel yasadır; gelir sahipleri, zenginler de, bu
yasanın dışında kalamazlar. Mevcut servetini milli servetin
artmasına yardım edecek şekilde kullanmalıdır. Bir zengin,
bedensel çalışmadan uzak kalabilir, fakat bu takdirde, faaliyetini
fikir uğraşısına yöneltmelidir
– Çalışmak gerçekte güç değildir. Yalnız tutulan iş ile
kişinin yetenekleri ve zevkleri arasında uygunluk olmalıdır.”
– Sonuçsuz (verimsiz) uğraşmak çalışma sayılmaz. Hiçbir
şey yapmamak veya sonuçsuz, anlamsız şeyler yapmak, çalışma
yasasına karşı büyük suçtur.
– Çalışma, insanların bedensel kuvvetlerini geliştirir ve
yaşam için gerekli olan şeyleri sağlar. Çalışmaksızın fikri gelişme
ve ahlâki olgunlaşmada mümkün değildir.”
– İnsan çalıştığı işi eli altında veya kafasının içinde eserini
büyütmekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar.
Bu eser, ister çiftçinin ürünü, ister mimarın evi veya heykeltıraşın
64
a.
a.
66
a.
67
a.
68
a.
65
g. e. s 469
g. e. s 470
g. e. s 470
g. e. s 470
g. e. s 470
355
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
heykeli, ister bir bilginin veya bir sanatçının buluşu, kitabı olsun, zevk
birdir. Zevk, bütün güçlükleri, saban arkasından dökülen terleri,
sanatçının, düşünürün bazen pek elemli olan yorgunluklarını
derhal unutturur.”( Afet İnan’dan) 69
– Başarılarda gururu yenmek,
düşmemek gerekir.”(Afet İnan’dan)
felâketlerde
ümitsizliğe
– Bir insan milyoner olur. Fakat bir gün bütün servetin
kaybeder, düşebilir. Ancak, o adamın içinde cevher varsa, çalışma
kudreti çalışma aşkı yaşıyorsa gene kazanıp eski servetini elde
edebilir.” (Hikmet Bayur’dan) 70
– Bir insan, yaşamında büyük bir başarı kazanabilir. Fakat
yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o başarıda unutulmak
zorundadır. Onun için çalışmak ve daima başarı arama, herkes için
esas olmalıdır.” 71
– İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri
tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiçbir itirazın
bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendini kabul ettirmektir. Bu
ise, fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile
mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün
başka mantıkların, başka değerlendirmelerin hükmü olamaz.” 7273
–Pekala bilirsiniz ki, benim bütün yaşamımda bu ana kadar
güttüğüm amaç hiçbir zaman kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve
her neye girişmiş isem daima memleketin, milletin ve ordunun
adına ve çıkarına olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve
sivrilmemi göz önüne almamışımdır. (1914) 74
– Yaşamımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son
zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika
geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatımı her çeşit kişisel
duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten
zevk duymayayım. Gerek askeri yaşamımın ve gerekse siyasi
hayatımın bütün dönem ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde
69
70
71
72
73
74
a.
a.
a.
a.
a.
a.
g. e. s 470-471
g. e. s 471
g. e. s 471
g. e. s 472
g. e. s 472
g. e. s 474
356
Rasim PEHLİVANOĞLU
daima hareket kuralım, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın
gereksindiği amaçlara yürümek olmuştur.”(1920) 75
– Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için
çalışmaktan başka bir amacım yoktur. Bu, bir insan için yeterli bir
sevinç ve zevk sağlar. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün
vatandaşlarımda aynı amacı izlemektedirler….Ben ve benimle
beraber olanlar hedefimizin yüceliğine yolumuzun doğruluğuna
eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk
milletinin yakın uzak tarihine dair gereği kadar bilgimiz vardır.
Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin yaşamı için göz önünde
tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle
övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin övünç sebebi olabileceği
ümidiyle avunuyoruz.”(1925) 76
M. Kemal’in Çevresindekilere söylediği bir söz:
– Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız
onları söyleyin!” (Afet İnan’dan) 77
– Ben görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun
yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu görev
bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonrada devam edecektir!....
Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve
vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mutlu
olacağım. Görevime başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük
milletimizin, kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve
itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir,
büyük yetkidir.” 78
Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir:
– Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime
vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın
serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır.”(1937) 79
– Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle
yağmuru altında birçok savaşlara katıldım. Hatta ölüm bir defa
kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı
ve bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı.”(1928) 80
75
76
77
78
79
80
a.
a.
a.
a.
a.
a.
g. e. s 474
g. e. s 474
g. e. s 474
g. e. s 475
g. e. s 476
g. e. s 477
357
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Her zaman tekrar etmek zorunluğunda kalıyor ve tekrarı da
faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime her hangi bir hizmette
bulunmuşsam, eğer ben her hangi bir girişimde önayak olmuşsam,
bu hizmet ve girişimin temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı
olduğum, bundan sonrada saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına
varlığımı,
yaşamımı
vereceğim
aziz
milletime,
sizlere
dayanmaktadır… Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından
tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm yetenek ve gereksinimi
belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu yetenek ve duygularını
sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri
doğurabilecek özelliği görmüş olmak … Bütün mutluluğum işte bundan
ibarettir.”(1923) 81
– Benim için dünyada en büyük makam ve ödül, milletin bireyi
olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda başarılı yapmış ise
şükrederim. Bu gün olduğu gibi ömrümün sonuna kadar milletin
hizmetinde olmaktan övüneceğim.”(1923) 82
– Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat
etmedim…. Buna rağmen görüyorsunuz ki başardık… Şimdiye kadar
söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün düşüncelerimin beni
yalanlamaması, milletin ciddi ve samimi olarak bana yardımcı ve
destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni amaçlara
erişmek içinde bu yardım ve desteğe gereksinim (ihtiyacım)
vardır.”(1923) 83 (Bugün de ihtiyacımız vardır)
– Benim şan ve şerefimden söz etmekte hatadır. İyi
dinleyiniz, öğüdüm budur ki: İçinizden her hangi bir adam çıkar,
şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın
belasıdır. İlk önce kafası kırılacak adam budur! Bağlı olduğum Türk
Milletinin şan ve şerefi varsa benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım
şerefim vardır. Asla başka değilim.”(1923) 84
– Ben o adamım ki, ordunun memleketi, milleti muhakkak bir
sonuca götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat bilim ve
özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir vermem. Bu
alanda, isterim ki, bana bilginler doğru yolu göstersinler Onun için,
81
a.
a.
83
a.
84
a.
82
g. e. s 477
g. e. s 478
g. e. s 479
g. e. s 479
358
Rasim PEHLİVANOĞLU
siz kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız bana söyleyiniz.
Sosyal bilimin güzel yönlerini gösteriniz. Ben, izleyeyim.”(1923) 85
– Ben, başkalarının ilkelerine değil, ancak kendi ilkelerime
uyarım.”(Mim. Kemal Öke’den) 86
– Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat
aşığıyım.” 87
– Hiçbir zaman kişisel gücenikliklerimi, birtakım olumsuz
girişimlerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmedim.”(1914) 88
–Samimi dostlarımız sevdikleri tarafından bir işkenceye
mahkûmdurlar ve bu işkencede sevdiklerinin dertlerini
dinlemektir. 89
Atatürk konuşmalarının birinde büyük olmamın yolunu da
göstermiştir.
Atatürk diyor ki: “ Büyük olmak için kimseye iltifat
etmeyeceksin; kimseyi aldatmayacaksın; memleket için gerçek ülkü
ne ise o hedefe yürüyeceksin. Herkes onun aleyhinde bulunacaktır;
herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; fakat sen buna
dayanacaksın. Önüne nihayetsiz manialar yığacaklardır. Kendini
büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek; kimseden
yardım gelmeyeceğine kâni olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan
sonrada sana büyüksün derlerse bunu söyleyenlere güleceksin.”
Düşmanları için söylemiştir:
–Ben onları affederim çünkü kalbim vardır;onlar beni
affetmezler, çünkü kalpsizdirler.” 90
Mutlu olup olmadığı sorusuna verdiği cevap:
– Evet mutluyum, çünkü başardım!” 91
– Ben ölürsem, soylu milletimizin, beraber yürüdüğümüz
yoldan asla ayrılmayacağından eminim; bununla gönlüm rahat!” 92
(1926)
85
86
87
88
89
90
91
92
a.
a.
a.
a.
a.
a.
a.
a.
g. e. s 483
g. e. s 481
g. e. s 483
g. e. s 483
g. e. s 483
g. e. s 483
g. e. s 483
g. e. s 484
359
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
DÖRDÜNCÜ BÜLÜM
Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında
Diğer Bilgiler
1 – Yetiştiği Çevrenin ve Dönemin
Atatürk’ün Kişilik gelişimine Etkisi
Mustafa Kemal’in çocukluk ve gençlik yılları, Osmanlı
devletinin ağır sorunlarla uğraştığı ümitsiz bir geleceğin görüntüsü
dönemine rastlar.
İlk Etkilenme Aile Ocağı
Atatürk’ün düşünce yapısının oluşmasında ki ilk etkilemenin
aile ocağından ve öğretmenlerinden geldiği söylenir. Atatürk bir
konuşmasında:
– İlk ilham, ana baba kucağından sonra mürebbinin
(öğretmenin) lisanından, vicdanından, terbiyesinden gelir” diyerek
yetişmesinde öncelikle ailesinden ve öğretmenlerinden etkilendiğini
kendi yaşantısından edindiği tecrübeleriyle ifade etmiş oluyor.
Atatürk ‘ün annesi, babası yönünden Yörük sülâlesinden
gelen asil bir aileye mensup bulunduğunu öğreniyoruz. Kendisi,
Yörük olmakla iftihar ettiğini söylüyor ve yazılıyor.
Selanik’te, babasının satın aldığı pembe boyalı evde doğan
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, iri yapılı uzuna yakın boylu,
dürüst ahlâklı, cesur, haksızlıklara karşı koyan ciddi bir devlet
memuruydu. Oğlu küçük Mustafa’nın doğumundan sonra
memuriyetten istifa ederek, bir ortakla kereste ticaretine başlamıştı.
Fakat o günlerde halkı yıldıran güçlü eşkıyaların baskınına uğramış,
elinde avucunda ne varsa hepsi alınmış ve keresteliği yakılmıştı.
İşsiz güçsüz kalan Ali Rıza Efendi’nin ruhi hayatında sarsıcı
bir etkisi olan bu olaydan sonra iş bulmakta güçlük çekmiş, zayıf
düşmüş ve hastalanmıştır. Fazla sürmeden hayata gözlerini
kapamıştır. Anne Zübeyde Hanım üç çocuğu ile birlikte dul
kalmıştı.
Babası Ali Rıza Efendi, genç yaşta ölümüyle, çocuklarının
yetişmesinde pek etkili olamamıştı. Ama, küçük Mustafa daha doğduğu
360
Rasim PEHLİVANOĞLU
gün, askerlik hatırası olarak sakladığı silâhını “ Benim oğlum asker
olacaktır” diyerek bebek Mustafa’nın baş ucuna aşmıştı.Mustafa
büyüdükçe, zaman zaman “Benim oğlum paşa olacak” diyerek de
geleceği görüyormuş gibi hayal kurardı.
Çevresinde “Molla Zübeyde” diye anılan annesi Zübeyde
Hanım, çocuklarıyla birlikte kardeşi Hüseyin Ağanın RAPLA
çiftliğine giderek orada bir müddet kalmışlardı. Çocuklar çiftlik
hayatına alışmışlar, dayı Hüseyin Ağa’ya yardımcı oluyorlardı. Ama
Mustafa, mutlaka okumak hevesindeydi. Anne Zübeyde Hanım,
okula gidemeyen çocuklarını okulsuz bırakmamak için Selânik’e
dönerek evinin bir bölümüne yerleşmişler, kiraya verdikleri diğer
bölümünden aldıkları kira ile, rahmetli kocasından bağlanan bir miktar
emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorlardı. Mustafa’da hasret kaldığı
okuluna devama başlamıştı.
“Atatürk’ün yetişmesi ve öğretmenleri” isimli kitabın yazarı
olan Cemil Sönmez ’in anlattığına göre:
– Mustafa Kemal Atatürk’e, üstün vasıflı olmasının ilk
oluşumunu kazandıran da annesi Zübeyde Hanım olmuştur. Sarı
saçlı olan Zübeyde Hanım düzgün beyaz tenliydi. Derin ama
berrak, açık mavi gözleri vardı.”
Zübeyde hanım’ın ailesi yıllar önce Anadolu’nun göbeğinden
kopup göç ederek Makedonya’ya gelmişler ve buradan da Selânik’e
giderek yerleşmişleridir. Zübeyde Hanım, damarlarında ki ilk
göçebe Türk Kabilelerinin torunları olan ve halâ yaşayışlarını
sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünerek
seviniyordu.1
Mustafa Kemal’in ilk ilham kaynağı olan annesi Zübeyde
Hanım, yeterince eğitim görmemiş ama okuma yazmayı
öğrenmişti. Güçlü bir beden yapısına sahip olduğu gibi güçlü bir
iradeye de sahipti. Annesine Molla Hanım denildiği gibi kendisine de
Molla Zübeyde denilirdi. Dinine ve geleneklerine bağlıydı. Zübeyde
Hanım, oğlu Mustafa’nın zamanın gerektirdiği biçimde yetişmesini
engellememiş, hele eşi öldükten sonra, onun iyi öğrenim görmesi
için elinden geleni yapmıştır.
1
Cemil Sönmez: Atatürk’ün Yetişmesi ve Öğretmenleri – A.A. Merkezi Ank. / 2004 s10
361
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk bir konuşmasında:
– Size bu münasebetle, anamın ve kız kardeşimin inkılâp
işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerini de zikretmeliyim”
diyerek inkılâp işlerinde ailesinin ve kardeşinin kendisine yardımcı
olduklarını belirtmiştir.
Cemil Sönmez, sağduyusu ve onur duygusu yüksek olan
Zübeyde Hanım’ın, Mustafa Kemal’in de sözünü ettiği şu olayı
anlatıyor:
“O, Selanik’te bulundukları sırada oğlunun, kendi evinde II.
Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlarıyla yaptığı
toplantıda nelerle uğraştığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın
sonuçlarından ürkmüş. Ancak Mustafa Kemal’in işi kendisine
anlatması üzerine sorunu kavrayıp,
– Gizli şeylerinizi varsa ben saklayayım. muvaffak olmak
zordur. Mahvolmak da tabîdir”, dedikten sonra şöyle konuşmuştur:
– Evlâdım, bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve
haysiyet sahibi olanlarla görmezsem, işte o zaman meyus olurum.
Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni, gördüğüm,
anladığım şeyleri yapmaktan menetmeye kalkışmam. Yalnız
dikkat et, esas muvaffak olmaktır. Muvaffak olmaya çalış.” 2
Yukarda ki anlatıştan da anlaşılıyor ki: anne Zübeyde Hanım,
başlangıçta Mustafa Kemal’in asker olmasını istememekle beraber,
askeri okula yazıldıktan sonra O’nu teşvik etmiş, yardımcı olmuş, hatta
uyarıcı öğütler vermiştir. Milli Mücadeleye atılmasında, vatanın
kurtuluşunda ve inkılâpların başarılmasında daima yanında olmuş ve
başarılarına duacı olmuştur. Ne mutlu böyle analara!
Mustafa Kemal, büyük başarılara ulaştıktan ve Milli Devleti
kurduktan sonra da ayakta kalabilen annesi Zübeyde Hanım, 1922
Yılında Çankaya’daki evinde tarihçi Enver Behnan Şapolya ile
konuşurken ona da şu öğüdü vermiştir.
– Oğlum, çok çalış, çalışmaktan yılma. Mustafa’m çok
çalıştı, her okulda çavuş oldu. Büyük adam olmaya heves ederdi.
Hem de büyük adamlarla tanışmak isterdi. Sen de büyük mevkilere
geçmek istersen kendini büyüklere tanıt. Çok çalış!
2
a. g. e s 12
362
Rasim PEHLİVANOĞLU
Şemsi Efendi İlkokulu
ve Öğretmeni Şemsi Efendi
Annesinden sonra Atatürk’ün yetişmesi ve gelişmesinde etkili
olan, O’na yol ve yön gösteren değerli öğretmenleri olmuştur.
Onlardan bazılarına aşağıda değinelim…
Bilindiği üzere, Küçük Mustafa İlkokul çağına gelince önce
annesinin isteğine uyarak, dini törenlerle mahalle mektebine verilmişti.
Kısa bir süre sonra, babasının isteğine uyularak, o zaman yeni usullerle
öğretim yapmakta olan “Şemsi Efendi Mektebine” yazılmıştı.
Böylece, çocuk Mustafa, daha okula adımını atar atmaz eski ve yeni
çatışmasını da yaşamış oluyordu.
1852 yılında Selanik’te dünyaya gelen Şemsi Efendi,
yüreğindeki öğretmenlik sevgisiyle, 871 yılında Selanik’te yeni açılmış
bulunan bir yabancı özel okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı.
Şemsi Efendi, öğrenmiş olduğu Fransızcanın yardımıyla Avrupa’daki
gelişmeleri izleyerek, Selanik’te kendini yetiştirmiş, modern eğitim
yöntemlerini
takip
etmiştir.
Özel
okuldaki
uygulamalı
öğretmenliğiyle de deneyim kazanmış olan Şemsi Efendi, ilkokul
açma girişiminde bulunmuştu. Kimi öğrenci velileri ve birkaç
meslektaşı teşvik edip desteklemişti.
Halktan topladığı para yardımıyla işe koyulan Şemsi Efendi,
Selanik Maarif Müdürü Radoviç’li Mustafa Bey’in yardımıyla, yeni
bir okul açması için kendisine ruhsat verilmiş ve bir de bina tahsis
edilmişti. Böylece Şemsi Efendi, 1872 yılında Selanik şehrinin Sabri
Paşa Caddesi’nde tek katlı küçük bir binada ilkokulunu açarak
hizmete başlamıştır. Bu okul Şemsi Efendinin kurduğu Selanik özel
eğitiminin ve yeni usul öğretiminin ilk temel taşı olmuştur.
İşte küçük Mustafa, 6 yaşında başladığı ilk öğrenimine –
birkaç günlük mahalle mektebi tecrübesinden sonra- bu okula devam
ederek yeni usulle öğrenimini yapmış ve yetişmiştir. Şemsi Efendi
Okuluna devam eden öğrencilerin başarılarını öğrenen ana babaların
nazarında Şemsi Efendi’nin ünü artmıştır.
Ancak, kimi çevrelerde Şemsi Efendi’nin yeni usulle eğitim –
öğretim yapmasına karşı çıkanlar olmuştur. Okulu basanlar, yazı
tahtasını kıranlar, yolunu kesenler, ölümle tehdit edenler bile
olmuştur. Ama O’nu yolundan döndürememişlerdir…
Çocuklarla uğraşmayı seven, kendisini çevresine sevdiren
Şemsi Efendi, yalnız görev itibariyle değil ruhen de tam bir
363
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
eğitimciydi. Aynı zamanda öğrencilerinin disiplinine de çok dikkat
ederdi. Mesleği ile ilgili Avrupa’daki yayınlar ve gelişmeleri de takip
eder, yeni etkin öğretim metotlarına göre uğraş vererek, çağına göre
modern bir ilkokul öğretmeni olduğunu çevresine kabul ettirmişti.
Şemsi Efendi, öğrencilerini sıra düzeni içinde şehir içi
gezilerine de götürdüğü bilinmektedir. Bu tür gözlem ve inceleme
gezileri ile, eğitimi okul binası dışına çıkarmak suretiyle,
öğrencinin hayata daha bilgili ve bilinçli olarak hazırlanmasını
sağlamıştı. Şemsi Efendi, daha bir çok yenilikçi usulleri, metotları ve
insani tavırlarıyla da öğrencilerinin kişiliğine gereken değeri vermiş ve
modern eğitim uygulamalarıyla devrinde ki devlet okullarına
örnek olarak gelişmeler göstermiştir.
İşte Atatürk, ilk çocukluğunda böylesi bir ilkokulda ve böylesi
sevecen, duyarlı ve disiplinli bir öğretmen elinde yetişmiştir. İlk
ilhamını ana baba kucağından sonra bu öğretmenden ve bu
öğretmenin değerli okulundan almıştır.
Atatürk, ilkokuldan sonra devam ettiği bütün okullarda çok
çalışmış ve başarılı bir öğrenci olarak devam etmiştir. Selanik Askeri
Rüştiye’si başta olmak üzere, her girdiği okulda kendisine
rehberlik yapan öğretmenler bulabilmiş ve öğrenciler arasında iyi
arkadaşlar edinmiştir. Bunların her birinden nasıl etkilendiğine, kısa
olarak değinmek ve bazılarını sadece isimleriyle yazarak tanıtmak
istiyorum.
Mustafa Kemal’i Etkileyen Öğretmenleri
Öncelikle kabul edelim, öğretmenlerinden en ilginç olanı,
matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Bey olmuştur.
Annesi önce rıza göstermediğinden, gizlice Selanik Askeri
Rüştiye’sine yazılan öğrenci Mustafa, sonradan annesinin gönlünü
yaptığı gibi, derslerini de kolay ve çabuk öğrenmesiyle okulunda kısa
sürede tanınmıştı.
Öğretmenlerinin, özellikle matematik öğretmeni Yüzbaşı
Mustafa Bey’in dikkatini çekmişti. Çok ciddi ve sert bir öğretmen
olan Mustafa Bey, öğrenci Mustafa’yı çok takdir ediyor ve
seviyordu. O’nu kendisinden daha farklı görüyordu. Bu görüşünü
belirtmeliydi:
Bir gün dershanede Mustafa’ya dönerek:
364
Rasim PEHLİVANOĞLU
– Oğlum, seninde ismin Mustafa benim de. Bu böyle
olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adın
Mustafa Kemal olsun.” dedi. O günden sonra ismi gerçekten Mustafa
Kemal oldu ve hayatı boyunca hep Mustafa Kemal olarak tanındı ve
anıldı.
Matematik merakı ve yeteneği epeyce gelişmiş olan Mustafa
Kemal, Askeri Rüştiye’sindeyken matematik öğretmeni Mustafa
Bey’in sınıfa gelmediğinde onun yerine bu dersi bir çok kereler
kendisi vermiştir.
“ Sen bu Fransızcanın peşini bırakma” diye Mustafa Kemal’i
öğütleyen Fransızca öğretmeni Nakiyüddin Bey’de Mustafa Kemal’i
etkileyen öğretmenlerin önünde gelmektedir. Mustafa Kemal’in “
örnek öğretmen” olarak tanıttığı,1866 doğumlu Nakiyüddin Bey,
Jandarma Alay Kumandanlığına kadar yükselmiş, 1914’de sağlık
nedeniyle emekliye ayrılmıştır.
Mustafa Kemal’in Suriye’de (Şam’da) kurduğu “Vatan ve
Hürriyet Cemiyetinin” Selanik’te şubesini açanlar arasında
Nakiyüddin Bey’de bulunmuştur. Devlette önemli görevler almış ve
bir ara Elazığ milletvekilliği yapmıştır.
Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerden başlıcaları, Selanik
Askeri Rüştiye’si tarih öğretmeni Hakkı Baha (Pars), Askeri
Rüştiye’sinin Müdürü (sonradan İttihat ve Terakkinin önemli kişisi)
Bursalı Tahir Bey, Selanik öğretmen okulu müdür hoca Mahir
(İsmail Mahir Efendi) olmuştur. İsmail Mahir Efendinin evi sonraki
yıllarda İttihat ve Terakki Cemiyetine alınacakların yemin etme yeri
olmuştur.
Mustafa Kemal’in öğretmenlerinden biri de ünlü yazar
Ahmet Emin Yalman’ın babası Osman Tevfik Bey’dir. Mustafa
Kemal, Ahmet Emin Yalman’a: “ hocam Tevfik Bey’i çok iyi
hatırlarım ve çok severim. Sizi de çoktan beri yazılarınızdan
tanıyorum ve bu yazıları zevkle okuyorum” demiştir. 3
Mustafa Kemal’i en çok etkileyen “ Çocuklara Rehber” isimli
dergi olmuştur. Kültür düzeyini artırmak için, sürekli yazıları izlediği
görülen Mustafa Kemal, birkaç öğretmen ve yazarın çıkardığı bu
derginin düzenlediği matematik konularındaki yarışmayı
kazananlar arasında bulunmuştur. Bu olay, O’nun daha çocuk
yaşlarındayken okuma, araştırma alışkanlığını ve geniş kültürünü
gösteren bir delil olmuştur.
3
a. g. e. s 68
365
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Çocuklara Rehber dergisinin okuyucularından olan Şerafettin
Turan kanaatini şöyle belirtiyor:
– Bu bilgi, daha sonra ki yıllarda,“GENÇ KALEMLER”
dergisi ile “Ziya Gökalp’ı” yakından izleyen Mustafa Kemal’de,
Türkçenin, Arapça ve Farsça kurallarından ve sözcüklerinden
arınarak öz benliğine kavuşması gerektiği yolunda bir kanaate
dönüşecektir.”
Selanik Askeri Rüştiyesini bitirerek, Manastır Askeri
İdadisine (lisesine) geçen Mustafa Kemal, aile çevresinden ilk kez
böylesine süreli ayrılıyordu. Bundan böyle, O hemen hemen bütün
yaşamını hep böyle aile çevresinden uzakta geçirmiştir. Ev yaşantısı
çok sayılı günlerini kapsıyordu. Bu hal, O’nun yapısında var olan
yalnızlık ve bağımsız yaşama huyuna uygun düşüyordu. Kitaplarıyla
haşir neşir olması, fikir çalışmaları ve ülke sorunlarıyla ilgilenmesi
onun yalnızlık duygusunu gideriyordu.
Mustafa Kemal’in Manastır Askeri İdadisine geçmesi Kurmay
Subay Hasan Bey’in tavsiyesiyle olmuştur. Askeri Rüştiyeye bir çok
kez gelmiş olan Hasan Bey Mustafa Kemal’i tanımış ve takdir etmişti.
Son sınavında bulunduğunda, Mustafa Kemal’in İstanbul’ gitmek
istediğini öğrenince:
– Bundan vazgeç oğlum, Manastıra gidiniz orada daha iyi
yetişirsiniz” demişti. Hasan Bey’in isteği yerine getirilmişti.
Aradan yıllar geçmişti. Mustafa Kemal Şam’da Kurmay
Yüzbaşı iken kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin” Selanik’te
şubesini açmak için Makedonya’ya geldiğinde hocası Hasan Bey’le
de görüşmüş ve ona, tavsiyesinde haklı çıktığını söylemiştir. Fakat o
günlerde karşılaştığı felâket bir durumu da anlatmış, aranmakta
olduğunu söylemişti. Hasan Bey’in vatanseverlik duygusundan
faydalanarak başına gelebilecek feci bir durumdan kurtulmasını
sağlamıştı. Hasan Bey’e minnet borçluydu…
Öğretmeni Faik Bey
Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerden olan Faik Bey, kızı
Sabiha Bernak’ın aracılığıyla, 1922 yılında Arifiye İstasyonunda
karşılaşıyorlar. “Hakimiyeti Milliye” gazetesinde bu mutlu olay şöyle
dile getiriliyor.
– Gazi, teftişi sırasında Adapazarı okullarının önünde
duran nur yüzlü bir ihtiyarı görerek ilerledi ve kendisine iltifatta
366
Rasim PEHLİVANOĞLU
bulundu ve elini sıktı. Bu öğretmen, Gazi Hazretlerinin Manastır
Askeri İdadisindeyken kendisine ders okutan öğretmeni Faik Bey
idi.”
Gazi Hazretleri, hocasını görünce pek memnun oldu ve
yanlarında bulunan dahiliye vekili Şükrü Kaya Bey’e:
– Bu gördüğün zat, Faik Bey benim eski hocamdır.”
Gazi Hazretleri Faik Beyle görüştü:
– Nasılsınız hocam ?”
– Duacınızım efendim.”
– Sizi çok iyi ve çok dinç görüyorum”
– Siz her zamankinden daha iyisiniz paşam Allah sizi millete
bağışlasın”
Bu görüşmeden sonra gazi hazretleri tekrar hocasının elini
sıkarak iltifatta bulundu ve oradan ayrıldı. Gazi Hazretlerinin
iltifatından çok memnun olan Faik Bey yanındakilere dedi ki:
– Bir insana, bir hoca için acaba bundan daha büyük bir
bahtiyarlık tasavvur eder misiniz?”
Mustafa Kemal’in Arkadaş Çevresi
İnsanların yaşamında her yaşta ve her dönemde, yakın arkadaş
çevresinin önemli ölçüde etkili olduğu bilinir. Bu gerçektir.
Mustafa Kemal’in de yaşamında, ailesi ve okul çevresinin
yanı sıra, yakın arkadaş çevresinin de önemli etkisi olmuştur.
Bunlardan hepsini yazmak mümkün olmadığından ancak birkaç tanesi
üzerinden durmayı faydalı görüyorum. Örneğin: Ömer Naci, Ali Fuat
(Cebesoy), Fethi (Okyar) Bey ve başkaları.
Ömer Naci
Şair ruhlu olan, toplum karşısında çok güzel konuşan ve
etkileyici hitabeti olan Ömer Naci, Mustafa Kemal’i de etkilemişti.
Mustafa Kemal’e edebiyat zevkini veren bir bakıma Ömer Naci
olmuştur. Ömer Naci’nin Mustafa Kemal’e verdiği çeşitli şiir ve
tiyatro kitapları arasında daha çok Namık Kemal’in kitapları
dikkati çeker. Bundan sonra Namık Kemal’in eserlerini zevkle
okumaya başlar ve etkisinde kalır.
367
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Namık Kemal’e göre, vücudun mayasının hamuru vatan
toprağındandır. Onun için vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak
olursa bunda üzülecek ne var ?
Mustafa Kemal’i etkileyen Namık Kemal’in birkaç beytini
aşağıya alıyorum.
Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma.
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadri kıymetten.
*
Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.
*
Merkez–i hâke atsalar da bizi
Patlatırda çıkarız kürre–i arzı.
*
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini.
Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini. 4
*
Namık Kemal’in şiirlerinden yukarıya alınan beyitler, anlam
itibariyle çok güçlüdür. Bunlar ve benzerleri Mustafa Kemal’i
fazlasıyla etkilemiştir.
Namık Kemal’in Mustafa Kemal’e etkisi yaşamının çeşitli
dönemlerinde de süre gelmiştir. Onun milli duygusu ve
düşüncelerinin güçlenmesinde etkili olmuştur. Hattâ bir konuşmasında
şöyle söylemiştir:
– Et ve kemiklerimin babası Ali Rıza Efendi ise
duygularımın babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya
Gökalp” demiştir.
Mustafa Kemal’in Ömer Naci ile olan yakın dostlukları
ölümüne kadar sürmüştür. Vatan ve hürriyet cemiyetinin
toplantılarında, Trablusgarp savaşında yine Ömer Naci ile birlikte
olmuşlardır. Denilebilir ki, vefalı bir dost olan Ömer Naci Mustafa
Kemal’deki gizli kudret ve dehayı ilk keşfedenlerden birisi
olmuştur.
Ziya Gökalp Ömer Naci hakkında şöyle söylemiştir.
O, coşkun bir kalpti, şen bir fikirdi
Sevdiği vatandı sevgisi birdi.
Şairden ziyade o bir şiirdi:
Hayatı bir gaza destanıydı
4
a. g. e. s 97
368
Rasim PEHLİVANOĞLU
O yalnız bir hatip, bir fert değildi;
O yalnız millete hem dert değildi:
Fert olsa yanmazdım, o fert değildi
Milletin canlanmış imanıydı. 5
Ali Fuat Bey (Cebesoy)
Askeri İdadiden değil de, normal liseden gelerek harp okuluna
imtihanla kayıt yaptıran Salacaklı Ali Fuat Efendi, Mustafa Kemal’in
takımına verilmişti. Burada başlayan, kafa dengi arkadaşlık dönemi
hayat boyu devam etmiştir.
3 yıl boyu Harp okulu hayatında birlikte olmuşlar, birlikte
çalışmışlar, birlikte gezmişlerdir.Ali Fuat Efendinin babası İsmail
Fazıl Paşa, Erzincan’dan İstanbul’a gelmiş Genel Kurmay’da görev
almıştı. Ali Fuat bir gün Mustafa Kemal’i evine götürerek
babasıyla tanıştırmıştı. İsmail Fazıl Paşa Mustafa Kemal’i çok
beğenmiş ve:
– Seni çok sevdim evlât” demiş ve tekrar görüşmelerini
istemişti.
Başka bir gelişinde, Mustafa Kemal’i yatılıya alıkoymuştu.
Ertesi gün evlerine misafir gelen Osman Nizami Paşa ile tanışmasını
sağlamıştı. Ayrılmadan önce, Osman Nizami Paşa Mustafa Kemal’e
takdirlerini belirtmiş ve şöyle demiştir:
– Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni takdir
etme konusunda yanılmamış. Sen de memleketin başına gelecek
büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna
kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim.. Keskin zekân ve
müstesna kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir
olacaktır. Bu sözlerimi iltifat olarak alma. İnşallah yanılmamış
olurum” demiş ve hakkında iyi temennilerde bulunmuştur. Bu övgü
karşısında mahcup olan Mustafa Kemal:
– Paşa Hazretleri bana asla lâyık olmadığım iltifatı
gösterdiniz” demiştir. Paşanın uzattığı eli saygıyla öpen Mustafa
Kemal, büyük bir moral bulmuş ve kendisine olan güveni daha da
artmış olarak ayrılmıştır. 6
Bundan sonraki günlerde Ali Fuat’la birlikte çalışmışlar,
birlikte mücadele vermişlerdi. Mezun olduktan sonra da birlikte Harp
5
6
a. g. e. s 100
Rasim Pehlivanoğlu: Sevdiğimiz Atatürk Ank./2004 s27
369
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Akademisine yazılmışlardı. Burada birlikte gizlice gazete çıkarmışlar,
birlikte takibata uğramışlar, birlikte mezun olmuşlardı. Mezuniyetten
sonra da daha görev almadan birlikte sorgulanmışlar, birlikte
hapsedilmişlerdi. Ali Rıza Paşa’nın aracılığıyla birlikte bırakılmışlar
ve Kurmay Yüzbaşı olarak Şam’daki 5. orduya, yanlarında Müfit
Kırşehir’de olduğu halde birlikte tayin edilmişlerdir. (sürülmüşlerdir)
Vatan ve Hürriyet Cemiyetini Şam’da birlikte kurmuşlar, birlikte
Makedonya’ya
dönmüşler
ve
orada
birlikte
faaliyet
göstermişlerdir.
Milli mücadele hazırlığı yapılırken de, Mustafa Kemal’in
Şişli’deki evinde birlikte geleceği görüşmüşler, birlikte çareler
aramışlar ve kararlar vermişlerdir. Toplantının son gününe katılan,
20. Kolordu Komutanlığına tayin edilmiş bulunan Ali Fuat Paşa,
ayrılırken
ayağa
kalkıp:
“PAŞAM
KOLORDUM
EMRİNİZDEDİR!” diyerek başlatılacak mukavemet hareketine
katılan ilk komutan olmuştur.
Milli Mücadelede bir ara Batı Cephesi Komutanlığı yapan
Ali Fuat Paşa, sonra Rusya Büyükelçiliğine tayin edilmiş ve orada
büyük hizmetler vermiştir.
Milli Mücadeleden sonra, her nedense bir ara ordudan ve
meclisten uzakta kalmış ve araya bir kırgınlık girmiştir. Fakat Mustafa
Kemal ile birbirlerini unutmamışlar, ara ara konuşmuşlardır. Hattâ,
Atatürk’ün ölümünden önceki günlerde Atatürk’ü ziyarete gelmiş
olan Ali Fuat Paşa, ülkemiz ve dünya meselelerini hararetle
konuşmuşlar, hasret gidermişlerdir.
Ali Fethi Bey (Ali Fethi Okyar)
Ali Fethi Bey’de Mustafa Kemal’in Harp Okulunda bir sınıf
ilerde olan arkadaşlarındandır. Şamdan sonra Kolağası rütbesiyle
Makedonya’da çalışırken arkadaşlıkları ilerlemiştir. Genç subaylar
Selanik’in Olympos Meydanındaki çay bahçelerinde ( özellikle
Olympos Palas’ta) memleket meselelerini konuşurlar, fikir teatisi
yaparlardı. Ali Fethi Bey’de onlardan birisiydi. Üstelik, Ali Fethi Bey
bir ara İttihat ve Terakki Cemiyetinin önde gelen kişileri arasında yer
almıştır. Fikirlerini burada telkin eden Mustafa Kemal’in fikirleri,
cemiyetin hoşuna gitmiyordu. Ama Ali Fethi Beyle iyi anlaşıyorlardı.
Birinci Cihan savaşı öncesinde Mustafa Kemal Sofya
Ataşemiliteri iken, Ali Fethi Bey’de Büyükelçi olarak görev
yapıyordu. Sık sık buluşuyorlar ve konuşuyorlardı.
370
Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Mücadele sonrasında dostlukları devam etti. Bir ara
Başbakanlığa getirildi. 1930 yılında Mustafa Kemal’in izniyle Serbest
Cumhuriyet Fırkasını (partisini) kurdu. Fakat partisi mensuplarının
aşırı eleştirilerine hakim olamayarak, bir müddet sonra partiyi
kapatmak zorunda kaldı.
Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarından olan Nuri Conker,
Sadi Borak, Dr. Mim. Kemal Öke ve başkaları da ölünceye kadar
yanından ayrılmamışlardır.
Mustafa Kemal’in sevgi ve ilgisini çeken öğretmenlerden
olan Manastır Askeri İdadisindeki tarih öğretmeni Tevfik Bilge Bey,
bu okulun müdürlüğü görevini de yapmıştı… Milli Mücadeleden sonra
Diyarbakır milletvekilliğine seçilmiştir. Yayınlanmış bir çok eseri de
vardır.
23 Haziran 1923 günü İstanbul Darülfünun edebiyat
medresesinden Necip Asım (Yazıksız) İzmirli İsmail Hakkı ile
Şemsettin (Günaltay) Beylerden oluşan heyet, Mustafa Kemal’e
“Fahri Edebiyat Profesörlüğü” diplomasını vermişlerdir
Şemsettin Günaltay, Mustafa Kemal’in tarih sevgisini dile
getiriyor ve
–Ben edebiyattan ziyade tarihle uğraşmayı severim” dediğini
söylemiştir. Kendisine teveccühle:
–Tarihçilerle çok konuşacağız” iltifatında bulunmuştu.
Aradan 7 yıl geçtikten sonra Mustafa Kemal’in, okullarda
resmen okutulanlarda dahil olmak üzere, bütün tarih kitaplarını
toplattırarak tetkik buyurduklarını söyleyen Ord. Prof. Şemsettin
Günaltay:
–Onun tarih görüşünün ne kadar kapsamlı olduğunu, tarih
bilgisinin ne kadar geniş olduğunu hayranlıkla gördük” demiştir.
Bilhassa milli kültür itibariyle, Türk tarihinin tetkikine ve milli tarih
görüşüne dair açıklamaları ile bu konuya olan ilgisini ve bilimsel
yaklaşımlarını dile getirmiştir. 7
7
Cemil Sönmez:a. g. e s104-105
371
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Harp Okulunda
Mustafa Kemal’in Öğretmenleri
Harp Okulu döneminde, Mustafa Kemal’in yetişmesinde emeği
geçen öğretmenlerini ismen de olsa aşağıda zikretmeyi gerekli
görüyorum.
Talim Öğretmeni Rahmi Paşa, Binbaşı Fazıl Bey, Yüzbaşı
Naci (Eldeniz) Erzurumlu Osman Efendi, Yanyalı Esat Paşa;
Türkçe –Fransızca– Tarih dersleri okutan Necip Asaf’ (Yazıksız)…
Bunlardan her biri, bir başka yönden Mustafa Kemal’in yetişmesine ve
gelişmesine, kendi yetenekleri doğrultusunda etkili olmuşlardır.
Bunlardan bir kısımları sonradan Mustafa Kemal’in komutanı olmuş,
önemli görevler yapmışlardır. Bir kısmı da Kurtuluş Savaşından
sonraki yıllarda önemli görevler almışlar, bu yönden memlekete faydalı
hizmetler görmüşlerdir. İçlerinde milletvekili seçilenler olmuş, T.B.M.
Meclisinde milleti temsil etmişlerdir.
Bugün hepsi ruhunu teslim etmiş olan bu değerli öğretmenlere
Allah’tan rahmet diliyoruz.
Trabzonlu Nuri Bey
Mustafa Kemal’in öğretmenleri arasında kendisini en çok
etkileyen ve hatırasını hiç unutamadığı Trabzonlu Kurmay Yarbay Nuri
Bey olmuştur. Nuri Bey hakkında Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl
Paşa bir gün her ikisine birden:
– Nuri Beyin derslerine ilgi gösterirseniz, kendisini dikkatle
dinlerseniz çok şey kazanırsınız. Mesleğinde kuvvetli ve geniş
görüşe sahip, bilgili bir askerdir.” diye nasihat etmiştir.
Geniş kültürlü, devrine göre aydın fikirli, stratejide üstat
sayılan
Kurmay Yarbay Nuri Bey tabiye (Harp taktiği) dersi
okuturdu. Genç Kurmay adaylarının çeşitli sorularını da
cevaplandırırdı.
Bir gün dershanede “gerilla nedir, ne değildir” sorusuna
tatmin edici cevaplar vermişti. Sorulu–cevaplı devam eden bu derste
Mustafa Kemal’in görüş ufukları açılmış ve onun ileride
karşılaşacağı sorunlara yol gösterici olmuştu. Mustafa Kemal,
Yarbay Nuri Beyi ve onun çok etkili olan dersini hiç unutamamıştır.
Mustafa Kemal’in çok değer verdiği Yarbay Nuri Bey 1.
Dünya Savaşı ilânında Kolordu Kumandanı olmuştu. Fakat savaşa
girmeden önce bir kaza sonucu ölmüştü. Ruhu şâd olsun.
372
Rasim PEHLİVANOĞLU
2 – Atatürk İstismarcılığı
ve Saptırmalar
Bugün ülkemizde, Atatürk’ü okuyarak, araştırarak, çok yönlü
hizmetlerini iyi öğrenerek gönülden seven ve onun gösterdiği ışıklı
yoldan yürüyen “Gerçek Atatürkçüler” elbette vardır.
Bunların yanı sıra: Atatürk’ü
gereğince okumadan,
araştırmadan, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerden veya siyaset
ağırlıklı gazete bilgilerinden Atatürk’ü öğrendiğini sanan yanlış
Atatürkçüler de vardır. Bilinçli olmayan bu gibiler iyi niyetli
olabilirler. Ama Atatürk’ü doğru öğrenemedikleri ve doğru
anlatamadıkları için, Atatürk’ün doğru tanınmasında, faydalı olmak
yerine çoğu zaman zararlı olmaktadırlar.
Bir de, Atatürk hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı halde
koyu Atatürkçü geçinen, her yerde Atatürk’ten ve Atatürkçü
olduğundan söz eden, fakat kendi tutum ve davranışlarıyla Atatürk’ün
duygu, düşünce ve dinamik ülküsüne ters düşen sözde
Atatürkçüler de vardır.
Atatürk’ü yanlış anladıkları gibi, yanlış anlaşılmasına da neden
olan bu gibiler zararlı olmakta ve halkımız nazarında Atatürk’ün
değerinin küçük düşürülmesine neden olmaktadırlar. Bunlar arasında,
kendi hatalı ve yanlış tutumlarını Atatürk’le özleştirerek
kendilerini haklı ve mazur göstermeye çalışanlar da
bulunmaktadır. Asıl zararlı olan ve Atatürk’ün çizdiği, millete hizmet
yolunda ilerlememize engel olanlar bu sözde Atatürkçülerdir.
Bugün, doğru olsun – yanlış olsun, ülkemizde yaşayan çoğu
insanlarımız Atatürkçü olduğunu söylemektedirler. Bu arada, çeşitli
çevrelerde ve çeşitli şekillerde Atatürkçülük istismar konusu
yapılmaktadırlar. Milletimiz için çok önemli olan, Milliyetçilik,
Ülkücülük ve Din gibi milli ve manevi değerlerimizin yanı sıra;
Atatürkçülükte –maalesef- birçoklarınca istismar konusu olmuştur.
Atatürk’ü iyi öğrenmeyen veya davranışıyla Atatürk karşıtı
görünen kimselerden birileri, Atatürkçü olduğunu söylerse, veya;
“Atatürkçüyüm” demeyenlere karşı tutarsız sözlerle Atatürk
savunuculuğu yapmaya kalkarsa, o kimseyi Atatürkçü sananlar
olmaktadır. Bu gibi yeterli bilgisi olmayan Atatürkçü geçinenler
arasında, ikna ederek değil de küfrederek Atatürk savunuculuğu
373
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yapanlar… İşte asıl bunlar, Atatürk düşmanlığını körükleyerek
zararlı olan sözde Atatürkçülerdir.
Birde, Atatürk’ü hiç sevmediği halde
asıl niyetlerini
gizleyerek, kendilerini Atatürkçü göstermek suretiyle, yanlış
ideolojilerine ulaşmak için, milletimizi parçalayıp bölmek gayesiyle
Atatürk’ü basamak yapan “sahte Atatürkçüler” vardır.
Gerçekleri saptırarak anlatan ve tehlikeli olan asıl maksatlarını
saklayanlar bunlardır. Bunların aldatıcı vaatlerine kapılmaktan
sakınmalıyız.
Yukarıda, Atatürk’ün çeşitli çevreler de ve çeşitli şekillerde
istismar konusu yapıldığını söylemiştik. Başlıca istismar şekillerini
aşağıda görelim. (Bu konuyu yazarken daha çok Ankara Ticaret Odası
1974 yılı yayınlarından olan ATATÜRKÇÜLÜK isimli, 34 sayfalı
broşürden de faydalandım.)
1) Sosyalist Atatürkçülüğü
Bu çeşit Atatürkçülük daha çok 12 Eylül 1980 öncesi
yıllarında faaliyet göstermiştir. Ve ülkemizde kargaşalar
çıkarmıştır. 1980 darbesiyle hızları kesilmişse de amaçlarından
dönmeyenler olmuş ve sinsice faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Rusya’daki Yenilikçi Devrimden ve komünizmin çöküşünden beri
etkisiz hale gelmiştir. Bugün susmuş görünseler de zaman zaman
yüzeye
çıkarak
yaptıkları
seyrek
eylemlerle
kendilerini
göstermektedirler.
En zorlama Atatürkçülük bunların yaptığıdır denebilir. Bu
gibilere göre, “Sosyalizm, Atatürkçü gelişmenin tabii bir
sonucudur. Atatürk yaşasaydı bugün Sosyalist olurdu.” Böyle
söyleyenlere göre: “Atatürk hareketi bir sol ihtilaldir. Ezilenlerin
ezenlere başkaldırmasıdır. Atatürk’ün Devletçilik ilkesi, ferdi
hürriyete ve hür teşebbüse karşı çıkan, sonuçta onları ortadan
kaldırma emelini güden bir Sosyalizm başlangıcıdır.”
görüşündeydiler
Böyle düşünen Sosyalist ve Komünistlerin zorlama
Atatürkçülükleri başarıya ulaşamamış ve sonuçsuz kalmıştır. Fakat
bunların bir bölümü yıkıcı faaliyetlerinden vazgeçmemişler, çeşitli
isimler altında ülkemizi ve milletimizi bölmek, parçalamak çabasına
devam etmektedirler. Teröristleri kışkırtanlar da genellikle bunlar
olmuştur. Ama bilinçlenen halkımız bu gibi materyalistlerin ağına
düşmek gafletinden kendilerini kurtarmaktadırlar. Bunların,
374
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürkçülük maskesi altına saklanarak eylem yapmalarına hoşgörü ile
bakmamız mümkün değildir.
2) Saptırmacı Atatürkçülük (Sistem Bozucular)
Sistem bozucu Atatürkçüler de diyebileceğimiz bu
saptırmacılar, Atatürk’ün inkılâpçılık ve laiklik ilkelerini saptırıp,
gerçek anlamının dışında başka anlamlar yüklemek suretiyle,
milletimizi çeşitli kamplara ayırmak ve birbirlerine düşürmek
çabasında olan bölücü kimselerdir. İçlerinde gafiller de vardır ama
çokları kasıtlıdırlar.
Bunlar, Atatürk’ün bizzat ifade ettiği İnkılâpçılık ilkesini
devrimcilik adıyla, ihtilalcilik şeklinde yorumlayarak, geçmişe ait iyi
kötü ne varsa hepsini devirmek ve yeni bir düzenle Atatürkçülük
Sosyalizmini kurmak gayesinde olanlardır. Böylece, inkılâpçılık
sistemini saptırarak, geçmişimizden ve mili kültürümüzden koparılmış
yeni bir nesil yetişmesini sağlamak amacını gütmektedirler.
Atatürk’ün söylediği gibi, geçmişinden ve milli benliğinden
kopan milletler başka bir milletin avı olur. Unutmayalım ki: Geçmiş
geleceğin basamağıdır. Çok tecrübeler geçirmiş olan milletimiz, artık
geçmişimizden tamamen kopmak gibi bir tuzağa düşmek gafletinde
bulunmayacaktır, samimi temennimiz ve inancımız budur.
Saptırmacı Atatürkçüler, Atatürk’ün laiklik ilkesini de
saptırarak manevi değerlerimize karşı bir nevi savaş açmakta, laikliği
dine karşıymış gibi göstermek çabasında bulunmaktadırlar. Bu tip
sistem bozucu Atatürkçülere göre: “ Din bir afyondur, uyuşturur…”
Bunlar, Atatürk’ün de dine karşı olduğunu yaymak isterler. Dinin
gereklerini yerine getiren inançlı kimselere gerici gözüyle bakan ve
kendilerini ilerici gören bu sözde Atatürkçüler,milletimizi gerici
veya ilerici diye parçalara bölmekten çekinmezler.
Karşı görüşlere ve değişik inançlara saygı duymak olgunluğunu
gösteremeyen bu gibi sözde ilericiler, nerede ise Atatürkçülüğün
laiklikten ibaret olduğunu sanmakta ve laikliği de dejenere
etmektedirler. Din düşmanlığını İslâmiyet düşmanlığına döndürerek
Türkiye’nin
dincilik baskısı altında bulunduğunu ifadeye
çalışmaktadırlar.
Bugün de, böylesi sistem bozucu Atatürkçülerden, ona buna
çatarak, “ laikliğe karşıdır” ithamıyla dini inançlarına bağlı bir kısım
samimi Müslüman vatandaşlarımızı rahatsız edenler vardır. Böyleleri,
375
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Türkiye’yi ilericiler–gericiler ülkesi, milletimizin büyük bölümünü de
irtica içinde bir kitle olarak tanıtmak gayretinde bulunuyorlar.
Oysa, her fırsatta Atatürk’ün övgüsüne mazhar olan yüce
milletimiz, büyük çoğunlukla inkılâpları da laikliği de benimsemiş
ve Atatürk’ün belirlediği anlamda üzerine düşen görevini yaparak
ilerlemektedir. Milletimizin büyük çoğunluğu - kandırılan küçük bir
azınlığın dışında – hiçbir zaman mürteci (yeniliklere karşı çıkan)
olmamıştır. Ve de yarı aydınların iğfallerine kapılarak yolunu
şaşırmamıştır. Bundan sonra da milletimiz Atatürk’ün uyarılarından
da ilham alarak, doğru bildiği yolda azimle yürüyecek ve gelişmekte
olan demokrasimizi çelmelemek isteyenlere karşı fırsat ve imkân
vermeden ilerlemeye devam edecektir. İnacımız ve temennimiz
budur…
Ancak, Türkiye Cumhuriyet’i Devletini kuran ve laiklik ilkesini
kabul eden Büyük Devlet Adamı Atatürk’ün şahsında, laiklik
istismarı yapanların günden güne arttığı ve bir kısım halkımızın
sokaklara dökülmesine neden olduğu görülmektedir. Öyle ki:
Sokaklara döktürülen kalabalıklar, ülkemizin huzurunun bozulmasına
ve dış ülkelere karşı menfi görünüm verilmesine neden olmaktadırlar.
Meydanlarda bayraklar açarak, “Türkiye laiktir laik
kalacaktır” sloganı atarak yürüyenler sanki laiklik aleyhinde olan
yetkililer varmış da laikliği kaldırmak istiyorlarmış havasını
vererek onlarla mücadele veriyorlarmış gibi ortalığı velveleye
vermekte ve demokrasimizin sağlıklı ilerlemesine zarar vermektedirler.
Nüfusu 70 milyonun üzerinde olan ülkemizde laikliğe karşı
küçük bir zümre olabilir. Bu kadarı normaldir. Fakat, halkımızın
laikliğe karşı olduğunu sanmak ve bunu ısrarla söylemek gülünç
karşılanacak bir durumdur. Malûm sloganlarla halkımızı sokaklara
döktürenlerin maksadı, laikliği korumak olmayıp politik nedenlerle bu
yola düştükleri ya da Ülkemiz huzurunun bozulmasında özel çıkarları
oldukları sanılmaktadır.
Laikliği savunmak bahanesiyle özgürlük yasakçılığını teşvik
edenler, insanlarımızı sokaklara döküp laiklik sloganları attıranlar
ve laikliği umacı gibi gösterip, halkın gözünden düşürenler, ve de
milletimizin bu yolla huzurunu bozanlar laiklik taraftarı değil,
ancak laiklik istismarcısı olabilirler. Bu gibiler, bilerek veya
bilmeyerek laiklik düşmanlığı yaptıklarının artık farkına varmalı, öylesi
ayırıcı ve kışkırtıcı tavırlarından vazgeçmelidirler. Ancak o zaman
hoşgörülü ve laiklik yanlısı olduklarına inanılabilir.
376
Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürkçülüğün önemli ilkesi olan laiklik, gerçek anlamıyla
bilinir ve doğru uygulanırsa milletimizin kazancı büyük olacaktır.
3) Şahıs Atatürkçülüğü (İsim Atatürkçülüğü)
Buna isim Atatürkçülüğü de diyebiliriz. Bunların tavırları
Atatürk’ün şahsına karşı duyulan sevgi saygı ve ilginin tezahürüdür.
Atatürk hakkında yazılan kitapları ve diğer yazılanları ciddi olarak
okumamışlarsa da gazetelerde yazılanlar ve çevresindekilerin
konuşmalarından edindiği kulaktan dolma bilgilerle Atatürk’e
karşı sevgi ve saygı duymaktadırlar.
Atatürk’ün
söylediklerini
ve
hizmetlerini
yeterince
öğrenememişler ve çevresindekilere öğretecek güçte değillerdir. Ama
bunlara göre, Atatürk’ün şahsı ve ismi her şeyin üstündedir.
Atatürk’ün adını anmak bir büyü, bir dua gibi her şeyi halletmeye
yeterlidir. Her şeyi Atatürk ve Atatürkçülüğe bağlarlar. Atatürk’e
toz kondurmak istemezler. Genellikle, bunlar samimidirler.
Ama, Atatürkçü geçinen yanlış Atatürkçülerin anlatışlarından
etkilenerek, onlara çabuk kanarlar ve onların şakşakçısı olabilirler.
Farklı bir nedenle, Atatürk’ün bir yönünü ya da Atatürk devrimlerinden
birisini eleştiren olursa birden parlar ve sert çıkışlar yaparak adamı
sustururlar…
Şahıs Atatürkçüleri şüphesiz iyi niyetledirler. Ama,
genellikle sığ düşünceli ve fikir tembelliği içinde bulunan saf
insanlardır. Bunlar, Atatürk istismarcılarının ve saptırmacı
Atatürkçülerin ağına kolay düşerler ve yönlendirilebilirler. Bu
gibileri aydınlatarak doğruyu görmelerine yardımcı olmak ve
Atatürk simsarlarının ağına düşmelerini önlemeye çalışmak, Atatürk’ü
sevenlerin ve gerçek Atatürkçülerin milli görevidir diye inanıyorum.,
4) Şekil Atatürkçülüğü (Gösterişçi Atatürkçüler)
Şekil Atatürkçülerine göre, Atatürkçülük her şeyden önce bir
şekil ve merasim meselesidir. Bunlar yerine getirildi mi her şey
halloldu demektir. Atatürkçülüğün ne olduğunun pek farkında
değillerdir. Atatürk’ü okuyup, araştırıp öğrenmeye pek heves etmezler.
Yeterince okumadan, araştırmadan ve bilmeden bildiklerini sanırlar.
Bunlar, her tarafa Atatürk büstlerinin yerleştirilmesini, Atatürk
heykellerinin dikilmesini, her yanın Atatürk resimleriyle donatılmasını,
Atatürkçülüğün ön şartı sanırlar.
377
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu tarz gösterişçi Atatürkçüler, adetâ yasak savmanın
kolaylığı içindedirler. Büstlerini- heykellerini, canlı varlığı yerine
koymak, bizzat Atatürk’ün nefretle karşıladığı, hasımları tarafından
ciddiyetle eleştirilmesine yol açan eylemlerdir. Bunlar, Atatürk’ün
heykellerini putperestlik gibi göstermeye meyilli Atatürk aleyhtarı
kimselerinin haksız eleştirilerine fırsat vermektedirler. Girdiği
bütün savaşların yenilmez komutanı ve büyük Devlet Adamı olan
Atatürk’ün küçük düşürülmesine neden olmaktadırlar.
Atatürk’ün de taraftar olduğu resim, büst, heykel elbette
olacaktır. Ama bunlar bir ölçü dahilinde, çok değil az fakat kaliteli
olacaktır. Atatürk’ü gerçek anlamda temsil edecek nitelikte
bulunacaktır. Ankara Ulus meydanındaki ve Samsun’daki Atatürk
heykelleri örnek olarak gösterilebilir.
5) Fırsatçı Atatürkçülük
Atatürk, kurduğu milli devlette, sistemi geliştirmek ve doğru
yolu bulmak için her konuda yeni denemelere başvurmak ihtiyacını
duyuyordu. O devirde ,yetişmiş yeteri kadar ilim ve ihtisas adamından
ülkemiz yoksun bulunuyordu. Atatürk, devlet idaresi ihtisasının
dışındaki birçok meseleleri de yine kendi zekâsı ve tecrübesiyle
halletmek zorunda kalıyordu. Bu nedenle birçok konuda kendi
görüşlerini söylüyor ve arkadaşlarını da bu konuda yönlendiriyordu.
Bu arada – az da olsa- yanıldığı konular da oluyor ve
uygulamada yanlış sonuçlar alındığını görünce hatadan dönmek
olguluğunu gösteriyordu.Atatürk bir müddet sonra, yanlışlarından
vazgeçerek asıl doğru yolda karar kılıyordu. Fakat, Atatürk’ün önce
başvurduğu ama sonradan vazgeçtiği denemelerde kalmayı esas
sayanlar, yanlış yolda devamda ısrar edenler, Atatürkçülük
istismarı yapıyor ve olumsuz tutumlarıyla, yıkıcı ideolojiler adına
çıkarlar sağlıyorlardı.
Birkaç örnekle açıklayalım:
a) Dilimizin zenginleşmesi ve sadeleşmesi konusunda arayış
içinde olan Atatürk, bir ara dilimizi yabancı kelimelerden
arındırmak için öz Türkçecilik adı altında aşırı tasfiyeciliği
denemiş, fakat bunun çıkar yol olmadığını görerek vazgeçmiştir.
Tam bir seziş kabiliyetiyle ilmi yolu seçmiş olan Atatürk bunda
karar kılmıştır. Bu yolla, dilimize giren bütün yabancı kelimeleri
atmak yerine, dilimizde yaşamakta olan kelimeleri de Türkçe kabul
ederek ve onların da dilimize zenginlik kattığını düşünerek
378
Rasim PEHLİVANOĞLU
“yaşayan Türkçe” olarak konuşmamızda sakınca görmemişti.
Böylece büyük bir tasfiyecilik hareketinden dilimizi kurtarmıştır. Fakat
bugün halâ, dilimize ters düşen birtakım uydurma kelimelerle yazıp
çizerek fırsatçı Atatürkçülüğe devam ederler olduğu bilinmektedir.
b) Atatürk, Türk müziğini çok seven ve dinlemekten milli
haz duyan bir Türk büyüğüdür. (Önceki sayfalarda Atatürk ve Türk
musikisi konusu işlenirken musikimiz hakkındaki görüşleri yer almıştır).
Bugün biz de, Atatürk’ü anma günlerinde, Atatürk’ ün sevdiği
türküler şarkılar ve marşları dinlerken coşuyor, milli duygu ve
milli heyecanlarımızın şahlandığını görüyoruz. Buna rağmen,
Atatürk Avrupa müziğinin kıvrak havasını da beğeniyordu. Birara
radyolardan Türk müziği programlarını kısarak - alıştırmak içinAvrupa müziği çaldırmaya başlamıştı. Milletimizi canlandırmak için
o müziğin de dinlenilmesinde fayda görüyordu.
Fakat bir müddet sonra, belli çevrelerin hep Avrupa
müziğine merek sarıp Türk müziğinin sabote edildiğini fark edince
hatasını anlayarak, Türk müziğinin gelişmesine olanca kuvvetini
vermiştir. Ama fırsatçı Atatürkçülerin, Atatürk’ün Avrupa müziğini
de seviyor olduğunu görünce, Türk müziğini kötüleyerek Avrupa
müziğini tercih etmekte oldukları görüldü.
c) 19 Mayıs 1919’da, Atatürk’ün Samsun’a çıkışını takip eden
yıllarda milli mücadelemiz devam ederken, büyük paraya
ihtiyacımız oluyordu. 1918 yılında Rusya’da ihtilal olmuş ve
Bolşevikler iktidara gelmişti. Anadolu hükümeti ile dost olmayı kendi
çıkarlarına uygun görüyorlardı.
Rus hakimiyeti altında olan Orta Asya’daki Türk
kardeşlerimiz, milli mücadelemize katkıda bulunmak için
aralarında topladıkları büyük miktarda paraları veya kıymetli
eşyalarını, Rusya hükümeti aracılığı ile Türkiye’ye göndermişler ve
bu yolla milli mücadelemize önemli katkıda bulunmuşlardı.
Sonradan, komünizmi dünyaya yaymak çabasında olan, Sovyet
Rusya hükümetleri, 2. Cihan savaşı sırasında bizden boğazları
isteyince aramız bozulmuştu.!... Ülkemize giren etkili Rus ajanları,
bizde de komünizmi yaymak istiyor ve halkımızı parçalara bölerek
birbirine kırdırmak çabasında bulunuyordu. İşte o zaman, ülkemizden
kandırdıkları birçok taraftarları yoluyla, Atatürk’ün de sosyalist
olduğunu ve komünizme karşı olmadığını yaymaya çalışıyorlardı…
Atatürk döneminde, Sovyet Sosyalist Rusya Devletiyle dost
olduğumuzu, hatta istiklâl Savaşımız da Atatürk’ün Rusya’dan
379
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
büyük miktarda yardımlar aldığını söyleyerek milletimizde Sovyet
Rusya sempatisi uyandırıyorlardı. Aslında Orta Asya’da ki Türk
kardeşlerimizin aralarında toplayıp gönderdikleri parayı sanki Sovyet
Rusya devleti göndermiş gibi anlatıyorlardı. Fırsat buldukça
yaptıkları bu propagandayla epeyce insanımızı kandırabilmişlerdi.
Nerede ise, iç savaş bile çıkacakken, 1980’de yapılan 12Eylül
darbesiyle sesleri kesilmiş ve sinmişlerdi.
Sonradan Sovyet Rusya ‘da bile komünizmin çöküşü ile şaşkına
uğrayan fırsatçı Atatürkçülerin elebaşları, Atatürkçülük maskesi
arkasında bugün halâ aramızda yaşadıkları biliniyor. Bu seferde, çeşitli
isimler altında zaman zaman kendilerini göstermekte olan bu gibi
fırsatçı sahte Atatürkçülere karşı daima uyanık bulunmak
zorundayız. Bugün güneydoğu bölgemizde, devlete karşı başkaldıran
PKK’lı teröristlerin önde gelenlerinin de Marksist görüşlülerden
olduğu söyleniyor ve biliniyor.
Fırsat Atatürkçülüğü hakkında birkaç örnek verdim. Sadece
bu örnekler değil, daha başkaları da vardır. Dikkatli olduğumuzda
kendi çevremizde bile fırsatçı Atatürkçülerin olduğunu
görebileceğiz. Bunlar, herhangi bir durumu fırsat bilerek hemen
Atatürk’e sarılırlar. Atatürk’ü överek veya kendilerinin Atatürkçü
olduğunu söyleyerek çevrelerinde hoşa gitmeye ve kişisel
çıkarlarını yürütmeye çalışırlar.
Gerçek Atatürkçü olanlar, Atatürk maskesi arkasına sığınarak
ve Atatürkçü olduklarını söyleyerek, şahsi çıkarlarını yürütmeye
çalışanların maskelerini indirmeyi görev bilmelidirler.
6) Tek Adam Atatürkçülüğü
(Tecritçi Atatürkçülük)
Atatürk’ü yeterince okumayıp iyi tanımadığı halde, hakkındaki
yarım yamalak bilgileriyle Atatürkçü geçinen ve bu konuda
bilgiçlik taslayan birçoklarına göre, Atatürk’ün üstünde hiçbir güç
yoktur. O, her şeyden ve herkesten üstündür. Her şeyi gören yapan ve
her güçlüğü yenen O’dur. Milli mücadelemizin kazanılmasında tek
âmildir. Tek adamdır. Nerdeyse Atatürk’ü tanrılaştıranlar bile
vardır.
Böyle görenler Atatürk’ün mütevazi ( alçak gönüllü) kişiliğini
görmekten çok uzaktırlar…Atatürk’ten önce sanki hiçbir şey yokmuş
ve hiçbir kimse olmamış gibi sadece Atatürk’ü görenler ve ona
380
Rasim PEHLİVANOĞLU
sarılanlar, Atatürk’ü boşlukta bırakan, tarihimizden ve
milletimizden soyutlaştıran sözde okumuş yarı aydın kişilerdir.
Oysa, Mustafa Kemali Atatürk yapan, Onun çok okuduğu Türk
ve dünya tarihinden ve de mensubu olduğu büyük Türk Milletinden
aldığı ilhamlardır, yaşadığı olaylardan çıkardığı örnek ve ibret
dersleridir.
– Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak
için kendinde kuvvet bulacaktır.”diyen Atatürk, geçmişteki Türk
büyüklerine karşı duyduğu takdiri belirtmiş ve gençlerimizin onları
tanımakla, daha büyük işler başarmak gücünü kendilerinde bulacağını
ifade etmiş oluyor. O halde, Atatürk’ü tek adam olarak değil de
onun yetişmesine yol gösteren ve ışık tutan, tarihte adı geçen çok
sayıda Türk büyükleriyle birlikte görmemiz ve onları da tanımaya
çalışmamız gerekli olmaktadır.
Özellikle, milli mücadelemizde ki dava arkadaşlarını da
okuyup tanımakla, Atatürk’ün ruhunu şâdetmiş oluruz. Bunu
yaparsak, Atatürk’ü küçümsemek temayülünde olan bir kısım kadir
bilmezlerin: “Ondan başka kimse yok mu da hep Atatürk, Atatürk
diyorsunuz” diyenlerin Atatürk’ü küçümseyen tavır ve sözlerine
fırsat vermemiş oluruz.
Çocukluğunda dindar bir çevrede yetişen ve dini inancı çok
kuvvetli olduğundan, başta Allaha güvenen Atatürk, mensubu
olduğu Türk Milletine inanıyor ve güveniyordu. Onun, milletini
öven önemli sözlerine önceki konularda yer vermiştik. Sırası
gelmişken, Kayseri Şeker Lisesinin yayınladığı 10 Kasım 2006
Tarihli resimli broşürden, Atatürk’ün birkaç sözünü daha aşağıya
alalım
– Ben 1919 senesi Mayısında Samsun’a çıktığım gün elimde,
maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin
asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi
bir kuvvet vardı. İşte ben, bu milli kuvvete bu Türk Milletine
güvenerek işe başladım. Ben, Türk ufuklarından bir gün mutlaka bir
güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına; bundan
bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle
görüyordum.”
– Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve
aşağılığı kabul etmez. Fakat Onu bir araya toplamak ve kendisine:
381
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ey Millet! Sen esaret ve aşağılığı kabul eder misin diye
sormak lâzımdır… Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu suali soran
çocuklarının hep o esasa dayanan çare ve hazırlıklarını canla başla
kabul edecektir...”
– Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl
vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları; vicdanen,
namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak
mevkiinde kaldılar… Ben bu mukaddes esasların dışında hareket
edebilir miydim.? Bence mensubiyetiyle övündüğüm milletin hiçbir
ferdi, bu namus görevinden asla sapmamıştır...” diyen Atatürk devamla:
– Ölmek isteyen bir milleti hiçbir kuvvet kurtaramaz. Türk
Milleti ölmek istemez; O, daima yaşayacaktır efendiler!” diyerek
görüşünü belirtmiştir.
İşte Atatürk, böylesine asil bir milletin önüne düşmüş; Ondan
aldığı cesaret ve güvenle milli kurtuluş savaşına girişmişti..
Milletimizin ve memleketimizin düşman işgalinden kurtarılmasında ön
safta yerini almıştı. Ama hiçbir zaman ben yaptım, ben başardım
dememişti. Hep ideal arkadaşlarıyla beraber çalıştığını, ve
milletinden aldığı güç ve imanla başarıya ulaştığını söylemişti. 1
Atatürk’ü Müteessir Eden Söz
Bir gün arkadaşlarından birisi Atatürk’e:
– Allah sana ömür versin. Yoksa vah bu milletin haline!”
demesi üzerine Atatürk’ün verdiği cevapta:
– Bu sözünüz beni çok müteessir etti! düşmanlarımız da
böyle söylüyor. Onlarda “O ölsün de kurduğu eser mahvolsun
demiyorlar mı? Ve bunu beklemiyorlar mı? niçin böyle
düşünüyorsunuz? Her şeyi niçin bana mâl ediyorsunuz? Ben bir eser
vücuda getirdimse, milletimizin kuvvet ve kudretine ve ondan
aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum, sizleri
koşturdum, yaptım. 2
Böyle düşünen ve böylesine mütevazi (alçak gönüllü) olan
Atatürk’ü tarihinden kopararak, dava arkadaşlarından soyutlayarak ve
milletinden tecrit ederek tek adam ve yalnız adam haline
düşürmek, her şeyden önce Atatürk’e karşı yapılan en büyük
haksızlıktır ve hatta kötülüktür.
1
2
Kayseri Şeker Lisesi Atatürk’ü anma günü armağanı 10 Kasım 2006 s 4
a. g. e. s 14
382
Rasim PEHLİVANOĞLU
Çok okuyan Atatürk, hiçbir milletin tek adam üzerine kaim
olmadığını ve olamayacağını ve hele Türk tarihinin tek adam görmeye
müsait bulunmadığını herkesten iyi bilen bir liderdir. Ne kadar büyük
olursa olsun, tek bir adamın, bir milletin parlak geleceğinde kafi
olmayacağını kimse Atatürk’ten daha iyi bilemezdi.
O halde, Atatürk’ün dava arkadaşlarından ve milletinden tecrit
edilerek tek adam olarak görülmesi ve gösterilmesi, bütün başarıların
Atatürk’e mâledilmesi, bizzat Atatürk’ün görüşüyle hoş
görülmemektedir. Bu durum bir Atatürkçülük istismarıdır.
Atatürk’ü tarihiyle, dava arkadaşlarıyla, yetiştiği çevresiyle ve
bilhassa çok sevdiği ve o nispette sevildiği büyük Türk Milletiyle
birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak görmek ve göstermek en doğru
görüş ve davranış olur diye düşünüyorum.
7- Yazılarda ve Şiirlerde Atatürk İstismarı
Atatürk’ün büyüklüğüne inanarak gerçekten saygı duyan ve
gönülden seven çok sayıda yazarlarımız ve şairlerimiz olduğu
muhakkaktır. Yazarlarımız ve şairlerimiz, yazılarında veya şiirlerinde
Atatürk’ü övgüyle anmıştır. Milli şairlerimiz hamasi şiirleriyle
Atatürk ve hizmetleri hakkında ölmez eserler bırakmışlardır.
Özellikle, milli şairlerimizin hamasi şiirlerini okuyan gençlerimiz
coşmuş, milli duygu ve milli heyecanları şaha kaldıran şiirler
okumuşlardır.
Fakat bunların içerisinde övgüde çok ileri gidenler de
olmuştur. Heyecanını yenemeyerek Atatürk’ü insan üstü varlıkmış gibi
gösterenler hattâ (yukarıda belirtildiği gibi) tanrılaştıranlar bile
olmuştur. İşte, ölçüyü kaçıran bu gibi yazılar veya şiirler, Atatürk’ü
övmek isterken aleyhinde hava oluşmasına ve halkın gözünden
düşmesine neden olmuşlardır. Bu tür nesir veya şiirleri yazanlar,
Atatürk’ün lehinde değil aleyhinde olmaktadır. Bunları yazanlara
“akılsız dostlar” da denebilir.
Oysa Atatürk, bizzat kendisinin ifadesiyle büyük Türk
Milletinin sade bir ferdiydi. O, insan üstü değildi. Ve kendisini hiçbir
zaman öyle görmemişti.O, sadece bizlerden biriydi. Kendisini farklı
görenlerden ve ölçüsüz büyütenlerden hoşlanmazdı. Bu konuda bir
fıkrayı aşağıya alıyorum:
Atatürk’ten Bir Hatıra:
Bir gün, Atatürk’ün adet olan ünlü sofrasında oturur ve fikir
ziyafeti verilirken, Gazi birden bire aklına gelen soruyu sorar:
383
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Deyin bakıyım, öldükten sonra benim hakkımda ne
söyleyeceklerdir.?
Böyle bir soru, sofrada göze girmek isteyenler için bulunmaz bir
fırsattır. Nitekim övgü dehalârını birer birer dökmeye başlarlar. Kimi
der: - ölmüş Türk Milletini Hz. İsa gibi diriltti”, kimi der: onun
gibisi insanlık tarihine bir daha gelmedi.” Kimi der: “Fatih Yavuz,
İskender, Cengiz, Napolyon Gazinin eline su dökemezler
diyecekler.
Atatürk böyle daha 10 tanesini dinledikten sonra, eli ile
onları susturur. Öfkesini acı bir nükte halinde dökerek:
– Bilemediniz! Hiçbirisi değil… Benim milletim ben
öldükten sonra diyecek ki:
– Mustafa Kemal, memleketin çok felâketli bir zamanında
üstüne düşen büyük bir teşkilatlanma ve kurtarma işini hakkıyla
başarmıştır. Ancak, eğer etrafında kendisini yanıltmaya ve nabzına göre
şerbet vermeye kalkan filân filân (sofradakileri sayar…) gibiler
olmasaydı, muhakkak ki, bu milletin pek çok seveceği daha nice işler
başaracaktı…” diyecekler der. 3
Anlaşılıyor ki: Atatürk kendisini fazla övenleri değil, fikir
üretenleri seviyor ve onlara büyük saygı duyuyordu.
Aşağıya alınan Atatürk’ü övgüde ölçüyü kaçıran yazı ve şiirler
Aydın Oy’un- “Şiir Dünyamızda Atatürk” isimli kitabının 55-62
sayfalarından alınmıştır.
Hiddetlenen Atatürk
Ankara Yüksek Öğretim öğrencilerinin tertiplediği bir çayda
heyecanla konuşan bir genç:
– Atam, sen bir Allah’sın!” demesi üzerine hiddetle ayağa
kalkan Atatürk:
– Arkadaşlar! Allah mefhumu insan beyninin çok güç
kavrayabileceği metafizik bir meseledir…”4 diyerek, fazla söz
etmeden genci terslemiştir.
Kendisine yöneltilen aşırı övgülerden hiç hoşlanmayan
Atatürk’ü, neredeyse tanrılaştıran şair ve şiirlerden birkaç örnek
vermek yerinde olacaktır.
3
4
4 Eylül 1981 Tarihli Türkiye Gazetesi – Ahmet Kabaklı’nın makalesinden alınmıştır
Aydın Oy: Şiir Dünyamızda Atatürk – Atatürk Araştırma Merkezi Ank/1985 s 55
384
Rasim PEHLİVANOĞLU
Kazım Sevinç Altınçağı: “Bir ilah ki, yurduma ölüm saçan bugünde
Mucizeler yarattı zulme haykıran sesi”
beytiyle,
Orhan Seyfi Orhan:
Bir güneş tesiri var o ilâhi başında
Karanlıklara düşmüş ümitsizler üstünde”
beytiyle Atatürk’ü ilâhlaştırmışlardır.
Faruk Nafiz Çamlıbel:
Ünlü Han Duvarları şiirinin yazarı olan
F. N. Çamlıbel:
Tanrı, Peygamber diye nedir, kimdir bilemeden
Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı”
beytiyle ve
Tanrı gibi görünüyor her yerde,
Topraklarda, denizlerde, göklerde
Gönül tapar, kendisinden geçerde
Hangi yana göz dalarsa Atatürk”
kıtası ile
Ömer Bedrettin Uşaklıgil: Bir güneş gibi yalnız
Sensin ülkü tanrımız” beytiyle
Yusuf Ziya Ortaç:
Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi”
mısraı ile,
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da”
mısraı ile, Atatürk’ün Anadolu’daki
kahramanlığını Tanrılaştırmışlardır.
Behçet Kemal Çağlar: Ey, alçak ecel; ne yüzle kıydın ?
Fâni olmasaydı O’da tanrıydı” beytiyle
ve de
İnsana ne ilah ne de sevgili
Ne de ana baba aratıyordu.
Her an yaratıyor, yaratıyordu. kıtasıyla
ve
Bütün ilahlardan daha güzelsin” mısraı ile,
Atatürk’ü övgüde
haddini aşmış ve
Tanrılaştırmıştır.
Nurettin Artan:
Millete can veren, vatan yaratan
Tanrının göklere dönüşü gibi.”
beyti ile
385
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Edip Aysel:
Lâyık onu tutsak biz ilahlara müsavi
İnsanlar ölür, Türk’e ilah olmuş er ölmez.”
mısralarıyla
Hamit Macit Selekler:
Şukûfe Nihal:
Hasan Şimşek:
Mehmet Salihoğlu:
Sevdikti tanrılaştırarak her zaman onu”
mısraı ile
Bugün bir tek gönülle dünya seni anıyor.
Baş eğerek önünde yarı ilah tanıyor.”
beytiyle
Der ki: o bir ilah idi
Aşk idi doğan gönüllerde.” Beytiyle
Gördüm onu tanrısal yalnızlık içinde,
Arayanlar onda bulurdu yüce Tanrıyı.”
mısraları5 ile övgüde ölçüyü kaçırmışlardır. Daha ileri giderek
Tanrılaştıranlar olmuştur. Bu tarz övgüler Atatürk’ü büyütmemiş
aksine halkın gözünde küçük düşürmüştür. Bizim gibi bir Allah
kulu olduğu halde, ölçüyü aşarak Atatürk’ü tanrılaştıranlar, O’nu
halkımıza karşı yabancılaştırmışlar ve halkımızın büyük sevgisine
gölge düşürmüşlerdir. Bu tarz sınırsız övgüde bulunanlar, Atatürk’e
iyilik değil, kötülük yapmış oluyorlar.
Atatürk aleyhtarlığını habire körükleyenler de bu gibi, ölçüsüz
övgüleri yapanlar olmuştur. Aslında bu şairler, milli şiirleriyle halkımız
tarafından sevilen şairlerdir.Ama Atatürk’ü övmekte ölçüyü kaçırarak
hataya düşmüşlerdir.
Yukarıda verdiğim örneklerden başka, daha pek çok yazar
veya şairler, ölçüsüz övgülü
yazı ve şiirleriyle Atatürk’ü
milletinden koparıyor ve yalnızlaştırıyorlar. Bunlar iyilik yapayım
derken kötülük yapıyorlar. Bir Atasözümüzde belirtildiği gibi, “kaş
yapıyım derken göz çıkartıyorlar.” Milletimiz, artık bu tip yazarlar
ve şairlere hoşgörüyle bakamıyor.
Yeri gelmişken, Atatürkçü Düşünce Derneği Kayseri şubesinin
yayınladığı Düşün Dergisinin Temmuz -Ağustos 2000 yılı 28.
sayısında yer alan Atatürk’ü överken halk nazarında, küçük düşüren
küfürbaz bir şiiri, kötü örnek olarak göstermek üzere aşağıya alıyorum.
5
Aydın Oy: Şiir Dünyamızda Atatürk Ank./1999 s55-62
386
Rasim PEHLİVANOĞLU
Kötü Örnek: ‘Cevaben’ Şiiriyle
“Atatürk’e dil uzatanlara”
Ne ararsın Tanrı ile aramdan ?
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa niye türban sararsın?
Rakı, şarap içiyorsam sana ne?
Yoksa sana bir zararım içerim.
İkimizde gelsek kıldan köprüye,
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp, kalkıp Atatürk’e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma!
Atatürk’ e dil uzatma, şerefsiz…
Sen anandan yine doğardın ama,
Baban kimdi bilemezdin şüphesiz…
Mutlu ÇELİK (Polis Memuru ) 6
Yukarıya alınan küfürbaz şiir, “Kamu Yararına Çalışan
Dernekler” statüsünde görülen “Atatürkçü Düşünce Derneğinin”
Kayseri şubesi yayın organı olarak, Mart-Nisan 2008 tarihli ve 54 sayılı
DÜŞÜN dergisinin 5. sayfasında yeniden yayınlanmış olduğunu
hayretle gördüm. Ama bu sefer, aynı şiirin yazarı değiştirilmiş: Mutlu
Çelik yerine Neyzen Tevfik imzasıyla yayınlanmıştır. Hangisi
doğrudur…?
Sormak istiyorum: Böylesi küfürlü bir şiirin önemi nedir ki,
aynı dergide yayın üstüne yayın yapılıyor ?...
Oysa Atatürk, savaştaki bütün azametine rağmen, kişisel
olarak nazik bir insandı. Gönül kırmaktan kaçınan kibar insandı.
Düşmanı bile olsa incitmekten sakınan saygılı insandı. İnsaniyeti
böylesine üstün bir lider, kendisini savunma adına da olsa, böyle
küfürlerle dolu kaba bir şiiri ve bu şiirin küfürbaz şairini hoşgörüyle
karşılaması mümkün değildir…
Benim bildiğim ve tüzüğündeki amacını defalarca okuduğum
“Atatürkçü Düşünce Derneği”, çok iyi niyetlerle kurulmuştur.
6
Düşün Dergisi 2000 yılı Temmuz – Ağustos sayı 28 s 10
İst./1998
387
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün görüş ve duyuşlarından faydalanarak, ülkemizde Milli
Birlik ve beraberliğimizin pekişmesini sağlamak amacıyla faaliyette
bulunan milli bir dernektir. Kurucularının ve dernekte görev
alanların iyi niyetlerinden şüphe etmiyorum. Ama, yanlışlıklarını da
görmezlikten gelemiyorum. Uyarıda bulunmayı milli görev biliyorum.
Atatürkçü Düşünce Derneğinin, “Atatürk İstismarı” konusunu
dile getiren ve tüzüğündeki amaçlar bölümünün son paragrafının
ikinci yarısın da yer alan bölümü, iyi örnek göstermek üzere
aşağıya alıyorum.
“…Atatürkçü düşünceye hiç inanmadığı halde, Atatürk adını
kendisine kalkan yaparak, toplum içinde başarı sağlamak
kalkışımlarıyla olduğu gibi; “Onun ölümlü varlığını putlaştırma
doğrultusunda yozlaştırılmış bir Atatürkçülük anlayışıyla” da
mücadele edecek. Atatürk’ün ilkelerinin, zihniyetinin, felsefesinin ve
devrimlerinin özünü ortaya koyacak ve savunacaktır. 7 (Atatürkçü
Düşünce Derneği Tüzüğü 1989 s 7)
Atatürkçü Düşünce Derneğinin amaçları arasında bulunan,
yukarıya alınan paragrafta yazılı görüşler hakkındaki yorumu
okuyucularımın takdirlerine bırakıyorum.
Atatürk’ün, insan yönüyle, insana duyduğu sevgiyle, insanlığa
yaptığı büyük hizmetleriyle tanınmasını isteyenler; Atatürk’ü, milletini
seven, milletine hizmet aşkı duyan, hizmet edebilmek için kendisini iyi
yetiştiren, çok okuyan, çok çalışan, büyük risklere atılarak, milletiyle
birlikte milli mücadeleyi gerçekleştiren, başarıya ulaştıran vatansever
Türk büyüğü olarak görmek ve göstermek istiyorlar. Bu tarzdaki
yazıları ve şiirleri okumaya ihtiyaç duyuyorlar.
Atatürk’ü insan yönüyle gören, milletinden kopmadan,
milletiyle bir ve beraber olarak, dünyanın hayran kaldığı büyük işleri
başaran ve esaret altında ki mazlum milletlere örnek olan ve onlara yol
gösteren bir dünya lideri olarak gören ve gösteren yazılar ve şiirlerde
pek çoktur. Bunlardan da örnekler verilebilir.Gerçeği aksettiren bu tip
mütevazi bir üslupla yazılan şiirleri bulup okumalarını okurlarımın
heves ve gayretine bırakıyorum.
Ancak, yeni şairlerimizden birisinin, sade bir dille yazılmış
mütevazi bir şiirini aşağıya alıyorum.
7
16.04.1993 tarih ve 21554 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Kamu Yararına Dernekler” Statüsünde
388
Rasim PEHLİVANOĞLU
Kayseri Şeker Lisesi öğretmenlerinden Adnan Büyükbaş’ın
ölçüyü kaçırmadan yazılan övgülü şiirinin ikinci bölümünü, iyiye
örnek vermek üzere aşağıya alıyorum.
‘Atatürk’ Şiiriyle İyi Örnek
İlim ve aydınlık şaşmaz yoluydu.
Milletine derin aşkla doluydu.
O da bizim gibi Tanrı kuluydu.
Senin benim gibi candı Atatürk!
Halkıyla beraber güler ağlardı
Kemerini bizim gibi bağlardı.
Bazen durgun akar, bazen çağlardı.
Edirne, Giresun, Van’dı Atatürk!
Toprağı severdi, ekip biçerdi.
“İstikbal göklerde” yükselin derdi.
Türkü çok severdi, türkü dinlerdi.
Oğuzca şerefti, şandı Atatürk!
“Milletin efendisi köylü” diyen O,
Kadına en büyük değeri veren O,
Karanlık dönemi dürüp büken O,
Gözde ışık, damardı kandı Atatürk!
Adnan BÜYÜKBAŞ8
8
Kayseri Şeker Lisesi Atatürk’ü anma armağanı 10 Kasım 2006 s 11
389
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
3 – Atatürk Aleyhtarlığı - Düşmanlığı
Hayatta her insanın seveni de vardır, sevmeyeni de. Ülküsüne
yaptığı hizmeti beğeneni de vardır, beğenmeyeni de. Bir kimsenin
büyük hizmetlerini öveni de vardır yereni de.Ülkesinde ya da dünya
çapında çok önemli hizmetler gören bir büyük insan ne kadar değerli
olursa olsun takdir edenlerin yanı sıra tenkit edenleri de mutlaka
olmuştur ve olacaktır.
T.B.M.M. tarafından verilen Atatürk soyadı ile andığımız
Mustafa Kemal’in, milletine ve memleketine yaptığı çok büyük
hizmetlerde, ülkesinin düşman işgalinden kurtarılmasında baş rolü
olmuştur. Buna rağmen istemeyenleri ve aleyhinde atıp tutanlar
görülmüştür. Hakkında iftiraya varan isnatlarda bulunanlar dahi
olmuştur. Hayatın genel gidişatı dikkate alınınca, bu duruma da normal
diyoruz. Ancak gerçeği öğrenmenin ve insanlarımıza doğruyu
anlatmanın da milli görevimiz olduğuna inanıyoruz. Bu görüşle,
Atatürk aleyhtarlığı konusunu da işlemeyi gerekli görüyorum.
Atatürk aleyhtarlığı ve düşmanlığı, ülke dışından ve ülkemiz
içinden iki yönlü olmuştur. Bu aleyhtarlık ve düşmanlık, Atatürk’ün
19 Mayıs 1919’da milli mücadeleye girişimiyle başlamış ve istiklâl
savaşı süresince devam etmiş. Savaş sonrasın da dahi sürmüştür.
Önce ülke dışından gelen düşmanlıkla başlayalım ve onların nasıl
bertaraf edildiğini özetle görelim.
Aşağıya aldığım bilgilerde, daha çok Suat İlhan’ın
“Evrimleşen Atatürk” isimli kitabından yararlandım. Ayrıca, kendi
üslûbumla ve Ankara Ticaret Odası dergisinin 1974 tarihli sayısının
eki olarak yayınlanan Atatürkçülük isimli broşüründen de
faydalandım
Ülke Dışı Karşı Çıkışlar
Mustafa Kemal’e ilk karşı çıkış İngilizlerden gelmiştir,
diyebiliriz. İngiltere, 20 Mayıs 1919 günü Samsun’a bir miktar asker
çıkarmakla, Mustafa Kemal’den şüphe ettiklerini belirtmişlerdir.
6 Haziran 1919’da İngiliz Generali Milne, Mustafa Kemal’in
İstanbul’a geri çağrılmasını Harbiye Nezaretinden (Milli Savunma
Bakanlığından) istemiştir.ve bu istek 8 Haziranda yerine getirilmiştir.
Ama Mustafa Kemal, görevinden ve askerlikten istifa etmek suretiyle
cevaplamış ve Anadolu’da başlattığı milli kurtuluş görevine devam
kararı vermiştir. Tâ ki yurttan düşman temizlenene kadar ….
390
Rasim PEHLİVANOĞLU
İngilizlerin desteğinde Fransızlar, İtalyanlar bulunuyordu.
Atatürk politika ve diplomasisi ile bunları tek tek bertaraf ederek,
İngilizlerin desteğinde olan Yunanistan’ı yalnız bırakmıştı.
Yunanlılar da, İngilizlerden umduğu kadar desteği bulamamış ve
Anadolu’nun büyük bir kısmını işgal etmiş olmalarına rağmen,
mağlubiyete mahkûm olmaktan ve 9 Eylül günü İzmir’de denize
dökülmekten kendilerini kurtaramamışlardır.
Atatürk politikasını en çok zorlayanlardan biriside Sovyet
Rusya olmuştur. Rusya’da 1918 İhtilalinden sonra idareyi eline alan
Bolşevikler, her ne kadar Türklere yakın görünmeye çalışmışlarsa
da, eski alışkanlıları olan Muş, Van ve Bitlis’i istemek
saplantısından kurtulamamışlardır. Üstelik Türkiye’ye komünizm
sokmaya çalışıyorlardı. Bu tarz zararlı isteklerinden vazgeçirmek ve
karşı tarafta yer almasını önlemek için Rusya’ya karşı yumuşak bir
siyaset izlemek gerekli oluyordu.
Üstelik, Orta Aysa Türklerinin, özellikle Buhara Emirinin 100
Milyon altınlık yardımı ile silah ve askeri malzeme yardımlarının
Türkiye’ye gönderilmesini sağlamak gerekiyordu. Rusya’ya karşı
yürütülen bu çok zor politika başarıya ulaşmış ve istiklâl savaşının
kazanılmasında önemli rolü olmuştur.
Bu arada Fransa, İtalya ve de Ermenistan tek tek bertaraf
edilmiştir. A.B.D. ise topluluktan çekilerek içe dönmüştür. Ünlü
Wilson prensiplerini hazırlayarak dünyaya yaymıştır. Böylece,
karşımızda faal olan sadece İngiliz desteğinde ki Yunanistan
kalmıştır ki o da ( bilindiği üzere) malûm akıbetine uğramışlar.
İzmir’in kurtarıldığı günlerde İngiliz Amiral’ i Brock –un
Atatürk’e İngilizlerle harp halinde olup olmadığımızı sorması üzerine
Atatürk:
– Aramızda siyasi ilişkiler bulunmadığını ve bu ilişkilerin
başlaması için bazı formalitelerin gerektiğini” bildirmiştir ve Harp
halinde olmadığımızı da belirtmiştir. Böylece İngiltere ile de savaş
halimiz sona ermiş oluyordu. 1
Ülke içinde Atatürk Aleyhtarlığı ve Düşmanlığı
Ülkemiz içindeki Atatürk aleyhtarlığı ve düşmanlığını istiklâl
savaşı döneminde ve savaş sonrası olmak üzere iki bölümde incelemek
yerinde olur.
1
Suat İlhan – Evrimleşen Türk Devrimi - A.A.M.. – Ank/1998
391
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İstiklal Savaşı Dönemi
İstiklal savaşını başlatan milli mücadele hareketi, önce sivil –
asker karışımı olarak kurulan milli teşkilatlarla başlamıştır.
Yunanlılar tarafından İzmir’in işgal edilmesi ve batı bölgemizde,
ilerlemesi milli teşkilatların kurulmasını hızlandırmıştı. Çete savaşı
şeklinde başlayan ve yer yer yapılan çarpışmalarla düşmana
kayıplar verdirilmiş ve hızla ilerlemesi durdurulmuştu.
Ama, daha çok efelerin kuruluşu olan ve içlerinden bazı
askerlerinde yer aldığı bu faydalı milli teşkilatların yanısıra ne yazık
ki, memleket aleyhinde çalışan ve kötü ruhlu insanlardan oluşan
zararlı kuruluşların ve çetelerin de bulunduğu biliniyordu.Bunlar
ülke içinden ve dışından çeşitli düşman güçlerinin kışkırtmasıyla yer
yer ayaklanıyor ve milli güçlere zararlar veriyordu.
Önce, bu başı bozuk çetelerle savaşarak onları yok etmek
gerekiyordu. Bunlardan istiklâl savaşı döneminde çeşitli isimler
altında 17 ayaklanma olmuştu ve hepside Ankara hükümetine bağlı
milli güçler ve sonradan kurulan düzenli ordumuz tarafından ortadan
kaldırılmıştı. Bundan sonradır ki, kuvvetlerimizi bir kumanda altında
birleştirerek bilinen zaferler kazanılmış ve 1922 yılının Ağustos – Eylül
aylarında büyük zafer kazanılmıştır.
İstiklal savaşı devam ederken, T.B.M.M. içinden de Atatürk’ e
karşı önemli çapta muhalefet edenler olmuştur. Ama bunlar daha çok
savaşın gidişatıyla ilgili olduğundan ve de Atatürk’ün geri çekilme
taktiğinin gayesi bilinmediğinden fazla önemsenmemiş ve zararlı
olmaları önlenmiştir.
Fakat savaşlar kazanıldıktan ve bütün düşman güçleri yurttan
kovulduktan sonra ve çizilen milli sınırlar içerisinde, kalkınma
hamleleriyle köklü inkılâp hareketleri başlayınca, devletin kurucusu ve
başı olan Atatürk’e karşı muhalefet sesleri de yükselmiştir.
İstiklal mücadelesi başlamasıyla, Atatürk harekâtın başına
geçince düşmanlıklarda yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştı.
Fakat o günlerde Atatürk’e karşı muhalefet, kurtuluş savaşı
süresince pek büyüyememiş ve tesirli hale gelememişti.
Savaştan sonra, Atatürk muhalefetin büyüyeceğinden ve ayak
bağı olacağından kuşkulanarak zararlı olmalarına meydan vermemek
için tedbirler almıştır. İşte bu aşamada, muhalefet sınırları aşmış ve
Atatürk düşmanlığı körüklenmiştir. Bu arada Atatürk’ün en yakın dava
arkadaşları arasında bile kırgınlıklar, küskünlükler olmuştur. Dava
392
Rasim PEHLİVANOĞLU
arkadaşlarından her ne kadar kırılanlar veya küsenler olmuşsa da bunlar
hiçbir zaman Atatürk’ün değerini inkâr etmemiş, adından övgü ve
saygıyla söz etmişlerdir.
Bunlar arasında, en yakınlarından olan, 19 Mayıs’ta Samsun’a
birlikte çıktığı arkadaşı Rauf Orbay:
– Ben ve bütün dava arkadaşlarımız olsaydı da sadece
Mustafa Kemal olmasaydı biz başarıya ulaşamazdık. Ama biz
hepimiz olmasaydık da sadece Mustafa Kemal olsaydı, o kendi
kadrosunu kurar yine başarıya ulaşırdı.” İtirafından bulunmuştur.
Ancak birilikte çalıştığı Rıza Nur’un yazdığı kitaptaki
duygusal atışları, milletimizce hoş görülmemiş ve kendi itibarını
düşürmüştür.
Kurtuluş Savaşının lider kadrosunda ki bölünme elbette ki
üzücü olmuştur. Ancak, işlerin yürütülmesinde tek bir otoritenin
iradesine muhtaç duyulduğu bir dönemde, ayrılıklara fırsat
vermemek için, Atatürk bazı arkadaşlarını geri plânda tutmak
gereğini duymuştur.
Mustafa Kemal, milli mücadelenin başından beri yanında
bulundurduğu en yakın mücadele arkadaşlarından kopmayı elbet
istemezdi. Ama, üzülerek de olsa bu gelişmeyi önleyememiştir. Fakat
sonradan bir kısım arkadaşlarıyla görüşüp barıştığı, özellikle, Manastır
Askeri Lisesi’nden beri en yakın sınıf ve dava arkadaşı olan Ali Fuat
Cebesoy Paşa’yı son günlerinde yanına çağırdığı ve kendisiyle
hararetli konuşmalar yaptığı anlatılmıştır.
Eski Türk Devlet Başkanları, devletin selâmeti için kardeşlerine
ve evlâtlarına bile kıymaktan çekinmedikleri bilinen bir gerçektir.
Atatürk’ü de bu yönden düşünerek, yeni Türkiye devletini beraber
kurdukları bazı arkadaşlarını geri plânda tutmuş olmasına hoşgörüyle
bakamaz mıyız…?
Ama biz inanıyoruz ki, Atatürk’ün bu çok değerli mücadele
arkadaşları da milletimizin gönlünde yer etmişlerdir. Ve başkanları
olan Atatürk’le birlikte ilelebet gönlümüzde yaşayacaklardır.
Ruhları şadolsun.!
Atatürk’ün kurduğu, daha çok gençlerden oluşan yeni
kadrolar hizmetlerini liyakatle yürütmüşlerdir. Geri plânda
bırakılan dava arkadaşlarının bıraktığı boşluğu doldurmuşlar,
hizmetlerini ve yapılan inkılâpları sürdürmüşlerdir. Onların da
ruhu şadolsun.!
393
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Yukarıda yazıldığı gibi, istiklâl savaşı döneminde ülkemiz de
17 iç ayaklanma olmuş ve hepsi bastırılmıştır. İstiklal Savaşı
sonrasında ise, çeşitli nedenlerle 13 ayaklanma daha olmuş ve
bunlarda bastırılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, bir ülkede tam
bağımsızlığın devam etmesi, sadece dış düşmanları yenerek yurttan
kovmakla yeterli olmuyor. Yurt içinde de çıkabilecek muhtemel
ayaklanmalara karşı daima hazırlıklı olmak ve ayaklanmaların çıktığı
yerde bastırılmasını sağlamak gerekli oluyor.
Atatürk Aleyhtarlığının Bugünkü Durumu
Bugün ülkemizde ufak tefek aksamalar olsa da, demokrasimiz
duraksamadan gelişmeye devam etmektedir. Geçtiğimiz çok partili
hayat, hükümet darbesi ile 2 defa kesintiye uğramışsa da kısa bir
müddet sonra, Kurucu Meclislerde kabul edilen yeni anayasalarla
normal seyrine girmiştir. Bu arada, verilen birkaç muhtıra ancak
uyarıcı etkisini yapmış ve demokrasinin yürümesine engel
olamamıştır. Çünkü:
Atatürk’ün başkanlığında kurulan ve milli özellik taşıyan
yeni Türkiye Devleti sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Atatürk
İlke ve İnkılâpları, çok büyük bir çoğunluk tarafından benimsenmiş ve
milletimizin koruması altına alınmıştır.
Milli mücadelenin (kurtuluş savaşımızın) ilk günlerinde
başlamış olan bazı bölgeler ve küçük gruplar arasındaki Atatürk
aleyhtarlığı, eski menfi etkisini kaybetmiş olmasına rağmen, gene de
bazı bölgelerde, şahıslar ve küçük zümreler arasında devam etmekte
olduğu biliniyor. Günümüzde, Atatürk aleyhtarlığı veya
düşmanlığını birkaç maddede inceleyebiliriz.
a) Atatürk’ün Bilerek Kasıtlı Düşmanları
(Kötüleyenleri)
Bunları da 3 bölüme ayırabiliriz:
1)
İslâm dininin yüceliğini anlayamayan, dini kendi
inhisarlarına alan aşırı dindar kesim.
Bunlar, Kurtuluş Savaşımızın başından beri vardı. Savaş devam
ederken, İstanbul’daki Padişah hükümetinin havadan attığı
fetvalarla, milli mücadeleyi yürütenler aleyhinde halkı
kışkırtmışlardı. Ama, bunların karşısında, Mustafa Kemal’e bağlı
150 din adamının imzaladığı, milli mücadele taraftarı karşı
394
Rasim PEHLİVANOĞLU
fetvalar ile, Şeyhülislâm Dürrüzade’nin imzasıyla dağıtılan yıkıcı
fetvanın menfi etkisi azaltılmıştı.
İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra saltanatın kaldırılması,
Cumhuriyet’in kurulması ve kaldırılan halifeliğin yurtdışına
çıkarılması, arkasından gelen şapka inkılâbı ve başka alışılmış
müesseselerin kaldırılarak yenilerinin kurulmasını hazmedemeyen aşırı
dincilerden, Atatürk düşmanlığını habire körükleyenlerin iğfaline
kapılanlar da oluyordu. Bunların sayısı gün geçtikçe azalmış olmasına
rağmen, tamamen yok olamamıştır.
Özellikle, çıkardıkları yayın organları yoluyla dini de alet
ederek beyin yıkamaya halâ devam edenlerin bulunduğu bir gerçektir.
Bu gibiler, herhangi bir tarikata mensup olanlar arasında çıktığı
gibi; bilinçsizce Atatürk düşmanlığı yapanlar da vardır. Bu gibi
Atatürk düşmanlarını zorlayarak veya tahkir ederek değilde, mümkünse
aralarına girerek, tanıyarak, tanışarak
ve yanlışlarını
doğru
bilgilendirmeyle düzelterek gerçeği görmeleri sağlanırsa olumlu bir
gelişme olur.
Aşırı dincilerin Atatürk düşmanlıklarının çoğunluğu Atatürk’ü
dinsiz olarak tanımalarından veya tanıtılmalarından ileri geliyor. Ta
ebeveynlerinden beri ola gelen, Atatürk aleyhtarı çevrenin de etkisi
altında kalarak yetişen ve çoğu samimi dindar olan bu
vatandaşlarımızı gözden çıkaramayız. Mutlaka, Atatürk’ü gerçek
yönüyle tanımlarını ve Onun yüksek vasıflarına ve de milletimize
yaptığı büyük hizmetlerine saygı duymalarını sağlamak için elimizden
gelebilecek yardım ve uyarı görevimizi yapmakla mükellef
olduğumuzun bilincinde olmalıyız.
2) Kasıtlı Atatürk aleyhtarı olanlar: Bunların bir kısmı dine
karşı olan inançsızlar veya gerçek dinsizlerdir. Birçoğu Atatürk’ü
sever görünür ve Atatürkçü geçinirler. Atatürk’ü dinsiz
tanıyanlardan hoşlanırlar. Zira, kendilerine yandaş arayan bunlar,
Atatürk’ün dinsiz olması veya dinsizmiş gibi tanınmasından
kendilerine dayanak bulmuş olurlar.
Fakat bunlar, Atatürk’ün dine saygılı olduğunu ve İslâm
dinini çok iyi bilen, milli kültürümüze, milli ve manevi değerlerimize
sahip çıkan dindar bir lider olduğunu öğrenince de hoşlanmazlar.
Açıktan aleyhinde olamazlarsa da; O’nun ilericiliğinden şüphe
eder ve irticaya taviz verdiğini kendi aralarında gizliden gizliye
konuşabilirler. Bu gibilerin büyük çoğunluğu, kendilerini iyi
395
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yetiştirmemiş olan, fakat bir şeyler bildiklerine sanan yarı aydınlar
arasından çıkmaktadır.
3) Atatürk Aleyhtarlığını körükleyenler arasında, Atatürk
istismarcıları konusu işlenirken açıklamasını yaptığımız “Sistem
Bozucu – saptırmacı Atatürkçüler” önde gelmektedir. Bunlar,
Atatürk’ün DEVLETÇİLİK ilkesini sosyalizme geçiş yolu olarak
görenlerdir. İNKILÂPÇILIĞI ise, devrimcilik ifadesinden ötürü
devirmecilik olarak anlayarak, milli kültürümüzü, maddi ve manevi
bütün değerlerimizi kökten yıkmak isteyenledir. LAİKLİĞİ dinsizlik
olarak anlayanlar da, din düşmanlığını yaymaya çalışanlar olarak
görülmektedir.
Bu gibiler, şu ve bu makamı işgal etmiş olsalar da, millet ve
memleket hizmetinde belli bir amacı ve dinamik bir ülküsü
olmayan inançsız kimselerdir. Bunlar yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı
olan yarı aydınlardır. Yapılan her olumlu işe olumsuz çabalarla
engel olmaya çalışırlar. Bunlar arasında inkılâba veya gelişmelere
karşı olalar da bulunmaktadırlar. Yeni gelişmeler karşısında: “Bunlar
İrticai Faaliyetlerdir- laikliğe aykırıdır” damgasını vurarak
engellemeye çalışanlar da olmaktadır.
T.B.M.M.’inden büyük bir oy çoğunluğuyla çıkarılan, kişi
özgürlüğü ile ilgili gerekli bir anayasa değişikliğine bile, “Laikliği
kaldırmak için bu bir ön girişimdir” görüşüyle karşı çıkar ve
önlemek için çaba gösterirler. Bütün bunları, laik devletin kurucusu
olan Atatürk adına yaparlar ve Atatürkçülüğe karşı bir tavır olarak
gösterirler. Bu yolla Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü halkımızın gözünden
düşürmekte olduklarının farkına bile varmazlar. Denebilir ki, etkili
Atatürk düşmanlığını yapanlar bu gibilerdir.
Buna rağmen, sağduyulu halkımız, büyük çoğunluğuyla
gerçekleri görüyor. Bu gibilere yeri geldikçe gereken dersi veriyor.
Ama anlamamakta ısrar edenler de bulunuyor. Bunlara bakarak,
“Eğer laiklik buysa ben yokum” diyenlerin sayısı da az olmuyor.
Böylece laiklik istismarı yanısıra, Atatürk aleyhtarlığı veya
düşmanlığı da teşvik edilmiş ve yayılmış oluyor.
b) Atatürk’ü Savunurken Kötüleyenler
Atatürk’ü okuyan, anlayan, samimi olarak seven ve ona
gönülden bağlanan aydın insanlarımız elbette büyük çoğunluktadır.
Fakat bunların da arasından bir kısımlarının, Atatürk’ü övmek
isterken farkında olmayarak karaladıkları görülüyor. Örneğin:
396
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bir sohbet sırasında birisi, Atatürk’le ilgili bir eleştiriyi
yaparken; gerçekten Atatürk’ü seven ve takdir eden bir başkası
kötüleyeni uyaracak ve onu ikna edecek ve açıklama da bulanacak
yerde, birden kabarıyor, Atatürk’e attırmam heyecanıyla
karşısındakini kıracak sözler ediyor, hatta küfürlerle hakaretler
savuruyor.
Bu hal Atatürk savunuculuğu olmuyor, Atatürk
aleyhtarlığını körüklemek oluyor. Zira Atatürk hakkında iyi şeyler
dinleyerek onu anlayacak ve sevecek yerde, Atatürk yüzünden hakaret
gören, hatta küfür işiten insan şuur altı bir tepki ile Atatürk’ten
soğuyor ve aleyhtarlığına daha fazla devam ediyor.
Bunu bilerek, Atatürk’ü gerçekten seven ve takdir edenler,
bu sevgiyi ve takdirini başkalarıyla da paylaşmalıdırlar. Bunun için,
öncelikle kendileri Atatürk’ü iyi tanımalı ki, tanımayanlara da
söyleyecek sözleri, verecek bilgileri olabilsin. Sevmeyenlere
Atatürk sevgisini verebilsin. İşte Atatürkçülük budur. Yoksa,
Atatürk’ü sevmeyenlere ve ona atanlara hatta küfredenlere hakaret
ederek ve küfre küfürle cevap vererek, Atatürk sevgisi ve saygısı
verilemez ve de Atatürk’ün hizmetlerinden örnek alınması sağlanamaz
c) Atatürk’ün Birleştirici Özelliğini
Ayrımcılığa Dönüştürenler
Atatürk’ün hayat hikayesi okununca görülüyor ki, O’nun önde
gelen özelliklerinde birisi uzlaştırıcı ve birleştirici olmasıdır:
Atatürk Kurmay Yüzbaşı olarak ilk görev yeri olan Şam’da;
çıkarılan bir isyanı bastırmak için gittiği Trablusgarp’ta, ikinci
Balkan Savaşında, Çanakkale Savaşlarında; ülkemizin doğusunda,
güneyinde ve görev yaptığı her yerde uzlaştırıcı ve birleştirici
kimliğiyle, kitleleri birleştirmiş, gönülden gelen bir sevgi ve istekle
düşman üzerine yüklenmesini sağlamış, dünyaya ün salan başarılar
kazanmasını bilmiştir.
Geçmiş hizmetlerinden ders alarak söylüyorum: Atatürk’ün
millet ve memleket sevgisiyle birleşen uzlaştırıcı ve birleştirici
kişiliğinden ve de Atatürk’ün hizmetlerinden alınan ilhamlarla,
ülkemizdeki muhtemel tartışmalara, ayrışmalara ve bölgesel
çatışmalara fırsat verilmeden sorunlarımızı çözebilir ve gelişen
huzurlu ortamda ülkemizi kalkındırabiliriz.
Fakat görünen odur ki: Atatürk’ün bu yüksek sıfatlarından
gerekli dersi alamamış olduğumuz ve Atatürk örneğinden yeterince
397
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
faydalanmadığımız anlaşılıyor. Zira: Çok partili hayatımız, olaysız
geçen hür seçimlerle devam ederken, kurulmuş bulunan partilerimiz
birbirlerine uyarıcı olacak, çalışmalarına destek olacak yerde, genellikle
köstekleyici oldukları ve faydalı hizmetlerini önlemeye çalıştıkları
görülmektedir.
Eleştiri yapanlar, rakip partileri, Atatürk inkılâplarına
karşıdır ithamıyla gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Ya da
“temel ilke olan laikliğe aykırıdır,” peşin hükmüyle hizmetin önü
kesilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu gibi, yapıcılıktan uzak yıkıcı
eleştiriler de genellikle Atatürk adına yapılmaktadır.Atatürkçülüğe
karşı olunduğu savunulmaktadır. Bu tarz aşırı eleştirileri gören veya
seyreden halkımızın bir bölümü Atatürk’e ve Atatürkçülüğe endişeyle
bakmakta, dolayısıyla Atatürk aleyhtarlığı gelişmektedir.
Bunu yapanlar da sıradan halkımız değil –maalesef–
okullarda dirsek çürütmüş olan yarı aydınlarımızdır... Mutlu
geleceğimiz için, öncelikle bunların Atatürk’ü iyi öğrenmelerive çok
okuyarak bilgilenmeleri gerekmektedir.
Her devlette olduğu gibi, ülkemizde de çeşitli dinlere ve dini
mezheplere mensup vatandaşlarımız vardır. Atatürk nüfus
cüzdanlarımızdan dini ve mezhebi sorularını çıkarmıştır ki maksat
din ve mezhep ayırıcılığını önlemektir. Ama din farkını önde
görüp, karşı dinden olanlara hoşgörüyle bakmayanlar olduğu gibi;
aynı dinden olup ta mezhep farkı olan vatandaşlarımıza da
hoşgörüyle bakmayan, hatta mezhep mensuplarını birbirlerine
karşı kışkırtarak bölücülük yapan art niyetli kimselerin bulunduğu
da gerçektir.
Özellikle, alevi – suni kavgasını çıkarmak çabasında olanlar
bulunmaktadır. Bunların elebaşları art niyetli olup, aslında Cumhuriyet
ve Atatürk düşmanı kimseler olmasına rağmen, Atatürkçü
geçinmesini de bilmektedirler. Bu kimselerin şerrinden korunmak
için, milletimizin çok uyanık bulunması gerekmektedir..
d) Bölge ya da Soy Farkı Güdenler
Ülkemizde bölge farkı gözetenler olduğu gibi, halkımız
arasında soy farkı gözetenler de vardır. Anayasamızın 66.maddesine
göre, hepsi Türk olan vatandaşlarımızın içinde değişik gruplar olabilir.
Ama bunlar vatanı bir, resmi dili bir, kültürü bir, ülküsü bir, tarihi
bir, hatta büyük çoğunluğunun dini bir olan gruplardır. Bunlarla
işbirliği halinde geçmişte beraber yaşamış, Kurtuluş Savaşımızı beraber
398
Rasim PEHLİVANOĞLU
vermiş ve ülkemizin üstün düşman işgalinden kurtarılışında beraber
savaşmışızdır.
Ama ne yazık ki, son yıllarda, özellikle güney doğumuzda
yaşayan vatandaşlarımızın bir bölümünün içinden çıkan teröristler, soy
farkı gözeterek devletimize baş kaldırmışlardır. Kendilerine “Kürt”
diyerek ve “ Türk- Kürt farkı” göstererek, bağımsızlık sevdasına
düşen bu kandırılmış teröristler, milli birliğimizin bozulmasına ve
milli huzurumuzun kaçırılmasına neden olmaktadırlar.
Tarih biliminin açıkladığına göre, kendilerine Kürt diyen
vatandaşlarımız aslında Türk soylu olup Orta Asya’dan gelmiş
buralara yerleşmiştir. Türklerle fiziki benzerlikleri olan, gelenek ve
görenekleri ve de kültürleri bir olan, aynı topraklarda yüzyıllardan beri
beraber yaşamış ve beraber düşmanı kovalamış olan, bu
vatandaşlarımızın bir kısmının son yıllarda âsi tutumları;
Atatürk’ün uzlaştırıcı ve birleştirici vasıflarına ters düşmektedir.
Birçoğu, Marksist ideolojiyi benimsemiş olan bu bölgede ki
terörist vatandaşlarımızı teşvik edenler, bugünkü ayırıcı
davranışlarıyla Atatürkçü olmaktan çok uzak bulunmaktırlar. Bu
halleriyle Atatürk aleyhtarlığını ve düşmanlığını körüklemektedirler.
Dış kaynaklardan beslenen, PKK adı ile anılan bu isyankar
teröristlerden kurtulmak için her türlü imkânlarımızı kullanıp, milletçe
hepimiz elbirliği içinde çalışarak görevimizi yerine getirmekle mükellef
bulunuyoruz. Milletçe huzurlu olmamız ve mutlu geleceğe ulaşmamız
buna bağlıdır.
Her ne suretle olursa olsun, bir önceki konuda işlediğimiz
Atatürk istismarcılığı, bir bakıma Atatürk aleyhtarlığı veya
düşmanlığının teşvikçisi olmaktadır.Öncelikle, Atatürk istismarcılığı
bertaraf edilirse ve öğrencilerimiz gerçekten Atatürk sevgisiyle
yetiştirilirse, Atatürk aleyhtarlığının da gün geçtikçe azalacağı ve hatta
yok olacağı inancında bulunuyorum.
Bunun için, Atatürkçülüğü doğru şekliyle ortaya koymak,
onu iyi tanımak ve tanıtmamız gerekli olmaktadır. Atatürkçülük
dışında kalan unsurları mutlaka dışarıda bırakarak, Atatürk’ü ve
Atatürkçülüğü en saf şekliyle öğretmek, görevimiz olmaktadır.
Atatürk’ün sahte dosta da, akılsız dosta da ihtiyaca yoktur. O,
akıllı düşmanın akılsız dosttan daha iyi olduğunu herkesten iyi
bilen öngörüşlü bir liderdir.
399
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Önemle belirtelim: Atatürk’ü, sahte ve akılsız taraftarlarının
şerrinden korumak, Büyük Türk Milletinin fertleri olarak bizlerin
çok önemli bir görevimiz olmuştur.
Unutmayalım ki: Atatürk, içinde yaşadığımız Türkiye
Devletinin kurucusudur. Hiçbir devlet, kurucusunun adına sarılmaktan
ve onun yolunda gitmekten uzak kalamaz. Biz de, Atatürk’ün
yolunda gitmekten ve onun etkileyici uyarılarından uzakta
kalamayız.
4– Atatürk Nedir Ne Değildir (49. Madde)
Atatürk’ün ne olduğunu ve ne olmadığını elbette merak
ediyoruz.
Atatürk hakkında yaptığımız araştırmalar, incelemeler ve
okuduklarımızdan edindiğimiz kanaatlere göre tespit ettiğim;
Atatürk’ün ne olduğu ve ne olmadığını, maddeler halinde özetle ve
derli toplu olarak kitabın sonuna eklemeyi gerekli gördüm.
Buna göre, aşağıda Atatürk nedir ve ne değildir başlığı altında
işlediğimiz konuları eksik bulanlar veya yanlış bulanlar olabilir. Biz,
öğrendiğimiz gerçeklerin ışığında hazırladığımız bu notları
okuyucularımızın takdirlerine sunuyoruz. Bazı konularda aksini
iddia edenler olabilir. Bunların uyarılarını da önemseyerek
değerlendiririz.
Atatürk Nedir ? Ne Değildir?
Atatürk:
1- Akılcıdır, nakilleri aklın süzgecinden geçirerek değerlendirir – Ön
yargılı değil.
2– Akla, mantığa uygun olan nakillere karşı koymaz – İnkarcı değil.
3- Bilimcidir – Dogmatik değil. Bilim yoluna inanır – Hurafelere
değil.
4- Gerçekçidir – Maceracı değil. Hayal gücü yüksektir –
Hayalperest değil.
5- Batıcıdır, batının medeniyetini, tekniğini almak ister – Milli
kültürünü, ahlâkını değil.
6- Türkçüdür, Türk kültürünü korumak ister – Irkçı değil.
7- Türklüğüyle övünür – Türk Milletini küçük görenlerden değil.
8- Cumhuriyetçidir, demokrattır – Diktatör değil.
9- Milli iradeyi hakim kılmak ister – Halkın görüşüne uzak
kalanlardan değil.
10-İlericidir, yenilikçidir – Gerici değil.
400
Rasim PEHLİVANOĞLU
11- Hürriyetçidir – Sınırsız değil
12- Otoriterdir – Totaliter değil.
13- Laiktir – Teokrat değil.
14- Dine saygılıdır, inançlıdır – Din istismarcısı değil.
15- Akla yatkın olan kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerim’den nakillere
inanır – İnançsız değil.
16- Hamlecidir, girişkendir – Tutucu ve yerinde sayıcı değil.
17- Dinamiktir, enerjiktir – Statükocu ve sadece mevcudu
koruyanlardan değil.
18- Ülkücüdür (idealisttir) – Amaçsız ve ülküsüz değil.
19- Yapılmasına inandığı hizmetlere engel tanımaz – Yılgıncı,
boşverci değil.
20- Toplumcudur, fedakârdır, millet menfaatlerini önde tutar– Şahsi
çıkarını değil.
21- Manevi değerlerimize sahiptir – Maddeci, materyalist değil.
22- Kalbi insan sevgisiyle dopdoludur – Katı kalpli değil.
23- Milletini çok sever ve sevilmek ister – Duygusuz değil.
24- Milletimizce daima hatırlanmak ister – Unutulmak değil.
25- Hür teşebbüsü teşvik eden devletçidir: karma ekonomi milli
ekonomi taraftarıdır – Kapitalist, sosyalist değil.
26- Milliyetçidir, milletine hizmet aşkıyla doludur – Milletinden
kopanlardan değil.
27- İnkılâpçıdır, gelişimcidir – İhtilalci, yıkıcı, devirici, köktenci
değil.
28-Barışçıdır – savaşçı değil, gerektiğinde barış için savaşa hazırdır –
Mazlumları ezenlerden değil.
29- Ülke birliğine ve bütünlüğüne karşı duyarlıdır – Bölücülere fırsat
verenlerden değil.
30- Ülkenin yükselmesini milli birlik ve beraberlikte görür – Nifakta,
tefrikte, ikilikte değil.
31-Çalışkandır, çok çalışmamızı ister. – Tembelliğe prim
verenlerden değil.
32- Millet ve memleket hizmetinde ihtiraslıydı – Mevki ve koltuk
meraklısı değil.
33- Eğitimde milli kültüre önem verir – Milli kültürden kopan sözde
aydınlardan değil.
34- Bildiğiyle yetinmez, çok okur, araştırır incelerdi – Okumadan,
araştırmadan, incelemeden, iyi öğrenmeden ahkâm kesenlerden değil.
35-Kafasına takılan konularda fikir danışır, dinler, müzakere eder
susturmazdı. –Erbabına değer vermeyen, onları önemsemeyenlerden
değil.
401
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
36- Uzak görüşlüydü, gerçeği görmeye çalışırdı – Günlük olayların
içinde bunalıp itidalini kaybedenlerden değil.
37- Seziş gücü fazlaydı – Çevresinde dönen dolapları, kötü niyetleri
fark etmeyenlerden değil.
38- Askeri disipline mutlak uyardı ve uyulmasını isterdi –
Disiplinsizliği hoş görenlerden değil.
39- Orduyu siyasetin dışında tutmak isterdi – Siyaseti orduya
sokanlardan değil.
40- Haksızlıklara karşı isyankardı, daima haklının yanındaydı –
Haksızlığa göz yumanlardan, neme lâzım diyenlerden değil.
41- Halk çocuğuydu, halkın içine girer onları anlamaya çalışırdı –
Halkını tanımadan halk adına konuşan sözde aydınlardan değil.
42- Münevverlerin (aydınların)halka yaklaşmasını, halkla
kaynaşmasını isterdi – Halktan kopmuş okumuşlardan değil.
43- Başarılarını daima millete mal ederdi – Kendini milletin üstünde
görenlerden değil.
44- Mütevazi (alçak gönüllü) idi – Kendini büyüklük kuruntusuna
kaptıranlardan değil.
45- Bağlandığı ve başladığı bir işe aşkla devam eder yarım
bırakmazdı–Yarı yoldan dönen yılgınlardan değil.
46- Güçlükler karşısında azimliydi, iradeliydi, direnirdi – Ümidi
kırılıp vazgeçenlerden değil.
47- İnsanlığından ve bağlandığı davasından asla taviz vermezdi –
Zemine ve zamana göre davranan kişisel çıkarcılardan değil.
48- Türk milliyetçisiydi, milleti için canını vermeye hazır olduğunu
söylerdi – Kendi çıkarı için millet menfaatini görmeyenlerden değil.
49- Oda insandı, hatası olabilirdi – Hatasını göremeyenlerden, hatada
ısrar edenlerde değil.
Atatürk’ün Sahip Olduğu Diğer Vasıflar
1-İnisiyatif sahibiydi, müteşebbisti, girişkendi – Müteşebbisliği,
girişkenliği teşvik ederdi.
2- Teşkilatçıydı. Teşkilatçılığıyla Osmanlı İmparatorluğunun
enkazından yeni Türkiye Devletini çıkarmış ve güçlendirmişti.
3- Tabiatçıydı. Tabiatı inceleyerek yer altı ve yerüstü servetlerini
bulup çıkarmak isterdi.
4 -Sanata ve sanatkara değer verirdi. Sanatın milletin faydasına
kullanılmasını isterdi.
5- Cesaret, metanet, kahramanlık şiarıydı. Korkaklığı ürkekliği,
pısırıklığı güvensizliği Türk Milletine yakıştıramazdı.
402
Rasim PEHLİVANOĞLU
6- Tam bağımsızlığa ulaşmamızı isterdi. Sadece siyasi ve askeri
bağımsızlığı yeterli görmez. Ekonomik, kültürel ve adli bağımsızlığı da
şart görürdü.
7– Hürriyet aşağıydı.
Daha başka üstün insani meziyetlere sahipti.
Tespitlerimize göre, Atatürk’ün üstün vasıfları ve önemli
meziyetleri yukarıda maddeler halinde özetlenerek belirtilmiştir.
Elbette daha başkaları da vardır. Atatürk’ün, bizden istediklerini
öğrenmede ve Atatürk’ün yolunu bulmada, bunlar bize ışık
tutacaktır.
Akılcı, bilimci ve gerçekçi olan Atatürk gibi bizde aklımızı
kullanarak, bilim yoluyla (okuyarak, inceleyerek, araştırarak,
gözleyerek, deneyerek) gerçeği bulmaya çalışmalı ve bulmalıyız.
Atatürk’ü sevenlerin yapacağı budur. Atatürk’ün çizdiği
olumlu yoldan gitmeden, kuru kuruya Atatürk sevgisi Türk
Milletine bir şey kazandırmaz. Kavgadan, dedikodudan yıkıcı
eleştirilerden uzak kalarak, Atatürk’ün gösterdiği müspet yolda
ilerlemek ve bu yolla milletimize hizmet etmek hepimizin milli
görevimizdir.
403
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
5–Atatürk’ün Veda Mesajı
Atatürk, Türkiye’nin istikbalini teslim edeceği Türk
Gençliğinin yetişmesine çok önem veriyordu. Gençliği yalnız bilgi
yönünden değil, milli ve manevi değerler bakımından da
zenginleştirmek için verdiği güzel öğütleri yanında, onlara birde
sorumluluk duygusu veriyordu. Her vesile ile gençliğe hitap
etmesinin ve eserlerini onlara emanet etmesinin sebebini bu sorumluluk
duygusundan almış olmalıydı.
Atatürk, 6 gün süren Büyük Nutkunun sonunda yer alan
gençliğe hitabesinde, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini gençliğe
emanet ettiğini vurgulamıştır ve “Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asıl kanda (Türk kanında) mevcuttur” diyerek de
gücünü nereden alacağını belirtmiş oluyordu. Atatürk, idealine
(ülküsüne) erişmek için, eğitime çok önem veriyor ve durmadan okul
açılmasına, öğretmen yetiştirilmesine gayret ediyordu.
1938 yılında, ölüm yatağında bile gençliği düşünüyordu.
T.B.M.M’nin
açılış
törenine
katılmak
için
Ankara’ya
gidemeyeceğinden, yeni yasama döneminin açılış nutkunu hasta
yatağında kendisi yazmış ve okunması için Başbakan Celal Bayar’a
vermişti. Atatürk bu son nutkunu geçliğe ve orduya ait sözlerle
bitirmişti. Bir Veda Mesajı niteliğinde olan bu nutkun gençliğe ve
orduya ait son bölümünü aşağıya alıyorum.
Atatürk’ün Veda Nutku’nun Son Bölümü ve Yorumu
“Yüksek tahsil gençlerini, istediğimiz ve muhtaç olduğumuz
gibi milli şuurlu, modern kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul
Üniversitesinin tekamülü, Ankara Üniversitesinin tamamlanması,
Doğu Üniversitesinin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar
içinde Van Gölü civarında kurulması çalışmalarına önemle devam
edilmektedir.
Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş
ve hakiki manasıyla sulh âmili ve öğretim ocağı olan yenilmez
ordumuzun, geçen senede işaret ettiğimiz gibi, son sistem silah ve
motorlu vasıtalarla cihazlanması yolundaki çalışmalara hız
verilmiştir.
Şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar
dilerim”
404
Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu sözler, Büyük Atatürk’ün milletine son sözleri ve son
dilekleri olmuştu.
Bu son sözler ve dilekleri, Atatürk’ün bir nevi veda mesajı
olarak görülmektedir.
1938 de Atatürk’ün hasta yatağında hazırladığı T.B.M.M. ini
açılış nutkunun son bölümünde yer alan,yüksek tahsil gençliğimizle
ilgili sözlerinden anlaşıldığı üzere, o dönemde, ülkemizde sadece
İstanbul Üniversitesi ile, tamamlanması istenilen Ankara Üniversitesi
bulunuyordu.
Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğundan buyana, aradan bir
müddet geçtikten sonra,başta Erzurum Atatürk Üniversitesi olmak
üzere, her geçen yıl bir başka ilimizde üniversite açılmakta ve önceki
üniversitelerimizde geliştirilmektedir.
Bugün sadece İstanbul’un çeşitli semtlerinde, değişik isimler
altında çok sayıda üniversite açılmıştır.Devlet üniversitelerinin yanı
sıra, özel teşebbüste azımsanamayacak sayıda üniversite açmıştır. Bu
gelişmeler elbette kıvanç vericidir.
Ancak,mevcut üniversitelerimiz; öğrencilerine gerekli meslek
bilgisi,branş bilgisi ve genel kültürün yanı sıra; “Milletimizi muasır
medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak” milli kültürü
verebiliyorlar mı? Atatürk’ün yukarıya alınan son nutkunda belirttiği
gibi: “Muhtaç olduğumuz milli şuurlu, modern kültürlü” öğrencileri
yetiştirebiliyorlar mı? Bu değerde yetişen öğrencilerimizin sayısı acaba
yüzde kaçı bulur?...
“Asıl üzerinde duracağımız ve araştırmaya değer
bulduğumuz konu budur” diye düşünüyorum…
Rasim PEHLİVANOĞLU
SON
405
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Faydalanılan Kaynak Kitaplar
(BİBLİYOGRAFYA)
1– Akçakayalıoğlu, Cihat: Atatürk (720 Sayfa)– Genel Kurmay
Başkanlığı Yayınları–
M.E.Basımevi– Ankara/1980
2– Akyol, Avni :
Atatürk, Milli Egemenlik ve CumhuriyetM.E.Basımevi– Ankara/1990
3– Angı, Hacı :
Çocuk Gözüyle Atatürk– Angı Yayınları–
Ank./1997
4– Ataman, Sadıyaver:
Atatürk ve Türk Musikisi– Kültür Bakanlığı
Yayınları–Atak Ofset Ank./1991
5– Bayar, Celal :
Atatürk’ ün Metedolojisi ve Günümüz–
Kervan Kitapçılık Basımevi–
İstanbul/1978
6– Baykal, Bekir Sıtkı (prof.): Milli Mücadede Anadolu Kadınları–
Atatürk Araştırma Merkezi (2. baskı)–
Ank./1996
7– Baykal, Adnan Nur:
Atatürk’ ün liderlik Sırları– Sistem
Yayıncılık– İst./1999
8– Bayraktar, Sinan:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk– A.A.
Merkezi– Ank./2004
9– Bil, Hikmet:
Atatürk’ ün Sofrasında– Erciyes Matbaası…./1949
10– Bircan, Osman:
Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ ün Hayatı–
M.E.Basımevi– İst./1999
11– Bolayır, Fethi :
Atatürk İlkeleri– Sanem Matbaası Ltd. Şti.–
…./1986
12– Borak, Sadi :
Atatürk Gençlik ve Hürriyet– Anıl Yayınevi,
Hamle Matbaası–İst./1960
13– Borak, Sadi :
Atatürk ve Din– Anıl Yayınevi– İst./1962
14– Bozdağ, İsmet :
Atatürk’ ün Evrensel Boyutları– Kültür ve
Turizm Bakanlığı– Başbakanlık
Basımevi– Ank./1988
406
Rasim PEHLİVANOĞLU
15– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali I– Cumhuriyet Yayınevi,
Yenigün Haber
Ajansı– İst./2000
16– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali II–
17– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali III–
Aynı
Aynı
18– Cevizoğlu, Hüseyin : Atatürkçülük– Ufuk Ajansı Yayınlar No 4–
…./1973
19– Cumhur Müjgan :
Atatürk ve Milli Kültür– Kültür Bakanlığı
Y.- Başbakanlık Basımevi Ank./1982
20– Dergi :
Atatürk Anma Günü– Kayseri Şeker Lisesi
Özel Sayı–Kayseri/2006
21– Dergi :
Başarı Dergisi– Atatürk Özel Sayı–
Akbank– İst./1981
22– Dergi :
Düşün Dergisi– Atatürkçü Düşünce
Derneği– Sayı 28 –Kayseri Şubesi– Yıl
2000
23– Dilek, Zeki :
10 Kasımlarda Atatük’ ü Anmak ve
Anlamak– (panel)–
A.A. Merkezi–
Ank./2004
24– Dönmezer, Sulhü(Ord.Prof.): Atatürkçü Düşünce El Kitabı (16
yazar)– A.A.Merkezi– Ank./1998
25– Dündar, Can :
Sarı Zeybek(Atatürk’ ün Son Günleri)–
Milliyet Yayınları–İst./1994
26– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Atatürk’ ün Milliyetçilik Anlayışı–
A.A.Merkezi– Türk Tarih Kurumu
Basımevi– Ank./1992
27– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Atatürk ve Milliyetçilik– Atatürk Kültür
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Basımevi
Ank./1992
28– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Türk İnkilap Tarihi(560 sayfa)– 1.
Basım–Devlet Kitapları M.E.Basımevi–
Ank./1982
29– Eski, Mustafa :
Cumhuriyet Döneminde Mustafa Necati–
A.A.Merkezi– Ank./1999
407
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
30– Evsile, Mehmet :
Atatürk’ ün Söylev ve Demeçlerinin
Konular İndeksi– A.A.Merkezi–
Ank./1999
31– Feyzioğlu, Turhan :
Atatürk ve Milliyetçilik– A.A.Merkezi–
Türk Tarih Basımevi– Ank./1986
32– Feyzioğlu, Turhan :
Türk Milli Mücadelesi ve Milli
Egemenlik– A.A.Merkezi– Türk Tarih
Basımevi– Ank./1988
33– Feyzioğlu, Turhan :
Devlet Adamı Atatürk– İlköğretim Dergisi
Yayınları– M.E.Yayınları– Ank./1963
34– Garan, Muvaffak İhsan : Milletlerin Sevgilisi Atatürk– Kültür ve
T. Basımevi– Ank./1982
35– Genç, Reşat(Prof.) :
Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar–
A.A.Merkezi– Ank./2005
36– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük1.Kitap, (730 s.)–
M.E.Basımevi– İst./1988
37– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük 2. Kitap, (388 s.)–
M.E.Basımevi– İst./1988
38– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük 3. Kitap, (274 s.)–
M.E.Basımevi– İst/1988
39– Giritli, İsmet(Prof.) :
Kemalist İdeoloji– Duran Ofset
Matbaacılık– …./1981
40– Gündüz, Necati :
Atatürk Çağı ve Zihniyeti– Emel
Matbaacılık–Ank./1973
41– Gürtaş, Ahmet :
Atatürk ve Din Eğitimi–Diyanet İşleri
Bşk.lığı–Ank./2000
42– İlhan, Suat :
Evrimleşen Türk Devrimi–A.A.Merkezi–
Güneş Ofset–Ank./1998
43– İnönü, İsmet :
İstiklal Savaşı ve Lozan– A.A.Merkezi–
Türk Tarih Kurumu Basımevi–
Ank./1993
44– İnönü, İsmet :
Aziz Atatürk– M.E.Basımevi– Ank./1963
45– Kalelioğlu, Oğuz(Em.Kur.Alb.: Atatürk ve Atatürk İlkeleri–
Diyanet İşleri Bşk.lığı Ank./2001
408
Rasim PEHLİVANOĞLU
46– Kars, Zübeyir :
Milli Mücadelede Kayseri– A.A.Merkezi–
Ank./1999
47– Kazmaz, Süleyman : Yeni Bir Güneş, Atatürk ve Anadolu
Medeniyeti–A.A.Merkezi– Ank./2004
48– Kaynar, Reşat ve arkadaşı : Atatürk Düşüncesi– M.E.Basımevi–
İst./1996
49– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri(372s.)–
Edebiyat Yayınevi, Ayyıldız Matbaası–
Ank./1971
50– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri,
Genişletilmiş 2 Baskı-(510s.)–
A.A.Merkezi– Yücel Ofset–Ank./2005
51– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk– Kültür Bakanlığı, Sevinç
Matbaası– Ank./1987
52– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Cumhuriyetin Temel İlkelerinden
Laiklik(panel),( 8 Konuşmacı)–
A.A.Merkezi– Ank./1995
53– Kuran, Ercümend (Prof.) : Atatürkçülük Üzerine Denemeler–
Kültür Bakanlığı– Eroğlu Matbaacılık–
Ank./1981
54– Mili Eğitim Bakanlığı : Atatürk Diyor ki– M.E.Basımevi–
İst./1980
55– Meydan, Sinan :
Bir Ömrün Öteki Hikayesi– Can
Matbaacılık(3. Basım)–İst./2004
56– Omurtak, Salih ve arkadaşları : Atatürk– Devlet Kitapları–
M.E.Basımevi– İst./1970
57– Önder, Mehmet :
Atatürk Bildirileri– Kültür Bak. Gaye
Mat.- Ank./1990
58– Özakman, Turgut :
Şu Çılgın Türkler(750s)– Bilgi Yayınevi–
237. basım– Ank./2005
59– Oy, Aydın :
Şiir Dünyamızda Atatürk–K.D.T.Kurumu
Yayını Ank/1989
60– Panel Metni :
Ali Çetinkaya Anma Paneli Bildirileri–
Semih Ofset Ank.2000
409
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
61– Panel Metni :
Ali Fuat Cebesoy Anma Paneli–
A.A.Merkezi–Ank./1994
62– Panel Metni :
Fikir, Siyaset ve Devlet Adamı Kazım
Karabekir Paşayı Anma Paneli–
A.A.Merkezi–Kale Ofset– Ank./2000
63– Panel Metni :
Cumhuriyetin Temel İlkelerinden Laiklik–
A.A.Merkezi–Ank./1995
64– Saray, Mehmet(Prof.) : Türklerde Dini ve Kültürel Hoşgörü–
A.A.Merkezi–Ank./2002
65– Sevük, İsmail Habib : Atatürk İçin– Kültür Bakanlığı– Ank./1981
66– Sekban, Şükrü Memmet(Dr.) : Kürt Sorunu- Menteş Basımevi–
Belgelerle Tarih Dergisi Yayını–…./1970
67– Sempozyum Metni :
Atatürk’ün Cumhuriyetin İlanından
Sonraki Hedefleri Sempozyumu
Bildirileri–Divan Yayıncılık- İzmit/1998
68– Sönmez, Cemil :
Atatürk’ün Yetişmesi ve Öğretmenleri–
A.A.Merkezi–Divan Yayıncılık–
Ank./2004
69– Sönmez, Cemil :
Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım–
A.A.Merkezi Ank./1998
70– Sönmez, Cemil :
Atatürkde Çocuk Sevgisi– Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları– Ank./1997
71– Şimşek, İbrahim :
Mustafa Kemal Bir Destan– Rinoğlan
Yayınları–İst./1992
72– Taşkıran, Cemalettin : Milli Mücadelede Kazım Karabekir Paşa–
Gün Ofset–Ank./1999
73– Ticaret Odası Dergisi : Atatürkçülük– (334 s)– Ayyıldız
İlave Yayını (Ankara) Matbaası– Ankara– 1974
74– Yaşa Dursun :
Ayrıca :
Atatürkçülüğün Esasları– Açıkalın
Matbaası–Ank./1988
Çeşitli sözlükler, çeşitli ansiklopedilerden,
gazete kupürlerinden ve başka
yayınlardan da yararlanılmıştır.
410
Rasim PEHLİVANOĞLU
411
Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
RASİM PEHLİVANOĞLU
1928 yılında Ürgüp’ ün Karain Köyünde
doğan ve ilkokulu bu köyde bitiren Rasim
Pehlivanoğlu, 1947 yılında Kayseri - Pazarören
Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş, kendi köyü
ilkokuluna Başöğretmen (Okul Müdürü) olarak
atanmıştır. Ürgüp’ ün Ortahisar Beldesi İlkokulunda
Başöğretmen olarak çalışırken, 1955 yılında askere
alınmıştır. İstanbul - Tuzla Uçaksavar Yedek Subay Okulundan
mezuniyet töreninde kendisine verilen, Okul Komutanının konuşmasına
cevap verme görevini yerine getirmiştir. Kıta hizmetini Erzincan da
tamamlamıştır.
1956 sonbaharında -asker dönüşü- Ürgüp Çökek köyü
Başöğretmenliğine atanan Rasim Pehlivanoğlu, 1957 yılında -genel
istek üzerine- yeniden Karain Köyü Başöğretmenliğinde
görevlendirilmiştir. Bu köyde, başkanı olduğu “Karain Köyüne
Kütüphane Kurma ve Geliştirme Derneği” yoluyla, Türkiye’nin ilk
köy kütüphanesi açılmıştır. Sonradan eşekli kütüphane olarak gelişmiş
ve ünlenmiştir.
1959–1964 yıllarında Kayseri Merkez Mustafa Özgür ve
Mehmet Karamancı ilkokullarında öğretmenken, Ankara–Gazi Eğitim
Enstitüsü’ne dışarıdan devam ederek “PEDEGOJİ” Bölümünden
diploma ile Edebiyat Grubu Bölümünden de “Yeterlilik Belgesi”
alarak mezun olmuştur. 1964 yılından itibaren Kırşehir’in Mucur ve
Çiçekdağı ile Kayseri’nin Nazmi Toker ve Esenyurt Ortaokullarında
Edebiyat Grubu öğretmenliği yapmıştır. Bugünkü Argıncık Lisesinin
ilk açılış yıllarında orta okul müdürü olarak hizmet görmüştür. 1978’de
emekliye ayrılmıştır.
Emekli olduktan sonra da eğitimden kopmayan Rasim
Pehlivanoğlu, maddi gelir sağlayacak tekliflere sıcak bakmamış,
fırsat buldukça okumuş, incelemiş, araştırmış, gözlemler yapmış ve
eğitim ağırlıklı makaleler yazmıştır. Milli Eğitim Bakanlarına
kapsamlı Milli Eğitim raporları vermiş; katıldığı 12. 13. 15. Milli
Eğitim Şûralarında ilginç konuşmalarıyla dikkati çekmiştir...
Ülkemiz milli eğitim uygulamasındaki başarısızlığın asıl
nedeninin “verimli çalışmanın ve iyi öğrenmenin yollarının
bilinmeyişi” olduğu kanaatine varan Rasim Pehlivanoğlu “Okullarda
Başarının Yolları” genel isimli, Talim ve Terbiye Kurulu
412
Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkanlığınca tavsiyesi uygun görülen (ayrı ayrı özel isimleri de olan),
3 ciltlik eserini yazmış ve bastırmıştır.
Atatürk’ü gerçek yönüyle tanıtacak ve herkes tarafından zevkle
okunabilecek bir eser yazmayı kendisine görev bilen Rasim
Pehlivanoğlu’nun, “Sevdiğimiz Atatürk” isimli kitabı, “Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na bağlı “Atatürk
Araştırma Merkezi” tarafından bastırılmıştır. Hazırladığı “Mevcut
Milli Eğitim Uygulamalarımız, Eleştiriler, Tavsiyeler” isimli
“Türkiye Eğitim Raporu”, ile “Türkiye’de Köy Enstitüleri ve
Pazarören Köy Enstitüsü” isimli eseri basıma hazır beklemektedir.
Rasim Pehlivanoğlu tarafından hazırlanan, “Örnek Köy
Olmak” tutkusuyla harekete geçen bir Orta Anadolu köyü halkının,
çevre köyleri de etkileyerek hızla gelişirken nasıl sabote edilerek
amacından saptırıldığı ve hareketin söndürüldüğü gerçeğini dile getiren,
“Eşekli Kütüphaneye Dönüşen Türkiye’nin İlk Köy Kütüphanesi”
isimli eseri de, bu konuya merak saran ve Türkiye çapında dağıtımını
yapacak olan yayımcıyı beklemektedir…
Rasim Pehlivaoğlu’nun hazırladığı, Atatürk’ü bütün yönleriyle
tanıtan, “Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri” isimli elinizdeki bu
eser, uzun bir hazırlık dönemi ve özenli bir çalışmanın ürünü olarak
meydana gelmiştir. Milletimiz ve özellikle öğrencilerimiz tarafından
ilgiyle okunacağı inancındayız.
Halen Kayseri’de yaşamakta olan Rasim Pehlivanoğlu’nun,
yüksek öğrenim görmüş 4 çocuğu ve çoğu üniversite bitiren 9 torunu
bulunmaktadır.

Benzer belgeler