YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Araş.Gör.Burak KOZALI Marmara Üniv

Transkript

YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Araş.Gör.Burak KOZALI Marmara Üniv
[Journal of Life Economics]
ULAŞIMDA TALEP ODAKLI YAKLAŞIM: YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ
Araş.Gör.Burak KOZALI
Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi
Özet
Nüfus artışı ve taşıt miktarındaki artış kentiçi ulaşım problemlerini de artırmıştır. Ulaşım ile
ilgili problemler ekonomik açıdan yüksek maliyetlere neden olmaktadır. Yolculuk talep yönetimi,
ulaşım problemleri ve trafik tıkanıklığını ulaşım ile ilgili imkanları artırmadan yolculuk talebini
azaltarak ve kısıtlayarak çözmeyi amaçlamaktadır. Yolculuk talep yönetimi ulaşım sorunlarını ve
trafik tıkanıklığını çözmede genellikle pahalı yatırımlar yapmaktan kaçınarak yolculuk
alışkanlıklarının değiştirilmesini hedeflemektedir. Buna ek olarak yolculuk talep yönetimi, bütün
ulaşım problemlerini ve trafik tıkanıklığını gidermede her derde deva olamasa da oldukça etkili bir
stratejik planlamadır.
Anahtar Kelimeler: Yolculuk Talep Yönetimi, Trafik Tıkanıklığı, Ulaşım
JEL Kodları: R41, R48
DEMAND-ORIENTED APPROACH FOR TRANSPORTATION: TRAVEL
DEMAND MANAGEMENT
Abstract
Population and number of vehicle growth has increased in urban transport problems.
Transportation problems cause to be high costs with respect to economic. Travel demand management
aims to solve for transportation problems and traffic congestion by reducing and restricting travel
demand instead of increasing the transportation facilities. Travel demand management usually
purposes to change travel habits by avoidance of costly investment about transportation problems and
traffic congestion. Additionaly, travel demand management is not cure all for solving whole
transportation problems and traffic congestion but it is a strategic planning as mightliy effective.
Key Words: Travel Demand Management, Traffic Congestion, Transportation
JEL Classification Codes: R41, R48
1. GİRİŞ
Dünyanın pek çok ülkesinde nüfusta meydana gelen artışlar, taşıt sayılarındaki artışlar,
yolcu ve yük taşıtlarındaki artışlar ve bunlara ek olarak küreselleşmenin hızla artması
yolculuk talebini etkilemektedir ve tüm bu gelişmeler kişilerin ev ile iş arasında tercih
ettikleri ulaşım seçenekleri ile yolcu ve yük taşımacılığının seçeneklerini tekrardan
şekillendirmektedir (Giuliano ve Wachs, 1991: 1).
Ulaşım hizmetlerinde geleneksel olarak arz yönlü çözüm önerilerine
odaklanılmaktadır ve bu doğrultuda ulaşım imkânlarının kapasitesi arttıracak çalışmalar
yapılmaktadır (Willson ve Shirazi, 1991: 1). Bugünkü gelişmeler uzun dönemde bu
stratejilerin amaçlanan çözümü getirmediğini göstermektedir. Dünya genelinde pek çok
büyük şehirde bu stratejiler doğrultusunda ulaşım imkânları kapasitelerini arttırmaya yönelik
çalışmalar yapılmaktadır ve pek çok uygulamanın sonucunda görülmektedir ki her kapasite
artırımı beraberinde kendi talebini yaratmaktadır (Mahmood ve diğ., 2009: 162).
1
Journal of Life Economics
2014/1
Ulaşım hizmetlerinin sunumunda geleneksel olarak tercih edilen arz yönlü çözüm
önerilerinin zaman içerisinde yetersiz duruma düşmeleri konunun talep açısından ele
alınmasına neden olmuştur ve bu doğrultuda yolculuk talep yönetimini ortaya çıkmıştır.
2. YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ
Geleneksel yolculuk talep yönetimi tahmin modelleri potansiyel talebi belirlemede
başarısız olmaktadır. Yolculuk talebi genellikle umulduğundan daha hızlı artmaktadır ve
trafik tıkanıklıkları beklenenden daha fazla meydana gelmektedir. Bunlara ek olarak ulaşım
araç ve tesislerine ihtiyaç hızla arterken kamu kaynakları ise aynı hızda büyüyememektedir
(Ferguson, 1990: 442).
Yolculuk talep yönetimini, ulaşım ve trafik tıkanıklığı problemlerinin çözümü için
ulaşım imkânlarını arttırmak yerine yolculuk talebini azaltan ve kısıtlayan politikalar veya
önlemler şeklinde ifade etmek mümkündür (Giuliano ve Wachs, 1991: 2). Yolculuk talep
yönetimi, seyahat edenleri toplu şekilde seyahat etmeye yöneltmeyi ve bunun sonucunda
trafikteki araç sayısını azaltmayı amaçlamaktadır (Taylor ve diğ., 1997: 49). Yolculuk talep
yönetimi yaklaşımları ele alındığında ortak vurgunun konum ve alan kullanımından bağımsız
olarak yolculuk davranışlarının değiştirilmesi üzerine yapıldığı görülmektedir (Ferguson,
1990: 443).
Bir bölge için trafik tıkanıklığını önlemede en iyi önlemler grubunu oluşturmak ve bu
seçilen önlemlerin etkinliğini tahmin etmek oldukça zordur. Bu süreç mevcut ulaşım
türlerinin ve o bölgede seyahat edenlerinin karakteristik özelliklerini iyi anlamaktan
geçmektedir (Taylor ve diğ., 1997: 49). Yolculuk talep yönetimi stratejileri arasında özellikle
ücretli yol ve alan kullanımı önlemlerinin araç kullanımını azaltmada, bunun sonucunda trafik
tıkanıklığını azaltmada ve hava kirliliğini azaltmada en etkili önlemler olduğu
düşünülmektedir (Rodier ve Johnston, 1997: 295).
Yolculuk talep yönetimi stratejileri her ne kadar yakın dönemde ses getirmiş olsa da
kökleri II. Dünya Savaşı yıllarına kadar gitmektedir. Bu dönemde şirket otobüsleriyle
çalışanların taşınması, taşıt paylaşımı yapılmasını yani yalnız seyahat etmek yerine araç sahibi
çalışanların işe aracı olmayan çalışanlar ile birlikte gidip gelmelerinin sağlanması ve işçilerin
farklı vardiyalarda çalıştırılması uygulamalarını gerçekleştiren işverenlerin var olduğu
görülmektedir (Giuliano ve Wachs, 1991: 2).
Yolculuk talep yönetimi stratejilerinin sayısının zaman içerisinde artması ile birlikte
bu stratejiler çeşitli başlıklar altında gruplandırılmaya çalışılmıştır. Yapılan bir çalışmada
yolculuk talep yönetimi stratejileri yolculuk kısıtlamaları, alternatif ulaşım yöntemlerini
kullanmaya teşvik etme, alternatif çalışma saatleri düzenlemeleri ve alan kullanım planlaması
olarak dört başlıkta toplamaktadır (Taylor ve diğ., 1997: 49). Ferguson (1990: 443) ise
yolculuk talep yönetimini seyahat üretimi, seyahat dağıtımı, ulaşım türünün seçimi ve
güzergâh seçimi olarak dörtlü bir sınıflandırmaya tabi tutmaktadır.
Garling ve Schuitema (2007) ise yolculuk talep yönetiminde kullanılacak önlemleri;
fiziki iyileştirme önlemleri, yasal politikalar, ekonomik politikalar, bilgilendirme ve eğitim
önlemleri olmak üzere dört başlık içerisinde ele almaktadır.
2
Journal of Life Economics
2014/1
Tablo 1. Yolculuk Talep Yönetimi Önlemleri
YTY Önlemleri
Fiziki İyileştirme Önlemleri
Yasal Politikalar
Ekonomi Politikalar
Bilgilendirme ve Eğitim Önlemleri
Örnekler
*Toplu taşımada iyileştirmeler
*Yürüyüş ve bisiklet yollarının geliştirilmesi
*Park ve sürüş planlamaları
*Seyahat sürelerini kısaltacak alan kullanımı
düzenlemeleri
*Araçlarda enerji verimliliğini sağlayacak
teknolojik değişiklikler
*Şehir
merkezlerinde
araç
trafiğinin
yasaklanması
*Park etme kontrolleri ve düzenlemeleri
*Hız limitlerinin düşürülmesi
*Araçlar ve yakıt üzerine vergilendirme
*Yol veya tıkanıklık fiyatlaması
*Kilometre ücretleri
*Toplu taşımanın maliyetlerini azaltma
*Bireysel pazarlama
*Kamu bilgilendirme kampanyaları
*Davranışların sonuçları hakkında geri
bildirim
*Sosyal modelleme
Kaynak: Garling ve Schuitema, 2007: 141.
Yolculuk talep yönetimi stratejileri içerisinde geniş uygulama alanı bulmuş olan
alternatif çalışma zamanları düzenlemeleri, taşıt paylaşımı programları, yüksek doluluktaki
araçlara öncelik programları, otopark yönetimi uygulamaları, tıkanıklık fiyatlaması
uygulamaları ve alan kullanımı programları sırasıyla ele alınacaktır.
2.1. Alternatif Çalışma Zamanları
Seyahat süresi ile işe başlangıç zamanları arasındaki etkileşim ilişkisi özellikle kentsel
ulaşım talebi üzerinde çalışan ekonomistlerce vurgulanmaktadır (Wang, 1996: 189).
Dünyanın pek çok yerinde, trafik tıkanıklığının zirve yaptığı saatlerdeki talebi azaltmak için
pek çok insan ve işveren alternatif çalışma zamanları uygulamalarına katılması konusunda
cesaretlendirilmektedir (Picado, 2000: 9). Alternatif çalışma zamanlarının (alternative work
schedules), çalışma saatlerinin kaydırılması (staggered work hour), esnek çalışma saatleri
(flextime) ve azaltılmış iş günleri (compressed work week) olarak üç farklı türü söz
konusudur.
Çalışma saatlerinin kaydırılması uygulamasında çalışanların işe başlama saatleri
işverenlerce -özellikle trafiğin zirve yaptığı sabah saatlerinde- tıkanıklığı azaltmak için başka
bir zaman dilimine kaydırılmaktadır. Esnek çalışma saatleri uygulamasında işe başlama saati
belli bir zaman dilimi içerisinde çalışanlara bırakılmaktadır. Çalışanlar daha erken veya daha
geç gelerek tercihlerini kullanırken günlük çalışma saatini tamamladıktan sonra iş yerinden
ayrılabilmektedirler (U.S. DTFTA, 1992: 1). Örnek olarak 7.30’dan 16.00’a ya da 9.00’dan
17.30’a gibi farklı çalışma zamanı tercihleri sunulmaktadır.
Azaltılmış iş günü programlarında ise haftalık iş günü sayısı üç veya dört güne
indirilmektedir ve gün içerisinde çalışma saatleri arttırılarak denge sağlanmaktadır. Alternatif
çalışma zamanları düzenlemeleri trafik tıkanıklığını doğrudan azaltan uygulamalar arasında
3
Journal of Life Economics
2014/1
yer almaktadır (Hung, 1996: 11). Tüm bu önlemler uygulanırken yolculuk talebi gün içerisine
dağıtılmaktadır ve talebi azaltmak için kaynak maliyeti söz konusu olmamaktadır.
2.2. Taşıt Paylaşımı Programları
Özel taşıt kullanımında artış kentlerden kırsal bölgelere kadar yayılmaktadır ve özel
taşıt sahipliğindeki bu artış kentsel alanlarda trafik tıkanıklığındaki artışın devam etmesine
neden olmaktadır. Seyahatlerin pek çoğu yalnız sürücülerin yaptığı (SOV-single occupancy
vehicle) seyahatlerden meydana gelmektedir (Correia ve Viegas, 2011, s. 81). Özel taşıt
kullanımı yolculuk başlangıç zamanında ve esnasında esneklik kazandırması, güvenlik ve
konfor gibi pek çok avantaj sağlamasıyla birlikte trafik tıkanıklığını artırması, hava kirliliğini
artırması ve masraflı (pahalı) olması gibi dezavantajları bulunmaktadır (Abrahamse ve Keall,
2012, s. 45).
Özel taşıt kullanımındaki artışın oluşturduğu trafik tıkanıklığı özellikle işe geliş ve
gidiş saatlerinde zirve yapmaktadır. Bunu önlemek adına uygulanan stratejilerden biri de taşıt
paylaşım programlarıdır. Taşıt paylaşımı (carpooling), aynı bölgede oturan ve aynı yerde
çalışan kişilerin ev ve iş yeri arasında yapacakları yolculuklarında her birinin seyahatlerini
özel taşıtları ile yapmaları önleyerek onları tek bir araç içerisinde ulaşıma teşvik etmeyi
amaçlamaktadır (Vanoutrive ve diğ., 2012: 77). Bu programın temelleri II. Dünya Savaşı
yıllarında Birleşik Devletler’de atılmıştır fakat savaşın bitiminden sonra araç paylaşımı
uygulaması gözden düşmüştür. 1970’li yıllara gelindiğinde yaşanan petrol krizi sonucunda
Birleşik Devletler’de konu tekrar gündeme gelmiştir ve akademisyenler tarafından ilk eserler
bu dönemde verilmiştir (Ferguson, 1997: 349).
Taşıt paylaşımı teoride ve uygulamada trafik tıkanıklığını oldukça azaltan bir
uygulama olsa da uygulamasında temel iki sorun ile karşılaşılmaktadır. Bunlardan birincisi
psikolojik bir neden olan yabancılar ile yolculuk etmeme isteği diğeri ise zamanlama
konusunda yaşanan sorunlardır (Correia ve Viegas, 2011, s. 82). Fakat son yıllarda gelişen
teknoloji ve akıllı telefon teknolojileri sayesinde dinamik araç paylaşımı uygulamalarını
gündeme getirmektedir. Dinamik araç paylaşımında bağımsız organizasyonlar, bilgisayar ve
akıllı telefonlar aracılığıyla yolcular ve sürücüleri günlük seyahatlerini birlikte yapabilmeleri
için eşleme yapılmaktadır (Agatz ve diğ., 2011: 1450).
Taşıt paylaşımı için genelde düzenlemeler kamu kurumları, işveren kurumlar ve gayri
resmi kurumlarca yapılmaktadır. Özellikle yerel yönetimler kent içinde belli koridorlarda
trafiği azaltmak için taşıt paylaşım programları geliştirmekte ve sürücüleri bu programlara
dâhil etmektedir. İşveren kurumlar ise hem kent içi trafiği rahatlatmak hem de çalışanlara
park hizmeti sunmada zorlanmaları nedeniyle bu uygulamayı desteklemektedirler.
2.3. Yüksek Doluluktaki Araçlara Öncelik
Yüksek doluluktaki araçlara öncelik stratejisi
özellikle metropol şehirlerde tıkanıklığı yüksek olan
kapasitesini geliştirmekten ziyade insanların hareket
olmayı amaçlayan yolculuk talep yönetimi stratejileri
2006: 6)
(HOV-High Occupancy Vehicles),
ücretsiz yollarda araçların hareket
kapasitesini geliştirmeye yardımcı
arasında yer almaktadır (Turnbull,
Yüksek doluluktaki araçlara öncelik tanımak için şehir içinde tıkanıklığın yüksek
olduğu yollarda özel hatlar oluşturularak, araç paylaşımını ve toplu taşıma kullanılmasını
teşvik ederek, bir hat üzerinde daha az araç kullanarak daha çok yolcu taşımayı amaçlamakta
ve buna olanak sağlamaktadır (Jang ve diğ., 2008: 1). Bir aracın yüksek dolulukta kabul
edilebilmesi için uygulandığı yere göre en az iki, üç veya dört yolcunun bulunması koşulu
aranmaktadır.
4
Journal of Life Economics
2014/1
Yüksek doluluktaki araçlara öncelik veren yol uygulamaları ilk olarak Birleşik
Devletler’de ortaya çıkmıştır ve ülke boyunca geniş çapta uygulanmaktadır (Menendez ve
Daganzo, 2007: 809). Bu uygulama öncelikle toplu taşıma araçlarına yönelik olarak
başlatılmıştır fakat zaman içerisinde kamu perspektifi açısından ele alındığında yolların
yeterince verimli kullanılmadığına dair bulgular elde edilmiştir. Özellikle trafiğin zirve
saatleri dışında bu yollara sadece toplu taşıma araçlarının kullanılıyor olması kaynak
kullanımında etkinsizlik üretmiş ve taşıt paylaşımı uygulamaları ile bütünleştirilmiştir
(Lipnicky ve Burris, 2010, 1030).
Yüksek doluluktaki taşıtlara verilen öncelikler uygulandığı bölgenin ihtiyaçlarına ve
zamana göre değişmektedir. Bu öncelikleri fiziksel öncelikler; dolu taşıtlara yolun tamamını
veya bir şeridinin tahsis edilmesi, yönetsel öncelikler; sürekli uygulanan fakat saat, gün ve
mevsim koşullarına göre değiştirilebilen sinyalizasyonda, ana yol girişlerinde, otoparklarda
öncelik verilmesi, ekonomik öncelikler; köprü ve otoyol girişlerinde ya da tıkanıklık
fiyatlamasının var olduğu yollarda sağlanan indirim veya muafiyetler, olmak üzere üç ana
başlık altında toplamak mümkündür (Elker, 2002: 114-120).
2.4. Otopark Yönetimi
Günümüzde park yönetimi (parking management), yolculuk talep yönetimi stratejileri
arasında oldukça önemli bir konuma sahiptir. Park yönetimi ulaşım sisteminin temel
bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Her seyahatin sonunda kullanılan taşıtın
park edilmesi zorunluluğu ve ortalama olarak bir aracın günde yirmi üç saatini park halinde
geçirmesi park etme imkanlarının önemini daha da artırmaktadır. Park yönetimini çeşitli
politika ve programlar aracılığıyla park etme ile ilgili kaynakların daha etkin kullanılması
şeklinde tanımlamak mümkündür. Park yönetiminde temel çözümün park etme imkanlarının
arzının artırılması yerine mevcut alanların daha etkin kullanılması olduğu kabul edilmektedir
(Litman, 2013: 2).
Park alanlarının bilgisine sahip olunması ve park alanlarının ulaşılabilirliği, park etme
fiyatı ve park etme ile ilgili diğer koşullar sürücülerin seyahat kararları üzerinde oldukça etkili
olmaktadır (Malic ve diğ., 2000: 304-305). Literatüre bakıldığında Danwen ve diğ. (2010)
park ücretlerinin seyahat etme biçimi üzerindeki etkilerini incelemişler ve park ücretleri
üzerinde yapılan değişikliklerin özel taşıt kullanımı tercihinde azalma ya da artışa neden
olduğu ve park ücretleri üzerinde yapılan bu değişikliklerin kişilerin alternatif ulaşım
çeşitlerini kullanma tercihi üzerinde etkili olduğu sonucuna ulaşmıştırlar.
Park yönetimi, diğer yolculuk talep yönetimi stratejileri ile entegre edildiğinde daha
etkin bir hale gelmektedir. Toplu taşıma alanlarına yakın bölgelerde park etme imkanının
verilmesi ve yolculuğun devamının toplu taşıma sistemi ile sağlanması trafik tıkanıklığı
üzerinde oldukça etkili sonuçlar doğurmaktadır. Bununla birlikte yüksek doluluktaki araçlara
park alanlarında fiyat indirimlerinin yapılması ya da park etme önceliği verilmesi gibi
uygulamalar taşıt paylaşım programlarının desteklenmesini sağlayacaktır.
2.5. Tıkanıklık Fiyatlaması
Tıkanıklık fiyatlaması (congestion pricing), fayda fiyatlaması, zirve saat fiyatlaması,
değişken fiyatlaması gibi isimlerle de bilinmektedir. Genel olarak ulaştırma uzmanları ve
politikacılar gelecek olumsuz tepkilere önlem olarak vergi terimini kullanmaktan kaçınarak
farklı kavramlar türetmeyi tercih etmektedirler (Benko ve Smith, 2008: 16).
Tıkanıklık fiyatlamasının uygulandığı alanda ve çevresinde bulunan alanlar üzerinde
önemli etkileri olduğu kabul edilmektedir. Fiyatlama taşıtların ulaşım maliyetleri, ulaşım için
kullanılan taşıtın seçimi ve yük taşımacılığını etkilemektedir. Bunlara ek olarak fiyatlama
uygulaması bir bölgede iş yapmanın maliyetini, bölgedeki emlak değerini, iş gücüne ulaşımı
5
Journal of Life Economics
2014/1
ve bölgesel kararları da etkilemektedir (Bhatt ve Higgins, 2008: 3-14). Uygulamanın
yürürlüğe girmesi sürecinde tüm bu etkiler göz önüne alınmakta ve bu durum yönetimlerce
çeşitli kaygılara neden olmaktadır.
Tıkanıklık fiyatlandırması bir karayolunun belirli bir bölgesine girişin veya
karayolunun belirli zamanlarda kullanılmasının fiyatlandırılması olarak tanımlanabilmektedir.
Burada yolculukların trafik yoğunluğunun yüksek olduğu saatlerden daha az olduğu saatlere
veya güzergâhlara yönlendirilmesi, alternatif ulaşım yöntemlerinin kullanılması
amaçlanmaktadır (DeCorla-Souza ve Whitehead, 2003: 269).
Bu amaçlar doğrultusunda ve trafik tıkanıklığının oluşturduğu diğer maliyetler (yakıt
israfı, hava kirliliği vb.) nedeniyle pek çok ülkede ve şehirde tıkanıklık fiyatlaması
uygulamaları görülmektedir. Uygulama ilk olarak 1975 yılında Singapur’da ortaya çıkmıştır
ve zaman içerisinde dünya genelinde pek çok ülkede kullanılmaktadır (Eliasson, 2008: 395).
Bu doğrultuda aşağıdaki tabloda Singapur, Londra, Stockholm ve Norveç’te bulunan
Bergen / Oslo / Trondheim şehirlerinde hayata geçirilen tıkanıklık fiyatlaması uygulamaları
hakkında bilgi verilmektedir.
Tablo 2. Tıkanıklık Fiyatlandırması Uygulamaları
Singapur Elektronik
Yol
Fiyatlandırması(ALS
Programının
devamı)
Başlangıç
Fiyatlandırılan
alan veya altyapı
Zaman
değişkenliği
Taşıt ve kullanıcı
karakteristiğine
Londra
Tıkanıklık
Fiyatlandırması
1998
Şubat 2003
Otoyollar, tali yollar
ve şehir merkezi
civarında (CBDCentral Business
District)
sınırlandırılmış üç
bölgede kordon
ücretlendirmeleri
Şehir merkezinde
sabah 7.30-10.00,
öğleden sonra 12.0020.00; otoyollarda
sabah 7.30-9.30
fiyatlar değişim
göstermektedir.
Orijinal: 21 km2 şehir merkezi
etrafında,
Altı farklı taşıt türüne
göre fiyat
farklılaştırması
Muaflık: Mavi
rozete sahip
taşıtlar, emisyon
Hafta içi sabah
07.00 akşam 18.00
saatleri arasında
fiyat 10 pound;
hafta sonları ve
resmi tatil
günlerinde
fiyatlandırma söz
konusu değildir
Stockholm
Tıkanıklık
Fiyatlandırması
Deneme: 3Ocak31 Temmuz 2006
Süreklilik:
1
Ağustos 2007
30 km2 - şehir
merkezi etrafında
kordon (on sekiz
kontrol noktası)
Hafta içi sabah
06.30 akşam 18.30
saatleri arasında
10, 15 ve 20 İsveç
kronu şeklinde
zamana göre farklı
fiyatlandırma söz
konusudur. Bir
gün içinde
ödenecek fiyat
seviyesinin üst
sınırı 60 İsveç
kronudur. Hafta
sonları, resmi tatil
günleri ve bu
günlerin arifesinde
fiyatlandırma söz
konusu değildir.
Otobüsler, taksiler
(mahkeme
kararından sonra
Norveç Şehirleri
(B/O/T)
1986 / 1990 / 1991
-----------
Sabah 06.00
akşam 10.00 / 24
saat boyunca /
sabah 06.00
akşam 17.00
---------
6
Journal of Life Economics
göre fiyat
farklılaşmalar
Tıkanıklığa etkisi
Kamuoyu
Politik destek
uygulanmaktadır;
polis taşıtları,
ambulanslar ve itfaiye
araçları açısından
muafiyet söz
konusudur.
%40 trafikte azalma,
elektronik yol
ücretlendirme sistemi
teknolojisi ile ek %15
azalma
Kabul edilebilir
görülmüştür.
Hükümet desteği
2014/1
kısıtı kriteri
bağlamında
alternatif yakıtlı
taşıtlar, elektrikli
taşıtlar, 9’dan
fazla oturma yeri
olan taşıtlar,
motosikletler, üç
tekerlekli taşıtlar,
kurtarma araçları,
tamir araçları
muafiyete sahiptir.
Uygulama alanı
içinde ikamet
edenler için %90,
aylık ve yıllık
ödeme yapan taşıt
filoları için ise
%12,5 indirim
vardır.
İlk iki haftada
%15-20, uzun
dönemde %30
azalma
kaldırıldı), acil
servis taşıtları,
elektrikli ve hibrid
taşıtlar,
Lidingö Adası ve
fiyatlandırma
alanından 30
dakikadan daha az
sürede geçilerek
ulaşılan diğer
kesimler açısından
muafiyet vardır.
İndirim opsiyonu
yoktur.
Destek verilmiştir.
Stockholm Şehri
desteklemiş, çevre
şehirlerce karşı
çıkılmıştır.
Merkezi ve Yerel
yönetim desteği
Hükümet desteği
%19 tıkanıklıkta
azalma
Kaynak: Yazar tarafından Anas ve Lindsey, 2011: 72-73;
yararlanılarak düzenlenmiştir.
Etki yok / Etki
yok / Zirve
tıkanıklık
saatlerinde %10
azalma
Karşı çıkılmıştır
Hükümet desteği
Albate ve Bel, 2009: 970’den
Tabloda verilen bilgiler incelendiğinde tıkanıklık fiyatlandırması uygulamalarının
olumlu sonuçlar doğurduğu açıkça görülmektedir. Ülkelerin yasal ve kültürel farklılıklarına
rağmen gerekli düzenlemeler ve bilgilendirmeler yapıldığı takdirde ve diğer yolculuk talep
yönetimi stratejileri ile desteklenmesi durumunda trafik tıkanıklığının çözümünde oldukça
etkili sonuçlar alınmaktadır.
2.6. Alan Kullanımı
Ulaşım için tercih edilen yöntem yani artan özel taşıt kullanımı havanın kalitesini,
trafik akışını ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemesi nedeniyle kaygılara neden olmaktadır.
Bu durumun önlenmesi bakımından şehir içerisinde ve çevresindeki arazi kullanım şeklinin
ulaşım politikalarının önemli bir yönlendiricisi olduğu düşünülmektedir. Bu doğrultuda
kişilerin seyahatlerinde daha çok toplu taşımayı ve yürümeyi tercih etmeleri sağlanmaya
çalışılmakta ve özellikle yerleşimin yoğun olduğu bölgelerde özel taşıt kullanımının
azaltılması ve uzun yolculuklarda özel taşıt kullanımında yalnız seyahat etmenin azaltılması
amaçlanmaktadır (Schimek, 1996: 120).
Ulaşımda enerji tüketimi kentsel alanda aktivitelerin seviyesi ve yayıldığı alan ile
doğrudan ilişkilidir. Yapılan aktivitenin türü ise bu aktiviteye ulaşımda kullanılan enerjinin
miktarını belirlemektir. Sürdürülebilir kentsel büyüme için aktivite alanları ile bu aktive için
seyahat edilen yolun mesafesi önem teşkil etmektedir. Bu aktiviteler, evden işe, evden
alışverişe ve evden diğer nedenlerle ile bir yere seyahat etmek olarak ifade edilebilmektedir.
Her durumda ev ile aktivite için gidilen yerin uzaklığı ve konumu enerji tüketimi, hava
7
Journal of Life Economics
2014/1
kirliliği, trafik sıkışıklığı gibi sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle en çok seyahat etme
gerekçesi olarak karşımıza işe gidiş ve geliş amacıyla yapılan seyahatler çıkmaktadır ( Miller
ve Ibrahim, 1998: 18).
Bu gerekçelerden yola çıkılarak aktivite ile yaşanılan ev arasındaki mesafenin
azaltılması amacıyla özellikle kent çevresi bölgelerde karma alanlar oluşturulmasının ve
kullanımının önemli olduğu düşünülmektedir. Bunun için ofisler, alışveriş dükkânları,
restoranlar, bankalar ve diğer faaliyet alanları birbirleri ile iç içe geçirilmelidir. Kişiler bu
sayede daha az özet taşıt kullanacak ve daha çok yürümeyi tercih edecektir (Cervero, 1996:
361).
Kentsel alanlarla yoğun yerleşim yerleri ile özel taşıt kullanımı arasında negatif bir
ilişki olduğu görülmektedir. Kent sakinleri eğer kent merkezinde ikamet ediyorlarsa daha çok
toplu taşıma araçlarını ve motorsuz taşıtları tercih etme eğilimindedirler. Bununla birlikte
şehir merkezinin uzak çevresinde ikamet edenlerin özel taşıt kullanımına daha eğilimli olduğu
düşünülmektedir. Fakat özel taşıt kullanımını etkilemede sadece yaşanılan yerin şehir
merkezine uzak olması yeterli değildir. Ulaşım araçları imkânları ve seyahat mesafesi diğer
etkenler olarak kabul edilmektedir (Kitamura ve diğ., 1997: 125-126).
3. SONUÇ
Dünya genelinde yaşanan nüfus artışı ve buna bağlı olarak taşıt sayılarındaki artış
kentler açısından pek çok sorunu gündeme getirmiş. Ulaşım ve trafik tıkanıklığı bu sorunlar
içerisinde en önemlileri arasında yer almaktadır. Nüfus artışının kentlerde meydana getirdiği
sorunların sürekli artması, doğal ve ekonomik kaynakların kıt olması sorunların
giderilmesinde sürdürülebilir çözümler bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Yolculuk talep
yönetimi bu anlamda kıt kaynaklar ile ulaşım sorunları arasında bir köprü vazifesi
üstlenmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sürekli yeni yolların, köprülerin,
metroların yapılması, otopark alanlarının inşa edilmesi ekonomik açıdan oldukça büyük
kısıtlar doğurmaktadır. Ulaşım imkânlarını sürekli artırmak mümkün olmamakta bu yüzden
ulaşım talebi ve yolculuk alışkanlıkları üzerinde çeşitli programlar ve stratejiler uygulayarak
ulaşım sisteminin sürdürülebilir bir biçim kazanması amaçlanmaktadır. Gelecek yıllarda da
nüfus artışının ve taşıt üretimi artışının devam edeceği düşünülürse yolculuk talep
yönetiminin gelecek yıllarda da oldukça önemli bir çözüm programı olacağını söylemek
yerinde olacaktır.
8
Journal of Life Economics
2014/1
Kaynakça
ABRAHAMSE, W. and KEALL, M., 2012, Effectivenes of a Web-Based Intervention to
Encourage Carpooling to Work: A case Study of Wellington, New Zealand, Transport Policy,
21, 45-51.
AGATZ, N. A. H., ERERA A. L., SAVELSBERG, M. W. P. and Wang, X., 2011, Dynamaic
Ride-Sharing: A Simulation Study in Metro Atlanta, Transportation Research Part B,
45,1450-1464.
ALBATE, D. and BEL, G., 2009, What Local Policy Makers Should Know About Urban
Road Charging: Lessons From Worldwide Experience, Public Administration Review,
September-October, 962-975.
ANAS, A. and LINDSEY, R., 2011, “Reducing Urban Transportation Externalities: Road
Pricing in Theory and in Practice”, Review of Environmental Economics and Policy, 5 (1).
66-88.
BENKO, M. and SMITH, L., 2008, Congestion Pricing: What Is It?, Community
Transportation, 26 (2), 16-19.
BHATT, K. and HIGGINS, T., 2008, KTA: Lessons Learned from International Experience
in Congestion Pricing Final Report, U.S. Department of Transportation Federal Highway
Administration, Maryland, August.
CERVERO, R., 1996, Mixed Land-Uses and Commuting: Evidence From The American
Housing Survey, Transportation Research A, 30 (5), 361-377.
CORREIA, G. and VIEGAS, J. M., 2011, Carpooling and Carpool Clubs: Clarifying
Conceptes and Assessing Value Enhancment Possibilities Through a Stated Preference Web
Survey in Lisbon, Portagual”, Transportation Research Part A, 45, 81-90.
DANWEN, B, WEI, D. and SHIHUI, G., 2010, Impact of Parking Rates on Residebt Travel
Behavior, Journal of Transportation Systems Engineering and Information Technology, 10
(3), 80-85.
DECORLA-SOUZA, P. and WHITEHEAD, R. E., 2003, The Value Of Pricing The Use Of
Roads, Public Works Management & Policiy, 7, 267-276.
ELIASSON, J., 2008, Lessons From The Stockholm Congestion Charging Trial, Transport
Policy, 15, 395-404.
ELKER, C., 2002, Ulaşımda Politika Ve Pratik, Gölge Ofset, Ankara, ISBN 975-97812-0-4.
FERGUSON, E., 1990, Transportation Demand Management Planning, Development, and
Implementation, Journal of The American Planning Association, 56 (4), 442-456.
FERGUSON, E., 1997, The Rise and Fall of The American Carpool: 1970-1990,
Transportation, 24, 349-376.
GARLING, T. and SCHUİTEMA, G., 2007, Travel Demand Management Targeting Reduced
Private Car Use: Effectiveness, Public Acceptability and Political Feasibility, Journal of
Social Issues, 63 (1), 139-153.
GIULIANO, G. and WACHS, M., 1991, Responding to Congestion and Traffic Growth:
Transportation Demand Management [online], UCTC No. 86, 1991, The University of
California,
University
of
California
Transportation
Center,
http://www.uctc.net/papers/086.pdf [Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014].
9
Journal of Life Economics
2014/1
HUNG, R., 1996, Using Compressed Workweeks To Reduce Work Commuting,
Transportation Research A, 30 (1), 11-19.
JANG, K., CHUNG, K., RAGLAND, D. R., and CHAN, C-Y., 2008, Safety Evaluation of
High-Occupancy Vehicle (HOV) Facilities in California, Intellimotion, 14 (2 ), 1-3.
KITAMURA, R., MONKTARIAN, P. L. and LAIDET, L., 1997, A Micro-Analysis of Land
Use And Travel in Five Neighborhoods in the San Francisco Bay Area, Transportation, 24,
125-158.
LIPNICKY, K. and BURRIS, M., 2010, Influence of HOV Lane Access on HOV Lane
Utulization, Journal of Transportation Engineering, 136 (11), 1030-1038.
LITMAN, T., 2013, Parking Management: Strategies, Evaluation and Planning [online],
Victoria Transport Policy Institute, http://www.vtpi.org/park_man.pdf [Erişim Tarihi: 13
Şubat 2014].
MAHMOOD, M., BASHAR, M. A. and AKTHER, S., 2009, Traffic Management System
and Travel Demand Management (TDM) Strategies: Suggestions for Urban Cities in
Bangladesh”, Asian Journal of Management and Humanity Sciences, 4 (2-3), 161-178.
MALIC, A., BRCIC, D. and KRASIC, D., 2000, Parking Measures In Travel Demand
Management, Urban Traffic Review, 12 (5-6), 301-309.
MENENDEZ, M. and DAGANZO, C. F., 2007, Effects of HOV Lanes on Freeway
Bottleneceks, Transportation Research Part B, 41, 809-822.
MILLER, E. J. and IBRAHIM, A., 1998, Urban Form and Vehicular Travel: Some Empirical
Findings, Transportation Research Record: Journal of The Transportation Board, 1617,18-27.
PICADO, R., A Question of Timing, Access, 17, 9-13.
RODIER, C. J. and JOHNSTON, R. A., 1997, Incentives for Local Governments to
Implement Travel Demand Management Measures, Transportation Research Part A: Policy
and Practice, 31 (4), 295-308.
SCHIMEK, P., 1996, Household Motor Vehicle Ownership and Use: How Much Does
Residential Density, Transportation Research Record, 1552, 120-125.
TAYLOR, C. J., NOZICK, L. K. and MEYBUTG, A. H., 1997, Selection and Evaluation of
Travel Demand Management Measures, Transportation Research Record: Journal of The
Transportation Board, 1598 (971114), 49-60.
TURNBULL, K. F., 2006, HOV Performance Monitoring, Evaluation, and Reporting
Handbook, High Occupancy Vehicle Pooled Fund Study, Report No: FHWA-HOP-06-072,
Virginia,U.S. Department of Transportation Federal Highway Administration.
U.S Department Of Transportation Federal Transit Administration, 1992, Variable Work
Hours
[online],
TDM
Status
Report,
Maryland,
http://ntl.bts.gov/lib/5000/5600/5647/tdmvwh.pdf [Erişim Tarihi: 15 Şubat 2014].
VANOUTRIVE, T., VIJVER, E. V. De., LAURENT, V. M., JOURQUIN, B., THOMAS, I.,
VERHETSEL, A. and WITLOX, F., 2012, What Determines Carpooling to Workplaces in
Belgium: Location, Organization or Promotion?, Journal of Transport Geography, 22, 77-86.
WANG, J. J., 1996, Timing Utility of Daily Activities And Its Impact On Travel,
Transprtation Resarch A, 30 (3), 189-206.
WILLSON, R. and SHIRAZI, E., 1991, Transportation Demand Management: Implications of
Recent Behavioral Research [online], UCTC No. 29, 1991, The University of California,
10
Journal of Life Economics
2014/1
University of California Transportation Center, http://www.uctc.net/papers/029.pdf [Erişim
Tarihi: 13 Şubat 2014].
11
Journal of Life Economics
2014/1
12
Journal of Life Economics
2014/1
THE LONG TERM MACROECONOMIC EFFECTS OF FISCAL DISCIPLINE IN
TURKEY
Res. Ass. Dr. Özge UYSAL ŞAHİN
Marmara University, Faculty of Economics,
Assoc. Prof.. Dr. Mehmet ŞAHİN
Çanakkale Onsekiz Mart University,
Biga Faculty of Economics and Administrative Sciences,
Abstract
Fiscal discipline has been an important subject in the public finance literature for a time. This
is because the Keynesian views advocating to compromise the fiscal discipline prevails and so the
macroeconomic performance is influenced negatively. As a matter of fact, a lot of studies supporting
theoretical arguments about macroeconomic effects of fiscal indiscipline has been done.
In this study, the long term macroeconomic effects of fiscal indiscipline in Turkey are tested
with using different econometric analysis. In the context of Vector Autoregression (VAR) Model,
Pairwise Granger Causality Test, Impulse-Response Test and Variance Decomposition are applied.
Keywords: Fiscal Discipline, Turkey, Macroeconomy
JEL Codes: H62, E62, C22
1. INTRODUCTION
There are different views and economic approaches about the macroeconomic effects
of fiscal discipline. Because these approaches have different economic assumptions, these
assumptions cause different foresights. There are also many application studies about the
macroeconomic affects of fiscal discipline. But the results of these studies can’t verify one of
these theories. Different results are taken from these studies.
Besides the effects of fiscal discipline on macroeconomic performance, the effects of
these macroeconomic variables on fiscal discipline are also important. Moreover, as the
establishment of fiscal discipline depends on voluntary decisions of public authorities, the
other macroeconomic variables are mostly based on the running of an economic system and
interaction of these variables. Despite most macroeconomic variables being affected from
voluntary decisions of public authorities, these are almost out of control. In this regard, the
macroeconomic effects of fiscal discipline become prominent. The macroeconomic effects of
fiscal discipline are also important to show the results of fiscal policies applied by public
authority.
2. LITERATURE
There is vast literature about the macroeconomic effects of fiscal discipline. But most
of these studies analyze the relationship between fiscal discipline and only one of these
macroeconomic variables. Analyses which examine the relationship between fiscal discipline
and multiple macroeconomic variables simultaneously are restricted. Dwyer (1982) analyzes
the effects of budget deficits in the USA for the period 1952-1978. But he couldn’t find any
13
Journal of Life Economics
2014/1
evidence about the increase in public expenditures, interest rates and money stock as a result
of budget deficits. Saunders (1989) investigates the impacts of budget deficits in USA for the
period 1979:10-1984:12. He investigates the effects of deficits on the two components of
nominal interest rates, namely the inflation rate and the real rate of interest. The causality test
results indicate that deficits affect both of these components in the case of the long-term
nominal interest rate. Deficits have adverse effects on economic growth because of reduced
capital formation at higher real rates of interest.
Guess and Koford (1984) analyze relationships between budget deficits and inflation,
GNP and private investment respectively, for seventeen OECD countries for the period 19491981. They find that deficits don’t cause changes in these variables; rather there is weak
evidence that inflation and recession caused deficits. Karras (1994) investigates the effects of
budget deficits on money growth, inflation, investment and real output growth using annual
data from a sample of 32 countries for the period 1950-1980. His findings can be summarized
as follows: (i) deficits are generally not monetized and, therefore, they do not produce
inflation via monetary expansions; (ii) deficits are not inflationary even through their
aggregate demand effects; (iii) deficits are negatively correlated with the rate of growth of
real output, but this may just reflect their countercyclical nature; and (iv) increased deficits
retard investment usually after one or two years. Al-Khedair (1996) also investigates the
macroeconomic effects of fiscal discipline in G-7 countries for the period 1964-1993. He
finds that budget deficits cause high short term interest rates in all of these countries. But
budget deficits don’t have any effect on long term interest rates. In addition, Al-Khedair also
finds that budget deficits have a negative effect on foreign trade deficits and a positive effect
on growth.
Bilgili (1999) analyzes the relationship between budget deficits and the other
macroeconomic variables consisting of interest rates, prices and exchange rates in Turkey for
the periods 1970-1997 and 1993:1-1998:7. He finds that budget deficits only affect the
exchange rate during the period 1970-1997 and don’t affect any variables during the period
1993:1-1998:7. In addition, he finds that there is a causality relationship from budget
deficits/GNP ratio to interest rates and price level. The similar causality relationship exists
between price levels and real budget deficits. For the period 1993:1-1998:7, there is no
causality relationship between budget deficits and other variables.
Ergül (1999) investigates the effects of public deficits on some macroeconomic
variables consisting of inflation, interest rates, balance of payments and economic growth.
Firstly, he investigates that there isn’t any effect of public deficits on inflation for the period
1989-1998 and then, he tests the degree of this effect. As a result, the positive directional
relationship between two variables appears. In addition, he tests the relationship between
public deficits and interest rates, foreign deficit and growth for the period 1987-1998
respectively. As a result, the bidirectional relationship between public deficits and interest
rates emerges. Public deficits cause debts, so these debts push interest rates and as a result,
increasing interest rates enlarge debt service much more and budget deficits appear again.
Similarly, the bidirectional relationship public deficits and foreign deficit is found. But it
doesn’t find the relationship between public deficits and growth as a result of the causality
test.
Direkçi (2006) analyzes the macroeconomic effects of budget deficits on some
variables consisting, money, interest rate, exchange rate and current account balance in
Turkey for the period 1990-2003. Her findings can be summarized as follows: (i) budget
deficits only affect M2 negatively; (ii) the shock which budget deficits cause has a long run;
and (iii) budget deficits cause uncertainty, lack of confidence and economic instability.
14
Journal of Life Economics
2014/1
Barışık and Kesikoğlu (2006) investigate the relationship between budget deficits and the
other macroeconomic variables consisting inflation, employment, investment, current account
deficits and growth in Turkey for the period 1987:1-2003:4. It is found that there is a
bidirectional relationship between budget deficits and inflation, current account deficit and
growth. In addition, it is found that there is a unidirectional causality relationship from
employment to budget deficits and also from growth to investment. But there is no evidence
about the relationship between investments and budget deficits.
3. MODEL
In this study, the effects of budget deficits on some macroeconomic variables
consisting of inflation, growth, unemployment rate, foreign trade deficit, domestic debt and
foreign debt in Turkey are analyzed for the period of 1950-2008. The econometric method
used is a time series approach. In this regard, firstly, the stationary of variables are examined
by using the Augmented Dickey-Fuller (ADF) test. Then, the interrelationship among
variables is tested with a vector autoregression model (VAR). Based on VAR model, Pairwise
Granger Causality Test, Impulse-Response Test and Variance Decomposition are applied.
The basic model is shown below:
BD = α + β1GRt −i + β 2 INFt −i + β 3UNEMPt −i + β 4 FTDt −i + β 5 DDt −i + β 6 FDt −i + e
The variables used in the model are shown in detail in Table 1.
Table 1. Variables and Definitions
Variables
BD
GR
INF
UNEMP
FTD
DD
FD
Definition
The Ratio of Consolidated Budget Deficits to GNP
Rate of GNP growth
GNP price deflator (percentage change)
Unemployment Rate
The ratio of Foreign Trade Deficits to GNP
The ratio of Domestic Debt Stock to GNP
The ratio of Foreign Debt Stock to GNP
Type
Endogen
Endogen
Endogen
Endogen
Endogen
Endogen
Endogen
In this study, the consolidated budget deficit/surplus is referred to fiscal discipline.
The variables of budget deficits and foreign trade deficits are taken from the web site of the
General Directorate of Budget and Fiscal Control. Unemployment rates are taken from the
book of Aziz Kutlar, called “Bilgisayar Uygulamalı Ekonometriye Giriş”, for the period of
1950-1987 (Kutlar 1998: 236-237) and from the database of the Turkish Statistical Institute
for the period of 1988-2008. Growth rates and the percentage changes of GNP price deflator
(the indicator of inflation) are taken from the publication of the Turkish Statistical Institute,
called “İstatistik Göstergeler 1923-2007” and the final year data of these variables are taken
from the database of the Turkish Statistical Institute. Data belonging to domestic debt stock
and foreign debt stock are taken from the book of Ekrem Pakdemirli which is published by
The Union of Chambers and Commodity Exchanges of Turkey, called “Cumhuriyet
Döneminin Ekonomik Büyüklükleri (1923-2002)” (Pakdemirli 2002: 13-14), and from the
publication of the Turkish Statistical Institute which is mentioned above.
The variables of budget deficits, foreign trade deficits, domestic debt stock and foreign
debt stock are taken as the ratio of GNP. The reason of why these variables are taken as the
15
Journal of Life Economics
2014/1
ratio of GNP is to eliminate inflation effects. In this regard, interrelationship among variables
can be analyzed clearly and well.
4. ANALYSIS RESULTS
In this study, the stationary of variables are examined at first, then, based on the VAR
model, the Pairwise Granger Causality Test, the Impulse-Response Test and the Variance
Decomposition are applied to test the effects of budget deficits in growth, inflation,
unemployment, foreign trade deficits, domestic debt stock and foreign debt stock for the
period of 1950-2008. The results of these analyses are shown above. All analyses are made by
the use of econometric packaged software Eviews 4.0.
To examine the stationary of variables, Augmented Dickey-Fuller Unit Root Test is
applied. The results of tests are shown at Table 2. It is seen that all variables are not stationary
in level. So the variables are tested for unit root in the first differences. It is found that all
variables in the first differences are stationary at the level of 1% for each three situations
which are intercept, trend and intercept, and none. Due to this, it is decided that these
variables can be used in the model.
16
Journal of Life Economics
2014/1
Table 2: ADF Unit Root Tests
Intercept
Trend and Intercept
None
-1.905.442
-3.897639**
-1.457.904
0
-3
0
-7.899920*
-7.856923*
-7.966812*
1.Dif
0
0
0
-5.404335*
-5.516155*
-1.283.114
GR
Level
-3
-3
-4
-6.298273*
-6.142807*
-6.363568*
1.Dif
-3
-3
-3
-1.710.394
-1.826.562
-0.947565
INF
Level
-2
0
-2
-6.768339*
-6.860634*
-6.829401*
1.Dif
-1
-1
-1
-1.621.646
-2.001.642
-0.727598
UNEMP
Level
-1
-1
-1
-4.240315*
-4.143027*
-4.136927*
1.Dif
0
0
0
-0.616100
-5.897249*
0.622360
TD
Level
-2
0
-2
-8.203795*
-8.228435*
-8.122498*
1.Dif
-1
-1
-1
-0.973802
-2.872.087
0.028079
DD
Level
-1
0
-1
-9.801840*
-9.761770*
-9.815675*
1.Dif
0
0
0
-1.205.355
-2.283.734
-0.194120
FD
Level
0
0
0
-7.918932*
-7.866627*
-7.906504*
1.Dif
0
0
0
*The optimal lag length is defined according to Akaike information criterion and 5 is taken as the
minimum lag. So the lag which gives the minimum value for AIC criterion is taken as appropriate lag
length.
BD
Level
** These signs, (*), (**), (***), show the stationary at 1%, 5%, 10% level in order.
Before estimating the VAR model, the appropriate lag length must be defined. The lag
order selection criterion is shown in Table 3. For 2 lag, the FPE criterion is at maximum value
and LR criterion is at minimum level. Besides, for 3 lag, AIC criterion is at minimum level
and for 1 lag, SC and HQ criteria are at minimum levels. 3 lag, which gives the minimum
value for the AIC criterion, is taken as the appropriate lag length for the VAR model. Because
the AIC criterion takes the minimization of mean error square and can be used for forwardlooking expectations. In this context, the VAR model results are shown in Appendix 1.
17
Journal of Life Economics
2014/1
Table 3: VAR Lag Order Selection Criteria
Lag
Length
0
1
2
3
LR
NA
8.614.485
97.16147*
6.034.762
FPE
7531043.
7170683.
3884876.*
4578857.
AIC
3.569.965
3.563.438
3.492.655
34.82891*
SC
35.95988*
3.771.620
3.882.996
4.055.391
HQ
35.79972*
3.643.495
3.642.762
3.703.047
*LR: sequential modified LR test statistic (each test at 5% level), FPE: Final prediction error, AIC:
Akaike information criterion, SC: Schwarz information criterion, HQ: Hannan-Quinn information
criterion.
After estimating the VAR model, tests about error terms and stationary of the VAR
model must be made. The stationary of the VAR model depends on eigenvalues of coefficient
matrix. If all eigenvalues of coefficient matrix are in the unit root, the model is stationary and
stable. But, if one of eigenvalues of coefficient matrix is on or out of the unit circle, the
model is non-stationary and unstable (Batmaz and Tunca 2007: 218).
Graph 1: The Stationary Graph of VAR Model
Inverse Roots of AR Characteristic Polynomial
1.5
1.0
0.5
0.0
-0.5
-1.0
-1.5
-1.5
-1.0
-0.5
0.0
0.5
1.0
1.5
Graph 1 shows that inverse roots of AR Characteristic Polynomial are in the unit
circle. It means that the model is stationary. To examine any structural problems related to the
model, VAR Residual Serial Correlation LM Test and VAR Residual Heteroskedasticity Test
are made. The results of residual serial correlation LM test are shown at Table 4.
18
Journal of Life Economics
2014/1
Table 4: VAR Residual Serial Correlation LM Test
Lags
1
2
3
4
5
6
7
LM-Stat
54.51212
42.30928
44.85378
55.95052
36.50439
48.63350
57.72839
Prob
0.2729
0.7393
0.6418
0.2302
0.9066
0.4879
0.1839
To determine any relation among error terms in the estimated VAR model, residual
serial correlation LM test is made. As a result, it is seen that there is no autocorrelation in the
model for 7 lag. To test the stability of error terms’ variance for all sample by time, a residual
heteroskedasticity test is made. The results of this test are shown in Table 5. Chi square value
shows that there is no problem of variable variance. In other words, variance of error terms is
the same for all observations.
Table 5: VAR Residual Heteroskedasticity Test
Chi-sq
df
1.190.105 1176
Prob.
0.3808
To determine the directions of causality relations among variables in the model, the
Pairwise Granger Causality Test is done. The results of the Pairwise Granger Causality Test
are shown in Appendix 2. In addition, the statistical significant results of Granger Causality
Test are shown in Table 6. As the first ones of the values in the second column are the
probability values which point out any causality relationship from the first variable to the
second variable, the second ones are the probability values which point out any causality
relationship from the second variable to the first variable. If the probability value is smaller
than 10% (ρ< 0.10), there is a causality relationship between the respective variables. The
arrows in the third column show the direction of causality between the respective variables.
19
Journal of Life Economics
2014/1
Table 6: VAR Pairwise Granger Causality
Variables
Probability Values Causality
Growth-Budget Deficit
Unemployment-Budget Deficit
Foreign Trade Deficit-Budget Deficit
Domestic Debt-Budget Deficit
Foreign Debt-Budget Deficit
Inflation-Growth
Foreign Trade Deficit-Growth
Domestic Debt-Growth
Unemployment-Inflation
Foreign Trade Deficit-Inflation
Domestic Debt-Inflation
Domestic Debt-Unemployment
Domestic Debt-Foreign Trade Deficit
Foreign Debt-Foreign Trade Deficit
0.0046 / 0.1309
0.0001 / 0.3169
0.1482 / 0.0112
0.1456 / 0.0002
0.5370 / 0.0132
0.2566 / 0.0232
0.3000 / 0.0760
0.1689 / 0.0116
0.5855 / 0.0478
0.2610 / 0.0596
0.0472 / 0.0000
0.8698 / 0.0011
0.2113 / 0.0225
0.0745/ 0.6004
Mark
+
+
+
+
-,+
As a result of the causality test, it is found that there are causality relationships in a
positive direction from budget deficits to domestic debts, foreign debts and foreign trade
deficits, and also causality relationships in the negative direction from growth and
unemployment to budget deficits. But there is no causality relationship between inflation and
budget deficits. Moreover, there are some other causality relationships among variables, out
of the variable of budget deficits. But no comment has been made about these other causality
relationships because they are out of the scope of study.
The results of the causality test are fit for findings of the VAR analysis. So, the
causality relationships can be evaluated within the frame of probability values of Pairwise
Granger Causality tests and t-statistics of VAR analysis. In this sense, the causality
relationship from growth to budget deficits is based on negative direction, because the related
coefficients in the VAR analysis are negative. So it can be said that when growth decreases,
the ratio of consolidated budget deficits to GNP increases. Similarly, the causality relationship
from unemployment to budget deficits is based on negative direction, because the related
coefficients in the VAR analysis are negative. So it can be said that when unemployment
decreases, the ratio of consolidated budget deficits to GNP increases. Besides, the causality
relationship from budget deficits to foreign trade deficits is based on positive direction,
because the related coefficients in the VAR analysis are positive. So it can be said that when
the ratio of the consolidated budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign trade
deficits to GNP also increases. Based on the same reasons, the ratio of domestic debt stock
and foreign debt stock to GNP increases when the ratio of budget deficits increases.
The impulse-response analyses support these causality results. It shows the response of
the dependent variable in the VAR system to a standard error shock in one of the error terms
and shows the impact of such shocks for several periods in the future. The impulse response
function is also important to ascertain the interaction between the given variables. In addition,
the variable which is effective on another variable is used as a political tool by means of the
impulse response function (Özgen ve Güloğlu 2004: 98).
20
Journal of Life Economics
2014/1
Impulse response functions are usually shown in graphical versions. It is generally
preferred that confidence interval which shows the significance of the shocks should be
displayed on the graphs of impulse response functions. In this sense, standard deviations are
calculated and their bounds (±2 standard deviation) are attached to the graphs of impulse
response functions. While continuous lines in the graphs show the response of the dependent
variable in the course of time to one standard error shock in the error terms of the model,
discontinuous lines show the confidence intervals for ±2 standard errors. If discontinuous
lines simultaneously exist in the positive or negative area for a given period, the response
result has statistical significance. But, if one of the discontinuous lines exist in the positive
and the other exists in the negative area for a given period, the response result isn’t
confidential statistically (Erkılıç 2006: 79).
Graph 2: Responses of Budget Deficits
Response of D(BD) to D(BD)
Response of D(BD) to D(GR)
2
2
1
1
0
0
-1
-1
-2
-2
-3
-3
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
Response of D(BD) to D(UNEMP)
3
4
5
6
7
8
9
10
9
10
Response of D(BD) to D(FD)
2
2
1
1
0
0
-1
-1
-2
-2
-3
-3
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
4
5
6
7
8
Graphs of Impulse-Response Analysis which the budget deficit gives statistical
significance responses to related variables in the model are shown in Graph 2. The budget
deficit gives statistical significance responses to the shocks which occur in itself, growth,
unemployment and foreign debt for a given period. Budget deficit gives statistical
significance and positive response in the first period to one standard error shock which occurs
in itself. Besides, it gives statistical significance and a negative responses to growth in the
21
Journal of Life Economics
2014/1
third period and to unemployment in the second period. It also gives a positive response to
foreign debt in the first period.
Graph 3: Responses of Macroeconomic Variables
Response of D(GR) to D(BD)
Response of D(UNEMP) to D(BD)
5
.6
4
.4
3
2
.2
1
0
.0
-1
-2
-.2
-3
-4
-.4
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
Response of D(TD) to D(BD)
3
4
5
6
7
8
9
10
9
10
Response of D(FD) to D(BD)
1.2
5
4
0.8
3
0.4
2
1
0.0
0
-0.4
-1
-2
-0.8
-3
-1.2
-4
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
4
9
10
5
6
7
8
Response of D(DD) to D(BD)
6
4
2
0
-2
-4
1
2
3
4
5
6
7
8
Graph 3 shows the statistical significance responses of the related variables in the
model to budget deficits. While growth and foreign trade deficit give statistical signifance and
22
Journal of Life Economics
2014/1
negative responses to budget deficit in the first period, unemployment gives statistical
signifance and positive response to budget deficit in the first period. Similarly, domestic debt
and foreign debt give statistical signifance and positive responses to budget deficit in the third
period.
Variance Decomposition Analysis makes the results of analyses above more
significant. The change in any of the variables in the model arisen from itself and from the
other variables can be distributed in percentage terms by the use of the variance
decomposition analysis. The results of this analysis are shown in Appendix 3. In this sense,
the change in budget deficit is arisen from itself at the rate 44.49%, unemployment at the rate
of 23,26%, foreign debt at the rate 12,65% and growth at the rate of 7,58%. The change in
growth is substantially from itself, foreign debt, unemployment and budget deficits
respectively. Budget deficit demonstrates 7,8% of the change in growth on average. While we
look at the results of variance decomposition of inflation, it is seen that the change in inflation
is arisen from itself, growth, foreign trade deficit, domestic debt, foreign debt and budget
deficit respectively. Budget deficit demonstrates 6,3% of the change in inflation on average.
The change in unemployment is arisen from itself, budget deficit, foreign debt, foreign trade
deficit, inflation and growth respectively. Budget deficit demonstrates 18% of the change in
unemployment on average. The change in foreign trade deficit is arisen from itself, foreign
debt, growth, unemployment and domestic debt respectively. Budget deficit only
demonstrates 5,2% of the change in foreign trade deficit on average. The change in domestic
debt is arisen from itself, unemployment, foreign debt, budget deficit and foreign trade deficit
respectively. Budget deficit demonstrates 12,1% of the change in domestic debt on average.
The change in foreign debt is arisen from itself, unemployment, budget deficit and growth
respectively. Budget deficit demonstrates 10% of the change in foreign debt on average.
5. CONCLUSION
There have been serious debates about the establishment of fiscal discipline, its
sustainability and its macroeconomic effects for a long time. After World War II, public
expenditures increased constantly as a result of adopting the idea of social state all over the
world. But public revenues didn’t reach the level of increase in public expenditures. Because
the Keynesian view was dominant in expenditure front and Supply Side Economics view was
dominant on the revenue front. By reason of Keynesian view, public expenditure increased;
but then they didn’t decrease to their former levels again. By reason of Supply Side
Economics view, tax deductions were made in 1980s; but the tax revenues didn’t increase
enough as was expected.
As a result of this trend in public expenditures and public revenues, countries were
faced with serious public deficits. The establishment and sustainability of fiscal discipline has
become a problem for developing and developed countries since the 1980s. Because
permanent and high public deficits can cause a lot of macroeconomic problem such as
inflation, high domestic and foreign debt, low growth and increase in unemployment in the
long term.
This situation appearing in economies is important to understand the interaction
between fiscal discipline and the other macroeconomic variables. On one hand, fiscal
indiscipline can affect the other macroeconomic variables negatively; on the other hand, the
other macroeconomic problems can also cause and sustain fiscal discipline. Moreover, there
can be mutual cause affect relationship.
There have been many studies about these interaction mechanisms in the related
literature. Different results were received from these studies. These differences could be
23
Journal of Life Economics
2014/1
arisen from special conditions of the analyzed countries, special conditions of the analyzed
period and differences in method of analysis.
In this study, the long-term macroeconomic effects of fiscal discipline in Turkey are
analyzed. For this purpose, different econometric analyses which support each other are used.
The results of these analyses are significant and important to understand the Turkish economy
and to establish economic policies.
The basic results of our analyses are below:
i.
ii.
iii.
iv.
v.
As growth rate decreases, the ratio of budget deficits to GNP increases
As unemployment rate decreases, the ratio of budget deficits to GNP increases
As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign trade deficits
to GNP also increases.
As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of domestic debt stock
to GNP also increases.
As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign debt stock to
GNP also increases.
These results show that the establishment of fiscal discipline is the basic element to
recover domestic debt, foreign debt and foreign trade deficits in the Turkish economy. In
addition, the establishment of fiscal discipline is based on the increases in growth rate and
unemployment rate.
Turkey, which tries to get rid of global crisis shortly and harmlessly, can face with the
serious increase in the ratios of domestic and foreign debts to GNP in the long term, if budget
deficits which increase in 2009 continue. In spite of dangerous increase in unemployment
rates; the rapid increase in budget deficits proves the effects of global crisis clearly. Growth
rate must be increased in the long-term. But, based on the medium-term program which was
announced in September 2009, it isn’t easy to see a significant increase in growth in the midterm. In addition, it isn’t expected to significantly increase in unemployment rates at least in
the mid-term. In conjunction with the alleviation in the effects of global crisis, the issue of
fiscal discipline is to be important in Turkish economy again.
24
Journal of Life Economics
2014/1
References
AL-KHEDAIR, Saud , (1996), The Impact of the Budget Deficits on Key Macroeconomic
Variables in the Major Industrial Countries (Unpublished PhD Dissertion), Florida: Florida
Atlantic University.
BARIŞIK, S. and KESİKOĞLU, F. , (2006), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Temel
Makroekonomik Değişkenler Üzerine Etkisi (1987-2003 VAR, Etki-Tepki Analizi, Varyans
Ayrıştırması)”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, LXI, 4: 59-82.
BATMAZ, N. and TUNCA, H., (2007), Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye
Yatırımlarının Bölgesel Belirleyiciler Üzerine Bir Eş Bütünleşme Analizi (1992-2003),
Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 1: 199-224.
BİLGİLİ, Faik , (1999), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Makro Ekonomik Sonuçları, Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15: 153-171.
DİREKÇİ, Tuba, (2006), Kamu Açıklarının Makro Ekonomik Etkileri: Türkiye Çalışması
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Adana: Çukurova Üniversitesi.
DPT, (2002), Sayılarla Türkiye Ekonomisi: Gelişmeler (1980-2001)-Tahminler (20022005), August 2002, http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tarih/tr/1980-01.pdf, Data accessed:
11.06.2009.
DWYER, G. P. (1982), Inflation and Government Deficits, Economic Inquiry, XX, 3, July:
315-329.
ERGÜL, Yaşar Tamer , (1999), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Makro Ekonomik Dengeler
Üzerindeki Etkileri (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.
ERKILIÇ, Serdar, (2006), Türkiye’de Cari Açığın Belirleyicileri (Uzmanlık Yeterlilik Tezi),
Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü.
GUESS, G. and KOFORD , K. , (1984), Inflation, Recession and the Federal Budget
Deficits (or, Blaming Economic Problems on a Statistical Mirage), Policy Sciences, XVII, 4,
December: 385-402.
KARRAS, Georgios, (1994), Macroeconomic Effects of Budget Deficits; Further
International Evidence, Journal of International Money and Finance, 13, 2, April: 190-210.
KUTLAR, Aziz, (2000), Ekonometrik Zaman Serileri. Ankara: Gazi Kitabevi.
ÖZGEN, F. B. And GÜLOĞLU, B., (2004), Türkiye’de İç Borçların İktisadi Etkilerinin
VAR Tekniği ile Analizi, METU Studies in Development, 31: 93-114.
PAKDEMİRLİ, Ekrem , (2002), Cumhuriyet Döneminin Ekonomik Büyüklükleri (19232002). Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
SAUNDERS, Peter J. , (1989), Federal Budget Deficits, Interest Rates and Inflation: Their
Implication for Growth, Eastern Economic Journal, XV, 3, July-September: 213-219.
25
Journal of Life Economics
2014/1
TUKSTAT , (2008), İstatistik Göstergeler 1923-2007. Ankara: Turkish Statistical Institute
26
Journal of Life Economics
2014/1
Appendix 1: Vector Autoregression Estimates
Vector Autoregression Estimates
Date: 09/15/09 Time: 10:29
Sample(adjusted): 1954 2008
Included observations: 55 after adjusting endpoints
Standard errors in ( ) & t-statistics in [ ]
D(BD)
D(BD(-1))
D(BD(-2))
D(BD(-3))
D(GR(-1))
D(GR(-2))
D(GR(-3))
D(INF(-1))
D(INF(-2))
D(INF(-3))
D(UNEMP(-1))
D(UNEMP(-2))
D(INF)
D(UNEMP) D(TD)
D(FD)
D(DD)
0.171935
D(GR)
1.139.516
1.349.380
0.182868
0.469488
0.512693
0.940963
(0.18457)
(0.63112)
-164.839
(0.10407)
(0.20700)
(0.67470)
(0.49856)
[ 0.93153]
[-1.80553] [ 0.81861] [ 1.75719]
[ 2.26803] [ 0.75989] [ 1.88737]
0.147939
-0.412848 1.275.446
0.079852
0.450268
1.711.045
1.675.641
(0.14927)
(0.51041)
(0.08416)
(0.16741)
(0.54565)
(0.40320)
[ 0.99108]
[-0.80885] [ 0.95675] [ 0.94877]
[ 2.68961] [ 3.13578] [ 4.15585]
0.108277
-0.964697 0.143544
-0.000651
0.279355
0.865705
0.793315
(0.16110)
(0.55085)
(0.09083)
(0.18067)
(0.58888)
(0.43514)
[ 0.67212]
[-1.75129] [ 0.09977] [-0.00717]
[ 1.54618] [ 1.47008] [ 1.82311]
0.057568
-0.858441 0.837781
0.023915
0.155700
0.136770
0.013595
(0.05999)
(0.20513)
(0.03382)
(0.06728)
(0.21929)
(0.16204)
[ 0.95960]
[-4.18482] [ 1.56370] [ 0.70701]
[ 2.31416] [ 0.62368] [ 0.08390]
-0.147581
-0.377718 0.467186
-0.030903
0.092678
-0.053394 -0.380462
(0.06337)
(0.21669)
(0.03573)
(0.07107)
(0.23165)
[-2.32883]
-0.110939
[-1.74313] [ 0.82548] [-0.86489]
-0.037049 1.004.098 -0.033559
-0.039611 -0.322134 -0.403247
(0.05272)
(0.18029)
(0.05913)
[-2.10410]
[-0.20550] [-2.13240] [-1.12886]
[-0.66988] [-1.67140] [-2.83146]
-0.006172
-0.000419 0.057799
0.002987
-0.033256 -0.042733 -0.068437
(0.02097)
(0.07170)
(0.01182)
(0.02352)
[-0.29434]
[-0.00584] [ 0.30866] [ 0.25268]
[-1.41421] [-0.55754] [-1.20835]
0.014957
0.089028
-0.257875 -0.023875
-0.013590 -0.094300 -0.201973
(0.01932)
(0.06608)
(0.17258)
(0.02167)
[ 0.77400]
[ 1.34737] [-1.49426] [-2.19134]
[-0.62708] [-1.33500] [-3.86950]
-0.040266
0.117340
-0.415836 -0.021318
-0.072134 -0.110294 -0.156090
(0.02616)
(0.08944)
(0.23359)
(0.02933)
[-1.53949]
[ 1.31200] [-1.78019] [-1.44555]
-1.569.184
1.637.368
2.333.651
0.038794
[-2.45905] [-1.15358] [-2.20935]
-0.827230 3.329.343 4.479.383
(0.47347)
-161.895
-422.843
(0.26696)
(0.53100)
[-3.31424]
[ 1.01137] [ 0.55189] [ 0.14532]
3.582.336 3.090.005 0.225336
1.565.110
-133.311
-143.873
(0.53577)
(0.56596)
(0.47088)
(0.18726)
(0.02973)
(0.01090)
(0.01475)
(0.17117)
[ 1.30400] [-0.23050] [-2.22266]
(0.19273)
(0.07665)
(0.07064)
(0.09561)
-173.073
(0.14242)
(0.05664)
(0.05220)
(0.07065)
-127.889
[-1.55787] [-1.92366] [-3.50254]
0.434828
2.278.503
4.069.325
27
Journal of Life Economics
2014/1
(0.48021)
-164.201
[ 3.25923]
[-2.18168] [ 0.72051] [ 0.83224]
[ 0.80739] [ 1.29802] [ 3.13724]
-1.138.755
0.525383
-0.020392 0.144042
0.642389
-0.000161 0.251354
(0.44642)
-152.647
-398.689
(0.50067)
-163.186
[-2.55086]
[ 0.34418] [-0.00511] [ 0.57226]
0.012288
0.177888
2.029.858
0.022439
[ 1.28306] [-9.9E-05] [ 0.20845]
-0.470901 -0.863676 1.386.532
(0.18808)
(0.64311)
-167.968
(0.10604)
(0.21093)
[ 0.06533]
[ 0.27661] [ 1.20848] [ 0.21160]
-0.241052
1.100.892
3.356.035
-0.222184
[-2.23247] [-1.25624] [-2.72927]
-0.641872 -0.513237 1.208.207
(0.21346)
(0.72990)
-190.637
(0.12036)
(0.23940)
[-1.12926]
[ 1.50828] [ 1.76043] [-1.84606]
[-2.68117] [-0.65775] [-2.09545]
-0.434084
-0.359863 0.355588
-0.046142
0.061973
-0.011097 -0.928564
(0.20160)
(0.68935)
(0.11367)
(0.22610)
(0.73694)
[-2.15317]
[-0.52203] [ 0.19750] [-0.40593]
[ 0.27410] [-0.01506] [-1.70519]
0.072829
-0.100007 -0.037467 -0.055513
0.125389
0.098294
0.294003
(0.06219)
(0.21265)
(0.06975)
(0.22733)
(0.16798)
[ 1.17108]
[-0.47030] [-0.06746] [-1.58317]
[ 1.79779] [ 0.43239] [ 1.75022]
-0.025911
-0.219906 -0.336437 0.046019
0.151110
0.154377
0.109888
(0.07730)
(0.26431)
(0.08669)
(0.28256)
(0.20880)
[-0.33521]
[-0.83199] [-0.48735] [ 1.05588]
[ 1.74305] [ 0.54634] [ 0.52629]
0.057563
0.422845
0.118456
-0.026802
-0.144118 -0.178464 0.241101
(0.08693)
(0.29726)
(0.77638)
(0.04902)
(0.09750)
[ 0.66216]
[ 1.42250] [ 0.15257] [-0.54682]
[-1.47818] [-0.56160] [ 1.02676]
0.020296
0.499522
-0.386578 0.009256
-0.182937 -0.041341 -0.352111
(0.07856)
(0.26863)
(0.70160)
(0.08811)
[ 0.25835]
-0.141024
[ 1.85955] [-0.55099] [ 0.20896]
0.311130 1.261.437 -0.026444
-0.059059 -0.361438 -0.247193
(0.06403)
(0.21895)
(0.07181)
[-2.20240]
-0.064871
[ 1.42102] [-2.20587] [-0.73246]
0.191175 1.356.421 -0.001780
-0.009194 -0.307619 -0.262351
(0.06559)
(0.22427)
(0.07356)
[-0.98908]
[ 0.85245] [-2.31571] [-0.04814]
[-0.12498] [-1.28308] [-1.48087]
0.065052
-0.636924 2.788.628
0.067070
-0.305082 0.795299
-0.125039
(0.24118)
(0.82469)
(0.13599)
(0.27049)
(0.65146)
[ 0.26972]
[-0.77232] [ 1.29466] [ 0.49321]
[-1.12789] [ 0.90208] [-0.19194]
R-squared
0.643668
0.644413
0.492759
0.459262
0.609947
0.507745
0.769379
Adj. R-squared
0.416911
0.418130
0.169969
0.115157
0.361732
0.194493
0.622621
Sum sq. resids
7.003.186
8.188.156
5.585.675
2.226.351
8.808.635
9.357.831
5.109.596
S.E. equation
1.456.770
4.981.224
1.301.011
0.821372
1.633.794
5.325.135
3.934.923
F-statistic
2.838.582
2.847.823
1.526.563
1.334.654
2.457.332
1.620.881
5.242.481
D(UNEMP(-3))
D(TD(-1))
D(TD(-2))
D(TD(-3))
D(FD(-1))
D(FD(-2))
D(FD(-3))
D(DD(-1))
D(DD(-2))
D(DD(-3))
C
-428.864
-180.047
(0.55540)
(0.69034)
(0.57185)
(0.58575)
-215.394
(0.27076)
(0.25171)
(0.03506)
(0.04358)
(0.04429)
(0.03610)
(0.03698)
(0.53856)
-175.537
(0.68751)
(0.78029)
(0.31778)
(0.28717)
-129.710
-120.584
(0.50802)
(0.57658)
(0.54455)
(0.23482)
(0.21220)
[-2.07632] [-0.14396] [-1.65933]
(0.23406)
(0.17296)
[-0.82241] [-1.54418] [-1.42921]
(0.23975)
(0.88163)
(0.17716)
28
Journal of Life Economics
2014/1
Log likelihood
-8.468.609
1.523.061
2.051.089
-5.317.106
9.099.369
1.559.780
1.393.379
Akaike AIC
3.879.494
6.338.403
8.258.504
2.733.493
4.108.861
6.471.928
5.866.834
Schwarz SC
4.682.427
7.141.336
9.061.438
3.536.426
4.911.795
7.274.861
6.669.768
Mean dependent
0.040982
-0.183636 0.143636
0.128545
-0.140000 0.619818
0.513273
0.873186
2.045.012
6.405.414
S.D. dependent
Determinant
Covariance
1.907.759
6.530.151
Residual
1019140.
9.267.392
Log Likelihood (d.f. adjusted)
Akaike Information Criteria
3.929.961
Schwarz Criteria
4.492.014
1.428.018
5.933.294
* The values in parentheses are t-statistics values. This sign, “*”, show the significant t-statistics
values belonging to the relationship of budget deficits with the other macroeconomic variables.
29
Journal of Life Economics
2014/1
Appendix 2: VAR Pairwise Granger Causality/Block Exogeneity Wald Tests
VAR Pairwise Granger Causality/Block
Exogeneity Wald Tests
Date: 09/15/09 Time: 10:31
Sample: 1950 2008
Included observations: 55
Dependent variable: D(BD)
Exclude
Chi-sq
df
Prob.
D(GR)
1.300.500 3
0.0046
D(INF)
2.825.507 3
0.4193
D(UNEMP) 2.218.865 3
0.0001
D(TD)
5.344.452 3
0.1482
D(FD)
2.174.224 3
0.5370
D(DD)
5.386.327 3
0.1456
All
5.781.916 18
0.0000
Dependent variable: D(GR)
Exclude
Chi-sq
df
Prob.
D(BD)
5.633.663 3
0.1309
D(INF)
4.045.790 3
0.2566
D(UNEMP) 5.056.668 3
0.1677
D(TD)
3.665.195 3
0.3000
D(FD)
2.585.557 3
0.4600
D(DD)
5.040.109 3
0.1689
All
2.293.284 18
0.1932
Dependent variable: D(INF)
Exclude
Chi-sq
df
Prob.
D(BD)
1.321.114 3
0.7241
D(GR)
9.509.145 3
0.0232
D(UNEMP) 1.937.572 3
0.5855
D(TD)
4.004.305 3
0.2610
D(FD)
0.249738 3
0.9692
D(DD)
7.942.413 3
0.0472
All
2.349.029 18
0.1724
Dependent variable: D(UNEMP)
Exclude
Chi-sq
df
Prob.
D(BD)
3.530.281 3
0.3169
D(GR)
3.148.048 3
0.3694
D(INF)
7.912.764 3
0.0478
D(TD)
4.099.577 3
0.2509
D(FD)
4.574.008 3
0.2058
D(DD)
0.714476 3
0.8698
30
Journal of Life Economics
2014/1
All
2.252.815 18
Dependent variable: D(TD)
Exclude
Chi-sq
df
D(BD)
1.109.098 3
D(GR)
6.875.583 3
D(INF)
7.422.584 3
D(UNEMP) 4.087.245 3
D(FD)
6.918.943 3
D(DD)
4.510.956 3
All
2.700.448 18
Dependent variable: D(FD)
Exclude
Chi-sq
df
D(BD)
1.074.750 3
D(GR)
3.646.142 3
D(INF)
3.610.485 3
D(UNEMP) 4.051.558 3
D(TD)
1.867.143 3
D(DD)
3.108.870 3
All
3.371.582 18
Dependent variable: D(DD)
Exclude
Chi-sq
df
D(BD)
1.937.318 3
D(GR)
1.103.085 3
D(INF)
2.289.491 3
D(UNEMP) 1.615.303 3
D(TD)
9.582.133 3
D(FD)
4.594.609 3
All
9.842.239 18
0.2094
Prob.
0.0112
0.0760
0.0596
0.2522
0.0745
0.2113
0.0789
Prob.
0.0132
0.3023
0.3067
0.2560
0.6004
0.3751
0.0137
Prob.
0.0002
0.0116
0.0000
0.0011
0.0225
0.2040
0.0000
31
Journal of Life Economics
2014/1
Appendix 3: Variance Decompositions
Variance Decomposition of Budget Deficit
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
100.0000
59.85178
44.98433
39.36254
37.31799
33.75405
32.58493
32.46773
32.32492
32.32158
44.49698
0.000000
0.000281
11.45012
10.69960
9.895577
8.562436
9.037683
8.768948
8.776310
8.706710
7.589766
0.000000
0.100806
0.101356
0.586097
0.565696
1.911489
1.945046
1.886738
1.911611
2.059733
1.106857
0.000000
35.99030
30.14083
29.58143
27.07180
23.27704
22.65823
21.97906
22.05755
21.89267
23.46489
Deficit
0.000000
7.44E-05
4.582456
4.804999
4.497362
8.435557
8.292516
8.665575
8.717139
8.823746
6.42594
Foreign
Debt
Domestic
Debt
0.000000
3.797565
2.773288
9.097670
14.59918
18.87913
19.65757
19.30854
19.25498
19.17684
12.65447
0.000000
0.259198
5.967618
5.867659
6.052392
5.180302
5.824032
6.923419
6.957482
7.018725
5.005082
Foreign
Debt
Domestic
Debt
0.000000
0.335576
1.612345
20.24001
31.54951
32.83571
32.24682
31.88627
31.84405
31.76817
21.73184
0.000000
5.592717
6.300908
4.570961
3.859952
4.671899
5.265890
5.981224
6.224524
6.332585
4.880066
Foreign
Debt
Domestic
Debt
4.558261
3.966941
6.411851
7.244369
7.969020
7.288331
10.88347
12.22979
12.91928
12.79199
8.626333
14.06630
12.67918
10.48373
11.57303
10.56645
11.26907
10.44144
9.934869
9.713176
9.669585
11.03968
Variance Decomposition of Growth
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
14.20116
10.28638
9.519888
6.702553
5.374957
6.142745
6.513788
6.452182
6.423046
6.427765
7.804.446
85.79884
78.63629
56.54229
38.36387
30.68742
28.23772
28.28605
28.09387
27.96251
27.88792
43.04967
0.000000
3.58E-05
0.608579
1.543074
1.657542
2.208673
2.348485
2.403137
2.393569
2.404297
1.495877
0.000000
5.032925
24.87225
22.84939
18.31908
16.90269
16.51949
16.42829
16.35920
16.33888
15.36221
Deficit
0.000000
0.116074
0.543738
5.730148
8.551544
9.000564
8.819473
8.755020
8.793097
8.840379
5.849022
Variance Decomposition of Inflation
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
0.449719
1.792875
3.782541
3.683804
7.232101
10.06721
9.195850
9.261555
9.120342
9.043557
6.311934
17.38601
19.54308
17.81864
17.15205
16.31517
14.80753
13.75537
13.09870
12.85480
12.69139
15.54227
58.14763
50.67708
43.84662
43.29852
40.80618
39.79602
35.98498
36.60439
35.84550
35.34927
42.03561
0.314529
2.663038
5.600692
5.421027
5.159951
5.813965
5.324196
5.145199
5.029631
5.077163
4.823486
Deficit
5.077550
8.677803
12.05592
11.62720
11.95113
10.95787
14.41469
13.72551
14.51728
15.37704
11.83819
32
Journal of Life Economics
2014/1
Variance Decomposition of Unemployment
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
19.72871
21.37368
20.26047
17.74404
16.99931
17.50614
17.41020
17.40906
17.11324
17.05466
18.259951
1.354671
5.040483
4.150420
4.797074
4.700279
4.620018
4.568345
4.552525
4.473643
4.464413
4.272187
0.000000
0.108453
5.587694
6.056966
5.780619
6.645016
6.659972
6.875269
7.018300
6.991830
5.172411
78.91662
66.22432
53.21348
47.09320
45.05226
43.44667
42.74166
42.58333
41.82970
41.72004
50.28218
Deficit
0.000000
0.185538
10.04972
9.651723
12.23481
11.78848
12.64372
12.65968
12.84187
12.93732
9.499286
Foreign
Debt
Domestic
Debt
0.000000
7.012262
6.680820
13.60588
12.96946
12.50943
12.49504
12.45182
13.30731
13.27299
10.43050
0.000000
0.055270
0.057405
1.051113
2.263261
3.484246
3.481060
3.468305
3.415935
3.558738
2.083333
Foreign
Debt
Domestic
Debt
5.526232
2.724524
9.712241
24.93535
28.87796
28.65520
28.05315
27.92525
27.77669
27.95668
21.21432
2.908462
6.990216
8.378179
6.474779
8.713158
9.291186
9.682099
9.700715
9.743029
9.749688
8.163151
Foreign
Debt
Domestic
Debt
17.50664
6.977773
4.472636
8.388968
17.90613
22.47190
21.78430
21.81610
21.65831
21.52066
16.45034
65.51322
29.47538
19.56589
18.61578
16.71903
15.59964
17.07678
16.97826
16.86933
17.18351
23.35968
Variance Decomposition of Trade Deficit
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
7.790357
5.090375
6.461301
5.038595
4.650686
4.750260
4.668299
4.648878
4.689780
4.691415
5.247994
12.55183
24.32663
24.39078
18.72579
16.76258
17.30611
17.87597
18.07390
18.01107
17.91811
18.59427
0.000000
1.992557
1.519785
1.187787
1.037769
1.175506
1.208796
1.330120
1.423447
1.418316
1.294083
4.240748
16.46837
14.69461
13.03105
11.34836
10.98381
10.78161
10.73431
10.74165
10.76098
11.378549
Deficit
66.98237
42.40733
34.84311
30.60664
28.60949
27.83793
27.73008
27.58682
27.61434
27.50481
34.17229
Variance Decomposition of Domestic Debt
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
11.96952
8.045615
17.33770
15.05965
12.60461
11.33979
11.04057
11.19569
11.51578
11.46863
12.15775
3.254156
2.008259
7.112477
6.193400
5.183656
4.822199
5.061948
5.248685
5.400561
5.415659
4.970100
0.000000
1.179284
4.970998
4.609849
4.446280
4.897785
4.878795
4.911964
5.163373
5.163106
4.022143
1.756467
41.51415
37.72357
39.04724
32.75068
28.46835
27.69059
27.47805
27.14970
27.01693
29.05957
Deficit
0.000000
10.79954
8.816732
8.085119
10.38961
12.40034
12.46703
12.37126
12.24295
12.23151
9.980409
33
Journal of Life Economics
2014/1
Variance Decomposition of Foreign Debt
Trade
Period
Budget
Deficit
Growth
Inflation
Unemployment
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Average
4.277072
6.107450
14.79705
12.13838
10.18061
10.37849
10.02179
10.05480
10.35920
10.34842
9.866326
11.37467
10.12676
11.60360
9.581834
8.238952
7.938105
8.273609
8.359383
8.369522
8.400453
9.226668
0.000000
0.451559
1.715708
1.435262
2.181754
3.535298
3.424432
3.840139
3.990289
4.049846
2.462428
0.645757
19.49236
18.97127
18.71337
15.62646
14.42488
14.02351
13.89598
13.74832
13.69242
14.32343
Deficit
0.000000
4.117194
4.020836
6.835006
7.332157
8.167795
9.507178
9.461119
9.359097
9.271693
6.807207
Foreign
Debt
Domestic
Debt
83.70250
59.63726
48.82449
50.90043
52.22999
50.69568
49.21051
48.88836
48.59539
48.22309
54.09027
0.000000
0.067410
0.067049
0.395725
4.210077
4.859751
5.538972
5.500218
5.578184
6.014074
3.223146
Cholesky Ordering: D(BD) D(GR) D(UNEMP) D(FD) D(DD) D(TD) D(INF)
34
Journal of Life Economics
2014/1
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MERKEZ BANKALARI VE MODERN MERKEZ
BANKACILIĞININ BİR ÖRNEĞİ: AVRUPA MERKEZ BANKASI
Fatma TURNA
Marmara Üniversitesi,
İktisat Fakültesi
Özet
Bu çalışma kapsamında Avrupa Merkez Bankası esas alınarak; merkez bankalarının tarihsel
gelişim süreci hakkında bilgi verilecek ve Amerikan Merkez Bankası (FED)’nın yapısına kısaca
değinilecektir. Bunun yanında Avrupa Merkez Bankası’nın kuruluşu, hedefleri, görevleri,
organizasyon yapısı, bağımsızlığı, para politikası stratejisi, para politikası araçları, ödeme sistemleri
ile senyoraj gelirleri incelenecektir. Ayrıca çalışmada Eurosistem, Avrupa Merkez Bankaları Sitemi,
Ulusal Merkez Bankaları ile TARGET/TARGET2 sistemlerine de yer verilecektir. Böylece Ekonomik
ve Parasal Birliğin sağlanmasında önemli bir kurum olan Avrupa Merkez Bankası’nın yapısal, yasal
ve teknik alt yapısı incelenmiş olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği, Eurosistem, Ulusal Merkez
Bankaları.
Jel Sınıflandırması: F33, G21, N24.
THE CENTRAL BANKS FROM PAST TO PRESENT AND AN EXAMPLE OF
MODERN CENTRAL BANKİNG: THE EUROPEAN CENTRAL BANK
Abstract
In this study, based on the European Central Bank, the historical development process/period
of central banks will be informed and the structure of Federal Reserve Bank (FED) will be discussed
briefly. Besides, the establishment of the European Central Bank, its objectives, tasks, organizational
structure, independence, monetary policy strategy, monetary policy instruments, payment systems and
its seigniorage revenues will be analyzed. In addition, the National Central Banks, the European
System of Central Banks, the Eurosystem and TARGET/TARGET2 will be discussed. In this way,
European Central Bank's structural, legal and technical infrastructure will be analyzed because it is
an important institution in providing of Economic and Monetary Union.
Key words: European Central Bank, Europen Union, Eurosystem, National Central Banks.
Jel Classification: F33, G21, N24.
1. GİRİŞ
Merkez bankalarının geçmişi 1668 yılında İsveç’te faaliyete geçen Riskbank’a kadar
gitmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlığını kazanan eski sömürge
ülkelerinin sayısındaki artışa bağlı olarak merkez bankalarının sayısı da hızlı bir şekilde
artmıştır. Merkez bankalarının ilk kuruldukları yıllarda esas amacı savaş giderlerini finanse
etmek ve bütçe denkliğini sağlamaktı. Ancak ilerleyen dönemlerde merkez bankalarına
yönelik yapılan yasal değişikliklerle merkez bankaları mevcut durumlarına gelerek modern
bir sisteme dönüşmüştür.
35
Journal of Life Economics
2014/1
Henüz çok genç bir oluşuma sahip olan Avrupa Merkez Bankası (AMB), özellikle
Alman Merkez Bankası ile Bundesbank’ı model alırken, FED’in örgütsel yapısından ve para
politikası deneyimlerinden de yararlanmıştır. Bu kapsamda AMB geçmişe yönelik bir
yüzyılın bilgeliğini oluşturan somut örneği oluşturmaktadır.
2. MERKEZ BANKALARININ TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ
Paranın tarihi çok eskilere dayanmakla birlikte para icat edilmeden önce deniz
kabuğundan kıymetli metallere kadar birçok mal, değişim aracı olarak kullanılmıştır. Yine ilk
kâğıt paranın M.S. 806 yılında Çin’de kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Batıda ise ilk kâğıt para
17. yy’ın sonlarında yani yaklaşık 1690’lı yıllarda, ABD’de Massechusetts Hükümeti
tarafından basılırken, İngiltere’de ise “Goldsmiths”ler tarafından basılmıştır (TCMB, 2014).
Osmanlı Dönemi’nde ise bankacılık faaliyetleri hazine, darphane, sarraflar, vakıflar,
bedestenler ve loncaların yüklendiği değişik rollerin bir araya gelmesiyle yerine getiriliyordu.
İlk Osmanlı parası Akçe 1326 yılında, ilk altın sikke Sultani ise 1477 yılında bastırıldı.
“Kaime” adında olan aynı zamanda hazine bonosu yerine de kullanılabilen bu banknotlar ilk
kez 1843 yılında bastırıldı. 1844 yılında ise “Mecidiye” adında yeni altın ve gümüş paralar
bastırılarak iki metalli bir para sistemine geçildi (Yılmaz, 2006).
1668 - İsveç Bankası (Riksbank): Dünya’nın ilk merkez bankasıdır. Kar amacı gütmekten
ziyade, özel ticari bir banka olarak ortaya çıkmıştır. Hollandalı bir işadamının
yardımıyla İsveç’te kurulduğu bilinmektedir.
1694 - İngiltere Bankası (The Bank of England): Fransa ile Dokuz Yıl Savaşları’nın
finansmanını sağlamak üzere kurulmuştur. Ayrıca İskoç işadamı Willeam Peterson
tarafından Londra’da kurulduğu bilinmektedir (Hoca, 2008).
1791 - First Bank of United States: Özel statüde kuruldu; para basımı ve sirkülasyonu
konusunda faaliyet gösterdi. 25 yıl sonra bu bankanın yerine 1812 Savaşı’nın
borçlarını fonlamak amacıyla 1816 yılında “The Second Bank of United States”
kuruldu.
1800 - Fransa Merkez Bankası (Banque de France): 19. yy ortalarına kadar özel ticari
banka statüsünde kuruldu. 1945 yılında kamulaştırıldı.
1816 - The Second Bank of United States: 1812 Savaşı’nın borçlarını fonlamak amacıyla
1816 yılında kurulup 1840’ların sonlarında kapatıldı (Sayılgan, 1996).
1847-
Bank-ı Dersaadet: Galata bankerleri tarafından kurulmuştur. Osmanlı
İmparatorluğu’nda İlk defa dış ödemeleri düzenleme işlevini üstlenen bir banka
oluşturulmuştur.
1856 - Osmanlı Bankası (Ottoman Bank): 1856 yılında İngiltere kralının bir fermanı ile
İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası kuruldu. Merkezi Londra’daydı. Küçük miktarlarda
kredi vermek, hükümete avans vermek ve bazı hazine bonolarını iskonto etmek gibi
sınırlı görevleri bulunmaktaydı (Yılmaz, 2006).
1863 - Bank-ı Osmanii Şahane: 1863 yılında Osmanlı Bankası kendini feshederek, İngiliz ve
Fransız ortaklığı şeklinde yeniden örgütlenmiştir. Böylece devlet bankası niteliği
kazanmıştır.
1875 - Reichsbank: Almanya’nın siyasi birliğinin tamamlanmasıyla birlikte ülke sınırları
içerisindeki 33 bankanın banknot ihraç etme yetkisi vardı. 1875’te çıkartılan yasayla
yetki devri gerçekleştirilerek Reichsbank’a merkez bankası rolü verildi (Oktar, 1996).
1913 - Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve Bank System/FED): FED,
Washington’da bulunan bir merkezi hükümet dairesi olan Yönetim Kurulu ve on iki
36
Journal of Life Economics
2014/1
tane Bölge Merkez Bankasından (Federal Reserve District Banks) oluşan bir merkez
bankasıdır (Karadağ, 2007).
1930 - TC Merkez Bankası: 3 Ekim 1931 de 1715 sayılı kanunla faaliyete geçmiştir. 1970 de
1211 sayılı kanun gelerek, eski 1715 sayılı kanun değiştirilmiştir. 2001 de 1211 sayılı
kanunun yerine 4651 sayılı kanun getirilmiştir. En son 2008’de ise 4651 sayılı
kanunun yerine 5787 sayılı kanun getirilmiştir.
1957 - Alman Merkez Bankası (Bundesbank): Sermayesi bütünüyle kamuya ait olan
Bundesbank, bağımsız merkez bankalarının kuruluşuna öncülük etmiştir. Bazı temel
konularda hükümete karşı sorumlulukları bulunmasına rağmen, birçok yönden oldukça
geniş yetkilere sahiptir (para politikasının formülasyonu ve hedeflerinin seçimi, para
arzının düzenlenmesi gibi) (Oktar, 1996).
1994 - Avrupa Merkez Bankası/AMB (The European Central Bank/ECB): AMB 1994
tarihinde Frankfurt’ta kurulmuştur. 1998 Avrupa Para Enstitüsü’nün görevlerini
AMB’ye devretmesiyle AMB 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren resmi olarak göreve
başlamıştır.
3. AMERİKAN MERKEZ BANKASI (FEDERAL RESERVE SYSTEM-FED)
Avrupa Merkez Bankası (AMB) konusuna girmeden önce Amerika Birleşik
Devletleri’nin (ABD) Merkez Bankası olan Federal Rezerv Sistemi (FED)’ne kısaca
değinmek, AMB’nin FED’in örgütsel yapısından ve para politikası deneyimlerinden
yaralanması bakımından uygun olacaktır. Amerikan ekonomisinin temelini oluşturan FED,
daha esnek daha güvenli daha istikrarlı para ve finansal bir sistem oluşturmak adına 1913
yılında Amerikan Kongresi tarafından kurulmuş olup; yıllar boyunca bankacılık ve
ekonomideki rolü genişlemiştir (FED, 2014). Ayrıca FED ülkede tek bir merkez bankasından
oluşmamaktadır. ABD’nin birçok ticari bankalara sahip olması, federal bir yapıda bulunması
ve ülkenin tek bir merkez bankası yapısına olumsuz bakışı FED’in 12 bölgeye ayrılmasına
neden olmuştur. Böylece 12 Federal Rezerv Bankası’ndan oluşan bir merkez bankaları sistemi
oluşturulmuştur (Yılmaz, 2006).
FED’in görevleri genel olarak dört kısma ayrılmaktadır (FED, 2014):
• Maksimum istihdam, istikrarlı fiyatlar ve orta ve uzun vadeli faiz oranları ile
birlikte ekonomideki para ve kredi koşullarını etkileyerek ülkenin para
politikasını yürütmek.
• Ülkenin bankacılık ve finansal sisteminin güvenliğini sağlamak ve tüketicilerin
kredi haklarını korumak için bankacılık kurumlarının düzenlenmesini ve
denetlenmesini sağlamak.
• Finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek sistemik risk içeren finansal sistemlerin
istikrarını korumak.
• Ülkenin ödemeler sisteminin işleyişinde önemli bir rol oynayan yabancı resmi
kuruluşlara, ABD hükümetine ve mevduat kuruluşlarına finansal hizmetler
sağlamak.
4. AVRUPA MERKEZ BANKASI-AMB ( THE EUROPEAN CENTRAL
BANK-ECB)
AMB 1 Haziran 1994 tarihinde Frankfurt’ta kurulmuştur. Esas amacı Ekonomik ve
Parasal Birliğin (EPB) üçüncü aşaması (1 Ocak 1999-en geç 30 Haziran 2002) için gerekli
olan yapısal, yasal ve teknik alt yapı çalışmalara ve ön hazırlıkları tamamlamak olan görevleri
yerine getirmektir. AMB, bu görevleri Avrupa Para Enstitüsü (APE)’nden 1 Haziran 1998
37
Journal of Life Economics
2014/1
tarihinde devralmış ve 1 Temmuz 1998 tarihinde resmi olarak göreve başlamıştır (Gedikkaya
ve Gürler, 1999).
AMB 1 Ocak 1999’dan beri euro bölgesindeki para politikasını yürütmekle
sorumludur. Euro bölgesi ise 1999 yılının ocak ayında para politikası sorumluluğunun 11
Avrupa Birliği (AB) üye devletlerinin ulusal merkez bankalarından AMB’ye transfer
edilmesiyle oluşmuştur. Euro bölgesine 2001 yılında Yunanistan, 2007 yılında Slovenya,
2008 yılında Kıbrıs ve Malta, 2009 yılında Slovakya, 2011 yılında Estonya ve son olarak
2014 yılında Letonya katılmıştır. Böylece uluslarüstü yeni bir kurum olan AMB ile euro
bölgesinin oluşumu, Avrupa entegrasyonunun uzun ve karmaşık süreci içinde bir dönüm
noktası oluşturmuştur (ECB, 2014).
AMB’nın tek para politikası için yasal dayanağı, Avrupa Topluluğu’nu kuran antlaşma
(Maastricht Antlaşması-MA) ile Avrupa Merkez Bankaları Sistemi (AMBS) ve Avrupa
Merkez Bankası Tüzüğü’nden oluşmaktadır. 1 Haziran 1998’de onaylanan Bu Tüzük, AMB
ve AMBS tarafından oluşturulmuştur. AMB esas olarak, Eurosystem ile AMBS’nin
çekirdeğini oluşturmaktadır. Böylece AMB ve Ulusal Merkez Bankaları (UMB) APE’nün
görevlerini yerine getirmekle yükümlü olmuşlardır. Ayrıca AMB Uluslararası Kamu Hukuku
(Devletler Umumi Hukuku) çerçevesinde tüzel kişiliğe de sahiptir (ECB, 2014).
4.1. Hedefleri ve Görevleri
AMBS ve Eurosistem’in görevleri, Avrupa Topluluğu’nu oluşturan antlaşmada
(Maastricht Antlaşması-MA) ve AMB ile AMBS’nin Tüzüğü’nde belirtilmiştir. Söz konusu
antlaşma ise bütün AB üye devletlerinin nihayetinde euroyu kabul edeceğini öngörerek
hazırlandığından Eurosistem’i değil AMBS’yi ele almaktadır. Nitekim AMBS, bütün AB üye
devletlerinin ulusal merkez bankaları ile AMB’den oluşur iken; Eurosistem para birimi euro
olan AB üye devletlerinin ulusal merkez bankaları ile AMB’den oluşmaktadır (md. 282(1)).
Dolayısıyla para birimi euro olmayan AB üye devletleri bulundukça, eurosistem ile AMBS’yi
ayrı tutmak yerinde/gerekli olacaktır.
AMB’nin temel hedefleri şunlardır:
• Temel amacı fiyat istikrarını sağlamak,
• Topluluğun genel ekonomi politikalarını desteklemek,
• Yüksek istihdam seviyesini, sürdürülebilir ve enflasyonist olmayan büyümeyi
gerçekleştirmektir.
Bunlar AB’nin hedeflerine ulaşabilmesinde ve genel ekonomik politikaların
desteklenmesi bakımından önemlidir. Üstelik bu hedefler sadece AMB’nin değil, bir bütün
olan AB’nin de hedeflerini oluşturmaktadır. Bu anlamda Eurosistem fiyat istikrarını
sağlamada, yüksek düzeyde istihdamı ve uygun ekonomik ortamı elde edebilmesi bakımından
açık bir hiyerarşi kurarak önemli bir katkı sağlamaktadır.
AMB’nin temel görevleri ise şu şekilde sıralanmaktadır:
• Euro bölgesi için para politikasını tanımlamak ve uygulamak,
• Döviz işlemlerini yürütmek,
• Euro bölgesi ülkelerin resmi döviz rezervlerini tutmak ve yönetmek (portföy
yönetimi),
• Ödeme sistemlerinin düzgün çalışmasını sağlamaktır,
Bunun yanında AMB’nin bir takım ek görevleri de bulunmaktadır:
• Banknotlar: AMB Euro Bölgesi içinde banknotların ihracı konusunda yetki
verme hakkına sahiptir.
38
Journal of Life Economics
2014/1
• İstatistikler: AMB görevlerini yerine getirebilmek için gerekli olan istatistiksel
bilgileri UMB’lerin işbirliği ile ya ulusal makamlardan ya da direk ekonomik
birimlerden toplamaktadır.
• Finansal İstikrar ve Denetim: Eurosistem, finansal sistemin istikrarı ve kredi
kuruluşlarının basiretli denetimi ile ilgilenen yetkili makamlar tarafından
izlenen politikaların etkin bir şekilde yapılmasına katkıda bulunmaktadır.
• Uluslar arası ve Avrupa İşbirliği: AMB Eurosistem’e verilen görevler
hakkında hem AB içinde hem de uluslararası düzeydeki forumların çalışmaları
ile bu forumlarla ilgilenen kurum ve kuruluşların ilişkili çalışmalarını
sürdürmektedir (ECB-Tasks, 2014).
5. EUROSİSTEM (EUROSYSTEM)
Eurosistem, Avrupa Merkez Bankası ve Euro bölgesindeki 18 ülkenin UMB’lerden
oluşmaktadır. Eurosistem ve AMBS, euro bölgesi dışında AB üyesi ülke olduğu sürece
görevlerini sürdürecektir (ECB-Eurosystem, 2014). Euro’yu benimseyen 18 AB üyesi ülke
arasındaki ayrımı ifade etmek amacıyla pratikte kullanılan Eurosistem bir anlamda Amerikan
Merkez Bankası gibi bir sistemdir. Ancak AB, tam bir siyasi bütünleşmeye sahip olmadığı
için Eurosystem’i federal olmaktan daha çok Maastrich Antlaşması ile getirilen “subsidiarite”
ilkesine göre düzenlenmiş bir sistem olarak değerlendirmektedir. Subsidiarite kavramı ise
merkez ile yerel yönetimler arasında görev ve yetki paylaşımı konusunda kullanılan anayasal
bir ilke olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda subsidiarite ilkesi üye devletler ile AB organları
arasında görev ve yetki paylaşımı konusunda bir denge unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şüphesiz bu ilkenin benimsenmesinde üye ülkeler arasında görev ve yetkinin tek bir elden
yürütülmesine engel olabilme düşüncesi yatmaktadır (Bozkurt ve Özcan, 2001).
6. AVRUPA MERKEZ BANKALARI SİSTEMİ-AMBS
SYSTEM OF CENTRAL BANKS-ESCB)
(EUROPEAN
Avrupa Parasal Birliği (APB)’in sürdürülebilmesi için gerekli kurumsal organlardan
bir tanesi AMB’dir. AMB, AB üyesi 28 ülkenin UMB’leri ile birlikte AMBS’yi oluşturur.
AMBS’de bir ulusal bankanın euroyu benimsemiş olup olmamasına göre bir ayrıma
gidilmemektedir (ECB, 2014). Sistem, bütünü itibariyle tüzel bir kişiliğe sahip değildir.
Ancak ortak bir kurallar bütünü tarafından yönetilen ve kendisine verilen görevler
çerçevesinde işlevini sürdürecek olan AMB ve UMB tüzel kişiliğe sahip olduklarından,
AMBS’nin karar organları olan Yönetim Konseyi, Yürütme Kurulu ve Genel Konsey,
AMB’nın karar organları tarafından yönetilmektedir (Yücememiş, 2005).
AMBS, öncelikli hedefi fiyat istikrarını sağlamak ve ona uygun para politikaları
belirlemek ve uygulamaktır. Euro alanı içerisinde para arzının kontrolünden, faiz oranlarının
seviyesi ve vade yapısından, sistemdeki kredi miktarı ve şartlarının belirlenmesinden sorumlu
olmasının yanında denetim politikaları geliştirmek, TARGET sisteminin etkin bir şekilde
işleyişini sağlamak gibi temel hedef doğrultusunda yapması gereken görevlerden de
sorumludur. AMBS, bütün bu görevleri yerine getirirken üye ülkelerin Merkez Bankaları ile
işbirliği yaparak gerçekleştirmektedir. Yine AMBS bu kapsamda uygulayacağı politikalar için
gerekli olan istatistikî verileri toplamakta, derlemekte ve yayınlamaktadır (Demirhan, 2003).
Söz konusu bu görevler yerine getirilirken, AMB ve UMB’nin tamamen bağımsız olmaları
önem arz etmektedir. Yine uygulanan politikaların güvenilirliği ve denetimi açısından AMB
hesap vermekle yükümlüdür.
39
Journal of Life Economics
2014/1
7. ULUSAL MERKEZ BANKALARI-UMB (NATIONAL CENTRAL BANKSNCBs)
AB Antlaşması ve AMBS Tüzüğü ile UMB, AMBS’nin tamamlayıcı bir parçası olarak
görülmüş ve UMB’nin APB’in gereklerini karşılamak üzere uyumlu hale getirilmesi
öngörülmüştür. Buna göre; “Her üye devlet, kendi milli merkez bankasının statüsü de dâhil
olmak üzere milli mevzuatının bu Antlaşma ve AMBS Tüzüğü ile en geç AMBS’nin
gerçekleştirilmesi tarihine kadar uyumlu olmasını gözetir” şeklinde hüküm belirtilmiştir.
Böylece UMB, APB’nin 1999 yılında başlayan 3. aşamasından önce merkez bankası statüleri
ile ilgili mevzuatının Maastrich Antlaşması (MA) ve AMBS Tüzüğü hükümleriyle uyumlu
hale getirilmiştir. Bu uyumlaştırma sonucunda UMB’lere uygulanan hukuk, Topluluk hukuku
haline getirilmiş ve Eurosistem’i oluşturan AB üyesi UMB’lerin statülerine geçmiş bir cümle
ile UMB’ler artık Eurosistem’in bir parçası olarak faaliyet göstermişlerdir (Alparslan, 1997).
AMBS’nin temel hedefi fiyat istikrarıdır. Bu kapsamda UMB’lerinde temel amacı da
fiyat istikrarı olmaktadır. Bu iki birimin temel amaçları uyumlu olduğu sürece, AMBS
UMB’lerin genel ekonomi politikalarını desteklemektedir (ECB-Tasks, 2014). Bu çerçevede,
UMB’lerin çeşitli görevlerinden en önemlileri şunlardır (Yücememiş, 2005):
• AMB tarafından alınan para politikası kararlarını uygulamak,
• Döviz rezervlerini tutmak ve yönetmek,
• Para politikası araçlarının kullanımında bankalar ile yapılması gerekli olan
işlemleri gerçekleştirmek,
• Ödemeler Dengesi’nin sağlanmasında üzerlerine düşen görevi yerine getirmek,
• Bankacılık sistemi, ödemeler sistemi ve mali denetim sisteminin düzgün ve
etkin çalışmasını sağlamak,
• Uluslararası para politikası ilişkilerinde gerekli etkinliği sağlayarak istatistikî
verileri oluşturmaktır.
UMB’lerin AMBS içindeki konumları ikili bir yapı arz eder. Bir tarafta EPB’ye dâhil
olup ortak para birimi olarak Euro’yu benimseyen üyelerin oluşturduğu grup (Eurosistem) yer
alırken, diğer taraftan Eurosistem’in dışında kalan ve ortak para birimi olarak Euro’yu
benimsemeyen üye ülke UMB’lerinin oluşturduğu grup yer almaktadır. Birinci grupta yer
alanlar, Eurosistem’e dâhil olan ülkeler olup, para politikasına ilişkin denetim yetkilerini
AMBS’ye devretmişlerdir. Bu UMB’ler AMBS’nin tamamlayıcı bir parçası olup, her ne
kadar kendi ulusal para politikalarını uygulamakla yükümlü olsalar bile, AMB’nin para
politikalarına uymak ve koyduğu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek zorundadırlar
(Karadağ, 2007). Ancak Eurosistem’e üye olmayan Birlik üyesi ülke UMB’lerinin böylesi bir
zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu gruptakilerin AMBS içinde özel bir konumları vardır. Bu
merkez bankaları diğerlerinden farklı olarak kendi ulusal para politikalarını serbestçe
yürütebilmektedirler. Yani; Eurosistem dışındaki bu bankalar tek para sistemi ile ilgili
kararlara katılma ve bu kararları uygulama hakkına sahip değillerdir. Dolayısıyla UMB
başkanları Yönetim Konseyi’nin üyesi olamamakta ve Eurosistem’in para politikası gibi
önemli faaliyetlerine de katılamamaktadır (Karadağ, 2007). AMBS tüzel kişiliğe sahip
değilken, bu sistemi meydana getiren AMB ise tüzel kişiliği sahiptir. Aynı şekilde Sistemi
oluşturan UMB’lerin de kendi ülkelerinin ulusal mevzuatlarına göre tüzel kişilikleri
bulunmaktadır.
40
Journal of Life Economics
2014/1
8. AVRUPA MERKEZ BANKASININ ORGANİZASYON YAPISI
8.1.
Yönetim Konseyi (Governing Council)
Yönetim Konseyi, AMB’nin en üst karar organıdır. AMB Yönetim Konseyi; Yürütme
Kurulu’nun 6 üyesi ile eura alanına katılan 18 üye ülkenin UMB guvernörlerinden
oluşmaktadır.
Yönetim Konseyi’nin başlıca sorumlulukları şunlardır:
• Eurosistem’e verilen görevlerin performansını oluşturmak için gerekli kararları
almak ve bu kuralları benimsemek.
• Euro bölgesi için para politikasını formüle etmek. (parasal hedeflere ilişkin
kararlar, Eurosistem’deki rezerv arzlarına ilişkin kararlar, önemli faiz
oranlarına ilişkin kararlar).
Yönetim Konseyi genellikle Frankfurt’ta ayda iki kez toplanır. Her ayın ilk
toplantısında Yönetim Konseyi ekonomik ve parasal gelişmeleri değerlendirmekte ve bu
değerlendirmelere göre aylık para politikası kararı almaktadır. İkinci toplantıda ise; Konsey
çoğunlukla AMB ve Eurosistem’in sorumlulukları ile diğer görevlerine ilişkin konularda
tartışmaktadır. Bu toplantılardaki tutanaklar yayınlanmasa bile, para politikası kararları her
ayın ilk toplantısından kısa bir süre sonra düzenlenen basın toplantısında ayrıntılı olarak
açıklanır(ECB- Governing Council, 2014).
8.2.
Yürütme Kurulu (Executive Board)
AMB Yürütme Kurulu, AMB Başkanı, AMB Başkan Yardımcısı ve dört üyeden (para
ve bankacılık alanında uzman) oluşmaktadır. Tüm üyeler Avrupa Konseyi tarafından nitelikli
çoğunlukla atanır. Yürütme Kurulu’nun başlıca sorumlulukları şunlardır:
• Yönetim Konseyi’nin toplantılarını hazırlamak,
• Yönetim Konseyi tarafından belirlenen ilkelere ve kararlara göre para
politikasını yürütmek ve Euro alanındaki UMB’lere gerekli talimatları vermek,
• AMB’nin günlük işlerini yürütmek,
• Yönetim Konseyi tarafından kendisine verilen bazı yetkileri kullanmaktır. Bu
yetkiler bazı düzenleyici nitelikleri içerir.
Yürütme Kurulu, bu görevlerini yerine getirebilmek için haftada en az bir kez
toplanmaktadır (ECB-Executive Board, 2014).
8.3.
Genel Konsey (General Council)
AMB Genel Konsey’i AMB Başkanı, Başkan Yardımcısı ve 28 AB üyesi ülkenin
UMB guvernörlerinden oluşmaktadır. Başka bir değişle; 18 Euro bölgesi ülkelerin temsilcileri
ile Euro bölgesine girmeyen 10 ülkeyi kapsamaktadır.
Genel Konsey toplantılarına, AMB’nin Yürütme Kurulu’nun diğer üyeleri, AB
Konseyi Başkanı ve Avrupa Komisyonu’nun bir üyesi katılabilir. Ancak oy hakları
bulunmamaktadır (ECB-General Council, 2014).
Genel Konsey, AMB’nın APE’den devraldığı işler ile Parasal Birliğe bazı üyelerin
katılmaması sebebiyle ortaya çıkan ve Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB)’in üçüncü
aşamasında yapılması gereken işleri yürütmektedir. Bu nedenle Genel Konsey’in öncelikli
görevi, Euro bölgesine dâhil olmayan üye ülkelerin uyum kriterleri ile ilgili raporlar
hazırlamaktır (Yücememiş, 2005).
41
Journal of Life Economics
2014/1
Genel Konsey’in başlıca sorumlulukları şunlardır (ECB-General Council, 2014):
• AMB’ye danışmanlık hizmeti vermek,
• İstatistiksel bilgi toplamak,
• AMB’nin yıllık raporlarını hazırlamak,
• UMB’ler tarafından kullanılmakta olan muhasebe ve raporlama sistemlerinin
standardizasyonu için gerekli kuralları oluşturmak,
• Anlaşmada belirtilenler dışında AMB’nın sermayesine katılım için gerekli olan
kılavuzu oluşturmaya ilişkin önlemleri almak,
• AMB personelinin istihdam şartlarını belirlemek,
• Euro karşısında dezavantaja sahip olan AB üyelerinin para birimleri
değiştirilemeyecek biçimde döviz kurlarına sabitlenmesi için gerekli
hazırlıkları yapmaktır.
AMB ve AMBS Tüzüğü’ne göre Genel Konsey, tüm AB üyesi ülkelerin tek para
birimini kabul ettikleri zaman dağılacağı belirtilmiştir. Ayrıca Genel Konsey, yukarda sayılan
görevleri yerine getirmek için üç ayda bir Yönetim Konseyi toplantıları ile aynı günde
toplanmaktadır (ECB-General Council, 2014).
8.4.
Alt Komiteler
Alt komiteler, Yönetim Konseyi tarafından kurulmuştur. Bu komiteler AMB karar
alma mekanizmasının işleyişinde yardımcı olan organlar olup, yetki alanlarına giren
konularda karar alınmasına ve karar alma süreçlerine ilişkin uzmanlıklarını sunmaktadırlar.
Bu komiteler, AMB ve Euro alanı UMB üyelerinden meydana gelmiştir. Genel Konsey’i
ilgilendiren konuların olması durumunda Euro alanı dışında kalan UMB’lerin temsilcileri
komitelerde yer alabilmektedir. Alt komiteler Yönetim Kurulu vasıtasıyla Yönetim
Konseyi’ne rapor sunarlar (Karadağ, 2007).
Bu komiteler şunlardır (ECB-Organisation, 2014):
• Muhasebe ve Parasal Gelir Komitesi (Accounting and Monetary Income
Committee -AMICO): Muhasebe, finansal raporlama ve parasal gelir dağılımı
ile ilgili tüm Eurosistem konularında danışmanlık hizmeti vermektedir.
• Banknot Komitesi (Banknote Committee-BANCO):
Tüm banknot
politikaları ile ilgili konularda danışmanlık hizmeti vermenin yanında, banknot
üretim ve ihracatının stratejik planlanmasına yardımcı olur.
• Kontrol Komitesi (Committee on Controlling-COMCO): Eurosistem
çapında maliyet yönetimini yaygın hale getirmeye ve uygulamasına yardımcı
olur.
• Eurosistem/AMBS İletişim Komitesi (Eurosystem/ESCB Communications
Committee - ECCO): İç ve dış sistemdeki iletişim politikasına yardımcı olur.
• Eurosistem IT Yürütme Komitesi (Eurosystem IT Steering CommitteeEISC): Eurosistemde IT kullanımının sürekli gelişimini yürütme yetkisiyle
2007 yılında kurulmuştur.
• Finanasl İstikrar Komitesi (Financial Stability Committee-FSC): Finansal
sistem istikrarında ve kredi kuruluşlarının denetiminde görevlerini yerine
getirmek için karar verme organlarına yardımcı olur.
42
Journal of Life Economics
2014/1
• Bilgi Teknolojisi Komitesi (Information Technology Committee-ITC):
Ortak operasyonel sistemleri destekleyen iletişim altyapılarının ve Information
Technology (IT) ağlarının uygulanmasına, geliştirilmesine yardımcı olur.
• İç Denetim komitesi (Internal Auditors Committee-IAC): Eurosistem /
AMBS düzeyinde ortak operasyonel sistemleri ve ortak projeleri
denetlemesinin yanında Eurosistem operasyonlarını denetlemek için yaygın
standartlar geliştirir.
• Uluslararası İlişkiler Komitesi (International Relations Committee-IRC):
Uluslararası ilişkiler alanında ortak ilgi alanına giren konularda görüş alışverişi
sağlayan bir forum gibi AMB’nın uluslararası işbirliği ve hareketleri
konusunda yasal görevlerine yönelik performanslarına yardımcı olur.
• Hukuk Komitesi (Legal Committee-LEGCO): AMB’nin yasal görevinin
yerine getirilmesi için hukuki danışmanlık hizmetleri sunmaktadır ve
Eurosistem işlemleri için yasal düzenlemeler hazırlar.
• Piyasa İşlemleri Komitesi (Market Operations Committee-MOC): AMB
dış rezervlerinin yönetimi ile bu ERM II operasyonu ile ilgili olan döviz
işlemlerini ve para politikası işlemlerini yürütmeye yardımcı olur.
• Para Politikası Komitesi (Monetary Policy Committee-MPC): Esas olarak
para ve kur politikasının formülasyonu ile ilgili uzun vadeli ve stratejik
konularda danışmanlık yapmasıyla birlikte, Eurosistem personel projelerinden
de sorumludur.
• Ödeme ve Mutabakat Sistemleri Komitesi (Payment and Settlement
Systems Committee-PSSC): TARGET2 hizmeti ve işlemlerinde, Tek Euro
Ödeme Bölgesi (SEPA)’ni başarmada katalizör rolünü izleme ve tanımlamada,
genel ödeme sistemleri politikası ve bu politikaların gözetimi ile menkul
kıymet takas ve ödeme durumlarında, merkez bankaları için faiz konularında
danışmanlık hizmeti sunar.
• Risk Yönetimi Komitesi (Risk Management Committee-RMC): Piyasa
işlemlerinden kaynaklanan risklerin denetimine göre Eurosistem için uygun bir
koruma seviyesine ulaşmada karar verme organlarına yardımcı olmaktadır.
• İstatistik Komitesi (Statistics Committee-STC): Esas olarak UMB’lerin
yardımıyla toplanan istatistikî bilgilerin derlenmesi ve düzenlenmesi
konusunda tavsiyelerde bulunur.
• Bütçe Komitesi (Budget Committee-BUCOM): 1998 yılında Yönetim
Kurulu tarafından kurulmuştur. AMB’nin bütçe ile ilgili konularının Yönetim
Kurulu’na doğrudan raporlanmasına yardımcı olur.
• İnsan Kaynakları Konferansı (Human Resources Conference-HRC): 2005
yılında kurulmuştur ve tüm AB merkez bankalarının personel başkanlarını
kapsamaktadır.
9. AMB’NİN BAĞIMSIZLIĞI
AMB, temel amacı olan fiyat istikrarını oluşturmada ortak bir para politikası
belirlemektedir. Para politikasının en önemli özelliği ise bölünemez oluşudur. Bu nedenle
ortak bir para politikasının uygulanmasında merkezi bir karar almanın ve ortak kurallar
bütününden oluşan bir yapının gerekliliği sonucunda, milli merkez bankalarından oluşan
43
Journal of Life Economics
2014/1
AMBS oluşturulmuştur. Yani milli merkez bankaları AMBS’nin birer parçası olarak önemli
bir rol üstlenmekte ve bundan dolayı kendilerine düşen görev gereği AMBS’nin gerektirdiği
koşullarda ve aynı ölçüde bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir (Alparslan, 1997).
AMB’nin bağımsızlığı fiyat istikrarının sürdürülebilirliği için önem arz etmektedir. Nitekim
bu durum, AMB’nin ampirik delilleri ve geniş teorik analizleri tarafından desteklenmektedir.
AMB bağımsızlığının gerek Antlaşma olarak gerekse Tüzük olarak kurumsal çerçevesi
belirtilmiştir (ECB-Independence, 2014). AMB’nin bağımsızlığına yönelik hükümleri şöyle
özetleyebiliriz:
MA’nın 104. Md. göre AMB ve Ekonomik ve Parasal Birliğe üye ülkelerin ulusal
merkez bankaları AB’ye dâhil kuruluşlara, merkezi hükümete, kuruma kredi tanıması, açık
hesap sunması yasaklanmıştır (Yılmaz, 2006). MA’nın 105. Md. göre AMBS’ye atfedilen
fiyat istikrarını sağlama görevi, AMB ile birlikte milli merkez bankalarının da temel hedefi
olmaktadır. Söz konusu maddede milli merkez bankalarının hedefleri AMBS için tanımlanan
hedeflerle uyum sağlanması gerektiği öngörülmüştür (Alparslan, 1997).
Yine aynı antlaşmanın 108. Maddesinde AMB, UMB ve bunların karar organlarının
ulusal veya Birlik bünyesindeki herhangi bir kurumdan organdan ya da hükümetten bir
talimat almayacaklardır (Yücememiş, 2005). Ayrıca üye ülke hükümetlerinin bu ilkeye saygı
duyması gerektiği belirtilerek, AMB’nin karar organları üyelerini de etkilememeleri gerektiği
hüküm altına alınmıştır.
Bunun yanında AMB’nin mali düzenlemeleri Avrupa Birliği’nden ayrı tutulması,
AMB’nin ayrı bir bütçeye sahip olması ve yine AMB sermayesinin euro bölgesindeki
UMB’ler tarafından üstlenilmesi bağımsızlığın ekonomik yönünü oluşturmaktadır (ECBIndependence, 2014). Nitekim kullanılacak para politikası araçlarının seçiminde ve uygulanan
para politikalarının yürütülmesinde hükümet tarafından yapılacak müdahaleler hükümler
çerçevesinde etkisiz hale getirilmiştir (Yücememiş, 2005).
Yine aynı antlaşmada UMB guvernörlerinin ve Yürütme Kurulu üyelerinin
bağımsızlığı da koruma altına alınmıştır. Yürütme kurulu üyelerinin görev süresi yenilenemez
şekilde sekiz (8) yıl iken; guvernörlerin görev süresi yenilenebilir şekilde en az beş (5) yıl
olmaktadır. Bunun dışında AB Adalet Mahkemesi herhangi bir nedenle çıkan anlaşmazlıkları
çözmek için yetkilidir (Yücememiş, 2005 ve ECB-Independence, 2014 ).
Bunun yanında AMB’nin AMBS’nin görevlerini gerekli durumlarda uygulamada ve
AB Konseyi’nin özel kanunlarında belirtilen diğer bazı durumlarda bağlayıcı düzenlemeler
kabul etmeye hakkı da bulunmaktadır (ECB-Independence, 2014).
10. AMB’NİN PARA POLİTİKASI STRATEJİSİ
AB Antlaşması, AMB’nın birincil amacının fiyat istikrarı olduğunu belirtmiştir.
Avrupa Birliği Antlaşması, Birliğin ekonomik ve sosyal gelişmeyi, yüksek düzeyde istihdamı
ve dengeli ve sürdürülebilir bir kalkınmayı amaçlaması gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda
Eurosistem fiyat istikrarını sürdürerek bu amaçlara katkı sağlar. Aslında amaçlar ile fiyat
istikrarı birbirlerini tamamlayan bir bütünü oluşturmaktadır. Amaçlar arasında herhangi bir
çelişki olması durumunda ise, fiyat istikrarını sağlamada sorumlu olan AMB tarafından
öncelik verilmektedir (ECB/Publication, 2011).
AMB fiyat istikrarını sağlamak için para piyasasındaki koşulları (kısa dönemli faiz
oranlarının seviyesi) etkilemektedir. Bu konuda AMB, tutarlı ve sistematik bir yaklaşımı para
politikası kararlarına uygulanmasını sağlamak için bir strateji benimsemiştir. Bu strateji
enflasyon beklentilerini stabilize etmenin yanında AMB’nin kredibilitesini artırmaya yardımcı
olmaktadır AMB Yönetim Konseyi’nin para politikalarının uygulanmasında ana unsur olan
bu strateji, fiyat istikrarının niceliksel tanımını da oluşturmaktadır. Bu tanıma göre Euro
44
Journal of Life Economics
2014/1
alanında geçerli olacak fiyat istikrarı hedefi, Uyumlaştırılmış Tüketici Fiyatları Endeksine
(HICP) göre yıllık % 2’nin altında olacaktır. Bu tanımda fiyat istikrarı geleceğe yönelik para
politikası ihtiyacını yansıtan bir orta dönem hedefidir. Fiyat istikrarının hemen ardından
AMB, enflasyon için üst sınırın %2 den aşağı ancak %2’ye yakın olmasını kararlaştırarak,
enflasyon oranlarını korumayı amaçlamıştır. Bu deflasyon risklerine karşı korunmak için
yeterli bir güvenlik marjı sağlama konusundaki kararlılığını göstermektedir. Esas olarak para
politikası geleceğe yönelik bir aktarma mekanizması (transmission mechanism) olduğu için
önemlidir. Aynı zamanda para politikası, enflasyon beklentilerini saptamada ve ekonomik
gelişmelerin oynaklığını azaltmada yardımcı da olmaktadır (ECB/Publication, 2011).
Ekonomik analiz temelde mevcut ekonomik ve finansal gelişmelere göre yapılır ve
fiyat istikrarını tehdit eden kısa dönemden orta döneme olan riskleri ifade eder. Burada
bahsedilen ekonomik ve finansal değişkenler ise; toplam çıktıda meydana gelen değişiklikleri,
toplam talep ve bileşenleri, maliye politikası, sermaye ve emek piyasası koşulları, geniş bir
biçimde fiyat ve maliyet göstergeleri, döviz kurlarındaki gelişmeler, küresel ekonomi ve
ödemeler bilançosu, finansal piyasalar ve Euro bölgesi sektörlerinin bilanço durumları
şeklinde sayılabilir. Tüm bu değişkenler sonucunda elde edilen istatistiksel verilerden
yararlanılarak oluşturulan enflasyon tahminlerinin kullanılmasıyla para politikası stratejisinin
fiyat istikrarını sağlayıp sağlayamadığı anlaşılmakta ve gerekirse buna yönelik önlemler
alınmaktadır. Bu kapsam para politikasının başarısı tahminlerin doğruluğuna göre değil, fiyat
istikrarının sağlanıp sağlanmadığıyla ilgilidir. Ekonomik analizde yer alan değişkenlerde
meydana gelen geçici nitelikteki şokların, politika değişikliğine yol açması söz konusu
değildir (Karadağ, 2007).
Parasal analize baktığımızda, AMB, enflasyon ile parasal büyüme arasında yakın bir
ilişki olduğunu düşünerek, para politikası stratejisini oluşturmada para miktarına anahtar bir
unsur gözüyle bakmıştır. Para miktarı, fiyat istikrarı açısından firmalar ve piyasa katılımcıları
için güvenilir ve sağlam bir çıpa oluşturmaktadır. Bu amaçla AMB Yönetim Konseyi para
arzındaki artışları bir kantitatif referans değere bağlamıştır. Söz konusu referans değer para
stokundaki büyüme oranını göstermektedir (Karadağ, 2007).
Parasal politika stratejileri hem ekonomik analizi hem de parasal analizi içeren fiyat
istikrarı risklerinin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesiyle oluşur. Her para politikası
kararları iki analizden gelen bilgilerin ayrıntılı bir şekilde kontrol edilmesiyle öngörülür
(ECB/Publication, 2011).
11. AMB’NİN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
AMB’nin temel para politikası araçları temelde iki guruba ayrılır. Bunlar; açık piyasa
işlemleri ve devamlı kolaylıklardır. Ayrıca minimum rezerv sistemi de üçüncü bir araç olarak
görülmektedir.
11.1. Açık Piyasa İşlemleri-APİ (Open Market Operations-OMO)
AMB tarafından günlük gelişmelerin yönlendirilmesinde en yaygın kullanılan para
politikası aracıdır. Piyasanın durumuna göre likiditenin çekilmesi veya ek likidite sağlanması,
faiz oranlarına yön verilmesi ve gerektiğinde de piyasaya para politikasına ilişkin sinyaller
verilmesinde kullanılmaktadır. APİ uygulanması için beş çeşit para politikası aracı mevcuttur.
Bunlar repo, ters repo, doğrudan alım-satım, döviz swapı ve merkez bankası menkul
ihracından oluşmaktadır. Bu işlemlerde, kullanılacak araç AMB tarafından belirlenirken,
düzenli bir takvime bağlı olarak yürütülmesi ise UMB’ler tarafından yapılmaktadır (Karadağ,
2007). APİ’ler uygulanma sıklıkları ve yöntemleri gereği kendi içerisinde dörde ayrılmaktadır
(ECB/Publication, 2011).
45
Journal of Life Economics
2014/1
• Refinansman İşlemleri (Main Refinancing Operatios): Haftada bir kez bir
haftalık vade üzerinden likidite sağlayarak işlemleri düzenler.
• Uzun Dönemli Refinansman İşlemleri (Long Term Refinancing Operatios:
Ayda bir kez üç ay vade üzerinden likidite sağlayarak işlemleri yürütür.
• İnce ayar işlemleri (Fine-Tuning Operations): Bunlar piyasadaki likidite
durumlarını yönetmek ve faiz oranlarını yönlendirmek için bir defaya mahsus
olarak uygulanır. Amaç özellikle beklenmedik likidite dengesizliklerinin faiz
oranlarına olan etkilerini yumuşatmaktır.
• Yapısal işlemler (Structural Operations): Ters işlemler, doğrudan işlemler,
borç sertifikası ihracı yoluyla Eurosistem tarafından uygulanabilen işlemlerdir.
11.2. Devamlı Kolaylıklar (Standing Facilities)
Eurosistem gecelik olarak piyasalara likidite sağlanması veya çekilmesi amacıyla
kullanılan ve piyasa faiz oranlarını yönlendiren bu araç katılımcıları için iki tür devamlı
kolaylık sunmaktadır.
• Marjinal Kredi Kolaylığı: Kredi kuruluşlarının UMB’lerden belirli bir faiz
oranıyla güvenilir teminatlar karşılığında alabilecekleri kredilerdir.
• Mevduat Kolaylığı: Kredi kuruluşlarına belirli bir faiz üzerinden UMB’ler
nezdinde gecelik mevduat yapma imkânı veren para politikası aracıdır
(ECB/Publication, 2011).
11.3. Minimum Rezerv Sistemi (Minimum Reserves)
Minimum Rezerv Sistemi, merkez bankalarının ve AMB’nin kullandığı para politikası
aracıdır. Bu sistemde ticari bankalar mevduatlarının kanuna göre belirlenen oranı kadar
merkez bankası nezdinde karşılık ayırmak zorundadırlar. AMB de bu araç yardımı ile para
politikasını fiyat istikrarı doğrultusunda kullanmaktadır (Yılmaz, 2006).
12. SENYORAJ GELİRLERİ (SEİGNİORAGE)
Senyoraj, devletin elinde bulundurduğu para basma tekelini kullanarak kendisine gelir
yaratmasıdır. Yani basılan para miktarı ile bu parayı basmak için yapılan masraf arasındaki
farktır. Bunun yanında ticari bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda olduğu
mevduat karşılıklarının faiz getiren finansal aktiflere yatırılmasıyla elde dilen gelirde senyoraj
gelirini oluşturmaktadır. UMB’lerde meydana gelen senyoraj gelirleri (parasal gelir), her mali
yılın sonunda üye Merkez Bankaları’na AMB’ye katkı paylarına göre paylaştırılmaktadır.
Burada Euroya geçişle birlikte önemli bir sorun haline gelen esas unsur, üye ülkelerde zorunlu
mevduat karşılığına faiz ödenip ödenmemesidir. Çünkü faiz ödenmeyen zorunlu mevduat
karşılığı para bazına dâhil edilirken faiz ödenen karşılıklar para bazından çıkartılmaktadır.
Dolayısıyla üye ülkelerin mevduat karşılıklarına farklı faiz ödemeleri yapması parasal gelirin
büyüklüğünü etkilemektedir. Hâlbuki parasal gelirin bölüştürülmesi farklı faiz ödemeleri
dikkate alınmadan, sadece AMB sermayesine katılma payına göre yapılsa daha adil olacaktır
(Yücememiş, 2005).
13. ÖDEMELER SİSTEMİ TARGET
APB kapsamında Euro kullanımının 1999 tarihinde başlamasıyla birlikte, tek para
birimi kullanımı ve ülkelerarası ödemelerin verimliliğini artırmak amacıyla ödeme
sistemlerinde yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bu kapsamda hazırlanan ilk düzenleme mayıs
1995 tarihinde yapılan Avrupa Para Kurumu’nun gerçek zamanlı ulusal mutabakat sistemleri
arasında bağlantıyı sağlayacak olan yeni bir sistemin kurulmasına yönelik ilk raporudur. Bu
46
Journal of Life Economics
2014/1
sistem TARGET (Trans-European Automated Real-Time Gross settlement Express Transfer
System) olarak adlandırılmıştır (Uzdil, 1997).
TARGET sistemi, APB ve AMB ödeme mekanizmasına katılan ülkelerin her birinde
oluşturulan bir gerçek-zamanlı brüt mutabakat sisteminden (RTGS: Real-Time Gross
Settlement System) ve bu sistemler arasında transferi sağlayan bağlantıdan oluşmaktadır. Bu
anlamda TARGET bir RTGS sistemleri ağı olarak tanımlanabilir. RTGS sistemlerinin en
önemli özelliği ise Target Sistemi’nde olduğu gibi yapılan ödemelerin geri alınamaz ve nihai
nitelikte olmasıdır (Uzdil, 1997).
AMB Yönetim Konseyi TARGET’e giriş iznini, APB üyesi ülkelerin UMB ile Euro
bölgesinde olmayıp Euro üzerinden işlem yapan AB üyelerine vermiştir. Parasal birliğin
dışında kalan AB’ye üye ülkeleri ise TARGET esaslarından belirli kural ve prosedürler
çerçevesinde yararlanmaktadır ve likiditeden ise belirlenen üst sınıra göre faydalanmaktadır
(Yücememiş, 2005).
Doğrudan kredilendirme sistemi olan TARGET’te ödemeler, gönderilecekleri yere
yaklaşık onbeş dakikada ulaşmaktadır. Anında takas işlemlerini gerçekleştiren TARGET
Sisteminde ödemelerin sorumluluğu ödemeyi yapan ülkede olup, her ülke RTGS sisteminin
kuralları, söz konusu ülke tarafından belirlenmektedir. Bu anlamda TARGET Sistemi’nin
sadece bazı ortak fonksiyonları AMB sorumluluğunda yürütülmektedir (Yücememiş, 2005).
13.1. TARGET2
TARGET2 sistemi euro kullanımının 1999 tarihinde başlamasıyla oluşan TARGET
sisteminin yerini almıştır. TARGET2 sistemi TARGET sisteminde olduğu gibi merkez
bankası işlemlerini düzenlemede kullanılmaktadır. Ancak TARGET2 diğerinden farklı olarak
bütün ödemeler, ulusal merkez bankaları tarafından işlenmemektedir. Yeni sistem merkez
bankalarının müdahalesine gerek duymayan tek ortak bir platform kullanmaktadır. Bu
platform geliştirilmiş ve uyumlaştırılmış hizmet olanağını ve daha düşük ücret ile daha iyi
etkin maliyetlere izin veren ölçek ekonomilerini içerir. Ayrıca TARGET2 ödemeleri için alt
veya üst limit değerler bulunmamaktadır. Özellikle interbank işlemleri ile ilgili olan tüm
büyük değerdeki ödemeler için TARGET2 kullanılarak piyasa katılımcıları bir prim hizmeti
alırlar ve AB’nin genelindeki sistemik riski azaltma konusunda önemli bir katkı
sağlamaktadır. Yani; bankalar arasındaki yüksek sayıda ve değerdeki etkileşimlerden dolayı
riskin diğer alanlara bulaşmasına engel olmaktadır (ECB/Publication, 2011).
Bu bağlamda bir diğer gelişme ise 2008’de Tek Euro Ödeme Bölgesi(Single Euro
Payments Area-SEPA)’nde gerçekleşmiştir. Gayri nakdi euro ödemelerinin “domestic”
ödemelerle muamelesi bakımından ulusal ve sınır ötesi işlemler arasında fark yoktur.
TARGET2 SEPA ile birlikte euro alanında daha dinamik ve etkin maliyeti sağlamada yapılan
ödemeleri pazara dönüştürecektir (ECB/Publication, 2011).
14. SONUÇ
Merkez Bankaları, Lidyalıların parayı bulmasından günümüze kadar önemini artırarak
görev anlayışı ve tanımları değişerek günümüze kadar gelmişlerdir. Geçmiş zamanla birlikte
sosyal ve ekonomik alandaki gelişmeler, karmaşıklaşan insani ilişkiler, bilim ve teknoloji
alanındaki gelişmeler, hukuksal temellerin değişimi, siyasi amaçların değişimi ekonomide
işlerlik kazanılması bakımından zaman için de değişikliye uğramış ve merkez bankalarının
kurulması gerektiği olgusunu oluşturmuştur. Aynı zamanda bu değişim süreci merkez
bankalarının temel hedefinin fiyat istikrarı sağlamak ve bu istikrarı sürdürmek olduğunu da
kanıtlamıştır. Ayrıca değişen süreç günümüz modern merkez bankacılığının gelişimine de ön
ayak oluşturmuştur.
47
Journal of Life Economics
2014/1
Modern merkez bankacılığının gelişimine öncü olan, tüm bu değişimi sürükleyen
temel unsur, merkez bankalarıdır. Nitekim bu anlamda en belirgin örnek 1913 yılında kurulan
Amerikan Merkez Bankası, FED’dir. FED’in uygulamaları gerek insanların yaşam tarzlarına
gerekse kurulacak olan diğer merkez bankalarına ilham kaynağı olmuştur. Dolayısıyla FED,
modern merkez bankacılığının ve para politikasının tarihini oluşturmada önemli bir yerde
bulunduğunu söylemek yanlış olmamaktadır.
AMB ise kurulma aşamasında Alman Merkez Bankası’nı bağımsızlık konusunda
Bundesbank’ı ve para politikası konusunda ise FED’i örnek almıştır. Ekonomik ve Parasal
Birliğin (APB) üçüncü aşamasında yapılması gereken yapısal, yasal ve teknik alt yapı
çalışmaları ile ön hazırlıkları tamamlama görevi APE tarafından AMB’ye verilmiştir. Bugün
itibariyle modern merkez bankacığında en iyi örneği teşkil eden AMB gerek bağımsızlıkta
gerekse hesap verilebilirlikte, özelliklede şeffaflıkta dünyanın önde giden merkez bankası
konumundadır.
48
Journal of Life Economics
2014/1
Kaynakça
ALPARSLAN, M., 1997, Avrupa Merkez Bankaları Sistemi ve Milli Merkez Bankaları,
Bankacılar Dergisi, 20, 34-51.
BOZKURT E. ve ÖZCAN M., 2001, Subsidiarite İlkesi (İkincillik İlkesi) ve Avrupa Birliği
Bütünleşme Sürecine Etkisi Üzerine Bir Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 1-21.
DEMİRHAN, E., 2003, Avrupa Merkez Bankası ve Euro’nun Türkiye Ekonomisine
Muhtemel Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde Üniversitesi.
ECB/Publication, 2011, The European Central Bank The Eurosystem The European System
of Central Banks [online], ECB, http://www.ecb.int/pub/html/index.en.html, [Erişim Tarihi: 10 Şubat
2014].
ECB, ESCB and the Eurosystem, http://www.ecb.int/ecb/orga/escb/html/index.en.html [Erişim Tarihi:
10 Şubat 2014].
ECB, Tasks, http://www.ecb.int/ecb/orga/tasks/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 12 Şubat 2014].
ECB, Executive Board, http://www.ecb.int/ecb/orga/decisions/eb/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 12
Şubat 2014].
ECB, General Council, http://www.ecb.europa.eu/ecb/orga/decisions/genc/html/index.en.html [Erişim
Tarihi: 13 Şubat 2014].
ECB, Organisation, http://www.ecb.int/ecb/educational/facts/orga/html/or_019.en.html [Erişim Tarihi:
14 Şubat 2014].
ECB, Independence, http://www.ecb.int/ecb/orga/independence/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 18
Şubat 2014].
ECB, Governing Council, http://www.ecb.int/ecb/orga/decisions/govc/html/index.en.html
Tarihi: 14 Şubat 2014].
FED,
Board
of
Governors
of
the
http://www.federalreserve.gov/aboutthefed/mission.htm ,
Federal Reserve System,
[Erişim Tarihi: 10 Şubat 2014].
[Erişim
Mission,
HOCA, B., 2008, Bankacılıkta Doğrudan Yabancı Yatırımlar: 1994 Sonrası Dönüşüme
Marksist Bir Yaklaşım, Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi.
KARADAĞ, M., 2007, Modern Merkez Bankacılığına İki Örnek: FED ve Avrupa Merkez
Bankası, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yıldız Teknik Üniversitesi.
OKTAR, S., 1996, Bağımsız Merkez Bankacılığının Saygın Örneği: Bundesbank, Banka ve
Ekonomik Yorumlar Dergisi, 6, 37-44.
GEDİKKAYA T. ve GÜRLER C., 1999, Ekonomik ve Parasal Birlik Hazırlıkları ve Avrupa
Merkez Bankası, TCMB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Ankara.
TCMB, Kâğıt Paranın Tarihçesi, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/egm/b001000.html [Erişim Tarihi: 17
Şubat 2014].
UZDİL, P., 1997, Avrupa Para Birliği Sürecinde ‘TARGET’ Projesi, Bankacılar Dergisi, 20,
29-33.
YILMAZ, İ., 2006, Merkez Bankası Bağımsızlığı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Avrupa Merkez Bankaları Sistem ve Federal Reserve Sistem, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Dicle Üniversitesi.
49
Journal of Life Economics
2014/1
YÜCEMEMİŞ B., 2005, Parasal Birlik, Avrupa Merkez Bankası ve Türkiye’ye Yansımaları,
Derin Yayınları, İstanbul.
50
Journal of Life Economics
2014/1
KYOTO PROTOKOLÜ VE KOPENHAG MUTABAKATININ KARŞILAŞTIRMALI
ANALİZİ
Araş. Gör. Dr. Özge UYSAL ŞAHİN
Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi
[email protected]
1. GİRİŞ
Sanayileşmeyle birlikte insanoğlunun faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera-gazlarının
atmosfer içindeki emisyon oranlarının çok önemli miktarda artması, son yüzyılda ciddi artış
gösteren küresel ısınma ve buna bağlı felaketlerin en önemli nedenini oluşturmaktadır.
Küresel yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, 1980’li yıllardan sonra
daha da belirginleşerek, gittikçe artmaktadır.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin verilerine göre son yüzyılda yeryüzü
sıcaklığı ortalama 0,6°C artmıştır. 1990-2100 yılları arasında yer yüzeyi ısısının ortalama
olarak 1,4-5,8°C arasında artış göstereceği öngörülmektedir. Küresel ısınmaya bağlı olarak
ortaya çıkacak iklim değişikliği sonucunda oluşacak kasırgalar, seller veya aşırı kuraklıklar
gibi felaketler hem biyo-çeşitliliği hem de hayvan türlerinin geleceğini tehdit etmektedir
(IPCC, 2001: 11).
Dünya genelinde çevre bilincinin ortaya çıkması ve çevresel bozulmanın canlı yasamı
üzerinde ciddi tehditler oluşturmaya başladığının anlaşılmasıyla birlikte, uluslararası alanda
bazı adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler (BM) himayesi altında
uluslararası görüşmeler başlamış ve 1992 yılında Rio Zirvesi (BM Çevre ve Kalkınma
Konferansı) gerçekleştirilmiştir. İklim değişikliğine neden olan sera gazları emisyonlarının
azaltılmasına yönelik, özellikle gelişmiş ülkelerin ciddi önlemler alması konusu gündeme
getirilmiş ve sonucunda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
imzalanmıştır. Bu amaca yönelik olarak, daha sonra 1997’de Kyoto’da bir araya gelen BM
ülkeleri, daha somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar almışlardır (Karakaya ve Özçağ,
2003: 3). Son olarak, küresel ısınma ve çevreyi korumaya yönelik önlemlerin tekrardan
gündeme getirilip güçlendirilmeye çalışıldığı Aralık 2009’daki Kopenhag İklim Zirvesi ise
başarısı oldukça tartışma yaratan bir konferans olmuştur.
Bu bağlamda, bu çalışmada öncelikle Kyoto Protokolünden bahsedilecektir ve
Protokolün amacı, yükümlülükleri ve etkileri kısaca ele alınacaktır. Sonrasında ise Kopenhag
İklim Zirvesi hakkında bilgi verilecek ve son olarak da Kyoto Protokolü ve Kopenhag İklim
Zirvesinin karşılaştırmalı bir değerlendirmesi yapılarak çalışma tamamlanacaktır.
2. KYOTO PROTOKOLÜ
Kyoto Protokolü, 1992 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) bir ek olarak 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde
kabul edilmiştir. Protokolün resmi olarak yürürlüğe girebilmesi için gereken şartlardan
birincisi bu Protokolü en az 55 ülkenin imzalaması; ikincisi ise imzalayan ülkelerin 1990
yılındaki sera gazı salınımı seviyelerinin yeryüzündeki toplam sera gazı seviyesinin en az %
55’ini oluşturuyor olması şeklinde belirtilmiştir. Bu şartlar ancak Protokolün imzaya
açılmasından yaklaşık 8 yıl sonra, Rusya’nın katılımı ile gerçekleşebilmiştir. Protokol,
Rusya’nın 18 Kasım 2004'te katılmasıyla 90 gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe
51
Journal of Life Economics
2014/1
girmiştir (Durgun ve Dilek, 2009: 3-4). Aralık 2006 tarihinde toplam 189 ülke ve devlete
bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır. Kyoto Protokolündeki amaç, atmosferdeki sera
gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını
sağlamaktır. Protokol, sanayileşmiş ülkelerin sera gazı salımlarını 2010 yılına kadar 1990
yılına oranla %5,2 düşürmelerini öngörülmektedir. Başarılı bir şekilde uygulanması
durumunda Kyoto Protokolü 1,4°C ile 5,8°C arası sıcaklık artışı tahminini 0.02 ile 0.28°C
arasında düşürebileceği tahmin edilmektedir (IPCC, 2001: 11).
Kyoto Protokolü de, BMİDÇS’de olduğu gibi, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre
farklı yükümlülükler getirmektedir (Grubb, 2003: 144). Bu bağlamda, Ek 1’e dahil olan
ülkelerin (OECD, AB ve eski sosyalist Doğu Avrupa ülkeleri) sera-gazı emisyonlarını 20082012 bütçe döneminde 1990 seviyesinin %5 altına indirmeleri gerektiği belirtilmiştir.
Belirtilen bu hedef, “BMİDÇS” kapsamında iklim değişikliğini önlemeye yönelik atılan ilk
esaslı adım olarak görülmektedir. Kyoto Protokolüne göre bu hedefe ulaşırken bazı ülke veya
blokların emisyon indirgeme hedefleri farklılık göstermektedir. Mesela, AB için ortalama
olarak %8, ABD için %7, Japonya için %6 ve Rusya için %0 hedefleri belirlenmiştir (Green
Destinity Council, 2004: 8). Ek-I dışı ülkeler ise emisyonlarını indirme zorunluluğu olmayıp
gönüllülük esasına göre sera gazı emisyonlarını azaltabileceklerdir (Durgun ve Dilek, 2009:
4). Ek II ülkeleri de, Ek I’de belirtilen yükümlülüklere ilave olarak, Ek’ler dışındaki
gelişmekte olan ülkelere, iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda finansal ve teknolojik
destek sağlamakla yükümlü kılınmışlardır (Karakaya ve Özçağ, 2003: 4).
Kyoto Protokolünde belirlenen temel başlıklar kısaca şunlardır (Wikipedia,
10.09.2013):
•
Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek,
•
Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını
azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
•
Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az
enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda,
çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
•
Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif
enerji kaynaklarına yönelinecek,
•
Fosil yakıtlar yerine örneğin bio-dizel yakıt kullanılacak,
•
Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde
atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
•
Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye
sokulacak,
•
Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için
dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,
•
Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
Protokolde belirlenen diğer bir önemli husus ise EK I ülkelerinin sera-gazı emisyon
oranlarını azaltmak için uygulayacakları ulusal politikalar haricinde, ek olarak “Kyoto
Mekanizmaları” olarak da bilinen üç esneklik mekanizmasını uygulayarak belirlenen
hedeflere ulaşabilecek olmalarıdır. Kyoto Protokolü’nü diğer uluslararası çevre
sözleşmelerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi olan esneklik mekanizmaları,
gelişmiş ülkelere, sera gazı salımlarını düşürme ve buna bağlı olarak da iklim değişikliğinin
52
Journal of Life Economics
2014/1
etkilerini azaltmaya yönelik etkinliklerini en düşük maliyetle yerine getirmek için, ulusal
sınırlarının dışına çıkma gibi bir kolaylık sağlamaktadır (Türkeş ve diğerleri, 2000: 87). Diğer
ülkelerle ortak hareketi gerektiren bu esneklik mekanizmaları: temiz kalkınma düzeneği, ortak
yürütme ve salım ticaretidir.
1. Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism): Protokolün 12.
maddesinde düzenlenmiştir. Temiz Kalkınma Mekanizmasının amacı, “Ek-I Dışı Taraflara,
sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirme, Sözleşmenin (BMİDÇS) nihai amacına katkıda
bulunma ve Ek-I Taraflarına 3. Maddedeki sayısallaştırılan salım sınırlama ve azaltım
yükümlülüklerini yerine getirmeleri noktalarında destek olmaktır (Durgun ve Dilek, 2009: 4).
Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş bir ülke, emisyon hedefi belirlememiş az
gelişmiş bir ülke ile işbirliğine giderek, o ülkede sera-gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik
projeler yaparsa sertifikalandırılmış emisyon azaltma kredisi (certified emisson reductions)
kazanmakta ve bu krediler toplam hedeften düşülmektedir (Barret, 1998: 30-31).
Bu mekanizma, Temiz Kalkınma Mekanizması İcra Kurulu tarafından idare
edilmektedir. Her bir proje faaliyetinden elde edilen onaylı salım azaltımları, Taraflar
Konferansınca yetkilendirilen yetkili kuruluşlar tarafından belli kriterler esas alınarak
onaylanmaktadır. Bu kriterleri şu şekilde sıralamak mümkündür (Durgun ve Dilek, 2009: 4):
(a) Sürece dahil olan Taraflardan her birinin gönüllü katılımı;
(b) İklim değişikliğinin önlenmesi ile ilgili gerçek, ölçülebilir ve uzun vadeli yararlar;
(c) Onaylı proje etkinliklerinin, etkinliklerin gerçekleşmediği koşullarda ortaya çıkan
salımların azaltılmasında ek bir katkı sağlaması.
2. Ortak Yürütme Mekanizması (Joint Implementation): Protokolün 6.maddesinde
düzenlenmiştir. Ek 1 ülkelerinde sınır ötesi yatırımlarda uygulanmaktadır (Grubb, 2003: 154).
Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş bir ülke, emisyon hedefi belirlemiş diğer bir
ülkede, emisyon azaltıcı projelere yatırım yaparsa o ülkeden emisyon azaltma kredisi
(emission reduction unit ) kazanmakta ve kazanılan bu krediler toplam hedeften
düşülmektedir (Karakaya ve Özçağ, 2003: 5). Emisyon azaltma kredisi kazanılabilmesi veya
aktarılabilmesi için şu dört koşul yerine getirilmelidir: (Türkeş ve diğerleri, 2000: 88)
(a) Projenin müdahil Tarafların onayının alınması;
(b) Projenin sera gazlarının kaynaklarca salımını azaltması ya da yutaklarca
uzaklaştırılmasını arttırma yönünde, ek bir katkı sağlaması;
(c) Hiçbir ülkenin salımları öngören bir ulusal sistem kurmadığı (md. 5) ve kendi
ulusal bildirimini (md. 7) göndermediği sürece herhangi bir salım azaltım birimi
alamaması ve
(d) Salım azaltım birimlerinin alınması, 3. Maddedeki yükümlülükleri karşılamak
amacıyla yapılan ülke içi faaliyetlere bir ek olacaktır.
Ortak Yürütme’nin Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan farkı; Temiz Kalkınma
Mekanizması Ek-I ve Ek-I dışı taraflar arasında uygulanırken, Ortak yürütme, Ek-I tarafları
arasında gerçekleştirilmektedir.
3. Emisyon Ticareti (Emission Trading): Protokolün 17.maddesinde düzenlenmiştir.
Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş ülkelerin taahhüt ettikleri hedef indirimi
tutturmak için, ilave olarak kendi aralarında emisyon ticareti yapabilmelerine imkan
tanınmaktadır. Söz konusu madde uyarınca, sera-gazı emisyonunu belirlenen hedeften daha
fazla miktarda azaltan bir Ek 1 ülkesi, gerçekleştirmiş olduğu söz konusu bu ek indirimi,
başka bir taraf ülkeye satabilmektedir (Karakaya ve Özçağ, 2003: 5). Emisyon ticareti
53
Journal of Life Economics
2014/1
yoluyla, özellikle sanayisi gelişmiş zengin ülkeler ile pazar ekonomisine geçiş sürecindeki
ülkeler arasında emisyon kredilerini satmaya ve almaya izin verecek olan bir “emisyon
ticareti rejimi‟ kurulmaktadır. Bu rejim, tarafların emisyonlarına bir sınır getirmekte ve
ardından taraflara kendileri için ayrılmış olan emisyon tutarlardan bir bölümünün ticaretini
yapmalarına izin vermektedir. Kendisi için belirlenmiş tutardan daha az emisyon üreten taraf
ülke, kullanmadığı miktarı kendisi için belirlenmiş emisyon miktarından daha fazla emisyon
yapan gelişmiş ülkelere satabilmektedir (Durgun ve Dilek, 2009: 6).
Emisyon haklarını satan ülkelerin elde edecekleri kazançla emisyonlarını azaltmaya
yönelik yatırımlar yapacağı öngörülmektedir. Bununla birlikte, bir ülkenin Protokolde
kendisine ayrılmış tutarı aşması durumunda nasıl bir yaptırımla karşılaşacağı konusunda bir
düzenleme yer almamaktadır. Bu eksiklik de istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına neden
olabilmektedir.
Son yıllarda ülkelerin CO2 emisyonlarına bakıldığında emisyon ticareti bakımından en
büyük alıcılar ABD (eğer protokolü imzalarsa), Japonya ve İtalya, Hollanda ve Almanya gibi
bazı AB ülkeleri, en önemli satıcılar ise Rusya, Ukrayna ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri olduğu
görülmektedir. Rusya Federasyonu ve Ukrayna’nın emisyon miktarları Protokol
yükümlülüklerinin çok altında bulunmaktadır. Eğer Protokol ile emisyon ticaretine izin
verilmeseydi, Rusya Federasyonu ve Ukrayna emisyon haklarını başka ülkelere
satmayacaklar ve atmosfere fazladan sera gazı salınmayacaktı. Böylece gelişmiş ülkelerin
toplam sera gazı salımları 1990 düzeyinden yaklaşık % 7-12 daha az olacaktı. Ancak birçok
gelişmiş ülke salım ticaretine sıcak baktığı için bu mekanizmanın ortadan kaldırılması şu an
için mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle emisyon ticareti mümkün olduğu kadar
sınırlandırılması gerekmektedir (Türkeş ve diğerleri, 2000: 95; Yılmaz, 2008: 75-76).
Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler Kyoto Protokolüne kendi açılarından
yaklaşmakta ve Protokolü kendi menfaatleri çerçevesinde değerlendirmektedirler. Bu noktada
gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin salım azaltma noktasında yükümlülük sahibi
olmamasını eleştirmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerse atmosferin gelişmiş ülkeler
tarafından salınan sera gazları neticesinde kirlendiğini, bunun bedelini de onların ödemesi
gerektiğini savunmaktadırlar (Kakaç, 2005: 2). Hem bu nedenle, hem de kalkınmakta olan
ülkelerin emisyon salım oranlarının gelişmiş ülkelere göre düşük olması nedeniyle gelişmekte
olan ülkelere Protokol’de emisyon sınırlama hedefi koyulmamıştır. Bu karşıt görüşler
arasında ise bir yandan Protokolün yürütülmesine çalışılırken bir yandan da Kyoto sonrası
süreç oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Gelişmiş ülkeler arasında ABD sera gazı salınım oranları bakımında dikkat
çekmektedir. ABD Kyoto protokolüne 1997 yılında Bill Clinton döneminde imza atmış
olmasına rağmen, 2001 yılında George Bush döneminde protokolü reddetmiştir. Buna gerekçe
olarak da emisyon azaltmak için yapacağı yatırımların ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatını
arttıracağı ve bu yüzden pazar kaybı, işsizlik, ekonomik ve benzeri kayıplara uğrayacağını
ileri sürmektedir (Özmen, 2009: 45).
ABD’nin protokolden çekilmesinin bir başka gerekçesi de Çin ve Hindistan gibi
ülkelerdir. Buna göre, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliği ile
mücadelede bir yükümlülük altına girmemekte ve protokolün yükümlülüğü sadece gelişmiş
ülkelere verilmektedir. Bununla birlikte söz konusu ülkeler ciddi oranda emisyonda
bulunmaktadır (Paketçi ve diğerleri, 2008). Bu ülkelerin Protokolü imzalamalarının altında
Protokol sonrası sürece, yani 2012 sonrasına yön verme ve esneklik mekanizmalarından
yararlanma nedenlerinin yattığı söylenmektedir (Durgun ve Dilek, 2009: 9).
Türkiye ise, BMİDÇS’de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri ile
birlikte, gelişmişlik düzeyi ile bağdaşmayacak şekilde, Ek- I ve Ek-II listelerinde yer almış,
54
Journal of Life Economics
2014/1
bu nedenle de sözleşmeye imza atmamıştır. Ancak, Ek-II’den çıkarılması sonucunda, Ek-I
ülkesi olarak sözleşmeye taraf olmuştur. Türkiye 2004 yılında 181. ülke olarak çerçeve
sözleşmesine katılmış bulunmaktadır. Bunun sonucunda sera gazı envanterini de ilk kez 2006
yılında açıklamıştır. Ardından 5 Haziran 2008 tarihinde Protokolün imzalanmasına ilişkin
tasarı Meclise sunulmuştur. Türkiye'nin, Kyoto Protokolünü imzalamasına ilişkin kanun
tasarısı 05.02.2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmıştır. Böylece
protokole taraf olan Türkiye’nin 2012’ye kadar hiçbir yükümlülüğü olmayacak fakat
2012’den sonra yükümlülük altına girecektir (Tüzüner, 2008: 17). Öte yandan, 1990–2006
arası sera gazı salımı artışında Türkiye %95.1’lik artış oranı ile Kyoto Protokolü Ek-1 ülkeleri
arasında ilk sırada yer alırken; sera gazı salımı sıralamasında ise yaklaşık %1 ile en fazla sera
gazı salan 20 ülke arasında yer almıştır. Emisyon Envanterleri Sentez Raporu'na göre
Türkiye’nin 2006 yılında yaklaşık 332 milyon ton olan sera gazı emisyonları, 2007 yılında
372 milyona ulaşmış durumdadır. 1990- 2007 yılları arası gerçekleşen yüzde 136’lık artış,
Türkiye’yi Ek 1 ülkelerinin içinde emisyonlarını en çok arttıran ülke haline getirmiştir.
Türkiye’yi yüzde 82 ile İspanya ve yüzde 55 ile Avusturya izlemektedir. Türkiye’nin sera
gazı emisyonları 80’li yılların ortalarından itibaren hızla artmaya başlamış ve ekonomik
krizlerin hissedildiği 1988, 1994, 1999 ve 2001 yılları dışında devamlı artmıştır. (Baykan ve
Peker, 2009: 4).
Protokolün ilk dönem için başarı düzeyine bakıldığında bunun istenilen düzeyde
olmadığı görülmektedir. Çünkü salınımdan en fazla sorumlu olan gelişmiş ülkeler Protokolü
imzalamamakta ve sorumluluk almamakta direnmektedirler. Protokolü imzalayan diğer
gelişmiş ülkeler ise, kendi salınımlarında azaltmaya gitmek yerine esneklik mekanizmalarını
kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu mekanizmalar salınımlara ek olarak
kullanılması gerekliyken, bazı ülkeler indirime gitmeden direk bu mekanizmalarla
yükümlülüklerini gidermeye çalışmaktadırlar.
Her sene taraflar toplantısı yapılmasına rağmen, Protokolün 2012 sonrası için henüz
belirlenmiş herhangi bir yükümlülüğü yoktur ve 2012 sonrası halen belirsizliğini
korumaktadır. Bu belirsizlik gelişmiş ülkelerin bile taraf olma konusunda çekinceli
davranmasına ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesine neden olmaktadır. Bu durum
da protokolün tüm dünyanın çıkarına hareket etmesini kısıtlamaktadır (Tüzüner, 2008: 17).
Kyoto’nun tartışma konularından biri kalkınmakta olan ülkelere emisyon sınırının
getirilmemesidir. Bu ülkeler atmosferi asıl kirletenlerin gelişmiş ülkeler olduğunu ve
sorumlulukları onların üstlenmesi gerektiğini söylemektedirler. Fakat günümüzde bazı
gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri hızla büyümekte ve ciddi oranlarda emisyon salınımı
yapmaktadırlar.
Protokolün ikinci dönemi için Bali görüşmelerinden sonra protokolün bazı maddelerde
değişiklik yapılmaya çalışılmıştır. Bu değişikliklerden biri de gelişmekte olan ülkelerin de
yükümlülük altına sokulmaya çalışılmasıdır. Bunun için az gelişmiş ülkelere “ölçülebilir,
raporlanabilir, doğrulanabilir bir biçimde salım indiriminde” bulunması çağrısı yapılmıştır.
Ayrıca Bali görüşmelerinde Ek I ve Ek II ülkeleri yerine gelişmiş ve az gelişmiş ülke terimleri
kullanılmıştır (Burleson, 2008: 5). İkinci dönem için yeni düzenlemelerin görüşülmesi ve
ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin de bu sürecine dahil edilmesi, Bali görüşmelerinin artısı
olarak görülebilir (Duru, 2008: 207).
Bunun yanında, Protokolde yer alan ormansızlaşma maddesi, gelişmiş ülkeler için
önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çünkü zaten ormanlık olan bölgede, ormansızlaşma
projesine maddi destek sağlayarak salım indiriminden kaçınabilmektedirler. Ayrıca
gelişmekte olan ülkelerin yetkililerinin, ormanları temsil eden kredileri gelişmiş ülkelere
satarak, ormanları da dünya karbon piyasasının içine sokmaları söz konusu olmaktadır (Duru,
55
Journal of Life Economics
2014/1
2008; 211). Böylece gelişmiş ülkeler, çok uluslu şirketler ve uluslararası örgütlerin talepleri
doğrultusunda yoksul ülkelerin gelişme biçimlerini şekillendirmiş olmaktadır (Angus, 2008).
Ayrıca protokolün, atmosferi ülkelere paylaştırarak küresel ticarete açan bir ticari
anlaşma olduğu yönünde düşünceler bulunmaktadır. Protokolde esneklik mekanizmaları ve
karbon ticaretinin karlı bir yatırım fırsatı olarak sunulması ve yasaklardan çok teşviklerin
üzerinde durulması sonucu, bu protokolün küresel ısınmaya karşı ideal bir iklim politikası
olmaktan uzaklaştığı ileri sürülmektedir (Kayabaşı ve diğerleri, 2008).
Taraflar toplantılarında ülkelerin söz hakkı da Protokolde kafa karıştıran diğer bir
durumdur. Her ülkenin bir oyu olmasına rağmen, bu oyların sadece kağıt üzerinde kaldığı,
gelişmiş ülkelerin bir şekilde üstünlüklerini diğer ülkelere kabul ettirdikleri görülmektedir.
Çünkü azgelişmiş ülkelerin toplantılardaki temsilcileri yalnızca meteorolog ya da
mühendislerden oluşmakta iken, gelişmiş ülkelerin temsilcileri konuyu iyi bilen deneyimli
müzakerecilerden oluşmaktadır (Shanahan, 2007: 1). Bu da gelişmiş ülkelerin toplantılarda
daha üstün bir duruma gelmesini sağlamaktadır.
İklimle uğraşan birçok bilim adamı, Kyoto Protokolü'nde belirlenen hedeflerin,
sorunun yalnızca yüzeyine temas edebildiğini söylemektedir. Anlaşma sanayileşmiş ülkelerin
salımlarını yüzde 5 oranında düşürmeyi hedeflerken, iklimle uğraşan birçok bilim adamı,
küresel ısınmanın sonuçlarının önünü alabilmek için, katılımcıların salımlarını yüzde 60
oranında azaltması gerektiğini ifade etmektedir. Bu durum, anlaşmanın bir işe yaramadığı ve
ABD'nin desteğinden yoksun kaldığında, geri kalmış bir anlaşma olacağı yönünde eleştirilere
neden olmaktadır (Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir?, 27.12.2009 ).
Ancak, gedikleri olmasına karşın, Kyoto'nun yokluğunun bir felaket olacağını, zira
Kyoto'nun ilerideki görüşmeler için bir çerçeve oluşturduğunu söyleyenler de mevcuttur. Bu
tür bir çerçevenin yeni baştan oluşturulması, bir on yıl daha alabileceği ifade edilebilir.
Bunun yanında, Kyoto’ya bir takım alternatif sunanlar da mevcuttur. Giderek daha
fazla destek bulan bir yaklaşım, dünyadaki her bireye eşit miktarda bir gaz salım kotası
verilmesi ilkesine dayanmaktadır. "Kısma ve Birleştirme" adıyla anılan bir başka teklifse,
zengin ülkelerin salımlarını "kısma" oranlarının, toplamda, bilim adamlarının gezegenimizin
kaldırabileceğini düşündüğü kirlenme miktarına denk düzeyde "birleşmesi" amacına göre
ayarlanmasını önermektedir. Birçok kişi gerçekçi olmadığını düşünse de, bu öneri BM Çevre
Programı ve Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından desteklenmektedir (Kyoto Protokolü:
Nedir, Ne Değildir?, 27.12.2009).
Sonuç olarak, önemli bir ilk adım olan Kyoto Protokolü, ne yazık ki tek başına yeterli
değildir. Protokolün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetler arası İklim
Değişikliği Paneli uzmanları, Kyoto Protokolü'nün eksiksiz uygulanması halinde bile dünyaya
en fazla 10 yıl zaman kazandırabileceğini ve küresel ısınmayı durdurabilmek için çok daha
radikal önlemlere gerek olduğunu söylemektedirler
Foster (2007) iklim değişikliği ve buna karşı alınan önlemleri şu şekilde
değerlendirmiştir; “Amaç kuşkusuz gezegenin korunmasıdır; ancak aynı zamanda
kapitalizmin de tamamen muhafaza edilmesi şartı ile…”. Bu ifade mevcut sistemlerin iklim
değişikliğini ve karşı önlemleri ele alış şeklini çok iyi bir şekilde özetlemektedir. Diğer bir
ifadeyle, hem meta ekonomisinin sınırsız büyümesi istenmekte, var olan tüketim kalıplarının,
güç ve sınıf ilişkilerinin korunması beklenmekte, hem de tüm bunlara karşın iklimin aynı
kalması için buna uygun çözüm yolları aranmaktadır (Ercan, 2007: 5).
56
Journal of Life Economics
2014/1
3. KOPENHAG ZİRVESİ VE MUTABAKATI
2012 sonrası yeni iklim rejiminin çerçevesinin belirlenmesi amacıyla 7-18 Aralık 2009
tarihlerinde, 192 ülke Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMDİÇS)
15. Taraflar Konferansı için Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da bir araya gelmiştir. Bu
zirvede iklimle ilgili çok çeşitli konular ele alınmış ve tüm dünyanın gözleri bu zirveye
odaklanmıştır.
Zirve, yoğun tartışmaların yaşandığı ve ABD ile Çin'in adeta köşe kapmaca oynadığı
bir ortama sahne olmuştur. ABD ile Çin'in son yıllarda yaşadığı küresel rekabet iklim
değişikliği zirvesine de yansımıştır. Çin, hiçbir şekilde gaz salınımı oranını düşürmek istemez
ve kendi üzerinde oluşturulacak uluslararası kontrol sistemine karşı çıkarken; ABD, Çin'in
ekonomik büyümesini kontrol altına almak ve bu devleti kendi uzmanlarıyla da yakından
kontrol etmek amacıyla Çin'in gaz salınım oranlarının uluslararası bir komisyon tarafından
sürekli kontrol edilmesi talebinde bulunmuştur. ABD, Çin'in itirazını örnek göstererek kendi
de gaz salınım oranlarını beklenen seviyede düşürmeyeceğini ortaya koyarken, AB ve
Japonya gibi küresel aktörler bu iki devletin üzerinde bir baskı oluşturarak istenilen sonuca
ulaşmaya çalışmışlardır (Tüysüzoğlu, 30.12.2012). Bu bağlamda, son dakikaya kadar anlaşma
sağlayamayan taraflar zirvenin bitiminde iklimin korunması konusunda asgari müşterekte
buluşmuştur. Yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok 'uzlaşı' niteliği taşıyan
''Copenhagen Accord'' başlıklı Kopenhag mutabakat metni ABD, Çin, Brezilya, Güney
Afrika, Hindistan’ın bulunduğu 30 ülke tarafından imzalanmıştır. Sürecin dışında tutulan
küçük ülkeler bu duruma büyük tepki göstermişlerdir (Samsunlu, 2009).
Zirve başlamadan önce uluslararası toplumun müzakerelerden kapsamlı ve bağlayıcı
bir anlaşma ile çıkması beklenmekteydi. Fakat, İki yıl süren müzakereler ve 12 gün süren
yoğun toplantıların ardından yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşmanın çıkmadı. Bunun de temel
nedeni, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden olan iklim değişikliği gibi
küresel bir sorun ile mücadelede devletlerin ulusal çıkarları ötesinde bir politik irade
gösterememeleri olduğu ifade edilebilir (Baykan, 2009:1).
Mutabakat metninde küresel ısınmada etkili olan sera gazı salınımının önemli oranda
kısıtlanması gereğinin bilimsel açıdan da desteklendiği vurgulanarak, ''bu çerçevede küresel
sıcaklık artışının 2 dereceden daha az olmasını sağlamak amacıyla gaz salınımında kısıtlama
yapılması gerektiği'' ifade edilmiştir. Ancak bağlayıcı emisyon hedefleri daha sonraya
kalmıştır. Orta vadede yani 2020 yılına kadar hiçbir hedef öngörülmezken, müzakereler
boyunca telaffuz edilen 2050 yılına kadar küresel sera gazı emisyonlarının %50 azaltılması
hedefi de (gelişmiş ülkeler için %80) mutabakata girememiştir (Kopenhag İklim
Zirvesi,02.01.2011)
2 dereceye yönelik karar, başta Afrika ülkeleri olmak üzere iklim değişikliğinden en
çok etkilenecek ülkelerin yoğun tepkisi ile karşılaşmıştır. Ada devletleri müzakereler boyunca
küresel sıcaklık artışının 1,5 derecede tutulmasını aksi takdirde uluslarının yok olma tehlikesi
ile karşı karşıya geleceklerini söylemişlerdir. 26 kilometrekare yüzölçümüne, 11 bin nüfusu
sahip ve deniz seviyesinden sadece bir kaç metre yüksekte bulunan Tuvalu müzakerelerin 4.
gününde, Kopenhag anlaşmasının yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma olmasını talep ederek
müzakerelerin askıya alınmasını sağlamıştır. (Baykan, 2009: 2)
Mutabakatın 4. Maddesi ise Ek-1 ülkelerinin bireysel veya ortak şekilde 2020’ye kadar
emisyon indirim hedeflerini 31 Ocak 2010’a kadar Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na bildirmeleri gerektiğini söylemektedir. Gelişmekte olan
ülkelerden de sera gazlarını azaltmaya yönelik eyleme geçmeleri, bu alandaki çabalarının yine
57
Journal of Life Economics
2014/1
kendileri tarafından gözlemlemesi ve gözlem sonuçlarını iki yılda bir BM'ye iletilmesi
öngörülmektedir (UN, 2009: 2)
Kopenhag Zirvesi’nde çıkan belki de tek olumlu ve somut kararlardan biri gelişmekte
olan ülkelere yapılacak mali yardım ile ilgili olmuştur. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan
ülkelere iklim değişikliği ile mücadele etmeleri için fon sağlaması kararına varılmıştır. 20102012 yılları arasında 30 milyar $’lık fon ayrılacak ve iklim değişikliği ile mücadele ve uyum
arasında dengeli bir biçimde dağıtılacaktır. 2010-2012 yıllarını kapsayan kısa vadeli dönemde
Avrupa Birliği’nin 10,6 milyar dolar, Japonya’nın 11 milyar dolar ve ABD’nin 3,6 milyar
dolar vaat ettiği belirtilmiştir. Fon gelişmekte olan ülkelerin ormansızlaşmayı azaltmalarında,
teknoloji geliştirilmelerinde ve transfer etmelerinde kullanılacaktır. İklim değişikliğine
uyumda, en az gelişmiş ülkeler ve ada devletlerinin önceliği gözetilecektir. 2012’den sonra ise
2020’ye kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulacaktır. Bu fonun kamusal ve özel,
ikili ve çok taraflı kaynaklardan sağlanacağını belirten mutabakat ayrıca Copenhagen Green
Climate Fund- Kopenhag Yeşil İklim Fonu’nun kurulmasını da karara bağlamıştır (Verdantix,
2009: 3-4).
Metinde denetim konusu da, süreçte uluslararası denetim yapılabileceği, ancak bunun
inceleme yapılacak ülkenin egemenlik hakkına saygı çerçevesinde gerçekleştirilebileceği
şeklinde ifade edilmiştir. Bu konu, özellikle Çin'in uluslararası denetime karşı çıkması
nedeniyle zirve süresince üzerinde en fazla tartışılanlar arasında yer almıştır (Tüysüzoğlu,
30.12.2012).
Türkiye açısından da Kopenhag Zirvesini’nin önemine bakmak da yarar var.
Kopenhag’da müzakerelerde bağlayıcı bir anlaşma çıkmayacağının anlaşılması üzerine
Türkiye heyetinin Baş müzakerecisi Mithat Rende, Türkiye’nin karbon emisyonu indirimine
dair herhangi bir hedef açıklamayacağını ifade etmiştir. Zaten Zirve öncesi açıklanan hedef de
diğer ülkelere oranla oldukça düşük kalmıştır (Baykan, 2009: 3-4). Bununla beraber,
Kopenhag İklim Zirvesi sonrasında Türkiye'nin AB katılım süreci çerçevesinde çevre faslı
müzakereye açılmıştır.
Sonuç olarak, Kopenhag’da, Kyoto Protokolü ile 2008-2012 aralığında azatlım hedefi
alan ve emisyonların yaklaşık %25’inden sorumlu gelişmiş ülkelerin (AB Ülkeleri, Japonya,
Rusya gibi) 2012 sonrası için alacağı yeni hedefler belirlenmemiş; dünya emisyonlarının
%20’sinden sorumlu olan ABD’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasına dair gelişme
olmamıştır. Dünya emisyonların %40’ını oluşturan Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika gibi
ülkeler de, hukuki olarak bağlayıcı bir azaltım/sınırlama hedefi almamıştır (Kopenhag İklim
Zirvesi,02.01.2011).
Obama, varılan uzlaşmayı “mantıklı” ve “benzersiz” olarak nitelerken, mutabakatın
iklim değişikliğiyle mücadele için imzalanacak kalıcı bir antlaşmanın ilk adımı olduğunu
belirtti.
Çeşitli uluslararası kuruluşlar (G77, Dünyanın Dostları Sivil Toplum Örgütü,
GREENPEACE) Kopenhag Zirvesi sonrası ortaya konan mutabakat metnini tam bir
başarısızlık olarak görmüşlerdir. “Brot für die Welt” adlı Protestan yardım örgütü, “küresel
iklim politikası tuzla buz olmuştur” açıklamasını yaparken, Friends of the Earth International
adlı çevre koruma derneğinden Nnimmo Bassey, “sonucun fakir ülkeler için felaket
niteliğinde” olduğunu kaydetmiştir. Almanya Federal Çevre Bakanı Norbert Röttgen de elde
edilen sonucun tatmin edici olmadığı mesajını vermiştir. Röttgen, Alman birinci televizyon
kanalı ARD'ye verdiği demecinde “ABD ve Çin gibi sera gazı emisyon hacmi büyük ülkelere
ihtiyacımız var. Bu yüzden can sıkıcı olsa da bazı tavizleri kabul ettik” demiştir. Fransa
Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de, "Birleşmiş Milletler'in son derece kritik Kopenhag iklim
müzakerelerini Çin'in bozduğunu" ifade etmiştir (Tüysüzoğlu, 30.12.2012).
58
Journal of Life Economics
2014/1
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barrosso da “hayal kırıklığımı gizlemekte
zorlanıyorum” derken;. Kopenhag’daki zirveye katılan Çin delegasyonuysa elde edilen
neticeden son derece memnun olduklarını ifade etmiştir. Çin delegasyonun başkanı ve iklim
koruma alanındaki baş müzakerecisi Xie Zhenhua, “buluşmada olumlu bir sonuca ulaşıldığını
ve herkesin alınan neticeden memnun olması gerektiğini” belirtirken; BM Genel Sekreteri
Ban Ki Moon ise yaptığı açıklamada, İklim Zirvesi'nde "başarılı bir sonuç" elde edildiğini
söylemiştir. Ban, "daha fazlasını yapak isterdik ancak bu daha başlangıç" yorumunu yapmıştır
(Kopenhag İklim Zirvesi,02.01.2011).
Kopenhag'da düzenlenen konferans küresel iklimin korunması konusunda uluslararası
alanda düzenlenen son toplantı değildir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, yaklaşık 6
ay sonra Bonn'da düzenlenecek yeni bir toplantıyla 2010 yılı sonunda Meksika'da
düzenlenecek iklim zirvesine hazırlık yapılacağını kaydetmiştir.
4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Önemli bir adım olan Kyoto Protokolü’nün tek başına yeterli olmadığı görülmektedir.
Protokolün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli
uzmanları, Kyoto Protokolü'nün eksiksiz uygulanması halinde bile dünyaya en fazla 10 yıl
zaman kazandırabileceğini ve küresel ısınmayı durdurabilmek için daha çok önleme gerek
olduğunu söylemektedirler (Barret, 1998: 36-37). Bunun yanında, iklimle uğraşan birçok
bilim adamı, Kyoto Protokolü'nde belirlenen hedeflerin, sorunun yalnızca yüzeyine temas
edebildiği ve küresel ısınmanın sonuçlarının önünü alabilmek için, katılımcıların salımlarını
yüzde 60 oranında azaltması gerektiğini ifade etmektedir. Aynı zamanda, çevreyi yüksek
düzeyde kirleten ülkelerin, gerçekleşenden daha fazla salım düzeyi hakkı olan ülkelerin
kullanılmamış "kredilerini" almasına olanak sağlayan salım değiş tokuşunun da, protokolü
nerdeyse işlevsiz hale getirdiği ifade edilebilir. Bununla beraber, eksikleri olmasına rağmen,
Kyoto'nun yokluğunun daha kötü olacağı, zira Kyoto'nun ilerideki gelişmeler için bir çerçeve
oluşturduğu da çevreciler tarafından dile getirilmektedir.
Kopenhag Zirvesi ve bu zirve sonucunda ortaya çıkarılan Kopenhag Mutabakatı’nın
ise Kyoto Protokolü ile kıyaslandığında küresel ısınmaya yönelik çok daha başarısız bir adım
olduğu ifade edilebilir. Kopenhag Zirvesi daha çok dilek ve temennilerin ön plana çıktığı ve
dünya liderlerinin küresel ısınma dışında hemen her konuda toplantı yaptığı bir uluslararası
forum ortamı olmuştur. Zirve sonucunda ortaya konan Kopenhag Mutabakatı yasal
bağlayıcılığı olmayan daha ziyade bir uzlaşma metni niteliğindedir. Mutabakatta yer alan
hedeflerin ise gerçekleştirilmesi zor görünmektedir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelere yardım
yapılması yerine getirilmesi şüpheli bir konu olarak görülmektedir; çünkü son ekonomik kriz
ve küresel aktörlerin içerisinde bulundukları kötü ekonomik durum, hükümetlerin sadece
kendi sorunlarına odaklanmalarına ve küresel sorunlara ikincil önem atfetmelerine neden
olmaktadır. Bunun yanında, gaz salınımının denetiminin de ulus devletlerin kendi denetim
mekanizmalarına terk edilmesi ve bu oranları BM’ye doğru şekilde bildirmesi pek mümkün
görünmemektedir.
ABD-Çin Anlaşmazlığının damgasını vurduğu bu zirve, Kyoto Protokolü'nden bu
yana hemen hemen hiçbir şeyin değişmediğinin göstergesi olmuştur. Bununla beraber, dünya
liderlerinin çoğunun kuvvetli bir irade sergileyerek Kopenhag’da bir araya gelmeleri ve
insanoğlu için önemli bir tehdit ve tehlike olarak kabul edilen iklim değişikliği konusunu
ciddi ve açıkça tartışma şansını bulmaları önemli bir ilerleme olarak nitelendirilebilir.
59
Journal of Life Economics
2014/1
Kaynakça
Angus, Lan (2008), “Time For A Different Kind Of Climate Politics”, Monthly Review,
January 13.
Baret, Scott (1998), “Political Economy of The Kyoto Protocol”, Oxford Review of
Economic Policy, Vol. 14, No. 4: Environmental Policy, Winter. p. 20-39.
Baykan, Barış Gençer ve Hande Peker (2009), “Kopenhag Yolunda Türkiye Nerede?”,
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu 55,
04 Aralık 2009.
Baykan, Barış Gençer (2009), “Kopenhag Zirvesi: Zayıf Mutabakat, Hedefsiz Türkiye”,
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu 59,
22 Aralık 2009.
Burleson, Elizabeth (2008), “The Bali Climate Change Confrence”, American Soriety of
Interritional Law Insights, March 17, 12 (4).
Durgun, Ayşe ve Dilek Memişoğlu, (2009), “Kyoto Protokolü ve Bu Süreçte Ortaya Çıkan
Paradokslar”, Uluslararası Davraz Kongresi, 24-27 Eylül 2009, Isparta.
Duru, Bülent (2008), “Kyoto Protokolünden Halkların Protokolüne, Kyoto Sonrası (2012)
İçin İklim Değişikliği Görüşmeleri”, Mülkiye Dergisi, Cilt:32, Sayı: 259, ss.205-214.
Ercan, Nilgün (2007), “İklim Değişikliğine Bakış”, Emoenerji Toplumsal Haber ve Araştırma
Dergisi, Sayı:3, Ekim 2007, ss:3-5.
Green Destiny Council, (2004). Global Climate Change, the Kyoto Protocol, and Penn State
University: From Part of the Problem to Part of the Solution, Penn State University.
http://www.bio.psu.edu/greendestiny/publications/gdc-kyoto_primer.pdf
Grubb, Michael (2003), “The Economics of the Kyoto Protocol”, World Economıcs, Vol. 4,
No. 3, July–September, p.143-189.
Houghton, John T., Y. Ding, D.J.Griggs, M. Noguer, P.J. van der Linden, X. ai, K. Maskell,
and C.A. Johnson (2001), IPCC, Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom
and New York, USA.
Kakaç, Sadık (2005), “Küresel Isınma ve Nükleer Enerji”, TÜBA Günce Dergisi, Kasım, Sayı
32.
Karakaya, Etem ve Mustafa Özçağ (2003), Türkiye Açısından Kyoto Protokolü'nün
Değerlendirilmesi ve Ayrıştırma (Decomposition) Yöntemi İle CO2 Emisyonu
Belirleyicilerinin Analizi”,VII. ODTÜ İktisat Konferansı, 6-9 Eylül 2003, Ankara.
Kayabaşı, Gizem, Ali Burak Alıç ve Sevgi Çoşkun, (2008), “Kyoto Protokolü Küresel
Isınmayı Mı, Kalkınmayı Mı Durdurur?”, Ege Üniversitesi 11. İktisat Öğrencileri Kongresi,
Mayıs, 2008.
60
Journal of Life Economics
Kopenhag İklim Zirvesi,
02.01.2011
2014/1
http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5009 Erişim Tarihi:
Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir?, http://bianet.org/bianet/print/54452-kyoto-protokolunedir-ne-degildir, Erişim Tarihi: 27.12.2009
Özmen, Tamer (2009), “Sera Gazı, Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü”, THM-453-2009/1,
ss.42-46.
Paketçi, Merve, Burak Söylemez ve Ahmet Enes Tekcan, (2008), “Kyoto Protokolünün
Ülkelerin Ekonomik Kalkınmasına Olan Etkisinin Sektörel Bazda Araştırılması Üzerine Bir
Çalışma”, XI İktisat Öğrencileri Kongresi, Küresel Isınma: Ekonomik, Politik Ve Sosyal
Etkiler, 8-9 Mayıs 2008.
Samsunlu, Ahmet (2009), “Kopenhag İklim zirvesi Bekleneni Vermedi”,
http://www.corumhaber.net/index.php?option=com_content&view=article&id=3852:kopenha
g-klm-zrves-beklenen-vermed&catid=60:ahmet-samsunlu&Itemid=211,
Erişim
Tarihi:
22.12.2009
Shannhan, Mike (2007), “A Journalist’s Guide To The Bali Climate Confrence An IIED
Briefing” International Institute for Environment and Development, December.
Türkeş, Murat, Utku Sümer ve Gönül Çetiner (2000), “Kyoto Protokolü Esneklik
Mekanizmaları”, Tesisat Dergisi, Sayı 52. ss. 84-100.
Türkeş, Murat (2010), “Kopenhag Uzlaşması: Büyük Bir Hayal Kırıklığı”, Cumhuriyet Bilim
ve Teknik, Sayı 1193, ss.14.
Tüysüzoğlu,
Göktürk,
“İklim
Zirvesi
Fos
mu
Çıktı?”,
http://www.stratejikboyut.com/haber/iklim-zirvesi-fos-mu-cikti--29289.html Erişim Tarihi:
30.12.2012
Tüzüner, Selva (2008), “Kyoto Protokolü Ne Getiriyor?”, Cumhuriyet Enerji Dergisi, Sayı: 6,
Haziran, ss.16-17.
United Nations (2009), “Framework Convention on Climate Change”, Conference of The
Parties Fifteenth Session, Copenhagen, 7-18 December 2009.
Verdantix (2009), “Business Implications Of The Copenhagen Accord: Non-Binding
Agreement Perpetuates Climate Policy Uncertainty”, Verdantix Ltd, December
Wikipedia, Kyoto Protokolü, http://tr.wikipedia.org/wiki/Kyoto_Protokol%C3%BC Erişim
Tarihi: 10.09.2013
Yılmaz, Elif (2008), “Karbon Cephesinde Son Durum”, Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt 41,
Sayı 488, Temmuz, ss.72-79.
61
Journal of Life Economics
2014/1
62
Journal of Life Economics
2014/1
AHLAK FELSEFESİ BAĞLAMINDA VERGİ VE VERGİLENDİRME AHLAKI
Sibel AŞAN
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü YL Öğrencisi
Özet
Ahlak, bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, yazılı olmayan ve toplumdan
topluma değişen kurallardır. Ahlak kavramını belirleyen unsurlar felsefe tarihinde çeşitli şekillerde
açıklanmaya çalışılmıştır. Vergi ahlakı kavramı ise, vergi ödeme konusunda içsel bir motivasyon
olarak tanımlanmaktadır. Bir devletin kamu harcamalarını erteleyemeyeceğini ve bu harcamaların
neredeyse büyük bir çoğunluğunun vergilerle yapıldığı düşünülürse vergi ahlakının önemi
yadsınılamaz. Ahlak kavramı, birey ve toplum ilişkisini düzenlerken; vergi ahlakı kavramı toplum ve
devlet ilişkisini düzenlemektedir.
Anahtar Kelimeler: Ahlak, Vergi Ahlakı, Kamu Etiği
JEL Kodları: H3, H89
IN THE CONTEXT OF MORAL PHİLOSOPHY TAX AND TAXATİON
ETHİCS
Abstract
Morality is regulating behavior of individuals in society, the non-writtten and from society to
society are changing the rules. Factors that determine the concept of morality have been explained in
various ways in the history of philosophy. The concept of tax morale is defined as an intrinsic
motivation to paying taxes. A state’s can’t postpone of the public expenditure and these expenditures ıt
is believed that almost all of the taxes and if the tax morality is important. The concept of morality,
while regulates the relationship between the individual and society; the concept of tax morale are
regulates the relationship between society and the state.
Keywords: Moral, Tax Morale, Public Morals
JEL Codes: H3, H89
1.GİRİŞ
Ahlak, toplumda belirli bir düzenin sağlanması ve toplum huzurun korunması için
bireylerin uymak zorunda oldukları davranışlardır. Ahlak kavramı bireyden bireye, toplumdan
topluma değişmektedir ve ahlakı etkileyen bir çok unsur bulunmaktadır. Felsefe tarihinde ise;
ahlak çeşitli şekillerde tanımlanmaya, açıklanmaya çalışılmıştır. Alman felsefesinin kurucusu
olarak görülen Immanuel Kant, ahlakı özellikle aklı temel alarak açıklamaya çalışmaktadır.
Kant’ın ahlakı salt akılla açıklamasını doğru fakat eksik bulan, George Wilhelm Friedrich
Hegel ise ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Bir başka ünlü Alman filozofu Karl
Heinrich Marx, ahlaka iki filozoftan da farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak; kavramları
açıklamaya çalışmamış; ahlak ile ilgili kavramları ve ilkeleri yaratan koşulların eleştirisi ve bu
koşulların değiştirilmesine yönelik fikirler öne sürmüştür.
Vergi ahlakı kavramı da, ahlak kavramı gibi belirli bir düzeni sağlamak için gerekli
olan belirli davranış kalıplardır. Vergi ahlakı; bireylerin dışsal bir baskı ya da zorlama
olmadan, ödemeleri gereken vergiyi zamanında ve yasalara uygun olarak ödemesidir.
Ahlakta, birey özellikle ailesine ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumluyken; vergi
ahlakında, bireylerin devlete karşı sorumluluğu olarak bu çerçeve biraz daha genişlemektedir.
63
Journal of Life Economics
2014/1
Ahlak kavramı ve vergi ahlakı kavramı tamamen birbirinden ayrı düşünülmese de; her
zaman aynı şekilde de anlaşılmamaktadır. Ahlak kurallarına uymayan birey toplum tarafından
dışlanırken; vergisini bilinçli olarak ödemeyen, vergi kaçıran ya da vergiden kaçınan bir birey
toplum tarafından takdir dahi edilmektedir.
Ahlak nasıl bireyden bireye, toplumdan topluma değişiyorsa; Vergi ahlakı da bireyden
bireye, toplumdan topluma değişmektedir. Vergi ahlakını etkileyen faktörleri; bireysel
faktörler ve bağlamsal faktörler olarak iki şekilde açıklayabiliriz. Bireysel faktörler; SosyoDemografik özellikler, kişisel mali koşullar ve politik tavırlar olmak üzere üç şekilde
açıklanmaktadır. Bağlamsal faktörler de; Bölgesel gelirin yeniden dağılımı, vergi
düzenlemeleri, ırk ve dil farklılıkları olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bireysel
faktörler de, genel olarak mükelleflerin kişisel özellikleri vergi ahlakını etkilerken; bağlamsal
faktörlerde ağırlıklı olarak devlet ve vergi toplama yetkisini verdiği kurumlar vergi ahlakı
üzerinde etkili olmaktadır. Bu çalışmada; birinci bölümde ahlak kavramı, vergi ahlakı
kavramı ve vergi ahlakını etkileyen faktörler anlatılacaktır. İkinci bölümde ise, vergi ahlakı
hem mükellefler açısından hem de vergi sistemini uygulayan otorite açısından
değerlendirilmeye çalışılacaktır.
2. AHLAK KAVRAMI
Türk Dil Kurumunda ahlak kelimesi, bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda
oldukları davranış biçimleri ve kuralları şeklinde tanımlanmaktadır. Ahlak, sosyal ilişkilerde
ya da kişiler arasında rehberlik sağlamak için geliştirilen kurallardan oluşan düzgüsel bir
sistemdir. İşlevi insan ilişkilerini bir sisteme oturtmak ve düzenlemektir (Gökbunar ve diğ.).
Ahlak genellikle toplumlarda olumlu anlamlar yüklenen iyilik, dürüstlük, yardımseverlik,
sözünde durma, yalan söylememe gibi nitelikleri kapsayan kurallar ve davranışlardan
oluşmaktadır. Bir toplumun ahlak kuralları, o toplumun bireylerinin birbirlerine güven
duymalarını ve bu sayede birlikte yaşamalarını kolaylaştırmaktadır (Kaynar, 2010). Ahlak
kavramı, felsefenin temel tartışma konularından biri olmuştur. Imanuel Kant, Georg Wilhelm
Friedrich Hegel ve Karl Marx gibi ünlü filozoflar ahlak felsefesiyle ilgili önemli yaklaşımlar
ortaya koymuştur.
18. yüzyılın önemli filozoflarından olan Immanuel Kant’a göre ahlaklılığın kaynağı
doğa veya toplum düzeninde, Tanrı iradesinde, mutluluk arzusunda veya ahlaki duyguda
aranamaz. Çünkü bu tarz bir temellendirme ile ahlakın nesnel, genel geçer bir yapıya
kavuşturulması mümkün değildir (Çilingir). Kant'ın ahlakı bir ödev ahlakıdır. Ona göre ödev
de temelini ahlak yasasına saygıda bulur. Bu saygı duygusu ahlak yasasından önce gelmez; bu
duyguyu ahlak yasasının kendisi belirlemektedir. Kant, bir ahlak duygusunun sözünü eden
ahlakçıların düşündüğü gibi, iyi ve kötünün ne olduğunu bir duygunun belirlediğini kabul
etmez. Ancak bu yasa karşısında, ahlak duygusu da denilebilecek olan "yasaya saygı"
duygusu göze çarpmaktadır. Ahlak yasasına saygı, insana kendi değerini duymayı da öğretir
ve insanın kendisine, kendisinin de beklemediği bir güç kazandırmaktadır (Yılmaz).
Kant’ın ödev ahlakında; eylemler “ödeve aykırı”, “ödeve uygun” ve “ödevden dolayı”
olarak üç şekilde düşünülmektedir. Ödeve aykırı eylemlerin, kendi başına iyi bir istemeyi
ortaya çıkaramayacağı mantıksal bir zorunluluktur (Ketenci ve Topuz). Doğal ihtiyaç ve
isteklerden, eğilimlerden kaynaklanan davranışları “ödeve uygun” davranışlar olarak
nitelendirmekte ve ahlaklı davranışların karşısına koymaktadır. Ahlaklı davranışlara, yani salt
pratik aklın yönettiği istemlerden kaynaklanan davranışlara ise, “ödevden dolayı” ya da
“ödevden doğan” davranışlar olduğunu söylemektedir (Öktem).
Kant’ın ödev ahlakında; Ödev, istence yani iradeye buyrulan şeydir; böylece istenç
için ahlaksal bir zorunluluğu dile getirmektedir. Diğer yandan bir ödev eyleminin değeri,
ulaşılmak istenen amaçta ve niyettedir; bundan böyle güdülen başarıda değildir, kararı
64
Journal of Life Economics
2014/1
verdiren nedendedir. Yani bir davranışın ahlaki bir değerinin olabilmesi için ödev
düşüncesinden kaynaklanması gerekir. Bir ödev eylemi için doğal olarak verilmiş istekler,
eğilimler ölçü olamaz; çünkü bunlar içerik bakımından belirlenen amaçla ve bunun
sonucundaki başarı ile ilgilidir. Eylemlerimizde bulunabilecek niyet ve amaç, eylemlerimizin
amacı olarak bu maksadın etkisi ve başarısı eyleme mutlak ve ahlaksal bir değer vermez.
Ahlaksal değer ancak, eylemleri etkileyebilecek olan amaçları bir yana bırakmakla, istencin
ilkesinde bulunabilir. İstencin ilkesi ise "yasa karşısında saygı"dır. Bir eylem doğrudan
doğruya doğru olduğu için, yasa karşısında saygıdan isteniyorsa mutlak değerlidir. Bütün bu
açıklamalardan sonra “Ödev”, yasa karşısındaki saygıdan doğan eylemin zorunluluğudur
denilmektedir (Yılmaz).
Kant, ahlak kanunu olarak nitelendirdiği kategorik buyruğu, “Ahlak Metafiziğinin
Temellendirilmesi” adlı eserinde şöyle ifade etmiştir: “Öyle davran ki, bu davranışında
insanlığı hem kendinde hem de diğer insanların her birinde her zaman bir amaç olarak
göresin; asla bir araç olarak kullanmayasın.” Başka deyişle, “İnsanlığı, kendinde ve
başkalarında hiçbir zaman bir araç olarak değil, hep bir amaç olarak görecek gibi eyle.”
Buna göre, bir davranışın ahlaki olabilmesi, onun her zaman bir kural, bir genel yasa
olmasıyla mümkün olmaktadır. İnsanı bir araç olarak değil, daima bir amaç olarak görmek ve
buna göre eylemde bulunmak, elbette, insandan iş alanında faydalanılmaması anlamına
gelmez. Bu faydalanma her yerde olup bitmektedir. Her işte insanlar kullanılır; fakat Kant’ın
burada söylemek istediği; her insan, insanlığın taşıyıcısı olarak, kutsal bir varlıktır. Bu
nedenle, biz, her insanda, insanı bir son amaç, kendi başına bir amaç olarak görmeli, asla bir
araç olarak görmemeliyiz; yani, kategorik buyruğun buyurduğu gibi, her insanda insan
onuruna saygı göstermeliyiz. Böylece Kant, bu genel kanunlarıyla, hayattaki bütün
davranışların ahlaka uygun olup olmadıklarını kesin olarak açığa çıkaracak bir kriter vermek
istemektedir (Öktem).
Aslında, Kant’ın, doğada bulduğu katı determinizm ve zorunluluk karşısına koyduğu
ve insanın özgürlüğünü sağlayacak olan ahlaktaki amacı, tıpkı bilimdeki gibi sentetik a priori
önermelere ulaşmak, dolayısıyla ahlakı da tıpkı bilim gibi kurabilmektir. Ona göre, biz, bu
kategorik buyrukları, yani hep “öyle davran ki” ile başlayan buyrukları yerine getirmekle
varlık sebebimize uygun yaşamış oluruz. Varlık sebebimiz, ancak ahlaklı davranışlarda, aklın
pratik alanda (ahlak alanında) kullanılmasında, kısacası aklın iradeyi yönetmesinde anlamını
bulur ve gerçeklik kazanır (Öktem).
Bütün bu açıklamalardan sonra Kant’ın ahlak anlayışını genel olarak açıklayacak
olursak; Kant’a göre “ahlaklı davranmak” ile “ahlaka uygun davranmak” aynı şeyler değildir.
Bireyin bir davranışı, bir eylemi kendi iradesiyle ve içinden gelerek yapması ahlaklı bir
davranış olurken; bireyin toplumsal ilkelere ve yasalara uymak suretiyle, benimsemeden,
inanmadan ve istemeden yaptığı davranışlarda ahlaka uygun davranışlar olmaktadır (Şahin,
2009).
Hegel ise, Kant’ın ödev etiğinin, yani ödevin akla dayandığı ve akıl temelli olduğu
tezini kabul etmektedir. Fakat Kant’ın salt pratik akıl yürütmeye dayandırdığı ve son
çözümlemede ödevlerimizin ne olduğunu hiçbir şekilde söylemeyip, içeriksiz ve evrensel etik
yasalarının sadece bir çelişmezlik ve tutarlılık yasaları olduğunu iddia etmesini eksik
bulmaktadır. Hegel’e göre, etik ve yasallık arasındaki kopukluk olduğu anlayışı, Kantvari
biçimciliğin varabildiği birliğin soyut niteliğinin bir ifadesidir. Buna karşın Hegel ise, etik
yaşamda ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Hegel bir toplum içinde şekillenen
ahlaki doğamızla, varlığımızın rasyonel boyutunun sentezini yapmaya çalışmaktadır (Bezci).
Karl Marx’ın etik anlayışı ise Kant ve Hegel’in etik anlayışından daha farklıdır.
Aslında, Marx’ın etik anlayışını açıklarken filozoflar iki gruba ayrılmışlardır. Bazı filozoflar
65
Journal of Life Economics
2014/1
Marx’ın ahlakçı olmadığını savunurken, bazı filozoflar Marx’ın ahlakçı olduğunu, fakat
kendinden önceki filozoflar gibi ahlakı kavramsal olarak ya da yasalarla açıklamadığından
Marx’ın tam olarak anlaşılmadığını savunmaktadırlar.
Karl Marx’ın etik anlayışı dönemler içinde farklılıklar göstermektedir ve etik anlayışı
iki şekilde yorumlanmaktadır. İlki; Marx’ın ahlaka bakışı, bütün hayatı boyunca alışık
olunanın dışındadır. O klasik bir ahlakçı olarak konuşmaz. Marx’ın, negatif, eleştirel ve
gizemleştirici bir etik anlayışı vardır (Akgör, 2008). İkincisi, bu sıradanlığı yaratan koşul
olarak, ahlakı kavram ve ilkeler üzerinden değil; onları yaratan koşulların eleştirisi ve
değiştirilmesine yönelik bir tutum içerisinde, pozitif bir özgürlük etiği şeklinde ele almaktadır
(Göçmen).
Bütün bu açıklamaları göz önünde bulundurarak, Marx’ın klâsik anlamda bir etik
teorisi olmadığını fakat, belli başlıklar altında sınıflanabilecek bir etik teorisinin olduğu
söylenebilmektedir. Marx’ın klâsik anlamda bir etik teorisi yoktur, çünkü Marx, Kant ve
Hegel gibi düşünürlerin ele aldıkları geleneksel ahlaki problemlerle ilgilenmemiştir. Bunun da
nedeni, Marx’ın bu türden somut, münferit ya da bireysel problemlerin insanların içinde
yaşadıkları sosyal sistemin yarattığı problemlerin sonucu olduğunu düşünmesidir. Marx’ın
gözünde ahlâkî problemler, söz konusu sosyal ve ekonomik problemler karşısında ikincil
sayılabilecek bir konumda bulunmaktadır. Marx, bu yüzden söz konusu ahlâkî problemlere
ancak toplumsal sistemlerin doğası ve niteliğiyle ilgili doğru tespitlerde bulunulması halinde
bir çözüm getirilebileceğini öne sürer. Marx’ın sistematik ve bağımsız bir etik teorisi üzerine
konuşmanın pek mümkün olmamasının nedeni budur. Fakat Marx yine de kendini
gerçekleştirme veya belirleme ya da özgürlüğü en yüksek değer olarak konumladığı, modern
kapitalist toplumda özüne yabancılaşmış olan insanın ahlak konusunda, en yüksek iyiye
ulaşmasının yollarını tartıştığı için, onun kendine ait bir etik görüşüne sahip olduğu
söylenmektedir (Akgör,2008).
3. VERGİ AHLAKI KAVRAMI
Vergi ahlakı kavramı; vergi ödeme konusunda içsel bir motivasyon olarak
tanımlanmaktadır. İçsel motivasyonla anlatılmak istenen, dışsal bir baskı ya da zorlama
olmaksızın gönüllü vergi ödenmesidir. Vergi ahlakı, gelir kazananların vergilerini yasalara
uygun ölçüde ve zamanında ödemeleri konusundaki tutum, davranış, inanç ve değer
yargılarıdır (Tuay ve Güvenç, 2007).
Kant’ın akıl temelli ahlak anlayışındaki, ahlaklı davranmak ve ahlaka uygun
davranmak arasındaki farklılığı vergi ahlakı açısında açıklayabiliriz. Ahlaklı davranmak, vergi
ahlakındaki içsel motivasyonla ilgilidir. Yani, bireyin dışsal bir baskı ya da zorlama
olmaksızın gönüllü vergi ödemesidir. Ahlaka uygun davranmak ise; birey vergi ödemediği
takdir de yasaların yaptırım gücüyle karşılaşacağının bilincinde olduğu için vergi
ödemektedir. Her iki durumda da bireylerin vergi ahlakı yüksek olmaktadır.
Hegel ise, Kant’ın akıl temelli ahlak anlayışını eksik bulmaktadır. Ahlaklı davranmak
ve ahlaka uygun davranmak arasında (etik ve yasallık arasında) kopukluk olduğu anlayışı
Kant’ın soyut niteliğinin bir ifadesidir. Buna karşın Hegel ise, etik yaşamda ahlak ile yasallığı
birbirinden ayırmamakta; ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Yani ahlaklı
davranmakla da, ahlaka uygun davranmakla da vergi ahlakı yüksek olacaktır.
Karl Marx ise ahlakı, kavramlarla ya da teorilerle açıklamamıştır. Ahlaklı
davranışların ya da ahlaka aykırı davranışların ortaya çıkış süreci ve ahlakı etkileyen
unsurların üzerinde durmuştur. Marx, ahlak ile ilgili sorunlara içinde yaşanılan toplumun
yapısıyla ilgili doğru tespitlerde bulunulması halinde bir çözüm getirilebileceğini
savunmaktadır. Vergi ahlakını etkileyen faktörler arasında en önemli ve belirleyici olanı
66
Journal of Life Economics
2014/1
içinde yaşanılan toplumun yapısıdır. Bir ülkenin sosyal ve siyasi yapısı, ekonomik durumu ve
vergi sistemi, o ülkenin vergi ahlakının seviyesini önemli ölçüde belirlemektedir.
Vergi anlayışının genel çerçevesi içinde tanımlanan vergi ahlakı ise; vergi kaçakçılığı
ve vergi cezaları karşısında takınılan tavırdır. Günümüzde vergi ahlakının, genel ahlaktan
farklı olduğu düşünülmekte ve vergi yasalarına aykırı olan davranışlar bir çeşit toplumsal
kabiliyet olarak nitelendirilmektedir (Turhan, 1998). Bu şekilde davranan bireyler bunu bir
eksiklik olarak değerlendirmemektedir (Çataloluk). Aslında vergi ödemeyi bir ödev ahlakı
olarak ele alan ve vergi kaçakçılığını ayıplayan ve kınayan bir toplumda bireylerin vergilerini
kendiliğinden ödemesi sağlanabilir (Aktan ve diğ., 2006).
ergi ahlakı, genel ahlaktan farklı bir kavramdır. Genel ahlakı yüksek olan bir kişinin,
vergi ahlakı düşük olabilmektedir ve vergi ahlakı düşük olan bireyler, her türlü vergi hilelerini
normal kabul etmektedirler. Vergi ahlakı yüksek olan bir kişi ise, vergi borcuna sadakat
göstererek ilk fırsatta vergisini ödemeyi düşünmekte ve vergi ödemeyi bir gereklilik olarak
görmektedir. Bu nedenle vergisel hilelerin olmadığı ya da çok az olduğu bir vergi sisteminin
kurulması için yüksek bir vergi ahlakının varlığı gerekmektedir (Gökbunar ve diğ.).
4. VERGİ AHLAKINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Vergi ahlakının teorik özellikleri dört grupta ele alınmaktadır. İlk gruptaki değişkenler
cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim, mesleki statü, dindarlık ve sosyal sınıf gibi sosyal ve
demografik özellikler içermektedir. Yaş, dindarlık ve mesleki statü vergi ahlakını en çok
etkileyen değişkenler olmaktadır. Vergi ahlakı, yaş ve dindarlıkla birlikte artmaktadır ve
serbest meslek sahibi bireylerde daha düşük olmaktadır. Cinsiyet, medeni durum ve sosyal
sınıf ise bazı durumlarda etkili olmaktadır. Vergi ahlakı, kadınlarda ve evli bireylerde daha
yüksek, üst sınıftaki bireylerde daha düşüktür (Kaynar, 2010).
Vergi ahlakı olgusundaki bireysel farklılıklar rastlantısal değildir. Söz konusu bireysel
farklılıklar sosyo- demografik özellikler, politik tavırlar ve değerler, bireylerin mali koşulları
ve kurumsal ya da bağlamsal düzenlemelerle ilgilidir. Bireysel ve bağlamsal düzeyde vergi
ahlakındaki farklılıkların altı belirleyicisi bulunmaktadır (Kaynar, 2010).
4.1. Bireysel Faktörler
4.1.1. Sosyo-Demografik Özellikler
Vergi ahlâkı toplumun veya bireyin çeşitli demografik özelliklerine göre
değişmektedir. Bunlar arasında eğitim düzeyi, cinsiyet faktörü, yaş, medeni durum, mesleki
durum gibi faktörleri saymak mümkündür. Bu faktörlerin hepsi vergi ahlakını, farklı
oranlarda etkilemektedir (Tosuner ve Demir, 2008). Eğitim düzeyi yüksek olan mükellefler,
vergilerin ekonomik ve sosyal işlevleri konusunda daha bilinçli olmakta ve vergi kaçırma
eğilimleri daha düşük seviyelerde olmaktadır. Aynı zamanda eğitim düzeyi yüksek olan
mükelleflerin yasaları daha kolay anladıkları ve yapılan değişikliklere daha kolay uyum
sağladıkları görülmektedir (Tuay ve Güvenç, 2007).
Önemli bir demografik etken olan yaş; vergi ahlakı için çok önemli bir faktördür.
Bireyin yaşı arttıkça vergi ahlakı da aynı düzeyde arttığı söylenebilir. Genç yaştaki
mükellefler, gelirlerinin büyük bir kısmını tüketmek durumundadırlar. Özellikle, 25-30 yaş
arasındaki kişiler henüz yüksek bir gelire sahip olmadıkları ve daha yüksek bir hayat
standardına ulaşmak istedikleri için, devletin vergi taleplerine tam bir isteksizlikle karşı
durdukları söylenebilir. Buna karşın ileri yaşlardaki mükellefler, hayat standardını yükseltme
duygusunda ısrarlı değildirler. Bu nedenle yüksek yaş gruplarındaki mükelleflerde daha
yüksek vergi uyumu görülmektedir (Gökbunar ve diğ.).
67
Journal of Life Economics
2014/1
Bir başka demografik etken cinsiyet ve medeni durumdur. Kadınların erkeklere göre
daha uyumlu ve daha az ben merkezci olmalarından dolayı vergi ahlak düzeyleri erkeklere
göre daha yüksek olabilir. Ayrıca evli mükelleflerin vergi ahlak düzeyleri, bekar mükelleflere
göre daha yüksek olmaktadır (Tuay ve Güvenç, 2007).
Bireylerin dini inançları da vergi ahlakları üzerinde etkili olmaktadır.Dindar insanlar
neyin doğru, neyin yanlış olduğu ile çok fazla ilgilendiklerinden, insanların yapmaları
gereken bir takım görevleri olduğuna inanırlar ve vergi ödemek de bu görevlerden biridir
(Kaynar, 2010).
4.1.2. Kişisel Mali Koşullar
Mükelleflerin vergileme karşısındaki tutumunu belirleyen en önemli unsurlardan biri,
mükelleflerin mali durumlarıdır. Gelir düzeyi düşük olan bireyler kamu mal ve
hizmetlerinden daha fazla yararlanmaktadırlar ve vergi ödeme konusunda daha istekli
olmaktadırlar. Ancak gelir düzeyi yüksek bireyler kamu mal ve hizmetlerinden daha az
yararlandıkları düşüncesi ile vergi ödeme konusunda daha az istekli olmaktadırlar (Kaynar,
2010).
Ayrıca; bireylerin sahip olmak istediği maddi durum düzeyi ile mevcut maddi durum
düzeyi arasındaki fark çok büyükse, bireyler vergi ödemek istememektedirler. Çünkü bireyler
vergiyi, gelirlerini azaltan bir sebep olarak görmektedirler. Ayrıca bireyler kazanç ve
varlıklarını kendi sosyal çevrelerindeki diğer bireylerler karşılaştırdıklarında ve kendi sahip
olduklarının daha az olduğunu gördüklerinde, vergi ödeme konusundaki isteksizlikleri daha
da artmaktadır (Kaynar Bilgin, 2011).
4.1.3. Politik Tavırlar
Bireylerin siyasete ve demokrasiye verdikleri önem vergiye olan bakış açılarını
etkilemektedir. Ayrıca bireylerin ne kadar demokratik sisteme sahip bir ülkede yaşadıkları
konusundaki düşünceleri de vergi ahlakını etkilemektedir. Demokratik ülkelerde vatandaşlar
diğer pek çok konuda olduğu gibi vergi ve kamu harcamaları ile ilgili konularda da daha fazla
söz sahibidirler. Dolayısıyla vergi politikalarına ve kamu harcamalarına yön verdiğini
düşünen vatandaşlar vergi ödeme konusunda daha istekli olmaktadırlar (Kaynar Bilgin, 2011).
4.2. Bağlamsal Faktörler
4.2.1. Bölgesel Gelirin Yeniden Dağılımı
Bir bölgede toplanan vergilerin yalnızca o bölgenin kamu mal ve hizmetlerinin
finansmanında kullanıldığı yerinden yönetim esasına dayalı bir vergi yapısında, bireylerin
vergi ödeme eğilimleri, vergilerin tüm bölgelerden alınıp bir havuzda toplandığı ve bölgesel
kamu mal ve hizmetlerin kişi başına göre harcandığı merkezileştirilmiş bir vergi yapısındaki
bireylerin vergi ödeme eğilimlerinden daha yüksektir. Ancak mali eşitlik yeterince güçlü ise,
başka bir deyişle yükümlülerin ödedikleri vergilerle kamu hizmetlerinden sağladıkları
faydalar birbirine eşit ise bu durum ortadan kalkar. Yerinden yönetim bölgelerarası yeniden
dağılımın azaltmamaktadır. Ayrıca yerinden yönetim bölgelerarası transferlerin belirginliğini
arttırmaktadır ve bölgesel çıkarlar güden bölgesel politik partilerin oluşumunu beslemektedir.
Böyle bir durum iki tip etki ile sonuçlanabilir. İlk durumda, bölgeler arası yeniden dağılıma
olan destek, vatandaşların bölgeler arası eşitsizliği bir dereceye kadar hoş görmesi ile
azaltılabilir. İkinci olarak genel vergileri ödeme eğilimi zengin bölgelerde düşebilmektedir.
Sonuç olarak; güçlü bölgeler arası transferlere sahip ülkelerin, bütçeye daha çok vergi geliri
sağlayan bölgelerinde vergi ahlakı daha zayıf olma eğilimindedir. Fakat söz konusu negatif
ilişki, merkeziyetçi vergi yapısında daha güçlüdür. Çünkü bölgeler arası gelirin yeniden
dağılımının belirginliği daha fazladır (Kaynar, 2010).
68
Journal of Life Economics
2014/1
4.2.2. Vergi Düzenlemeleri
Vergi yükü (objektif ve subjektif vergi yükü), vergi adaleti, gelir düzeyi, kamu
harcamalarının algılanma düzeyi, ülkedeki kayıt dışı ekonomi ve yolsuzluk düzeyi, vergi
yapısı, vergi denetimleri, vergi cezaları, vergi afları, vergi idaresi, muhasebe meslek
mensupları ve diğer mükellefleri vergi ahlâkını belirleyen ekonomik faktörler içinde saymak
mümkündür (Tosuner ve Demir, 2008).
Vergi adaleti ve vergiye gönüllü uyum arasındaki ilişki incelendiğinde, vergiye karşı
olumsuz tepkilerin en büyük gerekçesinin mükellefler tarafından adil bulunmayan vergi algısı
olduğu görülmektedir. Adaletsiz vergileme, vergi yükünün toplumu oluşturan bireyler
arasında adil ve dengeli bir şekilde dağıtılmaması anlamına gelmektedir. Ayrıca, vergilemede
vergi istisna ve muafiyetlerinin uygulanması, toplumsal açıdan bazı hoşnutsuzluklar
oluşturmakta ve kendilerine haksızlık yapıldığına inanan mükelleflerin vergilemeye tepki
göstermelerine neden olmaktadır (Tuay ve Güvenç, 2007).
Vergi aflarının, vergi ahlakına etkisi iki şekilde olmaktadır. Birincisi; bir defalık vergi
affı eğer daha yüksek harcamalar ve kaçakçılığı önlemek için daha etkili cezalar ile birlikte
uygulanırsa gelecekte gönüllü uyumu arttırabilir. Ayrıca affın önceden kayıt dışı sektörlerde
olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma gibi olumlu bir etkisi de olmaktadır.
İkincisi ise, vergi affının uzun vadeli sonuçlarının mükelleflerin gönüllü uyumu üzerinde
önemli negatif etkiler yaratacağını savunmaktadır. Bu görüşe göre, eğer vergisini zamanında
ödeyen mükellefler kaçakçılara verilen bu affa tepki gösterir ve bunun kendileri için bir
haksızlık olduğunu düşünürlerse, bu onların gönüllü uyum derecesini azaltacaktır. Ayrıca
mükellefler vergi affının bir kereye mahsus sağlanan bir fırsat olduğuna inanmayabilirler.
Sıklıkla beklenen bir vergi affı ise, mükelleflerin gönüllü uyum derecelerinin azalmasına
neden olacaktır (Tuay ve Güvenç, 2007).
4.2.3. Irk ve Dil Farklılıkları
Vergiye karşı tepki ve tutumlardaki farklılıkların, yükümlülerin mensup oldukları
ırklarla da açıklanmaya çalışılmaktadır. Örneğin, Anglo-Sakson ırklarına mensup olan bazı
kuzey Avrupa ülkelerinin, Cermen ırkına mensup bazı ülkelerinden daha fazla vergiye uyum
sağlaması vergi ahlakının gelişmişliğiyle açıklanabilmektedir. Vergi ahlakı ırki özelliklere
dayandırılsa da, değişik faktörlerin de vergi ahlakını etkilediği düşünüldüğünde vergiye karşı
tepkilerin veya tutumların tamamen ırki özelliklerden kaynaklandığını söylemek oldukça
güçtür (Şahin, 2009).
Irk ve dil farklılıkları ile vergi ahlakı arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır. Böyle
bir durumda, kamu mal ve hizmetlerinin sağlanması etkin olmaz. Ayrıca sosyal faaliyetlere
katılım ve güven azalır (Kaynar, 2010).
5. VERGİ
AHLAKININ,
DEĞERLENDİRİLMESİ
MÜKELLEFLER
AÇISINDAN
Vergi ahlâkı, birçok sosyal ve kültürel faktörden etkilenen bir olgudur. Bunlardan
vatandaşlık bağı ile bağlı olunan devletin yönetim şekli, devletin ve siyasal iktidarların
bireysel ve toplumsal olarak kabulü ve siyasal iktidara duyulan güven derecesi, milli ve
manevi duygular, ülkedeki demokrasi gibi birçok sosyal ve kültürel faktör vergi ahlâkının
oluşumunda, gelişiminde ve sürdürülmesinde önemli ölçüde etken kabul edilmektedir. Ayrıca
vergi ahlakının “mükellef ahlakı” ile yakın ilişkisi vardır. Yani mükellef ile devlet arasındaki
mali değişimden doğal olarak etkilenmekte ve hükümet davranışları, mükellef ahlakını
etkilemektedir (Gencel ve Kuru, 2012).
69
Journal of Life Economics
2014/1
Birinci bölümde, mükelleflerin vergi ahlâkının oluşumunda çeşitli faktörlerin etkili
olduğunu belirtmiştik. Uygulamada ise mükelleflerin vergi ahlakını belirleyen en önemli
faktörlerden birisi, mevcut siyasi ve yasal sisteme olan güven duygusudur. İyi organize
edilmiş ve vatandaşın tercihlerine ve beklentilerine uyumlu kurumsal faktörler, ülkedeki
sosyal sermaye ortamına pozitif katkı yapacaktır. Bu katkının vergi açısından en önemli
sonucu ise, vergi ahlâkını arttırıcı etkide bulunmasıdır (Tosuner ve Demir, 2009).
Mükelleflerin vergiye karşı tutumlarıyla vergi ahlakı arasında anlamlı bir ilişki vardır (GİB,
2007). Vergi mükellefleri açısından bakıldığında, mükellefler vergi ödedikleri otoritenin her
zaman ve her şartta kendilerini koruyan, kollayan, refah içinde yaşamaları için çabalayan ve
varlığını vatandaşlarının varlığına borçlu sayan bir varlık olarak görmek isterler. Bu isteğin
karşılanma derecesi, vergi karsısındaki içsel motivasyonun da belirleyicisi olacaktır (Tosuner
ve Demir, 2009).
Bireyin vergi ahlakının oluşumunda ekonomik faktörlerin etkisi çok büyüktür fakat;
toplumdaki sosyal ve kültürel değerlerin rolü de çok önemlidir. Ahlâkın sosyal ve kültürel
içeriğinin önemi, vergi ahlâkı açısından da geçerlidir. Toplumsal ilişkilerin pozitif yönde
gelişimini ve sürdürülmesini konu edinen ahlâk olgusu, aynı zamanda bireyleri bu pozitifliğe
zorlayıcı yaptırımları da içermektedir. Verginin gereğine inanmış ve yasal zorunluluklarını
eksiksiz olarak yerine getiren bireylerin, toplumdaki diğer bireyler üzerinde önemli bir baskı
unsuru oluşturduğu bir gerçektir. Devlet çatısı altında yasamanın bir takım sorumlulukları ile
donanımlı bireylerin çoğalmasında, sosyal ve kültürel faktörlerin rolü çok daha önem
kazanmaktadır (Tosuner ve Demir, 2009).
6. VERGİ AHLAKININ, VERGİ SİSTEMİNİ UYGULAYAN OTORİTE
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Etik, kişinin davranışlarına temel olan ahlak ilkelerinin tamamıdır. Başka bir ifade ile
etik, insanlara ‘‘işlerin nasıl yapılması gerektiğini’’ belirlemede yardımcı olan kılavuz
değerler, ilkeler ve standartlardır. Etik, aynı zamanda bir süreçtir. Bu süreçte karar alırken ve
uygulamayı yaparken, belirli değerlere bağlı kalınarak hareket edilmektedir. Bir meslek etiği
olarak kamu yönetimi etiği de, yönetim alanında, doğru davranışlara ulaşmak için gerekli olan
ilke ve standartları ifade etmektedir. Yönetim etiğine ilişkin ilke ve değerler; iyi davranışta
bulunma ve kötü davranışlardan kaçınma konusunda, kamu görevlilerine rehberlik
etmektedir. Aynı zamanda, devlete ve kamu görevlilerine olan güveni artırırlar; yönetimin
meşruiyetini geliştirirler ve devlet-halk bütünleşmesini sağlarlar; kamu kurumlarındaki
yönetsel davranış standartlarını yükseltirler; değerlerin çatıştığı durumlarda karar vericilere ve
uygulamacılara yol gösterirler; sosyal dokuyu, ekonomik gelişmeyi, demokrasiyi ve hukuk
devletini güçlendirirler ve kamu hizmetlerinin maliyetini düşürür ve kalitesini yükseltirler
(T.C. Kamu Görevlileri Etik Kurulu, 2012).
Kamu yönetiminde etik kavramı, devletin idari alanında doğru davranış standartları ve
ilkeleri anlamına gelmektedir. Kamu yönetiminde etik, kamu görevlilerinin rutin çalışmaları
sırasında kullandıkları kamu gücüne set çeken kontrol ve denge noktalarının bütünüdür.
İçinde bulunduğumuz dönem kamu yönetimi anlayışında Weberyen bürokratik yapılardan
etik kültüre dayalı yönetim tarzına geçişin hızlandığı bir dönemdir. Kamu yararı düşüncesinin
temel alındığı bu süreçte kamu yönetimindeki etik değerler etkileşim içinde bulunduğu
toplulukların destek ve güvenini sağlama, kuşkuları giderme, uygulamanın yasallığını
pekiştirme olanağı sunmaktadır (Kitapçı, 2010).
Kamu yönetiminde bu şekilde ifade edilen etik kavramı ile; vergi mükellefleri ile
oluşturulacak işbirliği ve güvene dayalı ortam, mükelleflerin vergi ahlakının güçlenmesine
sebep olur. Vergi ahlakının, bireylerin politik karar alma sürecine yaygın ve etkin bir şekilde
katılması ile doğru orantılı olduğu söylenebilir. Bu durumda mükellefler devletin kendilerine
70
Journal of Life Economics
2014/1
adaletli davrandığını hissederler ve ödedikleri vergiler ile kamu yatırımları arasında doğru
orantı kurarlar. Bu aktif katılım aynı zamanda, mükelleflerin yasalar ve politikacılar
üzerindeki kontrol kabiliyetlerini yükselteceğinden, memnuniyet derecelerini de artırır. Bu
durumun vergiye gönüllü uyum üzerinde pozitif bir etki yaratacağı da söylenebilir (Tuay ve
Güvenç, 2007).
Devlete duyulan güvenin yanı sıra mahkemelere ve yasal sisteme duyulan güven de
vergi ahlakı üzerinde etkili olmaktadır. Devlet tarafından gerçekleştirilen pozitif eylemler
vergi mükelleflerini olumlu tutuma yönlendirmekte ve mükellefin vergi sistemine yaklaşımını
olumlu etkilemektedir. Devlet, olumlu ve yapıcı tutumlarıyla mükellefin vergi sistemine olan
bağlılığı ve güvenini artırmakta, mükellefin ödeyeceği vergilerle hazineye sağlayacağı maddi
katkıyı en yüksek seviyeye çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu yüzden vergi sistemindeki
eksikliklerin görülüp düzenlenmesi için toplumsal araştırmalar yapılması büyük önem
taşımaktadır (Serim, 2009).
Devletin vergi sistemindeki eksiklikleri gidermesi ya da ülkedeki sosyal ve ekonomik
düzene uygun vergi sistemi uygulaması vergi ahlakı için çok önemlidir. Ülkede uygulanan
vergi kanunlarının karmaşıklığı doğru beyanda bulunmama eğilimine katkıda bulunur. Bu
nedenle, kanunlar öncelikle sade olmalı ve vergi sisteminde sürekli değişiklik yapılmamalıdır.
Mükelleflerin vergi kanunlarının karmaşık olduğunu düşünmeleri onların gönüllü uyum
derecesini etkileyebilir. Ayrıca, kanunların karmaşıklığı denetmenler ve yargı organları için
de güçlükler doğurur. Böyle bir durumda bilgisiz ve yetersiz denetmenlerin düşük beyanı
ortaya çıkarmaları ve cezalandırmaları da zorlaşacaktır (Tuay ve Güvenç, 2007).
Türkiye’de son yıllarda vergi sistemi ile ilgili yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Vergi
Denetim Kurulunun tek çatı altında toplanmıştır. Buradaki amaç; Her türlü bilgi, veri ve
istatistiği toplamak suretiyle oluşturulacak Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin
faaliyetlerini gruplar ve sektörler itibariyle analiz etmek, kıyaslamalar yapmak ve bu suretle
risk alanlarını tespit etmektir. Ayrıca; Vergi İnceleme ve denetimleri ile raporlamaya ilişkin
standart ilke, yöntem ve teknikleri geliştirmek, inceleme ve denetim rehberleri hazırlamak,
vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların uyacakları etik kuralları belirlemek başlıca
amaçlardandır (Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı).
Vergi Denetim Kurulunun tek çatı altında toplanmasının dışında, Türkiye’de evergilendirme uygulamasına geçilmiştir. Dünyada kamu hizmetlerinde verimlilik ve etkinliği
arttırmak, mükelleflerin tercihlerine uygun kamu hizmetlerini en iyi şekilde sunmak, her
devlet için önemlidir. E-vergi doldurma ve e- vergi ödeme sistemleri de, esas itibariyle vergi
hizmetlerinde verimliliği ve etkinliği arttırmak, vergi kayıp ve kaçaklarını azaltacak altyapıyı
kurmak için kullanılmaktadır. E-vergilendirme konusu, e-vergi doldurma ve e-vergi ödeme
olmak üzere iki boyutta incelenmektedir. Türkiye’de e-vergilendirme uygulaması, esas
itibariyle, “vergi borcunun miktarını belirten vergi beyannamesinin, vergi idaresine elektronik
olarak teslim edilmesi (e-beyanname-e-vergi doldurma)” ve “tahakkuk eden vergi borcunun
vergi idaresine gitmeden yatırılması (e-vergiödeme)” olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır.
Elektronik vergi doldurma hizmetini kullanan birey açısından, vergi dairesine gitme, sıra
bekleme gibi aktivitelerini ortadan kaldırdığından, zaman maliyeti bakımından büyük tasarruf
ve beyanname doldurmada bilgisayar programının sağladığı büyük kolaylık demektir. E-vergi
uygulamaları ise spesifik olarak, vergi idaresinde açıklığı getirmede; vergi idaresinin maliyet
etkinliğini, operasyonel etkiliğini ve yaptırım gücünü; vergi idaresine güveni arttırmada; vergi
idaresinin gelişiminin önünü açmada etkili olabileceği düşünülmektedir (Başkan Özgen).
Kamu hizmetleri, vatandaşların vergileriyle yerine getirilmektedir. Vatandaşlar, düşük
maliyetli ve kaliteli hizmet alma beklentisiyle vergilerini kamu görevlilerine emanet
etmektedir. Bu anlamda kamu hizmeti bir “emanet”tir. Kamu görevlileri, bu emanetin
71
Journal of Life Economics
2014/1
bilincinde olarak, kamu hizmetlerini etkin, verimli ve dürüst bir şekilde yürütmeli; görevlerini
yerine getirirken ve takdir yetkilerini kullanırken mesleki etik ilke ve standartlara bağlı
kalmak zorundadır. Savurganlık ve görevi kötüye kullanmanın devlet yönetiminde yeri
yoktur. Bunların maliyeti, daha az ve kalitesiz hizmettir. Unutulmamalıdır ki, Demokratik
yönetim, halkla kamu görevlilerinin arasındaki güvene dayalıdır (T.C.Başbakanlık Kamu
Görevlileri Etik Kurulu, 2012).
7. SONUÇ
Ahlak kavramı ve vergi ahlakı kavramı geçmişte olduğu gibi günümüzde de hala
tartışılmakta ve açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu iki kavramın açıklamasında varılan genel
sonuç, davranışların topluma ve yasalara uygun olmasıdır. Ahlak bir toplumda düzeni
sağlamada ve huzuru korumada ne kadar önemliyse vergi ahlakı da aynı şekilde önemlidir.
Ahlakta, vergi ahlakı da toplumdan topluma, bireyden bireye değişmektedir.
Vergi ahlakını etkileyen faktörler; Bireysel faktörler ve Bağlamsal faktörler olmak
üzere iki grupta açıklanmaktadır. Bireysel faktörler; sosyo-demografik özellikler, kişisel mali
koşullar, politik tavırlar olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bağlamsal Faktörler de;
Bölgesel gelirin yeniden dağılımı, vergi düzenlemeleri, ırk ve dil farklılıkları olmak üzere üç
şekilde açıklanmaktadır. Bireysel faktörler mükelleflerin vergiye karşı tutumunu belirlemede
çok önemlidir. Çünkü aynı zamanda toplum yapısını da belirleyici etkileri bulunmaktadır ve
mükelleflerin devlete karşı sorumluluk duygusunu da yaratmaktadır. Bağlamsal faktörler ise
daha çok devletin yapısıyla, düzenlemeleriyle ilgilidir. Devletin mükelleflere karşı
sorumlukları bu faktörlerde ağır basmaktadır.
Mükelleflerin devlete, devletin de mükelleflere karşı sorumlulukları vardır. Devlet
adil, uygun, saydam, gerçekçi ve hoşgörülü uygulamalarla mükelleflere karşı sorumluluğunu
yerine getirerek vergi ahlakının gelişmesini sağlayabilir. Mükellefler de vergisini, görev
haline getirip öderse ve vergisini bilinçli olarak ödemeyenleri –ahlak kurallarında olduğu
gibi- dışlarsa vergi ahlakı önemli ölçüde artacaktır.
72
Journal of Life Economics
2014/1
Kaynakça
Akgör, Arıkan. “Marx’ın Etik Anlayışı”, Bursa 2008. <http://m.friendfeedmedia.com/f884d16ff5c5f2183d8eee333146dbb3371de162> (04.12.2013)
Aktan, Coşkun Can. “Vergi Psikolojisinin Temelleri ve Vergi
<http://www.ceis.org.tr/dergi/2012ocak/makale2.pdf> (04.12.2013)
Ahlakı”,
2012.
Aktan, Coşkun Can; Dileyici Dilek; Vural İstiklal Yaşar. Vergileme Ekonomisi ve Vergileme
Psikolojisi, Seçkin Yayınları, Ankara 2006.
Bezci, Bünyamin. “Kant ve Hegel’in Felsefesinde Etik Anlayışı”, Selçuk Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler
Fakültesi Sosyal
ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi,
<http://www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/81347993722.pdf> (04.12.2013)
Bilgin, Handan Kaynar. “Türkiye’de Vergi Ahlakının Belirleyicileri”, ODTÜ Gelişme
Dergisi,
Sayı:38,
2011,
<http://kutuphane.dogus.edu.tr/makale/10109935/2011/cilt38/sayi2/M0013829.pdf>
(04.12.2013)
Çataloluk, Cuma. “ Vergi Karşısında Mükelleflerin Tutum ve Davranışları”,
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2008/20/CCATALOLUK.PDF>
(04.12.2013)
<
Çilingir,
Lokman.
“Kant’ta
Mutluluk-Ahlaklılık
İlişkisi”,
<http://felsefe.kku.edu.tr/belgeler/ders/deger_felsefesi/Kantta_mutluluk_ahlak_L_Cilingir.pdf
> (04.12.2013)
Gencel, Ufuk; Kuru Elif. “Vergi Kültürü ve Vergi Politikaları Etkileşimi”, Yönetim Bilimleri
Dergisi, Cilt:10, Sayı 20, 2012 < http://ybd.comu.edu.tr/sites/ybd.comu.edu.tr/files/Vergi
%9Ferlendirmesi.pdf> (04.12.2013)
Göçmen, Doğan. “Karl Marx’ın, Ahlak Felsefesi ve Adalet Teorisiyle Olan İlişkisi Üzerine”.
<http://dogangocmen.files.wordpress.com/2010/03/karl-marx-adalet-teorisi-ve-ahlakfelsefesi.pdf> (04.12.2013)
Gökbunar Ali Rıza; Serim Sibel; Yalçınkaya Halit. “Türkiye’de Vergi Ahlakını Belirleyen
Faktörler Üzerine Bir Araştırma”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt 18, Sayı 63.<
http://ekonomikyaklasim.org/pdfs2/EYD_V18_N63_A04.pdf> (04.12.2013)
Kaynar, Handan. “Vergi Ahlakı ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, Adana, 2010.<
http://library.cu.edu.tr/tezler/8123.pdf> (04.12.2013)
Ketenci Taşkıner; Topuz Metin. “Kant ve Nietzsche’de İsteme Kavramı”, Felsefe Dergisi,
Sayı:8. <http://www.flsfdergisi.com/sayi8/1-16.pdf> (04.12.2013)
73
Journal of Life Economics
2014/1
Kitapçı; İsmail. “Vergi Etiği ve Kamu Etiği İlişkisi: Etik Algılamalar Açısından Bir
Değerlendirme”,
Ekonomi
Bilimleri
Dergisi,
Cilt:2,
Sayı:2,
2010.
<http://www.sobiad.org/ejournals/dergi_EBD/arsiv/2010_2/10ismail_kitapci.pdf>
(04.12.2013)
Öktem,Ülker. “Kant Ahlakı”.
(04.12.2013)
< http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/922/11498.pdf>
Özgen; Ferhat Başkan. “Kamu Hizmet Arzında Verimlilik Açısından E-Vergilendirme
Uygulamaları (Türkiye’de E-Beyanname Sistemi Üzerine Bir Değerlendirme),
s.1364,1365.<http://web.adu.edu.tr/user/fozgen/yayin/e-taxation.pdf> (04.12.2013)
Serim; Nilgün. “Vergi Ahlakını Biçimlendiren Faktörlerin Mükellef Davranışları Üzerindeki
Etkisi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Cilt:1, 2009, s.171.
<http://auhf.ankara.edu.tr/auhf-yayinlari-arsivi/armaganlar/mualla-oncel-armagani/cilt1/serim.pdf> (04.12.2013)
Şahin, Adnan. “Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi Ahlakı Etkileşimi”, Çanakkale,
2009.<https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=7d53ed97e31a8fd>
(04.12.2013)
Tosuner Mehmet; Demir İhsan Cemil. “Ege Bölgesinin Vergi Ahlak Düzeyi”, Afyon
Kocatepe
Üniversitesi
İ.İ.B.F.
Dergisi,
Cilt:10,
Sayı:2,
2008.<
http://www.iibfdergi.aku.edu.tr/pdf/10_2/18.pdf> (04.12.2013)
Tuay, Elif; Güvenç İnci. “Türkiye’de Mükelleflerin Vergiye Bakışı”, Gelir İdaresi Başkanlığı,
Mükellef
Hizmetleri
Daire
Başkanlığı,
Yayın
No:51,
2007.<http://www.gib.gov.tr/fileadmin/beyannamerehberi/turkiyede_mukelleflerin_vergiye_b
akisi.pdf> (11.11.2013)
Turhan, Salih. Vergi Teorisi ve Politikası, 6. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1998.
Uyanık, Atilla. Vergi Bilinci, Vergi Etiği ve Vergiye Gönüllü Uyum, Derin Yayınları, İstanbul
2011.
Yılmaz, Yunus. “Kant’ın Ahlak ve Hukuk Felsefesi”, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3.
Daire
Raportörü,
Dergi
No:25.
<
http://www.msb.gov.tr/ayim/Ayim_makale_detay.asp?IDNO=85> (04.12.2013)
74
Journal of Life Economics
2014/1
YEREL KRİZDEN KÜRESEL KRİZE TÜRKİYE EKONOMİSİ
Doç.Dr. Mehmet ŞAHİN
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Maliye Bölümü
Özet
Bu çalışmada Türkiye’de milli hasıla, istihdam, ödemeler dengesi ile kamu gelir ve
giderlerinin son 1999-2009 dönemi yıllık gelişim seyri incelenmiştir. 1999 ve 2001 krizlerinin
ardından ekonomide ciddi yapısal tedbirler alınmıştır. Bununla birlikte, işsizlik ve cari işlemler
açığında yaşanan gelişmeler ciddi tehdit oluşturmaya devam etmekte ve kamu kesiminde göreli olarak
sağlanan düzelme ve istikrar durumu küresel finans krizinin ardından tekrar endişe verici olmaya
başlamıştır.
Anahtar Kelimeler: GSYİH, İstihdam, Ödemeler Dengesi, Bütçe Gelir-Giderleri.
Jel Kodları: E6, E2
THE TURKISH ECONOMY FROM LOCAL CRIRIS TO GLOBAL CRISIS
Abstract
In this paper, the development of domestic product, employment, balance of payments and
budget revenues-expenditures in Turkey are investigated for the period of 1999-2009. After the crises
of 1999 and 2001, the significant structural measurements have been taken on the economy.
Nevertheless, the trends in the employment and balance of payments continue to be a threat and the
relative stability in the public sector starts to disturb after global financial crisis.
Key Words: GDP, Employment, Balance of Payments, Budget Revenues-Expenditures.
JEL Codes: E2, E6
1. GİRİŞ
Bu çalışmada Türkiye’de milli hasıla, istihdam, ödemeler dengesi ile kamu gelir ve
giderlerinin son 1999-2009 arası yıllık gelişimleri ele alınmıştır. Ele alınan dönem içerisinde
Türkiye 1999-2001 ve 2008-2009 yıllarında ciddi ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmıştır.
Özellikle 1999-2001 krizlerinin ardından ekonomide ciddi yapısal tedbirler uygulamaya
konulmuştur. 2002 yılından itibaren de yeni bir parti, koalisyon hükümetlerinin ardından tek
başına iktidara gelmiş ve alınan önlemlerin takip ve uygulayıcısı olmuştur. Bu dönemde
ekonomide ciddi bir kabuk değişimi yaşanmıştır. Bununla birlikte bir takım yapısal sorunlar
hala devam etmektedir. İşsizlik bu dönemin en önemli yapısal sorunudur. Yine cari işlemler
açığında yaşanan gelişmeler ciddi tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Kamu kesiminde
göreli olarak sağlanan düzelme ve istikrar durumu küresel finans krizinin ardından 2008
yılından itibaren tekrar endişe verici olmaya başlamıştır. Elbette ekonomide yaşanan
gelişmelerden öncelikle milli gelir etkilenmiştir. Bu açıdan öncelikle ele alınan dönemde
GSYİH’daki gelişmeleri değerlendirmek gerekir.
75
Journal of Life Economics
2014/1
2. GAYRİ SAFİ YURTİÇİ HASILADAKİ (GSYİH) GELİŞMELER
Türkiye ekonomisi 1999 ve 2001 yıllarında tarihinde görülen en büyük krizlerden
birini yaşamıştır. Bu krizlerin neticesi olarak 1999 yılında GSYİH yaklaşık %4,5 ve 2001
yılında da %6 civarında küçülmüştür. 2002 yılından beri yıllık olarak ortalama %5’in
üzerinde büyüyen GSYİH, 2008 yılı son çeyreğinde negatif büyümeye geçmiştir. 2009 yılında
da ciddi daralma devam etmiştir. 2008’den bu yana yaşanan daralmanın da esas itibariyle
küresel ekonomik krizle bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İç ve dış
piyasalarda yaşanan durgunluk neticesinde 2008-2009 döneminde ekonomimiz negatif
büyüme ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum Grafik 1’de detaylı olarak görülmektedir.
Grafik 1. Sabit Fiyatlarla GSYİH Büyüme Hızı
Kaynak: TCMB, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, Erişim Tarihi:
11.10.2010
Grafikten görüldüğü üzere iki kriz dönemi arasında, yani 2002-2007 dönemlerinde,
ekonomi yıllık ortalama %5’in üzerinde bir büyüme oranına erişmiştir. 2008’den itibaren
yaşanan daralma 2009’da da devam etmiştir.
3. İSTİHDAM VE İŞSİZLİKTEKİ GELİŞMELER
Türkiye’de 2001 krizi sonrasında hızlı bir büyüme süreci yaşanmıştır. Ancak söz
konusu dönemde işgücü istihdamında benzer bir başarı yakalanamamış, 2001 krizi öncesinde
yüzde 6,5 dolayında olan işsizlik oranı, kriz sonrasında hızla yüzde 10 platosuna yükselmiş ve
yüksek büyümeye rağmen bu noktada direnç göstermiştir. Dahası, iş bulmaktan ümidini kesen
kişilerin sayısı hızla artmış ve işgücüne katılım oranı da yüzde 50’nin altına gerilemiştir.
Bütün bu özelliklerinden dolayı Türkiye’nin 2001 sonrasında yaşadığı süreç “istihdamsız
büyüme” olarak anıla gelmiştir. Uluslararası ülke deneyimlerinin de gösterdiği üzere,
istihdamsız büyüme kavramı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Kavram sıcak para akımlarıyla
ve dış borçlanma ile “finanse edilen” spekülatif büyümeye atıfta bulunmaktadır (Yeldan,
2009a).
76
Journal of Life Economics
2014/1
Türkiye’de 1999-2009 döneminde istihdam ve işsizlikle ilgili gelişmeler Tablo 1’de
detaylı olarak gösterilmiştir. Tablo da ifade edilen işgücü ve istihdamla ilgili bazı kavramlar
şu şekilde ifade edilebilir:
•
Toplam İşgücü:Çalışanlar
nitelendirilmektedir.
•
Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus: Bir ülkedeki toplam nüfusla kışla, hapishane ve
hastane gibi yerlerde ikamet edenler dışında alan kısmının 15 yaş üzerindeki
bölümüne denir. Çalışanlar işsiz olan ve iş arayanlar (işsizler) işsiz olan ve iş
aramayanlar (işgücünde olmayanlar) kurumsal olmayan sivil nüfusu oluşturur.
•
İşgücüne Katılım Oranı: (İşgücü / Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus) X 100
şeklinde açıklanabilmektedir.
•
İşsizlik Oranı: (İşsizler / İşgücü) X 100 şeklinde açıklanabilmektedir.
•
İstihdam Oranı: (Çalışanlar / Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus) X 100 şeklinde
açıklanabilmektedir.
ve
işsizler
toplamı
toplam
işgücü
olarak
Tablo 1: Nüfus ve İstihdam Göstergeleri
Toplam
Nüfus
(Bin)
15 ve
yukarı
yaştaki
nüfus
Toplam
İşgücü
(Bin)
İstihda
m (Bin)
İşsiz
(Bin)
İstihda
m Oranı
%
İşsizlik
Oranı
(%)
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
65.13
9
66.18
7
67.29
6
68.39
3
69.47
9
66.37
9
67.22
7
68.06
6
68.90
1
69.72
4
70.54
2
45.31
1
46.21
1
47.15
8
48.04
1
48.91
2
47.54
4
48.35
9
49.17
4
49.99
4
50.77
2
51.68
7
23.87
8
23.07
8
23.49
1
23.81
8
23.64
0
22.01
6
22.45
5
22.75
1
23.11
4
23.80
5
24.74
8
22.04
8
21.58
1
21.52
4
21.35
4
21.14
7
19.63
2
20.06
7
20.42
3
20.73
8
21.19
4
21.29
7
1.830
1.497
1.967
2.464
2.493
2.385
2.388
2.328
2.376
2.611
3.457
48,7
46,7
45,6
44,4
43,2
41,3
41,5
41,5
41,5
41,7
41,2
7,7
6,5
8,4
10,3
10,5
10,8
10,6
10,2
10,3
11
14,0
Kaynak: TÜİK (2009), İstatistiki Göstergeler 1923-2008, Türkiye İstatistik Kurumu Yayını, s.161;
TÜİK,
“İstatistikler
(İstihdam,
İşsizlik
ve
Ücret)”,
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (Erişim Tarihi:19.12.2010).
Türkiye nüfusu 1999 yılında 65 milyon 139 bin iken, 2009 yılı sonunda 70 milyon 542
bine ulaşmıştır. Bu dönemde nüfusumuz yaklaşık 5,5 milyon kişi artmıştır. Mevcut nüfus
içerisinde çalışma çağında olanların, yani 15 ve yukarı yaştakilerin sayısı ise 1999 yılında 45
milyon 311 binden 2009 yılı sonunda 51 milyon 687 bine yükselmiştir. Bu dönemde
nüfusumuz içerisinde çalışma çağında olanların sayısı 6,3 milyon kişi artmıştır. Kısaca
söylemek gerekirse ele alınan dönemde Türkiye’de çalışma çağında olanların sayısındaki
artış, toplam nüfustaki artıştan daha fazla olmuştur. Bu dönemde toplam nüfus % 8,5 artarken,
çalışma çağında olanların sayısı yaklaşık %14,5 artmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak toplam
işgücü, yani çalışma çağında olup da çalışabilir durumda olan nüfus (öğrenciler, sakatlar…
77
Journal of Life Economics
2014/1
çıkarılmış) 23 milyon 878 binden, 24 milyon 748 bine çıkarak, yaklaşık 870 bin kişi artmıştır.
Buradaki toplam artış da % 3,7 olmuştur. Toplam işgücü içerisinde herhangi bir işte çalışan
nüfus ise 22 milyondan 21 milyon 297 bine düşmüştür. Yani bu dönemde yeni istihdam
yaratılamamış; aksine istihdam edilen nüfus azalmıştır. Oysaki bir yandan nüfus artışı, diğer
yandan nüfus artışının ötesinde bir aktif nüfus nedeniyle çalışma çağındaki nüfus bu dönemde
ciddi bir artış göstermiştir. Bununla beraber, Türkiye’de 1999-2009 arasında toplam işsiz
sayısı 1,5 milyon artışla, 1 milyon 830 binden 3 milyon 457 bine yükselmiştir.
Ele alınan dönemde yukarıda ifade edilen verilerle ilgili olarak bir konuya daha dikkat
çekmek gerektir. Şöyle ki; TUİK, adrese dayalı nüfus kayıt sistemi (ADNKS)’ne geçiş
sonrasında 2006 yılına ait tüm işgücü ve istihdam sayılarını nüfus için kullanılan düzeltme
faktörü (0.938395) ile aşağıya çekmiş, dolayısıyla bu düzeltme işgücüne katılma ve işsizlik
oranları ile istihdamın sektörel yapısını değiştirmemiştir. Söz konusu ilk düzeltme
doğrultusunda 2007 için üretilen ilk tahminler, ikinci, bir düzeltmeye tabi tutulmuş, 15+ yaş
nüfusu 779 bin kişi arttırıldığı halde, işgücüne katılma oranı (İKO) %47,8’den %46,2’ye
düşürülerek sivil işgücü arzı 409 bin kişi, istihdam da buna yakın ölçüde (451 bin kişi)
azaltılmıştır. İkinci düzeltme işsizlik oranının fazla değişmemesini sağlamış, ancak istihdamın
sektörel yapısı çarpıcı kaymalara uğratılmıştır (tarım:-734 bin kişi, sanayi: +139 bin kişi,
hizmetler: +144 bin kişi). Bu kaymalara inandırıcı bir açıklama getirilmemiştir (Türel, 2009:
22).
Grafik 2: İstihdam ve İşsizlik Oranları’ndaki Gelişmeler
Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak tarafımızdan derlenmiştir.
Grafik 2’de istihdam oranı ve işsizlik oranındaki gelişmeler bir arada gösterilmiştir.
1999–2009 döneminde istihdam oranı, yani 15 ve yukarı yaş içerisinde istihdam edilenlerin
oranı 1999 da % 48,7’den 2004’e kadar sürekli bir azalışla %41,3’e gerilemiştir. 2008’e kadar
%41,5 düzeyinde neredeyse aynı kalan istihdam oranı 2009 yılında gerileme sürecine girerek
%41,2 olmuştur. Bu gerilemedeki en önemli faktörün küresel finans krizi ve onun yarattığı
durgunluk olduğunu söyleyebiliriz.
İşsizlik oranı (toplam işgücü içerisinde işsiz kalanların oranı) 1999 yılında %7,7 iken
2000 yılında bir düzelme göstererek %6,5’e düşmüştür. 2001 yılından 2004 yılına kadar
işsizlik oranı sistemli şekilde yükselerek %10,8’e yükselmiştir. 2007 yılına kadar çok düşük
bir düşüşle % 10,3 seviyelerinde seyreden işsizlik oranı 2008 yılından itibaren hızla
78
Journal of Life Economics
2014/1
yükselerek 2008’de %11, 2009’da %14’e yükselmiştir. Son iki yıldaki bu yükseliş elbette
küresel finansal krizin yansımasıdır. Küresel krizin yansıması olarak kapasite kullanımında
düşüşler yaşanmış, iç ve dış talep daralmış ve bunun sonucunda da işsizlik oranı ciddi şekilde
yükselmiştir.
Bununla beraber 2010 yılından itibaren hem istihdam oranında hem de işsizlik oranın
da ciddi bir iyileşme yaşandığı görülmektedir. Burada özellikle iç talepte yaşanan iyileşmenin
ve alınan politik önlemlerin katkısı olduğu söylenebilir. Türkiye ekonomisi krizin neden
olduğu yaraları çabuk sarmaya başlamıştır.
4. ÖDEMELER DENGESİNDEKİ GELİŞMELER
Türkiye ekonomisinin 2001 sonrasının en önemli ayırt edici özelliklerinden birisi de
yüksek oranlı cari işlemler açığıdır. Cari açık, nasıl finanse edilirse edilsin, özü itibariyle
işsizlik sorununun derinleşmesine doğrudan katkıda bulunmaktadır. Zira cari işlemlerdeki
açık, nihai olarak yurt içinde yerli üretimi sekteye uğratmakta ve istihdamı geriletmektedir.
Cari açık ve işsizlik bir madalyonun iki yüzü gibi, birbirini bütünleyen olgulardır (Yeldan:
2009a).
Grafik 3’de 2001-krizi sonrasında Türkiye ekonomisinde gerçekleşen cari işlemler
açığı sol eksende, toplam işsizlik oranı ise sağ eksende gösterilmiştir. Görüldüğü üzere
Türkiye 2002’den bu yana giderek artan oranda cari işlemler açığı vermektedir. Toplam
işsizlik oranı da cari işlemler açığındaki artışa paralel şekilde sürekli atmıştır.
Grafik 3: Cari İşlemler Açığı ve Toplam İşsizlik
Kaynak: Erinç YELDAN, İşsizlik ve Orta Vadeli Program, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Aralık 2009,
http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Yeldan240_09Ara09.pdf
Cari işlemlerdeki açık, özü itibariyle, Türkiye’nin dış dünyaya sunmakta olduğu
yüksek reel faiz getirisine dayanmaktadır. Bu şekilde uyarılan yüksek hacimli döviz girişleri
döviz kurunu ucuzlatmakta ve ithalat talebini arttırmaktadır. Türkiye’nin bir spekülatif kazanç
ve ithalat cennetine dönüştürüldüğü bu ortamda, yerli üretim ve istihdam yerine, dış
79
Journal of Life Economics
2014/1
dünyadaki üretim ve istihdam beslenmektedir (Yeldan: 2009a). Özellikle son dönemde döviz
kurundaki düşük seyir ve faizlerdeki yüksek düzey sıcak pıra girişini hızlandırmış ve ithalatihracat dengesini iyice bozarak cari işlemler açığının önemli boyutlara ulaşmasına neden
olmuş. Zaten Tablo 2’deki 2010 yılına ilişkin ilk aylık ödemeler dengesi verilerine
baktığımızda cari işlemler hesabının 2009 yılı düzeyini neredeyse ikiye katladığını görüyoruz.
2009 yılında cari işlemler açığı 13.963 milyon dolar iken 2010 yılının ocak-temmuz
döneminde 24.230 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bunun yanında, finans hesabının da
ilk iki çeyrekte yeniden 2008 düzeyine ulaştığı görülmekte ve bu hesap içerisinde de özellikle
portföy hesabı-yükümlülükler kalemindeki artış dikkat çekmektedir. Bu gelişmeler de 2009
yılında ödemeler dengesinde gerçekleşen gerilemenin yeniden neden artış trendine geçtiğini
açıkça göstermektedir. Döviz kuru ve faizlerdeki eğilim mevcut haliyle devam ettiği ve
politik istikrar konusunda bir sıkıntı yaşanmadığı sürece sıcak para girişinin devam edeceği ve
bunun da ödemeler dengesinde olumsuzluk yaratmayı sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Ödemeler dengesinde göze çarpan en önemli kalem ise cari işlemler kalemidir. Söz
konusu dönemde bu kalem sürekli büyüyen açıklar vermiştir. Cari işlemler dengesine ilişkin
1999-2010(ocak-temmuz) yılları arasındaki gelişim seyrini Grafik 4’te görüyoruz. Grafikten
görüldüğü üzere küresel krizle beraber 2009 yılında cari açık daralma trendine girmiş; fakat
yukarıda da bahsettiğimiz gibi 2010 yılının ilk iki çeyreğinde 2009 yılındaki düzeyinin
oldukça üzerine çıkmıştır.
Grafik 4: 2001-2010(Ocak-Temmuz) Dönemi Cari İşlemler Dengesinin Gelişimi
Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir.
Tablo 2’de 2009-2010 (Ocak-Temmuz) dönemde ödemeler dengesinde yaşanan
gelişmeler gösterilmiştir. Tablodan da anlaşılacağı üzere 2001 krizi sonrasında Türkiye
ekonomisinde, nitelik ve nicelik açısından en büyük değişimlerin kaydedildiği sektörlerin
başında dış ticaret gelmektedir (MUSİAD, 2009: 137). 2000’li yıllarda özel yabancı sermaye
akımlarını çekmeye yönelik olarak uygulanan politikalar neticesinde Türkiye ekonomisinde
dış ticaret dengesi ithalatın hızla artışıyla birlikte sistemli olarak yükselmiştir. 2001 yılından
itibaren 2008 yılının üçüncü çeyreğine kadar dış açıklar ciddi kaygı uyandıran boyutlarda
artmıştır. 2009 yılında özellikle dış talepte görülen daralma sonucu ithalatın gerilemesiyle dış
ticaret dengesindeki olumlu seyir 2010 yılı ile yaşanan olumlu havayla beraber yeniden eski
düzeylerine geri dönmeye başlamıştır.
80
Journal of Life Economics
2014/1
Görüleceği üzere ülkemizin cari açık vermesinin arkasındaki en önemli sebep dış
ticaretteki yüksek açıktan kaynaklıdır. Bu da enerji ithalatı gereksinimi ve gelişen ekonominin
ara malı ihtiyacı gibi yapısal nedenlere dayanmaktadır. Bu nedenler aslında Türkiye’nin
büyümesini sürdürmek için dış finansmana duyduğu ihtiyacı da göstermektedir. Başka bir
deyişle, Türkiye’nin büyümeye devam edebilmesi için enerji ve ara malı ithalatının dış
kaynakla finanse edilebilmesi gerekmektedir (Alantar, 2009: 10-11).
81
Journal of Life Economics
2014/1
Tablo 2: Ödemeler Dengesi (Milyon ABD Doları)
1999
A- Cari İşlemler
Hesabı
İhracat F.O.B
İthalat F.O.B.
Mal Dengesi
Hizmetler
Dengesi: Gelir
Hizmetler
Dengesi: Gider
Mal Ve Hizmet
Dengesi
Gelir Dengesi:
Gelir
Gelir Dengesi:
Gider
Mal, Hizmet Ve
Gelir Dengesi
Cari Transferler
B. Sermaye
Hesabı
C. Finans
Hesabı
Yurtdışında
Doğrudan
Yatırım
Yurtiçinde
Doğrudan
Yatırım
Portföy Hesabı Varlıklar
Portföy Hesabı Yükümlülükler
Hisse Senetleri
Borç Senetleri
Diğer Yatırımlar
- Varlıklar
Merkez Bankası
Genel Huk.
Bankalar
Diğer Sektörler
Diğer Yatırımlar
- Yükümlülükler
Merkez Bankası
Genel Hükümet
Bankalar
Diğer Sektörler
Cari, Sermaye
Ve Finansal
Hesaplar
D. Net Hata Ve
Noksan
Genel Denge
E. Rezerv
Varlıklar
Resmi Rezervler
Uluslar Arası
Para Fonu
Kredileri
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
-925
-9920
3760
-626
-7515
-14431
-22198
-32193
-38311
-41946
-13963
29031
-38802
-9771
30825
-52882
-22057
34729
-38092
-3363
40719
-47109
-6390
52394
-65883
-13489
68535
-91271
-22736
78.365
-111445
-33080
93612
-134669
-41057
115361
-162156
-46795
140800
-193821
-53021
109640
-134536
-24896
16370
19463
15203
14031
17952
22941
26763
25549
28930
34824
33029
-8868
-8088
-6067
-6146
-7441
-10144
-11496
-11937
-15586
-17703
-16724
-2269
-10682
5773
1495
-2978
-9939
-17813
-27445
-33451
-35900
-8591
2.350
2.836
2.753
2.486
2.246
2651
3644
4418
6423
6889
5164
-5.887
-6.838
-7.753
-7.040
-7.803
-8260
-9483
-11074
-13526
-15048
-12835
-5806
-14684
773
-3059
-8535
-15548
-23652
-34101
-40554
-44059
-16262
4881
4764
2987
2433
1020
1117
1454
1908
2243
2113
2299
4829
9584
-14557
1172
7162
17702
42660
42689
48707
33547
10119
-645
-870
-497
-143
-480
-780
-1064
-924
-2106
-2549
-1553
783
982
3352
1082
1702
2785
10031
20185
22047
18269
7849
-759
-593
-788
-2096
-1386
-1388
-1233
-4029
-2063
-1276
-2742
4188
1615
-3727
1503
3851
9411
14670
11402
2780
-3770
2938
428
3760
489
1126
-79
-3648
-16
1519
905
2946
1427
7984
5669
9001
1939
9463
5138
-2358
716
-4486
2827
111
-2304
-1939
-601
-777
-986
-6983
-578
-13437
-4853
-10935
10191
-98
1
-39
-30
-28
-24
-16
0
2
2
-306
-1839
-367
-1574
-366
233
-795
643
-1390
348
-1306
-5324
-1635
-149
-413
-11018
-2419
-3389
-1466
-9164
-1773
5869
4628
3566
10389
-12296
1603
4461
14657
20834
29492
32902
33808
-6564
-231
-1932
2655
3074
619
117
3736
5917
735
-1977
-9644
-1410
1336
-669
-2016
2952
497
-2194
2846
3312
-209
-1163
6564
9465
-787
-2165
10524
13262
-1268
-712
11704
19768
-1450
82
3736
30534
-1791
1742
8195
25662
-901
1603
1359
-8625
3904
-336
-10797
546
-353
3271
20462
10496
10396
-8399
-3844
1302
-2661
-2127
-758
4450
1071
2738
129
1619
5641
4635
5206
-2997
-12924
-212
4097
4342
23200
10625
12015
-2758
791
-5206
2997
12924
212
-4097
-4342
-23200
-10625
-12015
2758
-791
-5726
-354
2694
-6153
-4047
-824
-17847
-6114
-8032
1057
-111
520
3351
10230
6365
-50
-3518
-5353
-4511
-3983
1701
-680
Kaynak: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü, Ödemeler Dengesi
Müdürlüğü, “Ödemeler Dengesi”, http://www.tcmb.gov.tr/odemedenge/menuturkpdf.html (Erişim
Tarihi: 31.10.2010)
82
Journal of Life Economics
2014/1
Cari açığın altında yer alan gelirler dengesi de sürekli açık vermektedir. Bu kategoride
altı çizilmesi gereken kalem yatırımlar olup, burada kaydedilen açığın, önemli kısmı dış
kaynak kullanımından kaynaklanan faiz giderlerinden oluşmaktadır. Kâr transferi ve faiz
harcamalarındaki bu açık, Türkiye dış âlemden net finansman sağlamaya devam ettiği sürece
kalıcı olacak gibi gözükmektedir. Cari denge altında yer alan cari transferler kaleminde ise
Türkiye genel olarak fazla vermektedir. Bu kategorinin en önemli kalemi işçi gelirleri olup,
bu kalem tedricen önemini kaybederek son yıllardaki 5 milyar dolar düzeyinden, 2008 yılında
2 milyar dolar düzeyine kadar gerilemiştir (MÜSİAD, 2009: 145).
Son yıllarda giderek artan cari işlemler açığı daha çok özelleştirme kapsamında
alımlarında bulunan doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve kısa süreli sermaye
hareketleriyle finanse edilmiştir. Yüksek faiz ve düşük kur politikasının teşvik ettiği kısa
vadeli sermaye hareketlerinin cari işlemler açığının finansmanında kullanılması iktisadi
kırılganlığı artırmaktadır. 1994 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerde bu sermayenin hızlı
çıkışıyla birlikte yükselen kur, kısa dönemde önemli finansman sorunlarına neden olmuştur.
Benzer durum henüz 2008-9 küresel finansal krizinin yaşandığı süreçte de gözlenmiştir
(Egeli, 2009).
2001 krizi sonrası dönemde ihracat ithalata bağımlı bir hale gelmiştir. Reel sektör ucuz
döviz imkanlarından yararlanarak ucuz ara malı ithal etmiştir. Bu malları dayanıklı tüketim
malları haline getirerek farklı piyasalara satmıştır. Bu nedenle Türkiye yükselen dış borç ve
cari işlemler açığıyla karşı karşıya kalmıştır. 2003 sonrası dönemde artan bu ithalat oranı
öncelikli olarak ülkeye sıcak paranın çekilmesi ile finanse edilmiş, daha sonra ise tüm
dünyadaki trende de uyan ve soğuk para olarak nitelendirilen, özelleştirme ve gayrimenkul
satışından elde edilen gelirlerle karşılanmıştır. Ayrıca, özel sektör bu ithalatı finanse
edebilmek için dünyadaki finansal genişleme, bol likidite ve ucuz kredi imkanlarından
yararlanarak doğrudan borçlanmaya gitmiştir (Yeldan, 2008).
Unutulmamalıdır ki, Türkiye ekonomisi son yıllardaki üretimini ve büyümesini sürekli
dış kaynakla sağlamıştır. Oysa krizle birlikte son yıllarda hızla ülkeye akan yabancı sermaye
girişlerinde de bir daralma yaşanmıştır. Grafik 5’te görüleceği üzere, 2008 yılında ülkeye
gelen yabancı sermaye miktarı azalmıştır. Bu azalış özellikle uzun dönemli sermaye
azalışından kaynaklanmıştır. Çünkü krizle birlikte özellikle uzun dönemli yabancı sermaye
bulmak zorlaşmıştır. 2008 yılında azalmaya başlayan içeriye portföy yatırımları 2009 yılında,
dışarıya akmaya başlamıştır. Fakat 2010 yılıyla beraber bu trend tersine dönmeye başlamıştır.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi düşük kur-yüksek faiz politikası özellikle kısa vadeli
sermaye için Türkiye’yi bir çekim merkezi haline getirmiştir. Krizin neden olduğu bu düşüş
şuanda yükselişe geçmiş durumdadır.
83
Journal of Life Economics
2014/1
Grafik 5: Sermaye Girişleri (Milyar ABD Doları)
Kaynak:
Türkiye
Cumhuriyeti
Hazine
Müsteşarlığı,
Ekonomi
Sunumu,
http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Economic%2
0Indicators/egosterge/Sunumlar/Ekonomi_Sunumu_ENG.pdf, s.66
Sermaye akımları kapsamında ele alınması gereken ve özellikle kriz dönemlerinde
Türkiye ödemeler dengesinde önem teşkil eden bir kalem “net hata noksan “ kalemidir. Net
hata ve noksan kalemi kaynağı ve amacı belli olmayan sermaye hareketlerini ifade etmektedir.
Bu hesap özellikle kriz yılları olmak üzere Türkiye ekonomisinde son yıllarda önemli
meblağlara ulaşmıştır.
Resmi istatistiklerde net hata ve noksan diye anılan söz konusu sermaye girişlerinin
kaynağı, amacı veya bedeli belli değildir. Söz konusu kayıt dışı sermaye girişleri, finans
sektörüne beklenmedik bir rahatlama sağlamış gözükmektedir. Ancak, adı üzerinde kayıt dışı
olan bu kaynağın, alınmış olunan önlemler sayesinde ülkemize aktarıldığı söylenemez. “Net
hata ve noksan” kalemi dahilinde kayıt dışı sermaye girişlerinin Türkiye ekonomisine olan
ilgisi kuşkusuz 2008 sonrası ile sınırlı değildir. 1994 veya 2001 krizleri gibi dönemlerde de
kayıt dış sermaye hareketlerinin önemli bir işlev gördüğü bilinmektedir (Yeldan; 2009b).
5. KAMU MALİYESİNDEKİ GELİŞMELER
Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarla beraber bütçe göstergelerinde ve unsurlarında
da önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1998 yılının Temmuz ayında IMF ile Yakın İzleme
Anlaşması imzalanmıştır. Yakın İzleme Anlaşması, Eylül, Aralık 1998 ve Aralık 1999 tarihleri
itibariyle, malî, parasal ve enflasyona yönelik hedefler belirlemişti. Bunun yanında, hükümetin 12
vergi yasasında yeni düzenlemeler yapan vergi değişiklikleri önerisiyle gelir vergisi tarifesi
dilimleri genişletilirken, dilim sayısı azaltılmış ve vergi oranları %25-50 aralığından %15-40
aralığına çekilmiştir. Kurumlar vergisi oranı %30’a düşürülmüş, kurumların dağıtılmayan
karları üzerinden alınan %20 oranındaki gelir vergisi stopajı kaldırılmıştır (Yıldırım ve
Yıldırım, 2001: 15). Yine, 1999’da Marmara Bölgesini yerle bir eden ve Türkiye ekonomisine
büyük zararlar yaşatan Marmara Depremi sonrası, yeni bir vergi paketi hazırlanarak ek vergi
gelirleri elde edilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda kamu gelirlerinde kısmen bir iyileşme
görülmüştür. Daha sonra 2000 yılında IMF’in desteğiyle uygulamaya konan “Döviz Kuru
84
Journal of Life Economics
2014/1
Çıpasına Dayalı Enflasyonu Düşürme Programı” başlıklı bir istikrar programı kapsamında
getirilen ek vergiler ve elde edilen özelleştirme gelirleriyle kamu gelirlerinde artış devam
etmiştir. Bununla beraber, 2008 yılının son çeyreğinde görülen kriz sonucu ÖTV ve KDV
oranlarında yapılan süreli indirimler vergi gelirlerinin payında azaltma yaratması beklenirken
tam tersi gelişme yaşanmıştır. Genel bütçe vergi gelirlerinin 2008’de GSYİH içindeki payı
%18,2 iken 2009’da %18,5’e çıkmıştır. Bu gelişme özellikle dolaylı vergilerde yapılan
indirimlerin talepte güçlü bir artış yarattığı ve harcamaları arttırarak sonuçta toplanan
vergilerde artışa yol açmasıyla açıklanabilir.
Genel bütçe gelirlerinin GSYİH içindeki payına baktığımızda ise 2000’de %26,6 iken
2001 yılında %29,2’ye yükseldiği görülmektedir (Bkz:. Grafik 5). 2001 yılından sonra da,
birkaç yıldaki düşüşler hariç, bu yükseliş devam etmiş, son yıllarda % 31-33 aralığında
seyretmiştir. 2009 yılında ise %34,6 düzeyine ulaşarak beklenmedik bir artış göstermiştir.
1998 yılında IMF’le yapılan Yakın İzleme Anlaşması doğrultusunda faiz dışı fazlanın
arttırılacağı, kamuda çalışanların ücret ve maaşları ile tarımsal destekleme fiyatlarının
belirlenmesinde hedeflenen enflasyonun esas alınacağı ilan edilmesine karşın gelişmeler farklı
yönde olmuştur. Mart 1999’da alınan erken genel seçim kararı, kamu harcamalarının kontrol
altına alınmasını güçleştirmiştir. Bu olumsuz duruma yüksek faiz ödemeleri ve Ağustos
1999’da deprem felaketinin getirdiği maliyetler eklenince, kamu harcamaları hızla artmıştır
(ŞEN ve diğerleri, 2007: 192). Genel bütçe giderlerinin GSYIH içindeki payı, Şubat 2001
finansal krizinde rekor düzeye ulaşarak %43’e çıkmıştır. Daha sonra 2001 yılının Mayıs
ayında IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş adı altında bir istikrar programı uygulamaya
konulmuştur. Bu program bağlamında görev zararlarının kaldırılması, kamu harcamalarının
disipline edilmesi ve bütçede faiz dışı fazlanın sağlanması hedeflenmiştir. Bunların
sonucunda kamu harcamalarında azalma kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştır (Pınar,
2006: 335).
Küresel krizin etkisiyle maliye politikasında değişiklikler yaşanmış ve 2002’den bu
yana büyük önem verilen mali disiplinden son iki yıldır uzaklaşılmıştır. Daralan toplam talebi
canlandırmak üzere alınan mali önlemler sonucu genel bütçe harcama büyüklükleri son iki
yılda ciddi oranda artmaya başlamıştır. 2008 yılının ikinci yarısından itibaren genel bütçe
harcamaları bir artış trendine girmiştir. Genel seçimlerin yaşandığı 2007 yılında dahi genel
bütçe harcamalarının bu ölçekte artmamış olması, yaşanan değişimin krizle ilgisini
göstermeye yetecektir.
85
Journal of Life Economics
2014/1
Grafik 6: Genel Bütçe Gelir ve Giderlerinin GSYİH içindeki Payları
Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir.
Grafik 6’da görüleceği üzere genel bütçe giderleri 1999-2001 döneminde şiddetli bir
artışla GSYİH oranı cinsinden % 31’den % 44’e yükselmiştir. Bu yıldan itibaren toplam
harcamaların GSYİH’ya oranı sistemli bir gerilemeyle %35’in altına inmiştir. Bu gelişme bu
dönemde mali disiplini gerçekleştirme çabalarıyla açıklanabilir. Fakat genel bütçe
harcamalarında görülen bu iyileşme 2008 yılındaki krizle birlikte sekteye uğramış ve toplam
harcamalar yükseliş göstererek 2009 yılında %40,1 seviyesine ulaşmıştır. Tablo 3’den
görüleceği üzere toplam harcamalar içerisinde ise özellikle transfer harcamalarında ciddi bir
artış yaşanmıştır. 2008 yılında %15,5 iken 2009 yılında %19,1’e çıkmıştır. Transfer
harcamalarındaki bu artış küresel krizin yarattığı durgunluğu aşmak için alınan mali
tedbirlerin bir uzantısı olarak ifade edilebilir.
86
Journal of Life Economics
2014/1
Tablo 3: Genel Bütçe Gelir ve Giderlerinin GSYİH İçindeki Payları
1999
16,6
6,8
9,4
0,3
1,2
3,6
2000
18,8
7,1
11,4
0,3
1,7
2,7
2001
19,0
7,8
11,0
0,3
1,8
4,7
4,7
2002
17,6
6,2
11,1
0,3
2,6
5,9
4,8
2003
18,7
6,0
11,9
0,7
2,5
5,1
5,3
2004
18,1
5,6
12,0
0,5
2,4
5,3
5,4
2005
18,6
5,6
12,5
0,6
2,5
6,0
5,2
2006
18,8
5,2
13,0
0,5
2,5
6,1
5,9
2007
18,6
5,6
12,4
0,6
2,1
5,8
5,7
2008
18,2
5,9
11,7
0,6
1,8
5,6
6,5
2009
18,5
6,0
11,9
0,6
2,0
6,3
7,4
TOPLAM
-Özelleştirme Gelirleri
TOPLAM GELİR
19,1
0,1
19,1
21,6
1,1
22,7
30,3
0,7
30,9
30,8
0,1
31,0
31,5
0,1
31,6
31,2
0,3
31,5
32,3
0,6
32,9
33,2
1,6
34,8
32,2
1,4
33,7
32,1
0,9
32,3
34,2
0,5
34,6
Cari Harcamalar
Yatırım Harcamaları
-Sabit Sermaye
-Stok Değişmesi
Transfer Harcamaları
-Cari Transferler
-Sermaye Transferleri
Stok Değişim Fonu
10,0
4,9
4,9
0,0
14,8
13,8
1,0
1,0
9,4
5,3
5,2
0,0
16,8
15,8
1,0
0,7
13,1
3,5
3,5
0,0
26,1
25,3
0,9
0,0
13,9
3,6
3,6
0,0
24,1
23,3
0,8
0,0
13,8
2,9
2,9
0,0
22,7
22,3
0,5
0,0
13,6
2,4
2,4
0,0
19,5
19,0
0,6
0,0
13,4
2,9
2,9
0,0
16,7
16,3
0,4
0,0
14,6
3,0
2,9
0,0
15,9
14,9
1,0
0,0
15,0
3,2
3,1
0,0
15,6
15,0
0,6
0,0
15,7
3,4
3,4
0,0
15,5
14,8
0,7
0,0
17,7
3,3
3,3
0,0
19,1
18,1
1,0
0,0
TOPLAM HARCAMA
30,8
32,1
42,7
41,7
39,5
35,6
33,0
33,4
33,8
34,6
40,1
BORÇLANMA GEREĞİ
11,7
9,4
11,8
10,8
7,9
4,1
0,1
-1,4
0,2
1,7
5,4
Vergiler
-Vasıtasız
-Vasıtalı
-Servet
Vergi Dışı Normal Gelirler
Faktör Gelirleri
Sosyal Fonlar
Kaynak:
Maliye
Bakanlığı
Bütçe
ve
Mali Kontrol
Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri
ve
Bütçe
Gerçekleşmeleri”,
http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFDFD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.02.2010); DPT,
“Temel
Ekonomik
Göstergeler
(Aralık
2010)”,
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FCC477F9AA31AEBB8C, (Erişim Tarihi: 02.09.2010)
adreslerinden alınarak derlenmiştir.
87
Journal of Life Economics
2014/1
Genel bütçe gelir ve giderlerindeki bu gelişmelere bağlı olarak borçlanma gereğinde
de değişimler olmuştur (Bkz: Tablo 3). Borçlanma Gereğinin GSYİH’ya oranı 1999’da
%11,7, 2001’de %11,8 olmuştur. 2002’ den itibarense düşüşe geçerek 2007 yılında %0,2
düzeyine gerilemiştir. Bu gelişmenin en büyük nedeni IMF destekli mali disiplini teşvik
etmeye yönelik politikaların etkisi büyüktür. Fakat 2008-2009 krizi ile birlikte borçlanma
gereğinin hızlı bir şekilde yükselerek 2009 yılında %5,46’ya ulaştığı görülmektedir.
Kamu maliyesinin performans değerlendirmesinde iki kriter dikkate alınmaktadır.
Bunlardan bir tanesi bütçe açıklarının GSYİH’ya oranı, diğeri ise faiz dışı fazlanın
gelişimidir. 2000-2001 krizine yüksek kamu açıkları ile giren Türkiye ekonomisi, kriz sonrası
süreçte uyguladığı sıkı maliye politikası ve mali disiplin anlayışı ile kamu açıklarını önemli
ölçüde düşürmüş kamu borçlanma gereğini ve buna bağlı olarak bütçe üzerindeki faiz yükünü
giderek azaltmıştır. Ayrıca 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca
2006 yılından itibaren destekli bütçe uygulamasından uluslararası standartlarla uyumlu ve
daha geniş kapsamlı olan merkezi yönetim bütçe uygulamasına geçilmiştir (Susam ve Bakkal,
2008: 84). Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, son dönemde küresel kriz sonucu bu
hedeflerden sapmalar görülmüştür.
Genel yönetim bütçe giderlerini gelişim seyrini ayrıntılı olarak inceleyecek olursak
Grafik 7’de görüleceği üzere toplam harcamalar içerisinde transfer harcamalarının payı 19992001 döneminde %60’lara kadar yükselmiş, daha sonra sistematik bir şekilde %44’lere kadar
gerilemiştir. Küresel finans kriziyle beraber yeniden yükselişe geçerek %47,6 olmuştur. Cari
harcamaların payı ise 2000 yılından itibaren sürekli artarak %30’lardan %45’lere kadar
yükselmiştir. Yatırım harcamalarını toplam harcamalar içerisindeki yeri 2001 yılından
itibaren nerdeyse değişmeden %9’lar düzeyinde seyretmiştir. Fakat 2009 yılında krizin
yarattığı durgunluğun etkisiyle %8,3 seviyesine inmiştir.
Grafik 7: Genel Bütçe Harcamalar İçinde Cari, Yatırım ve Transfer Harcamalarının
Payları
Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir
Dönem boyunca faiz dışı merkezi bütçe gelirlerinin GSYİH’ya oranı ufak değişiklikler
dışında %22’ler civarında seyretmiştir. Merkezi bütçe gelirleri içerisinde vergi gelirlerinin
payı önemlidir. Vergi gelirlerinin GSYİH’ya oranı ise ortalama %18’ler civarında
seyretmiştir. Bunun yanında, vergi dışı gelirlerin GSYİH’ya oranı belli yıllar hariç ortalama
%2 seviyelerinde kalmıştır (Tablo 4). Toplam vergi gelirlerinin türleri itibariyle gelişimi ise
88
Journal of Life Economics
2014/1
farklı bir seyir izlemiştir. Şöyle ki; Grafik 8’ten görüleceği üzere dolaylı vergilerin toplam
vergiler içerisindeki payı 2001 yılında yaklaşık %60 iken 2006 yılında %70’e kadar
yükselmiştir. 2007 yılından sonra ise düşüşe geçerek % 65 dolaylarında seyretmiştir. Toplam
vergiler içerisinde dolaysız vergilerin payı ise 2001 yılında %40’lardan 2006 yılında %29’lara
kadar gerilemiştir. Daha sonra yükselişe geçerek %32’lere kadar çıkmıştır. 2009 yılında
merkezi yönetim bütçe vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payı %32,5 olmuştur. Bu
durum yukarıda bahsettiğimiz mali disiplini sağlama kapsamında gerçekleştirilen vergisel
düzenlemelerin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Servet vergilerinin toplam vergiler
içerisindeki payı ise 2002 yılından itibaren bir yükseliş gösterse de toplam vergiler
içerisindeki görece olarak önemsiz bir paya sahiptir
Grafik 8: Genel Bütçe Vergi Gelirleri İçinde Dolaylı, Dolaysız ve Servet Vergilerinin
Payları
Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir
Merkezi yönetim bütçesindeki gelişmeler ise GSYİH’ya oran cinsinden Tablo 4’te
gösterilmiştir. Görüleceği üzere, merkezi bütçe dengesi 1999-2001 krizinde ciddi açıklar
vermiştir. 2000 yılında %11,9 olan merkezi bütçe açığı 2002 yılından itibaren sistemli bir
düşüşle 2006 yılında %0,6’ya kadar gerilemiştir. 2007 yılından itibaren tekrar bir yükselişe
geçmiş ve 2009 yılında yaşanan küresel finans krizinin yol açtığı harcamalardaki artış bütçe
dengesine olumsuz yansımıştır. Merkezi yönetim bütçe dengesi 2008 yılında %1,8 iken 2009
yılında %5,5’e çıkmıştır.
89
Journal of Life Economics
2014/1
Tablo 4: Merkezi Yönetim Bütçe Büyüklüklerinin GSYİH’ya Oranları
MERKEZİ YÖNETİM
BÜTÇE GİDERLERİ
Faiz Hariç Bütçe Giderleri
I. Personel ve Sosyal
Güvenlik Kurumları
Devlet Primi Giderleri
II. Mal ve Hizmet Alım
Giderleri
- Sağlık Giderleri
- Diğer Mal ve Hizmet
Alım Giderleri
III. Cari Transferler
- KİT Görev Zararı
- Sosyal Güvenlik
Kurumlarına Transferler
- Tarımsal Destekleme
Ödemeleri
- Mahalli İdare ve Fon
Payları
- Diğer Cari Transferler
IV. Sermaye Giderleri
V. Sermaye Transferleri
VI. Borç Verme
- KİT Sermaye
- Risk Hesabı
- Diğer
VII. Yedek Ödenekler
VIII. Faiz Giderleri
MERKEZİ YÖNETİM
BÜTÇE GELİRLERİ
I. Vergi Gelirleri
II. Vergi Dışı Gelirler
BÜTÇE DENGESİ
FAİZ DIŞI BÜTÇE
FAZLASI
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
30,8
18,6
36,2
19,1
34,1
19,4
31,1
18,2
27,2
17,1
24,6
17,6
23,5
17,4
24,2
18,4
23,9
18,6
28,2
22,6
5,8
6,1
6,3
6,3
6,0
5,8
5,7
5,9
5,8
6,6
2,7
0,5
2,8
0,6
3,0
0,6
2,6
0,6
2,4
0,6
2,3
0,6
2,5
0,7
2,6
0,8
2,6
0,7
3,1
0,9
2,3
7,6
0,0
2,3
7,5
0,0
2,4
7,3
0,2
2,0
6,9
0,2
1,9
6,5
0,1
1,7
7,1
0,1
1,8
6,6
0,1
1,9
7,5
0,1
1,9
7,4
0,1
2,2
9,7
0,3
2,0
2,1
3,2
3,5
3,5
3,7
3,1
3,9
3,7
5,5
0,2
0,4
0,5
0,6
0,6
0,6
0,6
0,7
0,6
0,5
3,4
2,0
1,7
0,0
0,7
0,5
0,0
0,2
0,0
12,3
3,5
1,5
1,9
0,0
0,8
0,4
0,0
0,4
0,0
17,1
2,3
1,0
2,2
0,0
0,6
0,4
0,0
0,2
0,0
14,8
1,6
1,0
1,7
0,0
0,6
0,2
0,2
0,2
0,0
12,9
1,9
0,5
1,5
0,1
0,6
0,2
0,1
0,3
0,0
10,1
2,0
0,8
1,6
0,2
0,6
0,1
0,0
0,4
0,0
7,0
1,9
0,9
1,6
0,3
0,8
0,5
0,0
0,2
0,0
6,1
2,0
0,8
1,5
0,4
0,5
0,2
0,0
0,2
0,0
5,8
2,1
0,8
1,9
0,3
0,5
0,3
0,0
0,2
0,0
5,3
2,3
1,1
2,1
0,5
0,6
0,3
0,0
0,3
0,0
5,6
22,9
17,7
5,2
22,7
17,2
5,5
11,5
22,2
18,1
4,1
22,0
17,9
4,0
23,5
18,4
5,1
22,9
18,1
4,7
22,6
18,1
4,4
22,1
17,7
4,4
22,6
18,1
4,5
-7,9
24,3
18,2
6,2
11,9
-8,8
-5,2
-1,1
-0,6
-1,6
-1,8
-5,5
4,4
5,2
3,3
4,0
4,9
6,0
5,4
4,2
3,5
0,0
Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe
Gerçekleşmeleri”,
http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFD
FD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.09.2010).
2000 krizinden bu yana % 6,5 oranında belirlenen faiz dışı fazla hedefinin 2008
başında % 3,5 oranına düşürülmesi, özellikle küresel durgunluğun yaşandığı bu dönemde bu
durgunluğun etkilerinin reel sektöre yansımasını mümkün olduğunca azaltmaya yönelik bir
uygulama olması açısından olumlu görülebilir. Bununla birlikte bu noktada sıkı mali
politikaların bir miktar gevşetilmesi ve özellikle daralan sektörlerde artan işsizliğin
azaltılması için genişletici vergi teşviklerinin uygulanması ve teşvik edici harcamaların
arttırılması önemli görülmüştür. Çünkü bu politikalar reel üretimin canlı tutulmasına hizmet
etmektedir. Hedefin düşürülmesi ile hem kamu mali dengesinin sağlanmasının kolaylaşması
hem de reel piyasaların rahatlatılarak kaynakların özel yatırımların arttırılması amacıyla
kullanılması hedeflenmiştir. Tablo 4’ten görüleceği üzere faiz dışı fazla 2008 yılında %3,5’e
gerilemiş ve krizin etkilerini bertaraf etmeye yönelik bahsedilen önemler neticesinde ise 2009
yılında faiz dışı fazla verilememiştir. Faiz ödemelerinde önemli bir artış olmamakla beraber
90
Journal of Life Economics
2014/1
faiz hariç bütçe harcamalarda görülen artış bu durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
(Şimşek ve Altay, 2009: 19).
6. SONUÇ
Türkiye ekonomisi son 1999-2009 yılları arasında iki büyük krizle karşı karşıya
kalmıştır. 1999-2001 krizinin ardından ekonomide ciddi yapısal önlemler alınmıştır. 2002
yılında iktidara gelen AKP hükümeti de bu önlemlerin uygulayıcısı olmuştur. Uygulanan
politikalar neticesinde Türkiye ekonomisi ciddi bir yapısal dönüşüm geçirmiştir. Bu dönümün
em temel ayağı kamu maliyesinde disiplinin tesis edilmiş olması ve dış ticarette ithalat ve
ihracatta ciddi artışların yaşanmasıdır.
Bununla beraber, dış ticaretteki gelişmeler çarpık bir şekilde yapılanmıştır. Bunun
neticesinde de 2002 yılından bu yana cari işlemler açığı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Dış
sermaye akımlarındaki artıştan dolayı söz konusu açık ekonomide ciddi kırılganlığa yol
açmamıştır. Ancak son yaşanan kriz neticesinde ithalata bağlı olarak 2008 yılında cari açıkta
görülen iyileşme 2009 yılında yeniden yerini hızlı bir artışa bırakmıştır. Bunun yanında,
işsizlik rakamları da sürekli yüksek seviyelerde seyretmektedir. Böylelikle ülkemiz işsizlik
üreten bir büyüme yoluna girmiştir. Uzun vadede işsizlik ve cari açıktaki bu olumsuz
durumun sürdürülebilmesi mümkün görünmemektedir. 2002 yılından itibaren sağlanan mali
disiplin ise 2008-2009 küresel krizi ile sarsılmaya başlamıştır Ancak kamu açıkları henüz
2001 krizindeki gibi ciddi hasarlar ortaya çıkaracak bir boyutta görülmemektedir. Bununla
beraber, orta ve uzun vadede mali disiplindeki bu gevşemeye de dikkat etmek gerektir.
91
Journal of Life Economics
2014/1
Kaynakça
ALANTAR, Doğan, “Küresel Finansal Kriz ve Türkiye’nin Makroekonomik Göstergelerine
Etkisi”, Bütçe Dünyası, Cilt 3, Sayı 31, Kış 2009.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), “Temel Ekonomik Göstergeler (Aralık 2010)”,
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF
03C7B4FCC477F9AA31AEBB8C, (Erişim Tarihi: 02.09.2010).
EGELİ, Pınar, “Globalleşme ve Küresel Kriz”, Econ Anadolu 2009: Anadolu Uluslararası
İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009, Eskişehir.
Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe
Gerçekleşmeleri”
http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816
B2EFDFD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.09.2010).
Maliye
Bakanlığı
Muhasebat
Genel
Müdürlüğü,
“Ekonomik
Göstergeler”
http://www.muhasebat.gov.tr/ekogosterge/index.php (Erişim Tarihi: 02.02.2010),
MÜSİAD, Türkiye Ekonomisi 2009, MÜSİAD Araştırma Raporları 5, 2009.
PINAR, Abuzer, Maliye Politikası. Ankara: Naturel Yayınları, Birinci Baskı, 2006
SUSAM, Nazan ve Ufuk BAKKAL, “Kriz Süreci Makro Değişkenleri ve 2009 Bütçe
Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?”, Maliye Dergisi, Sayı 155, Temmuz-Aralık 2008.
ŞİMŞEK, Hayal A. ve Asuman ALTAY, “Küresel Kriz Ortamında Türkiye'de Maliye
Politikalarının Değerlendirilmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt: 46 Sayı: 528,
Şubat 2009, ss.11-23.
TÜREL, Oktar, “Dünya Ekonomik Bunalımının Türkiye’ye 2008-2009’daki Yansımaları
Üzerine Notlar”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt:46, Sayı: 533, Temmuz 2009,
ss.9-34.
Türkiye
Cumhuriyeti
Hazine
Müsteşarlığı,
“Ekonomi
Sunumu”,
http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Economic%
20Indicators/egosterge/Sunumlar/Ekonomi_Sunumu_ENG.pdf, Erişim Tarihi: 12.12.2010
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) İstatistik Genel Müdürlüğü, Ödemeler Dengesi
Müdürlüğü, “Ödemeler Dengesi”, http://www.tcmb.gov.tr/odemedenge/menuturkpdf.html
(Erişim Tarihi: 31.10.2010).
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Elektronik Veri Dağıtım Sistemi,
http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, 8Erişim Tarihi: 11.10.2010).
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), İstatistiki Göstergeler 1923-2008, Türkiye İstatistik
Kurumu Yayını, 2009.
YELDAN, Erinç, “ Bu krizden sonra savaş gelebilir”, Milliyet Gazetesi, 6 Ekim 2008.
92
Journal of Life Economics
2014/1
YELDAN, Erinç, “İşsizlik ve Orta Vadeli Program”, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Aralık 2009a,
YELDAN, Erinç, “Türkiye Krizden Ne Kadar Etkilendi?” , Cumhuriyet Gazetesi, 4 Kasım
2009b.
YILDIRIM, E. ve YILDIRIM, R. , “1980 Sonrası Uygulanan Maliye Politikaları ve Türkiye
Ekonomisi Üzerindeki Etkileri” XVI. Türkiye Maliye Sempozyumu (Bildiri Kitabı), 28-31
Mayıs, Antalya Celal Bayar Üniversitesi.İ .İ.B.F. Maliye Bölümü Yayını, 2001.
93

Benzer belgeler