YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Araş.Gör.Burak KOZALI Marmara Üniv
Transkript
YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Araş.Gör.Burak KOZALI Marmara Üniv
[Journal of Life Economics] ULAŞIMDA TALEP ODAKLI YAKLAŞIM: YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Araş.Gör.Burak KOZALI Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi Özet Nüfus artışı ve taşıt miktarındaki artış kentiçi ulaşım problemlerini de artırmıştır. Ulaşım ile ilgili problemler ekonomik açıdan yüksek maliyetlere neden olmaktadır. Yolculuk talep yönetimi, ulaşım problemleri ve trafik tıkanıklığını ulaşım ile ilgili imkanları artırmadan yolculuk talebini azaltarak ve kısıtlayarak çözmeyi amaçlamaktadır. Yolculuk talep yönetimi ulaşım sorunlarını ve trafik tıkanıklığını çözmede genellikle pahalı yatırımlar yapmaktan kaçınarak yolculuk alışkanlıklarının değiştirilmesini hedeflemektedir. Buna ek olarak yolculuk talep yönetimi, bütün ulaşım problemlerini ve trafik tıkanıklığını gidermede her derde deva olamasa da oldukça etkili bir stratejik planlamadır. Anahtar Kelimeler: Yolculuk Talep Yönetimi, Trafik Tıkanıklığı, Ulaşım JEL Kodları: R41, R48 DEMAND-ORIENTED APPROACH FOR TRANSPORTATION: TRAVEL DEMAND MANAGEMENT Abstract Population and number of vehicle growth has increased in urban transport problems. Transportation problems cause to be high costs with respect to economic. Travel demand management aims to solve for transportation problems and traffic congestion by reducing and restricting travel demand instead of increasing the transportation facilities. Travel demand management usually purposes to change travel habits by avoidance of costly investment about transportation problems and traffic congestion. Additionaly, travel demand management is not cure all for solving whole transportation problems and traffic congestion but it is a strategic planning as mightliy effective. Key Words: Travel Demand Management, Traffic Congestion, Transportation JEL Classification Codes: R41, R48 1. GİRİŞ Dünyanın pek çok ülkesinde nüfusta meydana gelen artışlar, taşıt sayılarındaki artışlar, yolcu ve yük taşıtlarındaki artışlar ve bunlara ek olarak küreselleşmenin hızla artması yolculuk talebini etkilemektedir ve tüm bu gelişmeler kişilerin ev ile iş arasında tercih ettikleri ulaşım seçenekleri ile yolcu ve yük taşımacılığının seçeneklerini tekrardan şekillendirmektedir (Giuliano ve Wachs, 1991: 1). Ulaşım hizmetlerinde geleneksel olarak arz yönlü çözüm önerilerine odaklanılmaktadır ve bu doğrultuda ulaşım imkânlarının kapasitesi arttıracak çalışmalar yapılmaktadır (Willson ve Shirazi, 1991: 1). Bugünkü gelişmeler uzun dönemde bu stratejilerin amaçlanan çözümü getirmediğini göstermektedir. Dünya genelinde pek çok büyük şehirde bu stratejiler doğrultusunda ulaşım imkânları kapasitelerini arttırmaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır ve pek çok uygulamanın sonucunda görülmektedir ki her kapasite artırımı beraberinde kendi talebini yaratmaktadır (Mahmood ve diğ., 2009: 162). 1 Journal of Life Economics 2014/1 Ulaşım hizmetlerinin sunumunda geleneksel olarak tercih edilen arz yönlü çözüm önerilerinin zaman içerisinde yetersiz duruma düşmeleri konunun talep açısından ele alınmasına neden olmuştur ve bu doğrultuda yolculuk talep yönetimini ortaya çıkmıştır. 2. YOLCULUK TALEP YÖNETİMİ Geleneksel yolculuk talep yönetimi tahmin modelleri potansiyel talebi belirlemede başarısız olmaktadır. Yolculuk talebi genellikle umulduğundan daha hızlı artmaktadır ve trafik tıkanıklıkları beklenenden daha fazla meydana gelmektedir. Bunlara ek olarak ulaşım araç ve tesislerine ihtiyaç hızla arterken kamu kaynakları ise aynı hızda büyüyememektedir (Ferguson, 1990: 442). Yolculuk talep yönetimini, ulaşım ve trafik tıkanıklığı problemlerinin çözümü için ulaşım imkânlarını arttırmak yerine yolculuk talebini azaltan ve kısıtlayan politikalar veya önlemler şeklinde ifade etmek mümkündür (Giuliano ve Wachs, 1991: 2). Yolculuk talep yönetimi, seyahat edenleri toplu şekilde seyahat etmeye yöneltmeyi ve bunun sonucunda trafikteki araç sayısını azaltmayı amaçlamaktadır (Taylor ve diğ., 1997: 49). Yolculuk talep yönetimi yaklaşımları ele alındığında ortak vurgunun konum ve alan kullanımından bağımsız olarak yolculuk davranışlarının değiştirilmesi üzerine yapıldığı görülmektedir (Ferguson, 1990: 443). Bir bölge için trafik tıkanıklığını önlemede en iyi önlemler grubunu oluşturmak ve bu seçilen önlemlerin etkinliğini tahmin etmek oldukça zordur. Bu süreç mevcut ulaşım türlerinin ve o bölgede seyahat edenlerinin karakteristik özelliklerini iyi anlamaktan geçmektedir (Taylor ve diğ., 1997: 49). Yolculuk talep yönetimi stratejileri arasında özellikle ücretli yol ve alan kullanımı önlemlerinin araç kullanımını azaltmada, bunun sonucunda trafik tıkanıklığını azaltmada ve hava kirliliğini azaltmada en etkili önlemler olduğu düşünülmektedir (Rodier ve Johnston, 1997: 295). Yolculuk talep yönetimi stratejileri her ne kadar yakın dönemde ses getirmiş olsa da kökleri II. Dünya Savaşı yıllarına kadar gitmektedir. Bu dönemde şirket otobüsleriyle çalışanların taşınması, taşıt paylaşımı yapılmasını yani yalnız seyahat etmek yerine araç sahibi çalışanların işe aracı olmayan çalışanlar ile birlikte gidip gelmelerinin sağlanması ve işçilerin farklı vardiyalarda çalıştırılması uygulamalarını gerçekleştiren işverenlerin var olduğu görülmektedir (Giuliano ve Wachs, 1991: 2). Yolculuk talep yönetimi stratejilerinin sayısının zaman içerisinde artması ile birlikte bu stratejiler çeşitli başlıklar altında gruplandırılmaya çalışılmıştır. Yapılan bir çalışmada yolculuk talep yönetimi stratejileri yolculuk kısıtlamaları, alternatif ulaşım yöntemlerini kullanmaya teşvik etme, alternatif çalışma saatleri düzenlemeleri ve alan kullanım planlaması olarak dört başlıkta toplamaktadır (Taylor ve diğ., 1997: 49). Ferguson (1990: 443) ise yolculuk talep yönetimini seyahat üretimi, seyahat dağıtımı, ulaşım türünün seçimi ve güzergâh seçimi olarak dörtlü bir sınıflandırmaya tabi tutmaktadır. Garling ve Schuitema (2007) ise yolculuk talep yönetiminde kullanılacak önlemleri; fiziki iyileştirme önlemleri, yasal politikalar, ekonomik politikalar, bilgilendirme ve eğitim önlemleri olmak üzere dört başlık içerisinde ele almaktadır. 2 Journal of Life Economics 2014/1 Tablo 1. Yolculuk Talep Yönetimi Önlemleri YTY Önlemleri Fiziki İyileştirme Önlemleri Yasal Politikalar Ekonomi Politikalar Bilgilendirme ve Eğitim Önlemleri Örnekler *Toplu taşımada iyileştirmeler *Yürüyüş ve bisiklet yollarının geliştirilmesi *Park ve sürüş planlamaları *Seyahat sürelerini kısaltacak alan kullanımı düzenlemeleri *Araçlarda enerji verimliliğini sağlayacak teknolojik değişiklikler *Şehir merkezlerinde araç trafiğinin yasaklanması *Park etme kontrolleri ve düzenlemeleri *Hız limitlerinin düşürülmesi *Araçlar ve yakıt üzerine vergilendirme *Yol veya tıkanıklık fiyatlaması *Kilometre ücretleri *Toplu taşımanın maliyetlerini azaltma *Bireysel pazarlama *Kamu bilgilendirme kampanyaları *Davranışların sonuçları hakkında geri bildirim *Sosyal modelleme Kaynak: Garling ve Schuitema, 2007: 141. Yolculuk talep yönetimi stratejileri içerisinde geniş uygulama alanı bulmuş olan alternatif çalışma zamanları düzenlemeleri, taşıt paylaşımı programları, yüksek doluluktaki araçlara öncelik programları, otopark yönetimi uygulamaları, tıkanıklık fiyatlaması uygulamaları ve alan kullanımı programları sırasıyla ele alınacaktır. 2.1. Alternatif Çalışma Zamanları Seyahat süresi ile işe başlangıç zamanları arasındaki etkileşim ilişkisi özellikle kentsel ulaşım talebi üzerinde çalışan ekonomistlerce vurgulanmaktadır (Wang, 1996: 189). Dünyanın pek çok yerinde, trafik tıkanıklığının zirve yaptığı saatlerdeki talebi azaltmak için pek çok insan ve işveren alternatif çalışma zamanları uygulamalarına katılması konusunda cesaretlendirilmektedir (Picado, 2000: 9). Alternatif çalışma zamanlarının (alternative work schedules), çalışma saatlerinin kaydırılması (staggered work hour), esnek çalışma saatleri (flextime) ve azaltılmış iş günleri (compressed work week) olarak üç farklı türü söz konusudur. Çalışma saatlerinin kaydırılması uygulamasında çalışanların işe başlama saatleri işverenlerce -özellikle trafiğin zirve yaptığı sabah saatlerinde- tıkanıklığı azaltmak için başka bir zaman dilimine kaydırılmaktadır. Esnek çalışma saatleri uygulamasında işe başlama saati belli bir zaman dilimi içerisinde çalışanlara bırakılmaktadır. Çalışanlar daha erken veya daha geç gelerek tercihlerini kullanırken günlük çalışma saatini tamamladıktan sonra iş yerinden ayrılabilmektedirler (U.S. DTFTA, 1992: 1). Örnek olarak 7.30’dan 16.00’a ya da 9.00’dan 17.30’a gibi farklı çalışma zamanı tercihleri sunulmaktadır. Azaltılmış iş günü programlarında ise haftalık iş günü sayısı üç veya dört güne indirilmektedir ve gün içerisinde çalışma saatleri arttırılarak denge sağlanmaktadır. Alternatif çalışma zamanları düzenlemeleri trafik tıkanıklığını doğrudan azaltan uygulamalar arasında 3 Journal of Life Economics 2014/1 yer almaktadır (Hung, 1996: 11). Tüm bu önlemler uygulanırken yolculuk talebi gün içerisine dağıtılmaktadır ve talebi azaltmak için kaynak maliyeti söz konusu olmamaktadır. 2.2. Taşıt Paylaşımı Programları Özel taşıt kullanımında artış kentlerden kırsal bölgelere kadar yayılmaktadır ve özel taşıt sahipliğindeki bu artış kentsel alanlarda trafik tıkanıklığındaki artışın devam etmesine neden olmaktadır. Seyahatlerin pek çoğu yalnız sürücülerin yaptığı (SOV-single occupancy vehicle) seyahatlerden meydana gelmektedir (Correia ve Viegas, 2011, s. 81). Özel taşıt kullanımı yolculuk başlangıç zamanında ve esnasında esneklik kazandırması, güvenlik ve konfor gibi pek çok avantaj sağlamasıyla birlikte trafik tıkanıklığını artırması, hava kirliliğini artırması ve masraflı (pahalı) olması gibi dezavantajları bulunmaktadır (Abrahamse ve Keall, 2012, s. 45). Özel taşıt kullanımındaki artışın oluşturduğu trafik tıkanıklığı özellikle işe geliş ve gidiş saatlerinde zirve yapmaktadır. Bunu önlemek adına uygulanan stratejilerden biri de taşıt paylaşım programlarıdır. Taşıt paylaşımı (carpooling), aynı bölgede oturan ve aynı yerde çalışan kişilerin ev ve iş yeri arasında yapacakları yolculuklarında her birinin seyahatlerini özel taşıtları ile yapmaları önleyerek onları tek bir araç içerisinde ulaşıma teşvik etmeyi amaçlamaktadır (Vanoutrive ve diğ., 2012: 77). Bu programın temelleri II. Dünya Savaşı yıllarında Birleşik Devletler’de atılmıştır fakat savaşın bitiminden sonra araç paylaşımı uygulaması gözden düşmüştür. 1970’li yıllara gelindiğinde yaşanan petrol krizi sonucunda Birleşik Devletler’de konu tekrar gündeme gelmiştir ve akademisyenler tarafından ilk eserler bu dönemde verilmiştir (Ferguson, 1997: 349). Taşıt paylaşımı teoride ve uygulamada trafik tıkanıklığını oldukça azaltan bir uygulama olsa da uygulamasında temel iki sorun ile karşılaşılmaktadır. Bunlardan birincisi psikolojik bir neden olan yabancılar ile yolculuk etmeme isteği diğeri ise zamanlama konusunda yaşanan sorunlardır (Correia ve Viegas, 2011, s. 82). Fakat son yıllarda gelişen teknoloji ve akıllı telefon teknolojileri sayesinde dinamik araç paylaşımı uygulamalarını gündeme getirmektedir. Dinamik araç paylaşımında bağımsız organizasyonlar, bilgisayar ve akıllı telefonlar aracılığıyla yolcular ve sürücüleri günlük seyahatlerini birlikte yapabilmeleri için eşleme yapılmaktadır (Agatz ve diğ., 2011: 1450). Taşıt paylaşımı için genelde düzenlemeler kamu kurumları, işveren kurumlar ve gayri resmi kurumlarca yapılmaktadır. Özellikle yerel yönetimler kent içinde belli koridorlarda trafiği azaltmak için taşıt paylaşım programları geliştirmekte ve sürücüleri bu programlara dâhil etmektedir. İşveren kurumlar ise hem kent içi trafiği rahatlatmak hem de çalışanlara park hizmeti sunmada zorlanmaları nedeniyle bu uygulamayı desteklemektedirler. 2.3. Yüksek Doluluktaki Araçlara Öncelik Yüksek doluluktaki araçlara öncelik stratejisi özellikle metropol şehirlerde tıkanıklığı yüksek olan kapasitesini geliştirmekten ziyade insanların hareket olmayı amaçlayan yolculuk talep yönetimi stratejileri 2006: 6) (HOV-High Occupancy Vehicles), ücretsiz yollarda araçların hareket kapasitesini geliştirmeye yardımcı arasında yer almaktadır (Turnbull, Yüksek doluluktaki araçlara öncelik tanımak için şehir içinde tıkanıklığın yüksek olduğu yollarda özel hatlar oluşturularak, araç paylaşımını ve toplu taşıma kullanılmasını teşvik ederek, bir hat üzerinde daha az araç kullanarak daha çok yolcu taşımayı amaçlamakta ve buna olanak sağlamaktadır (Jang ve diğ., 2008: 1). Bir aracın yüksek dolulukta kabul edilebilmesi için uygulandığı yere göre en az iki, üç veya dört yolcunun bulunması koşulu aranmaktadır. 4 Journal of Life Economics 2014/1 Yüksek doluluktaki araçlara öncelik veren yol uygulamaları ilk olarak Birleşik Devletler’de ortaya çıkmıştır ve ülke boyunca geniş çapta uygulanmaktadır (Menendez ve Daganzo, 2007: 809). Bu uygulama öncelikle toplu taşıma araçlarına yönelik olarak başlatılmıştır fakat zaman içerisinde kamu perspektifi açısından ele alındığında yolların yeterince verimli kullanılmadığına dair bulgular elde edilmiştir. Özellikle trafiğin zirve saatleri dışında bu yollara sadece toplu taşıma araçlarının kullanılıyor olması kaynak kullanımında etkinsizlik üretmiş ve taşıt paylaşımı uygulamaları ile bütünleştirilmiştir (Lipnicky ve Burris, 2010, 1030). Yüksek doluluktaki taşıtlara verilen öncelikler uygulandığı bölgenin ihtiyaçlarına ve zamana göre değişmektedir. Bu öncelikleri fiziksel öncelikler; dolu taşıtlara yolun tamamını veya bir şeridinin tahsis edilmesi, yönetsel öncelikler; sürekli uygulanan fakat saat, gün ve mevsim koşullarına göre değiştirilebilen sinyalizasyonda, ana yol girişlerinde, otoparklarda öncelik verilmesi, ekonomik öncelikler; köprü ve otoyol girişlerinde ya da tıkanıklık fiyatlamasının var olduğu yollarda sağlanan indirim veya muafiyetler, olmak üzere üç ana başlık altında toplamak mümkündür (Elker, 2002: 114-120). 2.4. Otopark Yönetimi Günümüzde park yönetimi (parking management), yolculuk talep yönetimi stratejileri arasında oldukça önemli bir konuma sahiptir. Park yönetimi ulaşım sisteminin temel bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Her seyahatin sonunda kullanılan taşıtın park edilmesi zorunluluğu ve ortalama olarak bir aracın günde yirmi üç saatini park halinde geçirmesi park etme imkanlarının önemini daha da artırmaktadır. Park yönetimini çeşitli politika ve programlar aracılığıyla park etme ile ilgili kaynakların daha etkin kullanılması şeklinde tanımlamak mümkündür. Park yönetiminde temel çözümün park etme imkanlarının arzının artırılması yerine mevcut alanların daha etkin kullanılması olduğu kabul edilmektedir (Litman, 2013: 2). Park alanlarının bilgisine sahip olunması ve park alanlarının ulaşılabilirliği, park etme fiyatı ve park etme ile ilgili diğer koşullar sürücülerin seyahat kararları üzerinde oldukça etkili olmaktadır (Malic ve diğ., 2000: 304-305). Literatüre bakıldığında Danwen ve diğ. (2010) park ücretlerinin seyahat etme biçimi üzerindeki etkilerini incelemişler ve park ücretleri üzerinde yapılan değişikliklerin özel taşıt kullanımı tercihinde azalma ya da artışa neden olduğu ve park ücretleri üzerinde yapılan bu değişikliklerin kişilerin alternatif ulaşım çeşitlerini kullanma tercihi üzerinde etkili olduğu sonucuna ulaşmıştırlar. Park yönetimi, diğer yolculuk talep yönetimi stratejileri ile entegre edildiğinde daha etkin bir hale gelmektedir. Toplu taşıma alanlarına yakın bölgelerde park etme imkanının verilmesi ve yolculuğun devamının toplu taşıma sistemi ile sağlanması trafik tıkanıklığı üzerinde oldukça etkili sonuçlar doğurmaktadır. Bununla birlikte yüksek doluluktaki araçlara park alanlarında fiyat indirimlerinin yapılması ya da park etme önceliği verilmesi gibi uygulamalar taşıt paylaşım programlarının desteklenmesini sağlayacaktır. 2.5. Tıkanıklık Fiyatlaması Tıkanıklık fiyatlaması (congestion pricing), fayda fiyatlaması, zirve saat fiyatlaması, değişken fiyatlaması gibi isimlerle de bilinmektedir. Genel olarak ulaştırma uzmanları ve politikacılar gelecek olumsuz tepkilere önlem olarak vergi terimini kullanmaktan kaçınarak farklı kavramlar türetmeyi tercih etmektedirler (Benko ve Smith, 2008: 16). Tıkanıklık fiyatlamasının uygulandığı alanda ve çevresinde bulunan alanlar üzerinde önemli etkileri olduğu kabul edilmektedir. Fiyatlama taşıtların ulaşım maliyetleri, ulaşım için kullanılan taşıtın seçimi ve yük taşımacılığını etkilemektedir. Bunlara ek olarak fiyatlama uygulaması bir bölgede iş yapmanın maliyetini, bölgedeki emlak değerini, iş gücüne ulaşımı 5 Journal of Life Economics 2014/1 ve bölgesel kararları da etkilemektedir (Bhatt ve Higgins, 2008: 3-14). Uygulamanın yürürlüğe girmesi sürecinde tüm bu etkiler göz önüne alınmakta ve bu durum yönetimlerce çeşitli kaygılara neden olmaktadır. Tıkanıklık fiyatlandırması bir karayolunun belirli bir bölgesine girişin veya karayolunun belirli zamanlarda kullanılmasının fiyatlandırılması olarak tanımlanabilmektedir. Burada yolculukların trafik yoğunluğunun yüksek olduğu saatlerden daha az olduğu saatlere veya güzergâhlara yönlendirilmesi, alternatif ulaşım yöntemlerinin kullanılması amaçlanmaktadır (DeCorla-Souza ve Whitehead, 2003: 269). Bu amaçlar doğrultusunda ve trafik tıkanıklığının oluşturduğu diğer maliyetler (yakıt israfı, hava kirliliği vb.) nedeniyle pek çok ülkede ve şehirde tıkanıklık fiyatlaması uygulamaları görülmektedir. Uygulama ilk olarak 1975 yılında Singapur’da ortaya çıkmıştır ve zaman içerisinde dünya genelinde pek çok ülkede kullanılmaktadır (Eliasson, 2008: 395). Bu doğrultuda aşağıdaki tabloda Singapur, Londra, Stockholm ve Norveç’te bulunan Bergen / Oslo / Trondheim şehirlerinde hayata geçirilen tıkanıklık fiyatlaması uygulamaları hakkında bilgi verilmektedir. Tablo 2. Tıkanıklık Fiyatlandırması Uygulamaları Singapur Elektronik Yol Fiyatlandırması(ALS Programının devamı) Başlangıç Fiyatlandırılan alan veya altyapı Zaman değişkenliği Taşıt ve kullanıcı karakteristiğine Londra Tıkanıklık Fiyatlandırması 1998 Şubat 2003 Otoyollar, tali yollar ve şehir merkezi civarında (CBDCentral Business District) sınırlandırılmış üç bölgede kordon ücretlendirmeleri Şehir merkezinde sabah 7.30-10.00, öğleden sonra 12.0020.00; otoyollarda sabah 7.30-9.30 fiyatlar değişim göstermektedir. Orijinal: 21 km2 şehir merkezi etrafında, Altı farklı taşıt türüne göre fiyat farklılaştırması Muaflık: Mavi rozete sahip taşıtlar, emisyon Hafta içi sabah 07.00 akşam 18.00 saatleri arasında fiyat 10 pound; hafta sonları ve resmi tatil günlerinde fiyatlandırma söz konusu değildir Stockholm Tıkanıklık Fiyatlandırması Deneme: 3Ocak31 Temmuz 2006 Süreklilik: 1 Ağustos 2007 30 km2 - şehir merkezi etrafında kordon (on sekiz kontrol noktası) Hafta içi sabah 06.30 akşam 18.30 saatleri arasında 10, 15 ve 20 İsveç kronu şeklinde zamana göre farklı fiyatlandırma söz konusudur. Bir gün içinde ödenecek fiyat seviyesinin üst sınırı 60 İsveç kronudur. Hafta sonları, resmi tatil günleri ve bu günlerin arifesinde fiyatlandırma söz konusu değildir. Otobüsler, taksiler (mahkeme kararından sonra Norveç Şehirleri (B/O/T) 1986 / 1990 / 1991 ----------- Sabah 06.00 akşam 10.00 / 24 saat boyunca / sabah 06.00 akşam 17.00 --------- 6 Journal of Life Economics göre fiyat farklılaşmalar Tıkanıklığa etkisi Kamuoyu Politik destek uygulanmaktadır; polis taşıtları, ambulanslar ve itfaiye araçları açısından muafiyet söz konusudur. %40 trafikte azalma, elektronik yol ücretlendirme sistemi teknolojisi ile ek %15 azalma Kabul edilebilir görülmüştür. Hükümet desteği 2014/1 kısıtı kriteri bağlamında alternatif yakıtlı taşıtlar, elektrikli taşıtlar, 9’dan fazla oturma yeri olan taşıtlar, motosikletler, üç tekerlekli taşıtlar, kurtarma araçları, tamir araçları muafiyete sahiptir. Uygulama alanı içinde ikamet edenler için %90, aylık ve yıllık ödeme yapan taşıt filoları için ise %12,5 indirim vardır. İlk iki haftada %15-20, uzun dönemde %30 azalma kaldırıldı), acil servis taşıtları, elektrikli ve hibrid taşıtlar, Lidingö Adası ve fiyatlandırma alanından 30 dakikadan daha az sürede geçilerek ulaşılan diğer kesimler açısından muafiyet vardır. İndirim opsiyonu yoktur. Destek verilmiştir. Stockholm Şehri desteklemiş, çevre şehirlerce karşı çıkılmıştır. Merkezi ve Yerel yönetim desteği Hükümet desteği %19 tıkanıklıkta azalma Kaynak: Yazar tarafından Anas ve Lindsey, 2011: 72-73; yararlanılarak düzenlenmiştir. Etki yok / Etki yok / Zirve tıkanıklık saatlerinde %10 azalma Karşı çıkılmıştır Hükümet desteği Albate ve Bel, 2009: 970’den Tabloda verilen bilgiler incelendiğinde tıkanıklık fiyatlandırması uygulamalarının olumlu sonuçlar doğurduğu açıkça görülmektedir. Ülkelerin yasal ve kültürel farklılıklarına rağmen gerekli düzenlemeler ve bilgilendirmeler yapıldığı takdirde ve diğer yolculuk talep yönetimi stratejileri ile desteklenmesi durumunda trafik tıkanıklığının çözümünde oldukça etkili sonuçlar alınmaktadır. 2.6. Alan Kullanımı Ulaşım için tercih edilen yöntem yani artan özel taşıt kullanımı havanın kalitesini, trafik akışını ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemesi nedeniyle kaygılara neden olmaktadır. Bu durumun önlenmesi bakımından şehir içerisinde ve çevresindeki arazi kullanım şeklinin ulaşım politikalarının önemli bir yönlendiricisi olduğu düşünülmektedir. Bu doğrultuda kişilerin seyahatlerinde daha çok toplu taşımayı ve yürümeyi tercih etmeleri sağlanmaya çalışılmakta ve özellikle yerleşimin yoğun olduğu bölgelerde özel taşıt kullanımının azaltılması ve uzun yolculuklarda özel taşıt kullanımında yalnız seyahat etmenin azaltılması amaçlanmaktadır (Schimek, 1996: 120). Ulaşımda enerji tüketimi kentsel alanda aktivitelerin seviyesi ve yayıldığı alan ile doğrudan ilişkilidir. Yapılan aktivitenin türü ise bu aktiviteye ulaşımda kullanılan enerjinin miktarını belirlemektir. Sürdürülebilir kentsel büyüme için aktivite alanları ile bu aktive için seyahat edilen yolun mesafesi önem teşkil etmektedir. Bu aktiviteler, evden işe, evden alışverişe ve evden diğer nedenlerle ile bir yere seyahat etmek olarak ifade edilebilmektedir. Her durumda ev ile aktivite için gidilen yerin uzaklığı ve konumu enerji tüketimi, hava 7 Journal of Life Economics 2014/1 kirliliği, trafik sıkışıklığı gibi sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle en çok seyahat etme gerekçesi olarak karşımıza işe gidiş ve geliş amacıyla yapılan seyahatler çıkmaktadır ( Miller ve Ibrahim, 1998: 18). Bu gerekçelerden yola çıkılarak aktivite ile yaşanılan ev arasındaki mesafenin azaltılması amacıyla özellikle kent çevresi bölgelerde karma alanlar oluşturulmasının ve kullanımının önemli olduğu düşünülmektedir. Bunun için ofisler, alışveriş dükkânları, restoranlar, bankalar ve diğer faaliyet alanları birbirleri ile iç içe geçirilmelidir. Kişiler bu sayede daha az özet taşıt kullanacak ve daha çok yürümeyi tercih edecektir (Cervero, 1996: 361). Kentsel alanlarla yoğun yerleşim yerleri ile özel taşıt kullanımı arasında negatif bir ilişki olduğu görülmektedir. Kent sakinleri eğer kent merkezinde ikamet ediyorlarsa daha çok toplu taşıma araçlarını ve motorsuz taşıtları tercih etme eğilimindedirler. Bununla birlikte şehir merkezinin uzak çevresinde ikamet edenlerin özel taşıt kullanımına daha eğilimli olduğu düşünülmektedir. Fakat özel taşıt kullanımını etkilemede sadece yaşanılan yerin şehir merkezine uzak olması yeterli değildir. Ulaşım araçları imkânları ve seyahat mesafesi diğer etkenler olarak kabul edilmektedir (Kitamura ve diğ., 1997: 125-126). 3. SONUÇ Dünya genelinde yaşanan nüfus artışı ve buna bağlı olarak taşıt sayılarındaki artış kentler açısından pek çok sorunu gündeme getirmiş. Ulaşım ve trafik tıkanıklığı bu sorunlar içerisinde en önemlileri arasında yer almaktadır. Nüfus artışının kentlerde meydana getirdiği sorunların sürekli artması, doğal ve ekonomik kaynakların kıt olması sorunların giderilmesinde sürdürülebilir çözümler bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Yolculuk talep yönetimi bu anlamda kıt kaynaklar ile ulaşım sorunları arasında bir köprü vazifesi üstlenmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sürekli yeni yolların, köprülerin, metroların yapılması, otopark alanlarının inşa edilmesi ekonomik açıdan oldukça büyük kısıtlar doğurmaktadır. Ulaşım imkânlarını sürekli artırmak mümkün olmamakta bu yüzden ulaşım talebi ve yolculuk alışkanlıkları üzerinde çeşitli programlar ve stratejiler uygulayarak ulaşım sisteminin sürdürülebilir bir biçim kazanması amaçlanmaktadır. Gelecek yıllarda da nüfus artışının ve taşıt üretimi artışının devam edeceği düşünülürse yolculuk talep yönetiminin gelecek yıllarda da oldukça önemli bir çözüm programı olacağını söylemek yerinde olacaktır. 8 Journal of Life Economics 2014/1 Kaynakça ABRAHAMSE, W. and KEALL, M., 2012, Effectivenes of a Web-Based Intervention to Encourage Carpooling to Work: A case Study of Wellington, New Zealand, Transport Policy, 21, 45-51. AGATZ, N. A. H., ERERA A. L., SAVELSBERG, M. W. P. and Wang, X., 2011, Dynamaic Ride-Sharing: A Simulation Study in Metro Atlanta, Transportation Research Part B, 45,1450-1464. ALBATE, D. and BEL, G., 2009, What Local Policy Makers Should Know About Urban Road Charging: Lessons From Worldwide Experience, Public Administration Review, September-October, 962-975. ANAS, A. and LINDSEY, R., 2011, “Reducing Urban Transportation Externalities: Road Pricing in Theory and in Practice”, Review of Environmental Economics and Policy, 5 (1). 66-88. BENKO, M. and SMITH, L., 2008, Congestion Pricing: What Is It?, Community Transportation, 26 (2), 16-19. BHATT, K. and HIGGINS, T., 2008, KTA: Lessons Learned from International Experience in Congestion Pricing Final Report, U.S. Department of Transportation Federal Highway Administration, Maryland, August. CERVERO, R., 1996, Mixed Land-Uses and Commuting: Evidence From The American Housing Survey, Transportation Research A, 30 (5), 361-377. CORREIA, G. and VIEGAS, J. M., 2011, Carpooling and Carpool Clubs: Clarifying Conceptes and Assessing Value Enhancment Possibilities Through a Stated Preference Web Survey in Lisbon, Portagual”, Transportation Research Part A, 45, 81-90. DANWEN, B, WEI, D. and SHIHUI, G., 2010, Impact of Parking Rates on Residebt Travel Behavior, Journal of Transportation Systems Engineering and Information Technology, 10 (3), 80-85. DECORLA-SOUZA, P. and WHITEHEAD, R. E., 2003, The Value Of Pricing The Use Of Roads, Public Works Management & Policiy, 7, 267-276. ELIASSON, J., 2008, Lessons From The Stockholm Congestion Charging Trial, Transport Policy, 15, 395-404. ELKER, C., 2002, Ulaşımda Politika Ve Pratik, Gölge Ofset, Ankara, ISBN 975-97812-0-4. FERGUSON, E., 1990, Transportation Demand Management Planning, Development, and Implementation, Journal of The American Planning Association, 56 (4), 442-456. FERGUSON, E., 1997, The Rise and Fall of The American Carpool: 1970-1990, Transportation, 24, 349-376. GARLING, T. and SCHUİTEMA, G., 2007, Travel Demand Management Targeting Reduced Private Car Use: Effectiveness, Public Acceptability and Political Feasibility, Journal of Social Issues, 63 (1), 139-153. GIULIANO, G. and WACHS, M., 1991, Responding to Congestion and Traffic Growth: Transportation Demand Management [online], UCTC No. 86, 1991, The University of California, University of California Transportation Center, http://www.uctc.net/papers/086.pdf [Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014]. 9 Journal of Life Economics 2014/1 HUNG, R., 1996, Using Compressed Workweeks To Reduce Work Commuting, Transportation Research A, 30 (1), 11-19. JANG, K., CHUNG, K., RAGLAND, D. R., and CHAN, C-Y., 2008, Safety Evaluation of High-Occupancy Vehicle (HOV) Facilities in California, Intellimotion, 14 (2 ), 1-3. KITAMURA, R., MONKTARIAN, P. L. and LAIDET, L., 1997, A Micro-Analysis of Land Use And Travel in Five Neighborhoods in the San Francisco Bay Area, Transportation, 24, 125-158. LIPNICKY, K. and BURRIS, M., 2010, Influence of HOV Lane Access on HOV Lane Utulization, Journal of Transportation Engineering, 136 (11), 1030-1038. LITMAN, T., 2013, Parking Management: Strategies, Evaluation and Planning [online], Victoria Transport Policy Institute, http://www.vtpi.org/park_man.pdf [Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014]. MAHMOOD, M., BASHAR, M. A. and AKTHER, S., 2009, Traffic Management System and Travel Demand Management (TDM) Strategies: Suggestions for Urban Cities in Bangladesh”, Asian Journal of Management and Humanity Sciences, 4 (2-3), 161-178. MALIC, A., BRCIC, D. and KRASIC, D., 2000, Parking Measures In Travel Demand Management, Urban Traffic Review, 12 (5-6), 301-309. MENENDEZ, M. and DAGANZO, C. F., 2007, Effects of HOV Lanes on Freeway Bottleneceks, Transportation Research Part B, 41, 809-822. MILLER, E. J. and IBRAHIM, A., 1998, Urban Form and Vehicular Travel: Some Empirical Findings, Transportation Research Record: Journal of The Transportation Board, 1617,18-27. PICADO, R., A Question of Timing, Access, 17, 9-13. RODIER, C. J. and JOHNSTON, R. A., 1997, Incentives for Local Governments to Implement Travel Demand Management Measures, Transportation Research Part A: Policy and Practice, 31 (4), 295-308. SCHIMEK, P., 1996, Household Motor Vehicle Ownership and Use: How Much Does Residential Density, Transportation Research Record, 1552, 120-125. TAYLOR, C. J., NOZICK, L. K. and MEYBUTG, A. H., 1997, Selection and Evaluation of Travel Demand Management Measures, Transportation Research Record: Journal of The Transportation Board, 1598 (971114), 49-60. TURNBULL, K. F., 2006, HOV Performance Monitoring, Evaluation, and Reporting Handbook, High Occupancy Vehicle Pooled Fund Study, Report No: FHWA-HOP-06-072, Virginia,U.S. Department of Transportation Federal Highway Administration. U.S Department Of Transportation Federal Transit Administration, 1992, Variable Work Hours [online], TDM Status Report, Maryland, http://ntl.bts.gov/lib/5000/5600/5647/tdmvwh.pdf [Erişim Tarihi: 15 Şubat 2014]. VANOUTRIVE, T., VIJVER, E. V. De., LAURENT, V. M., JOURQUIN, B., THOMAS, I., VERHETSEL, A. and WITLOX, F., 2012, What Determines Carpooling to Workplaces in Belgium: Location, Organization or Promotion?, Journal of Transport Geography, 22, 77-86. WANG, J. J., 1996, Timing Utility of Daily Activities And Its Impact On Travel, Transprtation Resarch A, 30 (3), 189-206. WILLSON, R. and SHIRAZI, E., 1991, Transportation Demand Management: Implications of Recent Behavioral Research [online], UCTC No. 29, 1991, The University of California, 10 Journal of Life Economics 2014/1 University of California Transportation Center, http://www.uctc.net/papers/029.pdf [Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014]. 11 Journal of Life Economics 2014/1 12 Journal of Life Economics 2014/1 THE LONG TERM MACROECONOMIC EFFECTS OF FISCAL DISCIPLINE IN TURKEY Res. Ass. Dr. Özge UYSAL ŞAHİN Marmara University, Faculty of Economics, Assoc. Prof.. Dr. Mehmet ŞAHİN Çanakkale Onsekiz Mart University, Biga Faculty of Economics and Administrative Sciences, Abstract Fiscal discipline has been an important subject in the public finance literature for a time. This is because the Keynesian views advocating to compromise the fiscal discipline prevails and so the macroeconomic performance is influenced negatively. As a matter of fact, a lot of studies supporting theoretical arguments about macroeconomic effects of fiscal indiscipline has been done. In this study, the long term macroeconomic effects of fiscal indiscipline in Turkey are tested with using different econometric analysis. In the context of Vector Autoregression (VAR) Model, Pairwise Granger Causality Test, Impulse-Response Test and Variance Decomposition are applied. Keywords: Fiscal Discipline, Turkey, Macroeconomy JEL Codes: H62, E62, C22 1. INTRODUCTION There are different views and economic approaches about the macroeconomic effects of fiscal discipline. Because these approaches have different economic assumptions, these assumptions cause different foresights. There are also many application studies about the macroeconomic affects of fiscal discipline. But the results of these studies can’t verify one of these theories. Different results are taken from these studies. Besides the effects of fiscal discipline on macroeconomic performance, the effects of these macroeconomic variables on fiscal discipline are also important. Moreover, as the establishment of fiscal discipline depends on voluntary decisions of public authorities, the other macroeconomic variables are mostly based on the running of an economic system and interaction of these variables. Despite most macroeconomic variables being affected from voluntary decisions of public authorities, these are almost out of control. In this regard, the macroeconomic effects of fiscal discipline become prominent. The macroeconomic effects of fiscal discipline are also important to show the results of fiscal policies applied by public authority. 2. LITERATURE There is vast literature about the macroeconomic effects of fiscal discipline. But most of these studies analyze the relationship between fiscal discipline and only one of these macroeconomic variables. Analyses which examine the relationship between fiscal discipline and multiple macroeconomic variables simultaneously are restricted. Dwyer (1982) analyzes the effects of budget deficits in the USA for the period 1952-1978. But he couldn’t find any 13 Journal of Life Economics 2014/1 evidence about the increase in public expenditures, interest rates and money stock as a result of budget deficits. Saunders (1989) investigates the impacts of budget deficits in USA for the period 1979:10-1984:12. He investigates the effects of deficits on the two components of nominal interest rates, namely the inflation rate and the real rate of interest. The causality test results indicate that deficits affect both of these components in the case of the long-term nominal interest rate. Deficits have adverse effects on economic growth because of reduced capital formation at higher real rates of interest. Guess and Koford (1984) analyze relationships between budget deficits and inflation, GNP and private investment respectively, for seventeen OECD countries for the period 19491981. They find that deficits don’t cause changes in these variables; rather there is weak evidence that inflation and recession caused deficits. Karras (1994) investigates the effects of budget deficits on money growth, inflation, investment and real output growth using annual data from a sample of 32 countries for the period 1950-1980. His findings can be summarized as follows: (i) deficits are generally not monetized and, therefore, they do not produce inflation via monetary expansions; (ii) deficits are not inflationary even through their aggregate demand effects; (iii) deficits are negatively correlated with the rate of growth of real output, but this may just reflect their countercyclical nature; and (iv) increased deficits retard investment usually after one or two years. Al-Khedair (1996) also investigates the macroeconomic effects of fiscal discipline in G-7 countries for the period 1964-1993. He finds that budget deficits cause high short term interest rates in all of these countries. But budget deficits don’t have any effect on long term interest rates. In addition, Al-Khedair also finds that budget deficits have a negative effect on foreign trade deficits and a positive effect on growth. Bilgili (1999) analyzes the relationship between budget deficits and the other macroeconomic variables consisting of interest rates, prices and exchange rates in Turkey for the periods 1970-1997 and 1993:1-1998:7. He finds that budget deficits only affect the exchange rate during the period 1970-1997 and don’t affect any variables during the period 1993:1-1998:7. In addition, he finds that there is a causality relationship from budget deficits/GNP ratio to interest rates and price level. The similar causality relationship exists between price levels and real budget deficits. For the period 1993:1-1998:7, there is no causality relationship between budget deficits and other variables. Ergül (1999) investigates the effects of public deficits on some macroeconomic variables consisting of inflation, interest rates, balance of payments and economic growth. Firstly, he investigates that there isn’t any effect of public deficits on inflation for the period 1989-1998 and then, he tests the degree of this effect. As a result, the positive directional relationship between two variables appears. In addition, he tests the relationship between public deficits and interest rates, foreign deficit and growth for the period 1987-1998 respectively. As a result, the bidirectional relationship between public deficits and interest rates emerges. Public deficits cause debts, so these debts push interest rates and as a result, increasing interest rates enlarge debt service much more and budget deficits appear again. Similarly, the bidirectional relationship public deficits and foreign deficit is found. But it doesn’t find the relationship between public deficits and growth as a result of the causality test. Direkçi (2006) analyzes the macroeconomic effects of budget deficits on some variables consisting, money, interest rate, exchange rate and current account balance in Turkey for the period 1990-2003. Her findings can be summarized as follows: (i) budget deficits only affect M2 negatively; (ii) the shock which budget deficits cause has a long run; and (iii) budget deficits cause uncertainty, lack of confidence and economic instability. 14 Journal of Life Economics 2014/1 Barışık and Kesikoğlu (2006) investigate the relationship between budget deficits and the other macroeconomic variables consisting inflation, employment, investment, current account deficits and growth in Turkey for the period 1987:1-2003:4. It is found that there is a bidirectional relationship between budget deficits and inflation, current account deficit and growth. In addition, it is found that there is a unidirectional causality relationship from employment to budget deficits and also from growth to investment. But there is no evidence about the relationship between investments and budget deficits. 3. MODEL In this study, the effects of budget deficits on some macroeconomic variables consisting of inflation, growth, unemployment rate, foreign trade deficit, domestic debt and foreign debt in Turkey are analyzed for the period of 1950-2008. The econometric method used is a time series approach. In this regard, firstly, the stationary of variables are examined by using the Augmented Dickey-Fuller (ADF) test. Then, the interrelationship among variables is tested with a vector autoregression model (VAR). Based on VAR model, Pairwise Granger Causality Test, Impulse-Response Test and Variance Decomposition are applied. The basic model is shown below: BD = α + β1GRt −i + β 2 INFt −i + β 3UNEMPt −i + β 4 FTDt −i + β 5 DDt −i + β 6 FDt −i + e The variables used in the model are shown in detail in Table 1. Table 1. Variables and Definitions Variables BD GR INF UNEMP FTD DD FD Definition The Ratio of Consolidated Budget Deficits to GNP Rate of GNP growth GNP price deflator (percentage change) Unemployment Rate The ratio of Foreign Trade Deficits to GNP The ratio of Domestic Debt Stock to GNP The ratio of Foreign Debt Stock to GNP Type Endogen Endogen Endogen Endogen Endogen Endogen Endogen In this study, the consolidated budget deficit/surplus is referred to fiscal discipline. The variables of budget deficits and foreign trade deficits are taken from the web site of the General Directorate of Budget and Fiscal Control. Unemployment rates are taken from the book of Aziz Kutlar, called “Bilgisayar Uygulamalı Ekonometriye Giriş”, for the period of 1950-1987 (Kutlar 1998: 236-237) and from the database of the Turkish Statistical Institute for the period of 1988-2008. Growth rates and the percentage changes of GNP price deflator (the indicator of inflation) are taken from the publication of the Turkish Statistical Institute, called “İstatistik Göstergeler 1923-2007” and the final year data of these variables are taken from the database of the Turkish Statistical Institute. Data belonging to domestic debt stock and foreign debt stock are taken from the book of Ekrem Pakdemirli which is published by The Union of Chambers and Commodity Exchanges of Turkey, called “Cumhuriyet Döneminin Ekonomik Büyüklükleri (1923-2002)” (Pakdemirli 2002: 13-14), and from the publication of the Turkish Statistical Institute which is mentioned above. The variables of budget deficits, foreign trade deficits, domestic debt stock and foreign debt stock are taken as the ratio of GNP. The reason of why these variables are taken as the 15 Journal of Life Economics 2014/1 ratio of GNP is to eliminate inflation effects. In this regard, interrelationship among variables can be analyzed clearly and well. 4. ANALYSIS RESULTS In this study, the stationary of variables are examined at first, then, based on the VAR model, the Pairwise Granger Causality Test, the Impulse-Response Test and the Variance Decomposition are applied to test the effects of budget deficits in growth, inflation, unemployment, foreign trade deficits, domestic debt stock and foreign debt stock for the period of 1950-2008. The results of these analyses are shown above. All analyses are made by the use of econometric packaged software Eviews 4.0. To examine the stationary of variables, Augmented Dickey-Fuller Unit Root Test is applied. The results of tests are shown at Table 2. It is seen that all variables are not stationary in level. So the variables are tested for unit root in the first differences. It is found that all variables in the first differences are stationary at the level of 1% for each three situations which are intercept, trend and intercept, and none. Due to this, it is decided that these variables can be used in the model. 16 Journal of Life Economics 2014/1 Table 2: ADF Unit Root Tests Intercept Trend and Intercept None -1.905.442 -3.897639** -1.457.904 0 -3 0 -7.899920* -7.856923* -7.966812* 1.Dif 0 0 0 -5.404335* -5.516155* -1.283.114 GR Level -3 -3 -4 -6.298273* -6.142807* -6.363568* 1.Dif -3 -3 -3 -1.710.394 -1.826.562 -0.947565 INF Level -2 0 -2 -6.768339* -6.860634* -6.829401* 1.Dif -1 -1 -1 -1.621.646 -2.001.642 -0.727598 UNEMP Level -1 -1 -1 -4.240315* -4.143027* -4.136927* 1.Dif 0 0 0 -0.616100 -5.897249* 0.622360 TD Level -2 0 -2 -8.203795* -8.228435* -8.122498* 1.Dif -1 -1 -1 -0.973802 -2.872.087 0.028079 DD Level -1 0 -1 -9.801840* -9.761770* -9.815675* 1.Dif 0 0 0 -1.205.355 -2.283.734 -0.194120 FD Level 0 0 0 -7.918932* -7.866627* -7.906504* 1.Dif 0 0 0 *The optimal lag length is defined according to Akaike information criterion and 5 is taken as the minimum lag. So the lag which gives the minimum value for AIC criterion is taken as appropriate lag length. BD Level ** These signs, (*), (**), (***), show the stationary at 1%, 5%, 10% level in order. Before estimating the VAR model, the appropriate lag length must be defined. The lag order selection criterion is shown in Table 3. For 2 lag, the FPE criterion is at maximum value and LR criterion is at minimum level. Besides, for 3 lag, AIC criterion is at minimum level and for 1 lag, SC and HQ criteria are at minimum levels. 3 lag, which gives the minimum value for the AIC criterion, is taken as the appropriate lag length for the VAR model. Because the AIC criterion takes the minimization of mean error square and can be used for forwardlooking expectations. In this context, the VAR model results are shown in Appendix 1. 17 Journal of Life Economics 2014/1 Table 3: VAR Lag Order Selection Criteria Lag Length 0 1 2 3 LR NA 8.614.485 97.16147* 6.034.762 FPE 7531043. 7170683. 3884876.* 4578857. AIC 3.569.965 3.563.438 3.492.655 34.82891* SC 35.95988* 3.771.620 3.882.996 4.055.391 HQ 35.79972* 3.643.495 3.642.762 3.703.047 *LR: sequential modified LR test statistic (each test at 5% level), FPE: Final prediction error, AIC: Akaike information criterion, SC: Schwarz information criterion, HQ: Hannan-Quinn information criterion. After estimating the VAR model, tests about error terms and stationary of the VAR model must be made. The stationary of the VAR model depends on eigenvalues of coefficient matrix. If all eigenvalues of coefficient matrix are in the unit root, the model is stationary and stable. But, if one of eigenvalues of coefficient matrix is on or out of the unit circle, the model is non-stationary and unstable (Batmaz and Tunca 2007: 218). Graph 1: The Stationary Graph of VAR Model Inverse Roots of AR Characteristic Polynomial 1.5 1.0 0.5 0.0 -0.5 -1.0 -1.5 -1.5 -1.0 -0.5 0.0 0.5 1.0 1.5 Graph 1 shows that inverse roots of AR Characteristic Polynomial are in the unit circle. It means that the model is stationary. To examine any structural problems related to the model, VAR Residual Serial Correlation LM Test and VAR Residual Heteroskedasticity Test are made. The results of residual serial correlation LM test are shown at Table 4. 18 Journal of Life Economics 2014/1 Table 4: VAR Residual Serial Correlation LM Test Lags 1 2 3 4 5 6 7 LM-Stat 54.51212 42.30928 44.85378 55.95052 36.50439 48.63350 57.72839 Prob 0.2729 0.7393 0.6418 0.2302 0.9066 0.4879 0.1839 To determine any relation among error terms in the estimated VAR model, residual serial correlation LM test is made. As a result, it is seen that there is no autocorrelation in the model for 7 lag. To test the stability of error terms’ variance for all sample by time, a residual heteroskedasticity test is made. The results of this test are shown in Table 5. Chi square value shows that there is no problem of variable variance. In other words, variance of error terms is the same for all observations. Table 5: VAR Residual Heteroskedasticity Test Chi-sq df 1.190.105 1176 Prob. 0.3808 To determine the directions of causality relations among variables in the model, the Pairwise Granger Causality Test is done. The results of the Pairwise Granger Causality Test are shown in Appendix 2. In addition, the statistical significant results of Granger Causality Test are shown in Table 6. As the first ones of the values in the second column are the probability values which point out any causality relationship from the first variable to the second variable, the second ones are the probability values which point out any causality relationship from the second variable to the first variable. If the probability value is smaller than 10% (ρ< 0.10), there is a causality relationship between the respective variables. The arrows in the third column show the direction of causality between the respective variables. 19 Journal of Life Economics 2014/1 Table 6: VAR Pairwise Granger Causality Variables Probability Values Causality Growth-Budget Deficit Unemployment-Budget Deficit Foreign Trade Deficit-Budget Deficit Domestic Debt-Budget Deficit Foreign Debt-Budget Deficit Inflation-Growth Foreign Trade Deficit-Growth Domestic Debt-Growth Unemployment-Inflation Foreign Trade Deficit-Inflation Domestic Debt-Inflation Domestic Debt-Unemployment Domestic Debt-Foreign Trade Deficit Foreign Debt-Foreign Trade Deficit 0.0046 / 0.1309 0.0001 / 0.3169 0.1482 / 0.0112 0.1456 / 0.0002 0.5370 / 0.0132 0.2566 / 0.0232 0.3000 / 0.0760 0.1689 / 0.0116 0.5855 / 0.0478 0.2610 / 0.0596 0.0472 / 0.0000 0.8698 / 0.0011 0.2113 / 0.0225 0.0745/ 0.6004 Mark + + + + -,+ As a result of the causality test, it is found that there are causality relationships in a positive direction from budget deficits to domestic debts, foreign debts and foreign trade deficits, and also causality relationships in the negative direction from growth and unemployment to budget deficits. But there is no causality relationship between inflation and budget deficits. Moreover, there are some other causality relationships among variables, out of the variable of budget deficits. But no comment has been made about these other causality relationships because they are out of the scope of study. The results of the causality test are fit for findings of the VAR analysis. So, the causality relationships can be evaluated within the frame of probability values of Pairwise Granger Causality tests and t-statistics of VAR analysis. In this sense, the causality relationship from growth to budget deficits is based on negative direction, because the related coefficients in the VAR analysis are negative. So it can be said that when growth decreases, the ratio of consolidated budget deficits to GNP increases. Similarly, the causality relationship from unemployment to budget deficits is based on negative direction, because the related coefficients in the VAR analysis are negative. So it can be said that when unemployment decreases, the ratio of consolidated budget deficits to GNP increases. Besides, the causality relationship from budget deficits to foreign trade deficits is based on positive direction, because the related coefficients in the VAR analysis are positive. So it can be said that when the ratio of the consolidated budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign trade deficits to GNP also increases. Based on the same reasons, the ratio of domestic debt stock and foreign debt stock to GNP increases when the ratio of budget deficits increases. The impulse-response analyses support these causality results. It shows the response of the dependent variable in the VAR system to a standard error shock in one of the error terms and shows the impact of such shocks for several periods in the future. The impulse response function is also important to ascertain the interaction between the given variables. In addition, the variable which is effective on another variable is used as a political tool by means of the impulse response function (Özgen ve Güloğlu 2004: 98). 20 Journal of Life Economics 2014/1 Impulse response functions are usually shown in graphical versions. It is generally preferred that confidence interval which shows the significance of the shocks should be displayed on the graphs of impulse response functions. In this sense, standard deviations are calculated and their bounds (±2 standard deviation) are attached to the graphs of impulse response functions. While continuous lines in the graphs show the response of the dependent variable in the course of time to one standard error shock in the error terms of the model, discontinuous lines show the confidence intervals for ±2 standard errors. If discontinuous lines simultaneously exist in the positive or negative area for a given period, the response result has statistical significance. But, if one of the discontinuous lines exist in the positive and the other exists in the negative area for a given period, the response result isn’t confidential statistically (Erkılıç 2006: 79). Graph 2: Responses of Budget Deficits Response of D(BD) to D(BD) Response of D(BD) to D(GR) 2 2 1 1 0 0 -1 -1 -2 -2 -3 -3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 Response of D(BD) to D(UNEMP) 3 4 5 6 7 8 9 10 9 10 Response of D(BD) to D(FD) 2 2 1 1 0 0 -1 -1 -2 -2 -3 -3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 4 5 6 7 8 Graphs of Impulse-Response Analysis which the budget deficit gives statistical significance responses to related variables in the model are shown in Graph 2. The budget deficit gives statistical significance responses to the shocks which occur in itself, growth, unemployment and foreign debt for a given period. Budget deficit gives statistical significance and positive response in the first period to one standard error shock which occurs in itself. Besides, it gives statistical significance and a negative responses to growth in the 21 Journal of Life Economics 2014/1 third period and to unemployment in the second period. It also gives a positive response to foreign debt in the first period. Graph 3: Responses of Macroeconomic Variables Response of D(GR) to D(BD) Response of D(UNEMP) to D(BD) 5 .6 4 .4 3 2 .2 1 0 .0 -1 -2 -.2 -3 -4 -.4 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 Response of D(TD) to D(BD) 3 4 5 6 7 8 9 10 9 10 Response of D(FD) to D(BD) 1.2 5 4 0.8 3 0.4 2 1 0.0 0 -0.4 -1 -2 -0.8 -3 -1.2 -4 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 4 9 10 5 6 7 8 Response of D(DD) to D(BD) 6 4 2 0 -2 -4 1 2 3 4 5 6 7 8 Graph 3 shows the statistical significance responses of the related variables in the model to budget deficits. While growth and foreign trade deficit give statistical signifance and 22 Journal of Life Economics 2014/1 negative responses to budget deficit in the first period, unemployment gives statistical signifance and positive response to budget deficit in the first period. Similarly, domestic debt and foreign debt give statistical signifance and positive responses to budget deficit in the third period. Variance Decomposition Analysis makes the results of analyses above more significant. The change in any of the variables in the model arisen from itself and from the other variables can be distributed in percentage terms by the use of the variance decomposition analysis. The results of this analysis are shown in Appendix 3. In this sense, the change in budget deficit is arisen from itself at the rate 44.49%, unemployment at the rate of 23,26%, foreign debt at the rate 12,65% and growth at the rate of 7,58%. The change in growth is substantially from itself, foreign debt, unemployment and budget deficits respectively. Budget deficit demonstrates 7,8% of the change in growth on average. While we look at the results of variance decomposition of inflation, it is seen that the change in inflation is arisen from itself, growth, foreign trade deficit, domestic debt, foreign debt and budget deficit respectively. Budget deficit demonstrates 6,3% of the change in inflation on average. The change in unemployment is arisen from itself, budget deficit, foreign debt, foreign trade deficit, inflation and growth respectively. Budget deficit demonstrates 18% of the change in unemployment on average. The change in foreign trade deficit is arisen from itself, foreign debt, growth, unemployment and domestic debt respectively. Budget deficit only demonstrates 5,2% of the change in foreign trade deficit on average. The change in domestic debt is arisen from itself, unemployment, foreign debt, budget deficit and foreign trade deficit respectively. Budget deficit demonstrates 12,1% of the change in domestic debt on average. The change in foreign debt is arisen from itself, unemployment, budget deficit and growth respectively. Budget deficit demonstrates 10% of the change in foreign debt on average. 5. CONCLUSION There have been serious debates about the establishment of fiscal discipline, its sustainability and its macroeconomic effects for a long time. After World War II, public expenditures increased constantly as a result of adopting the idea of social state all over the world. But public revenues didn’t reach the level of increase in public expenditures. Because the Keynesian view was dominant in expenditure front and Supply Side Economics view was dominant on the revenue front. By reason of Keynesian view, public expenditure increased; but then they didn’t decrease to their former levels again. By reason of Supply Side Economics view, tax deductions were made in 1980s; but the tax revenues didn’t increase enough as was expected. As a result of this trend in public expenditures and public revenues, countries were faced with serious public deficits. The establishment and sustainability of fiscal discipline has become a problem for developing and developed countries since the 1980s. Because permanent and high public deficits can cause a lot of macroeconomic problem such as inflation, high domestic and foreign debt, low growth and increase in unemployment in the long term. This situation appearing in economies is important to understand the interaction between fiscal discipline and the other macroeconomic variables. On one hand, fiscal indiscipline can affect the other macroeconomic variables negatively; on the other hand, the other macroeconomic problems can also cause and sustain fiscal discipline. Moreover, there can be mutual cause affect relationship. There have been many studies about these interaction mechanisms in the related literature. Different results were received from these studies. These differences could be 23 Journal of Life Economics 2014/1 arisen from special conditions of the analyzed countries, special conditions of the analyzed period and differences in method of analysis. In this study, the long-term macroeconomic effects of fiscal discipline in Turkey are analyzed. For this purpose, different econometric analyses which support each other are used. The results of these analyses are significant and important to understand the Turkish economy and to establish economic policies. The basic results of our analyses are below: i. ii. iii. iv. v. As growth rate decreases, the ratio of budget deficits to GNP increases As unemployment rate decreases, the ratio of budget deficits to GNP increases As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign trade deficits to GNP also increases. As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of domestic debt stock to GNP also increases. As the ratio of budget deficits to GNP increases, the ratio of foreign debt stock to GNP also increases. These results show that the establishment of fiscal discipline is the basic element to recover domestic debt, foreign debt and foreign trade deficits in the Turkish economy. In addition, the establishment of fiscal discipline is based on the increases in growth rate and unemployment rate. Turkey, which tries to get rid of global crisis shortly and harmlessly, can face with the serious increase in the ratios of domestic and foreign debts to GNP in the long term, if budget deficits which increase in 2009 continue. In spite of dangerous increase in unemployment rates; the rapid increase in budget deficits proves the effects of global crisis clearly. Growth rate must be increased in the long-term. But, based on the medium-term program which was announced in September 2009, it isn’t easy to see a significant increase in growth in the midterm. In addition, it isn’t expected to significantly increase in unemployment rates at least in the mid-term. In conjunction with the alleviation in the effects of global crisis, the issue of fiscal discipline is to be important in Turkish economy again. 24 Journal of Life Economics 2014/1 References AL-KHEDAIR, Saud , (1996), The Impact of the Budget Deficits on Key Macroeconomic Variables in the Major Industrial Countries (Unpublished PhD Dissertion), Florida: Florida Atlantic University. BARIŞIK, S. and KESİKOĞLU, F. , (2006), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Temel Makroekonomik Değişkenler Üzerine Etkisi (1987-2003 VAR, Etki-Tepki Analizi, Varyans Ayrıştırması)”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, LXI, 4: 59-82. BATMAZ, N. and TUNCA, H., (2007), Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Bölgesel Belirleyiciler Üzerine Bir Eş Bütünleşme Analizi (1992-2003), Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 1: 199-224. BİLGİLİ, Faik , (1999), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Makro Ekonomik Sonuçları, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15: 153-171. DİREKÇİ, Tuba, (2006), Kamu Açıklarının Makro Ekonomik Etkileri: Türkiye Çalışması (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Adana: Çukurova Üniversitesi. DPT, (2002), Sayılarla Türkiye Ekonomisi: Gelişmeler (1980-2001)-Tahminler (20022005), August 2002, http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tarih/tr/1980-01.pdf, Data accessed: 11.06.2009. DWYER, G. P. (1982), Inflation and Government Deficits, Economic Inquiry, XX, 3, July: 315-329. ERGÜL, Yaşar Tamer , (1999), Türkiye’de Bütçe Açıklarının Makro Ekonomik Dengeler Üzerindeki Etkileri (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. ERKILIÇ, Serdar, (2006), Türkiye’de Cari Açığın Belirleyicileri (Uzmanlık Yeterlilik Tezi), Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü. GUESS, G. and KOFORD , K. , (1984), Inflation, Recession and the Federal Budget Deficits (or, Blaming Economic Problems on a Statistical Mirage), Policy Sciences, XVII, 4, December: 385-402. KARRAS, Georgios, (1994), Macroeconomic Effects of Budget Deficits; Further International Evidence, Journal of International Money and Finance, 13, 2, April: 190-210. KUTLAR, Aziz, (2000), Ekonometrik Zaman Serileri. Ankara: Gazi Kitabevi. ÖZGEN, F. B. And GÜLOĞLU, B., (2004), Türkiye’de İç Borçların İktisadi Etkilerinin VAR Tekniği ile Analizi, METU Studies in Development, 31: 93-114. PAKDEMİRLİ, Ekrem , (2002), Cumhuriyet Döneminin Ekonomik Büyüklükleri (19232002). Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği. SAUNDERS, Peter J. , (1989), Federal Budget Deficits, Interest Rates and Inflation: Their Implication for Growth, Eastern Economic Journal, XV, 3, July-September: 213-219. 25 Journal of Life Economics 2014/1 TUKSTAT , (2008), İstatistik Göstergeler 1923-2007. Ankara: Turkish Statistical Institute 26 Journal of Life Economics 2014/1 Appendix 1: Vector Autoregression Estimates Vector Autoregression Estimates Date: 09/15/09 Time: 10:29 Sample(adjusted): 1954 2008 Included observations: 55 after adjusting endpoints Standard errors in ( ) & t-statistics in [ ] D(BD) D(BD(-1)) D(BD(-2)) D(BD(-3)) D(GR(-1)) D(GR(-2)) D(GR(-3)) D(INF(-1)) D(INF(-2)) D(INF(-3)) D(UNEMP(-1)) D(UNEMP(-2)) D(INF) D(UNEMP) D(TD) D(FD) D(DD) 0.171935 D(GR) 1.139.516 1.349.380 0.182868 0.469488 0.512693 0.940963 (0.18457) (0.63112) -164.839 (0.10407) (0.20700) (0.67470) (0.49856) [ 0.93153] [-1.80553] [ 0.81861] [ 1.75719] [ 2.26803] [ 0.75989] [ 1.88737] 0.147939 -0.412848 1.275.446 0.079852 0.450268 1.711.045 1.675.641 (0.14927) (0.51041) (0.08416) (0.16741) (0.54565) (0.40320) [ 0.99108] [-0.80885] [ 0.95675] [ 0.94877] [ 2.68961] [ 3.13578] [ 4.15585] 0.108277 -0.964697 0.143544 -0.000651 0.279355 0.865705 0.793315 (0.16110) (0.55085) (0.09083) (0.18067) (0.58888) (0.43514) [ 0.67212] [-1.75129] [ 0.09977] [-0.00717] [ 1.54618] [ 1.47008] [ 1.82311] 0.057568 -0.858441 0.837781 0.023915 0.155700 0.136770 0.013595 (0.05999) (0.20513) (0.03382) (0.06728) (0.21929) (0.16204) [ 0.95960] [-4.18482] [ 1.56370] [ 0.70701] [ 2.31416] [ 0.62368] [ 0.08390] -0.147581 -0.377718 0.467186 -0.030903 0.092678 -0.053394 -0.380462 (0.06337) (0.21669) (0.03573) (0.07107) (0.23165) [-2.32883] -0.110939 [-1.74313] [ 0.82548] [-0.86489] -0.037049 1.004.098 -0.033559 -0.039611 -0.322134 -0.403247 (0.05272) (0.18029) (0.05913) [-2.10410] [-0.20550] [-2.13240] [-1.12886] [-0.66988] [-1.67140] [-2.83146] -0.006172 -0.000419 0.057799 0.002987 -0.033256 -0.042733 -0.068437 (0.02097) (0.07170) (0.01182) (0.02352) [-0.29434] [-0.00584] [ 0.30866] [ 0.25268] [-1.41421] [-0.55754] [-1.20835] 0.014957 0.089028 -0.257875 -0.023875 -0.013590 -0.094300 -0.201973 (0.01932) (0.06608) (0.17258) (0.02167) [ 0.77400] [ 1.34737] [-1.49426] [-2.19134] [-0.62708] [-1.33500] [-3.86950] -0.040266 0.117340 -0.415836 -0.021318 -0.072134 -0.110294 -0.156090 (0.02616) (0.08944) (0.23359) (0.02933) [-1.53949] [ 1.31200] [-1.78019] [-1.44555] -1.569.184 1.637.368 2.333.651 0.038794 [-2.45905] [-1.15358] [-2.20935] -0.827230 3.329.343 4.479.383 (0.47347) -161.895 -422.843 (0.26696) (0.53100) [-3.31424] [ 1.01137] [ 0.55189] [ 0.14532] 3.582.336 3.090.005 0.225336 1.565.110 -133.311 -143.873 (0.53577) (0.56596) (0.47088) (0.18726) (0.02973) (0.01090) (0.01475) (0.17117) [ 1.30400] [-0.23050] [-2.22266] (0.19273) (0.07665) (0.07064) (0.09561) -173.073 (0.14242) (0.05664) (0.05220) (0.07065) -127.889 [-1.55787] [-1.92366] [-3.50254] 0.434828 2.278.503 4.069.325 27 Journal of Life Economics 2014/1 (0.48021) -164.201 [ 3.25923] [-2.18168] [ 0.72051] [ 0.83224] [ 0.80739] [ 1.29802] [ 3.13724] -1.138.755 0.525383 -0.020392 0.144042 0.642389 -0.000161 0.251354 (0.44642) -152.647 -398.689 (0.50067) -163.186 [-2.55086] [ 0.34418] [-0.00511] [ 0.57226] 0.012288 0.177888 2.029.858 0.022439 [ 1.28306] [-9.9E-05] [ 0.20845] -0.470901 -0.863676 1.386.532 (0.18808) (0.64311) -167.968 (0.10604) (0.21093) [ 0.06533] [ 0.27661] [ 1.20848] [ 0.21160] -0.241052 1.100.892 3.356.035 -0.222184 [-2.23247] [-1.25624] [-2.72927] -0.641872 -0.513237 1.208.207 (0.21346) (0.72990) -190.637 (0.12036) (0.23940) [-1.12926] [ 1.50828] [ 1.76043] [-1.84606] [-2.68117] [-0.65775] [-2.09545] -0.434084 -0.359863 0.355588 -0.046142 0.061973 -0.011097 -0.928564 (0.20160) (0.68935) (0.11367) (0.22610) (0.73694) [-2.15317] [-0.52203] [ 0.19750] [-0.40593] [ 0.27410] [-0.01506] [-1.70519] 0.072829 -0.100007 -0.037467 -0.055513 0.125389 0.098294 0.294003 (0.06219) (0.21265) (0.06975) (0.22733) (0.16798) [ 1.17108] [-0.47030] [-0.06746] [-1.58317] [ 1.79779] [ 0.43239] [ 1.75022] -0.025911 -0.219906 -0.336437 0.046019 0.151110 0.154377 0.109888 (0.07730) (0.26431) (0.08669) (0.28256) (0.20880) [-0.33521] [-0.83199] [-0.48735] [ 1.05588] [ 1.74305] [ 0.54634] [ 0.52629] 0.057563 0.422845 0.118456 -0.026802 -0.144118 -0.178464 0.241101 (0.08693) (0.29726) (0.77638) (0.04902) (0.09750) [ 0.66216] [ 1.42250] [ 0.15257] [-0.54682] [-1.47818] [-0.56160] [ 1.02676] 0.020296 0.499522 -0.386578 0.009256 -0.182937 -0.041341 -0.352111 (0.07856) (0.26863) (0.70160) (0.08811) [ 0.25835] -0.141024 [ 1.85955] [-0.55099] [ 0.20896] 0.311130 1.261.437 -0.026444 -0.059059 -0.361438 -0.247193 (0.06403) (0.21895) (0.07181) [-2.20240] -0.064871 [ 1.42102] [-2.20587] [-0.73246] 0.191175 1.356.421 -0.001780 -0.009194 -0.307619 -0.262351 (0.06559) (0.22427) (0.07356) [-0.98908] [ 0.85245] [-2.31571] [-0.04814] [-0.12498] [-1.28308] [-1.48087] 0.065052 -0.636924 2.788.628 0.067070 -0.305082 0.795299 -0.125039 (0.24118) (0.82469) (0.13599) (0.27049) (0.65146) [ 0.26972] [-0.77232] [ 1.29466] [ 0.49321] [-1.12789] [ 0.90208] [-0.19194] R-squared 0.643668 0.644413 0.492759 0.459262 0.609947 0.507745 0.769379 Adj. R-squared 0.416911 0.418130 0.169969 0.115157 0.361732 0.194493 0.622621 Sum sq. resids 7.003.186 8.188.156 5.585.675 2.226.351 8.808.635 9.357.831 5.109.596 S.E. equation 1.456.770 4.981.224 1.301.011 0.821372 1.633.794 5.325.135 3.934.923 F-statistic 2.838.582 2.847.823 1.526.563 1.334.654 2.457.332 1.620.881 5.242.481 D(UNEMP(-3)) D(TD(-1)) D(TD(-2)) D(TD(-3)) D(FD(-1)) D(FD(-2)) D(FD(-3)) D(DD(-1)) D(DD(-2)) D(DD(-3)) C -428.864 -180.047 (0.55540) (0.69034) (0.57185) (0.58575) -215.394 (0.27076) (0.25171) (0.03506) (0.04358) (0.04429) (0.03610) (0.03698) (0.53856) -175.537 (0.68751) (0.78029) (0.31778) (0.28717) -129.710 -120.584 (0.50802) (0.57658) (0.54455) (0.23482) (0.21220) [-2.07632] [-0.14396] [-1.65933] (0.23406) (0.17296) [-0.82241] [-1.54418] [-1.42921] (0.23975) (0.88163) (0.17716) 28 Journal of Life Economics 2014/1 Log likelihood -8.468.609 1.523.061 2.051.089 -5.317.106 9.099.369 1.559.780 1.393.379 Akaike AIC 3.879.494 6.338.403 8.258.504 2.733.493 4.108.861 6.471.928 5.866.834 Schwarz SC 4.682.427 7.141.336 9.061.438 3.536.426 4.911.795 7.274.861 6.669.768 Mean dependent 0.040982 -0.183636 0.143636 0.128545 -0.140000 0.619818 0.513273 0.873186 2.045.012 6.405.414 S.D. dependent Determinant Covariance 1.907.759 6.530.151 Residual 1019140. 9.267.392 Log Likelihood (d.f. adjusted) Akaike Information Criteria 3.929.961 Schwarz Criteria 4.492.014 1.428.018 5.933.294 * The values in parentheses are t-statistics values. This sign, “*”, show the significant t-statistics values belonging to the relationship of budget deficits with the other macroeconomic variables. 29 Journal of Life Economics 2014/1 Appendix 2: VAR Pairwise Granger Causality/Block Exogeneity Wald Tests VAR Pairwise Granger Causality/Block Exogeneity Wald Tests Date: 09/15/09 Time: 10:31 Sample: 1950 2008 Included observations: 55 Dependent variable: D(BD) Exclude Chi-sq df Prob. D(GR) 1.300.500 3 0.0046 D(INF) 2.825.507 3 0.4193 D(UNEMP) 2.218.865 3 0.0001 D(TD) 5.344.452 3 0.1482 D(FD) 2.174.224 3 0.5370 D(DD) 5.386.327 3 0.1456 All 5.781.916 18 0.0000 Dependent variable: D(GR) Exclude Chi-sq df Prob. D(BD) 5.633.663 3 0.1309 D(INF) 4.045.790 3 0.2566 D(UNEMP) 5.056.668 3 0.1677 D(TD) 3.665.195 3 0.3000 D(FD) 2.585.557 3 0.4600 D(DD) 5.040.109 3 0.1689 All 2.293.284 18 0.1932 Dependent variable: D(INF) Exclude Chi-sq df Prob. D(BD) 1.321.114 3 0.7241 D(GR) 9.509.145 3 0.0232 D(UNEMP) 1.937.572 3 0.5855 D(TD) 4.004.305 3 0.2610 D(FD) 0.249738 3 0.9692 D(DD) 7.942.413 3 0.0472 All 2.349.029 18 0.1724 Dependent variable: D(UNEMP) Exclude Chi-sq df Prob. D(BD) 3.530.281 3 0.3169 D(GR) 3.148.048 3 0.3694 D(INF) 7.912.764 3 0.0478 D(TD) 4.099.577 3 0.2509 D(FD) 4.574.008 3 0.2058 D(DD) 0.714476 3 0.8698 30 Journal of Life Economics 2014/1 All 2.252.815 18 Dependent variable: D(TD) Exclude Chi-sq df D(BD) 1.109.098 3 D(GR) 6.875.583 3 D(INF) 7.422.584 3 D(UNEMP) 4.087.245 3 D(FD) 6.918.943 3 D(DD) 4.510.956 3 All 2.700.448 18 Dependent variable: D(FD) Exclude Chi-sq df D(BD) 1.074.750 3 D(GR) 3.646.142 3 D(INF) 3.610.485 3 D(UNEMP) 4.051.558 3 D(TD) 1.867.143 3 D(DD) 3.108.870 3 All 3.371.582 18 Dependent variable: D(DD) Exclude Chi-sq df D(BD) 1.937.318 3 D(GR) 1.103.085 3 D(INF) 2.289.491 3 D(UNEMP) 1.615.303 3 D(TD) 9.582.133 3 D(FD) 4.594.609 3 All 9.842.239 18 0.2094 Prob. 0.0112 0.0760 0.0596 0.2522 0.0745 0.2113 0.0789 Prob. 0.0132 0.3023 0.3067 0.2560 0.6004 0.3751 0.0137 Prob. 0.0002 0.0116 0.0000 0.0011 0.0225 0.2040 0.0000 31 Journal of Life Economics 2014/1 Appendix 3: Variance Decompositions Variance Decomposition of Budget Deficit Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 100.0000 59.85178 44.98433 39.36254 37.31799 33.75405 32.58493 32.46773 32.32492 32.32158 44.49698 0.000000 0.000281 11.45012 10.69960 9.895577 8.562436 9.037683 8.768948 8.776310 8.706710 7.589766 0.000000 0.100806 0.101356 0.586097 0.565696 1.911489 1.945046 1.886738 1.911611 2.059733 1.106857 0.000000 35.99030 30.14083 29.58143 27.07180 23.27704 22.65823 21.97906 22.05755 21.89267 23.46489 Deficit 0.000000 7.44E-05 4.582456 4.804999 4.497362 8.435557 8.292516 8.665575 8.717139 8.823746 6.42594 Foreign Debt Domestic Debt 0.000000 3.797565 2.773288 9.097670 14.59918 18.87913 19.65757 19.30854 19.25498 19.17684 12.65447 0.000000 0.259198 5.967618 5.867659 6.052392 5.180302 5.824032 6.923419 6.957482 7.018725 5.005082 Foreign Debt Domestic Debt 0.000000 0.335576 1.612345 20.24001 31.54951 32.83571 32.24682 31.88627 31.84405 31.76817 21.73184 0.000000 5.592717 6.300908 4.570961 3.859952 4.671899 5.265890 5.981224 6.224524 6.332585 4.880066 Foreign Debt Domestic Debt 4.558261 3.966941 6.411851 7.244369 7.969020 7.288331 10.88347 12.22979 12.91928 12.79199 8.626333 14.06630 12.67918 10.48373 11.57303 10.56645 11.26907 10.44144 9.934869 9.713176 9.669585 11.03968 Variance Decomposition of Growth Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 14.20116 10.28638 9.519888 6.702553 5.374957 6.142745 6.513788 6.452182 6.423046 6.427765 7.804.446 85.79884 78.63629 56.54229 38.36387 30.68742 28.23772 28.28605 28.09387 27.96251 27.88792 43.04967 0.000000 3.58E-05 0.608579 1.543074 1.657542 2.208673 2.348485 2.403137 2.393569 2.404297 1.495877 0.000000 5.032925 24.87225 22.84939 18.31908 16.90269 16.51949 16.42829 16.35920 16.33888 15.36221 Deficit 0.000000 0.116074 0.543738 5.730148 8.551544 9.000564 8.819473 8.755020 8.793097 8.840379 5.849022 Variance Decomposition of Inflation Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 0.449719 1.792875 3.782541 3.683804 7.232101 10.06721 9.195850 9.261555 9.120342 9.043557 6.311934 17.38601 19.54308 17.81864 17.15205 16.31517 14.80753 13.75537 13.09870 12.85480 12.69139 15.54227 58.14763 50.67708 43.84662 43.29852 40.80618 39.79602 35.98498 36.60439 35.84550 35.34927 42.03561 0.314529 2.663038 5.600692 5.421027 5.159951 5.813965 5.324196 5.145199 5.029631 5.077163 4.823486 Deficit 5.077550 8.677803 12.05592 11.62720 11.95113 10.95787 14.41469 13.72551 14.51728 15.37704 11.83819 32 Journal of Life Economics 2014/1 Variance Decomposition of Unemployment Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 19.72871 21.37368 20.26047 17.74404 16.99931 17.50614 17.41020 17.40906 17.11324 17.05466 18.259951 1.354671 5.040483 4.150420 4.797074 4.700279 4.620018 4.568345 4.552525 4.473643 4.464413 4.272187 0.000000 0.108453 5.587694 6.056966 5.780619 6.645016 6.659972 6.875269 7.018300 6.991830 5.172411 78.91662 66.22432 53.21348 47.09320 45.05226 43.44667 42.74166 42.58333 41.82970 41.72004 50.28218 Deficit 0.000000 0.185538 10.04972 9.651723 12.23481 11.78848 12.64372 12.65968 12.84187 12.93732 9.499286 Foreign Debt Domestic Debt 0.000000 7.012262 6.680820 13.60588 12.96946 12.50943 12.49504 12.45182 13.30731 13.27299 10.43050 0.000000 0.055270 0.057405 1.051113 2.263261 3.484246 3.481060 3.468305 3.415935 3.558738 2.083333 Foreign Debt Domestic Debt 5.526232 2.724524 9.712241 24.93535 28.87796 28.65520 28.05315 27.92525 27.77669 27.95668 21.21432 2.908462 6.990216 8.378179 6.474779 8.713158 9.291186 9.682099 9.700715 9.743029 9.749688 8.163151 Foreign Debt Domestic Debt 17.50664 6.977773 4.472636 8.388968 17.90613 22.47190 21.78430 21.81610 21.65831 21.52066 16.45034 65.51322 29.47538 19.56589 18.61578 16.71903 15.59964 17.07678 16.97826 16.86933 17.18351 23.35968 Variance Decomposition of Trade Deficit Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 7.790357 5.090375 6.461301 5.038595 4.650686 4.750260 4.668299 4.648878 4.689780 4.691415 5.247994 12.55183 24.32663 24.39078 18.72579 16.76258 17.30611 17.87597 18.07390 18.01107 17.91811 18.59427 0.000000 1.992557 1.519785 1.187787 1.037769 1.175506 1.208796 1.330120 1.423447 1.418316 1.294083 4.240748 16.46837 14.69461 13.03105 11.34836 10.98381 10.78161 10.73431 10.74165 10.76098 11.378549 Deficit 66.98237 42.40733 34.84311 30.60664 28.60949 27.83793 27.73008 27.58682 27.61434 27.50481 34.17229 Variance Decomposition of Domestic Debt Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 11.96952 8.045615 17.33770 15.05965 12.60461 11.33979 11.04057 11.19569 11.51578 11.46863 12.15775 3.254156 2.008259 7.112477 6.193400 5.183656 4.822199 5.061948 5.248685 5.400561 5.415659 4.970100 0.000000 1.179284 4.970998 4.609849 4.446280 4.897785 4.878795 4.911964 5.163373 5.163106 4.022143 1.756467 41.51415 37.72357 39.04724 32.75068 28.46835 27.69059 27.47805 27.14970 27.01693 29.05957 Deficit 0.000000 10.79954 8.816732 8.085119 10.38961 12.40034 12.46703 12.37126 12.24295 12.23151 9.980409 33 Journal of Life Economics 2014/1 Variance Decomposition of Foreign Debt Trade Period Budget Deficit Growth Inflation Unemployment 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Average 4.277072 6.107450 14.79705 12.13838 10.18061 10.37849 10.02179 10.05480 10.35920 10.34842 9.866326 11.37467 10.12676 11.60360 9.581834 8.238952 7.938105 8.273609 8.359383 8.369522 8.400453 9.226668 0.000000 0.451559 1.715708 1.435262 2.181754 3.535298 3.424432 3.840139 3.990289 4.049846 2.462428 0.645757 19.49236 18.97127 18.71337 15.62646 14.42488 14.02351 13.89598 13.74832 13.69242 14.32343 Deficit 0.000000 4.117194 4.020836 6.835006 7.332157 8.167795 9.507178 9.461119 9.359097 9.271693 6.807207 Foreign Debt Domestic Debt 83.70250 59.63726 48.82449 50.90043 52.22999 50.69568 49.21051 48.88836 48.59539 48.22309 54.09027 0.000000 0.067410 0.067049 0.395725 4.210077 4.859751 5.538972 5.500218 5.578184 6.014074 3.223146 Cholesky Ordering: D(BD) D(GR) D(UNEMP) D(FD) D(DD) D(TD) D(INF) 34 Journal of Life Economics 2014/1 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MERKEZ BANKALARI VE MODERN MERKEZ BANKACILIĞININ BİR ÖRNEĞİ: AVRUPA MERKEZ BANKASI Fatma TURNA Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi Özet Bu çalışma kapsamında Avrupa Merkez Bankası esas alınarak; merkez bankalarının tarihsel gelişim süreci hakkında bilgi verilecek ve Amerikan Merkez Bankası (FED)’nın yapısına kısaca değinilecektir. Bunun yanında Avrupa Merkez Bankası’nın kuruluşu, hedefleri, görevleri, organizasyon yapısı, bağımsızlığı, para politikası stratejisi, para politikası araçları, ödeme sistemleri ile senyoraj gelirleri incelenecektir. Ayrıca çalışmada Eurosistem, Avrupa Merkez Bankaları Sitemi, Ulusal Merkez Bankaları ile TARGET/TARGET2 sistemlerine de yer verilecektir. Böylece Ekonomik ve Parasal Birliğin sağlanmasında önemli bir kurum olan Avrupa Merkez Bankası’nın yapısal, yasal ve teknik alt yapısı incelenmiş olacaktır. Anahtar Kelimeler: Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği, Eurosistem, Ulusal Merkez Bankaları. Jel Sınıflandırması: F33, G21, N24. THE CENTRAL BANKS FROM PAST TO PRESENT AND AN EXAMPLE OF MODERN CENTRAL BANKİNG: THE EUROPEAN CENTRAL BANK Abstract In this study, based on the European Central Bank, the historical development process/period of central banks will be informed and the structure of Federal Reserve Bank (FED) will be discussed briefly. Besides, the establishment of the European Central Bank, its objectives, tasks, organizational structure, independence, monetary policy strategy, monetary policy instruments, payment systems and its seigniorage revenues will be analyzed. In addition, the National Central Banks, the European System of Central Banks, the Eurosystem and TARGET/TARGET2 will be discussed. In this way, European Central Bank's structural, legal and technical infrastructure will be analyzed because it is an important institution in providing of Economic and Monetary Union. Key words: European Central Bank, Europen Union, Eurosystem, National Central Banks. Jel Classification: F33, G21, N24. 1. GİRİŞ Merkez bankalarının geçmişi 1668 yılında İsveç’te faaliyete geçen Riskbank’a kadar gitmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlığını kazanan eski sömürge ülkelerinin sayısındaki artışa bağlı olarak merkez bankalarının sayısı da hızlı bir şekilde artmıştır. Merkez bankalarının ilk kuruldukları yıllarda esas amacı savaş giderlerini finanse etmek ve bütçe denkliğini sağlamaktı. Ancak ilerleyen dönemlerde merkez bankalarına yönelik yapılan yasal değişikliklerle merkez bankaları mevcut durumlarına gelerek modern bir sisteme dönüşmüştür. 35 Journal of Life Economics 2014/1 Henüz çok genç bir oluşuma sahip olan Avrupa Merkez Bankası (AMB), özellikle Alman Merkez Bankası ile Bundesbank’ı model alırken, FED’in örgütsel yapısından ve para politikası deneyimlerinden de yararlanmıştır. Bu kapsamda AMB geçmişe yönelik bir yüzyılın bilgeliğini oluşturan somut örneği oluşturmaktadır. 2. MERKEZ BANKALARININ TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ Paranın tarihi çok eskilere dayanmakla birlikte para icat edilmeden önce deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar birçok mal, değişim aracı olarak kullanılmıştır. Yine ilk kâğıt paranın M.S. 806 yılında Çin’de kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Batıda ise ilk kâğıt para 17. yy’ın sonlarında yani yaklaşık 1690’lı yıllarda, ABD’de Massechusetts Hükümeti tarafından basılırken, İngiltere’de ise “Goldsmiths”ler tarafından basılmıştır (TCMB, 2014). Osmanlı Dönemi’nde ise bankacılık faaliyetleri hazine, darphane, sarraflar, vakıflar, bedestenler ve loncaların yüklendiği değişik rollerin bir araya gelmesiyle yerine getiriliyordu. İlk Osmanlı parası Akçe 1326 yılında, ilk altın sikke Sultani ise 1477 yılında bastırıldı. “Kaime” adında olan aynı zamanda hazine bonosu yerine de kullanılabilen bu banknotlar ilk kez 1843 yılında bastırıldı. 1844 yılında ise “Mecidiye” adında yeni altın ve gümüş paralar bastırılarak iki metalli bir para sistemine geçildi (Yılmaz, 2006). 1668 - İsveç Bankası (Riksbank): Dünya’nın ilk merkez bankasıdır. Kar amacı gütmekten ziyade, özel ticari bir banka olarak ortaya çıkmıştır. Hollandalı bir işadamının yardımıyla İsveç’te kurulduğu bilinmektedir. 1694 - İngiltere Bankası (The Bank of England): Fransa ile Dokuz Yıl Savaşları’nın finansmanını sağlamak üzere kurulmuştur. Ayrıca İskoç işadamı Willeam Peterson tarafından Londra’da kurulduğu bilinmektedir (Hoca, 2008). 1791 - First Bank of United States: Özel statüde kuruldu; para basımı ve sirkülasyonu konusunda faaliyet gösterdi. 25 yıl sonra bu bankanın yerine 1812 Savaşı’nın borçlarını fonlamak amacıyla 1816 yılında “The Second Bank of United States” kuruldu. 1800 - Fransa Merkez Bankası (Banque de France): 19. yy ortalarına kadar özel ticari banka statüsünde kuruldu. 1945 yılında kamulaştırıldı. 1816 - The Second Bank of United States: 1812 Savaşı’nın borçlarını fonlamak amacıyla 1816 yılında kurulup 1840’ların sonlarında kapatıldı (Sayılgan, 1996). 1847- Bank-ı Dersaadet: Galata bankerleri tarafından kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk defa dış ödemeleri düzenleme işlevini üstlenen bir banka oluşturulmuştur. 1856 - Osmanlı Bankası (Ottoman Bank): 1856 yılında İngiltere kralının bir fermanı ile İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası kuruldu. Merkezi Londra’daydı. Küçük miktarlarda kredi vermek, hükümete avans vermek ve bazı hazine bonolarını iskonto etmek gibi sınırlı görevleri bulunmaktaydı (Yılmaz, 2006). 1863 - Bank-ı Osmanii Şahane: 1863 yılında Osmanlı Bankası kendini feshederek, İngiliz ve Fransız ortaklığı şeklinde yeniden örgütlenmiştir. Böylece devlet bankası niteliği kazanmıştır. 1875 - Reichsbank: Almanya’nın siyasi birliğinin tamamlanmasıyla birlikte ülke sınırları içerisindeki 33 bankanın banknot ihraç etme yetkisi vardı. 1875’te çıkartılan yasayla yetki devri gerçekleştirilerek Reichsbank’a merkez bankası rolü verildi (Oktar, 1996). 1913 - Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve Bank System/FED): FED, Washington’da bulunan bir merkezi hükümet dairesi olan Yönetim Kurulu ve on iki 36 Journal of Life Economics 2014/1 tane Bölge Merkez Bankasından (Federal Reserve District Banks) oluşan bir merkez bankasıdır (Karadağ, 2007). 1930 - TC Merkez Bankası: 3 Ekim 1931 de 1715 sayılı kanunla faaliyete geçmiştir. 1970 de 1211 sayılı kanun gelerek, eski 1715 sayılı kanun değiştirilmiştir. 2001 de 1211 sayılı kanunun yerine 4651 sayılı kanun getirilmiştir. En son 2008’de ise 4651 sayılı kanunun yerine 5787 sayılı kanun getirilmiştir. 1957 - Alman Merkez Bankası (Bundesbank): Sermayesi bütünüyle kamuya ait olan Bundesbank, bağımsız merkez bankalarının kuruluşuna öncülük etmiştir. Bazı temel konularda hükümete karşı sorumlulukları bulunmasına rağmen, birçok yönden oldukça geniş yetkilere sahiptir (para politikasının formülasyonu ve hedeflerinin seçimi, para arzının düzenlenmesi gibi) (Oktar, 1996). 1994 - Avrupa Merkez Bankası/AMB (The European Central Bank/ECB): AMB 1994 tarihinde Frankfurt’ta kurulmuştur. 1998 Avrupa Para Enstitüsü’nün görevlerini AMB’ye devretmesiyle AMB 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren resmi olarak göreve başlamıştır. 3. AMERİKAN MERKEZ BANKASI (FEDERAL RESERVE SYSTEM-FED) Avrupa Merkez Bankası (AMB) konusuna girmeden önce Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Merkez Bankası olan Federal Rezerv Sistemi (FED)’ne kısaca değinmek, AMB’nin FED’in örgütsel yapısından ve para politikası deneyimlerinden yaralanması bakımından uygun olacaktır. Amerikan ekonomisinin temelini oluşturan FED, daha esnek daha güvenli daha istikrarlı para ve finansal bir sistem oluşturmak adına 1913 yılında Amerikan Kongresi tarafından kurulmuş olup; yıllar boyunca bankacılık ve ekonomideki rolü genişlemiştir (FED, 2014). Ayrıca FED ülkede tek bir merkez bankasından oluşmamaktadır. ABD’nin birçok ticari bankalara sahip olması, federal bir yapıda bulunması ve ülkenin tek bir merkez bankası yapısına olumsuz bakışı FED’in 12 bölgeye ayrılmasına neden olmuştur. Böylece 12 Federal Rezerv Bankası’ndan oluşan bir merkez bankaları sistemi oluşturulmuştur (Yılmaz, 2006). FED’in görevleri genel olarak dört kısma ayrılmaktadır (FED, 2014): • Maksimum istihdam, istikrarlı fiyatlar ve orta ve uzun vadeli faiz oranları ile birlikte ekonomideki para ve kredi koşullarını etkileyerek ülkenin para politikasını yürütmek. • Ülkenin bankacılık ve finansal sisteminin güvenliğini sağlamak ve tüketicilerin kredi haklarını korumak için bankacılık kurumlarının düzenlenmesini ve denetlenmesini sağlamak. • Finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek sistemik risk içeren finansal sistemlerin istikrarını korumak. • Ülkenin ödemeler sisteminin işleyişinde önemli bir rol oynayan yabancı resmi kuruluşlara, ABD hükümetine ve mevduat kuruluşlarına finansal hizmetler sağlamak. 4. AVRUPA MERKEZ BANKASI-AMB ( THE EUROPEAN CENTRAL BANK-ECB) AMB 1 Haziran 1994 tarihinde Frankfurt’ta kurulmuştur. Esas amacı Ekonomik ve Parasal Birliğin (EPB) üçüncü aşaması (1 Ocak 1999-en geç 30 Haziran 2002) için gerekli olan yapısal, yasal ve teknik alt yapı çalışmalara ve ön hazırlıkları tamamlamak olan görevleri yerine getirmektir. AMB, bu görevleri Avrupa Para Enstitüsü (APE)’nden 1 Haziran 1998 37 Journal of Life Economics 2014/1 tarihinde devralmış ve 1 Temmuz 1998 tarihinde resmi olarak göreve başlamıştır (Gedikkaya ve Gürler, 1999). AMB 1 Ocak 1999’dan beri euro bölgesindeki para politikasını yürütmekle sorumludur. Euro bölgesi ise 1999 yılının ocak ayında para politikası sorumluluğunun 11 Avrupa Birliği (AB) üye devletlerinin ulusal merkez bankalarından AMB’ye transfer edilmesiyle oluşmuştur. Euro bölgesine 2001 yılında Yunanistan, 2007 yılında Slovenya, 2008 yılında Kıbrıs ve Malta, 2009 yılında Slovakya, 2011 yılında Estonya ve son olarak 2014 yılında Letonya katılmıştır. Böylece uluslarüstü yeni bir kurum olan AMB ile euro bölgesinin oluşumu, Avrupa entegrasyonunun uzun ve karmaşık süreci içinde bir dönüm noktası oluşturmuştur (ECB, 2014). AMB’nın tek para politikası için yasal dayanağı, Avrupa Topluluğu’nu kuran antlaşma (Maastricht Antlaşması-MA) ile Avrupa Merkez Bankaları Sistemi (AMBS) ve Avrupa Merkez Bankası Tüzüğü’nden oluşmaktadır. 1 Haziran 1998’de onaylanan Bu Tüzük, AMB ve AMBS tarafından oluşturulmuştur. AMB esas olarak, Eurosystem ile AMBS’nin çekirdeğini oluşturmaktadır. Böylece AMB ve Ulusal Merkez Bankaları (UMB) APE’nün görevlerini yerine getirmekle yükümlü olmuşlardır. Ayrıca AMB Uluslararası Kamu Hukuku (Devletler Umumi Hukuku) çerçevesinde tüzel kişiliğe de sahiptir (ECB, 2014). 4.1. Hedefleri ve Görevleri AMBS ve Eurosistem’in görevleri, Avrupa Topluluğu’nu oluşturan antlaşmada (Maastricht Antlaşması-MA) ve AMB ile AMBS’nin Tüzüğü’nde belirtilmiştir. Söz konusu antlaşma ise bütün AB üye devletlerinin nihayetinde euroyu kabul edeceğini öngörerek hazırlandığından Eurosistem’i değil AMBS’yi ele almaktadır. Nitekim AMBS, bütün AB üye devletlerinin ulusal merkez bankaları ile AMB’den oluşur iken; Eurosistem para birimi euro olan AB üye devletlerinin ulusal merkez bankaları ile AMB’den oluşmaktadır (md. 282(1)). Dolayısıyla para birimi euro olmayan AB üye devletleri bulundukça, eurosistem ile AMBS’yi ayrı tutmak yerinde/gerekli olacaktır. AMB’nin temel hedefleri şunlardır: • Temel amacı fiyat istikrarını sağlamak, • Topluluğun genel ekonomi politikalarını desteklemek, • Yüksek istihdam seviyesini, sürdürülebilir ve enflasyonist olmayan büyümeyi gerçekleştirmektir. Bunlar AB’nin hedeflerine ulaşabilmesinde ve genel ekonomik politikaların desteklenmesi bakımından önemlidir. Üstelik bu hedefler sadece AMB’nin değil, bir bütün olan AB’nin de hedeflerini oluşturmaktadır. Bu anlamda Eurosistem fiyat istikrarını sağlamada, yüksek düzeyde istihdamı ve uygun ekonomik ortamı elde edebilmesi bakımından açık bir hiyerarşi kurarak önemli bir katkı sağlamaktadır. AMB’nin temel görevleri ise şu şekilde sıralanmaktadır: • Euro bölgesi için para politikasını tanımlamak ve uygulamak, • Döviz işlemlerini yürütmek, • Euro bölgesi ülkelerin resmi döviz rezervlerini tutmak ve yönetmek (portföy yönetimi), • Ödeme sistemlerinin düzgün çalışmasını sağlamaktır, Bunun yanında AMB’nin bir takım ek görevleri de bulunmaktadır: • Banknotlar: AMB Euro Bölgesi içinde banknotların ihracı konusunda yetki verme hakkına sahiptir. 38 Journal of Life Economics 2014/1 • İstatistikler: AMB görevlerini yerine getirebilmek için gerekli olan istatistiksel bilgileri UMB’lerin işbirliği ile ya ulusal makamlardan ya da direk ekonomik birimlerden toplamaktadır. • Finansal İstikrar ve Denetim: Eurosistem, finansal sistemin istikrarı ve kredi kuruluşlarının basiretli denetimi ile ilgilenen yetkili makamlar tarafından izlenen politikaların etkin bir şekilde yapılmasına katkıda bulunmaktadır. • Uluslar arası ve Avrupa İşbirliği: AMB Eurosistem’e verilen görevler hakkında hem AB içinde hem de uluslararası düzeydeki forumların çalışmaları ile bu forumlarla ilgilenen kurum ve kuruluşların ilişkili çalışmalarını sürdürmektedir (ECB-Tasks, 2014). 5. EUROSİSTEM (EUROSYSTEM) Eurosistem, Avrupa Merkez Bankası ve Euro bölgesindeki 18 ülkenin UMB’lerden oluşmaktadır. Eurosistem ve AMBS, euro bölgesi dışında AB üyesi ülke olduğu sürece görevlerini sürdürecektir (ECB-Eurosystem, 2014). Euro’yu benimseyen 18 AB üyesi ülke arasındaki ayrımı ifade etmek amacıyla pratikte kullanılan Eurosistem bir anlamda Amerikan Merkez Bankası gibi bir sistemdir. Ancak AB, tam bir siyasi bütünleşmeye sahip olmadığı için Eurosystem’i federal olmaktan daha çok Maastrich Antlaşması ile getirilen “subsidiarite” ilkesine göre düzenlenmiş bir sistem olarak değerlendirmektedir. Subsidiarite kavramı ise merkez ile yerel yönetimler arasında görev ve yetki paylaşımı konusunda kullanılan anayasal bir ilke olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda subsidiarite ilkesi üye devletler ile AB organları arasında görev ve yetki paylaşımı konusunda bir denge unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz bu ilkenin benimsenmesinde üye ülkeler arasında görev ve yetkinin tek bir elden yürütülmesine engel olabilme düşüncesi yatmaktadır (Bozkurt ve Özcan, 2001). 6. AVRUPA MERKEZ BANKALARI SİSTEMİ-AMBS SYSTEM OF CENTRAL BANKS-ESCB) (EUROPEAN Avrupa Parasal Birliği (APB)’in sürdürülebilmesi için gerekli kurumsal organlardan bir tanesi AMB’dir. AMB, AB üyesi 28 ülkenin UMB’leri ile birlikte AMBS’yi oluşturur. AMBS’de bir ulusal bankanın euroyu benimsemiş olup olmamasına göre bir ayrıma gidilmemektedir (ECB, 2014). Sistem, bütünü itibariyle tüzel bir kişiliğe sahip değildir. Ancak ortak bir kurallar bütünü tarafından yönetilen ve kendisine verilen görevler çerçevesinde işlevini sürdürecek olan AMB ve UMB tüzel kişiliğe sahip olduklarından, AMBS’nin karar organları olan Yönetim Konseyi, Yürütme Kurulu ve Genel Konsey, AMB’nın karar organları tarafından yönetilmektedir (Yücememiş, 2005). AMBS, öncelikli hedefi fiyat istikrarını sağlamak ve ona uygun para politikaları belirlemek ve uygulamaktır. Euro alanı içerisinde para arzının kontrolünden, faiz oranlarının seviyesi ve vade yapısından, sistemdeki kredi miktarı ve şartlarının belirlenmesinden sorumlu olmasının yanında denetim politikaları geliştirmek, TARGET sisteminin etkin bir şekilde işleyişini sağlamak gibi temel hedef doğrultusunda yapması gereken görevlerden de sorumludur. AMBS, bütün bu görevleri yerine getirirken üye ülkelerin Merkez Bankaları ile işbirliği yaparak gerçekleştirmektedir. Yine AMBS bu kapsamda uygulayacağı politikalar için gerekli olan istatistikî verileri toplamakta, derlemekte ve yayınlamaktadır (Demirhan, 2003). Söz konusu bu görevler yerine getirilirken, AMB ve UMB’nin tamamen bağımsız olmaları önem arz etmektedir. Yine uygulanan politikaların güvenilirliği ve denetimi açısından AMB hesap vermekle yükümlüdür. 39 Journal of Life Economics 2014/1 7. ULUSAL MERKEZ BANKALARI-UMB (NATIONAL CENTRAL BANKSNCBs) AB Antlaşması ve AMBS Tüzüğü ile UMB, AMBS’nin tamamlayıcı bir parçası olarak görülmüş ve UMB’nin APB’in gereklerini karşılamak üzere uyumlu hale getirilmesi öngörülmüştür. Buna göre; “Her üye devlet, kendi milli merkez bankasının statüsü de dâhil olmak üzere milli mevzuatının bu Antlaşma ve AMBS Tüzüğü ile en geç AMBS’nin gerçekleştirilmesi tarihine kadar uyumlu olmasını gözetir” şeklinde hüküm belirtilmiştir. Böylece UMB, APB’nin 1999 yılında başlayan 3. aşamasından önce merkez bankası statüleri ile ilgili mevzuatının Maastrich Antlaşması (MA) ve AMBS Tüzüğü hükümleriyle uyumlu hale getirilmiştir. Bu uyumlaştırma sonucunda UMB’lere uygulanan hukuk, Topluluk hukuku haline getirilmiş ve Eurosistem’i oluşturan AB üyesi UMB’lerin statülerine geçmiş bir cümle ile UMB’ler artık Eurosistem’in bir parçası olarak faaliyet göstermişlerdir (Alparslan, 1997). AMBS’nin temel hedefi fiyat istikrarıdır. Bu kapsamda UMB’lerinde temel amacı da fiyat istikrarı olmaktadır. Bu iki birimin temel amaçları uyumlu olduğu sürece, AMBS UMB’lerin genel ekonomi politikalarını desteklemektedir (ECB-Tasks, 2014). Bu çerçevede, UMB’lerin çeşitli görevlerinden en önemlileri şunlardır (Yücememiş, 2005): • AMB tarafından alınan para politikası kararlarını uygulamak, • Döviz rezervlerini tutmak ve yönetmek, • Para politikası araçlarının kullanımında bankalar ile yapılması gerekli olan işlemleri gerçekleştirmek, • Ödemeler Dengesi’nin sağlanmasında üzerlerine düşen görevi yerine getirmek, • Bankacılık sistemi, ödemeler sistemi ve mali denetim sisteminin düzgün ve etkin çalışmasını sağlamak, • Uluslararası para politikası ilişkilerinde gerekli etkinliği sağlayarak istatistikî verileri oluşturmaktır. UMB’lerin AMBS içindeki konumları ikili bir yapı arz eder. Bir tarafta EPB’ye dâhil olup ortak para birimi olarak Euro’yu benimseyen üyelerin oluşturduğu grup (Eurosistem) yer alırken, diğer taraftan Eurosistem’in dışında kalan ve ortak para birimi olarak Euro’yu benimsemeyen üye ülke UMB’lerinin oluşturduğu grup yer almaktadır. Birinci grupta yer alanlar, Eurosistem’e dâhil olan ülkeler olup, para politikasına ilişkin denetim yetkilerini AMBS’ye devretmişlerdir. Bu UMB’ler AMBS’nin tamamlayıcı bir parçası olup, her ne kadar kendi ulusal para politikalarını uygulamakla yükümlü olsalar bile, AMB’nin para politikalarına uymak ve koyduğu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek zorundadırlar (Karadağ, 2007). Ancak Eurosistem’e üye olmayan Birlik üyesi ülke UMB’lerinin böylesi bir zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu gruptakilerin AMBS içinde özel bir konumları vardır. Bu merkez bankaları diğerlerinden farklı olarak kendi ulusal para politikalarını serbestçe yürütebilmektedirler. Yani; Eurosistem dışındaki bu bankalar tek para sistemi ile ilgili kararlara katılma ve bu kararları uygulama hakkına sahip değillerdir. Dolayısıyla UMB başkanları Yönetim Konseyi’nin üyesi olamamakta ve Eurosistem’in para politikası gibi önemli faaliyetlerine de katılamamaktadır (Karadağ, 2007). AMBS tüzel kişiliğe sahip değilken, bu sistemi meydana getiren AMB ise tüzel kişiliği sahiptir. Aynı şekilde Sistemi oluşturan UMB’lerin de kendi ülkelerinin ulusal mevzuatlarına göre tüzel kişilikleri bulunmaktadır. 40 Journal of Life Economics 2014/1 8. AVRUPA MERKEZ BANKASININ ORGANİZASYON YAPISI 8.1. Yönetim Konseyi (Governing Council) Yönetim Konseyi, AMB’nin en üst karar organıdır. AMB Yönetim Konseyi; Yürütme Kurulu’nun 6 üyesi ile eura alanına katılan 18 üye ülkenin UMB guvernörlerinden oluşmaktadır. Yönetim Konseyi’nin başlıca sorumlulukları şunlardır: • Eurosistem’e verilen görevlerin performansını oluşturmak için gerekli kararları almak ve bu kuralları benimsemek. • Euro bölgesi için para politikasını formüle etmek. (parasal hedeflere ilişkin kararlar, Eurosistem’deki rezerv arzlarına ilişkin kararlar, önemli faiz oranlarına ilişkin kararlar). Yönetim Konseyi genellikle Frankfurt’ta ayda iki kez toplanır. Her ayın ilk toplantısında Yönetim Konseyi ekonomik ve parasal gelişmeleri değerlendirmekte ve bu değerlendirmelere göre aylık para politikası kararı almaktadır. İkinci toplantıda ise; Konsey çoğunlukla AMB ve Eurosistem’in sorumlulukları ile diğer görevlerine ilişkin konularda tartışmaktadır. Bu toplantılardaki tutanaklar yayınlanmasa bile, para politikası kararları her ayın ilk toplantısından kısa bir süre sonra düzenlenen basın toplantısında ayrıntılı olarak açıklanır(ECB- Governing Council, 2014). 8.2. Yürütme Kurulu (Executive Board) AMB Yürütme Kurulu, AMB Başkanı, AMB Başkan Yardımcısı ve dört üyeden (para ve bankacılık alanında uzman) oluşmaktadır. Tüm üyeler Avrupa Konseyi tarafından nitelikli çoğunlukla atanır. Yürütme Kurulu’nun başlıca sorumlulukları şunlardır: • Yönetim Konseyi’nin toplantılarını hazırlamak, • Yönetim Konseyi tarafından belirlenen ilkelere ve kararlara göre para politikasını yürütmek ve Euro alanındaki UMB’lere gerekli talimatları vermek, • AMB’nin günlük işlerini yürütmek, • Yönetim Konseyi tarafından kendisine verilen bazı yetkileri kullanmaktır. Bu yetkiler bazı düzenleyici nitelikleri içerir. Yürütme Kurulu, bu görevlerini yerine getirebilmek için haftada en az bir kez toplanmaktadır (ECB-Executive Board, 2014). 8.3. Genel Konsey (General Council) AMB Genel Konsey’i AMB Başkanı, Başkan Yardımcısı ve 28 AB üyesi ülkenin UMB guvernörlerinden oluşmaktadır. Başka bir değişle; 18 Euro bölgesi ülkelerin temsilcileri ile Euro bölgesine girmeyen 10 ülkeyi kapsamaktadır. Genel Konsey toplantılarına, AMB’nin Yürütme Kurulu’nun diğer üyeleri, AB Konseyi Başkanı ve Avrupa Komisyonu’nun bir üyesi katılabilir. Ancak oy hakları bulunmamaktadır (ECB-General Council, 2014). Genel Konsey, AMB’nın APE’den devraldığı işler ile Parasal Birliğe bazı üyelerin katılmaması sebebiyle ortaya çıkan ve Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB)’in üçüncü aşamasında yapılması gereken işleri yürütmektedir. Bu nedenle Genel Konsey’in öncelikli görevi, Euro bölgesine dâhil olmayan üye ülkelerin uyum kriterleri ile ilgili raporlar hazırlamaktır (Yücememiş, 2005). 41 Journal of Life Economics 2014/1 Genel Konsey’in başlıca sorumlulukları şunlardır (ECB-General Council, 2014): • AMB’ye danışmanlık hizmeti vermek, • İstatistiksel bilgi toplamak, • AMB’nin yıllık raporlarını hazırlamak, • UMB’ler tarafından kullanılmakta olan muhasebe ve raporlama sistemlerinin standardizasyonu için gerekli kuralları oluşturmak, • Anlaşmada belirtilenler dışında AMB’nın sermayesine katılım için gerekli olan kılavuzu oluşturmaya ilişkin önlemleri almak, • AMB personelinin istihdam şartlarını belirlemek, • Euro karşısında dezavantaja sahip olan AB üyelerinin para birimleri değiştirilemeyecek biçimde döviz kurlarına sabitlenmesi için gerekli hazırlıkları yapmaktır. AMB ve AMBS Tüzüğü’ne göre Genel Konsey, tüm AB üyesi ülkelerin tek para birimini kabul ettikleri zaman dağılacağı belirtilmiştir. Ayrıca Genel Konsey, yukarda sayılan görevleri yerine getirmek için üç ayda bir Yönetim Konseyi toplantıları ile aynı günde toplanmaktadır (ECB-General Council, 2014). 8.4. Alt Komiteler Alt komiteler, Yönetim Konseyi tarafından kurulmuştur. Bu komiteler AMB karar alma mekanizmasının işleyişinde yardımcı olan organlar olup, yetki alanlarına giren konularda karar alınmasına ve karar alma süreçlerine ilişkin uzmanlıklarını sunmaktadırlar. Bu komiteler, AMB ve Euro alanı UMB üyelerinden meydana gelmiştir. Genel Konsey’i ilgilendiren konuların olması durumunda Euro alanı dışında kalan UMB’lerin temsilcileri komitelerde yer alabilmektedir. Alt komiteler Yönetim Kurulu vasıtasıyla Yönetim Konseyi’ne rapor sunarlar (Karadağ, 2007). Bu komiteler şunlardır (ECB-Organisation, 2014): • Muhasebe ve Parasal Gelir Komitesi (Accounting and Monetary Income Committee -AMICO): Muhasebe, finansal raporlama ve parasal gelir dağılımı ile ilgili tüm Eurosistem konularında danışmanlık hizmeti vermektedir. • Banknot Komitesi (Banknote Committee-BANCO): Tüm banknot politikaları ile ilgili konularda danışmanlık hizmeti vermenin yanında, banknot üretim ve ihracatının stratejik planlanmasına yardımcı olur. • Kontrol Komitesi (Committee on Controlling-COMCO): Eurosistem çapında maliyet yönetimini yaygın hale getirmeye ve uygulamasına yardımcı olur. • Eurosistem/AMBS İletişim Komitesi (Eurosystem/ESCB Communications Committee - ECCO): İç ve dış sistemdeki iletişim politikasına yardımcı olur. • Eurosistem IT Yürütme Komitesi (Eurosystem IT Steering CommitteeEISC): Eurosistemde IT kullanımının sürekli gelişimini yürütme yetkisiyle 2007 yılında kurulmuştur. • Finanasl İstikrar Komitesi (Financial Stability Committee-FSC): Finansal sistem istikrarında ve kredi kuruluşlarının denetiminde görevlerini yerine getirmek için karar verme organlarına yardımcı olur. 42 Journal of Life Economics 2014/1 • Bilgi Teknolojisi Komitesi (Information Technology Committee-ITC): Ortak operasyonel sistemleri destekleyen iletişim altyapılarının ve Information Technology (IT) ağlarının uygulanmasına, geliştirilmesine yardımcı olur. • İç Denetim komitesi (Internal Auditors Committee-IAC): Eurosistem / AMBS düzeyinde ortak operasyonel sistemleri ve ortak projeleri denetlemesinin yanında Eurosistem operasyonlarını denetlemek için yaygın standartlar geliştirir. • Uluslararası İlişkiler Komitesi (International Relations Committee-IRC): Uluslararası ilişkiler alanında ortak ilgi alanına giren konularda görüş alışverişi sağlayan bir forum gibi AMB’nın uluslararası işbirliği ve hareketleri konusunda yasal görevlerine yönelik performanslarına yardımcı olur. • Hukuk Komitesi (Legal Committee-LEGCO): AMB’nin yasal görevinin yerine getirilmesi için hukuki danışmanlık hizmetleri sunmaktadır ve Eurosistem işlemleri için yasal düzenlemeler hazırlar. • Piyasa İşlemleri Komitesi (Market Operations Committee-MOC): AMB dış rezervlerinin yönetimi ile bu ERM II operasyonu ile ilgili olan döviz işlemlerini ve para politikası işlemlerini yürütmeye yardımcı olur. • Para Politikası Komitesi (Monetary Policy Committee-MPC): Esas olarak para ve kur politikasının formülasyonu ile ilgili uzun vadeli ve stratejik konularda danışmanlık yapmasıyla birlikte, Eurosistem personel projelerinden de sorumludur. • Ödeme ve Mutabakat Sistemleri Komitesi (Payment and Settlement Systems Committee-PSSC): TARGET2 hizmeti ve işlemlerinde, Tek Euro Ödeme Bölgesi (SEPA)’ni başarmada katalizör rolünü izleme ve tanımlamada, genel ödeme sistemleri politikası ve bu politikaların gözetimi ile menkul kıymet takas ve ödeme durumlarında, merkez bankaları için faiz konularında danışmanlık hizmeti sunar. • Risk Yönetimi Komitesi (Risk Management Committee-RMC): Piyasa işlemlerinden kaynaklanan risklerin denetimine göre Eurosistem için uygun bir koruma seviyesine ulaşmada karar verme organlarına yardımcı olmaktadır. • İstatistik Komitesi (Statistics Committee-STC): Esas olarak UMB’lerin yardımıyla toplanan istatistikî bilgilerin derlenmesi ve düzenlenmesi konusunda tavsiyelerde bulunur. • Bütçe Komitesi (Budget Committee-BUCOM): 1998 yılında Yönetim Kurulu tarafından kurulmuştur. AMB’nin bütçe ile ilgili konularının Yönetim Kurulu’na doğrudan raporlanmasına yardımcı olur. • İnsan Kaynakları Konferansı (Human Resources Conference-HRC): 2005 yılında kurulmuştur ve tüm AB merkez bankalarının personel başkanlarını kapsamaktadır. 9. AMB’NİN BAĞIMSIZLIĞI AMB, temel amacı olan fiyat istikrarını oluşturmada ortak bir para politikası belirlemektedir. Para politikasının en önemli özelliği ise bölünemez oluşudur. Bu nedenle ortak bir para politikasının uygulanmasında merkezi bir karar almanın ve ortak kurallar bütününden oluşan bir yapının gerekliliği sonucunda, milli merkez bankalarından oluşan 43 Journal of Life Economics 2014/1 AMBS oluşturulmuştur. Yani milli merkez bankaları AMBS’nin birer parçası olarak önemli bir rol üstlenmekte ve bundan dolayı kendilerine düşen görev gereği AMBS’nin gerektirdiği koşullarda ve aynı ölçüde bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir (Alparslan, 1997). AMB’nin bağımsızlığı fiyat istikrarının sürdürülebilirliği için önem arz etmektedir. Nitekim bu durum, AMB’nin ampirik delilleri ve geniş teorik analizleri tarafından desteklenmektedir. AMB bağımsızlığının gerek Antlaşma olarak gerekse Tüzük olarak kurumsal çerçevesi belirtilmiştir (ECB-Independence, 2014). AMB’nin bağımsızlığına yönelik hükümleri şöyle özetleyebiliriz: MA’nın 104. Md. göre AMB ve Ekonomik ve Parasal Birliğe üye ülkelerin ulusal merkez bankaları AB’ye dâhil kuruluşlara, merkezi hükümete, kuruma kredi tanıması, açık hesap sunması yasaklanmıştır (Yılmaz, 2006). MA’nın 105. Md. göre AMBS’ye atfedilen fiyat istikrarını sağlama görevi, AMB ile birlikte milli merkez bankalarının da temel hedefi olmaktadır. Söz konusu maddede milli merkez bankalarının hedefleri AMBS için tanımlanan hedeflerle uyum sağlanması gerektiği öngörülmüştür (Alparslan, 1997). Yine aynı antlaşmanın 108. Maddesinde AMB, UMB ve bunların karar organlarının ulusal veya Birlik bünyesindeki herhangi bir kurumdan organdan ya da hükümetten bir talimat almayacaklardır (Yücememiş, 2005). Ayrıca üye ülke hükümetlerinin bu ilkeye saygı duyması gerektiği belirtilerek, AMB’nin karar organları üyelerini de etkilememeleri gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bunun yanında AMB’nin mali düzenlemeleri Avrupa Birliği’nden ayrı tutulması, AMB’nin ayrı bir bütçeye sahip olması ve yine AMB sermayesinin euro bölgesindeki UMB’ler tarafından üstlenilmesi bağımsızlığın ekonomik yönünü oluşturmaktadır (ECBIndependence, 2014). Nitekim kullanılacak para politikası araçlarının seçiminde ve uygulanan para politikalarının yürütülmesinde hükümet tarafından yapılacak müdahaleler hükümler çerçevesinde etkisiz hale getirilmiştir (Yücememiş, 2005). Yine aynı antlaşmada UMB guvernörlerinin ve Yürütme Kurulu üyelerinin bağımsızlığı da koruma altına alınmıştır. Yürütme kurulu üyelerinin görev süresi yenilenemez şekilde sekiz (8) yıl iken; guvernörlerin görev süresi yenilenebilir şekilde en az beş (5) yıl olmaktadır. Bunun dışında AB Adalet Mahkemesi herhangi bir nedenle çıkan anlaşmazlıkları çözmek için yetkilidir (Yücememiş, 2005 ve ECB-Independence, 2014 ). Bunun yanında AMB’nin AMBS’nin görevlerini gerekli durumlarda uygulamada ve AB Konseyi’nin özel kanunlarında belirtilen diğer bazı durumlarda bağlayıcı düzenlemeler kabul etmeye hakkı da bulunmaktadır (ECB-Independence, 2014). 10. AMB’NİN PARA POLİTİKASI STRATEJİSİ AB Antlaşması, AMB’nın birincil amacının fiyat istikrarı olduğunu belirtmiştir. Avrupa Birliği Antlaşması, Birliğin ekonomik ve sosyal gelişmeyi, yüksek düzeyde istihdamı ve dengeli ve sürdürülebilir bir kalkınmayı amaçlaması gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda Eurosistem fiyat istikrarını sürdürerek bu amaçlara katkı sağlar. Aslında amaçlar ile fiyat istikrarı birbirlerini tamamlayan bir bütünü oluşturmaktadır. Amaçlar arasında herhangi bir çelişki olması durumunda ise, fiyat istikrarını sağlamada sorumlu olan AMB tarafından öncelik verilmektedir (ECB/Publication, 2011). AMB fiyat istikrarını sağlamak için para piyasasındaki koşulları (kısa dönemli faiz oranlarının seviyesi) etkilemektedir. Bu konuda AMB, tutarlı ve sistematik bir yaklaşımı para politikası kararlarına uygulanmasını sağlamak için bir strateji benimsemiştir. Bu strateji enflasyon beklentilerini stabilize etmenin yanında AMB’nin kredibilitesini artırmaya yardımcı olmaktadır AMB Yönetim Konseyi’nin para politikalarının uygulanmasında ana unsur olan bu strateji, fiyat istikrarının niceliksel tanımını da oluşturmaktadır. Bu tanıma göre Euro 44 Journal of Life Economics 2014/1 alanında geçerli olacak fiyat istikrarı hedefi, Uyumlaştırılmış Tüketici Fiyatları Endeksine (HICP) göre yıllık % 2’nin altında olacaktır. Bu tanımda fiyat istikrarı geleceğe yönelik para politikası ihtiyacını yansıtan bir orta dönem hedefidir. Fiyat istikrarının hemen ardından AMB, enflasyon için üst sınırın %2 den aşağı ancak %2’ye yakın olmasını kararlaştırarak, enflasyon oranlarını korumayı amaçlamıştır. Bu deflasyon risklerine karşı korunmak için yeterli bir güvenlik marjı sağlama konusundaki kararlılığını göstermektedir. Esas olarak para politikası geleceğe yönelik bir aktarma mekanizması (transmission mechanism) olduğu için önemlidir. Aynı zamanda para politikası, enflasyon beklentilerini saptamada ve ekonomik gelişmelerin oynaklığını azaltmada yardımcı da olmaktadır (ECB/Publication, 2011). Ekonomik analiz temelde mevcut ekonomik ve finansal gelişmelere göre yapılır ve fiyat istikrarını tehdit eden kısa dönemden orta döneme olan riskleri ifade eder. Burada bahsedilen ekonomik ve finansal değişkenler ise; toplam çıktıda meydana gelen değişiklikleri, toplam talep ve bileşenleri, maliye politikası, sermaye ve emek piyasası koşulları, geniş bir biçimde fiyat ve maliyet göstergeleri, döviz kurlarındaki gelişmeler, küresel ekonomi ve ödemeler bilançosu, finansal piyasalar ve Euro bölgesi sektörlerinin bilanço durumları şeklinde sayılabilir. Tüm bu değişkenler sonucunda elde edilen istatistiksel verilerden yararlanılarak oluşturulan enflasyon tahminlerinin kullanılmasıyla para politikası stratejisinin fiyat istikrarını sağlayıp sağlayamadığı anlaşılmakta ve gerekirse buna yönelik önlemler alınmaktadır. Bu kapsam para politikasının başarısı tahminlerin doğruluğuna göre değil, fiyat istikrarının sağlanıp sağlanmadığıyla ilgilidir. Ekonomik analizde yer alan değişkenlerde meydana gelen geçici nitelikteki şokların, politika değişikliğine yol açması söz konusu değildir (Karadağ, 2007). Parasal analize baktığımızda, AMB, enflasyon ile parasal büyüme arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünerek, para politikası stratejisini oluşturmada para miktarına anahtar bir unsur gözüyle bakmıştır. Para miktarı, fiyat istikrarı açısından firmalar ve piyasa katılımcıları için güvenilir ve sağlam bir çıpa oluşturmaktadır. Bu amaçla AMB Yönetim Konseyi para arzındaki artışları bir kantitatif referans değere bağlamıştır. Söz konusu referans değer para stokundaki büyüme oranını göstermektedir (Karadağ, 2007). Parasal politika stratejileri hem ekonomik analizi hem de parasal analizi içeren fiyat istikrarı risklerinin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesiyle oluşur. Her para politikası kararları iki analizden gelen bilgilerin ayrıntılı bir şekilde kontrol edilmesiyle öngörülür (ECB/Publication, 2011). 11. AMB’NİN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI AMB’nin temel para politikası araçları temelde iki guruba ayrılır. Bunlar; açık piyasa işlemleri ve devamlı kolaylıklardır. Ayrıca minimum rezerv sistemi de üçüncü bir araç olarak görülmektedir. 11.1. Açık Piyasa İşlemleri-APİ (Open Market Operations-OMO) AMB tarafından günlük gelişmelerin yönlendirilmesinde en yaygın kullanılan para politikası aracıdır. Piyasanın durumuna göre likiditenin çekilmesi veya ek likidite sağlanması, faiz oranlarına yön verilmesi ve gerektiğinde de piyasaya para politikasına ilişkin sinyaller verilmesinde kullanılmaktadır. APİ uygulanması için beş çeşit para politikası aracı mevcuttur. Bunlar repo, ters repo, doğrudan alım-satım, döviz swapı ve merkez bankası menkul ihracından oluşmaktadır. Bu işlemlerde, kullanılacak araç AMB tarafından belirlenirken, düzenli bir takvime bağlı olarak yürütülmesi ise UMB’ler tarafından yapılmaktadır (Karadağ, 2007). APİ’ler uygulanma sıklıkları ve yöntemleri gereği kendi içerisinde dörde ayrılmaktadır (ECB/Publication, 2011). 45 Journal of Life Economics 2014/1 • Refinansman İşlemleri (Main Refinancing Operatios): Haftada bir kez bir haftalık vade üzerinden likidite sağlayarak işlemleri düzenler. • Uzun Dönemli Refinansman İşlemleri (Long Term Refinancing Operatios: Ayda bir kez üç ay vade üzerinden likidite sağlayarak işlemleri yürütür. • İnce ayar işlemleri (Fine-Tuning Operations): Bunlar piyasadaki likidite durumlarını yönetmek ve faiz oranlarını yönlendirmek için bir defaya mahsus olarak uygulanır. Amaç özellikle beklenmedik likidite dengesizliklerinin faiz oranlarına olan etkilerini yumuşatmaktır. • Yapısal işlemler (Structural Operations): Ters işlemler, doğrudan işlemler, borç sertifikası ihracı yoluyla Eurosistem tarafından uygulanabilen işlemlerdir. 11.2. Devamlı Kolaylıklar (Standing Facilities) Eurosistem gecelik olarak piyasalara likidite sağlanması veya çekilmesi amacıyla kullanılan ve piyasa faiz oranlarını yönlendiren bu araç katılımcıları için iki tür devamlı kolaylık sunmaktadır. • Marjinal Kredi Kolaylığı: Kredi kuruluşlarının UMB’lerden belirli bir faiz oranıyla güvenilir teminatlar karşılığında alabilecekleri kredilerdir. • Mevduat Kolaylığı: Kredi kuruluşlarına belirli bir faiz üzerinden UMB’ler nezdinde gecelik mevduat yapma imkânı veren para politikası aracıdır (ECB/Publication, 2011). 11.3. Minimum Rezerv Sistemi (Minimum Reserves) Minimum Rezerv Sistemi, merkez bankalarının ve AMB’nin kullandığı para politikası aracıdır. Bu sistemde ticari bankalar mevduatlarının kanuna göre belirlenen oranı kadar merkez bankası nezdinde karşılık ayırmak zorundadırlar. AMB de bu araç yardımı ile para politikasını fiyat istikrarı doğrultusunda kullanmaktadır (Yılmaz, 2006). 12. SENYORAJ GELİRLERİ (SEİGNİORAGE) Senyoraj, devletin elinde bulundurduğu para basma tekelini kullanarak kendisine gelir yaratmasıdır. Yani basılan para miktarı ile bu parayı basmak için yapılan masraf arasındaki farktır. Bunun yanında ticari bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda olduğu mevduat karşılıklarının faiz getiren finansal aktiflere yatırılmasıyla elde dilen gelirde senyoraj gelirini oluşturmaktadır. UMB’lerde meydana gelen senyoraj gelirleri (parasal gelir), her mali yılın sonunda üye Merkez Bankaları’na AMB’ye katkı paylarına göre paylaştırılmaktadır. Burada Euroya geçişle birlikte önemli bir sorun haline gelen esas unsur, üye ülkelerde zorunlu mevduat karşılığına faiz ödenip ödenmemesidir. Çünkü faiz ödenmeyen zorunlu mevduat karşılığı para bazına dâhil edilirken faiz ödenen karşılıklar para bazından çıkartılmaktadır. Dolayısıyla üye ülkelerin mevduat karşılıklarına farklı faiz ödemeleri yapması parasal gelirin büyüklüğünü etkilemektedir. Hâlbuki parasal gelirin bölüştürülmesi farklı faiz ödemeleri dikkate alınmadan, sadece AMB sermayesine katılma payına göre yapılsa daha adil olacaktır (Yücememiş, 2005). 13. ÖDEMELER SİSTEMİ TARGET APB kapsamında Euro kullanımının 1999 tarihinde başlamasıyla birlikte, tek para birimi kullanımı ve ülkelerarası ödemelerin verimliliğini artırmak amacıyla ödeme sistemlerinde yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bu kapsamda hazırlanan ilk düzenleme mayıs 1995 tarihinde yapılan Avrupa Para Kurumu’nun gerçek zamanlı ulusal mutabakat sistemleri arasında bağlantıyı sağlayacak olan yeni bir sistemin kurulmasına yönelik ilk raporudur. Bu 46 Journal of Life Economics 2014/1 sistem TARGET (Trans-European Automated Real-Time Gross settlement Express Transfer System) olarak adlandırılmıştır (Uzdil, 1997). TARGET sistemi, APB ve AMB ödeme mekanizmasına katılan ülkelerin her birinde oluşturulan bir gerçek-zamanlı brüt mutabakat sisteminden (RTGS: Real-Time Gross Settlement System) ve bu sistemler arasında transferi sağlayan bağlantıdan oluşmaktadır. Bu anlamda TARGET bir RTGS sistemleri ağı olarak tanımlanabilir. RTGS sistemlerinin en önemli özelliği ise Target Sistemi’nde olduğu gibi yapılan ödemelerin geri alınamaz ve nihai nitelikte olmasıdır (Uzdil, 1997). AMB Yönetim Konseyi TARGET’e giriş iznini, APB üyesi ülkelerin UMB ile Euro bölgesinde olmayıp Euro üzerinden işlem yapan AB üyelerine vermiştir. Parasal birliğin dışında kalan AB’ye üye ülkeleri ise TARGET esaslarından belirli kural ve prosedürler çerçevesinde yararlanmaktadır ve likiditeden ise belirlenen üst sınıra göre faydalanmaktadır (Yücememiş, 2005). Doğrudan kredilendirme sistemi olan TARGET’te ödemeler, gönderilecekleri yere yaklaşık onbeş dakikada ulaşmaktadır. Anında takas işlemlerini gerçekleştiren TARGET Sisteminde ödemelerin sorumluluğu ödemeyi yapan ülkede olup, her ülke RTGS sisteminin kuralları, söz konusu ülke tarafından belirlenmektedir. Bu anlamda TARGET Sistemi’nin sadece bazı ortak fonksiyonları AMB sorumluluğunda yürütülmektedir (Yücememiş, 2005). 13.1. TARGET2 TARGET2 sistemi euro kullanımının 1999 tarihinde başlamasıyla oluşan TARGET sisteminin yerini almıştır. TARGET2 sistemi TARGET sisteminde olduğu gibi merkez bankası işlemlerini düzenlemede kullanılmaktadır. Ancak TARGET2 diğerinden farklı olarak bütün ödemeler, ulusal merkez bankaları tarafından işlenmemektedir. Yeni sistem merkez bankalarının müdahalesine gerek duymayan tek ortak bir platform kullanmaktadır. Bu platform geliştirilmiş ve uyumlaştırılmış hizmet olanağını ve daha düşük ücret ile daha iyi etkin maliyetlere izin veren ölçek ekonomilerini içerir. Ayrıca TARGET2 ödemeleri için alt veya üst limit değerler bulunmamaktadır. Özellikle interbank işlemleri ile ilgili olan tüm büyük değerdeki ödemeler için TARGET2 kullanılarak piyasa katılımcıları bir prim hizmeti alırlar ve AB’nin genelindeki sistemik riski azaltma konusunda önemli bir katkı sağlamaktadır. Yani; bankalar arasındaki yüksek sayıda ve değerdeki etkileşimlerden dolayı riskin diğer alanlara bulaşmasına engel olmaktadır (ECB/Publication, 2011). Bu bağlamda bir diğer gelişme ise 2008’de Tek Euro Ödeme Bölgesi(Single Euro Payments Area-SEPA)’nde gerçekleşmiştir. Gayri nakdi euro ödemelerinin “domestic” ödemelerle muamelesi bakımından ulusal ve sınır ötesi işlemler arasında fark yoktur. TARGET2 SEPA ile birlikte euro alanında daha dinamik ve etkin maliyeti sağlamada yapılan ödemeleri pazara dönüştürecektir (ECB/Publication, 2011). 14. SONUÇ Merkez Bankaları, Lidyalıların parayı bulmasından günümüze kadar önemini artırarak görev anlayışı ve tanımları değişerek günümüze kadar gelmişlerdir. Geçmiş zamanla birlikte sosyal ve ekonomik alandaki gelişmeler, karmaşıklaşan insani ilişkiler, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, hukuksal temellerin değişimi, siyasi amaçların değişimi ekonomide işlerlik kazanılması bakımından zaman için de değişikliye uğramış ve merkez bankalarının kurulması gerektiği olgusunu oluşturmuştur. Aynı zamanda bu değişim süreci merkez bankalarının temel hedefinin fiyat istikrarı sağlamak ve bu istikrarı sürdürmek olduğunu da kanıtlamıştır. Ayrıca değişen süreç günümüz modern merkez bankacılığının gelişimine de ön ayak oluşturmuştur. 47 Journal of Life Economics 2014/1 Modern merkez bankacılığının gelişimine öncü olan, tüm bu değişimi sürükleyen temel unsur, merkez bankalarıdır. Nitekim bu anlamda en belirgin örnek 1913 yılında kurulan Amerikan Merkez Bankası, FED’dir. FED’in uygulamaları gerek insanların yaşam tarzlarına gerekse kurulacak olan diğer merkez bankalarına ilham kaynağı olmuştur. Dolayısıyla FED, modern merkez bankacılığının ve para politikasının tarihini oluşturmada önemli bir yerde bulunduğunu söylemek yanlış olmamaktadır. AMB ise kurulma aşamasında Alman Merkez Bankası’nı bağımsızlık konusunda Bundesbank’ı ve para politikası konusunda ise FED’i örnek almıştır. Ekonomik ve Parasal Birliğin (APB) üçüncü aşamasında yapılması gereken yapısal, yasal ve teknik alt yapı çalışmaları ile ön hazırlıkları tamamlama görevi APE tarafından AMB’ye verilmiştir. Bugün itibariyle modern merkez bankacığında en iyi örneği teşkil eden AMB gerek bağımsızlıkta gerekse hesap verilebilirlikte, özelliklede şeffaflıkta dünyanın önde giden merkez bankası konumundadır. 48 Journal of Life Economics 2014/1 Kaynakça ALPARSLAN, M., 1997, Avrupa Merkez Bankaları Sistemi ve Milli Merkez Bankaları, Bankacılar Dergisi, 20, 34-51. BOZKURT E. ve ÖZCAN M., 2001, Subsidiarite İlkesi (İkincillik İlkesi) ve Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecine Etkisi Üzerine Bir Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 1-21. DEMİRHAN, E., 2003, Avrupa Merkez Bankası ve Euro’nun Türkiye Ekonomisine Muhtemel Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde Üniversitesi. ECB/Publication, 2011, The European Central Bank The Eurosystem The European System of Central Banks [online], ECB, http://www.ecb.int/pub/html/index.en.html, [Erişim Tarihi: 10 Şubat 2014]. ECB, ESCB and the Eurosystem, http://www.ecb.int/ecb/orga/escb/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 10 Şubat 2014]. ECB, Tasks, http://www.ecb.int/ecb/orga/tasks/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 12 Şubat 2014]. ECB, Executive Board, http://www.ecb.int/ecb/orga/decisions/eb/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 12 Şubat 2014]. ECB, General Council, http://www.ecb.europa.eu/ecb/orga/decisions/genc/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014]. ECB, Organisation, http://www.ecb.int/ecb/educational/facts/orga/html/or_019.en.html [Erişim Tarihi: 14 Şubat 2014]. ECB, Independence, http://www.ecb.int/ecb/orga/independence/html/index.en.html [Erişim Tarihi: 18 Şubat 2014]. ECB, Governing Council, http://www.ecb.int/ecb/orga/decisions/govc/html/index.en.html Tarihi: 14 Şubat 2014]. FED, Board of Governors of the http://www.federalreserve.gov/aboutthefed/mission.htm , Federal Reserve System, [Erişim Tarihi: 10 Şubat 2014]. [Erişim Mission, HOCA, B., 2008, Bankacılıkta Doğrudan Yabancı Yatırımlar: 1994 Sonrası Dönüşüme Marksist Bir Yaklaşım, Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi. KARADAĞ, M., 2007, Modern Merkez Bankacılığına İki Örnek: FED ve Avrupa Merkez Bankası, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yıldız Teknik Üniversitesi. OKTAR, S., 1996, Bağımsız Merkez Bankacılığının Saygın Örneği: Bundesbank, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 6, 37-44. GEDİKKAYA T. ve GÜRLER C., 1999, Ekonomik ve Parasal Birlik Hazırlıkları ve Avrupa Merkez Bankası, TCMB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Ankara. TCMB, Kâğıt Paranın Tarihçesi, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/egm/b001000.html [Erişim Tarihi: 17 Şubat 2014]. UZDİL, P., 1997, Avrupa Para Birliği Sürecinde ‘TARGET’ Projesi, Bankacılar Dergisi, 20, 29-33. YILMAZ, İ., 2006, Merkez Bankası Bağımsızlığı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Avrupa Merkez Bankaları Sistem ve Federal Reserve Sistem, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dicle Üniversitesi. 49 Journal of Life Economics 2014/1 YÜCEMEMİŞ B., 2005, Parasal Birlik, Avrupa Merkez Bankası ve Türkiye’ye Yansımaları, Derin Yayınları, İstanbul. 50 Journal of Life Economics 2014/1 KYOTO PROTOKOLÜ VE KOPENHAG MUTABAKATININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Araş. Gör. Dr. Özge UYSAL ŞAHİN Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi [email protected] 1. GİRİŞ Sanayileşmeyle birlikte insanoğlunun faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera-gazlarının atmosfer içindeki emisyon oranlarının çok önemli miktarda artması, son yüzyılda ciddi artış gösteren küresel ısınma ve buna bağlı felaketlerin en önemli nedenini oluşturmaktadır. Küresel yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşerek, gittikçe artmaktadır. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin verilerine göre son yüzyılda yeryüzü sıcaklığı ortalama 0,6°C artmıştır. 1990-2100 yılları arasında yer yüzeyi ısısının ortalama olarak 1,4-5,8°C arasında artış göstereceği öngörülmektedir. Küresel ısınmaya bağlı olarak ortaya çıkacak iklim değişikliği sonucunda oluşacak kasırgalar, seller veya aşırı kuraklıklar gibi felaketler hem biyo-çeşitliliği hem de hayvan türlerinin geleceğini tehdit etmektedir (IPCC, 2001: 11). Dünya genelinde çevre bilincinin ortaya çıkması ve çevresel bozulmanın canlı yasamı üzerinde ciddi tehditler oluşturmaya başladığının anlaşılmasıyla birlikte, uluslararası alanda bazı adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler (BM) himayesi altında uluslararası görüşmeler başlamış ve 1992 yılında Rio Zirvesi (BM Çevre ve Kalkınma Konferansı) gerçekleştirilmiştir. İklim değişikliğine neden olan sera gazları emisyonlarının azaltılmasına yönelik, özellikle gelişmiş ülkelerin ciddi önlemler alması konusu gündeme getirilmiş ve sonucunda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu amaca yönelik olarak, daha sonra 1997’de Kyoto’da bir araya gelen BM ülkeleri, daha somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar almışlardır (Karakaya ve Özçağ, 2003: 3). Son olarak, küresel ısınma ve çevreyi korumaya yönelik önlemlerin tekrardan gündeme getirilip güçlendirilmeye çalışıldığı Aralık 2009’daki Kopenhag İklim Zirvesi ise başarısı oldukça tartışma yaratan bir konferans olmuştur. Bu bağlamda, bu çalışmada öncelikle Kyoto Protokolünden bahsedilecektir ve Protokolün amacı, yükümlülükleri ve etkileri kısaca ele alınacaktır. Sonrasında ise Kopenhag İklim Zirvesi hakkında bilgi verilecek ve son olarak da Kyoto Protokolü ve Kopenhag İklim Zirvesinin karşılaştırmalı bir değerlendirmesi yapılarak çalışma tamamlanacaktır. 2. KYOTO PROTOKOLÜ Kyoto Protokolü, 1992 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) bir ek olarak 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde kabul edilmiştir. Protokolün resmi olarak yürürlüğe girebilmesi için gereken şartlardan birincisi bu Protokolü en az 55 ülkenin imzalaması; ikincisi ise imzalayan ülkelerin 1990 yılındaki sera gazı salınımı seviyelerinin yeryüzündeki toplam sera gazı seviyesinin en az % 55’ini oluşturuyor olması şeklinde belirtilmiştir. Bu şartlar ancak Protokolün imzaya açılmasından yaklaşık 8 yıl sonra, Rusya’nın katılımı ile gerçekleşebilmiştir. Protokol, Rusya’nın 18 Kasım 2004'te katılmasıyla 90 gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe 51 Journal of Life Economics 2014/1 girmiştir (Durgun ve Dilek, 2009: 3-4). Aralık 2006 tarihinde toplam 189 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır. Kyoto Protokolündeki amaç, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Protokol, sanayileşmiş ülkelerin sera gazı salımlarını 2010 yılına kadar 1990 yılına oranla %5,2 düşürmelerini öngörülmektedir. Başarılı bir şekilde uygulanması durumunda Kyoto Protokolü 1,4°C ile 5,8°C arası sıcaklık artışı tahminini 0.02 ile 0.28°C arasında düşürebileceği tahmin edilmektedir (IPCC, 2001: 11). Kyoto Protokolü de, BMİDÇS’de olduğu gibi, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklı yükümlülükler getirmektedir (Grubb, 2003: 144). Bu bağlamda, Ek 1’e dahil olan ülkelerin (OECD, AB ve eski sosyalist Doğu Avrupa ülkeleri) sera-gazı emisyonlarını 20082012 bütçe döneminde 1990 seviyesinin %5 altına indirmeleri gerektiği belirtilmiştir. Belirtilen bu hedef, “BMİDÇS” kapsamında iklim değişikliğini önlemeye yönelik atılan ilk esaslı adım olarak görülmektedir. Kyoto Protokolüne göre bu hedefe ulaşırken bazı ülke veya blokların emisyon indirgeme hedefleri farklılık göstermektedir. Mesela, AB için ortalama olarak %8, ABD için %7, Japonya için %6 ve Rusya için %0 hedefleri belirlenmiştir (Green Destinity Council, 2004: 8). Ek-I dışı ülkeler ise emisyonlarını indirme zorunluluğu olmayıp gönüllülük esasına göre sera gazı emisyonlarını azaltabileceklerdir (Durgun ve Dilek, 2009: 4). Ek II ülkeleri de, Ek I’de belirtilen yükümlülüklere ilave olarak, Ek’ler dışındaki gelişmekte olan ülkelere, iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda finansal ve teknolojik destek sağlamakla yükümlü kılınmışlardır (Karakaya ve Özçağ, 2003: 4). Kyoto Protokolünde belirlenen temel başlıklar kısaca şunlardır (Wikipedia, 10.09.2013): • Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek, • Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek, • Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak, • Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek, • Fosil yakıtlar yerine örneğin bio-dizel yakıt kullanılacak, • Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek, • Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak, • Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak, • Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır. Protokolde belirlenen diğer bir önemli husus ise EK I ülkelerinin sera-gazı emisyon oranlarını azaltmak için uygulayacakları ulusal politikalar haricinde, ek olarak “Kyoto Mekanizmaları” olarak da bilinen üç esneklik mekanizmasını uygulayarak belirlenen hedeflere ulaşabilecek olmalarıdır. Kyoto Protokolü’nü diğer uluslararası çevre sözleşmelerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi olan esneklik mekanizmaları, gelişmiş ülkelere, sera gazı salımlarını düşürme ve buna bağlı olarak da iklim değişikliğinin 52 Journal of Life Economics 2014/1 etkilerini azaltmaya yönelik etkinliklerini en düşük maliyetle yerine getirmek için, ulusal sınırlarının dışına çıkma gibi bir kolaylık sağlamaktadır (Türkeş ve diğerleri, 2000: 87). Diğer ülkelerle ortak hareketi gerektiren bu esneklik mekanizmaları: temiz kalkınma düzeneği, ortak yürütme ve salım ticaretidir. 1. Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism): Protokolün 12. maddesinde düzenlenmiştir. Temiz Kalkınma Mekanizmasının amacı, “Ek-I Dışı Taraflara, sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirme, Sözleşmenin (BMİDÇS) nihai amacına katkıda bulunma ve Ek-I Taraflarına 3. Maddedeki sayısallaştırılan salım sınırlama ve azaltım yükümlülüklerini yerine getirmeleri noktalarında destek olmaktır (Durgun ve Dilek, 2009: 4). Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş bir ülke, emisyon hedefi belirlememiş az gelişmiş bir ülke ile işbirliğine giderek, o ülkede sera-gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik projeler yaparsa sertifikalandırılmış emisyon azaltma kredisi (certified emisson reductions) kazanmakta ve bu krediler toplam hedeften düşülmektedir (Barret, 1998: 30-31). Bu mekanizma, Temiz Kalkınma Mekanizması İcra Kurulu tarafından idare edilmektedir. Her bir proje faaliyetinden elde edilen onaylı salım azaltımları, Taraflar Konferansınca yetkilendirilen yetkili kuruluşlar tarafından belli kriterler esas alınarak onaylanmaktadır. Bu kriterleri şu şekilde sıralamak mümkündür (Durgun ve Dilek, 2009: 4): (a) Sürece dahil olan Taraflardan her birinin gönüllü katılımı; (b) İklim değişikliğinin önlenmesi ile ilgili gerçek, ölçülebilir ve uzun vadeli yararlar; (c) Onaylı proje etkinliklerinin, etkinliklerin gerçekleşmediği koşullarda ortaya çıkan salımların azaltılmasında ek bir katkı sağlaması. 2. Ortak Yürütme Mekanizması (Joint Implementation): Protokolün 6.maddesinde düzenlenmiştir. Ek 1 ülkelerinde sınır ötesi yatırımlarda uygulanmaktadır (Grubb, 2003: 154). Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş bir ülke, emisyon hedefi belirlemiş diğer bir ülkede, emisyon azaltıcı projelere yatırım yaparsa o ülkeden emisyon azaltma kredisi (emission reduction unit ) kazanmakta ve kazanılan bu krediler toplam hedeften düşülmektedir (Karakaya ve Özçağ, 2003: 5). Emisyon azaltma kredisi kazanılabilmesi veya aktarılabilmesi için şu dört koşul yerine getirilmelidir: (Türkeş ve diğerleri, 2000: 88) (a) Projenin müdahil Tarafların onayının alınması; (b) Projenin sera gazlarının kaynaklarca salımını azaltması ya da yutaklarca uzaklaştırılmasını arttırma yönünde, ek bir katkı sağlaması; (c) Hiçbir ülkenin salımları öngören bir ulusal sistem kurmadığı (md. 5) ve kendi ulusal bildirimini (md. 7) göndermediği sürece herhangi bir salım azaltım birimi alamaması ve (d) Salım azaltım birimlerinin alınması, 3. Maddedeki yükümlülükleri karşılamak amacıyla yapılan ülke içi faaliyetlere bir ek olacaktır. Ortak Yürütme’nin Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan farkı; Temiz Kalkınma Mekanizması Ek-I ve Ek-I dışı taraflar arasında uygulanırken, Ortak yürütme, Ek-I tarafları arasında gerçekleştirilmektedir. 3. Emisyon Ticareti (Emission Trading): Protokolün 17.maddesinde düzenlenmiştir. Bu mekanizmaya göre emisyon hedefi belirlemiş ülkelerin taahhüt ettikleri hedef indirimi tutturmak için, ilave olarak kendi aralarında emisyon ticareti yapabilmelerine imkan tanınmaktadır. Söz konusu madde uyarınca, sera-gazı emisyonunu belirlenen hedeften daha fazla miktarda azaltan bir Ek 1 ülkesi, gerçekleştirmiş olduğu söz konusu bu ek indirimi, başka bir taraf ülkeye satabilmektedir (Karakaya ve Özçağ, 2003: 5). Emisyon ticareti 53 Journal of Life Economics 2014/1 yoluyla, özellikle sanayisi gelişmiş zengin ülkeler ile pazar ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler arasında emisyon kredilerini satmaya ve almaya izin verecek olan bir “emisyon ticareti rejimi‟ kurulmaktadır. Bu rejim, tarafların emisyonlarına bir sınır getirmekte ve ardından taraflara kendileri için ayrılmış olan emisyon tutarlardan bir bölümünün ticaretini yapmalarına izin vermektedir. Kendisi için belirlenmiş tutardan daha az emisyon üreten taraf ülke, kullanmadığı miktarı kendisi için belirlenmiş emisyon miktarından daha fazla emisyon yapan gelişmiş ülkelere satabilmektedir (Durgun ve Dilek, 2009: 6). Emisyon haklarını satan ülkelerin elde edecekleri kazançla emisyonlarını azaltmaya yönelik yatırımlar yapacağı öngörülmektedir. Bununla birlikte, bir ülkenin Protokolde kendisine ayrılmış tutarı aşması durumunda nasıl bir yaptırımla karşılaşacağı konusunda bir düzenleme yer almamaktadır. Bu eksiklik de istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Son yıllarda ülkelerin CO2 emisyonlarına bakıldığında emisyon ticareti bakımından en büyük alıcılar ABD (eğer protokolü imzalarsa), Japonya ve İtalya, Hollanda ve Almanya gibi bazı AB ülkeleri, en önemli satıcılar ise Rusya, Ukrayna ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri olduğu görülmektedir. Rusya Federasyonu ve Ukrayna’nın emisyon miktarları Protokol yükümlülüklerinin çok altında bulunmaktadır. Eğer Protokol ile emisyon ticaretine izin verilmeseydi, Rusya Federasyonu ve Ukrayna emisyon haklarını başka ülkelere satmayacaklar ve atmosfere fazladan sera gazı salınmayacaktı. Böylece gelişmiş ülkelerin toplam sera gazı salımları 1990 düzeyinden yaklaşık % 7-12 daha az olacaktı. Ancak birçok gelişmiş ülke salım ticaretine sıcak baktığı için bu mekanizmanın ortadan kaldırılması şu an için mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle emisyon ticareti mümkün olduğu kadar sınırlandırılması gerekmektedir (Türkeş ve diğerleri, 2000: 95; Yılmaz, 2008: 75-76). Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler Kyoto Protokolüne kendi açılarından yaklaşmakta ve Protokolü kendi menfaatleri çerçevesinde değerlendirmektedirler. Bu noktada gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin salım azaltma noktasında yükümlülük sahibi olmamasını eleştirmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerse atmosferin gelişmiş ülkeler tarafından salınan sera gazları neticesinde kirlendiğini, bunun bedelini de onların ödemesi gerektiğini savunmaktadırlar (Kakaç, 2005: 2). Hem bu nedenle, hem de kalkınmakta olan ülkelerin emisyon salım oranlarının gelişmiş ülkelere göre düşük olması nedeniyle gelişmekte olan ülkelere Protokol’de emisyon sınırlama hedefi koyulmamıştır. Bu karşıt görüşler arasında ise bir yandan Protokolün yürütülmesine çalışılırken bir yandan da Kyoto sonrası süreç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Gelişmiş ülkeler arasında ABD sera gazı salınım oranları bakımında dikkat çekmektedir. ABD Kyoto protokolüne 1997 yılında Bill Clinton döneminde imza atmış olmasına rağmen, 2001 yılında George Bush döneminde protokolü reddetmiştir. Buna gerekçe olarak da emisyon azaltmak için yapacağı yatırımların ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatını arttıracağı ve bu yüzden pazar kaybı, işsizlik, ekonomik ve benzeri kayıplara uğrayacağını ileri sürmektedir (Özmen, 2009: 45). ABD’nin protokolden çekilmesinin bir başka gerekçesi de Çin ve Hindistan gibi ülkelerdir. Buna göre, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliği ile mücadelede bir yükümlülük altına girmemekte ve protokolün yükümlülüğü sadece gelişmiş ülkelere verilmektedir. Bununla birlikte söz konusu ülkeler ciddi oranda emisyonda bulunmaktadır (Paketçi ve diğerleri, 2008). Bu ülkelerin Protokolü imzalamalarının altında Protokol sonrası sürece, yani 2012 sonrasına yön verme ve esneklik mekanizmalarından yararlanma nedenlerinin yattığı söylenmektedir (Durgun ve Dilek, 2009: 9). Türkiye ise, BMİDÇS’de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri ile birlikte, gelişmişlik düzeyi ile bağdaşmayacak şekilde, Ek- I ve Ek-II listelerinde yer almış, 54 Journal of Life Economics 2014/1 bu nedenle de sözleşmeye imza atmamıştır. Ancak, Ek-II’den çıkarılması sonucunda, Ek-I ülkesi olarak sözleşmeye taraf olmuştur. Türkiye 2004 yılında 181. ülke olarak çerçeve sözleşmesine katılmış bulunmaktadır. Bunun sonucunda sera gazı envanterini de ilk kez 2006 yılında açıklamıştır. Ardından 5 Haziran 2008 tarihinde Protokolün imzalanmasına ilişkin tasarı Meclise sunulmuştur. Türkiye'nin, Kyoto Protokolünü imzalamasına ilişkin kanun tasarısı 05.02.2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmıştır. Böylece protokole taraf olan Türkiye’nin 2012’ye kadar hiçbir yükümlülüğü olmayacak fakat 2012’den sonra yükümlülük altına girecektir (Tüzüner, 2008: 17). Öte yandan, 1990–2006 arası sera gazı salımı artışında Türkiye %95.1’lik artış oranı ile Kyoto Protokolü Ek-1 ülkeleri arasında ilk sırada yer alırken; sera gazı salımı sıralamasında ise yaklaşık %1 ile en fazla sera gazı salan 20 ülke arasında yer almıştır. Emisyon Envanterleri Sentez Raporu'na göre Türkiye’nin 2006 yılında yaklaşık 332 milyon ton olan sera gazı emisyonları, 2007 yılında 372 milyona ulaşmış durumdadır. 1990- 2007 yılları arası gerçekleşen yüzde 136’lık artış, Türkiye’yi Ek 1 ülkelerinin içinde emisyonlarını en çok arttıran ülke haline getirmiştir. Türkiye’yi yüzde 82 ile İspanya ve yüzde 55 ile Avusturya izlemektedir. Türkiye’nin sera gazı emisyonları 80’li yılların ortalarından itibaren hızla artmaya başlamış ve ekonomik krizlerin hissedildiği 1988, 1994, 1999 ve 2001 yılları dışında devamlı artmıştır. (Baykan ve Peker, 2009: 4). Protokolün ilk dönem için başarı düzeyine bakıldığında bunun istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. Çünkü salınımdan en fazla sorumlu olan gelişmiş ülkeler Protokolü imzalamamakta ve sorumluluk almamakta direnmektedirler. Protokolü imzalayan diğer gelişmiş ülkeler ise, kendi salınımlarında azaltmaya gitmek yerine esneklik mekanizmalarını kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu mekanizmalar salınımlara ek olarak kullanılması gerekliyken, bazı ülkeler indirime gitmeden direk bu mekanizmalarla yükümlülüklerini gidermeye çalışmaktadırlar. Her sene taraflar toplantısı yapılmasına rağmen, Protokolün 2012 sonrası için henüz belirlenmiş herhangi bir yükümlülüğü yoktur ve 2012 sonrası halen belirsizliğini korumaktadır. Bu belirsizlik gelişmiş ülkelerin bile taraf olma konusunda çekinceli davranmasına ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesine neden olmaktadır. Bu durum da protokolün tüm dünyanın çıkarına hareket etmesini kısıtlamaktadır (Tüzüner, 2008: 17). Kyoto’nun tartışma konularından biri kalkınmakta olan ülkelere emisyon sınırının getirilmemesidir. Bu ülkeler atmosferi asıl kirletenlerin gelişmiş ülkeler olduğunu ve sorumlulukları onların üstlenmesi gerektiğini söylemektedirler. Fakat günümüzde bazı gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri hızla büyümekte ve ciddi oranlarda emisyon salınımı yapmaktadırlar. Protokolün ikinci dönemi için Bali görüşmelerinden sonra protokolün bazı maddelerde değişiklik yapılmaya çalışılmıştır. Bu değişikliklerden biri de gelişmekte olan ülkelerin de yükümlülük altına sokulmaya çalışılmasıdır. Bunun için az gelişmiş ülkelere “ölçülebilir, raporlanabilir, doğrulanabilir bir biçimde salım indiriminde” bulunması çağrısı yapılmıştır. Ayrıca Bali görüşmelerinde Ek I ve Ek II ülkeleri yerine gelişmiş ve az gelişmiş ülke terimleri kullanılmıştır (Burleson, 2008: 5). İkinci dönem için yeni düzenlemelerin görüşülmesi ve ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin de bu sürecine dahil edilmesi, Bali görüşmelerinin artısı olarak görülebilir (Duru, 2008: 207). Bunun yanında, Protokolde yer alan ormansızlaşma maddesi, gelişmiş ülkeler için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çünkü zaten ormanlık olan bölgede, ormansızlaşma projesine maddi destek sağlayarak salım indiriminden kaçınabilmektedirler. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin yetkililerinin, ormanları temsil eden kredileri gelişmiş ülkelere satarak, ormanları da dünya karbon piyasasının içine sokmaları söz konusu olmaktadır (Duru, 55 Journal of Life Economics 2014/1 2008; 211). Böylece gelişmiş ülkeler, çok uluslu şirketler ve uluslararası örgütlerin talepleri doğrultusunda yoksul ülkelerin gelişme biçimlerini şekillendirmiş olmaktadır (Angus, 2008). Ayrıca protokolün, atmosferi ülkelere paylaştırarak küresel ticarete açan bir ticari anlaşma olduğu yönünde düşünceler bulunmaktadır. Protokolde esneklik mekanizmaları ve karbon ticaretinin karlı bir yatırım fırsatı olarak sunulması ve yasaklardan çok teşviklerin üzerinde durulması sonucu, bu protokolün küresel ısınmaya karşı ideal bir iklim politikası olmaktan uzaklaştığı ileri sürülmektedir (Kayabaşı ve diğerleri, 2008). Taraflar toplantılarında ülkelerin söz hakkı da Protokolde kafa karıştıran diğer bir durumdur. Her ülkenin bir oyu olmasına rağmen, bu oyların sadece kağıt üzerinde kaldığı, gelişmiş ülkelerin bir şekilde üstünlüklerini diğer ülkelere kabul ettirdikleri görülmektedir. Çünkü azgelişmiş ülkelerin toplantılardaki temsilcileri yalnızca meteorolog ya da mühendislerden oluşmakta iken, gelişmiş ülkelerin temsilcileri konuyu iyi bilen deneyimli müzakerecilerden oluşmaktadır (Shanahan, 2007: 1). Bu da gelişmiş ülkelerin toplantılarda daha üstün bir duruma gelmesini sağlamaktadır. İklimle uğraşan birçok bilim adamı, Kyoto Protokolü'nde belirlenen hedeflerin, sorunun yalnızca yüzeyine temas edebildiğini söylemektedir. Anlaşma sanayileşmiş ülkelerin salımlarını yüzde 5 oranında düşürmeyi hedeflerken, iklimle uğraşan birçok bilim adamı, küresel ısınmanın sonuçlarının önünü alabilmek için, katılımcıların salımlarını yüzde 60 oranında azaltması gerektiğini ifade etmektedir. Bu durum, anlaşmanın bir işe yaramadığı ve ABD'nin desteğinden yoksun kaldığında, geri kalmış bir anlaşma olacağı yönünde eleştirilere neden olmaktadır (Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir?, 27.12.2009 ). Ancak, gedikleri olmasına karşın, Kyoto'nun yokluğunun bir felaket olacağını, zira Kyoto'nun ilerideki görüşmeler için bir çerçeve oluşturduğunu söyleyenler de mevcuttur. Bu tür bir çerçevenin yeni baştan oluşturulması, bir on yıl daha alabileceği ifade edilebilir. Bunun yanında, Kyoto’ya bir takım alternatif sunanlar da mevcuttur. Giderek daha fazla destek bulan bir yaklaşım, dünyadaki her bireye eşit miktarda bir gaz salım kotası verilmesi ilkesine dayanmaktadır. "Kısma ve Birleştirme" adıyla anılan bir başka teklifse, zengin ülkelerin salımlarını "kısma" oranlarının, toplamda, bilim adamlarının gezegenimizin kaldırabileceğini düşündüğü kirlenme miktarına denk düzeyde "birleşmesi" amacına göre ayarlanmasını önermektedir. Birçok kişi gerçekçi olmadığını düşünse de, bu öneri BM Çevre Programı ve Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından desteklenmektedir (Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir?, 27.12.2009). Sonuç olarak, önemli bir ilk adım olan Kyoto Protokolü, ne yazık ki tek başına yeterli değildir. Protokolün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli uzmanları, Kyoto Protokolü'nün eksiksiz uygulanması halinde bile dünyaya en fazla 10 yıl zaman kazandırabileceğini ve küresel ısınmayı durdurabilmek için çok daha radikal önlemlere gerek olduğunu söylemektedirler Foster (2007) iklim değişikliği ve buna karşı alınan önlemleri şu şekilde değerlendirmiştir; “Amaç kuşkusuz gezegenin korunmasıdır; ancak aynı zamanda kapitalizmin de tamamen muhafaza edilmesi şartı ile…”. Bu ifade mevcut sistemlerin iklim değişikliğini ve karşı önlemleri ele alış şeklini çok iyi bir şekilde özetlemektedir. Diğer bir ifadeyle, hem meta ekonomisinin sınırsız büyümesi istenmekte, var olan tüketim kalıplarının, güç ve sınıf ilişkilerinin korunması beklenmekte, hem de tüm bunlara karşın iklimin aynı kalması için buna uygun çözüm yolları aranmaktadır (Ercan, 2007: 5). 56 Journal of Life Economics 2014/1 3. KOPENHAG ZİRVESİ VE MUTABAKATI 2012 sonrası yeni iklim rejiminin çerçevesinin belirlenmesi amacıyla 7-18 Aralık 2009 tarihlerinde, 192 ülke Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMDİÇS) 15. Taraflar Konferansı için Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da bir araya gelmiştir. Bu zirvede iklimle ilgili çok çeşitli konular ele alınmış ve tüm dünyanın gözleri bu zirveye odaklanmıştır. Zirve, yoğun tartışmaların yaşandığı ve ABD ile Çin'in adeta köşe kapmaca oynadığı bir ortama sahne olmuştur. ABD ile Çin'in son yıllarda yaşadığı küresel rekabet iklim değişikliği zirvesine de yansımıştır. Çin, hiçbir şekilde gaz salınımı oranını düşürmek istemez ve kendi üzerinde oluşturulacak uluslararası kontrol sistemine karşı çıkarken; ABD, Çin'in ekonomik büyümesini kontrol altına almak ve bu devleti kendi uzmanlarıyla da yakından kontrol etmek amacıyla Çin'in gaz salınım oranlarının uluslararası bir komisyon tarafından sürekli kontrol edilmesi talebinde bulunmuştur. ABD, Çin'in itirazını örnek göstererek kendi de gaz salınım oranlarını beklenen seviyede düşürmeyeceğini ortaya koyarken, AB ve Japonya gibi küresel aktörler bu iki devletin üzerinde bir baskı oluşturarak istenilen sonuca ulaşmaya çalışmışlardır (Tüysüzoğlu, 30.12.2012). Bu bağlamda, son dakikaya kadar anlaşma sağlayamayan taraflar zirvenin bitiminde iklimin korunması konusunda asgari müşterekte buluşmuştur. Yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok 'uzlaşı' niteliği taşıyan ''Copenhagen Accord'' başlıklı Kopenhag mutabakat metni ABD, Çin, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan’ın bulunduğu 30 ülke tarafından imzalanmıştır. Sürecin dışında tutulan küçük ülkeler bu duruma büyük tepki göstermişlerdir (Samsunlu, 2009). Zirve başlamadan önce uluslararası toplumun müzakerelerden kapsamlı ve bağlayıcı bir anlaşma ile çıkması beklenmekteydi. Fakat, İki yıl süren müzakereler ve 12 gün süren yoğun toplantıların ardından yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşmanın çıkmadı. Bunun de temel nedeni, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden olan iklim değişikliği gibi küresel bir sorun ile mücadelede devletlerin ulusal çıkarları ötesinde bir politik irade gösterememeleri olduğu ifade edilebilir (Baykan, 2009:1). Mutabakat metninde küresel ısınmada etkili olan sera gazı salınımının önemli oranda kısıtlanması gereğinin bilimsel açıdan da desteklendiği vurgulanarak, ''bu çerçevede küresel sıcaklık artışının 2 dereceden daha az olmasını sağlamak amacıyla gaz salınımında kısıtlama yapılması gerektiği'' ifade edilmiştir. Ancak bağlayıcı emisyon hedefleri daha sonraya kalmıştır. Orta vadede yani 2020 yılına kadar hiçbir hedef öngörülmezken, müzakereler boyunca telaffuz edilen 2050 yılına kadar küresel sera gazı emisyonlarının %50 azaltılması hedefi de (gelişmiş ülkeler için %80) mutabakata girememiştir (Kopenhag İklim Zirvesi,02.01.2011) 2 dereceye yönelik karar, başta Afrika ülkeleri olmak üzere iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelerin yoğun tepkisi ile karşılaşmıştır. Ada devletleri müzakereler boyunca küresel sıcaklık artışının 1,5 derecede tutulmasını aksi takdirde uluslarının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya geleceklerini söylemişlerdir. 26 kilometrekare yüzölçümüne, 11 bin nüfusu sahip ve deniz seviyesinden sadece bir kaç metre yüksekte bulunan Tuvalu müzakerelerin 4. gününde, Kopenhag anlaşmasının yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma olmasını talep ederek müzakerelerin askıya alınmasını sağlamıştır. (Baykan, 2009: 2) Mutabakatın 4. Maddesi ise Ek-1 ülkelerinin bireysel veya ortak şekilde 2020’ye kadar emisyon indirim hedeflerini 31 Ocak 2010’a kadar Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na bildirmeleri gerektiğini söylemektedir. Gelişmekte olan ülkelerden de sera gazlarını azaltmaya yönelik eyleme geçmeleri, bu alandaki çabalarının yine 57 Journal of Life Economics 2014/1 kendileri tarafından gözlemlemesi ve gözlem sonuçlarını iki yılda bir BM'ye iletilmesi öngörülmektedir (UN, 2009: 2) Kopenhag Zirvesi’nde çıkan belki de tek olumlu ve somut kararlardan biri gelişmekte olan ülkelere yapılacak mali yardım ile ilgili olmuştur. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ile mücadele etmeleri için fon sağlaması kararına varılmıştır. 20102012 yılları arasında 30 milyar $’lık fon ayrılacak ve iklim değişikliği ile mücadele ve uyum arasında dengeli bir biçimde dağıtılacaktır. 2010-2012 yıllarını kapsayan kısa vadeli dönemde Avrupa Birliği’nin 10,6 milyar dolar, Japonya’nın 11 milyar dolar ve ABD’nin 3,6 milyar dolar vaat ettiği belirtilmiştir. Fon gelişmekte olan ülkelerin ormansızlaşmayı azaltmalarında, teknoloji geliştirilmelerinde ve transfer etmelerinde kullanılacaktır. İklim değişikliğine uyumda, en az gelişmiş ülkeler ve ada devletlerinin önceliği gözetilecektir. 2012’den sonra ise 2020’ye kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulacaktır. Bu fonun kamusal ve özel, ikili ve çok taraflı kaynaklardan sağlanacağını belirten mutabakat ayrıca Copenhagen Green Climate Fund- Kopenhag Yeşil İklim Fonu’nun kurulmasını da karara bağlamıştır (Verdantix, 2009: 3-4). Metinde denetim konusu da, süreçte uluslararası denetim yapılabileceği, ancak bunun inceleme yapılacak ülkenin egemenlik hakkına saygı çerçevesinde gerçekleştirilebileceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu konu, özellikle Çin'in uluslararası denetime karşı çıkması nedeniyle zirve süresince üzerinde en fazla tartışılanlar arasında yer almıştır (Tüysüzoğlu, 30.12.2012). Türkiye açısından da Kopenhag Zirvesini’nin önemine bakmak da yarar var. Kopenhag’da müzakerelerde bağlayıcı bir anlaşma çıkmayacağının anlaşılması üzerine Türkiye heyetinin Baş müzakerecisi Mithat Rende, Türkiye’nin karbon emisyonu indirimine dair herhangi bir hedef açıklamayacağını ifade etmiştir. Zaten Zirve öncesi açıklanan hedef de diğer ülkelere oranla oldukça düşük kalmıştır (Baykan, 2009: 3-4). Bununla beraber, Kopenhag İklim Zirvesi sonrasında Türkiye'nin AB katılım süreci çerçevesinde çevre faslı müzakereye açılmıştır. Sonuç olarak, Kopenhag’da, Kyoto Protokolü ile 2008-2012 aralığında azatlım hedefi alan ve emisyonların yaklaşık %25’inden sorumlu gelişmiş ülkelerin (AB Ülkeleri, Japonya, Rusya gibi) 2012 sonrası için alacağı yeni hedefler belirlenmemiş; dünya emisyonlarının %20’sinden sorumlu olan ABD’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasına dair gelişme olmamıştır. Dünya emisyonların %40’ını oluşturan Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika gibi ülkeler de, hukuki olarak bağlayıcı bir azaltım/sınırlama hedefi almamıştır (Kopenhag İklim Zirvesi,02.01.2011). Obama, varılan uzlaşmayı “mantıklı” ve “benzersiz” olarak nitelerken, mutabakatın iklim değişikliğiyle mücadele için imzalanacak kalıcı bir antlaşmanın ilk adımı olduğunu belirtti. Çeşitli uluslararası kuruluşlar (G77, Dünyanın Dostları Sivil Toplum Örgütü, GREENPEACE) Kopenhag Zirvesi sonrası ortaya konan mutabakat metnini tam bir başarısızlık olarak görmüşlerdir. “Brot für die Welt” adlı Protestan yardım örgütü, “küresel iklim politikası tuzla buz olmuştur” açıklamasını yaparken, Friends of the Earth International adlı çevre koruma derneğinden Nnimmo Bassey, “sonucun fakir ülkeler için felaket niteliğinde” olduğunu kaydetmiştir. Almanya Federal Çevre Bakanı Norbert Röttgen de elde edilen sonucun tatmin edici olmadığı mesajını vermiştir. Röttgen, Alman birinci televizyon kanalı ARD'ye verdiği demecinde “ABD ve Çin gibi sera gazı emisyon hacmi büyük ülkelere ihtiyacımız var. Bu yüzden can sıkıcı olsa da bazı tavizleri kabul ettik” demiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de, "Birleşmiş Milletler'in son derece kritik Kopenhag iklim müzakerelerini Çin'in bozduğunu" ifade etmiştir (Tüysüzoğlu, 30.12.2012). 58 Journal of Life Economics 2014/1 AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barrosso da “hayal kırıklığımı gizlemekte zorlanıyorum” derken;. Kopenhag’daki zirveye katılan Çin delegasyonuysa elde edilen neticeden son derece memnun olduklarını ifade etmiştir. Çin delegasyonun başkanı ve iklim koruma alanındaki baş müzakerecisi Xie Zhenhua, “buluşmada olumlu bir sonuca ulaşıldığını ve herkesin alınan neticeden memnun olması gerektiğini” belirtirken; BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ise yaptığı açıklamada, İklim Zirvesi'nde "başarılı bir sonuç" elde edildiğini söylemiştir. Ban, "daha fazlasını yapak isterdik ancak bu daha başlangıç" yorumunu yapmıştır (Kopenhag İklim Zirvesi,02.01.2011). Kopenhag'da düzenlenen konferans küresel iklimin korunması konusunda uluslararası alanda düzenlenen son toplantı değildir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, yaklaşık 6 ay sonra Bonn'da düzenlenecek yeni bir toplantıyla 2010 yılı sonunda Meksika'da düzenlenecek iklim zirvesine hazırlık yapılacağını kaydetmiştir. 4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Önemli bir adım olan Kyoto Protokolü’nün tek başına yeterli olmadığı görülmektedir. Protokolün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli uzmanları, Kyoto Protokolü'nün eksiksiz uygulanması halinde bile dünyaya en fazla 10 yıl zaman kazandırabileceğini ve küresel ısınmayı durdurabilmek için daha çok önleme gerek olduğunu söylemektedirler (Barret, 1998: 36-37). Bunun yanında, iklimle uğraşan birçok bilim adamı, Kyoto Protokolü'nde belirlenen hedeflerin, sorunun yalnızca yüzeyine temas edebildiği ve küresel ısınmanın sonuçlarının önünü alabilmek için, katılımcıların salımlarını yüzde 60 oranında azaltması gerektiğini ifade etmektedir. Aynı zamanda, çevreyi yüksek düzeyde kirleten ülkelerin, gerçekleşenden daha fazla salım düzeyi hakkı olan ülkelerin kullanılmamış "kredilerini" almasına olanak sağlayan salım değiş tokuşunun da, protokolü nerdeyse işlevsiz hale getirdiği ifade edilebilir. Bununla beraber, eksikleri olmasına rağmen, Kyoto'nun yokluğunun daha kötü olacağı, zira Kyoto'nun ilerideki gelişmeler için bir çerçeve oluşturduğu da çevreciler tarafından dile getirilmektedir. Kopenhag Zirvesi ve bu zirve sonucunda ortaya çıkarılan Kopenhag Mutabakatı’nın ise Kyoto Protokolü ile kıyaslandığında küresel ısınmaya yönelik çok daha başarısız bir adım olduğu ifade edilebilir. Kopenhag Zirvesi daha çok dilek ve temennilerin ön plana çıktığı ve dünya liderlerinin küresel ısınma dışında hemen her konuda toplantı yaptığı bir uluslararası forum ortamı olmuştur. Zirve sonucunda ortaya konan Kopenhag Mutabakatı yasal bağlayıcılığı olmayan daha ziyade bir uzlaşma metni niteliğindedir. Mutabakatta yer alan hedeflerin ise gerçekleştirilmesi zor görünmektedir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelere yardım yapılması yerine getirilmesi şüpheli bir konu olarak görülmektedir; çünkü son ekonomik kriz ve küresel aktörlerin içerisinde bulundukları kötü ekonomik durum, hükümetlerin sadece kendi sorunlarına odaklanmalarına ve küresel sorunlara ikincil önem atfetmelerine neden olmaktadır. Bunun yanında, gaz salınımının denetiminin de ulus devletlerin kendi denetim mekanizmalarına terk edilmesi ve bu oranları BM’ye doğru şekilde bildirmesi pek mümkün görünmemektedir. ABD-Çin Anlaşmazlığının damgasını vurduğu bu zirve, Kyoto Protokolü'nden bu yana hemen hemen hiçbir şeyin değişmediğinin göstergesi olmuştur. Bununla beraber, dünya liderlerinin çoğunun kuvvetli bir irade sergileyerek Kopenhag’da bir araya gelmeleri ve insanoğlu için önemli bir tehdit ve tehlike olarak kabul edilen iklim değişikliği konusunu ciddi ve açıkça tartışma şansını bulmaları önemli bir ilerleme olarak nitelendirilebilir. 59 Journal of Life Economics 2014/1 Kaynakça Angus, Lan (2008), “Time For A Different Kind Of Climate Politics”, Monthly Review, January 13. Baret, Scott (1998), “Political Economy of The Kyoto Protocol”, Oxford Review of Economic Policy, Vol. 14, No. 4: Environmental Policy, Winter. p. 20-39. Baykan, Barış Gençer ve Hande Peker (2009), “Kopenhag Yolunda Türkiye Nerede?”, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu 55, 04 Aralık 2009. Baykan, Barış Gençer (2009), “Kopenhag Zirvesi: Zayıf Mutabakat, Hedefsiz Türkiye”, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu 59, 22 Aralık 2009. Burleson, Elizabeth (2008), “The Bali Climate Change Confrence”, American Soriety of Interritional Law Insights, March 17, 12 (4). Durgun, Ayşe ve Dilek Memişoğlu, (2009), “Kyoto Protokolü ve Bu Süreçte Ortaya Çıkan Paradokslar”, Uluslararası Davraz Kongresi, 24-27 Eylül 2009, Isparta. Duru, Bülent (2008), “Kyoto Protokolünden Halkların Protokolüne, Kyoto Sonrası (2012) İçin İklim Değişikliği Görüşmeleri”, Mülkiye Dergisi, Cilt:32, Sayı: 259, ss.205-214. Ercan, Nilgün (2007), “İklim Değişikliğine Bakış”, Emoenerji Toplumsal Haber ve Araştırma Dergisi, Sayı:3, Ekim 2007, ss:3-5. Green Destiny Council, (2004). Global Climate Change, the Kyoto Protocol, and Penn State University: From Part of the Problem to Part of the Solution, Penn State University. http://www.bio.psu.edu/greendestiny/publications/gdc-kyoto_primer.pdf Grubb, Michael (2003), “The Economics of the Kyoto Protocol”, World Economıcs, Vol. 4, No. 3, July–September, p.143-189. Houghton, John T., Y. Ding, D.J.Griggs, M. Noguer, P.J. van der Linden, X. ai, K. Maskell, and C.A. Johnson (2001), IPCC, Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, USA. Kakaç, Sadık (2005), “Küresel Isınma ve Nükleer Enerji”, TÜBA Günce Dergisi, Kasım, Sayı 32. Karakaya, Etem ve Mustafa Özçağ (2003), Türkiye Açısından Kyoto Protokolü'nün Değerlendirilmesi ve Ayrıştırma (Decomposition) Yöntemi İle CO2 Emisyonu Belirleyicilerinin Analizi”,VII. ODTÜ İktisat Konferansı, 6-9 Eylül 2003, Ankara. Kayabaşı, Gizem, Ali Burak Alıç ve Sevgi Çoşkun, (2008), “Kyoto Protokolü Küresel Isınmayı Mı, Kalkınmayı Mı Durdurur?”, Ege Üniversitesi 11. İktisat Öğrencileri Kongresi, Mayıs, 2008. 60 Journal of Life Economics Kopenhag İklim Zirvesi, 02.01.2011 2014/1 http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5009 Erişim Tarihi: Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir?, http://bianet.org/bianet/print/54452-kyoto-protokolunedir-ne-degildir, Erişim Tarihi: 27.12.2009 Özmen, Tamer (2009), “Sera Gazı, Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü”, THM-453-2009/1, ss.42-46. Paketçi, Merve, Burak Söylemez ve Ahmet Enes Tekcan, (2008), “Kyoto Protokolünün Ülkelerin Ekonomik Kalkınmasına Olan Etkisinin Sektörel Bazda Araştırılması Üzerine Bir Çalışma”, XI İktisat Öğrencileri Kongresi, Küresel Isınma: Ekonomik, Politik Ve Sosyal Etkiler, 8-9 Mayıs 2008. Samsunlu, Ahmet (2009), “Kopenhag İklim zirvesi Bekleneni Vermedi”, http://www.corumhaber.net/index.php?option=com_content&view=article&id=3852:kopenha g-klm-zrves-beklenen-vermed&catid=60:ahmet-samsunlu&Itemid=211, Erişim Tarihi: 22.12.2009 Shannhan, Mike (2007), “A Journalist’s Guide To The Bali Climate Confrence An IIED Briefing” International Institute for Environment and Development, December. Türkeş, Murat, Utku Sümer ve Gönül Çetiner (2000), “Kyoto Protokolü Esneklik Mekanizmaları”, Tesisat Dergisi, Sayı 52. ss. 84-100. Türkeş, Murat (2010), “Kopenhag Uzlaşması: Büyük Bir Hayal Kırıklığı”, Cumhuriyet Bilim ve Teknik, Sayı 1193, ss.14. Tüysüzoğlu, Göktürk, “İklim Zirvesi Fos mu Çıktı?”, http://www.stratejikboyut.com/haber/iklim-zirvesi-fos-mu-cikti--29289.html Erişim Tarihi: 30.12.2012 Tüzüner, Selva (2008), “Kyoto Protokolü Ne Getiriyor?”, Cumhuriyet Enerji Dergisi, Sayı: 6, Haziran, ss.16-17. United Nations (2009), “Framework Convention on Climate Change”, Conference of The Parties Fifteenth Session, Copenhagen, 7-18 December 2009. Verdantix (2009), “Business Implications Of The Copenhagen Accord: Non-Binding Agreement Perpetuates Climate Policy Uncertainty”, Verdantix Ltd, December Wikipedia, Kyoto Protokolü, http://tr.wikipedia.org/wiki/Kyoto_Protokol%C3%BC Erişim Tarihi: 10.09.2013 Yılmaz, Elif (2008), “Karbon Cephesinde Son Durum”, Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt 41, Sayı 488, Temmuz, ss.72-79. 61 Journal of Life Economics 2014/1 62 Journal of Life Economics 2014/1 AHLAK FELSEFESİ BAĞLAMINDA VERGİ VE VERGİLENDİRME AHLAKI Sibel AŞAN Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü YL Öğrencisi Özet Ahlak, bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, yazılı olmayan ve toplumdan topluma değişen kurallardır. Ahlak kavramını belirleyen unsurlar felsefe tarihinde çeşitli şekillerde açıklanmaya çalışılmıştır. Vergi ahlakı kavramı ise, vergi ödeme konusunda içsel bir motivasyon olarak tanımlanmaktadır. Bir devletin kamu harcamalarını erteleyemeyeceğini ve bu harcamaların neredeyse büyük bir çoğunluğunun vergilerle yapıldığı düşünülürse vergi ahlakının önemi yadsınılamaz. Ahlak kavramı, birey ve toplum ilişkisini düzenlerken; vergi ahlakı kavramı toplum ve devlet ilişkisini düzenlemektedir. Anahtar Kelimeler: Ahlak, Vergi Ahlakı, Kamu Etiği JEL Kodları: H3, H89 IN THE CONTEXT OF MORAL PHİLOSOPHY TAX AND TAXATİON ETHİCS Abstract Morality is regulating behavior of individuals in society, the non-writtten and from society to society are changing the rules. Factors that determine the concept of morality have been explained in various ways in the history of philosophy. The concept of tax morale is defined as an intrinsic motivation to paying taxes. A state’s can’t postpone of the public expenditure and these expenditures ıt is believed that almost all of the taxes and if the tax morality is important. The concept of morality, while regulates the relationship between the individual and society; the concept of tax morale are regulates the relationship between society and the state. Keywords: Moral, Tax Morale, Public Morals JEL Codes: H3, H89 1.GİRİŞ Ahlak, toplumda belirli bir düzenin sağlanması ve toplum huzurun korunması için bireylerin uymak zorunda oldukları davranışlardır. Ahlak kavramı bireyden bireye, toplumdan topluma değişmektedir ve ahlakı etkileyen bir çok unsur bulunmaktadır. Felsefe tarihinde ise; ahlak çeşitli şekillerde tanımlanmaya, açıklanmaya çalışılmıştır. Alman felsefesinin kurucusu olarak görülen Immanuel Kant, ahlakı özellikle aklı temel alarak açıklamaya çalışmaktadır. Kant’ın ahlakı salt akılla açıklamasını doğru fakat eksik bulan, George Wilhelm Friedrich Hegel ise ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Bir başka ünlü Alman filozofu Karl Heinrich Marx, ahlaka iki filozoftan da farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak; kavramları açıklamaya çalışmamış; ahlak ile ilgili kavramları ve ilkeleri yaratan koşulların eleştirisi ve bu koşulların değiştirilmesine yönelik fikirler öne sürmüştür. Vergi ahlakı kavramı da, ahlak kavramı gibi belirli bir düzeni sağlamak için gerekli olan belirli davranış kalıplardır. Vergi ahlakı; bireylerin dışsal bir baskı ya da zorlama olmadan, ödemeleri gereken vergiyi zamanında ve yasalara uygun olarak ödemesidir. Ahlakta, birey özellikle ailesine ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumluyken; vergi ahlakında, bireylerin devlete karşı sorumluluğu olarak bu çerçeve biraz daha genişlemektedir. 63 Journal of Life Economics 2014/1 Ahlak kavramı ve vergi ahlakı kavramı tamamen birbirinden ayrı düşünülmese de; her zaman aynı şekilde de anlaşılmamaktadır. Ahlak kurallarına uymayan birey toplum tarafından dışlanırken; vergisini bilinçli olarak ödemeyen, vergi kaçıran ya da vergiden kaçınan bir birey toplum tarafından takdir dahi edilmektedir. Ahlak nasıl bireyden bireye, toplumdan topluma değişiyorsa; Vergi ahlakı da bireyden bireye, toplumdan topluma değişmektedir. Vergi ahlakını etkileyen faktörleri; bireysel faktörler ve bağlamsal faktörler olarak iki şekilde açıklayabiliriz. Bireysel faktörler; SosyoDemografik özellikler, kişisel mali koşullar ve politik tavırlar olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bağlamsal faktörler de; Bölgesel gelirin yeniden dağılımı, vergi düzenlemeleri, ırk ve dil farklılıkları olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bireysel faktörler de, genel olarak mükelleflerin kişisel özellikleri vergi ahlakını etkilerken; bağlamsal faktörlerde ağırlıklı olarak devlet ve vergi toplama yetkisini verdiği kurumlar vergi ahlakı üzerinde etkili olmaktadır. Bu çalışmada; birinci bölümde ahlak kavramı, vergi ahlakı kavramı ve vergi ahlakını etkileyen faktörler anlatılacaktır. İkinci bölümde ise, vergi ahlakı hem mükellefler açısından hem de vergi sistemini uygulayan otorite açısından değerlendirilmeye çalışılacaktır. 2. AHLAK KAVRAMI Türk Dil Kurumunda ahlak kelimesi, bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları şeklinde tanımlanmaktadır. Ahlak, sosyal ilişkilerde ya da kişiler arasında rehberlik sağlamak için geliştirilen kurallardan oluşan düzgüsel bir sistemdir. İşlevi insan ilişkilerini bir sisteme oturtmak ve düzenlemektir (Gökbunar ve diğ.). Ahlak genellikle toplumlarda olumlu anlamlar yüklenen iyilik, dürüstlük, yardımseverlik, sözünde durma, yalan söylememe gibi nitelikleri kapsayan kurallar ve davranışlardan oluşmaktadır. Bir toplumun ahlak kuralları, o toplumun bireylerinin birbirlerine güven duymalarını ve bu sayede birlikte yaşamalarını kolaylaştırmaktadır (Kaynar, 2010). Ahlak kavramı, felsefenin temel tartışma konularından biri olmuştur. Imanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Karl Marx gibi ünlü filozoflar ahlak felsefesiyle ilgili önemli yaklaşımlar ortaya koymuştur. 18. yüzyılın önemli filozoflarından olan Immanuel Kant’a göre ahlaklılığın kaynağı doğa veya toplum düzeninde, Tanrı iradesinde, mutluluk arzusunda veya ahlaki duyguda aranamaz. Çünkü bu tarz bir temellendirme ile ahlakın nesnel, genel geçer bir yapıya kavuşturulması mümkün değildir (Çilingir). Kant'ın ahlakı bir ödev ahlakıdır. Ona göre ödev de temelini ahlak yasasına saygıda bulur. Bu saygı duygusu ahlak yasasından önce gelmez; bu duyguyu ahlak yasasının kendisi belirlemektedir. Kant, bir ahlak duygusunun sözünü eden ahlakçıların düşündüğü gibi, iyi ve kötünün ne olduğunu bir duygunun belirlediğini kabul etmez. Ancak bu yasa karşısında, ahlak duygusu da denilebilecek olan "yasaya saygı" duygusu göze çarpmaktadır. Ahlak yasasına saygı, insana kendi değerini duymayı da öğretir ve insanın kendisine, kendisinin de beklemediği bir güç kazandırmaktadır (Yılmaz). Kant’ın ödev ahlakında; eylemler “ödeve aykırı”, “ödeve uygun” ve “ödevden dolayı” olarak üç şekilde düşünülmektedir. Ödeve aykırı eylemlerin, kendi başına iyi bir istemeyi ortaya çıkaramayacağı mantıksal bir zorunluluktur (Ketenci ve Topuz). Doğal ihtiyaç ve isteklerden, eğilimlerden kaynaklanan davranışları “ödeve uygun” davranışlar olarak nitelendirmekte ve ahlaklı davranışların karşısına koymaktadır. Ahlaklı davranışlara, yani salt pratik aklın yönettiği istemlerden kaynaklanan davranışlara ise, “ödevden dolayı” ya da “ödevden doğan” davranışlar olduğunu söylemektedir (Öktem). Kant’ın ödev ahlakında; Ödev, istence yani iradeye buyrulan şeydir; böylece istenç için ahlaksal bir zorunluluğu dile getirmektedir. Diğer yandan bir ödev eyleminin değeri, ulaşılmak istenen amaçta ve niyettedir; bundan böyle güdülen başarıda değildir, kararı 64 Journal of Life Economics 2014/1 verdiren nedendedir. Yani bir davranışın ahlaki bir değerinin olabilmesi için ödev düşüncesinden kaynaklanması gerekir. Bir ödev eylemi için doğal olarak verilmiş istekler, eğilimler ölçü olamaz; çünkü bunlar içerik bakımından belirlenen amaçla ve bunun sonucundaki başarı ile ilgilidir. Eylemlerimizde bulunabilecek niyet ve amaç, eylemlerimizin amacı olarak bu maksadın etkisi ve başarısı eyleme mutlak ve ahlaksal bir değer vermez. Ahlaksal değer ancak, eylemleri etkileyebilecek olan amaçları bir yana bırakmakla, istencin ilkesinde bulunabilir. İstencin ilkesi ise "yasa karşısında saygı"dır. Bir eylem doğrudan doğruya doğru olduğu için, yasa karşısında saygıdan isteniyorsa mutlak değerlidir. Bütün bu açıklamalardan sonra “Ödev”, yasa karşısındaki saygıdan doğan eylemin zorunluluğudur denilmektedir (Yılmaz). Kant, ahlak kanunu olarak nitelendirdiği kategorik buyruğu, “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” adlı eserinde şöyle ifade etmiştir: “Öyle davran ki, bu davranışında insanlığı hem kendinde hem de diğer insanların her birinde her zaman bir amaç olarak göresin; asla bir araç olarak kullanmayasın.” Başka deyişle, “İnsanlığı, kendinde ve başkalarında hiçbir zaman bir araç olarak değil, hep bir amaç olarak görecek gibi eyle.” Buna göre, bir davranışın ahlaki olabilmesi, onun her zaman bir kural, bir genel yasa olmasıyla mümkün olmaktadır. İnsanı bir araç olarak değil, daima bir amaç olarak görmek ve buna göre eylemde bulunmak, elbette, insandan iş alanında faydalanılmaması anlamına gelmez. Bu faydalanma her yerde olup bitmektedir. Her işte insanlar kullanılır; fakat Kant’ın burada söylemek istediği; her insan, insanlığın taşıyıcısı olarak, kutsal bir varlıktır. Bu nedenle, biz, her insanda, insanı bir son amaç, kendi başına bir amaç olarak görmeli, asla bir araç olarak görmemeliyiz; yani, kategorik buyruğun buyurduğu gibi, her insanda insan onuruna saygı göstermeliyiz. Böylece Kant, bu genel kanunlarıyla, hayattaki bütün davranışların ahlaka uygun olup olmadıklarını kesin olarak açığa çıkaracak bir kriter vermek istemektedir (Öktem). Aslında, Kant’ın, doğada bulduğu katı determinizm ve zorunluluk karşısına koyduğu ve insanın özgürlüğünü sağlayacak olan ahlaktaki amacı, tıpkı bilimdeki gibi sentetik a priori önermelere ulaşmak, dolayısıyla ahlakı da tıpkı bilim gibi kurabilmektir. Ona göre, biz, bu kategorik buyrukları, yani hep “öyle davran ki” ile başlayan buyrukları yerine getirmekle varlık sebebimize uygun yaşamış oluruz. Varlık sebebimiz, ancak ahlaklı davranışlarda, aklın pratik alanda (ahlak alanında) kullanılmasında, kısacası aklın iradeyi yönetmesinde anlamını bulur ve gerçeklik kazanır (Öktem). Bütün bu açıklamalardan sonra Kant’ın ahlak anlayışını genel olarak açıklayacak olursak; Kant’a göre “ahlaklı davranmak” ile “ahlaka uygun davranmak” aynı şeyler değildir. Bireyin bir davranışı, bir eylemi kendi iradesiyle ve içinden gelerek yapması ahlaklı bir davranış olurken; bireyin toplumsal ilkelere ve yasalara uymak suretiyle, benimsemeden, inanmadan ve istemeden yaptığı davranışlarda ahlaka uygun davranışlar olmaktadır (Şahin, 2009). Hegel ise, Kant’ın ödev etiğinin, yani ödevin akla dayandığı ve akıl temelli olduğu tezini kabul etmektedir. Fakat Kant’ın salt pratik akıl yürütmeye dayandırdığı ve son çözümlemede ödevlerimizin ne olduğunu hiçbir şekilde söylemeyip, içeriksiz ve evrensel etik yasalarının sadece bir çelişmezlik ve tutarlılık yasaları olduğunu iddia etmesini eksik bulmaktadır. Hegel’e göre, etik ve yasallık arasındaki kopukluk olduğu anlayışı, Kantvari biçimciliğin varabildiği birliğin soyut niteliğinin bir ifadesidir. Buna karşın Hegel ise, etik yaşamda ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Hegel bir toplum içinde şekillenen ahlaki doğamızla, varlığımızın rasyonel boyutunun sentezini yapmaya çalışmaktadır (Bezci). Karl Marx’ın etik anlayışı ise Kant ve Hegel’in etik anlayışından daha farklıdır. Aslında, Marx’ın etik anlayışını açıklarken filozoflar iki gruba ayrılmışlardır. Bazı filozoflar 65 Journal of Life Economics 2014/1 Marx’ın ahlakçı olmadığını savunurken, bazı filozoflar Marx’ın ahlakçı olduğunu, fakat kendinden önceki filozoflar gibi ahlakı kavramsal olarak ya da yasalarla açıklamadığından Marx’ın tam olarak anlaşılmadığını savunmaktadırlar. Karl Marx’ın etik anlayışı dönemler içinde farklılıklar göstermektedir ve etik anlayışı iki şekilde yorumlanmaktadır. İlki; Marx’ın ahlaka bakışı, bütün hayatı boyunca alışık olunanın dışındadır. O klasik bir ahlakçı olarak konuşmaz. Marx’ın, negatif, eleştirel ve gizemleştirici bir etik anlayışı vardır (Akgör, 2008). İkincisi, bu sıradanlığı yaratan koşul olarak, ahlakı kavram ve ilkeler üzerinden değil; onları yaratan koşulların eleştirisi ve değiştirilmesine yönelik bir tutum içerisinde, pozitif bir özgürlük etiği şeklinde ele almaktadır (Göçmen). Bütün bu açıklamaları göz önünde bulundurarak, Marx’ın klâsik anlamda bir etik teorisi olmadığını fakat, belli başlıklar altında sınıflanabilecek bir etik teorisinin olduğu söylenebilmektedir. Marx’ın klâsik anlamda bir etik teorisi yoktur, çünkü Marx, Kant ve Hegel gibi düşünürlerin ele aldıkları geleneksel ahlaki problemlerle ilgilenmemiştir. Bunun da nedeni, Marx’ın bu türden somut, münferit ya da bireysel problemlerin insanların içinde yaşadıkları sosyal sistemin yarattığı problemlerin sonucu olduğunu düşünmesidir. Marx’ın gözünde ahlâkî problemler, söz konusu sosyal ve ekonomik problemler karşısında ikincil sayılabilecek bir konumda bulunmaktadır. Marx, bu yüzden söz konusu ahlâkî problemlere ancak toplumsal sistemlerin doğası ve niteliğiyle ilgili doğru tespitlerde bulunulması halinde bir çözüm getirilebileceğini öne sürer. Marx’ın sistematik ve bağımsız bir etik teorisi üzerine konuşmanın pek mümkün olmamasının nedeni budur. Fakat Marx yine de kendini gerçekleştirme veya belirleme ya da özgürlüğü en yüksek değer olarak konumladığı, modern kapitalist toplumda özüne yabancılaşmış olan insanın ahlak konusunda, en yüksek iyiye ulaşmasının yollarını tartıştığı için, onun kendine ait bir etik görüşüne sahip olduğu söylenmektedir (Akgör,2008). 3. VERGİ AHLAKI KAVRAMI Vergi ahlakı kavramı; vergi ödeme konusunda içsel bir motivasyon olarak tanımlanmaktadır. İçsel motivasyonla anlatılmak istenen, dışsal bir baskı ya da zorlama olmaksızın gönüllü vergi ödenmesidir. Vergi ahlakı, gelir kazananların vergilerini yasalara uygun ölçüde ve zamanında ödemeleri konusundaki tutum, davranış, inanç ve değer yargılarıdır (Tuay ve Güvenç, 2007). Kant’ın akıl temelli ahlak anlayışındaki, ahlaklı davranmak ve ahlaka uygun davranmak arasındaki farklılığı vergi ahlakı açısında açıklayabiliriz. Ahlaklı davranmak, vergi ahlakındaki içsel motivasyonla ilgilidir. Yani, bireyin dışsal bir baskı ya da zorlama olmaksızın gönüllü vergi ödemesidir. Ahlaka uygun davranmak ise; birey vergi ödemediği takdir de yasaların yaptırım gücüyle karşılaşacağının bilincinde olduğu için vergi ödemektedir. Her iki durumda da bireylerin vergi ahlakı yüksek olmaktadır. Hegel ise, Kant’ın akıl temelli ahlak anlayışını eksik bulmaktadır. Ahlaklı davranmak ve ahlaka uygun davranmak arasında (etik ve yasallık arasında) kopukluk olduğu anlayışı Kant’ın soyut niteliğinin bir ifadesidir. Buna karşın Hegel ise, etik yaşamda ahlak ile yasallığı birbirinden ayırmamakta; ahlak ile yasallığın birliğini savunmaktadır. Yani ahlaklı davranmakla da, ahlaka uygun davranmakla da vergi ahlakı yüksek olacaktır. Karl Marx ise ahlakı, kavramlarla ya da teorilerle açıklamamıştır. Ahlaklı davranışların ya da ahlaka aykırı davranışların ortaya çıkış süreci ve ahlakı etkileyen unsurların üzerinde durmuştur. Marx, ahlak ile ilgili sorunlara içinde yaşanılan toplumun yapısıyla ilgili doğru tespitlerde bulunulması halinde bir çözüm getirilebileceğini savunmaktadır. Vergi ahlakını etkileyen faktörler arasında en önemli ve belirleyici olanı 66 Journal of Life Economics 2014/1 içinde yaşanılan toplumun yapısıdır. Bir ülkenin sosyal ve siyasi yapısı, ekonomik durumu ve vergi sistemi, o ülkenin vergi ahlakının seviyesini önemli ölçüde belirlemektedir. Vergi anlayışının genel çerçevesi içinde tanımlanan vergi ahlakı ise; vergi kaçakçılığı ve vergi cezaları karşısında takınılan tavırdır. Günümüzde vergi ahlakının, genel ahlaktan farklı olduğu düşünülmekte ve vergi yasalarına aykırı olan davranışlar bir çeşit toplumsal kabiliyet olarak nitelendirilmektedir (Turhan, 1998). Bu şekilde davranan bireyler bunu bir eksiklik olarak değerlendirmemektedir (Çataloluk). Aslında vergi ödemeyi bir ödev ahlakı olarak ele alan ve vergi kaçakçılığını ayıplayan ve kınayan bir toplumda bireylerin vergilerini kendiliğinden ödemesi sağlanabilir (Aktan ve diğ., 2006). ergi ahlakı, genel ahlaktan farklı bir kavramdır. Genel ahlakı yüksek olan bir kişinin, vergi ahlakı düşük olabilmektedir ve vergi ahlakı düşük olan bireyler, her türlü vergi hilelerini normal kabul etmektedirler. Vergi ahlakı yüksek olan bir kişi ise, vergi borcuna sadakat göstererek ilk fırsatta vergisini ödemeyi düşünmekte ve vergi ödemeyi bir gereklilik olarak görmektedir. Bu nedenle vergisel hilelerin olmadığı ya da çok az olduğu bir vergi sisteminin kurulması için yüksek bir vergi ahlakının varlığı gerekmektedir (Gökbunar ve diğ.). 4. VERGİ AHLAKINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Vergi ahlakının teorik özellikleri dört grupta ele alınmaktadır. İlk gruptaki değişkenler cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim, mesleki statü, dindarlık ve sosyal sınıf gibi sosyal ve demografik özellikler içermektedir. Yaş, dindarlık ve mesleki statü vergi ahlakını en çok etkileyen değişkenler olmaktadır. Vergi ahlakı, yaş ve dindarlıkla birlikte artmaktadır ve serbest meslek sahibi bireylerde daha düşük olmaktadır. Cinsiyet, medeni durum ve sosyal sınıf ise bazı durumlarda etkili olmaktadır. Vergi ahlakı, kadınlarda ve evli bireylerde daha yüksek, üst sınıftaki bireylerde daha düşüktür (Kaynar, 2010). Vergi ahlakı olgusundaki bireysel farklılıklar rastlantısal değildir. Söz konusu bireysel farklılıklar sosyo- demografik özellikler, politik tavırlar ve değerler, bireylerin mali koşulları ve kurumsal ya da bağlamsal düzenlemelerle ilgilidir. Bireysel ve bağlamsal düzeyde vergi ahlakındaki farklılıkların altı belirleyicisi bulunmaktadır (Kaynar, 2010). 4.1. Bireysel Faktörler 4.1.1. Sosyo-Demografik Özellikler Vergi ahlâkı toplumun veya bireyin çeşitli demografik özelliklerine göre değişmektedir. Bunlar arasında eğitim düzeyi, cinsiyet faktörü, yaş, medeni durum, mesleki durum gibi faktörleri saymak mümkündür. Bu faktörlerin hepsi vergi ahlakını, farklı oranlarda etkilemektedir (Tosuner ve Demir, 2008). Eğitim düzeyi yüksek olan mükellefler, vergilerin ekonomik ve sosyal işlevleri konusunda daha bilinçli olmakta ve vergi kaçırma eğilimleri daha düşük seviyelerde olmaktadır. Aynı zamanda eğitim düzeyi yüksek olan mükelleflerin yasaları daha kolay anladıkları ve yapılan değişikliklere daha kolay uyum sağladıkları görülmektedir (Tuay ve Güvenç, 2007). Önemli bir demografik etken olan yaş; vergi ahlakı için çok önemli bir faktördür. Bireyin yaşı arttıkça vergi ahlakı da aynı düzeyde arttığı söylenebilir. Genç yaştaki mükellefler, gelirlerinin büyük bir kısmını tüketmek durumundadırlar. Özellikle, 25-30 yaş arasındaki kişiler henüz yüksek bir gelire sahip olmadıkları ve daha yüksek bir hayat standardına ulaşmak istedikleri için, devletin vergi taleplerine tam bir isteksizlikle karşı durdukları söylenebilir. Buna karşın ileri yaşlardaki mükellefler, hayat standardını yükseltme duygusunda ısrarlı değildirler. Bu nedenle yüksek yaş gruplarındaki mükelleflerde daha yüksek vergi uyumu görülmektedir (Gökbunar ve diğ.). 67 Journal of Life Economics 2014/1 Bir başka demografik etken cinsiyet ve medeni durumdur. Kadınların erkeklere göre daha uyumlu ve daha az ben merkezci olmalarından dolayı vergi ahlak düzeyleri erkeklere göre daha yüksek olabilir. Ayrıca evli mükelleflerin vergi ahlak düzeyleri, bekar mükelleflere göre daha yüksek olmaktadır (Tuay ve Güvenç, 2007). Bireylerin dini inançları da vergi ahlakları üzerinde etkili olmaktadır.Dindar insanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğu ile çok fazla ilgilendiklerinden, insanların yapmaları gereken bir takım görevleri olduğuna inanırlar ve vergi ödemek de bu görevlerden biridir (Kaynar, 2010). 4.1.2. Kişisel Mali Koşullar Mükelleflerin vergileme karşısındaki tutumunu belirleyen en önemli unsurlardan biri, mükelleflerin mali durumlarıdır. Gelir düzeyi düşük olan bireyler kamu mal ve hizmetlerinden daha fazla yararlanmaktadırlar ve vergi ödeme konusunda daha istekli olmaktadırlar. Ancak gelir düzeyi yüksek bireyler kamu mal ve hizmetlerinden daha az yararlandıkları düşüncesi ile vergi ödeme konusunda daha az istekli olmaktadırlar (Kaynar, 2010). Ayrıca; bireylerin sahip olmak istediği maddi durum düzeyi ile mevcut maddi durum düzeyi arasındaki fark çok büyükse, bireyler vergi ödemek istememektedirler. Çünkü bireyler vergiyi, gelirlerini azaltan bir sebep olarak görmektedirler. Ayrıca bireyler kazanç ve varlıklarını kendi sosyal çevrelerindeki diğer bireylerler karşılaştırdıklarında ve kendi sahip olduklarının daha az olduğunu gördüklerinde, vergi ödeme konusundaki isteksizlikleri daha da artmaktadır (Kaynar Bilgin, 2011). 4.1.3. Politik Tavırlar Bireylerin siyasete ve demokrasiye verdikleri önem vergiye olan bakış açılarını etkilemektedir. Ayrıca bireylerin ne kadar demokratik sisteme sahip bir ülkede yaşadıkları konusundaki düşünceleri de vergi ahlakını etkilemektedir. Demokratik ülkelerde vatandaşlar diğer pek çok konuda olduğu gibi vergi ve kamu harcamaları ile ilgili konularda da daha fazla söz sahibidirler. Dolayısıyla vergi politikalarına ve kamu harcamalarına yön verdiğini düşünen vatandaşlar vergi ödeme konusunda daha istekli olmaktadırlar (Kaynar Bilgin, 2011). 4.2. Bağlamsal Faktörler 4.2.1. Bölgesel Gelirin Yeniden Dağılımı Bir bölgede toplanan vergilerin yalnızca o bölgenin kamu mal ve hizmetlerinin finansmanında kullanıldığı yerinden yönetim esasına dayalı bir vergi yapısında, bireylerin vergi ödeme eğilimleri, vergilerin tüm bölgelerden alınıp bir havuzda toplandığı ve bölgesel kamu mal ve hizmetlerin kişi başına göre harcandığı merkezileştirilmiş bir vergi yapısındaki bireylerin vergi ödeme eğilimlerinden daha yüksektir. Ancak mali eşitlik yeterince güçlü ise, başka bir deyişle yükümlülerin ödedikleri vergilerle kamu hizmetlerinden sağladıkları faydalar birbirine eşit ise bu durum ortadan kalkar. Yerinden yönetim bölgelerarası yeniden dağılımın azaltmamaktadır. Ayrıca yerinden yönetim bölgelerarası transferlerin belirginliğini arttırmaktadır ve bölgesel çıkarlar güden bölgesel politik partilerin oluşumunu beslemektedir. Böyle bir durum iki tip etki ile sonuçlanabilir. İlk durumda, bölgeler arası yeniden dağılıma olan destek, vatandaşların bölgeler arası eşitsizliği bir dereceye kadar hoş görmesi ile azaltılabilir. İkinci olarak genel vergileri ödeme eğilimi zengin bölgelerde düşebilmektedir. Sonuç olarak; güçlü bölgeler arası transferlere sahip ülkelerin, bütçeye daha çok vergi geliri sağlayan bölgelerinde vergi ahlakı daha zayıf olma eğilimindedir. Fakat söz konusu negatif ilişki, merkeziyetçi vergi yapısında daha güçlüdür. Çünkü bölgeler arası gelirin yeniden dağılımının belirginliği daha fazladır (Kaynar, 2010). 68 Journal of Life Economics 2014/1 4.2.2. Vergi Düzenlemeleri Vergi yükü (objektif ve subjektif vergi yükü), vergi adaleti, gelir düzeyi, kamu harcamalarının algılanma düzeyi, ülkedeki kayıt dışı ekonomi ve yolsuzluk düzeyi, vergi yapısı, vergi denetimleri, vergi cezaları, vergi afları, vergi idaresi, muhasebe meslek mensupları ve diğer mükellefleri vergi ahlâkını belirleyen ekonomik faktörler içinde saymak mümkündür (Tosuner ve Demir, 2008). Vergi adaleti ve vergiye gönüllü uyum arasındaki ilişki incelendiğinde, vergiye karşı olumsuz tepkilerin en büyük gerekçesinin mükellefler tarafından adil bulunmayan vergi algısı olduğu görülmektedir. Adaletsiz vergileme, vergi yükünün toplumu oluşturan bireyler arasında adil ve dengeli bir şekilde dağıtılmaması anlamına gelmektedir. Ayrıca, vergilemede vergi istisna ve muafiyetlerinin uygulanması, toplumsal açıdan bazı hoşnutsuzluklar oluşturmakta ve kendilerine haksızlık yapıldığına inanan mükelleflerin vergilemeye tepki göstermelerine neden olmaktadır (Tuay ve Güvenç, 2007). Vergi aflarının, vergi ahlakına etkisi iki şekilde olmaktadır. Birincisi; bir defalık vergi affı eğer daha yüksek harcamalar ve kaçakçılığı önlemek için daha etkili cezalar ile birlikte uygulanırsa gelecekte gönüllü uyumu arttırabilir. Ayrıca affın önceden kayıt dışı sektörlerde olan birçok mükellefi vergi sistemine kazandırma gibi olumlu bir etkisi de olmaktadır. İkincisi ise, vergi affının uzun vadeli sonuçlarının mükelleflerin gönüllü uyumu üzerinde önemli negatif etkiler yaratacağını savunmaktadır. Bu görüşe göre, eğer vergisini zamanında ödeyen mükellefler kaçakçılara verilen bu affa tepki gösterir ve bunun kendileri için bir haksızlık olduğunu düşünürlerse, bu onların gönüllü uyum derecesini azaltacaktır. Ayrıca mükellefler vergi affının bir kereye mahsus sağlanan bir fırsat olduğuna inanmayabilirler. Sıklıkla beklenen bir vergi affı ise, mükelleflerin gönüllü uyum derecelerinin azalmasına neden olacaktır (Tuay ve Güvenç, 2007). 4.2.3. Irk ve Dil Farklılıkları Vergiye karşı tepki ve tutumlardaki farklılıkların, yükümlülerin mensup oldukları ırklarla da açıklanmaya çalışılmaktadır. Örneğin, Anglo-Sakson ırklarına mensup olan bazı kuzey Avrupa ülkelerinin, Cermen ırkına mensup bazı ülkelerinden daha fazla vergiye uyum sağlaması vergi ahlakının gelişmişliğiyle açıklanabilmektedir. Vergi ahlakı ırki özelliklere dayandırılsa da, değişik faktörlerin de vergi ahlakını etkilediği düşünüldüğünde vergiye karşı tepkilerin veya tutumların tamamen ırki özelliklerden kaynaklandığını söylemek oldukça güçtür (Şahin, 2009). Irk ve dil farklılıkları ile vergi ahlakı arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır. Böyle bir durumda, kamu mal ve hizmetlerinin sağlanması etkin olmaz. Ayrıca sosyal faaliyetlere katılım ve güven azalır (Kaynar, 2010). 5. VERGİ AHLAKININ, DEĞERLENDİRİLMESİ MÜKELLEFLER AÇISINDAN Vergi ahlâkı, birçok sosyal ve kültürel faktörden etkilenen bir olgudur. Bunlardan vatandaşlık bağı ile bağlı olunan devletin yönetim şekli, devletin ve siyasal iktidarların bireysel ve toplumsal olarak kabulü ve siyasal iktidara duyulan güven derecesi, milli ve manevi duygular, ülkedeki demokrasi gibi birçok sosyal ve kültürel faktör vergi ahlâkının oluşumunda, gelişiminde ve sürdürülmesinde önemli ölçüde etken kabul edilmektedir. Ayrıca vergi ahlakının “mükellef ahlakı” ile yakın ilişkisi vardır. Yani mükellef ile devlet arasındaki mali değişimden doğal olarak etkilenmekte ve hükümet davranışları, mükellef ahlakını etkilemektedir (Gencel ve Kuru, 2012). 69 Journal of Life Economics 2014/1 Birinci bölümde, mükelleflerin vergi ahlâkının oluşumunda çeşitli faktörlerin etkili olduğunu belirtmiştik. Uygulamada ise mükelleflerin vergi ahlakını belirleyen en önemli faktörlerden birisi, mevcut siyasi ve yasal sisteme olan güven duygusudur. İyi organize edilmiş ve vatandaşın tercihlerine ve beklentilerine uyumlu kurumsal faktörler, ülkedeki sosyal sermaye ortamına pozitif katkı yapacaktır. Bu katkının vergi açısından en önemli sonucu ise, vergi ahlâkını arttırıcı etkide bulunmasıdır (Tosuner ve Demir, 2009). Mükelleflerin vergiye karşı tutumlarıyla vergi ahlakı arasında anlamlı bir ilişki vardır (GİB, 2007). Vergi mükellefleri açısından bakıldığında, mükellefler vergi ödedikleri otoritenin her zaman ve her şartta kendilerini koruyan, kollayan, refah içinde yaşamaları için çabalayan ve varlığını vatandaşlarının varlığına borçlu sayan bir varlık olarak görmek isterler. Bu isteğin karşılanma derecesi, vergi karsısındaki içsel motivasyonun da belirleyicisi olacaktır (Tosuner ve Demir, 2009). Bireyin vergi ahlakının oluşumunda ekonomik faktörlerin etkisi çok büyüktür fakat; toplumdaki sosyal ve kültürel değerlerin rolü de çok önemlidir. Ahlâkın sosyal ve kültürel içeriğinin önemi, vergi ahlâkı açısından da geçerlidir. Toplumsal ilişkilerin pozitif yönde gelişimini ve sürdürülmesini konu edinen ahlâk olgusu, aynı zamanda bireyleri bu pozitifliğe zorlayıcı yaptırımları da içermektedir. Verginin gereğine inanmış ve yasal zorunluluklarını eksiksiz olarak yerine getiren bireylerin, toplumdaki diğer bireyler üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturduğu bir gerçektir. Devlet çatısı altında yasamanın bir takım sorumlulukları ile donanımlı bireylerin çoğalmasında, sosyal ve kültürel faktörlerin rolü çok daha önem kazanmaktadır (Tosuner ve Demir, 2009). 6. VERGİ AHLAKININ, VERGİ SİSTEMİNİ UYGULAYAN OTORİTE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Etik, kişinin davranışlarına temel olan ahlak ilkelerinin tamamıdır. Başka bir ifade ile etik, insanlara ‘‘işlerin nasıl yapılması gerektiğini’’ belirlemede yardımcı olan kılavuz değerler, ilkeler ve standartlardır. Etik, aynı zamanda bir süreçtir. Bu süreçte karar alırken ve uygulamayı yaparken, belirli değerlere bağlı kalınarak hareket edilmektedir. Bir meslek etiği olarak kamu yönetimi etiği de, yönetim alanında, doğru davranışlara ulaşmak için gerekli olan ilke ve standartları ifade etmektedir. Yönetim etiğine ilişkin ilke ve değerler; iyi davranışta bulunma ve kötü davranışlardan kaçınma konusunda, kamu görevlilerine rehberlik etmektedir. Aynı zamanda, devlete ve kamu görevlilerine olan güveni artırırlar; yönetimin meşruiyetini geliştirirler ve devlet-halk bütünleşmesini sağlarlar; kamu kurumlarındaki yönetsel davranış standartlarını yükseltirler; değerlerin çatıştığı durumlarda karar vericilere ve uygulamacılara yol gösterirler; sosyal dokuyu, ekonomik gelişmeyi, demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendirirler ve kamu hizmetlerinin maliyetini düşürür ve kalitesini yükseltirler (T.C. Kamu Görevlileri Etik Kurulu, 2012). Kamu yönetiminde etik kavramı, devletin idari alanında doğru davranış standartları ve ilkeleri anlamına gelmektedir. Kamu yönetiminde etik, kamu görevlilerinin rutin çalışmaları sırasında kullandıkları kamu gücüne set çeken kontrol ve denge noktalarının bütünüdür. İçinde bulunduğumuz dönem kamu yönetimi anlayışında Weberyen bürokratik yapılardan etik kültüre dayalı yönetim tarzına geçişin hızlandığı bir dönemdir. Kamu yararı düşüncesinin temel alındığı bu süreçte kamu yönetimindeki etik değerler etkileşim içinde bulunduğu toplulukların destek ve güvenini sağlama, kuşkuları giderme, uygulamanın yasallığını pekiştirme olanağı sunmaktadır (Kitapçı, 2010). Kamu yönetiminde bu şekilde ifade edilen etik kavramı ile; vergi mükellefleri ile oluşturulacak işbirliği ve güvene dayalı ortam, mükelleflerin vergi ahlakının güçlenmesine sebep olur. Vergi ahlakının, bireylerin politik karar alma sürecine yaygın ve etkin bir şekilde katılması ile doğru orantılı olduğu söylenebilir. Bu durumda mükellefler devletin kendilerine 70 Journal of Life Economics 2014/1 adaletli davrandığını hissederler ve ödedikleri vergiler ile kamu yatırımları arasında doğru orantı kurarlar. Bu aktif katılım aynı zamanda, mükelleflerin yasalar ve politikacılar üzerindeki kontrol kabiliyetlerini yükselteceğinden, memnuniyet derecelerini de artırır. Bu durumun vergiye gönüllü uyum üzerinde pozitif bir etki yaratacağı da söylenebilir (Tuay ve Güvenç, 2007). Devlete duyulan güvenin yanı sıra mahkemelere ve yasal sisteme duyulan güven de vergi ahlakı üzerinde etkili olmaktadır. Devlet tarafından gerçekleştirilen pozitif eylemler vergi mükelleflerini olumlu tutuma yönlendirmekte ve mükellefin vergi sistemine yaklaşımını olumlu etkilemektedir. Devlet, olumlu ve yapıcı tutumlarıyla mükellefin vergi sistemine olan bağlılığı ve güvenini artırmakta, mükellefin ödeyeceği vergilerle hazineye sağlayacağı maddi katkıyı en yüksek seviyeye çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu yüzden vergi sistemindeki eksikliklerin görülüp düzenlenmesi için toplumsal araştırmalar yapılması büyük önem taşımaktadır (Serim, 2009). Devletin vergi sistemindeki eksiklikleri gidermesi ya da ülkedeki sosyal ve ekonomik düzene uygun vergi sistemi uygulaması vergi ahlakı için çok önemlidir. Ülkede uygulanan vergi kanunlarının karmaşıklığı doğru beyanda bulunmama eğilimine katkıda bulunur. Bu nedenle, kanunlar öncelikle sade olmalı ve vergi sisteminde sürekli değişiklik yapılmamalıdır. Mükelleflerin vergi kanunlarının karmaşık olduğunu düşünmeleri onların gönüllü uyum derecesini etkileyebilir. Ayrıca, kanunların karmaşıklığı denetmenler ve yargı organları için de güçlükler doğurur. Böyle bir durumda bilgisiz ve yetersiz denetmenlerin düşük beyanı ortaya çıkarmaları ve cezalandırmaları da zorlaşacaktır (Tuay ve Güvenç, 2007). Türkiye’de son yıllarda vergi sistemi ile ilgili yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Vergi Denetim Kurulunun tek çatı altında toplanmıştır. Buradaki amaç; Her türlü bilgi, veri ve istatistiği toplamak suretiyle oluşturulacak Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin faaliyetlerini gruplar ve sektörler itibariyle analiz etmek, kıyaslamalar yapmak ve bu suretle risk alanlarını tespit etmektir. Ayrıca; Vergi İnceleme ve denetimleri ile raporlamaya ilişkin standart ilke, yöntem ve teknikleri geliştirmek, inceleme ve denetim rehberleri hazırlamak, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların uyacakları etik kuralları belirlemek başlıca amaçlardandır (Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı). Vergi Denetim Kurulunun tek çatı altında toplanmasının dışında, Türkiye’de evergilendirme uygulamasına geçilmiştir. Dünyada kamu hizmetlerinde verimlilik ve etkinliği arttırmak, mükelleflerin tercihlerine uygun kamu hizmetlerini en iyi şekilde sunmak, her devlet için önemlidir. E-vergi doldurma ve e- vergi ödeme sistemleri de, esas itibariyle vergi hizmetlerinde verimliliği ve etkinliği arttırmak, vergi kayıp ve kaçaklarını azaltacak altyapıyı kurmak için kullanılmaktadır. E-vergilendirme konusu, e-vergi doldurma ve e-vergi ödeme olmak üzere iki boyutta incelenmektedir. Türkiye’de e-vergilendirme uygulaması, esas itibariyle, “vergi borcunun miktarını belirten vergi beyannamesinin, vergi idaresine elektronik olarak teslim edilmesi (e-beyanname-e-vergi doldurma)” ve “tahakkuk eden vergi borcunun vergi idaresine gitmeden yatırılması (e-vergiödeme)” olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Elektronik vergi doldurma hizmetini kullanan birey açısından, vergi dairesine gitme, sıra bekleme gibi aktivitelerini ortadan kaldırdığından, zaman maliyeti bakımından büyük tasarruf ve beyanname doldurmada bilgisayar programının sağladığı büyük kolaylık demektir. E-vergi uygulamaları ise spesifik olarak, vergi idaresinde açıklığı getirmede; vergi idaresinin maliyet etkinliğini, operasyonel etkiliğini ve yaptırım gücünü; vergi idaresine güveni arttırmada; vergi idaresinin gelişiminin önünü açmada etkili olabileceği düşünülmektedir (Başkan Özgen). Kamu hizmetleri, vatandaşların vergileriyle yerine getirilmektedir. Vatandaşlar, düşük maliyetli ve kaliteli hizmet alma beklentisiyle vergilerini kamu görevlilerine emanet etmektedir. Bu anlamda kamu hizmeti bir “emanet”tir. Kamu görevlileri, bu emanetin 71 Journal of Life Economics 2014/1 bilincinde olarak, kamu hizmetlerini etkin, verimli ve dürüst bir şekilde yürütmeli; görevlerini yerine getirirken ve takdir yetkilerini kullanırken mesleki etik ilke ve standartlara bağlı kalmak zorundadır. Savurganlık ve görevi kötüye kullanmanın devlet yönetiminde yeri yoktur. Bunların maliyeti, daha az ve kalitesiz hizmettir. Unutulmamalıdır ki, Demokratik yönetim, halkla kamu görevlilerinin arasındaki güvene dayalıdır (T.C.Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu, 2012). 7. SONUÇ Ahlak kavramı ve vergi ahlakı kavramı geçmişte olduğu gibi günümüzde de hala tartışılmakta ve açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu iki kavramın açıklamasında varılan genel sonuç, davranışların topluma ve yasalara uygun olmasıdır. Ahlak bir toplumda düzeni sağlamada ve huzuru korumada ne kadar önemliyse vergi ahlakı da aynı şekilde önemlidir. Ahlakta, vergi ahlakı da toplumdan topluma, bireyden bireye değişmektedir. Vergi ahlakını etkileyen faktörler; Bireysel faktörler ve Bağlamsal faktörler olmak üzere iki grupta açıklanmaktadır. Bireysel faktörler; sosyo-demografik özellikler, kişisel mali koşullar, politik tavırlar olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bağlamsal Faktörler de; Bölgesel gelirin yeniden dağılımı, vergi düzenlemeleri, ırk ve dil farklılıkları olmak üzere üç şekilde açıklanmaktadır. Bireysel faktörler mükelleflerin vergiye karşı tutumunu belirlemede çok önemlidir. Çünkü aynı zamanda toplum yapısını da belirleyici etkileri bulunmaktadır ve mükelleflerin devlete karşı sorumluluk duygusunu da yaratmaktadır. Bağlamsal faktörler ise daha çok devletin yapısıyla, düzenlemeleriyle ilgilidir. Devletin mükelleflere karşı sorumlukları bu faktörlerde ağır basmaktadır. Mükelleflerin devlete, devletin de mükelleflere karşı sorumlulukları vardır. Devlet adil, uygun, saydam, gerçekçi ve hoşgörülü uygulamalarla mükelleflere karşı sorumluluğunu yerine getirerek vergi ahlakının gelişmesini sağlayabilir. Mükellefler de vergisini, görev haline getirip öderse ve vergisini bilinçli olarak ödemeyenleri –ahlak kurallarında olduğu gibi- dışlarsa vergi ahlakı önemli ölçüde artacaktır. 72 Journal of Life Economics 2014/1 Kaynakça Akgör, Arıkan. “Marx’ın Etik Anlayışı”, Bursa 2008. <http://m.friendfeedmedia.com/f884d16ff5c5f2183d8eee333146dbb3371de162> (04.12.2013) Aktan, Coşkun Can. “Vergi Psikolojisinin Temelleri ve Vergi <http://www.ceis.org.tr/dergi/2012ocak/makale2.pdf> (04.12.2013) Ahlakı”, 2012. Aktan, Coşkun Can; Dileyici Dilek; Vural İstiklal Yaşar. Vergileme Ekonomisi ve Vergileme Psikolojisi, Seçkin Yayınları, Ankara 2006. Bezci, Bünyamin. “Kant ve Hegel’in Felsefesinde Etik Anlayışı”, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, <http://www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/81347993722.pdf> (04.12.2013) Bilgin, Handan Kaynar. “Türkiye’de Vergi Ahlakının Belirleyicileri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Sayı:38, 2011, <http://kutuphane.dogus.edu.tr/makale/10109935/2011/cilt38/sayi2/M0013829.pdf> (04.12.2013) Çataloluk, Cuma. “ Vergi Karşısında Mükelleflerin Tutum ve Davranışları”, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2008/20/CCATALOLUK.PDF> (04.12.2013) < Çilingir, Lokman. “Kant’ta Mutluluk-Ahlaklılık İlişkisi”, <http://felsefe.kku.edu.tr/belgeler/ders/deger_felsefesi/Kantta_mutluluk_ahlak_L_Cilingir.pdf > (04.12.2013) Gencel, Ufuk; Kuru Elif. “Vergi Kültürü ve Vergi Politikaları Etkileşimi”, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt:10, Sayı 20, 2012 < http://ybd.comu.edu.tr/sites/ybd.comu.edu.tr/files/Vergi %9Ferlendirmesi.pdf> (04.12.2013) Göçmen, Doğan. “Karl Marx’ın, Ahlak Felsefesi ve Adalet Teorisiyle Olan İlişkisi Üzerine”. <http://dogangocmen.files.wordpress.com/2010/03/karl-marx-adalet-teorisi-ve-ahlakfelsefesi.pdf> (04.12.2013) Gökbunar Ali Rıza; Serim Sibel; Yalçınkaya Halit. “Türkiye’de Vergi Ahlakını Belirleyen Faktörler Üzerine Bir Araştırma”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt 18, Sayı 63.< http://ekonomikyaklasim.org/pdfs2/EYD_V18_N63_A04.pdf> (04.12.2013) Kaynar, Handan. “Vergi Ahlakı ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, Adana, 2010.< http://library.cu.edu.tr/tezler/8123.pdf> (04.12.2013) Ketenci Taşkıner; Topuz Metin. “Kant ve Nietzsche’de İsteme Kavramı”, Felsefe Dergisi, Sayı:8. <http://www.flsfdergisi.com/sayi8/1-16.pdf> (04.12.2013) 73 Journal of Life Economics 2014/1 Kitapçı; İsmail. “Vergi Etiği ve Kamu Etiği İlişkisi: Etik Algılamalar Açısından Bir Değerlendirme”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt:2, Sayı:2, 2010. <http://www.sobiad.org/ejournals/dergi_EBD/arsiv/2010_2/10ismail_kitapci.pdf> (04.12.2013) Öktem,Ülker. “Kant Ahlakı”. (04.12.2013) < http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/922/11498.pdf> Özgen; Ferhat Başkan. “Kamu Hizmet Arzında Verimlilik Açısından E-Vergilendirme Uygulamaları (Türkiye’de E-Beyanname Sistemi Üzerine Bir Değerlendirme), s.1364,1365.<http://web.adu.edu.tr/user/fozgen/yayin/e-taxation.pdf> (04.12.2013) Serim; Nilgün. “Vergi Ahlakını Biçimlendiren Faktörlerin Mükellef Davranışları Üzerindeki Etkisi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Cilt:1, 2009, s.171. <http://auhf.ankara.edu.tr/auhf-yayinlari-arsivi/armaganlar/mualla-oncel-armagani/cilt1/serim.pdf> (04.12.2013) Şahin, Adnan. “Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi Ahlakı Etkileşimi”, Çanakkale, 2009.<https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=7d53ed97e31a8fd> (04.12.2013) Tosuner Mehmet; Demir İhsan Cemil. “Ege Bölgesinin Vergi Ahlak Düzeyi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:10, Sayı:2, 2008.< http://www.iibfdergi.aku.edu.tr/pdf/10_2/18.pdf> (04.12.2013) Tuay, Elif; Güvenç İnci. “Türkiye’de Mükelleflerin Vergiye Bakışı”, Gelir İdaresi Başkanlığı, Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı, Yayın No:51, 2007.<http://www.gib.gov.tr/fileadmin/beyannamerehberi/turkiyede_mukelleflerin_vergiye_b akisi.pdf> (11.11.2013) Turhan, Salih. Vergi Teorisi ve Politikası, 6. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1998. Uyanık, Atilla. Vergi Bilinci, Vergi Etiği ve Vergiye Gönüllü Uyum, Derin Yayınları, İstanbul 2011. Yılmaz, Yunus. “Kant’ın Ahlak ve Hukuk Felsefesi”, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Raportörü, Dergi No:25. < http://www.msb.gov.tr/ayim/Ayim_makale_detay.asp?IDNO=85> (04.12.2013) 74 Journal of Life Economics 2014/1 YEREL KRİZDEN KÜRESEL KRİZE TÜRKİYE EKONOMİSİ Doç.Dr. Mehmet ŞAHİN Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Özet Bu çalışmada Türkiye’de milli hasıla, istihdam, ödemeler dengesi ile kamu gelir ve giderlerinin son 1999-2009 dönemi yıllık gelişim seyri incelenmiştir. 1999 ve 2001 krizlerinin ardından ekonomide ciddi yapısal tedbirler alınmıştır. Bununla birlikte, işsizlik ve cari işlemler açığında yaşanan gelişmeler ciddi tehdit oluşturmaya devam etmekte ve kamu kesiminde göreli olarak sağlanan düzelme ve istikrar durumu küresel finans krizinin ardından tekrar endişe verici olmaya başlamıştır. Anahtar Kelimeler: GSYİH, İstihdam, Ödemeler Dengesi, Bütçe Gelir-Giderleri. Jel Kodları: E6, E2 THE TURKISH ECONOMY FROM LOCAL CRIRIS TO GLOBAL CRISIS Abstract In this paper, the development of domestic product, employment, balance of payments and budget revenues-expenditures in Turkey are investigated for the period of 1999-2009. After the crises of 1999 and 2001, the significant structural measurements have been taken on the economy. Nevertheless, the trends in the employment and balance of payments continue to be a threat and the relative stability in the public sector starts to disturb after global financial crisis. Key Words: GDP, Employment, Balance of Payments, Budget Revenues-Expenditures. JEL Codes: E2, E6 1. GİRİŞ Bu çalışmada Türkiye’de milli hasıla, istihdam, ödemeler dengesi ile kamu gelir ve giderlerinin son 1999-2009 arası yıllık gelişimleri ele alınmıştır. Ele alınan dönem içerisinde Türkiye 1999-2001 ve 2008-2009 yıllarında ciddi ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle 1999-2001 krizlerinin ardından ekonomide ciddi yapısal tedbirler uygulamaya konulmuştur. 2002 yılından itibaren de yeni bir parti, koalisyon hükümetlerinin ardından tek başına iktidara gelmiş ve alınan önlemlerin takip ve uygulayıcısı olmuştur. Bu dönemde ekonomide ciddi bir kabuk değişimi yaşanmıştır. Bununla birlikte bir takım yapısal sorunlar hala devam etmektedir. İşsizlik bu dönemin en önemli yapısal sorunudur. Yine cari işlemler açığında yaşanan gelişmeler ciddi tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Kamu kesiminde göreli olarak sağlanan düzelme ve istikrar durumu küresel finans krizinin ardından 2008 yılından itibaren tekrar endişe verici olmaya başlamıştır. Elbette ekonomide yaşanan gelişmelerden öncelikle milli gelir etkilenmiştir. Bu açıdan öncelikle ele alınan dönemde GSYİH’daki gelişmeleri değerlendirmek gerekir. 75 Journal of Life Economics 2014/1 2. GAYRİ SAFİ YURTİÇİ HASILADAKİ (GSYİH) GELİŞMELER Türkiye ekonomisi 1999 ve 2001 yıllarında tarihinde görülen en büyük krizlerden birini yaşamıştır. Bu krizlerin neticesi olarak 1999 yılında GSYİH yaklaşık %4,5 ve 2001 yılında da %6 civarında küçülmüştür. 2002 yılından beri yıllık olarak ortalama %5’in üzerinde büyüyen GSYİH, 2008 yılı son çeyreğinde negatif büyümeye geçmiştir. 2009 yılında da ciddi daralma devam etmiştir. 2008’den bu yana yaşanan daralmanın da esas itibariyle küresel ekonomik krizle bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İç ve dış piyasalarda yaşanan durgunluk neticesinde 2008-2009 döneminde ekonomimiz negatif büyüme ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum Grafik 1’de detaylı olarak görülmektedir. Grafik 1. Sabit Fiyatlarla GSYİH Büyüme Hızı Kaynak: TCMB, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, Erişim Tarihi: 11.10.2010 Grafikten görüldüğü üzere iki kriz dönemi arasında, yani 2002-2007 dönemlerinde, ekonomi yıllık ortalama %5’in üzerinde bir büyüme oranına erişmiştir. 2008’den itibaren yaşanan daralma 2009’da da devam etmiştir. 3. İSTİHDAM VE İŞSİZLİKTEKİ GELİŞMELER Türkiye’de 2001 krizi sonrasında hızlı bir büyüme süreci yaşanmıştır. Ancak söz konusu dönemde işgücü istihdamında benzer bir başarı yakalanamamış, 2001 krizi öncesinde yüzde 6,5 dolayında olan işsizlik oranı, kriz sonrasında hızla yüzde 10 platosuna yükselmiş ve yüksek büyümeye rağmen bu noktada direnç göstermiştir. Dahası, iş bulmaktan ümidini kesen kişilerin sayısı hızla artmış ve işgücüne katılım oranı da yüzde 50’nin altına gerilemiştir. Bütün bu özelliklerinden dolayı Türkiye’nin 2001 sonrasında yaşadığı süreç “istihdamsız büyüme” olarak anıla gelmiştir. Uluslararası ülke deneyimlerinin de gösterdiği üzere, istihdamsız büyüme kavramı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Kavram sıcak para akımlarıyla ve dış borçlanma ile “finanse edilen” spekülatif büyümeye atıfta bulunmaktadır (Yeldan, 2009a). 76 Journal of Life Economics 2014/1 Türkiye’de 1999-2009 döneminde istihdam ve işsizlikle ilgili gelişmeler Tablo 1’de detaylı olarak gösterilmiştir. Tablo da ifade edilen işgücü ve istihdamla ilgili bazı kavramlar şu şekilde ifade edilebilir: • Toplam İşgücü:Çalışanlar nitelendirilmektedir. • Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus: Bir ülkedeki toplam nüfusla kışla, hapishane ve hastane gibi yerlerde ikamet edenler dışında alan kısmının 15 yaş üzerindeki bölümüne denir. Çalışanlar işsiz olan ve iş arayanlar (işsizler) işsiz olan ve iş aramayanlar (işgücünde olmayanlar) kurumsal olmayan sivil nüfusu oluşturur. • İşgücüne Katılım Oranı: (İşgücü / Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus) X 100 şeklinde açıklanabilmektedir. • İşsizlik Oranı: (İşsizler / İşgücü) X 100 şeklinde açıklanabilmektedir. • İstihdam Oranı: (Çalışanlar / Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus) X 100 şeklinde açıklanabilmektedir. ve işsizler toplamı toplam işgücü olarak Tablo 1: Nüfus ve İstihdam Göstergeleri Toplam Nüfus (Bin) 15 ve yukarı yaştaki nüfus Toplam İşgücü (Bin) İstihda m (Bin) İşsiz (Bin) İstihda m Oranı % İşsizlik Oranı (%) 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 65.13 9 66.18 7 67.29 6 68.39 3 69.47 9 66.37 9 67.22 7 68.06 6 68.90 1 69.72 4 70.54 2 45.31 1 46.21 1 47.15 8 48.04 1 48.91 2 47.54 4 48.35 9 49.17 4 49.99 4 50.77 2 51.68 7 23.87 8 23.07 8 23.49 1 23.81 8 23.64 0 22.01 6 22.45 5 22.75 1 23.11 4 23.80 5 24.74 8 22.04 8 21.58 1 21.52 4 21.35 4 21.14 7 19.63 2 20.06 7 20.42 3 20.73 8 21.19 4 21.29 7 1.830 1.497 1.967 2.464 2.493 2.385 2.388 2.328 2.376 2.611 3.457 48,7 46,7 45,6 44,4 43,2 41,3 41,5 41,5 41,5 41,7 41,2 7,7 6,5 8,4 10,3 10,5 10,8 10,6 10,2 10,3 11 14,0 Kaynak: TÜİK (2009), İstatistiki Göstergeler 1923-2008, Türkiye İstatistik Kurumu Yayını, s.161; TÜİK, “İstatistikler (İstihdam, İşsizlik ve Ücret)”, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (Erişim Tarihi:19.12.2010). Türkiye nüfusu 1999 yılında 65 milyon 139 bin iken, 2009 yılı sonunda 70 milyon 542 bine ulaşmıştır. Bu dönemde nüfusumuz yaklaşık 5,5 milyon kişi artmıştır. Mevcut nüfus içerisinde çalışma çağında olanların, yani 15 ve yukarı yaştakilerin sayısı ise 1999 yılında 45 milyon 311 binden 2009 yılı sonunda 51 milyon 687 bine yükselmiştir. Bu dönemde nüfusumuz içerisinde çalışma çağında olanların sayısı 6,3 milyon kişi artmıştır. Kısaca söylemek gerekirse ele alınan dönemde Türkiye’de çalışma çağında olanların sayısındaki artış, toplam nüfustaki artıştan daha fazla olmuştur. Bu dönemde toplam nüfus % 8,5 artarken, çalışma çağında olanların sayısı yaklaşık %14,5 artmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak toplam işgücü, yani çalışma çağında olup da çalışabilir durumda olan nüfus (öğrenciler, sakatlar… 77 Journal of Life Economics 2014/1 çıkarılmış) 23 milyon 878 binden, 24 milyon 748 bine çıkarak, yaklaşık 870 bin kişi artmıştır. Buradaki toplam artış da % 3,7 olmuştur. Toplam işgücü içerisinde herhangi bir işte çalışan nüfus ise 22 milyondan 21 milyon 297 bine düşmüştür. Yani bu dönemde yeni istihdam yaratılamamış; aksine istihdam edilen nüfus azalmıştır. Oysaki bir yandan nüfus artışı, diğer yandan nüfus artışının ötesinde bir aktif nüfus nedeniyle çalışma çağındaki nüfus bu dönemde ciddi bir artış göstermiştir. Bununla beraber, Türkiye’de 1999-2009 arasında toplam işsiz sayısı 1,5 milyon artışla, 1 milyon 830 binden 3 milyon 457 bine yükselmiştir. Ele alınan dönemde yukarıda ifade edilen verilerle ilgili olarak bir konuya daha dikkat çekmek gerektir. Şöyle ki; TUİK, adrese dayalı nüfus kayıt sistemi (ADNKS)’ne geçiş sonrasında 2006 yılına ait tüm işgücü ve istihdam sayılarını nüfus için kullanılan düzeltme faktörü (0.938395) ile aşağıya çekmiş, dolayısıyla bu düzeltme işgücüne katılma ve işsizlik oranları ile istihdamın sektörel yapısını değiştirmemiştir. Söz konusu ilk düzeltme doğrultusunda 2007 için üretilen ilk tahminler, ikinci, bir düzeltmeye tabi tutulmuş, 15+ yaş nüfusu 779 bin kişi arttırıldığı halde, işgücüne katılma oranı (İKO) %47,8’den %46,2’ye düşürülerek sivil işgücü arzı 409 bin kişi, istihdam da buna yakın ölçüde (451 bin kişi) azaltılmıştır. İkinci düzeltme işsizlik oranının fazla değişmemesini sağlamış, ancak istihdamın sektörel yapısı çarpıcı kaymalara uğratılmıştır (tarım:-734 bin kişi, sanayi: +139 bin kişi, hizmetler: +144 bin kişi). Bu kaymalara inandırıcı bir açıklama getirilmemiştir (Türel, 2009: 22). Grafik 2: İstihdam ve İşsizlik Oranları’ndaki Gelişmeler Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak tarafımızdan derlenmiştir. Grafik 2’de istihdam oranı ve işsizlik oranındaki gelişmeler bir arada gösterilmiştir. 1999–2009 döneminde istihdam oranı, yani 15 ve yukarı yaş içerisinde istihdam edilenlerin oranı 1999 da % 48,7’den 2004’e kadar sürekli bir azalışla %41,3’e gerilemiştir. 2008’e kadar %41,5 düzeyinde neredeyse aynı kalan istihdam oranı 2009 yılında gerileme sürecine girerek %41,2 olmuştur. Bu gerilemedeki en önemli faktörün küresel finans krizi ve onun yarattığı durgunluk olduğunu söyleyebiliriz. İşsizlik oranı (toplam işgücü içerisinde işsiz kalanların oranı) 1999 yılında %7,7 iken 2000 yılında bir düzelme göstererek %6,5’e düşmüştür. 2001 yılından 2004 yılına kadar işsizlik oranı sistemli şekilde yükselerek %10,8’e yükselmiştir. 2007 yılına kadar çok düşük bir düşüşle % 10,3 seviyelerinde seyreden işsizlik oranı 2008 yılından itibaren hızla 78 Journal of Life Economics 2014/1 yükselerek 2008’de %11, 2009’da %14’e yükselmiştir. Son iki yıldaki bu yükseliş elbette küresel finansal krizin yansımasıdır. Küresel krizin yansıması olarak kapasite kullanımında düşüşler yaşanmış, iç ve dış talep daralmış ve bunun sonucunda da işsizlik oranı ciddi şekilde yükselmiştir. Bununla beraber 2010 yılından itibaren hem istihdam oranında hem de işsizlik oranın da ciddi bir iyileşme yaşandığı görülmektedir. Burada özellikle iç talepte yaşanan iyileşmenin ve alınan politik önlemlerin katkısı olduğu söylenebilir. Türkiye ekonomisi krizin neden olduğu yaraları çabuk sarmaya başlamıştır. 4. ÖDEMELER DENGESİNDEKİ GELİŞMELER Türkiye ekonomisinin 2001 sonrasının en önemli ayırt edici özelliklerinden birisi de yüksek oranlı cari işlemler açığıdır. Cari açık, nasıl finanse edilirse edilsin, özü itibariyle işsizlik sorununun derinleşmesine doğrudan katkıda bulunmaktadır. Zira cari işlemlerdeki açık, nihai olarak yurt içinde yerli üretimi sekteye uğratmakta ve istihdamı geriletmektedir. Cari açık ve işsizlik bir madalyonun iki yüzü gibi, birbirini bütünleyen olgulardır (Yeldan: 2009a). Grafik 3’de 2001-krizi sonrasında Türkiye ekonomisinde gerçekleşen cari işlemler açığı sol eksende, toplam işsizlik oranı ise sağ eksende gösterilmiştir. Görüldüğü üzere Türkiye 2002’den bu yana giderek artan oranda cari işlemler açığı vermektedir. Toplam işsizlik oranı da cari işlemler açığındaki artışa paralel şekilde sürekli atmıştır. Grafik 3: Cari İşlemler Açığı ve Toplam İşsizlik Kaynak: Erinç YELDAN, İşsizlik ve Orta Vadeli Program, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Aralık 2009, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Yeldan240_09Ara09.pdf Cari işlemlerdeki açık, özü itibariyle, Türkiye’nin dış dünyaya sunmakta olduğu yüksek reel faiz getirisine dayanmaktadır. Bu şekilde uyarılan yüksek hacimli döviz girişleri döviz kurunu ucuzlatmakta ve ithalat talebini arttırmaktadır. Türkiye’nin bir spekülatif kazanç ve ithalat cennetine dönüştürüldüğü bu ortamda, yerli üretim ve istihdam yerine, dış 79 Journal of Life Economics 2014/1 dünyadaki üretim ve istihdam beslenmektedir (Yeldan: 2009a). Özellikle son dönemde döviz kurundaki düşük seyir ve faizlerdeki yüksek düzey sıcak pıra girişini hızlandırmış ve ithalatihracat dengesini iyice bozarak cari işlemler açığının önemli boyutlara ulaşmasına neden olmuş. Zaten Tablo 2’deki 2010 yılına ilişkin ilk aylık ödemeler dengesi verilerine baktığımızda cari işlemler hesabının 2009 yılı düzeyini neredeyse ikiye katladığını görüyoruz. 2009 yılında cari işlemler açığı 13.963 milyon dolar iken 2010 yılının ocak-temmuz döneminde 24.230 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bunun yanında, finans hesabının da ilk iki çeyrekte yeniden 2008 düzeyine ulaştığı görülmekte ve bu hesap içerisinde de özellikle portföy hesabı-yükümlülükler kalemindeki artış dikkat çekmektedir. Bu gelişmeler de 2009 yılında ödemeler dengesinde gerçekleşen gerilemenin yeniden neden artış trendine geçtiğini açıkça göstermektedir. Döviz kuru ve faizlerdeki eğilim mevcut haliyle devam ettiği ve politik istikrar konusunda bir sıkıntı yaşanmadığı sürece sıcak para girişinin devam edeceği ve bunun da ödemeler dengesinde olumsuzluk yaratmayı sürdüreceğini söyleyebiliriz. Ödemeler dengesinde göze çarpan en önemli kalem ise cari işlemler kalemidir. Söz konusu dönemde bu kalem sürekli büyüyen açıklar vermiştir. Cari işlemler dengesine ilişkin 1999-2010(ocak-temmuz) yılları arasındaki gelişim seyrini Grafik 4’te görüyoruz. Grafikten görüldüğü üzere küresel krizle beraber 2009 yılında cari açık daralma trendine girmiş; fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi 2010 yılının ilk iki çeyreğinde 2009 yılındaki düzeyinin oldukça üzerine çıkmıştır. Grafik 4: 2001-2010(Ocak-Temmuz) Dönemi Cari İşlemler Dengesinin Gelişimi Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir. Tablo 2’de 2009-2010 (Ocak-Temmuz) dönemde ödemeler dengesinde yaşanan gelişmeler gösterilmiştir. Tablodan da anlaşılacağı üzere 2001 krizi sonrasında Türkiye ekonomisinde, nitelik ve nicelik açısından en büyük değişimlerin kaydedildiği sektörlerin başında dış ticaret gelmektedir (MUSİAD, 2009: 137). 2000’li yıllarda özel yabancı sermaye akımlarını çekmeye yönelik olarak uygulanan politikalar neticesinde Türkiye ekonomisinde dış ticaret dengesi ithalatın hızla artışıyla birlikte sistemli olarak yükselmiştir. 2001 yılından itibaren 2008 yılının üçüncü çeyreğine kadar dış açıklar ciddi kaygı uyandıran boyutlarda artmıştır. 2009 yılında özellikle dış talepte görülen daralma sonucu ithalatın gerilemesiyle dış ticaret dengesindeki olumlu seyir 2010 yılı ile yaşanan olumlu havayla beraber yeniden eski düzeylerine geri dönmeye başlamıştır. 80 Journal of Life Economics 2014/1 Görüleceği üzere ülkemizin cari açık vermesinin arkasındaki en önemli sebep dış ticaretteki yüksek açıktan kaynaklıdır. Bu da enerji ithalatı gereksinimi ve gelişen ekonominin ara malı ihtiyacı gibi yapısal nedenlere dayanmaktadır. Bu nedenler aslında Türkiye’nin büyümesini sürdürmek için dış finansmana duyduğu ihtiyacı da göstermektedir. Başka bir deyişle, Türkiye’nin büyümeye devam edebilmesi için enerji ve ara malı ithalatının dış kaynakla finanse edilebilmesi gerekmektedir (Alantar, 2009: 10-11). 81 Journal of Life Economics 2014/1 Tablo 2: Ödemeler Dengesi (Milyon ABD Doları) 1999 A- Cari İşlemler Hesabı İhracat F.O.B İthalat F.O.B. Mal Dengesi Hizmetler Dengesi: Gelir Hizmetler Dengesi: Gider Mal Ve Hizmet Dengesi Gelir Dengesi: Gelir Gelir Dengesi: Gider Mal, Hizmet Ve Gelir Dengesi Cari Transferler B. Sermaye Hesabı C. Finans Hesabı Yurtdışında Doğrudan Yatırım Yurtiçinde Doğrudan Yatırım Portföy Hesabı Varlıklar Portföy Hesabı Yükümlülükler Hisse Senetleri Borç Senetleri Diğer Yatırımlar - Varlıklar Merkez Bankası Genel Huk. Bankalar Diğer Sektörler Diğer Yatırımlar - Yükümlülükler Merkez Bankası Genel Hükümet Bankalar Diğer Sektörler Cari, Sermaye Ve Finansal Hesaplar D. Net Hata Ve Noksan Genel Denge E. Rezerv Varlıklar Resmi Rezervler Uluslar Arası Para Fonu Kredileri 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 -925 -9920 3760 -626 -7515 -14431 -22198 -32193 -38311 -41946 -13963 29031 -38802 -9771 30825 -52882 -22057 34729 -38092 -3363 40719 -47109 -6390 52394 -65883 -13489 68535 -91271 -22736 78.365 -111445 -33080 93612 -134669 -41057 115361 -162156 -46795 140800 -193821 -53021 109640 -134536 -24896 16370 19463 15203 14031 17952 22941 26763 25549 28930 34824 33029 -8868 -8088 -6067 -6146 -7441 -10144 -11496 -11937 -15586 -17703 -16724 -2269 -10682 5773 1495 -2978 -9939 -17813 -27445 -33451 -35900 -8591 2.350 2.836 2.753 2.486 2.246 2651 3644 4418 6423 6889 5164 -5.887 -6.838 -7.753 -7.040 -7.803 -8260 -9483 -11074 -13526 -15048 -12835 -5806 -14684 773 -3059 -8535 -15548 -23652 -34101 -40554 -44059 -16262 4881 4764 2987 2433 1020 1117 1454 1908 2243 2113 2299 4829 9584 -14557 1172 7162 17702 42660 42689 48707 33547 10119 -645 -870 -497 -143 -480 -780 -1064 -924 -2106 -2549 -1553 783 982 3352 1082 1702 2785 10031 20185 22047 18269 7849 -759 -593 -788 -2096 -1386 -1388 -1233 -4029 -2063 -1276 -2742 4188 1615 -3727 1503 3851 9411 14670 11402 2780 -3770 2938 428 3760 489 1126 -79 -3648 -16 1519 905 2946 1427 7984 5669 9001 1939 9463 5138 -2358 716 -4486 2827 111 -2304 -1939 -601 -777 -986 -6983 -578 -13437 -4853 -10935 10191 -98 1 -39 -30 -28 -24 -16 0 2 2 -306 -1839 -367 -1574 -366 233 -795 643 -1390 348 -1306 -5324 -1635 -149 -413 -11018 -2419 -3389 -1466 -9164 -1773 5869 4628 3566 10389 -12296 1603 4461 14657 20834 29492 32902 33808 -6564 -231 -1932 2655 3074 619 117 3736 5917 735 -1977 -9644 -1410 1336 -669 -2016 2952 497 -2194 2846 3312 -209 -1163 6564 9465 -787 -2165 10524 13262 -1268 -712 11704 19768 -1450 82 3736 30534 -1791 1742 8195 25662 -901 1603 1359 -8625 3904 -336 -10797 546 -353 3271 20462 10496 10396 -8399 -3844 1302 -2661 -2127 -758 4450 1071 2738 129 1619 5641 4635 5206 -2997 -12924 -212 4097 4342 23200 10625 12015 -2758 791 -5206 2997 12924 212 -4097 -4342 -23200 -10625 -12015 2758 -791 -5726 -354 2694 -6153 -4047 -824 -17847 -6114 -8032 1057 -111 520 3351 10230 6365 -50 -3518 -5353 -4511 -3983 1701 -680 Kaynak: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü, Ödemeler Dengesi Müdürlüğü, “Ödemeler Dengesi”, http://www.tcmb.gov.tr/odemedenge/menuturkpdf.html (Erişim Tarihi: 31.10.2010) 82 Journal of Life Economics 2014/1 Cari açığın altında yer alan gelirler dengesi de sürekli açık vermektedir. Bu kategoride altı çizilmesi gereken kalem yatırımlar olup, burada kaydedilen açığın, önemli kısmı dış kaynak kullanımından kaynaklanan faiz giderlerinden oluşmaktadır. Kâr transferi ve faiz harcamalarındaki bu açık, Türkiye dış âlemden net finansman sağlamaya devam ettiği sürece kalıcı olacak gibi gözükmektedir. Cari denge altında yer alan cari transferler kaleminde ise Türkiye genel olarak fazla vermektedir. Bu kategorinin en önemli kalemi işçi gelirleri olup, bu kalem tedricen önemini kaybederek son yıllardaki 5 milyar dolar düzeyinden, 2008 yılında 2 milyar dolar düzeyine kadar gerilemiştir (MÜSİAD, 2009: 145). Son yıllarda giderek artan cari işlemler açığı daha çok özelleştirme kapsamında alımlarında bulunan doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve kısa süreli sermaye hareketleriyle finanse edilmiştir. Yüksek faiz ve düşük kur politikasının teşvik ettiği kısa vadeli sermaye hareketlerinin cari işlemler açığının finansmanında kullanılması iktisadi kırılganlığı artırmaktadır. 1994 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerde bu sermayenin hızlı çıkışıyla birlikte yükselen kur, kısa dönemde önemli finansman sorunlarına neden olmuştur. Benzer durum henüz 2008-9 küresel finansal krizinin yaşandığı süreçte de gözlenmiştir (Egeli, 2009). 2001 krizi sonrası dönemde ihracat ithalata bağımlı bir hale gelmiştir. Reel sektör ucuz döviz imkanlarından yararlanarak ucuz ara malı ithal etmiştir. Bu malları dayanıklı tüketim malları haline getirerek farklı piyasalara satmıştır. Bu nedenle Türkiye yükselen dış borç ve cari işlemler açığıyla karşı karşıya kalmıştır. 2003 sonrası dönemde artan bu ithalat oranı öncelikli olarak ülkeye sıcak paranın çekilmesi ile finanse edilmiş, daha sonra ise tüm dünyadaki trende de uyan ve soğuk para olarak nitelendirilen, özelleştirme ve gayrimenkul satışından elde edilen gelirlerle karşılanmıştır. Ayrıca, özel sektör bu ithalatı finanse edebilmek için dünyadaki finansal genişleme, bol likidite ve ucuz kredi imkanlarından yararlanarak doğrudan borçlanmaya gitmiştir (Yeldan, 2008). Unutulmamalıdır ki, Türkiye ekonomisi son yıllardaki üretimini ve büyümesini sürekli dış kaynakla sağlamıştır. Oysa krizle birlikte son yıllarda hızla ülkeye akan yabancı sermaye girişlerinde de bir daralma yaşanmıştır. Grafik 5’te görüleceği üzere, 2008 yılında ülkeye gelen yabancı sermaye miktarı azalmıştır. Bu azalış özellikle uzun dönemli sermaye azalışından kaynaklanmıştır. Çünkü krizle birlikte özellikle uzun dönemli yabancı sermaye bulmak zorlaşmıştır. 2008 yılında azalmaya başlayan içeriye portföy yatırımları 2009 yılında, dışarıya akmaya başlamıştır. Fakat 2010 yılıyla beraber bu trend tersine dönmeye başlamıştır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi düşük kur-yüksek faiz politikası özellikle kısa vadeli sermaye için Türkiye’yi bir çekim merkezi haline getirmiştir. Krizin neden olduğu bu düşüş şuanda yükselişe geçmiş durumdadır. 83 Journal of Life Economics 2014/1 Grafik 5: Sermaye Girişleri (Milyar ABD Doları) Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Hazine Müsteşarlığı, Ekonomi Sunumu, http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Economic%2 0Indicators/egosterge/Sunumlar/Ekonomi_Sunumu_ENG.pdf, s.66 Sermaye akımları kapsamında ele alınması gereken ve özellikle kriz dönemlerinde Türkiye ödemeler dengesinde önem teşkil eden bir kalem “net hata noksan “ kalemidir. Net hata ve noksan kalemi kaynağı ve amacı belli olmayan sermaye hareketlerini ifade etmektedir. Bu hesap özellikle kriz yılları olmak üzere Türkiye ekonomisinde son yıllarda önemli meblağlara ulaşmıştır. Resmi istatistiklerde net hata ve noksan diye anılan söz konusu sermaye girişlerinin kaynağı, amacı veya bedeli belli değildir. Söz konusu kayıt dışı sermaye girişleri, finans sektörüne beklenmedik bir rahatlama sağlamış gözükmektedir. Ancak, adı üzerinde kayıt dışı olan bu kaynağın, alınmış olunan önlemler sayesinde ülkemize aktarıldığı söylenemez. “Net hata ve noksan” kalemi dahilinde kayıt dışı sermaye girişlerinin Türkiye ekonomisine olan ilgisi kuşkusuz 2008 sonrası ile sınırlı değildir. 1994 veya 2001 krizleri gibi dönemlerde de kayıt dış sermaye hareketlerinin önemli bir işlev gördüğü bilinmektedir (Yeldan; 2009b). 5. KAMU MALİYESİNDEKİ GELİŞMELER Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarla beraber bütçe göstergelerinde ve unsurlarında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1998 yılının Temmuz ayında IMF ile Yakın İzleme Anlaşması imzalanmıştır. Yakın İzleme Anlaşması, Eylül, Aralık 1998 ve Aralık 1999 tarihleri itibariyle, malî, parasal ve enflasyona yönelik hedefler belirlemişti. Bunun yanında, hükümetin 12 vergi yasasında yeni düzenlemeler yapan vergi değişiklikleri önerisiyle gelir vergisi tarifesi dilimleri genişletilirken, dilim sayısı azaltılmış ve vergi oranları %25-50 aralığından %15-40 aralığına çekilmiştir. Kurumlar vergisi oranı %30’a düşürülmüş, kurumların dağıtılmayan karları üzerinden alınan %20 oranındaki gelir vergisi stopajı kaldırılmıştır (Yıldırım ve Yıldırım, 2001: 15). Yine, 1999’da Marmara Bölgesini yerle bir eden ve Türkiye ekonomisine büyük zararlar yaşatan Marmara Depremi sonrası, yeni bir vergi paketi hazırlanarak ek vergi gelirleri elde edilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda kamu gelirlerinde kısmen bir iyileşme görülmüştür. Daha sonra 2000 yılında IMF’in desteğiyle uygulamaya konan “Döviz Kuru 84 Journal of Life Economics 2014/1 Çıpasına Dayalı Enflasyonu Düşürme Programı” başlıklı bir istikrar programı kapsamında getirilen ek vergiler ve elde edilen özelleştirme gelirleriyle kamu gelirlerinde artış devam etmiştir. Bununla beraber, 2008 yılının son çeyreğinde görülen kriz sonucu ÖTV ve KDV oranlarında yapılan süreli indirimler vergi gelirlerinin payında azaltma yaratması beklenirken tam tersi gelişme yaşanmıştır. Genel bütçe vergi gelirlerinin 2008’de GSYİH içindeki payı %18,2 iken 2009’da %18,5’e çıkmıştır. Bu gelişme özellikle dolaylı vergilerde yapılan indirimlerin talepte güçlü bir artış yarattığı ve harcamaları arttırarak sonuçta toplanan vergilerde artışa yol açmasıyla açıklanabilir. Genel bütçe gelirlerinin GSYİH içindeki payına baktığımızda ise 2000’de %26,6 iken 2001 yılında %29,2’ye yükseldiği görülmektedir (Bkz:. Grafik 5). 2001 yılından sonra da, birkaç yıldaki düşüşler hariç, bu yükseliş devam etmiş, son yıllarda % 31-33 aralığında seyretmiştir. 2009 yılında ise %34,6 düzeyine ulaşarak beklenmedik bir artış göstermiştir. 1998 yılında IMF’le yapılan Yakın İzleme Anlaşması doğrultusunda faiz dışı fazlanın arttırılacağı, kamuda çalışanların ücret ve maaşları ile tarımsal destekleme fiyatlarının belirlenmesinde hedeflenen enflasyonun esas alınacağı ilan edilmesine karşın gelişmeler farklı yönde olmuştur. Mart 1999’da alınan erken genel seçim kararı, kamu harcamalarının kontrol altına alınmasını güçleştirmiştir. Bu olumsuz duruma yüksek faiz ödemeleri ve Ağustos 1999’da deprem felaketinin getirdiği maliyetler eklenince, kamu harcamaları hızla artmıştır (ŞEN ve diğerleri, 2007: 192). Genel bütçe giderlerinin GSYIH içindeki payı, Şubat 2001 finansal krizinde rekor düzeye ulaşarak %43’e çıkmıştır. Daha sonra 2001 yılının Mayıs ayında IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş adı altında bir istikrar programı uygulamaya konulmuştur. Bu program bağlamında görev zararlarının kaldırılması, kamu harcamalarının disipline edilmesi ve bütçede faiz dışı fazlanın sağlanması hedeflenmiştir. Bunların sonucunda kamu harcamalarında azalma kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştır (Pınar, 2006: 335). Küresel krizin etkisiyle maliye politikasında değişiklikler yaşanmış ve 2002’den bu yana büyük önem verilen mali disiplinden son iki yıldır uzaklaşılmıştır. Daralan toplam talebi canlandırmak üzere alınan mali önlemler sonucu genel bütçe harcama büyüklükleri son iki yılda ciddi oranda artmaya başlamıştır. 2008 yılının ikinci yarısından itibaren genel bütçe harcamaları bir artış trendine girmiştir. Genel seçimlerin yaşandığı 2007 yılında dahi genel bütçe harcamalarının bu ölçekte artmamış olması, yaşanan değişimin krizle ilgisini göstermeye yetecektir. 85 Journal of Life Economics 2014/1 Grafik 6: Genel Bütçe Gelir ve Giderlerinin GSYİH içindeki Payları Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir. Grafik 6’da görüleceği üzere genel bütçe giderleri 1999-2001 döneminde şiddetli bir artışla GSYİH oranı cinsinden % 31’den % 44’e yükselmiştir. Bu yıldan itibaren toplam harcamaların GSYİH’ya oranı sistemli bir gerilemeyle %35’in altına inmiştir. Bu gelişme bu dönemde mali disiplini gerçekleştirme çabalarıyla açıklanabilir. Fakat genel bütçe harcamalarında görülen bu iyileşme 2008 yılındaki krizle birlikte sekteye uğramış ve toplam harcamalar yükseliş göstererek 2009 yılında %40,1 seviyesine ulaşmıştır. Tablo 3’den görüleceği üzere toplam harcamalar içerisinde ise özellikle transfer harcamalarında ciddi bir artış yaşanmıştır. 2008 yılında %15,5 iken 2009 yılında %19,1’e çıkmıştır. Transfer harcamalarındaki bu artış küresel krizin yarattığı durgunluğu aşmak için alınan mali tedbirlerin bir uzantısı olarak ifade edilebilir. 86 Journal of Life Economics 2014/1 Tablo 3: Genel Bütçe Gelir ve Giderlerinin GSYİH İçindeki Payları 1999 16,6 6,8 9,4 0,3 1,2 3,6 2000 18,8 7,1 11,4 0,3 1,7 2,7 2001 19,0 7,8 11,0 0,3 1,8 4,7 4,7 2002 17,6 6,2 11,1 0,3 2,6 5,9 4,8 2003 18,7 6,0 11,9 0,7 2,5 5,1 5,3 2004 18,1 5,6 12,0 0,5 2,4 5,3 5,4 2005 18,6 5,6 12,5 0,6 2,5 6,0 5,2 2006 18,8 5,2 13,0 0,5 2,5 6,1 5,9 2007 18,6 5,6 12,4 0,6 2,1 5,8 5,7 2008 18,2 5,9 11,7 0,6 1,8 5,6 6,5 2009 18,5 6,0 11,9 0,6 2,0 6,3 7,4 TOPLAM -Özelleştirme Gelirleri TOPLAM GELİR 19,1 0,1 19,1 21,6 1,1 22,7 30,3 0,7 30,9 30,8 0,1 31,0 31,5 0,1 31,6 31,2 0,3 31,5 32,3 0,6 32,9 33,2 1,6 34,8 32,2 1,4 33,7 32,1 0,9 32,3 34,2 0,5 34,6 Cari Harcamalar Yatırım Harcamaları -Sabit Sermaye -Stok Değişmesi Transfer Harcamaları -Cari Transferler -Sermaye Transferleri Stok Değişim Fonu 10,0 4,9 4,9 0,0 14,8 13,8 1,0 1,0 9,4 5,3 5,2 0,0 16,8 15,8 1,0 0,7 13,1 3,5 3,5 0,0 26,1 25,3 0,9 0,0 13,9 3,6 3,6 0,0 24,1 23,3 0,8 0,0 13,8 2,9 2,9 0,0 22,7 22,3 0,5 0,0 13,6 2,4 2,4 0,0 19,5 19,0 0,6 0,0 13,4 2,9 2,9 0,0 16,7 16,3 0,4 0,0 14,6 3,0 2,9 0,0 15,9 14,9 1,0 0,0 15,0 3,2 3,1 0,0 15,6 15,0 0,6 0,0 15,7 3,4 3,4 0,0 15,5 14,8 0,7 0,0 17,7 3,3 3,3 0,0 19,1 18,1 1,0 0,0 TOPLAM HARCAMA 30,8 32,1 42,7 41,7 39,5 35,6 33,0 33,4 33,8 34,6 40,1 BORÇLANMA GEREĞİ 11,7 9,4 11,8 10,8 7,9 4,1 0,1 -1,4 0,2 1,7 5,4 Vergiler -Vasıtasız -Vasıtalı -Servet Vergi Dışı Normal Gelirler Faktör Gelirleri Sosyal Fonlar Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe Gerçekleşmeleri”, http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFDFD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.02.2010); DPT, “Temel Ekonomik Göstergeler (Aralık 2010)”, http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FCC477F9AA31AEBB8C, (Erişim Tarihi: 02.09.2010) adreslerinden alınarak derlenmiştir. 87 Journal of Life Economics 2014/1 Genel bütçe gelir ve giderlerindeki bu gelişmelere bağlı olarak borçlanma gereğinde de değişimler olmuştur (Bkz: Tablo 3). Borçlanma Gereğinin GSYİH’ya oranı 1999’da %11,7, 2001’de %11,8 olmuştur. 2002’ den itibarense düşüşe geçerek 2007 yılında %0,2 düzeyine gerilemiştir. Bu gelişmenin en büyük nedeni IMF destekli mali disiplini teşvik etmeye yönelik politikaların etkisi büyüktür. Fakat 2008-2009 krizi ile birlikte borçlanma gereğinin hızlı bir şekilde yükselerek 2009 yılında %5,46’ya ulaştığı görülmektedir. Kamu maliyesinin performans değerlendirmesinde iki kriter dikkate alınmaktadır. Bunlardan bir tanesi bütçe açıklarının GSYİH’ya oranı, diğeri ise faiz dışı fazlanın gelişimidir. 2000-2001 krizine yüksek kamu açıkları ile giren Türkiye ekonomisi, kriz sonrası süreçte uyguladığı sıkı maliye politikası ve mali disiplin anlayışı ile kamu açıklarını önemli ölçüde düşürmüş kamu borçlanma gereğini ve buna bağlı olarak bütçe üzerindeki faiz yükünü giderek azaltmıştır. Ayrıca 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca 2006 yılından itibaren destekli bütçe uygulamasından uluslararası standartlarla uyumlu ve daha geniş kapsamlı olan merkezi yönetim bütçe uygulamasına geçilmiştir (Susam ve Bakkal, 2008: 84). Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, son dönemde küresel kriz sonucu bu hedeflerden sapmalar görülmüştür. Genel yönetim bütçe giderlerini gelişim seyrini ayrıntılı olarak inceleyecek olursak Grafik 7’de görüleceği üzere toplam harcamalar içerisinde transfer harcamalarının payı 19992001 döneminde %60’lara kadar yükselmiş, daha sonra sistematik bir şekilde %44’lere kadar gerilemiştir. Küresel finans kriziyle beraber yeniden yükselişe geçerek %47,6 olmuştur. Cari harcamaların payı ise 2000 yılından itibaren sürekli artarak %30’lardan %45’lere kadar yükselmiştir. Yatırım harcamalarını toplam harcamalar içerisindeki yeri 2001 yılından itibaren nerdeyse değişmeden %9’lar düzeyinde seyretmiştir. Fakat 2009 yılında krizin yarattığı durgunluğun etkisiyle %8,3 seviyesine inmiştir. Grafik 7: Genel Bütçe Harcamalar İçinde Cari, Yatırım ve Transfer Harcamalarının Payları Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir Dönem boyunca faiz dışı merkezi bütçe gelirlerinin GSYİH’ya oranı ufak değişiklikler dışında %22’ler civarında seyretmiştir. Merkezi bütçe gelirleri içerisinde vergi gelirlerinin payı önemlidir. Vergi gelirlerinin GSYİH’ya oranı ise ortalama %18’ler civarında seyretmiştir. Bunun yanında, vergi dışı gelirlerin GSYİH’ya oranı belli yıllar hariç ortalama %2 seviyelerinde kalmıştır (Tablo 4). Toplam vergi gelirlerinin türleri itibariyle gelişimi ise 88 Journal of Life Economics 2014/1 farklı bir seyir izlemiştir. Şöyle ki; Grafik 8’ten görüleceği üzere dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisindeki payı 2001 yılında yaklaşık %60 iken 2006 yılında %70’e kadar yükselmiştir. 2007 yılından sonra ise düşüşe geçerek % 65 dolaylarında seyretmiştir. Toplam vergiler içerisinde dolaysız vergilerin payı ise 2001 yılında %40’lardan 2006 yılında %29’lara kadar gerilemiştir. Daha sonra yükselişe geçerek %32’lere kadar çıkmıştır. 2009 yılında merkezi yönetim bütçe vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payı %32,5 olmuştur. Bu durum yukarıda bahsettiğimiz mali disiplini sağlama kapsamında gerçekleştirilen vergisel düzenlemelerin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Servet vergilerinin toplam vergiler içerisindeki payı ise 2002 yılından itibaren bir yükseliş gösterse de toplam vergiler içerisindeki görece olarak önemsiz bir paya sahiptir Grafik 8: Genel Bütçe Vergi Gelirleri İçinde Dolaylı, Dolaysız ve Servet Vergilerinin Payları Kaynak: Tablo 3’deki verilerden yararlanılarak tarafımdan derlenmiştir Merkezi yönetim bütçesindeki gelişmeler ise GSYİH’ya oran cinsinden Tablo 4’te gösterilmiştir. Görüleceği üzere, merkezi bütçe dengesi 1999-2001 krizinde ciddi açıklar vermiştir. 2000 yılında %11,9 olan merkezi bütçe açığı 2002 yılından itibaren sistemli bir düşüşle 2006 yılında %0,6’ya kadar gerilemiştir. 2007 yılından itibaren tekrar bir yükselişe geçmiş ve 2009 yılında yaşanan küresel finans krizinin yol açtığı harcamalardaki artış bütçe dengesine olumsuz yansımıştır. Merkezi yönetim bütçe dengesi 2008 yılında %1,8 iken 2009 yılında %5,5’e çıkmıştır. 89 Journal of Life Economics 2014/1 Tablo 4: Merkezi Yönetim Bütçe Büyüklüklerinin GSYİH’ya Oranları MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE GİDERLERİ Faiz Hariç Bütçe Giderleri I. Personel ve Sosyal Güvenlik Kurumları Devlet Primi Giderleri II. Mal ve Hizmet Alım Giderleri - Sağlık Giderleri - Diğer Mal ve Hizmet Alım Giderleri III. Cari Transferler - KİT Görev Zararı - Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferler - Tarımsal Destekleme Ödemeleri - Mahalli İdare ve Fon Payları - Diğer Cari Transferler IV. Sermaye Giderleri V. Sermaye Transferleri VI. Borç Verme - KİT Sermaye - Risk Hesabı - Diğer VII. Yedek Ödenekler VIII. Faiz Giderleri MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE GELİRLERİ I. Vergi Gelirleri II. Vergi Dışı Gelirler BÜTÇE DENGESİ FAİZ DIŞI BÜTÇE FAZLASI 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 30,8 18,6 36,2 19,1 34,1 19,4 31,1 18,2 27,2 17,1 24,6 17,6 23,5 17,4 24,2 18,4 23,9 18,6 28,2 22,6 5,8 6,1 6,3 6,3 6,0 5,8 5,7 5,9 5,8 6,6 2,7 0,5 2,8 0,6 3,0 0,6 2,6 0,6 2,4 0,6 2,3 0,6 2,5 0,7 2,6 0,8 2,6 0,7 3,1 0,9 2,3 7,6 0,0 2,3 7,5 0,0 2,4 7,3 0,2 2,0 6,9 0,2 1,9 6,5 0,1 1,7 7,1 0,1 1,8 6,6 0,1 1,9 7,5 0,1 1,9 7,4 0,1 2,2 9,7 0,3 2,0 2,1 3,2 3,5 3,5 3,7 3,1 3,9 3,7 5,5 0,2 0,4 0,5 0,6 0,6 0,6 0,6 0,7 0,6 0,5 3,4 2,0 1,7 0,0 0,7 0,5 0,0 0,2 0,0 12,3 3,5 1,5 1,9 0,0 0,8 0,4 0,0 0,4 0,0 17,1 2,3 1,0 2,2 0,0 0,6 0,4 0,0 0,2 0,0 14,8 1,6 1,0 1,7 0,0 0,6 0,2 0,2 0,2 0,0 12,9 1,9 0,5 1,5 0,1 0,6 0,2 0,1 0,3 0,0 10,1 2,0 0,8 1,6 0,2 0,6 0,1 0,0 0,4 0,0 7,0 1,9 0,9 1,6 0,3 0,8 0,5 0,0 0,2 0,0 6,1 2,0 0,8 1,5 0,4 0,5 0,2 0,0 0,2 0,0 5,8 2,1 0,8 1,9 0,3 0,5 0,3 0,0 0,2 0,0 5,3 2,3 1,1 2,1 0,5 0,6 0,3 0,0 0,3 0,0 5,6 22,9 17,7 5,2 22,7 17,2 5,5 11,5 22,2 18,1 4,1 22,0 17,9 4,0 23,5 18,4 5,1 22,9 18,1 4,7 22,6 18,1 4,4 22,1 17,7 4,4 22,6 18,1 4,5 -7,9 24,3 18,2 6,2 11,9 -8,8 -5,2 -1,1 -0,6 -1,6 -1,8 -5,5 4,4 5,2 3,3 4,0 4,9 6,0 5,4 4,2 3,5 0,0 Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe Gerçekleşmeleri”, http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFD FD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.09.2010). 2000 krizinden bu yana % 6,5 oranında belirlenen faiz dışı fazla hedefinin 2008 başında % 3,5 oranına düşürülmesi, özellikle küresel durgunluğun yaşandığı bu dönemde bu durgunluğun etkilerinin reel sektöre yansımasını mümkün olduğunca azaltmaya yönelik bir uygulama olması açısından olumlu görülebilir. Bununla birlikte bu noktada sıkı mali politikaların bir miktar gevşetilmesi ve özellikle daralan sektörlerde artan işsizliğin azaltılması için genişletici vergi teşviklerinin uygulanması ve teşvik edici harcamaların arttırılması önemli görülmüştür. Çünkü bu politikalar reel üretimin canlı tutulmasına hizmet etmektedir. Hedefin düşürülmesi ile hem kamu mali dengesinin sağlanmasının kolaylaşması hem de reel piyasaların rahatlatılarak kaynakların özel yatırımların arttırılması amacıyla kullanılması hedeflenmiştir. Tablo 4’ten görüleceği üzere faiz dışı fazla 2008 yılında %3,5’e gerilemiş ve krizin etkilerini bertaraf etmeye yönelik bahsedilen önemler neticesinde ise 2009 yılında faiz dışı fazla verilememiştir. Faiz ödemelerinde önemli bir artış olmamakla beraber 90 Journal of Life Economics 2014/1 faiz hariç bütçe harcamalarda görülen artış bu durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. (Şimşek ve Altay, 2009: 19). 6. SONUÇ Türkiye ekonomisi son 1999-2009 yılları arasında iki büyük krizle karşı karşıya kalmıştır. 1999-2001 krizinin ardından ekonomide ciddi yapısal önlemler alınmıştır. 2002 yılında iktidara gelen AKP hükümeti de bu önlemlerin uygulayıcısı olmuştur. Uygulanan politikalar neticesinde Türkiye ekonomisi ciddi bir yapısal dönüşüm geçirmiştir. Bu dönümün em temel ayağı kamu maliyesinde disiplinin tesis edilmiş olması ve dış ticarette ithalat ve ihracatta ciddi artışların yaşanmasıdır. Bununla beraber, dış ticaretteki gelişmeler çarpık bir şekilde yapılanmıştır. Bunun neticesinde de 2002 yılından bu yana cari işlemler açığı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Dış sermaye akımlarındaki artıştan dolayı söz konusu açık ekonomide ciddi kırılganlığa yol açmamıştır. Ancak son yaşanan kriz neticesinde ithalata bağlı olarak 2008 yılında cari açıkta görülen iyileşme 2009 yılında yeniden yerini hızlı bir artışa bırakmıştır. Bunun yanında, işsizlik rakamları da sürekli yüksek seviyelerde seyretmektedir. Böylelikle ülkemiz işsizlik üreten bir büyüme yoluna girmiştir. Uzun vadede işsizlik ve cari açıktaki bu olumsuz durumun sürdürülebilmesi mümkün görünmemektedir. 2002 yılından itibaren sağlanan mali disiplin ise 2008-2009 küresel krizi ile sarsılmaya başlamıştır Ancak kamu açıkları henüz 2001 krizindeki gibi ciddi hasarlar ortaya çıkaracak bir boyutta görülmemektedir. Bununla beraber, orta ve uzun vadede mali disiplindeki bu gevşemeye de dikkat etmek gerektir. 91 Journal of Life Economics 2014/1 Kaynakça ALANTAR, Doğan, “Küresel Finansal Kriz ve Türkiye’nin Makroekonomik Göstergelerine Etkisi”, Bütçe Dünyası, Cilt 3, Sayı 31, Kış 2009. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), “Temel Ekonomik Göstergeler (Aralık 2010)”, http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF 03C7B4FCC477F9AA31AEBB8C, (Erişim Tarihi: 02.09.2010). EGELİ, Pınar, “Globalleşme ve Küresel Kriz”, Econ Anadolu 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009, Eskişehir. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, “Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe Gerçekleşmeleri” http://www.bumko.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816 B2EFDFD2E3D99D08F44F (Erişim Tarihi: 02.09.2010). Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü, “Ekonomik Göstergeler” http://www.muhasebat.gov.tr/ekogosterge/index.php (Erişim Tarihi: 02.02.2010), MÜSİAD, Türkiye Ekonomisi 2009, MÜSİAD Araştırma Raporları 5, 2009. PINAR, Abuzer, Maliye Politikası. Ankara: Naturel Yayınları, Birinci Baskı, 2006 SUSAM, Nazan ve Ufuk BAKKAL, “Kriz Süreci Makro Değişkenleri ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?”, Maliye Dergisi, Sayı 155, Temmuz-Aralık 2008. ŞİMŞEK, Hayal A. ve Asuman ALTAY, “Küresel Kriz Ortamında Türkiye'de Maliye Politikalarının Değerlendirilmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt: 46 Sayı: 528, Şubat 2009, ss.11-23. TÜREL, Oktar, “Dünya Ekonomik Bunalımının Türkiye’ye 2008-2009’daki Yansımaları Üzerine Notlar”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt:46, Sayı: 533, Temmuz 2009, ss.9-34. Türkiye Cumhuriyeti Hazine Müsteşarlığı, “Ekonomi Sunumu”, http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Economic% 20Indicators/egosterge/Sunumlar/Ekonomi_Sunumu_ENG.pdf, Erişim Tarihi: 12.12.2010 Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) İstatistik Genel Müdürlüğü, Ödemeler Dengesi Müdürlüğü, “Ödemeler Dengesi”, http://www.tcmb.gov.tr/odemedenge/menuturkpdf.html (Erişim Tarihi: 31.10.2010). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, 8Erişim Tarihi: 11.10.2010). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), İstatistiki Göstergeler 1923-2008, Türkiye İstatistik Kurumu Yayını, 2009. YELDAN, Erinç, “ Bu krizden sonra savaş gelebilir”, Milliyet Gazetesi, 6 Ekim 2008. 92 Journal of Life Economics 2014/1 YELDAN, Erinç, “İşsizlik ve Orta Vadeli Program”, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Aralık 2009a, YELDAN, Erinç, “Türkiye Krizden Ne Kadar Etkilendi?” , Cumhuriyet Gazetesi, 4 Kasım 2009b. YILDIRIM, E. ve YILDIRIM, R. , “1980 Sonrası Uygulanan Maliye Politikaları ve Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri” XVI. Türkiye Maliye Sempozyumu (Bildiri Kitabı), 28-31 Mayıs, Antalya Celal Bayar Üniversitesi.İ .İ.B.F. Maliye Bölümü Yayını, 2001. 93