Çaylık Mart 2014

Transkript

Çaylık Mart 2014
ÇAYKUR’un AYLIK YAYınıdIR. Mart 2014 • Sayı 10
Ve hakem
bir numara
Çaykur “didi”
Çaykur
Bu köyde
herkes oyuncu
Ev Dışı Tüketim
pazarında büyüyor
[sunuş]
Çaykur, Ev Dışı Tüketim
pazarında büyüyor
Yaşam ve tüketim alışkanlıklarımızdaki değişim Türkiye’de Ev Dışı Tüketim sektörünün oluşmasını sağladı. 1980’li yıllarda ev dışında yemek yeme alışkanlığı hemen hemen hiç yokken
bugün artık hızlanan yaşam temposu nedeniyle zamanımızın çoğunu ev dışında geçiriyoruz. Nüfusun artması, büyük kentlerin çoğalması, turizm sektöründeki gelişim, kadınların
iş hayatına daha fazla katılımı gibi faktörler Ev Dışı Tüketim sektörünü her geçen daha da
büyütüyor.
Çaykur’un en hızlı büyüme gösterdiği alanların başında yine bu sektör geliyor. 2009 yılında
EDT Ürün Grubu’nda 72.50 tonluk üretim gerçekleştiren Çaykur’un geçtiğimiz yıl üretimini
4.818,60 tona çıkarmış olması sektörün gelişimine ayna tutması açısından önem taşıyor.
Ev Dışı Tüketim sektörünü mercek altına alarak, Çaykur’un bu alandaki çalışmalarına dergimizde geniş yer verdik. Ayrıca EDT Ürün Grubu’nda Çaykur Marmara Bölge Bayiliği’ni
sürdüren Umar Gıda’yı ziyaret ederek bölgedeki satış ve pazarlama çalışmalarını kendilerinden dinledik.
Çaykur Rize Bölge Müdürlüğü, satış oranlarını en fazla artıran bölge olarak 2013 yılında ipi
başarıyla göğüsledi. Rize Bölge Müdürlüğü’nün tecrübeli lideri Ahmet Telci gerçekleştirdikleri
faaliyetler hakkında bilgi vererek, elde ettikleri başarının sırrını Çaylık okurlarıyla paylaştı.
Akademisyen, araştırmacı Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu’nun 10 yıllık titiz çalışmasının ürünü
olan “Bin Yılın Çayı: Osmanlı’da Çay ve Çayhane Kültürü” adlı kitabı ‘Çaya Gönül Verenler’
sayfalarımızda sizlerle buluşturuyoruz. Çayın Osmanlı-Türk kültüründeki yerini konu alan bu
eser, çayın günlük hayatımızdaki izini geniş bir perspektifte sürüyor.
Keyifli okumalar dileriz.
MART 2014
[3]
Çaykur
6
KAPAK KONUSU
10
BAYİLERİMİZ
12
BÖLGELERİMİZ
14
Çaykur’dan haberler
l
16
Pozİtif
18
ÇAYA GÖNÜL VERENLER
22
Paydos
24
EMEK VERENLER
28
Foto haber
32
Sağlık
36
Aile ve Çocuk
38
EĞİTİM
40
teknoloji günlüğü
42
YAŞAM
Ev Dışı Tüketim
pazarında büyüyor
KAPAK KONUSU
s.
6
içindekiler
BAYİLERİMİZ
s.
10
Bu köyde
FOTO HABER
s.
28
herkes
oyuncu
İkinci baharında
kendi işinin
patronu oldu
EMEK VERENLER
s.
Umar Gıda Yöneticisi
Hale Umar:
“Kaliteli çay
için ilk tercih
Çaykur”
Çaykur Ev Dışı Tüketim pazarında büyüyor
Umar Gıda Yöneticisi Hale Umar:
“Kaliteli çay için ilk tercih Çaykur”
s.
22
Yayın Yönetmeni
Süleyman Pınarbaş
(Genel Müdür Yardımcısı)
Ve hakem bir numara Çaykur “didi”
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Necla Yeşildağ
(Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü)
Aydoğan Can Yılmaz: “Hayata dolu dolu bakabilmek”
YaYIN KURULU
Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Aycan Totkanlı,
Necla Yeşildağ, Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu,
Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe
Osmanlı’da çay ve çayhaneler
Mehmet Avcı: “Herkes Çaykur’lu olmak ister”
İkinci baharında kendi işinin patronu oldu: Ayla Biberoğlu
YAYINLAYAN
Bu köyde herkes oyuncu
Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
(Yayın Danışmanları)
Bu yiyecekler strese birebir
Duygu Durgun Köseoğlu
(Editör)
Kıskançlık ömür boyu
Doğa Özkan
(Sanat Yönetmeni)
Sınavda başarının sırrı: Doğru beslenme
Metin Özkan, Ahmet Akgül
(Grafik Tasarım)
Spor için mola
44
PÜF NOKTASI
46
gezi günlüğü
50
Serbest Kürsü
“Vapurlar değil,
PAYDOS
Sahibi
ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına
İmdat Sütlüoğlu
(Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür)
Çaykur Rize Bölge Müdürü Ahmet Telci:
“En büyük farkımız kalitemiz;
başarı çıtamızı devamlı yükseltiyoruz”
Seyit Göktepe
(Redaksiyon)
Dilan Karadağ
(Muhabir)
Caner Kasapoğlu
(Fotoğraflar)
GEZİ GÜNLÜĞÜ
s.
46
Boğaz’dan yalılar geçiyor’’
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
BASKI VE RENK AYRIM
Elma Bilgisayar ve Basım
0 212 697 30 30
24 “Herkes
Çaykur’lu
olmak ister”
MART 2014
[5]
[Kapakkonusu]
[6]
MART 2014
72,50
2009
4.818,60
Türkiye’nin nüfusu giderek artıyor. Nüfus arttıkça kentleşme süreci de hızlanıyor. Böylece hayatımız baş döndürücü bir hal alıyor. Yoğun iş temposu, uzayan mesai saatleri, ulaşım sürelerinin uzaması gibi etmenler sonucunda ev dışında daha fazla zaman geçiriyoruz
artık. Kentleşmenin getirdiği ‘telaş’ yaşam alışkanlıklarımızı da büyük ölçüde değiştiriyor.
Yine de bazı alışkanlıklardan kolay kolay vazgeçemiyoruz. Sözgelimi, evimizdeki gibi sağlıklı, temiz ve güvenilir ürünlere duyulan ihtiyaç değişmiyor. Dışarıda tükettiğimiz gıdaların
da en az evimizdeki kadar güvenilir ve sağlıklı olmasını bekliyoruz. Toplumun eğitim düzeyi
yükseldikçe bu bilinç de gelişiyor. Gittiğimiz mekânların kalitesini, pek çok unsurun yanı
sıra, mekânın ve orada sunulan ürünlerin hijyeniyle de ölçüyoruz.
2013’te lokanta ve otele
14.5 milyar TL harcadık
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2013 yılı ilk çeyreğindeki büyüme rakamlarına göre Ev Dışı Tüketim noktalarından oteller ve lokantalardaki tüketim harcamaları,
2012 yılı ilk çeyreğine oranla yüzde 23,7’lik bir artış sağlamış durumda. Tüketicilerin, 2012’nin ilk çeyreğinde
11,6 milyar liralık lokanta ve otel harcaması yaptığı, bu
tutarın 2013’ün aynı döneminde yüzde 23,7 artarak 14,5
milyar liraya yükseldiği kaydediliyor.
Ev Dışı Tüketim pazarı dünyada da benzer bir büyüme
trendi izliyor. ABD’de yapılan bir araştırma gıda sektöründeki Ev Dışı Tüketim’in 1970’lerde toplam gıda harcamasının yüzde 25.9’unu oluştururken 2012’de bu oranın yüzde 43.1’e yükseldiğini gösteriyor. ABD’de Ev Dışı
Tüketim’deki bu gelişmenin nedenleri arasında dışarıda
yemek yeme alışkanlığının artması, kadınların çalışma
hayatında daha fazla yer alması, ailede gelir getiren birden fazla kişinin olması, gelir düzeyinin yükselmesi, reklam ve pazarlama faaliyetlerindeki gelişmeler ve tüketici
algısındaki değişim gibi unsurlar başta geliyor.
Pazarın Türkiye’deki hızlı gelişiminde de benzer unsurların etkili olduğu gözleniyor. Kişi başı gelirin artması,
son 10 yılda ekonomide olumlu gelişmelerin yaşanması, dışarıda yemek yeme alışkanlığının oluşması, büyük
kentlerde tek kişilik ya da tek çocuklu hanelerin sayısal artışı, yurt genelinde üniversitelerin çoğalması, EDT
noktalarının ulaşılabilir olması, yaşam tarzı değişimi,
kadınların iş hayatında çok daha aktif rol almaya başlaması gibi faktörlerin sektörün büyümesinde etkili olduğu
belirtiliyor.
4.216,50
Ev Dışı Tüketim sektörü dünyada olduğu gibi,Türkiye’de de hızla büyüyor. Çaykur,
Türk insanının değişen yaşam alışkanlıkları ve beklentileri doğrultusunda Ev Dışı
Tüketim kapsamına giren her noktada uzun soluklu bir büyüme hedefliyor.
4.191,75
Ev Dışı Tüketim
pazarında büyüyor
Yaşam ve tüketim alışkanlıklarındaki bu değişim Ev Dışı
Tüketim (EDT) adı altında yeni bir sektörün doğmasını
sağladı. Ev dışında; otel, hastane, okul, pastane, fast
food, restoran, kafe, büfe, çay bahçesi, ofis gibi kanalların tümünü kapsayan bu pazar bugün Türkiye’de yaklaşık 35 milyar TL’lik bir büyüklüğe ulaştı.
Ev Dışı Tüketim pazarı başlı başına bir sektör olarak
kabul ediliyor aynı zamanda. Sektörün uzmanları 20062013 yılları arasında pazarın yıllık ortalama yüzde 1015’ler seviyesinde büyüdüğünü kaydederken 2013
yılında Türkiye’nin ortalama ekonomik büyümesinin
üzerinde bir gelişme gösterdiğine dikkat çekiyor.
1.963,69
Çaykur
Çaykur’un EDT
pazarındaki
performansı her yıl
daha da yükseliyor
2010
2011
2012
2013
EDT, Çaykur’un en hızlı büyüdüğü sektör
Ev Dışı Tüketim kanalı, Çaykur’un son yıllarda en hızlı büyüme kaydettiği sektör. 2009 yılında EDT Ürün Grubu’nda
72.50 tonluk üretim gerçekleştiren Çaykur bu alandaki üretimini her geçen gün daha da artırıyor. 2012’de 4.216,50
tonluk üretime ulaşan Çaykur, geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği 4.818,60 tonluk üretimle pazardaki gücünü pekiştiriyor.
Üretimdeki gelişimiyle birlikte Çaykur, EDT Ürün Grubu için
yürütmekte olduğu pazarlama ve saha faaliyetlerini de çeşitlendiriyor. Bu kapsamda, piyasadaki bilinirliğinin daha da artırılmasına yönelik çalışmalara, satışa destek olma ve tanıtım
faaliyetlerine özel önem veriyor. Otel, restoran, kafe, AVM,
resmi ve özel kurumlar, hastane, okul, yemekhane, temizlik firmaları, fabrikalar, ofisler, bankalar, toptan tedarikçiler,
EDT firmaları gibi kanallar Çaykur tarafından düzenli olarak
ziyaret ediliyor.
Çaykur’da öncelik HORECA Grubu’nda
Ev Dışı Tüketim alanında Çaykur’un öncelik verdiği sektörlerin başında HORECA Grubu (otel, restoran ve kafe)
geliyor. En önemli büyümeyi bu sektörde gerçekleştiren
Çaykur, hastaneden okula, fast food zincirlerinden ofislere
varıncaya dek, EDT kanalı olarak tarif edilen her noktada
sunduğu ürünlerle büyük dikkat çekiyor.
MART 2014
[7]
[Kapakkonusu]
ÇAYKUR’UN EV DIŞI TÜKETİM ÜRÜNLERİ
Ev Dışı Tüketim kanalı nüfusun yoğun olduğu
yerlerle doğru orantılı bir şekilde genişleyen ve
güçlenen bir kanal. Bu anlamda Çaykur, ülkemizde Ev Dışı Tüketim’in en fazla olduğu Marmara Bölgesi’nde pazara yönelik faaliyetlerini
yoğunlaştırmış durumda. Sektördeki yoğun rekabet göz önüne alındığında Çaykur’u bu yarışta
öne çıkaran etmenler şöyle sıralanıyor: Marka
bağlılığının ve bilinirliğinin tüketici nezdinde yüksek olması, Çaykur’un tüketicilerin taleplerine
cevap verebilecek güçlü bir dağıtım ağına ve
çay sektöründe köklü bir geçmişe sahip olması,
çay sektörünün ve pazarının en büyük kuruluşu
olması, kalitesine güvenilmesi ve damak tadına
alışmış bir hedef kitlesinin olması.
Hedef güçlü pazarlamayla
optimal büyüme
Çaykur’un Ev Dışı Tüketim pazarına yönelik kısa
ve orta vadedeki hedefleri arasında bayi yapılandırmasını hızla devam ettirmek ve ulaşılabilirlik
oranını artırmak yer alıyor. Ziyaret edilen nokta sayısını ve EDT Grubu
ürünlerinin bilinirliğini artırmaya yönelik faaliyetlerini POP malzemeleriyle
destekleyen Çaykur, uzun soluklu ve güçlü bir pazarlama stratejisi kurarak bu pazarda optimal büyüklüğü sağlamak üzere çalışmalarını sürdürüyor. Tüketici talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda bu kanalda en
çok rağbet gören ve beğenilen Rize Turist, Tiryaki, Filiz ve Altınbaş gibi
Çaykur ürünlerine ek olarak yeni ürün portföyleri oluşturuluyor.
Çaykur yetkilileri, kişi başı gelirin artması, son 10 yılda ekonomide olumlu gelişmelerin yaşanması, Kalkınma Bakanlığı Orta Vadeli
Programı’nda 2012 yılında 10.673 ABD doları olan kişi başı yıllık gelirin 2015 yılında 12.859 ABD doları olmasının beklenmesi, dışarıda
yemek yeme alışkanlığının artması; otel, hastane ve eğlence merkezlerinin yanı sıra restoran, catering şirketlerinin sayısındaki hızlı artış,
geleneksel aile yapısının giderek çekirdek aile halini alması, iş gücünde kadın sayısının artışı, büyük kentlerde öğrenci olarak ya da yalnız
yaşayan nüfusun çoğalması gibi faktörler göz önüne alındığında EDT
pazarının önümüzdeki yıllarda daha da büyüyeceği belirtilerek, gelecek beş yıl içinde en hızlı büyüme kaydedecek sektörün Ev Dışı
Tüketim olacağına dikkat çekiliyor.
Günümüzün hızla değişen dünyasında eski değerler, yaşam biçimleri
ve eğilimleri yerlerini yeni alışkanlıklara ve yaşam tarzlarına bırakırken
Çaykur, ülke içindeki dinamikleri iyi analiz ederek bu alanda da yeniliklerin öncüsü olmayı hedefliyor.
[8]
MART 2014
Türkiye,
EDT pazarında
dünya
rakamlarını
yakalıyor
Dünyadan ve Türkiye’den rakamlar
doğrultusunda çay tüketimini ve
EDT pazarını kıyaslayacak olursak;
l Dünya çay pazarı 18 milyar dolara ulaşmış durumda.
l Dünya çay tüketiminin yüzde 97’si siyah, yüzde
3’ü yeşil çaydan oluşuyor. Dünyada 30 ülkede çay
yetiştiriliyor. Toplam üretimin yüzde 80’i Asya’da
gerçekleşiyor.
l 2011 yılı itibarıyla Ev Dışı Tüketim (EDT) Ürünleri
sektörünün dünyada toplam 2,3 trilyon Euro
seviyesinde büyüklüğe ulaştığı belirtiliyor.
l EDT ticaretinin %70’i Kuzey Amerika, Batı Avrupa,
Çin ve Japonya’da gerçekleşiyor.
l Türkiye dünyanın en büyük 5’inci çay üreticisi.
Türkiye’de 200 bin çay üreticisi ve 300’e yakın işlemepaketleme tesisi bulunuyor. Toplam 758 bin dekar
alanda çay tarımı yapılıyor.
l Türkiye’de çay sektörü 220 - 230 bin ton üretimle 2.40
milyar TL’lik hacme ulaşmış durumda. Ülkemiz aynı
zamanda dünya çay üretiminin yaklaşık yüzde 6’sını
karşılıyor.
l Türkiye’de pazarın yüzde 38’ini, 85 bin tonla Ev
Dışı Tüketim, yüzde 62’sini 145 bin tonla perakende
oluşturuyor. Bitki ve meyve çayları 729 tonla pazardan
yüzde 1 pay alıyor.
l Türkiye’de günlük 245 milyon bardak çay tüketiliyor.
Kişi başına düşen yıllık çay tüketimi ise 3.15 kilo.
Türkiye’de çay, sudan sonra en çok tüketilen içecek.
Nüfusun yüzde 96’sı her gün çay içiyor.
l TÜİK verilerine göre Türkiye’de EDT pazarının toplam
12 - 13 milyar Euro seviyelerinde olduğu hesaplanıyor.
2011 yılı itibarıyla hane başına EDT noktalarında
harcanan para aylık yaklaşık 55 Euro olarak
gerçekleşmiş durumda.
l EDT sektörü Türkiye’de 2006 - 2011 yılları arasında
ortalama %15-20’ler seviyesinde büyüdü. 2013 ve
sonrasında ise sektörün kendi doğal dinamikleri ile bu
büyüme hızının devam edeceğini söylemek mümkün.
Kabaca bir tahminle sektörün 2015 yılında 15 milyar
Euro seviyelerine ulaşması bekleniyor.
Siyah Çay Grubu
Tiryaki Çayı:
‘Türkiye bu çayın
tiryakisi olacak’
sloganı ile
piyasaya sunulan
Tiryaki Çayı, çay
tiryakilerinin
her vakit keyifle
içebilecekleri,
geniş kitlelere
hitap eden
yumuşak içimli
bir ürün. Toplu
tüketim yerlerine
yönelik olarak
üretildi ve aynı
markadaki diğer
Çaykur ürünleri ile
kalite yönünden
hiçbir farklılık
bulunmuyor.
Tiryaki Çayı 2 bin
ve 5 bin gramlık
ambalajlarda
sunuluyor.
Kamelya Çayı:
Yumuşak içimi ile
kahvaltı çayı olarak
sunulan ve dost
sohbetlerinde keyifle
içilebilen bir ürün olan
Kamelya Çayı Çaykur
tarafından “toplu
tüketim yerlerine
yönelik” olarak üretildi.
Kamelya
Çayı 500
ve 1000
gramlık
paketlerde
sunuluyor.
Filiz
Çayı: Nefis
aroması,
burukluğu
ve lezzetiyle
keyifle
her vakit
içilebilecek,
Siyah Çay
Grubu’nun
çok özel bir
ürünü olan
Filiz Çayı, Ev
Dışı Tüketim
alanlarında
500 ve 1000
gramlık
ambalajlarda
sunuyor.
Süzen Poşet
Çaylar
Rize Turist Çayı: Her eve
giren, tutkunlarının gönlünde taht
kuran, eşsiz aroması ve tok içimi
ile köklü bir maziye sahip olan
Rize Turist Çayı aynı zamanda
Çaykur markasının da simgesini
oluşturuyor. Siyah Çay Grubu’nda
500, 1000 ve 2 bin gram olarak
sunulan ürün, Ev Dışı Tüketim’de
liderliğini sürdürüyor.
Karadeniz Çayı: Ev Dışı
Tüketim pazarı için özel olarak
üretilen bu çay kısa zamanda
damak tadı oluşturmuş ve
piyasada tercih edilen bir
ürün haline gelmiş durumda.
Karadeniz Çayı 500 ve 1000
gramlık paketlerde sunuluyor.
Altınbaş Çayı:
Çaykur’un tüketicileri
için ürettiği en
kaliteli çaylardan biri
olan Altınbaş Çayı
doğallığı, kokusu
ve lezzeti ile fark
ediliyor. Altınbaşlı
ve kıvrım (BOP1)
çaylarından üretilen
bu ürün 500 gram’lık
paketlerde sunuluyor.
Tomurcuk Çayı: Çaykur’un tüketicilerin talepleri
doğrultusunda doğal bergamut esansıyla aromalandırarak
ürettiği bu çok özel çay, diğer çaylarla harmanlanabildiği gibi
tek başına da keyifli bir içim sunuyor. İnce altınbaşlı ve kıvrım
(BOP1), az altınbaşlı kıvrım (OP) ve çok ince kırık çaylarla (F)
hazırlanan bu özel karışım 200 gramlık kutularda sunuluyor.
Demlik Süzen Poşet Çay: Değişen müşteri talepleri doğrultusunda
ekonomik, hızlı ve temiz kullanım amaçlı üretilen bu çay 200 gramlık 40
poşetten oluşan paketiyle sunuluyor.
Siyah Süzen Poşet Çay: Pratik çay demleyenlere yönelik nefis rengi
ve aromasıyla çok ince altınbaşlı imalat kırığı (OF) çaylardan özel olarak
üretilen bu çay 200 gramlık 100 poşet halinde sunuluyor.
Altın Süzen Poşet Çay: Çaykur’un piyasaya sürdüğü ilk poşet çay
olması bakımından kendine özgü bir tüketici kitlesine sahip olan bu çay,
pratik içimli özelliği ve tamamen doğal oluşuyla tercih ediliyor. 2 bin gramlık
1000’li bardak poşetten oluşan koliler halinde satılıyor.
Yeşil ÇayLAR
Çaykur’un Yaprak Yeşil Çay (Naneli), Yaprak Yeşil Çay (Sade) ve Burcum Yeşil Çay ürünlerinden oluşan bu grup,
hem keyifli içimi, hem de içerdiği antioksidan maddelerin sağlık açısından faydalarıyla tercih ediliyor.
MART 2014
[9]
[bayilerimiz]
Çaykur Marmara Bölge EDT Bayii Umar Gıda Yöneticisi Hale Umar:
“Kaliteli çay
için ilk tercih
Çaykur”
Çaykur, Türk damak tadını bilir ve en
kaliteli çayı üretir. İşimizin en keyifli kısmı,
içtiğim çayı beğenip de garsona markasını
sorduğumda “Çaykur” cevabını almak.
Umar Gıda Pazarlama Ticaret A.Ş., Çaykur’un
Marmara Bölge Ev Dışı Tüketim Bayisi olarak
Bilecik’ten Edirne’ye 11 ili kapsayan önemli
bir pazarda 2009’dan bu yana faaliyetlerini
sürdürüyor. Bir aile şirketi olan Umar Gıda
yoluna, ailenin genç kuşağını temsil eden
başarılı, azimli ve çay sektöründe tecrübeli
ferdi Hale Umar’ın liderliğinde devam ediyor.
Umar Gıda, Pendik’teki 1200 metrekarelik
deposu ve idari merkeziyle 2010 yılından beri
sadece Çaykur’un EDT ürünlerinin satışına
odaklanıyor. Başka bir deyişle, Hale Umar
ve ekibi tüm enerjilerini Çaykur’un EDT
pazarında büyümesi için harcıyor. Araba
kullanmayı ve seyahat etmeyi çok sevdiğini
belirten Umar, eğitimini aldığı iç mimarlığı
aile şirketinin başına geçmek için bırakmış.
Tercihinden mutlu olduğunu belirten başarılı
yönetici, MÜSİAD Kadın Çalışma
Grubu’nun da aktif bir üyesi...
[10]
MART 2014
Söyleşimize sizi ve firmanızı tanıyarak başlamak isteriz…
Aile şirketimiz ve ana firmamız olan Umar Makine 1972’de
İstanbul’da kuruldu. Şirketimiz bugün 40’tan fazla makine
çeşidi ile yarı otomatik veya tam otomatik makineler üreten,
anahtar teslim teneke kutu üretim tesisleri kuran, ayrıca metal ambalaj sektöründeki bilgilerini müşterilerine danışmanlık
hizmetiyle aktaran bir firma haline geldi.
Ailemizin gıda ile ilgilenmesi ise 2003 yılında başladı. 2009’da
gıda bölümümüz bir alt birim olmaktan ayrılıp Umar Grup altında Umar Gıda olarak faaliyetlerine devam etti. Aynı yıl Çaykur Ev Dışı Tüketim Marmara Bölge Bayiliği’ni alarak çay satış
ve pazarlama çalışmalarına başladık. İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, İzmit, Sakarya, Bolu, Düzce, Yalova, Bursa
ve Bilecik ile toplamda 11 ilde faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Hedefimiz en yüksek ton ve doğru bir algıyla Çaykur ürünlerini
Ev Dışı Tüketim kanallarına ulaştırmak.
Çaykur gibi büyük bir marka ile çalışmanın avantajlarını
nasıl tanımlarsınız?
Kurumsal bir firma ile çalışmak en önemli avantaj. Beni en
mutlu eden detay ise Çaykur’a ‘Milli Çayımız’ algısıyla yaklaşılması. Bu ifadeyi ne zaman duysam büyük mutluluk duyuyorum. Ama işimizin en keyifli kısmı yemek yediğim güzel bir
mekânda, içtiğim çayı beğenip de garsona markasını sorduğumda “Çaykur” cevabını almak.
Çaykur ürünleri en çok hangi EDT kanallarında tercih ediliyor?
EDT kanalında, kaliteli çay kullanmak isteyen tüm işletmeler Çaykur’u tercih ediyorlar. Ancak her kanalın tercihi bulunduğu bölgeye göre değişiyor. Örneğin Bursa
kahvehaneleri Çaykur Kamelya Çayı’nı tercih ederken İstanbul kahvehaneleri Çaykur
Rize Çayı’nı tercih ediyor. Restoranlar bin
gramlık Çaykur çaylarını tercih ederken cezaevleri koğuşlara günlük dağıtım yaptıkları için 500 gramlık Çaykur çaylarını tercih
ediyor.
EDT kanallarıyla ilişkileri nasıl kuruyorsunuz?
Bölgemizde alt bayilikler oluşturarak EDT
noktalarına ulaşıyoruz. Bayilerimize destek
olmak ve Çaykur EDT ürünlerini daha fazla
noktaya ulaştırabilmek için çalışmalar yapıyoruz. Nokta araştırma ekiplerimizin bölge
taramalarından elde ettikleri verilerin yanı
sıra, EDT noktalarından Call Center çalışması ile randevu alarak yüz yüze görüşmeler de yapıyoruz. Kişiye özel bilgi kartları
düzenliyor; branşları ve lojistik avantajları
dikkate alarak ilgili alt bayilerimize yönlendiriyoruz. Marmara Bölgesi’ne şu anda 46
alt bayi ile hizmet vermekteyiz.
Marmara Bölgesi’nde Çaykur ürünlerinin ev dışı tüketimi ne oranda?
EDT kanalında Marmara Bölgemiz en büyük bölge olma özelliğini taşıyor. Türkiye
EDT 2013 yılı hedef kotasının yüzde 49’u
Marmara Bölge’ye verildi. Umar Gıda 2013
yılını kota üzeri yüzde 25 artışla kapatma
başarısını gösterdi. Bölge içinde en büyük
pazar İstanbul’un. 2013 yılında, yapılan
satışımızın yüzde 70’lik kısmını İstanbul
Bölge’de gerçekleştirdik.
Bölge için hedefleriniz ve satış stratejileriniz nelerdir?
Çaykur’un belirlediği kotaları baraj kabul
ediyor ve fazladan sattığımız her tonajı
başarımız olarak görüyoruz. Satış ekibimize başarı için bir üst sınır koymuyorum.
Sözgelimi, 2014 yılı ilk üç aylık tüm EDT
Umar Gıda Satış ve Pazarlama ekibi, Hale Umar’ın liderliğinde 2010
yılından bu yana sadece Çaykur EDT Ürün Grubu için çalışıyor ve
Çaykur’un sektördeki pazar payını yükseltmeye odaklanıyor.
Peki, tüketici
algısında
Çaykur’un
en çok hangi
özellikleri ön
plana çıkıyor?
Çaykur
markasının
kaliteyi temsil
etmesi ve
kaliteden asla
ödün vermemesi
çok önemli.
Çaykur’da
ikinci kalite
mal üretilmez.
Tüm ürünlerin
reçeteleri bellidir
ve dönemlere
göre değişiklik
göstermez.
Çaykur, Türk
damak tadını çok
iyi bilir ve ‘Milli
Çayımız’ algısıyla
benimsenir.
bayilerine verilen toplam kota 858 tondur. Bu kotanın 385 tonu Umar Gıda’ya
verilmiştir. Bu rakam tüm EDT bayilerine
verilen toplam kotanın yüzde 45’ine denk
gelmektedir.
EDT kategorisinde Çaykur’un ‘fark yaratan’ özelliklerini nasıl sıralarsınız?
Ürünler anlamında Çaykur’un kalitesi tartışılmaz. Perakende grubundaki çay kalitesi ile EDT grubundaki çay kalitesi aynıdır.
EDT kanallarında kalitenin yanı sıra hizmet
de çok önemlidir. Çaykur bu bilinçle EDT
bayilerine promosyon desteği veriyor. Biz
de bu desteği noktalara ulaştırıyoruz.
EDT pazarının geleceği hakkında öngörüleriniz nelerdir?
Kesinlikle geleceği olan ve hacmi hızla
büyüyen bir pazar. Eskiye oranla dışarıda
daha fazla vakit geçiriyoruz, dışarıda yemek yiyoruz, kafede oturup çay eşliğinde
sohbet ediyoruz, daha fazla dış yatırım ve
iş istihdamı var. Bu da daha fazla işyeri ve
daha fazla EDT noktası demek…
MART 2014
[11]
[bölgelerimiz]
Bölgemizde yoğun turist alan Tirebolu,
Ayder, Uzungöl gibi yerlerde düzenlenen
etkinliklere (festival, toplantı, sportif faaliyet...)
sponsorluk desteği veriyoruz. Tanıtım
ve reklam amaçlı tırlarımızı ülkemizin her
noktasında ve Rize’de de tüketicilerimizle
buluşturuyor, tadım yaptırıyoruz.
Çaykur Rize Bölge Müdürü
Ahmet Telci başarılarının sırrını anlatıyor
“En büyük farkımız
kalitemiz; başarı
Çaykur Rize Bölge
Müdürlüğü, geçtiğimiz
yıl takdire değer bir
performans sergileyerek
satış oranlarını en fazla
artıran bölge oldu. Elde
edilen bu başarıda
Bölge Müdürlüğü
çalışanlarının özverili
ve takım ruhu içindeki
çalışmaları kadar
Çaykur’un tecrübeli
yöneticilerinden, Rize
Bölge Müdürlüğü’nün
‘kaptanı’ Ahmet
Telci’nin de önemli
payı var elbette. Bu
sayımızda, Ahmet Telci
liderliğinde çalışmalarını
yürüten Rize Bölge
Müdürlüğü’nü daha
yakından tanıyoruz.
Telci, ulaşılan başarıda
en büyük etken olarak
“takım ruhu içinde
çalışmayı” görüyor.
[12]
MART 2014
çıtamızı devamlı
yükseltiyoruz”
Sizi tanıyabilir miyiz? Çaykur Rize Bölge
Müdürlüğü görevinize nasıl başladınız;
ne zamandır bu görevdesiniz?
1950 Rize-Fındıklı doğumluyum. İlk ve
orta öğrenimimi Fındıklı’da, liseyi Rize’de,
yükseköğrenimimi İstanbul Sultanahmet
İktisadi ve İdari İlimler Akademisi’nde tamamladım. 1975 yılında Çaykur’da göreve başladım. Şef, Personel Müdürü ve
Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım.
Kendirli-Hopa-Sabuncular ve Kirazlık
Çay fabrikalarında çalıştım. 1978 yılında
Büyükköy Çay Fabrikası Müdürlüğü’ne
atandım. Sırasıyla Kirazlık ve İyidere çay
fabrikalarında Fabrika Müdürü olarak
görev yaptım. 1992-2009 yılları arasında İstanbul ve Ankara Çay Paketleme
Fabrikası Müdürlüğü, yine aynı tarihlerde
İstanbul-Ankara-Mersin ve Samsun Bölge
Müdürlüğü görevlerinde bulundum. 2009
yılından beri de Rize Bölge Müdürü olarak
göreve devam ediyorum. Evli ve üç çocuk
babasıyım.
Bölge Müdürlüğünüzün faaliyetleri hakkında bilgi alabilir miyiz? Pazarlama faaliyetleriniz bölgede coğrafi olarak nereden nereye uzanıyor?
100. Yıl Paketleme Fabrikası’nda paketlenen çaylarımızın Bölge Müdürlüğümüze
bağlı bayiler aracılığıyla nihai tüketicilere
en hızlı ve en güvenilir şekilde dağıtımını
sağlamaktayız. Pazarlama faaliyetlerimiz
Giresun, Gümüşhane, Trabzon, Rize ve
Artvin illerini kapsamaktadır.
Çaykur Genel Müdürlüğü’yle yakın temas halinde çalışıyorsunuz. Bu durum
size ne gibi avantajlar sağlıyor?
Bölge müdürlükleri genel anlamda Genel
Müdürlük’ten veya diğer ünitelerden ayrı
düşünülemez. Genel Müdürlük’e fiziki yakınlığımız diğer bölgelere nazaran pek çok
avantaj sağlıyor. Koordinasyon ve bilgi
alışverişimiz ahenkli bir şekilde sürüyor.
Belirlenen yıllık politika ve hedefler Bölge
Müdürlüğümüz personeliyle yapılan yüz
yüze toplantılarda bizlere bildiriliyor. Ayrıca Paketleme Fabrikası ile yakınlığımız da
Bölge Müdürlüğümüzü farklı ve anlamlı
hale getirmekte. Fabrikalardaki çay kalitesi, paketleme ürününün reçeteye uygunluğu, paket kalitesini yakından takip etmek
ve bunu değerlendirmek en önemli avantajlarımız arasında yer alıyor. Pazarlama
faaliyetlerini çayın kalbi olan bölgemizden
sürdürmek doğru kararlar almamıza katkıda bulunuyor. Dolayısıyla, yüksek kalitedeki çalışmalarımız nihai tüketicilerimize de
birçok açıdan fayda sağlıyor.
Bölge olarak satış
birinciliğine ulaştık
2014 sonu itibarıyla ulaşmak istediğiniz hedef,
tüketim rakamları açısından nedir?
2013 yılında satışlarımız yüzde 20 oranında arttı. Bu
artış oranı, tüm bölgeler içinde birinci sırayı almıştır.
2014’te hedefimiz 5 bin ton satış...
Bu başarının sırrı nedir?
Çalışma arkadaşlarımın her açıdan başarılı ve
alanlarında tecrübe sahibi olmaları...
Ürünlerinize dair ne gibi dönüşler alıyorsunuz?
Çayın kalbinde Çaykur’un neyi, nasıl yaptığı çok iyi bilinmektedir.
Çünkü üretici, paketlemeci ve pazarlamacı bu sistemin içindedir.
Üreticinin ve tüketicinin de ustası bölgemizdedir. Hatayı kabul
etmeyen bir tüketici kitlesi ile karşı karşıyayız. Bu da bizleri daha
çok çalışmaya ve dikkatli olmaya sevk ediyor.
Bölgemizde talep en fazla kaliteli ürünlere yönelmektedir. Tüketici açısından, kaliteli çay içimi övünme vesilesidir. Markamızı koruyarak yenilenmemiz, piyasada ve raflarda farklılık yaratmamız
büyük önem taşıyor. Bizim en büyük farkımız kalitemizdir. Dolayısıyla bu çıtayı her geçen gün daha da yükseltmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Çaykur’un organik ürünleri konusunda tüketici neler düşünüyor?
Çaykur kalitede her zaman “bir” numara olarak “Türkiye’de çay
bizden sorulur” sloganına haklı bir gururla sahip çıkıyor. Organik
çayımız ilk günden bu yana tüketicilerimizden tam not almıştır.
Organik çayımız Türkiye’de önemli bir başarı sağlamıştır. Artık
yeni hedefimiz, organik çayımızı yurtdışına da sunarak pazar payımızı artırmaktır.
Her zaman için geçerli tek hedefiniz nedir?
Kaliteli ürüne talebi artırmak, dolayısıyla gelir getirici faaliyetlerimizi çoğaltarak rakiplerimiz arasında farklılaşmak.
Ahmet Telci ile sohbetimizden
Kıssa’dan Hisse
Gazeteci sorar: Başarınızın sırrı nedir? Cevap kısadır:
“İki kelime”. Gazeteci sorar: Peki, o iki kelime nedir?
“Doğru kararlar”.- Doğru kararlar nasıl alınır? ‘’Tek
kelimeyle’’. -O nedir peki? “Tecrübe”. -Tecrübe nasıl
elde edilir? “İki kelimeyle” . - O iki kelime nedir? “Yanlış
kararlardan ders çıkarmak”.
Müdürlüğünüz bünyesinde çalışanlarınız için
düzenlediğiniz verimlilik artırıcı eğitim, iş
geliştirme gibi çalışmalardan bahseder misiniz?
Çalışarak üretmek ve başarmak ekip işidir. Ekip
içerisinde bulunan her personel ekibin bizzat
kendisidir. Çünkü bir zincirin gücü en zayıf halkanın
gücü kadardır. Başarımız tamamen ekip ruhuna
bağlıdır. Bölge Müdürlüğü olarak alınacak tüm
kararlarda, benim önderliğimde, birlik ruhuna
uymakta ve fikir alışverişini benimsemekteyiz.
Personelimizin çoğu yüksek öğrenimlerini
tamamlamıştır. Genel Müdürlüğümüzün belli
periyotlarla düzenlediği eğitimlere tüm personelimiz
düzenli olarak katılır.
Çaykur ailesinin mensubu olmak sizin için ne ifade
ediyor? Çalışma arkadaşlarınıza iletmek istediğiniz
bir mesaj var mı?
Çaykur ailesinin mensubu olarak şeref ve gurur
duymaktayım. Çaykur bana ekmeği hatırlatıyor.
Çalışma arkadaşlarıma, başarılı bir yöneticiye
sorulan soru ve verilen cevaplardan ilham almalarını
öneriyorum.
İş dışındaki zamanınızı nasıl değerlendirirsiniz?
Yürüyüş yapmayı severim. Boş zamanlarımda tarım,
toprak ve toplumla ilgili işlerle meşgul olurum.
MART 2014
[13]
[Çaykur’dan haberler]
Ve hakem
bir numara
Çaykur “didi”
Çaykur ve Lig TV’nin Bant Reklam
Projesi’nin Bilinirlik Araştırma
Sonuçları açıklandı. “Çaykur’’
ve “didi” markaları, diğer tüm
markalar arasında hatırlanma
oranlarıyla ilk sıraya yerleşti
[14]
MART 2014
Çaykur ve Lig TV’nin Bant Reklam Bilinirlik Araştırması
kapsamında son bir ay içinde Lig TV’de herhangi bir maç
izlemiş olan 500 kişiye online veri toplama yöntemiyle
“Futbol maçları esnasında ekranın altından geçen bant
reklamları düşündüğünüzde, aklınıza ilk gelen bant reklam
hangisidir?’’ sorusu yöneltildi. Araştırmada yüzde 8 hatırlanma
oranı ile Çaykur, yüzde 6 hatırlanma oranı ile “didi” rakipleri
arasından sıyrılarak lider konuma yükseldi.
Araştırmaya katılan kişilerin yüzde 75’ini erkekler, yüzde 25’ini
ise kadınlar oluşturdu. Katılımcıların yüzde 56’sı AB grubu,
yüzde 23’ü C1 grubu, yüzde 12’si C2, yüzde 9’u ise DE grubu
tüketici profili olarak bu çalışmada yer aldı.
Araştırmaya katılanların yüzde 60’ının Lig TV’de ayda en
az bir kere futbol maçı izlediği ortaya çıktı. Katılımcıların
ayda ortalama yedi maç seyrettikleri belirtilen araştırmada,
görüşülen kişilerin yüzde 82’si maç yayınları sırasında çıkan
alt bant uygulamalarının dikkatlerini çektiğini ifade etti.
Araştırma verilerine göre bant reklamların, yüzde 87 oranı
ile kadınların ilgisini daha çok çektiği görülürken, bu oran
erkeklerde yüzde 80 olarak gerçekleşti.
“Futbol maçları esnasında ekranın altından geçen bant
reklamları düşündüğünüzde, aklınıza ilk gelen bant reklam
hangisidir?’’ şeklindeki açık uçlu soruya herhangi bir yardım
almadan verilen cevaplarda yüzde 8 hatırlanma oranı ile
Çaykur, yüzde 6 hatırlanma oranı ile “didi”nin ilk akla gelen
bant reklamları olduğu görüldü. Çaykur yüzde 8 ile ilk akla
gelen bant reklam sıralamasında birinci olurken; toplam
hatırlanma sıralamasında ikinci sırada yer aldı.
Yardımsız hatırlanma oranı
en yüksek marka Çaykur
Bu çalışmada görüşülen kişilerin yüzde 41’inin, maç yayını sırasında yayınlanan bant reklam
uygulamaları arasından Çaykur’u hatırladıkları tespit edildi. Araştırmaya katılanların yüzde
27’sinin ise “didi’’ markasını hatırladığı görüldü. Araştırmaya katılan kişilerin yüzde 71’i
markasız Çaykur bant reklamını gördükten sonra uygulamayı fark ettiğini belirtti.
Markasız reklam karesi ardından akla ilk gelen marka sıralamasında Çaykur yüzde
47 ile ilk sırada yer aldı. Bu sonuç, ‘yardımsız hatırlanma’ oranı anlamında
Çaykur’u birinciliğe taşıdı. Yardımlı hatırlatma ile bant reklamın toplam
hatırlanma oranı yüzde 66’ya yükseldi. Başka bir deyişle, reklamı
hatırlayanların yüzde 66’sı reklamı Çaykur markasına atfetti.
Çaykur bant reklamının hatırlanma oranının en yüksek olduğu
tüketici profilinin 18-25 yaş aralığında erkek ve C2 hedef
kitlesinden oluştuğu gözlendi. Reklamı hatırlayanların
büyük çoğunluğu (yüzde 83) Çaykur bant reklamını
beğendiklerini ifade ederken; reklamı görenlerin ve
reklamın Çaykur markasına ait olduğunu bilenlerin
yüzde 67’sinde Çaykur ürünlerine yönelik satın
alma isteği oluştuğu belirlendi.
Kadın tüketiciler
“didi’’yi sevdi
Araştırmaya katılan kişilerin yüzde 76’sı ise markasız
“didi’’ bant reklamını gördükten sonra uygulamayı
fark ettiğini belirtti. Yardımsız hatırlanma oranı “didi’’
reklamında yüzde 72 olarak belirlendi. Bu sonuçla
yardımsız hatırlama oranları karşılaştırıldığında “didi’’
tüm markaları geride bırakarak ilk sıraya yerleşti. “didi’’
reklamını izleyenlerin yüzde 88’inin ise reklamı yardım alarak
hatırladıkları görüldü. AB ve 46+ hedef kitlelerinde daha yüksek
hatırlanma oranlarına sahip olan “didi’’ reklamını hatırlayanların
yüzde 79’u bant reklamı beğendiğini dile getirdi. “didi’’ reklamını
görenlerin ve reklamın markaya ait olduğunu bilenlerin yüzde
64’ü ise reklamın, ürünü satın alma isteği uyandırdığını ifade etti.
“didi’’nin satın alma eğiliminin de yüksek rakamlara ulaştığı görüldü.
Reklamı izleyen kadınların yüzde 67’si, erkeklerin ise yüzde 63’ünde
markayı satın alma eğilimi gözlendi. Çaykur bant reklamını izleyenlerde
satın alma eğilimi kadın ve erkek hedef kitlelerinde önemli farklılık
göstermezken, reklamın genç yaş grubunda ortalamanın altında olduğu
gözlendi. Çaykur reklamı satın alma eğilimi açısından 36-45 yaş grubunda
yüzde 80, 46 yaş ve üstünde ise yüzde 77 gibi yüksek değerlere ulaşırken;
“didi’’ reklamının kadınlarda erkeklerden daha fazla satın alma eğilimi
uyandırması araştırmanın dikkat çekici sonuçları arasında yer aldı.
MART 2014
[15]
[pozitif]
Hayata
dolu dolu
bakabilmek
22 yıldır çalıştığı Çaykur Hopa Kemalpaşa
Fabrikası’nda ziyaret ettiğimiz Aydoğan Can
Yılmaz, profesyonel olarak müzik yapan ve fırsat
buldukça konserler veren bir sanatçı. Yılmaz,
otantik Karadeniz müziğini kendine has yorumuyla
icra ediyor. Şarkıları Facebook ve Youtube gibi
kanallarda beğeniyle izleniyor. Hayatın zorluklarının
üstesinden tuttuğunu koparan kişiliği ve çevresiyle
kurduğu işbirliği sayesinde geldiğini anlatan Yılmaz,
bir koltuğa birkaç karpuz birden sığdıranlardan.
Hopa Engelliler Derneği’nde de gönüllü olarak
çalışan Yılmaz, yaşama sevincini
asla kaybetmediğini söylüyor.
Hayat hikâyenizi bizimle kısaca paylaşır mısınız?
Hopa’da Çamurlu köyünde 1972 yılında doğdum. Küçüklüğümden beri engelliyim. Yanlış bir iğne sonucu bedensel
engelli oldum. 38 senedir bu şekilde yaşıyorum. Şu anda
Çaykur Hopa Kemalpaşa Fabrikası’nda 22’nci senemi tamamlamış durumdayım.
Engeliniz size ne gibi zorluklar yaşattı?
Engelli oluşuma rağmen, zorlukları aşarak ortaokulu, liseyi bitirdim. Üniversiteyi okumaya ne yazık ki fırsat olmadı. Rahmetli babam bana ‘‘Sen okuyacaksın, üniversiteyi
bitireceksin ve sonra çalışacaksın. En iyisi şimdi işe gir,
şimdiden hayatını kazan,’’ dedi. Sözünü iyi ki dinlemişim.
Onun sayesinde çalışıyorum, hayatımı kazanıyorum. Du-
[16]
MART 2014
bana aşıladığı güven sayesinde ayakta kalabildim.
Pek çok zorluğa rağmen, bu güvenin sağladığı
enerjiyle hayata dolu dolu bakabiliyorum.
Müzikle de profesyonel olarak uğraşıyorsunuz.
Müziğe ilginiz nasıl başladı?
Müziğe ilgim ilkokul sonunda başladı. Kendimi
kabul ettirmeye çalıştım müzikle aslında. Bana bu
konuda da pek çok arkadaşım destek oldu. Ayrıca
çok değerli büyüklerim maddi-manevi desteklerini benden esirgemediler. Hatta onların işbirliğiyle
2010’da bir albüm yaptım. İlk konserimi Hopa’da
3 bin kişinin önünde gerçekleştirdim. Bugüne dek
çok sayıda konser verdim. Bu dönemde üçüncü
albümümü bitiriyorum, albümdeki parçalardan birine klip de çekmeyi planlıyoruz. Müzik çalışmalarım için İstanbul’a da sık sık gidiyorum.
Ne tarz müzik yapıyorsunuz?
Kazım Koyuncu’yu andıran, otantik Karadeniz
müziği diyebileceğimiz tarzda müzik yapıyorum.
Kâh ağlatan kâh güldüren bir müzik bu. Karadeniz
gibi…
Ailenizde sanatla veya müzikle sizden başka
uğraşan var mı?
Ailemde başka sanatçı yok ama annem, kardeşlerim bana çok destek oluyorlar. Beni ben gibi, özgür bıraktıkları için istediğim şeyleri yapabiliyorum.
Çaykur ile ne zaman tanıştınız?
Çaykur ile 19 yaşımda tanıştım. Tam 22 sene Kemalpaşa Fabrikası’nda çalıştım. Burası artık ailem
gibi oldu. Ama birkaç sene içinde kendimi sevdirince hayat benim için daha farklı, daha yaşanılır
oldu.
rumumdan şikâyet etmem fayda sağlamıyor. Kendi ayaklarımın üzerinde durmak ve çalışmak zorunda olduğumu
biliyorum.
Son derece pozitif bir insan olduğunuz ilk bakışta anlaşılıyor. Sizi bu denli canlı ve neşeli tutan nedir?
Evet, engelli diğer arkadaşlarım gibi içine kapalı biri değilim. Çevremdeki herkes benim çok neşeli olduğumu
söyler. Hatta arkadaşlarım bana “Seninle yaşayacak insan
asla yaşlanmaz’’ diye takılır. Arkadaşlarıma duyduğum güven beni motive ediyor sanırım; çünkü onlar beni çocukluğumdan beri hiç yalnız bırakmadılar. Tahtadan yapılmış bir el
arabasıyla okula götürür, eve getirirlerdi beni. Kar kış demeden böyle okudum. O zamandan bu zamana arkadaşlarımın
zın santralinde görev yapıyorum. Rahat
bir çalışma ortamımız var. Yalnızca fabrika içinde yürüme mesafeleri ve ulaşım
konusunda küçük sorunlar yaşıyorum.
Ama Müdürümüz, sağ olsun hayatımı
kolaylaştırmak için çok destek oluyor.
Çalışma arkadaşlarınız da size destek olmuştur muhakkak...
Fabrikadaki arkadaşlarım çok yardımcı oldular.
Sayın Müdürümüz bana her zaman özen gösterdi.
Aslında ben de diğer arkadaşlarım gibi çalışmak
istiyordum. Tecrübem buna yetiyordu ama bedenen zorlandığım işler oluyordu. Yine de zorlukların
üstesinden gelmesini bilen biriyim. En azından aklımı kullanarak çalışıyorum.
Çaykur’da hangi birimlerde çalıştınız?
Sıhhiye bölümünde birkaç yıl çalıştım. Birkaç yıl
da kantarcılık yaptım. Son zamanlarda fabrikamı-
Biraz da hayat felsefenizden söz
edelim dilerseniz...
Sapasağlam ve kimseye muhtaç olmayan bir hayat sürmek istiyorum. Yapacağım işi kendim yapmak istiyorum.
Yaşamaktan başka bir arzum yok.
Çaylık
okurlarına
ve Çaykur
camiasına
yönelik bir
mesajınız
var mı?
Böyle bir
dergiye ilk
defa konuk
olduğum için
çok sevindim.
İlginize
teşekkür
ederim. Bu
benim için bir
yaşama sevinci
anlamına
geliyor aynı
zamanda. Ben
engelli olmakla
ilgili konuları
anlatmakta
hiç sıkıntı
çekmem. Yeter
ki bedensel
engelliler
olarak diğer
insanlarla eşit
tutulabilelim.
Bedensel engeli olanlara ve toplumun geneline yaşam felsefeniz doğrultusunda nasıl seslenmek istersiniz?
Engelli arkadaşlarıma söylemek istediğim şey şu; zor olan ‘düşüncedeki’
engellerdir. Ben bedensel engeli engel
saymıyorum. Engelli insanlara acıma
duygularıyla yaklaşılmasın, dilerim. Aslolan onlara imkân tanımak, onları gönülden sevmektir.
İş ve müzikle uğraşmak dışında hayatınızda başka neler var?
Ben aynı zamanda Hopa Engelliler
Derneği’nde saymanlık yapıyorum.
Derneğimiz 2005’ten bu yana aktif.
Hopa’da yaklaşık 300 engellimiz var.
Hepsiyle birebir ilgileniyoruz. Dernekte
gönüllü olarak çalışıyorum. Dernek için
yapılan konserlere ücret almadan gidiyorum. Derneğimizde engelli pek çok
vatandaşımızı kayıt altına aldık bugüne
kadar; ihtiyaçlarını tespit ettik. Bazı ailelere maaş bağlanmasını sağladık.
Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?
Malulen emekli olacağım yakında. Sonraki amacım sanat hayatımı sürdürmek.
Hayatı sosyal bir ortamda geçirmek ve
farklı insanlarla tanışıp bir arada olmak
istiyorum. Gerçi gezmediğim yer de
kalmadı diyebilirim ancak yine de insan
farklı bir yerde olmak ve yaşamak, engelleri aşmak istiyor.
MART 2014
[17]
[Çayagönülverenler]
Osmanlı’da
çay ve çayhaneler
üzerine kapsamlı bir araştırma
“Bin Yılın Çayı’’ kitabı akademisyen, araştırmacı Kemalettin Kuzucu tarafından
kaleme alındı. Çayın tarihçesinden başlayarak bu kıymetli bitkinin Osmanlı’daki
serüvenine değin uzanan bu eser, ‘çok katmanlı’ bir araştırma örneği olarak dikkat
çekiyor. Kitabın hikâyesini yazarından dinledik.
“Kimin ağrıyor canı, bol bol içsin mercanı, her bir derdin dermanı
çay çay çay” diyor bir Azeri türküsü…
Çayın Osmanlı-Türk kültüründeki yerini konu alan kapsamlı bir çalışmada karşımıza çıktı bu anlamlı dizeler. Osmanlı’nın son döneminde
yaşanan toplumsal olaylar, gündelik hayatın dönüşüm süreci, kültürel değişim gibi konulara odaklanan Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu’nun
Osmanlı’da çay kültürü üzerine kaleme aldığı bu kapsamlı çalışma
“Bin Yılın Çayı: Osmanlı’da Çay ve Çayhane Kültürü” (Kapı Yayınları)
başlığını taşıyor.
Kuzucu, sekiz bölümden oluşan kitabında “çay” kelimesinin kökeninden başlayarak çay bitkisinin keşfiyle ilgili hikâyelere ve efsanelere uzanıyor. Çin’den tüm dünyaya yayılan çay kültürünün Osmanlı
toplumsal hayatına girişi üzerine detaylı bilgiler veren kitap, çayın
kışlada, cephede, çay partilerinde kısacası günlük hayattaki yerini
uzun bir tarihsel süreçte ele alıyor.
Kemalettin Kuzucu, Çaylık okurları için kendisiyle yaptığımız söyleşide çayın ülkemizde yarım asırdan daha fazla bir geçmişi olduğuna işaret ediyor. Özellikle 1990’lı yıllarda kahve ve kahvehaneler
konusunda pek çok yayın yapıldığını hatırlatan yazar, bu yayınları
incelerken “Bunların arasında neden çay da olmasın?” diyerek ilk
adımı atmış ve araştırmalara başlamış. Hikâyenin devamını kendisinden dinleyelim:
“1990’larda Erzurum’da görev yapmaktaydım. Kitap koleksiyoncusu rahmetli Seyfettin Özege’nin Atatürk Üniversitesi kütüphanesine bağışlamış olduğu eski eserleri incelerken, Hacı Mehmed İzzet
Efendi tarafından 1878 yılında kaleme alınmış “Çay Risalesi” dikkati-
[18]
MART 2014
Kemalettin
Kuzucu
Kimdir?
1970 yılında Sivas’ta
doğdu. 1993 yılında
Atatürk Üniversitesi
Kazım Karabekir
Eğitim Fakültesi’nden
mezun oldu.
Yakınçağ tarihi
alanında 1996 yılında
bilim uzmanı, 2000
yılında doktor ve
2007’de doçent oldu.
Hâlen Marmara
Üniversitesi Eğitim
Fakültesi’nde görev
yapıyor.
mi çekti. Ardından iki monografi daha gördüm. “Çay
Risalesi”ni günümüz harflerine aktarıp yayınlamayı
düşündüm. Yayınlamadan önce bu eseri farklı kaynaklarla destekleyip, en azından çayın tarihçesiyle
ilgili bir giriş yazabilecek bilgiler edinmek istedim.
Gazete haberleri, arşiv belgeleri derken, konu bambaşka bir değer kazandı ve Cumhuriyet’ten önce
çayla ilgili olarak bize dair ne varsa hepsinin yer
aldığı bir eser ortaya çıktı. Ama şunu belirtmeliyim
ki, her çalışmada olduğu gibi bunda da eksiklikler
bulunmaktadır ve bu da zaman içerisinde yeni çalışmalarla giderilecektir”.
Moğol imparatoru Timur KENDİ
askerlerine çay içmeyi emretmiş
Kuzucu’nun kitapta verdiği bilgilere göre çay,
Osmanlı’dan önce de Türk kavimleri arasında sevilen bir içecek olarak kabul edilirmiş. Çayı kullanan
ilk Türk kavminin Hunlar olduğunu belirten kitapta
da vurgulandığı gibi Hunlar’ın, coğrafi yakınlığın etkisiyle Çin’in yeme-içme geleneklerinden etkilendiği
ve M.Ö 1’inci yüzyılın başlarında kullandıkları bronz
kaplarda çay kalıntılarına rastlanıldığı biliniyor.
Anadolu’da uzun bir dönem süren Moğol hâkimiyeti
sırasında Moğol imparatoru Timur’un askerlerinin
zinde kalması için çay içmelerini zorunlu tutması da
ilginç bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor. İstilacı bir
kavim olarak bilinen Moğollar gittikleri her yere çay
içme kültürünü de taşımış.
Çay tarımı aslında
Osmanlı’da başlıyor
Çayın topraklarımızdaki serüvenine gelince, Kemalettin Kuzucu çay tarımının aslında Osmanlı
döneminde başladığını ancak bu dönemin bugüne dek yeteri kadar araştırılmadığını ifade ediyor:
“Özellikle II. Abdülhamit döneminde İstanbul’da ve
Anadolu’nun bazı yerlerinde kurulan çayhanelerin
varlığı bu faaliyetin başlamış olduğunun kanıtlarından birisidir. Gerek Karadeniz ve Doğu Anadolu
bölgelerinde gerekse payitaht İstanbul’da yoğun
bir çay tüketimi vardır. Ancak imparatorluğun her
tarafına, en ücra köylere kadar yayılmış değildir.
Bu durum çayın teminiyle, biraz da süregelen
yeme içme kültürüyle ilgilidir. Karadenizli insanımız
bilir ki, 19’uncu yüzyılın sonlarında dedeleri hem
çay içmekte, hem de bazı köylerde amatörce de
olsa çay ekimi yapmaktaydılar’’.
Yazar, çay kültürünün gelişimine ve yaygınlaşmasına bağlı olarak bu konuyla ilgili çalışmaların arttığını belirtiyor. “18’inci yüzyılda bir eser varken,
Tanzimat’tan sonra üç eser görebiliyoruz. Öte yan-
MART 2014
[19]
[Çayagönülverenler]
gelişmeyi yakından takip ediyor. 1896’da Buharalı Yusuf Trabzon’da
yetişen çay yapraklarını henüz genç filizler halindeyken ağaçtan toplayarak işleyip beyaz çay elde ediyor ve padişaha bundan bir paket
hediye ediyor. II. Abdülhamit bunun üzerine, Trabzon ve çevresinde çay
ekimini inceletiyor.
dan, 1870’lerden sonraki gazetelerle bilim ve kültür dergilerinde sayısız makaleye rastlıyoruz. Bu, içeceğin daha geniş
çevrelerce kabul edilmesiyle ilgilidir. Yine 19’uncu yüzyılın
sonlarında hükümet çay tarımına girişirken, gazete ve dergilerde çayla ilgili makalelerin konusunun da değiştiğini, çayın zirai
boyutuna ağırlık verildiğini ve hükümeti bu konuda destekleyici içerikler bulunduğunu görüyoruz’’.
Bununla birlikte Osmanlı döneminde çayla ilgili tarım faaliyetlerine yönelik araştırmaların bugüne dek ihmal edilen bir alan
olduğuna da değinmeden geçemiyor yazar. “Bu ihmalin genel
sebebi tarihçiliğimizle alakalıdır. Bilindiği gibi tarih, en basit ifadesiyle geçmişin bilimidir, yani geçmişteki insanların faaliyetlerini araştırır. Oysa Türkiye’de tarih çalışmaları yakın zamanlara kadar siyasi ve askeri olaylara odaklanmıştır. Kültür tarihi,
ekonomi tarihi, sosyal tarih vb. alanlarda çalışmalar 1990’dan
sonra daha fazla görülmeye başladı’’ diyor.
1879’da, Karadeniz’de
32 bin ton çay üretiliyordu
Osmanlı’yı eski kudretine kavuşturup siyasi etkinliğini artırmak
amacıyla 18’inci yüzyıl sonlarında başlatılan Tanzimat hareketi
askeri, idari, sosyal alanlarda olmak üzere hayatın hemen her
[20]
MART 2014
noktasında reformlar öngörüyor. Bu dönemde Osmanlı hükümeti
tarım politikalarını gözden geçiriyor. Modern ziraat biliminin öğretilmesi amacıyla İstanbul, Bursa, Selanik gibi büyük kentlerde
ziraat okulları açılıyor. Abdülhamit’in başlattığı tarım ve ziraat reformu kapsamında çay tarımına ilişkin ilk ciddi adımlar atılıyor.
Kuzucu’nun kitabından öğrendiğimize göre, Osmanlı döneminde
çay üretimine dair ilk somut bilgi 1879 yılında Trabzon salnamesinde kayıtlı. Burada Lazistan sancağına bağlı Hopa kazasında
20 bin, Arhavi nahiyesinde 5 bin olmak üzere toplam 25 bin tonu
aşkın çay üretildiği belgeleniyor. Halk arasında Moskov çayı olarak tabir edilen ancak aslında Çin çayı olan bu bitki Trabzon ve
çevresinde de yetiştiriliyor bu dönemde.
Türkiye’de çay ilk defa çiftçiler tarafından 1870’lerin sonlarında
Artvin bölgesinde yetiştiriliyor. 1878’de, Hopa’da ve Arhavi’de çay
ekimi başarılı oluyor. Çalışmak için Rusya’ya giden yöre erkekleri, oradan getirdikleri çay fidanlarını evlerinin bahçelerine ekmeye
başlayınca çay bitkisi de Türkiye topraklarına giriyor. Çay kısa bir
süre sonra kazanç kapısı haline gelince, devlet çaya vergi koyuyor. Çiftçilerin bu durumdan şikâyetçi olmaları üzerine Trabzon
valisi Yusuf Ziya Paşa vergi koymak yerine çay üretiminin teşvik
edilmesi gerektiğini hükümete bildiriyor ve vergiler kaldırılıyor.
II. Abdülhamit çayın tarımına önem verip, konuyla ilgili her türlü
MÜNEVVERLERDEN KÜLHANBEYLERİNE
HERKES ÇAYHANEDE BULUŞURDU
Osmanlı kültürüne şifalı bir ot olarak giren çayın 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren tiryakileri ortaya çıkmaya başlamış. Müşterilerine
sadece çay ikram eden, içerisinde oyun oynanmasına izin verilmeyen
ve hoşça vakit geçirme imkânı sunan bir kurum doğmuş: Çayhane. Kitapta anlatıldığına göre, tarihçi Samiha Ayverdi Osmanlı İstanbulu’nun
çayhanelerini başlıca beş grupta inceliyor.
“Birincisi ve en önemlisi, fikre, edebiyata, musikiye kucak açmış şehrin irfan simalarını, şair, edip ve münevverlerini bir araya getiren, ağır
meclislere sahne olan çayhanelerdir. İkincisi, mesai bitiminde günün
yorgunluğunu atmak, aktüel konularda günlük politikaları tartışmak arzusundaki küçük devlet memurlarının buluşmasına zemin hazırlayan
çayhanelerdir. Sanat ve siyasetin dışında, geçim ve ekonomi meselelerinin konuşulduğu, hali vakti yerinde esnaf ve halk tabakasının birleşerek yârenlik ettiği çayhaneler üçüncü çayhane tipini meydana getirmekte idi. İşi gücü mahalle sınırını aşmayan gelir sahipleriyle mirasyedilerin
devam ettiği marjinal çayhaneler dördüncü sırayı teşkil etmektedir. En
son sınıfa giren, ayaktakımı ve külhanbeylerinin devam ettiği çayhanelere gelince, buralar da, bahsedilen tiplerin kendi aralarındaki problemleri çözmek, hesaplaşmak, kendi deyimleriyle ‘racon kesmek’ ve kendilerince söyleşip eğlenmek için bir araya geldikleri mekanlar olmuştur’’.
Cumhuriyet’LE BERABER modern çay tarımına geçiş
Cumhuriyet’in ilanından önce, Rize’ye çayı getiren kişi ise 1910’larda Rize Ziraat Odası Reisliği’ni yürüten Hulusi Karadeniz. Hulusi Bey,
Rusya’nın işgali altında olan Batum ile Rize’nin iklim şartlarının benzerliği noktasından hareket ederek, 1912’de oradan Rize’ye tohum getiriyor. Bahçesine ektiği çay tohumları kısa bir süre sonra sonuç veriyor.
Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
savaşa girmesi çay tarımı girişimini yarım bırakıyor. Hulusi Bey, Rize’nin
Rus işgalinden kurtulmasından sonra çay meselesine tekrar el atıyor.
Cumhuriyet’ten sonra Karadeniz soyadını alan Hulusi Bey, çay ile ilgili tecrübelerini Dışişleri Bakanlığı’na ve Halkalı Ziraat Mektebi hocalarından Ali Rıza Bey’e (Erten) bildiriyor. Hulusi Karadeniz ve Ali Rıza
Erten’in gayretleri, ardından modern çaycılığın kurucusu Zihni Derin ile
cumhuriyet hükümetinin çay politikasının ilham kaynağı oluyor.
“Bin Yılın Çayı”, kültürel anlamda çok hızlı bir değişime tanık olduğumuz
bu dönemde kadim geleneklerimizi bize hatırlatması açısından takdire
değer bir çalışma kuşkusuz. 602 sayfalık bu titiz araştırmayı belgelerle
destekleyen Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu bu araştırmayı yaklaşık 10 yıla
yayılan bir süreçte tamamladığını ve benzer araştırmalara kaynaklık etmeyi amaçladığını sözlerine ekliyor.
MART 2014
[21]
[paydos]
Okullar tatil olduktan sonra işimiz yarı yarıya azalıyor. Biz
fırında dört kişi çalışıyoruz. Okullar tatil olunca dönüşümlü
olarak izin yapıyoruz.
Okullar açıldığı zaman da işlerimiz yeniden yoğunlaşıyor.
Yaz mevsiminde ise Çaykur’daki işlerimiz hızlanıyor. Dolayısıyla hem fabrika hem burası olunca dur durak bilmeden
çalışıyoruz.
“Herkes
Çaykur’lu
olmak ister”
Mehmet Avcı, 1998 yılından bu yana Çaykur’da mevsimlik işçi olarak çalışıyor.
Çaykur’daki sezonluk vardiyanın yanı sıra sabah akşam demeden lavaş,
pide ve ekmek üretiyor. Avcı, iyi ekmek yapmanın sırrının
hamuru iyi yoğurmaktan geçtiğini söylüyor. Avcı’yı
Rize’de çalıştığı fırında ziyaret ettik ve aralıksız
16 yıldır süren çift vardiyalı çalışma hayatına dair ayrıntıları dinledik...
Mehmet Bey, sizi tanıyabilir miyiz?
1973 doğumluyum. Artvin-Şavşat’a bağlı Mağden köyündenim. Lise mezunuyum. 1998’de meslek lisesi
diploması ile Çaykur’da işe başladım. Hâlen Çaykur’
da mevsimlik işçi olarak çalışmaktayım. 10 yıldır da bu
fırında çalışıyorum. İki çocuğum var. Biri oğlan, diğeri
kız. Biri Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde psikolojik
danışmanlık son sınıfta okuyor. Diğeri de dershaneye
gidiyor, üniversite sınavlarına hazırlanıyor.
Bugüne dek hangi birimlerde görev yaptınız
Çaykur’da?
Çaykur’da çalışmaya 1998 yılında başladım. Teknik’te
ve Bakım Onarım’da çalıştım. Fabrika değişikliğinden
[22]
MART 2014
sonra imalat kısmına döndüm. İlk çalıştığım yer Çayeli
Fabrikası’ydı. Şimdi de Cumhuriyet Fabrikası’nda çalışıyorum. Tasnif, soldurma, fırın gibi farklı birimlerde
görev yaptım. Teknik anlamda deneyim sahibi olduğum için hemen her birimde rahatlıkla çalışabiliyorum.
İki işte birden çalışmanın zorlukları nelerdir?
İki işi birlikte götürmek yaz döneminde biraz daha zor
oluyor. Bazı zamanlarda hiç uyumadan, dinlenmeden
çalıştığımız oluyor. İki işte çalışmanın döneme bağlı
olarak, tempoyla ilgili bazı zorlukları var yalnızca.
Mesainiz nasıl geçiyor bu tür yoğun zamanlarda?
Fırındaki iş yoğunluğu okul dönemiyle bağlantılı oluyor.
Fırındaki günlük üretim miktarınız nedir? Burada yapılan ekmekler hangi bölgelere dağıtılıyor?
Buradan Ardeşen, Hopa’ya kadar, oradan Sürmene’ye
kadar lavaş, pide, ekmek konusunda lider konumdayız.
Yemek sektöründeki pek çok işletmeye ürün tedarik ediyoruz. Özellikle okullara, fast food restoranlara dağıtım yapıyoruz. Rize dışına da ürün gönderdiğimiz için çok yüksek bir kapasitede üretim gerçekleştiriyoruz burada.
Peki Çaykur’a katılmanız nasıl oldu, biraz anlatır mısınız?
Aslında tesadüf sonucu oldu. Bir arkadaşımın ısrarıyla
başvuru yaptım. Başvururken, mevsimlik çalışınca diğer
aylarda ne yapacağız diye başta biraz tereddüt etmiştim.
Ama 1998’den beri kesintisiz çalışıyorum. Dolayısıyla istikrarlı bir çalışma hayatım oldu Çaykur’da. Meslek lisesi
mezunu olunca, teknik bilgimiz de bizi öne çıkardı. Tam
16 yıldır kesintisiz biçimde mevsimlik işçi olarak devam
ediyorum.
Çaykur’a 16 yıl boyunca emek vermiş bir çalışan olarak kurumunuz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Çaykur, emeklisi, çalışanı, her şeyiyle çok büyük ve köklü
bir kurum. Rize denilince akla gelen ilk kurum aynı zamanda. Sadece Rize’ye değil tüm Türkiye’ye hitap eden, ürünleriyle milyonlarca insanın evine giren köklü bir kurum. Her
şeyden önce bu bölgenin istihdamını yaratıyor.
Çaykur’suz bir Rize düşünülemez. Çaykur’un varlığı
Rize’nin de varlığı demektir. Bu yüzden Çaykur ailesine
katılmak isteyen çok kişi olur. Fırında çalışan genç arkadaşlarım örneğin, Çaykur’da çalışmayı çok istediklerini
söylerler hep.
İş dışında neler yapıyorsunuz?
Ailemle gezmek en büyük hobim. Yoğun bir çalışma hayatı söz konusu olunca fazla boş zamanımız olamıyor. Boş
vaktimi de ailemle geçirmeyi tercih ediyorum.
Emekliliğinize ne kadar kaldı peki?
15 yıl daha var önümde. Çalışmaya devam edeceğim.
Geçen sene bir ameliyat geçirdim; kalp kapağım değişti.
Ameliyattan sonra tek dileğim bundan sonra daha sağlıklı
bir hayat sürmek.
MART 2014
[23]
[emekverenler]
Mutfakta sadece siz mi
çalışıyorsunuz?
Türkiye İstatistik Kurumu
verilerine göre Türkiye’nin
en çok çalışan kadınları
sıralamasında Karadeniz
kadını ilk sırada yer alıyor.
Üstelik sadece tarlada veya
çaylıkta değil artık iş hayatında
da Karadenizli kadınların
devri hüküm sürüyor. İşte
o kadınlardan biri de Ayla
Biberoğlu, ya da Rize’nin
‘Ayla Abla’sı. 20 yıl çalıştığı
Çaykur’dan emekli olduktan
sonra kendi işinin patronu olan
Biberoğlu bizi ‘Ayla Abla’nın Ev
Tatlıları’ adlı sevimli kafesinde
karşılıyor. Kendi elleriyle
yaptığı su böreğinden ikram
eden Ayla Biberoğlu, emeklilik
sonrası oldukça aktif bir hayat
sürüyor. Rizeli İş Kadınları
Derneği’nin yönetiminde
de görev alan Ayla Hanım
kadınlara “emeklilik
döneminde de üretken
olun’’ diyor.
İkinci baharında
kendi işinin
Çoğunlukla benim
elimden çıkıyor
diyebilirim. Bir de
yardımcımız var. Bazen
eşim yardımcı oluyor.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz ?
1959 Fındıklı doğumluyum. 20 sene boyunca Çaykur
Genel Müdürlük Teftiş Kurulu’nda görev yaptım. Beş
sene de Gündoğdu’da çalıştım. 2001’de oğlum doğunca emekli oldum.
Ama çalışmaya devam ediyorsunuz...
Boş durmayı oldum olası sevmedim. Aslında oğlumla
ilgilenmek için emekli oldum. Çocuk sahibi olmasam
çalışmaya devam ederdim. İnsanın tabiatında çalışmak
olunca hiçbir şey zor gelmiyor.
‘Ayla Abla’nın Ev Tatlıları’ adlı bu mekânı açmaya
nasıl karar verdiniz?
Ben yemek yapmaya, özellikle ev tatlıları yapmaya öteden beri meraklıyımdır. Arkadaşlarım bana “Rize’de
uzun zamandır güzel bir Laz böreği yiyemiyoruz’’ diyorlardı. Emekli olunca düşündüm taşındım. Aslında
yaşım da ilerlemişti. Yorulur muyum diye biraz endişe
etmedim değil. Ama bir cesaretle, iki sene önce bu
işe koyulmaya karar verdim. Yer sorunumuz da yoktu, dükkân bizimdi. Bu da bana cesaret verdi ve ‘Ayla
Abla’nın Ev Tatlıları’nı açtım.
Çok modern bir ortam oluşturmuşsunuz. Burada
hangi ürünler var?
Burada yapılan her şey tamamen organiktir. Doğal malzemeler kullanıyoruz. Her zaman en doğal ve en kaliteli
malzemeleri alıyoruz. Tereyağından bala kadar her şey
organik diyebilirim. Laz böreği, kol böreği, su böreği
gibi börek çeşitlerimiz mevcut. Ayrıca baklava ve burmalı tatlılar da yapıyoruz.
patronu oldu
[24]
MART 2014
MART 2014
[25]
[emekverenler]
diyerek Rizeli İş Kadınları Derneği’ni kurduk. Benim gibi, çalışan 15 kadın el ele
verdik ve derneğimizi açtık. İnşallah daha
da güçleneceğiz. Kadınlarımızın el emeği
göz nuru ürünlerini yurtdışında da tanıtmak
istiyoruz.
Çaykur’da çalışırken de bu kadar aktif ve yoğun muydunuz?
Çalışma hayatında da çok aktif biriydim. Çaykur’un hemen
hemen tüm sosyal etkinliklerinde görev almışımdır. İstanbul, İzmir, Bursa gibi kentlerdeki etkinliklerde çok yoğun
çalışmışımdır. Başarılı, verimli bir iş hayatım oldu. Ben
Teftiş Birimi’ndeydim ama daha çok sosyal yönü olan etkinliklerle ilgilenirdim. O dönemde de özellikle tanıtım, pazarlama alanları ilgimi çekmiştir. Genel Müdürümüzün Özel
Kalemi’nin tüm etkinliklerinde yer aldım.
O halde güzel bir Laz böreği nasıl yapılır, sizden sırrını
öğrenelim…
Bu biraz ‘el lezzeti’ dediğimiz şeyle ilgili. Kendinizden kattığınız bir şey... Doğal malzeme kullanmak çok önemli.
Yaptığım her yemeğin ve tatlının en önemli özelliği bu. İşin
içine sevginizi katınca lezzet de bir başka oluyor.
Yoğun bir iş hayatının ardından kendi mekânınızda
bizzat işin başındasınız. Nasıl bir tempoda çalışıyorsunuz?
Sabah saat altıda kalkıp işe başlıyorum, poğaça pişiriyorum. Pazar günleri dâhil olmak üzere dükkân her gün
açıktır. Tabii böyle olunca uzun süreli tatil yapmayı da
unuttuk. Ancak kısa süreli kaçamaklar yapabiliyoruz. Aslına bakarsanız bir akşam farklı bir yere gitmek, orada vakit
geçirmek bile bana yetiyor. Zaten bir işi severek yapınca
yorulmuyorsunuz da. İstek çok önemli, o olmadan hiçbir
şey olmuyor.
Neler yapılıyor dernekte, çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
Rizeli kadını iş hayatında görmek için bugüne kadar pek çok çalışma yürüttük. Örneğin “Farklı Lezzetler” adında bir projemiz
oldu. Yemek konusunda maharetli kadınlarımız için ekonomik hayatta yer açmaya
çalıştık. Çeşitli yöre yemeklerini en iyi yapan kadınlarımızı tespit edip veri bankası
oluşturduk. İş-Kur Müdürlüğü ile işbirliğine
giderek kadınlarımızın kendilerini geliştirecekleri projelere imza attık.
Sizin döneminizle şimdiyi kıyaslarsanız, düzenlenen
sosyal etkinlikler açısından gençlerde nasıl bir farklılık
var?
Biz daha aktiftik herhalde diye düşünüyorum. Şimdiki nesil
biraz çabuk yoruluyor sanki. Bana bile “Bu yaşta niye hâlâ
çalışıyorsun?” diye soranlar oluyor. Ben boş duramam.
O nedenle bakıyorum da bizim dönemimize göre şimdiki
gençler çok farklı. Rahatlığı seviyorlar. Sorun çözmeye alışmamışlar.
Siz dernekte nasıl bir görev üstlendiniz?
Ben gençlerin önünü açmak amacındayım.
Bu nedenle de başkanlık yapmak istemedim. Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyorum.
Kadınların ekonomik hayata katılımı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Kadınların ekonomik hayata katılması elbette önemli. Kendi işinizi yaparken bir başkasına da istihdam sağlıyorsunuz. Onun hayatını da olumlu yönde değiştiriyorsunuz.
Başkalarına örnek oluyorsunuz. Ben bu dükkânı açtıktan
sonra örneğin, başkalarına da örnek oldum. Benzer yerler
açıldı Rize’de. Muhakkak birilerini etkilemişimdir. Onlar da
benden cesaret alıp kendi işlerini kurmuşlardır. İşin güzel
tarafı, bu dükkânları yine kadınlar açtı. Ben aynı zamanda
KOSGEB desteği de aldığım için aralarında örnek gösterilen bir isim oldum. Rize’de İşadamları Derneği vardı. Biz
kadınlar olarak “Neden iş kadınları için bir dernek yok?”
Rize’de İşadamları Derneği vardı.
Biz kadınlar olarak “Neden iş kadınları için
bir dernek yok?” diyerek Rizeli İş Kadınları
Derneği’ni kurduk. Benim gibi, çalışan 15
kadın el ele verdik ve derneğimizi açtık.
İnşallah daha da güçleneceğiz. Kadınlarımızın
el emeği göz nuru ürünlerini
yurtdışında tanıtmak istiyoruz.
[26]
MART 2014
Emekli olan hanımlarımıza tavsiyeleriniz
ne olur? Ne yapmalarını önerirsiniz?
Ben 42 yaşımda ikinci kez anne oldum.
Oğlumla daha çok ilgilenmek için aktif çalışmayı bıraktım. Ama köşeme çekilmedim.
Kadınlarımız da emekli olunca oturmasınlar derim. Örneğin Çaykur’da çalışan kadın arkadaşlarımız emeklilik dönemlerinde
yine kurumumuzla ilgili bir iş yapmaya devam edebilirler.
Benim bir kızım İzmir’de okuyor. Bana
her zaman “Anne, biz İzmir’de buradaki
çayı bulamıyoruz” diye yakınıyor. Rize’de
emekli olduktan sonra başka kentlere giden çok sayıda aile var. Ben de birkaç sene içinde dükkânımın bir şubesini
İzmir’de açarak kızımın yanına yerleşmeyi
düşünüyorum. Örneğin, kadın arkadaşlarımız emekli olunca gittikleri yere Çaykur
organik çayı götürüp orada satış reyonu
kurabilirler. Aktif çalışma hayatını bitirince
köşesine hemen çekilmemeli insan...
MART 2014
[27]
[fotohaber]
Bu köyde
herkes
oyuncu
Fırtına Vadisi’nin en güzel köylerinden Çinçiva (Şenyuva)
ekranların sevilen dizisi “Sevdaluk”a kapılarını açtı. Türkiye’nin
dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan dizi setinde
hem Çinçiva sakinleri hem de civar köylerden toplam 800
kişi figüran olarak rol alıyor. Tarihiyle ve doğasıyla Fırtına
Vadisi’nin en büyüleyici köylerinden biri olan Çinçiva’nın
sakinleri için hayat artık biraz daha renkli akıyor buralarda…
[28]
MART 2014
Fırtına Vadisi Doğu Karadeniz’in masalsı bölgelerinden biri. Adını yayla turizmiyle duyuran bölge, eşsiz doğası ve manzarası ile aralarında “Bal”, “Yüreğine
Sor” ve “Sonbahar” olmak üzere pek çok film için doğal bir plato oldu. Sinema
ve dizi ekiplerinin gözde mekânlarından biri haline gelen Fırtına Vadisi’nin eşsiz
güzellikteki köylerinden biri olan Çinçiva, yeni adıyla Şenyuva köyü, televizyon
izleyicilerinin beğeniyle takip ettiği “Sevdaluk” dizisine ev sahipliği yapıyor bugünlerde. Başrollerini Demet Akbağ (Adalet) ve Erdal Özyağcılar’ın (Tayyar) paylaştığı “Sevdaluk” dizisinin Çinçiva’da çekilmesi bölgeye olan ilgiyi iyice artırmış
durumda. Genellikle yazın kalabalıklaşan, kış aylarında ise sessizliğe bürünen
köy halkı, “Sevdaluk” ekibinin gelişiyle bu kış hayli hareketli günler yaşıyor.
Adalet’in Pansiyonu
ziyaret noktası
Dizinin prodüksiyon sorumluları, Antalya’dan bile gelen ziyaretçiler olduğunu söylüyor. Seti ziyaret ettiğimizde
bölge insanının diziye olan ilgisine
biz de tanık oluyoruz. Trabzon’dan,
Hopa’dan günübirlik gelip ziyaret
eden “Sevdaluk” tutkunları Adalet’in
Pansiyonu’nun önünde hatıra fotoğrafları çektiriyor, Adalet’in salıncağına
binip diziden sahneleri canlandırıyor...
Dizinin ana kadrosundaki oyuncular
dışında dizide figüran olarak görev
alan oyuncuların tamamı Çinçiva halkı ve çevre köylerde yaşayanlardan
oluşuyor. Bir anlamda, el ele verip bu
diziyi birlikte yaratıyorlar. Yaklaşık 800
kişiden oluşan bir figürasyon ekibi söz
konusu. Prodüksiyon yetkilileri, dizinin çok ilgi gören festival sahnesi için
sadece bir günde 3 bin 500 kişiyi sıra
sıra otobüslerle köye taşıdıklarını ve o
kalabalığa rağmen tek gün içerisinde
sorunsuz bir çekim gerçekleştirdiklerini anlatıyor.
Burası birbirinden farklı kültürlerin iç içe yaşadığı bir bölge aynı
zamanda. Sadece köyler değil,
mahalleler arasında bile belirgin
kültürel farklılıklar olduğu göze
çarpıyor. “Sevdaluk” dizisi işte
bu farklı yöre ve köylerden insanları bir anlamda kültürel bir
iletişim ortamında bir araya getirmiş oluyor. Çinçiva köyü sakinleri
için ise dizi, hayatlarının önemli bir parçası olmuş durumda.
Çinçiva’da ve civar köylerde yaşayan hemen herkes en azından
bir bölümde figüranlık yapmış.
Başka bir deyişle burada herkes
oyunculuğu en az bir kere tatmış. Köyü ziyaretimiz sırasında
sohbet ettiğimiz Behçet Akıncı
da onlardan biri. Behçet Amca
ilerlemiş yaşına rağmen yaşadı-
MART 2014
[29]
[fotohaber]
ğı mahalleden kalkıp dizide Tayyar’ın
Kahvesi olarak bilinen tarihi Çinçiva
Kahvehanesi’ne geliyor her gün. Kendisine, ilgili bölümde verilen rolü ya da
kendi deyimiyle ‘figürasyonu’ yerine
getiriyor.
Behçet Amca, doğma büyüme Çinçivalı. “Burası kültüre, eğitime çok
önem veren bir bölgedir. Her ailede
tahsilli insan vardır. Benim ailemde
en az 15 tahsilli vardır. Burası aynı zamanda pek çok siyasetçi yetiştirmiş
bir bölge. Biz çocuklarımızın okumasına çok önem veririz” diyor.
Doğa ZARAR GÖRMESİN diye
yayladaki direkler
yeraltından geçirildi
Doğasıyla, tarihiyle, sıcakkanlı insanlarıyla çok özel bir yer olan Çinçiva,
Fırtına Vadisi’nin en geniş köylerinden
biri. Köy halkının en titiz olduğu konu
köyün doğallığının bozulmaması. Bu
konuya o kadar büyük önem veriliyor
ki, köy halkı elektrik direkleriyle elektrik getirilmesine doğal güzellikleri ve
özgün yapıyı bozacağı gerekçesiyle
karşı çıkmışlar birkaç sene önce. Sonunda elektrik yaylaya direklerle değil,
yeraltından kablolarla getirilmiş.
Sal Yaylası, Fırtına Vadisi, Kaçkar
Dağları, Ayder Yaylası, Huser Yaylası,
Palovit Şelalesi, Kavrun Yaylası gibi,
dünyanın sayılı doğal güzelliklerine
komşu olan Çinçiva’nın simgesi, Fırtına Deresi’ni tek kemerde geçen tarihi
bir köprü. Bu güzel köprü 1696 yılında
inşa edilmiş ve bugün hâlâ kullanılabiliyor. Köprünün bir ayağında “Sevdaluk” dizisinde Adalet’in Pansiyonu
olan şirin bir ev dikkat çekiyor şimdilerde. Çinçiva doğal ve tarihi güzellikleri kadar mutfağıyla da ünlü bir köy.
Dünyaca ünlü olan mıhlamayı Karadeniz mutfağına kazandıran köyde lahana, fasulye, patates, mısır, kabak gibi
sebzelerle pişirilmiş farklı lezzetlerde
[30]
MART 2014
“Toprağının her karışında yüzyılların izi var”
yemekler yapılıyor ama en ünlüsü tereyağında kızartılmış, yöreye has kırmızı benekli alabalık.
Bölgedeki tarihi ahşap konaklar ise 100
yıl öncesinin heybetiyle hâlâ ayakta. Yamaçlara inşa edilmiş bu görkemli konaklarda bir zamanlar kimler yaşamıştı, bu
insanlar nasıl bir hayat sürmüşlerdi diye
merak etmeden duramıyor insan. Fırtına
Vadisi’nin Konaklar Mahallesi diye bilinen
bölgesi mutlaka görülmesi gerekenler
arasında bu açıdan. Vadi’nin ünlü konakları arasında. Makrevis Tepesi’ndeki
ortaçağ şatosu görünümlü Tarakçı Konağı, onun hemen yanıbaşında da Dudi
Konağı gibi muhteşem yapılar göze
çarpıyor. Çoğunda kimselerin yaşamadığı bu konaklar bütün heybetleriyle
kuruldukları tepelerden Fırtına Deresi’ni
izliyorlar.
Çamlıhemşinli olması
nedeniyle bölgeyi en
iyi bilen profesyonel
rehberlerden Uğur Biryol
aynı zamanda “Gurbet
Pastası: Hemşinliler, Göç
ve Pastacılık”, “Karardı
Karadeniz”, “Kaçkarlarda
Bulut Olsam” başta
olmak üzere Doğu
Karadeniz üzerine yazdığı
kitaplarla tanınıyor. Atlas
ve Hürriyet Seyahat
başta olmak üzere
Türkiye’nin en bilinen
gezi yayınlarında bölgeyle
ilgili yazılar yazan Biryol,
“Sevdaluk” dizisine bir
dönem ‘şive danışmanlığı’
da yapmış. Biryol,
Çinçiva’yı anlatıyor…
Fırtına Vadisi’nin en özgün köylerinden
birindeyiz, nedir burayı bu kadar özel
kılan?
Öncelikle Çinçiva köyünün konumundan
bahsetmek gerekir. Şu andaki ilçe merkezine 5 km. uzaklıkta bir köy. Etrafında
Mollaveyis, Koboş, Ortan gibi köyler var.
Geniş yayılımlı bir köy ve altı mahalleden
oluşuyor.
Köyün hemen ortasında 1696 tarihli bir
köprü var, köydeki en eski yapı bu köprü
olduğuna göre yerleşimin epeyce eski olduğunu düşünebiliriz. “Hemşin’de medeniyet dağdan denize inmiştir” diye bir söz
vardır. Çinçiva köyünü kullananlar, daha
evvel yerleşke olarak bugünkü ismi Davalı
olan, Hodoçur yaylasından indiler sanırım.
Hodoçur, İspir sınırları içerisinde yer aldığı için oralılarla mahkemelik olmuşlar ancak hâlâ Çinçiva köyünden gidip yaylasını
kullanan aileler var. Çinçiva köyünün asıl
yaylası ise kendilerinin “Merze” dedikleri,
Sal yaylasıdır. Pokut ile yan yana olan Sal
yaylası, 2 bin metre yükseklikte, düz bir
yayla. Kaçkarlar’ı bir uçtan bir uca gören,
oldukça seyirli bu yaylaya yerlileri yazın çıkıp, yaylacılık yapıyor.
Çinçiva, aynı zamanda kelime anlamı olarak “dağınık köy” anlamındadır. Köy içerisinde en eskisi 1884 tarihinde yapılmış,
yaklaşık sekiz tane konak tipi ev bulunuyor. Köylüler, bu evlere yaz başından itibaren geliyor. Kışları, nüfus biraz düşse de
bir hareketlilik her zaman var. Hemşinliler,
kadim zamanlardan beri bu topraklarda
yaşıyor. Önceleri dağın eteklerinde yaşarken daha sonra şimdiki köylerine iniyorlar.
Bölgenin tarihi M.S. 8’inci yüzyıla kadar
uzanıyor. Hamameşen isimli kralın kurduğu
bu bölge, kralın adını alıyor. Çinçiva köyü
de aynı zamanda tarihi İpek Yolu güzergahının (Trabzon-Tebriz) üzerinde yer alıyor.
Köyün bir başka önemli özelliği de 1907
yılında kurulan Rüştiye. Hemşin Terakki
ve Teavün isimli bir dernek kuran Hemşinliler, daha sonra birinci mecliste Lazistan mebusu olarak görev yapacak Necati
Memişoğlu’nun da katkılarıyla şimdiki Fırtına Pansiyon binasının yerinde Rüştiye
binasını kuruyor. Yüzlerce Hemşinli çocuk
burada okuyor ve mezun olduktan sonra
büyük kentlere göç ediyor. Bir zamanlar
ilçe merkezi olmaya namzet olan köyde
kaymakamlık için bina bile yapılmış ama ne
yazık ki ilçe merkezi olamamış. Köy bugünkü haliyle oldukça ilgi çekiyor.
Gördüğümüz kadarıyla, köy sakinleri
ve çevre köylerden gelenler “Sevdaluk”
dizisini artık hayatlarının bir parçası
olarak kabul ediyorlar artık. Siz ne dersiniz?
Yöre halkı zaten kameralara alışık. “Bal”,
“Yüreğine Sor”, “Sonbahar” gibi uzun
metrajlı filmlerin platosu olan bir köyden
bahsediyoruz. Aynı zamanda çok sayıda
belgeselin, Alman ZDF kanalı dâhil birçok
televizyon kanalının gelip çekim yaptığı
alanlar.
Yöre halkı diziyi seviyor, zaten çoğu da
büyük destek veriyor. Ekiple aile gibiler,
hiçbir sorunları da yok. Diziden sonra normalde kışın olmayan bir hareketlilik başladı, civar il ve ilçelerden set ziyaretine
gelenler var. Sanırım yaz mevsiminde bu
durum katlanarak devam edecek.
MART 2014
[31]
[sağlık]
strese
Bu yiyecekler
birebir
Uzmanlar sinirli ve gergin insanların kanlarında aminoasit ve homosistein derecesinin
yükseldiğini ve bunun da damarlarda hasara yol açtığını belirtiyorlar. Damarların
hasar görmesiyle kalp rahatsızlıklarının ortaya çıktığına dikkat çeken uzmanlar,
kanda homosistein derecesini düşürmek için, bu sıkıntıyı yaşayanların ilaç yerine
folik asit açısından zengin yiyeceklere yönelmelerini tavsiye ediyor.
Yoğun iş hayatı, evin ihtiyaçları, çocukların bakımı
ve kendimize ayırmamız gereken zaman derken ister
istemez hepimiz endişeli ve gergin bir ruh hali içine
girebiliyoruz. Bu gerginlik sürekli bir hal alınca gripten
yüksek tansiyona ve kalp hastalıklarına kadar birçok
sağlık sorununa karşı daha korunmasız olma riski ortaya çıkıyor. Bu yüzden de gerginlik ve stresle başa
çıkma yöntemleri sağlık açısından hepimizi yakından
ilgilendiriyor. Peki, stresi doğru ve sağlıklı beslenerek
yenmek mümkün mü? Uzmanlar bu soruya olumlu
cevap veriyor, zira doğru gıdaları tüketmek kişiyi sa-
[32]
MART 2014
kinleştirmekle kalmıyor, özellikle kardiyovasküler sağlığı güçlendiriyor. Ayrıca hem bedenen sağlıklı hem de
manevi anlamda gerilimden uzak bir yaşam için doğru
gıdalarla beslenmenin yanı sıra, hareket etmenin ve
spor yapmanın sayısız faydası olduğu biliniyor. Stresli
dönemlerde kendimizi iyi ve mutlu hissetmek için çikolata ve benzeri besinlere yöneliyoruz genellikle. İşte
uzmanların önerilerine tam da böyle zamanlarda kulak
vermekte fayda var. O halde gelin, stres giderici gıdalara yakından bakalım ve bu besinleri elimizin altında
bulundurmaya çalışalım.
Kuru baklagiller
denge sağlıyor
Diyetisyenler kuru baklagiller, acı
biber, arpa gibi gıdaların sinirleri
yatıştırdığını belirtiyor. Kuru fasulye,
nohut, barbunya gibi, sindirimi zor
olan karbonhidratları içeren kuru
baklagiller, kan şekerinizin daha
uzun süre dengede kalmasını
sağlayarak gerginliğin tırmanmasını
engellemeye yardımcı oluyor. B
vitamini zengini olan bu yiyecekler
sinir sistemi sağlığı açısından önem
taşıyor. Sağlıklı alternatiflerden
biri de kuru yemişler. Seratonin
salgılanmasına yardımcı olan
kuruyemişler aynı zamanda E
vitamini ve magnezyum mineral
yönünden zengin oldukları için
strese iyi geliyor. Kendinizi stres
altında hissettiğiniz zamanlarda
fındık, fıstık gibi çinkolu
gıdalar yemeniz rahatlamanızı
sağlayacaktır.
Şifa KAYNAĞI meyvElEr
Meyve tercihinizi avokado ve erikten yana
kullanmanız stresle baş etmenizi kolaylaştırıyor.
C vitamini açısından zengin olan portakal ise
tansiyonu normal seviyeye getiriyor, bağışıklık
sistemini güçlendiriyor. Kivi; düşük şeker,
düşük kalori ve yüksek C vitamini içeriğiyle
vücudu toksinlerden arındırmaya ve gevşemeye
yardımcı oluyor. Muz ise beyindeki uyku sistemini
düzenleyen “melatonin” adlı bir madde içeriyor.
Potasyum yönünden zengin bir meyve olan muz,
gündüz yenildiğinde kişiye dinçlik hissi verirken,
gece yenildiğinde uyku kalitesini artırıyor.
MART 2014
[33]
[sağlık]
Kalsiyum alın,
stresİ YENİN
Vitamin ve magnezyum
kaynağı sebzeler
Karnabahar, yüksek lif içeriği sayesinde sindirim ve boşaltım sistemini destekliyor. Stres nedeniyle
kabızlık ya da herhangi bir sindirim problemi yaşıyorsanız karnabahar yemeyi ihmal etmeyin. Demir
zengini olarak bilinen ıspanak da magnezyum açısından en zengin besinlerin başında geliyor.
Magnezyum sinirler ile kaslar arasındaki kimyasal bağlantıyı dengeliyor. Vücuttaki magnezyum
oranının azalması baş ağrılarına ve yorgunluğa sebep olarak stresin etkilerini güçlendiriyor. Ispanağın
yapraklarında bulunan koyu yeşil renk maddesi ve C vitamini metabolizmada panzehir etkisi
oluşturuyor. Taze ıspanağı kendi suyuyla hafifçe pişirip yerseniz vücudunuzun rahatladığını hemen
hissedebilirsiniz. Bu nedenle, kendinizi sinirli ve gergin hissettiğinizde bolca ıspanak tüketebilirsiniz.
Portakaldan daha fazla C
vitamini içeren brokoli, A
vitamini ve vücudunuzun
günlük stresle baş etmesini
kolaylaştıran güçlü
antioksidanlar açısından da
zengin bir besin. Brokoliyi
yemek için hazırlarken
kaynatmak yerine buharda
pişirmeyi tercih edin ya
da çiğ çiğ tüketin; böylece
sebze besin değerini de
korumuş olur.
[34]
MART 2014
Dondurma, kalsiyum açısından zengin olması ve az
kalori içermesi nedeniyle stresi azaltan yiyecekler arasında yer alıyor. Üstelik besin değeri açısından sütteki
tüm maddeleri dondurmada konsantre olarak bulmak
mümkün. Ancak unutmamakta fayda var; tatlı yiyeceklerin ruh halini olumluya çeviren bir etkisi bulunmakla beraber fazla tüketilmeleri durumunda yorgunluk hissi ve kilo alma gibi olumsuz etkileri de olabiliyor.
Vücuttaki kalsiyum eksikliği kendinizi kimi zaman halsiz hissetmenize yol açabilir. Böyle durumlarda bol
bol yoğurt yemenin büyük yararı var. Yoğurt, vücudun
kalsiyum açığını kısa sürede kapatan bir besin olduğu
için kendinizi daha formda ve dinç hissedebilirsiniz.
Ayrıca yoğurtta fazla miktarda bulunan ve suyuna yeşilimsi bir renk veren folik asidin de sinirler üzerinde
olumlu etkisi olduğu biliniyor.
Stresten
uzak durmak
istiyorsanız...
Bazı yiyecek ve içecekler ise
vücudumuzda gerilime yol açıp stresi
artırıyor ve uyku düzenimizi bozuyor.
İşte bunlardan bazıları…
Kahve: Belli bir ölçüde
tükettiğinizde ve özellikle öğleden
sonraları içtiğinizde, rahatsız edici
sonuçlar doğurmuyor. Ancak
dozunu aştığınızda aşırı tüketimden
kaynaklanan rahatsızlıklar
kaçınılmaz…
Şeker: Fazla tüketildiğinde
getirdiği aşırı kilonun ve buna bağlı
olarak yol açtığı mutsuzluğun yanı
sıra, şekerinolumsuz bir özelliği
daha var: Metabolizmanın şekeri
işlemesi zorlaşıyor ve pankreas boş
yere yoruluyor.
Kereviz de çok besleyici
bir sebze olarak biliniyor.
A, B ve C vitamini zengini
olan kerevize ‘stres hapı’
diyenler bile var. Vitamin,
fosfor, çinko, mangan gibi
mineralleri de bünyesinde
barındıran kerevizin
haftada iki veya üç kez
tüketilmesi öneriliyor.
Domateste yer alan
potasyum ve likopin
strese karşı iyi bir
savaşçı. Sıkıntılı ve
gergin zamanlarınızda
içeriğinde domates
olan yemekleri tercih
etmeniz moralinizi
düzeltmenize de
yardımcı olabiliyor.
Tuz: Sıvı dengesini ayarlayabilmek
için vücudunuzun belli ölçüde tuza
ihtiyacı var. Ancak aşırı miktarda tuz
kullanımı damar ve böbreklere zarar
verip kalp çarpıntısına yol açabiliyor.
Çikolatayı tümden unutun, demiyor uzmanlar. Gün
içerisinde 30 gram bitter çikolata tüketerek sizi strese
sokan tüm problemlerden kısa bir süreliğine de olsa
uzaklaşmanız mümkün. Dozu aşmamak kaydıyla!
Fast food: Bu çeşit besinler,
beynin vücuda dinlenmişlik hissi
vermesini sağlayan önemli vitamin
ve minerallerden yoksun oldukları
gibi, çok fazla yağ içerdiklerinden
mide ve sindirim sisteminizi
zorlayarak sıkıntıları daha da
artırabiliyor.
MART 2014
[35]
[aileveçocuk]
Othello Sendromu
Othello Sendromu, adını Shakespeare’in en önemli eserlerinden biri olan
“Othello”dan alıyor. Othello yakalandığı kıskançlık hastalığı nedeniyle,
şüphelerinin içinde boğularak, delice âşık olduğu karısını ve kendisini
öldürüyor. Kıskançlık bir hastalığa dönüştüğünde, kıskanan kişi için âşık
olduğu eşinin varlığı rahatsız edici bir duruma dönüşebiliyor. Othello
Sendromu’nun gerçek hayatta da cinayet ve intiharlarla sonuçlandığını
görmek mümkün. Gazetelerin üçüncü sayfaları kadına şiddet ve kıskançlık
nedeniyle işlenen suçlarla dolu. Uzmanlar bu durumun daha çok erkeklerde
görüldüğünü söylüyor. Bunun nedeni ise kadının kutsal ve dokunulmaz
olarak görülmesi... Ancak son dönemlerde kadınların da bu şüpheci
yaklaşımla hayatlarını zindan ettiklerini görmek mümkün.
Ömür Boyu...
Sınırları aştığında hastalığa dönüşür
Beylik bir cümledir: Seven insan kıskanır. Doğruluk payı da vardır bu cümlenin. Öte yandan, normal sınırlarında yaşandığında ilişkiye dinamizm de
katar kıskançlık. Ufak tefek sevimli kaprisler, ilgiyi
üzerine çekmek için yapılanlar, tatlı sahiplenmeler
karşı tarafın hoşuna bile gider. Ancak kıskançlık,
sınırlarını aşmışsa kişide şu hisler uyanır:
• Bana hiç önem vermiyor,
• Değersiz biriyim,
• Önemsenmiyorum,
• Beğenilmiyorum ve sevilmiyorum,
• İşe yaramaz biriyim ve çirkinim.
Bu duygularla harekete geçen kişi, karşı taraftan
daha çok, kendisine eziyet eder.
Kıskançlık insanın doğasında, doğuştan
vardır. Ancak herkes kıskançlığı kendi
kişilik yapısına, davranış biçimine, karşı
tarafın davranışlarına ve ilişkisinin içeriğine
göre farklı boyutlarda yaşıyor.
Takıntılı ve obsesif kişiler, kıskançlıkta
birinci sırada yer alırken, şüpheci ve
kuşkucular da onlardan geri kalmıyor.
Kıskançlığın bir takıntıya dönüştüğü
durumlar ise insanlar arasındaki ilişkilere
büyük darbeler vurabiliyor.
Kıskançlığın HASTALIK boyutu
Kıskançlık, rahatsız edici boyutlarda olmadığı ve
ilişkiyi yıpratmadığı sürece kabul edilebilir bir duygu olsa da, bazen çiftler bu durumlarda ipin ucunu
kaçırabiliyor. Kıskançlığın temelinde, yaşanan deneyimler, aldatmalar, eşlerden birinin yalan söylemesi
gibi durumlar oldukça etkili. Aşırı kıskançlığın Othello
Sendromu’na dönüşmemesi için zamanında önlem
almak gerekiyor. Zararsız bazı kıskançlıklar ilişkide
aşkı beslerken, sendrom haline gelen duygular sadece olasılıklar ve şüpheler üzerine kurulu, rahatsız
edici bir hayatın da kapısını aralayabiliyor.
Kıskançlık
[36]
MART 2014
Kıskançlığın temelinde, sevilen kişiyi paylaşamamak duygusu var.
Hayatta “paylaşmak” istemediğimiz ilk kişilerse annemiz ve babamız.
Onlar bizi biz de onları çok severken, günün birinde yuvaya gelen kardeş, iç dünyamızı altüst eder. Çok sevdiğimiz annemizi ve babamızı
paylaşmak zorundayızdır. Bize olan ilgi ve sevgi de böylece bölündü
sanırız. Halbuki ebeveynlerimizin bilinçli tutumlarıyla bu kıskançlığı kolayca yok edebiliriz.
Kadınlar daha kıskanç
İstatistiklere baktığımız zaman, kadınların erkeklere oranla daha kıskanç
olduğunu görüyoruz. Annelik içgüdüsünün getirdiği sahiplenme, güçlü
rekabet duygusu; detaycı, analizci düşünce yapısı ve geçmişe bağlılıklarıyla kadınlar, kıskançlıkta erkekleri biraz geçiyor.
Belirtileri
Othello Sendromu, bir diğer adı ile “patolojik kıskançlık” belirtileri aslında çok
açık. Bu sendroma yakalanan kişi sevgilisini aşırı derecede sahiplenir, hastalık
derecesinde kıskançlık duygusuna kapılır ve sevgilisinin telefonda “alo” deme
şeklinden, giydiği tişörtün rengine kadar detayda aldatıldığına dair bir delil
arar. Cep telefonunu gizli gizli karıştırmalar, sürekli kontrol altında tutma isteği
ve şüphelendiği her durumda kontrolsüzce saldırganlaşmalar söz konusudur.
Özellikle arayıp da ulaşamadığı durumlarda kafasında oluşan senaryolar ile
sürekli iz peşinde olması sonunda iki kişi için de tehlike yaratan durumların ortaya
çıkmasına neden olabilir. Othello Sendromu’nun belirtileri ise şunlardır:
l Aşırı derecede aldatılma korkusu.
l Herkesten ve her şeyden kıskanarak, kısıtlama isteği.
l Sevgiliden ayrılmanın bir fobi haline gelmesi.
l Hakaret ederek değersizleştirme.
l Gösterilen kontrolsüz ve aşırı tepki.
l Saldırganlık ve şiddet eğilimi.
Ne yapmalı?
Bu durumla karşılaştığınız zaman, olumsuz duyguları olumluya çevirmeye
çalışmanız gerekiyor. Önemli olan kendinizi karşınızdakinin yerine koyarak
şüphelerinin yersiz olduğuna ikna etmek. Dolaylı yoldan verilecek mesajlar
yerine onunla doğrudan iletişime geçip istek ve beklentileri daha açık ifade
etmek gerekiyor. Eğer durum kontrol edilemez bir hal almışsa mutlaka bir uzman
kontrolünde tedaviye başlanmalı.
MART 2014
[37]
[eğitim]
Sınavda
başarının sırrı
doğru
beslenme
“Sınava çok az var, yemek yiyeceğime
ders çalışayım”, “Şu testi bitireyim,
hamburger siparişi verelim”, “Anne, konu
çalışıyorum; şimdi su içmenin zamanı
mı!” Bunlar sınava girecek öğrencilerden
sıkça duymaya alışık olduğumuz ifadeler.
Oysa doğru beslenme sınavlarda
başarıyı etkileyebilecek en önemli
faktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Gazlı ve ağır yiyeceklerden kaçının
Yine özellikle sınavdan bir gün önce, gaz problemi oluşturacak kurubaklagil,
lahana gibi besinlerden uzak durulmalıdır. Başarıyı olumsuz etkileyeceği için
kızartma, birçok besinin bir araya gelmesiyle oluşan karışık yemekler; çok
yağlı ve ağır soslular tercih edilmemeli; mümkün olduğu kadar hafif, yağsız
besinler tüketilmelidir.
Kahveye ve kola’ya son
Bu dönemde çok fazla kahve ve kola içmek kalp çarpıntısına, huzursuzluğa,
uykusuzluğa, korku ve endişe duymaya neden olur. Bunların yerine C vitamini
açısından zengin kuşburnu, papatya, adaçayı gibi bitkisel çayları tüketmek
daha doğru olur.
Sınav sabahı
kahvaltısı
Sınava gireceklere öneriler
l
Güne kahvaltısız başlamayın.
l Gün içinde 5-6 öğün yiyecek tüketin ve 2-3 saatte bir beslenmeye gayret edin.
Sınava girecek öğrenciler için “sınav
öncesi beslenmesi” ve “sınav günü beslenmesi” büyük önem taşır. Bu dönemde
stres yüksek olduğu için öğrenciler yemek konusunda zorlanmamalıdır. Herkesin yemek alışkanlığı ve damak tadı farklı
olduğundan yararlı diye bazı besinleri
yemesi konusunda üzerine gidilmemeli,
beslenme alışkanlıklarına saygı duyulmalıdır. Bilinen ve vücudun da benimseyip
reaksiyon göstermediği besinler tercih
edilmelidir. Mayonez, tavuk gibi çabuk
bozulabilecek gıdalardan sakınılmalı
ve besin zehirlenmesi riski taşıdığı için,
açıkta satılan gıdalar özellikle sınavdan
bir gün önce tüketilmemelidir.
[38]
MART 2014
l Kafein içeren içecek ve yiyeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışın. Asitli içecekler, kahve, aşırı miktarda çikolata sınav dönemlerinde en büyük
düşmanlarınızdır.
l Aşırı tuz ve şeker içeren gıdaları dikkatli tüketmeye çalışın.
l Kurubaklagiller ve asitli içecekler gibi gaz yapıcı özelliği olan yiyeceklere dikkat
edin .
l İçeriğini bilmediğiniz yiyecek-içeceklerden uzak durun ve mümkün olduğunca
dışarıdan yemek yememeye gayret edin.
l Spora ve sizi mutlu eden aktivitelere zaman ayırın.
l C vitamini yönünden zengin gıdalarla beslenin.
l Stres anında bıkkınlık ve isteksizlik artar. Uykuya eğilim azalır. Dolayısıyla
sınav öncesi düzenli uyumak ve sınava uykuya doymuş bir şekilde girmek çok
önemlidir. Stresi azaltmada C vitamini yönünden zengin gıdalarla beslenmenin çok faydalı olduğu gözlenmiştir. Bu sebeple, C vitamini içeren meyve ve
sebzeler sıkça tüketilmelidir. Örneğin portakal, kivi, patates, biber, havuç,
brokoli gibi sebze ve meyveler C vitamini bakımından zengindir. Özellikle
balık, ceviz, zeytinyağı, yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı et, pekmez, maydanoz,
yeşil biber, kivi, portakal ve kuşburnu haftalık ve günlük beslenmenizde mutlaka yer almalıdır.
Stresle beraber sabah saatlerinde mide
bulantısı ve iştahsızlık yaşanması çok
doğaldır. Bu yüzden diğer zamanlara
göre iştah daha azdır. Miktarlar az tutularak sağlıklı besinlerin tüketimi sağlanmalıdır. Çok fazla miktarda ve karışık
yağlı besinlerin tüketimi de kahvaltıda
önerilmez. “Beynim daha iyi çalışsın”
diyerek fazla miktarda çikolata ve basit
şeker içeren tatlı yenilmesi yapılacak en
büyük hatadır. Fazla şeker tüketimi, kan
şekerini daha hızlı düşürecektir. Kan
şekeri hızla düşen kişilerde konsantrasyon azalır; el ve ayaklarda uyuşma artar,
hipoglisemi gözlenir. Bu açıdan kaliteli
proteinlerden oluşan bir kahvaltı çok
önemlidir.
Stresi azaltan ve serotonin salgılatarak
mutluluk hissi veren besinler (tam buğday ekmeği, bulgur pilavı, makarna, tam
buğday unundan yapılmış kekler, peynir,
süt, yumurta, muz, kivi, çilek ve yeterli
miktarda çikolata) başarılı bir sınav için
altyapı niteliğindedir.
Tabii, en önemlisi sınav öncesi bolca
ders çalışarak hazırlığınızı tamamlamış olmanızdır...
MART 2014
[39]
[teknolojigünlüğü]
Artık herkes tasarımcı
2014’ün en önemli trendlerinden biri
olmasına kesin gözüyle bakılan 3D printer (üç
boyutlu yazıcı) ABD’de düzenlenen, dünyanın
en önemli teknoloji fuarlarından CES 2014’ün
gözdesiydi. 3D Printer, dilediğiniz her şeyi
size üç boyutlu olarak sunuyor. Geleneksel
makine tekniklerinden farklı bir yöntemle
çalışan 3D Printer, dijital bir tasarımı art arda
gelen madde katmanlar şeklinde döşeyerek,
birbirine uç uca ekleyerek
meydana getiriyor.
1986’da Chuck
Hull tarafından
icat edilen bir
prototip yazıcı
olan 3D Printer
zaman içerisinde
gelişen teknolojiler
sonucu yapılan
eklemelerle şimdiki üç boyutlu
haline kavuştu. 3D Printer teknolojisine
bir animasyon programı ilham verdi. Bu
programda, dizayn edilen şekiller katmanlara
ayrılıyor. Bu katmanlar aracılığıyla, 3D
Printer’la sanal olarak dizayn edilen nesnenin
üç boyutlu hali meydana getirilebiliyor.
Böylelikle tasarımı bilgisayar ortamında dijital
olarak oluşturulan herhangi bir ürünü, aynı
boyutta ve aynı şekilde 3D Printer teknolojisi
sayesinde avuçlarınızın içine almanız mümkün
Uçan araba
2020’de hazır
oluyor. Bir diğer deyişle, bu
teknoloji sayesinde tasarımınıza
uygun materyali seçip lastik, plastik, kâğıt,
metal veya poliüretan benzeri materyallerden
biriyle oluşturacağınız tasarımı elle tutulan
bir cisim haline getirebiliyorsunuz. Bunun için
önce tasarımını yapmak istediğiniz objeyi
bilgisayar ortamına taşımanız gerekiyor. Bunu
yapabilmek için ise 3D Printer teknolojisinin
üreticisi olan 3D Systems firmasının
tasarlamış olduğu şablonları kullanabiliyor ya
da açık kaynak platformlarından tasarım için
gerekli programlardan yararlanabiliyorsunuz.
Bu teknoloji sayesinde, kapağı açılabilir
şampuan kutusu gibi ticari objelerin yanı sıra
oyuncak, anahtarlık, kupa gibi kişisel
kullanıma dönük üç boyutlu nesneler
üretmek de mümkün. Özellikle medikal
ürünlerin tasarımında başarılı ürünler ortaya
çıkaran bu teknoloji ile kulak, ayak ve çene
gibi tasarımlar da yapılabiliyor. 3D Printer
teknolojisinin zamanla günlük hayatımızda
da vazgeçilmez bir yeri olacağını kestirmek
mümkün.
Kokuyla iletişim
Markalar tüketicilerin duyularına hitap etmek için farklı arayışlar içine giriyor. Bu alandaki
son yeniliklerden biri Paris merkezli Le Laboratoire’dan geldi. Araştırma faaliyetleriyle
tanınan Le Laboratoire, “oPhone” adlı projesiyle kokuyla iletişim kurmayı mümkün kılan
bir buluşa imza attı. “oPhone”ların içinde “oChip” adı verilen çok küçük boyutta bir kartuş
bulunuyor. Bu kartuşun içinde yüzlerce farklı koku sinyali gizli. Kartuşlar “oPhone”lara
yükleniyor ve koku çeşitleri “oTracks” adlı bir bluetooth uygulamasıyla bir tuşla
“oPhone” sahibi bir arkadaşa yollanabiliyor. 2015 başında çıkması planlanan bu ürün
sayesinde hoşa gidebilecek kokuları bizzat yaratmak mümkün olacak. Ayrıca “oPhone”
teknolojisinin kitap, film ya da televizyon şovlarıyla entegre biçimde kullanılmasına
yönelik çalışmalar başlamış durumda. Bu yeni teknoloji başarılı olursa sağlık
uygulamalarında kokuların rahatlatıcı etkisinden faydalanılabileceği de belirtiliyor.
[40]
MART 2014
Hayal gücünün sınırı yok. Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz uçan
arabalar gerçek oluyor, hem de sadece birkaç yıl içinde! Amerikalı
Terrafugia şirketi herkesin kullanabileceği uçan otomobil tasarımı için
kolları sıvadı. Şirket, TF-X adı verilen uçan arabayı 2020 yılında satışa
sunmayı amaçlıyor. TF-X karbon fiberden yapılacak ve iki yanındaki,
elektrikle çalışan kanatlar yardımıyla uçabilecek. Havalandığında aracın
arkasında yer alan gazlı motor devreye girecek ve aracın havada yol
alması sağlanacak. Beklenmedik hava şartları haricinde yaklaşık 800
kilometre boyunca havada kalabileceği belirtilen TF-X adlı araç, ortalama
bir otomobil büyüklüğünde tasarlanıyor. Şirket aracın fiyatının lüks bir
otomobil fiyatına yakın olacağını belirtiyor.
24 yıldır uzayı görüntülüyor
İsmini Amerikalı astronom Edwin Hubble’dan alan, dünyanın ilk uzay teleskobu
Hubble’ın 1990 yılının Nisan ayında uzay mekiği Discovery tarafından yörüngesine
taşınmasından bu yana 24 yıl geçti. O günden beri Hubble Güneş sisteminin ve
uzayın en uç noktalarına kadar sayısız fotoğrafı ve bilgiyi insanoğlunun hizmetine
sunarak birçok keşif için yardımcı oldu. Hubble Uzay Teleskobu, son olarak ocak
ayında 13,2 milyar yıl öncesine ait olan ve daha önce hiç gözlemlenmemiş 3 bin
yeni galaksiyi görüntüledi. Hubble astronomu Jennifer Lotz, emektar teleskobun
elde ettiği görüntüleri ‘’Kozmik bir şafak’’ olarak yorumladı. Hubble’ın elde ettiği
fotoğraflardaki galaksilerin büyük çoğunluğu Samanyolu’ndan bin kat daha küçük
durumda. Büyüklüğüne göre bir galaksinin içinde 10 milyon-100 trilyon arasında
yıldız bulunabiliyor. Yıldızlardan yayılan ışık, bir yıl içerisinde 9,6 trilyon kilometre yol
kat ediyor. Bu da, ışığı tespit eden teleskobun aslında milyonlarca ya da milyarlarca
yıl geçmişi görüntülediği anlamına geliyor. Elde edilen verilerin, evrenin gelişimini
inceleyen bilim insanları için bir kilometre taşı niteliğinde olduğu belirtiliyor.
MART 2014
[41]
[yaşam]
SPOR İÇİN
MOLA
Bütün bir iş günü boyunca masa başında
oturmak, öncelikle boyun, sırt ve bel ağrıları
olmak üzere birçok şikâyete yol açıyor. Ofiste
çalışanların neredeyse tamamında bu tür ağrılar
görülüyor ve zamanla bu ağrılar ciddi sağlık
sorunlarına dönüşebiliyor. Çünkü yanlış duruş ve
sürekli aynı şekilde çalışma, zaman içinde kas ve
iskelet yapısında deformasyona ve sonuçta da
ağrılara neden oluyor. Bu sonuca engel olmak
ise aslında pek de zor değil.
Masa başında ve ofis içinde kasları güçlendirmek
için kolaylıkla yapabileceğimiz hareketler var.
Bu egzersizler düzenli yapıldığında kasların
güçlenmesini sağlıyor; güçlenen kaslar sayesinde
boyun, sırt ve bel omurları desteklendiği için
duruşunuz düzeliyor ve yorgunluk hissiniz azalıyor.
Egzersizler sırasında düzenli nefes alıp vererek
ruhsal gerginliği de azaltabilirsiniz.
El bilekleri için
l Sol kolunuzu öne uzatın. Sağ
eliniz ile sol parmaklarınıza her
iki yönde germe hareketleri
yaptırın. Önce parmakları
geriye doğru gerip 10’a kadar
sayın, sonra gevşetin ve bu
hareketi iki kez tekrarlayın. Aynı
hareketleri öteki elinizle yapın.
l El bileklerinizi, içe
doğru sekiz kez çevirin,
aynı hareketi ters yönde
tekrarlayın.
[42]
MART 2014
Omuzlar için
l Omuzlarınızı önden arkaya doğru çevirin. Sekiz kere yapın ve aynı hareketi arkadan öne doğru tekrar edin.
l Sağ elinizi sol omzunuza koyun. Sağ
dirsek yukarıda ve yere paralel konumda
dururken, sol eliniz ile sağ dirseğinizi geriye doğru itip, gerin. Sağ omuzdaki gerilmeyi hissedin. Bu pozisyonda 10’a kadar
sayın. Diğer omuzu da aynı şekilde gerin.
Bunu iki kere yapın.
Göğüs ve sırt için
l Ayakta durun. Ellerinizi kalçalarınızın
üzerine koyun. Her iki kolu arkada birleştirecek gibi geriye doğru çekin. Bu pozisyonda 10’a kadar sayın.
l Omuzlarınızı olabildiğince öne itin.
Sonra normal pozisyona dönün. Daha
sonra olabildiğince geriye itin. Bunu sekiz
kere yapın.
Ayak bilekleri için
l Otururken her iki topuğunuzu yerden
kaldırın. Ayak bileklerini içe doğru çevirin.
Bunu sekiz kere yapın. Sonra aynı hareketi ters yönde yapın.
l Ayakta durun ve masa ile sandalyeden
destek alın. Tek ayak üstünde durup diğer topuğu yerden kaldırın. Bileği içe
doğru çevirin, gövdenize doğru çekin.
Sonra pedala basar gibi ileri itin. Sekiz
kere yapın.
Sırt için
l Sandalyeye dik oturun. Sandalyenin
kenarlarından tutarken, önce sağ dizinizi, sonra sol dizinizi yukarı kaldırın. Bunu
dörder kere yapın.
l Sandalyenin arkasına geçin ve tutunun.
Sağ dizinizi olabildiğince yukarı kaldırın.
Başlangıç pozisyonuna dönün, sonra sağ
bacağı tamamen geriye itin. Bunu sekiz
kere yapın.
l Oturur pozisyondayken, yavaşça sandalyenin arkasına yaslanın. Kollarınızı
iyice yukarı ve geriye doğru uzatın ve
gerinin. Bacaklarınızın önde ve düz, ayaklarınızın yerde olmasına dikkat edin.
Bel için
l Ayaklarınız omuz genişliğinde açık olacak şekilde ayakta durun. Dizlerinizi hafifçe bükün. Gövdenizin üst kısmını (kollar bükülü olacak) sağa
doğru çevirin. Sonra aynı hareketi sol tarafa doğru yapın. Bunu dört kez
tekrarlayın.
l Bu hareketi ayakta veya otururken yapabilirsiniz. (Ayakta yapmanız daha
iyidir.) Sırtınızı oturuyorsanız sandalyeye, ayaktaysanız duvara yaslayın ve
dizlerinizi hafifçe bükün. Tam karşıya bakarken, sağ elinizi bacağınızın
üzerine koyun, sol kolunuzu yukarı uzatın ve gövdenizi yavaşça sağa doğru eğin. Bu pozisyonda 10’a kadar sayın. Yavaşça ilk pozisyona dönün.
Hareketi ters tarafa doğru tekrarlayın. 2 kere tekrar edin.
Yukarıdaki egzersizlerin yanı sıra genel
olarak uzun süre aynı pozisyonda kalmamaya dikkat edin. Oturduğunuz yerden ara sıra kalkın ve gerinme egzersizi yapın. Özellikle sık tutulan ve çabuk
yorulan kaslarınızı çalıştırın. Boyun ve
sırt hareketlerini kendinizi zorlamadan,
canınızı acıtmadan, yavaşça yapın. Hareketler sırasında düzgün nefes alıp vermeye dikkat edin.
Eğer iş günü sırasında saatte bir yerinizden kalkmaya dikkat eder ve bu
egzersizleri düzenli olarak yaparsanız,
göreceksiniz ki boyun ve sırt ağrıları ofis
içi çalışmanın kaçınılmaz sonuçları olmaktan çıkacaktır.
MART 2014
[43]
[püf noktası]
Hayatı kolaylaştıran ipuçları…
Önemli bir iş görüşmesine gideceksiniz. Tertemiz ve ütülü takım elbisenizi akşamdan hazırladınız. Son bir
kontrol için ceketinizi giyip aynaya bakıyorsunuz... Fakat o da ne!!! Ceketin dirsek kısmına kocaman bir sakız
parçası yapışmış... Hemen moralinizi bozmayın, zira bu istenmeyen sürprizden kurtulmanın kolayı var…
Hepimiz günlük hayata dair
konularda kimi zaman ufak
tefek, kimi zamansa daha ciddi
sorunlarla karşılaşıyoruz. Önemli
olan karşılaştığımız problemi
en kolay ve pratik biçimde nasıl
çözeceğimizi bilmek.
Mutfaktaki aksaklıklardan
tutun da kişisel bakıma kadar
hayatın hemen her alanında
karşımıza çıkabilecek sorunları
çözmeye yönelik bazı ipuçları
bazen hayat kurtarabiliyor…
Mutfakta Püf Noktaları
Ev İşlerİnde püf noktaları
l Kabul etmek gerekir ki, pek çok kişi için ütü yapmak ev işlerinin
en zahmetlisidir. Özellikle gömlek ütülemek bir hayli zordur ve
uzun sürer. Ancak iyi ütülenmiş bir gömlek sizi çok daha bakımlı
gösterecektir. İyi bir gömlek ütüsü için önce gömleklerin mutlaka
nemlendirilmesi gerekir. Nemlendirilen gömlekler keten ve pamuklu
ise sıcak, ipekli ise ılık ütülenmelidir. Manşetler sırasıyla önce içten
dışa, sonra dıştan içe doğru ütülenmeli, kollar ise düz yatırılarak her
iki yanı da sırayla ütülenmeli ve çizgi oluşmamasına dikkat edilmelidir.
Yakayı ütülerken oluşabilecek kırışıklıkları önlemek için yaka ucundan
başlayarak ütülenmelidir. Sırt bölgesi ortadan başlayarak her iki
yöne doğru ütülenmelidir. Omuzlar dengelendikten sonra düğmeler
iliklenir, önce sol, sonra sağ ön ütülenir ve gömleğin ütüsü bitirilir.
l Tuz mükemmel bir temizlik malzemesidir.
Eğer yemeğiniz taşmışsa hemen ocağın
taşan bölümüne bolca tuz serpin. Ocak
soğuyana dek bekleyip ovalayarak
temizleyin. Tuzdan lavabo temizliğinde de
yararlanabilirsiniz. Kötü kokuları giderdiği
gibi, bastırarak silince iyi de temizler.
l Peynirin kurumaması için kabının içine üst kısmını bir parmak
l Balık kızarttınız ancak kokusu ızgara
tavasından bir türlü çıkmak bilmiyor.
Tavayı, içine bolca kahve telvesi attığınız
suda yıkayıp bolca durulayın. Kokudan iz
kalmadığını göreceksiniz.
l Mutfaktaki en büyük sıkıntılardan biri
de soğan soyduktan sonra ele sinen
kokusunun gitmek bilmemesidir. Ama
bunun da bir çözümü var. Soğan soymaya
başlamadan önce parmaklarınızı sirkeye
batırırsanız, soğan kokusunun elinize
sinmediğini göreceksiniz.
l Mutfakta en etkili dezenfektanın sirke
olduğunu biliyor muydunuz? Sirke,
sebzelerin temizliği için birebirdir. Sirke
ayrıca bulaşık makineleri için parlatıcı işlevi
de görür. Bulaşık makinesinin parlatıcı
bölümüne bir kaşık sirke koyarsanız,
bulaşıklarınızın daha temiz ve parlak
olduğunu göreceksiniz. Evde sirkeniz yoksa
sebzeleri yıkarken tuz da kullanabilirsiniz.
Tuzlu su özellikle sebzeleri daha etkili ve
çabuk temizler.
l Kahvaltıda yumurtadan
vazgeçemeyenlerden misiniz? Öyleyse
dikkat! Yumurtayı haşlarken en zor şey
kırılmasını engellemektir. Ancak haşlamaya
başlamadan önce yumurtaların üzerine
bir tutam tuz ekerseniz, kırılmalarını
engelleyebilirsiniz.
geçecek kadar su koyup buzdolabında saklayın. Peyniri plastik kapta
saklamayın. Kaşar peynirini ise tuzlu suya batırılmış bir beze veya
tülbente sarıp saklayın.
l Patateslerin filizlenmesini önlemek için patates torbasının
içine birkaç adet yeşil elma atın. Ortalama sekiz hafta boyunca
patatesleriniz filizlenmeyecektir.
l Karbonat deyip geçmeyin. Genellikle hamur işlerinde kullanılan
karbonat, ev temizliğinden kişisel temizliğe kadar pek çok alanda
harikalar yaratır. Karbonatın mutfaktaki hünerlerine gelince…
Diyelim buzdolabınızda ağır bir koku
var ve siz bu problemle bir türlü baş
edemiyorsunuz. Bütün yiyecekleri
dışarı çıkarıp, silmekle uğraşmak
istemiyorsanız bir kâse karbonatı
buzdolabının bir köşesine koyun. Dörtbeş günde bir karıştırın. Kötü kokuların
gittiğini göreceksiniz. Ayrıca dolapta
sakladığınız meyve-sebzeler üzerinde
koruyucu etkisi de olacaktır.
Kİşİsel bakım İçİn
püf noktaları
l Yüzünüzdeki izlerden, renk bozukluklarından ve sivilcelerden
şikâyetçiyseniz doğal ve etkili bir maske kullanmaya ne
dersiniz? Uzmanlar doğadan gelen mucizevi bitki
ve meyve özleriyle de kusursuz bir cilde sahip
olabileceğinizi belirtiyor. Antioksidan özelliğiyle
bilinen ayvanın çekirdekleri cilt için son derece
yararlı. Yedi-sekiz tane ayva çekirdeğini çıkartıp
yarım çay bardağı ılık suda, ağzı açık şekilde
bir gün bekletin. Jölemsi kıvama gelince yüz ve
boyun bölgesine sürün; 20 dakika bekletin. Düzenli
kullandığınızda teninizdeki lekelerin yok olmaya
başladığını ve cildinizin sıkılaştığını göreceksiniz.
l Reçel
ya da marmeladınız şekerlenirse içine
biraz su katarak yeniden kaynatın. Şekerlenmiş
reçeli kabıyla beraber sıcak suyun içine koyarsanız
şekerlenmeyi gidermiş olursunuz.
[44]
MART 2014
MART 2014
[45]
[gezigünlüğü]
BEBEK
KANDİLLİ
Tarihi semtleri ve yalılarıyla İstanbul’un gerdanlığı
Boğaziçi’nde ömre bedel bir gezinti
“Vapurlar değil,
‘’Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer’’.
İstanbul... İmparatorluklar başkenti, şehirler padişahı...
Asla “Her köşesini keşfettim” diyemeyeceğimiz, sizi şaşırtacak bir güzelliğiyle her an karşılaşabileceğiniz bir masal
diyarı adeta.
Bununla birlikte son on yıldır inanılmaz bir hızla büyüyen İstanbul doğma büyüme İstanbullular’ı bile şaşırtacak hızda
değişiyor, gelişiyor ve farklı bir karaktere bürünüyor. Dev
bir dünya metropolü olmanın sorunları İstanbul’u zaman
zaman esir alsa da büyüsünü hiç yitirmiyor. Gecesi gündüzü ayrı güzel olan bu kadim kent, içinde sakladığı zenginlikleri kimi kez cömertçe sunarken; çoğu zaman keşfedilmeyi
bekleyen cevherler saklıyor gizli köşelerinde…
İstanbul’u yaşarken her defasında büyülendiğimiz köşelerden biri de Boğaziçi’dir. Asırlar öncesinden günümüze
uzanan tarihi yalıları, koyları, Bizans’tan Osmanlı’ya ve
[46]
MART 2014
İstanbul sevgisi büyük şair Yahya
Kemal Beyatlı’nın bu dizelerinden daha
güzel anlatılabilir mi, doğrusu emin
değiliz. Ancak İstanbul’un bir değil,
birden çok ömre değer bir kent olduğu
apaçık bir gerçek; bunda hemfikiriz...
Osmanlı’dan günümüze kadar gelen değişik kültürleri kucaklamasıyla Boğaziçi, İstanbul’un adeta gözbebeğidir.
Osmanlı döneminde kıyılara inşa edilmeye başlanan yalılar Boğaz’a kendine has karakterini verirken, aynı zamanda İstanbul’u birer inci tanesi gibi süslemeye devam eder.
Yüzyıllar boyunca İstanbul Boğazı’nın iki yakasında yapılan
yalılardan günümüze ulaşanların sayısı şu anda yaklaşık
360 civarındadır. Büyük çoğunluğu hâlen eski halini koruyan yalılar, sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin de paha
biçilemez değerleri arasında gösterilir.
‘’Ne günlermiş, ne günlermiş / Yıldızlar, mehtap, çamlar altında /Yıldızlar, mehtap, çamlar altında / Ne günlermiş, ne
günlermiş / Gelip geçmiş! / Vapurlar değil, Boğaz’dan geçen: Boğaz’dan yalılar geçiyor /Toplamış sulardan eteklerini, odasına çekilen bir saraylı gibi’’ der şair Özdemir Asaf
RUMELİ HİSARI
Boğaz’dan
yalılar geçiyor’’
Boğaziçi’ni anlatan bu dizelerinde.
Boğaziçi, şairlere, romancılara, sinema yönetmenlerine esin kaynağı olarak sayısız eserin
başrol oyuncusu olmuştur tarih boyunca. Nitekim Orhan Veli’nin “Urumelihisarı’na oturmuşum
/ Oturmuş da bir türkü tutturmuşum’’ dizeleriyle
ölümsüzleştirdiği ‘İstanbul Türküsü’nü Boğaz olmadan yazabileceğini nasıl düşünebiliriz…
O halde gelin Orhan Veli’nin tutturduğu bu
güzel türkü eşliğinde Boğaziçi’ne düşsün bu
kez yolumuz. İstanbul’un gerdanlığına takılmış
parlak bir mücevher gibi parlayan Boğaziçi’nin
semtlerine, o semtlerdeki muhteşem yalıların
hikâyelerine uzanalım.
Boğaz’ı keşfetmek için seçeneğimiz çok. Eminönü’nden
kalkan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Şehir
Hatları’nın tarifeli seferlerini veya Boğaz Turu adıyla düzenlenen özel tur ve gezilerden birini tercih etmek
mümkün. Eminönü’den başlayan yolculuğumuz önce
Beşiktaş’a, oradan Anadolu Yakası’nda Kanlıca’ya uzanacak. Ardından Yeniköy’e geçecek; eski bir Boğaz köyü
olan Sarıyer’de konaklayıp Anadolu Kavağı’na doğru yola
devam edeceğiz. Karşıdaki Rumeli Kavağı’na martılarla
selam göndereceğiz…
MART 2014
[47]
[gezigünlüğü]
Yolculuğumuza başlarken, Boğaziçi’ne özgü
bir kültür olan yalı hayatına daha yakından
bakalım. Ünlü yazar ve Boğaziçi uzmanı Murat Belge’den bu rotada yıllardır düzenlediği
gezilerde İstanbul’daki yalı yaşamına dair aktardığı şu bilgileri öğreniyoruz:
“Anadolu’da on asır önce başlayan Türkİslam göçebe aile yaşamı Osmanlılar’la beraber sabit mekân yaşamına, denizle buluştuğu yerde ise yalı yaşamına dönüşmüş. Ve
yalı yaşamı, Boğaziçi’nde, yaşama sanatının
doruğuna erişmiş. Osmanlı, İstanbul’u almış,
yerleşmiş, başkent yapmış. İmparatorluğun
kudreti karşısında İstanbul’a artık saldırı ihtimali kalmayınca devlet ricali, Boğaziçi üzerinde kurulu köylere doğru sayfiyeye çıkmış.
Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi saraylarının daha evvelce ahşap olarak yapılmasına
karşın üçü de yandığından bu dönemde kâgir
olarak yeniden inşa edilmiş. İşte günümüzde ayakta kalabilen yalılarının çoğunu Birinci
Dünya Savaşı’na kadar süren bu dönemde
yapılan yalılar oluşturuyor’’.
Eminönü’nden kalktık, Beşiktaş’a uğradık.
Boğaz’ın en şirin semtlerinden Ortaköy’de
tüm ihtişamıyla Esma Sultan Yalısı’nın önünden geçiyoruz. Geçmişi 18’inci yüzyıla dayanan Esma Sultan Yalısı, adını I. Abdülhamit’in
kızı Esma Sultan’dan alıyor. Ortaköy’deki yalı
[48]
MART 2014
ORTAKÖY
kendisine tahsis edildiğinde Esma Sultan henüz 10 yaşındaymış. Bu yapı o zamana dek Tırnakçı Yalısı olarak biliniyormuş. 1915’e kadar Osmanlı Hanedanı’nın
mülkiyetinde kalan yalı, 1920’lerde büyük bir yangın geçirdiği için 1975’e kadar
depo olarak kullanılmış. Yalı şimdilerde davetlerin ve kültürel etkinliklerin vazgeçilmez adresi olarak İstanbullular’a hizmet veriyor.
Anadolu yakasında gezimizin ilk durağı olan Kanlıca’ya yaklaşıyoruz şimdi de.
Burada tüm ihtişamı ile bizi Ethem Pertev Bey Yalısı bekliyor. Bir adı da ‘Süslü
Yalı’ olan yalının hikâyesine gelince... 1860’larda yaptırılmış. Yalının ilk sahibinin; Sultan Abdülmecid’in gözdelerinden biri olduğu düşünülen Fatma Hanım
olduğu biliniyor. Bu yüzden yalıya ‘Saraylı Hanım Yalısı’ da denilirmiş. 1895’te
Osmanlı’nın ilk ilaç ve kozmetik laboratuvarını kuran, Pertev Şurubu ve kozmetik
alanında en bilinen ürünü ‘Krem Pertev’ ile dünyada da tanınan eczacı Ethem
Pertev Bey, yalıya maddi sıkıntıya düşen Fatma Hanım’ın kiracısı olarak taşınmış.
İşlerini büyütünce, 1908’de yalıyı satın almış. Yalı kazıklar üzerinde iki katlı ahşap
olup, önündeki arabesk balkonu ile dikkat çeken bir mimariye sahip. Harem ve
selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelen yalıda trajik bir olay yaşanmış.
Ethem Pertev Bey, oğlunun yalının kayıkhanesinde ölmesi üzerine Erenköy’e taşınmış ve 1927’de de vefat etmiş. Ethem Pertev Bey Yalısı, 2000 yılında, Sad-
razam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan
gelen Murat Köprülü tarafından satın
alınmış.
Kandilli semti Boğaziçi’nin
en güzel yalılarına ev sahipliği yapıyor. Bu yalılardan biri de Kıbrıslı
Yalısı. Boğaz’a en
geniş cephesi olan
bu yalı Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa
tarafından
1840
yılında satın alınmış.
Pierre Loti ve Yahya
Kemal gibi yazar ve şairlerin çok sevdiği bir toplantı
yeri olan; Iraklı Kral Faysal ve
Fransız Prensesi Eugine gibi ünlüleri
ağırlayan bu tarihi yalı harem ve selamlık kısımlarından oluşuyor. Yalıda, biri merkezde, ikisi kenarlarda
olmak üzere, deniz ve kara cephelerini alan üç büyük sofa bulunuyor.
Selamlık giriş taşlığından sonra gelen
tavanı, tekne tonoz profili ve dekorları
ile Avrupaî bir havası olan yalı Kandilli’nin
Göksu Caddesi’nde, Boğaz’dan geçen gemileri, vapurları tüm heybetiyle selamlamaya devam ediyor.
Kandilli Göksu Caddesi’nde yükselen bir diğer tarihi
eser ise Kont Ostrorog Yalısı. 19’uncu yüzyıl başında
neo-klasik anlayışta inşa edilen yapı, Polonya doğumlu,
Osmanlı’nın hukuk danışmanı Léon Ostrorog tarafından
1904 yılında satın alınmış. Önde gelen Levanten ailelerden birinin kızıyla evli olan Ostrorog’un kişisel eşyaları ve
kitapları hâlâ yalıda sergileniyor. Yalının şimdiki sahibi ise
ünlü işadamı Rahmi Koç.
Kandilli’den Çubuklu’ya uzanıyoruz. Çubuklu dönemecinde, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Halil Ethem Paşa Yalısı bizi bekliyor. Türk bilim ve sanat
hayatında yeri olan bir ailenin günümüze kadar gelebil-
miş 150 yıla yaklaşan hatırasını taşıyan bu ihtişamlı
yapıda II. Abdülhamit’in sadrazamlarından, ilim ve devlet adamı
Ethem İbrahim Paşa ve ailesi
yaşamış. Paşa’nın iki oğlu,
Osman Hamdi ve Halil Ethem ise müzeciliğimizin ve
sanat hayatımızın unutulmaz isimleri arasında yer
alıyorlar. 19’uncu yüzyıla
ait olan Halil Ethem Paşa
Yalısı, mimari karakteri hiç
bozulmadan
korunabilmiş
nadir
yapılardan
biri
olarak dikYENİKÖY
kat çekiyor.
Boğaz’ın Anadolu yakasındaki
en önemli yalılardan sonra
bu kez rotamızı Avrupa yakasına, Yeniköy’e çeviriyoruz. Yeniköy’ün en güzel
yalısı olan Sait Halim Paşa
Yalısı, şimdilerde özel davet ve düğünlere ev sahipliği
yapıyor. Rıhtımındaki iki arslan
heykelinden dolayı “Arslanlı Yalı”
ismiyle de anılan bina, neo-klasik tarzda
inşa edilmiş olup, 19’uncu yüzyılın son çeyreğine
tarihleniyor. Üslubuna uygun olarak, daha sakin dış görünüşüne karşın, dekorasyonunda ağır arabesk unsurlar kullanıldığından, küçük bir Arap sarayını andıran yalı, adını Kavalalı
Mehmet Ali Paşa’nın dört oğlundan biri olan Prens Mehmet
Abdülhalim Paşa’nın oğlu olan Sait Halim Paşa’dan alıyor.
Yazımızın başında Türk şiirinin en büyük isimlerinden Yahya
Kemal Beyatlı’nın dizelerini ödünç alarak İstanbul’un “Sade bir
semtini sevmek bile bir ömre değer” demiştik. Gezimizi noktalarken İstanbul’u semt semt, sokak sokak yaşamış ve hissetmiş olan bu büyük şairi İstanbul tutkusunu yansıtan şu anlamlı
dizeleriyle bir kez daha analım: ‘’Nice revnaklı şehirler görünür
dünyada / Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan’’.
BEYLERBEYİ
ÇIRAĞAN SARAYI
KANLICA-HASAN PAŞA YALISI
ANADOLU HİSARI
MART 2014
[49]
[serbestkürsü]
Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için
iletişim adresimiz: [email protected]
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
Rabbimden dilerim seni saklasın!
Gözleri kem olan sana bakmasın
Öldüren nazarın kalbim yakmasın
Aklımı alan kız, niye güzelsin?
4
5
6
Hayalin geziyor her dem peşime,
Çölünde yanarken tuttu üşüme,
Suz-i dil olmuşsun bil ki döşüme,
Kalbime dolan kız, niye güzelsin?
7
8
9
10
SOLDAN SAĞA:
1) Başkenti Bakü olan Türki Cumhuriyet 2) Tokat,sille 3) Bir
tür baharat-Osmanlı padişahlarının adlarının sonuna getirilen san 4) Hint-Avrupa dil ailesi-Suudi Arabistan’da bir şehir
5) Berilyumun sembolü-Posta sürücüsü 6) Kısımlar(eski dil)Kurçatoryumun sembolü 7) Bir erkek ismi-Meta 8) Tekelci
anamalcılıkla, birtakım ticaret, sanayi kuruluşlarının daha çok
kazanmak ya da başka kuruluşlara karşı tutunabilmek, dayanışmak amacıyla aralarında kurdukları birlik -Başlıca içeceğimiz 9) Saç,tüy-Bir uzvumuz-Çıplak vücut resmi 10) Ait,dairAntimonun sembolü
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) Türkmenistan’ın başkenti-İlgi eki 2) Afrika’da bir ülke ismiUs 3) Halk dilinde amca-Halk,topluluk 4) Tren, tramvay gibi taşıtlarda tekerleklerin üzerinde hareket ettiği demir yol-Kiraya
verilen maldan elde edilen gelir 5) Atom sayısı 35,simgesi BR
olan element-Yegâne 6) Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan,tekin
olmayan 7) Yüzyılın kısa yazılışı-Ardahan ilinin bir ilçesi 8) Bir
erkek ismi 9) Akarsuyun hızlı aktığı yer-Bezek 10) Nane yapraklarından çıkarılan esans
Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası
[50]
NİYE GÜZELSİN?
Gözüme iliştin düşende yolum,
Ay yüzünü gördüm yükseldi volüm
Çarpındım tutarak depreşti solum
İçime dalan kız, niye güzelsin?
MART 2014
Hayalin ruhuma koymadı rahat,
Kalbimin Şirin’i eyledin Ferhat?
Sükûna erişim imkânsız, heyhat!
Huzurum çalan kız niye güzelsin?
Hislerim yazılmaz, yoktur kâtibi,
Meğersem senmişsin halim tabibi,
Şefaat lütfeyle Cihan Habibi,
Çöllere salan kız, niye güzelsin?
Salına salına yok mu gelişin,
Yakıcı bakışla yürek delişin,
Cihana bedeldir selam verişin,
Bağrımı delen kız, niye güzelsin?
Mustafa Hoşoğlu
(Derepazarı Çay Fabrikası)

Benzer belgeler

Çaylık Mart 2015

Çaylık Mart 2015 (Sanat Yönetmeni)

Detaylı

Çaylık Şubat 2014

Çaylık Şubat 2014 Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu,

Detaylı