indir

Transkript

indir
Yıl XXIII
Sayı 230/8
Temmuz 2012
Iulie 2012
Mecmuası
Işindekiler
(Cuprins)
“RAMAZAN AYIN ÖNEMI”...................................................................................1
DOBRUCA TATARLAR'NIÑ BAZI REMEZAN ADETLERI.............................................1
RAMAZAN AYI VE ORUCUN HİKMETLERİ..............................................................4
BERAT KANDİLİ...................................................................................................5
KÖSTENCI’DE BERAT KANDİLI..............................................................................5
KONIŞMAGAN EŞEK............................................................................................6
KINA GECESI.......................................................................................................8
KIZLARIMIZDA BIRŞİLER BAR AMMA !..................................................................9
18 MAI 1944 SAU DRUMUL SPRE ÎNTUNERIC AL NEAMULUI MEU......................10
TĂTARII ÎN ISTORIA DOBROGEANĂ (VII) - NOTE DESPRE ISTORIA ŞI LIMBA
TĂTARĂ...............................................................................................13
CONSILIUL REPREZENTANŢILOR........................................................................14
Kadınlar Dünyası
TURCHEAN BARI, NOUA PREŞEDINTĂ A ORGANIZAŢIEI DE FEMEI - FILIALA
CONSTANŢA........................................................................................15
PAZAR SOFRASI................................................................................................17
KADINLARINIÑ TEMSILCILERIN BIRINCI TOPLANTISI...........................................17
ORGANIZAŢIA DE FEMEI DE LA 23 AUGUST, ÎN VIZITĂ ÎN DELTA DUNĂRII..............18
FESTIVALUL KURABİYE-ULUI, ÎN PREMIERĂ, LA MEDGIDIA..................................18
INCINTMAK......................................................................................................19
RAMAZAN AYI..................................................................................................19
CaŞ
MAREA ÎNTÂLNIRE DIN BALCANI.......................................................................20
8. BALKAN YAĞLI GÜREŞ ŞAMPIYONASI.............................................................21
5. KIRIM TATAR MİLLİ KURULTAYI 4. TOPLANTISI.................................................21
13-NCI “ALİ ERDURAHAN” TATAR KÜREŞLERI TURNUVASI...................................22
INTERVIUL LUNII - PROF.UNIV.DR. IUSUF TIMURLENC.........................................23
“UNITATE ÎN DIVERSITATE” - EDIŢIA A XI-A..........................................................24
ISSN 2248 – 051X
ISSN-L 2248 – 051X
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
“RAMAZAN AYIN ÖNEMI”
Romanya Müslümanları Müfti li gi ve
Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat
Birligi'niñ Köstenci Şubesi tarafından 5 Haziran
2012 Perşembi küni tertiplengen “Ramazan
Ayın Önemi” konulı seminerge köp sayıda
misapir katıldı. Faaliyetin aşılışında T.C. Köstenci
başkonsolosı Füsun Aramaz hanım, RMTTDB'niñ
başkanı Gelil Eserghep bey, RMTTDB'niñ
Milletvekili adayı Av. Varol Amet bey kelecek
Ramazan ay'nı davetlilerge kayırladılar. Romanya
Müslümanların Müftisi Yusuf Murat bey, T.C.
Köstenci Başkonsoloslıgı Din Hizmetleri Ataşesi
Aytekin Akçin bey ve Köstenci “Ovidius”
Üniversitesinden prof.dr.Nuredin İbram Ramazan
Ayı ve din meseleleri hakkında bilgi berdiler.
Programın soñında konuşmaçılar davetlilerin
sorularına cevap berdiler.
Baş Redaktor Erol Menadil
DOBRUCA TATARLAR'NIÑ BAZI REMEZAN ADETLERI
Kutsal ay Remezan bereket, huzur,
kardaşlık, dayanışma, rahmet ve bagışlama
(iertare) ayıdır.
Müslümanlar, sabalar oraza ve mukabele,
akşamları'da Teraviler ve dualar man – caşlar,
kartlar, apakaylar, erkekler – birlikte camilerni
totıralar, güzel bir manevi atmosfer yaşatalar.
Balalıgımda Remezan ayı tolı ibadetlermen
geşirilmege özen kösterilir edi.
Remezan sözni aytkanda, kulanılganda,
tuyganda, birinci beden ve ruh temizligi kele
aklıma. Kimselerni kattiyen incitmemege, hatırını
kırmamaga, yanlışlık yapmamaga, bo kutsal
zamanda epimiz taa köp dıkkat etemiz, etmemiz
kerek.
Köstenci kasabasında, Kumluk mallesinde
tuwdım. Remezan ayında yaşadıklarım,
tüşüncelerim, pikirlerim, bo satırlar da, kıskaca,
canlandırmak istiymen.
Ballarman beraber, akşam ezanı, iftar saatı
yaklaşkanda, İon Raţiu sokagında tabılgan
mescidin (kişkene cami) canında toplanır edik.
Ezan sesi eşitken zaman, üylerimizge cuwura cuwura barır edik, ve Tatarca:
“Şakırdı, bakırdı,
Hoca akşam ezan okıdı,
Şüberek mayı kokıdı”
aytar edik. Bonday, iftar vaktı'nıñ başlaganınnı
kaber berir edik. O 50-60-nci senelerde, ne cep
telefon, ne internet, ne televiziyon, ne de iftar
vaktını belirlegen takvimler bar edi.
O eski zamanlarda, hurma (curmale) yok
edi. Bo sebepten, hurmaman iftar aşmak
alışkanlıgı yok edi . İftarımıznı, genelde,
zeytinmen, eş bolmassa su man aşar edik.
Hep o senelerde, şimdiki gibi kuruluşlar,
teşkilâtlar, zengin şahıslar iftar sıpralarnı
tertiplemiyediler. Amma, bambaşka bir adet bar
edi. İftar vaktı yaklaşkanda, camilerge ketken
cemaatin kollarında bazlamaşlar (scovergi),
kalakaylar, kirdeler, dörtkeskenler (brânzoaice),
pıdeler, cantıklar, botka(şık)lar, malebeler,
baklavalar, kurabiyeler, lokum, pekmez, magiun,
elva, koşaplar, şerbetler, başka aşaytlıklar, tatlılar
köreredik, ketirir ediler. Hepsini caminiñ bir
odasına, ya da caminiñ canında tabılgan bir
balaban azbarda cıyılır edi. İftar vaktinde, bolgaşık
güzel, zengin, göñilden bir sıpra hazırlene edi.
Cemaat, hep birlikte, fakir – fukara fark etmeksizin
iftar adetni yaşar edi, İftar'dan yararlanır edi.
Temiş (sahur) vakıtnı dawulcular üy üyden
geşip tanıtır, ilan eterler aytar ediler. Zurna'man,
gırnataman (clarinet) o güzel Temiş manilerni
1
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
aytar ediler.
Mına, balalıgımda menim tuyganım, bilgenim,
aytılgan bazı manilerni sizlerge aktarayım. Bir
örnek:
“ Dawulımnı urdum belime
Şıktım (bardım) maaleniñ ortasına
Keldi Remezan ayı
Allah'ın kulu (sende) Temişke tur (sa).
Ne catasın, ne catasın?
O catuwda (uykuda) ne tabarsın?
Al abdestni kıl namaznı
Cennet-i ÂLÂ'yı (Allah'nı) tabarsın.
Mına keldi Remezan ayı
Azırlanız maramanı
Allah kabul eter bo ay
Okıngan her bir duanı.
Menim abiyim (akam) şolde gezer
Kalpağına şeşek tuzer
Güzel kızlar şeker ezer
Meleklerde yardım eter.
Dawulum'nı cıpı kayıştan
Kalmadı sırtımda mintan
Beriniz beş – on para
(1)
Alayım sırtıma mintan .
Dawul sesi dir – dırladı
Kolımdan moşak fırladı
Taa köp aytar edim
Kara köpek bek zorladı.”
“Şeramazan” dep adlandıraymız. “Şeramazan”
ilahilerden, bazı ilahiler:
“Şıyıl şıyıl şıyıldı ay
Şeramazan aytıp keldik ay
Üylerimiz mırlansın ay
Ambarımız tolı bolsın ay
Tur tur tur totay
Beş – on para ber totay!
Şeramazan ayları tuwdı ferman
Kol (el) köterip duwa kılmak canga
derman
Ol Muhammed Mustafaga bizden selam
Ya Muhammed Medine'de ya şeramazan!”
Genede Temişte seslendirilgen başka dört
– dörtlikler (ilahiler):
“ Remezanıñ baş gecesi
Candı pılaw tenceresi
Bo aylar mübarek aylar
Er tarafta ezan sesi.
Remezan keldi kapıga
Camiler nur(g)a boyandı
Müminler inandı
Tuttuştu kandiller candı.
Baklavanın işi şeker
Dawulcunun canı ister
Baklavanın işi pekmez
Dawulcunun sesi yetmez.
Dawulcu torbanı aştı
Murat Aga (2) bahşış berdi
TANRI senden razı bolsın
Alsın gönlinden er dertni.
Tondım abiler tondım
Armutnı daldan tuşurdım
Taa köp aytar edim
Moşaknı koldan tuşurdım.
Ne catarsın, ne catarsın?
O catuwda ne tabarsın?
Al abdestni, kıl namaznı
CENNET'nı, ÂLÂ'yı (Allah'nı) tabarsın!”
Elveda Şeramazan'ı, Remezannıñ soñ
aptasında iftardan soñra caşlarımız grup grup
toplaşıp, bütün üylerni dolaşıp aytar ediler.
''Elveda ya, elveda ya
Şehrü Remezan, elveda!
Bo ayda, saf – saf melekler
Cer yüzüne tüşerler
Ellerinde mercan tabak
Mü'minlerge sunarlar
Elveda ya, elveda ya
Şehrü Remezan, elveda!
Şeytanların ayagına
Awur (yüzbin) zincir takarlar,
Cehennemin kapıların
Şonday mühkem (3) kaparlar
Elveda ya, elveda ya
Şehru Remezan, elveda!
Hazret'i Adem babamızdır
Hazret'i Havva anamız
Mü'min olan hep kardaşız
Kabul bolsın duamız!
Elveda ya, elveda ya
Şehrü Remezan, elveda!
Ey mübarek, ne ketesin,
Bizni mahzun (4) etesin
Seniñ ecri – sevabından
(5)
Bizni mahrum etesin
Elveda ya, elveda ya
Remezan ayında caşlarımız (13-19
yaşlarında bolganları) aytkan manilerni
2
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
Şehrü Remezan elveda!''
manilerni ve ilahilerni kapı – kapı, grup – grup,
Yatsı vaktına kadar aytıp, para ve başka ufak –
tüpek hediyeler toplap, bonlarnı soñra, cemaat
namına, hayır işlerni yapmak üşin kullana ediler.
Üyümizde, bazen, bizden kişkeneler,
Temiş'ke türüredik (men kalabalık bir aileden
kelemen, sekiz balalı bir aile), şalt – şalt, bazen
kolımıznı, betimizni cumazdan evvel, tögerek
sıpraga yanaşır yerleşe edik. Nenem, Rahmetli,
“siz'de yarım oraza tutasınız, tuwul mı dep?”, tez –
tez lezetli yemeklerni aldımızga serir edi (meselâ
kuskus pılaw, etli bakla, cantık, ayran, ne azirlegen
bolsa o mübarek künlerde).
Tuwgan mallemde, Köstenceli hanımları,
iftardan soñra, barabar toplaşır ediler, her kün
başka bir üyde kahve, lokum, şerbet, ayran,
şekerler, çaylar, eşliginde hoş sohbetler eter
ediler. Suwık havalarda keten helvası kawurula
edi, ikram berile edi.
Mına menim balalıgımda yaşaganım,
körgeni m adetlerden, geleneklerden bazı
Remezan adetleri.
Sıkıntılar ve başka sebeplerden, künimizin
şartlarını analiz etsek, bo güzel adetlerimiz, milliy
ve din adetlerimizniñ kobısı ya unutulgan, ya da
unutulmak colını algan.
Oñlarnı canlandırmak üşin, müslüman tatar
toplumga, hocalarımızga, aydınlarga,
Birligimizniñ önde kelgen şahıslarına önemli
sorumlulıklar tüşe, tüşmektedir.
On bir ayın Sultanı, Ramazan ayı, bilgen
adetlerimen, o güzel havasınman, Tatar – Türk,
İslam kultürüniñ, simgesi; kardaştay, dostlıkman,
yardımlaşmakmam, duygusal, zewk tolı künler,
anlar yaşatta; bizlerni, hepimizni, Allah ve insanlık
colın kararlı adımlarımıznı atmak üşin buyura.
“Elveda Şeremazan”nıñ başka varyantı:
(6)
“Hasenat tebdil ederek
Nice dürlü, elveda
Keldin bizge, ketesin
Mübarek ay, elveda!
Kur'an indi iş bu ayda
Ayet, ayet beyyinat (7)
Zahir oldu, zahir oldu (8)
Nice dürlü, mücizat (9)
Konuk boldın bizge bir ay
Şimdi bizni terk ettin
(10)
Zikir, tesbih hem Teravi
Elveda! Endi kettin!”
Caşlıkta, yaşagan mallemde ayretten
Teravih ilahileride aytılıp, seslenir edi:
“Teravi nemazı keldi yadigâr (11)
Sun eyledi ani ol Perverdigâr (12)
Sun eyledi ani ol Perverdigâr
Muhammed ümmeti ani kılarlar
(13)
Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi
Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan!
Teravidir Muhammed'in sünneti
Kılan bulur yarın Hak'tan rahmeti
Kılmayanlar mahrum kalır cenneti
Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi
Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan!
Bo ayda her kim susar yana yana
(14)
Ab-ı Kevser'den işer kana kana
Teravih ferahlık berir insanga
Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi
Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi
Teraviden kaşkan yüzler kare bolır (15)
Hak'tan rahmet ona nice bar bolır
Teraviniñ sevabından zar (16) bar bolır
Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi
Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan!”
Koş keldin Remazan!
Tüm Tatar – Türk cemaatine kayırlı
Bayramlar!
(1)
– Kıska aba
(2)
– Menim bir abiymin adı Murat. Murat
akay, Allah'ın rahmetine kawuştı
(3)
– Solid, temeinic
(4)
– Uzgun, trist
(5)
– Eksik, privaţiune
(6)
– Ediyeler, bahşiş etip
(7)
– Aşıklangan, beyan etilgen ayetler
(8)
– Meydan'ga şıktı
(9)
– Mücize, minune
(10)
– Allah ve Peygamberimiz'niñ adlarını
aytıp dua etmek
(11)
– Suvenir, amintire
(12)
– Tanrı, numele popular al lui D-zeu
(13)
– Bunăcuviinţă
(14)
– Apa Kevser, apă sfântă din Rai
(15)
– Günahlı, kara bolır
(16)
– Peliculă, membrană; Dor, nevoie
Prof. Univ. Dr.Nuredin İBRAM
Caşlarımız Şeremezan, Elveda
Şeremezan, Teravilerni , başka Remezan
3
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
RAMAZAN AYI VE ORUCUN HİKMETLERİ
günahları bağışlanır" (Riyazus-Salihin
Terc.,2/463).
İnsan nefsinin yalan, gıybet ve hased gibi
kötü işlerden korunmasında orucun rolü çok
büyüktür Çünkü, insan oruç sayesinde nefsin
arzularına hakim olma melekesini kazanır, kötü
istek ve arzulardan, gıybet gibi kötülüklerden ve
günah işlemekten sakınır.
Peygamberimiz (s.a.v.); "Ourçlu bir kimse
yalan ve yalancılıkla iş görmeyi bırakmazsa,
yemeyi içmeyi bırakıp aç durmasının; Allıh'ın,
onun yemesini, içmesini terk etmesine ihtiyacı
yoktur" ve "Sizden biriniz oruçlu bulunduğu
gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile
çekişmesin. Şayet biri kendisine söver veya
çatarsa, "Ben oruçluyum'*desin"buyurmuştur
(Riyazus-Salihin Ter.2/5 02).
Oruç, nefis ve irade terbiyesinde çok
mühim rol oynar. Oruç sayesinde insanda sabır ve
tahammül gücü meleke haline gelir. Sıhhi
bakımdan orucun şifa kaynağı olduğu tıp
uzmanlarınca ifade edilmektedir. Buna paralel
olarak, hastaların çoğuna ilk tavsiye edilen şey
perhizdir. Oruç insanların kalbinde incelik ve
vicdanlarında duyarlılık meydana getirir. Bu
sayede fakirlerin, yoksulların hallerini
düşündürerek insanlarda yardımlaşma
duygusunu harekete getirir. Böylece de
Müslümanlar arasında sosyal dengenin
sağlanmasına yardımcı olur; kin, nefret ve
bencillik gibi kötü duygularının ortadan
kalkmasını temin eder; Mü'minlerin huzur ve refah
içerisinde yaşamalarına vesile olur.
Ramazan ayının ve orucunun; Mü'minler
için şifa, hayır, huzur ve hidayet kaynağı olduğunu
bilmeliyiz, her ne suretle olursa olsun müptela
olduğumuz kötü alışkanlıklarımızı terk edip iyi ve
güzel davranışlara yönelmeliyiz. Bu mübarek
ayda yerine getirilecek ibadetlerin, verilecek zekat
ve sadakaların, yapılacak hayırlı işlerin daha çok
kabul edileceğini bilmeliyiz. Bu nedenle,
Ramazan ayı boyunca Mü'minler; bol bol Kur'an-ı
Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza
etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe ve
istiğfarda bulunmalı ve içten dua etmelidir.
Dolayısıyla, bu ayda; Cenab-ı Hakk'a
açılan eller, O'na yönelen dua ve niyazlar geri
çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi,
anne-babalarımızı, çocuklarımızı, yakınlarımızı,
komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi
düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan
sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar
için dua edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya'da
yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Ramazan
ayını kutluyor, bu ayın tüm İslâm âleminin huzur,
birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış
ve hidayetine vesile olmasını diliyor, Rabbimizin
bizleri sıhhat ve afiyet içerisinde Kadir Gecesine ve
Bayram sabahına kavuşturmasını niyaz ediyorum
Aytekin AKÇİN - T.C. Köstence
Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi
Şükürler olsun ki , Ayların sultanı Ramazan
Ayı'nın birinci gününe 20 Temmuz 2012 Cuma
günü kavuştuk..
Cenab-ı Hak, her varlığa kendine özgü bir
değer biçmiş, çeşitli meziyet ve faziletlerle
donatmıştır. Bunun gibi Ramazan ayı da meziyet
ve fazilet bakımından sayısız güzelliklerle
donatılmış kutsal bir zaman dilimidir.
Yüce Allah'ın insanlığa en son mesajı olan,
İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkartan, onlara
en doğru yolu gösteren, bütün canlı ve cansızların
yaratılış gayesini gösteren ve kalpleri nuruyla
aydınlatan Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e bu ayda indirilmeye
başlanmıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir
Gecesi de bu ayda bulunmaktadır. Yine İslâm'ın
beş temel esasından biri olan oruç ibadeti de bu
ayda yerine getirilmektedir.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de: "Ramazan
ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve
doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak
Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden
ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun"
(Bakara: 2/185); "Biz O'nu (Kur'an'ı) Kadir
Gecesinde indirdik...Kadir Gecesi bin aydan
hayırlıdır" (Kadir: 97/1-3) buyurmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de,
"...Ramazan öyle bir aydır ki, Allah gündüzleri
oruç tutmayı farz ve gece ibadetini (Teravihi) de
nafile kılmıştır. Bu ayda bir kimse Allah'a bir
hayırla yaklaşırsa, diğer aylarda farz eda etmiş
gibi olur. Bu ayda bir farz eda eden diğer
aylarda yetmiş farz eda eden gibi sevap
kazanır. Ramazan, sabır ayıdır. Sabrın sevabı
ise cennettir. Ramazan ihsan ve yardımlaşma
ayıdır. Mü'minin rızkı bu ayda artar,
bereketlenir... Ramazan ayı öyle bir aydır ki
evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu
c e h e n n e m a t e ş i n d e n k u r t u l u ş t u r. . . "
buyurmuştur (Et-Tergib vet-Terhib, 2/94-95).
Oruç ibadeti, Peygamber Efendimizin
Mekke'den Medine'ye hicretinin ikinci yılında farz
kılınmıştır. Oruç, Hz. Adem (a.s.)'dan beri bütün
peygamberlere ve ümmetlerine farz olan bir
ibadettir. Hz. Nuh (a.s.) bayram günlerinin
haricinde bütün sene boyunca, Hz. Davuit (a.s.)
ise gün aşın olarak oruç tutarlardı. Hz. Musa
(a.s.)'nın 40 gün oruçlu bulunduğu, Hz. İsa
(a.s.)'nın da Musa (a.s.)'nın yoluna uyarak 40 gün
oruç tuttuğu bize ulaşan rivayetler arasındadır.
Cenab-ı Hak, bir âyet-i kerimede mealen;
"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip
geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de
farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde
fenalıklardan korunursunuz"(Bakara: 2/183)
buyurmuştur.
Ramazan ayı, oruç ayıdır. Bu ayı oruç ve ibadetle
geçirmenin Mü'minlere sağladığı faydaların en
önemlisini Allah'ın Rasulü (s.a.v.) şöyle ifade
etmektedir: "Her kim Ramazanda farziyetine
inanarak ve yalnız Allah rızasını umarak oruç
tutar ve bu ayı ibadetle geçirirse, geçmiş
4
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
BERAT KANDİLİ
Üç ayların ikincisi olan Şaban Ayı'nın on
beşinci gecesine rastlayan ve mübarek
gecelerden birisi olan Berat Kandili, 04.07.2012
Çarşamba gününü 05.07.2012, Perşembe
gününe bağlayan gecedir.
Berat, borçtan ve suçtan kurtulma
anlamında olup aynı zamanda günahlardan
temizlenme demektir. Bu gecede Yüce Allah,
kendisine samimi olarak yönelenleri bağışlayacak
ve onlara sonsuz mükafatlar verecektir.
Bizlere her yönüyle örnek olan Sevgili
Peygamberimiz ( s.a.v.), böyle gecelerde dua ve
ibadetle meşgul olmuşlar ve yapılacak duaların
kabul olacağını bildirmişlerdir.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), mübarek
gün ve gecelerle ilgili olarak "Beş gece vardır ki,
onlarda yapılan dualar kabul olur. Recep ayının
ilk Cuma gecesi, Şaban ayının yarısı gecesi,
Cuma ve bayram geceleri" diye isimlendirdiği bu
beş gecenin birisi de "Berat Kandili" gecesidir.
Hz. Aişe Validemizden rivayete göre,
Efendimiz (s.a.v.), Berat gecesini ibadetle geçirmiş
ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım! Senin gazabından senin rızana
sığınırım. Cezalandırmandan affına sığınırım.
Allah'ım! Başka değil, senden yine sana
sığınırım. Zatını övdüğün ölçüde seni
anmaktan aciz olduğumu itiraf ederim. Senin
komşuluğun azizliktir. Senin övülmen yücedir.
Senin ordun mağlup edilemez. Sen va'dettiğin
şeyde, va'dinden dönmezsin. Senden başka
İlah, Senden başka mabud da yoktur".
Peygamberimiz (s.a.v), Berat gecesiyle
ilgili olarak, bu geceyi ibadetle geçirmemizi tavsiye
etmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu
zaman, o geceyi ibadetle geçiriniz ve
gündüzünü de oruçla geçiriniz. Çünkü Allah
Teala o gece güneş doğuncaya kadar dünya
alemine rahmet nazarıyla tecelli eder ve
b u y u r u r k i : Yo k m u i s t i ğ f a r e d e n ,
bağışlayayım?; Yok mu rızk isteyen,
rızklandıralım?; Yok mu dert ve musibete duçar
olan, şifasını verelim?; daha ne gibi dilekleri
olanlar varsa istesinler, verelim".
Berat Gecesinin bir özelliği de, Kıblenin bu
gecede değişmesidir. Çünkü, İslâm'ın ilk yıllarında
Kabe putlarla dolu olduğu için Peygamberimiz,
namazlarını Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya
yönelerek kılıyordu, fakat kıblenin değişmesini de
arzu ediyordu. Bu durum Mekke'den Medine'ye
hicret edinceye kadar devam etti. Hicretin ikinci
senesi Şaban Ayı'nın on beşinci gecesi günü öğle
namazını kıldırırken, ikinci rek'atında kıblenin
değiştiğini bildiren âyet nazil oldu. Cenab-ı Hak, "
Ey Muhammedi Yüzünü göğe doğru çevirdiğini
görüyoruz. Hemen seni hoşlanacağın bir
kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü (namazda)
Mescid-i Haram yönüne döndür ve nerede
bulunursanız (namazda) yüzünüzü o tarafa
çeviriniz" Bakara Suresi, âyet. 144) buyurmuştur.
Böylece de, kıble değiştirilmiş oldu.
Peygamberimiz derhal namaz içinde Kabe
tarafına döndü. Cemaat da Kabe'ye yöneldi.
Görülüyor ki, birliğin sembolü olan bu tarihi olay,
Berat gecesinde meydana geldi.
Dua her zaman için makbul olmakla
birlikte, bu gibi zamanlarda dualar daha çok kabul
edilir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de: Ey
Muhammed! Kullarım beni sana sorarlarsa
bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım.
İsteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim"
(Bakara Suresi, âyet: 186) buyurmaktadır.
Berat gecesine mahsus bir ibadet yoktur.
Bu gece yapılacak ibadetlerin başında namaz
kılmak gelir. Bu nedenle, bu geceyi ibadetle
geçirmek isteyen Mü'minler; bol bol Kur'an-ı Kerim
okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli,
yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe etmeli, içten dua
etmeli, diğer taraftan anne babanın hayır duaları
alınmalı, akrabalarla olan ilişkiler güçlendirilmeye
çalışılmalı, günlerinin hayırlı olmasını dilemeli,
kusur ve yanlışlardan dönmeye kesin olarak söz
verilmelidir
Dolayısıyla, bu gece; Cenab-ı Hakk'a
açılan eller, O'na yönelen dua ve niyazlar geri
çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi,
çocuklarımızı, anne-babalarımızı, yakınlarımızı,
komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi
düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan
sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar
için dua edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, vatandaş ve
soydaşlarımızın Berat Kandillerini kutluyor, bu
gecenin tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik
ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine
vesile olmasını diliyor, Yüce Allah'ın bizleri sıhhat
ve afiyet içerisinde Ramazan Ayına
kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Aytekin AKÇİN - Din Hizmetleri Ataşesi
KÖSTENCI’DE BERAT KANDİLI
Romanya Müslümanların Müftiligi tarafından
Köstenci'de tertiplengen Berat Kandili programı 4
Temmuz, Şarşembi küni Kumluk Camisinde yasaldı.
Ekindi namazından soñra Kur'anı Kerim tilaveti men
başlagan program ocaların okıdıgı Mewlid Şerif men
devam etti. Kandil programı Müfti yardımcısı Revin
Musledin duasıman tamamlandı. Programın soñında
tek saf bolgan cami cemaati bir birin kandilini kayırladı.
Soñra, Akşam namazından ewwel hep
Köstenci'de Palazu Mare Camisinde de Berat Kandili
programı tertiplendi. Faaliyetlerge RMTTDB Köstenci
Şubesi'niñ temsilcileri de katıldılar.
Baş Redaktör - Erol MENADIL
5
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
KÜNDELIKŞI – XXXIII
KONIŞMAGAN EŞEK
Menli totay köyni n aytulı
apakaylarından birsi, âzir cewaplı,
sözge usta, müsafir süyer, şırtlı,
öşekni de ustalık man kaynatır. Köp
kere, komşı apakaylar onın, Kıblaga
karagan ayatına toplaşıp kawe
işerler, maylı-penerli kalakay pişirip
aşarlar, sigara dumanlatıp ta öşek
kaynatırlar. Kocası Emrisöyin men
üylengen sora barabar şalışıp, köp
toprak ve güzel mal-mülk edindiler.
Ekinci Dünya Sogışı'ndan sora
memleketke canı politik düzeni kelip
köylerde toplı korantalar(kolhozlar)
kurılgan sora, Emri söyi n,
Menlitotaylar'ın balaban koyawlaları, uzındanuzın damları koysız, atsız, ögizsiz, siyırsız bomboş kaldı. Şimdi onların sade bir kart eşegi men,
bir de dört tegerşikli cartı kotikaları bar.
Karlar i ri p ot-ölenler bürlenmege
başlagadan, taaap keskin, aşşı, ot, yapraklarnı
cakkan kıraw tüşkeşik Emrisöyin baba, işi bolsınbolmasın, Allah'ın bergen her kün, cuma
künlerinden başka, kart eşegin cartı kotikasına
cegip tarlasına keter edi. Konışması kıt, apakayı
Menlitotay man bile az konışır, bo sebepten
kocasından sakınır ve oga dair konışkanda “anaw,
menim kara akayım” dep anlatır edi.
Kocası tarla i şleri men kün boyı
ograşkanda, Menlitotay canı sıgılganda, üylerin
küntuwar karşıgasının köşesinde tayawlı turgan
armantaşka otırıp, sigarasin dumanlatır ve coldan
kelip-ketken kişilerge laf atar, onlarman konışmak
ister. Közleri bek arü almaganı, körmegeni üşin
kişilerni dawışlarından ayrıt etebile edi.
Armanlar bastırılıp pitken, arman tüp
botkaları aşalgan, eginler mağazalarga, urılarga
kuyılgan edi; köydekiler küntabaklarnı toplap,
onaytlı kalaklar man tüymek üşin talaka yasamaga
niyetleneler.
Ekinci Dünya Sogışı bolgan şiddeti men
ateş, ölim püskirip Dobruca'nı da sarıp aldı.
Sogışka alınmagan kart akaylar camı kalawın
kuytısında Rus askerleri yakında bo yakka da
kelecek eken dep, konışalar. Köyde tek radyosı
bolban Zekeriya akayın üyine toplaşıp radyo
sesliler.
Bonday küntabaklar topangan, ciyilgan
zamanda, üyleden sora köy işine alewlenip
cangan ottay bir haber cayıldı: “ Rus askerleri
keliyatır eken!”denilgen sözler cangırıp cayıldı.
Caş kelinşekler men kızlardan başka, bütin köy
sokaklarga awdarıldı. Köynin Sırt-Künbatar
colından, toz-torak şangıtıp, tobı-torazanı man
Rus askerleri köyge kirdiler. Bütin âlem korkıp, ne
bolacak eken dep karaganda, bizim cesaretli
Menitotay, sol kolın peştımalının kisesine tıkkan
ve on kolın aldına uzatıp: “sınıtate, sınıtate!” dep
selamlay. Bonı körgen Rus askerleri kulak
asmadılar, ne aytkanın da anlamadılar collarına
dewam etip Müsret akayın azbarına kirip
yerleştiler. Müsret akay ensesin kışıp bir şiler
a y t s a d a k u l a k a s m a d ı l a r.
Ballarından en balabanı Enver
Köbete korkıp kapı arasından turgan
sora cesaret alıp tışarı şıktı,
askerlerin tüfeklerine merak etip
karay. Eki atlı bir arabanın art
tayawına eki-üş yaşında baylı turgan
tawlı bir tana bar edi. Caş, bek caş,
on sekizde ya bar, ya yok, sarışın,
orta böylı, kısaka konışlı, kara etikli
Rus askeri, kolında uzın saplı
baltanın kesinligin baş parmagı man
denegen son, araba tayawına baylı
turgan tananı, ci bi nden ceti p,
koranın törinde, kişi boyı kadar bolıp ösken
kawırdaklar arasına tıktı. Ballar ne bolacak eken
dep karap turganda, o Rus askeri bolgan kuvveti
men tananın müyizleri arasına uzın saplı baltanı
urganda tana nege ograganın bilmeden bön-bön
askerge karadı, sora möngrep, dört ayagın cıberip
cıgıldı. Müyizleri arasından fışkırgan kan
kawırdaklarnı al kanga boyadı. Üş-dört caş asker
kızlar balaban, balaban kazanlar asıp, su totırıp
astın caktılar.
Komşı, aret apakaylar, bir kün gene
Menli totay'i n üyi ne toplaştılar, arepena
yasaycaklar. Üyleri nden, kerek bolgan
malzemelerni alıp kelgenler: un bosın, may
bolsın, süt-katık bolsın, tuzlı katık bolsın, tartılgan
et bolsın, taa neler, neler; katlanşıklı köbete
pişirecekler. Menlitotay bo köbeteni bek süye,
onın aytkanlarına köre boy kız ekende, şimdiki
kocası Emrisöyin toylarda şonday etip şınlay
eken:
Katlanşıklı köbete,
Kalaylı tawada;
Menli yaremni körgende,
Akılım da awa.
- Menlitotay, şimdi de, bazda Emrisöyin
baba caşlıgında şalgan dürkilerni, şınlarnı ayta
mı? dep soradı Hanife anni, apakaylarga köz
kımıp.
- Kayda o künler, kayda o şınlar, kayda o
dürkiler, bo menim kara, kıyış akayım bir akisligi
tuttı mı künlerce, aftalarca konışmaz, bir şiy
sorasan, artın aylandırıp keter, kart eşeğin katında
mınkı- mınkı öz-özi men konışıp turır.
- Geşenlerde Keracı tırmenine un tartmaga
ketkende ne bolgan edi be, Menlitotay, ne
bolganın mınaw apakaylarga bir kere taa anlat,
dedi gene Hanife anni, anlamlı-anlamlı külimsirep.
- Toktanız , başta anaw Sübiye kelmeden
köbeteni awız dâmi men aşayık, sız bilesiz o
celmeawız calmap cutkan sora bir de peştımalının
kisesine totıra, dedi Menlitotay.
Bonı eşitken apakaylar “ pırkın-pırkın “
külgenlerin tuygan Menlitotay:
- Ne, aytkanlarım doğrı tuwıl mı, unıttınız mı
geşenlerde ulkım pişirgende neday bolganın?
- Eş unıtmadık Menlitotay, dedi Şalbaş
6
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
Şaziye, aydı al anaw canı otırgışnı da kel, Subiye
areti m Menli totayın canına yanaş, dedi
külimsirep.
- Vay, Subiye de kelgenin neşin aytmadınız,
vay bek ayıp boldı dedi Şaziye'nin kulagına
şıbırdap.
- Yok, eşitmedi, o bo yerlerin kişisi bile
tuwıl, o sıgarasın dumanlata, keyfi yerinde, dedi
Subiye'ge karap. Bo karışmalıktan birsi erişmedi,
çünki Menlitotayın kulakları bek sak, ama közleri
arü körmiy, Subiye anninin közleri bek arü köre,
ama kulakları ise dım sangır.
Katlanşıklı köbeteni awız dâmi men aşagan
sora, birer de kara aşşı kawe iştiler.
- Karanız, şimdi bizge Menli kartimiz,
kocası Emrisöyin baba katıp Keracı tirmeninde un
tartkanın anlatacak, dedi Bulgariyeli Hanife anni,
tirsegi men Subiye'ni türtmişlep.
- Toktanız terakay, ne o kadar aceli etesiniz,
başta maga mınaw Şalbaş bir sıgara sarsın da,
bilesiz o bek usta sıgara yasamaga, sora igi men,
cigi men anlatırman, onın bek balaban kıpısı bar,
dedi Menlitotay sıgarasın cagıp dumanlatmaga
başladı. Ana, menim nalet kara akayım, taa cerge
carık tüşmegen edi, kotikasına eki şuwal kızılşa
saldı, er şüwalda dörter şinik egin bar, kart eşekni
cekti, Keracı colına tüşti. Tirmenge barganda
amaw Nayye totaynın Nayım man Raif balların
köre, onlar da sırada bekliy ekenler. Sıra bizim
kara akayga kelgende, Nayye totaynın balları
tartılgan unlarnı şuwallarga totırıp, koldaşıp
arabaga atkan ekenler. Tirmenci esmer tawlıca bir
yawır, Emrisöyin babadan un tartmak üşin “
watrzatse “ istiy, ama Emrisöy baba Yawırce bek
arü bilmegeni üşin tirmenci ne istegenin
anlayalmay. Nayım ne bolganın, tirmenci ne
istegenin Emrisöyin babaga anlata. Un tartıla
ama, tirmenci bermiy, kaşan “ watrzatse “ ketirse o
zaman unnı alar, degen tirmenci. Şaresi yok, bizim
kara akay, eşek men kotikanı bir kıral tereginin
salkınına baylay, aydı tabanga kuwet dep, cayawcalpı, terlep-pişnap azbar kapısından kirer kirmez:
- Eyyy, eyyy apakay tez maga “ watrzatse “
ni ber, aydı ne eşitmedin mi? Bo nalet kât bolmasa
unlar kolımızdan ketti! Aydı be kıbırda, aydı.
Menlitotay bek şaşıp:
- Ne istegenin anlat müslimanca, ne biliyim
men saga ne kerekkenin?
- Töwbe Ya Rabim, töwbe, ayttım ya anaw, “
watrzatse “ kâtni ber dep.
Bonday etip
bakırşkanların eşitken
torınları anladı ne bolganın:
- Kartiyim, ber sen maga şo pencirenin
katında, duwarga kagılgan mıkka ilingen mübarek
Kur'an nı. Kabından şıgarıp öpken sora, torbanı
karmalap bir kât şıgardı ve kartbabasına uzatıp:
- Bo kât kerek saga, geşenlerde İzeddin
bergen edi,
ama… mına
bo yerde yaza
“autorizaţie” dep. Şimdi kette al tartkan unların,
dedi torınları.
- Ana balam, tilim kelişmiy mınaw
yawırcege, ne biliyim men “ watrzatse “ ne
bolganın? dedi Menlitotay tabakasın karap.
Emrisöyin baba bek kızıp azbar kapısından
şıkkanda:
- Anasının “ watrzatse “ sine ne aytayım!
degenin Menlitotay da eşitti.
Köp geşmeden Emri söyi n babanı
Delidüriş- Keraci bayırına tırmaşıp ketkenin
kördiler.
Üyle üsti, sıcak bastırmaga başlagan edi.
Menlitotay gene karşıgada tayawlı turgan
armantaşın canına barıp otırdı. Coldan geşip
ketken kişilerge laf katıp konışa, zaten közleri arü
körmegeni üşin başta: “ Aybala, ya da, akız, sen
misin şo? “ dep o kişini konıştırtkan sora
dawışından ayrıt etip dewam ete. Bazı seferler bo
yerden Romenler de geşip ketkende onlarman da
Tatarca konışmak istiy, o kişilerden bir cewap, söz
kelmese; “ Ne ananın köri boldı, ne konışmaysın ,
ne allegim boldın, ayagına şarık yerine jikjikli
kondıra kiyip ne bolgan ekensin ya, kara sen o
boklı kötke, kara sen murınboklıga, men ondan,
sayıp-süyik katir sorayman, o, anaw sakaw
kişilerdiy yok bolıp kete; ket, bek aceli etsen taaap
cehennemin törine kadar” dep mınkı-mınkı
mınkıldap turganda, komşıları İdris akayın pelwan
ulı, Pariyik, boz eşeklerin calnından tutıp dereden
keliyatırganda:
- Vay Menlitotay, kim men konışasın şo?
Yoksa öz başına konışasın mı? dedi külimsirep.
- Ne bala, men taa alcımadım, banaları, sen
kelmeden ewel, birsi geşip ketti men ondan katir
soramak istedim, o da allegim bolıp, bir laf
şıgarmadan, aywanday geşip ketti. Közim arü
ötmegeni üşin anlayalmadım kim bolganın. Kalbi
Nayye totayın anaw Raif Şöbayak edi, dedi başın
sallap.
- Yoook be Menlitotay, o konışmagan kişi,
Yankulesku şokayın Nikolay şobanı edi, biraz ewel
derede biz konışkan edik, dedi Pariyik özin zor
tutıp.
- Ne bola eken Yankulusku'nın şobanı
bolsa, kim bolgan? Konışsın!
- Vay, Menlitotay, katıp konışacak? O
Tatarca bi lmiy ke, kaydan anlasın seni n
aytkanların, dedi Priyik boz eşeknin calınından
tutıp.
- Tatarca bilmese üyrensin! dedi külkiden
katılıp. Kara sen, men oga neday dürki uydırdım:
Nikolay, Nikolay
Şaytantoyda katolay.
Nikolay, Nikolay
Kötin taşka okalay,okalay.
- Aydı, sawkık man kal Menlitotay, dedi
Pariyik boz eşekni calnından tutıp “ çüüüşşş “ dep
ayrıldılar.
Menlitotay bir sıgara cagıp, dumanlatıpdumanlatıp işmege başlaganda, Memet akayın
azbarındakı kuyıdan birewler su tartkanın,
kelebenin cikıldamalarından anladı:
- Hüüüü, akız, sensin mi şo balam, hüüüü
ey Perkiyyy, ketir maga bir meşerpe salkın su,
eşittin mi? Perkiyyy! dep bakıra Menlitotay otırgan
yerinden kıbırdamadan.
Köp geşmeden Perkiy bababan, kırmızı bir
7
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
meşerpe salkın su totırıp keldi:
- Buyır, menim öz kartiyim, işte saga tâze,
salkın canı tartılgan su, dep meşerpeni uzattı.
Kaltır-kaltır etken kolları man alıp cukınıpcukınıp işken sora:
- Saw bol kızım, saw bol Perkıy kızım, bo
kuyının bek dâmli suwı bar, mübarek su. Bo kuyını
senin Mustafa Dinislam kartbaban, Fatma kartiyin
kocası, nenenin babası kazgan edi. Şimdigisindiy
akılımda, köp ograşıp kazgan sora, bek derende,
sert, balaban kayaga rastlaganlar, künlerce,
kazma, kürek, tırnakop man teşmege ograşsalar
da, bir türli teşalmadılar, en sonında, menim kara
akayım aytkanına köre, Mustafa kartbaban,
Mankaliye'ge ketip, patlatkan bir şiler alıp kele, o
kayanı teşip, yerleştire ve şimdi bile kulagımın
zarında, bir üyle üsti edi, bek balaban bir patlatma
boldı, o zaman bizim pencirelerimiz zıngır-zıngır
etip zıngırdagan edi. Ana, o kayanın astından bo
mübarek su şıktı. Allah rahmet etsin, catkan yeri
cennet bolsı, o senin Mustafa kartbaban sogışta
karakayıp, ölisi bile tabılmadı. Ama köyimizge bek
arü sulı bir kuyı taşlap ketti. Ana Perkıy kızım, bo
kuyının suwı maga bek yaray, saw bol balam, saw
bol, dedi Menlitotay közyaşların sürtip.
- Sen de saw bol katiyim, dedi Perkıy,
kırmızı meşerpeni alıp üylerine kayttı.
Tâze, salkın su işken sora Menlitotay'ın
canı bir sıgara istedi, köp tüşinip turmadı, kolı man
karmalap tabakasın taptı ve bir sıgara caktı.
Tamam bonday etip dumanlatıp turganda, kızgın
toprakta, birtakım ayak sesleri tuymaga başladı,
ama bir kişi tuwıl kalbi, dümp- dümp etip oga
ADETLERIMIZ (82)
yaklaşkanda:
- Aybala sen Parik'sinmi şo, dedi biraz
kızıp?
Bir cewap kelmedi, gene “dümp-dümp“ etip
eşitilgen ayak sesleri yawaş- yawaş taa bek
uzaktan eşitilmege başladı. Bonlarnı tuygan Menli
kartiy, biraz kızıp:
- Aybala, sen Paşa mısın şo, konışsa 'lan,
neşin konışmaysın, ne boldı? Brigarder bolgan
sora biz kartlar man konışmak istemisin mi şo.
Kara aytarman men seni menim Zeynep aretime,
sora körersin sen durnanın kongan yerin, ne men
men konışmak istemisin mi? Kara sen oga,
brigader bolgan emiş!
- Ay kartiyim, kim men konışasın şo, dedi
Pariyik, közlerin elertip.
- Ana, kim men bolacak şo, bizim brigader
Paşa'mız man, bana katımdan düp-düp etip geşip
ketti, men oga laf kattım, ama onda ses-solık yok,
ketti bir eşektiy.
- Yok kartiyim, o dümp-dümp etip geşip
ketken Paşa tuwıl edi, o menim boz eşegim edi,
dedi Pariyik külimsirep.
- Ne bola eşek bolsa, konışsın, mendiy
etken kartnı bekletmesin, dedi Menlitotay
tabakasın karmalap.
- Katıp konışsın be kartiy, o eşek Tatarca
bilmiy ke!
- Bilmese, üyrensin! Men Tatar bolıp
taTatarca konışmagan eşek körmedim, dedi
Menlitotay.
19.05.2012
NEVZAT YUSUF SARIGÖL
KINA GECESI
Kına sözi tilimizge Arapça'dan kirgendir
(hinna). Kına teregin yaprakları kurıtılıp tüyilgen
sora, toz hâline ketirilip ve elde etilgen bo güzel
kokılı ürin men şâş, kol parmakları tırnaktan başlap
birinci buwınına kadar, awış ortası, ökşeler
boyalanır. Şimdi bile tilimizde, kına salmak, kına
cakmak, kınalamak denilgen aytımlar bar. Kına
teregi Mısır, Sudan, İndistan, Tunus (Tunisia),
Cezair (Algeria) Senegal'da öse. Kınanın bek köp
özellikleri bar. Bonlardan şimdi sade birkaş
tanesin beremiz. Bo merasimli (ceremonial) bir
ösimliktir. Güzel kokılı, eczanelikte, kozmetik
tedawilerinde kullanıla. Bo kına teregin beyaz
şeşeklerin kokısı Cennet kokısınday diyler. Ama
bizim fikrimizge köre bo şeşeklerin bir temizleme,
arılama, günahlardan temizlenme niteligi bardır
diymiz. Bondan dolayı bolsa kerek üylenecek caş
kızlar üşin toydan ewel bir kına gecesi yasala
(lailat al-henna). Bonın anlamı ise üylenecek
kızga kocası bolacak erkek men eşleşmege,
birleşmege razı bolmak, o kızga izin bermek
demektir. (Melek Chebel, Dicţionar de Simboluri
Musulmane, ed. Paralela 45, 1995, p. 188).
“Eskiden kına töreni, köylerde dahi, iki, ya da üç
gün sürermiş. Bü düğünde, kına yakınmadan önce
kızların türkü ve oyunları, kına yakımından sonra
da kadınlarınkiler ile, iki tören bir geceye
sığdırılmıştır. Mudurnu'da salı akşamları yapılan
törene “kızlar kınası”, carşamba gecesindekine
“karılar kınası” derler”. (Pof. Pertev Naili Boratav ,
100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, s.
179). “Geline kına yakma ( bu törelerin) başında
gelir. Bu törenin Türkiye müslüman halk
gelenekleri çerçevesini araştırmasına bir tanıtı
Midilli Rumlarının evlenme göreklerinde
buluyoruz: orda da kına kelimesinden bozma
olduğunda şüphe olmayan knas deyimile
adlanıyor, ve gerdekten bir gece önce kutlanıyor” (
Prof. Pertev Naili Boratav. Op. cit.,s.186).
Türkiye'nin bazı bölgelerinde askerlikke ketecek
cigitlerge de kına cagıla.
Bir kişinin yaşamında bek önemli üş
basamak (etapă) bar. Birinci basamak, o kişinin
dünyaga kelmesi, yani tuwması bola. Bo zamanda
yasalıp kelgen örf-adetler, ekseriyet men o ailenin
kunaşın, dünyaga bala ketirme gururın sergiliy.
Yasalıp kelgen merasimlerin taa köp dinî nitelikleri
bardır. Şimdi, bo araştırmamızda bo mesele
8
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
üstinde köp turmaycakmız, sâde yasalgan
merasimlerde dünyaga canı kelgen balanın da
“katılması”man bola. Ekinci basak üylenmek, yani
aile kurmak; bo dönemde yasalgan merasimler
bek farklı, köpten köp canılıklar köri ne.
Romanya'da yaşagan müslüman Tatarlar'ın
toylarında, sözde modern dep atlandırılgan “naş,
naşa” (birnevi “vekil ana, vekil baba” yerine kele),
“masa mare”(şenli kler); bo tipte “adetler”
Romenler'den kelgendir. Bonday “canılıklarga”
uşin tilimizde “eski köyge çanı adet” denilgen
deren anlamlı, isabetli anlatım bardır. Eskiden
toylarımızda kına gecesinin ayrı bir önemi bar edi.
Bo gecede, üyken toydan evvel, kızlar, caş
kelinşekler, kol ve ayak parmaklarına, şaşlerine
kına cagarlar, ya da kına sala ediler ve öz
aralarında dürkiler şalıp, oyın oynar ediler. Bo
güzel adetimiz şimdi unıtılmaktadır, ne yazık!
Gene üyken toydan evvel “kawe tüyme”
adeti bolar edi. Köynin yaşlı “kaweci”apakayları
toplaşıp, şınlaşıp, şenlenip,
üylerinden keli,
(Romencesi, piuă, piuliţă) tokmak (Rom., pisălog,
pilug) alıp kelip kawe tüyerler; kaymaklı kawe işip
sıgara dumanlatırlar. Tilimizde, bir yerde ya da bir
toplantıga katılganların köp kişi adların sayganda,
“ana, Ali, Veli, tokmak, keli bar edi!” dep aytıla edi.
Ne yazık ke bo adet te unıtılmaktadır. Kına gecesi,
ya da, toy kawesi tüyme gibi güzel adetlerimizin
unıtılmasının baş sebebi , köy toplımların
darkalmasıdır; o toplımın halkı kasabalarga,
şehirlerge köşmesinden keledir. Sözin kıskası
“şehirleşme” (Rom., urbanizare). Kına ve onın
önemi hakkında folklorımızda isabetli bir aytım
bardır: “Toy pitken sora kınanı k…… cak!” Anlamı:
iş işten geşken sora, keş bek keş, demek.
Nota bene: Kündelikşi başlıklı köşe
yazımızda, kelecek sayıdan başlap Kişi adlarımız
ve anlamları hakkında yazacakmız, inşallah!
NEVZAT YUSUF SARIGÖL
KIZLARIMIZDA BIRŞİLER BAR AMMA !
( Ekinci bölim )
“Bakire Ana” Solkıldaması”
1
Kıbla celi men esip kelgen cıllı
Cawınlar tıpırtısı kulak zarında
Köpirte kızgın coldakı tozlarnı da
Menim gizli yeminlerim sunaklarda
Aytalmayman yarı kalgan dürkilerni
Ökinişler sangır-tilsiz bir kıralday
“Bakire Ana” solkıldaması altın töşek
Yüze kanımızda aktan ak bir gömelek
“Bakire Ana” günahsız bala tapkan
Kırcımanlar yarı coldan kaytkan.
2
Bilemen “Bakire Ana” dan köpten kalma
Birşiler bar yarawı cetken kızlarımızda
Kamgak-korayday bozkırda yuwarlana
Sol kabırgasında sızlamalar gene budala
Şöşamiy torgaylar uşkan cawınli köklerge
Cıvıltıları man örgenler bir aşk şarkısı…
Kör pışak man men ökşelerim carıp
Kuyaman kawırdak şarabından men, kârip.
Bala tapkan “Bakire Ana”
Capalak-capakak kar cawa!
3
Alkımın kızgın renkleri sarıp algan
Kızlarımızdakı isteklerni talgın-talgın
Erdemdeki ökinişler, öfkeler sapsarı
Bolıp kusalar gene aşkıldım safra
Kaynatalar kara kazanlarda kısrak
Süti hem ak-pak, hem de utangak
Her gecece yıldızlar arasında körine
Kırcımanlar kaytıp kelgenler köylerine
“Bakire Ana” bala tapkan
Loksa cıyınında tarı talkan
4
Kara tulnın zerli karanlıgı şökkende
Kaynatır kızlarımız urlı köllerden süt
Ak köbikler arasında özleri de sıtılmaz
Köl aygırı ne kadar bolsa da yaramaz
Kâbe colına serilgen yatak tertemiz
Körine bulıtlar arasından tâze ümüt
Şimdi bile “Oba oba obalar ay”
Her baharda “Obada cılan balalar ay”
“Bakire Ana” bala tapkan
Emşeklerden süt tolıp akkan
5
“Bakire Ana”nın günahsız solk-solk
Solkuldamaları cagıp söndire uzak
Yıldızlarnı bile, ürpergen bir mayşırak
Ak süt öfkesi tolgın emşeklerde kalmay
Pembe awızlı bebeklerin urtlarına damlay
“Bakire Ana”nın bala tapma kırklamasında
Kızlarımız sarıp alganlar ayın aylasın
Sırlarımız ise bolgan bir kuşak üzinti.
“Bakire Ana” bala tapkan
Közlerimiz de bir şanak kan.
6
Kızlarımızda birşiler bar amma…
Bastırıklı yukıda tüşlerimni dört böle
Bo kaygılarnı uşkan kuşlar da bile
Süt köllerinden kabarıp şıkkan urlar
“Bakire Ana”nın doğurması man arılanır
Şeşeklene renk-renk sonsız bozkır
Obalarda ise sütli-sütli kelinşekler
Kızarıp ay tumasın gene bekler.
9
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
“Bakire Ana” bala tapkan
Sütli diyarlardan tan atkan
7
Kök baytal sarı tobanda bir tay kunlagan
Manlayı ortasında ak bir yıldız man tuğan
Men o zaman calbarırman atın kaşkasına
Meraklı örsenlep şıgarman “colın başkasına”
Kısrak süti emgen sora kırcımanlar
Ufıkta körinmegen kelinşeklerni bekler
Bilemen kızlarımızda birşiler bar amma…
Sözlerim yetişmiy, tilim de kelişmiy.
Tapkan eken “Bakire Ana” bala
Baş üstinde beş kanatlı kuş aylana.
8
Kara tulnın kazanında ak sütler kaynamasın
Kızlarımızda bişiler bar bolganın men bilemen
Belki “Bakire Ana”nın gizemli solkıldaması
Belki bozkır şeşeklerin zarif mugayması
Kızlarımızın bal rengindiy közlerine singen ışıklar
Süt köllerinde tişleşeler gene kızgın kısraklar
Tuyaman kızlarımızda birşiler bar amma…
Karanlıkta cıltırap tura yaman bir kama.
“Bakire Ana” bala tapkan
Toycılar avrat pazarından kaytkan.
10.01.2012
NEVZAT YUSUF SARIGÖL
18 MAI 1944 SAU DRUMUL SPRE ÎNTUNERIC AL NEAMULUI MEU
SPERANŢĂ – UMUT
(Partea a II-a)
În prezentul articol vreau să schimb un pic
planurile. Propun cititorilor o abordare dintr-un alt
unghi, mult mai personal, deoarece m-am implicat
în mod direct în a cunoaşte drama poporului tătar
crimeean nu numai din perspectiva istorică, mai
precis, din perspectiva procesului de exterminare
la care a fost supus pentru o vină pe care nu a
săvârşit-o. Am trăit direct, la o intensitate maximă,
întregul travaliu al neamului meu căruia i se răpise
dreptul la viaţă atunci, la 18 mai 1944, când
întreaga populaţie tătară a fost scoasă în mai puţin
de o oră din căminele lor şi izgonită spre
necunoscut fără a avea un minim de subzistenţă.
Pentru cei care au supravieţuit şi doreau să se
reîntoarcă acasă la începuturile anilor 1990 li se
interzicea dreptul de şedere pe pământul
străbunilor lor încercându-se a se şterge visul de a
trăi în propria patrie. Am putut să constat pe viu
cât de puternic este sentimentul dorului la poporul
tătar crimeean încât în toate zările unde fuseseră
aruncaţi fraţii noştri acest sentiment devenea şi
mai puternic. Speranţa - umut - că într-o zi îşi vor
revedea locurile copilăriei, ale tinereţii a fost cel
mai mare imbold de a trece peste toate chinurile
trăite în pustietăţile asiatice. Este concluzia certă la
care am ajuns vizitând locuri şi stând de vorbă cu
oameni care m-au făcut să înţeleg mult mai bine ce
înseamnă dorul de patrie. În ceea ce îi priveşte pe
tătari sentimentul dorului de patrie a fost redat în
toată complexitatea sa de poetul Mehmet Niyazi.
Poate sufletul tătar să aibe oare o altă alcătuire
decât al celor din jur? Tot ce se poate. Nu este locul
să filozofăm pe această temă aici. O vom face întrun număr viitor la rubrica “Atitudini” a Karadeñizului.
Observam la interlocutorii mei din Crimeea
un sentiment care izvora din adâncul fiinţelor lor,
puteai să deduci din priviri, din vorbele cumpănite,
din luminozitatea chipului celor cu care discutai
motivul revenirii în Crimeea. Aşezarea aici, pe
pământ străbun, oriunde, dar numai şi numai în
Crimeea, le configura celor reîntorşi în Patria
Verde sentimentul unui vis împlinit.
Episoadele pe care le relatez aici au fost
trăite de mine în mod direct în urmă cu peste două
decenii când, informaţiile despre procesul de
reîntoarcere în patrie a fraţilor noştri erau puţine şi
sporadice şi provenea din surse care nu tratau
acest subiect cu aplecarea pe care aş fi vrut-o.
Pentru a avea o imagine exactă despre situaţia de
acolo dar şi pentru a-mi ostoi setea de neamul meu
tătar crimeean am decis să plec spre ţinuturile
despre care nu ştiam mare lucru. Ne reuşind să
conving pe vreunul din cunoscuţii mei de a face o
echipă, într-o seară de sfârşit de iarnă m-am urcat
la Bucureşti într-un tren care făcea pe atunci ruta
Moscova-Istanbul (sau Sofia) şi retur şi am plecat
să văd Crimeea.
Drumul a fost unul îngrozitor. După multe
peripeţii - deoarece armata rusă invadase
Republica Moldova şi se trăgea cam peste tot pe
teritoriul acestei ţări - am ajuns a doua noapte,
târziu, la Kiev de unde urma să găsesc un tren
care pleca la Simferopol. Timp de jumătate de
noapte am urcat şi am fost coborât din mai multe
trenuri. Până la urmă, mi s-a recomandat (după
multe tentative şi şpăgi) un tren care venea de la
Minsk (Belarus) şi pleca la Simferopol. Am fost
plasat într-un vagon într-o zonă absolut
întunecoasă cu nişte spaţii şerpuite, unde intuiam
eu, că sunt călători, după vorbele lor şoptite.
Însoţitorul de tren mi-a dat o pătură şi mi-a indicat o
10
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
banchetă pe care să mă întind. Eram la treia
noapte fără som şi căzusem într-o moleşeală pe
care credeam că o datorez oboselii accentuate,
lipsei de orientare în spaţiu şi a oricărui dialog cu
cineva. Eram într-un spaţiu total necunoscut unde
trebuia să mă orientez după o busolă proprie.
Dimineaţa, când am văzut locul unde fusesem
“cazat” mi-am zis că ceva mai insalubru nu mai
văzusem. Băncuţa pe care mă întinsesem era
plină de urme uscate de vomă sau ceva la fel de
scârbos iar pătura pe care nu am folosit-o, semăna
a fi fost preş, aşa era de soioasă şi urât mirositoare!
Paradoxal, aceste constatări nu-mi
induceau vreun sentiment de silă. Mobilul meu era
să ajung în Crimeea , să cunosc cât mai mulţi
oameni şi să aflu poveştile vieţii lor. De aceea,
gândindu-mă că nu se putea să nu întâlnesc în
acest tren care mergea în capitala crimeeană
vreun, tătar am pornit într-o călătorie prin vagoane
(sistemul era de bou-vagon, ne compartimentat)
cu speranţa că voi da eu peste cineva cu trăsături
tătăreşti. Am făcut trenul cap-coadă de vreo două
ori şi nu mi s-a agăţat de privire nici un chip “cald”
de tătar. La un moment dat însă, nu departe de
locul meu din vagon s-a auzit vocea unei femei:
care încerca să liniştească un copil. După multe
vorbe ruseşti am distins clar cuvântul tătăresc:
“uluum!” (fiule!) Da, aşa am auzit “uluum!”. Cu a
doua vocală prelungită. Nu puteam să greşesc.
Era vocea unei mame care încerca să potolescă
un copil. Am plecat deîndată să explorez zona de
unde venea acea voce ca o speranţă. La vreo trei
intrânduri depărtare am zărit o familie tânără cu
acel copil care scâncea. Mă gândeam să intru în
vorbă cu ei fără să atrag atenţia celor din jur. Îmi era
teamă. Trebuie să recunosc că aveam sentimentul
că eram tot timpul urmărit. Sindromul
supravegherii securistice nu se ştersese din
subconştientul nostru. În plus, Rusia era încă
Uniunea Sovietică. KGB-ul era la el acasă. Nu se
fărâmase. Eu mă aflam, deci, în spaţiul sovietic. Şi
eram singur şi nici nu ştiam bine limba rusă. Atunci
îmi veni o idee care avea să ducă la o rezolvare
absolut neaşteptată a demersurilor mele de a
întâlni un ins din neamul meu. Am scris pe o bucată
de hârtie, cu litere slavone, întrebarea: SIZ
TATARMI? (Sunteţi tătari?), am palmat bileţelul şi
m-am aşezat lângă copilaş mângâindu-l pe cap
repetând cu cea mai caldă voce de care eram în
stare, vorbele. “Malcişca, malcişca!” (Copilaşule,
copilaşule!). Căci tinerii vorbeau între ei ruseşte. În
timpul acesta le-am arătat biletul, ferindu-mă de
privirile celor din jur observ uitându-mă insistent în
ochii lor. Au tăcut o vreme uitându-se unul la celălat
moment în care am crezut că partida este
pierdută. După vreun minut care mi s-a părut o oră,
bărbatul a fost cel care a răspuns primul:”Iiye!”,
adică “da, desigur!” Ce puţin îţi trebuie ca să fii
fericit! Din păcate, nu am putut sta mult de vorbă cu
tănărul tătar, căci tânăra era extrem de tăcută. Nu
ştiu dacă a articulat mai mult de cinci şase cuvinte.
Tânărul era mai vorbăreţ dar nu şi un bun
cunoscător al limbii tătare. Familia se întorcea de
la Kiev şi trebuia să coboare la Ceankoy, prima
localitate tătară din Crimeea. Veniseră din
Uzbechistan cu doi ani în urmă şi se stabiliseră în
acest oraş unde el îşi găsise o slujbă ca şofer la un
aprozar şi nu o ducea aşa de rău, în comparaţie cu
alţi tătari, recunoştea el. Câştiga minimul necesar
pentru el şi familie. Avea unde să muncească,
vroia să-şi construiască o casă acolo deşi,
neamurile lui, părinţii, bunicii, fraţii şi surorile
fuseseră deportatate din zona Evpatoria. El fusese
născut pe pământ străin şi nu ţinea aşa de mult la
prima gură de oxigen a locurilor străbune. Dar,
dorul de patrie i se inoculase şi lui în toţi porii. Era
un dor care făcea parte din gena sa tătară. “Am
vrut, ca toţi tătarii, să vin şi să trăiesc în Krâm, pe
pământul sacru al străbunilor mei. Eu şi urmaşii
mei” au fost vorbele care mi-au rămas întipărite în
memorie. Astfel de vorbe aveam să aud şi din gura
altor tătari în zilele următoare.
La despărţire mi-a dat o fotografie tip
buletin, pe care, din păcate, am rătăcit-o. A fost
primul tătar întâlnit de mine, primul tătar din
România care păşea pe pământ crimeean după 18
mai 1944.
În Simferopol am ajuns pe înserat. Gara era
destul de animată iar eu căutam din priviri alte
chipuri care să arate a tătari. Eram în posesia unei
adrese de muzeu şi a unui nume – Ismet Zaatov –
lucrător în acea instituţie, informaţii pe care le
luasem din paginile unei reviste care îmi picase nu
ştiu cum, în mână.
Altă întâmplare fericită care a dovedit că
Allah este cu privirea spre mine, că mă ajută şi-mi
îndrumă paşii: La ieşirea din gară am luat de la un
vânzător ambulant o plăcintă care semăna ca ceva
tătăresc. Văzând omul că nu prea le am cu rusa mă
întreabă de unde sunt, la care, eu răspund că sunt
din România şi că sunt tătar. Surpriză totală.
Negustorul de plăcinte era tătar din Kazan şi m-a
învăţat câteva reguli elementare pentru a putea
prinde ziua următoare în acest oraş necunoscut.
Mi-a spus să nu mă afişez cu sume mari (de fapt,
nici nu aveam!) să stau la un hotel mai scump dar
mult mai sigur (Ukraina) şi a chemat un taximetrist
căruia i-a cerut să mă ducă la muzeu contra sumei
de 10 dolari. Aici însă ghinion: Ismet Zaatov nu mai
era programul lui se terminase mult mai devreme.
Contra sumei de încă 10 dolari am fost lăsat în faţa
hotelului urmând să obţin o cameră pentru unadouă nopţi. Căutam un birou Inturist care să-mi
faciliteze cazarea. Şi lucrătorii de aici plecaseră.
Am fost dirijat către recepţia hotelului und se afla o
mare mulţime de oameni încercând să obţină ca şi
mine un loc de cazare. Am socotit că vreo două
ore nici nu mă pot apropia de gişeu aşa că am
hotărât să ies şi să prospectez zona. Se
întunecase de-a binelea şi o negură rece coborăse
peste oraş. Întunericul nu era străbătut de vreo
lampă mai puternică, atmosfera de aici fiindu-mi
familiară de la mine din ţară. Frigul şi umezeala te
pătrundeau până în oase. Era sfârşit de februarie,
peste două zile intram în luna martie, aşa că,
senzaţia de rece era una reală. Pe uliţe puteai să
vezi aceleaşi haine mohorâte, să ghiceşti aceleaşi
chipuri posomorâte ca şi la noi.
11
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
bordeiul fusese proaspăt “refăcut” deoarece numai
cu două zile în urmă, autorităţile dărămaseră toate
locuinţele provizorii ale tătarilor. Aveau o metodă
simplă: Două buldozere trăgeau de capetele unui
cablu gros şi rădeau de la temelii fragilele colibe.
Aici, în Molodiojnaya, autorităţile făcuseră de mai
multe ori această ispravă. Mulţi tătari renunţaseră
la a mai încerca să-şi facă o locuinţă în această
zonă şi plecaseră spre alte locuri. Rustem Aga însă
era un tătar extrem de dârz. Îmi spunea că nici nu
se îndepărtau bine buldozerele că şi adunau
chirpicii şi-i clădeau la loc instalând şi acea
copertină drept acoperiş.
Toată noaptea am stat de vorbă la multe
ibrice de ceai eu întins pe priciul de scânduri iar ei
şezând ghemuiţi lângă sobiţă şi am mâncat cele
câteva conserve pe care le luasem cu mine căci ei,
nu aveau nimic de mâncare şi nici bani. Dimineaţa
l-am trimis pe cel tânăr la oraş să procure câte ceva
de ale gurii. Am aflat de la Rifat Aga că în
Malodiojnaya mai locuiesc încă două persoane ,
femei, care nu au dorit să plece. Era vorba de
Hatice, o femeie cu o statură puternică, în jur de 30
de ani care îşi părăsise soţul pe undeva prin ţară
asiatică şi venise aici cu trei copii minori, un băiat şi
două fetiţe cu vârste cuprinse între 6 şi 12 ani şi de
mult mai vârstnica Ayşe Katun, o intelectuală cu o
situaţie materială mai bună o fostă profesoară la
Moscova care îşi luase cu ea şi o nepoţică de 10-11
ani căreia dorea să-i inoculeze sentimentul iubirii
de pământ strămoşesc. Nici una dintre cele două
femei nu dorea să plece din acel loc, nu vroia să
părăsească pământul crimeean.
Am fost condus la casa profesoarei casă
care nu fusese dărâmată din cine ştie ce motive,
formată din două camere destul de bune. Casa era
aproape de locuinţa lui Hatice care, imediat ce a
fost anunţată că există un oaspete tătar din
România a năvălit în cea mai mare viteză în ograda
doamnei profesoare şi a început să plângă în
hohote încercând să-mi sărute mâinile repetând
mereu: “Siz kaydan şiktiniz?” Adică: “de unde aţi
apărut dumneavoastră!?”.
A fost o zi plină. Trei oameni, trei destine dar
aceeaşi dorinţă: Revenirea pe pământ natal.
Doreau cu toţii să-şi aducă toate rudele de pe unde
mai trăiau aceştia şi să formeze o comunitate
puternică, unită ca niciodată nimeni să nu-şi bată
joc de un popor cu darul mândriei aşa de puternic.
Rustem Aga spunea că vor construi cetăţi,
nu case, ca să nu poată fi distruse nici cu tancurile
de nimeni. Ce puteam să fac decât să-i încurajez
pe toţi trei? Le-am dăruit câte un exemplar din
Coran date mie de către muftiul de atunci al
Cultului Musulman din România, Osman Negeat şi
câteva exemplare din gazeta Karadeniz care
tocmai începuse a fi editată în România şi, mişcat
până la lacrimi de dârzenia lor le-am urat încă
odată ca Allah să-i ajute să-şi împlinească visurile.
(Ceea ce s-a şi întâmplat. Am constatat
astea la următoarele mele vizite la Molodiojnaya.
Despre astea într-un număr viitor)
Genan Bolat
După câteva zeci de metri parcurşi pe
stradă pentru a mă orienta în spaţiu, urechea mea
a prins nişte vorbe tătăreşti. Erau doi bărbaţi care
mergeau destul de grăbiţiţi discutând între ei. I-am
urmat câţiva paşi trăgând cu urechea pentru a fi
sigur că nu mă înşel, i-am depăşit, m-am oprit în
faţa lor şi am folosit aceeaşi întrebare ca şi în tren:
SIZ TATARMI? La început nu mi-au dat cine ştie ce
atenţie. Dar, auzind că sunt tătar din România au
rămas oarecum perplecşi: “Cum, sunt tătari în
România?” Aflând că sunt unul din tătarii care
trăiesc în România mi-au propus să merg cu ei la
un spectacol dat de Ansamblul de cântece şi
dansuri “Krîm” care venise din Taşkent pentru a da
un spectacol în faţa tătarilor care reuşiseră să se
reîntoarcă în patrie. Erau în întârziere aşa că nu
mi-au dat răgaz să explic prea mult.
Ajunşi în foaierul teatrului am zărit o
mulţime de oameni care sperau să procure un bilet
pentru a intra la spectacol. Unul din însoţitorii mei a
renunţat la biletul său şi m-a condus la locul său din
sală. Între timp vestea că un tătar din România se
află acolo făcuse înconjurul publicului. Spectacolul
încă nu începuse iar multe priviri erau aţintite către
mine.
În pauză am fost înconjurat de mulţi oameni
care nu pridideau cu întrebările despre tătarii din
România iar întrebarea pe care mi-o punea
fiecare era în legătură cu data şi dacă tătarii din
România vor veni în patria mamă. Deşi cunoşteam
răspunsul, nu-l puteam da pentru a nu stinge
efervescenţă care se iscase atunci în jurul meu.
Cum să le explici pe loc faptul că situaţia este
diferită, că dorul de patrie la tătarii dobrogeni a
căpătat alte conotaţii?
La sfârşit de spectacol am fost extras cu
greu de către cei doi tătari întâlniţi cu vreo două ore
în urmă din mijlocul mulţimii care vroia să le fiu
oaspete.
Noii mei prieteni, Rustem - cel mai în vârstă
şi Rifat mi-au propus să-mi iau bagajul de la hotel şi
să merg cu ei la “ceadâr-ul” lor din Molodiojnaya,
nu departe de oraş. Când am ajuns în acel loc era
cam miezul nopţii. Taxiul care ne-a dus acolo ne-a
lăsat lângă o ridicătură care aducea a orice dar,
numai a locuinţă nu. Rustem Aga, locatarul de
drept, mi-a luat bagajul şi a dispărut într-o
adâncitură aflată după căteva scânduri, a aprins
un felinar şi m-a poftit înăuntru. Era o colibă
aidoma celor pe care ni le făceau părinţii, când
eram copii pentu a păzi bostănăriile. Locaţia nu
depăşea suprafaţa de 2/3 metri. Planul mai
îndepărtat, cam jumătate din suprafaţă era ocupat
de un tăpşan de scânduri pe care era aruncată o
haină de dimie mai groasă, având destinaţie de
pat. Haina era şi plapumă şi un bun necesar pentru
frigul de afară. În colţul de după uşă se afla un
godin micuţ, folosit atât pentru prepararea ceaiului
cât şi pentru încălzirea mâinii. De rest nu puteai să
ai pretenţie căci pereţii erau clădiţi din vreo trei
rânduri de “chirpici”- un fel de BCA care se găsea în
zonă fără o izolaţie ca lumea iar ca acoperiş era
aşezat o copertină din carton presat, destul de
mobil şi acesta. Curiozităţii mele mi s-a răspuns că
12
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
TĂTARII ÎN ISTORIA DOBROGEANĂ (VII)
- NOTE DESPRE ISTORIA ŞI LIMBA TĂTARĂ -
În secolul al XIII-lea mongolilor – consideră
prof. Mehmet Maksudoğlu – li se spunea tătari. Tătarii
(mongoli) au învins în 1243 pe selgiukizi în lupta de la
Kösedağ şi au devenit stăpânii Anatoliei.
Hanul Toktamîş – conducătorul Hanatului de
Aur – a fost învins de Timurlenk în 1396 şi Hanatul s-a
destrămat în hanatele Crimeea (Kırım), Kazan,
Astrahan (Ejderhan) şi Siberia (Kasım). Hanii şi
conducerea hanatelor erau formate din tătari autentici,
adică mongoli. Astfel că şi conducătorilor şi celor
conduşi de ei li s-a aplicat denumirea de tătari.
Turcii din Turkestan având în frunte pe Hanul
Özbek au primit numele de uzbeci; celor 10.000 de
călăreţi care s-au răsculat şi au luptat sub conducerea
prinţului Nogay împotriva lui Toktamîş Han li s-a spus
nogai; denumirea de nogai primind în zilele noastre şi
urmaşii lor, nepoţi şi strănepoţii lor; aşa cum s-au (de)
numit osmani sau osmanlâi cei aflaţi sub conducerea
dinastiei Osman. Astfel spus, tuturor celor care au trăit
sub conducerea dinastiei Osman respectiv turci, arabi,
cerkezi, georgieni, kurzi, albanezi, greci li s-a spus
osmanlâi, otomani; toţi au primit identitatea osmană;
chiar şi turcii care nu veneau din filiera viteazului,
triumfătorului Osman erau numiţi osmanlâi.
Cu timpul hanatele şi conducătorii lor s-au
turcizat. De pildă, vestitul viteaz crimeean al secolului al
XVI-lea Bora Gâzi Ghiray Han a fost un poet de
expresie turcă de primă mână şi un renumit compozitor
al muzicii clasice turce. De altfel, în perioada ultimilor
ani ai Rusiei ţariste, cînd principiul naţional a ieşit în
prim plan, popoarele din Rusia s-au întrebat dacă să fie
numite sau să li se dea denumirea de turce sau tătare
(apud W. Barthold, cuvântul Tătar, Enciclopedia
Islamului, Leipzig, 1934, IV, p. 701).
Ţărmurile Crimeii au fost curăţate de genovezi,
în 1475, de către Gedik Ahmet Paşa, trimis de Mehmet
Fatih. Partea interioară a Crimeii s-a alipit Imperiului
Otoman în timpul domniei Sultanului Yavuz Selim, cum
ne spune Solakzâde Mehmet Hemdemî, în lucrarea
“Solakzâde Tarihi” (Istanbul, 1998, p. 429).
Călăreţii crimeeni au luptat împreună cu armata
otomană în multe războaie fiind foarte utili, chiar
decisivi cum ar fi de pildă în 1595 sau în războaiele
otomanilor cu Iranul şi în luptele din Europa.
Fiind călăreţi iscusiţi, crimeenii sărbătoreau
naşterea în familie a unui fiu, folosind expresia să
ajungă un bun călăreţ” (“atşabar kayırlı bolsın”). Dacă
nou-născutul era fetiţă, venea urarea: “să fie dulce ca
mierea” (“bal işer kayırlı bolsın”).
Chiar dacă băiatul de un an, abia se putea ţine
pe picioare, a spune unui copil încă în leagăn “atşabar”,
adică călăreţ (în turcă, süvari) exprima încrederea de
nezdruncinat şi speranţa crimeenilor că el va ajunge un
cavaler (călăreţ) de primă mână, La rugăciunea clasică
de mulţumire lui Allah (`elhamdulillâh) de după orice
masă, de prânz sau cină, musafirul oaspete nu uita să-i
ureze gazdei ospitaliere (“konakbayga”):
“Balan bolsa ul bolsın
Cavga şabar er bolsın” adică:
“Dacă vei avea băiat
Să fie ostaş, să înfrunte inamicul”.
În limba turcă:
“Çocuğun olursa oğul olsun
Yagıya (düşmana) er olsun”
Aşi ai călăriei, cimeenii au sprijinit Statul
Otoman peste 250 de ani, până când noile tehnici de
luptă, artileria şi tancurile au înlocuit luptele călare, deci
cavaleria. Pe de altă parte, intrarea sub protecţia
otomană a întârziat “înghiţirea” Crimeei de către ruşi.
Dar în anul 1774 insistând să devină independentă,
prin Pacea de la Kuciuk Kainargi, Crimeea a fost mai
uşor de anexat Rusiei. Ceea ce s-a şi întâmplat în anul
1783. Crimeenii, ulterior, au emigrat, în diferite timpuri,
în spaţiul Imperiului Otoman, numit de ei Pământul alb
(Aktoprak).
Cei rămaşi au fost surghiuniţi, deportaţi în masă
de către “faţa neagră”, de dictatorul I.V.Stalin, în 18 mai
1944, în diferitele zone ale Uniunii Sovietice, mai ales în
Siberia şi în Asia Centrală. O treime din tătarii crimeeni
au murit pe drum.
În zilele noastre, în cadrul Federaţiei Ruse,
există Tataristanul, cu capitala la Kazan. Un Tataristan
ce nu cuprinde întreaga regiune a vechiului Hanat
Kazan, ci mai puţin. Mai mult de jumătate din populaţia
Tataristanului este formată din musulmani, restul fiind
ruşi. Musulmanii vorbesc un dialect de nord (kuzey) al
limbii turce. Strămoşii lor, cum spune Ibn Fadlân, sunt
bulgarii Idil (de pe Volga) ce au trecut oficial la Islam în
922. În izvoarele arabe bulgarii Idil (de pe Volga) sunt
numiţi Sakaalibe (saklab, în turcă, singular).
La cerinţa de islamizare a fiului Hanului lor
Yaltavar, Almuş, Califul Abbasizilor a trimis imami,
constructori de geamii şi minarete, fapt consemnat de
Ibn Fadlân, în călătoria făcută aici.
Altă ramură a bulgarilor – bulgarii de azi – a
venit prin nordul Mării Negre, a ajuns în Balcani şi s-a
creştinat în anul 863 amestecându-se cu slavii veniţi
din nord. Hanul Pars a devenit Boris. În limba bulgară
regăsim câteva sute de cuvinte rămase înainte de
Islamizare. În lexicul turcilor bulgari din Tataristan s-au
păstrat de secole foarte frumoase cuvinte turceşti: în
loc de oda (cameră), bülme (bölme) – împărţire (a
spaţiului – subl. ns); în loc de Pazartesi (luni, ca zi a
săptămânii), baş gün (prima zi); în loc de örumcek ağı
(pânză de păianjen) , ürmücek uyası, oyası; în loc de
mide (stomac), aşkazan; în loc de kapı (uşă) işik (eşik);
în loc de öğretmen (învăţător), okutuvcu (okutucu).
Ei ştiu anul islamizării lor, în anul 922, şi spun că
taţii şi strămoşii (atalarımız) lor bulgari au făcut geamii
din lemn: “ağaçtan câmi tüzgenler”. Fără îndoială, cei
din Tataristan care folosesc dialectal de nord al limbii
turce sunt turci musulmani; pentru ei cuvântul Tătar
este o etichetă (yafta) a identităţii lor.
Atunci când va veni timpul – spune profesorul
Mehmet Maksudoğlu - cuvântul Tataristan va trebui
schimbat în Kıpçikistan (op. cit. p. 31).
Potrivit lui Abdullah Battal Taymas, fost deputat
în Parlamentul din Kazan „Turcii din Kazan, niciodată
nu s-au (de) numit tătari; ei şi-au spus turci. Ei
consideră că a şti să citeşti înseamnă a-i cunoaşte pe
turci, înseamnă a aduce omului un lux, o frumuseţe, o
splendoare; în exprimarea lor neaoşă “Türkü barnın
görkü bar (var)” , adică a citi turceşte înseamnă a
exprima frumuseţea omului. Turcii din Kazan trebuie să
fi privit cu frică şi ură pe tătari, din moment ce au
expresii de genul: “Tatar barda khatar bar” (nerede
Tatar olursa, orada tehlike var) – în traducere, acolo
unde este un tătar acolo este o primejdie, sau expresia”
Tatar töre bolsa çabatasın törge iler (Tatar hâkim
olursa, carıgını baş köşe ye çıkarır), în traducere, acolo
unde tătarul este şef (stăpân), el îşi pune opinca în locul
de onoare, adică, metaforic, este piedică (Abdullah
Battal Taymas, Kazan Türkleri, Istanbul, Âmedi
Matbaası, 1341) 1925, s.16, în op. cit. P. 31).
Prof. univ. dr. Ibram Nuredin
13
Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012
CONSILIUL REPREZENTANŢILOR
Vineri, 13 Iulie 2012 a avut loc şedinţa
Consiliului Reprezentanţilor al U.D.T.T.M.R.,
prezidată de către dl. preşedinte ing. Gelil
Eserghep.
Hotărările luate în cadrul şedinţei au fost
următoarele:
* Începând cu luna iulie a.c. membrii
Biroului Executiv al U.D.T.T.M.R. vor avea în
evidenţă filialele U.D.T.T.M.R., după cum
urmează:
Samir Menan (primvicepreşedinte):
Filialele Medgidia, Valea Dacilor, Ciocârlia,
Cobadin, Băneasa, Independenţa şi Tătaru;
Caiali Demirel (vicepreşedinte): Filialele
Tulcea, Babadag, Mihail Kogălniceanu, Lumina,
Ovidiu, Năvodari, Castelu, Murfatlar, Valu lui
Traian şi Valea Seacă;
Gelal Nagi (vicepreşedinte): Filialele
Agigea, Eforie Nord şi Sud, Tuzla, 23 August,
Mangalia, 2Mai, Techirghiol, Topraisar, Amzacea;
Ibadula Birol (vicepreşedinte): Filialele
Constanţa, Cumpăna, Bucureşti şi Braşov;
Aidun Curt-Mola (secretar general) – va
coordona activităţile Comisiilor de specialitate ale
U.D.T.T.M.R..
României – 1Decembrie.
* Membrii U.D.T.T.M.R. care au dat în
judecată Uniunea Democrată a Tătarilor TurcoMusulmani din România sau care vor desfăşura
activităţi în parteneriat cu alte organizaţii fără
acordul Muftiatului Cultului Musulman din
România vor fi suspendaţi din calitatea de membru
şi din funcţiile deţinute în cadrul organizaţiei.
* Consiliul Înţelepţilor al U.D.T.T.M.R. va fi
alcătuit din următorii: Agiemin Baubec, Ali Osman
Bekmambet, Amet Techin, Memet Faruc, Omer
Erol, Tahsin Gemil, Mambet Unal, Iusuf Timuşin,
Şaganai Nusfet , Nuredin Tair, Mustafa Sevim,
Ibraim Orhan, Hagi Memet Chemaledin,
Nurmambet Cadrie, Memet Câinet, Genişa
Fichiret, Abduraman Nedret, Abduraman Şefcati,
Osman Aziz, Cherim Negeatin, Nuredin Ibram,
Nevzat Iusuf Sarigöl, Mamut Enver, Mamut
Nedret.
* Organizarea de către U.D.T.T.M.R. a unei
mese de iftar în data de 27 iulie 2012 la
Restaurantul “Nunta Zamfirei”.
* Participarea reprezentanţilor U.D.T.T.M.R.
la mesele de iftar date de diferite organizaţii şi
reprezentanţe diplomatice în România.
* Organizarea Festivalului Internaţional al
Portului, Dansului şi Cântecului Popular TurcoTătar- ediţia a XVIII-a, la Teatrul de Vară Soveja, în
zilele de 7-8 septembrie a.c..
(Comisia de Organizare a festivalului este
compusă din: Elvis Ismail – prim-vicepreşedinte
Filiala Constanţa, Erol Menadil – vicepreşedinte
Filiala Constanţa şi Dincer Geafer – preşedinte
Organizaţia de Tineret Ismail Gaspıralı a
U.D.T.T.M.R.)
* Înfiinţarea unui ansamblu folcloric la nivel
central al U.D.T.T.M.R., din care să facă parte cei
mai talentaţi tineri tătari.
* Facilitarea unor burse de studiu în
Kazahstan tinerilor de etnie tătară.
* Comisia de Învăţământ a U.D.T.T.M.R.va
monitoriza şi verifica procesul de predare a limbii
tătare în filialele U.D.T.T.M.R..
* Începând cu luna iulie a.c. juristul
U.D.T.T.M.R. este av. Elvis Ismail, iar
administratorul sediului central al U.D.T.T.M.R.
este Aidân Ablez.
Sursa: Şedinţa Consiliului Reprezentanţilor
U.D.T.T.M.R. din 13.07.2012
* Începând cu luna iulie a.c. reprezentaţii
U.D.T.T.M.R. în Şura Islam (Consiliul Sinodal)
vor fi următorii: Gelil Eserghep – preşedinte
U.D.T.T.M.R., Aledin Amet – deputat U.D.T.T.M.R.,
Samir Menan - primvicepreşedinte
U.D.T.T.M.R.,Nagi Gelal - vicepreşedinte
U.D.T.T.M.R..
* Bugetul U.D.T.T.M.R. alocat filialelor
U.D.T.T.M.R. va fi distribuit în funcţie de numărul
etnicilor tătari din localitate şi în funcţie de
performaţele filialei respective (obţinerea
unui/unor funcţii de consilieri locali şi importanţa
activităţilor desfăşurate în filială)
* Bugetul U.D.T.T.M.R. va fi direcţionat, în
special, pentru programe dedicate copiilor şi
tinerilor tătari.
* Achiziţionarea unui autocar şi a unui
microbuz, deoarece că 25% din bugetul
U.D.T.T.M.R. reprezentau cheltuieli pentru servicii
transport şi în acest fel realizându-se o economie
însemnată la bugetul organizaţiei noastre.
* La propunerea dlui. preşedinte Eserghep
Gelil, începând cu acest an, U.D.T.T.M.R. va
marca prin manifestări culturale atât Ziua Etniei
Tătare din România – 13 Decembrie, Ziua limbii
tătare în România – 5 Mai, cât şi Ziua Naţională a
14
-
2008 – prezent; 2002 – 2008; 1985-2002 - Locţiitor Şef Labor ator; responsabil
analize reţele; şef tură, R esponsabil Calitate Laborator / S.C .R AJA S.A.
C ON STAN ŢA
-
1981-1985 - Stagiar; chimist labor ator analize oţeluri / I.M.U.M.Medgidia
-
Mai 2012 - Certificat de absolvir e, TrainMic JRC European Commission
-
04 – 29 T emmuz 2011 - Sertifika no.YTK 1157 "Türkye Türkçesi", T ürkye Cumhuriyeti,
Gazi Üniveritesi, T ürkçe Ö ğrenim, Araştırma ve Uygulama Merkezi (T ÖMER)
5- 10 Mai 2011 - Certificat de absolvire - Principii şi aplicaţii în metrologia chimică,
Trasabilitatea şi măsurarea rezultatelor, Competenţa laboratoarelor de încercări şi
etalonări, Analiză statistică în chimia analitică, Incertitudinea şi măsurarea rezultatelor,
Comaparări interlaboratoare, Spectrometr ia molecular ă a apei. (TrainMic JRC
European Commission, Atestat de pregătire profesională)
-
-
2008 – 2010 - MASTER în Chimia şi managementul calităţii produselor de consum şi a
mediului - UNIVERSITAT EA "OVIDIUS " CONSTANŢA / F ACULT ATEA DE F IZ ICĂ,
CHIMIE ŞI T EHNOLOG IA PET RO LULUI
2009 (10.05 – 14.05.2009) – Acreditarea laboratoarelor, Detectarea chiropatică în
cromatografia de lichide - ABL&JASCO România
-
2008 (20-28.02.2008; 10-14.04.2008) - Sisteme integr ate de management calitatesiguranţa alimentului; Validarea metodelor / Asociaţia
de Acr editare din România RENAR
-
2006 (21-23.10.2006; 21-24.11.2006; 5-8.12.2006) - For mare auditori interni pentru
laboratoare de încercări şi etalonări / Asociaţia de Acreditare din România RENAR
-
2003 – 2008 - ING INER DIPLOMAT , specializarea prelucrarea petr olului, petrochimie
şi car bochimie / UNIVERSITAT EA "O VIDIUS " CONSTANŢA / F ACULTATEA DE
FIZICĂ, CHIMIE ŞI T EHNOLOG IA PET RO LULUI
-
1999 (20.09 - 20.10.1999) - Specialitatea Informatică, Centr ul de Pregătire în
Informatică Constanţa
-
1978 – 1981 - SUBINGINER – profil chimie – specializarea chimie organică /
INSTIT UTUL POLITEHNIC BUCUREŞTI / FACULT ATEA DE TEHNOLOGIE CHIMICĂ
1974 – 1978 - Diploma de bacalaureat / Liceul de Matematică–Fizică "N.Bălcescu"
Medgidia
-
1966 – 1973 – Diploma de scoala generala / Liceul teoretic "N.Bălcescu" Medgidia
15
16
17
18
19
CaŞ - Temmuz / İulie 2012
MAREA ÎNTÂLNIRE DIN BALCANI
Tătarii din Medgidia şi Techirghiol,
mesagerii României la Yalova
An de an, în luna iulie, oraşul turcesc de la
malul Mării Marmara, Yalova, devine un important
centru cultural atât pentru lumea turcică, dar şi
pentru spaţiul balcanic. De la maratonul cultural
devenit de acum tradiţional, nu a lipsit nici de
această dată România, ţara noastră fiind
reprezentată de localităţile Medgidia şi Techirghiol.
Pe 13 iulie, la Yalova a debutat „Marea
întâlnire din Balcani”, o manifestare de amploare,
organizată de Primăria oraşului Yalova.
Structurată pe mai multe etape, „Marea întâlnire
din Balcani” s-a încheiat pe 19 iulie şi a bifat, pe
lângă domeniile abordate în anii trecuţi, şi câteva
premiere.
Popoarele balcanice, reunite la malul
Mării Marmara
Toate manifestările s-au derulat în spiritul
promovării păcii şi prieteniei între popoarele
balcanice, cu prilejul împlinirii, anul acesta, a 100
de ani de la izbucnirea Războaielor Balcanice. Cu
acest scop, s-au reunit la malul Mării Marmara
artişti, mesageri ai diferitelor culturi, care au
participat la un festival de folclor de acum devenit
tradiţional în zonă – „Garoafa de aur”, fotografi
profesionişti din aceeaşi zonă generoasă a
Balcanilor, care au expus la Centrul Cultural din
Yalova, la final cele mai bune lucrări fiind şi
premiate de către organizatori, reprezentanţi ai
localităţilor înfrăţite cu Yalova care s-au reunit preţ
de câteva zile pentru a discuta despre
administraţie, dar şi despre promovarea unor
proiecte comune, în premieră, jurnalişti din Balcani
care au reflectat evenimentele desfăşurate la
Yalova au pus, totodată, bazele unui grup de lucru
care să acopere şi pe viitor spaţiul balcanic din
punct de vedere al comunicării mediatice.
Medgidia – Yalova, proiecte comune
Unul dintre oraşele înfrăţite cu Yalova este
Medgidia, oficializarea înfrăţirii dintre cele două
localităţi datând din anul 2001. De atunci, relaţiile
de colaborare dintre Medgidia şi Yalova s-au
strâns tot mai mult, în special în plan educaţional şi
cultural. Un rol deosebit de important l-a avut, încă
de la punerea bazelor acestei colaborări, filiala
Medgidia a Uniunii Democrate a Tătarilor Turco Musulmani din România. Astfel că, şi anul acesta,
o delegaţie de la Medgidia, formată din
reprezentanţi ai primăriei şi ai UDTTMR, a
participat alături de Ansamblul „Pandelaşul” la
toate manifestările organizate de administraţia
locală turcă.
Delegaţia din România din care au făcut
parte viceprimarul oraşului Medgidia, Luminiţa
Vlădescu, Daniel Gheorghe, purtător de cuvânt al
Primăriei Medgidia, preşedintele UDTTMR
Medgidia, Aydîn Murat, dar şi Dogan Sali, membru
în comitetul filialei, a avut o serie de întâlniri
oficiale, cea mai importantă fiind aceea cu primarul
Yalovei, Yakup Bilgin Koçal, în cadrul căreia s-a
pus accent pe identificarea şi promovarea unor
proiecte comune în viitor.
„CANSU”, pe scena Festivalului Lumii
Turcice
Tot la Yalova şi în aceeaşi perioadă a avut
20
CaŞ - Temmuz / İulie 2012
domeniul promovării culturii turcice.
Alături de ansamblul din România, la
festivalul organizat de YAFEM au mai participat
artişti, scriitori şi ziarişti din Crimeea, Sangeacul
Sârb, Azerbaidjan, Grecia, Daghestan, Cipru de
Nord, Bulgaria, din regiunea Caucaz şi,
bineînţeles, din ţara gazdă, Turcia.
Adina BOCAI
loc şi Festivalul lumii turcice, ajuns, anul acesta, la
a XV-a ediţie. Reprezentanţii din România nu au
lipsit nici de aici, Ansamblul „CANSU” al filialei
UDTTMR Techirghiol fiind, de această dată,
mesagerul tătarilor din România, dar şi al
multiculturalităţii dobrogene. Organizată de
YAFEM, manifestarea de la Yalova a devenit
celebră în spaţiul turcic graţie scopului său de a
promova valorile culturale ale tuturor popoarelor
care au rădăcini turcice. Astfel că, an de an,
manifestarea se derulează pe mai multe
coordonate, printre acestea numărându-se
promovarea folclorului, prin intermediul a
numeroase spectacole susţiute în zona Yalovei,
prin întâlniri ale ziariştilor din spaţiul turcic, ale
poeţilor, pictorilor, folcloriştilor din aceleaşi ţinuturi.
Alături de reprezentarea artistică, asigurată de
membrii Ansamblului „CANSU”, coordonaţi de
Borali Birsen, Techirghiolul a mai avut un
reprezentant, de această dată la întâlnirea poeţilor.
Este vorba despre scriitoarea Ghiuner Acmola.
Reprezentanţii UDTTMR nu au venit cu mână
goală de la Yalova... Organizatorii le-au înmânat
diplome pentru recunoaşterea activităţii lor în
8. BALKAN YAĞLI GÜREŞ ŞAMPIYONASI
1 Temmuz 2012 tarihinde Osmangazi
Belediyesi ile Batı Trakya Türleri Dayanışma
Derneği tarafından düzenlenen 14. Batı
Trakyalılar Panayırı ve 8. Balkan Yağlı Güreş
Şampıyonası yoğun ilgi gördü. Gündoğdu
Köyü'nde düzenlenen Balkan Panayırı ve yağlı
güreşler renkli görüntülere sahne oldu.
Şampiyonaya Yunanistan, Bulgaristan,
Makedonya, Romanya ve Kosova'dan olmak
üzere toplam 235 sporcu katıldı. Şampiyonada
38 bin TL veren Erdoğan Çavuş ağa oldu. 11
farklı kategoride yapılan şampiyonada
sporcular, er meydanına çıkarak birinci gelmek
için kıyasıya yarıştı.
Romanya'dan RMTTDB Kara Murat
Şubesi'nin başkanı Zulkefil Caiali, Gençlik ve
Spor Komisyon'un başkanı Aydın Ablez,
Romanya Kuşak Güreşi Pelivan'i Deniz Celil,
Deniz Curti ve Yuksel Celil katıldılar.
5. KIRIM TATAR MİLLİ KURULTAYI 4. TOPLANTISI
21-22 Temmuz tarihleri arasında 5. Kırım
Tatar Milli Kurultayı 4. Toplantısının düzenlendi.
Kurultayda, Kırım Tatarlarının 28 Ekimde
yapılacak Ukrayna Parlamentosu seçimlerinde
sergileyeceği net tutumun belirlenmesi amacıyla
Kırım Tatar Milli Meclisi'nin Ukrayna sağcı
demokrat güçleri ile müzakerelere devam etmesi,
Kırım tatar Milli marşı olan Noman Çelebicihan'ın
“Ant Etkenmen” eserine değişiklik yapılmaması ve
6. Dönem Kırım Tatar Milli Kurultay seçimlerin sivil
toplum ve siyasi teşkilatları tarafından seçilecek
kişilerin belirleneceği bölgelerde karışık
sisteme göre yapılacağı konusunda kararlar alındı.
Toplantıda, 6. Dönem Kırım Tatar Milli
Kurultayı seçimlerinden sorumlu Merkez seçim
komisyonu kuruldu. Komisyona 27 kişi girdi.
Komisyon başkanı Remzi Ablayev oldu.
Romanya Müslüman Tatar Türkleri
Demokrat Birliğin Birinci Başkan Yardımcısı Samir
Mennan ile Başkan Yardımcısı Demirel Kayali 5.
Kırım Tatar Milli Kurultayı 4. Toplantısına katıldılar.
www.qha.ua
21
CaŞ - Temmuz / İulie 2012
13-NCI “ALİ ERDURAHAN” TATAR KÜREŞLERI TURNUVASI
8 Temmuz Pazar küni Romanya
Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birligi'niñ
Karamurat Subesi ve Mihail Kogălniceanu
Belediyesi tarafından tertiplengen “13-nci Ali
Erdurahan Tatar Küreşleri Turnuvasın”a köp
sayıda cemaat katıldı. RMTTBD'niñ başkanı Gelil
Eserghep bey, Milletvekili Aledin Amet bey, 2012
Milletvekili adayımız Varol Amet bey, şube
başkanları ve üyeler, Mihail Kogălniceanu
Belediye başkanı Ancuta Daniela Belu hanım, T.C.
Köstenci Muavin Konsolosı Gürcan Özcan bey,
Mihail Kogălniceanu Amerikan asker birimin
temsilcileri bo faaliyette tabıldılar. Konakbaylıknı
RMTTDB Karamurat Şubes'niñ Zulkefil Kayali
yasadı.
Turnuvada başarılı bolgan küreşciler:
15-18 yaş kategoryasında:
Birinci: Ali Elvis – Cobadin
Ekinci: Olteanu Serghiu – Osmancea
OPEN kategoryasında:
Birinci: Gelil Denis – Asanşı (Valu lui Traian)
Ekinci:Apas Elvis- Mecidiye (Medgidia)
Old boys (Eski pelwanlar) kategoryasında:
Birinci: Stere Cornel- Karamurat (Mihail
Kogălniceanu)
Ekinci: Gelil Selami – Asanşı (Valu lui Traian)
18-22 yaş kategoryasında:
Birinci: Isleam Serhan – Asanşı (Valu lui Traian)
Ekinci: Curti Denis – Asanşı (Valu lui Traian)
22
CaŞ - Temmuz / İulie 2012
INTERVIUL LUNII
Prof.Univ.Dr. IUSUF TIMURLENC
Dacă în numerele trecute ale revistei
popularizarea palmaresului unor figuri reprezentative
pentru etnia noastră era facută din considerente
generale, de această dată motivele sunt personale. În
urmă cu aproximativ 2 decenii, bunicul meu era
diagnosticat cu o tumoare malignă, însă ne bucurăm de
el şi astăzi graţie Prof.Univ.Dr. Iusuf Timurlenc .
Operaţia a fost un real succes alături de alte sute de
astfel de reuşite pentru coetnicul nostru.
Bună ziua domnule doctor. Pentru început
vreau să familiarizez cititorii noştri cu ascensiunea
fulminanţă pe care aţi avut-o în tinereţe. Născut în
Nuntaşi, şef de promoţie la liceul Mihail Kogălniceanu,
nota 10 la examenul de diploma la Facultatea de
Medicină Generala Bucureşti , o evoluţe încununată de
succese; care a fost motivaţia şi de unde aţi găsit
resursele necesare pentru atâta strădanie?
IT: De când am început să vorbesc m-am
întrebat ce trebuie să mă fac. Cunoscusem doar 3
meserii: croitor ca tătal meu, cioban ca cel ce ne ducea
oile la păscut şi doctor. Am judecat după aspectul
financiar, aşadar încă de la 3 ani am stabilit ca voi
deveni doctor chiar dacă influenţele rurale mă
încurajau să devin cioban. De-a lungul anilor, în
Nuntaşi şi Mihail Kogălniceanu, rudele şi apropiaţii mă
numeau ,,doctore”, iar eu nu m-am schimbat din ideal
nici un moment. Aşa m-am pregătit pentru a deveni
medic, am promis şi m-am fâcut! Aşa a fost să fiu un tip
hotărât. După trecerea timpului, aspectul financiar nu a
mai contat cât promisiunea faţă de părinţi şi dorinţa de a
diversifica puţin meseriile alese de ceilalţi membri ai
familiei.
transplant? Au fost personalităţi care v-au marcat anii
de studiu şi practică de-a lungul carierei ?
IT: Specialitatea de bază fiind chirurgia
generală am fost nevoit să ţin pasul cu evoluţia şi cu
necesităţile medicinei constănţene şi datorită
posibilităţilor de specializare pe care le-am avut în
Franţa, am îmbrăţişat şi specializările în Chirurgie
Oncologică colo-rectală, Chirurgie Laparoscopică şi de
transplant. În cariera mea, au fost mai multe
personalităţi care şi-au pus amprenta asupra activităţii
şi exeperienţei mele cum ar fi profesorii Angelescu
Nicolae, Vasile Sirbu, Jean Claude Sarles şi Bernard
Sastre, cărora le mulţumesc în gândurile mele cât şi
public!
Întrucât îmbinaţi organizarea de sedinţe,
congrese, sesiuni de comunicări ştiinţifice cu munca
din spital şi clinici private, ne întrebăm cum reusiţi,
deoarece toate acţiunile dumneavoastră presupun
responsabilitate şi profesionalism. Tinerii se plâng
adesea de rapiditatea trecerii timpului, însă strategia cu
care vă desfăşuraţi întreaga activitate, vă recomandă
să ne sfătuiţi către ce anume să ne îndreptăm interesul.
IT: Activitatea mea este complexă, atât din
punct de vedere professional, cât şi social, la care am
făcut până la această dată faţă în primul rând datorită
educaţiei din familie, a întelegerii din familie şi
organizării şi rigurozităţii de tip Germanic pe care mi-au
atribuit-o colegii. Pentru aceste motive nu pot să zic că
mi-a fost dificil să mă împart între activităţile de
specialitate, universitară, mediul privat, dar în acelaşi
timp să-mi fac datoriile de tată, soţ şi să nu neglijez nici
viaţa socială, chiar dacă la acest capitol cred că mai am
unele restanţe. Observ mult la tineretul de astăzi, la
studenţi în primii ani de facultate că sunt încă nehotărâţi
şi unii dintre ei sunt la Facultate fără a avea o
convingere în acest sens. Viaţa trepidantă şi multiplele
posibilităţi de divertisment, le distrag acestor tineri
atenţia de la realitatea de zi cu zi şi de la cea care îi
aşteaptă. Vina nu este numai a lor, este o vină împărţită
între familie, societate, şcoală şi mass media, dar
dincolo de aceste influenţe nefaste ale mediului
înconjurător asupra acestor tineri, este şi vina lor ca nu
încearcă să privească lucrurile mai în serios şi să
confrunte adevărul în faţă, să nu se mulţumească cu
,,minciuna poleită”, cu ,,furatul căciulii” şi să privească
spre adevăr ! Adevărul este o dimensiune perenă care
întotdeauna iese la suprafaţă! Să lase superficialitatea
şi se pot ghida după învăţămintele bătrânului meu tată
Din 1990 sunteţi asociat la Catedra de
Anatomie a Facultăţii de Medicină Generală din
Constanţa şi din 2005 profesor universitar, aşadar,
puteţi să ne spuneţi care a fost evoluţia învăţământului
universitar după revoluţie?
IT: Şcoala primară, generală şi liceul le-am
absolvit la liceul Mihail Kogălniceanu, de unde ca şi
ceilalţi fraţi ai mei, au plecat şi s-au realizat cu studii
superioare, mulţi colegi, dând acestui liceu de ,,ţară” o
valoare deosebită; liceu pe care îl dau exemplu şi fetei
mele, care este elevă la Liceul Ovidius Constanţa. Cu
părere de rău pot să afirm, cadru universitar fiind, că
gradul de cultură generală al absolvenţilor de liceu din
ziua de astăzi şi a studenţilor mei este net inferior
nivelului generaţiei mele, chiar dacă, şi în acel
învăţământ al nostrum, cu multe neajunsuri, precarităţi
şi mult balast, totuşi valorile generale adevărate au fost
respectate. Afirm că o necesitate veche a Dobrogei a
devenit realitate odată cu Revoluţia şi astfel prin
străduinţa unor oameni cu gânduri bune şi constructive
s-a înfăptuit Facultatea de Medicină din Constanţa. Eu
fiind atunci tânăr medic secundar în specialitatea
chirurgie, am îmbrăţişat ideea şi m-am implicat în mod
voluntar în crearea acestei facultăţi aducându-mi
aportul acolo unde a fost nevoie, mai întâi la Anatomie,
iar în 1991 Catedra de Chirurgie, unde am cunoscut
evoluţia firească pe linie profesională atât ca şi chirurg
cât şi drept cadru universitar devenind profesor în anul
2005, Şef de Catedră, Şef de Departament (disciplina
Chirurgie)
Cum s-a produs integrarea în Societăţile
Române de Chirurgie Oncologică, Laparoscopică şi de
23
CaŞ - Temmuz / İulie 2012
care ne-a educat după lozinca : ,,munca este ultima
şmecherie”, dincolo de muncă orice activitate este
sortită eşecului, sau este falsă.
Am călăuzit şi condus peste 25 de teze de
licenţă la studenţi apartinand etniei noastre şi am
instruit 5 rezidenţi, disciplina Chirurgie, sub directă
îndrumare, şi pe care i-am ajutat să se promoveze în
lumea medicală.
Sunteţi o mândrie pentru societatea
constănţeană şi mai ales pentru comunitatea turcotătară. Aţi participat la cursuri de specialitate ţn
străinătate şi suntem curioşi cum sunt văzuţi turcotătarii peste hotare.
IT: E greu de cuantificat viziunea altora despre
etnia noastră, dar realizările unora dintre noi sunt
semne că existăm, nu numai în Dobrogea ci şi în lume.
Amintesc aici numai câteva personalităţi pe care le
cunosc şi au mare succes peste hotare : prof. Serpedin
de la Texas University, Ghionul Ibram – Novartis –USA
şi de ce nu, pe nepoata mea, Aylin Iusuf- rezident în
Cardiologie la Paris.
Încerc să promovez apropierea tinerilor
comunităţii noastre, aşadar vă rog să ne prezentaţi
membrii familiei dumneavoastră şi să ne sfătuiţi ce
credeţi că trebuie să facem noi, turco-tătarii, să
convieţuim mai bine între noi şi alături de celelalte
naţionalităţi.
IT: Membrii familiei: părinţii mei, mulţumită lui
Allah, sunt în viaţă, locuiesc împreuna cu mine: tata –
Ali Acai Mamut de 92 ani şi mama - Ali Ulbie (Munire) de
88 ani, soţia - (Anefi) Beinaz Iusuf şi singura fată – Aida
Iusuf ( clasa a X-a la Liceul Ovidius Constanţa)
câstigătoare anul acesta a fazei judeţene la olimpiada
de limbă Turcă; fraţii : Iusuf Timursin şi Iusuf Aiten, foşti
ingineri şi economişti, în prezent pensionari.
Convieţuirea cu celelalte nationalităţi, nu cred că mai
este o problemă de actualitate pentru noi în Dobrogea,
unde această problemă este de mult rezolvată, chiar
dacă există rareori câte o ,,minte bolnavă” care mai
vede în caracterul inter-etnic o posibilitatea de zăzanie.
Vă mulţumesc pentru timpul acordat şi vă urez
succes în continuare pe toate planurile. Reuşitele
dumneavoastră alături de ale altor figuri emblematice
ale etniei, cresc stima şi respectul cu care suntem priviţi
pe plan local şi nu numai.
Interviu relizat de Ateş CASIMCEALI
“UNITATE ÎN DIVERSITATE” - EDIŢIA A XI-A
În perioada 15-19 iulie 2012, Filiala
Constanţa a Uniunii Democrate a Tătarilor TurcoMusulmani din România a organizat seminarul
“Unitate în diversitate” - ediţia a XI-a. La seminar
au participat membrii Organizaţiei de Tineret
“Ismail Gaspıralı” Filiala Constanţa dar şi tineri
tătari din alte filiale.
În cadrul seminarului Aidun Curt-Mola
(subprefect al judeţului Constanţa şi secretar
general al U.D.T.T.M.R.) a prezentat temele:
1. Management organizaţie cu
componenetele - de timp, de resurse umane,
resurse materiale şi financiar.
2. Comunicare şi team building =
consolidare echipa
Dna. Prof. Narciz Amza (formator la Casa
Corpului Didacatic Constanţa) a prezentat temele:
1. O viziune tinerească asupra banilor elemente introductive în managementul financiar
al proiectelor
2. Numele pe care îl purtăm, locul în care
trăim, educaţia pe care am primit-o şi limba pe care
o vorbim
3. Construcţia şi consolidarea echipei Organizaţia de Tineret a UDTTMR.
Prof. univ. Dr. Nuredin Ibram (profesor la
Universitatea Ovidius Constanţa şi şef al Comisiei
de Cultură, Culte şi Tradiţii a Filialei Constanţa a
U.D.T.T.M.R.) a susţinut temele:
1. Tătarii – prezenţă şi istoric în România
2. Tipuri de tradiţii şi obiceiuri laice şi
religioase la tătarii dobrogeni
3. Tradiţii şi obiceiuri legate de Remezan
Bayram
Dl. İmam Arslan Ozghiun (şeful Comisiei de
Cultură, Culte şi Tradiţii a U.D.T.T.M.R.) a
prezentat tema: “Luna Ramazan”.
Prof. Neriman Ibraim (Director Adj. Radio T
şi Redactor-Şef al suplimentului Kadınlar Dünyasi)
a vorbit despre:
1. Pagini din literatura tătară crimeeană.
2. Viaţa şi activitatea lui Bekir Sıtkı
Çobanzade.
Titlurile celor trei conferinţe susţinute de
Prof. univ. dr. Stoica Lascu (profesor la Facultatea
de Istorie şi Ştiinţe Politice – Universitatea
“Ovidius” Constanţa) au fost:
1. Tătarii dobrogeni - în percepţia călătorilor
(sec. XVI-XIX)
2. Intelectualii dobrogeni de origine tătară între cultivarea tradiţiilor şi modernizare culturală
3. Preocupări ale istoriografiei române de
azi despre istoria tătarilor dobrogeni.
Redactor-Şef Karadeñiz Erol Menadil
24
SPORT ŞI SĂNĂTATE, PENTRU FIECARE
EDIŢIA I
Pe data de 15 iulie 2012, Sala de Fitness
Mega Gym din Constanţa a fost gazda primului
eveniment de acest gen organizat de membrii
Comisiei de sport a Organizaţiei de Tineret
“İSMAİL GASPIRALI”. “Sport şi sănătate, pentru
fiecare” este un proiect care va deveni cu siguranţă
o tradiţie, pentru că strânge laolaltă tătari de
ambele sexe, de vârste între 14 până la 50-60 de
ani. Spaţiul desfăşurării acţiunii noastre a fost unul
plăcut, ferit de canicula de afară, împărţit pe etaje
în funcţie de tipul exerciţiilor şi aparatelor alese.
Ajutaţi şi încurajaţi de instructorii prezenţi în
sală, mai bine de 50 de persoane aparţinând etniei
noastre au participat activ, demonstrându-şi firea
sportivă alergând pe bandă sau lucrând la aparate
pentru dezvoltarea musculaturii trunchiului şi
terminând şedinţa gratuită cu o scurtă perioadă de
relaxare în saună.
Atât membrii ansamblurilor de dans cât şi
sportivi de performanţă au fost prezenţi la această
acţiune, promiţând că vor reveni cu plăcere la
astfel de evenimente, întrucât îi ajută în activităţile
pe care le depun şi este un mediu plăcut de a
cunoaşte alte persoane aparţinând etniei tătare.
Pierre de Coubertin, părintele Jocurilor
Olimpice moderne, a militat pentru transferarea în
viaţa cotidiană a valorilor umane care rezultau din
practicarea sportului, susţinând concepţia
“educaţia fizică trebuie să incite elevii să fie
sportivi, dincolo chiar de şcolaritate”. O.T.I.G. va
continua să încurajeze tinerii să se cunoască pe
sine şi pe cei din jur, lansând competiţii şi
consolidând fair-play-ul.
Ateş CASIMCEALI
“ISMAİL GASPIRALI” Caşlar Teşkilatı
“ISMAİL GASPIRALI” Gençlik Teskilatı
Organizatia de Tineret “İSMAİL GASPIRALI”
“İSMAİL GASPIRALI” Youth Organization
ORAZA AYINIZ KAYIRLI BOLSIN!
RAMAZAN AYINIZ HAYIRLI OLSUN!
RAMADAN FERICIT!
HAPPY RAMADAN!
www.facebook.com/ismailgaspiraliromania
Publicaţie editată de Uniunea Democrată a Tătarilor Turco-Musulmani din România cu sprijinul Departamentului pentru
Relaţii Interetnice din cadrul Guvernului României.
Responsabilitatea conţinutului materialelor publicate, aparţine în exclusivitate autorului. Manuscrisele de la redacţie nu se vor restitui autorilor.
Redactor - şef KARADENIZ: Erol MENADIL
Redactor - şef KADINLAR DUNYASI: Neriman IBRAIM / Redactor - şef CAŞ: Dincer GEAFER
Redactori: Genan BOLAT, Ghiulşen ISMAIL / Tehnoredactare computerizată: Dincer GEAFER, Adina BOCAI
Adresa: Str. B.P. Haşdeu, nr. 53, Constanţa
Telefon: 0040.241.61.66.43 / 0040.241.520.186
Fax: 0040.52.13.17 - email: [email protected]
Tipar executat la: S.C. BOLTIBROM S.R.L. - Constanţa, Telefon: 0241.63.45.47; www.boltibrom.ro
ROMANYA MÜSLÜMAN TATAR
TÜRKLERI DEMOKRAT BIRLIGI
CONSTANŢA, Str. B. P. Haşdeu, nr. 53; tel: 0040.241.61.66.43;
tel: 0040.241.520.186 ; tel: 0040.341.415.886; fax: 0040.241.52.13.17
ROMANYA MÜSLÜMANLARI MÜFTÜLÜĞÜ
CONSTANŢA, Str. Bogdan Vodă, nr. 75; tel: 0040.241.611.390
2012 YILI RAMAZAN İMSAKİYESİ
KÖSTENCE (CONSTANŢA)
Tarih
20 Temmuz 2012 Cuma
21 Temmuz 2012 Cumartesi
22 Temmuz 2012 Pazar
23 Temmuz 2012 Pazartesi
24 Temmuz 2012 Salı
25 Temmuz 2012 Çarşamba
26 Temmuz 2012 Perşembe
27 Temmuz 2012 Cuma
28 Temmuz 2012 Cumartesi
29 Temmuz 2012 Pazar
30 Temmuz 2012 Pazartesi
31 Temmuz 2012 Salı
01 Ağustos 2012 Çarşamba
02 Ağustos 2012 Perşembe
03 Ağustos 2012 Cuma
04 Ağustos 2012 Cumartesi
05 Ağustos 2012 Pazar
06 Ağustos 2012 Pazartesi
07 Ağustos 2012 Salı
08 Ağustos 2012 Çarşamba
09 Ağustos 2012 Perşembe
10 Ağustos 2012 Cuma
11 Ağustos 2012 Cumartesi
12 Ağustos 2012 Pazar
13 Ağustos 2012 Pazartesi
14 Ağustos 2012 Salı
İmsak Güneş
Öğle
İkindi Akşam
Yatsı
Hicri
03:24
03:26
03:28
03:29
03:31
03:33
03:35
03:37
03:39
03:40
03:42
03:44
03:46
03:48
03:50
03:52
03:53
03:55
03:57
03:59
04:01
04:03
04:04
04:06
04:08
04:10
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:19
13:18
13:18
13:18
13:18
13:18
13:18
13:18
13:17
13:17
17:20
17:20
17:19
17:19
17:19
17:19
17:18
17:18
17:17
17:17
17:17
17:16
17:16
17:15
17:15
17:14
17:14
17:13
17:13
17:12
17:11
17:11
17:10
17:09
17:09
17:08
20:50
20:49
20:48
20:47
20:46
20:45
20:44
20:43
20:42
20:41
20:40
20:38
20:37
20:36
20:35
20:33
20:32
20:31
20:29
20:28
20:27
20:25
20:24
20:22
20:21
20:19
22:47
22:45
22:43
22:42
22:40
22:38
22:37
22:35
22:33
22:31
22:30
22:28
22:26
22:24
22:22
22:20
22:18
22:16
22:14
22:12
22:10
22:08
22:06
22:04
22:02
22:00
1 Ramazan
2 Ramazan
3 Ramazan
4 Ramazan
5 Ramazan
6 Ramazan
7 Ramazan
8 Ramazan
9 Ramazan
10 Ramazan
11 Ramazan
12 Ramazan
13 Ramazan
14 Ramazan
15 Ramazan
16 Ramazan
17 Ramazan
18 Ramazan
19 Ramazan
20 Ramazan
21 Ramazan
22 Ramazan
23 Ramazan
24 Ramazan
25 Ramazan
26 Ramazan
20:18
20:16
20:15
20:13
21:58
21:56
21:53
21:51
27 Ramazan
28 Ramazan
29 Ramazan
30 Ramazan
05:36
05:37
05:38
05:39
05:40
05:41
05:42
05:43
05:44
05:45
05:46
05:47
05:48
05:49
05:50
05:52
05:53
05:54
05:55
05:56
05:57
05:58
05:59
06:01
06:02
06:03
KADİR
15 Ağustos 2012 Çarşamba
16 Ağustos 2012 Perşembe
17 Ağustos 2012 Cuma
18 Ağustos 2012 Cumartesi
04:12
04:13
04:15
04:17
06:04
06:05
06:06
06:07
G EC ESİ
13:17
13:17
13:17
13:16
17:07
17:07
17:06
17:05
Ramazan Bayramı 19 Ağustos 2012 Pazar günüdür.
Bayram namazı saat 06:57’de kılınacaktır.
FITIR SADAKASI EN AZ 15 RON OLARAK VERİLECEKTİR

Benzer belgeler

indir - Uniunea Democrata a Turco

indir - Uniunea Democrata a Turco faziletini, insan hakları, düzenli ve tutumlu yaşama, sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın önemini, milli bütünlüğün pekiştirilmesini, Müslüman'ın samimi, duygulu, toplumun içinde bulunduğu manevi ha...

Detaylı