devlet başkanı sorumsuzluğunun hükûmet sistemine yansımaları ve

Transkript

devlet başkanı sorumsuzluğunun hükûmet sistemine yansımaları ve
DEVLET BAŞKANI SORUMSUZLUĞUNUN
HÜKÛMET SİSTEMİNE YANSIMALARI VE
TÜRKİYE UYGULAMASI
Bülent Yücel
Özet
Modern devlet olgusu siyasi tarihte iktidarın meşruluk kaynağında yaşanan değişimin bir sonucudur. Bu süreçte meşruluğun tanrıdan geldiği inancı yerini, iktidarın haklılığının insan aklına dayandığı
kabulüne bırakmıştır. Bir tür siyasi neden – sonuç ilişkisinin kurulduğu bu süreçten hükümet sistemlerinin belirleyici aktörü olan “devlet başkanlığı” makamı da önemli derecede etkilenmiştir. Anayasacılık
akımının da etkisiyle geleneksel yönetim anlayışının kutsal ve sorumsuz monarkları yerlerini ya hukuki
ve siyasi konumları oldukça zayıflatılmış haleflerine ya da mutlak sorumsuzluğa sahip olmayan cumhurbaşkanlarına bırakmışlardır. Benzer bir gelişme Türkiye’de de yaşanmış ve yeni siyasi dönemde devlet başkanlığı makamı törensel bir makam olarak kurgulanmıştır. Ancak bu eğilim 1982 Anayasasıyla
Cumhurbaşkanına çeşitli icrai yetkiler tanınarak tersine çevrilmeye başlanmıştır. Özellikle siyaseten sorumsuzluk durumu ile bu anayasal yetkiler demeti birlikte düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı sistemin
belirleyici aktörlerinden biri haline getirilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Egemenlik, Cumhurbaşkanı, sorumluluk, impeachment, vatana ihanet
Abstract
The rise of modern state is the result of the normative shift on the source of the legitimacy of political power. This development created a truism that sees the legitimacy of political power on the human
mind, rather than the God. In such a process where a new rapport of cause-and-consequence emerges,
the “head of state”-the decisive element of the governmental system has faced important changes. With
the effect of movements of constitutionalism, the traditional sacred and non-liable monarchs gave their
way to the heads of the state who have absolute non-liability with, politically, a more attenuated status.
Turkey has witnessed similar course of events the modern Turkey set the position of the head of state as
a ceremonial one. Yet with the advent of the 1982 Constitution, this tendency took a reverse course, by
conferring the President important executive powers. Taken with this bunch of important constitutional powers with the political non-liability, the President has become the decisive element of the system.
Keywords: Sovereignty, President, responsibility, impeachment, high treason.
1. GİRİŞ
Modern devletin1 tarihi serüveninde siyasi iktidarın kullanımı ve örgütlenişi değişim geçirmiş ve
devletin işlevleri ayrışmıştır. Bu süreç içinde monarşik yönetimler büyük bir dönüşüm geçirmiş ve
oluşturulan anayasal düzenler içinde yürütme organı yeniden kurgulanmıştır. Erkler ayrılığı ilkesine
dayanan demokratik sistemlerin hükümet modellerinin biçimlenişi bağlamında da devlet başkanlığı
1
Kapitalizm, modern bilim ve felsefe ile Protestanlık inancının 17. yy. itibarıyla bir karması olarak şekillenen modern devlet, kutsala dayanmayan ve bütünüyle aklî bir düzenin planladığı bir siyasi örgütlenme biçimidir. Devletin
bu yenilenmiş görünümü, merkezi bir bürokrasinin kurumsallaştırıldığı ve ülke sınırları belli şiddet tekeline sahip
egemen bir yapıyı öngördüğü gibi yasal ve ussal bir meşruiyete dayalı olarak geleneksel devletin tebaasına yurttaş
kimliği kazandırmakta ve onu ulus kavramıyla bütünleştirerek tartışılmaz bir hâle sokmaktadır. Böylece, siyasi
iktidarın öznesinde yaşanan değişim sonucunda ilahî gücün yerini uluslaşmış insan topluluğu almış ve kutsal metinler
de yerini hukuka bırakarak devletin “modern” dönüşümü tamamlanmıştır (Abdurrahman Saygılı, “Modern Devlet’in
Çıplak Sureti,” AÜHFD Cilt 59 Sayı 1: 61 – 97, (2010), s. 5, 78, 83, 86, 88 – 94).
123
124
Anadolu Üniversitesi
makamının sistem içi bir aktör olarak kalmaya ve belirleyici rol oynamaya devam etmektedir. Bu
denli etkin bir siyasi konuma sahip olan devlet başkanının “göreve gelişi” ve “anayasal yetkileri” kadar önem arz eden bir diğer konuyu da “sorumluluk / sorumsuzluk durumu” oluşturmaktadır.
Devlet başkanının sorumluluk durumunun çeşitli yönleri bulunmasına karşın yargısal uygulama
ile öğretide üzerinde en çok tartışma yapılan sorumluluk hâli cezaî boyuta ilişkin olanıdır. Devlet
başkanlığı makamından ayrılmayı gerektiren bir sonuca yol açtığı için siyasi sistemde ciddi bir dalgalanmaya yol açan cezaî sorumluluk, aynı zamanda yasama – yürütme ilişkisindeki dengele – denetle
mekanizmalarından da birini oluşturmaktadır.
Devlet başkanının sistem içi konumlanışının merkeze alındığı bu çalışmanın ilk kısmında kavramsal olarak “sorumluluk” olgusu ele alınacaktır. İmparatorluk ve Cumhuriyet dönemi boyunca
tarihî olarak devlet başkanının sorumluluk statüsünün ele alınacağı ikinci kısımda, 1876, 1921, 1924
ve 1961 Anayasalarının konuya ilişkin olarak öngördüğü hukukî düzen incelenecektir. Çalışmanın
son kısmında ise 1982 anayasal düzeninde sorumluluk durumu ve bunun hükûmet sistemine etkisi
tartışılacaktır.
2. BİR SİYASÎ VE HUKUKÎ GİRDİ OLARAK SORUMSUZLUK KAVRAMI
Bir kişinin yaptığı iş, işlem ya da eylemler dolayısıyla hukuk sistemi karşısındaki yükümlülü(ğünü)
klerini ifade eden sorumluluk kavramının2 anayasa hukuku bağlamındaki kapsamı, içerik ve özne
bakımından çeşitlilik göstermektedir. Yaygın olarak “devlet başkanı” ve yasama organı üyeleri için
söz konusu olan sorumluluk olgusunun, “siyasî”, “hukukî” ve “cezaî” boyutları bulunmaktadır.
Kişilerin özel hukuk kapsamındaki sorumluluğunu ifade eden “hukukî sorumluluk” durumu
bağlamında devlet başkanının konumu, mevcut yönetim tarzına göre değişiklik göstermektedir. Monarklar için hukukî boyutu da bünyesinde barındıran mutlak anlamda bir sorumsuzluk söz konusun
iken; cumhurbaşkanlarının hukukî sorumluluğu ise görevinden kaynaklanan eylem ve işlemleri ile
görev sahası dışındaki işlem ve eylemlerine ilişkin olmak üzere iki açıdan ele alınmaktadır. Buna göre
görevini gerçekleştirirken oluşan durumlar için hukukî sorumluluk öngörülmezken; üçüncü kişilerle girdiği görev dışı ilişkilerden kaynaklanan durumlarda her yurttaş gibi “tazminat”, “aynen ifa” vb.
yaptırımları içeren bir hukukî sorumluluğa sahip olduğu kabul edilmektedir.3
Siyasî iktidarın hukuk yoluyla sınırlandırılması anlamına gelen “anayasacılık akımı”4, zaman
içinde mutlak monarşilerin anayasalı bir hâle dönüşmesine ya da bütünüyle yıkılarak cumhuriyetle2
3
4
Özel hukukta bir borç ilişkisinin aynı zamanda zorunlu unsuru ve bir bakıma da sonucu anlamında kullanılan sorumluluk kavramı, borçlunun üstüne düşen edimi yerine getirmemesi dolayısıyla karşılaştığı hukuki zorlama durumunu
ifade etmektedir. Borçlunun alacaklıya karşı malvarlığıyla yükümlü olması anlamındaki teknik anlamdaki “…ile sorumluluk” kavramının, belli bir zararın giderilmesi ya da kefalet türü “…den sorumluluk”tan anlam bakımından farkı
bulunmaktadır. Bu anlamda sorumluluk, bir kişinin hukuk düzeni içinde öngörülen kurallar çerçevesinde kendisinden yerine getirilmesi beklenen bir ödeve yahut hukukî ilişkiden doğan yükümlülüğe aykırı davranışına bağlanan sonucu ifade etmektedir (Fikret Eren, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Hazırlanmış Borçlar Hukuku Genel
Hükümler. 16. Baskı. (Ankara: Yetkin Yayınları, 2014), s. 83 – 84, 490).
Salih Önder, Türk Parlamenter Sisteminde Cumhurbaşkanının Rolü. (Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları, 2007), s.
121 – 122.
Esas olarak siyasî iktidarın sınırlandırılması ve kötüye kullanılmasına izin verilmemesi için düşünülen birtakım
güvence mekanizmalarıyla ilgilenen anayasacılık akımı, devleti oluşturan toplumsal güçler arasında, işleyen bir denge
ve denetleme sisteminin kurulması tezine dayalı olarak anayasal demokrasinin yapılandırılmasını yol açmıştır. Siyasî iktidarın siyasî sorumluluk ile uzlaştırılması temelinde “çok unsurlu devlet” ya da “çok unsurlu anayasa” olarak
nitelendirilen bu sınırlamalar ve dengeler sisteminin 18. yy.’da yapılan kuramsal açıklaması “erkler ayrılığı prensibi”
olarak özetlenmiştir. Özellikle liberalizm, akılcılık ve bireycilik düşünce akımlarından etkilenen erkler ayrılığı ilkesi, anayasacılığın ayrılmaz/vazgeçilmez bir parçası olarak devlet faaliyetleri üzerinde etkili bir sınırlama sisteminin
kurulabilmesine olanak sağlamıştır (Gisbert H. Flanz, XIX Asır Avrupasında Anayasa Hareketleri, Anayasacılık
Hareketlerinin Mukayeseli Olarak İncelenmesine Giriş. Çev.: Necat Erder, Şerif Mardin ve Aydın Sinanoğlu, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1956), s. 6 – 9).
Hukuk Fakültesi Dergisi
Prof.Dr. Akar ÖCAL Armağanı
125
rin kurulmasına yol açmıştır. Bu süreçte egemenliğin kaynağında5 yaşanan tarihî kırılma, sistemin
belirleyici figürü olan devlet başkanının hukukî ve siyasî konumunu da derinden etkilemiştir. Sistemsel olarak yaşanan bu dramatik dönüşüm, erkler ayrılığına dayalı hükûmet modelleri açısından
etkisini güçlü biçimde hissettirmiştir. Özellikle cumhuriyet yönetim tarzının tercih edildiği ülkelerde
devlet başkanlığı makamının yeniden ele alınarak monarkların tartışılmaz ve sorumsuz pozisyonlarında değişime gidilmiştir.
Yasama ve yürütme organları arasındaki ilişkinin biçimlenişine göre tanımlanan hükûmet sistemleri açısından cumhurbaşkanının erkler arası ilişkide oynadığı rol ile sorumluluk olgusu arasında
sisteme müdahil olma bağlamında bir siyasî bağıntı6 kurmak mümkündür. Öyle ki monarşilerden
cumhuriyetlere geçişte zayıflatılmaya çalışılan cumhurbaşkanlığı makamının sistem içi ağırlığı, parlamenter ve başkanlık sistemlerinde farklı biçimlerde kurgulanmıştır.
Yasama organı ile hükûmetin işbirliğine ve işbölümüne dayalı ilişkisinin ön plana çıkarıldığı parlamenter sistemde, hukukî anlamda bir sorumsuzluk kalkanına sahip kılınan cumhurbaşkanları, sistemin sembolik aktörüne dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Böylece Cumhurbaşkanlığı makamı, devlet
yönetiminde ve siyasetin oluşumunda geri plana çekilmeye çalışılmıştır. Bunun sağlanmasında kullanılan üç temel araçtan ilkini, yasama organının cumhurbaşkanını seçmek suretiyle doğrudan halkın
oyuna dayanmaması ve demokratik meşruiyetinin dolaylı kalması oluştururken; ikincisini ise anayasal
yetkilerin azlığı ve törenselliği meydana getirmektedir. Üçüncü araç ise sorumsuzluk statüsünün kendisidir. Öyle ki karşı – imza kuralı7 yoluyla cumhurbaşkanının siyasî sorumsuzluğu düzenlenerek aslında
sistemin belirleyici aktörü olması engellenmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte devlet başkanının cezaî
olarak sorumluluk durumu ise “kişisel ve görev suçları”8 bağlamında iki kategoride öngörülmektedir.
5
6
7
8
Devlet başkanının hukukî konumunun bir boyutunu meydana getiren “sorumsuzluk” kavramının egemenliğin kaynağı
ile yakın bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Bu çerçevede egemen olana yönelik bir durumu ifade eden “sorumluluk olgusu” monarşi ve cumhuriyet yönetimlerinde farklı içeriklere sahip olsa da uygulamada benzer biçimde hayata
geçirilebilmektedir. Şöyle ki aynı zamanda egemenliğin temsilcisi ve taşıyıcısı konumundaki monarkın yine kendisine
karşı sorumlu olması beklenemez iken egemenliğin millete ya da halka ait olduğu kabul edilen cumhuriyetlerde devlet
başkanının onlara karşı sorumlu olduğu teorik olarak mümkünse de siyaset uygulamaları aksi yönde gelişmiştir. Bu
anlamda cumhuriyetlerin devlet başkanlığı makamı sorumsuzluk bağlamında, yıkılan monarşik yönetimlerin devlet
başkanlarının statüsüne benzer biçimde düzenlenmiştir. Monarklar için mutlak anlamda öngörülen bu sorumsuzluk
hâlinin cumhurbaşkanları açısından aynıyla düzenlendiğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla cumhurbaşkanları
için siyasî sorumsuzluk mutlak anlamda var olsa bile hukukî ve cezaî anlamda sorumluluk söz konusu olabilmektedir.
Özellikle kişisel suçlarından genel olarak sorumlu bulunan cumhurbaşkanlarının görev suçlarından sorumlulukları
ise belli koşullara ve durumlara bağlı kılınabilmektedir (Kemal Gözler, Devlet Başkanları Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi. (Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, 2001), s. 80 – 81, 85 – 86).
Devlet başkanının sistem içindeki rolünün tayininde sorumluluk kavramı ile anayasal yetkiler arasında yakın bir
ilişki bulunmaktadır. Şöyle ki sorumluluk / sorumsuzluk durumu, devlet başkanına anayasal düzenin tanıdığı yetkileri kullanması durumunda bir siyasî girdi olarak etkisini gösterecektir. Buna göre, sorumluluk ve yetki kavramları
arasında kurulan denklemin sonucu olarak sorumsuz devlet başkanının icraî anlamda yetkisiz bulunması ya da bir
başka ifadeyle yetkili kılınanın sorumlu olması gerekmektedir. Bu noktada tartışmaya açık olan konu, sorumsuz devlet
başkanının güçlü/etkili yetkilerle donatılarak “hesap vermez” bir konuma yükseltilmesidir. Bu tarz bir düzenleme,
parlamenter sistemin mantığı ile çelişecek biçimde devlet başkanını iki kere güçlendiren bir siyasî tesire sahip olacaktır
(Bülent Yücel, , “Anayasal Yetkileri Bağlamında Cumhurbaşkanının Siyasal Yapı İçindeki Konumu: 1982 Anayasası
Uygulaması,” Eskişehir Barosu Dergisi Sayı 12 – 13: 155 – 164, (Şubat –Haziran 2007), s. 161.).
Monarklara ait yetkilerin hükûmet başkanına aktarılması sürecinin bir sonucu olan “karşı imza / birlikte imza”
uygulaması, günümüzde cumhurbaşkanlarının aldığı kararların başbakan ve ilgili bakanın katılımı ile resmîleştirilmesi
anlamını kazanmıştır. Böylece devlet başkanı anayasal yetkiler bağlamında simgesel ve siyasî olarak sorumsuz bir
konuma getirilmiştir (İbrahim Ö. Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar). Gözden Geçirilmiş ve
Güncellenmiş 9. Baskı (İstanbul: Legal Yayıncılık A.Ş., 2014), s. 149).
Hukuk devleti anlayışının geçerli olduğu bir siyasî düzende, pozitif hukuk öngörmese bile, cumhurbaşkanının kişisel
suçlarından sorumlu olacağının kabulü gerekir. Kişisel suçlara ilişkin asıl sorunsal görevdeki bir cumhurbaşkanı
hakkında yapılacak ceza yargılamasının kim tarafından, hangi usûl çerçevesinde ve ne zaman yapılacağıdır. Bu yönde
makamın saygınlığı gözetilerek yargılamanın görev sonrasına bırakılması ve yargılamanın genel mahkemelerde
yapılması yönünde bir görüş söz konusudur. Görev suçları bakımından ise cumhurbaşkanının cezaî sorumluluğu kural
olarak bulunmaktadır. Karşı-imza kuralı, cumhurbaşkanının görev suçları bakımından sorumluluğunu yürütmenin
ikinci kanadına aktarmasına yol açsa da “vatana ihanet” olarak kategorize edilen bir eylem söz konusu olduğunda
bu sorumluluk cumhurbaşkanınca kişisel olarak yüklenilecektir (Zeki Hafızoğulları ve Muharrem Özen, Türk Ceza
Hukuku Genel Hükümler 4. Baskı (Ankara: US–A Yayıncılık, 2011), s. 50).
126
Anadolu Üniversitesi
Ceza kanunlarının yer itibarıyla uygulanması bakımından söz konusu olan “ülkesellik ilkesinin”
istisnalarından biri kabul edilen devlet başkanının durumu, cezalandırılmaya engel olan kişisel bir
neden yüzünden ortaya çıkan sorumsuzluk hâlidir. Suça ilişkin eylemin işlendiği tarihte failin, devlet
başkanı sıfatını taşıyor olması cezalandırmaya engel teşkil edecektir. Öyle ki nesnel olarak hukuka
aykırılık teşkil eden ve suç olan bir eylemden dolayı fail hakkında ceza hukuku sisteminin işletilememesi söz konusudur. Monarklar için mutlak anlamda geçerliliği olan bu durumun siyaseten ve hukuken çok daha zayıf konumdaki Cumhurbaşkanları için geçerli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu yüzden de -genel anlamda- cumhurbaşkanlarının “ceza hukukunun kapsamı dışında olduğunu”
(princeps legbus solutuş est) söylemek mümkün değildir.9
Hukuk sistemi içinde ceza kanununun uygulanışı bağlamında özellik gösteren kişilerden biri
olan Cumhurbaşkanının görev suçu olarak sadece “vatana ihanet eylemi” dolayısıyla sorumluluğu
söz konusudur. Bu noktada anayasa hukuku açısından ilk sorunsal bu eylemin hukukî nitelemesinin
yapılmasıdır. Cumhurbaşkanının “sadakat borcunun” ihlâli biçiminde açıklanmaya çalışılan ve fakat
kanunîlik ilkesi bakımından da tam bir karşılığı olmayan “vatana ihanet eyleminin”10 anlamsal olarak netleştirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla vatana ihanetin suç olarak belirlenmiş bir eylem olarak
tanımlanması hukuk devletinin de bir gereği olan belirlilik anlamında önem taşımaktadır. Yoksa
devlet başkanının tanımı belirsiz bir eylemden dolayı yargılamak sonucuyla karşı karşıya kalınacaktır. Bu durumun kendisi hukukî güvenliğin ihlâli anlamına gelecektir.11 Ceza hukuku bakımından
vatana ihanet eylemi için bir anlamda “özgü suç”12 kavramlaştırmasının yapılması hukukî niteleme
bakımından üzerinde tartışmaya değer bir diğer konuyu oluşturmaktadır.
Erklerin sert ayrılığına dayalı olarak kurgulanan başkanlık sisteminin karakteristik özellikleri13
devlet başkanının sorumluluğunda siyasî ve cezaî anlamda belli farklılaşmaların oluşumuna yol açmıştır. Buna göre başkanlık sisteminde yasama organının başkanlık sisteminin tek yapılı yürütmesini
meydana getiren başkanı yerinden edememesi yürütme organını, yasama organı karşısında siyasî
açıdan sorumlu kılmaktan uzaklaştırmaktadır. Özellikle yasama organının güvenoyuna dayalı bir
hükûmetin ve karşı-imza ilkesine dayalı bir yürütme işleyişinin bulunmayışı siyasî sorumluluğun
sadece seçim aracılığıyla ve halka karşı olması sonucunu doğurmaktadır. Parlamenter sistemde olduğu gibi başkanın “hukukî sorumluluğu” ve “kişisel anlamdaki cezaî sorumluluğu” üzerinde tartışma söz konusu değildir. Bu yüzden de yasama organı bakımından aynı zamanda bir “denetleme ve
dengeleme” (checks and balances) aracı olan impeachment” uygulaması14, devlet başkanının görev
sorumluluğu olarak üzerinde durulması gereken sistem içi mekanizmayı oluşturmaktadır.
9
10
11
12
13
14
Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt: I. (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 1991), s. 196 – 199.
Cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla cezaî sorumluluğunu ifade eden bu eylemliliğin içinin doldurulması bakımından
genel kabul, “devletin varlığına yönelen”, “anayasal düzeni zorla devirmeyi veya değiştirmeyi”, “anayasal temel organları
düşürmeyi”, “bu organları ele geçirmeyi”,” bu organların görevlerini engellemeyi,” “ülkeyi ve ulusu bölmeyi” amaçlayan
hareketlerin bu suç tipini oluşturacağına yöneliktir (Nur Centel, Hamide Zafer ve Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş. Yenilenmiş ve Gözden Geçirilmiş Sekizinci bası. İstanbul: Beta basım Yayım Dağıtım A.Ş., 2014), s. 116).
Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız ve İlker Tepe. Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler. Güncellenmiş ve Gözden geçirilmiş 6. Baskı. (Ankara: Seçkin Yayınları, 2015), 186 – 187.
Özgü suç, işlenebilmesi, failinin belirli bir hukukî niteliğe sahip olmasına ya da maddî bir özellik taşımasına bağlı
bulunan suç türünü ifade etmektedir. Bu suç tipinde, failin suç tanımındaki özellikleri taşımaması durumunda suçun
diğer unsurları oluşsa bile kanunilik koşulu gerçekleşmediği için fail cezalandırılmayacaktır (Hamide Zafer, Ceza
Hukuku Genel Hükümler TCK m. 1 – 75. Dördüncü Baskı (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım, 2015), s. 434).
Ayrıntılı okuma için bkz. (Nur Uluşahin, Anayasal Bir Tercih Olarak Başkanlık Sistemi. (Ankara: Yetkin Yayınları,
1999), s. 27 – 51).
Başkanın görev bağlamında cezai sorumluluğunu ifade eden impeachment mekanizması, Büyük Britanya
uygulamasının neredeyse birebir aynıyla Birleşik Devletler siyasî sistemine aktarılmış hâlidir. Amerikan başkanlık
uygulamasında impeachment uygulaması ilki 1843 yılında Başkan J. Tyler; 1868 yılında Başkan Andrew Jackson;
1974 yılında Başkan Richard Nixon ve sonuncusu da 1999 yılında Başkan Bill Clinton hakkında olmak üzere dört
kez işletilmeye çalışılmış ve fakat hiçbirinde yasama organı kararıyla başkanların görevlerine son verilememiştir. Sadece Başkan Nixon, yargılanacağını yüksek bir olasılık olarak değerlendirdiği için istifa etmiştir (Mert Nomer, ABD
Başkanlık Sisteminde Başkanın Yetkileri. (İstanbul: On İki Levha Yayıncılık A.Ş., 2013), s. 46 – 48).
Hukuk Fakültesi Dergisi
Prof.Dr. Akar ÖCAL Armağanı
127
Dar anlamıyla mahkûmiyet kavramını içermeyen ve sadece suçlama eylemine karşılık gelen impeachment uygulaması, cezaî sorumluluk kurumu olarak kamu hukuku terminolojisine girmekle
birlikte, aslında siyasî organların gerçekleştirdiği bir suçlandırma ve yargılamayı ifade etmektedir.
Gerçekte adlî bir dava olarak görülmeyen impeachment uygulaması, “başkan, başkan yardımcısı ve
tüm federal görevlilerin” vatana ihanet, rüşvet veya diğer ağır cürüm ile kabahatlerden dolayı Temsilciler Meclisi tarafından suçlandırılarak Senato tarafından yargılanması esasına dayanmaktadır. Bu
çerçevede siyasî organların sırasıyla savcılık ve yargılama işlevlerini yerine getirdiği ve sonunda da
devlet başkanının görevine son verilerek mahkûm edilebildiği bu sorumluluk mekanizması, özgürlük ve iktidar mücadelesinin sonucu olarak şekillenen bir Anglo-sakson kurumdur.15
Öğretideki terminolojik tartışmaya16 karşın parlamenter ve başkanlık hükûmet sistemlerinin
temel özelliklerini bünyesinde birleştirdiği için karma17 bir model olarak nitelenen yarı-başkanlık
sisteminde ise devlet başkanının sorumluluğu açısından da belli farklılıklar taşımaktadır. Cumhurbaşkanının güçlü anayasal yetkilere sahip olacak şekilde halk tarafından seçiliyor olması, yarı-başkanlık sisteminin devlet başkanını siyasî sistemin asıl icraî aktörüne dönüştürmüştür. Bunun doğal
sonucu olarak da devlet başkanının sorumluluk durumu klasik parlamenter sistemin ötesindedir.
Ancak yarı-başkanlık örneklerinde de -siyasî boyutunu dışarıda bırakacak tarzda- sadece görev suçları bakımından kapsamı genişletilmiş bir cezaî sorumluluk öngörülmektedir.18
3. TÜRKİYE’DE DEVLET BAŞKANI SORUMLULUĞUNUN
ANAYASAL DÜZLEMDEKİ NORMATİF GELİŞİMİ
3.1. 1876 Kanun-i Esasi: Devlet Başkanının Anayasayla Sınırlanması
Mutlak monarşiyle yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yy’da geçirdiği dönüşümün bir
ayağını oluşturan anayasacılık hareketleri, iktidarın sınırlandırılması sürecinin siyasî ve hukukî alt
yapısını hazırlamıştır. Nihayetinde 1876 Kanun-i Esasisi’nin kabulüyle “anayasalı monarşi” biçimsel
olarak kurulsa da padişahın sahip olduğu yetkilerin herhangi bir ciddi sınırlama olmaksızın sadece
anayasallaştırılması, İmparatorluğu çağdaşlarının geçirmekte olduğu meşruti monarşi yönetim sürecine yaklaştıramamıştır. Çünkü saltanatın temsilcisi olarak geleneksel olarak siyaseten ve halife
unvanıyla da dinen, toplumsal ve kurumsal düzeyde kabul gören padişah, bu meşruluk kaynakları
dolayısıyla sahip olduğu yetkilerin anayasallaştırılmasıyla hukuken de büyük bir güce kavuşturulmuş
ve devlet düzeninin en güçlü aktörü olmaya devam etmiştir. Ayrıca anayasada Padişah’ın kutsal ve
sorumsuz olduğu (1876 KE md. 5) hükme bağlanarak siyasî sistem içindeki belirleyici ağırlığı daha
da pekiştirilmiştir.19
15
16
17
18
19
Devlet başkanının siyasî sorumluluğunun öngörülmediği parlamenter sistemde, genelde vatana ihanet olarak formüle
edilen bu cezaî sorumluğa karşın, impeachment kavramıyla örtüştürülebilen bir kavramsallaştırma söz konusu
değildir. İçerik ve işletiliş olarak daha geniş bir anlam kapsamına sahip olan impeachment mekanizması için “siyasal
suçlandırma” kavramı önerilmektedir (Kemal Şahin, Yasamanın Yürütme ve Yargı Üzerindeki Kılıcı, Yaşlı Fakat
Faal Bir Anglo - Amerikan Kurumu Impeachment (Siyasal Suçlandırma). (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
A.Ş., 2001), s. 10 – 15).
Ayrıntılı okuma için bkz. (Bülent Yücel, “Yarı – başkanlık Sisteminin Hükümet Modeli Üzerine Karşılaştırmalı Bir
Çalışma: Fransa Modeli ve Komünizm Sonrası Polonya,” AÜHFD Cilt 52 Sayı 4: 335 – 364, (2003), s. 342 – 344).
Yarı-başkanlık modelinde devlet başkanının halk tarafından seçilmesi ve güçlü anayasal yetkilere sahip kılınması,
başkanlık sistemine benzeyen yönlerini ifade ederken; aynı zamanda yasama organının güvenoyuna dayalı bir
hükûmetin bulunuyor olması da parlamenter sistem özelliği olarak görülmektedir (Serap Yazıcı, Başkanlık ve Yarı –
Başkanlık Sistemleri, Türkiye İçin Bir Değerlendirme. (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002), s. 92).
Ömer Keskinsoy, Cumhurbaşkanının Sorumluluğu (Ankara: Savaş Yayınları, 2012), s. 30 – 32.
Bülent Tanör, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri (1789 – 1980). Gözden geçirilmiş 3. Baskı (İstanbul: Afa
Yayınları, 1996), s. 103, 108 – 110). Söz konusu anayasayla sınırlandırma ancak 1909 yılında gerçekleştirilen anayasa
değişiklikleriyle mümkün olabilmiştir.
128
Anadolu Üniversitesi
3.2. 1921 Anayasası: Egemenlik Kaynağının Değişimi
I. Dünya Savaşı ertesinde 1918 yılında ile imzalanan Mondros Ateşkesi Antlaşması, İmparatorluk coğrafyasının işgal edilmesinin hukukî koşullarını hazırlamıştır. İstanbul Hükûmeti’nin bu siyasî
durumu kabullenişine karşın Anadolu’da örgütlenen direniş20, ikinci bir iktidar odağını Ankara Hükümeti olarak ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte, 23 Nisan 1920 günü açılan “olağanüstü yetkileri haiz” I.
TBMM, Bağımsızlık Savaşı’nın siyasî ve idarî merkezine dönüşürken; yürürlüğe sokulan 1921 Anayasası, Millî Mücadele’nin manifestosunu oluşturmuştur. Millî egemenlik ilkesinin kabulüyle (1921
AY. md.1) egemenlik kaynağını anayasal düzlemde normatif anlamda değiştiren 1921 Anayasasıyla,
savaş koşullarının bir gereği olarak erkler birliğine dayalı bir yönetim modeli olan meclis hükûmeti
sistemi21 kurulmuştur.
Devlet başkanlığı makamının düzenlenmediği bu hükûmet modelinin 1921 uygulamasında
meclis başkanının, devlet başkanına has belli işlevleri yerine getireceği öngörülse de bu kabul, meclis
hükûmeti modelinde gerçekleşen bir sapma olarak nitelendirilmektedir. Bu noktada “sorumluluk
kavramı”nın da tartışıldığı meclis görüşmelerinde Mustafa Kemal, padişahın dışında bir devlet başkanlığı makamının oluşturulmasının doğru olmayacağını ifade etmektedir. Devletin ve milletin gücünün herhangi bir makamda birleştirilmesi ve bu yolla dengelenememesinin sakıncasına değinen
Mustafa Kemal, böyle bir hareket tarzının sonucunda o makamın “sorumsuz” kılınmasının da bir
felakete yol açacağının altını çizmiştir.22
Bu saptamanın yerindeliği özellikle anayasal yetkiler, seçim ve sorumluluk olguları birlikte
düşünüldüğünde daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle halk tarafından seçilen ve demokratik meşruiyeti çok yüksek bir devlet başkanının güçlü anayasal yetkilerle donatılmasının yaratacağı iktidar
yoğunlaşmasına “sorumsuzluk” ayrıcalığının / kalkanının eklenmesi iktidar gücü bakımından bir
“çarpan etkisi” yaratarak neredeyse kontrol edilemez bir siyasî aktörün ortaya çıkmasına neden
olacaktır.
3.3. 1924 Anayasası: Cumhuriyetin Kurumsallaştırılması
29 Ekim 1923 günü kabul edilen kanunla 1921 Anayasası’nın 1. madde hükmü değiştirilerek
ilân edilen Cumhuriyetin kurumsallaşması 1924 Anayasasıyla gerçekleştirilmiştir. 1876 Kanun-i
Esasi’yi ve 1921 Anayasası’nı yürürlükten kaldıran (1924 AY. md. 105) 1924 Anayasası, gerçekte 1921
Anayasası’nın siyasî felsefesine ve esaslarına bağlı bir anlayışla oluşturulmuştur.
20
21
22
Ülkenin tamamının ya da en azından bir bölümünün düşman işgalinden kurtarılması amacıyla toplanan ve bu
süreçte devam etmekte olan ulusal mücadele programına katkı sunan yerel, bölgesel ve nihayetinde ulusal ölçekte
gerçekleştirilen “Kongreler” bu direnişin temel siyasî dinamiğini oluşturmuştur. İlki 5 Kasım 1918’da “Kars İslam
Şurası” olarak toplanan ve sonuncusu da 8 Ekim 1920’de Pozantı Kongresi adıyla gerçekleştirilen toplam 28 kongrenin
bağımsızlık mücadelesinin örgütsel altyapısını hazırladığı görülmektedir (Bülent Tanör, Türkiye’de Yerel Kongre
İktidarları (1918 – 1920). (İstanbul: Afa Yayınları, 1992), s. 18 – 19, 22 – 23).
Milletvekili cumhuriyeti olarak adlandırılan meclis hükûmeti sisteminde yasama erki karşısında yürütme organının
herhangi bir siyasî ağırlık oluşturması mümkün olmadığı gibi onu yönlendirmesi de söz konusu değildir. Devlet
işlevlerinin yasama organında toplandığı bu modelde hükûmet kanadı, siyaset oluşturmada ciddi bir zayıflık içinde
olup bu yapısal özellik dolayısıyla hızlı ve kararlı biçimde hareket etmekten yoksundur. Özellikle yürütme organının
kendi içinde partisel tutarlılığa sahip olmadığı bu yönetim modelinde, hükûmetlerin arkasında disiplin bir yasama
çoğunluğu bulunmamaktadır (Giovanni Sartori, Karşılaştırmalı Anayasa Mühendisliği, Yapılar, Özendiriciler ve
Sonuçlar Üzerine Bir İnceleme. Çev.: Ergun Özbudun. (Ankara: Yetkin Yayınları,1997), s. 148 - 149). Ayrıntılı okuma
için ayrıca bkz. (Ergun Özbudun, 1921 Anayasası. (Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Araştırma Merkezi, 1992), s. 51 – 57).
Özbudun, a.g.e., s. 60 – 61, 66.
Hukuk Fakültesi Dergisi
Prof.Dr. Akar ÖCAL Armağanı
129
Cumhuriyetin ilânıyla oluşturulan devlet başkanlığı makamını da düzenleyen yeni devletin
kurucu metni, meclis hükûmeti ile parlamenter sistemin melezlendiği23 bir yönetim modeli yaratmıştır. Bu model içinde anayasal yetkileri çok geniş tutulmayan ve ona koşut olarak sorumsuz
olduğu öngörülen cumhurbaşkanının sistem içi belirleyiciliği24 normatif düzlemde zayıflatılmaya çalışılmıştır. Anayasa incelendiğinde TBMM tarafından seçilen (1924 AY. md. 31) cumhurbaşkanının yetkilerinin sembolik düzeyde (1924 AY. md. 19, 32, 35 - 37, 40, 42, 44, 52) kaldığı
görülecektir. Hatta anayasa ile cumhurbaşkanının bütün işlemlerinin başbakan ve ilgili bakan
tarafından imzalanacağı (1924 AY. md. 39) düzenlenerek sorumluluğun imza sahibi hükûmet
üyelerine ait olduğu düzenlenmiştir (1924 AY. md. 41). Ayrıca 41. madde içinde cumhurbaşkanının sadece vatana ihanet25 hâlinde TBMM’ye karşı sorumlu olacağı ve karşı-imza kuralı dolayısıyla siyasî sorumluluğun başbakan ve ilgili bakana ait olduğu öngörülmüştür. Yine aynı madde
hükmünde cumhurbaşkanının kişisel konular dolayısıyla sorumluluk durumunda ise anayasada
milletvekilleri için öngörülen yasama bağışıklığı26na (1924 AY. md 17) göre hareket edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Böylece devlet başkanı için pozitif hukukta dayanağı bulunan bir bağışıklık
kalkanı kabul edilmiştir.
1924 Anayasası’nda öngörülen hükümler ışığında, karşı-imza kuralı yoluyla cumhurbaşkanının
siyasî sorumluluğundan bahsetmek mümkün değil iken kişisel suçları için cezaî anlamda sorumlu
olduğunu ancak işgal ettiği makamın özelliği gereğince ve milletvekillerinin sahip olduğu dokunulmazlıktan da faydalanacağı düşünüldüğünde bu yargılamanın görev süresi sonrası yapılacağını kabul
etmek kendi içinde tutarlı yorum olacaktır. Bununla birlikte cumhurbaşkanının görevi yerine getirirken işleyeceği “vatana ihanet” suçundan sorumluluğu, bundan dolayı nasıl suçlanacağı ve yargılanacağı anayasal olarak da oldukça muğlak kalmıştır. 1924 Anayasası’nda vatana ihanetin ne olduğu
tanımlanmadığı gibi bu eylemden dolayı Yüce Divan’ın yargılama yetkisine sahip olduğuna ilişkin
bir pozitif düzenleme mevcut değildir.27
23
24
25
26
27
1924 Anayasası normatif düzlemde erkler birliğini öngören bir yapı kuruyor gibi gözükse de 1921 Anayasal düzeni
ile karşılaştırıldığında meclis hükümeti sisteminden ciddi ölçüde sapıldığı kolaylıkla fark edilecektir. Bu sapmaya
karşın yeni kurulan yönetim modelinin klasik bir parlamenter sistem olmadığı açıktır. Bir yandan erklerin yasama
organında birleştirildiği ifade edilirken; yürütme erkinin meclis adına, yine onun içinden çıkacak cumhurbaşkanı
ve hükümet eliyle kullanılacağı öngörülmektedir. Bu ikili yürütme yapısı içinde devlet başkanının sorumsuzluğu
vurgulanırken bir siyasi kimlik olarak ön plana çıkmaya başlayan başbakan önderliğinde yasamaya karşı siyasal
sorumluluğu bulunan bir hükümet kanadı oluşturulmuştur. Böylece erkler birliği temelinde parlamenter sisteme
evrilmeye başlayan ve görece dengeli bir yasama – yürütme ilişkisine dayanan karma bir hükümet modeli tercih
edilmiştir (Bülent Yücel, Parlâmenter Hükûmet Sisteminin Rasyonelleştirilmesi ve Türkiye Örneği. (Ankara:
Adalet Yayınevi, 2009), s.218 – 219).
Cumhuriyet devrimlerinin yapıldığı tek partili meclis döneminin gerçekliği içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ve II.
Dünya savaşının yaşandığı aralıkta İsmet İnönü’nün tarihi kişiliklerinin ağırlığı bu süreçte devlet başkanlarını güçlü
birer aktör olarak siyasetin içine çekmiş ve orada tutmuştur. Bu siyasal ve kişisel temelli uygulama sapmasına karşın
1924 Anayasası’nın çok partili döneminde roller değişmiş ve meclisteki disiplinli parti çoğunluğuna egemen olan
başbakan asıl aktör olarak yürütme erkinin genel siyasetini belirlemiştir.
Vatana ihanetin ne olduğuna ilişkin kanunî düzenleme Milli Mücadele sürecinde çıkarılmış olup bu kanunla
Osmanlı saltanatına ve hilafet makamına yönelen düşman saldırısını ortadan kaldırarak ülkenin kurtuluşunu
sağlamak amacıyla oluşturulan Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine karşı yönelen sözlü, fiili veya yazılı muhalefet
ya da bozgunculuk vatana ihanet (Hiyaneti Vataniye Kanunu md. 1) olarak nitelendirilmiştir. 29.04.1920 tarihinde
TBMM’nin 2 sayılı kanunu olarak gerçekleştirilen bu düzenleme 1924, 1961 ve hatta bir süre de 1982 Anayasası
döneminde varlığını korumuş ve 12.04.1991 gün ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 23/a maddesiyle
yürürlükten kaldırılmıştır.
Yasama bağışıklıkları, yasama işlevinin toplumun yararına olacak şekilde gereği gibi yapabilmesini sağlamak üzere
parlamento üyeleri için öngörülen anayasal ayrıcalıklardır. Ceza hukuku boyutu da bulunan bu anayasa hukuku
kurumları, bir yönüyle parlamenterlerin düşünce ve söz özgürlüğünü koruyan (yasama sorumsuzluğu) ve aynı zamanda onların parlamentoyla fiilî ilişkisini kesecek tarzda tutuklanmadan ve kovuşturmalardan uzak tutmaya (yasama dokunulmazlığı) yönelik olan güvenceleri ifade eder (Metin Kıratlı, Parlmanter Muafiyetler - Bizde ve Yabancı
Memleketlerde -. (Ankara: Sevinç Matbaası, 1961), s. 3 – 5).
Ergun Özbudun, 1924 Anayasası. (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012), s. 48.
130
Anadolu Üniversitesi
3.4. 1961 Anayasası: Parlamenter Hükûmet Sistemi Tercihi
Klasik parlamentarizmin kurumsallaştırıldığı 1961 anayasal düzeninde cumhurbaşkanının siyasî konumunun zayıflatılmasına koşut olarak hukukî anlamda da “sahne gerisine” çekilmesi söz konusu olmuştur. Bu çerçevede parlamentonun seçimi ile göreve getirilen cumhurbaşkanının yetkileri törensel28 bir
noktaya çekilmiş ve buna koşut olarak da siyasî sorumsuzluğu (1961 AY. md. 98) öngörülmüştür. Bunun
doğal sonucunda da cumhurbaşkanının göreviyle ilgili işlemlerinden sorumlu olmayacağı ve bütün kararlarının karşı-imzaya tâbi kılınarak sorumluluğun başbakan ve ilgili bakana ait olacağı düzenlenmiştir.
Parlamenter bir hükûmet sisteminin öngörüldüğü 1961 Anayasası’nda, devletin en itibarlı makamı olan cumhurbaşkanının devletin başı ve temsilcisi biçiminde kurgulanması, onun tarafsız bir
tutum takınarak yasama ve hükûmet arasında yaşanan uzlaşmazlıkları çözecek bir hakem konumunda olmasını gerektirmiştir. Bunun gereği olarak yetkileri simgesel tutulan ve icraî bir siyasî figür
olmaktan uzaklaştırılan cumhurbaşkanı, “sorumsuzluk” kalkanına sahip kılınmıştır. Bu sayede gerek
parlamentoda gerekse de toplum nezdinde tartışma konusu olmaktan çıkarılmış ve parlamenter sistemin kurumsal doğasına uygun olarak sistemin “zayıflatılmış” aktörü haline getirilmiştir.29
1961 anayasal düzeninde cumhurbaşkanı için öngörülen sorumluluk, görevi dolayısıyla işlediği
“vatana ihanet” suçuna konu olan eylemler ile sınırlandırılmıştır. Anayasa koyucu bu durumda görevi başındaki cumhurbaşkanı için ilgili suçlandırmanın TBMM’nin birleşik toplantısında alınacak kararla yapılacağını düzenlemiştir (1961 AY. md. 99). Anayasada yargılama makamı olarak da Anayasa
Mahkemesi yetkili kılınmış olup bu yargılama sırasında yüksek mahkemenin Yüce Divan sıfatını30
taşıyacağı öngörülmüştür (1961 AY. md. 147/II).
4. 1982 ANAYASASI: YÜRÜTMENİN GÜÇLENDİRİLMESİ
BAĞLAMINDA DEVLET BAŞKANININ SORUMLULUĞU
1982 Anayasası’nın 105. maddesi çerçevesinde sorumluluğu görev suçu bağlamında sadece vatana ihanet ile sınırlandırılan cumhurbaşkanının yargılanmak üzere TBMM tarafından suçlanabilmesi
meclis üye tamsayısının en az 3/4’ünü ifade eden 413 milletvekilinin oyuna bağlı kılınmıştır. Türkiye
gibi disiplinli siyasî partilerden oluşan bir yasama organında bu nitelikli çoğunluğa ulaşmanın zorluğu açıktır. Ayrıca bu sayısal şart sağlansa bile söz konusu cezaî yargılamayı Yüce Divan sıfatıyla yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nin kanunîlik prensibine uygun olarak31 nasıl bir yargılama yapacağı
da aşılması güç gözüken bir diğer sorunsalı oluşturmaktadır.
28
1961 Anayasa’da düzenlenen söz konusu “görev ve yetkiler” okunduğunda, cumhurbaşkanının siyasal sistemin etkisiz
unsuru olduğunun normatif bir tanımının yapıldığı görülecektir. Buna göre:
“III. Görev ve Yetkileri
MADDE 97.- Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Milletin birliğini temsil eder.
Cumhurbaşkanı, gerekli gördükçe, Bakanlar Kuruluna başkanlık eder; yabancı Devletlere Türk Devletinin temsilcilerini gönderir ve Türkiye’ye gönderilen yabancı Devlet temsilcilerini kabul eder; milletlerarası andlaşmaları
onaylar ve yayınlar; sürekli hastalık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletebilir veya kaldırabilir.”
Bu genel yetki maddesinin dışında cumhurbaşkanının “kanunları geri gönderme yetkisi” (1961 AY. md. 93), “Millet
Meclisi Seçimlerinin Yenilenmesi” (1961 AY. 108), “Anayasa Mahkemesine üye seçimi” (1961 AY. md. 145) ve “Anayasa
mahkemesinde iptal davası açılması” (1961 AY. md.149) gibi nispeten etkili kabul edebileceğimiz yetkilerinin dışında,
özellikle “atama yetkilerinden” mahrum bırakılması sistem içi belirleyici bir aktör olmaktan onu alıkoymaktadır.
29
30
31
Ahmet Kerse. Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanı. (İstanbul: Sümer Matbaası, 1973), s. 133 – 134.
Anayasa Mahkemesi, bu sıfatla yargılama yetkisi kullanmakta ve bir ceza yargılaması gerçekleştirmektedir. Yüce
Mahkeme bu yargılamayı gerçekleştirirken isnat edilen suçun nitelendirilmesi, kovuşturulması ve ceza yargılamasının
yürütülmesi bakımından yürürlükteki kanunlara göre uygun davranmak durumundadır (Arzu Durmuş, Siyasi
Partilerin Kapatılması ve Yüce Divan Kararlarını Yeniden Tartışmak (Anayasa Mahkemesi Kararlarına Karşı
Olağanüstü Kanun Yolları). (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 2001), s. 16, 19).
Anayasa Mahkemesinin TBMM’nin yaptığı oylama sonucunda gerçekleştirdiği “suç tespiti” ile bağlılığı tartışmaya
açık bir diğer konuyu oluşturmaktadır. Öyle ki mahkeme, İçtüzüğün 114. Maddesi çerçevesinde yapılan ve suçlamanın
dayandırıldığı Ceza kanunu hükümlerini de içeren suçlama önergesine rağmen eylemin vatana ihanet oluşturup
oluşturmadığı noktasında bir değerlendirme yapabilecektir (İsmail Köküsarı, Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. (İstanbul: On İki Levha Yayıncılık A.Ş., 2009), s. 105 – 106).
Hukuk Fakültesi Dergisi
Prof.Dr. Akar ÖCAL Armağanı
131
1924 Anayasası’nın hazırlık çalışmalarından günümüze değin cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla cezaî sorumluluğuna ilişkin öngörülen hukukî kabul yasama organının yapacağı vatana
ihanet suçlamasıdır. Ancak 1924 Anayasası’nda buna ilişkin bir düzenleme sevk edilmediği gibi
1961 ve 1982 Anayasaları’nda da -ilgili formülasyona ilişkin pozitif anayasal kuralların varlığına
karşın- vatana ihanetin ne olduğuna yönelik yeterli ve açık bir tanımlama yer almamaktadır.
Daha çok öğretinin netleştirme çabası sergilediği bu hukukî belirsizlik hâli, “kanunsuz suç olmaz” ilkesi ve “masumiyet karinesinin” ihlâline yol açmakta ve anayasanın cumhuriyet rejimini
kurguladığı ilkelerden biri olan hukuk devleti ilkesini önemli ölçüde zedelemektedir. Suç tipinin
ve öngörülecek cezanın bilinmezliği yüzünden ceza hukuku anlamında somut bir uygulamaya
konu olmakta belirsizleşen vatana ihanet sorumluluğu, yasama organının Yüce Divan’a gönderilmesi kararının cumhurbaşkanının görevini sona erdirmesinden dolayı daha somut ve siyasî bir
sonuca yol açabilmektedir.32
Cumhurbaşkanı sorumluluğunun hükûmet sistemine etkisinin günümüz anayasal düzenindeki tayini bakımından yapılacak incelemeyi, 1982 – 2007 aralığı ve sonrası dönem biçiminde
ikiye ayırarak ele almak yerinde olacaktır. Genel karakteristiği itibarıyla cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden yürütme erkinin güçlendirildiği 1982 Anayasası’yla yapısal olarak bir parlamenter
hükûmet sistemi kurulmuştur. İkili yürütme erkinin birinci kanadını oluşturan ve TBMM’nin
seçimi ile göreve getirilen cumhurbaşkanının, klasik bir parlamentarizmin ötesine geçen anayasal yetkilerle donatılması ve sorumsuz bir aktör konumunda bırakılması ciddi bir sapma olarak
kabul edilse de parlamentonun seçimi ile göreve getirilme özelliği sistemi parlamenter kalıplar
içinde tutmaya yetmiştir. Ancak 2007 yılında yaşanan cumhurbaşkanlığı seçimi krizinin ertesinde,
hükûmet sisteminde dramatik bir farklılaşmaya yol açacak tarzda bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. Bunun sonucunda anayasal yetkileri azımsanmayacak derecede fazla olan ve fakat
görevini yerine getirirken yaptığı işlemler dolayısıyla vatana ihanet eylemi dışında hiçbir biçimde
sorumlu tutulmayan Cumhurbaşkanlığı makamının halka seçtirilmek suretiyle demokratik meşruiyetinin arttırılması, denetlenemeyen ve dengelenemeyen bir yürütme pozisyonunun oluşumuna yol açmaktadır.
5. SONUÇ
Mutlak monarşilerden cumhuriyetlere doğru evrilen tarihî gelişimde devletlerin siyasî sistemleri
köklü dönüşümler geçirmiştir. Özellikle mevcut siyasi sistemin değişimini simgeleyen “seçim” unsuru ve buna ek olarak aynı zamanda hükûmet sisteminin de belirginleşmesini sağlayan “anayasal
yetkiler” ve “sorumluluk” girdileri birlikte düşünüldüğünde, devlet başkanlığı makamının sistem içi
bir aktör olarak konumlanışı ciddi ölçekte etkilenmiştir. Anayasa yoluyla devlet başkanlarının sınırlandırılmasına yönelik genel eğilim, beraberinde yasama organlarının seçtiği, törensel yetkilere
sahip ve buna koşut olarak siyasî sorumsuzluğu esas olan parlamenter bir hükûmet sisteminin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Toplumsal, siyasî, idarî ve hatta ekonomik koşullarında dayatmasıyla bu
yönelim, yarı-başkanlık ve başkanlık modellemelerinin kurumsal ve siyasî anlamda bir “ana tercih”
olmaya başlamasıyla eski gücünü yitirmiştir.
Bir devlet organının/makamının meşruiyetinin kaynağını oluşturan “seçim” ile onun siyasî gücünü anlatan “anayasal yetkiler” ve sistemin demokratik kalıplar içinde kalmasını sağlamak üzere
hesap verilebilirliği ifade eden “sorumluluk” olguları, erkler ayrılığı esasına dayalı bütün demokratik hükûmet modelleri bakımından küçük ayrımlar dışında benzer siyasî çıktılara yol açmaktadır.
Bu noktada genelde ihmâl edilen “sorumluluk / sorumsuzluk” girdisi diğer iki olguyla birlikte
düşünüldüğünde mevcut hükûmet sisteminin genel karakteristiğinde beklenmeyen fiilî sonuçlara
neden olabilmektedir. Bu siyasî çıkarım, 1982 anayasal düzeninin kendi içinde yaşadığı kırılmanın
32
Murat Yanık, Yüce Divan. (İstanbul: Derin Yayınları, 2008), s. 99 – 102.
132
Anadolu Üniversitesi
bugünkü sonuçlarının gözlemine dayanmaktadır. Öyle ki 1982 Anayasa koyucusu, çeşitli anayasal
yetkiler tanıyarak ve aynı zamanda siyasî anlamda sorumsuz kılarak güçlendirdiği cumhurbaşkanının seçimini TBMM’ye bırakmak yoluyla belli bir dengelemeyi gerçekleştirmiştir. Önemli bir
süre korunan organlar arasındaki bu status quo, 2007 yılında yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçim
bunalımı ile bozulmuştur. Mevcut siyasi iktidarın (AKP) yasama çoğunluğu, çözümsüz kalan bu
“seçim” olayını gündeme taşıyarak 5678 sayılı kanunla bir anayasa değişikliği gerçekleştirmiştir.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yoluyla hem hükûmet modeli normatif düzlemde
farklılaştırılmış hem de seçim yoluyla demokratik meşruiyeti artan çok daha güçlü bir devlet başkanlığı makamı biçimlendirilmiştir. Tam bu noktada, görevi dolayısıyla gerçekleştirdiği işlem ve
eylemlerden -vatana ihanet dışında-kural olarak sorumsuz kılınan cumhurbaşkanının sistem içi
bir aktör olarak belirleyiciliği bariz biçimde kendini göstermektedir. 2007 yılında gerçekleştirilen
bu normatif değişimin fiilî sonuçları, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında etkisini giderek artan biçimde hissettirmektedir.
Hukuk Fakültesi Dergisi
Prof.Dr. Akar ÖCAL Armağanı
133
Kaynakça
Centel, Nur, Hamide Zafer ve Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş. Yenilenmiş ve Gözden
Geçirilmiş Sekizinci Bası. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 2014.
Durmuş, Arzu. Siyasi Partilerin Kapatılması ve Yüce Divan Kararlarını Yeniden Tartışmak (Anayasa Mahkemesi Kararlarına Karşı Olağanüstü Kanun Yolları). İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş., 2001.
Eren, Fikret. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Hazırlanmış Borçlar Hukuku Genel Hükümler. 16. Baskı. Ankara: Yetkin Yayınları, 2014.
Flanz, Gisbert H. XIX Asır Avrupasında Anayasa Hareketleri, Anayasacılık Hareketlerinin Mukayeseli Olarak İncelenmesine Giriş. Çev.: Necat Erder, Şerif Mardin ve Aydın Sinanoğlu, Ankara: AÜSBF Yayını, 1956.
Hafızoğulları, Zeki ve Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler 4. Baskı Ankara:
US–A Yayıncılık, 2011.
Gözler, Kemal. Devlet Başkanları Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi. Bursa: Ekin
Kitabevi Yayınları, 2001.
Kaboğlu, İbrahim Ö. Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar). Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş 9. Baskı, İstanbul: Legal Yayıncılık A.Ş., 2014.
Kerse. Ahmet. Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanı. İstanbul: Sümer Matbaası,
1973.
Keskinsoy, Ömer. Cumhurbaşkanının Sorumluluğu. Ankara: Savaş Yayınları, 2012.
Kıratlı, Metin. Parlmanter Muafiyetler - Bizde ve Yabancı Memleketlerde -. Ankara: Sevinç Matbaası, 1961.
Köküsarı, İsmail. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. İstanbul: On İki Levha
Yayıncılık A.Ş., 2009.
Nomer, Mert. ABD Başkanlık Sisteminde Başkanın Yetkileri. İstanbul: On İki Levha Yayıncılık
A.Ş., 2013.
Önder, Ayhan. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt: I. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.,
1991.
Önder, Salih. Türk Parlamenter Sisteminde Cumhurbaşkanının Rolü. Ankara: Turhan Kitabevi
Yayınları, 2007.
Özbek, Veli Özer, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız ve İlker Tepe. Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Güncellenmiş ve Gözden geçirilmiş 6. Baskı. Ankara: Seçkin Yayınları,
2015.
Özbudun, Ergun. 1921 Anayasası. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Araştırma Merkezi, 1992.
_______. 1924 Anayasası. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012.
Sartori, Giovanni. Karşılaştırmalı Anayasa Mühendisliği, Yapılar, Öz endiriciler ve Sonuçlar Üzerine Bir İnceleme. Çev.: Ergun Özbudun. Ankara: Yetkin Yayınları,1997.
Saygılı, Abdurrahman. “Modern Devlet’in Çıplak Sureti,” AÜHFD Cilt 59 Sayı 1: 61 – 97, 2010.
134
Anadolu Üniversitesi
Şahin, Kemal. Yasamanın Yürütme ve Yargı Üzerindeki Kılıcı, Yaşlı Fakat Faal Bir Anglo - Amerikan Kurumu Impeachment (Siyasal Suçlandırma). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.,
2001.
Tanör, Bülent. Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları (1918 – 1920). İstanbul: Afa Yayınları, 1992.
_______. Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri (1789 – 1980). Gözden geçirilmiş 3. Baskı, İstanbul: Afa Yayınları, 1996.
Uluşahin, Nur. Anayasal Bir Tercih Olarak Başkanlık Sistemi. Ankara: Yetkin Yayınları, 1999.
Yanık, Murat. Yüce Divan. İstanbul: Derin Yayınları, 2008.
Yazıcı, Serap. Başkanlık ve Yarı – Başkanlık Sistemleri, Türkiye İçin Bir Değerlendirme. İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002.
Yücel, Bülent. “Yarı – Başkanlık Sisteminin Hükümet Modeli Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma:
Fransa Modeli ve Komünizm Sonrası Polonya,” AÜHFD Cilt 52 Sayı 4: 335 – 364, 2003.
_______. “Anayasal Yetkileri Bağlamında Cumhurbaşkanının Siyasal Yapı İçindeki Konumu: 1982
Anayasası Uygulaması,” Eskişehir Barosu Dergisi Sayı 12 – 13: 155 – 164, Şubat –Haziran 2007.
_______. Parlâmenter Hükûmet Sisteminin Rasyonelleştirilmesi ve Türkiye Örneği. Ankara:
Adalet Yayınevi, 2009.
Zafer, Hamide. Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m. 1 – 75. Dördüncü Baskı İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım, 2015.