bilinmeyen atatürk - Türk Boyları Konfederasyonu
Transkript
bilinmeyen atatürk - Türk Boyları Konfederasyonu
Dilde, Fikirde, İşte Birlik! Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi Sayı: 22 MAYIS 2013 ISSN: 1306-4533 İSTİKLAL MARŞI Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı: Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal... Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal! Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, 'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arsa değer belki başım. Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın. Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın... Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal! Mehmet Akif Ersoy TÜR K B I KONFED AR ER ONU SY A YL O TÜ RK B 0 OY - 2 Dilde, Fikirde, İşte Birlik! 05 Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi “Ne Mutlu Türküm!..” Diyebilenlerin Sesi Yayın Türü: Üç Aylık Yaygın, Süreli Yayın Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır Sayı: 22 (Mayıs 2013) TÜRK Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı) bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. Yayın Sahibi: Türk Boyları Konfederasyonu Adına O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları tabiatın babası tanıdı, Onların oğlu oldu. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu. Mecit HAZIR Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Editör: Türk oldu, Türk budur. Durhasan KOCA Nesrin GÜNEL İÇAY Düzeltmen: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Yusuf ŞAHİN Av. Ahmet ÇELİK İrtibat: Yakup ATASITÜRK Tel / Belgegeçer: 0312 4171275 E-Posta: [email protected] Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi Yönetim Yeri: Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA ISSN: 1306-4533 Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu Yazarlarına aittir. Yapım ve Basım: SARIYILDIZ OFSET İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi 523. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49 Baskı Tarihi: 15 Mayıs 2013 Yayın Kurulu Hukuk Danışmanı: Prof. Dr. Ata ATABEY Selahattin BAYSAL Feyzullah BUDAK Vedat ÇINAROĞLU Prof. Dr. Necati DEMİR Yavuz Selim DEMİRAĞ Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN Prof. Dr. Baki ERDOĞAN Dr. Bahattin ERGEZER Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI Prof. Dr. Reşat GENÇ Dr. Ali GÜLER Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU Prof. Dr. Mustafa KAFALI Turgut ÖZBAY Prof. Dr. Selahattin SARI Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Kadir TOSUN Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Ali YÜRÜK 22. SAYI 2013 İÇİNDEKİLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Türklük 4 Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı 5 9 Bilinmeyen Atatürk 15 SÜRECİ ÇÖZÜM(!) LEME Baki KARABIÇAK BATILILAŞMA SEVDASINDAN İMRALI SÜRECİNE = ABDULLAH ÖCALAN’LA GÖRÜŞMELERE EFELİK, TÜRK TOPLUMUNUN REFLEKSİDİR 21 23 Seyfullah AYVALI TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE ARABİ HAMLE KIRIKKALE DERNEKLER BİRLİĞİ PLATFORMU KURULDU Vedat ÇINAROĞLU Ali İhsan AKKAYA TBMM BAŞKANI CEMİL ÇİÇEK’İN, İSTANBUL’DA DÜZENLENEN SURİYE TÜRKMENLERİ PLATFORMU 1. TOPLANTISINDA YAPTIKLARI KONUŞMA 17 Fazlı KÖKSAL Feyzullah BUDAK Turgut ÖZBAY 12 SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR(1) BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY 25 TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI! 27 3 Başkandan TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 22. SAYI 2013 TÜRKLÜK Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı T ürk Devleti’nin temel yapı taşlarından olan Türk milletinin içinde; Türklüğü’ne sevgi olmazsa bu yapı çürümeye yüz tutar. Zira milleti ayakta tutan manevi güç, insanın içinde olan millet sevgisidir. Necip Fazıl’a göre;“Millet demek, şuur ve dünya görüşüne malik, bir devlet manzumesi şeklinde billurlaşmış halk demektir. Millet halk ve ruhi muhteva eseridir. Yoksa bir tabiat verisi değildir.” (Sahte Kahramanlar, İst, 1996, s.295). Ancak bugün Kurtuluş Savaşı ile birlikte millet olma becerisini gösteren, kendi dilini ve bayrağını ortaya çıkaran, bugüne kadar sahip olduğu, kazandığı değerleri millet olma bilincine borçlu olan bir ecdada yakışmayan, bu ecdadın ekmeğini yiyip, suyunu içtikten sonra onun parçası olmadığını iddia eden ikiyüzlü bir bakış açısı ortaya çıktı. Türklük davasını etnik milliyetçilik ekseninde tartışan fikir platformlarında ortaya atılan en taze düşünce; Türk adından vazgeçmek. Türk adının kamuya ait yerlerde kullanılmasına gerek olmadığından, Türk milleti kavramının Anayasadan çıkarılması gerektiğine kadar pek çok fikir cirit atıyor şu an. Türklük ve Türkçülük kavramlarını kafatasçılıkla bir tutan bu insan gruplarının faşist düşünceler taşımadığına inanmak oldukça zor. Zira bu insan gruplarının örnek aldığı bazı “fikir adamları”nınermeni kökenli olmalarına rağmen kendilerini Fransız, İtalyan ya da Alman olarak tanıtmaları faşist düşünceye çanak tutar nitelikte ve kuşku uyandırıcı. Tıpkı “Türkiye’de kürt, laz, gürcü vb. kökenli insanlar “azınlıklar” (!) tespit edilmeli” diyen buna karşın “Burası bir ulus devlet ve ben de Ermeni değilim Fransızım” diyerek bu iki beyanı arasında kuşku götürmeyen bir tezatlık oluşturan ünlü Fransız (!) siyasetçi Patrik Deveciyan gibi. Amacım herhangi bir etnik kökenin düşmanlığını yapmak değil lakin bir gazetenin dağdaki 300 terörist ile yaptığı anketin neticesinde Kürt kökenli diye bildiğimiz PKK terör örgütü mensuplarının çoğunluğunun hatta bebek katili liderleri Öcalan’ın Ermeni olduğu bizzat kendi beyanlarıyla ortadadır. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “PKK’lıların yüzde 80’i Ermenidir” tespiti bu durumu daha net açıklıyor. Tehcir sırasında kökenini gizleyerek Müslüman olan (!) 100 bin kadar insan vardı. 1936-1937 yıllarında Türkiye 4 Cumhuriyeti Devleti resmi olarak bu rakamı tespit ettirdi. Yani bu kadar Ermeni, bazı insan gruplarının düşündüğü gibi gökten inmedi. Burada şöyle bir sonuca ulaşmak mümkün: Aslında etnik ayrımcılığı Türkler değil kendilerini Kürt olarak tanımlayan ve Kürtlerin hakları için savaştıklarını iddia ederek Kürt kökenli vatandaşlarımızı kullanan Ermeniler yapıyor. Ne var ki Halaçoğlu, bu tespiti ve açıklamaları sonrasında özellikle bazı medya kuruluşları ve hükümet tarafından ırkçılık yapmakla suçlanmıştı. Bu durum pek çok vatandaşımız tarafından da sorgusuz sualsiz kabul gördü. Nedeni ise tabi ki medyanın gücü. Bugün pek çok insan sadece televizyonlarda yer alan haberlere ulaşabiliyor. Bu bakımdan medya oldukça etkili ve önemli. Belli bir amacı gerçekleştirmek üzere toplumsal desteğe ihtiyaç duyan siyasi otoritelerin kullanacağı en etkili silah da şüphesiz medya. Ülkemizde de teröristlerin etnik kökenlerine ilişkin beyanlarından sonra bu medya kuruluşlarının sessiz kalmaları hangi amaca hizmet ettiklerini gösteriyor zaten. Türklük kavramını etnik kökenle bir tutarak bundan rahatsız olmak, Türkçülük ile ırkçılığı aynı kefeye koymak, Türk kavramının aynı kültürden aynı töreden gelen milleti temsil ettiğine inanmak yerine Türklüğü belli bir kafatası yapısına sahip ırk olarak görmek, Türk kavramının sosyolojik ve tarihsel olarak taşıdığı anlamlardan daha derin bir çerçeveye sahip olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Bugün dünyanın dört bir yanına adil duruşuyla nam salmış bu milletin şoven, ırkçı ve kafatasçı olarak adlandırılarak küçültülmeye, parçalanmaya çalışılmasına maşa olmamak gerekiyor. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan Türk halkının sadece brakisefal kafa yapısında olanlardan oluşmadığına, bu halkın tüm bireylerinin millet olma şuuru ile hareket ederek vatanın bölünmez bütünlüğünü koruyacağına hepimizin samimiyetle inanması gerekiyor. Eğer toprak parçalama ve “özerk” olma adına vatani değerleri zedeleme söz konusu olacaksa işte o zaman o bazı insan gruplarının anladığı dilde bir “kafatasçılık” fikri yaygınlaşacaktır ki bu ülkeyi kaosa hatta iç savaşa sürükler. 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DOSYA BİLİNMEYEN ATATÜRK Feyzullah BUDAK T ürk milleti olarak Atatürk’e yaptığımız en büyük haksızlık O’nu gereği gibi anlayamamamız olmuştur. İlkokul sıralarında çocuklarımıza, dayısının çiftliğinde kargaları kovalayarak büyüdüğünü öne çıkaran anlatımlarımız, tarihin kaydettiği o inanılmaz işleri başardıktan sonra O’nun sarı saçlarını, mavi gözlerini ve ufukları delen keskin bakışlarını öne çıkaran bir anlatıma dönüşüyor. Bu sebeple onun düşündükleri, planladıkları ve başardıklarının altında yatan gizli güç kaynağını bir türlü kavrayamıyoruz. Öncelikle Atatürk’ün yapmayı düşünebildiği ve yapıp başardığı mucizevi işlerin arka planındaki gizli güç kaynağını kavramamıza yardımcı olması için sizleri yaklaşık bir asır önce yaşanmış inanılması zor bir olayı yeniden hatırlamaya davet ediyorum; Öyle bir imparatorluk düşünün ki; Bütün kurumları itibariyle birkaç asırdan beri derin bir çöküntü içine girmiş,150 yılı aşkın zamandan beri hiçbir başarının mümessili olmadığı gibi devamlı yenilmiş ve toprak kaybetmiş olması sebebiyle bu devletin halkı ve yönetenleri özgüvenini alabildiğine yitirmiş, özellikle son yıllarda iflahsız bir batı hayranlığı batağına saplanılmış, herkesin tüm güzellik ve iyilikleri batıdan ümit edip beklediği ve bunun da normal görüldüğü bir ortam oluşup, bu kahredici hal yaklaşık iki asırdan beri toplumun ve yöneticilerinin genlerine işlemiş. Mustafa Kemalde bu devletin binlerce subayından birisi olarak, böylesine insanı ruhen bitirici bir ortamda doğmuş ve yetişmiş olduğuna göre, onun da aynı psikolojik vaziyette olması beklenmez mi? Ama bu ülkenin sınırları, o kendilerine çok özenilen Avrupa milletleri tarafından ihlal edilirken ve şehirleri işgal edilirken, elinde ve emrinde zayıflamış da olsa bir ordu, bir hazine ve bir bürokrasi varlığı tutanların tamamının bu işgale karşı elindeki ve emrindeki imkanları kullanarak direnmeyi değil, ancak hangi güçlü devletin himayesine sığınmak gerektiğini düşünebildiği bir ortamda, yine aynı şartlar altında yetişmiş bir adam ortaya çıkarak, tüm rütbelerden ve mali haklarından vaz geçmiş, elinde ve emrinde bir ordu, bir bürokrasi ve hiç bir mali kaynak olmaksızın sadece Anadolu halkını örgütleyerek tüm Avrupa’ya karşı bir özgürlük savaşını göze alabilmiş, bunu başarmış ve yanıp yıkılan köhne bir imparatorluğun külleri arasından modern bir devlet ortaya çıkarabilmiş… Sonra da bu yaptıkları ve başardıkları sebebiyle ülkede ve dünyada kendisini övenlerin karşısına çıkarak “Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Benim doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdedir.” diyebilmiş. Ama şu garip tecelliye bakınız ki Atatürk’ün bu açık tebliğine rağmen sonuçta adamın biri çıkıp, son derecede dramatik bir sapma ile “ATATÜRK’ÜN KEHANETLERİ” adıyla bir kitap yazıyor ve kitabın kapağına da mavi gözlerinden ışık saçılan bir Atatürk resmi yerleştiriyor. Bu kitabı okuduğunuz zaman yazarının Atatürk’ü sizden çok sevdiğini, hatta ona bir ilahi güç atfettiğini görüyorsunuz. Nitekim kitabın arka kapağında yer alan ifadeler aynen şöyle; “Atatürk ile ilgili şimdiye kadar çok şey söylendi, çok şey yazıldı… Ancak, O’nun çok önemli bir özelliği üzerinde hiç durulmadı. O öyle bir özellikti ki, tüm yaşamını etkilemiş ve belki de Atatürk’ü Atatürk yapan en temel niteliklerden biriydi. Bu, O’nun inanılmaz ölçüde gelişmiş ‘Geleceği Önceden Sezebilme’ yeteneğiydi… Evet… Maalesef O’nun bu özelliği üzerinde şimdiye kadar hiç durulmadı. Atatürk’ün ‘Duyular Dışı Algılamaları’nın normal bir insanla kıyaslanamayacak derecede gelişmiş olduğu, bu kitapta tarihi belgelerden alınan kanıtlarıyla birlikte ortaya konulmuştur. Bu kanıtların ışığında; Atatürk sıradan bir ‘Altıncı Duyu’ya değil, son derece gelişmiş bir ‘Geleceği Görme’ yani ‘KEHANET’ yeteneğine sahip olduğu görülmektedir.” İşte Atatürk’e yapılabilecek en büyük haksızlık budur. Çünkü bu, Atatürk’ü anlayamamaktan da öte bir şeydir ve O’nu tamamıyla yanlış anlamaktır. Onun, tüm ömrü boyunca ATATÜRK olmak için harcadığı çabaları, elde ettiği birikimleri, bir ömrü bir millete vakfedişi anlayamamak ve hatta bir anlamda inkar etmektir. Atatürk’ün yaptığı ve başardıklarının, bir mistik güçten değil, bunları başarmak için vakfedilen bir ömürden, uzun yıllar boyunca üst üste konulan bilgi birikimlerinden ve bu bilgilere dayalı derin bir inançtan kaynaklandığını görememektir. 5 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Peki Mustafa Kemal’i bu derecede farklı kılan şey neydi? Koskoca bir imparatorluğun ordu/bürokrasi/ hazine kaynaklarına hakim binlerce insandan veya saltanat mensubu olması sebebiyle doğal bir tabi olunma potansiyeline sahip onca insandan hiç birisinin göze alamadığı bir kurtuluş ve yeniden doğuş savaşını O, elinde hiçbir imkan bulunmuyorken nasıl düşünebiliyor ve göze alabiliyordu? Dahası bunu nasıl başarı ile sonuçlandırabiliyordu? Derin bir kehanet gücü ile yaşanacakları önceden bildiği için mi? Yoksa çocukluğundan beri okumaya ve öğrenmeye verdiği önem ile kendisini herkesten çok farklı bir şekilde yetiştirdiği için mi? Yıllarca okuyup araştırarak biriktirdiği bilgiler sayesinde, mensubu olduğu millet varlığının tarihi derinlik ve zenginliklerinden topladığı potansiyel Onda doğal bir inanç ve irade yarattığı için mi? Atatürk’ün bu özelliğini bilenler elbette cevabı da biliyorlar. Mustafa Kemal Atatürk, tüm insanlık tarihi boyunca çok az insanda rastlanan bir entelektüel meraka ve zekaya sahipti. Gece-gündüz çılgınlar gibi okur, hatta savaş meydanlarında bile geceleri fener ışığında son derecede ağır felsefi kitapları seçerek ve özel surette temin ederek okurdu. Sürekli okuyarak edindiği bilgilerin kendisini bir ayaklı kütüphaneye dönüştürmesine izin vermez, bu bilgileri ayıklar, yargılar, değerlendirir, onlardan sonuçlar çıkarır, bir çoğuna itiraz eder, onlarla adeta savaşırdı. Avrupa’da Amerika’da yayınlanıp da, Türkiye’de henüz hiç kimsenin haberdar olmadığı son derecede önemli kitapları anında getirterek, Fransızca olanları orijinalinden ve diğer dillerde olanları özel surette kendisi için tercüme ettirerek okurdu. Bu çerçevede İnsanlık ve Türklük Tarihiyle alakalı konulara da çok özel bir önem verirdi. Mustafa Kemal ATATÜRK çağını ve sonrasını derinden etkilemiş bir lider olarak elbette ki diğer insanlara göre bir çok farklı özelliğe sahipti. Ama O’nu farklı kılan bu özellikleri bir sıralamaya tabi tutsak hiç şüphe yok ki “bilgiye, öğrenmeye, dolayısıyla okumaya; sadece okumakla kalmayıp, okudukları üzerinde derin tahlil ve tefekkürler oluşturmaya” verdiği önem birinci sırada gelirdi. Atatürk bu konuya öylesine önem verirdi ki; savaş meydanlarında/ cephede bile okumaya ve öğrenmeye ara vermediğini, hatta ölümün her an bir adım ötede durduğu o en şiddetli muharebe günlerinde bile, kendisi için gerekli olan bazı kitapları seçerek ve özel surette temin ederek geceleri fener ışığında okuduğunu, hem kumandan olarak tuttuğu savaş günlüklerinden, bazı mektuplarından, bazı yaver ve yardımcılarının tuttukları günlükler ve notlardan, hem de bazı görgü tanıklarının beyanlarından biliyoruz. 6 22. SAYI 2013 Şimdi ise artık elimizde Anıtkabir Derneği tarafından yayınlanan 24 ciltlik bir hazine/kaynak var. Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduktan sonra Çankaya Köşkünde okuduğu kitapların sadece üzerine notlar yazdığı, işaretler koyduğu, boş yerlerine bazı düşüncelerini yazdığı bölümlerinin fotokopileri alınarak bir araya getirilmiş ve bunlar 24 ciltlik bir seri olmuş. Bu 24 ciltlik kaynak tam 3997 kitabı ihtiva ediyor. Yani okuduğu 500 sayfalık bir kitabın mesela 20 sayfasında bu türden notları varsa sadece Atatürk’ün özel notlarını ihtiva eden 20 sayfanın fotokopisi alınmış ve sadece bunlar bile 24 ciltte tam 12 bin sayfa tutmuş. Atatürk Cumhurbaşkanı olduktan sonra, çeşitli bölümlerine notlar yazdığı, işaretler koyduğu, bazı bölümlerine itirazlarını belirterek kendi iddialarını yazdığı, yani adeta didik didik ederek okuduğu tam 3997 kitabın tespit edilmiş olması kimilerine şaşırtıcı geliyor. Halbuki Mustafa Kemal’i, ATATÜRK yapan birikimlerin altındaki enerji ve beslenme kaynakları tam olarak bilinseydi, bunda şaşılacak bir durum görülmezdi. Tabii ki bunlar Mustafa Kemal’in, sadece ATATÜRK olduktan sonra Çankaya Köşkünde okuduklarını ihtiva ediyor. Bir de O’nu ATATÜRK olduran okumaları ve birikimleri var ki bunların sadece çok sınırlı bir kısmından haberdarız ve önemli bölümünü bilemiyoruz. Hiç şüphe yok ki Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı ortamında kendisini liderlik konumuna getirecek birikimlerini daha önceki dönemlerde oluşturmuştu. O birikimler olmasaydı, Mustafa Kemal o zor günlerde böylesine farklı bir kişilik, kararlılık ve irade ile ortaya çıkabilir miydi? Kronolojik olarak çok açık ki Atatürk, Anıtkabir Derneği tarafından yayınlanan bu 3997 kitabı böylesine didik didik ederek okuma işini, hayatındaki en önemli şeyleri başardıktan sonra yapmıştır. Yani O’nun daha önce başardığı mucizevi işleri olduran bilgi ve birikimleri bundan daha önceki dönemlerde ve muhtemelen bunlardan çok daha fazla boyuttaki okuma ve bilgilenmelere dayanıyordu.“Muhtemelen” diyorum çünkü Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve yeni bir devlet kurmanın temelini oluşturan bu birikimlerini edinirken Mustafa Kemal henüz Cumhurbaşkanlığı gibi takip edilen bir makamda olmadığı için okuduğu kitapların önemli bölümü kayıtlara geçmemiştir. Öğrencilik yıllarındaki okuma merakı, okuduklarını yorumlama ve değerlendirme azmine dair çok genel bilgilere sahibiz. Hangi kitapları ve nasıl okuduğu konusunda ise ancak belirli komuta kademelerine ulaştıktan ve belli bir isim sahibi olduktan sonraki dönemler için, ama yine çok sınırlı bilgilere sahibiz. Şüphesiz ki Mustafa Kemal, ATATÜRK olma yolundaki birikimlerinin önemli bölümünü işte o tam olarak bilinmeyendönemlerde edinmişti. Mustafa Kemal aristokrat, zengin veya asil bir ai- 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU leye mensup değildi. Dolayısıyla yetişme çağlarında kendisine sınırsız imkanlar sunulmamıştı. Hatta bırakınız sınırsız imkanları, çocuk yaşta babasız kalan Mustafa Kemal çok ciddi yokluk, yoksulluk ve zorluklar içerisinde büyümüştü. Ama tüm bu zorluklar ve imkansızlıklar içerisinde O, özellikle askeri öğrencilik yılları başladıktan sonra ülkesinin ve milletinin içerisinde bulunduğu karanlık durumu ve kötüye gidişi görmüş, insan üstü bir gayretle okuyarak, bilgilenerek, kendisini geleceğe hazırlamıştı. Mustafa Kemal’in, Cumhurbaşkanı olmasından sonraki dönemlerde O’nun okuma ve bilgilenme özelliğiyle ilgili olarak tespit edilenler, ancak yetişme çağındaki alışkanlığının bir devamı ve yansımasıdır. Bu dönemde okudukları ancak O’nun gelişme ve yenileşme arayışına temel olacak kaynaklardır. Halbuki Mustafa Kemal’de o büyük mucizeyi hayata geçirme inancı ve azmini oluşturacak birikimler, Cumhurbaşkanı olmadan çok önce okuduklarına dayanıyordu ve bugün biz bunların çok azını biliyoruz. Bunun böyle olduğunu bizzat Atatürk’ün kendisi söylüyor; uzun süre bir tarih kitabını okumaya devam etmesi üzerine; “Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?” diyen Vasıf Çınar’a verdiği cevap yeterince açıktır; “Ben çocukken çok fakirdim. Ama, iki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.” (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, sayfa 267) Atatürk okumayı ve bilgilenmeyi, edindiği bilgileri değerlendirerek ve bunlardan sonuçlar çıkararak, bu sonuçlardan hayat yolunda yararlanmayı çok önemsemiş, bu hususu adeta hayatının temel dayanağı yapmıştır. Atatürk’ün başardığı mucizevi işlerin altında yatan enerji kaynaklarını doğru anlayabilmek için, öncelikle O’nu diğer insanlardan farklılaştıran bu özelliğinin doğru anlaşılması gerekir. Okuma, bilgi sahibi olma, bilgiyi yargılama, doğru bilgilerden doğru sonuçlar çıkartarak bu sonuçları hayata uygulama, vereceği kararlar ve yapacağı işler konusunda özellikle Türk Tarihiyle alakalı bilgilerden beslenme hususları Atatürk’ün tüm hayatı boyunca en önemli hassasiyeti olmuştur. Onun bu hakim özelliğini anlamadan, (özellikle de Türk tarihine ve sosyolojisine olan derin merakını ve bu konudaki inanılması güç birikimini bilmeden)düşündüklerinin, yaptıklarının ve başardıklarının altında yatan temel sırrı da gereği gibi kavrayamayız. Bu yazıyı, Atatürk’ün yine bu yazıda anlatılmaya çalışılan “derin okuma, sınırsız öğrenme, entelektüel merak, inceleme, tahlil etme, düzeltme, tamamlama, Türk tarihine ve sosyolojisine tam hakimiyet” özel- DOSYA liğine vurgu yapan çarpıcı iki anı ile tamamlamak istiyorum. Üstelik bu iki anı, tam da olması gerektiği gibi (yani O’nun hayatında yer eden ağırlığına ve önemine uygun bir şekilde) Atatürk’ün Türk Tarihine ve Sosyolojisine olan yüksek alakasını çok net bir şekilde ortaya koyuyor. 1999 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Mütevelli Heyet Üyeliği görevim sebebiyle Kazakistan’ın Türkistan Şehrinde bulunduğum günlerden birinde, Kazakistan’ın önemli Türkologlarından birisi “Emekli olduğu zaman alacağı emekli ikramiyesini kullanarak, babasından miras kalan evi Türkoloji Müzesi haline getirme” isteğinden bahsetti. Halen Türkistan’da boş olan bu evi bana göstererek, müzeyi nasıl düzenlemeyi düşündüğünü yerinde anlatmak ve benim de konuyla alakalı fikirlerimi almak istiyordu. Evi birlikte gezdik. Özet olarak; değerli Kazak dostumuz kuracağı müzede bilinen her meşhur Türkolog için bir köşe ayırmayı, o köşede öncelikle duvarda bir pano ve onun önünde bir masa kurmayı, duvardaki panonun tam ortasına ünlü bir Türkoloğun mümkünse bir büst veya maskını, bu mümkün olmazsa bir resmini yerleştirmeyi ve panonun diğer kısımları ile masayı ise O Türkoloğa ait eserlerle ve bulabildiği kişisel eşyalarla donatmayı planlıyordu. Kazak Türkolog dostum düşüncesini genel olarak anlattıktan sonra evin girişinde sağdaki ilk odaya yeniden döndü ve odanın girişten sonra sağdaki ilk köşesinin önünde durarak “1 numaralı pano burada olacak … Ve burası Mustafa Kemal ATATÜRK köşesi olacak” dedi. Birden şaşırdım ve “Türkoloji Müzesi demiştiniz. Tek uğraşısı Türkoloji alanı olan bunca meşhur Türkolog bilim adamıvarken, öne çıkan özelliği askerlik ve siyaset olan ATATÜRK’ün 1 numaralı panoya yerleşmesi nasıl olacak” dedim. Kazak dostum içten gelen bir güven ve gururla; “Doğrudur, Atatürk çok büyük bir asker, büyük bir siyasetçi ve diplomattır. Ama aynı zamanda O tarihin gördüğü en büyük Türkologdur. Eğer Mustafa Kemal ATATÜRK 1 numaralı panoda olmazsa burası doğru bir Türkoloji Müzesi olmaz” dedi. Aslında o yıllarda ben Atatürk’ün Türkoloji alanındaki derin merakını ve çalışmalarını biliyordum. Amaalanında uzman ve bilinçli bir akademisyenin bu konudaki tercih sebebini tam olarak anlamak istemiştim. Bu olaydan birkaç yıl önce, tam olarak 1996 yılının eğitim dönemi başlarında, Ahmet Yesevi Üniversite’sinde Rektör Yardımcısı olarak görev yaparken bir gün Sekreterim odaya girdi ve “Sibir’den bir Tölevit genci gelmiş, sizinle görüşmek istiyor” dedi. Sekreterin söyleyişinden Tölevit’in bir boy adı olduğu anlaşılıyordu ama Türk Dünyasına bunca me- 7 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DOSYA 22. SAYI 2013 rakı olan ben, daha önce bu boyu hiç duymamıştım. Merakla genci içeri almasını istedim. Kazakistan mimarisinin yüksek kapılarına rağmen başındaki börkü ile kapının tavanını sıyırarak içeri giren iri yapılı ve Holivudfilimlerinden fırlamışçasına yakışıklı bir genç adam, birkaç adım ilerleyerek odanın tam ortasında bir heykel gibi durdu. İlk sözü keskin ve sert bir ifade ile; “BEN TÜRKÜM” oldu ve aynı kararlı ses tonuyla devam etti; “Duydum ki burada Türk Dünyası gençlerini bir arada okutmak için bir Üniversite açılmış. İnternetten lazım olan her şeyi öğrendim, gerekli evraklarımı hazırladım ve burada okumaya geldim” dedi. Doğrusu mayanın tuttuğunu görmek beni heyecanlandırmıştı. Nereden geldiğini sordum. Duvardaki haritanın önüne giderek eliyle Sibirya’nın kuzey doğusunda, Bering Boğazına yakın bir yeri gösterdi. Yani bu genç adam Türk gençlerinin bir arada okuduğu bu üniversite için yedi bin kilometreden fazla yol kat ederek Türkistan’a gelmişti. Çantasından çıkardığı evraklarını inceledim. Hepsi düzgün, tamam ve yeterliydi. Kendisini bu iş için kurulan komisyona yönlendirdim. Yapılan mülakatta başarılı oldu ve üniversiteye kaydedildi. Daha sonraki yıllarda bu genç adam Üniversiteye başka Tölevit gençlerinin de gelmesine vesile oldu. Böylece Üniversitemiz Türk boylarından birisinin daha rengiyle renklenmiş ve biz de Tölevitleri tanımış, öğrenmiş olduk. Aradan yıllar geçti ve 2001 yılında Anıtkabir Derneği, “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” adıyla 24 ciltlik bir kitap seti yayınladı. Yukarıda özellikle bahsedilmiş olan bu kitaplar, Atatürk’ün okuduğu kitaplardan sadece tespit edilebilmiş olan bazılarının ve sadece üzerinde yazdığı notları ve işaretlemeleri ihtiva eden sayfalarından oluşuyordu. Bu kitaplardan birisinde bir Rus Türkoloğun, Sibirya’da yaşayan Türk Boylarından bahsederken tırnak açarak bu boyların adlarını tek tek yazdığı bölümde Atatürk’ün kalemini alarak bu adlar arasından sayfanın üst kısmına doğru bir ok çekmiş ve oraya yazar tarafından noksan bırakılmış olan “Tölevitler” ibaresini yazmış olduğunu görünce hayretler içerisinde kaldım. Bu olay, düzenleyeceği Türkoloji Müzesinde 1 numaralı panoyu Atatürk’e ayıran Kazak dostumuzun ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuşması, dolayısıyla tüm kapıların açılması ve tüm bilgilere ulaşmanın daha da kolaylaşması üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen, hem de Türk Dünyasıyla bu kadar alakalı bizlerin “Tölevitler”den habersiz olduğu bir dünyada Atatürk bizden 60 yıl önce okuduğu kitapta Türkolog ilim adamının Sibiryadaki Türk Boylarını sayarken 8 noksan bıraktığı “Tölevitler”i kendi elleriyle tamamlıyordu. Böyle bir olay, o dönemin iletişim şartları da dikkate alınacak olursa, ne düzeydeki bir merak ve hangi derinlikteki bir bilgi birikimi ile ortaya çıkabilirdi? İşte bu yazıda anlatmaya çalıştığım budur. Atatürk, şartların veya tesadüflerin ortaya çıkardığı bir insan değildir. O, genç yaşlarından itibaren kendisini ATATÜRK olmaya hazırlamıştır. Düşünebildiği, göze alabildiği, ortaya koyabildiği ve başardığı şeyler, bildiklerinin ve biriktirdiklerinin yarattığı derin inançtan kaynaklanıyordu. İskandinav ülkelerinde bir atasözü var. Bir insanın yapması gereken bir işi başaramayarak pes etmesi ve o işten vaz geçmesi durumunda onu yeniden cesaretlendirerek teşvik etmek isteyenler; “Bırakma! Bir kere de Atatürk gibi düşün” derler. Doğrusu bu söze bizim atasözümüz olmak ne kadar da yakışırdı. BAYRAK Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Işık ışık, dalga dalga bayrağım! Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım. Seni selâmlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım. Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da, bana da yer ver. Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar: Yurda ay yıldızının ışığı yeter. Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık; Dağlardan çöllere düştüğümüz gün Gölgene sığındık. Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı; Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim. Senin altında doğdum. Senin altında öleceğim. Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim: Yer yüzünde yer beğen! Nereye dikilmek istersen, Söyle, seni oraya dikeyim! Arif Nihat Asya TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 22. SAYI 2013 GÜNCEL BATILILAŞMA SEVDASINDAN İMRALI SÜRECİNE, ABDULLAH ÖCALAN’LA GÖRÜŞMELERE Turgut ÖZBAY 1. Giriş Bu yazımda, amacım hiçbir kişi, kurum ve kuruluşu yermek veya övmek değildir. Şartlanılmış bilgileri tekrar etmek, rivayetleri anlatmak da değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir vatandaşı, Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, İmralı süreci, çözüm süreci, barış süreci denilen süreci sorgulamaktır. Yorum yapmadan, belgelere dayalı bilgilerle anlaşılır bir şeklide anlatmakdır. İmralı, Marmara Denizi’nde bulunan 10 km2’lik bir adadır. Cansız bir varlıktır, cansız bir varlık ile görüşülemez. O halde işin doğrusu nedir? İşin doğrusu, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşmedir. Bu görüşmenin sorgulanması gerekmektedir. Kendi vatandaşlarına kurşun sıkanlarla yapılan görüşmeler sorgulanmayacak ise, hangi konuyu sorgulayacağız? Abdullah Öcalan’ın sözde doğruları, benim için doğru olamaz. 2. Kısaca Hatırlatma Türk Milletine, “Sözde Ermeni Soykırımı” tasarısını kabul ettirmek için, Dış İşleri Bakanlığı mensuplarına, 1973-1979 yılları arasında saldırı ve suikast düzenleyen Ermeni Terör Örgütü ASALA’nın geriye çekilmesi (uyku durumuna geçmesi) sonrası, ortaya Abdullah Öcalan ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ortaya çıkmıştır. Abdullah Öcalan, silahlı terör örgütü PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin kurucusu ve lideridir. 1978 yılında kurduğu yasa dışı örgütüyle Ağustos 1984’de Siirt’in Eruh, Hakkari’nin Şemdinli ilçelerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin topraklarının bir kısmı üzerinde, Kürt Devleti kurmak üzere, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’yle silahlı isyan hareketini başlatan kişidir. Sevr Antlaşması’nın 62., 63., 64 ncü maddelerinin, devlet tarafından kabul edilmesi, Lozan Barış Antlaşması’nın hükümlerinin işlevsiz kılınması için, eylem başlattıran kişidir. Burada dikkat çekici olan husus, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin iki ilçemizin basılması olayının ardından, olayın küçümsenmesi, önemsizleştirilmesi için, iki ilçemizi basanlara “bunlar üç, beş çapulcu” denilmesiydi. Daha sonra da “Federasyon dahil her şey tartışılabilir” denilmesi, yapılan hareketin zımnen desteklenmesiydi. 1990’lı yılların başından itibaren, yurt içinde “Türkiye, Türkler’e bırakılmayacak kadar önemlidir.” Söylemleri gündeme getirilmiş, yazılı ve görsel basında tekrarlanmaya başlamıştı. Yurt dışında ise, Avrupa Parlamentosu: 22 Aralık 1993’te “Türk Devleti’nin bütünlüğü, yalnızca Kürtler’in kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakkıyla ve gelenek ve göreneklerinin varlığını sürdürmesiyle, fakat aynı zamanda uygun düzeyde idari özerklikle de uyumlu olabilmelidir.”1 Kararını, 13.12.1995’te “Türk Hükümeti’ne, PKK’ya ve diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusuna şiddete dayanmayan ve siyasi bir çözüm bulmaları için, ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur.”2 Kararını, 18. Ocak 1996’da “Türk vatandaşlarının Türkiye içinde bir tür kültürel özerklik için barışçıl yollardan çaba gösterme hakkını tanır.”3 Kararını, 20 Haziran 1996 “çıkmazı aşmak ve sorunun barışçıl biçimde siyasi bir çözüme doğru gidebilmesi için, ülkenin güney doğusundaki askeri operasyonları durdurması ve tüm Kürt örgütlerle görüşmelere başlaması için Türk Hükümeti’ne çağrıda bulunur.4 Kararını, 19 Eylül 1996’da “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türkiye’nin doğusunda kısa bir süre önce sürdüğü askeri operasyonlardan ve Kürdistan’daki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır.”5 kararıını almıştır. 1 Türk-İş Avrupa Birliği, Türkiye’den ne istiyor? Türk-İş Eğ. Ya. Nu: 73. Sh: 37. 2 ATO. Avrupa Birliği mi? Türkiye’nin Birliği mi? Kasım 2002, Ankara. Sh: 30. 3 Türk-İş, A.g.e. Sh. 38. 4 Türk-İş, A.g.e., Sh. 41. 5 ATO, A.g.e., Sh. 31. 9 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Avrupa Birliği Parlamentosu bu kararları aldığı tarihlerde, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) militanları, çeteleri yurt içinde eylemler, saldırılar yapmaktaydı. Çete başı Abdullah Öcalan ise yurt dışındaydı. 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanmış ve Türkiye’ye teslim edilmiştir. 2.1. Abdullah Öcalan Niçin İmralı’dadır? Abdullah Öcalan, yargılama sonucu suçlu bulunarak İmralı cezaevine konulmuştur. Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 29.06.1999 tarihli duruşmasında; hakkında: “Kurduğu silahlı terör örgütü PKK’yı aldığı kararlar ve verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemine uyan TCK’nın 125. Maddesine göre ÖLÜM CEZASI ile cezalandırılmasına, Sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği, bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması amaç, suç için işlenen vasıta suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin ülke için ciddi yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi ceza adaletinin sağlanması, hak ve nefaset kuralları gözönünde tutularak sanık hakkında taktiren TCK’nun 59. Maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.” Abdullah Öcalan, mahkeme kararı gereğince, cezasını çekmesi için İmralı cezaevinde tutulmaktadır. 2.2. Mahkeme Kararı Sonrası Neler Olmuştur? Mahkeme kararına karşılık 22.07.1999’da, Avrupa Parlamentosu ‘Bay Öcalan’a verilen cezayı lânetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Bay Öcalan için alacağı karara uymaya çağırır. Bay Öcalan’ın idamının Avrupa’da güvenlik ve istikrar açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşme sürecine zarar vereceğine inanır.”1 Kararını almıştır. Abdullah Öcalan’ın idam kararı, Yargıtay tarafından 22 Kasım 1999’da onaylanmıştır. Abdullah Öcalan, 25 Kasım 1999’da AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne başvurmuştur. 30 Kasım 1999’da AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nden idam kararının ertelenmesini istemiştir. 12 Ocak 2000’de, hükümetin iktidar ortakları, 1 ATO. A.g.e., Sh. 31. 10 22. SAYI 2013 devletimizin 1996 yılında imzaladığı AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Sözleşmesine dayanarak, Abdullah Öcalan’ın idam kararının infazının ertelenmesine karar vermek zorunda kalmıştır. Avrupa Parlamentosu da, 10 Şubat 2000’de, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği görüşüyle bir plân doğrultusunda Kopenhag kriterlerini yerine getirecekse Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasının hayati önemde olduğunu”2 vurgulamıştır. (Kopenhag ölçütleri; Türkiye’de, Lozan Barış Antlaşması’nın vatandaşlık hükümleri dışında, yeni azınlıklar ortaya çıkarılması amacı doğrultusunda mütalaa edilmektedir.) 3 Ağustos 2002’de, AB uyum paketi adı altında “Savaş zamanı, yakın savaş tehlikesi ve terör suçlarının suçlarını kapsam dışında tutan” idam cezasını kaldıran yasa kabul edilmiştir. 19 Eylül 2002’de, iktidar AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne, Abdullah Öcalan’ın, Yargıtay kararıyla kesinleşen ölüm cezasının infaz edilmeyeceğini bildirmiştir3. 3 Ekim 2002’de de, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi, Öcalan’ın, TCK.’nun 125. Maddesi kapsamındaki eylemlerinin barış zamanında işlenmiş terörist eylemler niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Ölüm cezası, ömür boyu hapis cezasına indirilmiştir. 7 Mayıs 2004’te de idam cezası hukuk sistemimizden tamamen kaldırılmıştır. Öcalan’ın 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yaptığı yeniden yargılanma talebi 12 Mayıs 2005’te, AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne yaptığı yeniden yargılanma talebi de, 14 Şubat 2007’de reddedilmiştir. İmralı süreci adı altında görüşme yapılan Öcalan ve kurup yönettiği PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile ilgili bu hususları hatırlıyoruz. Abdullah Öcalan ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine yaptığı çalışmaları, eylemleri, dış telkin, tavsiye ve vesayet altında yaptığı görüntüsünü alıyoruz. İktidar mensuplarının, geçmişte, sık sık PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin arkasında yabancı güçler var dedikleri de hafızalarımızdadır. 3. Abdullah Öcalan ile ne görüşülmektedir? Neyin çözümü görüşülmektedir? Abdullah Öcalan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin kurucusu ve lideridir. Aldığı kararlar ve verdiği emir ve talimatlarla, sevk ve idare ettiği PKK (Kürdistan İşçi Partisi) silahlı örgütü ile, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri yapmıştır. Yaptığı eylemlerinden do2 Türk-İş. A.g.e., Sh. 48. 3 Kırıkkale Haber, 18.11.2012. 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU layı yargılanmıştır, suçlu bulunmuştur ve ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılmıştır. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) militanları; çeteleri tarafından; bebek, çocuk, kadın ihtiyar ayrım gözetilmeden öldürülmüştür. Militanlar, çeteler; asker, polis devletin güvenlik güçlerine saldırmış, öldürmüş veya yaralamıştır. Köy basmış, şehirlerde silahlı, bombalı olayları yapmıştır. Okul, sağlık ocağı, tahrip etmiş, iş makinalarını yakmıştır. Şehir ve kasabalarda esnafa kepenk kapattırmıştır. Peki; “Abdullah Öcalan ile ne görüşülmektedir?”, “Abdullah Öcalan ile neyin çözümü görüşülmektedir?”, “Abdullah Öcalan bir sorunu çözecek ise, niçin yargılandı ve cezalandırıldı?” Bu soruların cevaplarının; verilmesi gerekmektedir. Temcit pilavı gibi, ortaya konulan iki gerekçe var. “Akan kanın durması için”; “Anaların ağlamaması” için. “Akan kanın durmasına, anaların ağlamamasına” karşı çıkacak tek bir Türk vatandaşı yoktur. Peki; “kan niçin aktı? Kanı kim akıttı? Analar niçin ağladı? Koruculuk teşkilatı niçin kuruldu? Bu soruların cevapları, Abdullah Öcalan’ın yargılandığı mahkeme kararında görülmektedir. Akıl ve izan sahibi, hür irade sahibi olan, mankurtlaştırma sürecinden etkilenmeyen Türk vatandaşları şu soru üzerinde düşünmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eline silah alan, silahlı terör örgütü kuran, devletin hakimiyeti alanında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemler gerçekleştiren terör örgütüyle oturup, çözüm süreci mi başlatılacaktır? Ne dersiniz? 4. Abdullah Öcalan’ın İfadeleri 4.1. İmralı Tutanakları İmralı tutanaklarından; Öcalan’ın, BDP Milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan’la MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) yetkilisinin de hazır bulunduğu görüşmede, basında açıklandığına göre; “Özal’dan beri teşebbüs içinde bulunduğunu, bu teşebbüsünün kesintiye uğradığını, “Bir rejim değişikliği olacağını,” “Size bir vurduklarında on vuramayacaksanız gitmeyin devlete güvenmeyin” “Komisyonlar kurulacak hakikat komisyonu da kurulacak, akil adamlar denetiminde olacak, çekilme o zaman olacak, köylere dönüş olacak. GÜNCEL Bunları yapmazlarsa çekilme olmaz, çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum.” “Herkes, hepimiz özgür olacağız. Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır, ne de başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek.” İfadeleri vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne gözdağı, kendi militanlarına, çetelerine güç verir, bir tavır içindedir. Tutanaklardaki ifadeler, yazılı ve görsel basında tartışılan konulardan farklıdır. Abdullah Öcalan, barış değil, rejim değişikliği talep etmektedir. Halk savaşı olacağını ifade etmektedir. 4.2. Abdullah Öcalan’ın Nevruz Mektubu Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013’te, Nevruz’da, Diyarbakır’da okunan, mektubunda; “Bugün artık yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu ve geleceğe uyanıyoruz” “Artık sınır ötesine çekilme aşamasına gelinmiştir. Bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil, yeni bir mücadeleyi başlatmaktır.” ifadeleri vardır. Abdullah Öcalan, mücadeleyi bırakmadığını, yeni bir mücadele başlattığını ifade etmektedir. Marksist görüşlerinden vazgeçmiş! BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) veya GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) fikri doğrultusunda hareket edeceğini ifade eder bir açıklama yapmıştır. AB Türkiye eski temsilcisi Karen Fogg, Tunceli ziyaretinde “Türk bayraklarının yerine burada sarı, kırmızı, yeşilden oluşan bayrağı görmek istiyorum”1 demişti. 21 Mart 2013’te, Nevruz’da, Diyarbakır’da, Fogg’un temennisi yerine getirilmiştir. Toplanan kalabalık içinde, bir kişi dahi, Türk bayrağı açamamıştır. Yazılı ve görsel basında bu konuların hemen hemen hiç gündeme getirilmediğini görüyoruz. Dikkat çekici olan bir hususta, bazı yazılı ve görsel basında, “Ortadoğu şekilleniyor” konusunun gündeme getirilmesidir. 5. Üzerinde Düşünülmesi Gereken Hususlar 5.1. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) yöneticileriyle Oslo’da da görüşülmüştür. Oslo görüşmeleri basında yer alınca iktidar yetkilileri bu durumdan son derece rahatsız olmuştur. Hatta görüşmeleri inkâr etmek istemiştir. Benzer şekilde, bazı Milletvekilleri’nin, 1 ATO. A.g.e., Sh. 20. 11 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU İmralı’da, Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmenin, görüşme metni olduğu söylenen metinin, basında yayınlanmasından son derece rahatsız olunmuştur ve tepki gösterilmiştir. Acaba niçin? 5.2. Oslo görüşmeleri sonrası, yurt dışındaki teröristlerin silah bırakarak Türkiye’ye gelmelerinin, İmralı sürecinde ise, Türkiye’deki teröristlerin, silah bırakarak Türkiye’yi terketmelerinin istenilmesinde bir tenakuz, bir terslik yok mudur? 5.3. Devletimizin etkili ve yetkili şahsiyetleri, Türk Milleti’ne PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin arkasında yabancı güçlerin desteğinin olduğunu defalarca ifade etmişlerdir. Doğru bir tespit idi. Peki; PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin kurucusu ve başkanı ile görüşmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceğini yabancı güçler ile görüşmek sonucunu doğurmuş olmaz mı? 5.3.1. Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden güç, bu sürecin içinde midir? 5.3.2. Terör ve terörist ile mücadele olur. Müzakere olmaz. Müzakere yasal bir kuruluşla olur. İmralı ile yapılan bu görüşmeler, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’ni yasal olarak tanımak anlamına gelmez mi? 5.4. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Abdullah Öcalan’ın eylemlerinin barış zamanında işlenmiş terörist eylemler niteliğinde olduğuna karar vermiş ve ölüm cezasını, ömür boyu hapis cezasına indirmişti. Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılan bu sürece barış süreci denilmektedir. Barış, yenenin yenilene şartlarını kabul ettirmesidir. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile yapılan mücadelede, yenen kimdir? Yenilen kimdir? 5.5. Barış süreci denilen süreç, anayasa değişikliği ve Abdullah Öcalan’ın af edilmesi isteğine dayanmıştır. Abdullah Öcalan af mı edilecektir? Lozan Barış Antlaşması unutulup, Sevr antlaşması ruhuna uygun olan bir anayasa mı hazırlanacaktır? Hep beraber düşünelim. 12 22. SAYI 2013 TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE ARABİ HAMLE Vedat ÇINAROĞLU Ön Türk tarihinin derinliklerine inmeye çalıştığım ve Türk olarak büyük keyif duyduğum günlerde Türklüğe yapılan pespaye saldırıya şahit oldum. Hem de Türk ülkesi Türkiye’de! Türkiye, kelime anlamı olarak “ Türklerin Yurdu” demektir. (1) “İye”lik eki sonuna geldiği özneye aidiyet kazandırır. Örnek; Osmaniye, Osman’ın yeri- Mecidiye, Mecid’in yeri v.b. Ayrıca bu ek Göktürk Dili’ne aittir. Ön Türk tarihine ait bilimlik çalışmalar derinleştikçe ve yabancı tarihçilerin yanlış (eksik ) tespitleri Türk tarihçileri ve dilbilimcileri tarafından düzeltildikçe ne kadar yüksek bir medeniyetin sahibi olduğumuzun hazzına varıyoruz. Atatürk bunu görmüş ve “ Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” “Asla şüphem yoktur ki; Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” demiştir. Medeniyetler Tarihi adlı bir bilim dalının varlığı malumdur. Milletlerin kimlikleri,dilleri,kültürleri(harsları),sanatları,insanlı ğa yaptıkları hizmetleri medeniyetlerini (uygarlıklarını) teşkil eder. Slavlar’ın meydana getirdiği medeniyete Slav Medeniyeti denir. Yunan Medeniyeti, Çin Medeniyeti, Bizans Medeniyeti, Roma Medeniyeti, Arap Medeniyeti, Fars Medeniyeti gibi Türk Medeniyeti de vardır ve Türk milliyetine aittir. Türk medeniyetinden bahsederken de yabancı tarihçilerin Hun Türkleri’nden başlattıkları değil, daha eski tarihlere dayanan bir medeniyette buluveririz kendimizi. Okyanustan Çanakkale’ye uzanan Türkbil Devleti’ne, Asya’ya adını veren As Türkleri’ne, Sibirya’nın isim babası Sibir Türk Hanlığı’na uzanıverirsiniz. Başkurt topraklarındaki Sölgentaş Mağarası’nda M.Ö. 14000 yılında yazılmış Türk yazıtları Ön Türk uygarlının işaretidir. “ Tarihin şafağında iki Türk Devleti vardır. Bir tanesi Etrürskler’dir , diğeri Pelasklar’dır. Pelasklar, Yunanistan’a Yunanlılar’dan 1000 yıl önce ( M.Ö. 4200 ) yerleşmiş ve hakim olmuşlardır. Latin Alfabesi de Pelask Türkleri’nden gelmektedir. ( 2 ) 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Yıl 1936. Atatürk diyor ki; “ Tarih Kurumu’nun Alacahöyük’te yaptığı kazılar neticesinde meydana çıkardığı 5500 senelik maddi Türk tarih belgeleri cihan kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamik ( derinleştirmek ) ettirecek mahiyettedir.” Yıl 2002. Kazım Mirşan Ceviz Kabuğu adlı programda diyor ki; “ Herodot’tan önce Türkler tarih yazmışlar ve etraflı yazmışlardır. Herodot masalvari, hislerine göre tarih yazmıştır.” M.Ö. ve M.S. bugüne kadar kurulmuş Türk devletleri dünyanın en derin ve en yüksek medeniyetlerini kurmuşlardır. Bu muhteşem medeniyet Türk milletinin eseridir. Bugün Kazak Türkleri, Kırgız Türkleri, Özbek Türkleri, Yakut Türkleri, Başkurt Türkleri,Kıpçak Türkleri, Oğuz Türkleri, Tatar Türkleri gibi ne kadar Türk boyu varsa bu medeniyetin mirasçıları ve sahibidirler. Türk Medeniyeti’nin oluştuğu bütün çağlarda, Türk Devlet yönetimleri altında farklı topluluklar bulunmuşlardır, ancak oluşan medeniyete kurucu unsurun yani Türk milliyetinin adı verilegelmiştir. Milliyet (Kavmiyet ) doğal bir oluşumdur. Bu kutlu millete ve medeniyete sahip çıkarak, severek, koruyarak yükseltmek Türk Milliyetçiliği’dir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu unsuru Türk milletidir. Anadolu Türk Medeniyeti, politikacıların ekseriyetinin dillerine pelesenk olduğu gibi 1000 yıllık da değildir. Yukarıda kısa başlıklarla belirtildiği gibi M.Ö.’ ki dönemlerde de vardır. Erzurum’un Karayazı İlçesi Salyamaç Köyündeki Cunni Mağarası’ndaki yazıtlar en az 7-8 bin yıllıktır ve Türkçe’dir. Van güneyindeki Tilgiri köyünün Tirşıng alanında bulunan taş yazıları da Türkçe’dir ve yine 7-8 bin yıl önce bu bölgede Türkler’in yaşadığını gösterir.( 3 ) Kars İlimiz M.Ö. 130-127 yıllarında Kafkaslar’ın kuzeyindeki Dağıstan bölgesinden gelen Bulgar Türkleri’nin Karsak Oymağı tarafından kurulmuştur. ( 4 ) Fransız bilim adamlarının bazı bulgularına göre Türkler yaklaşık 2200 yıl önce İstanbul’a gelmişler ve buraya “Astanbolik” adını vermişlerdir. Göktürkçe’de Astan: Gök, Bolik: Kent demektir. (5) Atatürk Türk’ü şöyle tarif ediyor ; “ Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra ona alıştı. Şimşek, yıldırım,güneş oldu, Türk oldu! Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” GÜNCEL Şimdi bu 7000 yılın sebebini merak edenler araştırır, bulur. Ayrı bir yazı ile izahı da bana görev olsun. Yukarıda bazı örnekler verildi. Çoğaltılabilecek nice örneklerler gibi bunlardan da kasıt Türkiye Cumhuriyeti ve bu coğrafyadaki asıl medeniyetin Türklüğe ait olduğudur. Bilmeyenler bir yana, bilerek reddedenlerin soyları ve vicdanlarına dikkat etmek gerekir. Çünkü yine Atatürk; “ Aziz milletime tavsiyem odur ki; Sinesinde yetiştirerek başının üzerine kadar çıkaracağı yöneticilerinin kanlarında ve vicdanlarındaki cevher-i asliyeyi tahlil etmekten bir an için feragat etmesinler.” demiştir. Tarih soyu Türk olduğu halde Türklüğe ihanet edenleri tespit ve ifşa etmiştir. Soyu Türk olmadığı halde Türk milliyetine mensubiyetten onur duyan ve Türklüğe hizmet edenlerin varlığı da, onların soyundan bahisle “etnik fitne erbabı” olanlar da bilinmektedir. Dün olduğu gibi bugün de biyolojik bir ırk analizi ile Türk Milliyetçiliği yapıldığı yoktur.( Şecere tutmanın çokça faydası vardır. ) Ancak eline Türk Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi’ni alarak, Atatürk’ü kafatasları ile ırk tespiti yapmakla suçlayana verilecek bir cevap var; Antropoloji bir bilim dalıdır ve insanı ırk ve kültür yönünden inceler. Bilimlik çalışmalar yapan bir kurumu, kuranları, çalışanlarını ırkçılıkla suçlayanın ruh kökünü cahiliye devrinde aramak lazımdır. İslam inancı üzerinden oy devşirirken mübarek kitabın “ Oku” ile başlayan emrini ve inancımızın “İlim Çin’de de olsa gidin öğrenin.” anlayışını dikkate almayan bir kafanın hezeyanı ile bir ülke yönetilebilir mi? Biyolojik ırk bir gerçekliktir, bilim konusudur. Bunu reddedenlerin aşağıdaki sorulara makul ve mantıklı cevap vermeleri gereklidir: 1. Akraba evliliği tıbben neden sakıncalıdır? 2. Orta Asya Türk boylarında şecere olarak 7 kuşak yakınla neden evlenilmez? 3. Son günlerde Sağlık Bakanlığınca kamuoyuna duyurulan “Anne Sütü Bankası” projesine temkinli yaklaşanların gen kaynaklı endişelerini nasıl açıklayabilirsiniz? 4. Tarım Bakanlığı “Angus ırkı kurbanlık ithal ediyoruz” açıklamaları yaparken “Irkçılık yapıyorsunuz” diye suçlandı mı? 5. Yalnız bir yere özgü bir bitkiden bahsedilirken bilimlik olarak “Endemik ırk” terimi kullanıldığında, “ırkçılık yapılıyor” suçlamasına şahit oldunuz mu? 6. GDO’lu gıdaların insan sağlığını tehdit etmesi ile “ırk” arasında zihninizde bir bağlantı kurabiliyor musunuz? 13 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 7. Türk Milliyetçiliği’ni soyculuk suçlaması ile ayaklarınızın altına aldığınızı ifade ederken (ki, bu sadece kurduğunuz bir hayaldir. Kısmetsiz bedevilik için yalvarsanız da gerçekleştiremezsiniz.) “Seyyid” ve “Şerif” anlayışını da ayaklarınızın altına almayı düşünüyor musunuz? Ziya Gökalp’e ait bir şiir okuduğu için hapis ve mağdur edildiğini iddia eden Türklük hasmına Ziya Gökalp’le cevap; “ Babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik’ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine bakarak ırken de Türk neslinden olduğumu anladım. Bununla beraber dedelerimin bir Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Ziya Gökalp” (6) “Türklük hem mefkurem hem de kanımdır Sırtımdan alınmaz çünkü kürk değil” Ziya Gökalp (1) Halk Latincesi’nde “Türklerin Yurdu” anlamına gelen Turchia sözcüğünden türemiştir. İlber Ortaylı, 8 Kasım 2008 Tarihli Tarihportalı.net yazısı. (2) Adile Ayda, Türklerin İlk Ataları (3) Kazım Mirşan, 6 Temmuz 2002, Ceviz Kabuğu adlı TV programı (4) Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi (5) Ahmet Taner Kışlalı, Mart 1997, Cumhuriyet Gazetesi Makalesi ler (6) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkik- 22. SAYI 2013 SEN ÜZÜLME ANAM Sen üzülme anam, vatan toprağına ayak basarken kafirler, kirletirken pis ayaklarıyla birer birer öyle sahipsiz bırakır mı analarını bu askerler sen üzülme anam, aç kalırım, susuz kalırım, çıplak ayaklarla koşarım düşmanı püskürtmeye, hasretinle dolar içim, dayanmaya çalışır acısına yüreğim,ama vatanını hürriyetsiz bırakmaya dayanamaz mevcudiyetim, sen üzülme anam, memleketin sevgisi kavururken gönlümü, korkutamaz beni kafirin topu, tüfeği, zulmü, sen üzülme anam, bir oğlunu verirken toprağa, hürriyet nice evlatlar verecek vatan kucağına, dökülen kanlar düşmana dalga olacak boğazda, geçirmeyecek Çanakkale’den düşmanı savaşın sonunda, sen üzülme anam, sanma ki ölüme kapanacak gözlerim, doğan hürriyet güneşi ile huzura erecek ruhum, bedenim, sen üzülme anam, senin gibi anaların oğullarına sahipken bu vatan, hangi düşman karşısında durabilir bu toprakların korkmadan, sen üzülme anam bedenim görevini tamamlarken cephede, ruhum bir ömür hazır bu vatana hizmet etmeye, sen üzülme anam, doyamadan sana gittin deme, daha gençliğini yaşayamadı diye üzülme, oğlunun gencecik ruhu dalgalanan bayrakta hep seninle… Berna Halvalı 14 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU GÜNCEL TBMM BAŞKANI CEMİL ÇİÇEK’İN, İSTANBUL’DA DÜZENLENEN SURİYE TÜRKMENLERİ PLATFORMU 1. TOPLANTISINDA YAPTIKLARI KONUŞMA Değerli Suriyeli Türkmen Kardeşlerim, SuriyeTBMM Türkmenleri Platformu 1. Toplantısında sizlere hitap ediyor olmaktan duyduğum mutluluğu ifade ederek konuşmama başlamak istiyorum. Sizler 20. Yüzyılın mahzun Türkleri, bizim gurbetteki kardeşlerimizsiniz. 92 yıl önceki ayrılığın mazlum insanlarısınız. Bizim bağlarımız, sınırların ayrılmasıyla kopacak bağ değildir. Bizler dili, tarihi, kültürü bir insanlarız. Keşke, bu toplantıyı Şam’da, Halep’te, Humus’ta ya da Lazkiye’de yapabilseydiniz. Ama inanıyorum ki, Suriye de bir gün özgür insanların yaşadığı bir ülke olacak. Orada da hukukun üstünlüğü kabul edilecek, insan haklarına saygı gösterilecek. Devlet keyfi kararlarla ve mezhep taassubu ile değil, hukuka dayalı kurallarla yönetilecek. O gün; bugün değilse, yarın mutlaka gelecek. Sizlerin barışa ve huzura duyduğunuz hasretin bin katını, biz duyuyoruz. Maalesef, sizleri yönetenlerin demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere inanmaması ülkenize büyük bir kaos getirdi. Onurunuz ve özgürlüğünüz için 26 Ocak 2011 ‘de başlattığınız hak arayışında bugüne kadar 44 bin Suriyeli kardeşimizin kanı döküldü. 80 bin insan kayıp durumda. 250 bin insan suçlu gibi hapishanelerde işkence altında tutuluyor. 2 milyon insan evsiz barksız, gıdasız kaldı. 500 bin insan komşu ülkelere sığınmış durumda. Maalesef, Suriye korku filmlerinde bile kurgulanamayacak olaylara sahne oluyor. Ülke baştan başa korku tüneline çevrilmiş durumda. Akan insan kanı, Müslüman kanı. Evinden, yurdundan edilen, Müslüman. Biz Türkiye olarak, bu durumdan hem rahatsızız, hem de endişe ediyoruz. Sizler, başkalarında olmayanı, çağdaş dünyanın bilmediği bir şeyi istemediniz? Sizler, daha hür ve daha adil bir ülkede yaşamak istediğinizi dile getirdiniz. İnsan onuruna yaraşan ne ise sizin de isteğiniz odur. Bunu sağlamak o kadar zor değildi. Sizler de biliyorsunuz, Türkiye olarak her zaman komşularımızla iyi niyete ve işbirliğine dayalı bir ilişki içinde olmaya çaba gösterdik. Suriye’nin bu noktaya gelmemesi için çok gayret ettik. Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımıza, Dışişleri Bakanımızdan devletimizin bütün sorumlularına kadar Suriye’yi demokratik bir yönetime kavuşturmak için en üst düzeyde telkinlerde bulunduk. Heyetler göndererek, demokratik dönüşümde yapılması gereken çalışmalar hakkında ellerine yol haritası sunduk. Anayasa ve yasalarında yapmaları gereken düzenlemeleri her platformda kendilerine anlattık. Bizden ve uluslar arası kuruluşlardan gelen benzer teklif ve telkinlere Suriye, bugüne kadar kulağını tıkadı. Beşar Esat ve partisi Baas, Irak’tan, Libya’dan. Mısır’dan, Tunus’tan, Yemen den hiç ders almamış. Eğer tutumunda ısrar edecek olursa, sonu seleflerinden farklı olmayacaktır. Halka rağmen halkı yönetmek mümkün değildir. Vakit henüz geç sayılmaz. Onu, sorunun bir parçası olmak yerine, çözümün öncüsü olmaya davet ediyoruz. Suriye’nin geleceğini daha fazla karartmamasını diliyoruz. 15 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU İnsan haklan ve özgürlük taleplerinin önünde hiçbir güç duramayacağını artık anlamış olmaları lazım. İletişim çağında yaşıyoruz. 1982 yılında Hama’da yaptığınız katliamları tekrar etmenize insanlık izin vermez. Dünya eski dünya değil, Suriye eski Suriye değil. Demir yumrukla bir ülkeyi yönetme devri çok gerilerde kalmıştır. Maalesef, sağduyu sahibi bir yönetim işbaşında olmadığı için, ülkenizde dökülen kan bir türlü durmuyor. Daha düne kadar halkı özgürleştireceğine inandığımız Beşar Esad, katliam ve cinayetlerle iktidarını devam ettirmekte ısrar ediyor. Tarihten ve olaylardan ders çıkarmadan, ülkesini harabeye çevirmekte ısrar ediyor. Böyle yaparak ülkesini bir çıkmaza sürüklüyor. Artık bilinmelidir ki, soğuk savaş devri yıllar önce kapandı. Gözleri görmez, kulakları duymaz, dilleri söylemez yapılan vatandaşları olan rejimler tarihe karıştı. Herşeyi sınırlayabilirsiniz ama bilginin ve haberin dolaşımına sınır getiremezsiniz. Bütün dünyaya meydan okuyarak ülke yönetemezsiniz. Artık dünya ile entegre olmak zorundasınız. Değerli Türkmen Kardeşlerim; Sizler, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın evlatlarısınız. Sizler, büyük Türk ailesinin mensuplarısınız. Sizler Suriye’nin ayrılmaz bir parçasısınız. Sizler, Suriye’ye dün gelmediniz. 1000 yıldır o topraklarda yaşayan kadim Türklersiniz. Kudüs’ü haçlı istilasından temizleyen sizlersiniz. Müslümanlar güven ve huzur içinde hac yapabilsin diye, yüzlerce yıl Kabe yolunun güvenliğini sağlayan sizlersiniz. Sizler, Suriye’nin sahiplerisiniz. Baas rejiminin ırkçı, asimilasyoncu siyasetinin bir sonucu olarak onlarca yıldır ana vatanınızda mağdur edildiniz. Irkçı Baas rejimi tarafından bugüne kadar hep tehdit olarak görüldünüz. Bu yüzden Türkmen kimliğinizi göğsünüzü gere gere taşıvamadınız. Sizler. Suriye için tehdit değil, diğer kardeşleriniz gibi zenginliksiniz. Sizler, Suriye’nin dünyaya açılan penceresisiniz. Artık bunu Esat Rejiminin görmesini beklemek beyhude. Artık Suriye’nin geleceğinde kendinizi göstereceksiniz. Suriye’de yaşayan bütün insanlarla birlikte sizin de mahzunluğunuz ve mazlumluğunuz yakında sona erecek. Karışıklık devri kapanacak, aydınlığa kapı açılacak.tır. Zulüm ile abad olanın, ahiri berdab olur. Sizlere zulmedenler er ya da geç gidecekler. 16 22. SAYI 2013 Suriye Türkmenleri Platformu olarak, bugüne değil, yarına odaklanmalısınız. Suriye’nin geleceğinde Türkmenlerin haklarının güvence altına alınması için örgütlü gücünüzü artırmalısınız. Birlikte hareket etmeyi ve haklarınızı birlikte savunmayı öğrenmelisiniz. Değerli Türkmen Kardeşlerim; Suriye’nin demokratik bir ülke haline gelmesi bizim için çok önemlidir. Komşularımızın barış ve huzur içinde yaşamasını son derece MİLLETİN SESİ Yarada’nın adıyla başlıyoruz. Bismillaaah! Adıyla başlayanı muzaffer kılar Allah, Salatü selam sana Muhammed Resulallah, Gönüller tutuşturan onun meşalesidir, Buradan yükselen ses, milletimin sesidir. Türk Milleti, İslamın sancaktarı çok şükür, Yüreğinde korku da, tereddüt de yok şükür. Hak yolundan dönmedi, yardımcısı Hak şükür. Kıblesi Kabetullah, ocağıysa Yesi’dir. Ol Bilal’den gelen ses milletimin sesidir. Ne zaman ki gafiller kendinde cüret bulur, Uğursuz baykuş öter, azgın çakallar ulur. Kaşgar’dan haykırdık mı Estergon’dan duyulur. Elbet helak olacak şer şeytan çetesidir, Gök kubbeyi delen ses milletimin sesidir. Çifte standartlarla kurduğunuz pusu mu? Kandil’de akan kan da Halep’te akan su mu? Yere batsın bu mantık, ‘’adaletiniz’’ bu mu? Bu sinsice yalanlar söyle neyin nesidir? Kulağımda çalan ses milletimin sesidir. İslam diye çıktınız, yarı yolda saptınız. Harun’ken Karun olup para pula taptınız. Bebek katillerini birden melek yaptınız. Sizleri yakan ateş, şehitler nefesidir. Uykunuzu bölen ses, milletimin sesidir. Gakkoş, Dadaş verince iman ile el ele, Cudi, Gabar aşılmaz, geçilmez Çanakkale. İki günde çözülür zor sandığın mesele. Şu Yörük, Türkmen, Zeybek, şu Aydın efesidir. Dağda yankılanan ses, milletimin sesidir. Alevisi, Sünnisi, Lazı,Kürdü, Çerkezi Canımız kanımızdır kucakladık herkesi. Yarabbi sen güçlü kıl ve sen koru bu sesi. Bu ses ki vatanımın en son sermayesidir. Bu ses kalplere dolan, milletimin sesidir. Baki KARABIÇAK 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DEĞERLERİMİZ SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR(1) BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY Fazlı KÖKSAL Türk’e, Türklüğe hizmet zor iştir. Bu hizmeti yapanlar bazen sanık kürsüsüne çıkarılırlar, bazen darağacına. Bazen de yusufiye medreselerinde çile çekerler. Bu dün böyle olmuştur, görünen O ki gelecekte de böyle olacaktır. Kaymakam Kemal Bey’de, hem sanık kürsüsüne hem de idam sehpasına çıkarılan kahramanlardan birisidir. ları ve bunların vekilleri ile müstakil mevki komutanları ahali tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine ve memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına dair işlere ve tertiplere karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur. Ermeni Sorununun ısrarla gündemde tutulduğu bu günlerde Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i hatırlamamak mümkün mü ? 2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler. Kemal Bey’in ismini ilk kez daha ortaokul öğrencisi iken babamdan duydum. Babam Boğazlıyan’da kurdukları Futbol kulübüne, Kemal Bey Spor Kulübü adını verdiklerini, Kemal Bey’in İngilizlerin baskısıyla idam edilen bir kahraman olduğunu anlatırdı. O zamandan bu yana mazlum deyince, kahraman deyince aklıma gelen 3-5 isimden birisidir Kemal Bey. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin kahramanı Kemal Bey’i ve O’na yapılan haksızlıkları hiç unutmadım. Asala Terörünün azdığı 1980’li yıllardı. Ermeni problemi yine gündemdeydi. Boğazlamak kelimesini çağrıştıran, taşıdığı “yan” ekiyle Ermenice bir kelime izlenimi uyandıran “Boğazlıyan” ilçemizin adının, Kaymakam Kemal Bey’e ithafen “Kemalkent” veya “Kemal Bey” olarak değiştirilmesi için, Yozgat Milletvekillerine, Siyasi Parti’lerin Boğazlıyan ilçe başkanlarına, köşe yazarlarına mektuplar yazdım. Yalnızca bir Siyasi Partinin ilçe başkanından, Avukat Oğuzhan Bey’den –maalesef soyadını hatırlamıyorumduygu yüklü bir cevap alabildim. Bir de sayın Mim Kemal Öke konuyu sütunlarına taşıdı. Ama bu çabalarım bir işe yaramadı. “Boğazlıyan” ismi değişmedi, değiştirilemedi. Kemal Bey, Gümrük Başkâtibi olan Babası Arif Bey’in görev yaptığı Beyrut’da, 1885 yılında doğmuştur. Antalya ve İzmir liselerinin ardından Mülkiye’yi pekiyi derece ile bitirmişti. Beyrut(1908) ve Cezayir elçiliklerinde görev yapmıştı. Toyran, Gebze, Karamürsel kaymakamlıklarında bulunan Mehmet Kemal Bey’in son görevi Boğazlıyan kaymakamlığı ve Yozgat Mutasarrıf Vekilliğidir. Birinci dünya savaşının başlamasına müteakip, İngilizler ve Ruslar Ermenileri Türk Devletine karşı ayaklanmaları için kışkırtılar. Ermeni çetelerini silahlandırdılar. Yer yer ermeni çeteleri Türk Köylerine baskınlar yaptılar. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine, Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915’te “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır. Bu kanun; ”1- Savaş vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutan- 3- Bu kanun çıktığı günden itibaren muteberdir. “ İfadelerini içeren üç maddeden ibarettir. Bu kanuna rağmen saldırılarını devam ettiren Ermeniler 2 Eylül 1915’te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri ateşe vermişler, duruma müdahale etmek üzere bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmiş ancak, Ermeniler Jandarmalara da ateş açmışlardır. Durum, zamanın İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiş, Bakanlık da bir telgraf emri ile buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmiştir. Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı olan Kemal Bey, bu emri yerine getirmiştir. İşte Kemal Bey’i idama götüren suç(!) kendisine verilen bu emrin gereğini yerine getirmektir. 1918 Haziran ayı içerisinde, İngiliz uşağı Türk(!) politikacılar, İngilizlerin ve Ermenilerin baskıları sonucu Kemal Bey’in görevine son verirler ve tutuklatırlar. Kemal Bey, Konya “İstinaf Mahkemesi”nde yargılanıp beraat etmesine rağmen yeniden tutuklanır ve Divan-I Harp’te yargılanmak üzere İşgal altındaki İstanbul’a götürülür. İşgal İstanbul’un üstüne kabus gibi çökmüştü, Kemâl Bey’i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. SaadeddinFerid adında bir avukat gönüllü olarak, Kemâl Bey’in savunmasını üzerine aldı. Dîvân-ı Harb’in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu. Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey iddianamesinde: “ Yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refah ve saadet içinde yaşayan gayr-ı müslim unsurların sebeb oldukları olaylar, idarî hatalardan çok dış tesirlerden doğmuştu. ………Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi Mayısında tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu 17 DEĞERLERİMİZ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 22. SAYI 2013 işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi”. Diyordu. şimdi de hiçbir vicdan azabı duymuyorum. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’de, savcıya göre, suçlulardan biriydi ve en ağır cezaya çarptırılması lâzımdı. — Kış kıyamette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken Allah’tan hiç korkmadın mı? Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin? Mahkeme sırasında, çoğu Ermeni Komitacılarından oluşan bir sürü yalancı şahit, Kemal Bey’in suçlarını (!) bir bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Komitacılar, Istanbul’da buldukları küçük Ermeni çocuklarını bile mahkemeye getiriyor, şahit olarak dinletiyorlardı. Kemal Bey, görevini yapmış olmanın rahatlığı içerisinde bu iftiralara karşını kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu: SaadeddinFerid Bey’in savunmasından sonra söz alan Kemal Bey; “- Düne kadar bir hâkimler heyeti hâlinde olan sizler, bu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddia edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevkedilen bazı Ermeni muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri fecaate şahit olmuş bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir. Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.” Bu savunmaya karşı, Mahkeme Reisi: —Kemal Bey, emin olun, mahkeme, hükmünü hiçbir dış etkiye kapılmaksızın, sırf vicdani kanaatine göre verecektir.” Diyordu. Halbuki Kemâl Bey’in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgâl kumandanlarının ve Ermeni Patriği Zaven’in ağır baskısı devâm etmekteydi. Bu baskılara dayanamayan Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Damat Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli bir münâkaşadan sonra istîfâsını veriyordu. Yerine de “Nemrut” lâkabı ile maruf “Kürt Mustafa Paşa” tayin olunuyordu. Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkmış, kendilerine verilen “Kemal Bey’i asın” emrini yerine getirmekle görevli bir uşaklar heyetine dönüşmüştü. Kemal Bey, Nemrut Mustafa Paşa’ya: — Bir memur aldığı emre itaatle mükelleftir. Ben aldığım emrin gereğini yerine getirdim. Sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insanî harekette bulundum. Nitekim 18 Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemal Bey’e bağırıyordu: — Hayır, bunu asla kabul etmem. Ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim. — On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu Allah’ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik sen bir idare âmirisin, bunları senin himayene vermişlerdir. Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu: — Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecavüzüne teşvik etmenin cezası nedir, bilir misin? — İdamdır Paşam... — Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemal Bey, biz de senin için bu karara varmıştık. Aslında idam kararı çok önceden hazırlanmıştı. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek üzere Saray’a gönderildi. Ancak Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, ile Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin Reisi Sait Molla Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden çekiniyorlardı. Bu iki İngiliz Uşağı, kararın onaylanmasını temin için Damat Ferit Paşa’yı alelacele Saray’a gönderdiler. Sultan Vâhideddin, kararın tasdiki için Şeyhülislâmdan fetva istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, önce “Kemal Bey hakkında istenilen fetva değildir. ‘Kazâya’ aittir, benim ise kazâya yetkim yoktur” diyerek fetvâ vermekten kaçındı. Padişah ısrar edince; Bir Müslümanın, Müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde idama cevaz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mirasçılarının “kısas” istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat Padişahı tatmin için bir not eklemeyi de ihmal etmedi. Bu notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey’in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu, yazıyordu. Bu fetva Saray’ı tatmin etti. İrade hazırlandı, imzalandı. İdam için gerekli tedbirler alındı, hazırlıklar yapıldı. Sehpa kuruldu. Kemal Bey’in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü’nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt Meydanı’na çıkardılar. Ermeni komitacıları, İstanbul’un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni’yi meydana toplamışlardı. 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU İstanbul’un Müslüman halkı da için için kaynıyordu. Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Darağacı, o zaman Harbiye Nezareti’nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makamı olarak kullanılacak küçük binanın önüne kurulmuş, etrafı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binanın önünde duruyorlardı. Harbiye Nezareti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey’in geldiğini gören kalabalık bir anda sustu. Kemal Bey, İdam mahkûmlarına mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Kaderine teslim olmuş gibiydi. Son sözü soruldu. O zaman, Kemal Bey, konuşmaya başladı — Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Görevimi yaptığıma vicdânenemînim. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet. Heyecandan boğulan çaresiz halk bir ağızdan cevap veriyordu: — Kahrolsun böyle adalet! — Benim sevgili kardeşlerim, çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin! Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem havasına bürünmüştü. Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden İngiliz Muhipleri Derneği Başkanı Said Molla’nın cellâtlara emri, Kemal Bey’in sözlerin bastırıyordu: — Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!.. Kemal Bey, bu mazlum Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu: — Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet! Kemal Bey’in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehpada sallanırken Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atıyor, Türkler ağlıyordu. Takvimler 10 Nisan 1919’u gösteriyordu. Cenazeyi teslim alan Babası Arif Bey (Gümrük Müdürü) ile, eniştesi İhsan Barlas Bey (Anadolu Ajansı Mümessili), şehidi motorla Kadıköy’e geçirip naklederler... Cenaze namazı “KIZILTOPRAK CAMİİ’nde kılınır. Kadıköy’de muazzam bir merasim tertip edilir. Töreni Üsküdar Dergâhı Şeyhi Münip Efendi yönetir. DEĞERLERİMİZ Cenazeyi Tıbbiyeli öğrenciler “TÜRKLERİN BÜYÜK ŞEHİDİ KEMAL BEY” yazılı çelenkleriyle karşılar; Mülkiyelilerin ve Tıbbiyelilerin başları üzerinde “Kuşdili”ndeki “Mahmut Baba Mezarlığı”na taşınır. Millî şehidin tabutu Kadıköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker, kendiliğinden “Saygı duruşu”nda bulunur. Mezarı başında imam sorar: ‘Merhumu nasıl bilirsiniz?’ Cemaat birden gürler: ‘Büyük vatanperverdir, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin!’ İngilizler, Kemal Bey’in cenaze törenini yakından ve dikkatle izlerler. Kadıköy’de E. La Fontain adlı bir İngiliz istihbarat yüzbaşısı görevlidir. 12 Nisan günü cenaze törenini şöyle rapor eder: ‘Ermeni kırımı ile tanınan Boğazlıyan ve Yozgat Mutasarrıfı Kemal Bey için, Kadıköy’de bugün saat 12’de büyük ve görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Cenaze alayının önünde Tıbbiye öğrencileri, polisler ve birçok molla bulunuyordu. Tabutun omuzlarda taşınması âdet olduğu halde, törene daha büyük önem vermek amacıyla, bu kez tabut başlar hizasından daha yukarda, eller üzerinde taşındı. Birçok Jön Türk törende hazır bulundu. Çok sayıda fotoğraf çekildi. Tören için 1000’den fazla davetiye dağıtıldı. İslâm dininde böyle bir şey şimdiye kadar duyulmuş değildi. Bütün bunların, üyelerinden birini kaybetmiş olan İttihat ve Terakki Komitesince kasten düzenlendiği apaçıktır. Hükümetin böyle bir törene izin vermekle gösterdiği güçsüzlük affedilemez... İslâm törelerine tamamen aykırı olarak, üzerlerinde, ‘Milletin masum kurbanına’ yazılı çelenkler vardı. Böyle bir gösteri yapılacağı Emniyet makamlarınca bilindiği halde, bunu önlemek için hiçbir şey yapılmadığı bildiriliyor. ‘Törenin, bugünkü Hükümete karşı düşmanca bir gösteri olduğu açıktır’ H.A.D Hoyland adlı bir başka İngiliz istihbarat subayı, Kemal Bey’in ‘Masum İslâm Şehidi’ olarak adlandırıldığını belirterek raporu üst makamlara sunar. İki gün sonra Yüzbaşı La Fontain, törenle ilgili olarak tamamlayıcı bir rapor daha kaleme alır ve şunları bildirir: ‘Cenaze törenini, Kadıköy, Mecidiye, Üsküdar, Dergâh Şeyhi Münip Efendi yönetti. Münip Efendi, törene katılmaları için mollalara emir vermiştir. Törende, Tıbbiye öğrencilerinden başka, çok sayıda subay ve er de bulundu. Elinde bir buket çiçek tutan tıbbiye öğrencilerinden biri, mezarın başında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan aşağıdaki parça aynen çevrilmiştir: ‘Dinle ey millet! Dinleyin ey Müslümanlar! Burada toprağa verdiğimiz insan, Kahraman Kemal Bey’dir. 19 DEĞERLERİMİZ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU İngiliz’i Odesa’dan attılar; haydin biz de İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz? İngiliz’i atmak borcumuzdur. Felâketimizi hazırlayan İngilizi yok etmek zorundayız. Allah’ın yardımıyla yakında İngilizin kafasını ezeceğiz.’ Bu öğrenciden sonra, bir başkası da aynı sertlikte bir konuşma yapmıştır. Her iki konuşmanın tonu, açıkça ayaklanmaya kışkırtmak için hesaplanmıştır... Bir muhbir, Fındıklı’da, bir cami ile Türk askerlerinin yemek yedikleri bir kulüp bulunduğunu, 10 nisan günü saat 5’te askerlerin, yemekhaneden Meclis binasına cephane sandıkları taşıdıklarını haber verdi. Taşıma iki saat sürmüş. bu binada, başka silahlar ve bombalar da bulunuyormuş...’ Bu raporlar karşısında İngiliz makamları irkilirler. Amiral Calthorpe, İttihat ve Terakki’nin Türkiye’de hâlâ geniş nüfuzlu olduğunu, bu nedenle Kemal Bey’in, ‘Haklı bir davanın ilk şehidi’ ilân edildiğini, bu idamın İtilaf Devletlerine verilmiş bir ödün olarak görüldüğünü bildirir. Sadrazamın, cenaze töreninden dehşete kapıldığını söyler. Bir başka raporunda, ‘cenaze törenine katılanların, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularına tercüman oldukları kuşkusuzdur’ der ve kaygılarını belirtir. O karanlık günlerde Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Ali Fethi Okyar hatıralarında: “Kemal Beye yükletilen suç, bugün hâlâ iftira ve yalan mirasını ödemekte olduğumuz Ermeni sürgünleri ve öldürülmeleridir. Düşmanlarımız, bu arada Hariciye Nazırlığı’na kadar yükselmiş GabriyelNuradungyan’ın bile bu iftira kervanına katılmasını, iddiaların doğruluğuna misal olarak göstermişlerdir. Bir bakıma, ülkenin dışişlerini eline teslimine lâyık görülen bir kişinin, böylesine nimetini ve lütfunu gördüğü vatanına ihaneti nasıl kabul edebileceği hatıra gelebilir. Ferit Paşa hükümetinin ve bu kabinenin tuttuğu felâket yolunu tasdik eden Padişahın tarih önündeki mesuliyetini aradan geçen zaman unutturmayacaktır. ÇÜNKÜ KEMAL BEYİN SUÇLU GÖRÜLEREK İDAMI İLE, KENDİ ÖZ DEVLETİMİZ, BU CİNAYET İDDİALARININ DOĞRULUĞUNU KABUL VE TASDİK ETMİŞ OLMAKTAYDI”. demektedir. Kemal Bey, vasiyetnamesine şunları yazmıştı: “Merhum sevgili oğlum Adnan’ın metfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. …………………………..Kabir taşım, hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: “Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in rûhunafatiha”. Perişan zevcem Hatîce’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı sâbıkıÂrif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muâvenet olunursa memnûn olurum. Türk milleti ebedîyen yaşayacak, Müslümanlık aslâzevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler 20 22. SAYI 2013 ölür, millet yaşar. İnşâllah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. 30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı Kemâl.” Kemâl Bey’i Türk Milleti unutmadı. Başka bir Kemal’in yönetiminde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla, kendisini “Millî Şehit” olarak kabul etti. Ayrıca Bakanlar Kurulu’nun 2.2.1927 gün 4710 Sayılı Kararıyla Ermeniler tarafından terkedilmiş olup Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş bulunan 1 apartmanla 1 evin Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in varislerine tahsis ve temliki kararlaştırıldı. Allah Rahmet Eylesin. Mekanı cennet olsun.. Ülkesine hizmet eden hiçbir insan benzer akıbete uğramasın… Sonsöz:Türk Milleti her zaman “Kemal Bey”ler çıkaracaktır. Gönül ister ki; aramızdan Nemrut Mustafa’lar, Sait Molla’lar, Damat Ferit’ler çıkmasın…Ama ne mümkün.. Bazılarımız abarttığını düşünse de, “Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10’udur” diyen Attila İlhan doğru söylüyor. • Ergun Hiçyılmaz, Hayat Sayfaları, 03 Haziran 2001 tarihli Sabah Gazetesi • Necdet Bilgi, Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey ’in Yargılanması,(Ankara:1999). • Tekin Eral,‘Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Türk Dünyası Tarih Dergisi,,Sayı 17,1988, • Şükrü Karaca, Milli Şehidimiz, Orkun Dergisi Sayı -50 Nisan 2002 • A. Alper Gazigiray, Ermeni Terörünün Kaynakları. • Ali Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim. • Ali Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam. (Hz. Cemal Kutay), • Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri. • Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri. • www.tonyukuk.net •Orkun Dergisi Nisan-1999 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU GÜNCEL SÜRECİ ÇÖZÜM(!) LEME Baki KARABIÇAK Yazıma şöyle bir anekdotla başlamak istiyorum: Hakkı, hukuku, musallayı ve öbür dünyayı bilen bir kervancı seyir halinde iken, yaşlı ve emektar devesi birden yere düşer, can çekişmeye başlar. Adam ölmek üzere olan hayvanın başında şöyle dua eder: ‘’Ya Rabbi, bu hayvanın bende hakkı çok. Senin huzuruna kul hakkı ile çıkmak istemiyorum. Şuna lisan ver de helalleşelim’’ der. Her şeyi yoktan var eden Allah (c.c.), kervancının samimi duasını kabul ederek deveye lisan verir. Diyalog gerçekleşir. Adam der ki: ‘’Ya hayvan, sana haddinden çok yük yükledim. Dövdüm, sövdüm, zaman zaman aç ve susuz bıraktım. Hepsinden dolayı senden özür diliyor ve helalleşmek istiyorum. Yalvarırım hakkını helal et, beni Allah (c.c.) ın huzuruna kul hakkıyla çıkarma.’ Deve der ki: ‘’Allah (c.c) bizleri insanoğluna hizmet etmek için yarattı. Siz de biz de fıtratın gereğini yaptık. Bundan dolayı bütün haklarımı helal ediyorum. Ancak bize öyle bir şey yaptın ki bunu söylemeyeceğim . Helal etmem de mümkün değil. Mutlaka huzurullahta yakana yapışıp hakkımı alacağım.’’ Kervancı bunun üzerine korku ve dehşete kapılarak: ‘’Bunun dışında ben sana ne yaptım ya hayvan? Ne olur söyle, helal etmen için ne yapmam gerekirse yapacağım.’’ diye yalvarır. Deve uzun süre ısrarını sürdürse de, adamın yalvarışına dayanamayarak şöyle söyler: ‘’Bizim hiç mi şerefimiz, haysiyetimiz yoktu da iki paralık eşeği önümüze kılavuz ettin?’’ Bir muz cumhuriyetinde bile yaşanması mümkün olmayan hukuksuz, samimiyetsiz ve realiteden uzak süreç(!) garabetinin yaşandığı şu günlerde, söylenecek o kadar çok söz var ki… Manidar olması bakımından yukarıdaki anekdotu sizlerle paylaşmak istedim çünkü Sayın Başbakan’ın anayasayı Türk Ceza Kanunu’nu ordunun ve polis teşkilatının yetki, selahiyet ve uygulamalarını belirleyen bilimum kanun ve yönetmelikleri rafa kaldırarak evcilik oynar gibi devlet yönetmeye kalkışması karşısında söyleyecek başka bir söz bulamadım. Vurgunları, soygunları, eş, dost ve akraba kayırmalarını, liyakat ve kabiliyetten uzak birtakım yandaşların devletin kilit noktalarına getirilmesini, milli eğitimin yazboz tahtası yapılmasını, sıfır sorun sloganıyla başlanan dış politikamızın sıfır dost, sıfır komşu haline dönüştürülmesini, ekonomideki kötü gidişatı, özelleştirme adı altında yapılan hortumlamaları, kerameti kendinden menkul ifadesine uygun olarak her fırsatta sıraladığı ‘’etnik milliyetçilik, dinsel milliyetçilik ve bölgesel milliyetçiliği’’ reddediyorum yalanıyla sadece Türk milliyetçiliğine düşman olduğunu, oysa kendi arasında hiçbir fark gözetmeyen milletimizi otuz altı etnik kökene ayırarak en sinsi bir şekilde ırkçılık yapmasını, yönettiği milletin en kıymetli değerlerini ayaklar altına almasını, hülasa yalanlarını, dolanlarını, kibrini ve yersiz gururunu millet olarak belki affedebiliriz ancak çok kısa bir süre öncesine kadar kendisinin de bebek katili dediği, kırk-elli bin yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına, beş-altı yüz milyar dolarlık bir kaynağın heba edilmesine sebep olan caninin, milletimizin kurtarıcısı haline getirilmesini asla ve kat’a affetmeyecek, kanun ve tarih önünde ve huzurullahta hesabını soracağız. Tıpkı, şeytanın insanları kandırırken kullandığı taktikleri kullanarak, bir doğrunun yanına bin yalan katıp barış gerçekleştirilemez. Hele hele, çoğunluğu milletimize düşman olan akil adamlar güruhunun -sanki bu masum millet, pkk’ya ya da kürt kökenli kardeşlerimize saldırıyormuş gibi- Türk milletini ikna etmek için yollara düşürülmesini siyasi sahtekarlığın ve gerçekleri saptırmanın suçluluk psikolojisinden ibaret olduğunu elbette idrak edebiliyoruz. Koskoca milletle alay ettiğini zannedenler, önce kapı kulluğunu yaptıkları pkk hamisi devletleri ikna etmeli, daha sonra bebek katilini ve onun ip kaçkını hempalarını ikna etmelidirler. Daha da doğrusu, eğer akillikten zerre kadar nasibini almışlarsa hukuksuz, mesnetsiz bir biçimde kendilerini yollara düşürenleri ikna etmelidirler. 21 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU ‘’Kan akmasın’’ diyenler gerçekten kanın akmasını istemiyorlarsa, bunu bütün icraatlarıyla göstermelidirler. Fıtratı bozulmamış hiçbir insan kan akmasını istemez. Hatta bir böceğe dahi kıyamaz. Oysa Suriye’de oluk oluk Müslüman kanının akıtılmasına taraf olanları hatta destek verenleri bütün dünya bilmektedir. Bölgemizde İsrail’in ayağına dolaşan belli başlı ülkelerden biri olan Suriye bitirilirken, ölmekte olan pkk’nın diriltilip düzenli ordu halinde İsrail’in hizmetine sunulacağını normal bir zekaya sahip olan herkes idrak edebilmektedir. Hal böyle olunca etkili ve yetkili makamda olan herkes akıl, izan ve hukuk çerçevesinde hareket etmelidir. Barış, önce beyinlerde ve kalplerde olur. Hiçbir suçu ve günahı olmayan milletimizin ikna ve ıslah edilmesini gerektirecek hiçbir hali ve tavrı yoktur. Ancak, durup dururken silaha sarılıp suçlu suçsuz demeden masum kanı dökenlerin ikna, ıslah ve tedaviye ihtiyacı vardır. Eğer gerçek barış hedefleniyorsa, suçlular devlete teslim olur, silahlarını teslim eder, cari hukuk neyi gerektiriyorsa uygulanır. Aksi taktirde, devlete ve millete silah çeken asiler, devletin meşru silahlı güçlerince tedip edilirler. Ceza ve mükafat müesseselerinin işlemediği toplumlarda huzurdan ve barıştan söz etmek ham hayalden ibaret olur. Birleşmeden sonra Batı Almanlar, Doğu Almanya’yı kendi seviyesine çıkarmak için iki buçuk-üç trilyon mark harcama yapmıştır. Bunu yapması için hiçbir Doğu Alman halkı silaha sarılmamış, adam öldürmemiştir. Ülkemizde hangi bölgenin neye ihtiyacı varsa imkanlar ölçüsünce sadece ve sadece yapılması gerektiği için yapılmalıdır. Aksi taktirde taviz koparmak isteyen herkes, bu iğrenç süreci örnek alarak silaha sarılabilir, bunun ardı arkası da gelmez. Herkesi akıl, izan ve hukuk sınırları içerisinde kalmaya davet ediyorum. 22 22. SAYI 2013 ANADOLUYA KİMLİK! Dr. Nurettin ELBİR Senn Eyy oğul! Kökün, Oğuz boyu! Özün; Asil bir Türk soy’u! Asya’da, Ana yurtta; Atan Otağ’lar kurardı Altaylarda, Bozkırlarda! Çölleşince ŞAMAN eli, Göç etti Anadolu’ya!... Baykal’da Aral’da Hazar’da At sırtında Yıllar yılı Menzil aldı, Otağ’larda, Kom’da kaldı!... Kafkasya’da Soluk aldı; Yıllar yılı Yurt aradı!... Yurt aradı! Anadolu, Türkiye’de Kök salıp, Şahlandı!... Oğuz boyu, Oğuzsun, Türksün, Soylusun, Korumaktan sorumlusun, Türklüğün adını!!! 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER EFELİK, TÜRK TOPLUMUNUN REFLEKSİDİR Seyfullah AYVALI Tire Kültür Derneği Başkanı Efelik kültürü asli tavırları ve duruşu ile Türk tarihinin en zorlu ve kritik dönemlerinde, millet olarak temsil ettiğimiz toplumsal karakterin en belirgin hamlelerini yapmış; kimi zaman yerel, kimi zaman da evrensel mesajlar vererek milletimizin yüz akı olmuş köklü bir kültürdür. Efelik kültürünü sadece sahne sanatları, folklorik giysi, notalara dökülmüş türküler veya ellerinde silahları ile dağlara çıkmış ve otoriteye karşı koymayı yaşam biçimi edinmiş insanlar düzeyine indirgemek eğer cahillik ve hata ile yapılmıyor ise Türk kültürünün temel özelliklerine ihanet etmek kadar büyük bir yanlış ve yanılgıdır. Zira efelik kültürü, tarih boyunca kimi zaman siyaset kimi zaman hukuk, ekonomi, ilim, ahlak hatta din gibi tüm toplumsal kavramlarda kendini göstererek doğruluk düsturunu ezeli Nasuh tövbesiyle ortaya koyarak her alanda ifade etme cesaretini göstermiştir. Uzunca bir süredir yaşanmakta olduğumuz kültürel yozlaşma; her geçen gün kendini biraz daha hissettirmekte ve binlerce yıllık Türk tarihinin kılcal damarlarını oluşturan oldukça önemli davranış biçimlerimizi ortadan kaldırmaktadır. Yaşadığımız yozlaşma öylesine etkili olmaya başlamıştır ki, toplumsal reflekslerimizi, gelişmeler karşısındaki duruş ve tavrımızı etkisizleştirerek; kendimizi tanımlarken kullanmamız gereken öz değerlerimize karşı hepimizi yabancılaştırmaktadır. Efelik kültürü de bu olumsuz süreçten nasibini alan köklü kültürlerimizden biri malesef... Oysa Efelik; günümüzde yaygın olarak bilinen zengin ve özellikli kostümleri, hepimizi coşturan zeybek oyunları, türküleri hatta “milli mücadelede aklanmış eşkıya” gibi kısıtlı ve kasıtlı tanımlamaların ötesinde öncelikle mertlik, doğruluk, dürüstlük, cesaret, zulme rıza göstermeme, her daim adaletten yana olma, hürriyet aşkı ve pek tabii ki her koşulda karşılıksız bir vatan sevgisi ile anılmalıdır. Esasen Efe kelimesi Türkçe’de, yiğitlik, cesur, mert ve sözünün eri olmak, doğru yolu gösteren ağabey olmak anlamlarında kullanılagelmiştir. Bu açıdan bakıldığında, nereden ele alırsak alalım, efelik kültürünün tarihin her döneminde, sosyal düzenin bozulduğu, yabancılaşmanın arttığı, devletin hakimiyetini yitirdiği, haklının haksız, haksızın haklıymış gibi davrandığı sıkıntılı ve karanlık dönemlerde kendini gösterdiğini net bir şekilde görürüz. Daha başka bir tabirle efelik kültürüne mensup olan efelerin, Türkçede zırh demek olan ‘say” gibi koruyan, sağlam ve sıkı anlamlarına gelen ‘beg’ gibi de ayakta tutan misyonları ile var olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tarih boyunca Türk milletinin toplumsal reflekslerini en iyi şekilde tarif ve temsil ettiğini bildiğimiz efelik kültürünün bu gün getirildiği nokta ya da dönüştürülmek istenen hali, gerçek efelik kültürü ile asla örtüşmemektedir. Bu gün efelik dendiğinde üzerine efe kostümü giyen kişilerin bir takım organizasyonlarda protokol karşısında dans etmeleri algılanıyorsa, efelik kültürü çoğunluğun zihninde oyun ve kostüm zenginliği ile sadece folklorik bir unsur olarak ele alınıyorsa, hatta efelerin sadece milli mücadele esnasında varlığını ortaya koymuş gaziler olduğu düşünülüyor ya da öyle biliniyorsa gerçek efelik kültüründen ciddi anlamda uzaklaşmışız demektir. Efelik kültürünü bir yaşama biçimi, hayatı yorumlama tarzı ve toplumsal refleks olarak ele aldığımızda, karşımıza yönetim biçimlerinin, dinin, paranın, sanatın ve bilginin kullanılarak kişisel ya da sınıfsal hegemonyaların, baskıların, zulümlerin kendini gösterdiği dönemlerde asla biat etmeyen, sosyal adaletin yanında olan, bağımsızlığına düşkün bir kültür çıkar ki, bu da efeliğin ilgi ve etki alanlarının, sınırlı neden ve olaylara dayanmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu düşünceden hareketle Türk tarihine bakıldığında kimi zaman Dede Korkut olup, onurlu yaşamayı öneren efelik kültürü, kimi zaman da haksızlık karşısında susmamayı, onurlu bir yaşam için kahramanca mücadele etmeyi temsil eden ”ulu kişilikler” olarak karşımıza çıkmaktadır. Efelik kültürüne mensup Efeler, bir başka zaman da ”dört nala gelip uzak asyadan, Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan” kolonizatör Türk dervişleri olup toplumsal refleksleri en doğru düzeyde tutmayı bilmişlerdir. Gün gelip içinde yaşadığı zaman Kerbela kuyusuna düştüğünde; sırtını otoriteye dayayarak inanç dünyasını kontrol altında tutan ilmi istibdatçılara, alın terini hiçe saymayı otoriteden ya da otorite yandaşı fetvacılardan 23 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU icazet alarak yaygınlaştıran mihraklara karşı Horasan Erenleri olup, Hoca Ahmet Yesevi, Hakim Ata, Barak Baba, Ahi Evran, Hacı Bektaş, Balım Sultan gibi yüzlerce gönül efesi olarak her yerde kendilerini hissettirdiler. Onlar Ortadoğu’nun hiç bitmeyen kavgalarına bir çare olmak için, Anadolu’yu bir iklim, bir mekan, bir vatan, bir yurt haline getirdiler. Anadolunun bahtında Şems gibi güneş oldular. Her halleri ile sema’ya duran, Taptuk Emre eşiğinde dosdoğru Yunus olan bu inanç efeleri doğruyu söyledikleri için, adaletin yanında oldukları için hayatları boyunca onurlu kavgalarını verdiler. Kimi zaman öldürüldüler, kimi zaman zulümlere maruz kaldılar. Ama hiç bir zaman asyadan getirdikleri hakkaniyetlerinden vazgeçmediler. Bedrettin’e yol oldular… Türk tarihinin bereketli silsilesinden bir sel akan efeler, gün olup Hızır paşa dar ağacını kurduğunda yoksulların şahı, Pir Sultan oldular. “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diye ünledi Dadaloğlu. Köroğlu olup; Bolu beyine karşı, dağlara yaslandılar... Osmanlı Devletini Kayı beyi Ertuğrul Gazi, Şeyh Edebali, Osman Gazi gibi Türkmenler kurmuştu kurmasına ama, çok sonra bu asli unsurları ötelemeye başlayan Osmanlı bürokrasisi, devletin bekasını, vergi toplama yetkisini, mahkemesini ve adalet anlayışını voyvodalara, mütesellimlere, çalıkakıcı sahtekarlara bırakmaya başladığında, efelik kültürü tarih sahnesindeki yerini bir kez daha almaktan hiç çekinmedi. ”Vali-i vilayet, hademe-i devlet” Atçalı oldular. Yağdereli Sinan, İnce Mehmet, Gamalı Zeybek, Çakıcı Mehmet Efe olup; adaletin peşinde dağlara ses verdiler, nam saldılar... Efelik kültürünü temsil eden Efeler, Türk milletinin başı her sıkıştığında tarih sahnesindeki yerini almakta hiç geri durmadı. Gün oldu mukaddes vatan emperyalist dünya devletleri tarafından işgal edildi. Esaret nerdir bilmeyen Türk milletinin bağımsızlığı elinden alınmak istendi. Efeler bu kez de Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Gökçen Efe, Poslu Mestan Efe, Tekeli İsmail, Sökeli Cafer, Durmuş Ali Efe, Danişmetli İsmail , Canip Efe, Sadettin Efe ve Çete Ayşe gibi niceleri oldular. Dağları mesken tuttular, düşmana karşı şahlandılar, vatanı aziz bilip toprağa düştüler. Onlar vatan için dağlarda buluşurken; bir büyük Efe daha Samsun’a çıkıyordu. Efece yüreğini ortaya koyup halkının yanında vatan için, bayrak için İstiklal Destanını yazdı. Türk tarihinin bu son efesi, kazanılan zaferin ardından hastalığına rağmen vatanı kurtarmanın onuru ile kollarını kaldırıp diz vurdu, ”Sarı Zeybek Mustafa Kemal Atatürk” oldu... İşte bu nedenle Efelik kültürü sadece folklorik bir unsur olarak algılanamaz. Efelik kültürü, hiç bir zafer kazanmadan protokol karşısında ”iki dönüverme” ile tarif edilemez ! Kostümleri çekip, gerçek efelerin 24 22. SAYI 2013 bir kere olsun giyemediği deri çizmelerin topukları ile yerde çıkarılan sesler ile caka satmak değildir Efelik...! Kültürünün yok olup gittiği, peşkeş çekildiği, asil milletinin hayat damarlarından öz suyunun çekilip, yerine kültürel yozlaşmanın enjekte edildiği bir devirde rahat uyuyamamaktır Efelik.... Sözün özü, Vatan, bayrak ve bağımsızlık aşkının tarifidir efelik kültürü... Doğruluk, mertlik, dürüstlük, haktan ve adaletten yana olmaktır efelik... Vesselam adam gibi adam olmaktır efelik... SURİYE TÜRKMENLERİ PLATFORMU İKİNCİ TOPLANTISI YAPILDI Suriye Türkmenleri Platformu ikinci toplantısı 30 Mart 2013 günü Ankara Dedeman Oteli’nde yapıldı. Toplantıya MHP Grup Başkan Vekili Mehmet ŞANDIR, Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Kurucu Başkanı Selahattin BAYSAL, Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA, Yörtürk Vakfı Genel Başkanı Mustafa TOMBULOĞLU, Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanı Kadir TOSUN ile çok sayıda Suriyeli Türkmen ve misafir katıldı. Toplantıyı Suriyeli Türkmen Avukat Dr. Esat ARBER yönetti. Toplantı başkanlığını Mehmet ŞANDIR yaptı. Toplantıya TBMM Başkanı Cemil ÇİÇEK de başarı mesajı gönderdi. Toplantıda Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA yaptığı konuşmada; Türk dünyasındaki, İslam coğrafyasındaki katliamların, zulümlerin kendilerini üzdüğünü belirterek konuşmasına şöyle devam etti: “Yıllar önce T.C. Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Rusya’nın dağılacağını, oradaki soydaşlarımızın bağımsızlıklarını kazanacaklarını, onun için hazırlıklı olmamızı söylemişti. 1991’de Rusya dağıldı. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan bağımsızlığına kavuştu. Bu bizleri çok mutlu etti. Şimdi ise Irak’taki ve Suriye’deki Türkmenlerimizin çektikleri acılar bizi üzüyor. İnşallah en kısa zamanda buradaki soydaşlarımız da özgür ve mutlu olurlar”. KOCA konuşmasını, “Bunun için Türkmenlerin birlik içerisinde olmaları gerekir. Bir olalım diri olalım”. diyerek tamamladı. 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER KIRIKKALE DERNEKLER BİRLİĞİ PLATFORMU KURULDU Ali İhsan AKKAYA Kırıkkale’deki sivil toplum örgütlerini güçlendirmek için platform oluşturuldu. Platforma, Kırıkkale ve Yöresi Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği (KALENDER), Delice, Çerikli Yöresi Kültür ve Yardımlaşma Derneği (DECYAD), Oğuzboyları Dernekleri Federasyonu, Yahşihanlılar Derneği’nin öncülüğünde 43 dernek yöneticisi katıldı. Derneklerin tanışma ve kaynaşmalarının sağlandığı toplantıda birlik ve beraberlik mesajları verildi. Platform toplantısına katılan dernek başkanları oluşum ile ilgili fikirlerini ve nelerin yapılabileceğini anlattılar. Toplantıda Oğuzboyları Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Serdar MURATCAN, bu plat- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 formun Kırıkkale’ye çok büyük faydalar sağlayacağını söyledi. Toplantıya davet edilen Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA ülkenin kritik bir süreçten geçtiğini belirterek son zamanlarda Türk ve Türk milleti sözlerinin gerek Anayasadan gerekse resmi kurumlardan kaldırılmak istendiğini, ülkenin kaosa sürüklenmek istendiğini belirttiği konuşmasını şöyle bitirmiştir:“Bu ülkenin % 87.9’u“Ana dilim Türkçe ve Türküm” demektedir. Kırıkkale’deki birlik ve beraberlik bu bakımdan çok önemlidir. İnşallah bu birlik ve beraberlikrüzgarı tüm ülkemizde esecektir.” TOPLANTIYA KATILAN DERNEK VE YÖNETİCİLERİ Abdulvahap ERGÜN ERZURUMLULAR DERNEĞİ Adem YALÇINKAYA BİR UMUT ENGELLİLER DERNEĞİ Adnan SAÇAL MUYADER Ahmet BOZBAĞ KAVURGALI KÖYÜ DERNEĞİ Ahmet YAKAR DOLUNAY DERNEĞİ Alaattin GÜNEŞER RAHMET ELİ GIDA BANKASI Ali ÇALIŞKAN KAÇAK KÖYÜ DERNEĞİ Ali İhsan AKKAYA YAHŞİHANLILAR DERNEĞİ Ali Rıza KOÇOĞLU DELİCELİLER DERNEĞİ 25 federAsyonlardan HABERLER 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 26 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Ayhan SİDAR Ayhan YÜKSEL Ayten POLAT Bahadır GÖÇER Basri KESKİN Bülent YILDIZ Cemal SERTKAYA Cengiz ACAR Emine SEVİNÇ Gamze Ebru ÇİFTÇİ Hakan AÇIKGÖZ Kemal KARCI Köksal ÇAKIR M. Emin ERKOÇ Mithat AKÇALI Murat AĞIRMAN Musa AKSOY Naci ÇELİK Naci TEKİNAY Necati KARAKUŞ Nihat ULUCAN Nurcan YAĞLI Penbe AKGÜL Sait ACAROĞLU Satılmış UYANIK Serdar MURATCAN Serpil CELLEK Şerafettin ELİTOK Şuayip DEMİR Tahsin YILMAZ Tuğşat ŞAHİNGÖZ Turgay BABACAN Yaşar ALTUNKAŞ Zekeriya ÜNVER 22. SAYI 2013 KIRIKKALE MEMURLAR DERNEĞİ YOZGATLILAR DERNEĞİ KIRIKKALE KADIN PLATFORMU DERNEĞİ İŞİTME ENGELLİLER DERNEĞİ EMEKLİ İŞÇİLER DERNEĞİ ENGELLİLER VE DOSTLARI DERNEĞİ KIRIKKALE DERNEKLER FEDERASYONU TÜM ÇALIŞANLAR KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ BİR FİDAN BİR UMUT DERNEĞİ KADIN DAYANIŞMA VE DESTEKLEME DERNEĞİ BAŞARI HUKUK VE TOPLUM DERNEĞİ ÇANKIRILILAR DERNEĞİ KÖPRÜ KASABASI KÜLTÜR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ DULKADİROĞULLARI DERNEĞİ TEBLİĞ CEMİYETİ DERNEĞİ KIRIKKALE BEYAZ DERGİ ANADOLU GENÇ İŞADAMLARI DERNEĞİ ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ MUHTARLAR DERNEĞİ KIRIKKALE DİYANET MENSUPLARI DERNEĞİ FATİH BAHÇELİEVLER TALEBE DERNEĞİ KADIN ELİYLE KADIN GÜÇLENDİRME DERNEĞİ USTA ÖĞRETİCİLER YARDIMLAŞMA DERNEĞİ RAHMET ELİ DERNEĞİ KALECİKLİLER DERNEĞİ OĞUZ BOYLARI FEDERASYONU YAHŞİHAN EL SANATLARINI GELİŞTİRME DERNEĞİ GAZİBEYLİ KÖYÜ KÜLTÜR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ KALENDER DERNEĞİ BAYINDIR KÖYÜ DERNEĞİ İNSAN YÜCELİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRME DERNEĞİ KARACALI KÖYÜ DERNEĞİ DİKMEN KÖYÜ DERNEĞİ SULAKYURTLULAR DERNEĞİ 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI! AŞAĞIDA İMZASI BULUNAN BİZLER, TÜRK MİLLETİNİN AKLISELİMİNE SESLENİYOR, TARİHİN BU DÖNEMECİNDE TÜRK MİLLETİ ADINA HAREKET EDENLERİ AŞAĞIDAKİ HUSUSLARDA UYARIYORUZ! 1- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve anayasadan çıkarılamaz. 2- Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz. 3- Anadolu coğrafyasında, Selçuklu ile başlayıp, Osmanlı ile devam eden Türk Milletinin kesintisiz egemenliğini esas alan Büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz. Yukarıda Türk milletine yapılan çağrıya katılan 300 aydın içerisinde Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA, Ertuğrulgazi Kül- tür Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Nihat KULA, Hüdavendigar Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Fahrettin BEŞLİ, Samsun Yörükleri Dayanışma ve Kültür Derneği Başkanı Ertuğrul TOYGAR, Kütahya Yörük Türkmen Derneği Başkanı Hasan Hüseyin NAMAZ, Bursa Dağder Başkanı Mustafa DAĞ, Ankara Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı Nesrin GÜNEL İÇAY, Ankara Seymenler Kulübü Derneği Başkanı Şerafettin DEMİR, Afyonkarahisar Oğuz Boyu Yörük Türkmen Derneği Başkanı Şakir ALTINTAŞ, Dünya Kargın Türkmenleri Derneği Genel Başkanı Yakup ATASITÜRK de bulunmaktadır. 27 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 22. SAYI 2013 OĞUZ BEYLERİ ŞURASI TOPLANDI Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Orhaneli Belediyesi’nin himayesi ile Hüdavendigar Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu’nun davet ve organizasyonu ile ülkemizde faaliyet gösteren, Türk kültürüne hizmet eden Yörük Türkmen dernek, federasyon ve konfederasyon başkan ve temsilcileri Bursa’da toplandı. Toplantı Bursa’nın en büyük sivil toplum örgütlerinden biri olan Dağder binasında yapıldı. Oğuz beyleri Şurası’na iki konfederasyon başkanı altı federasyon başkanı on yedi dernek başkanı ve çok sayıda dernek temsilcisi katıldı. Toplam 51 temsilcinin katılımı ile gerçekleşen Şura’ya katılan beylerin oybirliği ile Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA, Oğuzlar boyu Konfederasyonu Genel Başkanı Niyazi ÇAPA, Toroslar Yörük Türkmen Federasyonu Genel Başkanı Mustafa KÜÇÜKYAMAN, Hüdavendigar Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Fahrettin BEŞLİ’den oluşan heyet divan kurulunu oluşturdu. Oğuz beyleri sıra ile söz alarak görüşlerini belirttiler. Ortak görüş olarak; - İçinde bulunduğumuz hassas dönemde daha sıkı işbirliği içinde olunması, dernekler ve bireyler arasında sıcak ilişkiler kurulması, birbirlerinin her türlü etkinliğine katılımının sağlanması, - Vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün korunması ile ilgili hassasiyetlerin her ortamda ifade edilmesi, - Dilimize ve kültürümüze sahip çıkılarak gelecek nesillere nakledilmesi, - Ekonomik güce sahip olmadan birliktelikten verim elde edilemeyeceği ve sürdürülemeyeceği gerçeğini göz önüne alarak, Yörük Türkmenlerin ekonomik işbirliği, dayanışma ve organize olma alternatiflerinin değerlendirilmesi, - Her yıl geleneksel olarak kutlanan Söğüt Ertuğrulgazi’yi anma şenliklerinin bir Yörük bayramı olma 28 niteliğinden uzaklaştığı, bu hususta girişimlerde bulunarak ülkemizdeki tüm Yörük Türkmenlerin burada buluşabilecekleri, siyasetin gölgesinden çıkarak şölen havasında kutlamaların yapılması hususunda çaba sarf edilmesine, - Bu toplantının Yörük Türkmenlerin tek ses, tek yürek ve tek vücut olarak; Türk milletinin asli unsuru olan kimliğini, tarihini, dilini, kültürünü, örfünü, terbiyesini, vatan millet sevgisini mayasında tutarak, milli birliğimizin ve dirliğimizin muhafazasına katkı sağlamak üzere yapılacak çalışmalara başlangıç olmasının sağlanmasına, Karar verilmiştir. Toplantı sonunda katılımcıların ortak hassasiyetlerini ve görüşlerini içerecek şekilde hazırlanan sonuç bildirisi aşağıdadır: OĞUZ BEYLERİ ŞURASI SONUÇ BİLDİRGESİDİR TÜRK MİLLETİNE; 1- Türk Devletinin üniter devlet yapısı bozulamaz. 2- Milli dilimiz Türkçedir. Tartışılamaz. 3- Anayasadaki Türk kelimesinin tartışmaya açılması bile ihanettir. 4- Yörük Türkmen kimliği ve ruhu; cihanşümul bir imparatorluk kurmuş tüm dünyaya sosyal adaleti tanıtmıştır. Yörük Türkmen kimliğinin muhafazası, bu kimliğe sahip çıkılması ve bu kimliğin yarınlara taşınması asli görevimizdir. 5- Siyasi partilerde lider sultasına son verilmelidir. 6- Açılım politikaları adına hiçbir kesime taviz verilerek imtiyaz sağlanmamalıdır. 7- Söğüt şenlikleri Yörük bayramıdır. Siyasiler elini çekmelidir. 22. SAYI 2013 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER NEVRUZU GENÇLERİMİZLE KUTLADIK Mustafa TEKİN Türklerin tek ve ortak milli bayramı Nevruz Bayramı’dır. Nevruz, M.Ö. VIII. y.y.’dan günümüze kadar kışın sona ermesi, tabiatın uyanması, karların eriyip, nehirlerin coştuğu, çiçeklerin açtığı, ağaçların yeşerdiği, gece ile gündüzün eşit olduğu, insanların kalbinde güzel duyguların canlandığı baharın müjdecisidir. Nevruz Türk dünyası tarafından büyük bir coşkuyla kutlana gelmektedir. Nevruz, Orta Asya’da ve Kafkaslarda yaşayan Uygur, Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Tatar, Yakut, Teleüt, Karakalpak, Sala, Başkurt, Çuvaş, Macar, Kumuk, Karaçay gibi Türk toplulukları ile Anadolu ve Balkan Türklerinin Yenigün veya yılbaşı olarak kabul ettikleri gündür. Bu yıl Nevruzu Konfederasyonumuz, Bilkent Üniversitesi öğrencileri ile birlikte kutladı. 22 Mart 2013 günü Bilkent Üniversitesi yerleşkesinde Türk Boyları Konfederasyonu ile Bilkent öğrencilerinin kurduğu Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Nevruzu birlikte kutladı. Kutlamalarda Mehter Takımı ile Ankara Seymenler Kulübü Derneği ekibi gösterileri büyük beğeni aldı. 29 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 22. SAYI 2013 BANU AVAR KONFEDERASYONUMUZU ZİYARET ETTİ Nesrin GÜNEL İÇAY Sevilen gazeteci, araştırmacı yazar Banu AVAR, Konfederasyonumuzu ziyaret etti. Ziyareti sırasında ülkeyi karış karış dolaştığını belirten AVAR, ülkenin iyiye gitmediğini, yurttaşlarımızı etnik kökenlerine, mezheplerine göre ayrıştırmak, bölmek için emperyal güçlerin olanca güçleriyle çalıştıklarını belirtti. Ancak bu ülkenin ana unsuru olan Yörüklerin, Türkmenlerin bir yumruk halinde ülkeye sahip çıktıklarını, bir Yörük ailenin çocuğu olan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar koruyacaklarına ant içmelerinin kendini çok sevindirdiğini belirtti. 30 Gerek ülkemizin birliğini, bütünlüğünü sağlamaya yönelik gerekse Türk milletinin huzur içinde olması için gösterilen çabalardan dolayı Konfederasyonumuza teşekkür eden Banu AVAR, Yörüklerin, Türkmenlerin düzenlediği her türlü toplantı, panel, şölenlere severek geleceğini belirtmiştir. Konfederasyon Genel Başkanımız Durhasan KOCA da Sayın Banu AVAR’a Konfederasyonumuzu ziyaretinden, ayrıca Konfederasyonumuza bağlı Federasyonlarımız ve Federasyonlarımıza bağlı Derneklerimize karşı gösterdiği ilgi ve destekten dolayı teşekkür etti. türkmen bey’inden Türk Boyları Konfederasyonu ve Üye Federasyonlar TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 3 EKİM 2005 BÜTÜN TÜRK DÜNYASI DURHASAN KOCA 0312-4171275 0312-4171275 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO:9/11 KIZILAY/ANKARA ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU 22 TEMMUZ 2004 ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN 0246-2182228 0246-2182228 TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO:158 ISPARTA * ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU 20 MART 2005 ANKARA, AMASYA, KARABÜK DURHASAN KOCA 0312-4171275 0312-4171275 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO:9/11 KIZILAY/ANKARA * ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU 7 HAZİRAN 2005 BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK NİHAT KULA 0274-2246049 0274-2246049 İSMET İNÖNÜ CAD. NO:47 BOZÜYÜK/BİLECİK * ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ ESKİŞEHİR ERTUĞRULGAZİ YÖRÜK TÜRKMEN DERNEKLERİ FEDERASYONU 26 AĞUSTOS 2005 ESKİŞEHİR ORAL BÜYÜKSARI 0222-2187900 0222-2187900 İSTİKLAL MAH. DEMİRCİLER SOK. HÜNER İŞ MERKEZİ A BLOK K:1 NO:24 ESKİŞEHİR * ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ ÜÇOK TÜRKMENLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA FEDERASYONU 4 EYLÜL 2006 AMASYA FAHRİ UZUN 0358-2187952 0358-2187952 KOCACIK ÇARŞISI ÖZDEMİR PASAJI NO:2 AMASYA * ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU 6 EKİM 2006 KIRIKKALE SERDAR MURAT CAN 0532-4652388 HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ HANI K:1 NO:13 KIRIKKALE * TÜ I KONFED ER * RKB OY - 2 ONU SY TÜR K AR YL O A 30 B ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇERİ ADRESİ 00 5