bilinmeyen atatürk - Türk Boyları Konfederasyonu

Transkript

bilinmeyen atatürk - Türk Boyları Konfederasyonu
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi
Sayı: 22
MAYIS 2013
ISSN: 1306-4533
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy
TÜR
K
B
I KONFED
AR
ER
ONU
SY
A
YL
O
TÜ
RK B
0
OY - 2
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
05
Türk Boyları Konfederasyonu
Kültür Dergisi
“Ne Mutlu Türküm!..”
Diyebilenlerin Sesi
Yayın Türü: Üç Aylık Yaygın, Süreli Yayın
Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır
Sayı: 22 (Mayıs 2013)
TÜRK
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit
etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek
tecellisine sahne oldu.
Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı) bir Türk
beşiğidir.
Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
Yayın Sahibi:
Türk Boyları Konfederasyonu Adına
O çocuk tabiatın şimşeklerinden,
yıldırımlarından, kasırgalarından evvela
korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları
tabiatın babası tanıdı, Onların oğlu oldu.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu.
Mecit HAZIR
Şimşek, yıldırım, güneş oldu.
Editör:
Türk oldu, Türk budur.
Durhasan KOCA
Nesrin GÜNEL İÇAY
Düzeltmen:
Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Yusuf ŞAHİN
Av. Ahmet ÇELİK
İrtibat:
Yakup ATASITÜRK
Tel / Belgegeçer: 0312 4171275
E-Posta: [email protected]
Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi
Yönetim Yeri:
Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA
ISSN: 1306-4533
Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
Yazarlarına aittir.
Yapım ve Basım:
SARIYILDIZ OFSET
İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi
523. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA
Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49
Baskı Tarihi: 15 Mayıs 2013
Yayın Kurulu
Hukuk Danışmanı:
Prof. Dr. Ata ATABEY
Selahattin BAYSAL
Feyzullah BUDAK
Vedat ÇINAROĞLU
Prof. Dr. Necati DEMİR
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
Prof. Dr. Baki ERDOĞAN
Dr. Bahattin ERGEZER
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI
Prof. Dr. Reşat GENÇ
Dr. Ali GÜLER
Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Prof. Dr. Mustafa KAFALI
Turgut ÖZBAY
Prof. Dr. Selahattin SARI
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Kadir TOSUN
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ
Ali YÜRÜK
22. SAYI
2013
İÇİNDEKİLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Türklük
4
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
5
9
Bilinmeyen Atatürk
15
SÜRECİ ÇÖZÜM(!)
LEME
Baki KARABIÇAK
BATILILAŞMA
SEVDASINDAN
İMRALI SÜRECİNE =
ABDULLAH ÖCALAN’LA
GÖRÜŞMELERE
EFELİK, TÜRK
TOPLUMUNUN
REFLEKSİDİR
21
23
Seyfullah AYVALI
TÜRK
MİLLİYETÇİLİĞİNE
ARABİ HAMLE
KIRIKKALE
DERNEKLER BİRLİĞİ
PLATFORMU
KURULDU
Vedat ÇINAROĞLU
Ali İhsan AKKAYA
TBMM BAŞKANI
CEMİL ÇİÇEK’İN,
İSTANBUL’DA DÜZENLENEN SURİYE TÜRKMENLERİ PLATFORMU
1. TOPLANTISINDA
YAPTIKLARI KONUŞMA
17
Fazlı KÖKSAL
Feyzullah BUDAK
Turgut ÖZBAY
12
SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR(1)
BOĞAZLIYAN
KAYMAKAMI KEMAL
BEY
25
TÜRK MİLLETİNE
ÇAĞRI!
27
3
Başkandan
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
22. SAYI
2013
TÜRKLÜK
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
T
ürk Devleti’nin temel yapı taşlarından olan Türk
milletinin içinde; Türklüğü’ne sevgi olmazsa bu
yapı çürümeye yüz tutar. Zira milleti ayakta tutan manevi güç, insanın içinde olan millet sevgisidir. Necip
Fazıl’a göre;“Millet demek, şuur ve dünya görüşüne malik,
bir devlet manzumesi şeklinde billurlaşmış halk demektir.
Millet halk ve ruhi muhteva eseridir. Yoksa bir tabiat verisi değildir.” (Sahte Kahramanlar, İst, 1996, s.295). Ancak
bugün Kurtuluş Savaşı ile birlikte millet olma becerisini
gösteren, kendi dilini ve bayrağını ortaya çıkaran, bugüne
kadar sahip olduğu, kazandığı değerleri millet olma bilincine borçlu olan bir ecdada yakışmayan, bu ecdadın ekmeğini yiyip, suyunu içtikten sonra onun parçası olmadığını
iddia eden ikiyüzlü bir bakış açısı ortaya çıktı.
Türklük davasını etnik milliyetçilik ekseninde tartışan
fikir platformlarında ortaya atılan en taze düşünce; Türk
adından vazgeçmek. Türk adının kamuya ait yerlerde kullanılmasına gerek olmadığından, Türk milleti kavramının
Anayasadan çıkarılması gerektiğine kadar pek çok fikir
cirit atıyor şu an. Türklük ve Türkçülük kavramlarını kafatasçılıkla bir tutan bu insan gruplarının faşist düşünceler
taşımadığına inanmak oldukça zor. Zira bu insan gruplarının örnek aldığı bazı “fikir adamları”nınermeni kökenli olmalarına rağmen kendilerini Fransız, İtalyan ya da Alman
olarak tanıtmaları faşist düşünceye çanak tutar nitelikte ve
kuşku uyandırıcı. Tıpkı “Türkiye’de kürt, laz, gürcü vb.
kökenli insanlar “azınlıklar” (!) tespit edilmeli” diyen buna
karşın “Burası bir ulus devlet ve ben de Ermeni değilim
Fransızım” diyerek bu iki beyanı arasında kuşku götürmeyen bir tezatlık oluşturan ünlü Fransız (!) siyasetçi Patrik
Deveciyan gibi.
Amacım herhangi bir etnik kökenin düşmanlığını yapmak değil lakin bir gazetenin dağdaki 300 terörist ile yaptığı anketin neticesinde Kürt kökenli diye bildiğimiz PKK
terör örgütü mensuplarının çoğunluğunun hatta bebek katili
liderleri Öcalan’ın Ermeni olduğu bizzat kendi beyanlarıyla ortadadır. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “PKK’lıların
yüzde 80’i Ermenidir” tespiti bu durumu daha net açıklıyor. Tehcir sırasında kökenini gizleyerek Müslüman olan
(!) 100 bin kadar insan vardı. 1936-1937 yıllarında Türkiye
4
Cumhuriyeti Devleti resmi olarak bu rakamı tespit ettirdi.
Yani bu kadar Ermeni, bazı insan gruplarının düşündüğü
gibi gökten inmedi. Burada şöyle bir sonuca ulaşmak
mümkün: Aslında etnik ayrımcılığı Türkler değil kendilerini Kürt olarak tanımlayan ve Kürtlerin hakları için savaştıklarını iddia ederek Kürt kökenli vatandaşlarımızı kullanan Ermeniler yapıyor. Ne var ki Halaçoğlu, bu tespiti ve
açıklamaları sonrasında özellikle bazı medya kuruluşları
ve hükümet tarafından ırkçılık yapmakla suçlanmıştı. Bu
durum pek çok vatandaşımız tarafından da sorgusuz sualsiz
kabul gördü. Nedeni ise tabi ki medyanın gücü. Bugün pek
çok insan sadece televizyonlarda yer alan haberlere ulaşabiliyor. Bu bakımdan medya oldukça etkili ve önemli. Belli
bir amacı gerçekleştirmek üzere toplumsal desteğe ihtiyaç
duyan siyasi otoritelerin kullanacağı en etkili silah da şüphesiz medya. Ülkemizde de teröristlerin etnik kökenlerine
ilişkin beyanlarından sonra bu medya kuruluşlarının sessiz
kalmaları hangi amaca hizmet ettiklerini gösteriyor zaten.
Türklük kavramını etnik kökenle bir tutarak bundan rahatsız olmak, Türkçülük ile ırkçılığı aynı kefeye koymak,
Türk kavramının aynı kültürden aynı töreden gelen milleti
temsil ettiğine inanmak yerine Türklüğü belli bir kafatası
yapısına sahip ırk olarak görmek, Türk kavramının sosyolojik ve tarihsel olarak taşıdığı anlamlardan daha derin
bir çerçeveye sahip olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor.
Bugün dünyanın dört bir yanına adil duruşuyla nam salmış
bu milletin şoven, ırkçı ve kafatasçı olarak adlandırılarak
küçültülmeye, parçalanmaya çalışılmasına maşa olmamak
gerekiyor.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan
Türk halkının sadece brakisefal kafa yapısında olanlardan
oluşmadığına, bu halkın tüm bireylerinin millet olma şuuru
ile hareket ederek vatanın bölünmez bütünlüğünü koruyacağına hepimizin samimiyetle inanması gerekiyor. Eğer
toprak parçalama ve “özerk” olma adına vatani değerleri
zedeleme söz konusu olacaksa işte o zaman o bazı insan
gruplarının anladığı dilde bir “kafatasçılık” fikri yaygınlaşacaktır ki bu ülkeyi kaosa hatta iç savaşa sürükler.
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
BİLİNMEYEN ATATÜRK
Feyzullah BUDAK
T
ürk milleti olarak Atatürk’e yaptığımız en
büyük haksızlık O’nu gereği gibi anlayamamamız olmuştur. İlkokul sıralarında çocuklarımıza, dayısının çiftliğinde kargaları kovalayarak büyüdüğünü öne çıkaran anlatımlarımız, tarihin
kaydettiği o inanılmaz işleri başardıktan sonra O’nun
sarı saçlarını, mavi gözlerini ve ufukları delen keskin
bakışlarını öne çıkaran bir anlatıma dönüşüyor. Bu
sebeple onun düşündükleri, planladıkları ve başardıklarının altında yatan gizli güç kaynağını bir türlü
kavrayamıyoruz.
Öncelikle Atatürk’ün yapmayı düşünebildiği ve
yapıp başardığı mucizevi işlerin arka planındaki gizli
güç kaynağını kavramamıza yardımcı olması için sizleri yaklaşık bir asır önce yaşanmış inanılması zor bir
olayı yeniden hatırlamaya davet ediyorum;
Öyle bir imparatorluk düşünün ki; Bütün kurumları itibariyle birkaç asırdan beri derin bir çöküntü içine
girmiş,150 yılı aşkın zamandan beri hiçbir başarının
mümessili olmadığı gibi devamlı yenilmiş ve toprak
kaybetmiş olması sebebiyle bu devletin halkı ve yönetenleri özgüvenini alabildiğine yitirmiş, özellikle
son yıllarda iflahsız bir batı hayranlığı batağına saplanılmış, herkesin tüm güzellik ve iyilikleri batıdan
ümit edip beklediği ve bunun da normal görüldüğü
bir ortam oluşup, bu kahredici hal yaklaşık iki asırdan
beri toplumun ve yöneticilerinin genlerine işlemiş.
Mustafa Kemalde bu devletin binlerce subayından birisi olarak, böylesine insanı ruhen bitirici bir
ortamda doğmuş ve yetişmiş olduğuna göre, onun da
aynı psikolojik vaziyette olması beklenmez mi? Ama
bu ülkenin sınırları, o kendilerine çok özenilen Avrupa milletleri tarafından ihlal edilirken ve şehirleri
işgal edilirken, elinde ve emrinde zayıflamış da olsa
bir ordu, bir hazine ve bir bürokrasi varlığı tutanların
tamamının bu işgale karşı elindeki ve emrindeki imkanları kullanarak direnmeyi değil, ancak hangi güçlü devletin himayesine sığınmak gerektiğini düşünebildiği bir ortamda, yine aynı şartlar altında yetişmiş
bir adam ortaya çıkarak, tüm rütbelerden ve mali haklarından vaz geçmiş, elinde ve emrinde bir ordu, bir
bürokrasi ve hiç bir mali kaynak olmaksızın sadece
Anadolu halkını örgütleyerek tüm Avrupa’ya karşı bir
özgürlük savaşını göze alabilmiş, bunu başarmış ve
yanıp yıkılan köhne bir imparatorluğun külleri arasından modern bir devlet ortaya çıkarabilmiş…
Sonra da bu yaptıkları ve başardıkları sebebiyle
ülkede ve dünyada kendisini övenlerin karşısına çıkarak “Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye
kalkışmayınız. Benim doğuşumdaki tek fevkaladelik
Türk olarak dünyaya gelmemdedir.” diyebilmiş.
Ama şu garip tecelliye bakınız ki Atatürk’ün bu
açık tebliğine rağmen sonuçta adamın biri çıkıp, son
derecede dramatik bir sapma ile “ATATÜRK’ÜN
KEHANETLERİ” adıyla bir kitap yazıyor ve kitabın
kapağına da mavi gözlerinden ışık saçılan bir Atatürk
resmi yerleştiriyor. Bu kitabı okuduğunuz zaman yazarının Atatürk’ü sizden çok sevdiğini, hatta ona bir
ilahi güç atfettiğini görüyorsunuz. Nitekim kitabın
arka kapağında yer alan ifadeler aynen şöyle;
“Atatürk ile ilgili şimdiye kadar çok şey söylendi,
çok şey yazıldı… Ancak, O’nun çok önemli bir özelliği üzerinde hiç durulmadı. O öyle bir özellikti ki,
tüm yaşamını etkilemiş ve belki de Atatürk’ü Atatürk
yapan en temel niteliklerden biriydi. Bu, O’nun inanılmaz ölçüde gelişmiş ‘Geleceği Önceden Sezebilme’ yeteneğiydi… Evet… Maalesef O’nun bu özelliği üzerinde şimdiye kadar hiç durulmadı.
Atatürk’ün ‘Duyular Dışı Algılamaları’nın normal
bir insanla kıyaslanamayacak derecede gelişmiş olduğu, bu kitapta tarihi belgelerden alınan kanıtlarıyla
birlikte ortaya konulmuştur. Bu kanıtların ışığında;
Atatürk sıradan bir ‘Altıncı Duyu’ya değil, son derece gelişmiş bir ‘Geleceği Görme’ yani ‘KEHANET’
yeteneğine sahip olduğu görülmektedir.”
İşte Atatürk’e yapılabilecek en büyük haksızlık budur. Çünkü bu, Atatürk’ü anlayamamaktan da
öte bir şeydir ve O’nu tamamıyla yanlış anlamaktır.
Onun, tüm ömrü boyunca ATATÜRK olmak için harcadığı çabaları, elde ettiği birikimleri, bir ömrü bir
millete vakfedişi anlayamamak ve hatta bir anlamda
inkar etmektir. Atatürk’ün yaptığı ve başardıklarının,
bir mistik güçten değil, bunları başarmak için vakfedilen bir ömürden, uzun yıllar boyunca üst üste konulan bilgi birikimlerinden ve bu bilgilere dayalı derin
bir inançtan kaynaklandığını görememektir.
5
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Peki Mustafa Kemal’i bu derecede farklı kılan şey
neydi? Koskoca bir imparatorluğun ordu/bürokrasi/
hazine kaynaklarına hakim binlerce insandan veya
saltanat mensubu olması sebebiyle doğal bir tabi
olunma potansiyeline sahip onca insandan hiç birisinin göze alamadığı bir kurtuluş ve yeniden doğuş
savaşını O, elinde hiçbir imkan bulunmuyorken nasıl
düşünebiliyor ve göze alabiliyordu? Dahası bunu nasıl başarı ile sonuçlandırabiliyordu?
Derin bir kehanet gücü ile yaşanacakları önceden
bildiği için mi? Yoksa çocukluğundan beri okumaya
ve öğrenmeye verdiği önem ile kendisini herkesten
çok farklı bir şekilde yetiştirdiği için mi? Yıllarca
okuyup araştırarak biriktirdiği bilgiler sayesinde,
mensubu olduğu millet varlığının tarihi derinlik ve
zenginliklerinden topladığı potansiyel Onda doğal
bir inanç ve irade yarattığı için mi?
Atatürk’ün bu özelliğini bilenler elbette cevabı da
biliyorlar. Mustafa Kemal Atatürk, tüm insanlık tarihi boyunca çok az insanda rastlanan bir entelektüel
meraka ve zekaya sahipti. Gece-gündüz çılgınlar gibi
okur, hatta savaş meydanlarında bile geceleri fener
ışığında son derecede ağır felsefi kitapları seçerek ve
özel surette temin ederek okurdu. Sürekli okuyarak
edindiği bilgilerin kendisini bir ayaklı kütüphaneye dönüştürmesine izin vermez, bu bilgileri ayıklar,
yargılar, değerlendirir, onlardan sonuçlar çıkarır, bir
çoğuna itiraz eder, onlarla adeta savaşırdı. Avrupa’da
Amerika’da yayınlanıp da, Türkiye’de henüz hiç
kimsenin haberdar olmadığı son derecede önemli
kitapları anında getirterek, Fransızca olanları orijinalinden ve diğer dillerde olanları özel surette kendisi
için tercüme ettirerek okurdu. Bu çerçevede İnsanlık
ve Türklük Tarihiyle alakalı konulara da çok özel bir
önem verirdi.
Mustafa Kemal ATATÜRK çağını ve sonrasını
derinden etkilemiş bir lider olarak elbette ki diğer insanlara göre bir çok farklı özelliğe sahipti. Ama O’nu
farklı kılan bu özellikleri bir sıralamaya tabi tutsak
hiç şüphe yok ki “bilgiye, öğrenmeye, dolayısıyla
okumaya; sadece okumakla kalmayıp, okudukları üzerinde derin tahlil ve tefekkürler oluşturmaya”
verdiği önem birinci sırada gelirdi. Atatürk bu konuya öylesine önem verirdi ki; savaş meydanlarında/
cephede bile okumaya ve öğrenmeye ara vermediğini, hatta ölümün her an bir adım ötede durduğu o
en şiddetli muharebe günlerinde bile, kendisi için
gerekli olan bazı kitapları seçerek ve özel surette temin ederek geceleri fener ışığında okuduğunu, hem
kumandan olarak tuttuğu savaş günlüklerinden, bazı
mektuplarından, bazı yaver ve yardımcılarının tuttukları günlükler ve notlardan, hem de bazı görgü
tanıklarının beyanlarından biliyoruz.
6
22. SAYI
2013
Şimdi ise artık elimizde Anıtkabir Derneği tarafından yayınlanan 24 ciltlik bir hazine/kaynak var.
Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduktan sonra Çankaya
Köşkünde okuduğu kitapların sadece üzerine notlar
yazdığı, işaretler koyduğu, boş yerlerine bazı düşüncelerini yazdığı bölümlerinin fotokopileri alınarak bir
araya getirilmiş ve bunlar 24 ciltlik bir seri olmuş. Bu
24 ciltlik kaynak tam 3997 kitabı ihtiva ediyor. Yani
okuduğu 500 sayfalık bir kitabın mesela 20 sayfasında bu türden notları varsa sadece Atatürk’ün özel notlarını ihtiva eden 20 sayfanın fotokopisi alınmış ve
sadece bunlar bile 24 ciltte tam 12 bin sayfa tutmuş.
Atatürk Cumhurbaşkanı olduktan sonra, çeşitli
bölümlerine notlar yazdığı, işaretler koyduğu, bazı
bölümlerine itirazlarını belirterek kendi iddialarını
yazdığı, yani adeta didik didik ederek okuduğu tam
3997 kitabın tespit edilmiş olması kimilerine şaşırtıcı
geliyor. Halbuki Mustafa Kemal’i, ATATÜRK yapan
birikimlerin altındaki enerji ve beslenme kaynakları tam olarak bilinseydi, bunda şaşılacak bir durum
görülmezdi. Tabii ki bunlar Mustafa Kemal’in, sadece ATATÜRK olduktan sonra Çankaya Köşkünde
okuduklarını ihtiva ediyor. Bir de O’nu ATATÜRK
olduran okumaları ve birikimleri var ki bunların sadece çok sınırlı bir kısmından haberdarız ve önemli
bölümünü bilemiyoruz. Hiç şüphe yok ki Mustafa
Kemal, Kurtuluş Savaşı ortamında kendisini liderlik konumuna getirecek birikimlerini daha önceki
dönemlerde oluşturmuştu. O birikimler olmasaydı,
Mustafa Kemal o zor günlerde böylesine farklı bir
kişilik, kararlılık ve irade ile ortaya çıkabilir miydi?
Kronolojik olarak çok açık ki Atatürk, Anıtkabir
Derneği tarafından yayınlanan bu 3997 kitabı böylesine didik didik ederek okuma işini, hayatındaki
en önemli şeyleri başardıktan sonra yapmıştır. Yani
O’nun daha önce başardığı mucizevi işleri olduran
bilgi ve birikimleri bundan daha önceki dönemlerde
ve muhtemelen bunlardan çok daha fazla boyuttaki
okuma ve bilgilenmelere dayanıyordu.“Muhtemelen”
diyorum çünkü Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve yeni bir
devlet kurmanın temelini oluşturan bu birikimlerini
edinirken Mustafa Kemal henüz Cumhurbaşkanlığı
gibi takip edilen bir makamda olmadığı için okuduğu kitapların önemli bölümü kayıtlara geçmemiştir.
Öğrencilik yıllarındaki okuma merakı, okuduklarını
yorumlama ve değerlendirme azmine dair çok genel
bilgilere sahibiz. Hangi kitapları ve nasıl okuduğu
konusunda ise ancak belirli komuta kademelerine
ulaştıktan ve belli bir isim sahibi olduktan sonraki
dönemler için, ama yine çok sınırlı bilgilere sahibiz.
Şüphesiz ki Mustafa Kemal, ATATÜRK olma yolundaki birikimlerinin önemli bölümünü işte o tam olarak bilinmeyendönemlerde edinmişti.
Mustafa Kemal aristokrat, zengin veya asil bir ai-
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
leye mensup değildi. Dolayısıyla yetişme çağlarında
kendisine sınırsız imkanlar sunulmamıştı. Hatta bırakınız sınırsız imkanları, çocuk yaşta babasız kalan
Mustafa Kemal çok ciddi yokluk, yoksulluk ve zorluklar içerisinde büyümüştü. Ama tüm bu zorluklar
ve imkansızlıklar içerisinde O, özellikle askeri öğrencilik yılları başladıktan sonra ülkesinin ve milletinin içerisinde bulunduğu karanlık durumu ve kötüye
gidişi görmüş, insan üstü bir gayretle okuyarak, bilgilenerek, kendisini geleceğe hazırlamıştı.
Mustafa Kemal’in, Cumhurbaşkanı olmasından
sonraki dönemlerde O’nun okuma ve bilgilenme
özelliğiyle ilgili olarak tespit edilenler, ancak yetişme çağındaki alışkanlığının bir devamı ve yansımasıdır. Bu dönemde okudukları ancak O’nun gelişme
ve yenileşme arayışına temel olacak kaynaklardır.
Halbuki Mustafa Kemal’de o büyük mucizeyi hayata geçirme inancı ve azmini oluşturacak birikimler,
Cumhurbaşkanı olmadan çok önce okuduklarına dayanıyordu ve bugün biz bunların çok azını biliyoruz.
Bunun böyle olduğunu bizzat Atatürk’ün kendisi
söylüyor; uzun süre bir tarih kitabını okumaya devam etmesi üzerine; “Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a
çıktın?” diyen Vasıf Çınar’a verdiği cevap yeterince
açıktır; “Ben çocukken çok fakirdim. Ama, iki kuruş
elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim.
Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.” (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim,
sayfa 267)
Atatürk okumayı ve bilgilenmeyi, edindiği bilgileri değerlendirerek ve bunlardan sonuçlar çıkararak, bu sonuçlardan hayat yolunda yararlanmayı çok
önemsemiş, bu hususu adeta hayatının temel dayanağı yapmıştır. Atatürk’ün başardığı mucizevi işlerin
altında yatan enerji kaynaklarını doğru anlayabilmek
için, öncelikle O’nu diğer insanlardan farklılaştıran
bu özelliğinin doğru anlaşılması gerekir.
Okuma, bilgi sahibi olma, bilgiyi yargılama, doğru bilgilerden doğru sonuçlar çıkartarak bu sonuçları
hayata uygulama, vereceği kararlar ve yapacağı işler
konusunda özellikle Türk Tarihiyle alakalı bilgilerden beslenme hususları Atatürk’ün tüm hayatı boyunca en önemli hassasiyeti olmuştur. Onun bu hakim özelliğini anlamadan, (özellikle de Türk tarihine
ve sosyolojisine olan derin merakını ve bu konudaki
inanılması güç birikimini bilmeden)düşündüklerinin,
yaptıklarının ve başardıklarının altında yatan temel
sırrı da gereği gibi kavrayamayız.
Bu yazıyı, Atatürk’ün yine bu yazıda anlatılmaya
çalışılan “derin okuma, sınırsız öğrenme, entelektüel
merak, inceleme, tahlil etme, düzeltme, tamamlama,
Türk tarihine ve sosyolojisine tam hakimiyet” özel-
DOSYA
liğine vurgu yapan çarpıcı iki anı ile tamamlamak
istiyorum. Üstelik bu iki anı, tam da olması gerektiği gibi (yani O’nun hayatında yer eden ağırlığına ve
önemine uygun bir şekilde) Atatürk’ün Türk Tarihine
ve Sosyolojisine olan yüksek alakasını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
1999 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Mütevelli Heyet Üyeliği görevim sebebiyle Kazakistan’ın
Türkistan Şehrinde bulunduğum günlerden birinde, Kazakistan’ın önemli Türkologlarından birisi
“Emekli olduğu zaman alacağı emekli ikramiyesini
kullanarak, babasından miras kalan evi Türkoloji
Müzesi haline getirme” isteğinden bahsetti. Halen
Türkistan’da boş olan bu evi bana göstererek, müzeyi
nasıl düzenlemeyi düşündüğünü yerinde anlatmak ve
benim de konuyla alakalı fikirlerimi almak istiyordu.
Evi birlikte gezdik. Özet olarak; değerli Kazak
dostumuz kuracağı müzede bilinen her meşhur Türkolog için bir köşe ayırmayı, o köşede öncelikle duvarda bir pano ve onun önünde bir masa kurmayı,
duvardaki panonun tam ortasına ünlü bir Türkoloğun mümkünse bir büst veya maskını, bu mümkün
olmazsa bir resmini yerleştirmeyi ve panonun diğer
kısımları ile masayı ise O Türkoloğa ait eserlerle ve
bulabildiği kişisel eşyalarla donatmayı planlıyordu.
Kazak Türkolog dostum düşüncesini genel olarak
anlattıktan sonra evin girişinde sağdaki ilk odaya yeniden döndü ve odanın girişten sonra sağdaki ilk köşesinin önünde durarak “1 numaralı pano burada olacak … Ve burası Mustafa Kemal ATATÜRK köşesi
olacak” dedi. Birden şaşırdım ve “Türkoloji Müzesi
demiştiniz. Tek uğraşısı Türkoloji alanı olan bunca
meşhur Türkolog bilim adamıvarken, öne çıkan özelliği askerlik ve siyaset olan ATATÜRK’ün 1 numaralı panoya yerleşmesi nasıl olacak” dedim. Kazak
dostum içten gelen bir güven ve gururla; “Doğrudur,
Atatürk çok büyük bir asker, büyük bir siyasetçi ve
diplomattır. Ama aynı zamanda O tarihin gördüğü en
büyük Türkologdur. Eğer Mustafa Kemal ATATÜRK
1 numaralı panoda olmazsa burası doğru bir Türkoloji Müzesi olmaz” dedi.
Aslında o yıllarda ben Atatürk’ün Türkoloji alanındaki derin merakını ve çalışmalarını biliyordum.
Amaalanında uzman ve bilinçli bir akademisyenin bu
konudaki tercih sebebini tam olarak anlamak istemiştim.
Bu olaydan birkaç yıl önce, tam olarak 1996
yılının eğitim dönemi başlarında, Ahmet Yesevi
Üniversite’sinde Rektör Yardımcısı olarak görev yaparken bir gün Sekreterim odaya girdi ve “Sibir’den
bir Tölevit genci gelmiş, sizinle görüşmek istiyor”
dedi. Sekreterin söyleyişinden Tölevit’in bir boy adı
olduğu anlaşılıyordu ama Türk Dünyasına bunca me-
7
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
22. SAYI
2013
rakı olan ben, daha önce bu boyu hiç duymamıştım.
Merakla genci içeri almasını istedim. Kazakistan mimarisinin yüksek kapılarına rağmen başındaki börkü ile kapının tavanını sıyırarak içeri giren iri yapılı
ve Holivudfilimlerinden fırlamışçasına yakışıklı bir
genç adam, birkaç adım ilerleyerek odanın tam ortasında bir heykel gibi durdu.
İlk sözü keskin ve sert bir ifade ile; “BEN TÜRKÜM” oldu ve aynı kararlı ses tonuyla devam etti;
“Duydum ki burada Türk Dünyası gençlerini bir arada okutmak için bir Üniversite açılmış. İnternetten
lazım olan her şeyi öğrendim, gerekli evraklarımı hazırladım ve burada okumaya geldim” dedi.
Doğrusu mayanın tuttuğunu görmek beni heyecanlandırmıştı. Nereden geldiğini sordum. Duvardaki haritanın önüne giderek eliyle Sibirya’nın kuzey
doğusunda, Bering Boğazına yakın bir yeri gösterdi.
Yani bu genç adam Türk gençlerinin bir arada okuduğu bu üniversite için yedi bin kilometreden fazla
yol kat ederek Türkistan’a gelmişti. Çantasından çıkardığı evraklarını inceledim. Hepsi düzgün, tamam
ve yeterliydi. Kendisini bu iş için kurulan komisyona
yönlendirdim. Yapılan mülakatta başarılı oldu ve üniversiteye kaydedildi. Daha sonraki yıllarda bu genç
adam Üniversiteye başka Tölevit gençlerinin de gelmesine vesile oldu. Böylece Üniversitemiz Türk boylarından birisinin daha rengiyle renklenmiş ve biz de
Tölevitleri tanımış, öğrenmiş olduk.
Aradan yıllar geçti ve 2001 yılında Anıtkabir Derneği, “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” adıyla 24 ciltlik
bir kitap seti yayınladı. Yukarıda özellikle bahsedilmiş olan bu kitaplar, Atatürk’ün okuduğu kitaplardan
sadece tespit edilebilmiş olan bazılarının ve sadece
üzerinde yazdığı notları ve işaretlemeleri ihtiva eden
sayfalarından oluşuyordu. Bu kitaplardan birisinde
bir Rus Türkoloğun, Sibirya’da yaşayan Türk Boylarından bahsederken tırnak açarak bu boyların adlarını
tek tek yazdığı bölümde Atatürk’ün kalemini alarak
bu adlar arasından sayfanın üst kısmına doğru bir ok
çekmiş ve oraya yazar tarafından noksan bırakılmış
olan “Tölevitler” ibaresini yazmış olduğunu görünce
hayretler içerisinde kaldım.
Bu olay, düzenleyeceği Türkoloji Müzesinde 1
numaralı panoyu Atatürk’e ayıran Kazak dostumuzun ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk Cumhuriyetlerinin
bağımsızlığına kavuşması, dolayısıyla tüm kapıların
açılması ve tüm bilgilere ulaşmanın daha da kolaylaşması üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen,
hem de Türk Dünyasıyla bu kadar alakalı bizlerin
“Tölevitler”den habersiz olduğu bir dünyada Atatürk bizden 60 yıl önce okuduğu kitapta Türkolog
ilim adamının Sibiryadaki Türk Boylarını sayarken
8
noksan bıraktığı “Tölevitler”i kendi elleriyle tamamlıyordu. Böyle bir olay, o dönemin iletişim şartları da
dikkate alınacak olursa, ne düzeydeki bir merak ve
hangi derinlikteki bir bilgi birikimi ile ortaya çıkabilirdi?
İşte bu yazıda anlatmaya çalıştığım budur. Atatürk, şartların veya tesadüflerin ortaya çıkardığı bir
insan değildir. O, genç yaşlarından itibaren kendisini ATATÜRK olmaya hazırlamıştır. Düşünebildiği,
göze alabildiği, ortaya koyabildiği ve başardığı şeyler, bildiklerinin ve biriktirdiklerinin yarattığı derin
inançtan kaynaklanıyordu.
İskandinav ülkelerinde bir atasözü var. Bir insanın
yapması gereken bir işi başaramayarak pes etmesi ve
o işten vaz geçmesi durumunda onu yeniden cesaretlendirerek teşvik etmek isteyenler;
“Bırakma! Bir kere de Atatürk gibi düşün” derler.
Doğrusu bu söze bizim atasözümüz olmak ne kadar da yakışırdı.
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Arif Nihat Asya
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
22. SAYI
2013
GÜNCEL
BATILILAŞMA SEVDASINDAN
İMRALI SÜRECİNE, ABDULLAH
ÖCALAN’LA GÖRÜŞMELERE
Turgut ÖZBAY
1. Giriş
Bu yazımda, amacım hiçbir kişi, kurum ve kuruluşu yermek veya övmek değildir. Şartlanılmış bilgileri tekrar etmek, rivayetleri anlatmak da değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir vatandaşı, Türk
Milleti’nin bir ferdi olarak, İmralı süreci, çözüm süreci, barış süreci denilen süreci sorgulamaktır. Yorum
yapmadan, belgelere dayalı bilgilerle anlaşılır bir
şeklide anlatmakdır.
İmralı, Marmara Denizi’nde bulunan 10 km2’lik
bir adadır. Cansız bir varlıktır, cansız bir varlık ile
görüşülemez. O halde işin doğrusu nedir? İşin doğrusu, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşmedir. Bu
görüşmenin sorgulanması gerekmektedir. Kendi vatandaşlarına kurşun sıkanlarla yapılan görüşmeler
sorgulanmayacak ise, hangi konuyu sorgulayacağız?
Abdullah Öcalan’ın sözde doğruları, benim için
doğru olamaz.
2. Kısaca Hatırlatma
Türk Milletine, “Sözde Ermeni Soykırımı” tasarısını kabul ettirmek için, Dış İşleri Bakanlığı mensuplarına, 1973-1979 yılları arasında saldırı ve suikast
düzenleyen Ermeni Terör Örgütü ASALA’nın geriye
çekilmesi (uyku durumuna geçmesi) sonrası, ortaya
Abdullah Öcalan ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ortaya çıkmıştır. Abdullah Öcalan, silahlı terör örgütü
PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin kurucusu ve lideridir. 1978 yılında kurduğu yasa dışı örgütüyle Ağustos
1984’de Siirt’in Eruh, Hakkari’nin Şemdinli ilçelerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin topraklarının
bir kısmı üzerinde, Kürt Devleti kurmak üzere, PKK
(Kürdistan İşçi Partisi)’yle silahlı isyan hareketini
başlatan kişidir. Sevr Antlaşması’nın 62., 63., 64 ncü
maddelerinin, devlet tarafından kabul edilmesi, Lozan Barış Antlaşması’nın hükümlerinin işlevsiz kılınması için, eylem başlattıran kişidir.
Burada dikkat çekici olan husus, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin iki ilçemizin basılması olayının
ardından, olayın küçümsenmesi, önemsizleştirilmesi
için, iki ilçemizi basanlara “bunlar üç, beş çapulcu”
denilmesiydi. Daha sonra da “Federasyon dahil her
şey tartışılabilir” denilmesi, yapılan hareketin zımnen desteklenmesiydi.
1990’lı yılların başından itibaren, yurt içinde
“Türkiye, Türkler’e bırakılmayacak kadar önemlidir.” Söylemleri gündeme getirilmiş, yazılı ve görsel basında tekrarlanmaya başlamıştı. Yurt dışında
ise, Avrupa Parlamentosu: 22 Aralık 1993’te “Türk
Devleti’nin bütünlüğü, yalnızca Kürtler’in kendi
dillerini kullanma ve öğrenme hakkıyla ve gelenek ve göreneklerinin varlığını sürdürmesiyle, fakat aynı zamanda uygun düzeyde idari özerklikle
de uyumlu olabilmelidir.”1 Kararını,
13.12.1995’te “Türk Hükümeti’ne, PKK’ya ve
diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusuna şiddete dayanmayan ve siyasi bir çözüm bulmaları için, ellerinden
gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur.”2
Kararını,
18. Ocak 1996’da “Türk vatandaşlarının Türkiye
içinde bir tür kültürel özerklik için barışçıl yollardan
çaba gösterme hakkını tanır.”3 Kararını,
20 Haziran 1996 “çıkmazı aşmak ve sorunun
barışçıl biçimde siyasi bir çözüme doğru gidebilmesi için, ülkenin güney doğusundaki askeri
operasyonları durdurması ve tüm Kürt örgütlerle görüşmelere başlaması için Türk Hükümeti’ne
çağrıda bulunur.4 Kararını,
19 Eylül 1996’da “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin,
Türkiye’nin doğusunda kısa bir süre önce sürdüğü
askeri operasyonlardan ve Kürdistan’daki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır.”5 kararıını
almıştır.
1 Türk-İş Avrupa Birliği, Türkiye’den ne istiyor? Türk-İş Eğ.
Ya. Nu: 73. Sh: 37.
2 ATO. Avrupa Birliği mi? Türkiye’nin Birliği mi? Kasım
2002, Ankara. Sh: 30.
3 Türk-İş, A.g.e. Sh. 38.
4 Türk-İş, A.g.e., Sh. 41.
5 ATO, A.g.e., Sh. 31.
9
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Avrupa Birliği Parlamentosu bu kararları aldığı
tarihlerde, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) militanları,
çeteleri yurt içinde eylemler, saldırılar yapmaktaydı. Çete başı Abdullah Öcalan ise yurt dışındaydı. 15
Şubat 1999’da Kenya’da yakalanmış ve Türkiye’ye
teslim edilmiştir.
2.1. Abdullah Öcalan Niçin İmralı’dadır?
Abdullah Öcalan, yargılama sonucu suçlu bulunarak İmralı cezaevine konulmuştur. Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 29.06.1999
tarihli duruşmasında; hakkında: “Kurduğu silahlı
terör örgütü PKK’yı aldığı kararlar ve verdiği emir
ve talimatlarla sevk ve idare ederek, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını
devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemine uyan
TCK’nın 125. Maddesine göre ÖLÜM CEZASI ile
cezalandırılmasına,
Sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği,
bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması
amaç, suç için işlenen vasıta suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin
ülke için ciddi yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi
ceza adaletinin sağlanması, hak ve nefaset kuralları gözönünde tutularak sanık hakkında taktiren
TCK’nun 59. Maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.”
Abdullah Öcalan, mahkeme kararı gereğince, cezasını çekmesi için İmralı cezaevinde tutulmaktadır.
2.2. Mahkeme Kararı Sonrası Neler Olmuştur?
Mahkeme kararına karşılık 22.07.1999’da, Avrupa Parlamentosu ‘Bay Öcalan’a verilen cezayı
lânetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin
muhalefetini tekrarlar, Türkiye’yi Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin Bay Öcalan için alacağı
karara uymaya çağırır. Bay Öcalan’ın idamının
Avrupa’da güvenlik ve istikrar açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin Avrupa
Birliği’yle bütünleşme sürecine zarar vereceğine
inanır.”1 Kararını almıştır.
Abdullah Öcalan’ın idam kararı, Yargıtay tarafından 22 Kasım 1999’da onaylanmıştır.
Abdullah Öcalan, 25 Kasım 1999’da AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne başvurmuştur. 30
Kasım 1999’da AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nden idam
kararının ertelenmesini istemiştir.
12 Ocak 2000’de, hükümetin iktidar ortakları,
1 ATO. A.g.e., Sh. 31.
10
22. SAYI
2013
devletimizin 1996 yılında imzaladığı AİHM (Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi) Sözleşmesine dayanarak,
Abdullah Öcalan’ın idam kararının infazının ertelenmesine karar vermek zorunda kalmıştır.
Avrupa Parlamentosu da, 10 Şubat 2000’de,
“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği görüşüyle bir
plân doğrultusunda Kopenhag kriterlerini yerine
getirecekse Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasının hayati önemde olduğunu”2 vurgulamıştır. (Kopenhag ölçütleri; Türkiye’de, Lozan Barış
Antlaşması’nın vatandaşlık hükümleri dışında, yeni
azınlıklar ortaya çıkarılması amacı doğrultusunda
mütalaa edilmektedir.)
3 Ağustos 2002’de, AB uyum paketi adı altında
“Savaş zamanı, yakın savaş tehlikesi ve terör suçlarının suçlarını kapsam dışında tutan” idam cezasını
kaldıran yasa kabul edilmiştir. 19 Eylül 2002’de, iktidar AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne,
Abdullah Öcalan’ın, Yargıtay kararıyla kesinleşen
ölüm cezasının infaz edilmeyeceğini bildirmiştir3.
3 Ekim 2002’de de, Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi, Öcalan’ın, TCK.’nun 125. Maddesi kapsamındaki eylemlerinin barış zamanında işlenmiş terörist eylemler niteliğinde olduğuna karar vermiştir.
Ölüm cezası, ömür boyu hapis cezasına indirilmiştir. 7 Mayıs 2004’te de idam cezası hukuk sistemimizden tamamen kaldırılmıştır. Öcalan’ın 11. Ağır
Ceza Mahkemesi’ne yaptığı yeniden yargılanma talebi 12 Mayıs 2005’te, AİHM (Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi)’ne yaptığı yeniden yargılanma talebi de,
14 Şubat 2007’de reddedilmiştir.
İmralı süreci adı altında görüşme yapılan Öcalan
ve kurup yönettiği PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile
ilgili bu hususları hatırlıyoruz. Abdullah Öcalan ve
PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine yaptığı çalışmaları, eylemleri,
dış telkin, tavsiye ve vesayet altında yaptığı görüntüsünü alıyoruz. İktidar mensuplarının, geçmişte, sık
sık PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin arkasında yabancı güçler var dedikleri de hafızalarımızdadır.
3. Abdullah Öcalan ile ne görüşülmektedir?
Neyin çözümü görüşülmektedir?
Abdullah Öcalan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin
kurucusu ve lideridir.
Aldığı kararlar ve verdiği emir ve talimatlarla,
sevk ve idare ettiği PKK (Kürdistan İşçi Partisi) silahlı örgütü ile, devletin hakimiyeti altında bulunan
topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
matuf eylemleri yapmıştır. Yaptığı eylemlerinden do2 Türk-İş. A.g.e., Sh. 48.
3 Kırıkkale Haber, 18.11.2012.
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
layı yargılanmıştır, suçlu bulunmuştur ve ömür boyu
hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
PKK (Kürdistan İşçi Partisi) militanları; çeteleri
tarafından; bebek, çocuk, kadın ihtiyar ayrım gözetilmeden öldürülmüştür. Militanlar, çeteler; asker, polis
devletin güvenlik güçlerine saldırmış, öldürmüş veya
yaralamıştır. Köy basmış, şehirlerde silahlı, bombalı
olayları yapmıştır. Okul, sağlık ocağı, tahrip etmiş, iş
makinalarını yakmıştır. Şehir ve kasabalarda esnafa
kepenk kapattırmıştır.
Peki; “Abdullah Öcalan ile ne görüşülmektedir?”, “Abdullah Öcalan ile neyin çözümü görüşülmektedir?”, “Abdullah Öcalan bir sorunu çözecek ise, niçin yargılandı ve cezalandırıldı?” Bu
soruların cevaplarının; verilmesi gerekmektedir.
Temcit pilavı gibi, ortaya konulan iki gerekçe var.
“Akan kanın durması için”; “Anaların ağlamaması” için.
“Akan kanın durmasına, anaların ağlamamasına”
karşı çıkacak tek bir Türk vatandaşı yoktur.
Peki; “kan niçin aktı? Kanı kim akıttı? Analar
niçin ağladı? Koruculuk teşkilatı niçin kuruldu?
Bu soruların cevapları, Abdullah Öcalan’ın yargılandığı mahkeme kararında görülmektedir.
Akıl ve izan sahibi, hür irade sahibi olan, mankurtlaştırma sürecinden etkilenmeyen Türk vatandaşları şu soru üzerinde düşünmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eline silah alan,
silahlı terör örgütü kuran, devletin hakimiyeti
alanında bulunan topraklardan bir kısmını devlet
idaresinden ayırmaya matuf eylemler gerçekleştiren terör örgütüyle oturup, çözüm süreci mi başlatılacaktır? Ne dersiniz?
4. Abdullah Öcalan’ın İfadeleri
4.1. İmralı Tutanakları
İmralı tutanaklarından; Öcalan’ın, BDP Milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan
Tan’la MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) yetkilisinin de
hazır bulunduğu görüşmede, basında açıklandığına
göre;
“Özal’dan beri teşebbüs içinde bulunduğunu, bu
teşebbüsünün kesintiye uğradığını,
“Bir rejim değişikliği olacağını,”
“Size bir vurduklarında on vuramayacaksanız gitmeyin devlete güvenmeyin”
“Komisyonlar kurulacak hakikat komisyonu da
kurulacak, akil adamlar denetiminde olacak,
çekilme o zaman olacak, köylere dönüş olacak.
GÜNCEL
Bunları yapmazlarsa çekilme olmaz, çekildiğimiz
alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek
gerilla biter görüşüne katılmıyorum.”
“Herkes, hepimiz özgür olacağız. Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır, ne de başkası. Bu
olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen
ölecek.”
İfadeleri vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne
gözdağı, kendi militanlarına, çetelerine güç verir, bir
tavır içindedir. Tutanaklardaki ifadeler, yazılı ve görsel basında tartışılan konulardan farklıdır. Abdullah
Öcalan, barış değil, rejim değişikliği talep etmektedir. Halk savaşı olacağını ifade etmektedir.
4.2. Abdullah Öcalan’ın Nevruz Mektubu
Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013’te, Nevruz’da,
Diyarbakır’da okunan, mektubunda;
“Bugün artık yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu
ve geleceğe uyanıyoruz”
“Artık sınır ötesine çekilme aşamasına gelinmiştir. Bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu son
değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil, yeni bir mücadeleyi başlatmaktır.”
ifadeleri vardır.
Abdullah Öcalan, mücadeleyi bırakmadığını, yeni
bir mücadele başlattığını ifade etmektedir. Marksist
görüşlerinden vazgeçmiş! BOP (Büyük Ortadoğu
Projesi) veya GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi)
fikri doğrultusunda hareket edeceğini ifade eder bir
açıklama yapmıştır.
AB Türkiye eski temsilcisi Karen Fogg, Tunceli
ziyaretinde “Türk bayraklarının yerine burada sarı,
kırmızı, yeşilden oluşan bayrağı görmek istiyorum”1
demişti. 21 Mart 2013’te, Nevruz’da, Diyarbakır’da,
Fogg’un temennisi yerine getirilmiştir. Toplanan kalabalık içinde, bir kişi dahi, Türk bayrağı açamamıştır.
Yazılı ve görsel basında bu konuların hemen hemen hiç gündeme getirilmediğini görüyoruz. Dikkat
çekici olan bir hususta, bazı yazılı ve görsel basında,
“Ortadoğu şekilleniyor” konusunun gündeme getirilmesidir.
5. Üzerinde Düşünülmesi Gereken Hususlar
5.1. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) yöneticileriyle
Oslo’da da görüşülmüştür. Oslo görüşmeleri basında
yer alınca iktidar yetkilileri bu durumdan son derece rahatsız olmuştur. Hatta görüşmeleri inkâr etmek
istemiştir. Benzer şekilde, bazı Milletvekilleri’nin,
1 ATO. A.g.e., Sh. 20.
11
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
İmralı’da, Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmenin, görüşme metni olduğu söylenen metinin, basında
yayınlanmasından son derece rahatsız olunmuştur ve
tepki gösterilmiştir. Acaba niçin?
5.2. Oslo görüşmeleri sonrası, yurt dışındaki teröristlerin silah bırakarak Türkiye’ye gelmelerinin,
İmralı sürecinde ise, Türkiye’deki teröristlerin, silah
bırakarak Türkiye’yi terketmelerinin istenilmesinde
bir tenakuz, bir terslik yok mudur?
5.3. Devletimizin etkili ve yetkili şahsiyetleri,
Türk Milleti’ne PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin
arkasında yabancı güçlerin desteğinin olduğunu defalarca ifade etmişlerdir. Doğru bir tespit idi. Peki;
PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin kurucusu ve başkanı
ile görüşmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceğini yabancı güçler ile görüşmek sonucunu doğurmuş olmaz mı?
5.3.1. Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden
güç, bu sürecin içinde midir?
5.3.2. Terör ve terörist ile mücadele olur. Müzakere olmaz. Müzakere yasal bir kuruluşla olur. İmralı ile yapılan bu görüşmeler, PKK (Kürdistan İşçi
Partisi)’ni yasal olarak tanımak anlamına gelmez mi?
5.4. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Abdullah Öcalan’ın eylemlerinin barış zamanında işlenmiş
terörist eylemler niteliğinde olduğuna karar vermiş
ve ölüm cezasını, ömür boyu hapis cezasına indirmişti. Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılan bu sürece
barış süreci denilmektedir. Barış, yenenin yenilene
şartlarını kabul ettirmesidir. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile yapılan mücadelede, yenen kimdir? Yenilen
kimdir?
5.5. Barış süreci denilen süreç, anayasa değişikliği
ve Abdullah Öcalan’ın af edilmesi isteğine dayanmıştır. Abdullah Öcalan af mı edilecektir? Lozan Barış
Antlaşması unutulup, Sevr antlaşması ruhuna uygun
olan bir anayasa mı hazırlanacaktır?
Hep beraber düşünelim.
12
22. SAYI
2013
TÜRK
MİLLİYETÇİLİĞİNE
ARABİ HAMLE
Vedat ÇINAROĞLU
Ön Türk tarihinin derinliklerine inmeye çalıştığım ve Türk olarak büyük keyif duyduğum günlerde
Türklüğe yapılan pespaye saldırıya şahit oldum. Hem
de Türk ülkesi Türkiye’de! Türkiye, kelime anlamı
olarak “ Türklerin Yurdu” demektir. (1) “İye”lik eki
sonuna geldiği özneye aidiyet kazandırır. Örnek; Osmaniye, Osman’ın yeri- Mecidiye, Mecid’in yeri v.b.
Ayrıca bu ek Göktürk Dili’ne aittir.
Ön Türk tarihine ait bilimlik çalışmalar derinleştikçe ve yabancı tarihçilerin yanlış (eksik ) tespitleri
Türk tarihçileri ve dilbilimcileri tarafından düzeltildikçe ne kadar yüksek bir medeniyetin sahibi olduğumuzun hazzına varıyoruz. Atatürk bunu görmüş ve
“ Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler
yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” “Asla şüphem yoktur ki; Türklüğün unutulmuş büyük medeni
vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir
güneş gibi doğacaktır.” demiştir. Medeniyetler Tarihi
adlı bir bilim dalının varlığı malumdur. Milletlerin
kimlikleri,dilleri,kültürleri(harsları),sanatları,insanlı
ğa yaptıkları hizmetleri medeniyetlerini (uygarlıklarını) teşkil eder. Slavlar’ın meydana getirdiği medeniyete Slav Medeniyeti denir. Yunan Medeniyeti, Çin
Medeniyeti, Bizans Medeniyeti, Roma Medeniyeti,
Arap Medeniyeti, Fars Medeniyeti gibi Türk Medeniyeti de vardır ve Türk milliyetine aittir. Türk medeniyetinden bahsederken de yabancı tarihçilerin Hun
Türkleri’nden başlattıkları değil, daha eski tarihlere
dayanan bir medeniyette buluveririz kendimizi. Okyanustan Çanakkale’ye uzanan Türkbil Devleti’ne,
Asya’ya adını veren As Türkleri’ne, Sibirya’nın isim
babası Sibir Türk Hanlığı’na uzanıverirsiniz. Başkurt
topraklarındaki Sölgentaş Mağarası’nda M.Ö. 14000
yılında yazılmış Türk yazıtları Ön Türk uygarlının
işaretidir. “ Tarihin şafağında iki Türk Devleti vardır.
Bir tanesi Etrürskler’dir , diğeri Pelasklar’dır. Pelasklar, Yunanistan’a Yunanlılar’dan 1000 yıl önce ( M.Ö.
4200 ) yerleşmiş ve hakim olmuşlardır. Latin Alfabesi de Pelask Türkleri’nden gelmektedir. ( 2 )
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Yıl 1936. Atatürk diyor ki; “ Tarih Kurumu’nun
Alacahöyük’te yaptığı kazılar neticesinde meydana
çıkardığı 5500 senelik maddi Türk tarih belgeleri cihan kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamik ( derinleştirmek ) ettirecek mahiyettedir.”
Yıl 2002. Kazım Mirşan Ceviz Kabuğu adlı programda diyor ki; “ Herodot’tan önce Türkler tarih yazmışlar ve etraflı yazmışlardır. Herodot masalvari, hislerine göre tarih yazmıştır.”
M.Ö. ve M.S. bugüne kadar kurulmuş Türk devletleri dünyanın en derin ve en yüksek medeniyetlerini kurmuşlardır. Bu muhteşem medeniyet Türk
milletinin eseridir. Bugün Kazak Türkleri, Kırgız
Türkleri, Özbek Türkleri, Yakut Türkleri, Başkurt
Türkleri,Kıpçak Türkleri, Oğuz Türkleri, Tatar Türkleri gibi ne kadar Türk boyu varsa bu medeniyetin
mirasçıları ve
sahibidirler. Türk Medeniyeti’nin oluştuğu bütün
çağlarda, Türk Devlet yönetimleri altında farklı topluluklar bulunmuşlardır, ancak oluşan medeniyete
kurucu unsurun yani Türk milliyetinin adı verilegelmiştir. Milliyet (Kavmiyet ) doğal bir oluşumdur. Bu
kutlu millete ve medeniyete sahip çıkarak, severek,
koruyarak yükseltmek Türk Milliyetçiliği’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu unsuru Türk milletidir. Anadolu Türk Medeniyeti, politikacıların ekseriyetinin dillerine pelesenk olduğu
gibi 1000 yıllık da değildir. Yukarıda kısa başlıklarla belirtildiği gibi M.Ö.’ ki dönemlerde de vardır.
Erzurum’un Karayazı İlçesi Salyamaç Köyündeki
Cunni Mağarası’ndaki yazıtlar en az 7-8 bin yıllıktır
ve Türkçe’dir. Van güneyindeki Tilgiri köyünün Tirşıng alanında bulunan taş yazıları da Türkçe’dir ve
yine 7-8 bin yıl önce bu bölgede Türkler’in yaşadığını gösterir.( 3 ) Kars İlimiz M.Ö. 130-127 yıllarında Kafkaslar’ın kuzeyindeki Dağıstan bölgesinden
gelen Bulgar Türkleri’nin Karsak Oymağı tarafından
kurulmuştur. ( 4 ) Fransız bilim adamlarının bazı
bulgularına göre Türkler yaklaşık 2200 yıl önce
İstanbul’a gelmişler ve buraya “Astanbolik” adını
vermişlerdir. Göktürkçe’de Astan: Gök, Bolik: Kent
demektir. (5) Atatürk Türk’ü şöyle tarif ediyor ; “ Bu
memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği
bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne
oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı, beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra ona alıştı.
Şimşek, yıldırım,güneş oldu, Türk oldu! Türk budur.
Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
GÜNCEL
Şimdi bu 7000 yılın sebebini merak edenler araştırır, bulur. Ayrı bir yazı ile izahı da bana görev olsun.
Yukarıda bazı örnekler verildi. Çoğaltılabilecek nice
örneklerler gibi bunlardan da kasıt Türkiye Cumhuriyeti ve bu coğrafyadaki asıl medeniyetin Türklüğe
ait olduğudur. Bilmeyenler bir yana, bilerek reddedenlerin soyları ve vicdanlarına dikkat etmek gerekir.
Çünkü yine Atatürk; “ Aziz milletime tavsiyem odur
ki; Sinesinde yetiştirerek başının üzerine kadar çıkaracağı yöneticilerinin kanlarında ve vicdanlarındaki
cevher-i asliyeyi tahlil etmekten bir an için feragat
etmesinler.” demiştir. Tarih soyu Türk olduğu halde
Türklüğe ihanet edenleri tespit ve ifşa etmiştir. Soyu
Türk olmadığı halde Türk milliyetine mensubiyetten
onur duyan ve Türklüğe hizmet edenlerin varlığı da,
onların soyundan bahisle “etnik fitne erbabı” olanlar
da bilinmektedir.
Dün olduğu gibi bugün de biyolojik bir ırk analizi
ile Türk Milliyetçiliği yapıldığı yoktur.( Şecere tutmanın çokça faydası vardır. ) Ancak eline Türk Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi’ni alarak, Atatürk’ü kafatasları ile ırk tespiti yapmakla suçlayana verilecek
bir cevap var; Antropoloji bir bilim dalıdır ve insanı
ırk ve kültür yönünden inceler. Bilimlik çalışmalar
yapan bir kurumu, kuranları, çalışanlarını ırkçılıkla
suçlayanın ruh kökünü cahiliye devrinde aramak lazımdır. İslam inancı üzerinden oy devşirirken mübarek kitabın “ Oku” ile başlayan emrini ve inancımızın
“İlim Çin’de de olsa gidin öğrenin.” anlayışını dikkate almayan bir kafanın hezeyanı ile bir ülke yönetilebilir mi? Biyolojik ırk bir gerçekliktir, bilim konusudur. Bunu reddedenlerin aşağıdaki sorulara makul ve
mantıklı cevap vermeleri gereklidir:
1. Akraba evliliği tıbben neden sakıncalıdır?
2. Orta Asya Türk boylarında şecere olarak 7 kuşak yakınla neden evlenilmez?
3. Son günlerde Sağlık Bakanlığınca kamuoyuna
duyurulan “Anne Sütü Bankası” projesine temkinli
yaklaşanların gen kaynaklı endişelerini nasıl açıklayabilirsiniz?
4. Tarım Bakanlığı “Angus ırkı kurbanlık ithal
ediyoruz” açıklamaları yaparken “Irkçılık yapıyorsunuz” diye suçlandı mı?
5. Yalnız bir yere özgü bir bitkiden bahsedilirken
bilimlik olarak “Endemik ırk” terimi kullanıldığında,
“ırkçılık yapılıyor” suçlamasına şahit oldunuz mu?
6. GDO’lu gıdaların insan sağlığını tehdit etmesi
ile “ırk” arasında zihninizde bir bağlantı kurabiliyor
musunuz?
13
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
7. Türk Milliyetçiliği’ni soyculuk suçlaması ile
ayaklarınızın altına aldığınızı ifade ederken (ki, bu
sadece kurduğunuz bir hayaldir. Kısmetsiz bedevilik
için yalvarsanız da gerçekleştiremezsiniz.) “Seyyid”
ve “Şerif” anlayışını da ayaklarınızın altına almayı
düşünüyor musunuz?
Ziya Gökalp’e ait bir şiir okuduğu için hapis ve
mağdur edildiğini iddia eden Türklük hasmına Ziya
Gökalp’le cevap;
“ Babamın iki dedesinin birkaç batın evvel
Çermik’ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine
bakarak ırken de Türk neslinden olduğumu anladım.
Bununla beraber dedelerimin bir Kürt yahut Arap
muhitinden geldiğini anlasaydım yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Ziya
Gökalp” (6)
“Türklük hem mefkurem hem de kanımdır
Sırtımdan alınmaz çünkü kürk değil”
Ziya Gökalp
(1) Halk Latincesi’nde “Türklerin Yurdu” anlamına gelen
Turchia sözcüğünden türemiştir. İlber Ortaylı, 8 Kasım 2008 Tarihli Tarihportalı.net yazısı.
(2) Adile Ayda, Türklerin İlk Ataları
(3) Kazım Mirşan, 6 Temmuz 2002, Ceviz Kabuğu adlı TV
programı
(4) Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi
(5) Ahmet Taner Kışlalı, Mart 1997, Cumhuriyet Gazetesi
Makalesi
ler
(6) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkik-
22. SAYI
2013
SEN ÜZÜLME ANAM
Sen üzülme anam,
vatan toprağına ayak basarken kafirler,
kirletirken pis ayaklarıyla birer birer
öyle sahipsiz bırakır mı analarını bu askerler
sen üzülme anam,
aç kalırım, susuz kalırım, çıplak ayaklarla koşarım
düşmanı püskürtmeye,
hasretinle dolar içim, dayanmaya çalışır acısına
yüreğim,ama vatanını hürriyetsiz bırakmaya dayanamaz
mevcudiyetim,
sen üzülme anam,
memleketin sevgisi kavururken gönlümü,
korkutamaz beni kafirin topu, tüfeği, zulmü,
sen üzülme anam,
bir oğlunu verirken toprağa,
hürriyet nice evlatlar verecek vatan kucağına,
dökülen kanlar düşmana dalga olacak boğazda,
geçirmeyecek Çanakkale’den düşmanı savaşın
sonunda,
sen üzülme anam,
sanma ki ölüme kapanacak gözlerim,
doğan hürriyet güneşi ile huzura erecek ruhum,
bedenim,
sen üzülme anam,
senin gibi anaların oğullarına sahipken bu vatan,
hangi düşman karşısında durabilir bu toprakların
korkmadan,
sen üzülme anam bedenim görevini tamamlarken
cephede,
ruhum bir ömür hazır bu vatana hizmet etmeye,
sen üzülme anam,
doyamadan sana gittin deme,
daha gençliğini yaşayamadı diye üzülme,
oğlunun gencecik ruhu dalgalanan bayrakta hep
seninle…
Berna Halvalı
14
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
GÜNCEL
TBMM BAŞKANI CEMİL ÇİÇEK’İN, İSTANBUL’DA
DÜZENLENEN SURİYE TÜRKMENLERİ PLATFORMU
1. TOPLANTISINDA YAPTIKLARI KONUŞMA
Değerli Suriyeli Türkmen Kardeşlerim,
SuriyeTBMM Türkmenleri Platformu 1. Toplantısında sizlere hitap ediyor olmaktan duyduğum mutluluğu ifade ederek konuşmama başlamak istiyorum.
Sizler 20. Yüzyılın mahzun Türkleri, bizim gurbetteki kardeşlerimizsiniz. 92 yıl önceki ayrılığın
mazlum insanlarısınız.
Bizim bağlarımız, sınırların ayrılmasıyla kopacak
bağ değildir. Bizler dili, tarihi, kültürü bir insanlarız.
Keşke, bu toplantıyı Şam’da, Halep’te, Humus’ta
ya da Lazkiye’de yapabilseydiniz. Ama inanıyorum
ki, Suriye de bir gün özgür insanların yaşadığı bir
ülke olacak. Orada da hukukun üstünlüğü kabul edilecek, insan haklarına saygı gösterilecek.
Devlet keyfi kararlarla ve mezhep taassubu ile
değil, hukuka dayalı kurallarla yönetilecek. O gün;
bugün değilse, yarın mutlaka gelecek.
Sizlerin barışa ve huzura duyduğunuz hasretin bin
katını, biz duyuyoruz. Maalesef, sizleri yönetenlerin
demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere inanmaması ülkenize büyük bir kaos getirdi.
Onurunuz ve özgürlüğünüz için 26 Ocak 2011 ‘de
başlattığınız hak arayışında bugüne kadar 44 bin Suriyeli kardeşimizin kanı döküldü. 80 bin insan kayıp
durumda. 250 bin insan suçlu gibi hapishanelerde işkence altında tutuluyor. 2 milyon insan evsiz barksız,
gıdasız kaldı. 500 bin insan komşu ülkelere sığınmış
durumda. Maalesef, Suriye korku filmlerinde bile
kurgulanamayacak olaylara sahne oluyor. Ülke baştan başa korku tüneline çevrilmiş durumda.
Akan insan kanı, Müslüman kanı.
Evinden, yurdundan edilen, Müslüman.
Biz Türkiye olarak, bu durumdan hem rahatsızız,
hem de endişe ediyoruz.
Sizler, başkalarında olmayanı, çağdaş dünyanın
bilmediği bir şeyi istemediniz?
Sizler, daha hür ve daha adil bir ülkede yaşamak
istediğinizi dile getirdiniz. İnsan onuruna yaraşan ne
ise sizin de isteğiniz odur. Bunu sağlamak o kadar
zor değildi.
Sizler de biliyorsunuz, Türkiye olarak her zaman
komşularımızla iyi niyete ve işbirliğine dayalı bir
ilişki içinde olmaya çaba gösterdik. Suriye’nin bu
noktaya gelmemesi için çok gayret ettik. Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımıza, Dışişleri Bakanımızdan
devletimizin bütün sorumlularına kadar Suriye’yi
demokratik bir yönetime kavuşturmak için en üst
düzeyde telkinlerde bulunduk. Heyetler göndererek,
demokratik dönüşümde yapılması gereken çalışmalar hakkında ellerine yol haritası sunduk. Anayasa
ve yasalarında yapmaları gereken düzenlemeleri her
platformda kendilerine anlattık. Bizden ve uluslar
arası kuruluşlardan gelen benzer teklif ve telkinlere
Suriye, bugüne kadar kulağını tıkadı.
Beşar Esat ve partisi Baas, Irak’tan, Libya’dan.
Mısır’dan, Tunus’tan, Yemen den hiç ders almamış.
Eğer tutumunda ısrar edecek olursa, sonu seleflerinden farklı olmayacaktır.
Halka rağmen halkı yönetmek mümkün değildir.
Vakit henüz geç sayılmaz. Onu, sorunun bir parçası olmak yerine, çözümün öncüsü olmaya davet
ediyoruz. Suriye’nin geleceğini daha fazla karartmamasını diliyoruz.
15
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
İnsan haklan ve özgürlük taleplerinin önünde hiçbir güç duramayacağını artık anlamış olmaları lazım.
İletişim çağında yaşıyoruz. 1982 yılında Hama’da
yaptığınız katliamları tekrar etmenize insanlık izin
vermez. Dünya eski dünya değil, Suriye eski Suriye
değil. Demir yumrukla bir ülkeyi yönetme devri çok
gerilerde kalmıştır.
Maalesef, sağduyu sahibi bir yönetim işbaşında
olmadığı için, ülkenizde dökülen kan bir türlü durmuyor.
Daha düne kadar halkı özgürleştireceğine inandığımız Beşar Esad, katliam ve cinayetlerle iktidarını
devam ettirmekte ısrar ediyor. Tarihten ve olaylardan
ders çıkarmadan, ülkesini harabeye çevirmekte ısrar
ediyor. Böyle yaparak ülkesini bir çıkmaza sürüklüyor.
Artık bilinmelidir ki, soğuk savaş devri yıllar
önce kapandı. Gözleri görmez, kulakları duymaz,
dilleri söylemez yapılan vatandaşları olan rejimler
tarihe karıştı. Herşeyi sınırlayabilirsiniz ama bilginin
ve haberin dolaşımına sınır getiremezsiniz. Bütün
dünyaya meydan okuyarak ülke yönetemezsiniz. Artık dünya ile entegre olmak zorundasınız.
Değerli Türkmen Kardeşlerim;
Sizler, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın evlatlarısınız.
Sizler, büyük Türk ailesinin mensuplarısınız.
Sizler Suriye’nin ayrılmaz bir parçasısınız.
Sizler, Suriye’ye dün gelmediniz. 1000 yıldır o
topraklarda yaşayan kadim Türklersiniz. Kudüs’ü
haçlı istilasından temizleyen sizlersiniz.
Müslümanlar güven ve huzur içinde hac yapabilsin diye, yüzlerce yıl Kabe yolunun güvenliğini sağlayan sizlersiniz.
Sizler, Suriye’nin sahiplerisiniz.
Baas rejiminin ırkçı, asimilasyoncu siyasetinin bir
sonucu olarak onlarca yıldır ana vatanınızda mağdur
edildiniz.
Irkçı Baas rejimi tarafından bugüne kadar hep tehdit olarak görüldünüz. Bu yüzden Türkmen kimliğinizi göğsünüzü gere gere taşıvamadınız.
Sizler. Suriye için tehdit değil, diğer kardeşleriniz
gibi zenginliksiniz.
Sizler, Suriye’nin dünyaya açılan penceresisiniz.
Artık bunu Esat Rejiminin görmesini beklemek
beyhude. Artık Suriye’nin geleceğinde kendinizi
göstereceksiniz.
Suriye’de yaşayan bütün insanlarla birlikte sizin
de mahzunluğunuz ve mazlumluğunuz yakında sona
erecek. Karışıklık devri kapanacak, aydınlığa kapı
açılacak.tır. Zulüm ile abad olanın, ahiri berdab olur.
Sizlere zulmedenler er ya da geç gidecekler.
16
22. SAYI
2013
Suriye Türkmenleri Platformu olarak, bugüne değil, yarına odaklanmalısınız. Suriye’nin geleceğinde
Türkmenlerin haklarının güvence altına alınması için
örgütlü gücünüzü artırmalısınız. Birlikte hareket etmeyi ve haklarınızı birlikte savunmayı öğrenmelisiniz.
Değerli Türkmen Kardeşlerim;
Suriye’nin demokratik bir ülke haline gelmesi bizim için çok önemlidir.
Komşularımızın barış ve huzur içinde yaşamasını
son derece
MİLLETİN SESİ
Yarada’nın adıyla başlıyoruz. Bismillaaah!
Adıyla başlayanı muzaffer kılar Allah,
Salatü selam sana Muhammed Resulallah,
Gönüller tutuşturan onun meşalesidir,
Buradan yükselen ses, milletimin sesidir.
Türk Milleti, İslamın sancaktarı çok şükür,
Yüreğinde korku da, tereddüt de yok şükür.
Hak yolundan dönmedi, yardımcısı Hak şükür.
Kıblesi Kabetullah, ocağıysa Yesi’dir.
Ol Bilal’den gelen ses milletimin sesidir.
Ne zaman ki gafiller kendinde cüret bulur,
Uğursuz baykuş öter, azgın çakallar ulur.
Kaşgar’dan haykırdık mı Estergon’dan duyulur.
Elbet helak olacak şer şeytan çetesidir,
Gök kubbeyi delen ses milletimin sesidir.
Çifte standartlarla kurduğunuz pusu mu?
Kandil’de akan kan da Halep’te akan su mu?
Yere batsın bu mantık, ‘’adaletiniz’’ bu mu?
Bu sinsice yalanlar söyle neyin nesidir?
Kulağımda çalan ses milletimin sesidir.
İslam diye çıktınız, yarı yolda saptınız.
Harun’ken Karun olup para pula taptınız.
Bebek katillerini birden melek yaptınız.
Sizleri yakan ateş, şehitler nefesidir.
Uykunuzu bölen ses, milletimin sesidir.
Gakkoş, Dadaş verince iman ile el ele,
Cudi, Gabar aşılmaz, geçilmez Çanakkale.
İki günde çözülür zor sandığın mesele.
Şu Yörük, Türkmen, Zeybek, şu Aydın efesidir.
Dağda yankılanan ses, milletimin sesidir.
Alevisi, Sünnisi, Lazı,Kürdü, Çerkezi
Canımız kanımızdır kucakladık herkesi.
Yarabbi sen güçlü kıl ve sen koru bu sesi.
Bu ses ki vatanımın en son sermayesidir.
Bu ses kalplere dolan, milletimin sesidir.
Baki KARABIÇAK
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DEĞERLERİMİZ
SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR(1)
BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY
Fazlı KÖKSAL
Türk’e, Türklüğe hizmet zor iştir. Bu hizmeti yapanlar
bazen sanık kürsüsüne çıkarılırlar, bazen darağacına. Bazen de yusufiye medreselerinde çile çekerler. Bu dün böyle
olmuştur, görünen O ki gelecekte de böyle olacaktır. Kaymakam Kemal Bey’de, hem sanık kürsüsüne hem de idam
sehpasına çıkarılan kahramanlardan birisidir.
ları ve bunların vekilleri ile müstakil mevki komutanları
ahali tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine
ve memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına dair
işlere ve tertiplere karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve
direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve
tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur.
Ermeni Sorununun ısrarla gündemde tutulduğu bu günlerde Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i hatırlamamak
mümkün mü ?
2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini
sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu
diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.
Kemal Bey’in ismini ilk kez daha ortaokul öğrencisi
iken babamdan duydum. Babam Boğazlıyan’da kurdukları
Futbol kulübüne, Kemal Bey Spor Kulübü adını verdiklerini, Kemal Bey’in İngilizlerin baskısıyla idam edilen bir
kahraman olduğunu anlatırdı. O zamandan bu yana mazlum deyince, kahraman deyince aklıma gelen 3-5 isimden
birisidir Kemal Bey.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin kahramanı Kemal
Bey’i ve O’na yapılan haksızlıkları hiç unutmadım. Asala
Terörünün azdığı 1980’li yıllardı. Ermeni problemi yine
gündemdeydi. Boğazlamak kelimesini çağrıştıran, taşıdığı
“yan” ekiyle Ermenice bir kelime izlenimi uyandıran “Boğazlıyan” ilçemizin adının, Kaymakam Kemal Bey’e ithafen “Kemalkent” veya “Kemal Bey” olarak değiştirilmesi
için, Yozgat Milletvekillerine, Siyasi Parti’lerin Boğazlıyan ilçe başkanlarına, köşe yazarlarına mektuplar yazdım. Yalnızca bir Siyasi Partinin ilçe başkanından, Avukat
Oğuzhan Bey’den –maalesef soyadını hatırlamıyorumduygu yüklü bir cevap alabildim. Bir de sayın Mim Kemal
Öke konuyu sütunlarına taşıdı. Ama bu çabalarım bir işe
yaramadı. “Boğazlıyan” ismi değişmedi, değiştirilemedi.
Kemal Bey, Gümrük Başkâtibi olan Babası Arif Bey’in
görev yaptığı Beyrut’da, 1885 yılında doğmuştur. Antalya ve İzmir liselerinin ardından Mülkiye’yi pekiyi derece
ile bitirmişti. Beyrut(1908) ve Cezayir elçiliklerinde görev
yapmıştı. Toyran, Gebze, Karamürsel kaymakamlıklarında bulunan Mehmet Kemal Bey’in son görevi Boğazlıyan
kaymakamlığı ve Yozgat Mutasarrıf Vekilliğidir.
Birinci dünya savaşının başlamasına müteakip, İngilizler ve Ruslar Ermenileri Türk Devletine karşı ayaklanmaları için kışkırtılar. Ermeni çetelerini silahlandırdılar.
Yer yer ermeni çeteleri Türk Köylerine baskınlar yaptılar.
Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine, Osmanlı
Devleti 14 Mayıs 1915’te “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır.
Bu kanun;
”1- Savaş vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutan-
3- Bu kanun çıktığı günden itibaren muteberdir. “
İfadelerini içeren üç maddeden ibarettir.
Bu kanuna rağmen saldırılarını devam ettiren Ermeniler 2 Eylül 1915’te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri ateşe vermişler, duruma müdahale etmek üzere
bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmiş ancak, Ermeniler
Jandarmalara da ateş açmışlardır. Durum, zamanın İçişleri
Bakanlığı’na bildirilmiş, Bakanlık da bir telgraf emri ile
buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmiştir. Bu
olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı olan Kemal Bey, bu emri yerine getirmiştir.
İşte Kemal Bey’i idama götüren suç(!) kendisine verilen bu emrin gereğini yerine getirmektir.
1918 Haziran ayı içerisinde, İngiliz uşağı Türk(!) politikacılar, İngilizlerin ve Ermenilerin baskıları sonucu Kemal
Bey’in görevine son verirler ve tutuklatırlar. Kemal Bey,
Konya “İstinaf Mahkemesi”nde yargılanıp beraat etmesine
rağmen yeniden tutuklanır ve Divan-I Harp’te yargılanmak
üzere İşgal altındaki İstanbul’a götürülür.
İşgal İstanbul’un üstüne kabus gibi çökmüştü, Kemâl
Bey’i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. SaadeddinFerid adında bir avukat gönüllü olarak, Kemâl Bey’in savunmasını üzerine aldı.
Dîvân-ı Harb’in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu.
Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey iddianamesinde:
“ Yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refah ve saadet içinde yaşayan gayr-ı müslim unsurların sebeb oldukları olaylar, idarî hatalardan çok dış tesirlerden doğmuştu. ………Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla
Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en
tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi
Mayısında tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu
17
DEĞERLERİMİZ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
22. SAYI
2013
işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu
tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi”. Diyordu.
şimdi de hiçbir vicdan azabı duymuyorum.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’de, savcıya göre,
suçlulardan biriydi ve en ağır cezaya çarptırılması lâzımdı.
— Kış kıyamette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile
dağlara, yaylalara sürerken Allah’tan hiç korkmadın mı?
Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi?
Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin?
Mahkeme sırasında, çoğu Ermeni Komitacılarından
oluşan bir sürü yalancı şahit, Kemal Bey’in suçlarını (!) bir
bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Komitacılar, Istanbul’da
buldukları küçük Ermeni çocuklarını bile mahkemeye getiriyor, şahit olarak dinletiyorlardı. Kemal Bey, görevini
yapmış olmanın rahatlığı içerisinde bu iftiralara karşını
kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:
SaadeddinFerid Bey’in savunmasından sonra söz alan
Kemal Bey;
“- Düne kadar bir hâkimler heyeti hâlinde olan sizler,
bu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve
soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı
ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri
kalmadığı malûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh
önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin
asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar
meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddia edildiği gibi,
Yozgat vilâyeti dâhilinden sevkedilen bazı Ermeni muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri
fecaate şahit olmuş bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir. Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde
meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia
makamının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyaset
icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdanî
görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi
olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.”
Bu savunmaya karşı, Mahkeme Reisi:
—Kemal Bey, emin olun, mahkeme, hükmünü hiçbir
dış etkiye kapılmaksızın, sırf vicdani kanaatine göre verecektir.” Diyordu.
Halbuki Kemâl Bey’in mutlaka asılması için Fransız ve
İngiliz işgâl kumandanlarının ve Ermeni Patriği Zaven’in
ağır baskısı devâm etmekteydi. Bu baskılara dayanamayan
Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Damat Ferid
Paşa ile yaptığı şiddetli bir münâkaşadan sonra istîfâsını
veriyordu.
Yerine de “Nemrut” lâkabı ile maruf “Kürt Mustafa
Paşa” tayin olunuyordu.
Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkmış, kendilerine verilen “Kemal Bey’i asın” emrini yerine getirmekle
görevli bir uşaklar heyetine dönüşmüştü.
Kemal Bey, Nemrut Mustafa Paşa’ya:
— Bir memur aldığı emre itaatle mükelleftir. Ben aldığım emrin gereğini yerine getirdim. Sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insanî harekette bulundum. Nitekim
18
Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemal
Bey’e bağırıyordu:
— Hayır, bunu asla kabul etmem. Ben kimsenin ölümü
için emir vermiş bir adam değilim.
— On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu
Allah’ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik sen bir idare
âmirisin, bunları senin himayene vermişlerdir.
Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:
— Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecavüzüne teşvik
etmenin cezası nedir, bilir misin?
— İdamdır Paşam...
— Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemal Bey,
biz de senin için bu karara varmıştık.
Aslında idam kararı çok önceden hazırlanmıştı. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek
üzere Saray’a gönderildi. Ancak Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, ile Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhipleri
Cemiyeti’nin Reisi Sait Molla Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden çekiniyorlardı.
Bu iki İngiliz Uşağı, kararın onaylanmasını temin için
Damat Ferit Paşa’yı alelacele Saray’a gönderdiler.
Sultan Vâhideddin, kararın tasdiki için Şeyhülislâmdan
fetva istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, önce “Kemal Bey hakkında istenilen fetva değildir. ‘Kazâya’ aittir,
benim ise kazâya yetkim yoktur” diyerek fetvâ vermekten
kaçındı. Padişah ısrar edince; Bir Müslümanın, Müslüman
olmayan birini öldürmesi hâlinde idama cevaz verildiği,
ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir
âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mirasçılarının “kısas” istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat
Padişahı tatmin için bir not eklemeyi de ihmal etmedi. Bu
notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey’in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu,
yazıyordu.
Bu fetva Saray’ı tatmin etti. İrade hazırlandı, imzalandı. İdam için gerekli tedbirler alındı, hazırlıklar yapıldı.
Sehpa kuruldu.
Kemal Bey’in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa
Bölüğü’nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt
Meydanı’na çıkardılar.
Ermeni komitacıları, İstanbul’un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni’yi meydana toplamışlardı.
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
İstanbul’un Müslüman halkı da için için kaynıyordu.
Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan
damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Darağacı, o zaman Harbiye Nezareti’nin girişi olan, daha sonraları uzun
yıllar rektörlük makamı olarak kullanılacak küçük binanın
önüne kurulmuş, etrafı jandarma ve polis kordonu altına
alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binanın
önünde duruyorlardı.
Harbiye Nezareti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey’in geldiğini gören kalabalık bir anda sustu.
Kemal Bey, İdam mahkûmlarına mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Kaderine teslim
olmuş gibiydi.
Son sözü soruldu. O zaman, Kemal Bey, konuşmaya
başladı
— Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine
getirdim. Görevimi yaptığıma vicdânenemînim. Sizlere
yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Yabancı devletlere yaranmak için beni
asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle
adalet.
Heyecandan boğulan çaresiz halk bir ağızdan cevap
veriyordu:
— Kahrolsun böyle adalet!
— Benim sevgili kardeşlerim, çocuklarımı asil Türk
milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette
onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin!
Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem
havasına bürünmüştü.
Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden İngiliz Muhipleri Derneği Başkanı Said Molla’nın cellâtlara
emri, Kemal Bey’in sözlerin bastırıyordu:
— Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!..
Kemal Bey, bu mazlum Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha
söylemek imkânı buluyordu:
— Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
Kemal Bey’in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehpada sallanırken Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atıyor,
Türkler ağlıyordu.
Takvimler 10 Nisan 1919’u gösteriyordu.
Cenazeyi teslim alan Babası Arif Bey (Gümrük Müdürü) ile, eniştesi İhsan Barlas Bey (Anadolu Ajansı Mümessili), şehidi motorla Kadıköy’e geçirip naklederler...
Cenaze namazı “KIZILTOPRAK CAMİİ’nde kılınır.
Kadıköy’de muazzam bir merasim tertip edilir. Töreni Üsküdar Dergâhı Şeyhi Münip Efendi yönetir.
DEĞERLERİMİZ
Cenazeyi Tıbbiyeli öğrenciler “TÜRKLERİN BÜYÜK ŞEHİDİ KEMAL BEY” yazılı çelenkleriyle karşılar; Mülkiyelilerin ve Tıbbiyelilerin başları üzerinde
“Kuşdili”ndeki “Mahmut Baba Mezarlığı”na taşınır. Millî
şehidin tabutu Kadıköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker, kendiliğinden “Saygı duruşu”nda
bulunur.
Mezarı başında imam sorar:
‘Merhumu nasıl bilirsiniz?’
Cemaat birden gürler:
‘Büyük vatanperverdir, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin!’
İngilizler, Kemal Bey’in cenaze törenini yakından ve
dikkatle izlerler. Kadıköy’de E. La Fontain adlı bir İngiliz
istihbarat yüzbaşısı görevlidir. 12 Nisan günü cenaze törenini şöyle rapor eder:
‘Ermeni kırımı ile tanınan Boğazlıyan ve Yozgat Mutasarrıfı Kemal Bey için, Kadıköy’de bugün saat 12’de büyük ve görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Cenaze alayının
önünde Tıbbiye öğrencileri, polisler ve birçok molla bulunuyordu. Tabutun omuzlarda taşınması âdet olduğu halde,
törene daha büyük önem vermek amacıyla, bu kez tabut
başlar hizasından daha yukarda, eller üzerinde taşındı. Birçok Jön Türk törende hazır bulundu. Çok sayıda fotoğraf
çekildi. Tören için 1000’den fazla davetiye dağıtıldı. İslâm
dininde böyle bir şey şimdiye kadar duyulmuş değildi. Bütün bunların, üyelerinden birini kaybetmiş olan İttihat ve
Terakki Komitesince kasten düzenlendiği apaçıktır. Hükümetin böyle bir törene izin vermekle gösterdiği güçsüzlük
affedilemez...
İslâm törelerine tamamen aykırı olarak, üzerlerinde,
‘Milletin masum kurbanına’ yazılı çelenkler vardı.
Böyle bir gösteri yapılacağı Emniyet makamlarınca
bilindiği halde, bunu önlemek için hiçbir şey yapılmadığı
bildiriliyor. ‘Törenin, bugünkü Hükümete karşı düşmanca
bir gösteri olduğu açıktır’
H.A.D Hoyland adlı bir başka İngiliz istihbarat subayı,
Kemal Bey’in ‘Masum İslâm Şehidi’ olarak adlandırıldığını belirterek raporu üst makamlara sunar. İki gün sonra
Yüzbaşı La Fontain, törenle ilgili olarak tamamlayıcı bir
rapor daha kaleme alır ve şunları bildirir:
‘Cenaze törenini, Kadıköy, Mecidiye, Üsküdar, Dergâh
Şeyhi Münip Efendi yönetti. Münip Efendi, törene katılmaları için mollalara emir vermiştir. Törende, Tıbbiye öğrencilerinden başka, çok sayıda subay ve er de bulundu.
Elinde bir buket çiçek tutan tıbbiye öğrencilerinden biri,
mezarın başında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan
aşağıdaki parça aynen çevrilmiştir:
‘Dinle ey millet!
Dinleyin ey Müslümanlar!
Burada toprağa verdiğimiz insan, Kahraman Kemal
Bey’dir.
19
DEĞERLERİMİZ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
İngiliz’i Odesa’dan attılar; haydin biz de İstanbul’dan
kovalım. Ne bekliyoruz? İngiliz’i atmak borcumuzdur.
Felâketimizi hazırlayan İngilizi yok etmek zorundayız.
Allah’ın yardımıyla yakında İngilizin kafasını ezeceğiz.’
Bu öğrenciden sonra, bir başkası da aynı sertlikte bir
konuşma yapmıştır. Her iki konuşmanın tonu, açıkça ayaklanmaya kışkırtmak için hesaplanmıştır...
Bir muhbir, Fındıklı’da, bir cami ile Türk askerlerinin
yemek yedikleri bir kulüp bulunduğunu, 10 nisan günü
saat 5’te askerlerin, yemekhaneden Meclis binasına cephane sandıkları taşıdıklarını haber verdi. Taşıma iki saat
sürmüş. bu binada, başka silahlar ve bombalar da bulunuyormuş...’
Bu raporlar karşısında İngiliz makamları irkilirler.
Amiral Calthorpe, İttihat ve Terakki’nin Türkiye’de hâlâ
geniş nüfuzlu olduğunu, bu nedenle Kemal Bey’in, ‘Haklı bir davanın ilk şehidi’ ilân edildiğini, bu idamın İtilaf
Devletlerine verilmiş bir ödün olarak görüldüğünü bildirir.
Sadrazamın, cenaze töreninden dehşete kapıldığını söyler.
Bir başka raporunda, ‘cenaze törenine katılanların, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularına tercüman
oldukları kuşkusuzdur’ der ve kaygılarını belirtir.
O karanlık günlerde Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Ali Fethi Okyar hatıralarında: “Kemal Beye yükletilen suç, bugün hâlâ iftira ve yalan mirasını ödemekte
olduğumuz Ermeni sürgünleri ve öldürülmeleridir. Düşmanlarımız, bu arada Hariciye Nazırlığı’na kadar yükselmiş GabriyelNuradungyan’ın bile bu iftira kervanına
katılmasını, iddiaların doğruluğuna misal olarak göstermişlerdir. Bir bakıma, ülkenin dışişlerini eline teslimine
lâyık görülen bir kişinin, böylesine nimetini ve lütfunu
gördüğü vatanına ihaneti nasıl kabul edebileceği hatıra
gelebilir. Ferit Paşa hükümetinin ve bu kabinenin tuttuğu
felâket yolunu tasdik eden Padişahın tarih önündeki mesuliyetini aradan geçen zaman unutturmayacaktır. ÇÜNKÜ
KEMAL BEYİN SUÇLU GÖRÜLEREK İDAMI İLE,
KENDİ ÖZ DEVLETİMİZ, BU CİNAYET İDDİALARININ DOĞRULUĞUNU KABUL VE TASDİK ETMİŞ
OLMAKTAYDI”. demektedir.
Kemal Bey, vasiyetnamesine şunları yazmıştı: “Merhum sevgili oğlum Adnan’ın metfun bulunduğu Kadıköy
Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. …………………………..Kabir taşım,
hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: “Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in
rûhunafatiha”. Perişan zevcem Hatîce’ye, yavrularım
Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı
sâbıkıÂrif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir.
Bunlara da muâvenet olunursa memnûn olurum. Türk milleti ebedîyen yaşayacak, Müslümanlık aslâzevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler
20
22. SAYI
2013
ölür, millet yaşar. İnşâllah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. 30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı
Kemâl.”
Kemâl Bey’i Türk Milleti unutmadı. Başka bir
Kemal’in yönetiminde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla,
kendisini “Millî Şehit” olarak kabul etti. Ayrıca Bakanlar
Kurulu’nun 2.2.1927 gün 4710 Sayılı Kararıyla Ermeniler
tarafından terkedilmiş olup Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş
bulunan 1 apartmanla 1 evin Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in varislerine tahsis ve temliki kararlaştırıldı.
Allah Rahmet Eylesin. Mekanı cennet olsun..
Ülkesine hizmet eden hiçbir insan benzer akıbete uğramasın…
Sonsöz:Türk Milleti her zaman “Kemal Bey”ler çıkaracaktır. Gönül ister ki; aramızdan Nemrut Mustafa’lar, Sait
Molla’lar, Damat Ferit’ler çıkmasın…Ama ne mümkün..
Bazılarımız abarttığını düşünse de, “Türkiye’nin bir hain
kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10’udur” diyen Attila İlhan doğru söylüyor.
• Ergun Hiçyılmaz, Hayat Sayfaları, 03 Haziran 2001
tarihli Sabah Gazetesi
• Necdet Bilgi, Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey ’in Yargılanması,(Ankara:1999).
• Tekin Eral,‘Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Türk Dünyası Tarih Dergisi,,Sayı 17,1988,
• Şükrü Karaca, Milli Şehidimiz, Orkun Dergisi Sayı
-50 Nisan 2002
• A. Alper Gazigiray, Ermeni Terörünün Kaynakları.
• Ali Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim.
• Ali Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam. (Hz. Cemal
Kutay),
• Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri.
• Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri.
• www.tonyukuk.net
•Orkun Dergisi Nisan-1999
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
GÜNCEL
SÜRECİ ÇÖZÜM(!) LEME
Baki KARABIÇAK
Yazıma şöyle bir anekdotla başlamak istiyorum:
Hakkı, hukuku, musallayı ve öbür dünyayı bilen bir
kervancı seyir halinde iken, yaşlı ve emektar devesi
birden yere düşer, can çekişmeye başlar. Adam ölmek
üzere olan hayvanın başında şöyle dua eder: ‘’Ya Rabbi, bu hayvanın bende hakkı çok. Senin huzuruna kul
hakkı ile çıkmak istemiyorum. Şuna lisan ver de helalleşelim’’ der. Her şeyi yoktan var eden Allah (c.c.),
kervancının samimi duasını kabul ederek deveye lisan
verir. Diyalog gerçekleşir. Adam der ki: ‘’Ya hayvan,
sana haddinden çok yük yükledim. Dövdüm, sövdüm,
zaman zaman aç ve susuz bıraktım. Hepsinden dolayı
senden özür diliyor ve helalleşmek istiyorum. Yalvarırım hakkını helal et, beni Allah (c.c.) ın huzuruna kul
hakkıyla çıkarma.’
Deve der ki: ‘’Allah (c.c) bizleri insanoğluna hizmet etmek için yarattı. Siz de biz de fıtratın gereğini
yaptık. Bundan dolayı bütün haklarımı helal ediyorum.
Ancak bize öyle bir şey yaptın ki bunu söylemeyeceğim . Helal etmem de mümkün değil. Mutlaka huzurullahta yakana yapışıp hakkımı alacağım.’’ Kervancı
bunun üzerine korku ve dehşete kapılarak: ‘’Bunun dışında ben sana ne yaptım ya hayvan? Ne olur söyle, helal etmen için ne yapmam gerekirse yapacağım.’’ diye
yalvarır. Deve uzun süre ısrarını sürdürse de, adamın
yalvarışına dayanamayarak şöyle söyler: ‘’Bizim hiç
mi şerefimiz, haysiyetimiz yoktu da iki paralık eşeği
önümüze kılavuz ettin?’’
Bir muz cumhuriyetinde bile yaşanması mümkün
olmayan hukuksuz, samimiyetsiz ve realiteden uzak
süreç(!) garabetinin yaşandığı şu günlerde, söylenecek
o kadar çok söz var ki… Manidar olması bakımından
yukarıdaki anekdotu sizlerle paylaşmak istedim çünkü
Sayın Başbakan’ın anayasayı Türk Ceza Kanunu’nu
ordunun ve polis teşkilatının yetki, selahiyet ve uygulamalarını belirleyen bilimum kanun ve yönetmelikleri rafa kaldırarak evcilik oynar gibi devlet yönetmeye kalkışması karşısında söyleyecek başka bir söz
bulamadım. Vurgunları, soygunları, eş, dost ve akraba
kayırmalarını, liyakat ve kabiliyetten uzak birtakım
yandaşların devletin kilit noktalarına getirilmesini,
milli eğitimin yazboz tahtası yapılmasını, sıfır sorun
sloganıyla başlanan dış politikamızın sıfır dost, sıfır
komşu haline dönüştürülmesini, ekonomideki kötü gidişatı, özelleştirme adı altında yapılan hortumlamaları,
kerameti kendinden menkul ifadesine uygun olarak her
fırsatta sıraladığı ‘’etnik milliyetçilik, dinsel milliyetçilik ve bölgesel milliyetçiliği’’ reddediyorum yalanıyla
sadece Türk milliyetçiliğine düşman olduğunu, oysa
kendi arasında hiçbir fark gözetmeyen milletimizi otuz
altı etnik kökene ayırarak en sinsi bir şekilde ırkçılık
yapmasını, yönettiği milletin en kıymetli değerlerini
ayaklar altına almasını, hülasa yalanlarını, dolanlarını,
kibrini ve yersiz gururunu millet olarak belki affedebiliriz ancak çok kısa bir süre öncesine kadar kendisinin
de bebek katili dediği, kırk-elli bin yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına, beş-altı yüz milyar
dolarlık bir kaynağın heba edilmesine sebep olan caninin, milletimizin kurtarıcısı haline getirilmesini asla ve
kat’a affetmeyecek, kanun ve tarih önünde ve huzurullahta hesabını soracağız.
Tıpkı, şeytanın insanları kandırırken kullandığı
taktikleri kullanarak, bir doğrunun yanına bin yalan katıp barış gerçekleştirilemez. Hele hele, çoğunluğu milletimize düşman olan akil adamlar güruhunun -sanki
bu masum millet, pkk’ya ya da kürt kökenli kardeşlerimize saldırıyormuş gibi- Türk milletini ikna etmek için
yollara düşürülmesini siyasi sahtekarlığın ve gerçekleri
saptırmanın suçluluk psikolojisinden ibaret olduğunu
elbette idrak edebiliyoruz. Koskoca milletle alay ettiğini zannedenler, önce kapı kulluğunu yaptıkları pkk
hamisi devletleri ikna etmeli, daha sonra bebek katilini ve onun ip kaçkını hempalarını ikna etmelidirler.
Daha da doğrusu, eğer akillikten zerre kadar nasibini
almışlarsa hukuksuz, mesnetsiz bir biçimde kendilerini
yollara düşürenleri ikna etmelidirler.
21
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
‘’Kan akmasın’’ diyenler gerçekten kanın akmasını istemiyorlarsa, bunu bütün icraatlarıyla göstermelidirler. Fıtratı bozulmamış hiçbir insan kan akmasını istemez. Hatta bir böceğe dahi kıyamaz. Oysa Suriye’de
oluk oluk Müslüman kanının akıtılmasına taraf olanları
hatta destek verenleri bütün dünya bilmektedir. Bölgemizde İsrail’in ayağına dolaşan belli başlı ülkelerden
biri olan Suriye bitirilirken, ölmekte olan pkk’nın diriltilip düzenli ordu halinde İsrail’in hizmetine sunulacağını normal bir zekaya sahip olan herkes idrak edebilmektedir. Hal böyle olunca etkili ve yetkili makamda
olan herkes akıl, izan ve hukuk çerçevesinde hareket
etmelidir. Barış, önce beyinlerde ve kalplerde olur.
Hiçbir suçu ve günahı olmayan milletimizin ikna ve
ıslah edilmesini gerektirecek hiçbir hali ve tavrı yoktur. Ancak, durup dururken silaha sarılıp suçlu suçsuz
demeden masum kanı dökenlerin ikna, ıslah ve tedaviye ihtiyacı vardır. Eğer gerçek barış hedefleniyorsa,
suçlular devlete teslim olur, silahlarını teslim eder,
cari hukuk neyi gerektiriyorsa uygulanır. Aksi taktirde, devlete ve millete silah çeken asiler, devletin meşru
silahlı güçlerince tedip edilirler. Ceza ve mükafat müesseselerinin işlemediği toplumlarda huzurdan ve barıştan söz etmek ham hayalden ibaret olur. Birleşmeden
sonra Batı Almanlar, Doğu Almanya’yı kendi seviyesine çıkarmak için iki buçuk-üç trilyon mark harcama
yapmıştır. Bunu yapması için hiçbir Doğu Alman halkı silaha sarılmamış, adam öldürmemiştir. Ülkemizde
hangi bölgenin neye ihtiyacı varsa imkanlar ölçüsünce
sadece ve sadece yapılması gerektiği için yapılmalıdır.
Aksi taktirde taviz koparmak isteyen herkes, bu iğrenç
süreci örnek alarak silaha sarılabilir, bunun ardı arkası
da gelmez. Herkesi akıl, izan ve hukuk sınırları içerisinde kalmaya davet ediyorum.
22
22. SAYI
2013
ANADOLUYA KİMLİK!
Dr. Nurettin ELBİR
Senn
Eyy oğul!
Kökün, Oğuz boyu!
Özün;
Asil bir Türk soy’u!
Asya’da,
Ana yurtta;
Atan Otağ’lar kurardı
Altaylarda,
Bozkırlarda!
Çölleşince ŞAMAN eli,
Göç etti
Anadolu’ya!...
Baykal’da Aral’da
Hazar’da
At sırtında
Yıllar yılı
Menzil aldı,
Otağ’larda,
Kom’da kaldı!...
Kafkasya’da
Soluk aldı;
Yıllar yılı
Yurt aradı!...
Yurt aradı!
Anadolu,
Türkiye’de
Kök salıp,
Şahlandı!...
Oğuz boyu, Oğuzsun,
Türksün,
Soylusun,
Korumaktan sorumlusun,
Türklüğün adını!!!
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
EFELİK, TÜRK TOPLUMUNUN
REFLEKSİDİR
Seyfullah AYVALI
Tire Kültür Derneği Başkanı
Efelik kültürü asli tavırları ve duruşu ile Türk
tarihinin en zorlu ve kritik dönemlerinde, millet olarak
temsil ettiğimiz toplumsal karakterin en belirgin
hamlelerini yapmış; kimi zaman yerel, kimi zaman da
evrensel mesajlar vererek milletimizin yüz akı olmuş
köklü bir kültürdür.
Efelik kültürünü sadece sahne sanatları, folklorik
giysi, notalara dökülmüş türküler veya ellerinde
silahları ile dağlara çıkmış ve otoriteye karşı koymayı
yaşam biçimi edinmiş insanlar düzeyine indirgemek
eğer cahillik ve hata ile yapılmıyor ise Türk kültürünün
temel özelliklerine ihanet etmek kadar büyük bir yanlış
ve yanılgıdır.
Zira efelik kültürü, tarih boyunca kimi zaman
siyaset kimi zaman hukuk, ekonomi, ilim, ahlak hatta
din gibi tüm toplumsal kavramlarda kendini göstererek
doğruluk düsturunu ezeli Nasuh tövbesiyle ortaya
koyarak her alanda ifade etme cesaretini göstermiştir.
Uzunca bir süredir yaşanmakta olduğumuz
kültürel yozlaşma; her geçen gün kendini biraz
daha hissettirmekte ve binlerce yıllık Türk tarihinin
kılcal damarlarını oluşturan oldukça önemli davranış
biçimlerimizi ortadan kaldırmaktadır. Yaşadığımız
yozlaşma öylesine etkili olmaya başlamıştır ki,
toplumsal reflekslerimizi, gelişmeler karşısındaki duruş
ve tavrımızı etkisizleştirerek; kendimizi tanımlarken
kullanmamız gereken öz değerlerimize karşı hepimizi
yabancılaştırmaktadır.
Efelik kültürü de bu olumsuz süreçten nasibini
alan köklü kültürlerimizden biri malesef...
Oysa Efelik; günümüzde yaygın olarak bilinen
zengin ve özellikli kostümleri, hepimizi coşturan
zeybek oyunları, türküleri hatta “milli mücadelede
aklanmış eşkıya” gibi kısıtlı ve kasıtlı tanımlamaların
ötesinde öncelikle mertlik, doğruluk, dürüstlük, cesaret,
zulme rıza göstermeme, her daim adaletten yana olma,
hürriyet aşkı ve pek tabii ki her koşulda karşılıksız bir
vatan sevgisi ile anılmalıdır.
Esasen Efe kelimesi Türkçe’de, yiğitlik, cesur,
mert ve sözünün eri olmak, doğru yolu gösteren ağabey
olmak anlamlarında kullanılagelmiştir. Bu açıdan
bakıldığında, nereden ele alırsak alalım, efelik kültürünün
tarihin her döneminde, sosyal düzenin bozulduğu,
yabancılaşmanın arttığı, devletin hakimiyetini yitirdiği,
haklının haksız, haksızın haklıymış gibi davrandığı
sıkıntılı ve karanlık dönemlerde kendini gösterdiğini
net bir şekilde görürüz. Daha başka bir tabirle efelik
kültürüne mensup olan efelerin, Türkçede zırh demek
olan ‘say” gibi koruyan, sağlam ve sıkı anlamlarına
gelen ‘beg’ gibi de ayakta tutan misyonları ile var
olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tarih boyunca Türk milletinin toplumsal
reflekslerini en iyi şekilde tarif ve temsil ettiğini
bildiğimiz efelik kültürünün bu gün getirildiği nokta ya
da dönüştürülmek istenen hali, gerçek efelik kültürü ile
asla örtüşmemektedir. Bu gün efelik dendiğinde üzerine
efe kostümü giyen kişilerin bir takım organizasyonlarda
protokol karşısında dans etmeleri algılanıyorsa, efelik
kültürü çoğunluğun zihninde oyun ve kostüm zenginliği
ile sadece folklorik bir unsur olarak ele alınıyorsa, hatta
efelerin sadece milli mücadele esnasında varlığını
ortaya koymuş gaziler olduğu düşünülüyor ya da öyle
biliniyorsa gerçek efelik kültüründen ciddi anlamda
uzaklaşmışız demektir.
Efelik kültürünü bir yaşama biçimi, hayatı
yorumlama tarzı ve toplumsal refleks olarak ele
aldığımızda, karşımıza yönetim biçimlerinin, dinin,
paranın, sanatın ve bilginin kullanılarak kişisel ya da
sınıfsal hegemonyaların, baskıların, zulümlerin kendini
gösterdiği dönemlerde asla biat etmeyen, sosyal
adaletin yanında olan, bağımsızlığına düşkün bir kültür
çıkar ki, bu da efeliğin ilgi ve etki alanlarının, sınırlı
neden ve olaylara dayanmadığını açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bu düşünceden hareketle Türk tarihine
bakıldığında kimi zaman Dede Korkut olup, onurlu
yaşamayı öneren efelik kültürü, kimi zaman da
haksızlık karşısında susmamayı, onurlu bir yaşam
için kahramanca mücadele etmeyi temsil eden ”ulu
kişilikler” olarak karşımıza çıkmaktadır. Efelik
kültürüne mensup Efeler, bir başka zaman da ”dört
nala gelip uzak asyadan, Akdenize bir kısrak başı gibi
uzanan” kolonizatör Türk dervişleri olup toplumsal
refleksleri en doğru düzeyde tutmayı bilmişlerdir.
Gün gelip içinde yaşadığı zaman Kerbela kuyusuna
düştüğünde; sırtını otoriteye dayayarak inanç dünyasını
kontrol altında tutan ilmi istibdatçılara, alın terini hiçe
saymayı otoriteden ya da otorite yandaşı fetvacılardan
23
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
icazet alarak yaygınlaştıran mihraklara karşı Horasan
Erenleri olup, Hoca Ahmet Yesevi, Hakim Ata, Barak
Baba, Ahi Evran, Hacı Bektaş, Balım Sultan gibi
yüzlerce gönül efesi olarak her yerde kendilerini
hissettirdiler.
Onlar Ortadoğu’nun hiç bitmeyen kavgalarına
bir çare olmak için, Anadolu’yu bir iklim, bir mekan,
bir vatan, bir yurt haline getirdiler. Anadolunun
bahtında Şems gibi güneş oldular. Her halleri
ile sema’ya duran, Taptuk Emre eşiğinde dosdoğru
Yunus olan bu inanç efeleri doğruyu söyledikleri için,
adaletin yanında oldukları için hayatları boyunca onurlu
kavgalarını verdiler. Kimi zaman öldürüldüler, kimi
zaman zulümlere maruz kaldılar. Ama hiç bir zaman
asyadan getirdikleri hakkaniyetlerinden vazgeçmediler.
Bedrettin’e yol oldular…
Türk tarihinin bereketli silsilesinden bir sel akan
efeler, gün olup Hızır paşa dar ağacını kurduğunda
yoksulların şahı, Pir Sultan oldular. “Ferman padişahın,
dağlar bizimdir” diye ünledi Dadaloğlu. Köroğlu olup;
Bolu beyine karşı, dağlara yaslandılar...
Osmanlı Devletini Kayı beyi Ertuğrul Gazi,
Şeyh Edebali, Osman Gazi gibi Türkmenler kurmuştu
kurmasına ama, çok sonra bu asli unsurları ötelemeye
başlayan Osmanlı bürokrasisi,
devletin bekasını,
vergi toplama yetkisini, mahkemesini ve adalet
anlayışını voyvodalara, mütesellimlere, çalıkakıcı
sahtekarlara bırakmaya başladığında, efelik kültürü
tarih sahnesindeki yerini bir kez daha almaktan hiç
çekinmedi. ”Vali-i vilayet, hademe-i devlet” Atçalı
oldular. Yağdereli Sinan, İnce Mehmet, Gamalı
Zeybek, Çakıcı Mehmet Efe olup; adaletin peşinde
dağlara ses verdiler, nam saldılar...
Efelik kültürünü temsil eden Efeler, Türk
milletinin başı her sıkıştığında tarih sahnesindeki yerini
almakta hiç geri durmadı. Gün oldu mukaddes vatan
emperyalist dünya devletleri tarafından işgal edildi.
Esaret nerdir bilmeyen Türk milletinin bağımsızlığı
elinden alınmak istendi. Efeler bu kez de Demirci
Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Gökçen Efe, Poslu Mestan
Efe, Tekeli İsmail, Sökeli Cafer, Durmuş Ali Efe,
Danişmetli İsmail , Canip Efe, Sadettin Efe ve Çete Ayşe
gibi niceleri oldular. Dağları mesken tuttular, düşmana
karşı şahlandılar, vatanı aziz bilip toprağa düştüler.
Onlar vatan için dağlarda buluşurken; bir büyük
Efe daha Samsun’a çıkıyordu. Efece yüreğini ortaya
koyup halkının yanında vatan için, bayrak için İstiklal
Destanını yazdı. Türk tarihinin bu son efesi, kazanılan
zaferin ardından hastalığına rağmen vatanı kurtarmanın
onuru ile kollarını kaldırıp diz vurdu, ”Sarı Zeybek
Mustafa Kemal Atatürk” oldu...
İşte bu nedenle Efelik kültürü sadece folklorik
bir unsur olarak algılanamaz. Efelik kültürü, hiç bir
zafer kazanmadan protokol karşısında ”iki dönüverme”
ile tarif edilemez ! Kostümleri çekip, gerçek efelerin
24
22. SAYI
2013
bir kere olsun giyemediği deri çizmelerin topukları ile
yerde çıkarılan sesler ile caka satmak değildir Efelik...!
Kültürünün yok olup gittiği, peşkeş çekildiği,
asil milletinin hayat damarlarından öz suyunun çekilip,
yerine kültürel yozlaşmanın enjekte edildiği bir devirde
rahat uyuyamamaktır Efelik....
Sözün özü, Vatan, bayrak ve bağımsızlık aşkının
tarifidir efelik kültürü... Doğruluk, mertlik, dürüstlük,
haktan ve adaletten yana olmaktır efelik...
Vesselam adam gibi adam olmaktır efelik...
SURİYE TÜRKMENLERİ
PLATFORMU İKİNCİ TOPLANTISI
YAPILDI
Suriye Türkmenleri Platformu ikinci toplantısı
30 Mart 2013 günü Ankara Dedeman Oteli’nde
yapıldı. Toplantıya MHP Grup Başkan Vekili
Mehmet ŞANDIR, Türkiye Türkmenistan Dostluk
Derneği Kurucu Başkanı Selahattin BAYSAL, Türk
Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan
KOCA, Yörtürk Vakfı Genel Başkanı Mustafa
TOMBULOĞLU, Türkiye Türkmenistan Dostluk
Derneği Başkanı Kadir TOSUN ile çok sayıda
Suriyeli Türkmen ve misafir katıldı.
Toplantıyı Suriyeli Türkmen Avukat Dr. Esat
ARBER yönetti. Toplantı başkanlığını Mehmet
ŞANDIR yaptı. Toplantıya TBMM Başkanı Cemil
ÇİÇEK de başarı mesajı gönderdi.
Toplantıda Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı Durhasan KOCA yaptığı konuşmada;
Türk
dünyasındaki,
İslam
coğrafyasındaki
katliamların, zulümlerin kendilerini üzdüğünü
belirterek konuşmasına şöyle devam etti: “Yıllar
önce T.C. Devletinin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK, Rusya’nın dağılacağını, oradaki
soydaşlarımızın bağımsızlıklarını kazanacaklarını,
onun için hazırlıklı olmamızı söylemişti. 1991’de
Rusya
dağıldı.
Azerbaycan,
Türkmenistan,
Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan bağımsızlığına
kavuştu. Bu bizleri çok mutlu etti. Şimdi ise Irak’taki
ve Suriye’deki Türkmenlerimizin çektikleri acılar
bizi üzüyor. İnşallah en kısa zamanda buradaki
soydaşlarımız da özgür ve mutlu olurlar”. KOCA
konuşmasını, “Bunun için Türkmenlerin birlik
içerisinde olmaları gerekir. Bir olalım diri olalım”.
diyerek tamamladı.
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
KIRIKKALE DERNEKLER BİRLİĞİ PLATFORMU
KURULDU
Ali İhsan AKKAYA
Kırıkkale’deki sivil toplum örgütlerini güçlendirmek için platform oluşturuldu. Platforma, Kırıkkale ve Yöresi Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği
(KALENDER), Delice, Çerikli Yöresi Kültür ve Yardımlaşma Derneği (DECYAD), Oğuzboyları Dernekleri Federasyonu, Yahşihanlılar Derneği’nin öncülüğünde 43 dernek yöneticisi katıldı.
Derneklerin tanışma ve kaynaşmalarının sağlandığı toplantıda birlik ve beraberlik mesajları verildi. Platform toplantısına katılan dernek başkanları
oluşum ile ilgili fikirlerini ve nelerin yapılabileceğini
anlattılar. Toplantıda Oğuzboyları Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Serdar MURATCAN, bu plat-
1
2
3
4
5
6
7
8
9
formun Kırıkkale’ye çok büyük faydalar sağlayacağını söyledi.
Toplantıya davet edilen Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA ülkenin
kritik bir süreçten geçtiğini belirterek son zamanlarda
Türk ve Türk milleti sözlerinin gerek Anayasadan gerekse resmi kurumlardan kaldırılmak istendiğini, ülkenin kaosa sürüklenmek istendiğini belirttiği konuşmasını şöyle bitirmiştir:“Bu ülkenin % 87.9’u“Ana
dilim Türkçe ve Türküm” demektedir. Kırıkkale’deki
birlik ve beraberlik bu bakımdan çok önemlidir. İnşallah bu birlik ve beraberlikrüzgarı tüm ülkemizde
esecektir.”
TOPLANTIYA KATILAN DERNEK VE YÖNETİCİLERİ
Abdulvahap ERGÜN
ERZURUMLULAR DERNEĞİ
Adem YALÇINKAYA
BİR UMUT ENGELLİLER DERNEĞİ
Adnan SAÇAL
MUYADER
Ahmet BOZBAĞ
KAVURGALI KÖYÜ DERNEĞİ
Ahmet YAKAR
DOLUNAY DERNEĞİ
Alaattin GÜNEŞER
RAHMET ELİ GIDA BANKASI
Ali ÇALIŞKAN
KAÇAK KÖYÜ DERNEĞİ
Ali İhsan AKKAYA
YAHŞİHANLILAR DERNEĞİ
Ali Rıza KOÇOĞLU
DELİCELİLER DERNEĞİ
25
federAsyonlardan
HABERLER
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
26
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Ayhan SİDAR
Ayhan YÜKSEL
Ayten POLAT
Bahadır GÖÇER
Basri KESKİN
Bülent YILDIZ
Cemal SERTKAYA
Cengiz ACAR
Emine SEVİNÇ
Gamze Ebru ÇİFTÇİ
Hakan AÇIKGÖZ
Kemal KARCI
Köksal ÇAKIR
M. Emin ERKOÇ
Mithat AKÇALI
Murat AĞIRMAN
Musa AKSOY
Naci ÇELİK
Naci TEKİNAY
Necati KARAKUŞ
Nihat ULUCAN
Nurcan YAĞLI
Penbe AKGÜL
Sait ACAROĞLU
Satılmış UYANIK
Serdar MURATCAN
Serpil CELLEK
Şerafettin ELİTOK
Şuayip DEMİR
Tahsin YILMAZ
Tuğşat ŞAHİNGÖZ
Turgay BABACAN
Yaşar ALTUNKAŞ
Zekeriya ÜNVER
22. SAYI
2013
KIRIKKALE MEMURLAR DERNEĞİ
YOZGATLILAR DERNEĞİ
KIRIKKALE KADIN PLATFORMU DERNEĞİ
İŞİTME ENGELLİLER DERNEĞİ
EMEKLİ İŞÇİLER DERNEĞİ
ENGELLİLER VE DOSTLARI DERNEĞİ
KIRIKKALE DERNEKLER FEDERASYONU
TÜM ÇALIŞANLAR KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
BİR FİDAN BİR UMUT DERNEĞİ
KADIN DAYANIŞMA VE DESTEKLEME DERNEĞİ
BAŞARI HUKUK VE TOPLUM DERNEĞİ
ÇANKIRILILAR DERNEĞİ
KÖPRÜ KASABASI KÜLTÜR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
DULKADİROĞULLARI DERNEĞİ
TEBLİĞ CEMİYETİ DERNEĞİ
KIRIKKALE BEYAZ DERGİ
ANADOLU GENÇ İŞADAMLARI DERNEĞİ
ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ
MUHTARLAR DERNEĞİ
KIRIKKALE DİYANET MENSUPLARI DERNEĞİ
FATİH BAHÇELİEVLER TALEBE DERNEĞİ
KADIN ELİYLE KADIN GÜÇLENDİRME DERNEĞİ
USTA ÖĞRETİCİLER YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
RAHMET ELİ DERNEĞİ
KALECİKLİLER DERNEĞİ
OĞUZ BOYLARI FEDERASYONU
YAHŞİHAN EL SANATLARINI GELİŞTİRME DERNEĞİ
GAZİBEYLİ KÖYÜ KÜLTÜR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
KALENDER DERNEĞİ
BAYINDIR KÖYÜ DERNEĞİ
İNSAN YÜCELİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRME DERNEĞİ
KARACALI KÖYÜ DERNEĞİ
DİKMEN KÖYÜ DERNEĞİ
SULAKYURTLULAR DERNEĞİ
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI!
AŞAĞIDA İMZASI BULUNAN BİZLER, TÜRK MİLLETİNİN
AKLISELİMİNE SESLENİYOR, TARİHİN BU DÖNEMECİNDE
TÜRK MİLLETİ ADINA HAREKET EDENLERİ AŞAĞIDAKİ
HUSUSLARDA UYARIYORUZ!
1- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu
ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve anayasadan çıkarılamaz.
2- Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz
vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz.
3- Anadolu coğrafyasında, Selçuklu ile başlayıp, Osmanlı ile devam eden Türk Milletinin kesintisiz egemenliğini esas alan Büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.
Yukarıda Türk milletine yapılan çağrıya katılan
300 aydın içerisinde Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı Durhasan KOCA, Ertuğrulgazi Kül-
tür Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Nihat
KULA, Hüdavendigar Yörük Türkmen Dernekleri
Federasyonu Genel Başkanı Fahrettin BEŞLİ, Samsun Yörükleri Dayanışma ve Kültür Derneği Başkanı
Ertuğrul TOYGAR, Kütahya Yörük Türkmen Derneği Başkanı Hasan Hüseyin NAMAZ, Bursa Dağder
Başkanı Mustafa DAĞ, Ankara Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı Nesrin GÜNEL İÇAY, Ankara Seymenler Kulübü Derneği Başkanı Şerafettin DEMİR,
Afyonkarahisar Oğuz Boyu Yörük Türkmen Derneği
Başkanı Şakir ALTINTAŞ, Dünya Kargın Türkmenleri Derneği Genel Başkanı Yakup ATASITÜRK de
bulunmaktadır.
27
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
22. SAYI
2013
OĞUZ
BEYLERİ
ŞURASI
TOPLANDI
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
Orhaneli Belediyesi’nin himayesi ile Hüdavendigar
Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu’nun davet ve organizasyonu ile ülkemizde faaliyet gösteren, Türk kültürüne hizmet eden Yörük Türkmen dernek, federasyon ve
konfederasyon başkan ve temsilcileri Bursa’da toplandı.
Toplantı Bursa’nın en büyük sivil toplum örgütlerinden
biri olan Dağder binasında yapıldı.
Oğuz beyleri Şurası’na iki konfederasyon başkanı altı
federasyon başkanı on yedi dernek başkanı ve çok sayıda dernek temsilcisi katıldı. Toplam 51 temsilcinin katılımı ile gerçekleşen Şura’ya katılan beylerin oybirliği ile
Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan
KOCA, Oğuzlar boyu Konfederasyonu Genel Başkanı Niyazi ÇAPA, Toroslar Yörük Türkmen Federasyonu Genel
Başkanı Mustafa KÜÇÜKYAMAN, Hüdavendigar Yörük
Türkmen Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Fahrettin BEŞLİ’den oluşan heyet divan kurulunu oluşturdu.
Oğuz beyleri sıra ile söz alarak görüşlerini belirttiler.
Ortak görüş olarak;
- İçinde bulunduğumuz hassas dönemde daha sıkı işbirliği içinde olunması, dernekler ve bireyler arasında sıcak ilişkiler kurulması, birbirlerinin her türlü etkinliğine
katılımının sağlanması,
- Vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün
korunması ile ilgili hassasiyetlerin her ortamda ifade edilmesi,
- Dilimize ve kültürümüze sahip çıkılarak gelecek nesillere nakledilmesi,
- Ekonomik güce sahip olmadan birliktelikten verim
elde edilemeyeceği ve sürdürülemeyeceği gerçeğini göz
önüne alarak, Yörük Türkmenlerin ekonomik işbirliği,
dayanışma ve organize olma alternatiflerinin değerlendirilmesi,
- Her yıl geleneksel olarak kutlanan Söğüt
Ertuğrulgazi’yi anma şenliklerinin bir Yörük bayramı olma
28
niteliğinden uzaklaştığı, bu hususta girişimlerde bulunarak
ülkemizdeki tüm Yörük Türkmenlerin burada buluşabilecekleri, siyasetin gölgesinden çıkarak şölen havasında kutlamaların yapılması hususunda çaba sarf edilmesine,
- Bu toplantının Yörük Türkmenlerin tek ses, tek yürek
ve tek vücut olarak; Türk milletinin asli unsuru olan kimliğini, tarihini, dilini, kültürünü, örfünü, terbiyesini, vatan
millet sevgisini mayasında tutarak, milli birliğimizin ve
dirliğimizin muhafazasına katkı sağlamak üzere yapılacak
çalışmalara başlangıç olmasının sağlanmasına,
Karar verilmiştir.
Toplantı sonunda katılımcıların ortak hassasiyetlerini
ve görüşlerini içerecek şekilde hazırlanan sonuç bildirisi
aşağıdadır:
OĞUZ BEYLERİ ŞURASI SONUÇ BİLDİRGESİDİR
TÜRK MİLLETİNE;
1- Türk Devletinin üniter devlet yapısı bozulamaz.
2- Milli dilimiz Türkçedir. Tartışılamaz.
3- Anayasadaki Türk kelimesinin tartışmaya açılması
bile ihanettir.
4- Yörük Türkmen kimliği ve ruhu; cihanşümul bir imparatorluk kurmuş tüm dünyaya sosyal adaleti tanıtmıştır.
Yörük Türkmen kimliğinin muhafazası, bu kimliğe sahip
çıkılması ve bu kimliğin yarınlara taşınması asli görevimizdir.
5- Siyasi partilerde lider sultasına son verilmelidir.
6- Açılım politikaları adına hiçbir kesime taviz verilerek imtiyaz sağlanmamalıdır.
7- Söğüt şenlikleri Yörük bayramıdır. Siyasiler elini
çekmelidir.
22. SAYI
2013
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
NEVRUZU GENÇLERİMİZLE KUTLADIK
Mustafa TEKİN
Türklerin tek ve ortak milli bayramı Nevruz
Bayramı’dır. Nevruz, M.Ö. VIII. y.y.’dan günümüze
kadar kışın sona ermesi, tabiatın uyanması, karların
eriyip, nehirlerin coştuğu, çiçeklerin açtığı, ağaçların
yeşerdiği, gece ile gündüzün eşit olduğu, insanların
kalbinde güzel duyguların canlandığı baharın müjdecisidir. Nevruz Türk dünyası tarafından büyük bir
coşkuyla kutlana gelmektedir.
Nevruz, Orta Asya’da ve Kafkaslarda yaşayan
Uygur, Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Tatar, Yakut, Teleüt, Karakalpak, Sala, Başkurt, Çuvaş,
Macar, Kumuk, Karaçay gibi Türk toplulukları ile
Anadolu ve Balkan Türklerinin Yenigün veya yılbaşı
olarak kabul ettikleri gündür.
Bu yıl Nevruzu Konfederasyonumuz, Bilkent
Üniversitesi öğrencileri ile birlikte kutladı. 22 Mart
2013 günü Bilkent Üniversitesi yerleşkesinde Türk
Boyları Konfederasyonu ile Bilkent öğrencilerinin
kurduğu Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Nevruzu birlikte kutladı. Kutlamalarda Mehter Takımı ile
Ankara Seymenler Kulübü Derneği ekibi gösterileri
büyük beğeni aldı.
29
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
22. SAYI
2013
BANU AVAR KONFEDERASYONUMUZU
ZİYARET ETTİ
Nesrin GÜNEL İÇAY
Sevilen gazeteci, araştırmacı yazar Banu AVAR,
Konfederasyonumuzu ziyaret etti. Ziyareti sırasında
ülkeyi karış karış dolaştığını belirten AVAR, ülkenin
iyiye gitmediğini, yurttaşlarımızı etnik kökenlerine,
mezheplerine göre ayrıştırmak, bölmek için emperyal güçlerin olanca güçleriyle çalıştıklarını belirtti.
Ancak bu ülkenin ana unsuru olan Yörüklerin, Türkmenlerin bir yumruk halinde ülkeye sahip çıktıklarını,
bir Yörük ailenin çocuğu olan Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar koruyacaklarına ant içmelerinin
kendini çok sevindirdiğini belirtti.
30
Gerek ülkemizin birliğini, bütünlüğünü sağlamaya
yönelik gerekse Türk milletinin huzur içinde olması
için gösterilen çabalardan dolayı Konfederasyonumuza teşekkür eden Banu AVAR, Yörüklerin, Türkmenlerin düzenlediği her türlü toplantı, panel, şölenlere
severek geleceğini belirtmiştir.
Konfederasyon Genel Başkanımız Durhasan
KOCA da Sayın Banu AVAR’a Konfederasyonumuzu ziyaretinden, ayrıca Konfederasyonumuza bağlı
Federasyonlarımız ve Federasyonlarımıza bağlı Derneklerimize karşı gösterdiği ilgi ve destekten dolayı
teşekkür etti.
türkmen bey’inden
Türk Boyları Konfederasyonu ve Üye Federasyonlar
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
3 EKİM 2005
BÜTÜN TÜRK DÜNYASI
DURHASAN KOCA
0312-4171275
0312-4171275
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO:9/11 KIZILAY/ANKARA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU
22 TEMMUZ 2004
ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA
MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN
0246-2182228
0246-2182228
TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO:158 ISPARTA
*
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
20 MART 2005
ANKARA, AMASYA, KARABÜK
DURHASAN KOCA
0312-4171275
0312-4171275
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO:9/11 KIZILAY/ANKARA
*
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
7 HAZİRAN 2005
BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK
NİHAT KULA
0274-2246049
0274-2246049
İSMET İNÖNÜ CAD. NO:47 BOZÜYÜK/BİLECİK
*
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
ESKİŞEHİR ERTUĞRULGAZİ YÖRÜK TÜRKMEN DERNEKLERİ
FEDERASYONU
26 AĞUSTOS 2005
ESKİŞEHİR
ORAL BÜYÜKSARI
0222-2187900
0222-2187900
İSTİKLAL MAH. DEMİRCİLER SOK. HÜNER İŞ MERKEZİ A BLOK
K:1 NO:24 ESKİŞEHİR
*
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
ÜÇOK TÜRKMENLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA FEDERASYONU
4 EYLÜL 2006
AMASYA
FAHRİ UZUN
0358-2187952
0358-2187952
KOCACIK ÇARŞISI ÖZDEMİR PASAJI NO:2 AMASYA
*
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
6 EKİM 2006
KIRIKKALE
SERDAR MURAT CAN
0532-4652388
HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ
HANI K:1 NO:13 KIRIKKALE
*
TÜ
I KONFED
ER
*
RKB
OY - 2
ONU
SY
TÜR
K
AR
YL
O
A
30
B
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇERİ
ADRESİ
00
5

Benzer belgeler

BEHİÇ BEY

BEHİÇ BEY kökenli insanlar “azınlıklar” (!) tespit edilmeli” diyen buna karşın “Burası bir ulus devlet ve ben de Ermeni değilim Fransızım” diyerek bu iki beyanı arasında kuşku götürmeyen bir tezatlık oluştur...

Detaylı