34. Şeyh Hasan Barbaros

Transkript

34. Şeyh Hasan Barbaros
Hasan Barbaros
ŞEYH HASAN BARBAROS
Her toplumun bir maddi bir de manevi
dünyası vardır. Her ikisi arasındaki uyum ve
bütünlülük sağlıklı toplum için ön koşuldur.
Iğdır bölgesi insanı manevi dokunun
korunması ve geliştirilmesini, “Şeyh” veya
“Seyit” olarak bildiği değerli aile ve insanlardan beklemiş, onlara sevgiyle gönülden
bağlanmıştır.
Bugün Iğdır’da “Şeyhler” olarak
bilinen geniş bir aile topluluğu vardır. CumHasan Barbaros
huriyetten bugüne, önemli lider ve şahsiyetler
yetiştirmiş, toplumun güven ve sevgisini kazanmış bu aileden Şeyh Hasan Barbaros amcam, ailesinin tarihsel gelişimini
bir söyleşide bize özetledi.
Hayatım
yum.
1939 yılı Iğdır Alikamerli köyü doğumlu-
Aslen Doğubeyazıtlı olan babamın adı
Şeyh Mehmet idi. 1894 yılında Bayazıt vilayetine bağlı Örtülü köyünde dünyaya gelmiş olan
babam, Cumhuriyetten sonra Alikamerli köyüne
gidip yerleşmişti.
Yaş sırasına göre Kasım, Abdülbaki ve
ben olmak üzere üç erkek kardeştik. Ağabeyim
Abdülbaki’yi 1973 yılında trafik kazasında kay- Hacı Mehmet Barbaros
bettik. Babam ve ağabeyim Kasım da, aynı yılda,
1979’da hakkın rahmetine kavuştular. (Babam
vefatında 85 yaşındaydı.)
İlkokulu Alikamerli’de bitirdim. Öğrenim hayatıma devam etmeyip
aile işlerinde sorumluluk aldım.
Hayvancılık ve ziraat başlıca uğraşımızdı. Yaz aylarında, 200 yılı aşkın süreden beri Şeyh ailesinin yaylak yeri olan Ağrı’daki Ziyaret yaylasında
konaklardık.
Askerliğimi Sivas’ta tamamlayıp, akabinde evlendim. Ziraat ve ticaretle uğraşıyorum.
504
Iğdır Sevdası
Benim adım Hizbul-Mecit’ti yani “Mecit taraftarı”
Babamla Ahmed Şemo çok iyi dosttular. Bu saygı ve sevgi benimle
Mecit Hun arasında da devam etti.
. Mecit Hun’la babamın çok iyi bir diyalogu vardı. Ev ortamında gerek Hamit gerekse Mecit kardeşlerden sevgiyle konuşulurdu.
Rahmetli ağabeyim Abdülbaki Mecit
Hun’a gerçekten çok bağlıydı. O’nun için bütün
servetini verebilecek kadar kendisini ona yakın
hissederdi. Benim için de durum farklı değildi.
Hamit Hun bir toplantıda söz sırası bana
geldiği zaman şaka yollu:
“Hele Şeyh hiç konuşmasın! O zaten
Hizbul-Mecit (Mecit taraftarı)!”, demişti.
Mecit Hun’a öylesine bağlıydım ki HaAbülbaki Barbaros
mit Hun’un bu şakası halk arasında bir lakap
olarak üzerimde kaldı. Bugün bile benim için
halk arasında “Hizbul-Mecit” lafı kullanılır. Doğrusunu isterseniz bu lakaptan kendime övgü payı çıkartıyorum.
20 yaşımda Mecit Hun’un teşvikiyle CHP’nin yönetim kuruluna girdim. Tam 40 yıl aralıksız partiye hizmet verdim. Mecit Hun’un vefatıyla parti
yaşamından da uzaklaştım.
Şeyhlerin Kökeni
Iğdır’daki Şeyh ailelerinin (Barbaros, Balamir, Karadeniz, Balandi,
Doğan) tamamı Cumhuriyetten sonra Doğubeyazıt’tan gelip buraya gelip
yerleşmişler.
Büyük dedemiz Şeyh Yusuf, Güneydoğu veya Kuzey Irak bölgesinden tek bir aile olarak 19.yüzyılda Doğubeyazıt’a yerleşmiş. Bayazıt’ta “Beylik”, İshak Paşa soyundan Behlül Paşa’nın elindeymiş. Gelenek olarak her
bey, akıl danışacağı bir alimi yanında hazır bulundururmuş. Şeyh Yusuf da bu
şekilde, Behlül Paşa’ya ulemalık yaparak Doğubeyazıt’a yerleşmiş.
Bağlı olduğum “Şeyhler” bu dededen gelmedirler.
“Celali aşireti Şeyhleriyiz”
Şeyh Yusuf’tan önce de Bayazıt yöresinde “Şeyhlik” varmış. Örneğin,
Ağrı Dağı isyanı liderlerinden Şeyh Abdülkadir’in bağlı olduğu aile bunlardan birisidir. Ancak Şeyh Abdülkadir’in ailesi yalnız Sakanlı aşiretine Şeyhlik
yaparken, benim bağlı olduğum gurup tüm Celali aşiretine hizmet vermiştir.
505
Hasan Barbaros
Iğdır Şeyhleri Şeceresi
(Not: Aşağıdaki şecerenin hazırlanmasında Hasan Barbaros, Mehmet
Balamir ve Zeynep Balamir’in anlatımları esas alınmıştır. Mücahit)
Şeyhler üç farklı aile soyadı almalarına karşın ikinci babada birleşiyorlar. Bunu şöyle örneklemek isterim:
Not: Şêx Übeyt’in ilk hanımından olan çocukları “Karadeniz”, ikinci
hanımından olan çocukları da “Balamir” soyadını almışlar.
506
Iğdır Sevdası
Dedelerimiz halk arasında “Evliyaoğulları” veya “Hanabdaloğulları”
olarak da bilinirdi. Bu yüzden Doğubeyazıt’taki akrabalarımız bu iki isimi soyadı olarak almışlar. Iğdır Şeyhleri ise, nüfus memurunun keyfiyetine maruz
kalıp, birbiriyle ilgisiz üç farklı soyadı almışlar.
İlk yıllar Şeyh Übeyt geniş “Şeyh” ailesine büyüklük yapmış. Vefatından sonra sırasıyla Şeyh İsa ve Şeyh Mehmet liderliği devam ettirmişler.
Rus yönetimi zamanında Iğdır’da Şeyh ailesinden kimse yoktu. Kürt
aşiretleri, “Beyler” dediğimiz Torun ailesine bağlıydılar.
Hamidiye Alayları
Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman mensubu olduğum “Şeyhler”,
Hamidiye Alaylarında aktif olarak görev aldılar. Bu Alayların başlıcası ve en
önemlisi Şeyh İbrahim –iş adamı Selahattin Beyazıt’ın dedesi- tarafından yönetilmişti. Babam 15-16 yaşında Hamidiye Alayı’na katılmak için başvurmuş.
Şeyh İbrahim’in haberi olmuş. Babamı yanına çağırtıp:
“Sen git ev işleriyle uğraş!” demiş.
Babam bir yolunu bulup, Alaya geri dönmüş..
Hamidiye Alayları Ermenilerle savaşa savaşa Aras nehrine dayanmışlar. Babamın anlattığına göre, bugünkü Ermenistan sınırları içinde kalan
ve iyi bir günde Karakala’dan çıplak gözle görünen “kırmızı tepeler”e kadar
ilerlemişler. Karabekir Paşa’nın yaptığı anlaşma gereği geri çekilmişler.
Yolları üzerindeki Iğdır ovasını yıkık ve perişan görmüşler. Azeri köy507
Hasan Barbaros
leri yağma edilmiş, katliama uğramış, kalanlarda
İran’a göç etmişlerdi.
Babamla oturup savaş ve Milli Mücadele
günlerini konuşmayı çok severdim.
“Baba amacınız neydi, niçin savaştınız?”
“Din uğruna evladım!”, diye cevaplardı.
“Peki Ermeniler dininizi engelliyor muydu?”
“Hayır!”
“Mal mülk elde etmek için mi yaptınız?”
“......”
Abdülbaki Barbaros
Bu kritik soruya babamın açık ve net bir cevabı olmazdı. Ama anlatılanlar göre, Hamidiye Alaylarını motife eden nedenlerden birisi de servet
edinmek tutkusu imiş.
Iğdır’ın Kurtuluşu
Iğdır’ın Kurtuluşu konusunda haksız iddialar ortaya atıldı. Bazı isimler ön plana çıkarılarak Kurtuluşu sağlayan asıl güçler göz ardı edildi. Kürt
insanın kalbi kırıldı.
Eğer katkıları itibarıyla Kurtuluşu başarıya ulaştıran güçleri sıralamam gerekirse birincil dereceden Hamidiye Alaylarını zikretmem gerekir.
Özellikle Iğdır bölgesinde görev yapan Şeyh İbrahim’in Alayı büyük fedakarlık ve kahramanlık göstermiştir.
Şeyh İbrahim; Kerem Bey, Ali Mirze Bey ve Ahmed Şemo’yla işbirliği içinde bölgedeki aşiret güçlerinin örgütlenmesine de yardımcı olmuştur.
Tuzluca bölgesinden Şamil Bey’le de güç birliği ederek mücadelesini devam
ettirmiştir.
Şamil Bey’in asıl vurucu gücü Şemkan (Celali) aşireti, Şeyh İbrahim’in yönlendirme ve liderliği çerçevesinde üzerlerine düşen görevi esirgememişler, böylece top yekun bir saldırı ve direniş örgütlenebilmiştir.
Hüsnü Bingöl
Hüsnü Bey’in annesi “Şeyh”lerden olduğu için babama “Dayı” diye
hitap ederdi. Aralarında sarsılmaz bir güven ve dostluk bağı vardı. Sık sık bir
araya gelip sohbet ederlerdi.
Hüsnü Bey’in aşiretten açık olarak çatışma içine girdiği tek insan
Naci Bey olmuştu. Babam, Naci Bey’e atfedilen “casusluk suçlaması” nı
inanmadığı için Hüsnü Bey’i bu davadan vazgeçirmek umuduyla çok çaba
508
Iğdır Sevdası
sarf etmişti.
Bir sohbette:
“Baba nasıl olur, hem Hüsnü Bey’in ‘çok adilane bir insan’ olduğuna
inanıyorsun, hem de Naci Bey’i haksız yere tutuklattığını söylüyorsun? “
“Oğlum, Naci Bey kabadayılık yapıp Hüsnü Bey’in otoritesine gölge
düşürüyordu.”
Ve bir gün Şeyh Yusuf, Yezidi kızı Meyre’ye gönlünü kaptırır...
Büyük dedem Şeyh Yusuf evliymiş ama çocuğu olmuyormuş.
Bir gün Örtülü köyünde bir düğün yerinde Yezidi Pirlerinden (din
adamı) birisinin çok güzel bir kızını görmüş ve anında gönlünü kaptırmış.
O akşam Behlül Paşa’nın huzuruna çıktığı zaman, ahvalin durumunu
merak eden Paşa:
“Şeyhim bugün halkın arasında ne gördün, yeni bir şey var mı?”
“Paşam, bir düğünde bir huri gördüm!”
“Şeyhim olmaya ki sen gönlünü bu huriye kaptırdın!”
“Paşam sanki o kızın anlında bir nur vardı, öylesine kalbime girdi”
Paşa, Pir’in adını öğrenir. Köyün ileri gelen dört kişisiyle huzuruna
çağırtır.Amacı çok sevdiği Şeyhinin gönü derdine bir derman bulmakmış.
“Kızın Meyre’yi Şeyh Yusuf’a vereceksin!” diye emir buyurmuş.
Pirler direnirler:
”Biz Yezidi’yiz, siz Müslüman. Dinimiz birbirini tutmuyor. Üstelik
biz Pirler kendi aramızda kız alıp veririz”
Paşa istediği sonucu alamayınca hiddetlenmiş ve bunların zindanına
atılmasını emretmiş.
“Meyre’yi vermeyinceye kadar orada kalacaksınız!” diye de tehdit
etmiş.
Pirler zindanda kara kara düşünmüşler. Bakmışlar ki Paşa isteğinde
çok ciddi, haber göndermişler,
“Kabul ediyoruz bizi salıverin Meyre’yi size teslim edelim”
Paşa, işi şansa bırakmaya niyetli değilmiş.
“Hayır, demiş. Köyünüze haber göndereceksiniz. Evlilik için söz verilecek. Ondan sonra sizi serbest bıraktıracağım”
Pirler çaresiz Meyre’nin Şeyh Yusuf’la evliliğine “evet” demişler.
Serbest kalıp köylerine dönmüşler.
Düğünden sonra Paşa’nın haksızlığına dayanamayan Yezidiler bir gecede evlerini yükleyip Osmanlı-Rus sınırını aşarak Iğdır’a gitmişler.
Paşa, Meyre’nin babasından kalan mezrayı dedeme bağışlıyor.
O yıllardan kalma Osmanlı tapu kaydı halen aile arşivimizde saklı
509
Hasan Barbaros
durmaktadır. Şöyle bir not vardır:
“Bu tapu 90 Reşat altın mukabilinde Şeyh Derviş adına düzenlenmiştir”
Şeyh Übeyt ve Ahmed Şemo
Hamit Hun bir gün şu olayı anlattı:
“Babam Ahmed Şemo’yla Şeyh Übeyt çok iyi dostlarmış. Bir gün
yayla zamanı babam , Şeyh Übeyt’i oba yerinde misafirliğe davet etmiş.
Babam, dostlarına arada bir şaka yapmayı severdi. Şeyh Übeyt’e de
“yemek oyunu” yapmaya karar vermişti.
Babam iki çeşit yemeğin yapılmasını emretti: Saç kavurması ve haşlama et.
Şeyh Übeyt sofraya misafir edildi. Önüne pilav ve haşlama et kondu.
Şeyh karnını iyice doyurdu.
Şeyh, sofradan çekilmeye hazırlanırken, babam gülerek, saç kavurması ve sarımsaklı yoğurdun getirtilmesini emretti. Şeyh çok sevdiği yemeği
önünde görünce ne yapacağını bilemedi. Karnı tıka basa doluydu. Babamın
yemek şakasını anlayınca, ayağa kalktı, saçı kulplarından tuttuğu gibi koşarak uzaklaştı. Kıl çadırın önüne oturdu, etlerin en iyilerini karnı patlarcasına
yemeye koyuldu.
Babam ve diğer misafirler Şeyh Übeyt’e yalvarmaya başladılar:
“Aman Şeyhim! Bize de bir tike et!”
“Yok!, demiş. Kimse yaklaşmasın! Bütün bunları ben tek başıma
yiyeceğim!”.
Şeyh, inadından vazgeçip saç kavurmasının onlarla paylaştı”.
“Şeyhlik” ve “Seyitlik” Hakkında Birkaç Söz
“Şeyh” kelimesi iki anlamda kullanılır. Birincisi bir ilim şeyhliğidir:
Medreselerde okumuş, ulema denilen aksakallı insanlar için kullanılmıştır.
Benim bağlı olduğum “şeyhlik” kavramı bundan farklıdır. Bizde
“şeyhlik” bir nesep olayı olarak var olmuş, yani babadan oğula geçmiştir. Bu
“şeyhlik” tanımında, aile soyağacının bir yerde, Hz.Hüseyin ve oğlu Zeynel
Abidin’e bağlandığı iddiası vardır. İşte yüzyıllardan beri halk arasında peygamber soyundan gelen bu ailelere Azeriler arasında “Seyit”, Kürtler arasında
da”Şeyh” denilmiştir.
“Şeyhlik” iddiasının sahibi biz değil halktır. Bugün hangi şeyh ailesinin evine gitseniz, bütün arşivleri alt üst etseniz hiçbir zaman yazılı bir şecere
bulamazsınız. Yüzyıllar boyu, halk kimin “şeyh” veya “seyit” olduğuna kendi
510
Iğdır Sevdası
yargısıyla karar vermiştir. Bunu ayrıca ispatlamaya ihtiyaç doğmamaktadır.
“Şeyhlik” anlayışımızda fitre ve zekat toplamak veya muska yazmak
gibi ödevler yoktur. Halkın sorunlarıyla ilgilenmek, ahlaki ve moral açıdan
toplumu ayakta tutmak en büyük görevleri olmuştur.
“Bak emmi oğlun gidiyor...”
Bazen Azeri dini hocalarıyla ciddi ciddi tartışırız:
“Siz Kürt değilsiniz, Azeri’siniz”, derler. Kanıt olarak da:
“Aile şecerenizdeki isim listesine bir göz at! Hepsi Hasan, Hüseyin,
Fatma veya Ali gibi Ehli Beyit isimleri. Hiç Osman, Ayşe, Ömer var mı?”,
görüşünü ileri sürerler.
Doğrusu bu iddiayı cevaplamakta zorlanmıyor da değilim.
Hüseyin Akbulut’un ailesi de halk arasında “seyit” olarak bilinir ve
saygı duyulur.
Halkın nazarında Hüseyin Akbulut’la aynı dini değerlendirmeye tutulduğumuz için, yani biz “şeyh” onlar “seyit” olduklarından, Hamit Hun
fırsatı kaçırmaz, ne zaman ki Hüseyin Akbulut halkın arasına çıksa, gülerek,
“Bak şeyhim! Emmi oğlun gidiyor. Daha ne bekliyorsun, yanına gitsene” diye takılırdı.
“Şeyhlik bir kaplıca suyuna benzer..”
Kürt toplumunda ki “Şeyhlik” olayı kaplıca suyuna benzer. Bu sıcak
sular binlerce yıldır bizim bilmediğimiz fakat hep aynı kaynaktan gelerek gün
yüzüne çıkarlar. Bunun gibi “şeyhlik” olayı da kimsenin yazılı bir şecereyle
kanıtlayamayacağı fakat halkın hafızasından silinmemiş ve bu şekilde asırlar
boyunca devam etmiş bir sosyal gerçekliktir.
Buna benzer bir olayda Kürt toplumunda “Kılam” denilen şifahi türkülerin ağızdan ağıza yüzyıllardır varlıklarını devam ettirmiş olmalarıdır. Nasıl bu türkülerin anlattığı olaylardan şüphe etmiyorsak, böyle bir olayın vuku
bulduğuna inanıyorsak, aynı şekilde halk da kimlerin “şeyh” veya “seyit”
olduğuna toplum hafızasına danışarak cevap verebilmektedir.
511

Benzer belgeler

17. Mahmut Alar

17. Mahmut Alar delikleriyle dopdoluydu! Hatta söylenenlere inanmak gerekirse bazıları Kürt Cumhuriyeti zamanından kalma imiş! İran Kürtlerinden sıkça duyduğum bir yakıştırma vardı: “Alışveriş için dünyada Paris, ...

Detaylı