25 kasım 2009 kadın dergisi - Eğitim

Transkript

25 kasım 2009 kadın dergisi - Eğitim
merhaba
25
Kasım
Kadına
Yönelik
Şiddete
Karşı
Uluslararası
Dayanışma ve
Mücadele
Günü
Yeni bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve
Mücadele Gününü bir yandan genel olarak artan şiddet atmosferi, kadına yönelik şiddetin alabildiğine artması ve çocuk istismarının yaygınlaşması diğer yandan da filizlenen barış umutları eşliğinde karşılamaya hazırlanıyoruz. Kadına
yönelik şiddet neredeyse sınıflı toplumlarla eş zamanlı gelişmiş, kökenleri çok
eskilere ve ta o çağlardan örülen iktidar ilişkilerine dayanan bir olgu. Ama
günümüzde özellikle genel olarak iktidar ilişkilerinin derinleşmesi ve şiddetin
hem yoğunluğunun hem de kapsamının artması nedeniyle kadına yönelik şiddet de geçmişte görülmemiş boyutlara ulaşmış bulunuyor. Ülkemizde bu durumu çok yakıcı bir şekilde gözlemliyor, yaşıyoruz. Kadına yönelik aile içi şiddet
neredeyse sıradan bir hal almış durumda. Gazetelerin üçüncü sayfaları, eşleri,
babaları, kardeşleri ya da başka akrabaları tarafından katledilen, sakat bırakılan
kadın haberleri ile dolu. Haberlerin veriliş biçimi ise mağdurları bir kez daha
mağdur edecek cinsiyetçi kalıp yargıların süzgecinden geçirilerek oluşturuluyor.
Öte yandan yasalar değişse de kurumsal işleyişler ve zihniyetler değişmediği
için kadınlar yakınları tarafından katledilmeye devam ediyor. Bir yıl içinde çok
sayıda kadın başvurduğu karakolda, “bir daha olmaz haydi evine git” dendiği
için ya da mahkeme tarafından eve yaklaşmama cezası verilen eşinin şiddetinden onu koruyacak bir mekanizma bulunmadığı için canından oldu.
Toplumun tüm hücrelerine sinen şiddet, kadınlara mutlak ölüm olarak
dönüyor. Askerliğini çatışma bölgelerinde yapan genç erkekler, memleketlerine
dönerken travmalarını da kendileriyle götürüyorlar. Zonguldak’ın Çaycuma
ilçesinde ailesinin yanına dönen eşini ve eşinin tüm ailesini tuzak kurarak katleden Ş.K. bunlardan sadece birisiydi. Bu şiddetin çok daha vahim sonuçlar
doğuran başka bir örneğini de bildiğiniz gibi Mardin’in Bilge köyünde yaşadık.
Orada da devletin ellerine silah verdiği bir grup erkeğin gerçekleştirdiği
katliamda yirminin üzerinde kadın ve çocuk yaşamını yitirdi.
Çocuklar hem toplum ve devlet kaynaklı şiddetin hem de istismarın en ağır
tahribatlarına maruz bırakıldılar. Adana’da, Diyarbakır’da, Batman’da, Van’da
çocuklar “taş attıkları” gerekçesi ile yaşlarından büyük hapis cezalarına çarptırıldılar. Kimileri “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle hedef alınırken kimileri
de katıldıkları gösterilerde Hakkari’de olduğu gibi öldürülesiye dövüldüler.
Üzmez davası ise ülkemizde çocuk istismarının ve sosyo-ekonomik eşitsizliklerin çocuk istismarına nasıl zemin oluşturabileceğinin utanç verici bir örneği
oldu.
Eğitim Sen’li emekçiler, bu yıl kadına yönelik şiddetin başka bir biçimiyle
daha karşılaştılar. 28 Mayıs 2009 günü aralarında KESK’in ve sendikamızın
Merkez Kadın Sekreterleri Songül Morsümbül ve Gülçin İsbert ile şube kadın
sekreterlerimizin bulunduğu çok sayıda mücadele arkadaşımız “göz altı terörü”
olarak ifade edilebilecek bir tarzda göz altına alındılar, evleri, işyerleri ve hatta
4
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
KESK Genel Merkezi saatlerce arandıktan sonra tutuklandılar. Tutuklamalar,
ülkemizde ve dünya genelinde çok yoğun bir tepki oluşmasına karşın aylara
yayıldı. Mayıs ayında tutuklanan sendikacılar ilk duruşmaya 19-20 Kasım’da
çıkacaklar. Bu durum bile başlı başına çok büyük bir şiddet ve hak ihlalidir.
Kuşkusuz şiddet, hak ihlalleri ve hukuksuzluklar artmakla birlikte mücadele
de devam ediyor. KESK’li ve Eğitim Sen’li Kadın Sekreterlerimizin ve diğer mücadele arkadaşlarımızın tutuklanması, KESK’in ve Eğitim Sen’in kadın çalışmalarını yavaşlatamaya, geriletmeye yetmedi örneğin. Aksine, bu haksız
tutuklamaya duyulan öfke ve kadın dayanışmasıyla pekişen mücadele azmi,
kadın çalışmalarının daha büyük bir ivme kazanmasına yol açtı. Merkez Kadın
Sekreterimiz tutuklandıktan sonra, Merkez Kadın Sekreterliği adına birisi Kreş
diğeri de Ders Kitaplarında Cinsiyet Ayrımcılığı konulu iki araştırma gerçekleştirildi. Kadın Eğitimciler Eğitimi yapıldı ve 25 Kasım’a hazırlık amacıyla Kadın
Sekreterleri Toplantısı gerçekleştirildi. İşte şimdi de 25 Kasım Kadın Dergisi
elinize ulaşmış bulunmaktadır. Kuşkusuz onların eksikliğini en ağır şekilde
hissediyoruz. Sekreterlerimiz, mücadele arkadaşlarımız olarak bıraktıkları
boşlukları çok büyük. Ama karşı karşıya bırakıldıkları, bırakıldığımız haksızlık
bizi geriletmedi aksine mücadele azmimizi biledi.
Kadına yönelik şiddet konusundaki tutumumuz da böyledir. Dünyanın her
yanında olduğu gibi ülkemizde de kadına yönelik şiddet artıyor ama buna karşı
mücadele de büyüyor.
25
Kasım
Kadına
Yönelik
Şiddete
Karşı
Uluslararası
Dayanışma ve
Mücadele
Günü
Bu yılkı 25 Kasım Kadın dergimizin dosya konusunu cinsel şiddet ve çocuk
istismarı konularına ayırdık. Özellikle son yıllarda kadına yönelik cinsel şiddetin
ve ensest ile çocuk istismarının arttığına dair ciddi bulgular bulunmasına karşın
bu konuların halen tabu kabul edilerek yeterince konuşulmuyor olması, böyle
bir dosya konusu seçmemize neden oldu. Kadınlar, utandıkları, kendilerinin
suçlanacağını düşündükleri ve açıkladıklarında genellikle yalnız bırakıldıkları
için karşılaştıkları cinsel şiddeti, işyerinde cinsel tacizi kolay kolay dile getiremiyorlar. Çocuklar ise çok büyük bir risk altındalar. Artık bu konunun daha
açık konuşulması gerekiyor. Eğitim Sen olarak hem işyerinde cinsel taciz ve
diğer cinsel şiddet türlerine hem de çocuk istismarına karşın duyarlılık
geliştirme, mağdurlarla dayanışma ve sorunun önlenmesi gibi konularda oynayabileceğimiz rolün farkındayız. Bu bakış açısıyla hazırladığımız dosyamızda
uzmanların görüşlerine yer verdik. Dosya yazılarının eğitim emekçilerinin söz
konusu iki olguya ilişkin zaten var olan duyarlılıklarını daha da arttıracağını
umuyoruz.
Dergimizi Merkez Kadın Sekreterimizin tutukluluk koşullarında ama onunla
sıkı bir işbirliği içinde hazırladık. 19-20 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilecek
olan duruşmada beş aylık bir haksızlığa ve ayıba son verilmesini ve 25 Kasım
günü etkinliklerini onlarla birlikte geçirmeyi ümit ediyoruz.
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
5
Kadına Yönelik Şiddete ve
Çocuk İstismarına Karşı
Mücadeleyi Yükseltelim
Gülçin İsbert
Merkez Kadın Sekreteri
sel ayrım güden sözler olarak ifade edilmekte; tanımİnsanlığın var oluşundan bu yana iktidar olgusu
lanmaktadır. Fiziksel temas, dokunma, dış görünüş
farklı şekillerde insanın yaşamında yer almıştır. Şidhakkında imalı sözler, şakalar, yorumlar, sırnaşma,
det uygulama biçimi ise, temelde ikili ilişkilerden
sarkıntılık iş yerinde yaşanan cinsel taciz türlerinden
taraflardan birinin iktidarca diğerinden üstün oluşu
sayılmaktadır. İşyerinde cinsel taciz olayında ise
sayesinde, kendi iradesini ötekinin iradesi yerine
işten atılma, yer değiştirme, kariyer
koyabilmesiyle oluşmuş ve sürmüştür. Bu nedenle siyasal, sosyal ve Cinsel taciz sorunu, eğitim yükselmelerinde zorluk yaşama, sicilin olumsuz etkilenmesi gibi korkuekonomik alanlar diğerinin yani egeişkolunda çalışan çok
lar eklenebilir. Kadınların bu konuda
men erkeğin alanları olarak
sayıda kadını da çalışma
ne gibi haklara sahip olduklarını
görülmüştür. Kamusal alan gelenekyaşamında olumsuz etbilmemeleri,
tacizi
kanıtlama
sel olarak hala erkekler topluluğuna
kilemektedir.
güçlüğü, mevcut cinsiyetçi yapıların
ait görülmekte, kadınlar üretimin
Sendikamızın Samsun
resmi kanallara başvurmayı caydıriçinde var olmalarına rağmen üretimŞubesinin
geçtiğimiz yıl
ması gibi nedenler de kadınları
den yeterince pay alamamaktadır.
gerçekleştirdiği bir alan
suskunluğa itmektedir.
Böylece kamusal alanda var olmak
araştırması eğitim
kadınlar açısından kolay olmamakta,
Cinsel taciz sorunu, eğitim işkoemekçilerinin işyerinde
egemen erkek sistem her yerde ve
lunda çalışan çok sayıda kadını da
her alanda kadınların yaşam alanını
cinsel tacize maruz
çalışma yaşamında olumsuz etkiledaraltmaktadır.
kaldıklarını göstermiştir.
mektedir. Sendikamızın Samsun
Genel olarak özel ve kamusal
olmak üzere her yerde erkekler, farklı düzey ve
biçimlerde tacizkar davranabilmektedirler. Tacizin
yaygın olmasının nedeni ise cinsiyetçi kültürün çoğu
erkek tarafından normal olarak görülmesi, kadınların
da bir suskunluk girdabının içine çekilmiş olmalarıdır.
İş yerinde cinsel taciz, iş yerindekiler tarafından
tekrar edilen ve istenmeyen, sözle, beden hareketleriyle, jestlerle gerçekleştirilen her türlü davranış
biçimleri, cinsel bakımdan küçümseyici ifade ve cin-
6
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Şubesinin geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği bir alan araştırması eğitim emekçilerinin
işyerinde cinsel tacize maruz kaldıklarını göstermiştir. Tacizin geçmişte sendikal çalışma yürüten
arkadaşlarımıza karşı bir engelleme yöntemi olarak
kullanılmış olduğu bilinmektedir.
Eğitim alanında en önemli sorunlardan bir diğeri
de, okullarda çocuk ve gençlere özellikle kız çocuklarına yönelen şiddettir. Eğitim kurumlarının toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıran bir içeriğe
büründürülmesi zorunlu hale gelmiştir. Üzmez olayı
ile gündeme gelen çocuk istismarının ne yazık ki
toplumumuzda yaygın olduğuna dair ciddi kaygılar
var.
Öte yandan çocuklarımız başka açılardan da risk
altında bulunmaktalar. Yıllardır ülkemizde yaşanan
çatışmalı ortam, en çok çocukların ve kadınların
yaşamında olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Bu çatışmalı ortamın içinde doğan çocuklar günümüzün
yetişkinleri oldular. Başka bir ifadeyle bütün hayatı
şiddet ortamında geçen bir kuşaktan söz ediyoruz.
Ve yeni kuşaklar da aynı şiddeti solumayı
sürdürüyor. Son zamanlarda sayısı 800’e varan
çocuğumuzun, TMK yasalarıyla yargılanması ve haklarında yaşlarından daha çok yıl mahkumiyet istenmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Çocuklara
uygulanan “resmi şiddet” olgusunun gözden geçirilmesi tarihsel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Zira ilköğretim çağındaki yüzlerce çocuk, bu
dönem yaşamını yitirmiş, okullarına gidememiş, annesiz-babasız kalmış, köyünden uzağa sürülmüş,
çocuk yaşlarında “terörist” ilan edilmişlerdir.
Çocukların yaşama hakkını korumak devletin
yükümlülüğüdür. Devletin bu yükümlülüğünü genel
olarak yerine getirmede başarılı olduğu söylenemez.
Son birkaç yıl içinde güvenlik güçlerinin müdahalesi
yaşamını yitiren çocuklar oldu, en son Ceylan’ın
yaşamını yitirmesinde olduğu gibi bazı olaylarda da
güvenlik güçlerinden kaynaklandığına dair ciddi
kuşkular bulunmaktadır. Devlete düşen çocukların
yaşamına kast eden bu olayların açığa çıkarılması,
suçlu bulunanların yargılanmasını sağlamaktır. Oysa
şimdiye değin bu tür durumlarda etkin bir soruşturma yapıldığı ve suçluların cezalandırıldığı bir iki
istisna dışında görülmemiştir.
Sendikamız hem mücadelesine yön veren eşitlik,
adalet gibi temel ilkeleri gereği hem de eğitim
emekçilerin şiddetin önlenmesinde ve daha eşitlikçi
ve barışçıl bir kültürün yaratılmasındaki rolünün
farkında olan bir eğitim sendikası olarak bu konuda
son derece duyarlıdır. Eğitimlerimizde, sendikal
faaliyetlerimizde, kampanyalarımızda, kamuoyuna
yönelik etkinliklerimizde ve MEB’i harekete geçirmeye yönelik çalışmalarımızda kadına yönelik şiddeti ve cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırma
hedefini ısrarla gözetiyoruz. Aynı şekilde çocuk istismarının önlenmesi konusunda da artan bir duyarlılık içinde olmayı görev olarak görüyoruz.
Toplumsal yaşamda şiddetin birbirini tetiklediğini/beslediğini görmekteyiz, buna karşılık şiddeti hayatın bütün alanlarından çıkaran/kaldıran
onurlu mücadele geleneğimizi yükselterek sürdürelim.
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
7
Farklı Tarihlerde İki Ülkede
Kadınlara Yönelik Şiddet
Yaşar Tarakçı Okudan
Ankara 2 No’lu Şube Üyesi
Tarih
: 25 Kasım 1960
Tarih
: 28 Mayıs 2009
Yer
: Dominik Cumhuriyeti
Yer
: Türkiye Cumhuriyeti
Olay
: Demokrasi, barış, emek ve kadın hakları
için mücadele eden üç kız kardeşe (Minerva, Patria
ve Maria Teresa Mİrabel) önce tecavüz ediliyor sonra
da öldürülüyorlar.
Olay
: Demokrasi, barış, emek ve kadın hakları
için mücadele eden KESK ve Eğitim Sen yöneticisi ve
üyesi on kadın (on iki erkek, daha önceki tarihlerde
iki kadın ve beş erkek) sabaha karşı ev, işyeri ve
sendikalara yapılan hukuksuz baskınlarla önce göz
altına alınıyor, sonra da tutuklanıyor.
İki farklı ülke; tarih Dominik Cumhuriyeti’nde 1960,
Türkiye Cumhuriyeti’nde 2009 aradan geçen 49 yıla
karşın mücadele eden kadınlar farklı biçimlerde de olsa
şiddete maruz kalıyor.Buna karşın kadınlar sembolleşiyor.
KESK’li, DTP’li, EKD’li, ESP’li kadınların tutuklanması
gibi kadına yönelik şiddetin en bariz biçimlerinin
yaşanmasına engel olunamadı.
1918’de Bogota’da 1.Latin Amerika ve Karayipler
Feminist Kongresi’nde 25 Kasım “Kadınlara Yönelik
Şiddete Karşı Mücadele Günü” ilan ediliyor. Amerika ve
Karayiplerden yükselen mücadele ve dayanışma sesleri
1999’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na ulaşıyor ve
25 Kasım BM takviminde yerini alıyor.
Kadınlara yönelik şiddet; kadınların yaşam hakkını,
güvenliğini, özgürlüğünü, onurunu ve bedensel bütünlüğünün sadece kadın olduğu için ihlal edilmesi olarak
tanımlanır.
Ülkemizde ne yazık ki bu tanıma uyan acı olayların
sayısı oldukça fazladır.
Hemen akla gelenler:
Küçük bir kıza taciz vakası ve usulsüz adli tıp raporlarıyla gündeme gelen Hüseyin Üzmez, parçalanmış
cesedi çöp kutusunda bulunan Münevver Karabulut
cinayeti,
Zonguldak’ ta cinnet kurbanı olan anne ve çocuğu,
Yedi kadın işçinin İstanbul’da meydana gelen selde
yaşamını kaybetmesi,
Genel Kurmay cephesinden açıklaması dahi yapılamamış bir patlama sonucu küçücük
bedeni parça
parça olan kız çocuğu Ceylan,
8
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Dünyada ve Türkiye’de 2008’in sonlarında itibaren
etkili olan ekonomik kriz, kadınlara işten atılma ve yoksulluk olarak dönmektedir. En yetkili ağızlardan sermayenin krizinin faturası emekçilere ve kadınlara
çıkarılmaktadır. İki bakanın konuyla ilgili demeçlerinde
yer alan sözleri dikkat çekicidir. Mehmet Şimşek “İşsizliğin nedeni kadınlardır” derken, Ali Babacan “Kriz sona
eriyor çünkü kadınlar eve dönüyor” diyerek krizle
bağlantılandırarak kadınları çalışma yaşamının dışına
atmayı meşrulaştırabiliyor.
İşte 25 Kasım 2009 kadınların tüm dünyada kadına
yönelik şiddete hayır diyerek sesini yükseltiği ve mücadele ettiği bir gün olacaktır. Bizler Eğitim Sen’li kadınlar olarak önemli görevlerimiz olduğu bilinciyle,
kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi ile emek mücadelesini birlikte sürdürerek 25 Kasım günü iş
bırakarak alanlarda, en ön saflarda olacağız.
19- 20 Kasım’da ilk mahkemelerine çıkacak olan
arkadaşlarımızı, 25 Kasım’da aramızda göreceğimizi
umut ediyor , kadın sekreterlerimiz Songül ve Gülçin
başta olmak üzere Elif, Sakine , Yüksel, Süheda, Mine,
Şermin, Meryem sizi mücadelenin sıcaklığı ve
dostluğuyla selamlıyorum.
Şiddete Karşı Susma Örgütlen, Mücadele Et
Yaşasın Kadınların Eşitlik ve
Özgürlük Mücadelesi
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
9
Sessiz Kalma, Utanma, Suçluluk
Prof. Dr. Selçuk Candansayar
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cinsel şiddet maruz kalanda en örseleyici ve uzun
süreli bedensel ve ruhsal hasarlara yol açan şiddet
türüdür. Cinsel şiddeti diğer şiddet türlerinden
ayıran en önemli özellik, mağdurla özdeşim yapılmasının önünde çeşitli engeller olmasıdır. Bu engellerin en başta gelenleri mağdurlarda görülen sessiz
kalma ile utanma ve suçluluk duygularıdır.
Bu tersine ilişki cinsel şiddetin üzerine bir sessizlik, susma, gizleme örtüsü örter. Sessizlik potansiyel
saldırganlar için kolaylaştırıcı, cesaretlendirici ve
giderek kışkırtıcı bir ortam sağlar.
En basit saldırı gibi görünen “laf atma” için bile
bu ilişki geçerlidir. İşinden eve dönerken durakta,
toplu taşıma aracında, yolda sözlü ya da fiziksel taDiğer şiddet türlerinde mağdura
cize uğrayan kadın, uğradığı saldırıyı
yönelik yakınlık hissi varken, cinsel
Cinsel şiddet, saldırganın evdeki erkeklere (koca, baba, ağabey
şiddet mağduruna yönelik bir
vs) anlatamaz bile. Anlattığında
değil mağdurun utandışlama davranışı maalesef çok
başına gelecekleri öngörür. Olasılıkla
masına neden olan bir
yaygındır. Bu durumun ardında
evdeki erkek, mağdur kadına ikincil
eylem olarak görülür. Cin“masum ve temiz kalma sorumlubir şiddet uygulayacaktır. Mağdur
sellik “beyaz gelinlik ve
luğunun” kadına yüklenmesi, mağdukadın, çoğu zaman “peki sen ne yapkırmızı
kuşaktan” başlarun erkek olduğu durumlarda da
tın ki sana bunu yaptılar?” sorusuna
yarak temizlik, el
cinsel şiddete uğrayan erkeğin “artık
maruz kalır. İkincil şiddet, sözel
erkek sayılmayacağı” boş inanları değmemişlik, korunmuşluk aşağılama, hakaret, kimi zaman da
ve sahibe saklanmışlık
yatar.
dayak boyutunda olur. Daha beteri
gibi anlamlarla biçimcinsel şiddet, kadının artık “temiz”
Boş inanlar cinsel taciz, istismar ve
olarak kabul edilemeyeceği şekillenir. Üstelik bu “namus”
tecavüz saldırganlarına erkek egedeyse mağdur öldürülür.
anlayışında kadın kendi
men kültürden gelen bir cesaret bile
namusunu korumaktan
aşılar. Saldırgan kendi eyleminin soEvdeki erkek, kadının uğradığı cinaciz,
kandırılmaya müsait sel şiddeti kendi “otoritesine” yönelik
rumluluğunu sıklıkla mağdura yükler
biri olarak değerlendirilir. bir saldırı olarak değerlendirmeye
ve tanıklar da mağdurun “masumiyetini kanıtlamasını” beklerler.
eğilimlidir. Bu yüzden mağdur kadının
Saldırgan eylemine yol açanın mağdurun tutum ve
hissettiği örselenmeye değil, kendi iktidarında
davranışları olduğunu iddia eder; bakmıştır, o şeoluşan aşınmaya odaklanır. Kültür, “sahip olunan”
kilde giyinmiştir, gece gece tek başına sokağa çıkkadının uğradığı saldırıdan sahibe de ikincil bir somıştır vs vs uzar gider bahaneler. Mağdur saldırıya
rumluluk atfeder. “Kendi malını koruyamayan” konuğradığı yetmezmiş gibi uğradığı saldırının sorumluumuna düşürüldüğünü hisseden evdeki erkek,
luğunu da üstlenmek zorunda bırakılır.
acısını yine mağdur kadından çıkarır.
10
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Bu kültürel kalıp cinsel şiddete maruz kalan özellikle kadınlarda ortaya çıkan “sessiz kalma”
davranışının belirleyicisidir. Sessiz kalmaya eşlik
eden ve onu destekleyen diğer duygu ise utanmadır.
kadın”, “Nefsi bozduran kadın” gibi ifadeler saldırganın ve tanıkların eylemin sorumlusunun ahlaksızlığa eğilimli kadın olduğuna dair inançlarının
yansımasından başka bir anlam taşımaz.
Cinsel şiddet, saldırganın değil mağdurun utanmasına neden olan bir eylem olarak görülür. Cinsellik
“beyaz gelinlik ve kırmızı kuşaktan” başlayarak temizlik, el değmemişlik, korunmuşluk ve sahibe saklanmışlık gibi anlamlarla biçimlenir. Üstelik bu “namus”
anlayışında kadın kendi namusunu korumaktan aciz,
kandırılmaya müsait biri olarak değerlendirilir. Erkek
egemen yapı, kadını erkeğe göre güçsüz, zayıf ve aklı
kıt olarak konumlandırdığı için kendi namusunu koruyamayacağına inanılan kadının mutlaka “sahipli”
olması gerektiği varsayılır.
Cinsel şiddet suçlusu saldırganların büyük çoğunluğunun yukarıda tanımlanan baba ve koca erkek
ağlarının içinden çıkması boşuna değildir. Tacizden
tecavüze kadar cinsel şiddet saldırganlarının çok
büyük bir çoğunluğu kadının yakın çevresindeki
erkeklerdir. Birinci derece akraba erkeklerin işlediği
ensest suçu da bu bağlamda kendine yer bulur, işyerindeki cinsel taciz ve istismarda aynı kaynaktan
beslenir.
Sahiplik yapısı iç içe geçen halkalar şeklinde
sürekli çoğalır. Bekâr kadın için baba ve erkek
kardeşten başlayan sahiplik hakkı, akrabalık ilişkisindeki amca, dayı, kuzen, enişte ve benzeri erkeklerden köyün, mahallenin, sokağın, apartmanın tüm
erkeklerine ve işyerindeki erkeklere kadar giderek
genişler. Evlenen kadın bu kez koca ve onun akrabası
erkeklerden, kocanın arkadaşlarına kadar ikinci bir
halkadan oluşan yeni sahipler edinir.
Bu erkek ağı kadına her ortam ve durumda müdahale etme hakkını kendinde bulur. Müdahale doğrudan kadına yönelik olabildiği gibi koca, baba, erkek
kardeş gibi birincil sahiplere kadının yaptıklarını
iletme ve iletmekle kalmayıp hesap sorma şeklinde
de olabilir. Mahallenin kızının uygunsuz hareketleri
babaya iletilirken aynı zamanda ona babalık görev
ve sorumlulukları da bir şekilde hatırlatılır. Erkekler
aralarında erkek gibi olmayan erkek istemezler.
Erkekler, erkekliğin hakkını, sorumluluğunu ve
görevini yerine getirmeyen erkeklerin sahibi oldukları kadınların kullanılmaya, kötü yola düşmeye müsait olacaklarına inanırlar. Bu inanç erkeklerin asıl
büyük ve ortak korkusundan kaynaklanır. Erkeklerin,
kadınlara yönelik görünürdeki zayıf, güçsüz, aklı kıt
varlık kabullerinin gerisinde içten pazarlıklı, aldatmaya meyilli, şehvetli ve doyurulması zor zayıf
ahlaklı kadın imgesi saklıdır. Cinsel şiddet uygulayan
saldırgan erkeklerin hemen tümü saldırdıkları
kadının kendilerini kışkırttığını iddia eder ve üstelik
büyük bir çoğunluğu buna inanır. Çocuklara yönelik
cinsel şiddet uygulayan çoğu suçlu karşılarında bir
çocuk değil cinselliği arzulayan bir küçük kadın
olduğunu iddia eder. “Dinden imandan çıkaran
Bu inançlar erkeğin kadını sürekli denetim altında
tutmasına ve kadınını denetleyemeyen erkeğin “iktidarsız” bulunarak toplumca “adamdan sayılmamasına” neden olur. Bu yüzden cinsel şiddeti
uygulayan saldırgan, ahlaksız olanın kendisi değil,
kendisini bu eyleme sürükleyen kadın olduğunu
düşünür ve utanmaz. Tersine hem saldırgan hem de
tanıklar şiddet eylemine maruz kalan kadının utanmasını beklerler. Maalesef çoğu mağdur bu inançlar
nedeniyle gerçekten utanır.
Oysa mağdurun sessizliği ve utanması saldırganı
daha da cesaretlendirir, doğru bir eylemde bulunduğunu düşünmesine yardım eder, dahası sustuğuna göre o da istiyor, istemese karşı çıkardı akıl
yürütmelerine kaynaklık eder.
Sessiz kalma ve utanma kıskacına alınan mağdur
bedeni ve ruhundaki örselenmelerle yapayalnızlaşır.
Yalnızlık suçluluk duygularına yataklı eder ve mağdur uğradığı saldırıdan kendisini sorumlu tutmaya
başlar. Neden engelleyemedim düşüncelerine, acaba
ben de mi istedim sorusu karışmaya başlar. Mağdur
suçluluk duyguları arttıkça saldırgana ve onu korumayanlara yöneltmesi gereken öfkesini kendisine
çevirmeye başlar. Başına gelenin sorumlusu olmakla
kalmaz sanki suçlusunun da kendisinin olduğunu
kabullenmeye başlar. Yaşantılanan suçluluk hissi
eşlik eden kendini cezalandırma davranışlarına
neden olabilir. Cezalandırma sıklıkla istismar edileceği çok belirgin olan ilişkilere yönelme şeklinde olabilir.
Erkek egemen kültür istismar etme fırsatını hiçbir
zaman kaçırmaz ve mağdur için kimi zaman bir kısır
döngü başlar. İstismar edileceği ilişkilere girip, istismar edildiğinde yine sorumluluğu kendisinde bulmak ve kendisini suçlamak. Bu tür ilişki de bile
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
11
kimsenin aklına istismar edene sorumluluk yüklemek gelmez. Çoğu zaman mağdur hemcinslerince
bile eleştirilir, aşağılanır, değersizleştirilirken, istismar eden erkeğe, o erkek de dâhil kimse kabahat
bulmaz. Mağdur her yeni ilişkide ruhunun derinliklerindeki acaba sorumlu ben miyim sorusuna yanıt
aramaya çalışırken biteviye kendisini suçlu hissettiği
ilişkiler aracılığıyla kendisini cezalandırır. Bu tür ilişkilerde her zaman istismar edilen kabahatli bulunurken istismar edene neredeyse “kandırılmış”,
“kullanılmış” muamelesi yapılır.
Cinsel saldırı ve şiddeti sürekli yeniden üreten
pratikler vardır. Taciz, istismar ve tecavüzün bu denli
yaygın olması ve bu kadar yakın saldırganlardan
gelmesi, cinsel şiddetin bizatihi kendisinin, denetim
altında tutulması gereken ahlaksız kadın imgesini
yeniden üreten en güçlü pratik olmasından gelmektedir. Burada erkeklerin de bu kıstırılmışlık içinde
kaldıklarını söylemek sorunun çözümsüz olduğunu
vaaz etmekten başka bir anlam taşımaz.
Cinsel şiddet mağdurundan yana olmanın, ona bir
sorumluluk yüklememenin ve suçlamamanın erkekler için çok zor olduğunu iddia etmek şiddeti yeniden
üreten ve sorumluluğu da “kendini korumalısın/ korumalıydın” diyerek kadına yükleyen ikinci pratiktir.
12
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Erkekliklerinden vazgeçmek erkeklerin sorumluluğunda olmalıdır ve şiddete maruz kalmanın
koşullar her ne olursa olsun hiçbir zaman mağdura
sorumluluk yüklemeyeceğine önce henüz şiddete
uğramamış olanlar inanmalıdır.
Şiddeti azaltmanın ve şiddetten korunmanın yolu
en son mağdurlardan geçmelidir. Cinsel şiddetle mücadelenin sadece şiddet mağdurlarına bırakılması
şiddeti yeniden üreten üçüncü pratiktir.
Cinsel şiddetle mücadele etmenin yolu erkek ya
da kadın, mağdur ya da tanık ayrımı yapmadan oluşturulacak birlikteliklerden geçer ki, işte bu, asıl kabul
edilmesi gerekenin, cinsel şiddetle mücadelenin bir
siyasi pratik faaliyet olması gerektiğini gösterir.
İşyerinde Cinsel Taciz
Doç. Dr. Kadriye Bakırcı
İstanbul Teknik Üniversitesi, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Öğretim Üyesi
Cinsel taciz, tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de
de son derece yaygın ve ciddi bir sorundur ve mağdurları genellikle kadınlardır.
(örneğin müşterilerin), isçinin cinsiyetinden veya cinsel yöneliminden ötürü hoşuna gitmeyen
davranışlara girerek, isçi için düşmanca veya rahatsız
edici bir ortam yaratmalarıdır. Bu tür taciz, düşmanca
ortam yaratan tacizdir.
İstenmeyen / rıza gösterilmeyen, cinsel nitelikli
fiziksel, sözsel ve bunlar dışındaki (örneğin işİşyerinde cinsel taciz kadın istihdamını olumsuz
yerindeki duvarlarda pornografik materyalin
etkileyen en önemli etmenlerden biridir. Kadınlar ya
sergilenmesi gibi) cinsel nitelikli davranışlar, cincinsel tacize uğrama korkusuyla çalışmaktan kaçınsiyete ve cinsel yönelime dayalı davranışlar cinsel
makta ya da cinsel tacize uğrayınca
taciz oluşturabilir. Dolayısıyla cinsel
işten ayrılıp evde oturmayı tercih edenitelikli davranışlar yanında örneğin
Türkiye’de işyerinde cinsel
bilmektedirler. İşyerinde cinsel taciz
kadınları kadın olmalarından ötürü
taciz ve cinsiyete dayalı
ayrıca kadının fiziksel ve ruhsal
aşağılayan söz ve davranışlar da cinayrımcılık
yasağı ilk defa sağlığını, toplumsal ve çalışma ilişkisel taciz oluşturur.
2003 yılında İş Kalerini, cinsel yaşamını, işteki verimliBir davranışa maruz kalan kişinin
nunu’nda, 2005’te Türk
liğini, mesleki yükselmesini olumsuz
rızası var ise, davranışı istiyorsa bu
Ceza Kanunu’nda teknik etkilemektedir.
davranış taciz oluşturmaz. Rıza çok
anlamda düzenlendi.
Dolayısıyla işyerinde cinsel taciz,
önemli, rıza var ise tacizden söz edileAncak
bu düzenlemeler
çalışanların kişilik haklarının, elverişli
mez. Genellikle açık veya örtülü
toplumsal cinsiyet farkın- koşullarda/elverişli bir ortamda
rızadan söz edilir. Kanımca, cinsel
dalığına sahip uzmanlar
çalışma hakkının, çalışma hak ve
taciz olaylarında, kadın genellikle
sonuçlarından korktuğu, kolaylıkla tarafından hazırlanmadığı özgürlüğünün ihlalidir. Çoğunlukla bir
hayır diyemediği ve suskun kaldığı için, eksiklikler ve aksaklık- grup olarak kadınların haklarını ihlal
ettiği, daha elverişsiz koşullarda
için, suskunluk rıza olarak kabul
lar içeriyor ve değiştiçalışmaya zorladığı, dolayısıyla bir
edilmemelidir. Bence, kadının rızarilmeleri gerekiyor.
cinsiyet grubundakileri diğerine
sının varlığından söz edilebilmesi
kıyasla mağdur ettiği için cinsiyet
için, rızasının çok belirgin ve açık olayrımcılığı oluşturur ve bu nedenle cinsiyet ayrımması gerekir, aksi davranışların rıza olarak kabul
cılığı yasağının ihlalini oluşturur. Öte yandan taciz
edilmemesi gerekir.
edilen bir eşcinsel ise bu takdirde "cinsel yönelime
İşyerinde cinsel taciz iki biçimde gerçekleşebilir:
dayalı ayrımcılık" söz konusu olur ve bu tür ayrımBirincisi, işveren veya işveren vekilinin yetkisini
cılık da Anayasa'nın eşitlik ilkesine (m.10) ve işçiler
kötüye kullanarak ast konumundaki bir işçinin işini
açısından İş Kanunu'nun eşit davranma ilkesine
veya işiyle ilgili bazı kazanımları elde etmesini veya
(m.5) aykırıdır. Öte yandan işyerinde cinsel taciz, işelde tutmasını, cinsel talepleri kabul etmesi koşuveren/işveren vekili tarafından işlendiği takdirde
luna bağlaması veya bu taleplere boyun eğmeyen
yetkinin kötüye kullanılmasını oluşturur.
isçinin bir zarara uğratılmasıdır. Bu, cinsel
rüşvet/gözdağı tacizidir. İkincisi, işveren, işveren
Kadınlar, fail veya failin etkilediği arkadaşları
vekili, çalışma arkadaşları veya üçüncü kişilerin
tarafından misillemeye uğrama, işverenin bu konuda
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
13
erkek işçiyi kayıracağı veya hiçbir şey yapmayacağı ve psikolojik ve ekonomik açıdan durumlarının daha da kötüye
gideceği korkusu, aile ve arkadaş
çevresinden destek görememe, dışlanma
korkusu, olayı çok aşağılayıcı bulma,
mağdur olarak etiketlenme korkusu, kendisinin ve özel yaşamının dedikoduların
odağı haline gelmesi, sorun çıkaran biri
olarak damgalanma, olayın duyulması
halinde başka işverenler tarafından işe
alınmama ve inanılmama korkusu nedeniyle susmaktadırlar.
Ayrıca kadının haklarını bilmemesi,
olayı kanıtlama güçlüğü, davaların maddi
yükü ve adalet sisteminin aleyhine işleyeceği korkusu, olayın basına yansıma riski
de kadınların resmi kanallara başvurmalarını engellemektedir.
Türkiye’de işyerinde cinsel taciz ve cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı ilk defa
2003 yılında İş Kanunu'nda, 2005'te Türk
Ceza Kanunu'nda teknik anlamda düzenlendi. Ancak bu düzenlemeler toplumsal
cinsiyet farkındalığına sahip uzmanlar
tarafından hazırlanmadığı için, eksiklikler
ve aksaklıklar içeriyor ve değiştirilmeleri
gerekiyor. Hal böyleyken aynı hatalı
tutum Borçlar Kanunu Tasarısı hazırlanırken de sürdürüldü ve önceki düzenlemelere ilişkin eleştiriler göz ardı edildi.
Bu konuda örgütlü mücadele ve farkındalık yaratılması çok önemli. Sendikalar
üyelerine, tacizin sosyolojik, psikolojik ve
hukuksal boyutları konusunda, hakları ve
yükümlülükleri konusunda eğitim verebilir, taciz mağdurlarına psikolojik ve
hukuksal destek mekanizmaları oluşturabilir. Toplu iş sözleşmelerinde tacizi ayrı
bir hüküm olarak yaptırıma bağlayabilir,
işyerlerinde, taraf tutmayacak bicimde,
mağdurların misillemeye uğrama korkusu
taşımadan ve olayın gizli tutulacağından
emin olacakları şikayet kurullarının oluşturulması sağlanabilir. Kendi tüzüklerine
koyacakları hükümlerle tacizde bulunan
kendi mensup ve üyelerine yaptırımlar
öngörebilir.
14
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Cinsel İstismar Riski ve Hizmetler
Doç. Dr. Özlem Öntaş
Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi
Çocuğun kendisinden en az beş yaş büyük bir
yetişkin tarafından cinsel amaçlı kullanıldığı istismar
türü, cinsel istismar olarak tanımlanmaktadır. Çocukların cinsellikle ilgili bilgiye sahip olmamaları onları
kolayca cinsel istismar kurbanı yapabilir. Cinsel istismar yaşamış çocuklarda hem geri çekilme hem de
agresif davranışlar görülmektedir. Akran grubu ilişkilerinde güçlükler yaşanmaktadır. Cinsellikle ilgili
davranışlardaki gariplikler bir gösterge olabilmekte-
dir. Örneğin, çocuk kendi yaşına uygun olmayan cinsellikle ilgili kelimeler veya davranışlar sergileyebilir.. Çocuk, kendine ve başkalarına cinsel içerikli
dokunuşlarda bulunabilir. Çocuk dokunulmaktan,
karşı cinsten kişilerle yalnız kalmaktan korkabilir.
Cinsel istismarı önlemenin en önemli yolu bu
konuda çocuk ve ailelere ve çocuklarla çalışan tüm
meslek elemanlarına eğitim programları hazırlamaktır.
Çocuklarla çalışırken aşağıdaki konular önemlidir:
Çocuklara bedenlerinin kendilerine ait ve özel olduğu, kimsenin zorla dokunamayacağı öğretilmelidir.
Yakınlık istemediğinde çocukların hayır deme hakkı olduğu öğretilmelidir.
Çocuğa iyi ve kötü dokunuşların ne olduğunu tanımlamada anne ve babalar ve öğretmenler
yardımcı olabilirler.
Çocuklar ve anabalar ve öğretmenler arasındaki iletişim kanallarının sürekli açık olması sağlanmalıdır. Bu iletişim kanallarını açık tutmada sınıf öğretmenleri ve rehber öğretmenler önemli
roller oynayabilirler.
Ülkemizde ensestin yoğun olarak yaşanması nedeni ile çocukların doğrudan kendilerinin başvuracakları “Alo Çocuk Merkezi” gibi hizmet modelleri genelleştirilmesi önemli konulardan biridir.
Çocuk herhangi bir istismar durumuyla karşılaştığında onu dinlemek ve duygularını anladığınızı
hissettirmek önemlidir. Çocuğun özgürce konuşmasına izin verecek bir ilişki kurmak gerekir.
Çocuğa inandığınız duygusu vermek yine önemli konulardan bir başkasıdır.
Çocuğun anlattıklarına abartılı tepkiler vermeden dinlemek gerekir.
Çocuğun varsa suçluluk duygularını anlatmasına izin vermek gerekir. Bunun onun hatası olmadığını vurgulamak önemlidir.
Çocuğa bu konuyu paylaştığı için memnuniyetinizi dile getirin ve konuşmasının doğru bir davranış
olduğunu vurgulayın.
Çocuk Koruma Kanunu gereğince öğretmenlerin çocuğun istismar edildiğine tanıklığı durumunda
yargı yolunun açılması gerekmektedir. Öğretmenlerin bu konudaki yasal sorumluluklarına ilişkin
farkındalıklarını artırmak gerekmektedir.
Üniversite hastanelerinde bulunan çocuk istismarı birimleri ve Çocuk İhmalini ve İstismarını Önleme Derneği ile eğitim kurumları arasında birlikte çalışma anlayışı geliştirmek hem cinsel istismarı önleme hem de cinsel istismara maruz kalmış çocuğa uygun yardımı sunmak açısından
yararlı olacaktır.
Yukarıda belirtilenlerin yanı sıra eğitim kurumlarında çocuklarla toplumsal cinsiyet konusu
tartışılmalı ve bu konuda fark yaratmaya çocukluktan itibaren başlanmalıdır.
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
15
“Yıllar önce bir dershanede öğretmenlik yapıyordum. Bir kız öğrencim benimle çok özel bir
şey paylaşmak istediğini söyledi. Ve konuşmaya
başladık. Anlattıklarını duyunca yüreğimin
sıkıştığını hala hatırlıyorum. Öz babası tarafından cinsel tacize uğradığını anlatıyordu. Ancak
bütün bunları ifade edebilmesi o kadar zor olmuştu ki. Bunu sözel ifade edebilmesi için epey
süre geçti. Anlattıkları bitince benim de konuşmaya başlamam zor oldu. Annesine anlatıp anlatmadığını sordum. Anlattığını ama annesinin
inanmadığını, yalan söylediğini düşündüğünü
söyledi. Çok çaresizdi. Bir süre daha konuşmaya
çalıştık. Daha sonra ben öğrencimin anlattıkları
ve neler yapacağım üzerine düşündüm. İlk iş
olarak bir uzman desteği almaya karar verdim.
Ve bu alanda yazılmış akademik yazıları bulup
okudum. Gittiğim psikolog arkadaş bu alanda
çalışıyordu. Önce öğrencimle daha sonra annesi
ile görüşmek istediğini söyledi. Öğrencime
uygun bir dille uzman desteği almamız gerektiğini anlattım. Birlikte psikologun randevusuna
gittik. Psikologla görüşmesi sonrası oldukça iyi
16
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
görünüyordu. Daha sonra annesiyle birlikte
psikologa gitmesine sıra gelmişti. Anneyi buna
ikna etmek çok zor oldu. Çünkü müthiş bir kaçış
içindeydi. Annenin de yardıma ihtiyacı vardı. Bu
şoktan kızının yalan söylediğine inanarak kaçıyordu. Uzun konuşmalarımız sonucunda
psikolog randevusuna gitti. Bu randevular bir
süre devam etti. Sürecin sonunda anne bu şoku
kabul edip bununla başa çıkma çabalarına girişti. Önce eşine boşanma davası açtı. Davada
babanın kızına cinsel taciz suçlaması da vardı.
Baba ceza aldı. Sonrasındaki zor yaşamlarında
anne – kız birbirlerine destek olmaya çalıştılar.
Öğrencim üniversiteyi bitirdi. İşe girdi. Başka bir
kentte yaşıyor. Zaman zaman görüşüyoruz.
Sanırım uzman desteği almam en doğru karar
olmuştu. Bütün bunları bilmek, bir yerlerde okumakla, yaşayan birini dinlemek çok farklıydı.
Karşınızda bunu yaşayan biriyle bu dehşeti
yaşamak tam bir panik duygusu yaşatıyor.
Ancak her şeye rağmen sessiz kalmamak, bir
şeyler yapmak gerekiyor.”
E.A Felsefe öğretmeni.
“Sık sık devamsızlık yapan, dalgın bir kız
öğrencimiz vardı. 7. sınıftaydı ama gelişkin bir
görüntüsü vardı. Bir gün matematik öğretmeni
devamsızlığı konusunda onunla konuşunca dalgınlığının da devamsızlığının da nedenini
öğrendik. Çocuk üç yıldan bu yana devam eden
bir durumu kendisine yakın gördüğü matematik
öğretmenine anlatmıştı. Üç yıldır babasının
tecavüzüne uğruyormuş. Daha dördüncü sınıftayken öğretmenine söylemiş ama öğretmeni
böyle bir şeyle yüzleşmekten ve nasıl baş edebileceğini bilememekten olsa gerek inanmazlıktan gelmiş ve olayın üzerine gitmemiş. Çocuk
ondan sonra susmuş.Böylece daha o zaman önlenebilecek bu korkunç durum üç yıl daha devam
etmiş. Ta ki matematik öğretmenine yeniden
açılabilene kadar. Çocuğun devamsızlığının nedeni ise babasının benzer davranışları kendisinden küçük kız kardeşine de sergilemeye başlamış
olmasıymış. Adam kız kardeşine de tecavüz
etmesin diye onun evde olduğu günler kız
kardeşini yalnız bırakmamak için okula gelmiyormuş. Anlattığına göre annesi olanı biteni biliyormuş ama bir şey yapmamış. Tüm bunları
öğrenmek bizim için çok sarsıcı bir durumdu.
Hemen okulun rehberlik servisi ile konuştuk. Olay
adli makamlara bildirildi. Çocukları çocuk
esirgeme kurumuna aldılar. Adam hakkında da
dava açıldı.”
H.B. Sınıf Öğretmeni
“13 yıldır felsefe öğretmenliği yapıyorum. Olayın
üzerinden 5–6 yıl geçti. Hatırladığım kadarını sizlerle paylaşacağım. Yazılı sınavına girmeyen bir
öğrencimi daha sonraki günlerde sınava almıştım.
Öğrenciyi öğretmen masasında sınav yapıyordum. Hiçbir soruya cevap vermediğini gördüm.
Yanına yaklaşıp neden soruları cevaplamadığını
sordum. Genç kız kulağıma eğilip; Babasının kendisine tacizde bulunduğunu, bunu kimseyle
konuşamadığını ve benim de kimseyle paylaşmamamı istemişti. Böyle bir sorunu bu kadar rahat,
böyle bir ortamda paylaşması beni şaşırtmıştı.
Şaşkınlığım şundandı; Bu tür olayların toplumda
yaygın olduğunu biliyordum. Kimsenin kolay
kolay bu sorunları yakınlarıyla paylaşamadığını
da. Annesinin bu olayı bilip bilmediğini sordum.
Bildiğini ancak kendisine inanmadığını söyledi.
Ben olayın doğruluğunu anlamaya çalışırken kısa
süre içinde başka bir okula nakil olduğunu
öğrendim. Böyle durumlarda biz öğretmenler
çoğu zaman çaresiz kalıyoruz.”
“Yıllar önce Ankara’da çalıştığım liselerden
birinin sınıf öğretmeniydim. Öğrenciler liseye
yeni başlamışlardı. Özgeçmişlerini yazmalarını istemiştim. Bir öğrencimin özgeçmişini okurken
gözlerime inanamadım. Tekrar tekrar okudum.
Öğrencim, şu an annesi ve annesinin yeni eşiyle
birlikte yaşadığını, bir kardeşi olacağını ama annesiyle sorunlar yaşadığını annesinin de onu
başka bir ilde yaşayan babasına göndermek istediğini yazıyordu. Öğrencimse babasının yanına
kesinlikle gitmek istemiyordu. Çünkü …Çünkü
babasının tecavüzüne uğramıştı. Bunu annesine
defalarca anlatmasına rağmen annesi ona inanmıyordu. “Öğretmenim bana yardım edin” di-
yordu yazısının sonunda. Sanırım ben de ilk
okuduğumda
inanmamıştım
öğrencime,
babasına gitmemek için yalan mı söylüyor diye
düşünmüştüm. Ama böyle bir yalan olamazdı.
Rehber öğretmenle görüştüm, o “ilgilenirim”
dedi. I. Dönemin sonuna kadar okulda kaldı
öğrencim. II. Dönem babasının yanına gönderildi.
Çok sorunlar yaşamıştı. Bir ay sonra geri geldi.
Annesini ikna ettiğini söyledi bana. Başka
davalardan aldığı cezaları gösterdim dedi. Çok da
soru soramıyordum. Sonra o okuldan ayrılmak
zorunda kaldım. Ama aklım hep öğrencimde.”
İ.T. Felsefe Öğretmeni
N. Y. Edebiyat Öğretmeni
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
17
RÖPORTAJ
röportaj
Elif Dumanlı
Ankara 1 Nolu Şube Üyesi
Çocukta ve Ergende
Cinsel İstismar
Çocukta ve ergende cinsel istismar konusuyla ilgili Hacettepe
Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalından Prof. Dr. Bahar Gökler ile söyleşi yaptık.
Çocukta ve ergende cinsel taciz nasıl tanımlanmaktadır?
Çocuğun ya da ergenin bir yetişkin tarafından cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere kullanılmasına
cinsel taciz denir.
Çocuk ve ergende cinsel taciz risk etkenleri
nelerdir?
Risk etkenlerini; çocuğa, aileye ve topluma ilişkin
risk etkenleri olmak üzere üç grupta toplayabiliriz.
Çocuğa ilişkin risk etkenlerine baktığımızda, risk
etkenlerinin başında kız çocuğu olmaz gelmektedir.
Erkek çocuğu da cinsel istismara maruz kalıyor ama
daha çok kız çocuklarında görülüyor, duyuluyor.
Toplumdan topluma değişmekle birlikte kız
çocuğuna cinsel taciz daha fazla görülüyor. Bunun
sebepleri arasında kız çocuğuna daha rahat erişebilme; kız çocuğunun cinsel nesle olarak görülmesi;
kız çocuğunun uysal uyum göstermesi. Yani kendini
savunamaması. Tabii hiçbir çocuk bir erişkin
karşısında kendini savunamaz.
18
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Uyaran ve sevgi eksikliği olan ortamlarda
büyümek zorunda kalan çocuklara da risk altındadırlar.
Aileye yönelik risk etkenlerine baktığımızda, bir
kere kapalı ailelerde daha fazla görülmektedir. Aile
içi çatışmaların olduğu aile; rollerin karıştığı; rollerin
karışıp çocukların ebeveyn rolüne getirildiği ailelerde; mekânsal olarak izole yerlerde yaşayan ailelerde; cinsel gereksinimlerini veya diğer eğilimlerini
boşaltmak için uygun sosyal ortam bulamayan ve
giderilmesi gereken tek dürtü cinsel dürtüymüş gibi
bu dürtünün peşine düşen erişkinlerin var olduğu
izole ailelerde elinin altındaki çocuğa ulaşmanın
kolay olduğu ailelerde çocuğa yönelik cinsel istismar
daha sık görülmektedir.
Toplumsal risk etmenleri olarak ise; mesela göç
etmiş ailelerde, çocuk denetimden uzak kalmışsa,
dışarıdan gelebilecek cinsel tacize çok açık hale
gelebiliyor. Anne bir yerde, baba bir yerde çalışıyor,
göç, parçalanmışlık çocuğun denetimi ile ilgili zorluklar varsa orda daha fazla olabiliyor.
röportaj
Toplumsal risk etmenleri olarak, yine izole
toplumlarda, birbiriyle dayanışmayı azalttığı, ilişkilerin yabancılaştığı toplumlarda daha fazla
görülebiliyor. Aynı zamanda cinselliğin tabu olarak
görüldüğü toplumlarda daha çok görülüyor. Cinselliğin insan davranışlarından biri olmaktan çıkarıldığı,
cinselliğin tabulaştırıldığı toplumlarda yine en kolay
erişilebilen nesne çocuklardır.
Toplumlarda cinsellik ne kadar dile getirilebilir,
kız-erkek ilişkileri, iki cinsin bir arada yaşaması, bir
şeyler yapması ne kadar normalize edilirse taciz
oranı o kadar düşebilir. Toplumsal olanaklar az
olduğunda; okumamışlık, işsizlik, gençliğin gidebileceği spor alanlarının azlığı, tiyatro, bilgisayar ve benzeri etkinlikleri gerçekleştirebilme olanakları ne
kadar az olursa; kendinilerini gerçekleştirebilecekleri toplumsal alanları ne kadar kısıtlanırsa, o zaman
gençlerin dürtüleri daha çok ortaya çıkıyor. Kendilerine bir doyum alanı bulabilmek için dürtülerinin
peşinden gidiyorlar ya da farklı şiddet olaylarında rol
alıyorlar.
Cinselliğin tabu olarak görüldüğü ve az uyaranlı
toplumsal yapılanmalarda, cinsel tacizin çocuklara
yönelmesine daha sık rastlanıyor.
Çoğunlukla kız çocukları mı?
Erkek çocuklar da var ama çoğunlukla kız çocukları. Erkek çocuklara cinsel taciz daha çok kapalı bölgelerde, yine kız-erkek arkadaşlığının normal
sayılmadığı, sakıncalı bulunduğu, erken ergenlikte
çocukların cinsel meraklarını gidermek için birbirlerine yönelmeleri söz konusu olabilir, örneğin cinselliğin düşünce olarak bile engellendiği Kur’an
kurslarında, yatılı okullarda, yetiştirme yurtlarında
büyüyen erkek çocuklarda, erkeklerin bir arada bulunduğu, uyaranı az, kapalı toplumlarda erkek
çocuklarına yönelik cinsel taciz uygulamalarına rastlanmaktadır.
Niteliği değişiyor mu? Kız çocuklarına cinsel
taciz biçimiyle erkek çocuklarına cinsel taciz
biçimleri değişiyor mu?
Hayır, elle dokunmadan, okşamadan, gerçek cinsel eyleme kadar uzayan bir yelpaze içinde
değişmiyor.
Cinsel tacize maruz kalmış çocukların
davranışlarında ne gibi değişiklikler görülüyor?
Okulöncesi çocuklarda, huzursuzluk, huysuzluk,
sık ağlama, uyku problemleri, iştah problemleri, korkular, altına kaçırma, bebeksileşme, anneye yapışma
görülebilir.
İlkokul çağı çocuklarında ise; yine korkular, uyku
bozuklukları, iştah sorunları, keyifsiz bir ifade ile birlikte içe kapanma, gece işemeleri, kaka kaçırma, sessizleşme, arkadaş ilişkilerinden uzaklaşma,
dalgınlık, okul başarısında düşme, o zamana kadar
var olan kişilik özelliklerinden farklı bir kişilik özelliği
gösterme, dalgınlıklar, o olayın birden bire hafızasına gelmesiyle, o sırada dalgınlaşması ya da korkuyla o sırada yapmakta olduğu işten uzaklaşması,
sık sık travma olayının hatırlaması, geriye dönük
travma anının hatırlanmasıyla birlikte o sırada durumdan kopması. Bunun dışında ilkokul çocuklarında, özellikle de ergenlerde daha sık olabilir,
cinsel merakın artması ve cinselliğe aşırı bir eğilime
ve kendini cinsel nene olarak sunma gibi davranışlar
görülebilir. Daha abartılı, daha sınırsız biçimde cinselliği denemeye yönelme de olabilir.
Tik olabiliyor mu?
Olabilir de seyrek.
Sınıfımda 41 öğrenci var. Bir kız öğrencim
var. O çok farklı davranıyor. Örneğin süslenmeyi seven diğer kız öğrencilerim saçlarına
değişik şekiller verirken o kadınsı bir şekil
veriyor. Bu öğrenci dikkatimi çekiyor. Bu
yeterli bir kanıt olabilir mi benim için yoksa
başka şeylere de dikkat etmem gerekir mi?
Şöyle dikkat etmek gerekiyor. Sadece giyim bir
ölçüt olmamalı. O çocuğun aile yapısının da araştırmakta yarar var. Çocuğu gözlemek lazım. Örneğin
teneffüste, çocukların bilmemesi gereken bir cinsel
jargonla konuşuyor mu? Ya da çocukların genelde
kullanmadıkları bir beden duruşu, hali, tavrı var mı?
Bu çocuğun cinsel olarak uyarılmış olduğunu
gösterebilecek, cinsel nitelikli erişkin davranışları,
cinsel içerikli erişkin sözcükleri var mı bu çocukta
ona bakmak lazım.
Cinsel tacizi araştırırken aileyi başka yönden tacize uğratabiliriz. Araştırırken aileyi suçlu duruma
düşürmemek için çok dikkat etmek lazım. Değişik
değerlendirme yöntemleriyle bu çocukları değerlendirdikten sonra bunu belki aileyle paylaşmakta
yarar var.
Cinsel istismarda aile içinde karmaşıklaşan rollerin de etkili olduğunu okumuştum. Bir gün sınıfta,
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
19
röportaj
“Evde kendini küçük anne gibi hisseden var mı?”
diye sordum. Sınıfta bulunan kız çocuklarımın büyük
bir çoğunluğu parmak kaldırınca çok şaşırdım. Başka
soru sormadım. Çünkü başka nasıl sorgulamam
gerektiğini bilmiyordum. Yanlış yapmaktan
çekindim.
“Kendini küçük anne gibi hisseden var mı?” diye
sorduğunuzda büyük çocuğunluğu var demiş. Ama
tabii bunların içinde kaç tanesi cinsel tacize
uğramıştır ona bakmak lazım. Belki hiçbiri çünkü bizim toplumumuzda anne rolünü kız çocuklarına devretme, kız çocuklarına çok fazla iş buyurma vardır.
Kendini sanki evin ikinci annesi gibi hissettirme
davranışına sık rastlanmaktadır.
Bu sorunun dışında cinsel istismarı sorgulayan bir
soru sormadığınızı söylediniz. Sormamakla da çok iyi
ettiniz. Çünkü cinsel taciz kalabalık bir ortamda
zaten sorgulanamaz. Çocuk hiçbir şekilde söylemez.
Zaten söylese de ayrı bir tacize uğramış olur. Yani
afişe olmuş olur.
Diyelim ki, kendini küçük anne gibi hissettiğini
söyleyen öğrencilerinizin içinde bir öğrenciniz var,
davranışlarında bir değişiklik var. Daha önce dersleri
iyiyken notları düştü çocuğun, donukluk ya da
olağan dışılık var. Anne çocuğu uzun süre bırakıp işe
gidiyor, daha çok baba çocuk birlikte kalıyor. Öyle bir
art bilginiz var. O zaman o aileyi araştırabilirsiniz.
Mantıksal olarak düşündüğümde, cinsel
travmaya maruz kalmış çocuğun, travmadan
uzaklaşmasını yani cinsel eğilimlerden uzaklaşmasını bekliyorum. Neden tekrar cinselliğe
meyil duyuyorlar?
Çocuk uyarılmış oluyor. Cinselliğin bir haz, bir
doyum alanı olarak keşfetmiş oluyor. Diyelim ki,
zaten uyaran eksikliği içinde bir çocuksa, gereksinimleri az karşılanan, izole evlerde büyümüş bir
çocuksa taciz davranışını, bazen bir sevgi gösterisi
olarak algılayabiliyor. O sevgiye kavuşmak için, o
sevgiyi elde etmek için erişkinin sunduğu bu yolu, bir
sevgi yolu olarak gördüğü için o da bu sürece katlanır, başkalarını da bu ilgiye ve sevgiye davet etmek
için uyarılarak öğrendiği cinselliği kullanır.
Örneğin aile içi cinsellik söz konusuysa, çocuk bir
biçimde seçilmiş çocuk oluyor. Diyelim ki, altı
çocuklu bir aileden işte dördüncü kız çocuk, baba ya
da ağabey tarafından seçilmiş kız çocuğu oluyor. Bu
bir biçimde ikisinin arasındaki bir sır oluyor. Bu ko-
20
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
numu korumanın ve sürdürmenin ayrıcalığını elde
etmek için çocuk cinselliğini kullanıyor.
Psikiyatrik tedavinin dışında neler yapılabilir?
Psikiyatrik tedaviye gelmeden önce, öncelikle
toplumsal risk etkenlerine yönelik küçük yaştan
itibaren, cinselliği insan hayatının bir parçası sayarak, kabullenerek, yaşa uygun cinsel eğitim programlarına çocuk ve ergenleri dahil etmek gerekir.
Bunun dışında çocuklara, kötü muameleye uğradıklarında kendilerini nasıl savunmaları gerektiği; hangi
bölgelerine dokunulacak, hangi bölgelerine
dokunulmayacak, sevgi nasıl gösterilir gibi alanlarda
farkındalık eğitiminin verilmesi; kız ve erkek çocuklarının ortak okullarda okutulması; kız-erkek ilişkilerinin normalleştirilmesi; koruyucu ruh sağlığı
yaklaşımları olarak topluma eğitim vermek ile
kazandırılabilir.
Sekiz yıllık eğitimle birlikte faklı yaş grupları aynı mekanı kullanmaya başladılar.
Toplumsal olarak cinsel istismarı konuşmaktan
hoşlanmamakla birlikte, tanık oluyoruz ve
biliyoruz ki, okullarımızda büyük çocuklar
küçük çocukları bir çok yönden istismar etmektedir. Bu konuyla ilgili neler yapılabilir?
Bizim toplumumuz açısından çocukların okulda
daha uzun kalması çok iyi bir uygulama. Sekiz yıllık
eğitimi tartışmasız destekliyorum ancak ortaokullu
çocuklarla, ilkokullu çocukları aynı binanın içinde
denetimsiz bir biçimde, planlamadan bir araya getirdiğimizde, ortaokullu çocukların, ilkokul çocuklarını cinsel açıdan uyarabilecekleri akılda
tutulmalıdır. Uygun denetim olması, binaların ayrı
ayrı olması, binaların kapasitesi uygun değilse, ayrı
saatlerde eğitim görmeleri, teneffüslerde yaş gruplarına uygun olarak farklı etkinliklerin planlanması
ve eğitimcilerin sıkı denetimi ve yönlendiriciliğinin
olması lazım. Çocukları hem uyaransız hem denetimsiz aynı bahçede bırakmanın riskleri fazla olur. Cinsel
merakı artmış olan ortaokul öğrencilerinin, ilkokul
öğrencilerini bu merakları adına yönlendirebilme
eğilimleri dikkate alınmalıdır.
Kadına Yönelik Şiddet Hız Kesmiyor
Şiddetin Şiddeti Artıyor
Gülsen Ülker
Kadın Dayanışma Vakfı
Kadına yönelik şiddet söz ve eylemle Türkiye gündeminde uzun zamandır. Bağımsız kadın örgütlerinin
otuz yılı bulan mücadelesi, devletin meslek profesyonelleri olarak adlandırdığımız; sosyal hizmet uzmanı, sağlık çalışanı, polis ve diğer personeline
yönelik eğitim çalışmaları, kurumlar arası ilişkilerin
düzenlenmesine ilişkin girişimler bu mücadeleye
eşlik ediyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele için
henüz yeterli ve kalıcı bütçeler ayrılmamış ve çalışmalar sadece ilgili Avrupa Birliği fonları aracılığıyla
sürdürülüyor olsa da önemli sayılabilecek gelişmeler
bunlar.
Ancak bir yandan da şiddet haberleri, deyim
yerindeyse yağmur gibi yağmaya devam ediyor.
Üstelik bunlar yaşanan şiddetin sadece basına yansıyan kısmı. Biliyorsunuz, geçtiğimiz yıl yapılan
“Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”nın çarpıcı sonuçlarından biri de, eşleri veya
birlikte yaşadıkları kişilerden şiddet gören kadınların
sadece yüzde sekizinin resmi kurum veya sivil
toplum kuruluşlarına başvurdukları yönündeydi.1
Söz konusu araştırmada fiziksel veya cinsel şiddet
gören kadın oranının yüzde kırk iki olduğu
düşünüldüğünde, tekrarlandığını ve dozunun gitgide
arttığını bildiğimiz şiddetin, kadın cinayetleri olarak
gündeme düşmesi şaşırtıcı olmaz.
Son bir yılın rakamları ürkütücü bir tabloyu işaret
ediyor. Her ay onlarca taciz, tecavüz, kadın cinayeti,
ensest vakası düşüyor gazete sayfalarına. Şiddet
mağdurları sekiz yaşında da oluyor altmış sekiz
yaşında da, failler ise çok yakındaki erkeklerden
oluşuyor.
“Ziyarete geldikleri Ordu’da birlikte yaşadığı
Gündüz G.’nin şiddetine maruz kalan ve hamile
olan Burcu Kılıç (25) yaşamını yitirdi. Kılıç’la birlikte ölen bebeği de operasyonla alındı. Gündüz
G.’nin sorgusu sürüyor.”
“Bursa’nın Kestel ilçesinde, Ahmet Yılmaz (53), gittiği evde ziyaret ettiği kadının felçli annesine
tecavüz etti.”
“Tekirdağ'da gece yarısı evlerine yakın bakkala
gönderilen 8 yaşındaki kız çocuğunu otomobille
kaçıran 2 kişi, çocuğa tecavüz ettikten sonra evinin
yakınına bıraktı. Soruşturmayı sürdüren polis, kızın
ifadesiyle robot resimleri çizilen ve kardeş oldukları belirlenen 2 zanlıyı yakaladı.”
“Batman'da, P.V.(13), üç kişinin kendisine tecavüz
ettiği şikâyetiyle savcılığa başvurdu. Tecavüz
şüphelileri henüz yakalanamazken, P.V. koruma altına alındı.”
“Fethiye'de A.K. (45), kızı A.K.'ye (13) tecavüz ettiği
iddiasıyla gözaltına alındı. A.K.'nin tecavüzü yakınlarına anlatması üzerine yakınları babayı jandarmaya şikâyet etti. Gözaltına alınan A.K.
tutuklanarak cezaevine kondu. A.K. ise Muğla
Çocuk Esirgeme Kurumu'na gönderildi.”
“Lüleburgaz'da ağaçlık alanda iki sevgilinin
öldürülmesi üzerine Lüleburgaz Jandarma Komutanlığı özel ekip kurdu. Başı kesilerek öldürülen
Ümit Öztürk (22) ile başında sigara söndürülüp
sonra yakılan Özlem Işık'ın (18) telefon
görüşmelerinden hareket eden jandarma, 4 kişiyi
yakaladı. Gözaltına alınanlardan birinin de Işık'ın
eski sevgilisi olduğu ileri sürüldü.”2
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
21
Şiddet araştırmaları yapılsa da karşılaştırma yapmaya yetecek nitelikte veri bulmak mümkün değil.
Karakola başvuran kadın ve çocuklar için "Aile İçi
Şiddet Olayları Kayıt Formu" tutulması, belki bundan
sonrası için karşılaştırmalar yapılmasına imkân
verir.3
Kadınların bu kadar yoğunlukla yaşadığı şiddet
olaylarının çoğu için bir anlık öfkeyle işlenmiş suçlar
demek mümkün değil. Gitgide daha çok planlanmış,
ayrıntıları üzerinde düşünülmüş vahşet olarak nitelendirilebilecek şiddet haberleri ile karşılaşıyoruz.
Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinde ayrıldığı eşini ve
ailesinin altı ferdini pusu kurarak öldüren ve sonra
kahveye giderek çay içtiği belirtilen Şafak Köksal
olayı ya da bundan daha örgütlü ve planlı bir cinayet
serisi olarak Mardin Bilge Köyü katliamını, aslında
otuz yıldır süren bir savaşın yarattığı şiddetin yansımaları olarak okumak mümkün görünüyor.
Kadına yönelik şiddetin artış oranına ilişkin ayrıntılı çalışmalar, kapsamlı bir analiz yok elimizde.
Ancak şiddet ve savaşın sadece silahların konuşması
veya susmasıyla ilgili olmadığı, militarizmin topluma
nasıl nüfus ettiği ve erkek şiddetinin nasıl arttığını
gösteriyor bu olaylar.
Kadına yönelik şiddetin yoğunluğunu kaybetmediği bir diğer alanı ise devlet kaynaklı cinsel
şiddet oluşturuyor. Mevcut uygulamaları dikkate
aldığımızda bu tür şiddet olaylarının dile getirilmesi
çok sınırlı, dile getirilip takipçisi olunsa bile suçluların cezalandırılması neredeyse imkânsız. En son
yaşadıklarımızdan biri de Ankara'da Genç-Sen
eylemi sonrası gözaltına alınan kadınların gözaltında
taciz edilmeleri oldu. Cumhuriyet Savcılığı’na suç
duyurusunda bulunulan bu tacizin yanı sıra cezaevlerinde de tacizler sürüyor ve sevk sırasında taciz
edilmek istemeyen ya da jandarma eşliğinde
muayene olmak istemeyen birçok kadın doktora
görünme hakkını kullanamıyor. Çocuklar, ne yazık ki
devlet kaynaklı şiddet olaylarından da muaf
olamıyor. En son Diyarbakır'ın Lice ilçesinde hayvanlarını otlatan Ceylan Önkol’un (14), uzaktan ateşlenen bir silah sonucu hayatını kaybettiğini biliyoruz,
soruşturma hala sürüyor.
Bu karamsar tabloda hiç mi iyi bir şeyler yok diye
düşünmeden edemiyor insan. Olumlu bir gelişmeden
söz ederek bitirmek istiyorum. Çok yakın bir zamanda 14 yıl öncesinde gerçekleşmiş bir tecavüz
vakasında fail yirmi yıl hapis cezası aldı.4
Bir de kadınların dur durak bilmeyen mücadelesi
var, umut taşımayı mümkün kılan. Kadınlar ve kadın
hareketi bir bütün değil kuşkusuz ancak kadına
yönelik şiddetle mücadelemiz sürüyor, sürecek.
----------------------------------1 Ayrıntılı bilgi için;
http://www.ksgm.gov.tr/tdvaw/anasayfa
2 http://www.bianet.org/bianet/bianet/106378-bianetsiddet-taciz-tecavuz-cetelesi-tutuyor
3 Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı ile İçişleri
Bakanlığı'nın imzaladığı protokol çerçevesinde, daha önce
yine aynı kuruluşların yürüttüğü Karakol Polislerine
Yönelik Eğitici Eğitimi çalışması kapsamında çalışmalarına başlanan "Aile İçi Şiddet Olayları Kayıt
Formu" tutulması planlanıyor. Söz konusu form, şiddet
görenler için ayrıntılı bir risk analizi yapmayı mümkün
kılmasının yanı sıra işlem yapan memurun imzasının
alınması suretiyle memurun da sorumluluk üstlenmesini sağlıyor.
4 Tenor Şahin Öğüt cinsel taciz, tecavüz, istismar gibi
iddialarla yargılandığı 12 ayrı davadan birinde yerel
mahkemede 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Öğüt 14 yıl
önce 12 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz suçundan
yargılanmıştı.
22
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Yasal Düzenlemelerde ve Yargı
Kararlarında Cinsel
Dokunulmazlığa Karşı Suçlar
Yasemin Öz
Avukat
Önceki Kanun ile Yeni Kanun Arasındaki Farklar
Cinsel şiddet suçları, 01.04.2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Yasası’nın 6. Bölümünde,
“Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığı altında
düzenlenmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, suçun tanımlanması açısından, önceki Türk Ceza Kanunu cinsel şiddet suçlarını “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile
Aleyhinde Cürümler” başlığı altında 8. Bapta düzenliyordu. Bu başlık ve düzenleme farkı önemsiz sayılacak bir ayrıntıdan ibaret değildir. Yeni Türk Ceza
Kanunu ile cinsel şiddet suçlarına bakış açısında
meydana gelen önemli değişikliğin de göstergesidir.
Zira, eski Türk Ceza Kanunu cinsel şiddet suçlarını,
genel ahlaka ve aile düzenine zarar verdiği için cezalandırıyordu. İhlal edilen hakkın; cinsel şiddete
uğrayan bireyin akıl, beden ve ruh bütünlüğü değil,
ahlakın ve ailenin korunması olduğunu işaret ediyordu. Yani cinsel şiddet suçlarının mağdurunun
çoğunlukla kadınlar olması nedeniyle, kadınların
kendi görkleri zararı değil, kadınlar üzerinden
ahlakın ve ailenin gördüğü zararı cezalandırıyordu.
Bu da, kadını toplumun ve ailenin ahlakı ve namusu
olarak gören bir bakış açısının yansımasıydı.
Bu nedenle, Türk Ceza Kanunu değişiklikleri gündeme geldiğinde Türkiye’deki kadın hareketi, kadını
ailenin ve toplumun malı ve namusu olarak gören
bakış açısının daha fazla hukuk tarafından himaye
görmesini engellemek için, cinsel şiddet suçlarının
“Bireye karşı işlenen suç” olarak ele alınması gerektiğini savundu ve bu talep Yeni Türk Ceza Kanunu’nda karşılığını buldu. Bu nedenle, artık cinsel
şiddet suçları topluma ve aileye verdikleri zarardan
dolayı değil, bireyin dokunulmazlığına zarar verdikleri için cezalandırılıyor.
Yeni Kanunda Cinsel Şiddet Suçları
Yeni Türk Ceza Kanunu’nda cinsel şiddet suçları
dört maddede düzenlenmiştir.
1- Cinsel saldırı
Cinsel saldırı suçu TCK’nun 102. maddesinde
düzenlenmiştir. Yeni Türk Ceza Kanunu yalnızca cinsel saldırı suçunu bireye işlenmiş suç olarak tanımlamakla kalmamış, beraberinde pek çok değişikliği
de getirmiştir.
Öncelikle, eski kanun cinsel şiddet suçlarını aileye
ve topluma karşı işlenmiş kabul ettiği için, cinsel şiddet fiilini tanımlarken “ırza geçme” kavramı kullanılıyordu. Irz kavramı da namus ve iffet gibi
kavramları işaret ediyordu. Fiilin cezalandırılma nedeni bireyin vücut dokunulmazlığının ihlali değil, namusunun zedelendiğine dair inançtı.
Yeni Türk Ceza Kanunu ırz kavramı yerine “Kişinin
vücut dokunulmazlığının ihlali” kavramı getirerek,
cinsel şiddet suçlarını namus meselesi olmaktan
çıkarıp, bireyin vücuduna iradesi dışında yöneltilen
saldırıyı yaptırım kıstası olarak ortaya koymuştur.
Önceki kanun ırz gibi belirsiz bir kavramı ortaya
koyduğu için, uygulamada pek çok tartışma ile
karşılaşılıyordu. Yine kadın hareketinin başarılı bir
kampanyası ile yürürlükten kaldırılan ve seks işçisi
kadınlara yöneltilen tecavüzü, seks işçisi kadınların
namusu olmayacağı bakış açısıyla 2/3 oranında az
cezalandıran eski Türk Ceza Kanunu’nun 438. maddesi de, aynı bakış açısının ve ırz kavramının bir
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
23
sonucuydu. Yeni
kanun ırz kavramını
ortadan kaldırarak,
bireyler arasında
hiçbir ayrım yapmaksızın,
yani
bireyin yaşam biçimini ve mağdurun
özelliklerini sorgulamaksızın, doğrudan failin fiilinin
kapsamına bakarak
cezalandırmak gibi
doğru bir yöntemi
seçti.
Bunun yanı sıra,
yeni kanun ile getirilen en çarpıcı
değişiklik, evlilik içi
tecavüzlerin de ceza
kapsamına alınması
oldu. Eski kanunda
böyle bir düzenleme mevcut değildi. Zira, eski kanunun sistematiğinde kadınlar aile ve toplumun namusunu temsil
ettiklerinden ve işlenen cinsel şiddet suçları da namusu zedeledikleri gerekçesiyle cezalandırıldıklarından, eşinin tecavüzüne uğramak namusa zarar
vermeyeceğinden, suç kapsamı dışında kalıyordu.
Kadını ailenin, toplumun ve eşin malı gibi gören bu
zihniyet, kadının rızası dışında da olsa eşi ile cinsel
ilişkiye girmek zorunda kalmasını doğal olarak
karşılıyordu. Yeni kanunun cinsel şiddet suçlarını aileye ve topluma değil bireye karşı işlenen bir suç
olarak düzenlemesi, evlilik içi tecavüzün de cezalandırılmasının önünü açtı.
Eski kanunun çarpıcı ayrımlarından biri de yine bu
noktada açığa çıkıyordu. Tecavüze uğrayan kişinin
bakire olup olmamasına göre cezanın niteliği
değişiyor, bakire olana tecavüz daha ağır biçimde
cezalandırılıyordu. Bu da, bekarete ve dolayısıyla namusa atfedilen önemin bir sonucuydu. Yeni kanun
bu kıstası da ortadan kaldırdı ve bakire olan veya olmayana cinsel saldırıyı aynı şekilde cezalandırma
yolunu seçti.
Yine eski kanunda bir fiilin cinsel saldırı suçunu
oluşturması için vücuda organ veya cisim sokulmuş
24
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
olması kıstas alınıyordu. Yeni kanuna göre ise, cinsel
saldırı suçunun gerçekleşmesi için vücuda organ
veya cisim sokulmuş olması gerekmiyor. Vücuda
organ veya cisim sokulmuş olması yalnızca cezayı
ağırlaştıran bir neden olarak ele alınmakta.
Ancak, meydana gelen bu olumlu değişiklikler
yeterli değil elbette. Öncelikle, kanun değişikliğine
rağmen, kadınların toplumun ve ailenin malı ve namusu olduklarına dair algı kırılmadığı için, uygulamada en çok karşılaşılan sorunun, cinsel saldırıya
uğrayanların toplum ve aile tarafından cezalandırılma ve dışlanma, ön yargı ile karşılaşma korkusuyla şikayetçi olamadıklarını gözlemliyoruz.
Bunun yanı sıra, cinsel saldırı suçlarının ispatı için,
dünyada da Türkiye’de yaygın olarak bedensel ve
jinekolojik muayene esas alınıyor. Özellikle jinekolojik verilerin 24 saat ile bir hafta arasındaki süreçte
tespiti yapılmadı ise, verilere ulaşmak mümkün olmuyor. Cinsel saldırıya uğrayanlar saldırının ardından genellikle ağır bir travma da yaşadıklarından,
verilerin zamanında tespit edilmesi her zaman
mümkün olmuyor. Bu nedenle bedensel ve jinekolojik muayeneyi esas alan bir ispat sistemi, çoğunlukla
faillerin cezalandırılmamasına hizmet ediyor.
Uygulamada yakın zamanlarda yer bulmaya
başlayan, bedensel ve jinekolojik verilerin bulunamaması halinde, cinsel saldırıya uğrayanın psikolojik
durumu üzerinden cinsel saldırıyı ortaya koyan
psikolojik rapora dayanarak cezalandırma ise henüz
yaygınlaşmamış durumda.
Oysa ki, zaten cinsel saldırıya uğrayarak bedensel
ve ruhsal hasar gören kişilerin, saldırının hemen akabinde bedensel muayene ile acıyı yeniden yaşamasını talep eden ve bunu da suçun ispatı yönünde
temel kıstas olarak alan bir hukuk sistemi, saldırıya
uğrayanın değil saldırganın menfaatlerini himaye
ediyor demektir.
2- Cinsel Taciz
Saldırının psikolojik rapor ile ispatlanması, TCK’nun 105. maddesinde düzenlenen Cinsel Taciz suçu
açısından da önemlidir. Kanunda hangi fiillerin taciz
suçunu oluşturacağı sayılmamakla beraber, suçun
oluşması için fiilin “cinsel amaçlı” olması kıstası getirilmesi, uygulamada pek çok zorlukla karşılaşılmasına neden olmaktadır. Zira, genellikle elle ve
sözle gerçekleştirilen taciz eylemlerinin cinsel amaçlı
olup olmadıklarının nasıl ortaya konacağı belirsizdir.
Ancak kanun suçun işlenmesi için fiilin cinsel amaçlı
olmasını yeterli görmüş, cinsel arzunun tatminini
suçun oluşması için gerekli görmemiştir.
Keza, genellikle taciz ve tecavüz gibi cinsel şiddet
suçları, başkaca kişilerin bulunmadığı yerlerde
gerçekleştiğinden, bu tip suçların tanığı olması
neredeyse imkansızdır. Vücuda organ veya cisim
sokulmadığı hallerde jinekolojik ve bedensel bulgu
edinilmesi de neredeyse imkansız olduğundan,
psikolojik rapor dışında bir ispat vasıtası bulunması
her olayda mümkün olmamaktadır. Bu nedenle
psikolojik raporlar esas alınarak verilecek cezalar
uygulamada daha da önem kazanmaktadır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin emsal nitelik arz eden
01.05.2007 tarih ve 1394/3114 sayılı kararında, cinsel
saldırı suçunun değerlendirilmesi için psikolojik
rapor alınması gerektiğine karar vermiştir.
çocuk arasındaki yaş farkının 5 yaştan fazla olması
halinde, çocuğun rızası dahi olsa, rızanın sakatlanmış olacağı varsayılarak, fiilin şikayet olmaksızın
kovuşturulması ve daha ağır cezalandırılması düzenlenmiştir.
Sonuç
Yeni Türk Ceza Kanunu pek çok olumlu değişikliği
beraberinde getirmesine rağmen, uygulamada
mahkemeler saldırıya uğrayanın davranışlarını
sorgulama ve yargılama yolunu seçerek, saldırıya
uğrayanın davranışları nedeniyle faillere haksız
tahrik indirimi uygulama ve eski kanunun kıstaslarına göre hareket etme eğilimi sergilemektedirler. Haksız tahrik nedeniyle sanıkların cezaları
indirilirken, mahkemelerin yeni yasanın ortadan
kaldırdığı ırz kavramından ve ataerkil bakış açısından
yeterince uzaklaşamadıkları görülmektedir1.
-------------------------------(1) http://www.tumgazeteler.com/?a=1584442
Yine, özellikle tanığı ve ispatı olması mümkün olmayan cinsel taciz suçlarında, Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin emsal nitelik arz eden 13.02.2008 tarih ve E:
2005/15337, K: 2008/840 sayılı kararında, cinsel
saldırı suçunun cezalandırılması için şikayetçinin
ifadesini esas almış ve “Sanığa iftira etmek için nedeni bulunmayan şikayetçinin samimi ve tutarlı
ifadesi doğrultusunda sanığın beraati yönündeki
yerel mahkeme kararının bozulmasına” karar vermiştir.
Kanundaki eksiklik ve belirsizliklerin bu tip emsal
teşkil edebilecek yargı kararları ile giderilmesine
ihtiyaç vardır.
3- Çocukların Cinsel İstismarı
Çocukların cinsel istismarı TCK’nun 103. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin incelenmesinde
cinsel saldırı suçu düzenlenirken gözetilen sistematiğin neredeyse aynı şekilde yansıdığı görülecektir.
4- Reşit Olmayanla Cinsel İlişki
Reşit olmayanla cinsel ilişki düzenleyen TCK’nun
104. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçun düzenlenmesinde ise 15 yaştan büyük çocuğun rıza göstermesi ve şikayetçi olmaması halinde fiilin
cezalandırılmayacağı öngörülmüş, cinsel ilişkide rıza
yaşı için 15 yaş kıstası getirilmiştir. Ancak, fail ile
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
25
Songül Morsümbül KESK Kadın Sekreteri Gülçin İsbert Eğitim Sen Merkez Kadın Sekreteri Elif
Akgül Ateş Eğitim Sen Eski Merkez Kadın Sekreteri Mine Çetinkaya Eğitim Sen İzmir 4 No’lu Şube Kadın
Sekreteri Şermin Güneş Eğitim Sen İzmir 4 No’lu Şube Üyesi Sakine Esen Eğitim Sen İzmir 1 No’lu
Şube Üyesi Yüksel Özmen SES İzmir Şube Hukuk Sekreteri Meryem Çağ BES İzmir Şube İşyeri Temsilcisi Süheda Demir Eğitim Sen İzmir Şube Üyesi Yüksel Mutlu KESK Eski Üyesi, Türkiye Barış Meclisi
Üyesi Olcay Kanlıbaş SES Eski MYK Üyesi Seher Tümer SES Ankara Şube Hukuk, TİS ve Kadın
Sekreteri Selma Aslan Tüm Bel Sen Van Şube Üyesi
Onlar Suçluydu,
Hem De Çok Suçlu (!)
Deniz Beydilli
Merkez Kadın Komisyonu Üyesi
Songül Morsumbul, Gülçin İsbert, Elif Akgül Ateş,
Süeda Demir, Mine Çetinkaya, Sakine Esen Yılmaz,
Yüksel Özmen, Şermin Güneş, Meryem Çağ, Yüksel
Mutlu. 28 Mayıs 2009 günü sabaha karşı kimisi
KESK, Eğitim Sen Genel Merkezi adına katıldıkları bir
toplantıdan dönerken yoldan, kimisi de evinden
gözaltına alındılar ve tutuklandılar.
Evlerdeki özel eşyalar, kitaplar, bilgisayarlar
saatlerce incelendi. Özellikle de bilgisayarlar, kitaplar, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz KESK eski Genel
Sekreteri Sevil Erol’un fotoğrafları bile “suç unsuru”
sayılarak alıkonuldu. Öğretmen olanlar jandarma ve
26
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
polis tarafından bir de okullarına götürülerek, buradaki dolapları arandı.
Peki neden okullarına götürüldü bu öğretmenler?
Evleri ve üstlerinin didik didik aranması yetmemiş
olan öğretmenler okullarına götürülerek, Eğitim Sen,
dolayısıyla KESK üyelerinde ve diğer eğitimcilerde
soru işaretleri yaratmak, “örgütlenirseniz, sesinizi
çıkarırsanız, haklarınızı istemeye kalkarsanız siz de
bunları yaşarsınız” mesajı verilerek korkutulmak ve
sindirilmek istenmiştir.
Aynı saatlerde Ankara’nın göbeğinde KESK Genel
Merkezi jandarma ve polis
tarafından basılmıştır. Aramalar jandarma tarafından
yapılmış, polis ise aramayı izlemekle yetinmiştir.
KESK Kadın Sekreteri Songül Morsumbul’ün bilgisayarı, CD’leri, kadın çalışmalarına ilişkin belgeler,
örgüt içi yazışmalar, Başbakanlık, Çalışma Bakanlığı,
konfederasyonumuzun üyesi olduğu uluslar arası
konfederasyonlarla yaptığı ve çoğu kadın hakları,
kreş, doğum izniyle ilgili yazışmalara “suç unsuruymuş gibi” jandarma tarafından el konmuştur.
Hem KESK Genel Merkezi, hem de gözaltına alınan kadınların evleri şehir merkezlerinde yetkisiz
olan jandarma tarafından basılarak aranmıştır.
Peki neden? Kimdi bu kadınlar?
Bu kadın arkadaşların hemen tümü devlet memuruydu. Yani adresleri belli olan, kimisi 20 yılı aşkın
hizmetini geride bırakmış insanlardı. Aylarca bulunamayan(!), bir çok cinayetin faili olan kimi kişilerin tersine, istendiği her zaman onlara ulaşmak
mümkündü. Ortada bir suç varsa; delilleri karartmaları, kaçmaları da olanaksızdı. Çünkü hepsi
yaşamını emeğiyle, alın teriyle kazanmak zorunda
olan öğretmen, sağlıkçı, belediye çalışanı vb. idi.
Çoğu da sendikalarının yöneticileri idi. Yani onlar
emekçilerin insanca yaşam mücadelesinin en
önünde yer alan kadın emekçilerdi.
Kadınların işyerlerinde pantolon giyme hakkının
kazanılmasında onlar vardı. Doğum izinlerinin arttırılmasında, süt izinlerinin uzatılmasında ve uygulanır duruma gelmesinde onlar vardı. Kadının
cinsiyetinden dolayı ezilmesini, yok sayılmasını
açığa çıkarıp eğitim materyallerinin “cinsiyet ayrımcılığı” yönünden gözden geçirilmesinin ve MEB’in
hizmet içi eğitimlerinde “toplumsal cinsiyet”
konusunun yer almasının sağlanmasında onlar vardı.
En az 50 çalışanın olduğu her işyerinde kreş olmasını
savunup, bunun mücadelesinin örgütlenmesinde
onlar vardı. Toplumun yarısını oluşturan kadınların
“kadın olarak” ezilmişliğini “ezen cins de özgür olamaz” şiarıyla bütün ezme-ezilme ilişkilerine karşı
çıkarak
mücadele
edenlerin
en
önünde/içinde/yanında yine onlar vardı.
Bu anlayış onları, evde-işyerinde-sendikadatoplumun tüm alanlarında “insan olma” mücadelesinin kısacası neferi, önderi haline getirmişti.
gözaltına alınıp tutuklanan, yüzlerce yıl cezaya çarptırılan, televizyon kameraları karşısında kolu onu korumakla görevli polisler tarafından kıvrılarak kırılan,
başı coplarla-tekmelerle ezilen çocukların, töre adı
altında katledilen kadınların, eğitim materyalleri
yoluyla aşağılanan kadınların, Kürtlerin vb. sendikalı
oldu diye işlerinden atılan kadınların, işyerinde
müdürlerin şiddetine maruz kalan kadın öğretmenin,
kadın emekçinin, hastane kapılarından parası yok
diye geri çevrilen yoksulların………..çığlıklarına kayıtsız kalmadılar, ses verdiler, yanlarında oldular.
İşte bu yüzden Songül, Gülçin, Elif, Süeda, Mine,
Sakine Esen, Yüksel Özmen, Meryem, Yüksel Mutlu,
Şermin, Selma, Olcay “suç” işlediler. Hem de yüzyıllardır suskunluklarına alışılmış bir cins olarak seslerini çıkardılar, bununla da yetinmediler seslerini
yükselttiler. Susturulmaları gerekiyordu. Diğer kadın
emekçilere örnek olmalarının önlenmesi gerekiyordu. Çünkü toplumda haksızlıklara ses çıkarmayan
insan sayısı ne kadar çok olursa; bu yağma-talanbaskı-şiddet-ezme o kadar uzun süre devam ettirilebilirdi.
Haydi kadınlar! Kadın emekçiler!
Onlara yalnız olmadıklarını göstermek için; 19-20 Kasım 2009
günlerinde İzmir’de
arkadaşlarımızın duruşmalarında
olalım. Bilelim ki haksızlığa bugün
ses çıkarmazsak yarın çok geç
olabilir. Bilelim ki ezme-ezilmenin
olduğu bir toplumda hiç birimiz
özgür değiliz.
Onlar bütün ezme-ezilme ilişkilerine karşı
çıkarken; bir insan, bir kadın, bir Kürt emekçisi ya da
yok sayılmış bir halkın mücadelesine duyarlı olan bir
Türk emekçisi olarak; avucunda taş izi aranarak
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
27
Eğitim Sen’de Kadın Mücadelesi
Devam Ediyor!
Merkez Kadın Komisyonu
Kurulduğumuz günden beri şubelerde ve genel
merkezde kadın komisyonlarımızı oluşturan ve aktif çalışan yüzlerce EĞİTİM SEN’li kadın hep birlikte, sendika içerisinde ve
toplumda kadın bakış açısını yerleştirmeye çalıştı. Tüm
baskılara karşı hem toplumda hem de sendikada mücadele ettik
ve ediyoruz.
Son dönemde tutuklamalarla birlikte EĞİTİM SEN’de
kadın mücadelesi bu kolektif emek süreciyle kesintiye uğramadan sürmektedir. Elbette ki kadın sekreterlerimizin yoklukları büyük bir boşluk yaratmaktadır. Ama diğer
taraftan örgütsel anlamda yapılması gerekenler de
yapılmaktadır. Genel Merkezden hiçbir yazı gitmese
bile bugün artık 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü için şubelerimiz etkinlikler düzenleyebiliyor; 8 Mart’larda platformlarla birlikte mitingler
organize ediyoruz. Toplumda ve yerellerde gelişen,
kadınlara yönelik her türlü olumsuz gelişmelere tepki
gösteriyoruz (Üzmez davasında görüldüğü gibi).
Çünkü biz EĞİTİM SEN’li kadınlar tüzüklerde, yönetmeliklerde bugüne kadar geliştirdiğimiz eylem ve
etkinlikleri sendikanın politikası haline getirdik.
Pantolon giyme hakkının elde edilmesinde, doğum
izinlerinin uzatılmasında, emzirme izinlerinin arttırılmasında, çocuklarının sağlık karnelerinin kadınların da üzerinde olmasında, Milli Eğitim Bakanlığının hizmet içi
kurslarına “Toplumsal Cinsiyet Eğitimi” programının eklenmesinde, ders kitaplarındaki cinsiyetçi ifadelerin biraz olsa da
çıkarılmasında aktif kadın örgütlenmemiz sayesinde sendikamız
önder olmuş ve bu konuda politikalar geliştirmiştir.
Sendika içinde de 25 Kasım ve 8 Mart’larda düzenli yayın çıkarılması, yayınlarımız içinde kadın sayfalarının olması, toplumsal cinsiyet eğitimleri, kadın eğitimcilerin eğitimleri, cinsiyetçi dilin
kullanılmaması vb. çalışmalar yapılmıştır.
Yaşanan son süreçte de;
Kreş anketi
Ders kitaplarındaki cinsiyetçi ifadelerin ortaya çıkarılması
Kadın eğitimcilerin eğitimi,
Toplumsal cinsiyet eğitimi
Kadın sekreterleri toplantısı kolektif emekle gerçekleştirilmiştir.
Herkes bilmelidir ki Kadın sekreterlerimizi, aktif kadınlarımızı, tutuklu yargılamak için geçerli hiçbir neden yokken
hapislerde yatıranlar, sendikalarımızda kadın mücadelesini bitireceklerini, gerileteceklerini ya da bizi alanlarımıza
hapsedip, yalnızca orada sendikacılık ve kadın mücadelesi yaptırabileceklerini zannediyorlarsa aldanıyorlar. Biz sendikalı
kadınlar dört (iş,ev,çocuk,sendika) vardiyamız olsa da, hapsedildiğimiz alanlardan çıkmaya zaman bulacağız ve öncelikli
olarak tutuklu arkadaşlarımızın bir an önce serbest bırakılmaları için, sonrasında da kadınlara ataerkil yapının getirdiği
tutuklulukları aşmak için mücadele edeceğiz.
Bu yüzden başta kadınlar olmaz üzere tüm eğitim emekçilerini sendikamıza üye olmaya, sendikalı olan kadınları da
kadın komisyonlarında aktif çalışmaya çağırıyoruz.
Haydi kadınlar, sendikaya.
Şimdi birlikte olma zamanıdır.
Şimdi şiddete, baskıya, haksızlıklara karşı çıkma zamanıdır.
28
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
Eğitim Sen Cinsel Taciz
Konusunda Ne Yapmalı(?)
Nurşen Yıldırım
KESK Denetleme Kurulu Üyesi
Toplumumuzda cinsel şiddet ve tecavüz yıllarca
konuşmadığımız/konuşamadığımız, üçüncü sayfa
haberlerinde işlenen bir konu oldu. Artık üçüncü sayfayı da aştı, ana sayfalara yerleşti ve güncelliğini de
hiç yitirmedi. Kimse görmemezlikten gelemez duruma geldi.
Eğitim çalışanları olarak bizler, toplumun her kesiminde özellikle de kadınlara ve çocuklara yönelik
olarak artan taciz ve tecavüzün eğitim kurumlarında
da yaşandığını gözlemliyoruz. Basına ve kamuoyuna
yansıyan çocuk istismarı ve tacizinin de buzdağının
görünen yüzü olduğunu biliyoruz. Ensestin gün
geçtikçe daha duyulur olduğuna da tanık oluyoruz.
Çocuklar çaresizce bizlere geldiklerinde ne yapacağımızı bilemeyenler de bizleriz.
Eğitim kurumlarında çocuklara yönelik yaşanan
her türlü olumsuzluğun muhatabının Milli Eğitim
Bakanlığı olduğundan hareketle sendika olarak,
bakanlığı artık bu olayları “münferit” olarak değerlendirmekten vazgeçmeye, ciddi tedbirler almaya
çağırıyoruz.
Öncelikli olarak Milli Eğitim Bakanlığının kurumlarından olan İlköğretim, Orta
Ortaöğretim Genel Müdürlüklerinin ve Yüksek
Disiplin’in ellerinde taciz ve tecavüzle ilgili kaç dava
olduğunu; kaç il, ilçe, şube müdürü, müfettiş ve
öğretmenin hangi cezaları aldıklarını; cezalar sonunda öğretmenlikten çıkarılan ve kurumdan atılan
kaç kişi olduğunu açıklamasını talep ediyoruz.
Sonuçlar ne olursa olsun, daha büyümeden önlen-
mesi Bakanlığın ciddi tedbirler alması kadın çalışanlar, çocuklarımız ve yarınlarımız açısından önemlidir.
Çocuk istismarının önüne geçilmesi konusunda en
büyük işlevlerden biri de eğitim sendikalarına
düşmektedir. Bugün ülkemizde ücret sendikacılığı
yapmayan, eğitimle ilgili tüm konularla ilgilenen,
toplumun sorunlarına da eğilen tek sendikal
örgütlenme EĞİTİM SEN’dir. O yüzden sendikamız
EĞİTİM SEN’in rolü önemlidir. Sendikamızın birkaç
işlevi vardır. En önemlisi MEB’e bu konuda baskı
yapmak, MEB’in hizmet içi eğitimlerine cinsel taciz
ve tecavüzle ilgili dersler koydurmak, özellikle rehber öğretmenlerinin hepsini bu konuda eğitilmesini
sağlamaktır. Bir diğer işlevi ise sendikamızın kendi
içine dönük olarak yapacağı çalışmalardır. Üyelerin
duyarlılığını artırıp, farkındalık yaratmak, eğitimlerle
desteklemek, çıkan yayınlarda bu konuya yer vermek
önemlidir. Üyelerinin başına buna benzer bir olay
geldiğinde, başvuru mekanizmalarını oluşturmak,
psikoloji ve hukuksal destek sunmak, disiplin kurulunun mutlaka yarısının kadınlardan oluşmasını
sağlamak ve bu konuyla ilgili kadınların önerileri
doğrultusunda Disiplin Kurulu Yönetmeliği hazırlamak.
Farkındalığımız gelişmediyse eğer, çevremizde
yaşanan birçok olayı göremeyebiliyoruz. Aslında
düşünmeye başlarsak, görmediğimiz birçok şeyi de
görmeye başlarız.
Yeter ki duyarlı olalım. Yeter ki görelim ve gördüklerimizi değiştirelim.
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
29
Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu Toplandı
• MEB’in hizmet içi eğitim programlarında toplumsal cinsiyet, cinsellik, cinsel şiddet konularının yer
alması
• Rehber öğretmenlere sonra sınıf öğretmenleri ve
branş öğretmenlerine bu konuda eğitim verilmesi
• MEB’e bağlı halk eğitim merkezlerinde bu konuda
eğitim verilmesi
• Adli Tıp Enstitüsü’nün hizmet içi eğitim çalışmalarına bu konuların yoğun olarak dahil edilmesi
• Hastane çalışanlarının bu konuda eğitilmesi
Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu, cinsel şiddetle
özel olarak mücadele etmeye yoğunlaşan, cinsel şiddet konusunda kamuoyunda farkındalık yaratmaya
uğraşan, farkındalık yaratma sırasında, cinsel şiddetin kadınların değil erkeklerin sorunu olduğu, cinsel şiddetin kadınların utancı olmadığı, tecavüzün
cinsellik değil kadına yönelik bir baskı ve denetleme
aracı, şiddet ve saldırı olduğu, tecavüzün ve tacizin
hiçbir haklı gerekçesi olamayacağı, hiçbir kadının
hiçbir nedenle taciz ve tecavüzü hak etmediğinin altını çizmek için kurulan ve bu konuda çalışmalar
yapan bir platformdur.
Cinsel şiddetle daha etkin mücadele edilmesini
sağlamak amacıyla, ilk etapta kamuoyunun da
desteğini alarak, Cinsel Şiddetle Mücadele Başkanlığı ve Cinsel Şiddetle Mücadele Kriz Merkezleri(1)
kurulması konusunda kanun önerisinin yasalaşmasına çalışmak hedeflerini benimseyen platform 1112 Temmuz 2009 tarihlerinde İstanbul’da
konfederasyonumuzun da katılımcı olduğu bir atölye
çalışması gerçekleştirdi.
Bu çalışma sonrası Kriz Merkezlerinin oluşturulması,
uzmanlaşmış sığınakların merkezlerle birlikte çalışması, Adli Tıp Kurumu’nun yapısının incelenmesi
dışında özellikle bizim işkolumuzu ve alanımızı ilgilendiren sonuçlar aşağıdadır:
• İlgili kamu çalışanlarına (öğretmen, doktor,
hemşire, adli tıp çalışanı…) cinsel şiddete ilişkin
eğitim verilmesi
• Milli Eğitim Bakanlığı’nın cinsel eğitim dersi koyması
30
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
• Sağlık Bakanlığı’nın kadın ve çocuk hastanelerinde başlatılmak üzere her ilde cinsel saldırı
destek merkezleri açması
• Sağlık Meslek Yüksekokullarında cinsellik ve cinsel şiddetin zorunlu ders olarak verilmesi
• YÖK’ün tıp fakülteleri, hukuk fakülteleri, sosyal
hizmetler, psikoloji, PDR, sosyoloji gibi bölümlerde
zorunlu ders kapsamına alması
• Sendikaların cinsel şiddetle mücadeleye ilişkin
önlemlere tüzüklerinde ve çalışma programlarında
yer vermesi
• Sendikaların ve meslek örgütlerinin bu konuda
eğitimler düzenlemesi
• Sendika ve meslek örgütlerinin konuya ilişkin
yayınlar çıkarması (dergi, afiş, broşür), çıkarılan
diğer yayınlarında bu konunun işlenmesi
Not(1) Cinsel Şiddetle Mücadele Kriz Merkezleri,
uluslar arası literatürde Tecavüz Kriz Merkezleri
olarak geçmekte ve Avrupa, Amerika ve Uzak
Doğu’da uygulanmaktadır. Bu merkezlerin amacı;
cinsel saldırıya uğrayan kadının her türlü tedavi ve
şikayet sürecinin, konunun uzmanı ve cinsel şiddet
konusunda farkındalık eğitimi almış sağlık, psikoloji
ve hukuk çalışanları aracılığı ile tek bir merkezde
sonuçlanması, böylece cinsel saldırıya uğrayan
kadının durumunu ispat ederek şikayetçi olması için
gerekli muayene ve şikayet sürecinde, yaşadığı travmanın ardından oradan oraya sürüklenerek ve kendisine önyargı ile yaklaşacak görevlilerle muhatap
olarak değil, kadının travmasını en aşağı düzeye
çekecek şekilde sonuçlanmasının sağlanmasıdır.
Kadın Eğitimciler Toplandı
Sendikamızın merkezi düzeyde ve şubelerde yürüttüğü eğitim faaliyetleri içinde toplumsal cinsiyet
eğitimi vermek üzere daha önce uzun bir eğitim
sürecinden geçen kadın eğitimcilerimiz, 14 Eylül
2009 tarihli Genel Merkez Eğitimciler Toplantısından
bir gün önce bir araya gelerek 13 Eylül günü bir günlük atölye çalışması yaptılar. ODTÜ’den Prof. Dr.
Yıldız Ecevit’tin ve AÜ Eğitim Bilimleri Fakültesinden
Dr. Fevziye Sayılan’ın da birer sunum yaptığı atölye
çalışmasında, kadın eğitimciler, geçen dönem
yapılan toplumsal cinsiyet eğitimlerini değerlendirdiler ve bu dönem yürütülmeye başlayan temsilciler eğitimi için eğitim çerçevesi belirlediler. Genel
Merkez tarafından önce kadro adaylarına, ardından
şube yöneticilerine verilen eğitim programı bu yıl da
temsilcilere yönelik olarak başlatılmış bulunmaktadır. Önceki iki devrede olduğu gibi temsilcilere
yönelik eğitim çalışmasında da konulardan birisini
toplumsal cinsiyet oluşturacak.
Hasta Tutuklu Kadınlar Serbest Bırakılsın
Güler Zere, Elif Akgül Ateş, Süheda Demir, Aynur
Epli…
Hükmedilen sürede özgürlükten yoksun bırakılmaktan ibaret olan bir cezayı, kötü muamelede bulunup, elem ve acının artırılması yönünde çoğaltmak
insanlık dışı ve hukuka aykırı bir durumdur. Bu, tutukluya fiziki bir zarar verme ya da işkenceyle olmaz
sadece; bir tutukluyu göz göre göre tedavi imkânlarından mahrum bırakmak, hastalananlara kayıtsız
ve yetersiz davranmak en büyük şiddettir. Belli ki
bütün bu umursamazlıklar Güler Zere'yi sağlık
tablosu açısından geri dönülemez noktaya getirmiş.
(...)Gün geçtikçe Güler'in durumu ağırlaşıyor ve Adli
Tıptan hala bir sonuç çıkmadı. Güler için yapılan
eylemlere bir çok yerden açlık grevleri ile destek veriliyor. Her hafta yapılan basın açıklamaları devam
ediyor.
bulunuyor. Aldığımız mektuplardan durumlarının hiç
de iyi olmadığını ilaçlarını düzenli alamadıklarını
öğreniyoruz. Ve soruyoruz; NEDEN Güler, Elif,
Süheda, Aynur gibi yüzlercesi hala cezaevindeler?
Güler Zere ile benzer durumdaki hapishane
koşullarında tedavisi mümkün olmayan tüm hasta
tutsaklar derhal serbest bırakılmalıdır.
* Dergimiz basıldığı sırada Güler Zere serbest
bırakıldı. Ama hasta tutuklular sorunu halen yakıcı
bir şekilde devam ediyor.
Somut, hukuki bir neden ortada yokken
demokrasi, barış, özgürlük, eşitlik mücadelesi
verdikleri için içerde olan KESK”li tutuklulardan Elif
Akgül Ateş ve Süheda Demir” in ciddi sağlık sorunları
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
31
Toplumsal Cinsiyeti Kurgulama Aracı Olarak Şiddet:
“Şiddetin Normalleştirilme Süreci”
Eva LUNDGREN
Çeviren: Berna Ekal
Rengahenk Sanatevi, İstanbul, 2009
Remzi Altunpolat
Ankara 5 No’lu Şube Kadın Sekreteri
“Kadına yönelik şiddet” konusundaki araştırmaların
tarihi yeni sayılabilir. 1960’ların sonunda ortaya
çıkan “ikinci dalga feminizm”, kadına yönelik şiddetin sorunsallaştırmasını sağlamıştır. Türkiye’de ise
bu konuda yapılmış araştırma sayısı bir hayli azdır.1
1970’lerden itibaren Batı’da yapılan kadına yönelik
şiddet araştırmaları, birbiriyle eş zamanlı olarak
gelişen ve yürütülen tartışmalarla birbirini etkileyen
iki farklı paradigmadan hareket etmiştir: “Aile içi şiddet paradigması” ve “ erkek şiddetini temel alan
feminist paradigma”. Bu iki paradigma arasında
önemli farklar ve çatışmalar olsa da, “güvenli, sıcak,
sevgi ve huzur dolu aile”nin aslında şiddetin en
yoğun yaşandığı toplumsal kurumlardan biri olduğu
vurgusunda birleşiyorlar. Sonuçta, 1970'lerdeki ilk
“aile içi şiddet” araştırmalarından bu yana, bir yandan kadınlar/kadınlık ve erkekler / erkeklik arasındaki iktidar ilişkisini tanımlayan ataerkiye /
patriarkaya vurgu yapan feminist tahlilin bu konunun
merkezine taşınırken, diğer yandan aile içi şiddet
paradigmasının feminist tahlilin alanını genişlettiğini
söylemek mümkündür.2
Bugün artık kadına yönelik şiddet, “çok ender
karşılaşılan” ve ağırlıklı olarak “psikolojik sorunlarla” ilişkilendirilen bir olgu olarak ele alınmıyor.
Aksine kadına yönelik şiddet denildiğinde, kadınların
toplumsal olarak belirlenmiş/kodlanmış kadınlık rol-
32
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
lerinden kaynaklı yaşadıkları şiddet kastediliyor. Bu
bağlamda Rengahenk Sanatevi tarafından Türkçe’ye
kazandırılan Uppsala Üniversitesi (İsveç) Sosyoloji
profesörlerinden Eva Lundgren’in “Şiddetin Normalleştirilmesi Süreci” adlı yapıtında, kadına yönelik
şiddet anormal erkeklerin patolojik birer davranışı
olarak değil, sistematik biçimde üretilen ve buna
maruz kalan kadınların kabullenmek için
içselleştirme stratejileri geliştirdikleri bir süreç
olarak tariflenmektedir. Lundgren, ilk kez 1984
yılında Norveç’te iken iki grup kadınla (22 kadın)
yaptığı mülakatlar çerçevesinde “normalleştirme
süreci” kavramını kullanmıştır. Daha sonra dört grup
kadın (40 kadın), onların eşleri ya da eski eşleri ve
çocukları ile yaptığı görüşmeler sonucunda “şiddetin
normalleştirilmesi süreci”ni teorik bir model olarak
ortaya koymuştur3. Buna göre “şiddetin normalleştirilme süreci” şu şekilde işlemektedir:
- Şiddet gündelik hayatta kadınlar tarafından doğal
ve sıradan bir şey olarak yaşanmakta: Normalleştirilme.
- Kadınlar, yavaş yavaş şiddete ve kadın imgesine
dair erkeklerin bakış açısını benimsemekte:
İçselleştirme.
- Erkeklere bu süreçte şiddeti “mazur” gösterebilecek açıklamalar üretmekte, ancak işlevleri zaman
içinde değişime uğramakta: Dışsallaştırma.4
Lundgren, şiddet ile normlar arasındaki ilişkiyi ele alarak, kadına yönelik şiddetin
toplumsal olarak kabul gören kadınlık ve
erkeklik normları üzerinden kavranılması
gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla toplumsal
olarak
cinsiyetlendirilmiş
roller
bağlamında şiddet kullanan erkekler
aslında anormal davranmamakta, bilakis
erkekliğin/erkek olmanın gereğini(!) yerine
getirmekte; bir başka deyişle normal
davranmış olmaktadırlar. Dahası bir süre
sonra erkeğin gerçekliği kadının gerçekliği
haline dönüşmekte, kadınlar şiddeti gündelik hayatlarının olağan/sıradan bir
parçası olarak görmeye başlamaktadırlar.
Bu anlamda Lundgren’in kitabı kadına
yönelik şiddete, bunu bireysel/psikolojik
bir mesele olarak ele alan ayrım ve sapkınlık söyleminin temsil ettiği noktanın ötesinde kadınlar ve
erkekler arasındaki yapısal-eşitsiz güç ilişkileriyle
bağlantılı bir çıkış noktasından hareketle bakılması
gerektiğinin altını çiziyor.
----1 Son zamanlarda yapılan bazı önemli çalışmaları zikretmek
gerekirse: Kadına Yönelik Şiddet, Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi Yayınları, İstanbul, 2005; Ayşegül ALTINAY – Yeşim ARAT,
Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul, 2007; Şiddete Karşı
Anlatılar, Mor Çatı Sığınma Evi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009;
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, T.C. Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009.
2 ALTINAY-ARAT, a.g.e., s. 50, 54.
3 Eva LUNDGREN, Şiddetin Normalleştirilme Süreci, çev: Berna
Ekal, Rengahenk Sanatevi, İstanbul, 2009, s. 27-28.
4 LUNDGREN, a.g.e, s. 11.
EĞİTİM SEN KADIN DERGİSİ
33
EY İNSANLIK NEREDESİN?
SES VER!
28 Eylül 2009 günü Diyarbakır-Lice ilçesi Şenlik köyünde koyunlarını
otlatmaya giden Ceylan Önkol üç karakolun ortasındaki köyünün yakınında
onu korumakla görevli devlet güçleri tarafından ne olduğu henüz tam olarak
açıklanmayan bir silahla öldürüldü. 12 yaşındaki Ceylan'ın parçaları 20 metre
uzaktaki ağaç dalları üzerine bile sıçradı. Karakoldaki yetkililer ve savcı
güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle olay yerine gelmedi. Olayı anlatan
köylülere jandarma karakolunda fotoğraf makinesi ve kamera verilerek olay
yerini görüntülemeleri ve cenazeyi karakola getirmeleri söylendi.
Ceylan'ın amcası Baykal ve Bahçeli'ye seslenerek "Bizim Ceylan'ımız ölmüş,
başka Ceylanlar ölmesin" dedi. Annesi Saliha Önköl "kızımın parçalarını
eteğimle taşıdım" diye feryat ediyor.
Resmi yetkililer ve siyasi temsilciler, Ceylan’ın katledilmesi olayını açığa
çıkarmak için gerekli özeni göstermedi. Olayın ertesi günü de Diyarbakır
Barosu,Tabipler Odası, İHD ve Mazlum-Der inceleme yaptı. İzlenimlerin
dönüştürüldüğü rapora göre, inceleme yaptıkları gün Ceylan'ın iç organları
ve elbiseleri, yanmış şekilde 150 metrekarelik alana yayılmıştı. Diyarbakır
İHD Şube Başkanı ve Avukat Serdar Çelebi'ye göre, mayın olsaydı, yerde
çukur olur, Ceylan'ın ayakları parçalanırdı. Bir çukur oluşmadığı gibi, ayaklarında şarapnel parçaları yoktu. Ceylan bir patlayıcıyla oynamış olsaydı, elleri ve yüzü parçalanırdı. Ki, böyle bir tesir de bulunmuyordu. Çelebi, uzaktan
ateş edildiği kuşkusu üzerinde duruyor. Kanıtların toplanmamış olmasına
değinen Çelebi, soruşturmadan da endişeli. 'Kanıtlar' arasında olması gerekip
toplanmayan o elbise parçalarından biri de, anne Saliha'nın göğsünde sakladığı iç çamaşırı. Anası Saliha, "Kızımın suçu neydi? "Niye bize sahiplenen
olmadı? Niye bizim acımızı kimse paylaşmadı. Biz ikinci sınıf vatandaş
mıyız?" diye soruyor.Rıfat ve anası, kırık bir Türkçe ile figan ederken, çocuklar damlara üşüşüyor. Mevcudu 23'e düşen köy okulunun geri kalanı, onlar.
Öğretmen ve Ceylan'ın amcasının oğlu Vahap Önkol, şimdi onları düşünüyor:
"Çocukların psikolojisi bozuldu. Geçen bir öğrencim diyor ki, 'Ceylan gibi
dağda kalmak istemiyorum."
Açılımı asıl buradan başlatın
Aralarında Lale Mansur, Zeynep Tanbay, Yasemin Göksu, Yıldız Önensu ve
İlkay Akkaya’nın da bulunduğu bir grup aydın ve sanatçı, Ceylan’ın mezarını
ziyaret etti. Ceylan’ın annesinden koparılışını gözyaşlarıyla dinleyen
sanatçılar, açılımın asıl buradan başlatılması gerektiğini belirterek, “Benim
Ceylan’ım öldü, başka Ceylanlar ölmesin” diyen annenin sözlerine herkesin
kulak vermesini istediler. Sanatçı Lale Mansur, “Fail veya failler bulunmazsa
daha çok Ceylanlar ölecek” dedi.
Sanatçılar Ceylan Önkol'un Mezarını Ziyaret Etti
Lice'de patlayan bomba sonucu hayatını kaybeden Ceylan'ın ailesini ziyaret
eden Mansur, Tanbay, Göksu ve Akkaya'nın da bulunduğu sanatçılar konuyla
ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladılar. Olayın faillerinin ortaya
çıkarılmasını istediler.
Aydınlardan suç duyurusu
Lice Savcısı hakkında suç duyurusu
Aralarında İlkay Akkaya, Lale Mansur, Yusuf Çetin, Eren Keskin, Zeynep
Tanbay ve Cengiz Algan gibi isimlerin de bulunduğu çok sayıda aydın ve
sanatçı, Lice Cumhuriyet Başsavcısı, patlamanın yaşandığı yerde bulunan
karakol yetkilileri ve diğer sorumlular hakkında Sultanahmet Adliyesi'nde
suç duyurusunda bulundu.

Benzer belgeler

Cinsel şiddetin üçlü saç ayağı: Sessiz kalma, utanma, suçluluk

Cinsel şiddetin üçlü saç ayağı: Sessiz kalma, utanma, suçluluk Bu kültürel kalıp cinsel şiddete maruz kalan özellikle kadınlarda ortaya çıkan “sessiz kalma” davranışının belirleyicisidir. Sessiz kalmaya eşlik eden ve onu destekleyen diğer duygu ise utanmadır. ...

Detaylı