Field Anesthesia in Horses - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi

Transkript

Field Anesthesia in Horses - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi
XIII. ULUSAL VETERİNER CERRAHİ KONGRESİ
(ULUSLARARASI KATILIMLI)
3
2
K
K
BİLDİRİ KİTAPÇIĞI
KAFKAS
KAFKAS
MEDİKAL
MEDİKAL
27
Haziran - 01 Temmuz 2012 (27 June
- 01 July 2012)
CE-MAR SARIKAMIŞ TOPRAK HOTEL
Sarıkamış - KARS, TÜRKİYE
www.13vetkong.org
5
KONGRE ONURSAL BAŞKANLARI
Prof.Dr. Sami ÖZCAN
Kafkas Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Hidayet Metin ERDOĞAN
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı
KONGRE DÜZENLEME KURULU BAŞKANI
Prof.Dr. İsa ÖZAYDIN
KONGRE GENEL SEKRETERİ
Doç.Dr. Özgür AKSOY
DÜZENLEME KURULU ÜYELERİ
Doç.Dr. Vedat BARAN
Yrd.Doç.Dr. Sadık YAYLA
Arş.Gör. C. Şahin ERMUTLU
Doç.Dr. Etibar MEMMEDOV
Arş.Gör.Dr. Başak KURT
Dok. Öğr. Orhan Y. GÜNERHAN
KONGRE BİLİM KURULU BAŞKANI
Prof.Dr. Engin KILIÇ
KONGRE BİLİM KURULU
Prof.Dr. Fahrettin ALKAN Prof.Dr. Mustafa ARICAN
Prof.Dr. Sırrı AVKİ
Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ
Prof.Dr. Mete CİHAN
Prof.Dr. Ali Said DURMUŞ
Prof.Dr. Deniz Seyrek İNTAŞ
Prof.Dr. Alkan KAMİLOĞLU
Prof.Dr. Zafer OKUMUŞ
Prof.Dr. Kürşat ÖZER
Prof.Dr.Savaş ÖZTÜRK
Prof.Dr. Murat SARIERLER
Prof.Dr. Nuri YAVRU
Prof.Dr. Kemal ALTUNATMAZ
Prof.Dr. Gültekin ATALAN
Prof.Dr. Bahtiyar BAKIR
Prof.Dr. Halil Selçuk BİRİCİK
Prof.Dr. İbrahim DEMİRKAN
Prof.Dr. Ertuğrul ELMA
Prof.Dr. Celal İZCİ
Prof.Dr. Servet KILIÇ
Prof.Dr. Burhan ÖZBA
Prof.Dr. Serhat ÖZSOY
Prof.Dr. Emine ÜNSALDI
Prof.Dr. Nihat ŞINDAK
PANORAMA TURİZM
Dünya Sağlık Sokak Opera İş Merkezi
No: 41-43 D:36 Taksim / İstanbul
Tel : +90 212 293 31 51 Faks : +90 212 293 31 40
[email protected]
ÖNSÖZ
Değerli Katılımcılar,
Veteriner Cerrahi ailesinin en büyük mesleki ve bilimsel platformu olan ve
1986 yılından bu yana periyodik olarak düzenlenen Ulusal Veteriner Cerrahi
Kongreleri’nin bir yenisinde sizleri ağırlamanın mutluluğu ve onuru içerisindeyiz.
Şimdiye kadar düzenlenen tüm kongrelerimizi büyük bir başarıyla gerçekleştiren ve
bizlere ilham kaynağı olan hocalarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.
Yaşadığımız gurur ve sevincin yanı sıra, yakın zamanda aramızdan ayrılan çok değerli
merhum hocalarımız Prof. Dr. Nail KÜÇÜKER, Prof. Dr. Doğan ASLANBEY ve Prof. Dr.
Mehmet GÜRKAN’ı saygı ve şükranla ile anıyoruz.
Bu yıl geleneksel olarak verilen Veteriner Cerrahi Derneği Bilim Ödülleri’ne ek olarak
kongremize canı gönülden destek veren ve bu desteğini İsmail AYMTEMİZ ÖZEL
BİLİM ÖDÜLLERİ ile taçlandırarak genç bilim insanlarını teşvik eden Karslı İşadamı
Sayın İsmail AYTEMİZ’e teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bu yılki buluşmamızın, bilimsel program ve aktivitelerin yanı sıra sosyal etkinlikleri
ile de tüm meslektaşlarımız için heyecan verici, motivasyon sağlayıcı bir platform
olduğunu düşünmekteyiz. Ulusal düzeyde katılımla birlikte, yurt dışından gelen
çok değerli konuşmacılarımızla da kongremizi zenginleştirerek yeni bir bakış açısı
kazandırdığımızı düşünüyoruz. Bu toplantı çerçevesinde, Veteriner Cerrahi alanındaki
son teknolojik gelişmeler, ufkumuzu genişletecek yeni, farklı düşünce ve yaklaşımlar
ele alınmıştır. Aynı zamanda, Veteriner Hekimlik eğitimlerine devam eden ve yüksek
oranda katılım sağlayan öğrencilerimiz de birçok akademisyeni izleme imkânı
bularak kongremizden faydalandıklarına inanıyoruz.
Yoğun bilimsel program dışında kalan zamanlarda, meslektaşlarımızın kaynaştığı
ve yeni dostlukların kurulduğu bir ortamda, sayısız tarihi zenginliklere sahip Kars
ve yöresi ile yakın coğrafyamızdaki ülkelerden Gürcistan, Azerbaycan ve Nahçivan
Özerk Cumhuriyeti gezilerinin yoğun tempolu, yıpratıcı meslek yaşantımız içinde kısa
bir mola ve keyif verici bir atmosfer sağladığını umuyoruz.
Kongremize destek ve katkıları için tüm katılımcılarımıza, bu zorlu süreçte karşılaştığımız sorunların ve engellerin aşılmasında büyük desteklerini gördüğümüz ve bize
ekstra motivasyon sağlayarak çalışma azmimizi arttıran Üniversitemiz Rektörlüğü,
Veteriner Fakültesi Dekanlığı ve Sağlık, Kültür, Spor Daire Başkanlığı ile tüm
birimlerimize ve emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunar, esenlikler dileriz.
Kongre Düzenleme Kurulu
I
WORKSHOP PROGRAMI
Dr. Klaus ZAHN
Tierklinik Ismaning
Oskar-Messter-Straße 6
85737 München, GERMANY
Workshop Konusu
The New TightRope CCL for Repair of Cranial Cruciate Ligament Rupture in Dogs
Dr. Paulo STEAGALL, Veterinarian Anesthesiologist
Ontario Veterinary College
University of Guelph
Ontario, CANADA
Workshop Konusu
Field Anesthesia in Horses
Field Anesthesia in Cattle
Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Cerrahi Anabilim Dalı
Dışkapı - ANKARA
Workshop Konusu
Veteriner Ortopedide Sirküler Eksternal Fiksatörün Kullanımı
Prof.Dr. Deniz SEYREK İNTAŞ
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Görükle Kampüsü - BURSA
Doç.Dr. Nureddin ÇELİMLİ
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Cerrahi Anabilim Dalı
Görükle Kampüsü - BURSA
Workshop Konusu
Workshop Konusu
Digital RadyolojiDigital Radyoloji
II
İÇİNDEKİLER
ÇAĞRILI BİLDİRİLER
Abomasal Displacement in Cattle ................................................................................................ 3
Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At Sağlığında Kullanılan İmmun
Modulatörler ....................................................................................................................................... 18
Field Anesthesia in Cattle ............................................................................................................... 29
Field Anesthesia in Horses ............................................................................................................. 36
Complicated Shaft Fractures in Dogs and Cats ....................................................................... 43
SÖZLÜ BİLDİRİLER
Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi İle Tedavi Edilen Sola Abomasum
Deplasmanı Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif Replasman
Süresini Tahmin Etmek Olası mıdır? ............................................................................................ 47
İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı ............. 49
Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı ...... 51
Neonatal Buzağılarda Omfalitis: Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri ................................... 53
Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım ................................ 55
Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım ..................................... 57
Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri .......... 59
Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların Etkilerinin
Karşılaştırılması .................................................................................................................................. 61
Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve Histopatolojik
Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu .............................................................................................. 63
İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal Atrezyası (DAKA) ................................................ 65
Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları ................................................................ 67
Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik İyileşmesi
Üzerine Etkileri ................................................................................................................................... 69
Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması ....................................... 71
Seksenbeş Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslar Arası Dirsek Çalışma Grubu (Iewg)
Skorlama Sistemi İle Değerlendirilmesi ..................................................................................... 73
Altmışbeş Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topallıklarının Force Plate Kinetik
Yürüme Analizi İle Değerlendirilmesi ......................................................................................... 75
Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması .................... 77
III
Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi .................... 79
İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir mi?
(Deneysel Tavşan Modeli) ............................................................................................................... 81
İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı:
Klinik, Mikrobiyolojik Ve Sitolojik Bulgular ............................................................................... 83
Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta Deniz
Kaplumbağasında Özefagial Olta İğnesinin Çıkarılması ...................................................... 85
Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında
Lokal İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi .................................. 87
Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) ve Synovial Sıvı
Etkinliğinin Karşılaştırılması (Deneysel Tavşan Modeli) ....................................................... 89
Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi Ve Postoperatif İntraabdominal
Adezyonlar Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı
Olarak Araştırılması .......................................................................................................................... 91
Tavşanlarda Deneysel Intraabdominal Cerrahide, Bitkisel Kökenli Kanama
Durdurucunun (Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştırılması .................................... 93
Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin
Karşılaştırılması .................................................................................................................................. 95
Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve
Silikon Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi ........... 97
Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Hyaluronik
Asitin Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Yöntemlerle
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................. 99
Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik
Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması ...101
Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran İle İzofluranın
Kardiyovasküler ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması ..... 103
Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum Ve Mekanik Ventilasyonun
Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması ................................................................... 105
Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik
Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması ... 107
Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması ............ 109
Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme Osteotomisi-TPDO
İle Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi ............... 111
Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde UNILOCK® Sistemin Kullanımı
ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi ........................................................................................... 113
IV
Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü İntramedullar
Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı ....................................................................................... 115
XV. Yüzyılda Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi
Uygulamaları .................................................................................................................................... 117
Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı ............... 119
Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi .... 121
Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi .................. 123
Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerin Tanısındaki Değeri .... 125
Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola
Abomasum Deplasmanlarının Tedavisi için Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli
Bir Teknik ............................................................................................................................................ 127
Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi .............................................. 129
POSTER BİLDİRİLER
İkiyüzdokuz Yaban Kuşunda Cerrahi Lezyonlar: Retrospektif Çalışma (2006-2012) .... 133
Altı Aylık Bir Buzağıda Kesici Yabancı Cisim Yaralanmasına Bağlı Musculus Fleksor
Digitorum Superficialis ve Profundus Tendolarının Tam Rupturu ve Operatif
Sağaltımı ............................................................................................................................................ 135
Anglo-Arap Irkı Bir Atta Salya Taşı Olgusu .............................................................................. 137
Ankara İli Beypazarı ve Güdül Yöresinde Süt Sığırı İşletmelerinde Karşılaşılan Ayak
Hastalıklarının İnsidansı Üzerine Çalışmalar .......................................................................... 139
Bir Atta Ateşli Silah Yaralanması ve Sağaltımı ........................................................................ 141
Bir Atta Ateşli Silah Yaralanmasına Bağlı II. Falanks Kırığının Tanı ve Sağaltımı .......... 143
Bir Atta Özefagus Divertikulumu: Vaka Raporu .................................................................... 145
Bir Buzağıda Açık Enfekte Metatarsus Kırığının İlizarov Eksternal Fikzatörü İle
Sağaltımı ............................................................................................................................................ 147
Bir Buzağıda Dermatosparaxis Olgusu .................................................................................... 149
Bir Buzağıda Ektopik Akciğer Olgusu ....................................................................................... 151
Bir Buzağıda Komplike Taban Ülseri Olgusu ve Sağaltımı ................................................. 153
Bir Buzağıda Proksimal Tibia Kırığının Linear Eksternal Fikzatör İle Sağaltımı ........... 155
Bir Buzağıda Servikal Bölgede Rastlanan Heteretopik Akciğer Olgusu ....................... 157
Bir Cocker Spanial Irkı Köpekde Ekstrahepatik Tekli Portosistemik Şant Olgusu ...... 159
Bir İnekte Retikulumun Sağa Deplasmanı: Vaka Raporu ................................................... 161
V
Bir İnekte Servikal Bölgede Karşılaşılan Lipom Olgusu ...................................................... 163
Bir Kara Kaplumbağası’nda Görülen Travmatik Artritis Olgusunun Dimetil Sülfoksit
(DMSO) İle Sağaltımı ...................................................................................................................... 165
Bir Kedi ve Bir Köpek Yavrusunda Rektal Prolapsus İle İleossekokolik İnvaginasyon
Olgusu ................................................................................................................................................ 167
Bir Kedide Bilateral Konjenital Fleksural-Torsional Arka Ekstremite Deformitesinin
Mini-Vetfix Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Düzeltilmesi ................................................... 169
Bir Kedide Nefrolithiasis ve Sağaltımı ...................................................................................... 171
Bir Kedide Oral İnvaziv Yassı Hücreli Karsinom ..................................................................... 173
Bir Kedide Primer Akciğer Tümörüne Bağlı Nörolojik Paraneoplastik Sendrom
Olgusu ................................................................................................................................................ 175
Bir Kedide Vestibüler Nöyritis Olgusu ...................................................................................... 177
Bir Kısrakta Tekrarlayan Sistitis ................................................................................................... 179
Bir Köpekte Diş İmplantı Kullanılarak Diş Kökü Oluşturulması ve Kron Üst Yapı
Restorasyonu ................................................................................................................................... 181
Bir Köpekte Fibrosarkom .............................................................................................................. 183
Bir Köpekte İdrar Kesesi Taşı: Olgu Sunumu ........................................................................... 185
Bir Köpekte Konjenital Fimozis Olgusu ve Cerrahi Tedavisi .............................................. 187
Bir Köpekte Tibial Kaynamama’nın Ulnar Otogref İle Tedavisi ......................................... 189
Farklı Hayvan Türlerinden Elde Edilen Mezenkimal Kök Hücrelerin (Mkh) İzolasyonu
ve Farklılaşması ve Özel Oluşturulmuş Doku İskelesinde Mezenkimal Kök Hücrelerin
Değerlendirilmesi: Ön Çalışma .................................................................................................. 191
Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Karpal Palmar Ganglion Kisti ..................................... 193
Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Midede Yabancı Cisim Olgusu: Vaka Sunumu ..... 195
Holstein Irkı Bir İnekte Karşılaşılan Erken Dönem Fötal Maserasyon Olgusu ............. 197
Holştein Irkı Üç İnekte Sekum Dilatasyonu, Dislokasyonu ve Torsiyonu Olgusu ...... 199
İki Buzağıda Abomazo-Umbilikal Fistül .................................................................................. 201
İki Buzağıda Karşılaşılan Ektopik Böbrek Olgusu ................................................................. 203
İki Köpekte Karşılaşılan Bilateral Malign Seminom Olgusu .............................................. 205
İneklerde Abomasum Deplasmanı Operasyonlarında Ksilazin-Lidokain veya
Deksmedetomidin-Lidokain Karışımları İle Gerçekleştirilen Epidural Anestezinin
Klinik Etkinliklerinin Karşılaştırılması ....................................................................................... 207
Kangal Irkı Bir Köpekte Nekrotik Dil Yarası ve Glossopleji: Vaka Sunumu .................... 209
VI
Kangal Melezi Bir Köpekte Transmissible Venereal Tümör ve İmmunohistokimyasal
Olarak İncelenmesi Olgusu ......................................................................................................... 211
Kars Yöresinde Sığır Oküler - Perioküler Tümör ve Benzeri Oluşumların Klinik ve
Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi ................................................................................ 213
Kataraktlı Köpeklerde Fakoemülsifikasyon ve Ekstrakapsüler Katarakt Ekstraksiyon
Yöntemlerinin İntraoküler Basınça Etkilerinin Karşılaştırılması ...................................... 215
Kedi ve Köpeklerde 2010-2011 Yıllarındaki Ekstremite Lezyonlarının Radyolojik
Değerlendirilmesi Retrospektif Çalışma ................................................................................. 217
Kedi ve Köpeklerde Kırık Sağaltımında İmplant Yetmezliği: 52 Olguda Klinik
Çalışma ............................................................................................................................................... 219
Köpek Femur Kırıklarının Unilateral Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemiİntramedüller Pin (Tie-In) Konfigürasyonu İle Sağaltımı ................................................... 221
Köpeklerde Femur’da Trochanter Major’un Proksimalindeki Anatomik Farklılıklara
Göre Doğru Ve Güvenli Anterograd İntramedullar Pin Uygulamalarının Belirlenmesi:
Anatomik Çalışma .......................................................................................................................... 223
Köpeklerde Hepatobiliyer Hastalıkların Ultrasonografik Değerlendirilmesi ............. 225
Köpeklerde Propofol ve Thiopental’in Göziçi Basıncı Üzerine Etkilerinin
Karşılaştırılması ............................................................................................................................... 227
Köpeklerde Prostat Hastalıklarının Doppler Ultrasonografik Değerlendirilmesi ..... 229
Köpeklerin Arka Ekstremite Operasyonlarında Bupivakain-Morfin Kombinasyonuyla
Tek Segment Kombine Spinal-Epidural Anestezinin Kullanılabilirliğinin Araştırılması:
Ön Çalışma Sonuçları .................................................................................................................... 231
Köpeklerin Ekleme Yakın Uzun Kemik Kırıklarının Sirküler-Semisirküler Eksternal
Fiksasyon Sistemi İle Sağaltımı ................................................................................................... 233
Macar Pointer Irkı Bir Köpekte Ligamentum Cruciata Anterior Rupturu Olgusu ...... 235
Maddi Kayıplı Tendo Rupturlarının Otogreft ile Onarılmasında Farklı Dikiş
Yöntemlerinin Klinik ve Biyomekanik Olarak Karşılaştırılması: Ön Çalışma ................ 237
Melez Bir Kedide Böbreğin de Fıtıklaştığı Diyafram Fıtığı Olgusu .................................. 239
Melez Bir Köpek Yavrusunda Ektrodaktili Olgusu ................................................................ 241
Melez Bir Köpekte Bilateral Lens Lukzasyonu ....................................................................... 243
Mitral Kapakçık Yetmezliği Olan Köpeklerde Vhs Değerlendirilmesi ............................ 245
Montofon Irkı Bir Buzağıda Atipik Vulva Atrezisi Olgusu ................................................... 247
Normal ve Laminitis’li Sığır Tırnaklarında Capsula Ve Corium Ungulae’nin
Morfolojik Özelliklerinin Radyolojik, Ultrasonografik ve Postmortem Olarak
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................... 249
VII
Paraplejili Bir Köpekte Spinal Kord Lezyonunun Belirlenmesinde Klinik, Radyolojik
(X-Ray, MR), Nekropsi ve Histopatolojik Bulguların Birlikte Değerlendirilmesi ......... 251
Performans Düşüklüğü Bulunan Spor Atlarında Gastrik Ülser Sendromunun
Gastroskopik Değerlendirilmesi ................................................................................................ 253
Piyeten mi, Ayak Apsesi mi? ........................................................................................................ 255
Servikal Bölgenin Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları: 17 Köpek - 4 Kedi ...... 257
Sığırlardaki Laminitis Olgularında Magnetik Rezonans ve Tomografi Uygulama
Sonuçları ............................................................................................................................................ 259
Tarantula cubensis Ekstraktının (Theranekron®) Yara Üzerine Lokal Etkisinin
Araştırılması: Deneysel Bir Çalışma ........................................................................................... 261
Tavşanlarda Açık Yaralarda Momordica charantia L. Ekstratı ve Centella asiatica L.
Ekstraktının Etkilerinin Karşılaştırılması .................................................................................. 263
Taylarda Umblikal Herniorafi İçin Saha Şartlarında Dissosiyatif Anestezi ................... 265
Travmalı Köpek ve Buzağılarda Serum Biyokimyasal Profil ve Oksidatif Stresin
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................... 267
Van İli Gevaş Yöresinde Sokak Köpeği Saldırısına Uğrayan Kuzularda Oluşan Isırık
Yaralarının Sağaltımı ...................................................................................................................... 269
Yedi Kedide Görülen Osteokondrodisplazi Olgusu ............................................................. 271
Yeni Doğan Buzağıların Radius-Ulna Kırıklarının Sağaltımında İnsana Özgü Şekilli
Plak Uygulaması ve Klinik Sonuçları ......................................................................................... 273
VIII
KONGRE PROGRAM
27 HAZİRAN 2012
14.00- Otele Giriş ve Kayıt
18.00-19.00 Açılış Kokteyli
28 HAZİRAN 2012
08.00-08.50
Açılış ve Protokol Konuşmaları (Slayt Gösterimi ve Plaket Takdimi)
ÇAĞRILI BİLDİRİ
Oturum Başkanları: Prof.Dr. M. Ali Öztürk TEKELİ - Prof.Dr. Engin KILIÇ
09.00-09.30
Sığırlarda Abomasum Deplasmanları
Prof.Dr. Henry STAMPFLI
ÇAĞRILI BİLDİRİ
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Rauf YÜCEL - Prof.Dr. Zafer OKUMUŞ
09.40-10.10
Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At Sağlığında Kullanılan İmmun Modulatörler
Prof.Dr. Haydar ÖZPINAR
10.20-10.30 ÇAY - KAHVE ARASI
I. OTURUM - GENEL CERRAHİ SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. O. Sacit GÖRGÜL - Prof.Dr. Deniz SEYREK İNTAŞ
10.40-10.50
Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi ile Tedavi Edilen Sola Abomasum Deplasmanı
Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif Replasman Süresini Tahmin
Etmek Olası mıdır?
Sırrı AVKİ, Kürşâd YİĞİTARSLAN, Asude Gizem ÖZSOY
10.50-11.00
İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı
Kürşat ÖZER, Esma YILDAR, Banu DOKUZEYLÜL, Remzi GÖNÜL
11.00-11.10
Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı
Kürşat ÖZER, Didar AYDIN, Özlem GÜZEL, Dilek OLĞUN ERDİKMEN, Ebru ERAVCI,
Ümit UĞURLU, Lora KOENHEMSİ, Tamer DODURKA, Kıvılcım SÖNMEZ, Aydın GÜREL
11.10-11.20
Neonatal Buzağılarda Omfalitis; Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri
Erhan GÖKÇE, Onur ATAKİŞİ, Hidayet Metin ERDOĞAN, Emine ATAKİŞİ
IX
11.20-11.30
Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım
Deniz SEYREK-İNTAŞ, Kornelia HÜBLER, Cetina THİEL, Christine PEPPLER, Martin KRAMER
11.30-11.40 SORU ve KATKILAR
12.00-13.00 ÖĞLE ARASI
II. OTURUM - GÖZ - KULAK HASTALIKLARI SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Nuri YAVRU - Prof.Dr. Gültekin ATALAN
13.00-13.10
Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım
Alper DEMİRUTKU, Kürşat ÖZER, Yalçın DEVECİOĞLU, Zihni MUTLU, Ebru ERAVCI,
Alper ÇETİNKAYA
13.10-13.20
Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri
Cafer Tayer İŞLER, Muhammed Enes ALTUĞ, Servet KILIÇ
13.20-13.30
Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların Etkilerinin
Karşılaştırılması
Kadri KULUALP, Servet KILIÇ
13.30-13.40
Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve Histopatolojik
Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu
Cengiz CEYLAN, Zafer ÖZYILDIZ, Rahşan YILMAZ, Halil Selçuk BİRİCİK
13.40-13.50
İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal Atrezyası (DAKA)
Alper DEMİRUTKU, Kürşat ÖZER, Ebru ERAVCI, Aslı EKİCİ, Oktay DÜZGÜN, Yalçın
DEVECİOĞLU, Zihni MUTLU
13.50-14.00 SORU ve KATKILAR
III. OTURUM - ORTOPEDİ SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Burhanettin OLCAY - Prof.Dr. Sırrı AVKİ
14.00-14.10
Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları
Gamze KARABAĞLI
14.10-14.20
Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik İyileşmesi
Üzerine Etkileri
Elif DOĞAN, Zafer OKUMUŞ
X
14.20-14.30
Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması
Kürşat ÖZER, Zihni MUTLU, Yalçın DEVECİOĞLU, Ebru ERAVCI
14.30-14.40
85 Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslararası Dirsek Çalışma Grubu (Iewg) Skorlama
Sistemi ile Değerlendirilmesi
Sinan ULUSAN, Özge ÖZDEMİR, Hasan BİLGİLİ
14.40-14.50
65 Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topallıklarının Force Plate Kinetik Yürüme Analizi
İle Değerlendirilmesi
Özge ÖZDEMIR, Sinan ULUSAN, Hasan BİLGİLİ
14.50-15.00 SORU ve KATKILAR
15.00-15.10 ÇAY - KAHVE ARASI
IV. OTURUM - ÜROGENİTAL SİSTEM HASTALIKLARI / EGZOTİK HAYVAN HASTALIKLARI
SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Bahattin KOÇ - Prof.Dr. Kemal ALTUNATMAZ
15.10-15.20
Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması
Murat KARABAĞLI, Gamze KARABAĞLI, Kürşat ÖZER, Yeşim TOLA, Orhan ZİYLAN
15.20-15.30
Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Mahir KAYA, Elif DOĞAN, Zafer OKUMUŞ
15.30-15.40
İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir mi?
(Deneysel Tavşan Modeli)
Özgür AKSOY, Başak KURT, Kürşat ÇEÇEN, Sadık YAYLA, Metin EKİNCİ, İsa ÖZAYDIN,
Süleyman Erdinç ÜNLÜER
15.40-15.50
İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı: Klinik,
Mikrobiyolojik ve Sitolojik Bulgular
Kamil Seyrek İNTAŞ, Gülşen GONCAGUL, İsmail Hakkı KUMRU, Deniz SEYREK İNTAŞ
15.50-16.00
Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta Deniz
Kaplumbağasında Özefagal Olta İğnesinin Çıkarılması
Muhammed Enes ALTUĞ, Cafer Tayer İŞLER, Ziya YURTAL
16.00-16.10 SORU ve KATKILAR
XI
WORKSHOP PROGRAMI
16.10-17.10
Veteriner Ortopedide Sirküler Eksternal Fiksatörün Kullanımı
Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ
Dijital Radyoloji
Prof.Dr. Deniz SEYREK-İNTAŞ
Doç.Dr. Nureddin ÇELİMLİ
29 HAZİRAN 2012
ÇAĞRILI BİLDİRİ
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Suphi Erdem ACAR - Prof.Dr. Ali BUMİN
08.30-09.00
Atlarda - Sığırlarda Saha Anestezisi
Dr. Paulo STEAGAL
ÇAĞRILI BİLDİRİ
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Metin KAYA - Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ
09.10-09.40
Kedi ve Köpeklerde Parçalı Diyafizer Kırıklar
Dr. Klaus ZAHN
09.40-09.50 ÇAY - KAHVE ARASI
V. OTURUM: GENEL CERRAHİ SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Ertuğrul ELMA - Prof.Dr. Halil Selçuk BİRİCİK
09.50-10.00
Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında Lokal
İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi
İsa ÖZAYDIN, Özgür AKSOY, Sadık YAYLA, Engin KILIÇ, Barlas SÜLÜ, Başak KURT, Seyit
Ali BİNGÖL, Turgay DEPREM
10.00-10.10
Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) Ve Synovial Sıvı
Etkinliğinin Karşılaştırılması (Deneysel Tavşan Modeli)
Kemal KILIÇ, Nergiz KILIÇ, Engin KILIÇ, Sadık YAYLA, Celal Şahin ERMUTLU, İsa
ÖZAYDIN, Serpil DAĞ
10.10-10.20
Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi ve Postoperatif İntraabdominal Adezyonlar
Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı Olarak Araştırılması
Evren ESİN, Fahrettin ALKAN
XII
10.20-10.30
Tavşanlarda Deneysel İntraabdominal Cerrahide, Bitkisel Kökenli Kanama Durdurucunun
(Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştırılması
Erkan DÜZ, İsmail ALKAN, Loğman ASLAN, İrfan BAYRAM, Abdullah KAYA, Harun
AYHAN, Eda YAVUZ
10.30-10.40
Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin Karşılaştırılması
Zeynep PEKCAN, Mehmet GÜRKAN, Barış KÜRÜM, Ali KUMANDAŞ, Birkan KARSLI
10.40-10.50 SORU ve KATKILAR
VI. OTURUM: ANESTEZİYOLOJİ ve REANİMASYON / SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI
SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Bahtiyar BAKIR - Prof.Dr. Murat SARIERLER
10.50-11.00
Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Silikon
Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi
İsa ÖZAYDIN, Emine ÜNSALDI, Özgür AKSOY, Sadık YAYLA, Miktat KAYA, Muzaffer
Başak ULKAY TUNALI, Abit AKTAŞ, Erol TAŞDEMİROĞLU, Mete CİHAN, Başak KURT,
Hakan Can YILDIRIM, Ahmet ŞENGÖZ, Hakan ERDOĞAN
11.00-11.10
Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Ratlarda Silikon Tüp ve Hyaluronic Asidin Sinir
Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Değerlendirilmesi
Nergiz HÜSEYİNOĞLU, İsa ÖZAYDIN, Sadık YAYLA, Can Hakan YILDIRIM, Özgür AKSOY,
Ahmet ŞENGÖZ, Erol TAŞDEMİROĞLU
11.10-11.20
Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik
Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması
Sadık YAYLA, Engin KILIÇ, Özgür AKSOY, İsa ÖZAYDIN, Metin ÖĞÜN
11.20-11.30
Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran ile İzofluranın Kardiyovasküler ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
Ali KUMANDAŞ, Ertuğrul ELMA
11.30-11.40
Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum ve Mekanik Ventilasyonun
Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
Özlem GÜZEL, Esma YILDAR, Gamze KARABAĞLI, Dilek OLGUN ERDİKMEN, Aslı EKİCİ
11.40-11.50
Buzağılarda İntratekal Ketamin HCl’ün Klinik, Hemodinamik ve Biyokimyasal Etkilerinin
XIII
Araştırılması
Engin KILIÇ, Sadık YAYLA, Alkan KAMİLOĞLU, Vedat BARAN, Metin ÖĞÜN
11.50-12.00 SORU ve KATKILAR
12.00-13.00 ÖĞLE ARASI
VII. OTURUM: ORTOPEDİ SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Emine ÜNSALDI - Prof.Dr. Abuzer TAŞ
13.00-13.10
Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Alper BAŞA, Nuri YAVRU
13.10-13.20
Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme Osteotomisi-TPDO ile
Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi
Didar AYDIN, Kemal ALTUNATMAZ
13.20-13.30
Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde UNILOCK® Sistemin Kullanımı ve
Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN, Kürşad YİĞİTARSLAN, Yusuf Sinan ŞİRİN, M. Doğa TEMİZSOYLU,
Sırrı AVKİ
13.30-13.40
Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü İntramedullar
Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı
Kemal ALTUNATMAZ, Murat KARABAĞLI, Didar AYDIN, Özlem GÜZEL, Ebru ERAVCI,
Himmet EKİCİ
13.40-13.50
XV. yy’da Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi Uygulamaları
Ali YİĞİT, Aşkın YAŞAR
13.50-14.00 SORU ve KATKILAR
14.00-14.10 ÇAY - KAHVE ARASI
VIII. OTURUM: GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİ SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Prof.Dr. Kürşat ÖZER - Prof.Dr. Mustafa Doğa TEMİZSOYLU
14.10-14.20
Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı
Deniz SEYREK-İNTAŞ, Christine PEPPLER, Nadine MAREK, Martin GERWİNG, Martin
KRAMER
14.20-14.30
Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi
XIV
Latif Emrah YANMAZ, Zafer OKUMUŞ
14.30-14.40
Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi
Nureddin ÇELİMLİ, Göksen ÇEÇEN, Deniz SEYREK-İNTAŞ, Hakan SALCI, Aylin
ALASONYALILAR DEMİRER, H. Özlem NİSBET, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN, Deniz
MISIRLIOĞLU, Osman Sacit GÖRGÜL
14.40-14.50
Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerinin Tanısındaki Değeri
D. SEYREK-İNTAŞ, Friederike RAU, Ursula MICHELE, Martin GERWING, Martin KRAMER
14.50-15.00
Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola Abomasum
Deplasmanlarının Tedavisi için Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli Bir Teknik
Kürşad YİĞİTARSLAN, Aydın ÖZMEN, Sırrı AVKİ
15.00-15.10
Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi
Nureddin ÇELİMLİ, Hakan SALCI, Melike AKBALA, Deniz SEYREK-İNTAŞ
15.10-15.20 SORU ve KATKILAR
15-20-16.00 POSTER TURU
WORKSHOP PROGRAMI
16.00-17.00
Atlarda - Sığırlarda Saha Anestezisi
Dr. Paulo STEAGAL
Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Rupturlarının Onarımında Yeni Bir Teknik: TightRope CCL
Dr. Klaus ZAHN
PANEL
17.00-18.00 Kongre Değerlendirme Paneli ve Kapanış
30 HAZİRAN - 02 TEMMUZ 2012
SOSYAL PROGRAM
-Kars Şehir Gezisi
-Ani Antik Kenti ve Çıldır Gölü Gezisi
-Ardahan, Şavşat, Karagöl Gezisi
-Iğdır, Nahçıvan Gezisi
-Tiflis, Bakü Gezisi
XV
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
ÇAĞRILI BİLDİRİLER
-1-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
-2-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Abomasal Displacement in the Dairy Cow
Prof.Dr. Henry STAMPFLI DVM, Med. Vet. Dr., DIP
Large Animal Medicine, Clinical Studies
Ontario Veterinary College, University of Guelph
Ontario, CANADA
Adapted from Lectures Notes by Dr Judith König (© Judith König)
INTRODUCTION
First reports of abomasal displacement (AD) were published in the 1950’s and since then
occurrence of AD has increased as have the publications on this topic. Lactation incident
of AD (North America) has recently been estimated between 3-5% with individual herds
having incidents rate of up to 20% reported. Economic losses to this condition include
decreased milk production (average of 700 kg/lactation compared to healthy animals) and
cost incurred by treatment and to have to replace culled animals.
Risk factors for AD: A variety has been identified but a primary cause has not been
established. Impaired motility of the abomasum seems to be important allowing fermentation
gases from forestomachs to accumulate in the abomasum causing distention and in the
case of a left sided displacement (LDA) will slide leftwards beneath ruminal atrium and
ventral ruminal sack ultimately rising between rumen and abdominal wall on left side.
GI left side normal
(©Université de Montréal)
GI left right normal
(©Université de Montréal)
Right sided displacements (RDA) are less common and accumulation of fluid and gas
leads to caudo dorsal dilatation; twists may occur on the lesser omentum sometimes
resulting in a volvulus. LDAs occur primarily within the first 4 weeks post partum whereas
only 50-70% of RDA happen in this period and the rest is independent from stage of
gestation or lactation.
Risk factors: Breed, age and milk yield for AD. Predominantly in classical milk breeds like
Holstein-Friesian; Simmental-Red-Holstein; Brown-Swiss and Channel breeds. AD is very
-3-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
GI LDA
(©Université de Montréal)
GI RDA
(©Université de Montréal)
GI LDA
(©Université de Montréal)
rare in other breeds. Selection for a tall stature and deep body depth in breeding herds
may explain this observed breed predisposition. There is an increase in vertical distance
between abomasum and descending duodenum, impairing abomasal emptying. AD
increases with age beyond third lactation and up, however ,this is debated. AD and high
milk yield is controversial.
Genetics: is an important risk factor for both left and right AD with reported heritability
from 0.11-0.41.
Nutrition: LDA in 4 first weeks after calving is striking and is especially correlated with
high concentrate and low fiber diets. Increase of fraction of concentrate will decrease
dramatically abomasal motility (high concentration of short chained fatty acids SCFA and
increase in methane and endotoxin may also play an important role).
Periparturient diseases and stress: Stress has been proven to increase AD. It is statistically
proven in cases of multiple pregnancies, dystocia, retention of the fetal membranes or
metritis. Low blood calcium causes decreased abomasal motility. Negative energy balance
for LDA and ketosis for AD. Cows entering lactation with high body scores are predisposed
to AD. Diseases causing decreased feed intake are also associated with increased AD as a
full rumen is protective for LDA (forma natural barrier).
-4-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Neuronal factors: at present unclear on how important they are there is research
ongoing on this aspect.
Anatomy of the Bovine Intestinal Tract
The understanding and three-dimensional arrangement of intestinal anatomy is one
of the most important factors in determining success of surgeries of intestinal disorders
in ruminants. Surgical manipulation and exteriorization of many areas of bovine intestines
are challenging especially with the patient standing. Often there is abundant mesenteric
fat present and especially the mesentery is short. The best approach to exploratory surgery
depends on clinical findings but best overview is achieved by a right flank approach.
I. OMENTUM (Greater & Lesser)
Embryonic development of the stomach
Primordium of ruminant stomach (“simple stomach”) is attached to roof of abdomen
by the dorsal mesogastrium, attaching on the greater curvature (develops postnatally into
greater omentum); ventral mesogastrium attaches the lesser curvature to the floor of the
abdomen (develops postnatally into lesser omentum); development into definite stomachs
changes mesogastrium and area of greater curvature develops into rumen, reticulum &
most of abomasum, whereas the area of lesser curvature develops into omasum & small
portion of abomasum
Greater omentum
Is composed of 2 layers (superficial & deep) which form the “omental sling”
Omental bursa- cavity between the superficial & deep wall
Superficial wall
a. In the left abdomen, attaches along the left longitudinal groove of the rumen
b. Extends ventrally & to the right, encircling the intestines
c. In the right abdomen, attaches to the greater curvature of the abomasum, the
caudal surface of the cranial duodenum, & the ventral surface of the descending
duodenum
4.
Deep wall
a. Attaches to the right longitudinal groove of the rumen
b. Also extends ventrally & to the right, beneath the intestines
c. In the right abdomen, joins the superficial wall in its attachment to the
duodenum.
d. Cranially, forms transverse sheet that attaches to pancreas, liver & sigmoid loop
of duodenum
5.
At their caudal borders, the superficial & deep walls are fused to form the caudal
fold of the omental sling (from the caudal flexure of the duodenum to the caudal
groove of the rumen on the left)
1.
2.
3.
Lesser omentum
Extends from the esophagus & the visceral surface of the liver along the reticular
-5-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
GI greater omentum left side (©Université de Montréal)
groove & base of the omasum → attaches to the lesser curvature of the abomasum &
cranial duodenum
Covers most of the right surface of the omasum
Epiploic foramen → opening into the omental bursa (dorsal vena cava & ventral
portal vein)
II. FORESTOMACHS & ESPECIALLY ABOMASUM
A. Relation forestomach & abomasum
Occupies ¾ of the abdomen in adults
Relative size changes with age (plant food triggers development). In newborn,
the abomasum twice as big as rumen
At 8 weeks the rumen & abomasum are roughly the same size
At 12 weeks the rumen is three times larger than the abomasum
At one year of age the rumen is 9 times larger than the abomasum
Adult: rumen is 10 times larger than the abomasum
A: Forestomach
1.
Rumen
Occupies most of the left side of the abdomen
Extends from the 7th-8th ribs to the pelvis
Dorsal & ventral sac separated by longitudinal groove
Dorsal & ventral coronary grooves separate caudodorsal & caudoventral blind
sacs from dorsal & ventral sac
Cranial sac communicates via rumino-reticular opening with reticulum
Esophagus enters at ruminoreticular junction
2.
Reticulum
Lies against the diaphragm at the 6th to 8th ribs level
Located on the left side of midline
Communicates via reticulo-omasal opening with omasum
-6-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
3.
Omasum
Lies to the right of the midline at the ventral aspect of the 7th to 11th ribs
Communicates via omaso-abomasal opening with abomasum
4.
Abomasum
Lies on the abdominal floor on the right side of midline
Position is altered by pregnancy
Extends from the xyphoid to the 9th or 10th intercostal space
Pylorus: Usually lies at the level of the costochondral junctions of ribs 9-10
Topographic anatomy of the Gastro Intestinal tract right side with emphasis on
abomasum (A). (© Université de Montréal)
1: normal
III. MESENTERY
A. Bovine mesentery is relatively short, making exteriorization of some bowel
segments difficult
1.
B.
Therefore, need specific landmarks, as described above, for orientation
Mesentery is thick & opaque due to fat deposits
1.
2.
Except in young calves or in very thin adults
Makes identification of vessels & lymph nodes difficult
C. Segments of bowel lying on the left side of the mesentery, such as the spiral
colon, may be obscured from view by the mesentery during surgical exploration
from the right side of the abdomen. However, they can be exteriorized.
D.
The more dorsal segments of the intestines are tightly apposed because their
-7-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
mesenteries are essentially fused near the mesenteric root (ascending duodenum,
proximal & distal loops of ascending colon, transverse colon, & cranial part of
descending colon)
IV. TECHNIQUE FOR SURGICAL EXPLORATION
General comments
There is no single correct method to surgically explore the abdominal cavity in
ruminants. Systematic approach is crucial. Standard surgical approach for general
exploration is through the right paralumbar fossa and is usually easier with the patient
standing. Distension of intestines can complicate exploration.
Detailed Technique
Upon entering the peritoneal cavity, it is important to identify obvious abnormalities
such as abnormal peritoneal fluid; grossly distended or discolored viscera.
Identification of the viscera
In the cranial abdomen and outside the omental sling you will have the cranial and
descending duodenum; the abomasum and pylorus. To retract pylorus toward incision
follow greater omentum cranioventrally. A landmark in the greater omentum is a small
thumb sized tag usually 5-15 cm caudally to pylorus (“sow’s ear”). The structure of the
pylorus is slightly thickened and localized via palpatory finding within cranial greater
omentum and then it is usually easy to identify it. Pylorus can be often but not always
exteriorized to the incision. Fundus and body of abomasum contain ingesta and have a
soft or fluidy consistency.
Liver & gall bladder
Gall bladder about the size of your fist
Liver should have smooth surface, right side of liver edges more rounded then left
Palpate the adjacent body wall & diaphragm for presence of adhesions
Omasum
Should be filled with very firm (indentible) contents and often there is a tendency to
falsely diagnose “omasal impaction”.
Reticulum
Palpate for “honeycomb” texture on left cranioventral aspect of rumen and requires in
a good sized Holstein cow a very long arm. Reticulum might have a magnet and or foreign
bodies. Again check for adhesions.
Kidneys
Right kidney: Lies dorsal to the cranial portion of the descending duodenum, to the
right of the mesoduodenum
Left kidney
Lies on the left side of the greater omentum
-8-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Move your hand inside the caudal fold of the omental sling & advance cranially to the
level of the middle portion of the descending duodenum
Cecum & ascending colon
Reflect the caudal fold of the omental sling cranially
Identify & exteriorize the cecum & 1st segment of the proximal loop of the ascending
colon
Sometimes need to follow small intestine to locate cecum
Rotate the exteriorized cecum cranially to expose the spiral colon, which is usually
initially hidden
Palpate cranial segments of the spiral colon, which cannot be exteriorized & distal loop
of ascending colon
Small intestine
Follow the ileum proximally from the cecum
Exteriorize the flange of the distal jejunum & proximal ileum
Replace the flange
With your hand on the left side of the mesentery, palpate the small intestine up to the
duodenojejunal junction. Usually, the proximal or middle segments of the jejunum are not
exteriorized unless a lesion is suspected. Check for presence of distended small bowel or
twisted discolored mesentery. In general the small intestine is relatively easy to exteriorize
through a right flank incision, but it can be extremely difficult to properly replace it into
the abdomen. Once the small intestine is exteriorized, cow may show signs of pain due to
stretch created by the tension on the mesentery
Viscera in the dorsal & caudal abdomen
Palpate the descending colon & rectum
Uterus & ovaries
Evaluate reproductive status. Advanced pregnancy may hinder the surgeon’s ability
to palpate intestinal viscera. The uterus lies within the omental sling, pushing intestines
cranially & making their exteriorization more difficult. The uterus may lie on the greater
omentum, making cranial retraction of the omentum difficult.
Urinary bladder: Many cows urinate during palpation
Viscera in the left abdomen as explored from the right side.
Move your hand around the caudal border of the mesenteric root to the caudodorsal
portion of the rumen
Palpate the left side of the rumen
Feel for left displacement of the abomasum (usually gas‑filled viscus)
Move your hand cranially to feel the spleen (if you can reach!)
-9-
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
EVALUATION OF THE BOVINE GASTROINTESTINAL TRACT
GOOD DETAILED HISTORY is very important
Unfortunately, however, the history is often only available in dairy cows.
General Inspection and observation:
Inappetance/Anorexia/Body Condition Score
Check for signs of discomfort and abdominal pain (colic). Mild colic → uneasy,
stretching, leaning on objects; Moderate colic → frequent kicking at abdomen, up & down,
lying in lateral; Severe colic (rare) → collapsing, violently kicking.
Mentation: e.g. Depression
Abdominal distention
View from behind to evaluate shape of abdomen
View from the side to evaluate distension of paralumbar fossae
PHYSICAL EXAMINATION
TPR, mucous membranes, hydration status
Gastrointestinal sounds: Auscultation; Percussion; Succussion; Ballottement
Presence/ Absence of peristalsis:
Rumen contractions
3 cycles of rumen & reticulum per two minutes. Presence and localization.of tympany
(“ping”)
Drum‑like resonance during simultaneous auscultation & percussion superficial to a
gas‑filled structure with fluid present in ventral aspect of the distended viscus.
Ping pitch or quality
“Ping” (high pitch): High gas pressure, & organ located adjacent to thin body wall
(paralumbar fossa or the caudal rib area)
“Pong” (low pitch): Lower gas pressure, OR organ located deep to thicker or less tense
body wall
“Plunk” (marginal ping): Minimal gas pressure, OR organ displaced from the abdominal
wall
Ping location & size
Left sided pings: LDA, Ruminal tympany, Pneumoperitoneum; pneumorectum
Right sided pings: RDA, RTA, Cecal dilatation/Volvulus, intussusception, pneumoperitoneum, pneumorectum
Organs commonly involved
Rumen
Abomasum (LDA vs. RDA vs. RTA)
Small intestine
Cecum
- 10 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Pneumoperitoneum
Rectum
Per-rectum examination (always last)
Alteration in nature & quantity of feces (consistency, colour, odor)
Absence of feces or scant pasty feces → total obstruction
Reduced amount, glistening, greasy feces → partial obstruction
Alternating diarrhea & dry feces → partial obstruction
“Red” blood → cecal or colonic volvulus
“Dark-red”, sticky feces or mucus → small intestinal intussusception
Detection of gas-filled viscera (abomasum, cecum, small intestine, proximal colon,
spiral colon)
Evaluation of the rumen
Condition of the uterus
COMPLEMENTARY TESTS
Blood work
Abdominocentesis
Rumen analysis
Radiographs?
Ultrasound
EVALUATION OF THE BOVINE GASTROINTESTINAL TRACT
I. LEFT ABOMASAL DISPLACEMENT (LDA)
1. Clinical signs
1.
Most common: 85% of all abomasal displacements
2.
LDA usually does not cause complete gastrointestinal obstruction, only
slows passage of ingesta from rumen to duodenum
3.
Usually 1-6 wk postpartum (most occur 1-4 weeks pp)
4.
Decreased milk production
5.
Decreased appetite & prefers roughage over concentrate
6.
Decreased fecal output, with mild diarrhea
7.
TPR usually normal
8.
Decreased rumen contractions
9.
Auscultation & percussion
a. Ping in craniodorsal left flank (9th to 13th rib)
b.Decreased rumen motility
10.
Palpation per rectum: Rarely possible and if present it is gas-distended
viscus to left of rumen
11.
Concurrent disease or recent stress (65-75% of cases)
12.
Herds with a relative high incidence of LDAs: characterized by higher
- 11 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
production, large number of cows, more concentrates fed/cow, less dry roughage
fed/cow, & lower crude fiber in ration
13.
Laboratory data
14.
Usually normal, unless prolonged ® hypochloremia, hypokalemia,
metabolic alkalosis ® in the field often only rough estimate ®
a. 5% dehydrated ® mild metabolic hypochloremic alkalosis (severity of
alkalosis depends on duration of displacement)
b.10% dehydrated ® usually metabolic hypochloremic, hypokalemic,
hyponatremic alkalosis & often hypocalcemia (slow pupillary light reflex,
muscle fasciculations)
c. Urine might be paradoxically acidic in cows with longstanding LDA
15.
Ketonuria
16.
Liptak test
a. Through abdominal wall (area over ping), needle aspirate of fluid
b.If pH < 3, abomasum
II. RIGHT ABOMASAL DISPLACEMENT/DILATION (RDA) OR VOLVULUS (RVA)
1. RVA-Volvulus
1.
2.
Usually a sequela to right‑sided dilation
Torsion
a. Twist on the abomasum's long axis
b.Usually dorsally or counterclockwise, viewed from behind cow
3.
Volvulus
a. Twist through the abomasum's mesenteric attachment
b.Usually cranially or counterclockwise, viewed from right side of cow
4.
Is it a torsion or a volvulus? traditionally displacements that result in
vascular compromise or luminal outflow obstruction have been referred to as
torsions BUT the omental attachments prevent true torsion around the long
axis: ROTATION actually occurs around an axis through the supporting lesser
omentum THEREFORE the correct term is abomasal volvulus
2. Clinical signs
1.
2.
RDA
a. Often similar to LDA, except
b.Large ping in cranial right flank (from 10th to 13th)
Volvulus: Additional & more severe signs
a. Acute anorexia
b.Depressed
c. Milk production drops dramatically
d.No fecal output
e. Abdominal pain
f. Elevated heart & respiratory rates (if heart rate > 100 /min, poor
prognosis for survival)
g.Dehydration & shock
- 12 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
h.Auscultation & percussion: Ping often larger than RDA & extends further
caudall
i. Succussion: Fluid sometimes detected in region of ping
j. Palpation per rectum: Gas‑distended viscus in right abdomen
k. May occur in both directions, counterclockwise more common (from
the back)
3. Laboratory data
1.
RDA: Can be similar to LDA
2.
Hemoconcentration
3.
Sequestration of abomasal secretions rich in HCl ® hypochloremia,
hypokalemia, metabolic alkalosis
a. More severe with volvulus
b.If presurgical serum chloride < 80 mEq/L, HR>100 poor prognosis for
survival
4.
With severe abomasal volvulus, eventually get overriding metabolic
acidosis from dehydration, shock, & accumulation of lactic acid
III. NONSURGICAL TREATMENT
1.Spontaneous correction (e.g., trailer ride to your clinic), BUT most recur
2.Rolling
1.
Indications: Usually for LDA only
2.
Technique
a. "Cast" cow in right‑lateral recumbency
b.Rolled into dorsal recumbency ® rocked slightly to each side for about
3 min.
c. Rolled into left‑lateral recumbency ® sternal recumbency ® standing
3.
Disadvantages: Recurrence rate up to 70%
Dirksen et al. Internal Medicine and Surgery of the Bovine 2005
3.Medical treatment
1.
To promote smooth muscle contraction ® increased gastrointestinal
motility
a. Correction of ketosis & electrolyte disturbances (e.g., milk fever)
- 13 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
2.
b.Parasympathomimetics ??: If used, usually for LDA only
Supportive intravenous fluid therapy (RDA & RTA)
IV. SURGICAL TREATMENT: "PEXY" METHODS OVERVIEW
1. Objectives
1.
Replace the abomasum to its normal position
2.
Stabilize the abomasum in this normal position to prevent repeat
displacement (i.e., create a desirable permanent adhesion)
3.
Treat any coexisting disease
2. Abomasopexy
1.
2.
3.
4.
Abomasum directly fixed in normal position
Greater curvature of abomasums is "sutured" to the body wall
Surgical approaches:
a. Left flank celiotomy
b.Right paramedian celiotomy
c. Right paramedian percutaneous technique (Togel method)
Advantages/disadvantages
a. Abomasum in most normal position
b.Most secure method ® less recurrence
3. Omentopexy
1.
2.
3.
4.
Abomasum indirectly pulled into normal position
Greater omentum, near the pylorus, is sutured to the body wall
Surgical approach: Right flank celiotomy
Advantages/disadvantages
a. Recurrence due to omental stretching or tearing
b.Recurrence due to displacement/volvulus of abomasum cranial to pexy site
4. Pyloropexy (not recommended)
1.
2.
3.
4.
Abomasum directly pulled into normal position
Pylorus is sutured to the body wall
Surgical approaches: Right flank
Advantages/disadvantages
a. Pyloric obstruction
b.Recurrence due to displacement/volvulus of abomasum cranial to pexy
site
V. SURGICAL APPROACHES
1. LEFT FLANK CELIOTOMY
1.
Advantages/disadvantages
a. May be performed on standing animal
b.For LDA only
c. Poor access for exploration of the remainder of the GI tract and
abdominal cavity
- 14 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
d.Full rumen may hinder abomasal repositioning & pexy
e. Often difficult for shorter surgeons
f. Development of a long-term abomasopexy depends on adhesion
formation ® adhesions not always as strong as obtained via right
paramedian celiotomy
2.
Technique: LDA
a. Routine left‑flank celiotomy approach
b.The gas‑filled abomasum is decompressed with large gauge needle
attached to tubing (prevents contamination of peritoneal cavity)
c. Abomasopexy
(1)
Heavy nonabsorbable suture material placed into abomasum
(a)
Simple continuous pattern & leaving free ends of the
suture ³ 0.5 m long
(b)
Avoid penetrating the abomasal mucosa
(2)
After attaching the cranial free end of the suture to a straight
needle, it is passed beneath the rumen to exit through the abdominal
wall just caudal to the xiphoid & to the right of midline
(3)
The caudal free end is passed in a similar manner, exiting 8‑10
cm caudal to the 1st
(4)
An assistant grasps each free end exiting the right ventral
body wall
(5)
The abomasum is returned to normal position by internal
manipulation (“sweeping” ventrally) by the surgeon & external traction
on the suture by the assistant
(6)
The assistant ties the 2 free ends of suture together & removes
excess
(7)
The ventral abdominal sutures are subsequently cut off at skin
level after sufficient time has passed for adhesions to form (³ 2 wk)
(8)
Avoid the milk vein
d.Routine closure of the left‑flank incision
2. RIGHT FLANK CELIOTOMY
1.
2.
Advantages/disadvantages
a. May be performed on standing animal
b.For LDA, RDA or RTA
c. Best access for exploration of the remainder of the GI tract
d.Usually not difficult for shorter surgeons
e. Desirable omentopexy adhesions probably not as strong as
abomasopexy adhesions ® pyloropexy not recommended
Technique
a. Routine right‑flank celiotomy approach
b.LDA
(1)
The gas‑filled abomasum (on left side of rumen) is decompressed
- 15 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
with large gauge needle attached to tubing
(2)
The abomasum is returned to normal position by manipulation
(sweeping beneath the rumen) & by gentle traction on the greater
omentum
c. RDA & RTA
(1)
The gas‑ & fluid‑filled abomasum (external to omental sling) is
decompressed
(a)
Large gauge needle attached to tubing
(b)
Stomach tube via small incision & purse‑string suture
(2)
The abomasum is returned to normal position by sweeping
usually caudally & ventrally
(3)
Any displacement requiring manipulation of free pylorus or
duodenum is considered a volvulus
d.Omentopexy: A portion of the greater omentum, just caudal to the
pylorus, is incorporated into closure of the muscle layers of the right‑flank
incision
3. RIGHT PARAMEDIAN CELIOTOMY
1.
2.
Advantages/disadvantages
a. Best direct access to cranial abdomen & abomasum for LDA correction
b.Desirable abomasopexy adhesions probably stronger than via left flank
celiotomy
c. Requires dorsal recumbency
d.Although possible approach, not recommended for RDA & RTA
correction ®
(1)
More difficult due to distorted visceral relationships (compared
to standing)
(2)
Patient usually more systemically ill
e. Relatively poor access for exploration of the remainder of the GI tract
f. “Best” abomasopexy
Technique
a. Routine right‑paramedian celiotomy approach
b.When rolled into dorsal recumbency, the gas‑filled abomasum often
returns to its normal position. If still on the left side of rumen, the
abomasum is decompressed with large gauge needle attached to tubing
& subsequently swept into proper position
c. Abomasopexy
(1)
The abomasum is incorporated into closure of the internal
sheath of the right‑paramedian incision
(2)
Greater curvature of abomasal fundus, beginning 10‑15 cm
caudal to reticuloabomasal ligament
(3)
Do not penetrate the abomasal mucosa
d.Routine closure of the remainder of the right‑paramedian incision
- 16 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
4.RIGHT PARAMEDIAN PERCUTANEOUS ABOMASOPEXY
1.
Advantages/disadvantages
a. Simplest & least expensive method
b.Relatively high success rate (up to 90%)
c. For LDA only
d.Cannot explore abdomen
e. May incorrectly “pexy” rumen or pylorus (potential pyloric obstruction)
2.
Technique
a. Cast cow in dorsal recumbency
b.Prep skin & infiltrate local anesthetic on right side of midline, just caudal
to xiphoid
c. Using auscultation/percussion, rock cow until abomasum moves
beneath this position
d.Percutaneous “blind” abomasopexy performed with:
(1)
Toggle‑pin apparatus, OR
(2)
A very large curved needle (upholstery needle) &
nonabsorbable suture material
e. Rolled into left‑lateral recumbency ® sternal recumbency ® standing
3.
Laparoscopic technique: The procedure can be summarised as a 2-step
method of which the first step consists of laparoscopic guided puncture of the
abomasum to enable deflation and the placement of a toggle pin in the greater
curvature of the abomasum. The abomasum is subsequently fixed to the ventral
abdominal wall guided by a second laparoscopy, with the animal in dorsal
recumbency or standing.
- 17 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At
Sağlığında Kullanılan İmmun Modülatörler
Haydar ÖZPINAR
Gıda Mühendisliği Bölümü, İstanbul Aydın Üniversitesi, 34295 İstanbul, TÜRKIYE
e-Posta: [email protected]
Canlıyı hastalıklara karşı koruyan, hastalık etkenlerini tanıyıp yok eden organ, doku ve
hücrelere immun sistemi denir. Hücrelerin yeniden yapılanmasını ve onarımını sağlayan
besin öğelerinin immun modülatör etkileri bulunmaktadır. Başlıca immun modülatör
öğeler arasında lif, omega-3, omega-6, fenolik bileşikler, ginseng, probiyotikler ve
prebiyotikler gelmektedir. Gastrointestinal traktüs florası stabil bir ekosistem olmasına
rağmen çeşitli faktörler ve koşullar altında denge değişebilir. Muhtemel en önemli etken
ise antibiyotik kullanımıdır. Son yıllarda antibiyotik kullanımının olumsuz etkilerinin önüne
geçmek ve immun sistemi güçlendirmek için probiyotikler ve prebiyotikler antibiyotiklere
alternatif olmaya başlamıştır. Probiyotikler, bağırsaklardaki mikrobiyal dengeyi düzenleyen
canlı mikroorganizmalardır. Prebiyotikler ise kolon bakterilerinin sayı ve aktiviteleri ile
probiyotiklerin etkisini artıran, sindirilmeyen karbonhidratlardır. Mannanoligosakkarid
(MOS), Saccharomyces cerevisiae mayası hücre duvarında elde edilen kompleks bir
karbonhidrat olup; prebiyotik amaçlı olarak kümes ve besi hayvanları ile balıklarda
verimlilik artışı ve sağlığın korunması amacıyla kullanılmaktadır. MOS’un immun sistemiyle
olan etkileşimi ve mekanizması henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Besin öğelerinin immun
modülatör etkilerini ve etki mekanizmalarını anlamaya dönük ileri araştırmalara yoğun
şekilde devam edilmesi gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Beslenme, Besin ögeleri, Probiyotik, Prebiyotik, Enflamasyon,
İmmun Sistem, İmmunmodulatör
Effect of Nutrition on Immune System and Immune
Modulators Used for Horse Health
Immune system is a network of organs, tissues and cells that protects an organism
against any disease and causative agent of an infection. The nutrients serving as
building materials and repairing body parts and protecting the cells have significantly
immune modulating properties. The major immune modulators are known as fiber,
omega-3, omega-6, phenolic compounds, ginseng, probiotics and prebiotics. Despite the
gastrointestinal tract flora is actually a stable eco-system it can also be negatively affected
by various factors and conditions. The possible reason is the use of antibiotics as unnatural
medication. In the recent years probiotics and prebiotics have significantly been alternative
to prevent the undesirable side-effects of using antibiotics by impacting the immune
system. Probiotics as beneficial bacteria can up-regulate the microflora in the gut whereas
prebiotics as undigestable complex carbonhydrates may positively impact the quantity
and activity of the beneficial bacteria living in the gut by collaborating with probiotics.
- 18 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Mannan oligosaccharide (MOS) is a complex carbohydrate product that is derived from the
cell wall of the yeast Saccharomyces cerevisiae. This complex carbohydrate product has
been utilized around the world to improve the productivity and wellbeing of poultry, fish
and livestock. Questions related to the specific interaction between MOS and the immune
cells still remain unclear. In conclusion, further studies for understanding the mechanisms
of immune-modulating effects of nutrients are extremely needed.
Keywords: Nutrition, Nutrients, Probiotics, Prebiotics, Inflammation, Immune System,
Immune modulator
GİRİŞ
Enfeksiyon hastalıklar insanlar ve hayvanlarda sağlığı ve verimi olumsuz yönde
etkilemektedir. Dengeli beslenme ve amaca uygun diyet immun sistemini hastalıklara
karşı güçlendirmektedir (1). Besin ögelerinin gastrointestinal sistem üzerinde düzenleyici
etkileri olduğu immun sistemi mikrobiyal patojenlere karşı olumlu anlamda güçlendirdiği
bilinmektedir (2-4). Besin ögeleri enflamatuar süreçlerde hücrelerin yenilenmesi ve onarımı
için gereken maddelerdir. Enerji malnütrisyon ve protein yetersizliği durumlarında immun
yanıt zayıfladığı, kilo kaybı görüldüğü sonuç olarak komplikasyonlara zemin hazırlandığı
bilinmektedir (5). Besin öğelerinin insan ve hayvan sağlığı üzerine olan immun modülatör
etkileri artan şekilde araştırılmaya başlamıştır (6). Etki mekanizmaları henüz tam olarak
anlaşılamayan immun modülatörler tıbbi amaca dönük olarak kullanılmaktadır (7). İmmun
modülatör besin öğeleri arasında lif, omega-3, omega-6, fenolik bileşikler, ginseng,
probiyotikler ve prebiyotikler bulunmaktadır. Lif gastrointestinal sistemde sindirilemeyen
lignin ve bitki bitkilerde hücre duvarı yapısında bulunan polisakkariddir. Omega-3 yağ asitleri
balıklarda, soya, keten tohumu, kanola yağı ve yeşil bitkilerde bulunmaktadır. Omega-6 yağ
asitleri mısır, ayçiçek, soya, pamuk yağında mevcuttur. Fenolik bileşikler meyve ve sebzelerin
tat ve rengini veren; antimikrobiyal ve antioksidatif etki gösteren, antienflamatuvar, ve
antirombotik etkiye sahip olduğu yapılan araştırmalar ile tespit edilen bitki kimyasallarıdır.
Ginseng hücrelerde serbest radikal üretimini teşvik eden hidrojen peroksitleri azaltarak
antioksidan özellik göstermekte ve içeriğindeki aktif maddelerden poliasetilenler sitotoksik
ve antienflamatuar özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Son yıllarda geniş şekilde
araştırılan Probiyotikler ve Prebiyotikler insan ve hayvan sağlığına olumlu etkileri ve etki
mekanizmaları araştırılan immun modülatörler olarak kabul görmektedir. Probiyotikler
konakçının sağlığına yarar sağlayan canlı mikroorganizmalardır. Çeşitli amaçlar için klinik
çalışmalarda en çok kullanılan organizmalar, Lactobacillus ve Bifidobacterium türleri ile
patojen olmayan bir maya olan Saccharomyces boulardii’’dir (8). Laktik asit bakterilerinin
immun sistemi düzenleyici etkileri dikkat çekmektedir. Probiyotikler bazı mekanizmalar
yoluyla intestinal mukoza üzerine yararlı etkilere sahiptir. Bu olumlu etkiler arasında
patojen bakterilerin çoğalmasını inhibe etmesi, epitel doku fonksiyonlarını iyileştirmesi
ve immun sistemi desteklemek bulunmaktadır. Probiyotikler salgıladıkları kısa zincirli yağ
asitleri sayesinde lümen pH’ını düşürmekte, epitel hücre apoptozunu önlemekte ve kolon
hareketinin düzelmesine olanak sağlamaktadır (9-12). Prebiyotikler kolon bakterilerinin sayı
ve aktiviteleri artıran sindirilmeyen karbonhidratlardır. Son yıllarda, maya hücre duvarı
polisakkaritlerinin bileşenlerine olan ilgi ve prebiyotik amaçlı kullanımı artmaktadır (13-15).
- 19 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kimyasal bileşimi bilinen maya hücre duvarının makofajlarla etkileşimi ve etki mekanizması
henüz anlaşılamamıştır (16). Mannanoligosakkarid (MOS) ve β-Glukan Saccharomyces
cerevisiae hücre duvarından elde edilen ve prebiyotik amaçlı kullanılan karbonhidratlardır
(17-19)
. Bu Prebiyotikler Dünyada kümes ve besi hayvanları ile balıklarda verimlilik artışı ve
sağlığın korunması amacıyla kullanılmakta ve memelilerde fungal patojenlere karşı konağın
immun sistemini antienflamatuvar etkileyen özellikleri olduğu araştırılmaktadır (20,21).
Fruktooligosakkaritler (FOS), soğan, enginar, sarımsak, hindiba, şeker pancarı, pirinç, arpa,
pırasa gibi yem ve gıda katkısı olarak kullanılan bitkilerde bulunmaktadır ve kısa zincirli
früktoz moleküllerinin B-(2-1) glikozidik bağlarla birleşmesinden oluşmuştur. Kısa zincirli
fruktooligosakkaridler (sc-FOS) bifidojenik etkileri sayesinde bağırsak enfeksiyonlarını
önleyici rol oynamakta ve immunregulatör olarak görev yapmaktadır (22-25).
İMMUN SİSTEM
Çok hücreli canlıların tümü çevrelerindeki binlerce mikroorganizma ile birlikte yaşar ve
aynı çevrede yaşama savaşını verirler. Çevresindeki birçok mikroorganizma ve parazit için
bir yerleşme ve gıda kaynağından başka bir şey olmayan canlı yapı kendisine zarar verecek
mikroorganizma ve maddelere karşı koruyucu sistemler geliştirmiştir. Bir canlı, yapısına
yabancı olan maddeleri (antijen) tanıyabilme ve mücadele etme özelliklerine sahiptir.
Antijen adı verilen yabancı maddelerin organizmaya girmesi ile başlayan ve birbiri ile ilişkili
birçok biyolojik reaksiyonun meydana geldiği immun yanıt olayında bir çok sistem, organ
ve hücre görev alır. Bir canlıda hastalıklara karşı koruma yapan, hastalık etkenleri ve tümör
hücrelerini tanıyıp onları yok eden işleyişlerin toplamına immun sistem denmektedir.
İmmun sistem, öncelikle hastalık etkenlerinin vücuda girmesini engellemeye çalışır. Bu
başarılamazsa etkeni ortadan kaldıracak işlevler çalışmaya başlar.
1. İMMUN SİSTEM ORGANLARI
İmmun yanıtta rol alan lenfoid organlar santral ve periferik olarak ikiye ayrılmaktadır.
Santral lenfoid organlar Kemik iliği (Kİ), Timus ve Fabricius kesesi veya eşdeğeri organlardır.
Santral organlar başta lenfosit olmak üzere immun yanıtta rol alan hücrelerin yapım
ve farklılaşma yeridir. Periferik lenfoid organlar lenf düğümü, dalak, mukozalarla ilgili
lenfoid dokudan oluşmakta olup; immun yanıtta rol alan hücreleri bulunduran, antijenle
ilk karşılaşan ve immun yanıtın oluştuğu yerlerdir. Kİ immun sistemi hücrelerinin kaynağı
olup; yassı, yuvarlak ve uzun kemiklerin uç kısımlarındaki süngerimsi yapıda bulunur.
Kemik iliğinde oluşan immun sistemi hücreleri kan dolaşımı sayesinde görev yapacakları
doku ve organlara giderler. Kemik iliği kök hücrelerinin immunolojik olarak etkin hücre
haline gelebilmesi için önce santral lenfoid organlarda olgunlaşması gerekir. Gelişimi
tamamlanan, olgun T ve B lenfositler daha sonra periferik lenfoid organlara gidip yerleşerek
antijenle karşılaşmayı bekler ve gerektiği zaman immun yanıt oluştururlar. Timus, Kİ’nde
kök hücreden farklılaşan lenfosit öncü hücrelerinin olgunlaşarak, olgun T-lenfosit haline
geldiği organdır. Hücresel tip immun yanıt oluşmasında önemli bir organdır. Yavru deney
hayvanlarında timus çıkartıldığında T-lenfosit işlevi bozulmaktadır. Fabricius kesesi (= Bursa
of Fabricius) kuşlarda kalın bağırsak son kısmında bulunan bir organdır. Bu kesecik Kİ’ nden
göç eden lenfosit öncü hücrelerinin olgunlaştığı ve olgun B-lenfosit haline geldiği yerdir.
- 20 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Memelilerde böyle bir kese yoktur. Memelilerde bu görevi kemik iliği yapmaktadır. Mukoza
ile ilgili lenfoid dokular, yabancı antijen veya mikroorganizmaların en sık giriş yolları olan
sindirim, solunum ve genitoüriner sistem mukozalarının altında, kapsülsüz durumda yaygın
lenfoid dokulardır. Bu bölgelerdeki lenfoid hücreler, yayılmış halde olabileceği gibi, lenf
düğümüne benzer şekilde foliküller şeklinde de bulunabilirler. Mukoza altı lenfoid dokular
İmmünglobulin-A (IgA) yapımından sorumludur ve enfeksiyonlara karşı korunmada önemi
oldukça fazladır.
2. İMMUN YANITTA ROL ALAN HÜCRELER
İmmünolojik olaylar daha çok hücre düzeyinde olup; temel olarak bu görev B ve
T-lenfosit denilen iki çeşit lenfosit hücreye aittir. B - lenfositler antijene karşı özgül antikor
sentezi ile sonuçlanan hümoral immun yanıttan sorumludur. B lenfositler sentezledikleri
immunglobulin moleküllerini hücre yüzeylerinde zarda taşırlar ve bu molekül antijene
karşı özgül reseptördür. Bu yüzey immunglobulinler IgM ve IgD sınıfı yapı gösterirler. Bir B
lenfosit sadece tek bir çeşit antijene bağlanabilen yüzey immunglobulin reseptör taşır. Bu
nedenle immun sistemde, zaman içinde karşılaşma ihtimali olan on binlerce çeşit antijene
karşı özgül reseptör taşıyan on binlerce B-lenfosit çeşidi hazır durumda bulunmaktadır.
Organizmaya antijen girdiğinde, yüzeyinde bu antijene özgül reseptör taşıyan B-lenfositleri
bulur ve uyarır. Uyarılan B-lenfositler başkalaşıma uğrar ve plazma hücresine dönüşürler.
Plazma hücresi de uyaran antijene özgül olan çok miktarda antikor (immunglobulin)
sentezler. Uyarılan B-lenfositlerinden bir kısmı ise bellek hücre haline gelir. T lenfositler
immun sistemin en önemli hücreleridir. Doğrudan antikora bağımlı olmayan ve hücrelerin
yönettiği hücresel tipte immun yanıttan sorumludur. Kemik iliğinde yapılan T öncü hücreler
timusta olgun T lenfosit haline gelirler. Bu olgunlaşma sırasında T lenfosit yüzeyinde pek
çok reseptör yerleşir. T-hücre yüzeyinde yüzey immunglobulin bulunmaz. Bunun yerine
antijenleri özgül olarak tanıyan “T hücre reseptörü (TCR)” bulunur. T lenfosit sadece tek
bir çeşit antijen için TCR taşır. B lenfositlerde olduğu gibi immun sistemde zaman içinde
karşılaşma ihtimali olan on binlerce çeşit antijene yanıt verebilecek on binlerce çeşit T
lenfosit bulunur. T-lenfositler başlıca iki gruba ayrılırlar: (1) T yardımcı Lenfosit: Yardımcı ve
uyarıcı rolü olan lenfositlerdir. Çeşitli sitokinler salgılayarak T hücresi, monosit - makrofaj
ve diğer bazı hücrelerin sayıca ve aktivite olarak güçlenmelerini Sağlarlar; (2) T sitotoksik
Lenfosit: öldürücü ve baskılayıcı rolü olan lenfositlerdir. T sitotoksik olanlar virus, bakteri
ve parazit ile enfekte hücreler, tümör hücreleri, transplante doku ve organ hücreleri gibi
organizmaya zararlı veya yabancı hücrelere saldırarak yok ederler. Makrofajlar, lenfositler,
Doğal öldürücü (NK) hücreler ve diğer bazı hücreler immun yanıtta rol oynamaktadır.
Vücudumuzda doku ve organlarda yaygın olarak bulunurlar. Makrofajlar organizmaya
giren yabancı maddeyi ilk yakalayan hücreler olup; yabancı maddeyi fagositoz etki ile yok
eden ya da özel bir hazırlıktan sonra antijeni lenfositlere sunarak immun yanıtı başlatan
hücrelerdir. Doğal Öldürücü (NK = Natural Killer) Hücreler, Lenfoid hücreler arasında, enfekte
veya yabancı hücreleri öldüren, T ve B lenfositlerden farklı yapıda “büyük granüllü lenfosit”
de denen hücrelerdir. NK hücreleri, önceden tanıyıp, duyarlı hale gelmeden hedeflediği
hücreleri doğrudan tahrip edebilme yeteneğindedirler. Hedef hücreleri mantar, parazit,
bakteri, virüslerle enfekte olmuş hücreler ve tümör hücreleridir.
- 21 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
3. AKUT FAZ YANITI
Hücrelerin tahribi, yangı ve enfeksiyon gibi uyarıcılar sonucu vücutta bazı proteinlerin
üretiminde artış meydana gelir. Böyle durumlarda plazmada konsantrasyonu %25’ten
fazla artan ve çoğu karaciğer orjinli olan proteinlere akut faz proteinleri adı verilir. Akut Faz
Yanıtı, stres ya da travmanın olumsuz etkilerine karşı organizmayı hazırlıklı hale getirmek
amacıyla oluşan bir dizi reaksiyondur. Birkaç akut faz proteinin plazma konsantrasyonunda
değişiklik, akut faz yanıtı boyunca meydana gelen karmaşık fizyolojik reaksiyonların sadece
bir kısmıdır. Sitokinler, bu akut faz proteinlerinin sentez ve düzenlenmesinde rol alan
uyarıcı faktörlerdir. Hücrelerdeki reseptörlere bağlanarak hücre proliferasyonunu stimüle
ederler. Ortaya çıkan immun yanıt; sitokin mRNA, sitokin üretimi ya da sitokin reseptör
üretimi ile belirlenir. Sitokin mRNA ya da sitokin reseptör üretiminde ve ekspresyonunda
artma ve/veya azalma immun yanıtın bir göstergesidir. IL-1, IL-6 ve TNF-α, proenflamatuvar
sitokinlerdir ve çoğu akut faz proteinin sentezini artırabilir ve enflamatuvar değişikliklerin
oluşmasında, patojenin eliminasyonunu sağlayan hızlı immun yanıtının ortaya cıkmasında
rol alırlar. IL-6 daha çok hepatik akut faz cevabında etkili olurken; IL-1 ve TNF ekstrahepatik
bulgularda daha etkindir. Tümör nekroz faktörü (TNF) birçok hücre tipi tarafından salgılanan
ve kanserli hücrelerin yıkımını sağlayan bir sitokindir. Protein mekanizması üzerine etkilidir.
Akut faz reaksiyonu sinyallerinin iletilmesini düzenler ve TNF-α ile TNF-β olmak üzere iki
şekilde bulunur. TNFα, makrofajlar ve bazı diğer hücreler tarafından üretilirler ve kaşeksi
ve neoplastik doku yıkımı da dahil olmak üzere, tümöre bağlı lokal ve sistemik etkilerden
sorumludur. TNF’nin lokal olarak konsantrasyonunun artması, bakteriyel enfeksiyonlarla
ilişkili olan belirtilere neden olur (septik şok, ateş, kas ağrısı, uyuşukluk, baş ağrısı, mide
bulantısı ve enflamasyona). ELİZA Yöntemi ile tespit edilebilen α-1 Asit Glikoprotein Plazma
Konsantrasyonu, Karaciğer Metallothionein Protein Düzeyi, Dalaktan Makrofaj Alımı ve NO
tayini de immun yanıt değişkenlerinden kabul edebileceğimiz parametrelerdir.
BESLENME ve İMMUN SİSTEM
Dengeli beslenme ve amaca uygun diyet immun sistemi hastalıklara karşı güçlendirmektedir (1). İnsan ve hayvan sağlığında besin ögelerinin gastrointestinal ve immun
sistem üzerinde düzenleyici etkileri olduğu bilinmektedir (2,3). Diyette immun sistem için
önemli rolü olan mineral ve vitamin eksikliği anti-bakteriyel aktiviteyi arttırmakta, solunum
yolu enfeksiyonlarında artışa ve organların hayati işlevselliklerini etkileyecek derecede
yıkıma yol açabilmektedir. Lenf kanserine bağlı immun sistem yetersizliği ve immunglobulin
eksikliği görülen atlar için enteral beslenmenin durumunda düzeltici bir etkisi olup
olmadığı; Ulusal Araştırma Konseyi (NRC)’nin atlar için belirlediği 80 IU/kg E Vitamini
alım miktarının immuniteye etkisi bakımından doğrulanması gibi çalışmalar yapılmıştır
(26,27)
. Benzer şekilde atların diyetlerinde ve besin ögelerinde yapılacak değişikliklerin kolit
gibi bazı rahatsızlıkların iyileştirilmesinde olumlu etkisi olduğu görülmüştür (28). Çinko,
selenyum, A, C ve E vitaminlerinin zayıflayan sindirim işlevselliğinin iyileştirilmesinde fazla
alınması gerekmektedir. Diyet sayesinde diş sağlığı, kilo kaybının engellenmesi, hepatik ve
böbrek yetmezliği gibi bazı metabolik hastalıkların önlenmesi mümkün olabilmektedir (29).
A vitamini eksiliği interlökin ve antikor yanıtını azaltmakta; NK-hücre aktivitesi ile makrofaj
sitotoksik kapasitesinde yükselişe sebep olmaktadır. Benzer şekilde C vitamini eksikliğinde
- 22 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
immun sistemi baskılayan histaminin etkisizleştirilmesi engellenmektedir. Güçlü bir antioksidan olan ve hücre zarı dayanıklılığını artıran E vitamininin atlar için performansı artırdığı
ve doğal yoldan alınan E vitaminin kan serumunda immunglobulinlerin uzun süre kalışına
ortam sağladığı raporlanmıştır (30).
PROBİYOTİKLER, PREBİYOTİKLER ve İMMUN SİSTEM
İntestinal lümende yaşayan bakteri topluluğu konakçı homeostazı ile yakından ilişkilidir
ve aralarında simbiyotik bir ilişki vardır. Bu bakteriler epitel hücreleri için gerekli esansiyel
besinleri sağlarken, aynı zamanda bağırsakta sağlıklı bir immun yanıtın oluşmasına
da katkıda bulunurlar. Ancak çeşitli virülans faktörlerini kodlayarak genetik materyali
kazandıklarında patojenlere dönüşüp enfeksiyon ve sepsis kaynağı olabilirler. İntestinal
floradaki mikroorganizma çeşitliliği ve sayısı iç ve dış faktörlere bağlıdır. Beslenme ve doğru
seçilmiş bir diyetin vücudun mikrobiyal patojenlere karşı direncini artırma konusunda
olumlu etkilediği ve tıbbi amaçla kullanımının yaygınlaştığı bilinmektedir (3,31). Sindirim
sistemi ya da gastrointestinal traktüs (GIT) daha fazla lenfosit ve plazma hücresi içermesi
sebebiyle vücutta en büyük immunolojik yapı olmaktadır (32). GIT’ te bulunan karmaşık
mikroorganizma ekolojisi immun sistemin besin ögeleri ile etkileşimini ve immun yanıtı da
karmaşık yapabilmektedir (33,34). Diyetteki bileşenlerin fiziksel ve kimyasal durumuyla GIT’
te bulunan mikroorganizmaların popülasyonu etkilenebilir, patojenler bağırsak epiteline
tutunabilir (35). Benzer şekilde mukozal tabakaların hastalığın anlaşılmasından önemli bir
gösterge olduğunu bildirilmiştir (36). Probiyotikler, bağırsaklardaki mikrobiyal dengeyi
düzenleyen canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik mikroorganizmalar ürettikleri maddeler
yardımıyla gıdaların sindirimine, vitamin üretimine ve zararlı mikroorganizmaların neden
olduğu hastalıkların önlenmesine yardımcı olarak doğal floranın dengesini korumaktadır.
Prebiyotikler, probiyotiklerin etkisini artıran sindirilemeyen karbonhidratlardır. Bağırsak
florası stabil bir ekosistem olmasına rağmen, bu sistem çeşitli faktörler ve koşullar altında
değişebilir. Muhtemel en önemli etken ise antibiyotik uygulanmasıdır. Son yıllarda
antibiyotik kullanımı hayvancılıkta yasaklanmıştır. Probiyotikler, Prebiyotikler ve mikro
besin ögeleri antibiyotik kullanımının insan ve hayvan sağlığı üzerine olumsuz etkilerinin
önüne geçmek için ve immun sistemi güçlendirmek amacıyla antibiyotiklere alternatif
olarak kullanılmaya başlamıştır (6). Antibiyotik kullanımı yerine doğru beslenme yardımıyla
akut enflamatuvar yanıtlar arasındaki ilişkileri anlamak için probiyotikler, prebiyotikler, bazı
mineral ve vitaminlerin immun modülatör etkilerini ve etki mekanizmalarını anlamaya
dönük ileri araştırmalara artan şekilde devam edilmektedir (37). Son yıllarda araştırmalar
immun modülatör amaçlı kullanılan prebiyotiklerin kaynağı olan Saccharomyces cerevisiase
adlı maya üzerinde yoğunlaşmakta ve immun sistemi etkileyen özellikleri araştırılmaktadır
(38,39)
. Mayaların immun sistemi güçlendirici etkileri olduğu bildirilmektedir (14,15). Maya hücre
duvarını oluşturan üç öğe glukan, mannan ve kitin polisakkarit olup; prebiyotik amaçlı
kullanımı artmaktadır (13). Yüksek lif ve nişasta içerikli diyetlerine Saccharomyces cerevisiae
ilave edilen atlarda sindirim işlevselliğinin diğerlerine göre daha iyi geliştiği gözlenmiştir
(40,41)
. Saccharomyces cerevisiase’nın atlarda bağırsak florası ekosistemini koruyarak olumlu
etkisi olduğu ve burada mikroorganizmalar tarafından üretilen istenmeyen gelişmeleri
engellediği bildirilmiştir (42).
- 23 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
- MANNANOLİGOSAKKARİD (MOS)
Mannanoligosakkarid (MOS), Saccharomyces cerevisiae mayası hücre duvarında elde
edilen kompleks bir karbonhidrat olup; Dünyada kümes ve besi hayvanları ile balıklarda
verimlilik artışı ve sağlığın korunması amacıyla kullanılmaktadır. MOS’ un immun sistemiyle
olan etkileşimi ve mekanizması henüz tam olarak anlaşılmamıştır.
Şekil 1. Maya Hücresi Ürünleri Şekil 2. Maya Hücresi Duvarının Yapısı
Birçok tür üzerine yapılan deneyler, MOS’un sağlık üzerinde pozitif performansı bazı
yetilerine bağlanmaktadır. Bu aktivitenin bir kısmı, MOS’un bakteriyi Tip 1 fimbriyanın
instestinal villuslara bağlanmasını engelleme yetisidir. Buna ek olarak, MOS bağırsaklar
içindeki immunokompetansın birçok parametresini optimize etmektedir. Bu parametrelere
örnek olarak sekretuar IgA salınımı ve antijene özgü ve doğal antikorların artması
gösterilebilir. Bu gözlemler, MOS’un intestinal epitele girerek bağırsakla bağlantılı lenfoid
dokunun (GALT) regülatör ve/veya efektör hücrelerini uyardığını göstermektedir.
MATERYAL ve METOT
Bu araştırmamızda MOS’un intestinal epitelyumdan geçip geçmediği ve ince bağırsakta
lamina propria’ya girip girmediğini incelemek amaçlanmıştır. MOS’ un gastrointestinal
Şekil
3. MOS’
İnce Bağrsakta
Davranş
4. MOS’
un Ekstraksiyonu
Şekil 3.
MOS’
unakibetini
İnceunBağrsakta
Davranş
Şekil Şekil
4. MOS’
Ekstraksiyonu
traktüste
araştırmak
ve immun sistemi hücreleriyle
olanunetkileşimini
anlayabilmek
için albumin, dekstran ve MOS kullanılmıştır.
Şekil
3.İnce
MOS’
un Bağrsakta
İnce
Bağırsakta
Davranışı
Şekil 3.Şekil
MOS’
Bağrsakta
Davranş
3. un
MOS’
un
İnce
Davranş
Şekil4.4.
MOS’
un
Ekstraksiyonu
Şekil
MOS’
Ekstraksiyonu
Şekil
4.unMOS’
un Ekstraksiyonu
- 24 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
MOS’un gastrointestinal yoldaki akıbetinin anlamak için floresan etiketli MOS tavuklara
yedirilmiş, epitelde yerini bulmak için bağırsakların uygun bölümleri incelenmiştir.
Albumin negative kontrol grubu olup, kolayca sindirilmemekte ve lamina propriaya
nakledilmemektedir. Dekstran pozitif kontrol grubudur. Dentrik hücreler tarafından
fagozitoza uğramaktadır. MOS ise deneysel grup olarak kullanılmıştır. Saf mannanca zengin
bir çözeltiden 7-methoxycoumarin-3-isocyanate in dimethylsulphoxide ile reaksiyona
girerek ve etanol çözeltisi ile çöktürülerek elde edilmiştir. Elde edilen MOS çözeltisi
floresans ile işaretlenmiştir. FITC Dekstran (FD 70S) ve oval albumin Sigma Firmasından
tedarik edilmiştir. Çalışmada 16 adet 1 gün yaşında piliçler kullanılmıştır. Her kafeste 4
piliç olmak üzere toplam 4 grup oluşturulmuştur. Her grup farklı diyetler beslenmiştir.
Kontrol grubuna floresans işaretleme olmayan bazal diyet verilmiştir. Floresans işaretli
MOS, albumin ve dekstranın bazal diyete gore rasyonu 20 mg/kg’dır. Araştırma üç hafta
sürmüştür. Üçüncü haftanın sonunda piliçler karbondioksit ile termine edilmiş; çıkarılan
intestinal doku örnekleri %10’luk formalin çözeltisinde korunmuştur. Örneklerden paraffin
metotuyla fikse edilmiştir.
Tablo 1. Bazal Diyet Kompozisyonu (%0, KM)
Kompozisyon
(g/kg)
İçerik
Miktar
Mısır
577.79
Soya Küspesi
323.82
Bitkisel yağ
50.67
Kalsiyum Fosfat
17.97
Öğütülmüş kireç
13.27
Tuz
4.51
DL-Methionin 99%
3.49
Mineral Premiks – NRC
2.50
Vitamin premiks – NRC
2.50
L-Lizin 95%
1.16
Threonine
1.07
Kolin Klorür
0.75
Demir Sülfat
0.50
Toplam
1.000.00
BULGULAR
Her örnekten 72 adet kesit hazırlanmıştır. MOS2un lamina propriaya geçişini tespit
edebilmek amacıyla floresans mikroskopisi kullanılmıştır. Elde edilen veriler NOVA ile analiz
edilmiştir. P<0.05 değeri anlamlı kabul edilmiştir. Negatif kontrol grubu olarak albumin
lamina propriada tespit edilmemiştir. Albuminin lamina propria girişinden önce degrade
- 25 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle istatistiksel hesaplamaya dahil edilmemiştir. Pozitif
kontrol grubu olan dekstranın lamina propriaya özellikle ileuma geçiş yaptığı görülmüştür.
Deney grubu olan MOS’a lamina propriyada rastlanmıştır. Duodenum ve jujenumda
dekstran ile karşılaştırıldığında MOS’un daha fazla miktarda nakledildiği bulunmuştur.
Tablo 2. Dekstran, MOS ve Kontrol Grubu Lumen, epitelyum ve lamina propria floresans ışıma değerleri
İşlem
Lümen
Epitelyum
Lamina Propria
n
mean
(±)SD
n
mean
(±)SD
n
mean
(±)SD
Dextran (Duodenum)
5
-3.75
11.25
5
1.400
7.285
5
137
b
10.05
Dextran (Distal. Ileum)
5
-6.39
34.56
5
0.579
6.706
5
213c
17.68
Dextran (Jejunum)
5
2.27
12.38
5
-1.149
3.867
5
132
b
13.45
MOS (Duodenum)
5
-10.1
10.54
5
-2.915
7.483
5
338d
89.32
MOS ( Distal Ileum)
5
0.06
37.08
5
2.936
12.815
5
223
13.99
MOS ( Jejunum)
5
-9.51
24.83
5
-0.196
5.769
5
213
17.78
Kontrol
5
-9.22
10.29
5
-0.158
6.456
5
5a
10.73
P değeri
Şekil 5. Lamina propriada dekstran
0.953
0.970
Şekil 6. Lamina propriada
MOS
c
c
< 0.0001
Şekil 7. Lumende albümin
SONUÇ
İmmünolojik salgı hücrelerinin %80’i ve mukozal kitlenin %25’ini barındıran bağırsak
vücuttaki en büyük immun organdır. Bağırsak immunliği açısından Bağırsakla Bağlantılı
Lenfoid Doku (GALT) Payer Eklentileri sayesinde M-hücreleri ve antijen örneklemesini
gerçekleştirir. Lokal immun yanıtın başlangıç ve proliferasyonu için başlıca alan olup,
IgA gibi intestinal mukoza tarafından üretilen başlıca Ig sekretasyonunu sağlar. Bu salgı
mikroplarla sindirilmemiş proteinleri birbirine bağlar; birikimi, mukozal yüzeye doğru olan
hareketi geciktirir ve konak hücreye bağlanmayı ve istilayı azaltır. Ayrıca, mukus salgısını
artırarak enflamatuvar tepkinin başlamasını önler. MOS epitel hücreleriyle bir şekilde
etkileşime girmemektedir. Ancak, lamina proprianın GALT’ına (gut associated lymphoid
tissue) henüz anlaşılmayan bir mekanizmayla geçiş yaptığı görülmüştür. MOS, immun
sistemi tarafından patojen olarak algılanmamıştır. Bu sonuçtan hareketle immun sistemine
- 26 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
olumlu yönde etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, çalışmalar daha ileri götürülerek M-hücreleri ile etkileşimi araştırılmalıdır. Sonuç olarak, antibiyotik kullanımı yerine
doğru beslenme yardımıyla akut enflamatuar yanıtları arasındaki ilişkileri anlamak için
probiyotikler, prebiyotikler, bazı mineral ve vitaminlerin immun modülatör etkilerini ve
etki mekanizmalarını anlamaya dönük ileri araştırmalara yoğun şekilde devam edilmesi
gerekmektedir.
REFERANSLAR
1. Krenitsky J (2001). Nutrition and the immune system. British Poultry Science. 48 (3): 525-37.
2. Cunningham-Rundles S, Lin DH (1998). Nutrition and the immune system of the gut. Nutrition.
14(7-8):573-9.
3. Daniel L Chan, Lisa M Freeman (2006). Nutrition in critical illness. The Veterinary clinics of North
America Small animal practice. 36 (6): 1225-1241, v-vi.
4. Langkamp-Henken B, Glezer JA, Kudsk KA (1992). Immunologic structure and function of the
gastrointestinal tract. Nutr Clin Pract. 7(3):100-8.
5. Magdesian KG. (2003). Nutrition for critical gastrointestinal illness: feeding horses with diarrhea or
colic. Vet Clin North Am: Equine Pract. 19(3):617-44.
6. Özpınar H, Klasing KC, Tekiner İH (2012). Interaction of mannan oligosaccharide with immune
system “Transport of MOS in to the Lamina Propria”. Kafkas Univ Vet Fak Derg. 18 (1): 121-8.
7. Horohov DW, Breathnach CC, Sturgill TL, Rashid C, Stiltner JL, Strong D, Nieman N, Holland RE.
(2008). In vitro and in vivo modulation of the equine immune response by parapoxvirus ovis. Equine
Vet J. 40(5):468-72.
8. Kligger B, Cohrssen A (2008). Probiotics. Am Fam Physician. 78(9): 1073-78. 9. Ohland CL, Macnaughton WK (2010). Probiotic bacteria and intestinal epithelial barrier function.
Am J Physiol Gastrointest Liver Physiol. 298(6):G807-19.
10. Whorwell PJ (2009). Do probiotics improve symptoms in patients with irritable bowel syndrome?
Therap Adv Gastroenterol. 2(4):37-44.
11. Lye HS, Kuan CY, Ewe JA, Fung WY, Liong MT (2009). The improvement of hypertension by
probiotics: effects on cholesterol, diabetes, renin, and phytoestrogens. Int J Mol Sci. 10 (9): 3755-75.
12. Verna EC, Lucak S (2010). Use of probiotics in gastrointestinal disorders: what to recommend?
Therap Adv Gastroenterol. 3 (5): 307-19.
13. Moran CA (2004). Functional components of the cell wall of Sacchoaromyces cerevisiae: Application
for yeast glucan and mannan. Nutritional biotechnology in the feed and food industries. Proceedings of
AlTech’s 20th Annual Symposium, May 24-26.
14. Badia R, Zanello G, Chevaleyre C, Lizardo R, Meurens F, Martinez P, Brufau J, Salmon H (2012).
Effect of Saccharomyces cerevisiae var. Boulardii and beta-galactomannan oligosaccharide on porcine
intestinal epithelial and dendritic cells challenged in vitro with Escherichia coli F4 (K88). Vet Res. 43(1):4.
15. Eggleston G, Cote GL (2003). Oligosaccharides in Food and Agriculture. ACS Symposium Series,
American Chemical Society.
16. Lipke PN ve Ovalle R. (1998). Cell wall architecture in yeast: New structure and new challenges. J
Bacteriol. 180(15): 3735-40.
17. Tsoni SV, Brown GD. (2008). Beta-Glucans and dectin-1. Ann N Y Acad Sci 1143, 45-60.
18. Chen J, Seviour R (2007). Medicinal importance of fungal beta-(1 ! 3), (1 ! 6)-glucans. Mycol Res
111, 635-52.
19. Tanaka KI, Tanaka Y, Suzuki T, Mizushima T (2011). Protective effect of b-(1,3 ! 1,6)-D-glucan
against irritant-induced gastric lesions. British Journal of Nutrition. 106,475-85.
20. Goodridge HS, Wolf AJ, Underhill DM (2009). b-glucan recognition by the innate immune
- 27 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
system. Immunological Reviews, Vol. 230: 38-50.
21. Brown GD, Gordon S. (2005). Immune recognition of fungal β-glucans. Cellular Microbiology, 7
(4): 471-79.
22. Swanson KS, Christine MG, Elizabeth AF, Laura LB, Healy HP, Dawson KA, Merchen NR, Fahey
CG. (2002). Supplemental Fructo-oligosaccharides and Mannan-oligosaccharides influence immune
function, ileal and total tract nutrient digestibilities, microbial populations and concentrations of
protein catabolites in the large bowel of dogs. American Society Nutr Sci. 132, 980-9.
23. Buddington RK, Williams CH, Chen SC, Witherly SA (1996). Dietary supplement of neosugar
alters the fecal flora and decreases activities of some reductive enzymes in human subjects. Am J Clin
Nutr. 63:709-16.
24. Bouhnik Y, Flourie B, Riottot M, Bisetti N, Gailing MF, Guibert A, Bornet F, Rambaud JC (1996).
Effects of fructo-oligosaccharides ingestion on fecal bifidobacteria and selected metabolic indexes of
colon carcinogenesis in healthy humans. Nutr Cancer. 26:21-9.
25. Benjamin JL Hedin CR, Koutsoumpas A, Ng SC (2011). Randomised, double-blind, placebocontrolled trial of fructo-oligosaccharides in active Crohn’s disease. Gut. 60 (7): 923-9.
26. Furr MO, Crisman MV, Robertson J, Barta O, Swecker WS (1992). Immunodeficiency associated
with lymphosarcoma in a horse. Journal of the American Veterinary Medical Association. 201 (2): 307-9.
27. Hintz HF (1994). Nutrition and equine performance. J Nutrition. 124 (12 Suppl): 2723S-2729S.
28. Hudson JM, Cohen ND, Gibbs PG, Thompson JA (2001). Feeding practices associated with colic
in horses. Journal of the American Veterinary Medical Association. Vol: 219, Issue: 10, Pages: 1419-1425.
29. Ingrid V, Manfred C (2004). Nutritional management in horses : Selected aspects to gastrointestinal
disturbances and geriatric horses. Proceedings of the 2nd European Equine Nutrition & Health Congress,
Mar. 19-20, Lelystad, The Netherlands.
30. David K (2005). Advances in Equine Nutrition. J Equine Vet Sci. 25 (10): 442-443.
31. Lunn JJ, Murray MJ (1998). Nutritional support in critical illness. Yale J Biol Med. 71 (6): 449-56.
32. Stokes CR, Bailey M, Klasing KC (2000). The porcine gastrointestinal lamina propria: An
appropriate target for mucosal immunisation? J Biotechnol. 83 (1-2): 51-5.
33. Yaqoob P, Calder PC (2003). Nutrition and immune function. Vet Clin North Am: Small Anim Pract.
5 (6): 189-95.
34. Saker KE (2006). Nutrition and immune function. Vet Clin Small Anim. 36, 1199-1224.
35. Klasing KC (1998). Nutritional modulation of resistance to infectious diseases. Poult Sci 77, 1119-25.
36. Ihler CF, Venger JL, Skjerve E (2004). Evaluation of clinical and laboratory variables as prognostic
indicators in hospitalised gastrointestinal colic horses. Acta Veterinaria Scandinavica. 45 (2): 109-18.
37. Suzie F, Mark D (2011). Lactobacillus GG as treatment for diarrhea during enteral feeding in
critical illness: Randomized controlled trial. JPEN. 35 (1): 43-9.
38. Kwiatkowski S , Thielen U, Glenney P, Moran C (2009). A Study of Saccharomyces cerevisiae Cell
Wall Glucans. J Inst Brew. 115 (2): 151-8.
39. Nguyen TH, Fleet GH, Rogers PL (1998). Composition of the cell walls of several yeast species.
Appl Microbiol Biotechnol. 50 (2): 206-12.
40. Jouany JP, Gobert J, Medina B, Bertin G, Julliand V (2008). Effect of live yeast culture
supplementation on apparent digestibility and rate of passage in horses fed a high-fiber or high-starch
diet. J Anim Sci . 86 (2): 134-45.
41. Jouany JP, Medina B, Bertin G, Julliand V (2009). Effect of live yeast culture supplementation
on hindgut microbial communities and their polysaccharidase and glycoside hydrolase activities in
horses fed a high-fiber or high-starch diet. J Anim Sci. 87 (9): 2844-52.
42. Medina B, Girard I D, Jacotot E, Julliand V (2002). Effect of a preparation of Saccharomyces
cerevisiae on microbial profiles and fermentation patterns in the large intestine of horses fed a high
fiber or a high starch diet. Journal of Animal Science. Vol: 80, Issue: 10, Pages: 2600-2609.
- 28 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Field Anesthesia in Cattle
Paulo STEAGALL MV, Ms, PhD
Board Certified Veterinary Specialist
American College of Veterinary Anesthesiology (ACVA)
e-mail: [email protected]
Goals
▪ Rationale of field anesthesia in cattle
▪ Perianesthetic considerations
▪ Clinical pharmacology - Analgesia
▪ Protocols for field anesthesia in cattle
Total intravenous anesthesia (TIVA)
▪ Less cardiovascular depression
▪ Hazards: less exposure to inhalant anesthetics
▪ Cheaper - cost of equipment/facilities
Inhalant anesthetic devices are cumbersome and expensive
▪ Fewer metabolic and hormonal changes
▪ Respiratory depression is a concern
Hypoxemia
□ Oxygen supplementation
▪ Cumulative effects
□ Recovery from anesthesia
General considerations
▪ Local anesthetics
▪ Sedative-tranquilizers + analgesic combinations versus General anesthetic techniques
Behavior and procedure
Anatomical and physiological characteristics
Perianesthetic considerations
▪ Physical examination
▪ Site selection
▪ Venous Access
▪ Proper padding/Eye protection
▪ Fluid administration/Blood results
Perianesthetic considerations
▪ Check list…
□ IV catheters
- 29 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
□ Scrubbing material and IV fluids and sets
□ Induction
□ Drugs, Endotracheal tubes/Mouth gag and Syringe to inflate cuff
□ Maintenance
□ Ropes and hobbles, E-cylinder oxygen, Drugs and Pulse oximeter
▪ Age: newborn calf or breeding bull
▪ Body weight and temperament
▪ Restraint and handling facilities
Interference with ventilation
▪ Rumen Regurgitation and aspiration
Bloat
Under general anesthesia
Recumbency: decreased FRC
▪ Hypoventilation Potential for hypoxia, atelectasis and inhibition of pulmonary gas
exchange
Hypercapnia and respiratory acidosis
▪ Regurgitation
□ Aspiration pneumonia
Adult: solid material causing airway obstruction
□ Tracheal intubation is recommended
□ Bloat (Tympany)
Loss of eructation during general anesthesia
Fasting: 18-24h (feed)/12-18h (water) ↓Ruminal distension and regurgitation and
↓Fermentable ingesta
Treatment Large-bore stomach tube
Trocar placement
Sternal position
▪ Salivation
Head position
Towel under the neck
The use of anticholinergics in cattle
- Atropine (does not consistently decrease salivation and make secretions more viscous)
▪ Body condition
Lack of a functional rumen
Calves (< 2 months) Immature liver and kidney function
High body surface area-to-weight ratio: rapid heat loss
Do not fast
- 30 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Alpha-2 adrenergic agonists (Campbell et al. 1979)
▪ CNS and cardiorespiratory effects
▪ GI effects
▪ Withdrawal times
▪ Doses (1/10 of the equine dose)
▪ Hyperglycemia and hypoinsulinemia (Symonds et al 1976, 1978)
▪ Uterine blood flow and oxygen delivery - Increased motility and risk of spontaneous
abortion (LeBlanc et al. 1984)
▪ Sedation, Analgesia and muscle relaxation
0.01-0.025 mg/kg –IV,IM –sedation
▪ Doses for xylazine 0.1-0.2 mg/kg –IM –recumbency
IV X IM X SC
Yohimbine –0.2 mg/kg
▪ Antagonists (IM preferentially) Tolazoline –0.5-2 mg/kg (Lewis et al. 1999)
Atipamezole –0.02-0.06 mg/kg
Species sensitivity
Goats
Brahmans
Cattle Hereford
Holstein
Sheep
Camelids Llamas
Alpacas
Horses
Swine
Acepromazine
▪ Mechanism of action
▪ Lower doses are required in cattle
▪ ↑risk of regurgitation under general anesthesia
▪ Coccygeal vein –risk of inadvertent intra-arterial injection –loss of the tail
▪ Contraindicated in debilitated and hypovolemic patients
Opioids - Analgesia
▪ Analgesic responses after opioid administration
▪ Excitatory behavior
▪ Drugs
o Butorphanol
- 31 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
o Morphine
□ Epidural
Local anesthetic drugs - Analgesia
▪ Mechanism of action
▪ Blocking conduction
▪ Toxicity
▪ Drugs
▪ Techniques
o Epidural
o Dehorning/Head blocks
o Intravenous regional anesthesia
o Paravertebral blocks
Intravenous use of lidocaine
▪ Adjuvant to inhalant anesthesia in several species
▪ Anesthetic-Sparing effect?
NSAIDs - Analgesia
▪ Acetylsalicilic acid (50mg/kg)
▪ Dipyrone (25 mg/kg)
▪ Flunixin (1-2 mg/kg, IV)
▪ Carprofen (0.7 mg/kg, IV)
▪ Phenylbutazone (2 mg/kg PO every 48h)
o 35-h elimination half life in beef steers
o 53-h in calves
o 30-82-h adult cattle range
▪ Ketoprofen (3 mg/kg, IV)
Centrally acting muscle relaxants
▪ Diazepam/Midazolam
o General considerations: benzodiazepines
▪ Calves (0.25 mg/kg)
o Sedation and respiratory depression
o Elimination half-life: not reported in cattle
▪ Practical use - Combination with ketamine for induction of anesthesia
Ketamine
▪ Functional and electrophysiological dissociative effects - Never used alone
▪ Salivation
- 32 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
▪ Airway protection
▪ Cardiorespiratory effects
▪ Metabolism and excretion
▪ Monitoring of ketamine anesthesia
▪ Elimination half-life: 1h in calves
Field Anesthesia
▪ Ketamine (2.5 mg/kg) + Diazepam (0.12 mg/kg)
o Benefits
o Compromised patients
▪ +/- Butorphanol (0.025-0.05 mg/kg)
▪ Butorphanol (0.0375 mg/kg IV) (“BKX”)
o 100 mg of XYL(0.0375 mg/kg) + 10 mg BUT into 1000 mg of KET (3.75 mg/kg)
□ 1 mL/20kg IM (Johnson, CSU)
o Recumbency: 3-5 min
o Surgical plane of anesthesia - 20-30 min
o Longer duration of action when compared to ketamine stun technique
Ketamine stun
▪ “Adding a small dose of ketamine to more traditional chemical restraint combinations
greatly enhances the level of patient cooperation”(Abrahamsen et al. 2008)
▪ Xylazine + Butorphanol + Ketamine IV, IM, SC (Balanced anesthesia)
o Standing (Large ruminants)
o Recumbent (Small ruminants)
1) IV recumbent (15 min)
o Xylazine (0.025 mg/kg)
o Butorphanol (0.05 mg/kg)
o Ketamine (0.3-0.5 mg/kg)
o Onset: 1min
o Additional ½ dose may be needed
▪ Always combine local blocks
2) IM or SC recumbent (30-45 min)
o Xylazine (0.05 mg/kg)
o Butorphanol (0.05 mg/kg)
o Ketamine (0.2 mg/kg)
o Onset: 3-10 min
▪ Always combine local blocks
- 33 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
▪ Umbilical hernia repairs
3) IV standing (15 min)
o Improves patient cooperation/examination
o Xylazine (0.02 mg/kg)
o +/-Butorphanol (0.02 mg/kg) if analgesia
o Ketamine (0.05 mg/kg)
o Ketamine stun
4) IM, SC standing (60 min)
o Most popular technique (“5-10-20”in a 500 kg cow)
o Butorphanol (0.1 mg/kg) –5mg
o Xylazine (0.02 mg/kg) –10 mg
o Ketamine (0.04 mg/kg) –20 mg
o Doses may need to be adjusted (25% of initial dose)
o “10-20-40”in adult bulls
▪ Always combine local blocks
▪ Standing laparotomy
Anesthetic Monitoring
▪ CNS - Eye position and reflexes
o Ventral rotation is indicative of surgical depth
▪ “Hands-on”, Pulse and Respiratory rate, Mucous membranes, Padding/Positioning,
Movement,
▪ More complex monitoring devices, Position, Emergence delirium
Extubation
▪ Sedation?
o Inhalant anesthesia
o Adult unruly bulls
o Likelihood of regurgitation
Field anesthesia in bovine practice
▪ Bovine practitioners (“entry-level”)
o Epidural anesthesia
o Dehorning
o Castration
o Sedation skills
▪ Techniques
o Facilities to restraint
o Potential for meat/milk in human food chain
- 34 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
SUGGESTED READINGS
Abrahamsen EJ. Chemical Restraint in Ruminants. Vet Clin Food Anim 24 (2008) 227-243
Abrahamsen EJ. Ruminant Field Anesthesia. Vet Clin Food Anim 24 (2008) 429-441
Campbell KB, Klavano PA, Richardson P, Alexander JE. Hemodynamic effects of xylazine
in the calf. Am J Vet Res 1979;40:1777-80.
Carroll GL, Hartsfield SM. General anesthetic techniques in ruminants. Vet Clin N Am Food
Anim Prac 1996;12:627-61.
Earley B, Crowe MA. Effects of ketoprofen alone or in combination with local anesthesia
during the castration of bull calves on plasma cortisol, immunological, and inflammatory
responses. J Anim Sci, 2002;80:1044-52.
Greene SA. Protocols for anesthesia of cattle.Vet Clin Food Anim 19 (2003) 679-693
LeBlanc MM, Hubbell JAE, Smith HC. The effects of xylazine hydrochloride on intrauterine
pressure in the cow and the mare. Theriogenology 1984;21(5): 681-90.
Lewis CA, Constable PD, Huhn JC, Morin DE. Sedation with xylazine and lumbosacral
epidural administration of lidocaine and xylazine for umbilical surgery in calves. J Am Vet
Med Assoc 1999;214:89-95
Hodgson DS, Dunlop CI, Chapman PL, Smith JA. Cardiopulmonary effects of xylazine
and acepromazine in pregnant cows in late gestation. Am J Vet Res 2002;63:1695-9
Riebold T. Ruminants. In: Thurmon JC, Tranquilli WJ, Benson GJ, editors. Lumb and
Jones’veterinary anesthesia, 3rd edition. Baltimore: Williams & Wilkins; 1996. p. 610-26.
St Jean G, Skarda RT, Muir WW, Hoffsis GF. Caudal epidural analgesia induced by xylazine
administration in cows. Am J Vet Res 1990;51:1232-6.
Sylvester SP, Stafford KJ, Mellor DJ et al. Behavioural responses of calves to amputation
dehorning with and without local anaesthesia. AustrVet J 2004; 82: 697-700.
Thurmon JC, Benson GJ, Tranquilli WJ, et al. Cardiovascular effects of intravenous
infusion of guaifenesin, ketamine, and xylazine in Holstein calves. Vet Surg 1986; 15:463.
- 35 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Field Anesthesia in Horses
Paulo STEAGALL MV, Ms, PhD
Board Certified Veterinary Specialist
American College of Veterinary Anesthesiology (ACVA)
e-mail: [email protected]
Goals
□ Rationale of field anesthesia in horses
□ Perianesthetic considerations
□ Clinical pharmacology in the horse - Analgesia
□ Protocols for field anesthesia in horses
Total intravenous anesthesia (TIVA)
□ Pharmacokinetic profile
o Short-acting
o Metabolism to non-active and non-toxic metabolites
o Minimal cardiopulmonary depression
o Analgesia, muscle relaxation and unconsciousness
o Stable in solution and nonirritant
o Allow good and gradual recovery
□ Less cardiovascular depression
□ Hazards: less exposure to inhalant anesthetics
□ Cheaper - cost of equipment/facilities
o Inhalant anesthetic devices are cumbersome and expensive
□ Fewer metabolic and hormonal changes
□ Respiratory depression is a concern
o Hypoxemia
□ oxygen supplementation
□ Cumulative effects
□ recovery from anesthesia
Pharmacokinetics
□ Plasma concentration versus time
□ “Therapeutic window”
o After single injection, repeated injection and CRI
□ Individual requirements
Perianesthetic considerations - Planning and preparation
□ Physical examination
- 36 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
□ Site selection
□ Venous Access
□ Proper padding/Eye protection
□ Potential complications
Perianesthetic considerations - Body weight
□ Formula for estimating body weight in horses
□ BW (kg)= Heart girth (cm)2 X length (cm) 8717
Perianesthetic considerations
□ Check list…
o IV catheters
□ Scrubbing material and IV fluids and sets
o Induction
□ Drugs, Endotracheal tubes/Mouth gag and Syringe to inflate cuff
o Maintenance
□ Ropes and hubbles, E-cylinder oxygen, Drugs and Pulse oximeter
□ Age: newborn foal or stallion
□ Body weight and temperament
□ Restraint and handling facilities
□ Elective versus emergency
Sedatives - Tranquilizers
□ Alpha-2 adrenergic agonists
o CNS
o Cardiopulmonary effects
o GI effects
o Muscle relaxation, analgesia, marked sedation
o Hyperglycemia and hypoinsulinemia
Alpha-2 adrenergic agonists
□ Xylazine X Detomidine X Romifidine
□ Selectivity ratio (a-2/a-1 ratio)
o Xylazine: 160:1
o Detomidine: 240:1
o Romifine: 360:1
o Medetomidine: 1600:1
o Clinical differences (Kerr et al. 1996)
□ Species sensitivity
- 37 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
o Goats
Brahmans
o Cattle Hereford
Holstein
o Sheep
o Camelids Llamas
Alpacas
o Horses
o Swine
Acepromazine
□ Mechanism of action
□ Contraindicated in debilitated and hypovolemic patients
□ Clinical use
□ Penile prolapse (Driessen et al 2011)
o <1 in 10,000 cases
Opioids - Analgesia
□ Analgesic responses after opioid administration
□ Excitatory behavior
□ Drugs
o Butorphanol (0.02-0.04 mg/kg IV)
o Morphine
□ Epidural
Local anesthetic drugs - Analgesia
□ Mechanism of action
□ Blocking conduction
□ Toxicity
□ Drugs
□ Techniques
o Epidural
o Paravertebral blocks
o Limbs
o Head blocks
□ Dentistry
o Intratesticular (Poitier et al. 2009)
Intravenous use of Lidocaine
□ Adjuvant to inhalant anesthesia
- 38 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
□ MAC reduction –50 µg/kg/min
□ GI and prevention of post-operative ileus
□ TIVA - Castration (Sinclair & Valverde 2009)
□ Clinical use
NSAIDs - Analgesia
□ Flunixin (0.2-1 mg/kg, IV)
□ Carprofen (0.5-1 mg/kg, IV)
□ Phenylbutazone (5-20 mg/kg IV)
□ Ketoprofen (1.1-2.2 mg/kg, IV)
Centrally acting muscle relaxants
□ Diazepam/Midazolam
o General considerations: benzodiazepines
□ Ataxia and excitement in horses
o Foals (0.25 mg/kg) - Sedation and respiratory depression
o Practical use - Combination with ketamine for induction of anesthesia
Ketamine
□ Functional and electrophysiological dissociative effects - Never used alone
□ Cardiorespiratory effects
□ Metabolism and excretion
□ Monitoring of ketamine anesthesia
Thiopental
□ CNS depression - Never used alone
□ Cardiorespiratory effects
□ Metabolism and excretion
□ Quality of induction and recovery
□ Highly irritant solution
Anesthetic Induction
□ Never “give to effect”
□ Procedures:
o Minor -short-term anesthesia (20-30min)
o Major -“triple drip”(up to 1h)
□ Sedation is the key for a successful induction
□ Barbiturates X Ketamine induction
□ +/- Butorphanol (0.025-0.05 mg/kg) if analgesia is required
□ Consider local anesthetic techniques
- 39 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Field Anesthesia Protocols
1) Alpha-2 agonist and Ketamine
o 15-25 min
□ Xylazine (1 mg/kg IV) or Detomidine (0.01-0.2 mg/kg IV)
□ WAIT UNTIL SEDATION
□ Ketamine (2 mg/kg IV)
□ Physical restraint (quiet and firm) –45-75 sec
□ Additional bolus may be needed (1/2 or 1/3 initial dose)
□ Minor procedures
□ Smooth recovery –30 min
o Xylazine + Ketamine (Mc Carty et al. 1990)
□ Time to first supplemental bolus: 13-14 min
□ Time in between 1 St and 2nd supplemental bolus: 12 min
□ Recovery: up to 50 min after two or three supplemental bolus
o Detomidine + Ketamine - Supplemental bolus with ketamine (1 mg/kg) only
2) Sedation: Alpha-2 agonist
□ Induction (15-20 min)
o Ketamine (2 mg/kg, IV)
o Diazepam (0.025-0.05 mg/kg, IV)
o Applications
o Recovery notes -mild ataxia?
3) Sedation
□ Xylazine (1 mg/kg IV)
□ +/- Acepromazine (0.03 mg/kg, IV)
Induction
□ Ketamine (2 mg/kg IV) +/- Diazepam (0.025 mg/kg IV)
Maintenance (up to 1h)
□ Xylazine (70 µg/kg/min)
□ Ketamine (150 µg/kg/min)
□ Oxygen supplementation is mandatory
□ Recovery: 45-90 min
4) Sedation : Alpha-2 agonist
□ Xylazine (1 mg/kg IV) □ Induction (10-15 min)
□ Thiopental (5-6 mg/kg IV) –1-2min onset
- 40 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Field anesthesia - Foals
□ Physiological considerations
□ Drug sensitivity and PK
□ Temperament and health status
□ Sedation : Alpha-2 agonist (>2-3 weeks of age)
□ Xylazine (0.5 mg/kg IV)
□ Diazepam (0.05 mg/kg) + Butorphanol (0.05 mg/kg)
□ Recumbency (<1 week of age)
□ Great cardiopulmonary stability
□ Induction - Ketamine (2-4 mg/kg, IV)
Anesthetic Monitoring
□ CNS - Eye position and reflexes
□ Different than inhalant anesthesia
□ Reflexes are present
□ Swallowing is not uncommon
□ Tear formation
□ Nystagmus
□ Ketamine 100 mg IV
□ Movement
□ Ketamine 200 mg IV
□ “Hands-on”, Pulse and Respiratory rate, Mucous membranes
□ Increases in blood glucose (alpha-2)
□ Marked urination
□ More complex monitoring devices
□ Recovery
□ Position
□ Complications
□ Sedation
□ Generally uneventful
Potential Complications
□ Facial and radial paralysis, Airway obstruction, Apnea, Corneal ulcer, Hypoxemia
□ Anesthesia “fail”
□ No venous access
Castration
□ Subcutaneous injection of lidocaine at the site of the scrotal skin incision and blockade
of nerves in the spermatic cord (5-10 mL)
□ Intratesticular injection (5-25 mL of lidocaine) (Haga et al. 2006)
- 41 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
SUGGESTED READINGS
Green SA, Thurmon JC, Tranquilli WJ, et al. Cardiopulmonary effects of continuous
intravenous infusion of guaifenesin, ketamine, and xylazine in horses. Am J Vet Res 47,
2364-2367, 1986
Haga HA, Lykkjen S, Revold T, et al. Effect of intratesticular injection of lidocaine on
cardiovascular responses to castration in isoflurane-anesthetized stallions. Am J Vet Res
67,403-408, 2006
Hubbell JAE. Anesthesia and immobilization of specific species: Horses, in Thurmon
JC,Tranquilli WJ, Benson GJ (eds): Lumb and Jones’Veterinary Anesthesia (ed 4). Iowa,
Blackwell Publishing, pp 717-729, 2007
Kerr CL, McDonell WN, Young S. A comparison of romifidine and xylazine when used with
diazepam/ketamine for short duration anesthesia in the horse. Can Vet J 37,601-609, 1996
McCarty JE, Trim CM, Ferguson D. Prolongation of anesthesia with Xylazine, ketamine
and guaifenesin in horses: 64 cases (1986-1989). J Am Vet Med Assoc 197,1646-1650, 1990
Muir WW. Intravenous anesthetics and anesthetic techniques in horses, in Muir WW,
Hubbell JA (eds): Equine Anesthesia: Monitoring and Emergency Therapy (ed 2). St. Louis,
MO, Saunders Elsevier, pp 260-276 2009.
Muir WW, Skarda RT, Sheehan W. Evaluation of xylazine, guaifenesin, and Ketamine
hydrochloride for restraint in horses. Am J Vet Res 39, 1274-1278, 1978
Muir WW, Skarda RT, Wilme DW. Evaluation of xylazine and Ketamine hydrochloride for
anesthesia in horses. Am Vet Res 38,195-201, 1977
Portier KG, Jaillardon L, Leece EA, et al. Castration of horses under total intravenous
anaesthesia: Analgesic effects of lidocaine. Vet Anaesth Analg 36,173-9, 2009
Sanz MG, Sellon DC, Cary JA, et al. Analgesic effects of butorphanol tartrate and phenylbutazone administered alone and in combination in young horses undergoing routine
castration. J Am Vet Med Assoc 15,1194-203, 2009
Sinclair M, Valverde A. Short-term anaesthesia with xylazine, diazepam/Ketamine for
castration in horses under field conditions: use of intravenous lidocaine. Equine Vet J
41,149-52, 2009
Taylor P (ed). Handbook of Equine Anesthesia (ed 2). Philadelphia, PA, Saunders Elsevier,
2007
Young LE, Bartram DH, Diamond MJ, et al. Clinical evaluation of an infusion of xylazine,
guaifenesin and ketamine for maintenance of anaesthesia in horses. Vet Rec 132,572-575,
1993
- 42 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Complicated Shaft Fractures in Dogs and Cats
Dr. Klaus ZAHN
Tierklinik Ismaning, Oskar-Messter-Straße 6
85737 München, GERMANY
Perfect anatomical reconstruction and stable fixation is of major concern in joint
fractures. During the 70th and 80th of the 20th century a perfect anatomical alignment was
recommended for diaphyseal fractures as well, regardless the fact of severely disturbed
blood supply caused by a surgeons attempt of perfect bone reconstruction. However, in
diaphyseal fractures an anatomical reconstruction is less important.
Modern concepts of diaphyseal fracture fixation are called “biological osteosynthesis”.
The primary goal is a correct axial alignment without further disruption of the periostal
blood supply. During surgery the fractured bone is exposed as minimal as necessary to
evaluate the rotational axes and to fix the implant to the main fragments. Large butterfly
fragments are reduced and fixed to the main fragments only when manipulation does not
lead to further disruption of the blood supply to the bone. Encircling wires are avoided
since they do not increase the stability of the osteosynthesis and may cause bone
resorption and delayed bone healing. Without any attempt to axial or interfragmentary
compression the main fragments are fixed in a functional sufficient length with a buttress
plate, an intramedullary locking nail or an external percutaneous fixator.
Secondary bone healing is the intention of biological osteosynthesis. Due to
preservation of blood supply to the fragments a stable bridging callus is formed within a
short time. The main reason for a minimal invasive ‘biological’ fixation was the observation
that perfect anatomical reduction and fixation of fractures was often concomitant with
prolonged bone healing compared to a fast callus formation with biological fixation. While
axial alignment is of major concern for functional fixation, differences in bone length can
be compensated up to 30% off the original length.
Plate Osteosynthesis: Major problems in plate osteosynthesis are rotational
complications during fixation. A long plate is fixed to the bone from metaphysis to
metaphysis with minimal two or better three screws per main fragment. Screws close to the
fracture ends are avoided. Screw holes in the middle of the plate are not necessarily filled
with screws. However, the plate must have a sufficient failure load until callus formation is
strong enough to provide functional stability.
In fractures of the femur and tibia of cats and small dogs a plate size of 2.7mm is
recommended. Plates with 3.5mm are used in dogs of middle size and plates using 4.5mm
screws are used in large breeds. In very heavy dogs and giant breeds lengthening plates
are recommended. In addition, an intramedullary nail can be combined to increase the
stability of the plate osteosynthesis, known as the plate-rod technique. To avoid further
damage to the periosteal blood supply special plates with limited contact to the bone
surface where developed. Examples are the PC-Fix, the FixIn, the LC-DCP (Limited Contact
Dynamic Compression Plate), the NCP (No-Contact Plate), the LCP (Locking Compression
- 43 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Plate) or the recently developed CRIF-system (Clamp Rod Internal Fixation System).
Interlocking Nails: As an alternative to plate osteosynthesis an interlocking nail can be
used. Rotational alignment and axial stability is achieved by locking screws. The proximal
and distal fragments must be long enough to provide secure stability of at least two screws
per fragment.
Percutaneaus External Fixateur: Comminuted shaft fractures of the radius and tibia
can be managed with an external fixator. The procedure is simple, fast and cheap. The
disadvantage of this methode is pin tract infection and soft tissue irritation, especially
muscle irritation.
- 44 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
SÖZLÜ BİLDİRİLER
- 45 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
- 46 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi İle Tedavi Edilen Sola Abomasum
Deplasmanı Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif
Replasman Süresini Tahmin Etmek Olası mıdır?
Sırrı AVKİ 1, Kürşâd YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Sığırlarda abomasumun sola deplasmanı vakalarının cerrahi tedavisinde laparoskopik esaslı tekniklere başvurulması, belirgin üstünlükleri nedeniyle giderek
yaygınlaşmaktadır. Gerek iki gerekse tek aşamalı laparoskopik abomasopeksi
uygulayabilmenin ön koşulu, desüfle edilen abomasumun kendiliğinden replase
olmasıdır. Desüfle edilen abomasumun replase olup olmayacağının ya da ne kadar
sürede replase olacağının önceden bilinmesi, sola deplasmanlı bir sığırın cerrahi tedavisi
planlanırken, laparoskopik veya laparotomik tekniklerden hangisinin tercih edileceği
yönünden önemli bir bilgi olabilir. Bu araştırmada; laparoskopik abomasopeksi işlemi
sırasında kayıt edilen desüflatif replasman süresi ile preoperatif dönemde toplanan
klinik ve biyokimyasal bulgular arasında, replasman süresini önceden tahmin etmeye
yardımcı olabilecek korelasyonların bulunup bulunmadığı araştırıldı.
Sola abomasum deplasmanı bulunan 20 Holstein ineğe tek aşamalı laparoskopik
abomasopeksi uygulandı. İşlem öncesinde klinik ve biyokimyasal veriler ile işlem
sırasında kaydedilen desüflatif replasman süresi arasında korelasyon analizi yapıldı.
İneklerin tümünde deplase durumdaki abomasumun, laparoskopik desüflasyonu
takiben, süresi değişkenlik gösterse de (ortalama 113±49.9 sn’de) replase olduğu
izlendi. Replasman süresi ile vücut kondisyon skoru (r = -0.465) ve su tüketimi (r =
-0.466) verileri arasında negatif bir korelasyon bulunduğu saptandı (P<0.05). Vücut ısısı,
rasyonda silaj varlığı, dışkılama varlığı, dışkı kıvamı ve ping sesinin yeri ile replasman
süresi arasında ise zayıf ve istatistiksel yönden anlamlı olmayan (P>0.05) bir korelasyon
belirlendi. Serum kalsiyum, potasyum, klor, sodyum ve glikoz seviyeleri ile abomasal
replasman süresi arasında bir ilişki bulunmadı.
İneklerde su tüketimi arttıkça replasman süresinin azalması yönündeki ilişkinin, çok
su tüketen ineklerde abomasumun daha ağır olmasından ve dolayısıyla yer çekimi
etkisine daha kolay maruz kalmasından kaynaklanabileceği düşünüldü. Vücut
kondisyon skoru yükseldikçe desüflatif replasman süresinin azalması şeklindeki diğer
korelasyonun ise; depo yağ miktarı yüksek ineklerde, abomasumun daha fazla dilate
olmasına ve dolayısıyla replasman süresinin uzamasına yol açacak intraabdominal
boşluk hacminin daha az olmasından kaynaklanabileceği varsayıldı.
Anahtar sözcükler: Sığır, Abomasumun sola deplasmanı, Tek aşamalı laparoskopik abomasopeksi,
Replasman süresi, Preoperatif bulgular
- 47 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Is It Possible to Estimate Deflative Replacement Time From Preoperative
Examination Data in Left-Sided Abomasal Displacement Cases Treated with OneStep Laparoscopic Abomasopexy?
Sırrı AVKİ 1, Kürşâd YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1
1
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
Laparoscopic techniques in surgical treatment of abomasal displacement in cattle are
common nowadays due to their certain advantages. Self replacement of abomasum
following laparoscopic deflation is a precondition for both one- and two-step
laparoscopic abomasopexy. To know whether abomasum will replace or how long
the replacement will continue can probably be critical knowledge for the selection
of laparoscopic or laparotomic techniques during planning the surgical therapy of a
cow with left-sided abomasal displacement. In this study, the presence of parameters
which can help to estimate the replacement time beforehand were investigated by
analyzing possible correlation between laparoscopically recorded replacement time
and clinic-biochemical parameters collected during preoperative examination period.
Twenty Holstein cows with left-sided abomasal displacement were treated with onestep laparoscopic abomasopexy. Correlation analyze was performed between the data
of deflative replacement time recorded during this procedure and clinic-biochemical
parameters collected during preoperative examination period.
It was revealed that the displaced abomasums of all cows were replaced after
laparoscopic deflation though the replacement time varies (mean 113±49.9 sec). The
recorded replacement times were found statistically (P<0.05) correlated with both
body condition score (r = -0.465) and water intake (r = -0.466). A weak correlation
was found for body temperature, silage presence in diet, feces production, feces
consistence and localization of pings, but they were all not significant (P>0.05). Serum
levels of calcium, potassium, chlor, sodium and glucose were not found correlated
with abomasal replacement time.
One of the resulting relationships that indicates increase in water consumption
decreases the replacement time is thought to be due to the weight of abomasum of
cows which consume too much water is much heavier and exposure to more easily the
effect of gravity. The other correlation that as the high body condition score increases
deflative time decreases; may lead to, in cows with high amounts of stored fat, more
dilated abomasum and hence this may stem from fewer volume of intraabolominal
space that may cause more prolonged replacement duration.
Keywords: Cattle, Left-sided abomasal displacement, One-step laparoscopical abomasopexy,
Replacement time, Preoperative signs
- 48 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı
Kürşat ÖZER 1, Esma YILDAR 1, Banu DOKUZEYLÜL 2 , Remzi GÖNÜL 2
1
2
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
Patent ductus arteriosus (PDA) yavru köpeklerde daha sık, kedilerde ise nadiren
şekillenen ve erken teşhis edilemediğinde ölümle sonuçlanan doğmasal bir kardiyovasküler bozukluktur. Literatürde görülen vakaların büyük çoğunluğunu büyük ırk
köpekler oluşturmaktadır. Bu çalışmada değişik tür ve ırkta rastlanan PDA teşhis edilen
hastaların klinik muayeneleri, radyografik görüntüleri, laboratuar analiz sonuçları,
operasyon metodu ve post-operatif bakım ve durumları değerlendirilerek hastalar
hakkında bilgi verilecektir.
Olgu materyallerini 2010-2012 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne inspirasyonda güçlük, letarji, kilo kaybı ve beslenmeyi
takiben gıdaların sindirilmeden kusma şikayetleri ile getirilen ve tipik PDA semptomları
gösteren 3 aylık İtalyan Tazısı, 45 günlük melez ırklı köpek yavruları oluşturmuştur.
Kontrastlı radyografide torasik özefagusta genişleme ve kalbin ön kısmında kontrast
madde birikimi gözlenmiştir. Elektrokardiyografi (EKG) de ise sinüs taşikardisi ile
miyorkardial hipoksi ve sağ ventriküler dilatasyon saptanmıştır.
Hastaların tedavisi şirurjikal olarak gerçekleştirilmiş olup, ligamentum arteriousum
proksimal ve distalden ligatüre edilerek, düğümlere bir cm’ lik uzaklıktaki orta hattan
kesilmiştir. Post-operatif olarak kontrastlı radyografileri alınmıştır. Vakalarımızdan
birinde operasyon hemen sonra ölüm şekillenmiştir. Diğer vakamızın genel durumu
iyi olup toraks radyografi bulguları da olumludur.
Anahtar sözcükler: PDA, Kedi, Köpek, Ligamentum arteriosum
- 49 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Patent Ductus Arteriosus (PDA) in Two Dogs and Surgical Treatment
Kürşat ÖZER 1, Esma YILDAR 1, Banu DOKUZEYLÜL 2 , Remzi GÖNÜL 2
2
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department Avcılar, İSTANBUL
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, Avcılar, İSTANBUL
Patent ductus arterious(PDA) is a congenital cardiovascular disorder frequently seen
in dogs and rarely in cats, that leads death if not treated in early stage . It is usually
seen in large breed dogs. In this study, informations will be given about physical
examination, laboratory results and radiographical appearance, operation methods
and post- operative follow-up of animals which are diagnosed as a PDA on different
type genre and breeds,
The cases were 3 months old Italian Greyhound race dog and 45 days old hybrid
race dog shown specific PDA symptoms which are referred to Surgery Department
Policlinics between 2010-2012 years with the complaints including dyspnea, lethargy,
weight loss, removal of undigested food with vomiting as soon as after eating.
Accumulation of conrast material in front of the heart and expansion of the thorasic
oesophagus were observed in patients. By the way, myocardial hypoxia with sinus
tachycardia and right ventricular dilatations were detected in electrocardiography
(ECG).
Treatments of cases had been realized by chirurgical process. Ligamentum arteriosum
had been cut between midline of nodes which put on proximal and distal side of
ligamentum arteriosum and post-operative X-rays were taken. A Death has become
at one of cases after operation. Taken X-ray from other case was positive also general
condition was fine.
Keywords: PDA, Cat, Dog, Ligamentum arteriosum
- 50 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı
Kürşat ÖZER 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1,
Ebru ERAVCI 1, Ümit UĞURLU 1, Lora KOENHEMSİ 2 ,Tamer DODURKA 2 ,
Kıvılcım SÖNMEZ 3, Aydın GÜREL 3
Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
3
Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
1
2
Ectopia Cordis, kalbin göğüs kafesi dışında, parsiyal ya da tam olarak anormal
yerleşimiyle karakterize olan, seyrek rastlanan konjenital bir anomalidir. Ectopia cordis,
ventral karın duvarının gelişimindeki problemlere bağlı olarak genellikle intrakardiyak
defektlerle ya da diğer çoklu anomalilerle ilişkili olabilir. Bu çalışmada, 6 günlük, 55
kg ağırlığında, erkek, Holstein bir buzağıda görülen ectopia cordis cervicalis olgusu
ve operatif sağaltımı sunulmaktadır. Yapılan muayeneler (klinik, hematolojik, EKG,
radyografik, ultrasonografik, BT) sonucunda hastaya, kalbin göğüs kafesi içine
alınmasına yönelik olarak tek seansta, cerrahi sağaltımda bulunuldu. Hastanın, 10
gün süreyle postoperatif takibi yapıldı fakat buzağı 10. günün sonunda septik şok
nedeniyle öldü.
Anahtar sözcükler: Buzağı, Ectopia cordis cervicalis, Konjenital
- 51 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ectopia Cordis Cervicalis and Surgical Treatment in A 6 Day-Old Calf: A Case
Report
Kürşat ÖZER 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1,
Ebru ERAVCI 1, Ümit UĞURLU 1, Lora KOENHEMSİ 2 ,Tamer DODURKA 2 ,
Kıvılcım SÖNMEZ 3, Aydın GÜREL 3
1
Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, İSTANBUL
2
Istanbul University, Veterinary Faculty, Internal Medicine Department, Avcılar, İSTANBUL
3
Istanbul University, Veterinary Faculty, Pathology Department, Avcılar, İSTANBUL
Ectopia Cordis is a rare congenital anomaly characterized by partial or complete
displacement of the heart, outside the thoracic cavity. Usually ectopia cordis is
associated with other multiple anomalies and intra cardiac defects, due to ventral
body wall developmental defects. In this study, 6 day-old, 55 kg, a male Holstein Calf
with a case of an ectopia cordis cervicalis and its surgical treatment is presented. After
the examinations (clinical, heamatological, ECG, x-ray, USG, CT) a single staged surgery
was performed to correct the localization of the heart in the thoracic cavity. Calf was
followed up 10 days postoperatively, although the calf died at the end of the 10 th day.
Keywords: Calf, Ectopia cordis cervicalis, Congenital
- 52 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Neonatal Buzağılarda Omfalitis; Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri
Erhan GÖKÇE 1, Onur ATAKİŞİ 2, Hidayet Metin ERDOĞAN 1, Emine ATAKİŞİ 3
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, KARS
2
Kafkas Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS
3
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS
Neonatal dönemde görülen omfalitis yaygınlığı, tedavi masrafları ve komplikasyonları
ile günümüzde hala önemli bir problem olarak görülmektedir. Neonatal hastalıkların
gelişmesinde pasif immunitenin etkili bir faktör olduğu belirtilmekle birlikte
omfalitisle arasındaki ilişki yeterince bilinmemektedir. Bu çalışma neonatal
buzağılarda omfalitisin insidensi, ırk, cinsiyet ve pasif immuniteyle arasındaki ilişkinin
belirlenmesi amacıyla yapıldı. Buzağıların klinik muayeneleri neonatal dönemde
günlük yapılan ziyaretlerle belirlendi. Buzağılardan alınan kan örneklerinden pasif
immun durum direkt IgG ve indirekt olarak total protein konsantrasyonları ölçülerek
saptandı İncelenen buzağılarda omfalitisin insidensi %18 olarak belirlendi. Sağlıklı
ve omfalitis belirlenen buzağıların IgG konsantrasyonları arasında önemli bir fark
olmadığı tespit edildi (P>0.05). Omfalitis belirlenen 48 olgunun 19’unda yalnız
omfalitis belirlenirken diğer olgularda omfalitisle birlikte artritis, ishal ve pnömoninin
birlikte enfeksiyon oluşturduğu görüldü. Bu 48 olguya göre omfalitis erkek
buzağılarda ve kültür ırklarında daha yaygın olarak geliştiği tespit edildi. Omfalitisin
genellikle yaşamın ilk haftasında (22/48) etkili olduğu belirlendi. Değişik işletmelerde
omfalitisin görülme oranları arasında önemli farklılıkların (%0-%26,5) olduğu saptandı. Sonuç olarak omfalitisin özellikle erkek ve kültür ırkı buzağılarda daha yaygın
olduğu, pasif immuniteyle arasında herhangi bir ilişki olmadığı ve çiftlik sevk-idare
uygulamalarının (doğum hijyeni, göbek kordonu dezenfeksiyonu v.b.) omfalitis
gelişmesinde daha etkili bir faktör olabileceği sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Pasif immünite, Omfalitis, Buzağı
- 53 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Omphalitis in Neonatal Calves: Frequency and some Associated Risk Factors
Erhan GÖKÇE 1, Onur ATAKİŞİ 2, Hidayet Metin ERDOĞAN 1, Emine ATAKİŞİ 2
Departments of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
Departments of Bichemistry, Faculty of Science, University of Kafkas, KARS
3
Departments of Bichemistry, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
1
2
Omphalitis is of important health problem of neonatal period due to its high frequency,
treatment cost and complications. Passive immunity is well defined factor associated
with neonatal health but its effect on omphalitis is not fully determined. This study
was designed to determine the incidence of omphalitis and the its relationship with
breed, gender and passive immunity. Passive immune status was determined directly
by measuring serum IgG concentrations and indirectly by measuring total protein
level in calves. The incidence of omphalitis was 18% of examined calves. Serum IgG
concentration did not differ between the calves with omphalitis and health ones
(P>0.05). Of the 48 cases, only 19 cases had omphalitis the remaining also had arthritis,
enteritis and pneumonia complications. Evaluation of these 48 cases revealed that
omphalitis was more frequent in male and non-indigenous breed calves. Omphalitis
was widely diagnosed in the first week of life (22/48). There was a statistically significant
difference in distribution of cases according to farms studied.
In conclusion, omphalitis was more prevalent in male and non-indigenous breed and
had no relation with passive immunity but farm management practices (hygiene,
navel disinfection etc.) might have association with the disease.
Keywords; Passive immunity, Omphalitis, Calf
- 54 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Kornelia HÜBLER 2, Cetina THIEL 2, Christine PEPPLER 2,
Martin KRAMER 2
1
2
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE
Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Universität, Giessen, ALMANYA
Perfore karın duvarı yaraları ısırık yaraları, ateşli silah yaraları, batıcı/kesici cisimlerle
oluşan sivri cisim/kesik yaraları, yaban hayvanlarının oluşturduğu yırtık yaraları, kazık
batma yaraları, operasyon yaralarında dikişlerin açılması ve bazen de trafik kazaları gibi
küt travmalarla şekillenir. Burada karın duvarının bütünlüğünün bozulması yanı sıra bir
organ/organ sistemi de yaralanabilir. Tanı, klinik muayene, görüntülü tanı, peritoneal
lavaj ve laboratuar parametreleri yardımıyla konur.
Bu çalışmanın amacı, perfore karın duvarı yarası bulunan hayvanlarda hasta profilini,
yaralanma sebebini, klinik bulguları, tanısını, sağaltımı ve bunun sonuçlarını analiz
etmektir.
Giessen Justus-Liebig Üniversitesi Küçük Hayvan Kliniğine 2000-2006 yılları arasında
abdominal travma şikâyetiyle takdim edilen hastalardan 11 köpekte ve 6 kedide karın
duvarında perforasyon vardı. Hastaların 11’i erkek, 6’sı dişi idi. Hastaların ortalama yaşı
3,3 yıl iken 17 hastanın 10’u 2 yaştan daha genç idi. Karın perforasyonunun nedeni 11
olguda ısırık yarası, 2 olguda laparotomi yarasının açılması ve birer kez de başlangıçta
perforasyon yapmayan trafik kazası, yüksekten düşme, yabancı cisim ve yaban domuzu
yaralaması ile oluşan abdominal travma sonucu karın duvarı nekrozudur. Ondört
hayvanda karın perforasyonu klinik olarak ve 3 tanesinde laparotomi esnasında tespit
edildi. Yedi olguda sadece karın duvarı yaralanmıştı, 10 olguda ise değişik organlar,
örneğin mide (1), bağırsak (4 perfore, 2 sadece yaralı) karaciğer (1), dalak (2) ve
omentum (2) zarar görmüştü. Dokuz hasta komplikasyonsuz olarak iyileşti, 8 olguda
ise irinli peritonitis (3), dikişlerin tamamen açılması (1), hepatopati (1), hematuri (1),
subkutan apseleşme (1), adezyonlar (1), diyafram rupturu (1) ve ureter hematomu (1)
gibi bazı komplikasyonlar şekillendi ve birer hasta da öldü ya da uyutulmak zorunda
kalındı.
Sonuç olarak, kedi ve köpeklerde perfore karın duvarı yaraları genelde nadir görülür
ama hayatı tehdit eden sonuçları olabilir. En sık karşılaşılan neden ısırma yaraları
olup ve burada genç, küçük ırk köpekler ile kediler daha çok etkilenmiştir. Sağaltımın
başarısı büyük oranda yaralanmanın boyutu ve zamanında yapılan doğru sağaltım ile
ilişkilidir.
Anahtar sözcükler: Perforasyon, Abdominal yara, Tanı, Sağaltım, Kedi, Köpek
- 55 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Penetrating Abdominal Injuries in Dogs and Cats: Diagnosıs and Treatment
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Kornelia HÜBLER 2, Cetina THIEL 2, Christine PEPPLER 2,
Martin KRAMER 2
1 Uludağ University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE
2 Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY
Penetrating abdominal injuries occur due to bite wounds, gunshot wounds, wounds
caused by sharp/cutting objects, lacerations caused by wild animals, piling wounds,
dehiscent surgical wounds, and sometimes due to blunt trauma such as car accidents.
As a consequence of these kind of trauma the abdominal wall, and an additional organ/
organ systems may be injured. Diagnosis is based on clinical examination, diagnostic
imaging if necessary contrast imaging, peritoneal lavage and laboratory parameters.
The aim of this study was to determine the patient profile with penetrating abdominal
wounds and to analyse the cause for injury, clinical findings, diagnosis, treatment and
outcome.
Eleven dogs and 6 cats were presented to the Small Animal Clinic of Justus-Liebig
University Giessen between 2000-2006 with a perforation of the abdomen. Eleven
patients were male and 6 were female. Mean age was 3.3 years. Ten out of 17 patients
were younger than 2 years. The cause of abdominal perforation was in 11 cases a bite
injury, in 2 cases dehiscence of a surgical wound and one case each happened due to a
car accident, high-rise syndrome, abdominal wall necrosis due to wild boar trauma and
a foreign body. In 14 animals abdominal penetration was diagnosed during clinical
examination and 3 during laparotomy. In 7 cases only the abdominal wall was injured,
in 10 cases additionally other organs such as stomach (1), intestines, liver (1), spleen (2)
and omentum (2) were affected. Nine cases recovered uneventfully, in 8 cases several
complications such as purulent peritonitis (3), complete dehiscence of the sutures (1),
hepatopathy (1), haematuria (1), subcutaneous abscedation (1), adhesions (1), rupture
of the diaphragm (1) and hematoma of the ureter occurred. One case died and one
had to be euthanized.
In conclusion, penetrating abdominal injuries occur seldom but may have lifethreatening complications. Most encountered reasons are bite wounds where young,
small breed dogs and cats are mostly affected. The outcome mainly depends on the
extent of trauma and on correct treatment procedures applied on time. Keywords: Penetrating, Abdominal wound, Diagnosis, Treatment, Dog, Cat
- 56 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım
Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1,
Ebru ERAVCI 1, Alper ÇETİNKAYA 2
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
2
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Cerrahi Araştırma Laboratuvarı, Sıhhiye, ANKARA
Aurikula, başın iki yanında bulunan yaprak şeklindeki bir organdır. Şeklinin dik ya da
sarkık oluşu ırka göre değişiklik göstermektedir. Yapısını kartilago aurikularis oluşturur.
Aurikular hematom (AH); küçük hayvan pratiğinde yoğun olarak karşılaşılan bir
hastalıktır. Aurikulanın konkav yüzünde, deri ile kıkırdak arasında (supparakondral)
ya da kıkırdağın içinde (intrakondral) oluşmaktadır. Aurikulanın tamamında ya da bir
kısmında oluşabilir. Sarkık kulaklı olanlar başta olmak üzere tüm köpeklerde görülebilir.
Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, yabancı cisimler, alerji, enfestasyon, otitis
eksterna, otoimmun bozukluklar ve travmaya bağlı olarak hayvanların kulaklarını
kaşıması ve başını sallaması sonucu oluşabileceği düşünülmektedir. AH’nin tanısı
fiziksel muayene ile konulabilir. Tedavi seçenekleri arasında; iğne ile aspirasyon, drenaj
yöntemleri, operatif yöntemler, ilaçla tedavi yöntemleri kullanılabileceği gibi drenaj
teknikleri ile birlikte medikal tedavi de uygulanabilmektedir.
Bu çalışmanın materyalini 30 adet farklı ırk, yaş ve cinsiyette köpek oluşturdu. Aurikular
hematom tanısı konulan bu 30 köpeğe metilprednizolon asetat ilk defa farklı bir doz
ve süre ile uygulandı. Tedavi süresince belirli aralıklarla kan alınarak hastaların genel
durumu takip edildi.
Aurikular hematomun tedavisine yeni bir yaklaşım olduğunu düşündüğümüz bu
tedavi sonucunda 30 hastanın tamamında başarılı sonuç elde ettiğimizden dolayı, bu
tedavi şeklinin veteriner klinik pratiğine katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz.
Anahtar sözcükler: Aurikular hematom, Othematom, Metilprednizolon asetat, Köpek
- 57 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Treatment of Auricular Haematoma in Dogs with A New Approach
Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1,
Ebru ERAVCI 1, Alper ÇETİNKAYA 2
1
Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcilar, ISTANBUL
2
Hacettepe University, Faculty of Medicine, Medical and Surgical Research Laboratory, Sihhiye, ANKARA
Auricula is a leaf shaped organ which is located bilaterally on the head. The erectile
or pendulous shape of the auricula is characteristic of the breed. The structure of the
auricula is constituted by cartilago auricularis.
Auricular haematoma (AH); is a common disease in small animal practice. It can be
seen on the concave surface of the auricula, between the skin and auricular cartilage
(supparacondral) or inside the layers of the cartilage (intracondral). It can be located
on the different portions or the entire surface of the auricula. AH is mostly common in
dogs with pendulous ears; however it can be seen in dogs with erect ears. Although
its reason is unknown it can be caused by foreign bodies, allergy, infestation, otitis
externa, autoimmune disorders or trauma. AH can be diagnosed with physical
examination. The treatment procedures include aspiration of the haemorrhage,
drainage techniques, operative methods, medical treatment and combination of
medical treatment with drainage techniques.
The material of this study constitutes 30 dogs from different sex, age and breed.
Methylprednisolon acetate was applied with a different dose and period to the patients
for the first time. During the period of the treatment total blood count analysis were
done intermittently and the patients were observed.
Since we achieved successful results in all of the 30 dogs with a new approach to the
auricular haematoma, we think that this type of treatment will provide contribution to
veterinary clinical practice.
Keywords: Auricular haematoma, Othaematoma, Methylprednisolon acetate, Dog
- 58 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri
Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Servet KILIÇ 2
1
2
Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY
Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ
Çalışma koyun ve keçilerde gözyaşı ve göz içi basınç değerleri üzerine tür, cinsiyet ve
yaşın etkisi ile gözyaşı miktarı üzerine atropinin etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı.
Çalışmada sağlıklı 1-2.5 yaşlı 20 merinos koyun ve 20 adet sanen keçi ile 15-20 günlük
10 dişi, 10 erkek toplam 20’er adet kuzu ve oğlak kullanıldı. Gözyaşı miktarları Schmier
Tear Test (STT) ile göz içi basınç (GİB) değerleri ise Schiotz Tonometre (ST) ile ölçüldü.
STT ve GİB ölçümleri sabah saat 6 ile 10 arasında gerçekleştirildi. Gözyaşı miktarlarını
ölçmek için atropin uygulaması öncesi ve göze atropin sülfat damlatıldıktan beş dakika
sonra Schmier Tear Test (STT) stripleri her iki göze yerleştirildi ve bir dakika sonra STT
değeri okundu. İstatistiki karşılaştırmalar Independent Samples T-Test veya One-way
ANOVA Post-hoc Tukey test ile değerlendirildi ve sonuçlar ortalama±standart sapma
(Ort±Sd) olarak verildi.
STT ve GİB ortalama değerleri 1-1.5 yaşlı koyunlarda GİB:19.86±2.36 mm/hg, STT:
18.5±1.9 mm ve atropinli-STT (STTa): 11.5±3.8 mm, 2-2.5 yaşlı koyunlarda GİB:
20.40±3.53 mm/Hg, STT: 18.2±1.8 mm ve atropinli-STT (STTa): 11.2±1.7 mm, dişi
kuzularda GİB: 18.5±3.7 mm/Hg, STT: 16.0±1.5 mm ve STTa: 9.1±1.1, erkek kuzularda;
GİB: 16.4±4.2 mm/Hg, STT: 15.5±1.6 mm ve STTa: 8.8±0.9 mm, 1-1.5 yaşlı keçilerde
STT: 17.8±1.9 mm, GİB: 19.79±3.90 mm/Hg, STTa: 12.0±1.5 mm, 2-2.5 yaşlı keçilerde
STT: 18.9±1.6 mm, GİB: 19.89±4.35, mm/Hg, STTa: 12.1±1.9 mm, dişi oğlaklarda; GİB:
16.5±4.3 mm/Hg, STT: 14.2±1.7 mm ve STTa: 8.8±1.6 mm, erkek oğlaklarda: GİB:
16.4±4.3 mm/Hg, STT: 14.4±1.4 mm ve STTa: 9.2±1.5 mm olarak bulundu.
Sonuç olarak; koyun ve keçiler arasındaki GİB ve STT değerlerinde önemli bir fark
olmadığı halde (p>0.05), koyun ve kuzular ile keçi ve oğlaklar arasındaki fark önemli
bulundu (p<0.001). Diğer taraftan kuzu ve oğlaklardaki STT ve GİB değerlerinin koyun
ve keçilerden önemli oranda düşük olduğu (p<0.001), cinsiyetin GİB ve STT değerlerini
etkilemediği (p>0.05), atropinin ise hayvanların tamamında gözyaşı miktarını önemli
derecede azalttığı belirlendi (p<0.001).
Anahtar sözcükler: Schmier Tear Test (STT), Göz içi basınç (GİB), Atropin, Koyun, Keçi
- 59 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Effects of Ageand Atropine on Tear Andıntraocular Pressure in the Sheep
and Goats
Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Servet KILIÇ 2
1
2
Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY
Fırat University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, ELAZIĞ
The study was performed toinvestigate the effects ofatropineon the amount oftears
and With the effect of breed, sex andage on thetearand intraocularpressure levels in
the sheep and goats​​. In the study was used healthy 20merinosheeps and 20sanen
goatswith 1-2,5 years old, and also twenty merino lambs and twenty sanen goats
of both sexes (equal sex) age between 15-20 day in each group. The levels of tear
and intraocular pressure (IOP) were measured using Schmier TearTest(STT) and
SchiotzTonometry, respectively. IOPmeasurementswere made between6 and 10:00
o’clock in the morning. To measurethe amount oftears, STT strips were placedto both
eyes prior to application ofatropine and five minutes after theinstillationof atropine
sulfate. The value ofSTT was read aftera minute. Statistical analyses were made using
One-way ANOVA and Tukeypost-hoctests and Independent Samples T-Test. The
results were given as mean ±standard deviation (mean±SD).
In the 1-1.5 year old sheeps; IOP: 19.86±2.36 mmHg, STT: 18.5±1.9 mm and atropinSTT (STTa): 11.5±3.8 mm, in the 2-2.5 year old sheeps; IOP: 20.40±3.53 mmHg, STT:
18.2±1.8 mm and atropin-STT (STTa): 11.2±1.7mm, in the female lambs; IOP: 18.5±3.7
mmHg, STT: 16.0±1.5 mm and STTa: 9.1±1.1, in the male lambs; IOP: 16.4±4.2 mmHg,
STT: 15.5±1.6 mm and STTa: 8.8±0.9 mm, in the 1-1.5 year old goats; STT: 17.8±1.9
mm, IOP: 19.79±3.90 mmHg, STTa: 12.0±1.5 mm, in the 2-2.5 year old goats; STT:
18.9±1.6 mm, IOP: 19.89±4.35, mmHg, STTa: 12.1±1.9 mm, in thefemale goatkids; IOP:
16.5±4.3 mmHg, STT: 14.2±1.7 mm and STTa: 8.8±1.6 mm, in themale goat kids; IOP:
16.4±4.3mmHg, STT: 14.4±1.4 mm and STTa: 9.2±1.5 mm were found.
As a result, the differences betweensheep andlambs,and also the differences between
adult goatsand baby goats were found statisticallysignificant (p<0.001), althoughthere
was nota significant differencebetween theIOPand STTvalues​​(p> 0.05) in the sheep and
goats. The values of STTand IOP in the lambs and baby goats were significantlylower
than adult sheep and goats​​(p<0.001), and also gender non-significantly affected the
IOPand STTvalues​​(p> 0.05), atropinesignificantly reducedtheamount oftears(p<0.001).
Keywords: Schmier Tear Test (STT), Intraocular pressure (IOP), Atropine, Sheep, Goat
- 60 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların
Etkilerinin Karşılaştırılması
Kadri KULUALP 1, Servet KILIÇ 2
1
2
Fırat Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO, ELAZIĞ
Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ
Kuru göz sendromu (KGS); oküler yüzeye hasar verme potansiyeline sahip olan yangı,
gözyaşı film osmolaritesinin artışı, instabilitesi ve görme bozukluğu ile karakterize
multifaktöriyel bir hastalıktır. Mevcut çalışmada, hastalığın tedavisinde sıkça kullanılan
bazı ajanların terapötik etkileri karşılaştırılarak en etkili olanının belirlenmesi
amaçlanmıştır.
Çalışmada 112 adet BALB-C ırkı dişi fare rastgele ve eşit olarak kontrol (kafeslere
yerleştirildi) ve deney (kuru göz kabinine yerleştirildi) olmak üzere iki gruba; her
grup da kendi içinde 7’şer hayvanlık 8 alt gruba ayrıldı. Alt gruplar uygulandıkları
ajana göre SF (Serum fizyolojik), SH (Sodyum hyaluronat), DİK (Diklofenak sodyum),
PAT (Olopatadine), RET (Retinoik asit), FML (Fluorometanol), CsA (Siklosporin-A) ve
DOK (Doksisiklin) olarak isimlendirildi. Çalışmanın 0-2. haftaları arasında her iki grup
deneklere herhangi bir ajan uygulaması yapılmazken; 2-6. haftalar arasında tümünün
sağ gözlerine günde 2’şer kez ve her defasında 5µl olmak üzere yukarıda belirtilen
ajanlar lokal olarak uygulanmıştır. Tüm denekler; çalışmanın 0, 2, 4 ve 6. haftalarında
göz kırpma sayısı, gözyaşı üretim miktarı, korneal fluorescein boyanma, gözyaşı
kırılma zamanı (BUT), gözyaşı fluorescein temizlenme, impresyon sitolojisi ve korneal
fluorescein permabilite testi gibi parametreler yönünden değerlendirilmiştir.
Çalışmanın 0. haftası ile karşılaştırıldığında 2. haftada tüm deney alt gruplarının; göz
kırpma sayıları ve korneal boyanma skorlarının arttığı; gözyaşı üretim miktarları, goblet
hücre sayıları, gözyaşı fluorescein temizlenmesi ve BUT’un azaldığı kaydedilmiştir.
Terapötik ajanların etkileri 2 ve 6. haftalar arasında ve alt grup gibi değişkenler
yönünden değerlendirildiğinde göz kırpma sayısına göre FML, gözyaşı üretim miktarına
göre PAT, korneal fluorescein boyanma, gözyaşı kırılma zamanı ve korneal fluorescein
permabilite testlerine göre CsA, gözyaşı fluorescein temizlenme ve impresyon
sitolojisine göre ise DİK’in en etkili ajan olduğu belirlenmiştir. Bu parametrelerin
sonuçları birlikte değerlendirildiğinde ajanların 4 haftalık terapötik etkileri en iyiden
en düşüğe doğru CsA, DİK, FML, PAT, RET, SH, DOK, SF şeklinde sıralanmaktadır.
Bu ajanlardan ilk 3’ünün ortak ve yaygın etkilerinden hareketle yangının, hastalığın
patogenezisinde önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. Buradan, KGS’nin tedavi
sürecinde antiinflamatuar ajanların daima göz önünde bulundurulması gerektiği
kanısına varılmıştır.
Anahtar sözcükler: KGS, Fare, Evaporatif stres Faktörleri, Tedavi, Ajan
- 61 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of the Effects of Different Therapeutic Agents on An
EXPERimental Dry Eye Model in Mice
Kadri KULUALP 1, Servet KILIÇ 2
1
2
Fırat University, Health Vocational School, ELAZIĞ
Fırat University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ELAZIĞ
Dry eye syndrome (DES) is a disease characterized with inflammation, tear film
hyperosmolarity and instability, visual impairment, having the potential to damage
ocular surface. This study purposed to be identified the most effective one comparing
the therapeutic effects of some drugs commonly used for the treatment of this
disorder.
In the study, 112 BALB-C breed female mice were allocated equally and at random to
two groups, control (placed in cages) and experimental (placed in a dry eye cabinet),
which were divided in itself into 8 subgroups of 7 animal each. These subgroups
were called as SF (Saline), SH (Sodium hyaluronate), DIK (Diclofenac sodium), PAT
(Olopatadine), RET (Retinoic acid), FML (Fluoromethanole), CsA (Cyclosporine-A), DOK
(Doxycycline), and according to the agents administered. While the animals of both
groups received no agents between 0-2 weeks, it has been administrated to their right
eyes the agents mentioned above twice a day and 5 µl each time between 2-6 weeks.
All experimental animals were evaluated considering the tests, blink rate, corneal
fluorescein staining, break-up time (BUT), tear fluorescein clearance, impression
cytology and corneal fluorescein permeability on the 0th, 2nd, 4th and 6th weeks of
the study.
It was detected that in all experiment subgroup animals, blink rate and corneal
staining scores were increased, but tear production and goblet cell counts, tear
fluorescein clearance and BUT were decreased at the 2nd week as compared with the
0th week of the study. When the therapeutic actions of the agents were evaluated
between the 2nd and 6th weeks or considering the subgroups variables, FML with
regard to blink rate, PAT regarding to tear production rate, CsA according to corneal
fluorescein staining, BUT and corneal fluorescein permeability tests and DIK in term
of tear fluorescein clearance and impression cytology were determined as the most
effective agents. When the result of all these parameters were assessed all together,
the four week therapeutic actions of the agents from maximum to minimum could be
arranged as CsA, DIK, FML, PAT, RET, SH, DOK and SF.
The common and broad therapeutic actions of the first three agents indicate that the
inflammation may play an important role on the pathogenesis of the disease. Thus, it
suggests that anti-inflammatory drugs should always be taken into account during
the treatment course of the DES.
Keywords: DES, Mouse, Evaporative stress factors, Treatment, Agent
- 62 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve
Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu
Cengiz CEYLAN 1, Zafer ÖZYLDIZ 2, Rahşan YILMAZ 2, Halil Selçuk BİRİCİK 1
1
2
Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA
Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, ŞANLIURFA
Veteriner hekimlikte, büyük ekonomik kayıplara neden olan, oküler ve perioküler
dokularda oluşan tümörlerle sıklıkla karşılaşılır. Sunulan çalışmada; sığırlarda tespit
edilen göz tümörlerinin klinik ve histopatolojik karakterleri ile uygulanan sağaltım
sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
Çalışmanın materyalini cerrahi kliniğine 2008-2011 yılları arasında getirilen veya
mahallinde müdahalesi yapılan, modern çiftlik ya da ev ahırlarında barındırılan
oküler-perioküler tümörlü 15 sığır oluşturdu. Tedavi amacıyla, 5 vakada lokal tümör
ekstirpasyonu, 10 vakada göz ekstirpasyonu uygulandı. Post operatif dönemde tüm
vakaların, bir ay süreyle haftalık kontrolleri ve yara bakımları yapıldı. Post operatif,
ortalama 6. aya kadar telefonla hasta sahibinden bilgi alınmaya çalışıldı.
Hastaların ırk dağılım oranı, Holstein 10 (%67), Simental 3 (%20) ve Simental melezi
2 (%13); cinsiyet dağılım oranı, dişi 13 (%87), erkek 2 (%13); yaş dağılımı ise 3 (%20)
4 yaşlı, 6 (%40) 5 yaşlı, 3 (%20) 6 yaşlı, 2 (%13) 7 yaşlı ve 1 (%7) 8 yaşlı; etkilenen
göz yönünden dağılım oranı ise 10 (%67) sağ göz, 5 (%33) sol göz olarak belirlendi.
Uzaklaştırılan 15 tümöral kitlenin histopatolojik muayeneleri sonucunda; 11 (%73)’inin
yassı hücreli göz kanseri, 1 (%7)’inin trikoepitelyom, 1 (%7)’inin solid tip apokrin duktal
karsinom, 1 (%7)’inin apokrin karsinom ve 1 (%7)’inin de fibrosarkom olduğu tespit
edildi. Post operatif 6. aya kadar tümörlerin nüks etmesi veya muhtemel bir metastaz
ile ilgili net bir bulguya rastlanılamadı. Bir vakada bir ay süren parotit lenf bezi şişkinliği
ve 1 vakada tedaviye cevap veren orbital enfeksiyon gözlendi.
Sunulan çalışmada 15 vakanın 11 (%73)’inde yassı hücreli göz kanseri benzer
çalışmaların raporlarına paralel olarak yüksek bir oranda bulundu. Sunulan
çalışmada tespit edilen oküler ve perioküler tümörlerin; ırk, cinsiyet, yaş, etkilenen
göz ve tümörlerin lokasyon dağılımı açısından literatür veri sınırları içinde olduğu
söylenebilir. Belirtilen takip süresi içerisinde, uygulanan tedavilerin 15 vakada başarılı
olduğu, önceden belirtilen süt ve kilo kaybının da büyük oranda düzeldiği gözlendi.
Sonuç olarak; sığırların oküler-perioküler dokularında oluşan değişik karakterdeki
tümörlerinde uygulanan lokal tümör rezeksiyonu veya total göz ekstirpasyonu gibi
tedavilerin, kolay uygulanabilir, az komplikasyon riskli ve düşük maliyetli olduğu
söylenebilir. Aynı zamanda, kronik ağrıyı ortadan kaldırması sonucu, hayvanların
ekonomik ömrünün uzaması ve dolayısıyla ekonomik kayıpların minimize edilmesi
nedeniyle uygun bir yöntem olabileceği düşüncesine varıldı.
Anahtar sözcükler: Sığır, Göz tümörü
- 63 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Clinical and Histopathological Evaluation of Bovine Ocular and Periocular
Neoplasms in 15 Cases in Sanliurfa Region
Cengiz CEYLAN 1, Zafer ÖZYLDIZ 2, Rahşan YILMAZ 2, Halil Selçuk BİRİCİK 1
1
2
Harran University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, SANLIURFA
Harran University, Veterinary Faculty, Department of Pathology, SANLIURFA
Ocular and periocular neoplasms, which cause major economic losses, are frequently
encountered in the Veterinary profession. The present study was conducted to
evaluate the clinical and histopathological characteristics of bovine ocular and
periocular neoplasms and the results of the therapeutic procedures.
The study materials were 15 cattle with ocular-periocular neoplasms, which were
housed at modern farm premises or family holdings and either referred to the surgery
clinic or treated on-site, between 2008-2011. Treatment was performed by local
tumour extirpation in 5 cases and ocular extirpation in 10 cases. In the post operative
period, routine controls and wound care were performed on a weekly basis for a one
month period in all of the cases. Furthermore, efforts were made to obtain information
from the animal owner up to the 6th month post-operation.
Of the bovine diagnosed with ocular and periocular neoplasms, 10 (67%) were of the
Holstein breed, 3 (20%) Simmentals and 2 (13%) Simmental crosses; whilst 13 (87%)
female and 2 (13%) male. The ages of the animals were determined as 4 years in 3
(20%), 5 years in 6 (40%), 6 years in 3 (20%), 7 years in 2 (13%) and 8 years in 1 (7%) of
the cases. It was ascertained that the affected eyes were the right eye in 10 (67%) of
the animals and the left eye in 5 (33%) of the animals. Based on the histopathological
examination of the extirpated neoplastic tissues, 11 of the cases (73%) were diagnosed
with ocular squamous cell carcinoma, whilst 1 case (7%) each was diagnosed with
trichoepithelioma, solid apocrine ductal carcinoma, apocrine carcinoma, and
fibrosarcoma. Until the 6th month post-operation no finding that would suggest
the recurrence or possible metastasis of the neoplasms has been observed. In one
of the cases, swelling of the parotid lymph node, which lasted for one month, was
encountered, whilst another case presented with orbital infection that responded to
treatment.
The diagnosis of ocular squamous cell carcinoma in 11 out of 15 cases (73%) in the
present study was in agreement with the high rates reported in previous studies. The
ocular and periocular neoplasms detected in the present study display a distributional
pattern similar to that reported in previous literature in terms of breed, sex, age,
affected eye, and location of the tumour. During the follow-up period, it was observed
that, the therapeutic procedures succeeded in all 15 cases, and decreased milk yields
and weight loss improved to a large extent. In conclusion, local tumour extirpation
and total extirpation of the eye performed for the treatment of various neoplasms that
occur in ocular and periocular tissues are readily applicable and inexpensive methods
with low complication risk. Furthermore, these methods are considered feasible as
they maintain the economic life of animals and minimize economic losses through
the relief of chronic pain.
Keywords: Bovine, Ocular neoplasm
- 64 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal AtrezyasI (DAKA)
Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Ebru ERAVCI 1, Aslı EKİCİ 1, Oktay DÜZGÜN 1,
Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
Dış akustik kanal (DAK); konha aurikula’dan membrana timpani’ye kadar olan huni
şeklindeki oluşumdur, vertikal ve horizontal olmak üzere iki kısımdan meydana gelir.
Dış akustik kanal atrezyası (DAKA); nadiren görülen bir bozukluktur. Atrezya,
DAK’ın farklı bölümlerinde görülebilir. Bu bozukluk çoğunlukla unilateral olarak
şekillenmektedir. Klinik bulgular; ağrı, başı sallama ve başı hasta tarafa doğru
eğmedir. Bazen bu bozukluk ile birlikte sekunder olarak gelişen orta kulak hastalığı da
görülebilmektedir. Lezyonun lokalizasyonuna göre; lateral kulak duvarı rezeksiyonu,
vertikal dış akustik kanalın ablasyonu ile birlikte ya da tek başına horizontal dış akustik
kanalı dışarı çekme, total dış akustik kanal ablasyonu, lateral bulla osteotomisi ve
akustik kanal anastomozu teknikleri bu bozukluğun sağaltımında kullanılabilen
operatif yöntemleridir.
Bu sunumun amacı; kedi ve köpeklerde nadir gözlenen bir bozukluk olan DAKA’nın
farklı görüntüleme teknikleri ile tanısının konulduğu 3 olgu hakkında bilgi vermektir.
Olgularımızı İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi
Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne getirilen 2 kedi ve 1 köpek oluşturdu. Olgular kliniğimize
genel olarak baş eğikliği, kulağında ağrı ve işitme kaybı şikayetiyle getirildiler.
Yapılan klinik muayene ve direkt otoskopiyi takiben, video otoskopi, pozitif kanalografi
ve bilgisayarlı tomografi ile görüntüleme tekniklerinden de yararlanılarak hastalara
DAKA tanısı konuldu. Olguların tamamında bozukluk unilateral olarak görüldü. Kedi
olgularından birinde horizontal dış akustik kanal atrezyası (HDAKA), diğerinde total
dış akustik kanal atrezyası (TDAKA) görüldü. Köpek olgusunda ise HDAKA ile birlikte
otitis media da izlendi.
Uygun operatif yöntemlerle müdahale edilmesi gerektiği konusunda bilgilendirilmelerine karşın hasta sahipleri operasyonu kabul etmedikleri için hastalara herhangi
bir operatif müdahale yapılamadı.
Anahtar sözcükler: Dış akustik kanal, Atrezya, Kulak, Kedi, Köpek
- 65 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
External Acoustic Canal Atresia (EACA) in Two Cats and One Dog
Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Ebru ERAVCI 1, Aslı EKİCİ 1, Oktay DÜZGÜN 1,
Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1
1
Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcilar, ISTANBUL
The external acoustic canal (EAC); is a funnel-shaped tube from concha auriculae to
the membrana tympani and it has two parts as vertical and horizontal.
External acoustic canal atresia (EACA) is a rare disorder. Atresia can be seen on different
portions of EAC. This disorder is usually seen unilaterally. Clinical signs include otalgia,
head shaking and head tilt to the affected side. Sometimes it is complicated by
secondary involvement of the middle ear disease. Due to the localisation of the lesion;
lateral ear wall resection, horizontal pull-through with or without vertical external
acoustic canal ablation, total external acoustic canal ablation, lateral bulla osteotomy
and acoustic canal anastomosis techniques can be used for the surgical treatment of
this disorder.
The aim of this presentation is to give an information about a very rare disorder in
cats and dogs called EACA in 3 cases which was diagnosed with the help of different
imaging techniques.
The cases were 2 cats and 1 dog which was brought to Istanbul University Veterinary
Faculty Research and Practice Hospital Surgery Clinic. The main complaints of the
patient owners was head tilt, pain on the affected side and hearing loss.
Subsequent to the clinical and direct otoscopic examination, video otoscopy and
positive canalography performed to the patients and with the help of the computed
tomography it was diagnosed as EACA. In all of the 3 cases the disorder was unilateral.
It was seen horizontal external acoustic canal atresia (HEACA) in one cat and total
external acoustic canal atresia (TEACA) in the other. In the dog, otitis media was also
seen secundary to HEACA.
Altough the patient owners was informed about the appropriate surgical techniques,
since the owners did not allow the operation the patients was taken with an untreated
condition.
Keywords: External acoustic Canal, Atresia, Ear, Cat, Dog
- 66 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları
Gamze KARABAĞLI 1
1
İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Lokomotor sistem hastalıkları içersinde eklem hastalıkları, kemik hastalıkları,
tendo ve kas hastalıkları, merkezi sinir sistemi hastalıkları, periferal sinir sistemi
hastalıkları yer almaktadır. Bu sistemlere ait lezyonların tedavisinde erken ve
doğru teşhisin önemi büyüktür. Hareket sistemini etkileyen bütün lezyonlarda
en önemli ortak özellik ister konservatif tedavi uygulansın isterse de operatif
tedavi uygulansın mutlaka fizik tedavi ile birlikte çalışılması gerektiğidir.
Fizik tedavi hareket sistemindeki hastalıklarda, diğer yöntemlerle bir araya
geldiğinde iyileşme süresini kısaltmakta ve hastanın konforunu arttırmaktadır.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarına çoğunlukla ortopedik ve nörolojik
hastaların desteklenmesi için son yıllarda sıklıkla başvurulduğu görülmektedir.
Konservatif tedaviye ya da operasyona ek olarak çeşitli yöntemler ayrı ya da bir arada
uygulanmaktadır. Son on yılda beşeri fizik tedavi uygulamalarının küçük hayvan
pratiğine aktarılmakta olduğu görülmektedir. Beşeri tıpta 1970’lerden buyana fizik
tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları dünya çapında yaygınlaşmıştır. Veteriner tıpta
ise bu girişimler 1990’larla başlamıştır. Bu sunumda fizik tedavi hakkında merak
edilenlere ışık tutmak ve tedavi edilen olguların paylaşımı hedeflenmektedir.
Anahtar sözcükler: Fizik tedavi, Nöroloji, Ortopedi, Kedi, Köpek
- 67 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Impotance of Physiotherapy and Contributions to the Patient Welfare
Gamze Gamze KARABAĞLI 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, ISTANBUL
Physiotherapy is a complementary field of science performing special treatment
approaches to improve the functional situation to the highest possible level and
to maintain this situation following injuries, diseases or painful conditions that
cause different degrees of immobility. With a short academic history in Turkey,
physiotherapy has been brought in University of İstanbul, Veterinary Faculty Surgery
Department, to the practice of small animals in 2009. This presentation included 40
dogs and 9 cats, a total of 49 cases who were taken to our clinics with neurological and
orthopedical disorders and were directed to physiotherapy after precise diagnosis.
Forty two of the patients had central or peripheral nervous system disorders, whereas
seven had musculoskeletal system disorders. Phase of the diseases, clinical situations
of the patients and other examinations were evaluated, and treatment protocols of
certain intervals were planned according to these evaluations. The protocols included
ultrasonic therapy, phonophoresis, electrical stimulation, passive and active exercises,
assisted active exercises, swimming, under-water walking band applications and
hot&cold applications. Positive results were obtained in 30 of the cases, while no result
was taken in 10 of the cases. The treatment of the resting 9 cases were interrupted
because of different reasons. Accurate diagnosis and beginning the treatment on
proper time, as well as owner attention has an important role in the success of the
therapies.
Keywords: Physical therapy, Neurology, Orthopedia, Cat, Dog
- 68 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik
İyileşmesi Üzerine Etkileri
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Çalışmamızın amacı mürekkep balığı kemiği (MBK)’nin, radyolojik ve ışık mikroskopik
bulgular eşliğinde, kemik ksenogrefti olarak kullanım değerini saptamaktır.
Çalışmanın materyalini 1 yaşlı, 105 adet, erkek Yeni Zelanda tavşanı oluşturdu. Toplam
105 tavşan, her grupta 21 denek olmak üzere önce 5 ana gruba, 1. 2. 3. 4. 6. 12. ve
24. haftalık alt gruplara ayrıldı. Deneklerin her iki radius proksimal metafiz bölümü
operatif olarak açığa çıkarıldı ve frez ile 5 mm çapında, unikortikal ortalama 3 mm
derinliğinde defekt oluşturuldu. Oluşturulan defektler, mürekkep balığı kemiği (MBK),
demineralize kemik matriksi (DKM), trikalsiyum fosfat (TKF) ve sığır kansellöz greft
(SKG) ile dolduruldu. Son gruptaki tavşanlarda greft uygulaması yapılmadı ve kontrol
grubu olarak değerlendirildi. Postoperatif 1. 2. 3. 4. 6. 12. ve 24. haftalarda denekler
sakrifiye edildi. A/P ve M/L pozisyonlarında radyografileri alındı ve kemik örnekleri
alınarak ışık mikroskobunda incelendi. Radyografik ve histolojik veriler skorlanarak
Kruskall-Walis testi ile analiz edildi ve skorlar arasındaki korelasyon Pearson testi ile
belirlendi.
Alınan radyografik sonuçlara göre; ilk iki sırayı DKM ve TKF gruplarının oluşturduğu,
üçüncü ve dördüncü sırada SKG ve MBK gruplarının olduğu görüldü. En son sırada
Kontrol grubu yer aldı. Histolojik analiz sonuçlarına göre; ilk sırayı TKF grubunun
oluşturduğu ve daha sonraki sıralamanın MBK, SKG, DKM ve Kontrol grubu şeklinde
olduğu belirlendi. Tüm gruplardan elde edilen radyografik ve histolojik skorlar
arasında yapılan Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre; ilk sırada MBK yer alırken,
TKF ve kontrol grubu birlikte ikinci sırayı aldı, sonraki sıralamanın SKG ve DKM grupları
şeklinde olduğu görüldü.
Sonuç olarak; MBK’nin diğer kemik ksenogreftleriyle başarıyla rekabet edecek kadar
osteogenezisi uyardığı, osteoindüktif ve osteointegrasyon özelliklerinin yüksek
olduğu, çok ucuza elde edilebilmesi, etilen oksitle sterilizasyonunun yapılabilmesi ve
kolaylıkla şekil verilebilmesi nedenleriyle diğer ksenogreftlere karşı avantajlı olduğu
kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Mürekkep balığı kemiği, Kemik ksenogrefti, Kemik iyileşmesi, Radius, Tavşan
- 69 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Investigation of Utilization of Cuttlefish Bone Using as Bone Xenograft on
Bone Healing
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Atatürk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ERZURUM
This study aimed to examine effects of CB as xenograft on bone healing with
radiographic and light microscopic results.
The experiment conducted on 105 one-year old male New Zealand rabbits. The
rabbits divided into 5 groups. 5 groups divided into 1. 2. 3. 4. 6. 12. and 24 weeks
subgroup. 5 mm diameter, unicortical 3 mm in depth defect in the metaphyseal
region of the left and right radius. The group V wasn’t treated and serve as a negative
control. The groups II, III, and IV treated by demineralized bone matrix (DBM), bovine
cancellous graft (BSG), and tricalcium phosphate (TCP), respectively. At weeks 1, 2, 3,
4, 6, 12 and 24 post-operation, animals sacrificed and bones harvested for radiological,
histological (light microscopy) evaluations. Data analyzed by Kruskall-Walis and
Pearson’s correlation.
According to the results received radiographic; DBM and the TCP groups consisted
of the first two places, third and fourth groups were BSG and CB. The control group
took part in last place. Histological results revealedfirst group was TCP. Cuttlefish
bone graft, BSG, DBM and control groups took place, respectively. According to the
results received Pearson’s correlation; first group was CB, control and TCP groups
consisted of the second two places. BSG and DBM groups took place, respectively.
As a result, CB stimulates osteogenesis successfully compete in other bone xenografts,
has high osteointegration and osteoinductive properties. Furthermore, CB can be
obtained very cheaply, can be made with ethylene oxide sterilization and can be
shaped easily.
Keywords: Cuttlefish bone, Bone xenograft, Bone healing, Radius, Rabbit
- 70 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması
Kürşat ÖZER 1, Zihni MUTLU 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Ebru ERAVCI 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Osteosentez materyalleri, kırıkların operatif tedavisi, anatomik rekonstruksiyonu
ve kayıp fonksiyonların yerine getirilmesi için tasarlanmıştır. Son yıllarda, kırık
iyileşmesini hızlandırmak amacıyla standart Dinamik Kompresyon Plaklarının
(DCP) yerine kilitli plaklar kullanılmaya başlanmıştır. Bu osteosentez materyallerinin
özelliği; kilitli vida başı ve yivli plaka deliklerinden oluşması, klasik kortikal vidaların
kullanılmasına ve manyetik rezonans görüntülerinin (MRG) alınabilmesine imkan
sağlamasıdır. Kemiğe sınırlı temas etmesi ve periost damarları üzerindeki basıncın az
olmasından dolayı, plaka/kemik yüzeyi arasında “kompartman sendromu” oluşması
önlenmiş olur ve böylece kan dolaşımının korunmasıyla kırık iyileşmesi hızlanır.
Çalışmamızın materyalini değişik ırk, yaş ve cinsiyette 15 adet köpek oluşturdu.
Bu köpeklerin 8’ inde femur, 4’ ünde antebrahium, 3’ ünde ise tibia kırığı mevcuttu.
Uygulanan kilitli plaklar 45 ile 60 günler arasında çıkartıldı. Plakaların çıkartılması
esnasında hiç bir şekilde materyalin fibröz dokusu ile örtülmediği ve vidaların
gevşemediği görüldü. Radyografik görüntülerde de kırığın primer iyileştiği izlendi.
Anahtar sözcükler: Kilitli plak, Kırık, Köpek
- 71 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Aplication of Locking Plates as An Osteosynthesis Material on Fractures
Kürşat ÖZER 1, Zihni MUTLU 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Ebru ERAVCI 1
1
İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
Osteosynthesis materials were designed for operative treatments of fractures,
anatomic reconstruction and the fulfillment of loss of functions. In recent years, to
accelerate fracture healing, locked plates have replaced the standard Dynamic
Compression Plates (DCP). Osteosynthesis materials are formed of locked screw heads
and threaded plate holes, which enables the use of conventional cortical screws and
taking magnetic resonance images (MRI). Due to its limited contact with the bone and
the low pressure on the periosteal vessels, the “compartment syndrome” between
the plate / bone surface can be prevented thus protecting the healty blood circulation
which accelerates the fracture healing.
Our stupy sample was composed of 15 dogs of different breed, age and sex. 8 of the
cases had femur fractures, 4 of them had antebrahium fractures and 3 of them had a
fracture of the tibia. The applied locked plates were removed between days 45 and 60.
During removal of the plates it was observed that the material was not coverd with
fibrous tissue and there was no loosening in the screws. Through radiographic images
it was also observed that the fracture heald without callus ( primary bone healing).
Keywords: Locking plate, Fracture, Dog
- 72 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
85 Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslararası Dirsek Çalışma Grubu (IEWG)
Skorlama Sistemi İle Değerlendirilmesi
Sinan ULUSAN, ¹, Özge ÖZDEMİR 2, Hasan BİLGİLİ 1
¹ Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
2
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Bu çalışma Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Ortopedi
ve Travmatoloji Kliniği’ne ön ekstremite topallık şikayeti ile getirilen 85 değişik ırk,
yaş ve cinsiyetteki köpek üzerinde gerçekleştirildi. Getirilen köpeklerin klinik ve
radyolojik muayeneleri yapıldı. Bu değerlendirme sonrasında dirsek ekleminden
kaynaklanan rahatsızlığı olan köpekler çalışmaya dahil edildi. Bu çalışmadaki 85
adet köpeğin %65’ini Alman Çoban, %19’unu Rottweiller, %11’ini Kangal ve %5’ini
ise Golden Retriever ırkı köpekler oluşturdu. Olguların topallık değerlendirmeleri
Bilgili-Ulusan Topallık Değerlendirme Skalası’na göre yapıldı. Olguların radyografileri
4 ayrı pozisyonda çekildi. Bu pozisyonlar Medio-Lateral (M/L) 45 derece fleksiyonda
ve M/L 120 derece fleksiyonda, Anterio-Posterior (A/P) ve Anterio-Posterior MedialOblik (A/P-M/O) şeklinde oldu. Alınan tüm radyografiler, International Elbow Working
Group (IEWG) Dirsek Displazisi Değerlendirme Skalası kullanılarak, iki ayrı veteriner
hekim tarafından skorlanarak değerlendirildi. Sonuç olarak; çalışmaya dahil edilen
85 olgunun %79’unda dirsek displazisi saptandı. IEWG skorlama sistemi kullanılarak
yapılan bu olguların skorlamasında %21 “0 Derece” sağlıklı dirsek eklemi, %7 “1.
Derece” dirsek displazisi, %8 “2. Derece” dirsek displazisi ve geri kalan %65 de ise “3.
Derece” dirsek displazisi tespit edildi. Dirsek displazili 85 olgu da primer lezyon olarak
“%55’inde FCP, %18’inde UAP, %5’inde OCD ve %7’sinde EI belirlendi. Sonuç olarak;
Türkiye’de köpeklerde dirsek displazisinin bir sorun olarak arttığı ve daha geniş olgu
sayılı taramaların yapılmasının uygun olacağı kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Dirsek displazisi, Dirsek eklemi, IEWG skorlama sistemi, Köpek, Ön ekstremite
topallığı
- 73 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Evaluation of Elbow Dysplasia by International Elbow Working Group (IEWG)
Scoring System in 85 Dogs
Sinan ULUSAN ¹, Özge ÖZDEMİR 2, Hasan BİLGİLİ ¹
¹ Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA
2
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS
The aim of this study was to determine the reason ratio of forelimb lameness caused
by Canine Elbow Dysplasia (ED) and to score ED by using International Elbow Working
Group (IEWG) scoring system. This study was carried out on 85 dogs (65% German
Sheperd, 19% Rottweilers, 11% Turkish Kangal and 5% Golden Retrievers) with forelimb
lameness caused by elbow joint problems. Bilgili-Ulusan Lameness Evaluation Scale is
used to evaluate the lameness. The radiographs of elbow joints of cases were taken
in four special positions which are necessary for IEWG scoring system. The positions
necessary for IEWG scoring system are Medio-Lateral (M/L) 45 degree in flexion, M/L
120 degree in flexion, Anterio-Posterior (A/P) and Anterio-Posterior Medial-Oblique
(A/P-M/O). All the radiographs were evaluated by two veterinarians. IEWG scoring
system was used to evaluate ED. In conclusion we determined 79% of all cases reason
of lameness is ED. And 21% of all cases are “0 degree”, 7% is “1st degree”, 8% is “2nd
degree” and 65% is “3rd degree” dysplasia according to IEWG scoring system. We
observed 18% Ununited Anconeal Process (UAP), 7% Elbow Incoungrity (EI), 55%
Fracture of Medial Coronoid Process (FCMP) and 5% Osteochondrosis (OC-OCD) of
all cases. In conclusion that elbow dysplasia problem in dogs increased in Turkey. It is
seen that elbow dysplasia scanning, must be done in more cases.
Keywords: Canine, Elbow dysplasia, Elbow joint, Forelimb lameness, IEWG scoring system
- 74 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
65 Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topalliklarinin Force Plate Kinetik Yürüme
Analizi Ile Değerlendirilmesi
Özge ÖZDEMİR 1, Sinan ULUSAN 2, Hasan BİLGİLI 2
1
2
Cumhuriyet Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
Topallık, ekstremitelerde fonksiyon bozukluğu olarak tanımlanan bir semptomdur.
Topallıkların belirlenmesinde ve nicel ölçümlerinin yapılmasında ise kinetik yürüme
analizinden yararlanılır. Yürüme analizi; yürümenin sayısal olarak değerlendirilmesi,
tanımlanması ve yorumlanmasıdır. Kinetik yürüme analizi ise; hareketi yaratan
kuvvetler, basınç, moment gibi eklem hareketlerine neden olan etkilerin bilgisayar
ortamında değerlendirilmesidir.
Bu çalışmanın materyalini 65 adet (30 adet ön ekstremite, 35 adet arka ekstremite)
topallığı bulunan, 65 adet sağlıklı; 130 adet büyük ırk köpek oluşturmuştur. Topallık
gösteren olgular ile sağlıklı köpeklere ait yürüme analizi verilerinin karşılaştırılması ve
sonuçların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada 130 adet büyük ırk köpeğin kinetik yürüme analizi AMTI OR-7MA model
biyomekanik kuvvet patformu kullanılarak, özel bilgisayar programı (Acquire version
7.33, Sharon Software 2007) ile sayısal verilere dönüştürülerek ölçüldü. Her bir olgu
için 3 adet yer tepkime kuvveti (mediolateral, craniocaudal ve vertikal kuvvetler) 5’er
kez ölçüldü. Değerlendirme yapılırken her bir kuvvet için bu 5 ayrı ölçümün aritmetik
ortalaması olan tek bir değerden faydalanıldı.
Topallığın kinetik yürüme analizi ile değerlendirilmesinde en önemli kuvvetler,
craniocaudal ve vertikal kuvvetler olarak tespit edildi. Craniocaudal kuvvetlerin tüm
topallık bulunan olguların %90’nında sağlıklı olguların kuvvet değerlerine göre yüksek
olduğu belirlendi. Ancak craniocaudal kuvvetler topallığın değerlendirilmesinde
vertikal kuvvetlerle birlikte sağlıklı sonuçlara ulaştırdı. Vertikal kuvvetlerin ise topallık
bulunan olgularımızın %95’inde sağlıklı olgulara göre düşük ve ön ekstremite
topallığı bulanan olgularda 80 N*100/body wt değerinin altında, arka ekstremite
topallığı bulunan olgularda ise 85 N*100/body wt değerinin altında olduğu belirlendi.
Mediolateral kuvvetler sağlıklı olguların çoğunda 8 N*100/body wt değerinin altında
ölçüldü. Ön ekstremitede topallık bulunan olguların %85’inde, arka ekstremitede
topallık bulunan olguların ise %90’nında bu değerin üzerinde belirlendi ancak
mediolateral kuvvetler topallığın değerlendirilmesinde anlamlı bulunmadı.
Sonuç olarak; Türkiye’de veteriner ortopedi ve travmatoloji rutinine girmeye başlayan
kinetik yürüme analizi ile ön ve arka ekstremite topallıkları objektif-nicel olarak
değerlendirildi. Büyük ırk köpeklerin ön ve arka ekstremite topallıklarında kinetik
yürüme analizleri için standart değerler elde edildi.
Anahtar sözcükler: Yürüme analizi, Ön ekstremite, Arka ekstremite, Topallık, Köpek
- 75 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Evaluation of Forelimb and Hindlimb Lameness in 65 dogs
Using by Kinetic Force Plate Gait Analysis
Özge ÖZDEMİR 1, Sinan ULUSAN 2, Hasan BİLGİLI 2
1
2
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS
Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA
Lameness is a symptom, is defined functional failure of the extremity. Force plate gait
analysis is used for determination of the lameness and its quantitative measurements.
Gait analysis is a numerical evaluation, definition and interpretation of walking. Kinetic
force plate gait analysis is an evaluation of the effects, caused on the joint movement
as forces of motion, pressure, moments, etc., via computer.
The material of this study is 65 cases with lameness (30 cases in forelimb lameness
and 35 cases in hindlimb lameness), 65 healthy cases; and then 130 cases within large
breed dog. The aim of this study is to compare with outcomes of the force plate gait
analysis in these two groups and evaluate of all outcomes.
In this study kinetic gait analysis numerical data were taken with a biomechanical force
plate (AMTI OR6 -7MA) and a special computer program (Acquire version 7.33 Sharon
Software 2007) for 130 large breed dogs. 3 ground reaction forces (mediolateral,
craniocaudal and vertical forces) were measured by 5 times for each other. For
evaluating of these forces, arithmetical average values of five results were used.
The craniocaudal and vertical forces were found the most important forces for kinetic
gait analysis assessment of lameness. 90% of all cases’ craniocaudal forces were higher
than healthy dog’s force values. The proper outcome is obtained for evaluation of
the lameness by utilizing both craniocaudal and vertical forces together. 95% of the
lameness patients’ vertical forces were found lower than the healthy cases’ vertical
forces and the vertical force values on dogs with forelimb lameness were found lower
than 80 N*100/body wt; however, the vertical force values on dogs with hindlimb
lameness were found lower than 85 N*100/body wt. The mediolateral forces of
majority of healthy dogs were measured lower than 8 N*100/body wt. This value is
found higher in 85% of dogs with forelimb lameness and 90% of dogs with hindlimb
lameness but the mediolateral forces are not found significant results.
As a result; kinetic gait analysis, being a routine procedure in the veterinary
orthopaedics and traumatology in Turkey, is evaluated on forelimb and hindlimb
lameness objectively and quantitatively. The standard value for evaluation of forelimb
and hindlimb lameness in large breed dogs is obtained.
Keywords: Gait analysis, Forelimb, Hindlimb, Lameness, Dog
- 76 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması
Murat KARABAĞLI 1, Gamze KARABAĞLI 1, Kürşat ÖZER 1, Yeşim TOLA 2, Orhan ZİYLAN 3
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Evde Bakım, İSTANBUL
3
İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji, İSTANBUL
1
2
Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı ‘na böbrek
nakli için yönlendirilmiş 10 yaşında kastre edilmiş, erkek, melez ırk bir kedi oluşturdu.
İndirek immun floresan antikor tekniğiyle serum toksoplazma testi sonucu IgG ve IgM
pozitif çıktığı için önce toksoplazma ‘nın geriletilmesine ve akabinde nakil prosedürünün
başlatılmasına karar verildi. Bu maksatla medikal tedavi başlatıldı ancak 1 haftalık süre
sonunda hastanın genel durumundaki ve azotemisindeki kötüleşmeden ötürü renal
replasman tedavisi yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Hastaya iki kaflı pediatrik eğri
boyunlu ve kıvrımlı tenckhoff periton diyaliz kateteri yerleştirildi ve 20 gün boyunca
sürekli ayakta periton diyaliz uygulaması yapıldı. Bu süre zarfında toksoplazmanın
geriletilmesi için her gün günde 2 kez 12.5 mg/kg dozda klindamisin fosfat kas içi yolla
uygulandı. Anoreksi, laterji, çevreye ilgisizlik gibi diyalize başlamadan önce var olan
klinik belirti ve bulgular 20. günün sonunda ortadan kalktı. Hastanın tedavi öncesi
üre, kreatinin ve GFR değeri sırasıyla 295 mg/dl, 13.5 mg/dl, < %5 ;tedavi sonundaki,
üre, kreatinin ve GFR değeri 118.1 mg/dL, 6.8 mg/dL, > %10 olarak ölçüldü. Periton
diyaliz tedavisi boyunca hastada peritonit ve kateter çıkış yeri sızıntısına rastlanılmadı.
Hastanın üre azalma oranı (URR) % 59.9 olarak hesaplandı. Ülkemiz için böbrek nakli
adayı kedilerde periton diyalizinin, hastanın operasyon öncesi klinik durumunun ve
laboratuvar bulgularının iyileştirilmesi için kullanılabilecek etkin bir yöntem olduğu
görüldü. Anahtar sözcükler: Kedi, Periton diyalizi, Toksoplazma, Böbrek nakli
- 77 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Continuous Ambulatory Peritoneal Dialysis in A Feline Renal Transplantation
Candidate
Murat KARABAĞLI 1, Gamze KARABAĞLI 1, Kürşat ÖZER 1, Yeşim TOLA 2, Orhan ZİYLAN 3
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
Istanbul University, Faculty of Medical Home Care, ISTANBUL
3
Istanbul University, Faculty of Medical, Urology Department, ISTANBUL
1
2
Our case was consisted of 10 years old castrated male, mix breed cat which was
referred to Istanbul University Veterinary Faculty Surgery Department for renal
transplantation. Cause of serum indirect immunofluorescence antibody test results
was positive for toxoplasma IgG and IgM, renal transplantation was postponed and
in first stage ameliorate the toxoplasma and than starting to renal transplantation
procedure was decided. For this purposes medical treatment was applied for a 1 week
period but deterioration of the animals physical condition and azotemia were seen
and renal replacement therapy requirement was appeared. A pediatric bent neck and
coiled tenckhoff peritoneal dialysis catheter with two cuffs was placed and continuous
ambulatory peritoneal dialysis was carried out for 20 days. In order to ameliorate
toxoplasma infection, klindamisin phosphate (12.5 mg/kg bid IM) was administered.
Anorexia, lethargy, indifference to environment like clinical symptoms and findings
which existed before dialysis was completely disappeared at the end of the treatment.
Pre-treatment urea, creatinine and GFR of the patient were 295 mg/dl, 13.5 mg/dl
and < 5% and post-treatment urea, creatinine and GFR were 118.1 mg/dl, 6.8 mg/dl,
> 10% respectively. Peritonitis and catheter exit side leakage complications were not
observed during the peritoneal dialysis treatment. Urea reduction rate was 59.9 %.
In conclusion peritoneal dialysis can be used as an efficient method for improve the
clinical condition and laboratory findings of the feline renal transplantation recipient
candidates in preopeative period for our country.
Keywords: Feline, Peritoneal dialysis, Toxoplasma, Renal transplantation
- 78 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Mahir KAYA 1, Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Bu çalışmada köpeklerde vazektominin uzun dönemdeki klinik, ultrasonografik ve
makroskopik bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışmada kullanılan 17 melez
köpeğin (1-3 yaş) plazma testesteron konsantrasyonunu belirlemek için, vazektomi
öncesinde kan örnekleri alındı. Bu dönemde ultrasonografi ile testisler, epididimis,
funikulus spermatikus ile prostat kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirildi. Vazektomi
sonrasındaki erken (10-21. günler; n=17) ve uzun dönemde (14-17. aylarda; n=11) de
aynı değerlendirmeler yapıldı. Ayrıca uzun dönemde 11 köpekten 4’ünde orşiektomi
yapılarak, testiküler üniteler makroskopik olarak değerlendirildi. Erken dönemde
enfeksiyon, hematom, skrotal ağrı bulgularına rastlanılmadı. Uzun dönemde testis
ve prostatın ultrasonografik olarak kalitatif ve kantitatif değerlendirilmesinde
değişim izlenmez iken, epididimis ve funikulus spermatikusun testiküler kısmının
boyutlarında artış ve konjesyon belirlendi. Preoperatif değerlerle karşılaştırıldığında
uzun dönemde plazma testesteron konsantrasyonunun arttığı görüldü. Testislerin
makroskopik incelemelerinde ductus deferensin testiküler kısmı kıvrımlı ve genişlemiş
şekilde izlenmesinin dışında herhangi bir patolojiye rastlanılmadı. Sonuç olarak;
yapılan çalışma süresince vazektominin testis ve prostat patolojilerine neden olmadığı
görüldü. Ancak yüksek plazma testosteron seviyesi, bu çalışma süresinin dışındaki
ilerleyen dönemlerde patolojilere neden olabilme ihtimalini de barındırmaktadır.
Anahtar sözcükler: Vasektomi, Ultrasonografi, Testis, Prostat, Köpek
- 79 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Long-Term Evaluation of Vasectomy in Dogs
Mahir KAYA 1, Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Ataturk University, Faculy of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
In this study, vasectomy intervention results were evaluated clinic, ultrasonographic,
and macroscopic for long term. Prior to vasectomy, blood samples were collected to
measure testosterone concentration in 17 mongrel dogs. Testes, epididymis, funiculus
spermaticus, and prostate were also examined qualitatively and quantitatively with
ultrasonography prior to surgery. Evaluations were made at early (day 10-21 postsurgery, n = 17) and late (month 14-17 post-surgery, n = 11) stages. Additionally,
testicular units were evaluated macroscopically in 4 of 11 dogs undergone
orchiectomy. No infection, hematoma, and scrotal pain were noted in the early stage
examination. Although no qualitative and quantitative changes in testis and prostate
were determined using ultrasonography in the later stage examination, dimension of
epididymis and testicular part of the spermatic cord increased and congestion was
notable. As compared with pre-operative levels, plasma testosterone level increased
in the later stage. Except for curling and dilatation in the testicular part of ductus
deferens upon macroscopical evaluation of testis, there was no lesion. In summary,
vasectomy does not cause testis and prostate pathologies. However, elevated plasma
testosterone level may lead to other pathologies in further stages.
Keywords: Vasectomy, Ultrasonography, Testis, Prostate, Dog
- 80 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir
mi? - Tavşan Modellerinde Deneysel Çalışma
Özgür AKSOY 1, Başak KURT 1, Kürşat ÇEÇEN 2, Sadık YAYLA 1, Metin EKİNCİ 3,
İsa ÖZAYDIN 1, Süleyman Erdinç ÜNLÜER 2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, KARS
3
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Oftalmoloji Anabilim Dalı, KARS
1
2
Bu çalışmada hayvanlarda idrar kesesi rupturlarınıntanısında kolaylıkla uygulanabilen
ve hastada herhangi bir komplikasyona neden olmayan Fluorescein’in saha şartlarında
bir belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağının araştırılması amaçlandı.
Deneysel olarak planlanan modelleri 8’erli 2 grup olmak üzere 16 adet tavşan oluşturdu.
Dissosiyatif anesteziye alınan hayvanların birinci grubuna uretralsistoskop aracılığı
ile10 ml. %10’luk Fluorescein boya (Fluorescein®, Fluka) uygulanırken, ikinci grubuna
İV yolla 0.5 ml %10’lukSodyum Fluorescein (Fluorescite®, AlconPharmaceuticals
Ltd.) verilerek uretral sistoskopi aracılığıyla idrar kesesi görüntülendi. Her iki grupta
da boya maddesi ile dolmuş olan idrar kesesi uretral sistoskopi aracılığı ile perfore
edilerek Fluorescein’in keseden abdominal kaviteye yaptığı sızıntı sistoskopik olarak
doğrulandı. Bu işlemlerin ardından parasentez yolluyla abdominalkaviteden alınan
sıvı örneklerinde Fluorescein sarımtırak-yeşil renkte görüntülendi ve ruptur onaylandı.
Bu işlemin ardından tavşanlara laparotomi yapılarak karın boşluğu ve karın içi organlar
görüntülendi.
Grup 1’de idrar kesesi Fluorescein ile direkt olarak doldurulduğunda göz, konjunktiva
ve mukozalarda renk değişikliğine rastlanmadı. Grup 2’de Fluorescein’in 10 saniyede
keseye ulaştığı ve 4 dakika içerisinde göz ve konjunktivalarla birlikte deri altında
fosforlu sarı renk değişimleri meydana geldiği gözlendi. Her iki grupta da tavşanların
laparotomi sonrası yapılan muayenesinde karın içi organların yeşilin farklı tonlarında
olduğu gözlemlendi.
Sonuç olarak, idrar kesesi rupturlarının tanısında Fluorescein’in bir belirteç olarak
kullanılabileceği, ancak iç organlarda kanamayla seyreden durumlarda sarı/yeşil
dumanlı bir görüntü arz etmesine karşın, şüpheli kabul edilebileceği ve hayvan
türüne göre Fluorescein’in İV dozunun, ileride yapılacak çalışmalarla belirlenebileceği
görüşüne varıldı.
Anahtar sözcükler: Fluorescein, İdrar kesesi rupturu, Sistoskopi, Kateterizasyon
- 81 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Fluoresceine as A Marker in the Diagnosis of Bladder Buptures: An Experimental
Study in A Rabbit Model
Özgür AKSOY 1, Başak KURT 1, Kürşat ÇEÇEN 2, Sadık YAYLA 1, Metin EKİNCİ 3,
İsa ÖZAYDIN 1, Süleyman Erdinç ÜNLÜER 4
Kafkas Universiy, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KARS
Kafkas Üniversitesi, Faculty of Medicine, Urology Department, KARS
3
Kafkas Üniversitesi, Faculty of Medicine, Ophtalmology Department, KARS
1
2
This study aimed to investigate Fluorescein that can be easily applied in the diagnosis
of bladder ruptures in animals and does not cause any complications in patients, could
be used or not as a marker in field conditions.
This experimental model included 2 groups of 16 rabbits and there was 8 rabbit in
each group. Animals were anaesthetized with dissociative agents. In first group, 10ml.
of 10% Fluorescein dye administrated via urethral cystoscope to bladder directly and
0.5ml. of 10% concentration IV Fluorescein administrated via intravenous catheter in
second group. Then, bladder was viewed through the cystoscope. The bladder that
is filled with dye was perforated with cystoscope in both groups and was confirmed
to transition flourescein from the bladder to abdominal cavity. Some fluid sample
was removed by paracentesis from abdominal cavity and has seen that samples were
yellow-green colour. So that rupture was confirmed. Laparotomy was performed and
abdominal cavity and organs were examined.
As a result, we can use Fluorescein as a marker in diagnosis of bladder ruptures but, if
there is any bleeding in internal organs, although a smoky yellow-green image, it can
be considered suspicious. And concluded that according to animal species Fluorescein
IV dose can be determined by future studies.
Keywords: Fluorescein, Bladder rupture, Cystoscopy, Catheterization
- 82 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı:
Klinik, Mikrobiyolojik ve Sitolojik Bulgular *
Kamil SEYREK İNTAŞ 1, Gülşen GONCAGÜL 2, İsmail Hakkı KUMRU 3,
Deniz SEYREK İNTAŞ 4
* Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Merkezi tarafından desteklenmiştir (YİOMYO 2008/59)
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı Görükle Kampüsü, BURSA
Uludağ Üniversitesi, Mennan Pasinli Meslek Yüksekokulu, Görükle Kampüsü, BURSA
3
Tarım Bakanlığı, Gümrük Müdürlüğü Kapıkule, EDİRNE
4
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA
1
2
Perineal yapısal bozukluklar ve pneumovagina, atlarda perineal bölgede uygulanan
farklı plastik operasyon teknikleriyle sağaltılabilmektedir. Pouret tarafından atlarda
tarif edilen operasyon tekniğiyle doğum kanalında daralma oluşturmadan, vagina ve
vulva kaudal yönde kaydırılmakta, perineum uzatılabilmektedir. Bu çalışmanın amacı,
modifiye Pouret yöntemiyle pneumovagina sağaltımının ineklerde uygulanabilirliği
ve başarısının klinik, mikrobiyolojik ve sitolojik bulgular yardımıyla belirlenmesidir.
Modifiye Pouret tekniğiyle 36 pneumovaginalı ineğe operasyon uygulandı.
Operasyon sonrasında tüm hayvanlara 5 gün Ceftiofur ve tek doz Carprofen verildi.
İneklerden sadece ikisinde yara iyileşme bozukluğu ve buna bağlı sekonder iyileşme
şekillendi. Post operatif iyileşmeyi takiben yapılan kontrollerde, operasyon sonucunda
35 hayvanda pneumovaginanın ortadan kalktığı görüldü. Ürovagina ile komplike
bir olguda ürovagina semptomlarının devam etmesi nedeniyle hymenal serkilaj
yöntemiyle ilave bir müdahaleye gerek duyuldu.
Operasyon öncesi hiçbiri tekrarlayan tohumlanmalarına karşın uzun süre gebe
kalamayan repeat breeder ineklerin post operatif tohumlamalar sonrası operasyon
yapılan ineklerin 24 adedi (%66.7) gebe kalmıştır. İneklerin 21’i normal doğum, 3 inek
ise güç doğum yapmıştır. İneklerin 9’u farklı nedenler dolayısıyla kesime sevk edilmiştir.
Geri kalan 3 inek ise operasyon sonrası takip edilen 6 aylık dönemde gebe kalmamıştır.
Operasyon öncesi alınan endometrial svaplardan %38 Escherichia coli, %15.5
Streptococcusbovis II grup D, %12.7 Streptococcusbovis IgrupD, %7 Streptococcus
equinus izole edilirken, operasyon öncesi olarak alınan endometrial svaplardan %28,9
Escherichia coli, %8.9 Streptococcusbovis II grup D, %11.1 Streptococcusbovis I grup D,
%13.3 Streptococcus equinus üretilmiştir. Preoperatif numunelerin sitolojisinde %7.2
nötrofil bulunurken, operasyon sonrasında bu oran % 2.1’e düşmüştür.
Sonuç olarak, Pouret yöntemi ile ineklerde klinik olarak vaginaya hava emmenin
önüne geçilebilmektedir. Mikrobiyolojik ve sitolojik bulgular endometriumda
operasyona bağlı bir iyileşmenin olduğuna işaret etmektedir. İneklerde Pouret tekniği,
önemli komplikasyonlara yol açmadan pneumovagina sağaltımında başarılı olarak
uygulanabilmektedir.
Anahtar sözcükler: Pneumovagina, Modifiye Pouret Yöntemi, İnek
- 83 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Operative Treatment of Pneumovagina in Cows by A Modified Pouret Technique:
Clinical, Microbiological and Cytological Findings 1
Kamil SEYREK İNTAŞ 1, Gülşen GONCAGÜL 2, İsmail Hakkı KUMRU 3,
Deniz SEYREK İNTAŞ 4
* This study was supported by the Scientific Research Project Centre of Uludağ University (YIOMYO 2008/59)
1
Department of Obstetrics and Gynaecology, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University,
Gorukle Campus, BURSA
2
Mennan Pasinli Vocational High School, Uludag University, Gorukle Campus, BURSA
3
Customsoffices of Ministry of Agriculture, Kapikule-Edirne-TURKEY
4
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, Gorukle Campus, BURSA
Poor perineal conformation and pneumovagina can be treated by different operative
techniques of the perineal region. According to the technique described by Pouret for
mares the vagina and vulva can be relocated caudally and the perineum elongated
without subsequent stenosis of the birth canal. The aim of this study was to evaluate
the success of the modified Pouret technique in cows by clinical, microbiological and
cytological findings.
Modified Pouret technique was applied to 36 cows. All animals received Ceftiofur (5
days) and a single dose Carprofen post operatively. Two cows had mild wound healing
disturbances.Post operatively, pneumovagina was healed clinically in 35 cows.
Post operative controls revealed that in 35 cows pneumovagina was not evident
anymore. In one case with urovagina signs of urine accumulation maintained so that
another procedure (hymenal cerclage) was necessary. Twenty four (66.7%) of the
repeat breeder cows which did not get pregnant despite repeated inseminations for a
long time during the pre operative period became pregnant post operatively. 21 cows
had a normal birth while 3 cows had a complicated birth. 9 cows went to slaughter
due to other reasons. The remaining 3 cows did not get pregnant during the 6 month
post operative follow up.
Preoperative endometrial samples revealed 38% Escherichia coli, 15.5%
Streptococcusbovis II, 12.7% Streptococcusbovis I and 7% Streptococcus equinus.
However, in post operative samples 28.9% Escherichia coli, 8.9% Streptococcusbovis
II, 11.1% Streptococcusbovis I and 13.3% Streptococcus equinus could be isolated.
Cytological examination showed 7.2% neutrophiles pre operatively, whereas this rate
decreased to 2.1% post operatively.
As a result, air suction into the vagina can be prevented by the modified Pouret
technique. Microbiological and cytological findings indicate an improvement due to
the operation. Modified Pouret technique can be successfully applied in cows with
pneumovagina with minimal complications.
Keywords: Pneumovagina, Modified Pouret Technique, Cow
- 84 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta
Deniz Kaplumbağasında Özefagial Olta İğnesinin Çıkarılması
Muhammed Enes ALTUĞ 1*, Cafer Tayer İŞLER 1*, Ziya YURTAL 1*
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY
* Mustafa Kemal Üniversitesi Deniz Kaplumbağaları İlk Yardım, Tedavi ve Kurtarma Uygulama ve
Araştırma Merkezi, (DEKİYM), HATAY
1
Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları Dünya KorumaBirliği (IUCN) tarafından nesli
tehlike altında olan türler arasında bildirilmiştir. Olta yaralanmalarıdünya çapındadeniz
kaplumbağaları içinbüyük bir tehditolarak kabul edilir.
Bu çalışmanın materyalini kafa travmalı ve olta hasarlı bir erkek (I.olgu:29.5 kg) ve
bir dişi (II.Olgu:50 kg) iki erişkin caretta caretta türü deniz kaplumbağası oluşturdu.
Kaplumbağalar Doğu Akdeniz Hatay sahillerinden getirildi. Klinik muayenede;
olgularda çok parçalı kafatası ve orbita kırıkları, karapaks ve plastronda barnacle
invazyonu ve dehidrasyon belirlendi. Olguların kalp ve solunum fonksiyonları, noninvaziv kan basıncı, klokal ısısı ve hemoglobin düzeyleri operasyon öncesi, sırası ve
sonrasında kaydedildi.
Radyolojik bulgular: X-ray ve BT’de kafatası ve orbita kırığı bulgularına ilave olarak,
olgu I’de ağız ve barsakta bir adet, özefagusta ise iki adet olta belirlendi. Olgu II de
ise özefagusta iki adet olta belirlendi. Beyin travması ve enfeksiyon tedavisi için her
iki olguya da dexametazone, sefazol ve İV sıvı desteği verildi. Cerrahi müdahaleler
İV diazem (1-2 mg/kg) ve propofol (4-5 mg/kg) anestezi indüksiyonunu takiben ve
% 2-5 sevoflurane anestezisi ile gerçekleştirildi. Önce kranioplasti, iki gün sonra ise
özefagotomi uygulandı. Kranioplasti poly-methyl methacrylate ile özefagotomi ise
ventro-dorsal yatış pozisyonunda endoskop yardımıyla gerçekleştirildi ve özefagustaki
oltalar çıkarıldı. Post-operatif havuzda ve denizde fizik tedavi ve yüzme egzersizleri
uygulandı.
Olgu I’in kontrol (K) ve post-operatif (PO) kalp atımı (K:32-46;PO:31-34), non-invaziv
kan basıncı sistolik/diastolik/mean-(NİBP) (K:109/88/99; PO:90/69/73) solunum sayısı
(K:18-28; PO:23-27), vücut ısısı (K:29.3; PO:28.5) ve hemoglobin g/dL düzeyleri (K:5.45.8;PO:5.8-6.9) arasında değişti.
Olgu II’nin kontrol (K) ve post-operatif (PO) kalp atımı (K: 19-24;PO: 26-27), non-invaziv
kan basıncı sistolik/diastolik/mean-(NİBP) (K:136/118/121); PO: 85/63/67) solunum
sayısı (K:26-32; PO:13-27), kloakal ısısı (K:28.7;PO:28.4) ve hemoglobin g/dL düzeyleri
(K:10.3-11,7; PO:8.6-11.3) arasında değişti.
Olgu I iki hafta sonra öldü. Olgu II ise 25 gün sonra denize gönderildi ve özgürlüğüne
kavuştu.
Anahtar sözcükler: Caretta caretta, Kafatası ve orbita kırığı, Özefagus, Olta iğnesi
- 85 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Surgical Removal of Esophagial Fish Hooks in Two Loggerhead Seaturtles
Withthe Head Injury in the Turkey’s Eastern Mediterranean Hatay Coast
Muhammed Enes ALTUĞ 1*, Cafer Tayer İŞLER 1*, Ziya YURTAL 1*
Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY
* Mustafa Kemal University, Sea Turtle First Aid, Treatment and Resque Application and Research
Center (DEKIYM), HATAY
1
The loggerhead-caretta caretta sea turtles have been reported as the endangered
species by the World Conservation Union (IUCN). Fishing hooks are considered a
major threat to endangered sea turtle populations worldwide.
The material of this study have created two caretta caretta sea turtles, which were
a male (first case:29.5 kg) and a female (second case:50 kg) with head injury and
damaged fishing. The cases were brought from the Eastern Mediterranean coast of
Hatay.
In the clinical examination; multi-piece skull and orbital fractures, barnacleinvasions
in carapaceandplastron,anddehydrationwere determined in both cases. The cardiac
and respiratory functions of the sea turtles, non-invasive blood pressures, cloacal
temperatures (0C), and hemoglobin-(Hb) levels were recorded before, during and after
surgery.
Radiographic findings: In addition to X-ray and CTfindings ofskull andorbital fracture, in
the first case, there were two fishooks in the esophagus and also one in the mouth and
intestine. The second case only had two fishooks in theesophagus.In both cases,for the
treatment ofbrain traumaand infectiondexametazone, cefazolinand IVfluidsupport
was given. Surgical interventions were performed with 2-5% of sevoflurane after
intravenous diazepam (1-2 mg.kg-1) and propofol (4-5 mg.kg-1) anaesthesia. As the first,
cranioplasty was achieved, and two days later were also oesophagetomy. Cranioplasty
was done with poly-methyl methacrylate. Oesophagetomy was performed in the
ventrodorsal recumbent position with the help of the endoscope and the fishing
hooks were removed from the esophagus. Post-operatively, physical therapy and
swimming exercises were performedin the pool and sea.
Case I, control (C) and post-operative (PO), heart rates (C :32-46, PO:31-34), sistolic/
diastolic/mean-non-invasive blood pressures (NIBP) (C:109/88/99;PO:90/69/73),
respiratory rates (C:18-28, PO:23-27), cloacal temperatures (C:29.3; PO:28.5) and Hb g/
dl levels (K: 5.4-5.8; PO :5.8-6 .9) changed between.
CaseII,control (C) and post-operative (PO), heart rates(C:19-24; PO: 26-27), sistolic/
diastolic/mean-non-invasiveblood pressures(NIBP) (C: 136/118/121), PO: 85/63/67),
respiratory rates (C :26-32, PO:13-27), cloacal temperatures(K: 28.7; PO:28.4)and
hemoglobing/dllevels (K: 10.3-11.7; PO:8.6-11 .3)have changed between.
The first sea turtle dead two weeks later, the second case also wassentto sea
after25daysandliberated.
Keywords: Caretta caretta, Skull and Orbital fractures, Esophagus
- 86 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında
Lokal İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi
İsa ÖZAYDIN 1, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Barlas SÜLÜ 2,
Başak YAKIN 1, Seyit Ali BİNGÖL 3, Turgay DEPREM 4
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
3
Kafkas Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, KARS
4
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, KARS
1
2
Sunulan çalışmada, diabetik ve nondiabetik farelerde oluşturulan doku kayıplı
yaraların sağaltımı amacıyla topikal %10’luk NPH insülin kullanımının myofibroblast
aktivitesi veyara iyileşmesi üzerine etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada, nondiabetik (Grup-1) (n=16) ve streptozotosin ile indüklenen diabetik
(Grup-2)(n=16) olmak üzere 32 erişkin yeni nesil Swiss Albino fare kullanıldı. Tüm
farelerde,genel anestezisi eşliğinde sırt bölgesinde 1 cm çapında deri eksizyonu ve
sıcak su teması ile doku kayıplı-gangrenli açık yara oluşturuldu. Grup 1 ve Grup 2’deki
hayvanlar ikişer alt gruba ayrılarak (n=8) her bir gruptaki alt gruplardan birine günde
1 kez %10’luk İnsülin pomat, diğer alt gruba ise eşit oranda vazelin + İzotonik NaCl
karışımı topikal olarak uygulandı. Yaraların boyutlarında şekillenen değişiklikler ve klinik
tablo günlük olarak değerlendirildi. Üç, 7 ve 14. Günlerde anestezi altında yaralardan
punch biyopsi yöntyemiyle doku örnekleri alınarak histolojik ve immunohistokimyasal
incelemeler yapıldı. Elde edilen verilerin Minitab-16 paket programı kullanılarak
istatistiksel değerlendirilmeleri yapıldı.
Her iki grupta da insülin uygulanan altgruplarda yara iyileşmesinin daha hızlı olduğu,
non-diabetik insülin altgrubundaki yaralarda iyileşmenin diğerlerine göre daha hızlı
olduğu gözlenirken diabetik kontrol grubunda çok az bir iyileşme tablosuyla karşılaşıldı.
Histolojik ve immunohistokimyasal bulgular da bu tabloyu yansıtır nitelikteydi.
Sunulan çalışma ile diabetik ve nondiabetik yara sağaltımında topikal insülin
uygulamasının iyileşmeyi belirgin şekilde hızlandırdığı ortaya konulmuştur.
Anahtar sözcükler: Yara iyileşmesi, İnsülin, Diabet, Fare
- 87 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Effect of Local Insulin Use on Myofibroblast Activity in the Treatment of
Open Wounds with Tissue Loss in Diabetic and Non-Diabetic Rat Models
İsa ÖZAYDIN 1, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Barlas SÜLÜ 2,
Başak YAKIN 1, Seyit Ali BİNGÖL 3, Turgay DEPREM 4
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery, KARS
3
Kafkas University, School of Health Sciences, KARS
4
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, KARS
1
2
The aim of the study is to present the effect of topical 10% NPH insulin use on
myofibroblast activity and wound healing in the treatment of injuries with tissue loss
in diabetic and –non-diabetic rat models.
Thirty-two adult new-generation Swiss Albino rats in total were divided into two groups
in the study: Non-diabetic (Group-1) (n=16), and streptozotocin-induced diabetic
(Group-2)(n=16). Under general anesthesia, open wound with tissue loss-gangrene
formation was obtained with 1 cm skin incision and hot water contact at the dorsal
region in all rats. Two subgroups were formed in Group 1 (n=8) and Group 2 (n=8):
Each of the subgroups in the groups were treated topically with 10% insulin ointment
daily, and the other subgroups were treated with topical vaselin+isotonic NaCl mixture
in equal quantities. The changes in the diameter of the wounds and the clinical course
were evaluated daily. Tissue samples were taken by punch biopsy under anesthesia
at the 3rd, 7th, and 14th days, and histological and immunohistochemical evaluations
were obtained. Statistical analysis were performed using Minitab-16 software.
The subgroups that were treated with insulin in both groups revealed faster wound
healing. The insulin-treated subgroup in the non-diabetic group showed faster wound
healing than other subgroups. The control subgroup in the diabetic group showed
minimum healing. The histological and immunohistochemical evaluations were
consistent with these findings.
This study showed that the topically applied insulin improves the wound healing in
diabetic and non-diabetic models significantly.
Keywords: Wound healing, Insulin, Diabetes, Mice
- 88 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) ve Synovial
Sıvı Etkinliğinin Karşılaştırılması: Deneysel Tavşan Modeli
Kemal KILIÇ 1, Nergiz KILIÇ 2, Engin KILIÇ 3, Sadık YAYLA 3, Celal Şahin ERMUTLU 3,
İsa ÖZAYDIN 3, Serpil DAĞ 4
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, KARS
3
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
4
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS
1
2
Bu çalışmada, tavşanlarda deneysel olarak oluşturulan ventral herni modelinde prolen
mesh kullanımına bağlı gelişebilecek peritoneal adezyonların önlenmesinde dimetil
sülfoksit ve sinovial sıvı etkinliğinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Çalışmada kullanılan 40 adet tavşan 10’arlı 4 gruba ayrıldı. Operasyon xylazin
HCI sedasyonunu izleyerek ketamin HCI ile elde edilen intratekal anestezi altında
gerçekleştirildi. Operasyon masasına sırtüstü pozisyonda yatırılan tavşanlara median
deri ensizyonu yapıldıktan sonra linea alba düzeyinde 2 cm çaplı daire şeklinde bir
defekt oluşturuldu. Defekt önceden disk şeklinde hazırlanan prolen mesh ile onarıldı.
Postoperatif 5. güne kadar; I. gruba 10 ml serum fizyolojik (SF) ve 1,5 gr/kg DMSO, II.
gruba 7 ml SF, 3 ml synovial sıvı (SS) ve 1,5 gr/kg DMSO, III. gruba 7 ml SF ve 3 ml SS,
IV. gruba (kontrol:K) ise yalnızca 10 ml SF intraperitoneal olarak uygulandı. Tavşanlara
10. günün sonunda relaparotomi uygulanarak peritoneal adezyon varlığı ve derecesi
Jenkins (1983)’in görsel yapışıklık skalasına göre değerlendirildi. Çalışmadan elde edilen
tüm veriler Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi.
Greft uygulanan bölgeye ait doku örnekleri Hematoksilen-Eozin (HE) ve Crossman’ın
üçlü boyama yöntemi ile boyanarak ışık mikroskobunda değerlendirildi.
Sonuçta gerek relaparotomik makroskobik bulgular gerekse histopatolojik bulgular
dikkate alındığında synovial sıvının tavşanlarda postoperatif peritoneal adezyonların
önlenmesinde etkili olduğu kanısına varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Tavşan, İntraabdominal adezyon, Dimetilsülfoksit, Sinovyal sıvı
- 89 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Comparison of the efficacy of Dimethyl Sulfoxide (DMSO) and synovial fluid in
the Prevention of Peritoneal Adhesions: Experimental Rabbit Model
Kemal KILIÇ 1, Nergiz KILIÇ 2, Engin KILIÇ 3, Sadık YAYLA 3, Celal Şahin ERMUTLU 3,
İsa ÖZAYDIN 3, Serpil DAĞ 4
Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, KARS
3
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
4
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS
1
2
The purpose of this study was to compare the efficacy of dimethyl sulfoxide and synovial
fluid in the prevention of peritoneal adhesions that might develop in connection with
the use of prolene mesh in a ventral hernia model created experimentally in rabbits.
The forty rabbits used in the study were divided into four groups of ten. The operation
was conducted under intrathecal anesthesia induced with ketamine HCl following
xylazin HCl sedation. A median skin incision was made in rabbits placed on the
operating table in the supine position. Then, a defect 2 cm in diameter was created on
the linea alba. The defect was repaired with prolene mesh which had been previously
prepared in the shape of a disk. Until the 5th day after the operation, group I was given 10
ml saline (S) and 1.5 gr/kg DMSO, group II was given 7 ml saline, 3 ml synovial fluid (SF)
and 1.5 gr/kg DMSO, group III was given 7 ml saline and 3 ml SF while group IV (control
: C) was given only 10 ml saline. All of these were administered intraperitoneally. At
the end of the 10th day, the presence and extent of peritoneal adhesion was checked
using Jenkins’ (1983) visual adhesion scale by performing a relaparotomy. All of the
data obtained from the study was analyzed statistically using the Minitab-16 package
program. Tissue samples from the region where the graft was performed were
evaluated under a light microscope by staining them with the Hematoxilen-Eosin (HE)
and Crossman triple stain method. In the end, it was concluded that synovial fluid is
effective in preventing postoperative peritoneal adhesions in rabbits in light of both
relaparotomic, macroscopic findings and histopathological findings.
Key words: Rabbit, Intraabdominal adhesion, Dimethylsulfoxide, Synovial fluid
- 90 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi ve Postoperatif İntraabdominal
Adezyonlar Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı
Olarak Araştırılması *
Evren ESİN 1 Fahrettin ALKAN 2
* Selçuk Üniversitesi BAP tarafından desteklenen 07102002 nolu doktora tezinin bir bölümüdür
1
2
Lara Antalya Hayvan Hastanesi, Lara, ANTALYA
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Çalışmada Levamizol ve Siklosporin A’nın düşük ve yüksek dozlarda kullanılmasının
intraabdominal adezyon gelişimi ve intestinal doku iyileşmesi üzerine etkilerinin klinik,
relaparotomik, histopatolojik ve biyomekanik olarak belirlenmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada 75 adet dişi, Yeni Zelanda Ada Tavşanı kullanıldı. Tavşanlarda, proksimal
kolonun orta 1/3’lük kısmının antimezenterik yüzünde yapılan enteretomi ve laparatomi
hattının solunda peritona ensizyon yapılması suretiyle operasyon gerçekleştirildi.
Kontrol grubuna hiç bir ilaç uygulanmazken, Levamizol HCl gruplarına intramuskuler
yolla 2 mg/kg ve 5 mg/kg, siklosporin gruplarına subkutan yolla 5 mg/kg ve 20 mg/
kg dozunda ilaç uygulamaları yapıldı. Relaparatomik değerlendirme ve adezyon
skorlaması postoperatif 16. günde yapıldı. İntestinal iyileşmenin değerlendirilmesi
biomekanik ve histopatolojik yöntemlerle gerçekleştirildi.
Adezyon değerlendirilmesinde tavşanların 9 tanesinde intraabdominal adezyon
görülmezken 66 tavşanda değişik derecelerde intraabdominal adezyona rastlandı.
Adezyon oluşumu açısından gruplar arası farklılığın istatistiksel olarak önemli
olmadığı ancak levamizol 2 mg/kg grubunda görülen adezyonların diğer gruplardaki
adezyon derecelerine oranla daha az olduğu belirlendi. İntestinal doku iyileşmesinin
histopatolojik değerlendirilmesinde gruplar arasında farklılığa rastlanmadı. Çekmekoparma kuvvetinin levamizol uygulanan gruplarda kontrol grubuna oranla istatistiksel
açıdan önemli (P<0.05) olduğu belirlendi. Şişirme-patlatma deneyi sonuçlarının
istatistiksel açıdan önemli farklılık göstermediği ancak levamizol 2 mg/kg dozunda ilaç
uygulanan grubun şişirme-patlama basıncı değerlerinin en düşük olduğu belirlendi..
Düşük dozda (2 mg/kg) Levamizol uygulamasının intraabdominal adezyon oluşumunu
azalttığı, intestinal doku iyileşmesi üzerine ise belirgin bir olumsuz etkisinin olmadığı
görüldü. Siklosporin A’nın ise adezyon oluşumunu önleme üzerinde olumlu bir
etkisinin olmadığı gibi oluşturduğu immunosupresyon ile intraabdominal enfeksiyon
riskini arttırdığı belirlenmiştir.
Anahtar sözcükler: İntraabdominal adezyon, Levamizol, Siklosporin A, Enteretomi
- 91 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Effects of Levamisole and Cyclosporine on Intestinal Tissue Healing and
Postoperative Intraabdominal Adhesions in Rabbit *
Evren ESİN 1 Fahrettin ALKAN 2
* This study was summarized from PhD Thesis of first author and funded by Selçuk University (Project No:
07102002)
1
2
Lara Antalya Animal Hospital, Lara, ANTALYA
Selcuk University, Faculty of Veterinary Faculty, Surgery Department, KONYA
In this study, effects of low and high doses of Levamisole and Cyclosporine A, on
adhesion formation and intestinal healing was evaluated with clinical ,relaparatomic,
histopathologic and biomechanical findings.
Seventy five New Zealand rabbits were used. An enteretomy was performed on
antimesenteric side of colon proximalis and incisions to periton were made on left side
of laparotomy line. No drugs were used in control group. Intramuscular Levamisole
injections applied in 2 mg/kg and 5 mg/kg doses; subcutaneous Cyclosporine A
injections applied in 5 mg/kg and 20 mg/kg doses to study groups. Evaluation and
scoring of adhesions were performed by relaparatomy operation in 16th day of
operation. Evaluation of intestinal healing were done with histopathological and biomechanical methods.
Intraabdominal adhesions were seen in 66 rabbits and in 9 rabbits there were no
intraabdominal adhesions. The differences between groups were not statistically
important. But adhesions seen in levamisole 2 mg/kg dose group were in lower grades.
In histopathological evaluation there was no significant difference. Tensile strength
in both lower and higher dose levamisole groups showed statistically significant
difference compared to control group. Tensile strength is the lowest in lower dose
levamisole group. Differences in bursting pressure values are not statistically different.
But in lower dose levamisole group the bursting pressure is also the lowest.
In conclusion levamisole used in lower doses (2 mg/kg) reduces adhesion formation
and no negative effect on intestinal healing. Cyclosporine A has no reducing effect on
adhesion formation but has an increasing effect for intraabdominal infection risk with
its immunosuppressive effect
Keywords: Intraabdominal adhesions, Levamisole, Cyclosporine A, Enteretomy
- 92 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Tavşanlarda Deneysel Intraabdominal Cerrahide Bitkisel Kökenli Kanama
Durdurucunun (Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştirilmasi
Erkan DÜZ 1, İsmail ALKAN 2, Loğman ASLAN 2, İrfan BAYRAM 3, Abdullah KAYA 4,
Harun AYHAN 5, Eda YAVUZ 2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş Mesl1ek Yüksekokulu, Gevaş, VAN
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilimdalı, VAN
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilimdalı, VAN
4
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilimdalı, VAN
5
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilimdalı, VAN
1
2
Kanama, cerrahi girişimlerde en çok zaman, uğraşı ve ilaç kullanımı gerektiren, bazen
de hastanın hayatının kaybolmasına yol açan önemli komplikasyonlardan biridir.
Bu sebeple hızlı ve etkin hemostaz sağlayıcı yeni ilaçların keşfedilmesi araştırıcıların
ilgisini çekmiştir
Bu çalışmada materyali 10’u erkek, 10’u dişi olan 20 adet sağlıklı ergin Yeni Zelanda
tavşanı oluşturdu. Tavşanlar çalışma ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı.
Olguların sol abdominal bölgelerine 5 cm uzunluğunda ensizyon yapıldı, sırasıyla
deri, derialtı bağdokusu ve kaslar ensize edildi. 10 olgunun tamamında 2 ml Ankaferd
Blood Stopper emdirilmiş gazlı bez tamponlar kullanıldı. Kanama odağı üzerine orta
basınçla bastırılan tamponlar aralıklarla kaldırılarak hemostaz kontrol edildi. Kanın
durma süresi digital kronometre ile saniye ve dakika olarak belirlendi.
Deri ensizyonunda Ankaferd Blood Stopper (ABS) ‚nin hemostatik etkileri:. ABS
uygulanan olgularda hemostaz ortalama 9 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama
240 saniyede elde edildi
Derialtı dokusunun ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan
olgularda hemostaz ortalama 19 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 256
saniyede elde edildi.
Kas ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz
ortalama 42 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 238 saniyede elde edildi.
Dalak ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz
ortalama 164 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 458 saniyede elde edildi.
Karaciğer ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda
hemostaz ortalama 162 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 400 saniyede elde
edildi.
Günümüzde kanamaların kontrolünde kullanılan çeşitli maddeler bulunmaktadır.
Bunlardan kimi sistemik uygulanılabilmekte ancak lokal olarak kullanılmamaktadır.
Diğer taraftan fibrin doku yapıştırıcıları, kollagen, thrombin ve prothrombin gibi
lokal hemostatik maddeler vardır ancak bunların kimileri sınırlı düzeyde etkili olurken
kimilerinin üretiminde insan kanı kullanılması dezavantaj oluşturmaktadır. Bu sebeple
yeni ve etkili topikal hemostatik ilaçlara her zaman ihtiyaç vardır.
Anahtar sözcükler: Tavşan, İntraabdominal cerrahi, Hemostaz, Ankaferd Blood Stoper
- 93 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Investigation on the Effect of the Vegetal Origin Ankaferd Blood Stopper in
Experimental İntra- Abdominal Surgery Over Rabbits
Erkan DÜZ 1, İsmail ALKAN 2, Loğman ASLAN 2, İrfan BAYRAM 3, Abdullah KAYA 4,
Harun AYHAN 5, Eda YAVUZ 2
Gevaş Vocational School, University of Yuzuncu Yil, VAN
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Science, University of Yuzuncu Yil, VAN
3
Department of Pathology, Faculty of Medicine, University of Yuzuncu Yil, VAN
4
Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Science, University of Yuzuncu Yil, VAN
5
Department of Haematology, Faculty of Medicine, University of Yuzuncu Yil, VAN
1
2
In surgical proceduresthe hemorrhage, is one of the most important complications
which requires the most time, effort and medicine use and sometimes causes the
patient’s life to be lost. Therefore detection of rapid and effective new local haemostatic
agent always interested the researchers.
20 healthy adult rabbits are separated into two groups as a study group and a control
group. An incision of 5 cm long was made left abdominal regions and the subcutan
connective tissues and the muscles were incised respectively.Tampons saturated in 2
ml of Ankaferd Blood Stopper were used.
The haemostatic effects of Ankaferd Blood Stopper (ABS) in skin incision:
Haemostasis was achieved in 9 seconds average with the facts on which we applied
ABS, and in 240 seconds with the control group.
In Subcutaneous tissue incision: Haemostasis was achieved in 19 seconds average
with the facts on which we applied ABS, and in 256 seconds with the control group.
In muscle incision: the haemostasis was achieved in 42 seconds average, and in 238
seconds average with the control group.
In spleen incision: the hemostasis was achieved in 162 seconds average and in 458
seconds average with the control group.
In liver incision: haemostasis was achieved in 162 seconds average and in 400 seconds
average with the control group.
There are various substances used in the hemorrhage control. A lot of substances
can be used systemically but cannot be used locally. On the other hand, there are
fibrin tissue adhesives, local hemostatic substances like collagen, thrombin and
prothrombin but the use of human blood in the production of some of those presents
a disadvantage while the effectiveness of others are limited. Because of that there is
always a need for new and effective topical haemostatic medicines.
Keywords: Rabbit, Intra-abdominal surgery, Hemostasis, Ankaferd Blood Stopper
- 94 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin
Karşılaştırılması
Zeynep PEKCAN 1, Mehmet GÜRKAN 1, Barış KÜRÜM 1, Ali KUMANDAŞ 1, Birkan KARSLI 1
1
Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE
Bu çalışmada köpeklerde konlu gutta perca ve termafil sistemi uygulamasının
karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır.Bu amaçla klinik ve radyolojik
muayeneleri yapılan 11 köpeğin, toplam 19 dişi çalışmaya dahil edilmistir. Endodontik
tedavisi yapılan dişlerin dağılımları şu şekilde idi: altı birinci insisiv, beş ikinci insisiv,
üç üçüncü insisiv ve beş kanin diş. Klinik muayenede pulpanın açık olup olmadığına,
gingival cep derinliğine, dental mobiliteye, problamadan sonraki kanamaya ve dişteki
renk değişimlerine, radyolojik muayenede ise periapikal lezyona ve kök rezorbsiyonuna
bakılmıştır. Klinik muayene sonucunda 14 dişte pulpanın açık olduğu, 3 dişte mobilite,
6 dişte renk değişimi ve 4 dişte kırık; radyolojik muayene sonucunda 4 dişte periapikal
lezyon ve 2 dişte kök rezorbsiyonu tespit edilmiştir. 12 dişe kanalı kapatmak için lateral
kondenzasyon tekniği ile gutta perka ve 7 dişe termafil uygulandıktan sonra dolgu
materyali olarak ışınlı kompozit kullanılmıştır. On iki dişin dördü 55 mm uzunluğunda
karnivorlar için özel üretilmiş gutta perka, diğerleri ise standart 25 mm uzunluktaki gutta
perka ile kapatılmıştır.Klinik uygulamada her iki tekniğin de kolaylıkla uygulanabildiği,
ancak uygulama süreleri göz önüne alındığında termafilin daha kısa sürede uygulanmasi
ile avantaj sağladığı belirlenmiştir.Ayrıca uygulanacak termafilin boyutları seçilirken,
kanal eğesinden bir numara ince termafil konunun seçilmesi ile tüm kanalın daha iyi
kapatıldığı belirlenmiştir.
Anahtar sözcükler: Endodonti, Guttaperka, Termofil, Diş, Köpek
- 95 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Comparison of the Efficancy of Termafil and Gutta Perca in Endodontic
Treatment in Dogs
Zeynep PEKCAN 1, Mehmet GÜRKAN 1, Barış KÜRÜM 1, Ali KUMANDAŞ 1, Birkan KARSLI 1
1
Kirikkale University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KIRIKKALE
The aim of this study was to evaluate the clinical application of two different root canal
treatments, such as termafil and gutta perca, in dogs. 18 tooth roots in 10 dogs were
treated. The included teeth were six first incisors, five second incisors, three third
incisors and four canine teeth. The root canal treatment was decided after clinical and
radiological examination. The depth of gingival sulcus, dental mobility, hemorrage
after probing and change of tooth color were evaluated, and periapical lesion and root
resorbtion was evaluated after dental radiographic examination. As a result of clinical
examination, open pulpa was recorded in 14 teeth, mobility was recorded in three
teeth, discoloration was recorded in five teeth, and fracture was recorded in 4 teeth.
Periapical lesion was recorded in four teeth and root resorbtion was recorded in 2 teeth
during dental radiological examination. The obturation was achieved with gutta perca
in 12 tooth root and termafil in 6 tooth root, afterwards access openings were closed
with a composite resin. In 12 tooth root obturated with gutta perca, 3 of them were
obturated with a 55 mm long-gutta perca especially manufactured for carnivores, the
others were obturated with commercially available 25 mm-long gutta. Both techniques
were applicable; however, obturation with termafil is much easier. As far as time needed
for application, termafil can be applied in shorter periods than gutta perca, however
instead of the same gutta perca and file size, it would be better to prefer the smaller
size termafil cone to obturate the full length of the rooth canal.
Keywords: Endodontic, Guttapercha, Thermofil, Tooth, Dog
- 96 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve
Silikon Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi
İsa ÖZAYDIN 1, Emine ÜNSALDI 2, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Miktat KAYA 3,
Muzaffer Başak ULKAY TUNALI 4, ABİT AKTAŞ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3, Mete CİHAN 1,
Başak KURT 1, Hakan Can YILDIRIM 3, Ahmet ŞENGÖZ 5, Hakan ERDOĞAN 3
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ
3
Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
4
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, İSTANBUL
5
Özel Yeni Bosna Safa Hastanesi, Beyin Cerrahi Bölümü, İSTANBUL
1
2
Bu çalışmada deneysel siyatik sinir kesisi oluşturulan Wistar albino ratlarda nörorafiyi
izleyerek, ilgili alana sadece silikon tüp (ST) ve ST ile birlikte hyaluronik asit (HA)
uygulamasının fibrozisi engellemedeki etkinliği klinik ve histopatolojik olarak incelendi.
Her bir grupta 16 rat olacak şekilde üç grup oluşturuldu. Siyatik sinir ekspoze edilip
total kesi oluşturulduktan sonra 10/0 polygylcolic acid ile interfasiküler ve epinöral
anastomoz uygulandı. Birinci grupta (Kontrol Grubu) anostomoz sonrası ek bir
uygulama yapılmadı. İkinci gruba (ST Grubu) anastomoz hattını kuşatacak şekilde
silikon ST üçüncü gruba ise (ST + HA Grubu) anastomoz hattına silikon tüp geçirilerek
tüpün içerisi HA ile dolduruldu.
Her bir gruptaki hayvanlar rasgele 2 alt gruba (n=8) ayrılarak operasyon sonrası 30 ve
60. günlerde dekapite edilip makroskopik ve histopatolojik incelemeler yapıldı.
Çalışmanın 30. gününde Kontrol, ST ve ST + HA grubundaki hayvanların yürüyüşleri
benzer oranlarda problemli iken 60. günde ST ve ST + HA grubundaki hayvanlarda
yürüyüş problemi ile karşılaşılmazken kontrol grubunda problemin devam ettiği
gözlendi.
Prostmortem makroskopik bakıda 30 ve 60. günlerde kontrol grubunda sinir dokuda
düzensiz bir morfoloji ve çevreye yapışıklık ile karşılaşıldı. ST Grubunda 60. Günde
daha belirgin olmak üzere tüp içerisinde anastomoz hattında fibröz kitle benzeri
doku üremeleri ile karşılaşılırken ST + HA Grubunda 30. Günde tüp içerisindeki HA’in
saydam yapısını koruduğu ve 60. Günde hala var olduğu gözlendi. Bu grupta 30 ve 60.
Günlerde sinir anastomoz hattının pürüzsüz ve parlak bir görünümde olduğu saptandı.
Sonuç olarak, 30 günlük hayvanların ST ve ST + HA gruplarında miyelin kalınlığının
azalması ve miyelin dejenerasyonun artması HA’in kısa dönemde akson rejenerasyonu
için pozitif bir etki oluşturmadığını, 60 günlük hayvanların ST ve ST + HA grupları
30 günlüklerle karşılaştırıldığında, aksonların miyelin kalınlığı ve akson alanlarını
arttırmasıyla birlikte miyelin dejenerasyonun azalması silikon tüp ve HA’in uzun
dönemde miyelinizasyon üzerinde pozitif bir etki oluşturduğu söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Siyatik sinir, Nörorafi, Hyaluronik asit, Rat
- 97 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Effect of Silicone Tube and Silicone Tube + Hyaluronic Acid Application on
Adhesion Formation in Experimental Perineurorrhaphy and Epi-Neurorrhaphy
with Rat Models
İsa ÖZAYDIN 1, Emine ÜNSALDI 2, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Miktat KAYA 3,
Muzaffer Başak ULKAY TUNALI 4, ABİT AKTAŞ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3, Mete CİHAN 1,
Başak KURT 1, Hakan Can YILDIRIM 3, Ahmet ŞENGÖZ 5, Hakan ERDOĞAN 3
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Fırat University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ELAZIĞ
3
Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurosurgery, KARS
4
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, ISTANBUL
5
Private Yeni Bosna Safa Hospital, Neurosurgical Department, İSTANBUL
1
2
In this study, prevention of fibrosis by silicone tube application alone, and silicone tube
with hyaluronic acid application following neurorrhaphy in Wistar albino rats after
experimental sciatic nerve cut were evaluated clinically and histopathologically.
Three groups were formed, with 16 rats in each group. After the sciatic nerve was exposed
and total excision was performed, interfascicular and epineural anastomosis were
performed with 10/0 polygylcolic acid. In the first group (Control Group) no additional
application was performed after the anastomosis. Silicone tube (ST) was applied with the
tube covering the anastomosis line in the second group (ST Group), and silicone tube and
hyaluronic acid (HA) were applied as the silicone tube was passed from the anastomosis
line, filled with HA in the third group (ST + HA Group).
The animals in all groups were divided into 2 subgroups randomly (n=8), decapitated
at the 30th and 60th days postoperatively and were evaluated macroscopically and
histopathologically.
At the 30th day, the walking of the animals in the Control Group, ST Group and ST + HA Group
were similarly corrupted; at the 60th day, the animals in the ST and ST + HA Groupshad no
problem with their walking, while in the Control Group the problem persisted.
Post-mortem macroscopical examination revealed irregular morphology and cohesion with
the surrounding tissues in the Control Group at 30th and 60th days. In the ST Group, fibrotic
mass-like tissue reproduction in the tube at the anastomosis line was observed, more
apparently at 60th day. In the ST + HA Group, HA saved its transparent structure at the
30th day and the transparency was still observed at the 60th day. The anastomosis line was
observed as smooth and shiny in this group at the 30th and 60th days.
As a result, it may be assumed that at the 30th day, the decrease in the thickness of the
myelin and the increase in the degeneration of myelin in the animals in the ST and ST+ HA
Groups does not create a positive effect of HA for axonal regeneration in the short period,
and the comparison of the 30th day and 60th day animals in the ST and ST + HA groups
shows that the effect of silicone tube and HA to increase the myelin thickness of the axons
and the axonal areas create a positive effect on long-term myelinization with a decrease
in myelin degeneration.
Keywords: Sciatic nerve, Neurorrhaphy, Hyaluronic acid, Rat
- 98 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Ratlarda Silikon Tüp ve Hyaluronic Asidin
Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Değerlendirilmesi
Nergiz HÜSEYİNOĞLU 1, İsa ÖZAYDIN 2, Sadık YAYLA 2, Can Hakan YILDIRIM 3,
Özgür AKSOY 2, Ahmet ŞENGÖZ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
3
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
4
Özel Yeni Bosna Safa Hastanesi Beyin Cerrahi Bölümü, İSTANBUL
1
2
Bu çalışmada ratlarda siyatik sinir kesisi ve uç uça onarımında silikon tüp ve silikon tüp
+ hyaluronik asit (HA) uygulamasının sinir rejenerasyonu üzerine etkilerinin elektrofizyolojik araştırılması amaçlanmıştır.
Bu çalışmada 42 adet Wistar Albino cinsi erkek rat kullanılmıştır. 36 rat rastgele 3 eşit
gruba bölündü ve 6 adet rat kontrol olarak ayrıldı. Grup I (n=12) -sadece siyatik sinir
kesisi ve onarımı yapıldı. Grup II (N=12)- sinir kesisi, onarımı ve silikon tüp uygulandı.
Grup III (n=12)- sinir kesisi, onarımı ve silikon tüp + HA uygulandı. Kontrol grupta (6)
herhangi bir operasyon uygulanmadı.
Her üç grup operasyon sonrası 30. ve 60. günlerde elektrofizyolojik değerlendirme
yapılmak üzere altışar rat içeren gruplara bölündü. Ek olarak, elektrofizyolojik
değerlendirme operasyon uygulanmamış 6 adet kontrol rata da uygulandı.
Her rat için bileşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP), latans ve siyatik sinir iletim hızları
ölçüldü. Elde edilen veriler Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak
değerlendirildi.
Tüm gruplarda siyatik sinir iletim hızlarının 30. ve 60. günlerde normal değerlere
ulaşamamasına rağmen, 60. günde grup II ve III’ de BKAP amplitüdleri ve latanslar
istatiksel olarak kontrol değerlere ulaşmıştır.
Periferik sinir yaralanmalarından sonra önemli problemlerden biri de skar oluşmasıdır.
Aksonların devamlılığı sağlansa bile, skar dokusunun oluşumu sinirin fonksiyonel
açıdan yenilenmesini engellemektedir. Scar oluşumunu önlemek için yaygın olarak
silikon tüpler kullanılmaktadır. Ayrıca, bu çalışmada adezyonları önlemek için HA
kullanılmıştır. Sonuç olarak, silikon tüp ve HA uygulamasının akson rejenerasyonu
açısından iyi sonuçlar verebileceğinin düşüncesindeyiz.
Anahtar sözcükler: Silikon tüp, Hyaluronik asit, Siyatik sinir, Rejenerasyon, Rat
- 99 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Study of the Clinical, Hemodynamic and Biochemical Effects of Intrathecal
Ketamine HCl in Calves
Nergiz HÜSEYİNOĞLU 1, İsa ÖZAYDIN 2, Sadık YAYLA 2, Can Hakan YILDIRIM 3,
Özgür AKSOY 2, Ahmet ŞENGÖZ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3
1 Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurology, KARS
2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
3 Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurosurgery, KARS
4 Private Yeni Bosna Safa Hospital, Neurosurgical Department, İSTANBUL
The aim of the present study is to evaluate electrophysiological results on nerve
regeneration obtained after incision and reconstruction of rat sciatic nerve using only
silicone tubes and silicone tubes filled with hyaluronic acid (HA).
42 male Wistar Albino rats were used in the study. 36 rats were randomly divided into
equal 3 groups and six rats were allocated as controls. Group I (n=12)- sciatic nerve
transection and repairing were applied. Group II (n=12)- nerve transection , repairing
and silicon tube were applied. Group III (n=12)- nerve transection, repairing and
silicon tube filled HA were applied. Control group (n=6) no operation was carried out.
Rats in all three groups were randomly divided into equal groups of six rats in each.
Electrophysiological measurements were performed at 30 and 60 days after surgery
to groups of six rats. In addition, electrophysiological evaluation was used in six rats
of the control group.
The amplitude of the compound muscle action potentials (CMAP), CMAP latency and
nerve conduction velocities (NCV) were calculated for each rat. All obtained data were
evaluated statistically using Minitab-16 software package.
Although sciatic NCV in all three groups not reach control values on days 30 and 60,
CMAP and latency values in group II and group III statistically achieved control values
on day 60.
One of problem after periferal nerve injury is scar formation. Although the continuity
of axons is restored, often the axonal viability and recovery is blocked by scarring. For
preventing from scar formation silicone tubes are widely used. In addition, we used
HA which prevents adhesion. In conclusion, the use of silicone tubes and HA in the
reconstruction of nerve injuries seems to give good results on axonal regeneration.
Keywords: Silicone tubes, Hyaluronic acid, Sciatic nerve, Regeneration, Rat
- 100 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik
Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması
Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Özgür AKSOY 1, İsa ÖZAYDIN 1, Metin ÖĞÜN 2
1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS
Bu çalışmada bupivacaine ile ropivacaine’nin hiperbarik konsantrasyonlarının
buzağılarda intratekal (IT) olarak kullanımının klinik, bazı hemodinamik ve biyokimyasal
etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
IT anestezinin endike olduğu toplam 20 buzağıda iki grup oluşturularak, birinci
guruba (n=10) hiperbarik özellikteki bupivacaine içeren Marcaine® Spinal Heavy
%0.5 (AstraZenaca) ikinci gruba (n=10) ise % 20 dekstroz eklenerek hiperbarik özellik
kazandırılan ropivacaine hidroklorid [Naropin® 7,5mg/ml (Astra Zenaca)] kullanıldı.
IT enjeksiyonlar lumbo-sakral aralıktan gerçekleştirildi. Tüm hayvanlar monitörize
edilerek nabız,arteriyal kan basıncı, EKG ile solunum değerleri ve vücut ısısı ölçüldü.
Ayrıca kan gazları, oksijen-hemoglobin ve elektrolit değerleri ile biyokimyasal olarak
serum glukoz, AST, ALT, BUN, kreatinin değerlerine bakıldı. Elde edilen tüm veriler
Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi.
Birinci grupta 5, II. grupta 7 dk içerisinde anestezi şekillendi ve I. grupta 152, II. grupta
ise 86 dk sürdü. Bakılan tüm değerler bakımından gruplar arasında istatistiki olarak
anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05).Her iki gruptaki hayvanlarda operasyon için yeterli
bir anestezi sağlanırken klinik anlamda herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı.
Sonuç olarak hiperbarik bupivacaine ve hiperbarik ropivacainin buzağılardaki IT
kullanımında gerek klinik olarak anestezi süresi, derinliği ve kalitesi yönünden gerekse
hemodinamik ve biyokimyasal değerler yönünden her iki anestezik ajanında güvenli
bir şekilde kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
Anahtar sözcükler: İntratekal anestezi, Bupivacaine, Ropivacaine, Barisite, Buzağı
- 101 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Investigation of Clinical, Biochemical and some Hemodynamical Effects of
Intrathecal Hyperbaric Bupivacaine and Hyperbaric Ropivacaine in Calves
Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Özgür AKSOY 1, İsa ÖZAYDIN 1, Metin ÖĞÜN 2
1
2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS
This study aimed to compare the clinical, some hemodynamical and biochemical
effects of the bupivacaine and ropivacaine in a hyperbaric concentrations used
intrathecal in calves.
Total 20 calves, with indication of IT anesthesia, were divided into two groups. In first
group (n=10) the 5% Marcaine® Spinal Heavy %0.5 (Astra Zeneca) consist hyperbaric
bupivacaine was used and in second group (n=10) ropivacaine hidrochlorid [Naropin®
7,5mg/ml (Astra Zenaca)] with the addition of 20% dextose for the formation of the
hyperbaric properties was used. IT injections were performed in the lumbosacral
range. All animal were monitored with measurements of pulse, arterial blood pressure,
ECG, respiratory values and body temperature. In addition, bloodgases,oxygenhemoglobin, electrolyte values and biochemical serum glucose, AST, ALT, BUN
andcreatininelevels were measured. All obtained data were evaluated statistically
using Minitab-16 software package.
In first group anesthesia was formed in 5 minutes, in second group was formed in
7 minutes and in group I anesthesia lasted 152 and in group II lasted 86 minutes.
No statistically significantdifferences were foundbetween the groups in all viewed
values(p>0.05).In both groups adequateanesthesiawas achieved and no foundclinical
complication.
In conclusion, both hyperbaric bupivacaine and hyperbaric ropivacaine can be safely
used intrathecal in calves from the perspective of clinic and duration, depth and
quality of anesthesia, hemodynamical and biochemical properties.
Keywords: Intrathecal anesthesia, Bupivacaine, Ropivacaine, Baricite, Calf
- 102 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran İle İzofluranın
Kardiyovasküler Ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
Ali KUMANDAŞ 1, Ertuğrul ELMA 1
1
Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE
Bu çalışmada, Ankara keçilerinde propofol ile anestezi indüksiyonundan sonra
uygulanan sevofluran ve izofluranın anestezik, kardiyovasküler ve kardiyopulmoner
etkileri karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Çalışma materyalini oluşturan 7 adet Ankara keçisi 15 gün arayla her iki çalışma
grubunda da kullanıldı. İki grupta da anestezi indüksiyonu propofol ile sağlandıktan
sonra, anestezi ilk grupta izofluran, diğer grupta sevofluranla sürdürüldü.
Arteria auricularis medianus, sistolik, diastolik ve ortalama tansiyon ölçümleri için
kateterize edildi. Hayvanlarda anestezi indüksiyonu için 4 mg/kg dozda propofol
intravenöz olarak uygulandı. Yeterli derinlikte anestezi sağlandıktan sonra oro-trakeal
entübasyon yapılarak hayvanlara spontan ventilasyon ile çalışma grubuna göre ve
anestezik madde olarak, ilk gruba izofluran (% 1-3), 2. gruba da sevofluran (% 2-4), 3 lt/
dk olacak şekilde % 100 oksijen anestezik karışımı verildi. Anestezi derinliği interdigital
aralığın ve kuyruk ucunun Kocher forsepsi ile sıkıştırılmasıyla belirlendi. Anestezi
sırasında invaziv tansiyon, periferik kan oksijen saturasyonu, beden ısısı, inspirasyon
ve ekspirasyon sırasındaki oksijen ve karbondioksit basınçlarına bakıldı. İnhalasyon
anestezisine son verilerek hayvanların uyanma zamanı, yutkunma refleksinin gelme
süresi, kafayı kaldırma süresi, sternum pozisyonu alma zamanı ve ayağa kalkma zamanı
kaydedildi.
Çalışmada arteriyel kan gazı değerleri açısından her iki anestezi grubu arasında
önemli bir fark tespit edilmemiştir. Sevofluran grubunda kalp atım sayısının izofluran
grubuna göre daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Sevofluranın izoflurana göre kan
basıncı değerlerini daha az etkilediği sonucuna varılmıştır. Sevofluran anestezisinden
uyanmanın, izofluran anestezisine göre daha kısa sürede olduğu görülmüştür. Ayağa
kalkma zamanı ise sevofluran grubunda izofluran grubuna göre istatistiksel olarak
anlamlı bir biçimde daha hızlı olmuştur.
Sonuç olarak, bu çalışma ile Ankara keçilerinde propofol-sevofluran anestezisinin
propofol-izofluran anestezisine göre kardiyovasküler sistemi daha az baskıladığı, aynı
zamanda propofol-sevofluran anestezisinden uyanma ve ayağa kalkma süresinin
daha kısa olduğu ortaya konularak rutin anestezi uygulamalarında uygulanabileceği
ortaya konulmuştur.
Anahtar sözcükler: Ankara keçisi, Sevofluran, Izofluran, Kardiopulmoner, Kardiovaskuler
- 103 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of the Cardiopulmonary and Cardiovasculary Effects of Sevoflurane
and Isoflurane in Spontaneously Ventilating Angora Goats
Ali KUMANDAŞ 1, Ertuğrul ELMA 1
1
Kirikkale University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KIRIKKALE
In this study, we aimed to compare cardiovascular, cardiopulmonary and anesthetic
effects of anesthetics, sevoflurane and isoflurane, administered after induction of
general anesthesia with propofol in Angora goats.
Seven healty Angora goats were also used both in the study group. In both groups
only after induction of anesthesia with propofol, isoflurane anesthesia in the first
group, the other group was maintained with sevoflurane.
After obtaining adequate depth of anesthesia, the goats were oro-tracheal intubated,
and according to the study group of animals with spontaneous ventilation and
anesthetic substance, the first group isoflurane (1-3%), second in the sevoflurane
group (2-4%), 3l / min to be a mixture of anesthetic and 100% oxygen was given. Meanwhile, the levels of arterial blood gases, peripheral blood oxygen saturation,
body temperature, oxygen and carbon dioxide pressures were measured during
anesthesia. After withdrawal of the inhalation anesthetics, isoflurane or sevoflurane,
goats were evaluated for recovery time, time to swallowing reflex, time to head lift,
time to sternal position, and time to stand up.
However, the heart rate in sevoflurane group was higher compared to that of the
isoflurane group. Blood pressure values in the sevoflurane group were less affected
compared to those of the isoflurane group. The recovery time in sevoflurane
anesthesia was shorter than that of isoflurane anesthesia. Likewise, the stand up time
in sevoflurane anesthesia was significantly shorter compared to that of isoflurane
anesthesia.
In conclusion, propofol-sevoflurane anesthesia to pressurize the cardiovascular
system less than propofol-isoflurane anesthesia in Angora goats. Additionally, the
wake up and stand up time in propofol-sevoflurane anesthesia were shorter. Thus, the
propofol-sevoflurane anesthesia can be applied routinely in Angora goats. Keywords: Angora goat, sevoflurane, isoflurane, cardiopulmonary, cardiovasculary
- 104 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum ve Mekanik
Ventilasyonun Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması
Özlem GÜZEL 1, Esma YILDAR 1, Gamze KARABAĞLI 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1,
Aslı EKİCİ 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Genel anestezi fonksiyonel rezidüel kapasitede azalmaya yol açar. Bu düşüş anestezi
indüksiyonu ile başlar. Genel anestezi sırasında da atelektazi şekillenir. Atelektaziye
bağlı olarak, solunum yolları sekresyonlarının temizlenmesi güçleşir. Bu durum
postoperatif hipoksi gelişimi ile pnömoni gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olur.
Hekimliğimizde, hastaların genel anestezi süresince spontan solunum yapmaları
sağlanır. Oysa spontan solunum, hipoventilasyon şekillenmesine yol açar. Mekanik
ventilasyon ise hipoventilasyonu giderilmesinde etkili bir yöntemdir.
Çalışma materyalini, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı
Polikliniği’ne getirilen ve değişik nedenlerle ameliyat edilmesi gereken farklı ırk, yaş ve
cinsiyetteki toplam 20 köpek oluşturdu. Olgular, her grupta 10 köpek olacak şekilde 2
gruba ayrıldı. İlk grup spontan ventilasyon (SV) grubu, ikinci grup mekanik ventilasyon
(MV) grubu olarak belirlendi.
Anestezi indüksiyonunda her iki gruba, propofol 6 mg/kg’dan yavaş intravenöz (İV)
enjeksiyon ile verildi. Her iki grupta yer alan tüm olgulardan, propofol enjeksiyonunu
takip eden 5. dakikada kan örnekleri alındı. Bu süre 0. dakika (T0) olarak değerlendirildi.
Tüm olguların genel anestezisi %100 O2 ile birlikte izofloranın başlangıçta %4 5,
devamında %2-3 konsantrasyonda verilmesiyle sürdürüldü. SV grubundaki olgular
genel anestezi süresince spontan solunum yaparken, MV grubundaki olgular, propofol
indüksiyonunun ardından mekanik ventilatöre bağlandı ve genel anestezi süresince
kontrollü ventilasyon ile solunumlarını sürdürdüler. İzofloran anestezisi sıranda gerek
SV gerekse MV grubundaki tüm olgulardan 15. dakika (T15), 30. dakika (T30) ve 60.
dakika (T60)’larda venöz kan örnekleri alındı.
Ölçüm yapılan tüm zamanlarda, her iki gruptaki bütün olgular solunum sayısı (RR), SpO2 ,
kalp atım sayısı , vücut ısısı ve kan gazları (pH, pCO2, pO2 , HCO3) yönünden değerlendirildi.
Çalışmanın istatistiki değerlendirmesi Tekrarlı Ölçüm Varyans Analizi metodu ile yapıldı.
İki grup arasında oksijen saturasyonu ve pO2 değerlerinde artış görülürken, diğer
parametrelerde belirgin bir değişiklik saptanmamıştır. Sonuç olarak, genel anestezi
sürecinde mekanik ventilatör kullanımının daha güvenilir olduğu kanısına varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Spontan solunum, Mekanik ventilasyon, Kan gazları, Köpek
- 105 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparing Effects of Spontaneus Ventilation and Mechanical Ventilation in
Blood Gases During General Anesthesia in Dogs
Özlem GÜZEL 1, Esma YILDAR 1, Gamze KARABAĞLI 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1,
Aslı EKİCİ 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
General anasthesia leads to reduction of functional residual capacity. This reduction
starts with anestesia induction. Atelactasis is become during general anesthesia. A
cleaning of breathing way secretion is become difficult up to atelactasis. This situation
causes problems like post-operative hypoxia and pneumonia. In veterinary practice,
a spontaneus ventilation (SV) is provide during a general anesthesia. Whereas
spontaneus breating causes hypoventilation. Mechanical ventilation (MV) is an
effective method to eliminate the hypoventilation.
Study materials were created by a diffrent breed , age and gender totaly 20 dogs which
are brought to Istanbul Univercity Veterinary Faculty Department of Surgery and all of
them were needed to cure with a surgical application.
The patients were divided into 2 groups and and each group was composited of
10 dogs. Former group was determine as a spontaneus ventilation. The later group
was determined as a mechanical ventilation group. For anesthesia induction;
propofol injections were given to both of groups intravenously in dose of 6mg/kg.
After five minutes propofol enjection blood samples were collected all of groups and
this time was evaluated as a 0. minute (T0).
General anesthesia was maintained 100 O2% and begining concentration of
isoflouran were 4-5%, maintained 2-3%. Cases in MV group were connected to
mechanical ventilator after propofol induction, while dogs in SV group were breating
spountaneusly after propofol induction. Venous blood samples were collected from
all dogs in the 15th min (T15) of ısofloaran, 30th min (T30) and 60th min (T60).
A respiratıory rates (RR), Oxygen saturation, heart rate, body temperature and a blood
gases (pH, pCO2 , pO2, HCO3 ) were evaluated in all measured time.
A statistical evaluations of this clinical study was done by method of analysis of variance.
There were no significant changes on other parameters while diffrencies were seen
in two group on SPO2 and pO2 . As a conclusions using mechanical ventilator during
general anesthesia is more safe.
Keywords: Spontaneus breathing, Mechanical ventilation, Blood gases, Dog
- 106 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Buzağılarda İntratekal Ketamin HCl’ün Klinik, Hemodinamik ve Biyokimyasal
Etkilerinin Araştırılması
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Vedat BARAN 1, Metin ÖĞÜN 2
1
2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS
Bu çalışmada intratekal (IT) ketamin HCl’ün buzağılardaki klinik ve bazı hemodinamik
etkilerinin araştırılması amaçlandı.
Sunulan çalışma perineal, pelvik ve arka eksremitelerdeki girişimleri kapsayan 10
adet buzağı üzerinde yürütüldü. Tüm buzağılarda ketamin HCl 3mg/kg dozunda IT
uygulandıktan sonra anestezi düzeyi ve anestezi derinliği pin-prick testi ile kontrol
edildi. Çalışmada kullanılan her bir hayvan monitörize edilerek nabız, sistolik ve
diastolik basınç, EKG, solunum ve vücut ısıları ölçülerek kayıt altına alındı. Ayrıca
biyokimyasal bazı parametreler ve kan gazları, oksijen-hemoglobin ve bazı elektrolit
değerleri belirlendi.
Buzağıların tamamında ortalama 5.00±1.41 (3-7) dakika içinde anestezi oluştu ve
ortalama 61.4±40 dakika (55-70) boyunca devam etti. Hayvanların tamamında
öngörülen operasyonlar için yeterli bir anestezi sağlandı ve klinik ve hemedinamik
değerler bakımından bir komplikasyonla karşılaşılmadı.
Bu çalışma ile bazı yan etkilerinden dolayı lokal anesteziklerin uygulanamayacağı
vakalarda ketaminin IT yolla verildiğinde perineal bölge ve arka ekstremitelerde
operasyon için yeterli bir anestezi oluşturduğu ve bir alternatif olabileceği sonucuna
varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Intratekal, Ketamine, Buzağı
- 107 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Study of the Clinical, Hemodynamic and Biochemical Effects of Intrathecal
Ketamine HCl in Calves
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Vedat BARAN 1, Metin ÖĞÜN 2
1
2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS
The purpose of this study was to research the clinical, hemodynamic and biochemical
effects of intrathecal (IT) ketamine HCl in calves.
The study was conducted on 10 calves and included perineal and pelvic procedures
as well as those on rear extremities. After administering ketamine HCl (3 mg/kg)
intrathecally to all of the calves, the level of anesthesia was checked with the pin-prick
test. Each of the animals used in the study was monitored. Pulse, systolic and diastolic
pressure, EKG, respiration and body temperatures were measured and recorded.
Certain biochemical parameters and blood gases, oxygen-hemoglobin and some
electrolyte levels were also determined.
Anesthesia was achieved in all of the calves within an average of 5.00±1.41 (3-7)
minutes and continued for an average of 61.4±40 (55-70) minutes. There were no
findings that indicated complications resulting from clinical and hemodynamical.
Adequateanesthesiawas achieved for estimated surgery.
This study concluded that when given intrathecally ketamine provides sufficient
anesthesia for surgery in the perineal region and rear extremities and can be an
alternative in cases where local anesthesia cannot be administered due to certain
adverse effects.
Keywords: Intrathecal, Ketamine, Calf
- 108 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Alper BAŞA 1, Nuri YAVRU 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu çalışma köpeklerdeki kalça displazisinin erken yaşta tespit edilmesi amacıyla
yapıldı. Çalışmada 7 adet kurt köpeği ve 3 adet kangal köpeği kullanıldı. Anamnezleri
alınan köpekler önce fiziki olarak ayakta muayene edildikten sonra anestezi
altındaki muayene geçildi. Preanestezik olarak Medetomidin hidroklorür 0.10 ml/kg
intramuskuler olarak uyguladıktan 20 dk sonra Propofol 0.2 ml/kg intravenöz olarak
uygulandı. Anestezi altında yapılan muayenede ise eklem laksisitesini fiziksel olarak
belirlemeye yönelik Ortolani, barlow ve barden testleri sırasıyla uygulandı. Daha
sonra radyografik muayeneye geçildi. Radyografik muayenede ise önce ventro-dorsal
radyografide Norberg açısı ölçüldü daha sonra ise Penn-Hip radyografisi ile eklemdeki
gevşeklik ölçüldü. Anesteziye alınan köpeklere işlemler bittikten sonra Atipamezole
hidroklorür 0.04 ml/ kg intramuskuler olarak uygulanarak köpekler uyandırıldı. Bu
işlemler köpekler 3, 8 ve 12 aylık iken uygulandı. Yapılan tüm muayene sonuçları test
kağıdına not edildi. Karşılaştırmalı değerlendirmede 7 adet kurt köpeğinde kalça
displazisi gözlenmezken, 3 adet kangal köpeğinde kalça displazisi gözlendi. Sonuç
olarak kalça displazisinin erken teşhisinde muayene yöntemleri karşılaştırıldığında en
iyi yöntemin Penn-Hip metodu olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Kalça displazisi, Penn-Hip, Köpek
- 109 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of Diagnose Methods in Hip Dysplasia in Puppy
Alper BAŞA 1, Nuri YAVRU 1
1
Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KONYA
The aim of this study was to identify at hip dysplasia in dogs early age. 7 wolfdog and
3 kangal dog was used in this study. After the physical examination included history
from the dogs before the examination under anesthesia was started. Pre anesthetic
Medetomidin hydrochloride 0.10 ml/kg of Propofol 20 min after intramuscular
was performed of 0.2 ml/kg intravenously. The examination under anesthesia to
determine the joint laxity ortholani ,barlow and barden tests were performed. It
was passed after the radiographic examination. Radiographic examination ventrodorsal radiograph of the Norberg angle was measured before and then the Penn Hip
joint laxity was measured by radiography. After all Atipamezole hydrochloride dogs
0.04 ml/kg intramuscular was awakened applied. This procedures were performed
while the dogs are 3, 8 and 12 months. All test results were noted in the test paper.
Comparative evaluation of hip dysplasia in 7 wolfdogs were not observed but 3 kangal
dogs hip dysplasia was observed. As a result compared examination methods for early
diagnosis of hip dysplasia, Penn Hip methods was concluded that the best method.
Keywords: Hip dysplasia, Penn Hip, Dog
- 110 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme OsteotomisiTPDO İle Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi
Didar AYDIN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Ön çapraz bağ kopukları köpeklerde arka ekstremitede görülen topallıkların en sık
rastlanılan nedenlerindendir. Sağaltım altına alınmayan olgularda bir kaç hafta içinde
eklemde dejeneratif değişiklikler meydana gelirken, birkaç ay içinde fibrozis, menisküs
hasarları, periartiküler osteofitik üremeler ve artiküler erozyonlar gibi ciddi değişiklikler
görülebilir. Köpeklerin ön çapraz bağ kopuklarının operatif sağaltımı çok çeşitli
yöntemlerle yapılabilmektedir. TPDO de, ön çapraz bağ kopuklarının sağaltımında
kullanılan tibial ostetomi tekniklerinden biridir. Bu çalışmanın materyalini; arka
ekstremitesinde topallık şikayeti ile kliniğe getirilen 18 köpeğe ait 20 adet ekstremite
oluşturdu. Olguların preoperatif dönemde klinik ve radyolojik muayeneleri sonucunda
ön çapraz bağ kopuğu tanısı konuldu, ameliyat tekniğinin gerektirdiği ölçümler yapıldı
ve ameliyata hazır hale getirildi. Operasyonlarını takiben postoperatif 10., 30., 60., 90.,
ve 120., günlerde olguların klinik ve radyolojik değerlendirmeleri yapıldı. Çalışmanın
sonucunda diz ekleminin normal hareket yeteneğinin korunduğu, osteotomi
hattının postoperatif erken dönemde kaynadığı, ekstremite fonksiyonlarını bir süre
sonra tamamen kazandığı gözlemlendi ve özellikle iri ırk köpeklerde diz ekleminin
stabilizasyonu açısından bu tekniğin güvenli bir şekilde uygulanabileceği sonucuna
varıldı.
Anahtar sözcükler: Köpek, Ön çapraz bağ, Ligament, TPDO
- 111 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Clinical and Radiological Evaluation of Canine Cranial Cruciate Ligament
Rupture Treatment with Tibial Plateau Leveling Ostetomy
Didar AYDIN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
The Canine Cranial Cruciate Ligament Rupture is one of the most common cause of
lameness in hindlimbs. In untreated cases, degeneration of stifle joints would start in a
few weeks which may turn into serious degeneration cases like fibrosis, meniscal lesions,
periarticular osteophytosis and articular lesions in a few months. There are various
surgical approaches for treatment of cranial cruciate ligament ruptures in dogs. Tibial
Plato Leveling Osteotomy (TPLO) is one of the tibial ostetomy techniques for cranial
cruciate ligament rupture. The materials of this clinical study were constituted of 18
dogs with a total of 20 stifles for hindlimb lameness. Cases were diagnosed with cranial
cruciate ligament rupture by clinically and radiologically, technical measurements
for the operations are performed and the cases were prepared for the operation.
Postoperative clinical and radiological evaluations were performed on 10th, 30th,
60th, 90th., and the 120th days. At the end of the study, it was observed that the dogs
retained stifle joint motion ability, early healing of osteotomy side in postoperative
period, all stifle joint functions were retained after a period. It was determined that this
method of operation can securely (in regards to joint stabilization) be performed on
especially in large breed dogs.
Keywords: Canine, Cranial cruciate ligament, TPLO
- 112 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde Unılock® Sistemin
Kullanımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi *
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1,
M. Doğa TEMİZSOYLU 1, Sırrı AVKİ 1
* 0097-NAP-10 nolu projenin ön bulguları
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Bu çalışmada, insan maksillofasiyal cerrahisi için geliştirilmiş olan UNILOCK implant
sisteminin, kedi apendiküler kemik kırıklarının tedavisinde kullanılarak klinik ve
radyolojik değerlendirmelerinin klinik pratiğine aktarılması amaçlanmıştır.
Çalışmayı Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine
getirilen 5 adet kedi oluşturdu. Hastaların klinik ve radyolojik muayeneleri sonrasında
operasyonları Unilock implantları kullanılarak yapıldı. Hemen postoperatif ve 10, 30,
60, 90. günlerde kontrol radyografileri alındı. Her olguda kullanılan implantın plakvida dansite oranları kaydedildi. Hastaların belirtilen kontrol günlerinde topallık ve
ağrı skorları ile opere edilen kemiğin alt ve üstündeki eklemlerinin ROM (Range of
Motion) değerleri kaydedildi.
Üç suprakondüler femur, 1 diyafizer parçalı femur, 1 distal diyafizer parçalı tibia, 1
proksimal diyafizer radius-ulna kırığı tedavi edildi. Hastalarda kullanılan implantların
plak-vida dansite oranları 0,66-0,85 (ortalama 0,78) olarak belirlendi. Diafizer parçalı
femur kırığı hariç; diğer tüm olgularda komplikasyonsuz iyileşme görüldü. Diyafizer
parçalı femur kırığında gelişen komplikasyonun, postoperatif dönemde aldığı travma
sonucu şekillendiği düşünüldü.
Unilock sistemin kedilerin apendiküler kemik kırıklarının stabilizasyonu amacıyla
kullanımının uygun olduğu, ancak daha kesin sonuçlara projenin tamamlanmasıyla
ulaşılabileceği düşünüldü.
Anahtar sözcükler: Kedi, Apendiküler kemik, Kırık, Unilock plak, Kırık iyileşmesi
- 113 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Unilock® System in the Treatment of Appendicular Bone Fractures in Cats and
Evaluating the Results *
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1,
M. Doğa TEMİZSOYLU 1, Sırrı AVKİ 1
* Preliminary results of the project number 0097-NAP-10
1
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, BURDUR
In this study, Unilock implant system developed for human maxillofacial surgery, used
for appendicular bone fractures in cats, aimed to present the clinical and radiographic
evaluation results to clinical practice.
The study consisted of 5 cats brought to the Mehmet Akif Ersoy University
Veterinary Faculty Surgery Clinics. After the clinical and radiologicalexaminations
ofpatientsoperationswere carried out usingUnilockimplants. Immediately after the
operation, 10th, 30th, 60th, 90th days postoperatively control radiographs were taken. In
each case plate-screw density recorded for used implants. Lameness and pain scores
and ROM (Range of Motion) values of the operated bones proximal and distal joints
were recorded by the specified days.
Three supracondyler femur, 1 diaphyseal fragmented femur, 1 distal diaphyseal
fragmented tibia, 1 proximal diaphyseal radius-ulna fracture was treated. Implants
used in patients, plate-screw density ratios were determined as 0,66-0,85 (mean 0,78).
Except of fragmented diaphyseal fracture; healing was uneventful in all cases. The
complication developed in diaphyseal fragmented femoral fracture was considered as
a result of trauma in postoperative period.
Unilock system was considered to be suitable for the stabilization of appendicular bone
fractures in cats, but moredefinite conclusionscan be reached withthe completion
ofthe projectwas considered.
Keywords: Cat, Appendicular bone, Fracture, Unilock plate, Fracture healing
- 114 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü
İntramedullar Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı
Kemal ALTUNATMAZ 1, Murat KARABAĞLI 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1,
Ebru ERAVCI 1, Himmet EKİCİ 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Kedilerde distal femur kırıkları; çapraz pinler, Rush pinler, intramedullar yivli pinler,
interlocking pinler ve plakalar kullanılarak sağaltılmaktadır.
Bu çalışmada, Ocak 2010 - Mart 2012 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalına trafik kazası ya da yüksekten düşme şikayeti ile
getirilen on üç kedi değerlendirildi. Olguların yapılan klinik ve radyolojik muayeneleri
sonucunda; kırık tipi ve lokalizasyonu, uygulanan fiksasyon yönteminin ayrıntıları,
postoperatif klinik ve radyolojik sonuçları ele alındı.
Kedilerin ağırlığı 1.5-6 kg arasında ve yaşları 5 ay ile 2 yaş arasında değişmekteydi.
Olguların 10’u erkek ve 3’ü dişi cinsiyette, 11’i melez ve 2’si siyam ırkı idi. Kırıkların
5’i yüksekten düşme ve 8’i trafik kazası sonucunda meydana gelmişti. Femur
kırıklarının 4’ü Diafizer çok parçalı, 6’sı distal çok parçalı ve 3’ü distal tranversal basit
kırık şeklindeydi. Kırık bölgesine femurun lateralden yaklaşımı ile ulaşıldı. Fiksasyon
amacıyla önce distalden femur kondilisunun lateral ve medialinden 4 olguya 1,2
mm’lik, 9 olguya 1,5mm’lik 2’şer adet Kirschner pin medulla içerisinden çıkacak şekilde
yerleştirildi. Daha sonra proksimal fragmente 4 olguya 1.5 mm’lik, 9 olguya 2 mm’lik
2’şer adet Kirschner pin medulla içerisinde fossa intertrochanterica’dan çıkacak şekilde
retrograt olarak yerleştirildi ve femur proksimal diyafizine kadar geri çekildi. Fiksasyon
işlemi için önce distalden uygulanan pinler proksimal diyafize doğru ilerletildi. Daha
sonra proksimalde bulunan pinler subkondral kısma kadar ilerletilerek stabilizasyon
sağlandı. Diyafizer çok parçalı kırık bulunan 4 olguya serklaj telleri uygulandı.
Proksimal ve distalden uygulanan pin uçları, dokularda hasar oluşturmaması için
büküldü. Olguların tamamında kırıklar sorunsuz bir şekilde iyileşti. Bir olguda pinlerin
tamamı, 4 olguda sadece proksimalden uygulanan pinler çıkartılırken, 8 olguda pinler
çıkartılmadı.
Bu çalışmayla, çift yönlü intramedullar pin uygulanarak kedilerde suprakondilar ve/
veya diyafizer femur kırıklarının sağaltımında hem ekonomik hem de pratik olan bu
yöntemle rotasyonel stabilite ve rijit bir fiksayon sağlanabileceği sonucuna varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Kedi, Femoral kırık, Kirschner teli, Fikzasyon
- 115 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Treatment of Supracondylar and Diaphyseal Femoral Fractures of CAts Using
Two Side Intramedullary Kirschner Wire
Kemal ALTUNATMAZ 1, Murat KARABAĞLI 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1,
Ebru ERAVCI 1, Himmet EKİCİ 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
Distal femoral fractures in cats are repaired by using cross Kirschner wire,Rush pins, full
threaded intramedullary pins, interlocking pins and plates. This study is about thirteen cats which were brought toIstanbul University Veterinary
Faculty, Surgery Department between January 2010 and March 2010 with the
complaint of traffic accident and falling from high. After the clinical and radiological
examination, fracture type and localization, the details of fixation method applied,
postoperative clinical and radiological examination results were evaluated.
The ages of catsvaried between 5 months and 2 year old and the weight between
1,5-6kg. Of the cats, 10 of them were males, 3 were females and 2 were Siamese and
11 were of mix-breeds. Fractures occurred 8 of them following traffic accident and
5 of them high-rise syndrome. Fractures of the femur, 4 of them werecomminuted
diaphyseal, 6 of them were comminuted distal and 3 of them were distal simple
transversal.
The lateral approach to the femur was preferred. A pair of Kirschner wire is first
inserted through medially and laterally from the condyle to medullary canal in 1,2 mm
diameter for 4 cases and 1,5 mm diameter for 9 cases to achieve stabilization. Fixation
accomplished by the use of two Kirschner wire into the medullary canal through
fossa intertrochanterica to the proximal fragment retrograde and retrieved to femoral
diaphysis. To achieve stabilization, first, applied pins in distal portion forwarded to
proximal diapysis and then pins in proximal region forwarded to subchondral region.
Cerclage wires were used for diaphyseal comminuted fractures in 4 cases. The tips of
the pins applied from proximal and distal region were bended over to avoid soft tissue
damage. In all of the cases, fractures were healed without a complication. Only in 1
case all of the pins were removed, in 4 cases applied pins from proximal portion were
removed and in rest of the 8 cases pins were not removed.
In this study, it was concluded that rotational stability and rigid fixation might be
gained on the treatment of supracondylar and/or diaphyseal femoral fractures in cats
through this both economical and practicable method of bilateral intramedullar pin
application.
Keywords: Cat, Femoral fracture, Kirschner wire, Fixation - 116 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
XV. YY’da Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi
Uygulamaları *
Ali YİĞİT 1, Aşkın YAŞAR 2
* Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 09102039 proje
numarası ile desteklenen “İlm-i Fürusiyet İsimli Baytarnamenin Veteriner Hekimliği Tarihi, At Yetiştiriciliği
Ve Hastalıkları Açısından İncelenmesi” başlıklı Doktora Tezi’nden alıntılandı
1
2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, KARS
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, KONYA
Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından
09102039 proje numarası ile desteklenen “İlm-i Fürusiyet İsimli Baytarnamenin
Veteriner Hekimliği Tarihi, At Yetiştiriciliği Ve Hastalıkları Açısından İncelenmesi”
başlıklı Doktora Tezi’nden alıntılandı.
Veteriner hekimliği tarihinin önemli yazılı kaynakları arasında yer alan baytarnameler,
veteriner hekimliği ve genelde at yetiştiriciliği, hastalıkları ve bunların tedavileri
konularını içermektedir. İlk örneklerine 9. yy’da rastlanan Arapça baytarnameler,
14.yy’dan itibaren Osmanlıca’ya tercüme edilmeye başlanmıştır. Ancak bu tercüme
işlemi bir çeviri işleminin ötesinde dönemin veteriner hekimliği uygulamalarını da
içermesi açısından ayrıcalıklar içermektedir. Bu uygulamaların önemli bir bölümü
veteriner cerrahi ile ilgilidir.
Çalışmada, 1479’da yazıldığı bilinen at ile ilgili bir baytarname (Tercüme-i Baytarname)
ve bu baytarnamenin 1802’de yazılan bir kopyası incelendi. Günümüz Türkçe’sine
tercüme edilen on bölümlük eserde hastalıkların belirtileri (8. Bölüm) ile bunların
tedavileri (9 - 10. Bölüm), baytarname konusunda daha önce yapılmış çalışmalar ve
günümüz bilgileri ile tartışılarak bilim ve veteriner hekimliği tarihine katkı sağlanması
amaçlandı.
İncelenen baytarnamede 9. yy ve sonrasında yazıldığı bilinen bazı baytarnamelerde
yer aldığı gibi atın baş, boyun, gövde ve ayak hastalıklarının (yaralanmalar, yanık, akrep
ve yılan sokması) belirtileri ile bunların tedavilerinin yer aldığı belirlendi.
Tedavi yöntemleri arasında, halen günümüz folklorik uygulamalarında geçerliliğini
koruyan lapa, tütsü, kan alma ve dağlama gibi uygulamaların yer aldığı; dağlama
yönteminin genelde sinir ve kas hastalıklarında uygulanan bir tedavi şekli olduğu
ve dağlayıcı materyalin farklı şekil (dört köşeli ve desenli) ve yapıda (demir ve bakır)
olduğu belirlendi.
Bu çalışmada incelenen eserin 15. yy’da veteriner cerrahinin durumu konusunda
tarih kaynağı olma öneminin yanı sıra günümüz alternatif hekimliğinde önem taşıyan
alternatif tedavi yönünden de dikkate alınması gereken kaynak niteliği taşıdığı
söylenebilir.
Anahtar sözcükler: At, Baytarname, Veteriner cerrahi, Veteriner hekimliği
- 117 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Veterinary Surgery Applications at Horse Medicine in A Baitarname which was
Written in the 15th Century
Ali YİĞİT 1, Aşkın YAŞAR 2
* This study summarized from PhD thesis and Funded by Selçuk University
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, History of Veterinary Medicine and Deontology,
KARS
2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, History of Veterinary Medicine and Deontology,
KONYA
1
Baitarnames which constitute an important resource of veterinary medicine history
among manuscripts often include such subjects as horse breeding, horse diseases and
remedies for them. Arabic baitarnames which were founded the earliest examples in
the 9th century were began to be translated to Ottoman language as of 14th century.
However this translation process consists of privileges in terms of its including
veterinary applications of the era beyond a translation term. A significant part of this
application relates to veterinary surgery. In the study, it has been examined a baitarname related with horse that was known to
have been written in 1479 and its written copy in 1802. The ten chapters work which
was translated to today’s Turkish was aimed to contribute to the history of science and
veterinary medicine by discussing symptoms of diseases (chapter 8) and remedies
of these diseases (chapter 9-10) with the earlier studies about on baitarnames and
present information.
In the examined baitarname, as well as being in some baitarnames which were known
to have been written at 9th century and after, was determined to be the symptoms of
horse’ head, neck, trunk and foot diseases (injuries, burns, scorpion and snake bites)
and their treatments. Among methods of treatment, it was determined to include applications, such as,
gruel, incense, blood collection and cauterization still remaining valid in today’s
folkloric veterinary medicine applications and it was also understood that cauterization
method is a method of treatment usually applied to the nerve and muscle diseases
and material of cauterization has different form (four corners and patterned) and
structure (iron and copper).
In this study, it can be said that the examined work has an importance in today’s
alternative medicine and should be taken into account regarding alternative therapy
history and it has also source quality as well as being importance of history source
about veterinary surgery’s situation in the fifteenth century.
Keywords: Horse, Baitarname, Veterinary surgery, Veterinary medicine
- 118 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Christine PEPPLER 2, Nadine MAREK 2, Martin GERWİNG 2,
Martin KRAMER 2
1
2
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE
Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Universität Giessen, ALMANYA
Bu çalışmanın amacı kedilerde ince bağırsak patolojilerinde ultrasonografik olarak
tespit edilebilen değişiklikleri tanımlamak ve buların diagnostik değerini belirlemektir.
2002-2005 yılları arasında non-spesifik gastro-intestinal semptomlar gösteren
30 kedide ultrasonografik muayene yapılmıştır. Bağırsak çeperinin kalınlığında,
tabakalaşmada ve ekojenitede görülen değişiklikler, bir lezyon varlığında simetri ve
boyutları ile abdominal lenf düğümlerinin etkilenişi değerlendirildi. Histopatolojik
muayene için ultrason eşliğinde 18 gauge tru-cut biyopsi iğnesi veya laparotomi ile
alınan tam katman biyopsisi ile doku örnekleri alındı.
Otuz kedinin ultrasonografik muayenesinde sadece muscularis katmanında kalınlık
artışı (14) ile tüm çeper kalınlığında simetrik (10) veya asimetrik (6) kalınlaşma belirlendi.
Abdomendeki diğer ultrasonografik bulgular lenf düğümlerinde büyüme, serbest sıvı,
mezenteryumda ödem veya diğer organlarda ilave lezyon şeklinde idi. Histopatolojik
olarak 12 kedide benign yangısal hastalıklar, 13 kedide alimenter lenfoma, 4 kedide
adenokarsinoma belirlendi ve bir olguda intestinal dokular histolojik olarak normal idi.
Normal mural tabakalaşmayı koruyan ve yalnız muscularis propria tabakasının
kalınlığında artış gösteren olgulara daha sık olarak intestinal yangılarda (12 olgunun
10’u) rastlanırken neoplastik değişikliklerde daha sık olarak bağırsağın simetrik veya
asimetrik tam katman kalınlaşması görülmektedir.
Sonuç olarak, ultrasonografi kedilerin intestinal sistemindeki mural değişikliklerin
tanısı için çok önemli bir araçtır. Ancak kesin tanı histopatolojik olarak konulmalıdır.
Anahtar sözcükler: İntestinal sistem, Ultrasonografi, Kedi, Tümör-yangı, Histopatoloji
- 119 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ultrasonographical Diagnosıs of Mural Changes of the Intestines in the Cat
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Christine PEPPLER 2, Nadine MAREK 2, Martin GERWİNG 2,
Martin KRAMER 2
1
2
Uludağ University, Veterinary Faculty Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE
Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY
The aim of this study was to characterize ultrasonographically detectable mural
changes in cats with intestinal disorders and to determine their diagnostic relevance.
Ultrasonographical examination was performed in 30 cats between 2002-2005 with
non-specific gastro-intestinal symptoms. Alterations of the thickness, layering and
echogenicity of the intestinal wall, symmetry and dimensions of the lesion if present,
and involvement of abdominal lymph nodes were evaluated. Tissue specimens
were collected for histopathologic examination by ultrasound-guided 18 gauge
tru-cut biopsy or full-thickness biopsy via laparotomy. Sonographic evaluation of
30 cats revealed a separate thickening of the muscular layer (14) and a symmetric
(10) or asymmetric (6) thickening of the entire intestinal wall. Further sonographical
findings of the abdomen were enlarged lymph nodes, free fluid and oedema of
the mesentery, or additional lesions in other organs. Histopathologically, 12 cats
had benign inflammatory disorders, 13 cats had alimentary lymphoma, 4 cats had
adenocarcinoma, and in one case the intestinal tract was histologically normal.
Increased thickness of the muscularis propria maintaining normal mural layering occurs
more frequently during intestinal inflammation (10 from 12), while neoplastic alterations
show more often a symmetric or asymmetric thickening of the entire bowel wall.
Diagnostic ultrasonography is an important tool for the detection of mural alterations of
the intestinal tract in the cat. The definite diagnosis must be made histopathologically.
Keywords: Intestinal tract, Cat, Ultrasonography, Tumor-inflammation, Histopathology
- 120 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi
Latif Emrah YANMAZ 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Bu çalışma ekzostoz tanısı konulan spor atlarında farklı ekstremite bölgelerinden
alınan sıcaklık farklılıklarını belirlemeyi amaçlamıştır.
Çalışmanın gerecini farklı ırk (35 Arap, 9 İngiliz), cinsiyet (33 erkek, 11 dişi) ve yaştaki
(ort. 3.6) toplam 44 spor atı oluşturdu. Termografik ve klinik muayene sonucunda
herhangi bir ortopedik bozukluğun bulunmadığı atlar kontrol grubu (n=19) olarak
değerlendirildi. Şüpheli bulunan 25 olguda ise radyografik muayeneye başvuruldu.
Termografik muayeneler güneş ışığı almayan ve sıcaklığın 22-23°C olduğu bir odada
gerçekleştirildi. Atlar 15 dakika bu odada dinlendirildikten sonra, simetrik ekstremite
bölgelerinin termografik görüntüleri 1 metre uzaklıktan elde edildi.
Atların termografik, klinik ve radyografik muayenesi sonucunda; 8 olguda sol metacarpal süro, 5 olguda sağ metacarpal süro, 1 olguda bilateral süro, 5 olguda sağ carpal
ekzostoz, 1 olguda kronik sol sorşin, 1 olguda I. derece sol sorşin, 1 olguda bilateral III.
derece sorşin, 1 olguda III. derece sağ sorşin, 1 olguda ise sol proksimal falanksta form
oldugu belirlendi. Süro tanısı konulan atların metacarpus bölge sıcaklıkları, kontrol
grubundaki atların metacarpus bölge sıcaklıklarından yüksek olmasına rağmen, iki
grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenmedi. Sağ carpal ekzostoz
tanısı konulan atların, sağ carpal bölge sıcaklığı ortalaması 27.07°C iken, kontrol
grubundaki atların sağ carpal bolge sıcaklığı ortalaması 26.79°C olarak ölçüldü
(p<0.05). I. ve III. derece sol sorşin tanısı konulan olgularda lezyonlu bölgede sıcak
noktalar gözlendi. Proksimal falanksta yukarı form saptanan olguda topuk ekleminde
sıcaklık artışı gözlendi (2˚C).
Sonuç olarak; ekstremite bölge sıcaklıkları ortopedik problemin lokalize oldugu
alanda belirgin bir şekilde artmaktadir. İnfrared termografi yangının lokalizasyonunu
gösterdiğinden, spor atlarında yangıyla seyreden ekzostoz olgularının tanısında
termografinin yardımcı bir tanı yöntemi olarak kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Termografi, Topallık, At, Ekzostoz
- 121 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi
Latif Emrah YANMAZ 1, Zafer OKUMUŞ 1
1
Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
This study was aimed to determine temperature differences in various extremity
regions of sport horses with exostosis. Material of this study was composed of
totally 44 horses with different breed (35 Arabian, 9 English), sex (33 male, 11 female)
and age (avg. 3.6). Horses which had no clinical and thermographic evidence of
orthopedic problem (n=19) were evaluated as a control group. As a result of clinical
and thermographic examinations, suspected cases (n=25) subjected to radiographic
examination. Thermographic examination were carried a room not receiving sunshine
with a temperature 22-23°C. After allowing horses to rest for 15 min in this room,
symmetric extremity regions were taken from a distance of 1 m. Suspicion temperature
differences of symmetrical regions were examined with clinically and radiographically. As the result of thermographic, clinical and radiographic examinations, different
orthopedic problems were diagnosed; left forelimb splint (n=8), right forelimb
splint (n=5), bilaterally splint in forelimbs (n=1), right carpal exostosis (n=5), chronic
left sore shine (n=1), first degree left sore shine (n=1), bilaterally third degree sore
shine (n=1), third degree right sore shine (n=1), left high ringbone (n=1). Although
metacarpal temperatures of horses with splint had a higher temperature values than
control group, there was no statistically differences between these groups. The right
carpal region temperatures in healthy horses and horses with right carpal exostosis
were 26.79 and 27.07°C, respectively (p<0.05). Hot spots were seen in first and third
degree of left sore shines. Injured fetlock joint with high ringbone case had a higher
temperature values (2˚C).
In conclusion; Because infrared thermography shows the localization of the
inflammation, thermography could be used as a contributive diagnostic method in
exostosis cases of race horses which come out with inflammation.
Keywords: Thermography, Lameness, Horse, Exostosis
- 122 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi
Nureddin ÇELİMLİ 1, Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Hakan SALCI 1,
Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, H. Özlem NİSBET 3, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN 1, Deniz
MISIRLIOĞLU 2, Osman Sacit GÖRGÜL 1
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURSA
3
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA
1
2
Sığırlarda topallığa neden olan ayak hastalıklarının çoğunun laminitis ile ilişkili olduğu
düşünülmektedir. Ayak ve tırnak yapısında bazı değişiklikler şekillendiği halde klinik
belirti göstermeyen subklinik laminitis olgularının tanısının zorluğu dikkate alınırsa,
laminitisin gerçek prevalansının belirlenmesinin oldukça güç olduğu anlaşılmaktadır.
Tanıyı doğrulamak ve prognozu belirlemek açısından faydalı bir yöntem olan radyografi,
laminitis’in dinamik sürecinde değerli bilgiler sağlamaktadır. Çalışmanın amacı sağlıklı
ve laminitisli sığırlardaki radyografik bulguları değerlendirmek ve herhangi bir anlamlı
farklılığın olup olmadığını ortaya çıkarmaktır.
Deneysel kısımda mezbahadan temin edilen 60 hayvanın tırnakları (n=480 tırnak),
saha çalışmasında laminitis şüphesi bulunan 20 canlı hayvanın tırnakları (n=160 tırnak)
çalışmaya alındı. Tırnaklar klinik, radyografik (tüm gruplar) ve histopatolojik (Grup 1 3) olarak incelendi. Histopatolojik tanıya göre tırnaklar “laminitisten etkilenmiş” (Grup
1), laminitisli hayvanlara ait “laminitisten etkilenmemiş” tırnaklar (Grup 2) ve “sağlıklı”
(Grup 3) olarak gruplandırıldı. Çalışmanın saha materyalinde, subklinik laminitis
bulgusu olan hayvanlardan bir grup (Grup 4) oluşturuldu. Sağlıklı ve laminitisli
tırnaklardaki radyolojik bulguların dağılımı değerlendirildi ve radyografik muayenenin
laminitisin tanısındaki doğruluğu araştırıldı. Bulgular “laminitisle ilişkili” ve “laminitisle
ilişkisi olmayan” bulgular olarak değerlendirildi.
Genel olarak radyografik değişiklikler en çok sağlıklı hayvanlarda (Grup 3) görüldü.
Üçüncü falanksın (P3) aksiyal yüzündeki osteofitik üremeler, radyolojik olarak
laminitisle ilişkili olamayan bulgular arasında grup 1, 2, ve 3’te (sırasıyla n=39, n=79,
n=115) en çok karşılaşılan bulgu oldu. P3’te solar osteitis, radyolojik olarak laminitisle
ilişkili olan bulgular arasında grup 1, 2, ve 3’te (sırasıyla n=22, n=56, n=71) en sık
gözlendi. Grup 4’te en çok gözlenen bulgular ise inaktif solar osteitis (n=51) ve kayak
ucu görünümüdür (n=14). Kayak ucu görünümü radyolojik bulgusu diğer gruplarda
görülmedi.
Sonuç olarak, laminitis ile ilişkili radyolojik bulgular her zaman histopatolojik tanı ile
uyumlu değildir. Sağlıklı olarak görünen inekler, daha önceden laminitis geçirmiş ve
iyileşmiş olabilir veya kaynaklarda bildirilen histopatolojik kriterler, sığırlarda laminitis
tanısı için yetersiz olabilir.
Anahtar sözcükler: Sığır, Radyografi, Laminitis, Histopatoloji
- 123 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Evaluation of Radiographic Findings in Normal Cows and Cows with Laminitis
Nureddin ÇELİMLİ 1, Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Hakan SALCI 1,
Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, H. Özlem NİSBET 3, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN 1, Deniz
MISIRLIOĞLU 2, Osman Sacit GÖRGÜL 1
Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA
Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, BURSA
3
Ondokuz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA
1
2
It is suggested that the majority of claw diseases causing lameness in cows are related
to laminitis. Although there are some visible changes in claws with subclinical or clinic
laminitis, diagnosis and determination of the real prevalence of laminitis is difficult.
Radiography provides valuable information confirming diagnosis, determining
prognosis and to follow up dynamic changes of laminitis.The aim of this study was
to evaluate radiological findings in normal and laminitic bovine claws and to find out
whether any differences are significant.
For the experimental part claws of 60 animals (n=480) provided from the slaughterhouse
and for the field study claws of 20 dairy cows suspicious of laminitis (n=160 claws) were
enrolled for the study. Claws were examined clinically, radiographically (all groups) and
histopathologically (Groups 1-3). According to histopathological diagnosis claws were
classified with respect to laminitis as “affected claws” – group 1”, “unaffected claws” of
cows with laminitis – group 2” and “completely sound” – group 3. Animals in the field
study with visible signs of subclinical laminitis comprised group 4. The distribution of
radiographic findings in healthy and laminitic claws was evaluated and the accuracy
of radiographic examination in diagnosing laminitis was determined. Findings were
evaluated as “related to laminitis” and “not related to laminitis”.
Generally most radiographic alterations occurred in group 3 with sound cows. Most
encountered radiographic findings known as not related to laminitis in group 1, 2 and
3 (n=39, n=79, n=115, respectively) were osteophytes on the axial site of the pedal
bone (P3). The most encountered radiographic finding related to laminitis in group 1,
2 and 3 (n=22, n=56, n=71, respectively) was inactive solar osteitis of P3. Inactive solar
osteitis (n=51) and “ski jump” sign (n=14) were the most common findings in group 4.
“Ski jump” did not occur in any other group.
In conclusion, radiographic findings related to laminitis are not always compatible
with histopathologic diagnosis. Sound cows might have suffered laminitis before and
recovered afterwards or histopathological criteria mentioned in the literature maybe
inaccurate to diagnose laminitis in cows.
Keywords: Cattle, Radiography, Laminitis, Histopathology
- 124 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerin Tanisindaki
Değeri
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Friederike RAU 2, Ursula MICHELE 2, Martin GERWING 2,
Martin KRAMER 2
1
2
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD, Bursa, TÜRKİYE
Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Üniversitesi Giessen, ALMANYA
Aksillar bölgedeki lezyonlar köpeklerde topallık yapan, bilinen nedenlerdendir. Klinik
muayene sırasında sıklıkla palpasyonda ağrı gözlenebilse de, bir kitle ancak ileri
olgularda ele gelir. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme tanı için en uygun metottur,
ancak sınırlı erişilebilirliği, yüksek masrafı ve genel anestezi zorunluluğu nedeniyle
daha ender uygulanabilmektedir.
Bu çalışmanın amacı, aksillar bölgedeki yumuşak doku kitlelerinin ultrasonografik
görünümlerinin tanımlanması ve ultrasonografinin (US) brachial plexus tümörlerinin
tanısındaki değerinin belirlenmesidir.
Justus-Liebig Üniversitesi Küçük Hayvan Cerrahi Kliniğine 1989-2009 arasında 20 yıllık
bir periyotta brachial plexus bölgesinde yumuşak doku kitlesi şikayetiyle getirilen
köpeklerde retrospektif bir analiz yapıldı. Progresif ön bacak topallığı, nörolojik
kayıplar, kas atrofisi, ağrı veya bunları bir kombinasyonu gözlenen köpeklerde klinik,
nörolojik ve ultrasonografik muayeneler yapıldı. Uyanık veya sedasyonlu köpeklerin
ultrasonografik muayenesinde 7,5–15 MHz’lik lineer ve konveks problar kullanıldı.
Tanı, ince iğne aspirasyonu, biyopsi, nekropsi veya MR görüntüleme ile doğrulandı.
286 hastada aksillar bölge (31’i bilateral) incelendi ve bunların 199’u ultrasonografik
olarak normal bulundu. Köpeklerin 118’inde (%40) bir kitle tanımlandı ve bunların 26’sı
ultrasonografik olarak tipik lipom görünümündeydi. Sitoloji/histopatoloji örnekleri
ultrason eşliğinde alındı ve bunlarda fibrosarkom (11), meme bezi karsinomu metastazı
(8), indifferensiye sarkom (8), histiyositik sarkom (4), sinir kılıfı tümörü (3), karsinom (3),
lenfosarkom (2), melanom, hemangiosarkom ve mastositom (her biri 1) tanısı kondu.
Diğer tanılar yangısal lenfadenopati (11), hematom (6), apse ve travmatik brachial
plexus avulziyonu (her biri 2) idi. 29 olguda histopatolojik inceleme yapılamadı. Bir
periferal sinir kılıfı tümörü tanısı MR görüntüleme ile doğrulandı. Bu çalışmanın limitleri
içerisinde ve yapılabilen histopatolojik incelemelere göre ultrasonografik görünüm ile
histolojik değerlendirme arasında faydalı bir ilişki belirlenememiştir.
Özetle, ultrasonografi sayesinde muayene edilen ve brachial plexus bölgesinde
bir değişiklikten şüphe edilen hayvanların ~%40’ında bir lezyon belirlenmiştir. Bu
çalışmada en sık karşılaşılan yumuşak doku kitleleri lipom, fibrosarkom ve yangısal
lenfadenopatilerdir. Böylece, ultrasonografinin aksillar bölgedeki yumuşak doku
kitlelerinin muayenesinde etkili ve pratik bir metot olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Ultrasonografi, Aksilar bölge, Brachial plexus, Tümör, Köpek
- 125 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Value of Ultrasonography in Detecting Soft Tissue Masses in the Axillary
Region in Dogs
Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Friederike RAU 2, Ursula MICHELE 2, Martin GERWING 2,
Martin KRAMER 2
1
2
Uludağ University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE
Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY
Lesions of the axillary region are known causes of forelimb lameness in dogs. Pain
can often be elicited during physical examination, however, a mass is only palpable
in advanced cases. Magnetic resonance imaging (MRI) is the best imaging moda¬lity
for diagnosis, but due to limited availability, high costs and necessity for anesthesia
less applicable. The aim of the study was to characterize the ultrasonographic
appearance of soft tissue masses in the axillary region and to determine the value of
ultrasonography (US) in diagnosing tumors of the brachial plexus.
A retrospective analysis of soft tissue masses in the brachial plexus region in dogs
referred to the Small Animal Clinic – Surgery at the Justus-Liebig University over a 20year period between 1989-2009 was conducted. Dogs with progressive thoracic limb
lameness, neurologic deficits, muscle atrophy, pain, or a combination of these signs,
were examined clinically, neurologically and ultrasonographically. Linear and convex
7.5-15 MHz transducers were used in conscious and sedated dogs. Diagnoses were
confirmed by FNA, biopsy, necropsy or MRI.
In 286 patients the axillary region was examined (31 bilaterally) of which 199
appeared normal on ultrasound. In 118 (40%) of dogs a mass was identified of which
26 showed typical ultrasonographic appearance of lipomas. Samples for cytology/
histo¬pathology were taken under ultrasound guidance and revealed fibrosarcoma
(11), metastases of mammary gland carcinoma (8), undifferentiated sarcoma (8),
histiocytic sarcoma (4), nerve sheath tumor (3), carcinoma (3), lymphosarcoma (2),
melanoma, hemangiosarcoma, and mastocytoma (each 1). Other diagnoses were
inflammatory lymphadenopathy (11), hematoma (6), abscess and traumatic avulsion of
the brachial plexus (each 2). Twenty nine cases were not available for histopathol¬ogy.
In one case the diagnosis of a peripheral nerve sheath tumor was verified by MRI.
Within the limits of this study, and the available histopathology, there appeared to be
no clinically utilizable relationship between the ultrasonographic appearance and the
histological interpretation.
In summary, US detected a lesion in ~ 40% of the examined ani¬mals with clinically
suspected alterations in the region of the brachial plexus. In this study lipoma and
fibrosarcoma and inflammatory lymphadenopathy were the most frequent causes of
soft tissue masses. Thus, we conclude that US is an effective and practica¬ble method
to examine the axillary region for soft tissue masses.
Keywords: Ultrasonography, Axillary region, Brachial plexus, Tumor, Dog
- 126 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola
Abomasum Deplasmanlarının Tedavisi İçin Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli Bir
Teknik
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Aydın ÖZMEN 1, Sırrı AVKİ 1
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Perkutan paramedian abomasopeksi işlemi, sola abomasum deplasmanı vakalarının
saha şartlarında tedavisinde sık başvurulan bir tekniktir. Kör dalış şeklinde gerçekleştirilen bu tekniğin en korkulan komplikasyonu, abomasopeksi işlemi sırasında bir
bağırsak veya omentum segmentinin karın duvarı ile abomasum arasına sıkıştırılması
ya da perfore edilmesidir. Sunulan araştırmada; perkutan paramedian abomasopeksi
işleminde, bu komplikasyonları gidermeye yönelik modifikasyonlar kurgulandı ve
bunların ne derece etkili olduğu araştırıldı.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğinde “abomasumun
sola deplasmanı” tanısı konulan 15 Holstein ırkı inek kullanıldı. Olguların cerrahi
tedavisinde Grymer ve Sterner tarafından tanımlanan perkutan paramedian abomasopeksi yöntemi modifiye edilerek kullanıldı. Abomasopeksi işleminin ultrasonografik
görüntüleme rehberliğinde gerçekleştirilmesi, Grymer ve Sterner’in kullandıkları trokar
yerine daha ince çaptaki bir deflasyon kanülünün tercih edilmesi ve abomasopeksinin
tek toggle pin ile sağlanması söz konusu modifikasyonları oluşturdu. Vakaların
tamamında postoperatif 13. günde abomasopeksi dikişi uzaklaştırıldı.
Tüm vakalarda yuvarlama işlemini takiben abomasumun anatomik konumuna indiği
hem oskülo-perküsyon muayenesi hem de ultrasonografik görüntüleme aracılığıyla
belirlendi. İki olguda yuvarlama sonrasında abomasum ile karın duvarı arasında
omentumun bulunduğu ultrasonografik olarak gözlendi. Bu olgularda yuvarlama
işlemi tekrar edilerek ve bölgeye dışarıdan masaj uygulayarak omentumun uzaklaşması
sağlandı. Tüm olguların abomasumuna ultrasonografik görüntü rehberliğinde
deflasyon kanülü ile girilerek bir adet toggle pini yerleştirildi. Postoperatif 45 günlük
izleme süresinde herhangi bir komplikasyon veya nüks ile karşılaşılmadı.
Perkutan paramedian abomasopeksi yönteminde karşılaşılan en yaygın komplikasyon,
toggle-pin fikzasyonu sırasında abomasum ile karın duvarı arasına omentum veya
bağırsağın girmesidir. Yapılan çalışmada, ultrasonografik görüntüler rehber alındığı
için bu tür bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Sonuç olarak; perkutan paramedian
abomasopeksi yönteminin, ultrasonografik görüntüleme eşliğinde uygulanması
durumunda saha şartlarında daha güvenle kullanılabileceği kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: İnek, Sola abomasum deplasmanı, Perkutan paramedian abomasopeksi,
Ultrasonografi
- 127 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ultrasonography Guided Percutaneus Paramedian Abomasopexy: A Reliable
and Suitable Tecnique for Treatment of Left Abomasal Displacement in Field
Conditions
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Aydın ÖZMEN 1, Sırrı AVKİ 1
1
Mehmet Akif Ersoy University, Veterinary Faculty, Surgery Department, BURDUR
Percutaneousparamedianabomasopexy process is a common technique for treatment
of left abomasal displacementunder field conditions. The mostfearedcomplication
ofthis blind technique is grasping an intestine or omental segment between the
abdominal wall and abomasum or perforating them during abomasopexy. In this study,
some modificationswereconstructedin percutaneous paramedianabomasopexy to
eliminatethese complicationsand their effectiveness were investigated.
Fifteen Holstein dairy cows diagnosed with left-sided abomasal displacement in
Surgery Clinics of Veterinary Faculty of Mehmet Akif Ersoy University were used.
Some modifications were conducted in the technique of Grymer and Sterner and this
modified technique was used in the surgical treatment. The mentioned modifications
were: (a) usage of ultrasonographic guidance during abomasopexy, (b) usage of a
deflation cannula which has a smaller diameter than Grymer & Sterner’s trocar, and
(c) providing abomasopexy by single toggle pin. In all cases, abomasopexy suture was
removed in postoperative 13th day.
Following the rolling procedure abomasums of all cases were identified to descent their
anatomical location by both osculo-percussion examination and ultrasonographical
imaging. In two cases after rolling, omentum was ultrasonographically observed
between abomasum and abdominal wall. The rolling procedure was repeated with
some regional massage in these cases to remove the omentum. Deflation cannula
was inserted into the abomasum of all cases by ultrasonographic guidance and one
toggle-pin was settled. There wereno complicationsorrecurrence in postoperative 45
day.
The most common complication of percutaneous paramedian abomasopexy method
is grasping omentum or intestine between abdominal wall and abomasum during
toggle-pin fixation. In this study, such complications were not encountered due
to ultrasonographical guidance. In conclusion, it was thought that percutaneous
paramedian abomasopexy method, if accompanying with ultrasonographical
guidance may be used safely in field conditions.
Keywords: Cow, Left abomasal displacement, Percutaneus paramedian abomasopexy,
Ultrasonography
- 128 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi
Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1 , Melike AKBALA 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1
1
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA
Çalışmada, non-kardiyak toraks hastalığı olan köpek ve kedilerde ultrasonografik
bulguların tanı yönünden değerlendirilmesi ve klinik bulgularla ilişkilendirilmesi
amaçlandı.
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Küçük Hayvan Kliniğine toraks patolojisi
belirtileri gösteren değişik ırk, yaş ve cinsiyette köpek ve kediler çalışmaya alındı. Klinik
ve radyografik muayeneyi takiben toraksın ultrasonografik muayenesi gerçekleştirildi.
Ultrasonografik tanı uygun olgularda ince iğne aspirasyonu ve/veya operasyon/
nekropsi bulguları ile doğrulandı.
Toplam olarak toraks hastalığı gösteren 46 hasta (25 köpek – 21 kedi) çalışmaya alındı.
Radyografik ve ultrasonografik tanı ve bulgular karşılaştırıldı. Ultrasonografik tanılar
diyafram rupturu (n=16), plöral efüzyon (n=19) (bunlardan n=5 hematoraks, n=4
piyotoraks), akciğer tümörü (n=3) ve akciğer konsolidasyonu (n=1) ve lenfadenopati,
toraks duvarında tümör, hematom ve ödem gibi diğer lezyonlardan (n=7) oluşmaktadır.
Olgulardan 4’ünde ultrasonografik olarak görülebilir bir bulgu tespit edilemedi.
Ultrasonografik muayene toraks duvarı, plöral boşluk, mediastinum, akciğerler
ve diyafram hastalıklarının görüntülenmesinde çok değerli bir tanı yöntemidir.
Ultrasonografi rehberliğinde yapılan aspirasyon ve biyopsi uygulamaları, sıvı ya da
fokal lezyonlardan kesin tanı için örnek almada minimum derecede zarar vermektedir.
Plöral efüzyonlar radyografik muayenede detayların gizlenmesine neden olurken,
ultrasonografik muayenede torakal yapıların ve patolojilerin görüntülenmesinde
mükemmel bir akustik pencere oluşturmaktadır.
Anahtar sözcükler: Toraks, Ultrasonografi, Köpek, Kedi
- 129 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Non-Cardiac Thoracic Ultrasonography in Dogs and Cats
Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1 , Melike AKBALA 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1
1
Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, BURSA
The aim of this study was to investigate the diagnostic value of ultrasonographical
findings in dogs and cats with non-cardiac thoracic diseases and to relate them to
clinical findings.
Dogs and cats of different breed, age and gender presented to the Surgery
Department of the Small Animal Clinic of Uludag University exhibiting signs of thoracic
diseases were included in the study. After clinical and radiographical examination,
ultrasonographical examination of the thorax was performed. Ultrasonographical
diagnosis was confirmed with fine needle aspirations in appropriate cases and/or
surgery/necropsy.
A total of 46 patients (25 dogs and 21 cats) with thoracic disease were included in
the study. Radiographical and ultrasonographical diagnoses and findings were
compared. Ultrasonographical diagnoses included diaphragmatic rupture (n=16),
pleural effusion (n=19), (out of these n=5 haemothorax, n=4 pyothorax), lung tumour
(n=3), lung consolidation (n=1), and others lesions such as lymphadenopathy, masses,
hematoma and oedema on the thoracic wall (n=7). In four cases there were no
ultrasonographically detectable findings.
Ultrasonographical examination of the thorax is a valuable imaging modality for
diseases of the thoracic wall, pleural space, mediastinum, lungs, and diaphragm.
Ultrasound-guided aspiration/biopsy allows minimally invasive collection of
samples of fluids or focal lesions for diagnosis. Pleural effusion, often a detriment
for radiographic evaluation of thoracic structures, provides an excellent window for
ultrasonographical visualization of thoracic structures and pathology.
Keywords: Thorax, Ultrasonography, Dog, Cat
- 130 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
POSTER BİLDİRİLER
- 131 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
- 132 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
209 Yaban Kuşunda Cerrahi Lezyonlar: Retrospektif Çalışma (2006-2012)
H. Özlem NİSBET 1, Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN
Kızılırmak deltası, doğal özellikleri büyük ölçüde korunabilmiş, ülkemizin Karadeniz
kıyısındaki en büyük ve tek sulak alanıdır. Deltada 330’dan fazla kuş türü bulunur. Bu
çalışmada 2006-2012 yılları arasında OMÜ Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen
27 değişik türdeki 209 kanatlı şirurjikal lezyonlar ve türleri yönünden değerlendirildi.
Bu olguların türlere göre dağılımı; 75 şahin, 25 güvercin, 17 baykuş, 14 leylek, 12 kuğu,
11 atmaca, 11 martı, 6 karga, 5 puhu, 5 balıkçıl, 4 kumru, 2 yaban kazı, 2 yaban ördeği,
2 bıldırcın, 2 balaban, 2 pelikan, 2 serçe, 3 yalı çapkını, 1 kırlangıç, 1 kerkenez, 1 saka, 1
sığırcık, 1 sülün, 1 doğan, 1 flamingo, 1 çaylak, 1 çulluk.
Olgularda %30 antebrahium kırığı, %18 humerus kırığı, %12 tibia kırığı, %8 metakarpus kırığı, %6 femur kırığı, %8 değişik yerlerde açık yara, %3 metatarsal kırık, %3
ayak nekrozu, %2.5 kafa travması, %2.5 elektrik çarpması, %2 paraliz, %1.5 tortikollis,
%1.5 değişik yerlerde apse, %0.9 artritis, %0.9 iris prolapsusu, %0.5 kursak yırtığı, %0.5
tümöral üreme, %0.5 gaga kırığı, %0.5 tarsal lukzasyon, %0.5 deri altı amfizem saptandı.
Getirilen hastaların yaklaşık %80’inin ateşli silahla vurulmuş olduğu belirlendi.
Hastaların çoğunun genel durumunun kötü olması veya açık enfekte kırıklar sebebiyle
ancak yaklaşık %23 kadarı iyileştirilip yeniden doğaya salınabildi. Yapılan çalışma
sonucunda yaban kuşlarının yaralanmalarındaki en büyük etkenin insan faktörü
olduğu ortaya çıktı. Doğal hayatın korunabilmesi için özellikle avcıların ve köylülerin
bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar sözcükler: Yaban kuşları, Cerrahi lezyon, Retrospektif çalışma
- 133 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Surgical Lesions on the 209 Wild Birds: A Retrospective Study
(Between 2006-2012)
H. Özlem NİSBET 1, Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1
1
Ondokuz Mayıs University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, SAMSUN
Kızılırmak Deltası is the biggest and best preserved wetland on the Turkish Black Sea
coast. More than 330 bird species have been recorded in the delta. In this study the
records of 209 wild birds (27 different types); 75 hawks, 25 pigeons, 17 owls, 14 stork,
12 swans, 11 sparrow hawks, 11 seagulls, 6 crows, 5 eagle owls, 5 herons, 4 doves, 2 wild
geese, 2 wild ducks, 2 quail, 2 bittern, 2 pelicans, 2 sparrows, 3 kingfishers, a swallow, a
kestrel, a finch, a starling, a pheasant, a falcon, a flamingo, a kite, a woodcock admitted
to the Surgery Clinics of the Ondokuz Mayis University Veterinary Surgery Department
between 2006-2012 were evaluated regarding surgical lesions and types.
The results showed that 30% fractures of antebrachium, 18% humerus, 12 tibia%,
8% metacarpus, 6% femur, 8% open wounds in multiple locations, 3% fractures of
metatarsus, 3% necrosis of the foot, 2.5% head trauma, 2.5% shock due to electricity,
2% leg paralysis, 1.5% torticollis, 1.5% abscess in multiple locations, 0.9% arthritis,
0.9% iris prolapses, 0.5% ruptured crow, 0.5% tumor, 0.5% beak fracture, 0.5% tarsal
luxation, 0.5% subcutaneous emphysema. Approximately 80% of the wild birds
had been shot with firearms. Only about 23% of patients recovered due to poor
general condition, or open infected fractures and again left to nature. As a result of
this study, the most important factor in wild bird injuries was found to be of human.
Consequently, the hunters and the farmers should be educated on this issue in order
to protect the natural life.
Keywords: Wild birds, Surgical lesion, Retrospective study
- 134 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Altı Aylık Bir Buzağıda Kesici Yabancı Cisim Yaralanmasına Bağlı Musculus
Fleksor Digitorum Superficialis ve Profundus Tendolarının Tam Rupturu ve
Operatif Sağaltımı
Hanifi EROL1, Semih ALTAN 2, Muharrem EROL 2, Yılmaz KOÇ 2
1
2
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu olgu sunumunda, 6 aylık erkek bir buzağıda kesici yabancı cisim yaralanmasına
bağlı olarak şekillenen M.flek.dig.superficialis ve M.flek.dig.profundus tendolarında
meydana gelen tam ruptur ve operatif sağaltımı değerlendirildi.
Olguyu Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğine getirilen
6 aylık montofon melezi erkek bir buzağı oluşturdu. Alınan anamnez bilgide, hayvan
bakıcısının temizlik esnasında yanlışlıkla hayvana kürekle vurduğu ve küreğin metal
ucunun bölgeyi kestiği öğrenildi.
Yapılan fiziksel muayenede hayvanın sol arka bacağında açık yara olduğu ve M. flex.
dig. superficialis ve M. flex. dig. profundus tendolarında tam ruptur şekillendiği tespit
edildi. Bölge uygun antiseptikli solüsyonla yıkanarak temizlendi ve tenografiye karar
verildi. Tendoda oluşan kesik yarasının derin ve oblik tarzda olduğu görüldü. Deri
ve deri altı dokularda nekrozlu ve ezik kısımlar tesbit edilerek, sağlam dokulardan
debridementi yapıldı.
Operatif hazırlıklar yapıldıktan sonra hayvan ksilazin (Rompun/Bayer %2, 0,02 mg/
kg im) ve ketamin hidroklorür (Ketalar %10/İnterhas, 2 mg/kg iv) ile genel anesteziye
alındı. Tendolar 2 numara monofilament sentetik emilemeyen dikiş ipliği (propilen)
ile tendo dikiş tekniği uygulanarak dikildi. Operasyondan sonra bacak alçılı bandaja
alındı ve bir hafta süreyle antibiyotik tedavisi uygulandı. Hayvan postoperatif olarak 3
ay takip edildi ve herhangi bir komplikasyon gelişmediği öğrenildi.
Travmaya bağlı olarak oluşan tendo rupturlarında erken müdahalenin başarı şansını
artırdığı, tendo iyileşmelerinde hareketsizliğin önemli olduğu bir kez daha görüldü.
Anahtar sözcükler: Buzağı, M. flex. dig. superficialis, M. flex. dig. profundus, Tendo rupturu
- 135 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Total Ruptures on tendons of Musculus Flexor Digitorum Superficialis et
Profundus due to Cutting Foreign Body Wound and Related Surgical Therapies
Hanifi EROL 1, Semih ALTAN 2, Muharrem EROL 2, Yılmaz KOÇ 2
1
2
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SIVAS
Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
In this case report, the total ruptures on tendons of m. flex. dig. superficialis et
profundus due to cutting foreign body wounds and their related surgical therapies in
a male, six months of age calf were evaluated.
Material of this case report was a male hybrid, six months of age Simmenthal calf,
which has delivered to Selcuk University Faculty of Veterinary Medicine clinics of
Department of Surgery. After fulfilling anamnesis it was learnt that a husbandman was
hit the patient with a shovel during cleansing and a cut was occurred in the impact
region due to the metal tip of the shovel.
During the physical examination, it has been observed that an open wound was
occurred on left hind leg and total ruptures on tendons of m.flex.dig.superficialis et
profundus were present. Region was irrigated with appropriate antiseptic solutions,
and tenography was concluded. It has observed that the ruptures on tendons
were both profund and oblique. It has also observed that there were necrosis and
contusions in cutis and subcutis and therefore, debridemention of these was carried
out from normal tissues.
After common surgical preparations were fulfilled, the patient was taken into
general anesthesia using xylasine (Rompun/Bayer %2, 0,02 mg/kg im) and Ketamine
Hydrochlorure (Ketasol %10/İnterhas, 2 mg/kg iv). Tendons were sutured by the
method of tendon suturation using the number of 2 monofilament, synthetic nonabsorbable sutures (Propilen). After the operation, respective extremity was bandaged
in fortified bandage and antibiotic therapy was applied for a week. The patient was
observed postoperatively for 3 months, and no complications were recorded.
Once again, it was seen that the urgent therapies on tendon ruptures due to traumas
greatly increase the success rates and was seen that the immobility is crucial for
tendon reparations.
Keywords: Calf, M. flex. dig. superficialis, M. flex. dig. profundus, Tendon rupture
- 136 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Anglo-Arap Irkı Bir Atta Salya Taşı Olgusu
Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1
1
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Anglo-Arap ırkı bir atta, ductus parotidicus’ta oluşan salya taşının klinik ve operatif
olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Olguyu SÜ Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı kliniğine getirilen Anglo-Arap ırkı,
3 yaşında, erkek bir at oluşturdu.
Anamnez bilgide atın sağ yanak bölgesinde uzun süredir devam eden sert bir
şişkinliğin bulunduğu ve bunun çok yavaş bir şekilde büyüdüğü öğrenildi. Yapılan
klinik muayenede bölgede herhangi bir yangı semptomu gözlenmedi. Sağ yanakta
incisura vasorum bölgesinde mekik tarzında bir sertlik palpe edildi. Şişliğin serbest
olduğu fakat kanal içinde hareketinin sınırlı olduğu belirlendi. Belirlenen şişliğin
salya taşı olduğuna ve operasyon ile alınmasına karar verildi. Rutin operasyon
hazırlıklarından sonra at sol tarafına yatırıldı ve şişkinliğin üzerinden deri ensizyonu
yapıldı. Deri altı bağ dokular ayırt edildikten sonra parotis bezini akıtıcı kanalına
ulaşıldı. Yanak üzerinde yapılan ensizyon ile taşa ulaşıldı. Yaklaşık 2.5 cm uzunluğunda
ve 0.5 cm eninde bir salya taşı çıkarıldı. Kanal sürekli dikişle, deri altı ve deride rutin
olarak kapatıldı. Postoperatif olarak antibiyotik ve lokal pansuman uygulandı. Atın
daha sonraki kontrollerinde herhangi bir komplikasyona rastlanılmadı.
Genç atlarda oldukça ender gözlenen salya taşlarının klinik muayene ile kolayca
tanısının konulabileceği ve basit bir operasyon ile tedavisinin yapılabileceği kanısına
varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Anglo-Arap, Salya taşı, Parotis kanalı
- 137 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Sialolithiasis in An Anglo-Arabian Breeding Horse
Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1
1
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
To evaluate sialolithiasis formed in the ductus parotideus, in an Anglo-Arabian horse,
both clinical and operative approaches.
In this case was a male, three-year-old, Anglo-Arabian horse, admitted to the University
of Selcuk, Faculty of Veterinary Science, Department of Surgery.
Anamnesis was that the horse had been having a swelling on the right cheek which
was getting grown slowly. Any inflammation symptoms couldn’t be found in the
clinical examination. Shuttle-style stiffness was found in the incisura vasorum
area of the right cheek. It was determined that swelling had been loose but able a
restricted movement in the duct. A decision was made that the swelling had been a
sialolithiasis, and that needed to be removed with operation. The horse was laid to the
left-side down, and an incision was made on the swollen skin after routine operation
preparations.
It was reached to the ductus parotideus after removing the subcutaneous connective
tissue. Then it was reached to the sialolith after the incision made to the cheek. The
sialolith which has about 2.5 cm length and 0,5 cm width was removed. The duct
was closed as continuous suture and subcutaneous tissue and the skin were closed
routinely. Antibiotics and local dressing were applicated as post-operative. Any
complications were not encountered in the next inspections.
It was arrived at a conviction that sialolithiasis can occur rarely in young horses, and
it can be diagnosed easily with clinical duct examinations. Its treatment is easy with
surgical methods.
Keywords: Anglo-Arabian, Sialolith, Ductus parotideus
- 138 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ankara İli Beypazarı ve Güdül Yöresinde Süt Sığırı İşletmelerinde Karşılaşılan
Ayak Hastalıklarının İnsidansı Üzerine Çalışmalar *
Bahtiyar BAKIR 1, Yakup ÖMEROĞLU 1, Hüseyin DEMİRTOLA 1, Cengiz GÜLSAYIN 1,
Meltem UZUNHİSARCIKLI 1
* Bu çalışma Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir
1
Gazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, ANKARA
Bu çalışma ile Ankara ili Beypazarı ve Güdül yöresindeki süt sığırı işletmelerinde
bulunan hayvanların topallık durumları ve ayak lezyonları değerlendirildi. Ayak
hastalıklarının insidansı ortaya konuldu ve işletme sahiplerine ayak hastalıklarından
korunma yöntemleri, tırnak bakımı ve ayak sağlığı konusunda bilgiler aktarıldı.
Çalışmanın materyalini Ankara ili Beypazarı ve Güdül ilçelerinde süt amaçlı yetiştirme
yapılan işletmelerde ayak hastalıkları yönünden taranan yaşları 2-14 yıl arasında
değişen 3072 Holstayn süt sığırı oluşturmuştur. Topallık semptomu gösteren
hayvanlar travaya alınarak yada uygun yöntemlerle yatırılarak ayak ile ilgili detaylı
muayeneler gerçeklestirilmiştir. Muayeneye başlamadan önce tırnaklar su ve uygun
bir antiseptik ve fırça ile iyice temizlenmiş, tırnaktaki uygun olmayan durumlar ve
tırnak deformasyonları tekniğine uygun şekilde düzeltilmiş ve lezyonlar açığa çıkartılıp
fotoğrafları çekilmiştir.
Bu çalışmada, değerlendirmeye alınan 3072 adet holştayn süt sığırında karşılaşılan
ayak hastalıklarının insidansı; Digital ve interdigital dermatitis %29.07, Yumuşak ökçe
lezyonu %22.80, Taban ulkusu %8.57, Rusterholz ulkusu %3.55, Koroner flegmon
%12.34, İnterdigital hiperplazi %4.60, Beyaz çizgi ayrılması %4.81, Pododermatitis
%5.85, İnterdigital flegmon %3.97, Komplike ayak lezyonu %3.34, Tırnak çatlağı
%1.04 oranında saptanmıştır. 3072 holştayn süt sığırı içerisinde 478 adet ayak hastalığı
ile karşılaşılmıştır. Ayak hastalıklarının Holştayn süt sığırları içerisindeki genel insidansı
%15.55 olarak saptanmıştır.
Ayak hastalıklarının görülme oranı sığırın ırkı, yetiştirme şekli, iklim ve coğrafi bölgelere
göre farklılık göstermektedir. Bu hastalıklar süt sığırlarında önemli ekonomik kayıplara
neden olmakta ve bu kayıpların tahmin edilenden çok daha yüksek boyutlarda olduğu
belirtilmektedir. Kimi araştırıcılar ayak hastalıklarının oluşturduğu ekonomik kayıpların
diğer hastalıklar içerisinde üçüncü sırayı aldığını belirtirken, diğer kimi araştırıcılar
ise sığırcılık işletmelerinin en öncelikli sorununun ayak hastalıkları olduğunu ifade
etmektedirler. Yapılan bu çalışmada, gerek küçük işletmelerde gerekse büyük
işletmelerde birinci sırada ekonomik kayıplara neden olan hastalıkların ayak lezyonları
olduğu görülmüştür. Özellikle yörede sekiz işletmede karşılaşılan digital ve interdigital
dermatitis olguları baz alındığında ekonomik kayıplar açısından ayak hastalıklarının
önemi daha da artmaktadır.
Anahtar sözcükler: Sığır, Ayak hastalıkları, İnsidans
- 139 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Studies on the Feet Disease Insidances in the Dairy Cattle Establishments of
Beypazari And Güdül Region of Ankara City *
Bahtiyar BAKIR 1, Yakup ÖMEROĞLU 1, Hüseyin DEMİRTOLA 1, Cengiz GÜLSAYIN 1,
Meltem UZUNHİSARCIKLI 1
* This study is supported by the Gazi University Scientific Researces Unit
1
The Higher Vocational School of Health Services, Gazi University, ANKARA
In this study the lameness status and feet lesions of the animals in dairy cattle
establishments in Güdül and beypazar region of Ankara city were evaluated. The
incidance of the feet lesions were determinated and some information was transferred
to the owner of the establishments about methods to prevent feet diseases, nail care
and foot health issues.
The material of the study is 3072 Holstein aged 2-14 years old with lameness symptom
in the dairy cattle establishments in Güdül and Beypazar region of Ankara city. Animals
with lameness symptoms were taken to hamper or lied down with appropriate methods
and feet were examinated in detail. The feet and the claws were washed and cleaned
with an antiseptic using a brush. The uncomfortable situations and nail deformations
were corrected and then the lesions were made visible and photographed.
In this study the incidance of the feet lesions among the 3072 Holstayns examined
are; Digital and interdigital dermatitis 29.07%, brusied solea lesion 22.80%, solear
ulcers 8.57%, rusterholz ulcer 3.55%, coroner flegmon 12.34%, interdigital hyperplasia
4.60%, white line disease 4.81%, pododermatitis 5.85%, interdigital flegmon 3.97%,
complicated food lesion 3.34%, fissure unglae1.04%. We came up with 478 foot
disease. The general incidence of the feet diseases among the Holstayn dairy cattles
were determined as 15.55%.
The incidence of foot diseases varies with the race, breeding method and climatic and
geographical regions. These diseases cause serious economic losses in dairy cattle,
and were stated that this size is much higher than the expected losses. While some
researchers indicated that the economic losses caused by the foot formed diseases
had received the third place among the other diseases, some others indicate that feet
diseases has the highest priority to express the problem of cattle enterprises. In this
study, this priority is supported. Just considering the digital and interdigital dermatitis
cases we came across at the six establishments in the region, the study proves the
importance of feet diseases in the aspect of economical losses.
Keywords: Cattle, Feet diseases, Incidance
- 140 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Atta Ateşli Silah Yaralanması ve Sağaltımı
Sema ÇAKIR 1, İbrahim CANPOLAT 1
1
Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ
Beş yaşında melez, bir aygır ateşli silah yaralanması şikayetiyle kliniğimize sunulmuştur.
Alınan anamnezde vakanın bir gün önce ateşli bir silah ile yaralandığı anlaşıldı. Yara
bölgesinde kanamanın durduğu ve bölgenin kurumuş kanla kaplı olduğu görüldü.
Yapılan direk (inspeksiyon, palpasyon) ve indirek (radyografik) muayeneler sonucu
kurşunun sağ gluteal bölgeden vücuda girip sol gluteal bölgeye ulaştığı tespit edildi.
At disosyatif genel anesteziye alınarak Berlin Yöntemi ile yatırıldı. Bölgenin traş ve
dezenfeksiyonundan sonra serviyetlerle kaplanıp operasyona hazır hale getirildi. Yara
bölgesi operasyonla genişletildi, kurşun ve plastik fişek parçası çıkarıldı. Ensizyon hattı
3 numara ipekle basit ayrı dikişlerle kapatılıp lokal Penicillin-G uygulandı. Parenteral
antibiyotik uygulamasına başlandı ve bir hafta süre ile antibiyotik kullanımı tavsiye
edildi.
Anahtar sözcükler: At, Kurşun
- 141 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Treatment of a Gunshot Wound in A Horse
Sema ÇAKIR 1, İbrahim CANPOLAT 1
1
Fırat University, Faculy of Veterinary Medicine, Surgery Department, ELAZIĞ
A half-breed stallion of a 5 year old was presented to our hospital with a complaint of
a gunshot wound. From anamnesis, the case was understood to have been wounded
one day before presentation. It was found that bleeding from the wound region
ceased and the site was covered with dried blood. Form direct (inspection, palpation)
and indirect (radiography) examinations, the bullet was determined to have entered
to the body from the right gluteal region and passed to the counterpart gluteal
region. After dissociative anesthesia and restraining the case with Berlin method, the
wound region was shaved, disinfected and wrapped for aseptic surgery. The wound
site was expanded surgically, the bullet and its plastic case were removed. The incision
line was closed with simple interrupted surgical suture pattern using sterile 3 no silk
and Penicillin G was locally administered. Also parenteral antibiotic was prescribed
postoperatively for one week. Prepared for surgery this region contain blood smear
direct (inspection and palpation) and indirect examination (radiography) was done.
In the radigraphic images, there were parts of the lead in the left side of the hip. The
region was opened by surgery and the lead and plastic material were removed from
left side of the hip.
Keywords: Horse, Gunshot
- 142 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Atta Ateşli Silah Yaralanmasına Bağlı II. Falanks Kırığının Tanı ve Sağaltımı
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Bu tebliğde bir atta ateşli silah yaralanması sonucu II. falanksta meydana gelen parçalı
kırık olgusunun tanı ve sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır.
Şiddetli topallık şikayetiyle kliniğimize getirilen 6 yaşlı ata dair anamnez bilgilerinden
atın üç gün önce mera dönüşü topallayarak eve geldiği ve nedene yönelik hasta sahibinin
herhangi bir bilgisinin olmadığı öğrenildi. Klinik muayenede atın sol ayağını fleksiyon
pozisyonunda tutarak sümbük ucuyla yere bastığı, yürürken ise şiddetli topalladığı
saptandı. İnspeksiyonda ilgili ekstremiteye ait kapsula ungula ve deri düzeyinde
herhangi bir lezyon saptanamadı. Tırnak muayene pensiyle yapılan palpasyonda
kapsula ungulada duyarlı alan saptanamadı. Elle yapılan palpasyonda falanks
düzeyinde aşırı duyarlılık saptanırken, II. falanksın arka yüzünde deri düzeyinde 0,3-0,5
cm çapında kanamasız bir defekt tespit edildi. Ayağın L/L ve A/P pozisyonlarda alınan
grafilerinde II. phalanksta parçalı kırık saptandı. Art. interphalengea distalis düzeyinde
radyoopasite veren bir adet yabancı cisim belirlenirken, phalanks sekondanın arka
yüzünde de yer yer kontrast veren alanlar tespit edilmesi üzerine operasyonla bölge
açığa çıkarıldı ve radyografide yeri belirlenen yabancı cismin kurşun olduğu anlaşıldı.
Kurşun parçaları tamamen temizlenerek bölge serum fizyolojikle yıkandıktan sonra
deri rutin yöntemle kapatıldı. Bölge steril pansumanla kapatılarak kapsula ungulayı
da içine alacak şekilde topuk bölgesi sentetik alçıyla sarılarak korundu. Postoperatif 3.
aydan itibaren topallık şikayetinin tamamen ortadan kalktığı ve 8. aydan itibaren de
atın iş gücünden faydalanıldığı öğrenildi.
Sonuç olarak, tanı ve sağaltım yaklaşımı yönünden klinik pratikte yol gösterici
nitelikte değerlendirildiğinden söz konusu olgunun sunulmasının sahada çalışan
meslektaşlarımıza faydalı olabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar sözcükler: Ateşli silah yaralanması, II. falanks kırığı, Topallık, At
- 143 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Diagnosis and Treatment of Fractured 2nd Phalanx in A Horse Caused by A
Gunshot Wound
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
The purpose of this paper is to present the results of diagnosis and treatment in a case
of segmental fracture resulting from a gunshot wound to a horse.
It was ascertained from the anamnesis of a six-year-old horse brought to our clinic for
severe lameness that the horse had returned from the pasture three days previously
limping. During the clinical examination, it was determined that the horse held
his left foot in the flexion position, and walked on the toe with a severe limp. An
inspection revealed no lesion on the skin or capsula ungulae. Palpation conducted
with hoof inspection tongs found no sensitive area in the capsula ungulae. When
extreme sensitivity was identified in the phalanx during hand palpation, a bloodless
defect 0.3-0.5 cm in diameter was found in the skin on the back of the 2nd phalanx. A
segmental fracture was found in the 2nd phalanx with x-rays of the foot in the L/L and
A/P positions. A single foreign object was identified in the Art. interphalengea distalis.
When areas showing contrast in different places were found on the back of the 2nd
phalanx, the area was surgically opened. The foreign object located in the radiography
was a bullet. The pieces of the bullet were completely removed, and the incision was
routinely closed. The wound was covered with a sterile dressing and the ankle region
was protected by placing it in a synthetic cast. Three months after the operation, the
lameness had completely disappeared and the horse was able to work starting in the
eighth month.
In conclusion, we believe that presentation of this case could help our colleagues
working in the field as it is a guide to clinical practice regarding diagnosis and
treatment.
Keywords: Gunshot wound, Fractured 2nd phalanx, Lameness, Horse
- 144 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Atta Özefagus Divertikulumu: Vaka Raporu
Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1, Fahrettin ALKAN 1
1
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu vaka raporunda, 10 yaşlı bir atta karşılaşılan özefagus divertikulumu olgusunun
klinik ve postmortem bulgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Vakayı SÜ Veteriner Fakültesi Kliniklerine getirilen rahvan, melez, 10 yaşlı, dişi bir at
oluşturdu.
Alınan anamnezde atın uzun süredir iştahının düzensiz olduğu, son üç gündür ise bu
durumun iyice kötüleştiği, atın daha çok su içtiği öğrenildi. İç hastalıkları kliniğinde
yapılan sondalamada, sondanın mide seviyesine kadar gittiği, fakat daha fazla
ilerletilemediği belirtildi. İç hastalıkları kliniğinden experimental laparotomi isteği ile
at cerrahi kliniğine gönderildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra experimental
laparotomi yapıldı. Karın boşluğunda herhangi bir anormallik ile karşılaşılmadı ve
hayvan sahibinin isteği doğrultusunda hayvan ötenazi edildi.
Postmortem olarak diyaframanın hemen ön kısmında karın boşluğuna girmeden
özefagusta ventrale doğru gelişim göstermiş divertikulum görüldü. Divertikulum
açıldığında içinde fitobezoar olduğu tespit edildi.
Atlarda ender olarak gözlenen, teşhis ve tedavisi için ciddi ekipman ihtiyacı bulunan
özefagus divertikulumu vakalarının tanısında, rutin klinik muayenelerin yanında
radyolojik ve endoskopik muayenelerinde mutlaka yapılması gerektiği sonucuna
varıldı.
Anahtar sözcükler: At, Özefagus, Divertikulum, Fitobezoar
- 145 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
An Esophagus Diverticulum in A Horse: Case Presentation
Kadircan ÖZKAN1, Muharrem EROL 1, Fahrettin ALKAN 1
1
University of Selcuk, Faculty of Veterinary Science, Department of Surgery, KONYA
In this poster presentation, we aimed to describe clinical and post mortal findings of a
ten-years-old horse with an esophagus diverticulum.
Material of this report consisted of a female, ten-year-old, hybrid, Rahvan horse
brought to the clinics of the Selcuk University.
It was learnt in the history that the horse had been having an irregular appetite for a
longtime, and the situation had got worse in last three days, and also she had been
drinking water rather than having bait. It was determined in the probe of internal
medicine clinics that catheter had been able to reach stomach but no further. The
horse was dispatched for experimental laparotomy from internal medicine clinics to
the surgery department. The experimental laparotomy was performed after routine
operation preparations. Any abnormalities were not encountered in the abdominal
cavity, but the horse was euthanized due to request of patient-owner.
As post mortal, a diverticulum development was seen to wards the ventral esophagus
just before reaching the abdominal cavity infront of the diaphragm. When the
diverticulum was incised, it was determined that there was a phytobezoar in it.
It was reached a conclusion that it is necessary to perform radiological and endoscopic
examinations besides the routine clinical examinations in order to diagnose the cases
of horses’ rarely seen esophagus diverticulum requiring serious diagnosis equipment.
Keywords: Horse, Esophagus, Diverticulum, Phytobezoar
- 146 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Açık Enfekte Metatarsus Kırığının İlizarov Eksternal Fikzatörü İle
Sağaltımı
Murat SARIERLER 1, Ali GÜLAYDIN 1
1
Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN
Bu gözlemde 4.5 aylık, 60 kg ağırlığında bir buzağıda karşılaşılan 15 günlük açık,
enfekte ve maddi kayıplı metatarsus kırığının İlizarov eksternal fiksatör sistemi ile
sağaltımı ele alındı.
Klinik muayenede sağ metatarsus bölgesinin ortasında lateral, anterior ve medialini de
kapsayan, yaklaşık 3×7 cm boyutlarında, doku kayıplı, açık enfekte yara tespit edildi.
Yara dudakları arasından görülebilen kırık uçlarının kirli sarı renkte olduğu dikkat çekti.
Klinik ve radyolojik bulgular ışığında buzağıya sağ metatarsusda proksimal diafizier
açık enfekte transversal kırık tanısı konuldu.
Tedavi amacı ile Ilizarov eksternal fiksatörü uygulamasına karar verildi. Bu amaçla pre
operatif dönemde 100 mm çaplı 3 halkalı, 4 rodlu Ilizarov eksternal fiksatörü (frame)
hazırlandı.
Bölgenin asepsi ve antisepsisinden sonra operasyona kadar, 6 saat de bir ılık serum
izotonik ve antibiyotik ile bölgenin lavajı gerçekleştirildi. Genel anestezi altında kırık
hattına mevcut yara aracılığı ile ulaşıldı. Nekroze kırık fragment uçları elektrikli kemik
testeresiyle kesilerek uzaklaştırıldı. Frame ekstremiteye yerleştirilerek Kirschner telleri
aracılığı ile tesbit edildi. Yaklaşık 4 ay süren post operatif süreçte, hastanın Ilizarov
eksternal fiksatör sistemini çok iyi tolere ettiği gözlendi. Post operatif 53. günde yara
tamamen kapanırken, kırık hattında konsolidasyon 90. günde gözlendi ve 110. günde
fiksatör çıkartıldı.
Hasta sahibi ile yapılan telefon görüşmeleri aracılığı ile buzağının teslim edildikten 2
hafta sonra hiç topallamadığı, 1 yıl sonra 250 kg ağırlığa ulaştığı öğrenildi.
Sonuç olarak buzağılarda açık, enfekte ve nekroze metatarsus kırıklarının Ilizarov
eksternal fiksatörü ve uygun post operatif bakım ile tedavi edilebileceği kanısına
varılarak paylaşılması uygun görüldü.
Anahtar sözcükler: Buzağı, Açık enfekte kırık, TEDAVİ, İLİZAROV Eksternal Fikzatörü
- 147 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Treatment of Open Infected Metatarsal Fracture in a Calf with the Ilizarov
External Fixator
Murat SARIERLER, Ali GÜLAYDIN 1
1
Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, AYDIN
In this report, the treatment of a 15-days open infected metatarsal fracture
encountered in a 4.5-month calf weighing 60 kg with the Ilizarov external fixation
system was discussed.
The clinical examination revealed an open infected wound which was approximately
3×7 cm in size and also including lateral, anterior and medial regions of the right
metatarsus with tissue loss in the middle of the right metatarsus. It was noted that
edges of the fracture that could be seen through wound margins were in dirty yellow
color.
According to clinical and radiological findings, open infected transversal proximal
diaphysier fracture of right metatarsus was diagnosed.
Treatment by using the Ilizarov external fixator was decided. For this purpose, the
Ilizarov external fixator’s frame with 3 rings and 4 rods, which is 100 mm in diameter,
was prepared pre-operatively.
After cleaning of wound on the fracture line, irrigation was performed with warm
isotonic serum and antibiotics in every 6 hours. Under general anesthesia, fracture
line was reached through the existing wound. The tips of the necrotizing fracture
fragments were removed by cutting with the electrical bone saw. The frame was placed
on the extremity and fixed with Kirschner wires. It was not possible to closed wound
by suturing. Open wound treatment was carried out until the wound completely
closed on post-operative 53rd day. The calf was very well tolerated the Ilizarov external
fixation system and no reaction occurred in the post-operative period which lasted
approximately 4 months. Consolidation of the fracture line was observed on the postoperatively 90th day, and the fixator was removed on post-operative 110th day.
Via the telephone interviews with the owner of the patient, it was learned that the calf
could able to walk without lameness 2 weeks after the discharge and reached 250 kg
in weight after 1 year.
As a result, it was concluded and approved to share that open, infected and necrotic
metatarsal fractures in the calves can be treated by using Ilizarov external fixator and
proper post-operative care.
Keywords: Calves, Open infected fracture, Treatment, Ilizarov Eksternal Fixator
- 148 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Dermatosparaxis Olgusu
Celal Şahin ERMUTLU 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2
1
2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS
Bu sunumda bir buzağıda karşılaşılan dermatosparaxis olgusunun klinik ve histopatolojik olarak tanımlanması ve operatif sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır.
Olgumuzu boyunun sağ orta hattında, hentbol topu büyüklüğünde bir şişkinlik varlığı
ile getirilen simental ırkı, 20 günlük dişi bir buzağı oluşturdu. Anamnez bilgilerinden
kitlenin doğumu izleyen birinci haftanın sonunda fark edildiği ve giderek büyüdüğü
anlaşıldı. Aynı zamanda buzağının deri yüzeyinin irinle kaplı olarak dünyaya geldiği
bilgisine ulaşıldı.
Kitle total olarak ekstirpe edildikten sonra histopatalojik olarak değerlendirildi ve
dermatosparaxis olarak belirlendi. Operasyondan 1 ay sonra boynun sol tarafında
aynı büyüklükte ve sağ regio mandibulanın arka tarafında nispeten daha küçük bir
kitlenin geliştiği tespit edildi. Bu kitlelerde operasyonla uzaklaştırıldı. Bu iki kitlenin de
histopatalojik değerlendirilmesinde de aynı sonuca varıldı.
Sonuç olarak ender olarak görülen dermatosparaxis olgusunun takdimi ile klinik
pratiğe olduğu kadar literatüre de katkı sağlanacağı söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Dermatosparaxis, Buzağı
- 149 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Dermatosparaxis in A Calf
Celal Şahin ERMUTLU 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS
1
2
The purpose of this presentation is to present the results of clinical and histopathological
diagnosis and surgical treatment in a case of dermatosparaxis encountered in a calf.
Our case consisted of a 20-day-old female Simmental calf brought in due to a swelling
the size of a handball on the right medial line of the neck. It was ascertained form
anamnesis information that the mass was noticed at the end of the first week after
birth and grew continually. We also learned that the calf had been born with purulence
covering the surface of the calf’s skin.
After the mass was completely extirpated, it was evaluated histopathologically and
determined to be dermatosparaxis. One month after the operation, it was determined
that one the same size had developed on the left side of the neck and a relatively
smaller mass behind the right mandibular region. These masses were surgically
removed. Reached the same conclusion in the histopathologically evaluation of these
two masses.
In conclusion, the presentation of a rare case of dermatosparaxis could be a
contribution to the literature and to clinical practice.
Keywords: Dermatosparaxis, Calf
- 150 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Ektopik Akciğer Olgusu
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Özlem ÖZMEN 2,
Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1
1
2
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURDUR
Bu çalışmada, bir buzağıda teşhis edilen ektopik akciğer olgusunun klinik, patolojik ve
operatif bulgularının tanımlanması amaçlandı.
Çalışmanın materyalini; Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi
Kliniğine, boyunda bir kitle şikâyeti ile getirilen 4 aylık, Holstein ırkı, dişi bir buzağı
oluşturdu. Buzağının fiziksel muayenesinde, boyun bölgesinde genellikle sert, bazı
alanlarda yumuşak kıvamlı bir kitle tespit edildi. Boyun bölgesinin latero-lateral
radyografisi alındı. Kitle cerrahi olarak ekstirpe edildi ve histopatolojik muayeneye
gönderildi.
Radyolojik inceleme neticesinde kitlenin yumuşak doku orijinli olduğu ve göğüs
boşluğu ile ilişkisinin olmadığı gözlendi. Kitle 24x17x11 cm boyutlarında, 3.5 kg
ağırlığında ve deri ile kaplı idi. Makroskopik olarak, kitlenin kesit yüzünde interlobuler
septumlar ile ayrılmış akciğer alanları ve nekrotik bölgeler görüldü. Histopatolojik
incelemede; bronşioler yapılar, atelektazik alanlar ve interlobuler septumlar görüldü.
Ayrıca; alveollerin tip II epitel hücreleri ile döşeli olduğu saptandı. Kitlenin cerrahi
olarak ekstirpe edilmesinden sonra, postoperatif komplikasyonlar ile karşılaşılmadı.
Ektopik akciğer, buzağılarda nadir görülen bir anomali olmasına rağmen, buzağılarda
boyun bölgesinde bir kitle tespit edildiğinde göz ardı edilmemelidir.
Anahtar sözcükler: Anomali, Buzağı, Ektopik akciğer, Şirurjikal sağaltım, Patoloji
- 151 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Ectopic Lung in A Calf
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Özlem ÖZMEN 2,
Yusuf Sinan ŞİRİN 1,Sırrı AVKİ 1
1
2
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Pathology, BURDUR
This study was aimed to describe the clinical, pathological and operative findings of
ectopic lungs diagnosed in a calf.
The material of this study was consisted of four months old, Holstein, female calf that
brought to the Department of Surgery (University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of
Veterinary Medicine) with complaint a mass in the neck. On the physical examination
of calf was observed generally a solid mass and soft in some areas in the neck region.
After latero-lateral radyograph of the neck, the mass was extirpated and sent to
histopathological examination.
In radiographical examinations, it was observed that the mass was originated
from soft tissue and was not present in the chest cavity. A mass with 24x17x11
cm sizes and 3.5 kg weigth was covered with skin. Macroscopically, the lung areas
separated by interlobular septa and necrotic foci were observed in cut surface of
mass. In histopathological examination; bronchiolar structures, atelectatic areas and
interlobular septa were seen. In addition; the alveoli were surrounded by the type
II epithelial cells. Postoperative complications were not encountered after surgical
extirpation of the mass.
Although the ectopic lungs is an anomaly that was seen rarely in calves, it should not
be ignored when a mass detected on the neck region of the calves.
Keywords: Anomaly, Calf, Ectopik lungs, Pathology, Surgical treatment
- 152 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Komplike Taban Ülseri Olgusu ve Sağaltımı
İbrahim AKIN 1, Zeynep Bilgen ŞEN 1, Osman BULUT 1, Ali BELGE 1
1
Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN
Bu sunumda, 1.5 aylık, Holstein ırkı, erkek bir buzağıda rastlanan komplike taban ülseri
olgusu ve sağaltımı konu edildi.
Klinik muayenede, sol ön bacakta orta-şiddetli basış topallığı belirlendi. Ayağın ve
tırnağın temizliği sırasında medial tırnağın taban ökçe geçişinde yaklaşık 5 mm çaplı
lezyon tespit edildi. Lezyonlu tırnağın direk ve indirek palpasyon muayenesinde
şiddetli ağrı, lezyon etrafında purulent akıntı belirlendi. Lezyonlu bölgeden içeriye
sokulan pensin yaklaşık 3 - 4 cm ilerlediği belirlendi. M. flexor digitalis profundus ve
m. flexor digitalis superficialis tendoların distalden proksimale doğru gerçekleştirilen
palpasyon muayenelerinde ise metacarpus distaline ulaşan ağrı bulgusu tespit edildi.
Radyografide antero-posterior grafide articulatio interphalangea distalis’de artritis ile
1. ve 2. phalanx eklem yüzlerinde osteoliz gelişimi tespit edildi. 1, 2 ve 3. phalanx’da
osteofitik üremeler saptandı. Klinik ve radyolojik bulgular doğrultusunda olguya,
komplike olmuş taban ülseri tanısı konuldu. Tedavi amacı ile lezyonun bulunduğu
bölgenin etrafı temizlendi. Buzağıya sedasyon amacı ile 0.1mg/kg dozda im xylasine
HCl uygulandı. Lezyonun irrigasyonu yapıildi, daha sonra küretajı gerçekleştirildi ve
tekrarr irrigasyon uygulandı. Lezyon içerisine kristal penisilin uygulandı. Ayak %0,1’lik
ethacridine lactate solüsyonu ile antiseptik yaş pansumana alındı. Ayağın her gün
3 kez ıslatılması konusunda hayvan sahibi bilgilendirildi. Üç hafta boyunca, haftada
bir kez irrigasyon tarafımızca tekrarlanarak antiseptik yaş pansuman değiştirildi.
Dördüncü haftada lezyon üzerine amoksisilin-klavulonik asit uygulandı; takiben ilgili
ayak kuru pansumana alındı. Buna ek olarak amoksisilin-klavulonik asit parenteral
olarak önerildi. Altıncı hafta sonunda yapılan muayene şişliğin çok azaldığı, topallığın
bulunmadığı, indirek palpasyonda tabanda hafif bir duyarlılık olduğu saptandı. Tedavi
başlangıcından 2 ay sonra tamamen iyileştiği öğrenildi.
Sonuç olarak, komplike taban ülserlerinin yüksek süt verimli yetişkin süt sığırlarında
sık karşılaşıldığı bildirilirken buzağıda rastlanması ilginç bulunmuştur. Bu sunumda
olgunun tedavisi literatür ve klasik kitaplarda yer alan yetişkin sığırlarda bildirildiği
şekli ile gerçekleştirilmiştir. Olgunun paylaşılması, komplike taban ülseri hastalığının
buzağılarda da görülebileceğini bildirmesi açısından uygun görülmüştür. Anahtar sözcükler: Buzağı, Taban ülseri, Tedavi
- 153 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Complicated Sole Ulcer and Treatment in A Calf
İbrahim AKIN 1, Zeynep Bilgen ŞEN 1, Osman BULUT 1, Ali BELGE 1
1
Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, AYDIN
In this presentation, a male 1.5 months, Holstein calf, was come up as complicated
sole ulcer and treatment. During clinical examination, the calf’s left front legs were
moderate to severe lame. After cleaning of the foot a lesion approximately 5 mm in
diameter was seen on the sole - heel junction of the medial hoof. There were severe
pain and purulent discharge around the lesion, in direct and indirect palpation of the
hoof. Forceps, inserted in lesion, was head towards approximately 3 - 4 cm to articulatio
interphalangea distalis (coffin joint), the cavity occured in the region and forceps
touched to the bone tissue. Pain was found in palpation of m. flexor digitalis profundus
and m. flexor digitalis superficialis at level of distal metacarpus. In radiograpy, arthritis
in coffin joint and articular surface of first and second phalanx identified osteolysis.
Significant osteophyte formations was seen on 1, 2 and on the third of phalanx.
According to radiologic and clinical findings, this case was evaluated as complicated
sole ulcer. At the beginning of the treatment foot was cleaned. Calf was sedated with
0.1mg/kg im xylasine HCl. Lesion was irrigated, then curetted and reirrigated. Crystal
penicilline was injected in the cavity. Foot dressed antiseptic wet compress with %0.1
ethacridine lactate solution. It was advised to owner that, to wet the compress with
antiseptic solution for three times a day. Once a week for three weeks, antiseptic
wet dressings changed and irrigation applied by us. Amoxicillin - clavulanic acid
was applied on the lesion at the fourth week of the treatment, and recommended
as parenterally. At the end of the sixth week, there was slightly pain on lesion and no
lameness, also swelling decreased. After two months of the beginning of the treatment,
calf could use its leg without any lameness and there was no pain on the lesion area. As a result, however complicated sole ulcers was reported commonly encountered
in highly yield dairy cows, this case was evaluated as interesting for encountering in
calf. In this report, treatment of the calf performed as in dairy cows, which take part
in classical books and literature. Sharing this case is deemed as useful for complicated
sole ulcer can also be seen in calves. Keywords: Calf, Sole ulcer, Treatment
- 154 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Proksimal Tibia Kırığının Linear Eksternal Fikzator İle Sağaltımı
Murat SARIERLER 1, Onur Ö. DERİNCEGÖZ 1, Ali GÜLAYDIN 1, Ali KARAHALLI 1
1
Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN
Bu gözlemde, 3 günlük 35 kg ağırlığında bir Holstein buzağıda karşılaşılan proksimal
tibia kırığının linear eksternal fikzatör (orthofix) sistemi ile sağaltımı ele alındı.
Klinik muayenede buzağının sağ arka ekstremitesinde şiddetli topallık ve sağ tibia
proksimalinde krepitasyon tesbit edildi. Klinik ve radyolojik bulgular ışığında sağ tibia
proksimalinde oblik kırık tanısı konuldu.
Tedavi amacı ile Orthofix eksternal fiksatör uygulanmasına karar verildi. Operasyona
rutin hazırlık aşamalarını ve anesteziyi takiben tibianın medialinden yapılan ensizyonla
kırık hattına ulaşıldı. Kırık fragmentlerinin redüksiyonunu takiben ekstremite askıya
alınarak tibia lateralinden Schanz pinleri aracılığı ile eksternal fikzatör ekstremiteye
tesbit edildi.
Post operatif ilk günden itibaren buzağının ilgili ekstremitesini hafif bir topallık ile
birlikte fonksiyonel olarak kullanabildiği gözlendi. Kırık hattında konsolidasyon 51.
günde gözlendi ve 57. günde fiksatör çıkartıldı. Tedavi süresince buzağının, Orthofix
eksternal fikzatör sistemini çok iyi tolere ettiği gözlenirken herhangi bir komplikasyona
da rastlanmadı.
Sonuç olarak buzağılarda proksimal tibia kırıklarının linear eksternal fikzatör ve uygun
post operatif bakım ile başarılı bir şekilde tedavi edilebileceği kanısına varılarak
paylaşılması uygun görüldü.
Anahtar sözcükler: Buzağı, Kırık, Tedavi, Linear eksternal fikzatör
- 155 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Treatment of Proximal Tibial Fracture of A Calf by Using Linear
External Fixator
Murat SARIERLER 1, Onur Ö. DERİNCEGÖZ 1, Ali GÜLAYDIN 1, Ali KARAHALLI 1
1
Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, AYDIN
In this case report, the treatment of a proximal tibial fracture encountered in a 3-days
old Holstein calf, weighing 35 kg by using the Orthofix linear external fixator was
presented.
Clinical examination revealed severe lameness in the right hind limb and crepitation
in the right proximal tibia. According to clinical and radiological findings, oblique
fracture of the right proximal tibia was diagnosed.
Therefore, the treatment with the Orthofix external fixator application was decided.
Following the routine surgical preparation and anaesthesia, the fracture line was
reached through the medial incision under general anesthesia. Following reduction
of the fragments, the external fixator was fixed on the limb with Schanz pins through
the lateral side of the tibia.
At the post-operatively 1st day, the calf could able to use relavant extremity
functionally with slight lameness. Consolidation of the fracture line was observed on
post-operatively 51st day, and the fixator was removed on post-operatively 57th day.
There were no complications during the treatment period.
Finally, it was observed that the patient was very well tolerated the Orthofix
external fixator and no reaction occurred in the post-operative period which lasted
approximately 2 months.
As a result, it was concluded and approved to share that proximal tibial fractures in the
calves could be treated with the linear external fixator and proper post-operative care.
Keywords: Calves, Fracture, Treatment, Linear eksternal fixator
- 156 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Buzağıda Servikal Bölgede Rastlanan Heteretopik Akciğer Olgusu
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Enver BEYTUT 2, Vedat BARAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anabilim Dalı, KARS
Bu makalede bir buzağıda rastlanan heteretopik akciğer olgusunun klinik, radyolojik
ve histopatolojik olarak tanımlanması ve cerrahi müdahaleyle sağaltımı sunulmuştur.
Olgumuzu Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı kliniklerine
doğduğu günden beri boyun bölgesinde hentbol topu büyüklüğünde bir kitlenin
varlığı şikayetiyle getirilen simmental ırkı, 45 günlük dişi bir buzağı oluşturdu.
İnspeksiyonda buzağının kondüsyonunun oldukça iyi olduğu ve söz konusu kitlenin
servikal bölgede lokalize saplı tümör görüntüsünde olduğu görüldü. Palpasyonda
kitlenin normal vücut ısısında, yarı katı-esnek kıvamda ve beklenenden daha hafif
yapıda olduğu anlaşıldı. Ayrıca venografi yapılarak bölgenin damarlaşması hakkında
bilgi edinildi.
Bölgenin hazırlıkları tamamlandı ve inhalasyon anestezisi altında kitle total olarak
ekstirpe edildi. Postoperatif 3 gün boyunca analjezik ve antibiyotik uygulandı.
Operasyonla uzaklaştırılan kitlenin makroskobik ve histopatojik incelenmesinde
heteretopik akciğer olduğu tespit edildi.
Buzağı postoperatif 1 ay süresince takip edildi ve herhangi bir anormal durumla
karşılaşılmadığı anlaşıldı.
Sonuç olarak ender görülen böyle bir vakanın sunulmasıyla literatüre katkı sağlanabileceği düşünülmüştür.
Anahtar sözcükler: Heteretopik akciğer, Buzağı
- 157 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Heterotopic Pulmonar Anomaly in the Cervical Region of A Calf
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Enver BEYTUT 2, Vedat BARAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS
1
2
This article presents the clinical, radiological and histopathological description of a
case of heterotopic pulmonar anomaly in a calf and the ensuing surgical intervention.
Our case was a 45-day-old female Simmental calf brought to the Kafkas University
School of Veterinary Medicine Surgery Department clinic due to a mass the size of a
handball in the neck region present from birth.
Upon inspection, it was determined that the calf was in excellent condition and the
mass appeared to be a pedunculated tumor in the neck region. Palpation revealed
that the mass had normal body temperature, was semi hard-flexible and lighter than
expected. A venography was performed to ascertain veining in the region.
The region was prepared and the mass was completely extirpated under inhalation
anesthesia. Analgesia and antibiotics were administered for three days following
surgery. A macroscopic and histopathological examination of the mass which had
been surgically removed determined that it was heterotopic pulmonar anomaly.
The calf was followed for one month after the operation and there were no
abnormalities.
In conclusion, we believed that such a rare case should be presented as a contribution
to the literature.
Keywords: Heterotopic pulmonar anomaly, Calf
- 158 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Cocker Spanial Irkı Köpekte Ekstrahepatik Tekli Portosistemik Şant Olgusu
Kürşat ÖZER ¹, Zihni MUTLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Alper DEMİRUTKU ¹
¹ İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
Portosistemik şantlar; portal kanın, karaciğere uğramadan direkt olarak sistemik
dolaşıma aktarılmasına neden olan damarsal anomalilerdir. Bu direkt bağlantılar
nedeni ile mide, bağırsak, pankreas ve dalaktan gelen portal venöz kandaki toksinler,
karaciğerde etkisiz hale getirilemeden sistemik dolaşıma katılırlar ve metabolik
bozukluklara yol açarlar. Ayrıca pankreas ve bağırsaklardan gelen hepatotrofik
maddelerin karaciğere ulaşmasını da engelleyerek karaciğer atrofisine neden olurlar.
Portosistemik şantlar, kongenital ya da edinsel şantlar, intrahepatik ya da ekstrahepatik
şantlar, tekli ya da çoklu şantlar olarak sınıflandırılırlar. Ekstrahepatik şantlar, daha çok
bir yaş altındaki küçük ırk köpeklerde, konjenital olarak ortaya çıkan tekli damarlardır.
Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine iştahsızlık ve
epileptik nöbet şikayeti ile getirilen dokuz aylık, erkek, Spanial Cocker ırkı köpek
oluşturdu. Hastanın laboratuvar bulgularının bir portosistemik şant varlığını
kuvvetlendirmesi nedeniyle hastaya transrektal sintigrafi uygulandı. Vena porta
ile vena kava kaudalis arasında, ekstrahepatik yerleşimi olan bir şant tespit edilerek
laparotomi uygulandı ve damarın, amereoid sıkıştırıcı yerleştirilip kademeli ligasyonu
sağlandı.
Bu çalışmada, bir Cocker Spanial ırkı köpekde saptanan tekli ekstrahepatik portosistemik
şant olgusunun ve sağaltım seçeneklerine ilişkin bulgularımızın meslektaşlarımızla
paylaşılması amaçlandı.
Anahtar sözcükler: Damarsal anomaliler, Ekstrahepatik portosistemik şant, Köpek
- 159 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Extrahepatic Single Portosystemic Shunt in a Cocker Spanial Dog
Kürşat ÖZER ¹, Zihni MUTLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Alper DEMİRUTKU ¹
¹ Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ISTANBUL
Portosystemic shunts are vascular anomalies that carry the portal blood into
systemic circulation bypassing the liver. Toxins are in the portal blood, draining
from the stomach, intestines, pancreas and spleen, enter the systemic circulation
without deactivated in the liver and they induce a variety of metabolic abnormalities.
Also, important hepatotrophic substances from the pancreas and intestines do not
reach the liver, resulting in hepatic atrophy. Portosystemic shunts are categorized
as congenital or acquired, intrahepatic or extrahepatic, single or multiple shunts.
Extrahepatic shunts, usually are congenital and singular shunts, most commonly
diagnosed in small breed dogs under one year of age.
A nine months old, male, Cocker Spanial dog admitted to the Department of Surgery,
Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University with a complaint of intermittent
anorexia and epileptic seizure. After laboratory findings supported the presence
of a portosystemic shunt, transrectal scintigraphy has been performed. Single
portosystemic shunt is located between the portal vein and caudal vena cava found in
exploration and this vessel was isolated and placed an ameroid constrictor for gradual
occlusion.
The aim of this study is to share the case of extrahepatic single portosystemic shunt in
a Cocker Spanial Dog and its treatment options with our colleageues.
Keywords: Vascular anomalies, Extrahepatic portosystemic shunt, Dog
- 160 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir İnekte Retikulumun Sağa Deplasmanı: Vaka Raporu
Semih ALTAN 1, Yılmaz KOÇ 1, Fahrettin ALKAN 1, Muharrem EROL 1, Ramazan YILDIZ 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu sunumun amacı 2 yaşlı Holstein ırkı bir inekte karşılaşılan retikulumun sağa
deplasmanı olgusunu tanımlamaktır.
Sunulan vakada, 2 yaşlı Holstein ırkı inek dâhiliye kliniğinden abomazumun sağa
deplasmanı tanısıyla cerrahi kliniğine getirildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra
sağ fossa paralumbal bölgeden karın boşluğuna ulaşıldı.
Karın boşluğunda şişkin bir yapının varlığı dikkati çekti. Bu yapının palpasyonunda üst
tarafı gazla dolu olduğu için yumuşak kıvamdaydı. Alt tarafların ise sert katı kıvamda
olduğu hissedildi. Şişkinliğin gazı alındıktan sonra yaklaşık 4 cm’lik bir ensizyonla
açıldı. İçerisinden Rumen’dekine benzer bir içerik çıkarılan dokunun petek yapısındaki
mukozalarının görülmesiyle retikulum olduğu saptandı. İçeriği boşaltılan retikuluma
1 L parafin likit konulduktan sonra rutin olarak kapatıldı. Karın boşluğu kapatıldıktan
sonra hayvan hospitalize edildi. 3 gün boyunca hospitalize edilen inek düşkünleştiği
ve genel durumu bozulduğu için kesime sevk edildi.
Sığırlarda mide kompartmanlarının en küçüğü olan retikulum rumenin genişleyen bir
parçasını andırır. Karnın ventralinde prosesus xiphoidea’nın hemen üzerinde bulunan
retikulumun yapılan literatür taramalarında normal yerinden deplase olduğunu
gösteren hiç bir veriye rastlanılmamıştır.
Sonuç olarak retikulumun sağa deplase olduğu ilk rapor olması sebebiyle bu vakanın
sunulmasının önemli olacağı kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: İnek, Retikulum, Deplasman
- 161 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Right Displacement Of Reticulum in A Cow: Case Report
Semih ALTAN 1, Yılmaz KOÇ 1, Fahrettin ALKAN 1, Muharrem EROL 1, Ramazan YILDIZ 1
1
Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Depatment, KONYA
The purpose of this report is to describe right displacement of reticulum encountered
in a two years old Holstein cow.
In the presented case, two years-old Holstein cow were brought to the surgery
department from the internal medicine one, with the diagnosis of right displacement
of reticulum. Abdominal cavity was reached from the right fossa paralumbar area after
the routine operation preparations.
Existence of as wollen structure attracted attention in the abdominal cavity. During
palpation, the up side of this structure was in a soft condition due to being full of air.
It was felt that the down side was firm. The tissue was opened with an about 4-cmincision after emptying the air of the swelling. Determining that it was the reticulum,
after seeing content-looking like rumen content extracted from a tissue having a honey
combmucosal structure. The emptied reticulum was closed as routine after placing 1L
paraffin liquid. The animal was hospitalized up on the closing the abdominal cavity.
Thethree-day-long hospitalized cow was dispatched to slaughter due to poverty and
corruption of general condition.
Reticulum of the cow, the smallest compartment of the stomach, lookslike an
expanding part of the rumen, located around the ventral abdomen on xyphoid
process. In the research of literatüre performed, it was not found any data showing the
displacement of reticulum from the normal location.
Consequently, it was opinion that the presentation of this case might be important
due to be ing the first study of the displacement of reticulum.
Key words: Cow, Reticulum, Displacement
- 162 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir İnekte Servikal Bölgede Karşılaşılan Lipom Olgusu
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1
1
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Bu çalışmada, bir ineğin sol servikal bölgesinde yer alan bir lipom olgusunun klinik,
termografik ve ultrasonografik bulguları ve sağaltımının sunulması amaçlanmıştır.
Çalışmanın materyalini Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD
Kliniğine getirilen 8 yaşlı, esmer inek oluşturdu. Olgunun, klinik, termografik ve
ultrasonografik muayeneleri yapıldı, sol servikal bölgede tümör tanısı konulan kitle,
total olarak ekstirpe edildi ve kitleden histopatolojik inceleme için örnek alındı.
Bulgular: Anamnezde, sol servikal bölgede yerleşim gösteren tümörün 4 yıl önce
oluşmaya başladığı bu süre içinde veteriner hekime götürülmediği, yapılan çeşitli
ampirik müdahalelere rağmen giderek büyüdüğü, son dönemlerde iştahsızlık
ile birlikte verim kaybının şekillendiği bilgisi alındı. Hastanın inspeksiyonunda,
polimyelie olgusunu andıran bir kitle varlığı gözlendi, kitlenin palpasyonunda hamur
kıvamında şişkinlik ve ağrı bulguları ve oluşumun distalinde keratinizasyon saptandı.
Termografik olarak kitlenin boyun kısmında cranial yüzde ve tüm kitle boyunca caudal
yüzde sıcaklık artışı, kitlenin distalinde soğuk alanlar, ultrasonografik olarak; tüm
kitle boyunca düzenli dağılım gösteren hiperekojenik alanlar belirlendi. Kaudalinde
yoğun vaskülarizasyon gösteren ve kas doku ile bağlantısı bulunan kitle, total olarak
uzaklaştırıldı. Yapılan makroskopik muayenede; kitle uzunluğu 38.7 cm, genişliği 14
cm, çevre uzunluğu 41 cm ve kitle ağırlığı 2.7 kg olarak belirlendi. Elde edilen örneğin
histopatolojik incelemesiyle kitlenin lipom olduğu belirlendi.
Lipomlar, çevre dokulardan açık bir şekilde ayırt edilebilen ve genellikle deri altı
dokuda soliter bir kitle olarak bulunan, iyi diferensiye olmuş liposit ve lipoblastların
tümörü olarak adlandırılan neoplastik oluşumlardır. Bölgesel deformasyon dışında
klinik semptom göstermediği için hasta sahiplerince önemsenmeyen ya da ampirik
yöntemlerle sağaltılmaya çalışılan bu tür olgularda, giderek artan kitlesel büyüklüğe
bağlı olarak şekillenen komplikasyonların önüne geçilmesi için, yetiştiricilerin bu gibi
olgularda zaman geçirmeden veteriner hekime başvurması konusunda öncelikle
bilinçlendirilmesi gerektiği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Lipom, inek, termografi, ultrasonografi
- 163 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Lipoma in Servıcal Region of Cattle
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1
1
Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
This study is intended to present clinical, thermographic and ultrasonographic results
and treatment administered in a case of lipoma on servical region.
The study material was a 8-year-old Brown swiss cattle brought to the Atatürk
University Veterinary Faculty. It was diagnosed tumour in clinical, thermographic and
ultrasonographic examination and was totally extirpated. Specimen were taken for
histopathological investigation.
Anamnesis revealed that tumour occurred 4 years ago, veterinarians did not examine,
intervention was empirically, anorexia and to lose weight. Clinical examination revealed
severe a similar mass to polimyelie, swelling of the consistency of the dough, pain and
keratinization of distal swellness. As a result of thermographic examination, it was seen
that increasing temperature on cranial of neck mass and decreasing temperature distal
of mass. Ultrasonographic results revealed regular hyperechogenic area throughout
the entire mass. Massshowing intense vascularization on caudal and connection with
the muscle tissuewas totally extirpated.Macroscopic examination revealed 38.7 cm
in length, 14 cm in width, 41 cm in perimeter and 2.7 kg in weight. It was identified
that tumoural mass was lipoma which performed histopathological examination. Lipomas are clearly distinguishable from the surrounding tissues, is found a solitary
mass in the subcutaneous tissue usually, was well differentiated and tumor of liposit
and lipoblasts. Due to ıt not show clinical signs except for regional deformation,
owners underestimate or the attempt to treat the empirical methods. In order to avoid
complications, live stock ranger must be conscious.
Keywords: Lipoma, Cattle, Thermography, Ultrasonography
- 164 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kara Kaplumbağası’nda Görülen Travmatik Artritis Olgusunun Dimetil
Sülfoksit (Dmso) İle Sağaltımı
Nezihe GÖKHAN 1
1
Gümüşhane Üniversitesi, Tıbbi Hizmetler ve Teknikler MYO, GÜMÜŞHANE
Bu sunumda, bir kara kaplumbağasında karşılaşılan travmatik artritis olgusunun
Dimetil sülfoksit (DMSO) ile sağaltım sonuçlarının aktarılması amaçlanmıştır.
Olgu materyalini, Gümüşhane Sağlık Meslek Lisesi’nin maskotu olan, topallık
şikayetiyle getirilen kara kaplumbağası oluşturdu. Anamnez ve klinik muayene sonucu
travmatik artritis tanısı konulan olguya DMSO ile sağaltım uygulandı.
Klinik muayenede, şiddetli topallık ile sağ 3. tırnağının kırık olduğu ve eklem bölgesinin
yangılandığı saptandı.
Artrit sağaltımı uygulanmayan olgularda kısa süre içerisinde kronik seyir gelişir ve
bunun sonucunda da yapılacak olan sağaltım güçleşir. Sağaltımda DMSO tercih
edilmesinin nedeni DMSO’nun antienflamatuar, analjezik ve doku geçirgenliğini
arttırıcı etkilerinin olmasıdır.
Sonuç olarak, tüm hayvanlarda sıklıkla ortaya çıkan artritise kaplumbağalarda da
karşılaşılabileceği, klinik muayene ile tanısının kolaylıkla konulabileceği ve DMSO ile
sağaltımının başarılı bir şekilde yapılabileceği saptanmıştır.
Anahtar sözcükler: Kara kaplumbağası, Topallık, Artritis, Dimethylsulfoxide, DMSO
- 165 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Treatment of A Turtle (Testudo Graeca İbera) which has Traumatic Arthritis
Case by Using the Dimethylsulfoxide (DMSO)
Nezihe GÖKHAN 1
1
Gumushane University, Medical Services and Techniques VHS, GÜMÜŞHANE
In this presentation, we encountered a turtle case of traumatic arthritis Dimethylsulfoxide (DMSO) and treatment outcomes, is presented.
The materials, Gümüşhane Health Vocational High School mascot, created a land
tortoise brought a complaint of lameness. Anamnesis and clinical examination,
patients diagnosed with traumatic arthritis as a result of DMSO treated using.
Clinical examination, severe lameness in the right 3rd of the nail is broken and the
joint was inflammation.
Arthritis is not applied to the treatment of patients develop chronic course and as a
result within a short period of time which will be difficult to cure. Treatmet DMSO are
preferred because DMSO-inflammatory, analgesic and tissue is that the permeabilityenhancing effects.
As a result, all the animals that often be encountered in the arthritis turtles, diagnosed
easily by clinical examination and DMSO was made ​​a successful therapy.
Keywords: Turtle, Lameness, Arthritis, Dimethylsulfoxide, DMSO
- 166 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedi ve Bir Köpek Yavrusunda Rektal Prolapsus ile İleossekokolik
İnvaginasyon Olgusu
H. Özlem NİSBET 1, Ahmet ÖZAK 1, Cenk YARDIMCI 1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN
İnvaginasyonlar özellikle 1 yaşından küçük olan kedi ve köpek yavrularında oluşur
ve genellikle ileosekokolik bağlantıda şekillenir. Rektal prolapsus ile kolonik
invaginasyonların birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Bu çalışmanın amacı 2 aylık dişi
bir kedi yavrusu ile 4 aylık bir köpek yavrusunda karşılaşılan iki farklı rektal prolapsus
ve ileosekokolik invaginasyon olgusunun klinik ve operatif sonuçlarını bildirmektir.
Her iki olguda yapılan klinik muayene sonucu kolonik invaginasyon olduğu tespit
edildi. Medikal tedaviyi takiben olgulara genel anestezi altında laparatomi yapıldı.
Operasyon sırasında her iki olguda da ileum ve sekumun kolon içerisine invagine
olduğu görüldü. Kedinin invagine olan barsak bölgelerinin canlılığını koruduğu
belirlendi. Köpekte ise sekumun da içinde bulunduğu yaklaşık 25cm barsak halkasının
canlılığını yitirmiş olduğu saptanarak rezeke edildi. Nipple valve yöntemi kullanılarak
ileum ve kolon arasında uc uca anastomoz uygulandı. Post-operatif 24. saatte oral sıvı
ve 48. saatte gıda verildi. Her iki hasta da postoperatif komplikasyon olmadı ve nüks
görülmedi. Sonuç olarak rektal prolapsus ve ileosekokolik invaginasyonu olan kedi ve
köpek yavrularında, genel durumları stabil olduğu takdirde operatif girişimin tercih
edilmesinin etkili bir yöntem olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: İleosekokolik invaginasyon, Barsak, Rektal prolapsus, Kedi, Köpek
- 167 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Rectal Prolapse and Ileosecocolic Intestinal Intussusception in A Kitten and
A Puppy
H. Özlem NİSBET 1, Ahmet ÖZAK 1, Cenk YARDIMCI 1
1
Ondouz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SAMSUN
Intussusceptions occur primarily in dogs and cats younger than 1 year of age and
are most commonly found at the ileocecocolic junction. Rectal prolapse must be
differentiated from colonic intussusception. The aim of this study was to present
clinical and surgical outcomes of two different rectal prolapse and ileosecocolic
intestinal intussusception cases in a 2-month-old, female kitten and in a 4-mounthold, male puppy. Colonic invagination was detected on physical examination in both
cases. A laparotomy was performed under general anesthesia after a few hours medical
treatment. The ileosecocolic intestinal intussusception cases were observed after
laparatomy. The invaginated bowel section viability was maintained in the kitten. But
the non-viable intestinal segment approximately 25cm was resected in the puppy and
an end-to-end anastomosis of the viable segments between the ileus and colon was
performed with the nipple valve method. Oral fluids were offered 24 h postoperatively
and feeding commenced 48 h postoperatively. The cat and the puppy undergoing
corrective surgery for an intussusception in this set of cases survived without any
recurrence or postoperative complications. As a conclusion, surgical treatment was
emphasized as an effective method for treatment of rectal prolapse and ileosecocolic
intestinal intussusception in kitten and puppy if their general condition is stable.
Keywords: Ileosecocolic intussusception, Intestine, Rectal prolapse, Kitten, Puppy
- 168 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedide Bilateral Konjenital Fleksural-Torsional Arka Ekstremite
Deformitesinin Mini-Vetfix Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Düzeltilmesi
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesii Veteriner Fakültesii Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN
Bu çalışmada bilateral konjenital fleksural-torsional arka ekstremite deformitesinin
mini-vetfix eksternal fiksasyon sistemi ile düzeltilmesi amaçlandı.
Tarsal eklemin distalinde bilateral konjenital fleksural-torsional deformiteye bağlı
olarak fonksiyonel yürüme bozukluğu olan 7 aylık, 2,5 kg ağırlığında dişi bir kedi çalışma
materyalini oluşturdu. Olgunun; eşgali, deformite tanımı, fiksatör konfigürasyonu,
postoperatif komplikasyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım zamanı, fiksatör
çıkarılma zamanı ve fonksiyonel sonuç bulguları kaydedildi. Çerçeve konfigürasyonu
transartiküler olarak iki adet açılı rod ile birbirine bağlanmış 2 adet tam, 2 adet yarım
halkadan (40 mm iç çaplı) oluşmaktaydı.
Korrektif cerrahi prosedür iki ayrı operasyonda gerçekleştirildi (önce sağ). İlk olarak
tarsal eklem seviyesinde fleksor tendo transeksiyonları ve daha sonra talus ve tarsal
kemiklerin ostektomisi gerçekleştirildi. Takiben tibianın distal ve metatarsusların
proksimal epifizeal eklem kıkırdakları uzaklaştırıldı ve tarsal eklem mini-vetfix eksternal
fiksasyon sistemi ile fizyolojik açısında sabitlendi. Fiksatör postoperatif 32. günde
uzaklaştırıldı. Aynı işlem sol arka ekstremitede de gerçekleştirildi ve postoperatif
27. günde fiksatör uzaklaştırıldı. İkinci operasyondan iki ay sonra yapılan kontrolde
hastanın her iki ekstremitesini de fonksiyonel olarak kullandığı gözlendi.
Yapılan kapsamlı literatür taramasına göre, bildirilmiş olan olgu gerek tanımlanması
gerekse de sağaltımı bakımından veteriner ortopedi ve travmatoloji alanında bir
ilktir. Diğer konvansiyonel ortopedik yöntemlerle düzeltilmesi zor olan ileri dereceli
konjenital fleksural-torsional arka ekstremite deformitelerinin düzeltilmesinde
transartiküler eksteral fiksasyon ile yapılan artrodez başarılı olmuştur.
Anahtar sözcükler: Kedi, Eksternal fiksasyon, Konjenital, Ekstremite deformitesi
- 169 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Correction of Bilateral Congenital Flexural and Torsional Hind Limb Deformity
with Mini-Vetfix External Skeletal Fixation System in A Cat
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1
1
Ondokuz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SAMSUN
The objective of present study is to report our experience with use of mini-vetfix
external skeletal fixation system for surgical correction of bilateral congenital flexural
and torsional hind limb deformity in a cat.
A 7-month-old, female, 2.5 kg, domestic short hair cat with bilateral congenital flexural
and torsional hind limb deformity below the hock joint was enrolled in present
study. Data recorded was signalment, deformity description, fixator configuration,
postoperative complications, time to first use of limb after the operation, time of fixator
removal, and outcome. Frame configuration was formed of two full rings and two half
rings (40 mm internal diameter) connected with two buckled rods in transarticular
fashion.
Corrective operations of the hindlimbs were performed in different two sections (first
right hindlimb). In the surgical correction procedure firstly flexor tendon transections
at the level of the tarsal joint was performed. Following transections, talus and tarsal
bones’ ostectomies were done. Then articular cartilages of the distal epipyhses
of the tibia and proximal epiphyses’ of the metatarsal bones were removed. After
that procedure the hock joint was fixed with mini-vetfix external skeletal fixator in
its physiologic angle to perform tarsal artrodesis. Weekly clinical and radiological
recheck examinations were performed. Fixator in the right hind limb was removed on
postoperative 32th day. The same procedure was performed for the left hind limb and
removed on postoperative 27th day. Two months after the fixator removal the cat was
fully weight bearing to both hind limbs.
To the present authors’ knowledge, this is the first report of treatment of bilateral
congenital flexural and torsional hind limb deformity in cats by using external skeletal
fixation. Arthrodesis by transarticular external skeletal fixation may be useful for
the treatment of severe congenital limb deformities which are diffucult to treat by
conventional techniques.
Keywords: Cat, External fixation, Congenital, Limb deformity
- 170 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedide Nefrolithiasis ve Sağaltımı
Barış KÜRÜM 1, Birkan KARSLI 1
1
Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE
Kedi ve köpeklerde urolitlere en sık olarak idrar kesesinde rastlanır, nefrolitler ve
ureteral kalkuluslar ise 1980’lerden sonra daha sık olarak görülmeye başlamışlardır ki
bunun nedeninin hayvanların diyetlerindeki değişim (hazır mamaların kullanımının
yaygınlaşması) olarak düşünülmektedir. Özellikle kedilerde struvit oluşumundan
kaçınmak için idrarı asitleştiren, magnezyum seviyesi sınırlandırılmış diyetlerin
kullanılmaya başlanması ile oksalat taşlarının insidensi yükselmiştir. Kalsium oksalat
yapılı taşlar medikal sağaltıma yanıt vermediklerinden sorun oluşturduklarında
operatif olarak alınmaları gerekmektedir.
Hematuri bulgusu ile bir özel kliniğe getilen melez, üç yaşlı, kastre edilmiş kedinin
yapılan radyolojik ve ultrasonografik kontrollerinde sol böbreğinde 3 adet radyoopak
nefrolit varlığı saptanmıştır. Kan analizlerinde hemogram değerlerinin normal
sınırlarda olduğu ancak BUN ve kreatinin değerlerinin sırası ile 48 mg/dL ve 4.2 mg/
dL olarak normal sınırların üstünde bulunduğu saptanmıştır. Bu aşamadan sonra hasta
opere edilmesi amacıyla Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim
Dalı’na sevk edilmiştir.
Olgunun anestezisi propofol ile indüklenmiş ve operasyon süresince izofloran
ile devam edilmiştir. Standart median laparotomi ile karın boşluğu açılarak sol
böbreğe ulaşılmış, böbreğe ait retroperitoneal yağ dokusu diseke edilerek organ
serbestleştirilmiştir. İntersegmental nefrotomi yapılarak parankim küt diseksiyon ile
geçilerek pelvis renalis’e ulaşılmıştır. Pelvis renalis’e ulaştıktan sonra nefrolitler alınmış,
pelvis renalis steril FTS ile yıkanarak kan ve doku artıkları ile urolitlerin olası kalıntıları
organın içinden uzaklaştırılmıştır. Böbreğin kapsülü 3-0 sentetik, emilebilir iplik ile
dikilmiş; laparotomi ensizyonu ise standart şekilde kapatılmıştır. Postoperatif ikinci
günden itibaren hematuri kesilmiş, hastanın BUN ve kreatinin değerleri düşmeye
başlamıştır. Hasta uygun diyet önerilerek taburcu edilmiştir.
Anahtar sözcükler: Nefrolit, Böbrek taşı, Nefrotomi, Kedi
- 171 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Nephrolithiasis and Treatment in A Cat
Barış KÜRÜM 1, Birkan KARSLI 1
1
Kırıkkale University Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KIRIKKALE
Uroliths are most frequently occur in bladder in dogs and cats. After mid 1980s, a large
increase in number of ureteral and renal calculus have been observed, attributed to the
changes in the animal’s diet (widespread use of commertial formulas). The incidence
of the oxalate calculi has been increased in cats, because of the use of urine-acidifying
magnesium-restricted diets to avoid the formation of struvite calculus in cats. Calcium
oxalate calculus should be removed surgically as they were not resolved medically.
Three radioopaque renal calculus was recorded in the left kidney in a mixed breed,
3 years old, castrated cat in radiological and ultrasonographical examination. CBC
values were in the reference limit however BUN and creatinine were recorded higher
than the reference limits as 48 mg/dL ve 4.2 mg/dL, respectively. The cat was referred
to Kirikkale University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery.
The anesthesia was premedicated with propofol and induced with isoflorane during
surgery. After a standard ventral midline abdominal incision, retroperitoneal fat was
dissected to provide the access to the left kidney. After intersegmental nephrotomy,
blunt dissection was performed to expose renal pelvis. After renal calculus were
removed, mineral aggregates and blood and tissue residues were flushed with saline.
The capsule was apposed with 3-0 syntetic absorbabl suture material and abdominal
incision was closed in a routine manner. Hematuria was resolved and the patient’s
BUN and creatinin values had ​​began to decline after the postoperative second day.
A suitable diet was recommended and the patient was discharged from the hospital.
Keywords: Nephrolith, Renal calculus, Nephrotomy, Cat
- 172 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedide Oral İnvaziv Yassı Hücreli Karsinom
Ayhan ATASEVER 1, Gültekin ATALAN 2, Duygu YAMAN 1, Hüseyin ERMİN 2
1
2
Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KAYSERİ
Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KAYSERİ
Yassı hücreli karsinom epidermal keratinositlerden gelişen, hücrelerin değişik derecede
squamöz diferensiyasyon gösterdiği malign bir neoplazidir. Bu olgular, kedilerde
en sık rastlanılan oral ve deri tümorlerinin başında gelmektedir. Onyedi yaşlı, 2.800
gr ağırlığında dişi bir kedi yutkunma, solunum güçlüğü ve kilo kaybı şikâyetleri ile
Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine sevk edildi. Fiziki muayenede,
hastanın zayıfladığı ve aşırı dehidre olduğu görüldü. Kanin, insisiv ve molar dişlerde
dökülme, üst damak mukozasında granülamatöz, maddi kayıplı, kanamalı ve
nekroze doku üremeleri bulunan alanlar gözlendi. Ağız içinde damak bölgesinde
kemik doku destrüksiyonu ve üst çenede maksillar bölgede dışa doğru bombeleşen
deformatif alan tespit edildi. Alınan biyopsi örneğinden hazırlanan doku kesitlerinin
histopatolojisinde bol eozinofilik sitoplazmalı pleomorfik epitelyum hücrelerinden
oluşan düzensiz epitelyum adacıklarının dermise dağıldığı dikkati çekti. Olgun
keratinositlerin oluşturduğu, konsantrik hücre üremeleri ve merkezde keratinizasyon
ile karakterize az sayıda glob korn oluşumları ile çok sayıda parakeratotik glob korn
bulunan alanların varlığı görüldü.
Radyografik bulgularda, sert damağın sol yarımını etkileyen radyolusent görüntü
vardı. Kanin premolar ve molar dişlerin oluşan tahribata bağlı olarak düştükleri tespit
edildi. Sol üst maksillar kemik çatının dışa doğru bombeleştiği ve üst damak turbilant
dokunun kaybolduğu not edildi. Lateral abdominal ve toraks radyograflerinde, akciğer
ve karın organlarında tümörün metastaz yapmadığı belirlendi. Anamnez, klinik ve
radyografik bulgular ile Histopatolojik muayene sonucunda olguya oral invaziv yassı
hücreli karsinom tanısı konuldu. Sonuçta, sunulan çalışmanın klinisyenlere yönelik
olarak ağız bölgesi hastalıklarına yaklaşımda malignant bir tümörün nasıl gizlendiğine
örnek oluşturması açısından faydalı olabileceği kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: İnvazyon, Kedi, Oral mukoza, Tümör
- 173 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Oral Invasive Squamous Cell Carcinoma in A Cat
Ayhan ATASEVER 1, Gültekin ATALAN 2, Duygu YAMAN 1, Hüseyin ERMİN 2
1
Erciyes University, Faculty of Veterinary Medicine, Pathology Department, KAYSERİ
2
Erciyes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KAYSERİ
Squamous cell carcinoma, developing as an epidermal keratinocytes and indicating
various degree of squamous differentiation is a malignant neoplasm. This tumor is one
of the most common oral and skin tumors in cats. In the present study, a seventeen
years old female, 2800 gr of weight cat referring to Erciyes University, Surgery Clinic of
Veterinary Medicine. The cat was suffering from dysphagia, dyspnea and emaciation.
In the physical examination, the cat was extremely dehydrated. There were shedding
for canine, incisive and molar teeth and granulomatous, hemorrhagic and necrotic
tissue proliferation in the mucosa of the upper palate. Destruction of bone tissue in
the palate and maxillar deformation zone protruding outward was determined. In
the histopathological examinations of the biopsy material, there were pleomorphic
epithelial cells with excessive eosinophilic cytoplasm containing irregular epithelial
islets which spread into dermis. Concentric cell reproduction and central keratinization
area composed of mature keratinocytes were determined. Small number of keratotic
glob corne and large number of parakeratotic glob corne were noticed.
On the radiographic findings there was a radiolucent area affecting the left side of
the hard palate. Canine, premolar and molar teeth shedding were determined due
to surrounding tissue destruction. It was noticed that left upper maxillary bone was
bulging outward and turbinate pattern of hard palate was destructed. On the lateral
abdominal and thoracic radiographs, there were no tumor metastases in the lungs and
abdominal organs. History, clinical and radiographic findings and histopathological
investigations revealed that the characteristic of mass was oral invasive squamous cell
carcinoma.
In conclusion, this report indicates that malignant tumor effecting the mouth region
concealed and this could be useful for clinicians in the evaluating of such cases.
Keywords: İnvasion, Cat, Oral mucosa, Tumor
- 174 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedide Primer Akciğer Tümörüne Bağlı Nörolojik Paraneoplastik Sendrom
Olgusu
Didar AYDIN 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1
1
İstanbul Üniversitesi\ Veteriner Fakültesi\ Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Paraneoplastik sendromlar (PNS), vücutta tümörden uzakta, neoplazinin dolaylı
etkileri sonucu ortaya çıkan bir grup sendromdur. Organizmanın birçok sistemini
etkileyen bu sendromlar nöromuskuler kavşak, beyin ve periferal sinirlerin
etkilenmesiyle ortaya çıkan paraneoplastik nörolojik sendromları da içerir. Bu
paraneoplastik nörolojik sendromlar, klinik ve subklinik olarak özellikle yaşlı kedi ve
köpeklerde gizli birçok malignitenin tanısında büyük önem taşır. Bu çalışmada, bir
kedide primer akciğer tümörüne bağlı paraneoplastik nörolojik sendrom olgusu
ele alındı. Olgumuzu, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim
Dalı Kliniği’ ne sol arka bacağında topallık şikayeti ile getirilen, 13 yaşında, erkek,
Amerikan kısa tüylü ırkı bir kedi oluşturdu. Hastanın fiziksel muayenesinde plantigrad
basış ve alt motor nöron fonksiyon bozukluğu ile ilişkili tibial paraliz tespit edildi.
Hastanın hematolojik muayenesinde ve tüm vertebralara yönelik manyetik rezonans
görüntüleme incelemesinde anormal bir bulguya rastlanmadı. Bununla birlikte,
göğüs bölgesinin, radyolojik olarak değerlendirilmesinin ardından, spiral bilgisayarlı
tomografi incelemesinde, sağ akciğer kaudal lob düzeyinde, en geniş yerinde 3x2.8
cm boyutlarına ulaşan kitle lezyonu izlendi. Hastada primer akciğer tümörüne bağlı
paraneoplastik periferal nöropatinin var olduğu düşünüldü. Tanın konulduktan yedi
gün sonra hasta solunum yetmezliği bağlı olarak öldü. Anahtar sözcükler: Paraneoplastik, Kedi, Nörolojik, Akciğer, Tümör
- 175 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Paraneoplastıc Syndrome in A Cat Due to Primary Lung Tumor
Didar AYDIN 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
One group of syndromes that occur in the body due to the indirect effects of neoplasia
distant to the tumor are described as paraneoplastic syndromes (PNS). These
syndromes which effects most of the organ systems, inherit even paraneoplastic
neurological syndromes which arises from the affected neuromuscular junction, brain
and peripheral nerves. The importance of these clinical and subclinical neurological
paraneoplastic syndromes is to diagnose lots of subtle malignities especially in older
cats and dogs. In the current study, a case of a paraneoplastic neurological syndrome
due to primary lung tumor is described. A 13-year-old, male, American short hair cat
for lameness on left hind limb was brought to Istanbul University, Veterinary Faculty,
Small Animal Surgery Department. Plantigrad gate and tibial paralysis associated lower
motor neuron dysfunction were noted in physical examination. No any abnormalities
in heamotological examination although MRI findings for all vertebral region were
detected. However, the radiological examination of the thoracic cavity and the spiral
CT findings confirmed the diagnosis of a mass lesion in size 3x2.8 cm within the right
caudal lung lobe level. Paraneoplastic peripheral neuropathy due to primary lung
tomor were suggested in this patient. The cat died of respiratory failure seven days
after the diagnosis.
Keywords: Paraneoplastic, Cat, Neurological, Lung, Tumor
- 176 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kedide Vestibüler Nöyritis Olgusu
Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
Vestibüler hastalık (VH), denge kaybı, ataksi, baş eğikliği, kendi etrafında dönme,
nistagmus ve strabismus ile kendini gösterebilen, vestibüler sistemdeki bir bozukluktan kaynaklanan bir hastalıktır. VH, lokalizasyonuna göre periferal vestibüler
hastalık (PVH) ve sentral vestibüler hastalık (SVH) olmak üzere iki grupta incelenir. PVH,
iç kulak ya da vestibüler sinirin etkilendiği ve horizontal ya da rotatorik nistagmusun
baş pozisyonuna göre yönünün değişmediği bir hastalıktır. Kedilerde PVH’nin en sık
görülen nedenleri arasında bulunan idiyopatik vestibüler hastalık insanlarda görülen
vestibüler nöyritis ile analoji göstermektedir.
İnsan hekimliğinde; vestibüler nöyritis genellikle kısa zaman öncesinde enfeksiyon
geçirmiş hastalarda akut olarak şekillenen, 8. kraniyal sinirin yangısı olarak tanımlanmaktadır. Bu yangı, bazı hastalarda MRG tekniği ile vestibüler sinirde kontrast
tutulumu ile kendini göstermektedir.
Olgumuzu, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi
Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne baş eğikliği, kendi etrafında dönme ve sallantılı
yürüyüş şikayetiyle getirilen 7 aylık, dişi, melez bir kedi oluşturdu.
Alınan anamnezde 10 gün önce hastaya ovariyohisterektomi yapıldığı ve bir
süre operasyon bölgesinden akıntı geldiği öğrenildi. Yapılan klinik muayenede
vestibüler ataksi, baş pozisyonuna göre yönü değişmeyen horizontal nistagmus
gözlendi. Hastada hipertermi ve yapılan hemogram sonucunda lökositoz gözlenerek
enfeksiyonun varlığı tespit edildi. Hastanın kraniyal bölgesinin manyetik rezonans
görüntüleme (MRG) ile incelenmesi sonucunda, vestibüler sinirde görülen kontrast
madde tutulumu ile hastaya vestibüler nöyritis tanısı konuldu.
Yapılan medikal tedavi sonrasında hastanın klinik bulgularında düzelme görüldü.
Kontrol amacıyla tekrarlanan MRG’de daha önce kontrast tutulumu olan bölgenin
tamamen normale döndüğü izlendi.
Kedilerde görülen idiyopatik vestibüler hastalığın etiyolojisinin belli olmadığı bildirilmesine karşın veteriner pratikte ilk defa vestibüler nöyritis’in tanısının konulmasının
bundan sonraki çalışmalara ışık tutacağı düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Vestibüler hastalık, Vestibüler nöyritis, Kedi
- 177 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Vestibular Neuritis in A Cat
Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1
1
Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, ISTANBUL
Vestibular disease (VD) is a disorder that occurs due to a disorder within the vestibular
system, characterized by the ataxia, loss of balance, head tilt, circling, nystagmus and
strabismus. VD is categorized as central (CVD) and peripheral (PVD). PVD occurs a
condition that inner ear or vestibular nerve is affected, results in horizontal or rotatory
nystagmus. Idiopathic peripheral vestibular syndrome is considered one of the most
frequent etiologies for cats with PVD and it is analogous to vestibular neuritis in
humans.
Vestibular neuritis is described an acute inflammation of the eighth cranial nerve in
humans often have a recent history of an infection. In some patients, this inflammation
of the nerve can be cause a contrast enhancement on MRI.
The case was 7 months old, mix breed female cat which was brought to the clinic with
a complaint of head tilt, circling and loss of balance. The previous history of the case
included an ovariohisterectomy and a discharge from the operation site for a few days.
Clinical examination findings were vestibular ataxia and horizontal nistagmus. There
was no directional change of nistagmus due to the position of the head. Because of
the hyperthermia and leucocytosis on the blood analysis, an infection was determined.
With the help of magnetic resonance imaging (MRI), a contrast material penetration
on the vestibular nerve has seen and vestibular neuritis was diagnosed.
After the treatment, the abnormal clinical findings disappeared. Repeated MRI findings
showed that there was no abnormality and no contrast material penetration on the
vestibular nerve and the inflammated site was normal.
There is no reported etiology of the idiopathic vestibular disease of the cat. As the first
case which was diagnosed as vestibular neuritis, we think this report will guide the
other researches about vestibular disease of the cat.
Keywords: Vestibular disease, Vestibular Neuritis, Cat
- 178 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Kısrakta Tekrarlayan Sistitis
Ali C. ONMAZ 1, Gültekin ATALAN 2, Alexandra N. PAVALOIU 3, Vehbi GÜNEŞ 1,
Rene van den HOVEN 4
Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri, TÜRKİYE
Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri, TÜRKİYE
3
Ziraai ve Veteriner Hekimlik Bilimleri, Cluj Napaca Veteriner Fakültesi, 400372 Cluj-Napoca, ROMANYA
4
Küçük Hayvan ve At Bölümü, 1210 Viyana - AVUSTURYA
1
2
Geçmişinde tekrarlayan sistitis tedavisi gördüğü bildirilen, 20 yaşlı Avusturya
kısrağı polidipsi, polüri ve idrar tutamama şikayeti ile Viyana Üniversitesi Veteriner
Üniversitesine sevk edildi. İdrar örneği açık sarı, bulanık, özgül ağırlığı 1.016 ve pH’sı
ise 9 olarak tespit edildi. İdrar analizinde yüksek konsantrasyonda hemoglobin
varlığı ölçüldü. İdrar kalsiyum içeriği orta derecede olup, sedimentte yuvarlak epitel
hücresi belirlendi ve düşük sayıda lökosit hücresi sayıldı. Ayrıca sediment analizinde
belirgin derecede kalsiyum karbonat kristalleri mevcuttu. Kan üre, kalsiyum ve
sodyum seviyelerindeki artış ile GGT/Kreatinin oranı kronik böbrek yetmezliği ve
tekrarlayan sistitis ile uyumluydu. Böbreklerin transabdominal ultrasonografisi yapıldı.
Sol böbrek normal büyüklükte olup medulla, korteks ve renal pelvisler de normal
görünümdeydiler. Sağ böbrekte ise kortex ve medulla sınırı açıkça belirgin değildi.
Kısrağın sistoskopik incelemesi yapıldı. Fazla miktarda sediment oluşumundan dolayı
kese alt duvarı görülemedi ve sistik kalkül oluşumuna rastlanmadı. Kesenin apeksi
oldukça yangılı olup burada tortu ve fibrin ile kaplı değişimler gözlendi. Her iki ureter
genişlemişti (bir parmağın eninden daha fazla). Bulgulara dayanarak bu vakaya
ulseratif sistitis teşhisi koyuldu. Prognozun iyi olmamasından ötürü hasta sahibinin
onayı ile ötenazi kararı alındı ve kısrak ötenazi edildi. Makroskopik muayenede, her iki
böbreğin renal pelvisinde genişleme olup içinde idrar tortusu mevcuttu. Kese duvarı
kalınlaşmış ve ön tarafında 7x5x0.5 cm ebadında yumuşak kum kitlesi tespit edildi.
Urethra dolgundu fakat tıkanıklık mevcut değildi. Böbrek histopatolojisinde, kronik
interstitiyel nefrit, glomerolonefritis ve piyelit belirlendi. Kese duvarında kronik yangı
mevcuttu. Teşhis kronik ureter yangısı ile birlikte seyreden kumlu sistitis ve kronik
interstisyel nefritis olarak koyuldu.
Anahtar sözcükler: Kısrak, Kronik Sistitis, Sistoskopi
- 179 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case Report: Recurrent Cystitis in A Mare
Ali C. ONMAZ 1, Gültekin ATALAN 2, Alexandra N. PAVALOIU 3, Vehbi GÜNEŞ 1,
Rene van den HOVEN 4
Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine, University of Erciyes, Kayseri,
TURKEY
2
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Erciyes Kayseri, TURKEY
3
University of Agricultural Sciences and Veterinary Medicine Cluj Napoca Faculty of Veterinary
Medicine, 400372 Cluj-Napoca, ROMANIA
4
Department of Small animals and Horses, c, 1210 Vienna - AUSTRIA
1
A 20 year old Austrian Warmblood mare was presented at the clinic of Vienna
Veterinary University for symptoms of polydipsia, polyuria and urinary incontinence
and a repeated history of bladder infection. The sampled urine was light yellow, very
cloudy, had a low specific weight (1016) and a pH of 9. The dip stick suggested a very
high content of hemoglobin. The urinary calcium content was medium. The sediment
showed medium numbers of round epithelial cells, low numbers of leukocytes.
Furthermore, a remarkable quantity of calcium carbonate crystals was present. Urine
and plasma chemistry and fractional clearance revealed the following: The high
values for blood urea, blood Ca, FE of Na and GGT/Creatinine ratio was compatible
with chronic renal insufficiency and recurrent cystitis. Trans-abdominal ultrasound of
the kidneys was performed. The left kidney was normal both in size and appearance
of medulla, cortex and size of its renal pelvi (pyelum) s The right kidney appeared
morphologically modified such that the border between cortex and medulla could not
be identified clearly. The next step was cystoscopy, whereby the the floor of urinary
bladder could not be seen, due to large quantities of sludge and grainy urinary gravel
deposited on it, However, there were no cystic calculi- and the endoscope could
pushed right through. The apex vesicae was highly inflamed, with necrotic alterations
that were coated with gravel and fibrin. Both urethers were highly dilated (thicker
than a finger). This fluid contained gravel particles too. The diagnosis was advanced
ulcerative cystitis, with high gravel content and dilated urethers. Because of the poor
prognosis of the case the owner decided to have the mare be euthanized. The gross
pathology showed dilated pyelum in both kidneys. The pyelum was filled with gravel.
Both ureters were dilated and filled with gravel too. The bladder wall was thickened
and directly in front of its opening, a soft conglomerate of gravel (7x5x0.5cm) was
present. The urethra was also filled but not blocked with this gravel. Histopathology
showed chronic interstitial nephritis, glomerulonephritis and pyelitis. The muscularis
of the bladder was chronically inflammated, The final main diagnosis was chronic
sabalous cystitis with subsequent chronic inflammation of the ureters and chronic
interstitial nephritis. Keywords: Mare, Chronic cystitis, Endoskopi
- 180 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Köpekte Diş İmplantı Kullanılarak Diş Kökü Oluşturulması ve
Kron Üst Yapı Restorasyonu
Murat SARIERLER 1, Çağlar YENER 1
1
Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN
Bu çalışmada; kliniğimize getirilen, 1 yaşlı melez erkek köpekte, travma sebebiyle
büyük bölümünü kaybettiği maxillar 2. ve mandibular 3. premolar diş köklerinin
alınarak, bu bölgeye diş implantı yerleştirilmesi ve kron restorasyonu ile oluşturulan
dişler ile çiğneme etkinliğinin arttırılması, yeterli beslenmenin sağlanması yanında
tutma, parçalama, savunma gibi içgüdüsel davranışların devamının sağlanması
amaçlanmıştır.
Rutin klinik muayeneden sonra, köpekte, kırılan dişlerin diş kökü kalıntıları, genel
anestezi altında alınmıştır. Doku iyileşmesi sağlandıktan sonra, genel hastalıklar
yönünden muayene edilmiş, sistemik bir hastalığı bulunmadığına karar verilmiştir.
Operasyon genel anestezi altında gerçekleştirilmiştir. Operasyona, iki komşu diş arası
H şeklinde ensizyon ile başlanmış, yumuşak doku periodontal elavatörle kaldırılarak
maxillar ve mandibular kemik dokusuna ulaşılmıştır. Keskin driller ile kaviteler
hazırlanmıştır. Periapikal radyografi ile ölçülen çene kemiği kalınlığına uygun olan, 8
mm boyunda 3.8 mm genişliğinde diş implantları (nucleOSS T3, Şanlılar Medikal-İzmir),
maxillar 2. premolar bölgesine bir adet, mandibular 3. premolar bölgesine iki adet
yanal diziliş şeklinde, kemik içerisine yerleştirilerek, iyileşme başlıkları monte edilmiş ve
kesilen yumuşak doku, 3-0 ipek iplik ile kapatılmıştır. Doku bütünlüğünün sağlandığı
9. gün dikişler alınmıştır. Postoperatif dönemde sistemik antibiyotik kullanılmış ve
ağız hijyenine önem verilmiştir. Erken dönemde implant üzeri yük oluşturulmasından
kaçınılmıştır. Kemik implant osteointegrasyonu sonrası, bölgeden ölçü alınarak, diş
laboratuarında (Rasyo Diş Labaratuar – İzmir) kron üst yapısı hazırlanmış ve cam
ionomer siman ile implanta yapışması sağlanmıştır. Her bir premolar diş için kemik
doku içerisine yerleştirilen implantların, tek ya da çift olması, dayanıklılığı etkilememiş
ancak tek implant uygulaması, restorasyon işleminde kolaylık sağlamıştır.
Bu çalışmada köpekte implant uygulaması, implantın kemik doku içerisindeki hareketsizliği, bölgede enfeksiyon, ağrı, kanama, ödem olmaması, çiğneme fonksiyonlarının
düzgün oluşu ve kron-implant bütünlüğünün uzun dönemde sağlamlığı göz önünde
bulundurularak başarılı olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak, köpeklerde diş implantlarının başarı ile kullanılabileceği kanısına
varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Diş implantı, Kron restorasyon, Köpek
- 181 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Creation of Tooth Root By Using Dental Implant and Cron Upper Structure
Restoration in A Dog
Murat SARIERLER 1, Çağlar YENER 1
1
Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary, Department of Surgery, AYDIN
The aim of this study to provide increasing chewing efficiency of teeth and adequate
nutrition of dog and also continuation instinctive behaviors such as shredding,
defence by using dental implants and cron restoration, in a one years old mix-breed
male dog which brougth to our clinic by pulling out tooth roots that it lost because of
a trauma.
After routine clinical examination, teeth roots remains of broken teeth pulled out
under general anaesthesia. After providing tissue recovery, operation was carried
under general anaestesia. The operation was started with H shaped incision between
two adjacent teeth, and soft tissue removed by using periodontal elevator, and
reached maxillar and mandibular bone tissues. Cavities were prepared by using
sharp drills. Dental implants which matched to maxillar thickness measured from
the periapical x-rays, 8 mm length and 3.8 mm wide (nucleOSS T3 Şanlılar Medical İzmir) were used. For this purpose, one implant to 2th maxillar premolar area, and two
implant 3th mandibular premolar area were placed in to the bone, and the soft tissue
was closed with 3-0 silk suture material. In the ninth day which was provided tissue
integrity sutures removed. Systemic antibiotic was used in postoperative period, and
gave importance to oral hygiene. It was avoided to create loading on implant in early
stage. After bone implant osteointegration, cron upper structure was prepared in a
dental laboratory (Rasyo Dental Laboratory – İzmir), according to measurements taken
from the related areas, and stick on the implants by using glass ionomer cement. No
differences were observed in the strength of the implants according to using single or
double implants, however single implant application provided ease in the process of
restoration.
In this study, according to evaluation of different criteries such as implant stability in
bone tissue, absence of bleeding, oedema and pain, proper chewing functions and
good long-term cron-implant integrity, dental implants replacement in this dog was
considered as succesful. As a result, it was concluded that, dental implants in dogs
could be used succesfully.
Keywords: Dental implant, Cron Restoration, Dog
- 182 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Köpekte Fibrosarkom
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Ahmet AYDOĞAN 2,
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
2
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURDUR
Bu çalışmada, bir köpekte teşhis edilen fibrosarkom olgusunun klinik ve patolojik
bulguları ile cerrahi tedavi sonuçlarının tanımlanması amaçlandı.
Çalışmanın materyalini, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi
Kliniğine getirilen 1 yaşlı, Pointer ırkı, erkek bir köpek oluşturdu. Fiziksel muayenede,
sol 12 ve 13. kosta kaidesinde oval nitelikli, katı esnek kıvamlı ve 12.5x5.5x2 cm
boyutlarında bir kitle olduğu gözlendi. Göğüs bölgesinin ventro-dorsal ve laterolateral radyografileri alındı. Tam kan sayımı ve serum biyokimyasal analizleri yapıldı.
Kitleden alınan biyopsi örnekleri histopatolojik muayeneye gönderildi.
Radyolojik inceleme neticesinde kitlenin yumuşak doku orjinli olduğu ve akciğere
metastazın olmadığı görüldü. Kan analizinde alkalen fosfataz, kalsiyum, lenfosit ve
monosit seviyelerinin yüksek olduğu belirlendi. Biyopsi örneklerinin histopatolojik
incelemesinde mekik şekilli, anaplastik hücrelere, immunohistokimyasal incelemelerde ise yoğun vimentin ve Ki67 boyanmalarına rastlandı ve söz konusu kitlenin
fibrosarkom olduğu saptandı. Cerrahi girişim ile kitle total olarak uzaklaştırıldı. Herhangi bir kemoterapi uygulanmamasına karşın cerrahi rezeksiyonu takip eden 8 aylık
sürede nüks şekillenmedi.
Fibrosarkom olgularında beklenen en ciddi komplikasyon akciğer metastazıdır. Bu
olguda metastaz şekillenmemiş olması, kemoterapi uygulanmamasına rağmen cerrahi
tedavinin başarısını yükselten bir faktör olarak değerlendirildi.
Anahtar sözcükler: Fibrosarkom, Köpek, Tümör
- 183 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Fibrosarcoma in A Dog
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Ahmet AYDOĞAN 2,
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1
1
2
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR
This study was aimed to describe the clinical and pathological findings of fibrosarcoma
diagnosed in a dog, and its surgical outcome.
The material of this study was a 1 year old, Pointer, male dog brought to the Department
of Surgery (University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine). In
physical examination, a mass with ovoid shape, rigid flexible and 12,5x5,5x2cm sizes
was observed at the left side on bases of 12 and 13th ribs. Ventro-dorsal and laterolateral radiographs of the chest were taken. Blood cell count and serum biochemical
analysis were made. Biopsy samples was obtained and sent for histopathological
examination.
In radiographical examinations it was observed that the mass was originated from
soft tissue and was not metastasized to lungs. Levels of alkaline phosphatase, calcium,
lymphocytes and monocytes were find fairly high. At histopathological examination,
spindle shape and anaplastic cells was observed. As severe immunoreactions of
vimentin and Ki67 were detected in immunohistochemical examination, the mass was
diagnosed as fibrosarcoma. The mass was removed totally by surgical interference.
Although no chemotherapy was utilized after surgical resection, no recurrence was
observed over 8 months.
The most serious complication of fibrosarcoma is metastasis to lungs. In this case, the
success of surgical treatment though chemotherapy was not applied thought to be
due to the absence of metastasis.
Keywords: Dog, Fibrosarcoma, Tumor
- 184 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Köpekte İdrar Kesesi Taşı: Olgu Sunumu
Semih ALTAN 1, Cenk ER 2, Kurtuluş PARLAK 1, Mehmet MADEN 2, Mustafa ARICAN 1
1
2
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, KONYA
Bu olgu sunumunun amacı, bir köpekte gözlenen 3,5x4,4 cm boyutunda ve yaklaşık 24
g ağırlığında bir idrar taşının klinik, radyolojik, ultrasonografik ve laboratuvar bulgular
ile teşhisi ve tedavisini rapor etmektir.
Çalışma materyalini Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Kliniklerine 4 aydan beri
kanlı idrar şikâyeti bulunan, melez, 18 aylık erkek bir köpek oluşturdu. Anamnezde
köpeğin 1 yaşına kadar ticari yavru köpek maması, son 6 aydan bu yana yetişkin ticari
köpek maması ile beslendiği bildirildi. Köpeğin klinik, laboratuvar (hematoloji, serum
biyokimyası, idrar analizi), mikrobiyolojik, ultrasonografik ve radyolojik muayeneleri
yapıldı.
Köpeğin fiziksel muayenesinde, kaudal karın boşluğunda sert bir kitle palpe edildi.
Direkt ve endirekt (pneumosistografi) radyografik muayenelerde, idrar kesesi
içerisinde radyo-opak serbest bir yapı gözlenirken, ultrasonografik muayenede
idrar kesesi içerisinde hiperekojen görünümde olan kitlenin, akustik gölge verdiği
tespit edildi. Hematoloji ve serum biyokimyası bulguları normal olan köpeğin idrar
analizinde, çok sayıda eritrosit gözlendi. İdrarın mikrobiyolojik analizinde E.coli izole
ve identifiye edildi, antibiyogramda, enrofloksasin ve seftriaksona duyarlı olduğu
saptandı. Klinik, ultrasonografik ve radyolojik bulgular ışığında olgu, idrar taşı ve alt
üriner sistem enfeksiyonu olarak değerlendirildi. Genel anesteziye alınan köpeğin,
median laparotomi ile karın boşluğuna ulaşıldıktan sonra, idrar kesesini tamamen
kapladığı gözlenen 3,5x4,4 cm, 24 g taş sistotomi ile uzaklaştırıldı. Taşın mikrobiyolojik
analizinde bakteriyel üreme gözlenmedi. Postoperatif dönemde köpeğe 14 gün
süreyle antibiyotik ve idrar yolu antiseptiği (Enrofloksasin 5 mg/kg, günde 2 kez, IM;
Methenamine 250 mg, helmitol 615 mg günde 1 ölçek oral) verildi. Tedavi sonunda,
2 ay sonra yapılan kontrolde, tamamen iyileştiği gözlenen köpeğe diyet önerildi ve
düzenli klinik kontroller tavsiye edildi.
Büyük çaplı idrar taşı olgularında, birlikte yapılan medikal ve operatif tedavi
uygulamalarının başarılı olduğu, nüks olaylarının önlenmesi için köpeklerde idrar taşı
oluşumunda, üriner sistem enfeksiyonları, alkali idrar, diyet ve genetik predispozisyon
dikkate alınarak, uygun diyet kullanımı ve düzenli klinik kontrollerin yapılması gerektiği
kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: İdrar taşı, Köpek, İdrar kesesi, Ultrasonografi, Radyografi
- 185 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Dog with Urine Stone: Case Report
Semih ALTAN 1, Cenk ER 2, Kurtuluş PARLAK 1, Mehmet MADEN 2, Mustafa ARICAN 1
1
2
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, KONYA
Aim of this case report that a dog with 3,5x4,4 cm diameter and 24 g weight a urine
stone which is diagnosed by clinical, radiological, ultrasonography, and laboratory
results and treatment were reported.
An 18-month age, male, cross-breed dog with complaining bloody urine for four
months, which was obtained in the Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine
Clinics, was used as a material. It has been learned by anamnesis that the dog has been
feed by commercial junior baby food for age of one year. And, it was supplied market
food since the last six months. Clinical, laboratory (hematology, sera biochemistry,
urine analysis) microbiology, ultrasonography and radiological examination were
done in the dog.
A mass was observed caudal abdomen by clinical examination. Direct and indirect
(pneumocystography) radiological exam in the urinary bladder was observed radioopaque free a structure. Hyperechogenic structure was given acoustic shadow
detected by ultrasonography. Despite, hematology and sera biochemistry was seen
normal, but several erytrosit were observed in urine analysis. Microbiological analysis
of urine, E.coli isolated and identified. Antibiogram show that enrofloxacin, ceftriaxonesensitive. Clinical, ultrasonographic and radiological data was been considered urine
stone and distal urine system infection. After the general anesthesia, abdomen was
open by median laparotomy; Stone size and weight 3,5x4,4 cm; 24 g respectively
which was completely covered in the bladder was seen and removed by cystotomy.
There was not bacterial invasion of the stone by microbiological analysis. During the
post-operative period (Enrofloxacin 5 mg/ kg 2 times a day IM; Methenamine 250 mg,
Helmitol 615 mg, 1 scale daily) was given for 14 days. At the end of treatment, two
months later, fully recovered, and regular clinical controls and diet suggested.
Urinary stones in patients with the large diameter, in conjunction with the medical
and operative treatment applications were successful. The prevention of recurrent
events for urinary stone formation in dogs, Urinary tract infections, alkaline urine diet
and genetic predisposition, taking into account the use of proper diet and regular
checks should be performed as clinically.
Keywords: Urine stone, Dog, Bladder, Ultrasonography, Radiology
- 186 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Köpekte Konjenital Fimozis Olgusu ve Cerrahi Tedavisi
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1, Özlem Şengöz ŞİRİN 1 Yusuf Sinan ŞİRİN 1
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Konjenital fimozis, yalancı ve gerçek fimozis olarak 2 farklı şekilde görülebilir. Yalancı
fimozis, doğum sonrasında penis ile viseral yaprak arasındaki bağlantının çözülmemesi
neticesinde şekillenir. Gerçek fimozis ise; ostium preputiale’nin doğuştan küçük
olmasıdır. Gerçek fimozis olgusunda idrarın preputiumda birikmesine bağlı olarak
balanopostitis şekillenebilir. Bu olgu sunumunda; konjenital olarak nadir gözlenen
gerçek fimozis olgusu ve sağaltım sonuçlarının paylaşılması amaçlandı.
Olguyu, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen
ve gerçek fimozis tanısı koyulan 3 aylık erkek bir köpek oluşturdu. Mevcut ostium
preputiale’nin yaklaşık olarak toplu iğne başı büyüklüğünde olduğu, preputium’da
ceviz büyüklüğünde bir şişlik bulunduğu, ürinasyonun basınçlı bir fışkırma tarzında
yapılabildiği; ancak dinlenme anında idrarın sürekli damla damla dışarı drene olduğu
izlendi. Preputium ucunda morfolojik bakımdan ostium preputiale’ye eş değer yapay
bir açıklık oluşturulması düşünüldü. Bu amaçla preputium ucunda dairesel bir ensizyon
yapılarak, preputial deri ve mukoza uzaklaştırıldı. Ensizyon hattında preputial deri ve
mukoza 3/0 propilen ile dikilerek yapay bir ostium preputiale oluşturuldu. Postoperatif
5 gün süreyle parenteral ve lokal antibiotik uygulaması yapıldı. Postoperatif 10. günde
dikişler uzaklaştırıldı.
Operatif müdahale ile dairesel parçanın uzaklaştırılması neticesinde, penis ucu ve
preputium’da yangı bulguları gözlenmedi. Postoperatif 10. ve 60. günlerde yapılan
muayenelerde; hayvanın idrarını rahat yapabildiği, penisin preputium’dan rahat
çıkarılabildiği ve yapay açıklığın küçülmeden kaldığı gözlendi.
Konjenital fimozis olgularında, idrarın preputium içinde birikmesine bağlı penis ve
preputiumda yangı şekillenebilmektedir. Operasyon esnasında böyle bir durumla
karşılaşılmadı. Bu durum, preputium içindeki idrarın kendiliğinden damla damla
boşalmasına bağlandı. Ayrıca; postoperatif dönemde oluşturulan açıklık küçük
kalabilmekte veya ileri dönemlerde yeniden daralma olabilmektedir. Yapılan
kontrollerde bahsedilen komplikasyonlarla karşılaşılmadı. Bu durum, yeterli preputial
açıklığın oluşturulmasına bağlandı.
Anahtar sözcükler: Konjenital Fimozis, Köpek, Sağaltım
- 187 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Congenital Phimosis in A Dog and its Surgical Treatment
Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1, Özlem Şengöz ŞİRİN 1 Yusuf Sinan ŞİRİN 1
1
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
Congenital phimosis cases can be seen in two ways as physiologic phimosis and
pseudo phimosis. Pseudo phimosis cases are seen as the result of not separated
adhesions between penis and visceral leaf. But physiologic phimosis is the congenital
narrowing of the preputial orifice. In physiologic phimosis since the leakage of the
urine in the prepuce, balanoposthitis can occur. The aim of this report was to share the
rarely seen physiologic phimosis case and results of the treatment.
The report consisted of a 3 month old male dog whit physiologic phimosis diagnosis
which brought to Mehmet Akif Ersoy University Veterinary Faculty Surgery Clinics.
Approximately a pinhead sized current ostium preputiale, a nut sized swelling of
the prepuce, urination in the style of a pressurized flush but constant drip of urine
draining out during rest was found. As a surgical treatment, it was thought to create
an opening in the tip of the preputium morphologically similar to ostium preputiale.
For this purpose, preputial skin and mucosa removed with a circular incision at
prepuce. An artificial preputial orificium was created suturing the skin and mucosa
over the incision line with 3/0 propylene. Parenteral and local antibiotic application
was made for a period of 5 days postoperatively. Sutures were removed at 10th day
postoperatively.
As the result of operative removal of the circular part of the penis tip and preputium,
signs of inflammation were not observed. Postoperative 10th and 60th day examinations
revealed that animal could urinate comfortably, penis could be taken out of the
preputium easily, and the size of artificial opening was still wide.
Patients with congenital phimosis, due to accumulation of urine in prepuce
inflammation may occur of the penis and prepuce. During the operation such a
situation was not encountered. This is connected to the spontaneously dropwise
discharge of urine in the prepuce. Furthermore; the created opening may be insufficient
in the postoperative period or re-narrowing can occur in later periods. Mentioned
complications were not encountered during examinations. This is connected to the
creation of sufficient preputial opening.
Keywords: Congenital Phimosis, Dog, Treatment
- 188 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bir Köpekte Tibial Kaynamama’ nın Ulnar Otogreft ile Tedavisi
Zihni MUTLU 1, Svetoslav HRISTOV 2, Alper DEMİRUTKU 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE
2
Obedinena Veterinarna Klinika, Varna, BULGARİSTAN
Bu çalışmayı sağ tibiyasında 40 mm’ lik kısalık olan 6 yaşında erkek melez bir köpek
oluşturdu. Bu köpekte, daha önce intramedüler pin uygulaması ile başarı elde
edilemeyen, spiral orta diafiz kırığı mevcuttu. Kırık daha sonra, modifiye hibrid fixator
kullanarak tibial kemik transportu ve spongioz kemik grefti ile onarıldı. Sonunda
kemik iyileşmesi sağlanamadı. Ayağın kurtarılması için son çare olarak ulnadan kortikal
segmental otogreft kullanılması düşünüldü. Üç halka ve üç rod’ tan dizayn edilen
İlizarov aparatı proksimal ve distal fragmentlere tutturuldu. Ulnadan rezeke edilen
parça fragmentler arasına yerleştirildi ve K-telleri ile medial halkaya stabilizasyonu
yapıldı. Sağ humerusun proksimal bölümünden elde edilen spongioz kemik grefti
nakledilen ulnar segmentin proksimal ve distal uçlarına uygulandı. Operasyon sırasında
fibula kırığı iyileşmiş olduğundan, greft olarak kullanılan ulna üzerine kompresyon
uygulanamadı. Radyografiler operasyondan hemen sonra ve her 3 hafta’ da bir alındı.
Operasyondan birkaç gün sonra köpek ayağını kullanmaya başladı. Kırık iyileşmesinde
geçikme olduğu için 3 ay sonra spongioz kemik greftleme işlemi tekrarlandı. Greft
materyali (ulna) ile kalan kemik (tibia) arasında kemiğin kaynaması 7 ay içerisinde
tamamlandı.
Anahtar sözcükler: Nonunion, Tibia, Otogreft, Köpek
- 189 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Treatment of A Tibial Nonunion with Ulnar Autograft in A dog
Zihni MUTLU 1, Svetoslav HRISTOV 2, Alper DEMİRUTKU 1
1
2
Istanbul University Veterinary Faculty Surgery Department, Istanbul, TURKEY
OBK Small Animal Privet Clinic, Varna, BULGARİA
A six years old male crossbreed dog was presented to us with 40 mm length deficit
of his right tibia. The dog had a spiral mid-diaphyseal tibial fracture, unsuccessfully
primary treated by single intramedullary pin. The fracture has been repaired further by
external skeletal fixation and cancellous bone grafts, and tibial bone transport using
modified hybrid frame. Bone healing was not achieved in the end. Cortical segmental
autograft from the ulna was considered as a last option to safe the leg. Assembled
Ilizarov apparatus consisting of three carbon fiber rings and three rods was further
attached to the proximal and distal fragments. Resected part of the ulna was then
inserted between the fragments and stabilized by two k-wires to the medium ring.
Cancellous bone graft obtained from the proximal part of the right humerus was then
packed on the proximal and distal part of the ulnar segment. As the fibula was healed
during this surgery, compression over the ulnar graft was not applied. Radiographs
were taken immediately after the surgery and every three weeks after that. The dog
was using the leg a few days after the surgery. Delayed cancellous bone grafting
procedure was done three months later. Bone union between the graft and the rest of
the bone was achieved in seven months.
Keywords: Nonunion, Tibia, Autofgaft, Dog
- 190 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Farklı Hayvan Türlerinden Elde Edilen Mezenkimal Kök Hücrelerin (Mkh)
İzolasyonu ve Farklılaşması ve Özel Oluşturulmuş Doku İskelesinde Mezenkimal
Kök Hücrelerin Değerlendirilmesi: Ön Çalışma Raporu
İrem Gül SANCAK 1, Nora HILD 2, Sabine KOCH 3, Jan KUEMMERLE 3, Ladina ETTINGER 3,
Matteo L. ABACHERLI 2, Wendelin J.STARK 2, Brigitte VON RECHENBERG 3
Ankara Universitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara, TURKİYE
ETH Institute for Chemical and Bioengineering Department of Chemistry and Applied Biosciences,
Zurich- SWITZERLAND
3
Equine Hospital, Vetsuisse Faculty Competence Center for Applied Biotechnology and Molecular
Medicine (CABMM), Zurich, SWITZERLAND
1
2
Bu çalışmanın amacı farklı hayvan türlerinden elde edilen kemik iliği kaynaklı
mezenkimal kök hücrelerin (MKH) izolasyonu ve farklılaşmasının gösterilmesi ile bu
hücrelerin özel olarak hazırlanan doku iskelesine uyumunun ortaya konulmasıdır.
Koyunlara ait MKH erkek koyunun kemik iliğinden ata ait MKH ise erkek atın
kaburgasından elde edilmiş ve fötal sığır serumu ve antibiyotikler eklenerek zenginleştirilmiş “Dulbeko modifiye eagle medium” (DMEM) içine konulmuştur. Hücre yüzey
antijenleri “flow cytometry” kullanılarak belirlenmiştir. Pasaj-3 at ve koyun MKH
kültürleri hücrenin osteojenik, kondrojenik ve adipojenik farklılaşma potansiyelini
incelemek için uygun eklentiler kullanılarak muamele edilmiştir. Osteojenik ve
adipojenik farklılaşma uygun bir besi yerinde, 12 hazneli kültür plakası içinde,
kondrojenik farklılaştırma ise “mikro mass” kültür ortamında gerçekleştirilmiştir.
Koyun ve ata ait işaretlenmiş 3. pasaj MSCs hücreleri invitro ortamda üç boyutlu
elektro-eğirme yöntemi ile elde edilen gözenekli doku iskelesi (poli-laktik-co-glikolik
asit) üzerinde kültürü yapılmışır. Saflaştırılan ve kültürü yapılan MKH‘ler PKH 26 ya da
PKH 67 floresan boyaları kullanılarak işaretlenmiştir. PKH 26 ile işaretlenmiş MKH’ler
silindirik doku iskelesinin bir tarafına PKH 67 ile işaretlenmiş MKH’ler ise diğer tarafına
ekilmiştir. MKH’lerin doku iskelesine ekimini takip eden dört haftanın sonunda
histokimyasal analizleri gerçekleştirmek için doku iskelesi alınmıştır.
Koyunlardan elde edilen MKH‘ler atlardan elde edilen MKH’ler ile karşılaştırılmasında
atlardan elde edilen MKH’lerin daha dayanıklı oldukları, ortamda oluşan CO2 ve ısı
değişimlerine karşı da daha kararlı bir yapı gösterdikleri belirlenmiştir. Hem koyun
hem de atlardan elde edilen MKH’lerin 3-boyutlu doku iskelesine başarılı bir şekilde
uyum sağladığı gözlemlenmiştir. Üç-boyutlu doku iskelesinde bulunan MKH’lerin PKH
26 ve PKH 67 ile işaretlenmesinin hücrelerin canlılığını etkilemeden kullanılabilecek ve
hücrelerin takibini sağlayabilecek faydalı bir boyama yöntemi olduğu belirlenmiştir.
Mevcut çalışma da, kemik iliği kaynaklı at ve koyun MKH’lerinin tripotent farklılaşma
kapasitesi gösterdikleri, uygun kültür ortamında hızlı büyüme eğiliminde oldukları ve
3-boyutlu doku iskelesine uyum gösterme kapasitelerinin bulunduğu belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: Mezenkimal kök hücre, Kondrogenez, Doku mühendisliği, Koyun, At
- 191 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Isolation and Differentiation of Mesenchymal Stem Cells (Mscs) in Different
Species and Evaluation of the Mesenchymal Stem Cells in a Custom Made
Scaffold Model: Preliminary Report
İrem Gül SANCAK 1, Nora HILD 2, Sabine KOCH 3, Jan KUEMMERLE 3, Ladina ETTINGER 3,
Matteo L. ABACHERLI 2, Wendelin J.STARK 2, Brigitte VON RECHENBERG 3
Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Ankara, TURKIYE
ETH Institute for Chemical and Bioengineering Department of Chemistry and Applied Biosciences,
Zurich, SWITZERLAND
3
Equine Hospital, Vetsuisse Faculty Competence Center for Applied Biotechnology and Molecular
Medicine (CABMM), Zurich, SWITZERLAND
1
2
The purpose of this study has been to determine the isolation and differentiation of
bone-marrow derived mesenchymal stem cells (MSCs) from animal species and also
demonstrating the integration of cells in a custom made scaffold model.
Sheep MSCs and equine MSCs were isolated from the bone marrow and sternal
marrow, respectively. Isolated MSCs were expanded in Dulbecco modified
eagle medium (DMEM) enriched with foetal bovine serum and antimicrobials. Expression of cell surface antigens was investigated by using a flow cytometry.
Passage-3 equine and sheep MSC cultures were treated with supplements in order to
examine the cell‘s osteogenic, chondrogenic and adipogenic differentiation potential.
Adipogenic and osteogenic differentiation was carried out in 12 well plates with an
appropriate media while chondrogenic differentiation was approved with the use of
micro mass culture. Third passage of both sheep and horse labelled MSCs were then
grown on a three dimensional electrospun, porous scaffold of poly (lactic-co-glycolic
acid) in vitro. MSCs that were purified and expanded were labelled with a fluorescent
dye either PKH26 or PKH67. While, PKH26 labelled MSCs were seeded on one side of
the cylindrical scaffold, PKH67 labelled MSCs were seeded on the other side of the
scaffold. The scaffolds were removed for histochemical analysis, after following the
period of four weeks of seeding the MSCs into the scaffolds.
Comparing the MSCs obtained from horse were found more durable and display
more stable conduct under various changes in the CO2 and temperature than sheep
origin MSCs. Integration of both the sheep and horse MSCs into the 3-D scaffold was
considered successful. Use of a PKH26 and PKH67 labelling of MSCs in a 3-D scaffold
was found to be a useful tool for following the cells without affecting their viability.
Present study determines that marrow derived equine and sheep MSCs are capable of
possessing the tripotent differentiation capacity with a rapid growth rate in appropriate
culture conditions and having the capacity to integrate into the 3-D scaffold. Keywords: Mesenchymal stem cell, Chondrogenesis, Tissue engineering, Sheep, Horse
- 192 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Karpal Palmar Ganglion Kisti
Mustafa AKTAŞ 1, Ebru ERAVCI 1, Alper DEMİRUTKU 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Ganglion kistleri daha çok eklem ve tendo kılıflarına yakın bölgelerde şekillenen içi
müsinöz sıvı ile dolu şişkinliklerdir. İnsanlar ile karşılaştırıldığında hayvanlarda oldukça
nadir gözlenmektedir. Ganglion kistlerinin oluşum nedeni henüz belirsiz olmasına
rağmen, travma neden olabilecek unsurlar arasında gösterilmektedir.
Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Eğitim ve Uygulama Hastanesi
Cerrahi Kliniği’ne sol ön bacakta topallama şikayeti ile getirilen 2 yaşlı, erkek, Golden
Retiever ırkı bir köpek oluşturdu. Yapılan klinik muayenede karpal bölgenin pasif
hareketlerinde ağrı tespit edildi ve eklem hareketliliğinin normal olduğu saptandı.
Hastanın sol karpal bölge, aksiyal ve koronal planda, Fat-sat T2, T1, SE T1 ağırlıklı
kesitlerde alınan manyetik rezonans görüntülerinde, radyokarpal eklem düzeyinde,
palmar yüzde, yaklaşık 13×8 mm boyutunda ganglion kisti izlendi. Nonsteroid antiinflamatuvar uygulaması ile birlikte 3 hafta cebireli bandaj, karpal eklemin hareketsizliğini sağlamak amaçlı uygulandı. 2 aylık takip sonrası köpekte ağrının kaybolduğu ve ganglion kistinin bu konservatif tedavi ile gerilediği izlendi.
Bu çalışmada hayvanlarda nadir gözlendiği bildirilen, Golden Retriever ırkı bir köpekte
rastladığımız karpal ganglion kisti olgusunu meslek pratiğine aktarmayı amaçladık.
Anahtar sözcükler: Ganglion kisti, Köpek, Manyetik rezonans görüntüleme
- 193 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of the Carpal Ganglion Cyst in A Golden Retriever Breed Dog
Mustafa AKTAŞ 1, Ebru ERAVCI 1, Alper DEMİRUTKU 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL
Ganglion cysts containing mucinous fluid arise from various sites but usually are
in close proximity to joints and tendon sheaths. These lesions are extremely rare in
animals in comparison to their occurrence in human beings. Although the etiology of
ganglion cyst is still obscure, trauma has been suggested as one of the inciting factors.
In this case report, a two years old of Golden Retriever, male dog which has been
brought to Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine Istanbul University
with left forelimb lameness has been presented. Clinical examination revealed that
mild pain through extreme ranges of motion of the carpal region with normal motion
of the joint. On magnetic resonance images that were obtained as Fat-Sat, T2 ,T1, SE
T1 weighted in axial, coronal sections, a ganglion cyst in size 13×8 mm was found
in carpal palmar region. A splint was applied for 3 weeks for carpal immobilization
with nonsterodial antiinflammatory drug. At 2 months follow-up, pain had
disappeared and the cyst reduced in size spontaneously by conservative treatment. In this study, a carpal ganglion cyst which is rare in animals, in a Golden Retriever
breed dog, aimd to give information about case to veterinary practise.
Keywords: Ganglion cyst, Dog, Magnetic resonance imaging
- 194 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Midede Yabancı Cisim Olgusu: Vaka Sunumu
Muharrem EROL 1, Ebru GÖKŞAHİN 1, Yağmur GÜLDEN 1, Hüseyin ERDEM ¹, Hanifi EROL 2
1
2
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Bu olgu sunumunda Golden Retriever ırkı bir köpekte karşılaşılan midede yabancı
cisim olgusunun klinik, radyolojik ve operatif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Olgu sunumunun materyalini S.Ü. Veteriner Fakültesi kliniklerine getirilen,Golden
Retriever ırkı, 3 yaşında,erkek bir köpek oluşturdu. Kusma şikâyeti ile Selçuk Üniversitesi
Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalına getirilen köpeğin alınan anemnez
bilgilerinde hastanın bir gün önce dolaşmak için dışarı çıkarıldığında içerisinde cam
kırıklarının bulunduğu gıdayı tükettiği öğrenilmiştir. Gıda alımından sonra köpekte
birkaç defa kusma gözlenmiş ve içerikte küçük cam kırıkları görülmüştür. Midede
yabancı cisim şüphesi ile Cerrahi Kliniğine sevk edilmiştir. Radyolojik muayenesi
yapılan köpekte midede radyoopak yabancı cisim görülmüş ve operasyona karar
verilmiştir. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra köpekpropofolindüksiyonu(5 mg/
kg IV, FreseniusKabi%1) ile anesteziye alındı ve anestezi %2’likIsofluran ile idame
ettirildi.
Laparotomi ve gastrotomi yapılan köpeğin midesinden yaklaşık 8 cm büyüklüğünde
cam parçası çıkartılmıştır. Midede başka yabancı cisime rastlanılmamış ve operasyon
rutin olarak sonlandırılmıştır. Postoperatif sıvı ve antibiyotik tedavisi uygulandı.
Köpeklerde midede yabancı cisimlere sıklıkla rastlanılmaktadır. Ancak daha çok
sindirilmemiş gıda ve lastik top benzeri yabancı cisimlerle karşılaşılmaktadır.
Kliniklerimizde ilk defa karşılaştığımız midede cam olgusunun değerlendirilmesinin
klinik pratiğe katkısı olacağı kanaatindeyiz.
Anahtar sözcükler: Köpek, Cam, Yabancı cisim
- 195 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Foreign Body Case in the Ventriculus of A Golden Retriever Dog: Case Report
Muharrem EROL 1, Ebru GÖKŞAHİN 1, Yağmur GÜLDEN 1, Hüseyin ERDEM ¹, Hanifi EROL 2
1
2
Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SIVAS
The aim of this case report is clinical, radiological and operational evaluations of the
foreign body case in the ventriculus of a Golden Retriever dog.
Material of the case report was a male, 3 years old Golden Retriever dog, which has
delivered to clinics of S.U. Faculty of Veterinary Medicine after fulfilling anamnesis
of the dog which has delivered to S.U. Faculty of Veterinary Medicine clinic of the
Department of Internal Medicine with complaints of vomiting, it was then understood
that the patient has gone to wander a day ago and supposedly eaten a food which
contains shards of glass. After the consumption of supposed food, vomiting was
observed several times and small shards of glass were spotted in vomit. Therefore,
the patient was transferred to the clinic of Department of Surgery with the complaint
of a foreign body case in the ventriculus. Radio-opaque bodies were spotted in the
ventriculus of the patient after the radiological diagnosis and concluded on the
necessity of operation. After fulfilling the common surgical preparations the patient
was anesthetized using propofol induction (5 mg/kg IV, Fresenius Kabi 1%) and
anesthesia maintained using isoflurane 2%.
A shard of glass in size of approximately 8 cm was removed from the ventriculus of the
patient after laparotomy and gastrostomy. No other foreign bodies were spotted, and
the operation was finished as normal. Postoperative liquid and antibiotic therapies
were applied.
It is frequent to observe foreign bodies among dogs. However, in these cases mostly
indigested food and rubber ball like foreign bodies are happened to be found. It is our
conclusion that the evaluations of shards of glass in the ventriculus which was the first
case in our clinics would be beneficial to clinical expertise.
Keywords: Dog, Glass, Foreign body
- 196 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Holstein Irkı Bir İnekte Karşılaşılan Erken Dönem Fötal Maserasyon Olgusu
Hasan ORAL 1 Mushap KURU 1 Semra KAYA 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, KARS
Yavrunun maserasyonu bütün çiftlik hayvanlarında görülse de ineklerde görülme
sıklığı daha fazladır ve gebeliğin hemen hemen her döneminde görülür. Gebeliğin
üçüncü ayından itibaren şekillenen fötal maserasyon olgularında çoğunlukla yavru
bakteriyel yıkımlanmaya uğrar ve serviks bir miktar açık konumdadır. Çoğu maseratio
feti olgusunda vaginadan mukopurulent bir akıntı gelir, ayrıca operasyon sırasında
uterustan yavruya ait kemik parçaları çıkarılabilmektedir. Bu tür olgularda, başarılı
bir sağaltım şekli olmamakla birlikte, prostaglandinler ve östrojen uygulamaları
denenebilir. Bunun yanında cerrahi müdahale ile kemiklerin uterustan temizleme
girişiminde de bulunulabilir. Prognoz iyi olmamakla birlikte gebe kalma oranı da
düşüktür.
Bu olgu sunumunda, bir inekte şekillenen erken dönem maseratio feti olgusu ve
operatif sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Olguyu, doğum zamanının yaklaşması
nedeniyle Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Kliniğine
getirilen torsiyo uterili 5 yaşlı Holstein ırkı bir inek oluşturmuştur. Yapılan rektal
muayenede yavruya ait canlılık belirtileri saptanamamış, uterusta krepitasyon ile
beraber uterus duvarında kalınlaşma ve vaginal muayenede ise serviksin kapalı olduğu
belirlenmiştir. Sonrasında sezaryen operasyonuna karar verilmiştir. Uterus açıldığında
yavruya ait çoğu yumuşak dokuların neredeyse tamamen eridiği ve yapışkan bir hal
aldığı gözlenmiştir. Yavruya ait kemikler, tırnaklar ile bazı yumuşak doku ve organlar
(kısmi olarak yüz kasları, akciğer ve böbrekler) operasyon sırasında gözlenmiş ve
uterustan çıkarılmıştır. Sonuç olarak olgu, rapor edilen literatürlerin aksine sürecini
tamamlamamış olup, erken dönem maseratio feti olarak tanımlanmıştır.
Anahtar sözcükler: Fötüs maserasyonu, Holstein, İnek
- 197 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Early Fetal Maceration Encountered in A Holstein Cow
Hasan ORAL 1 Mushap KURU 1 Semra KAYA 1
1
Obstetrics and Gynaecology Department, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
Maceration of the fetus is more than all the farm animals and, although the incidence of
pregnancy in cows is seen in almost every period. Three mounth of pregnancy mostly
in cases of fetal maceration onwards shaped a little baby and the cervix undergoes
bacterial termination open position. Comes in a discharge from the vagina in cases
mukopurulent most maseratio feti, also belonging to offspring during the operation,
the uterus can be removed bone fragments. In such cases, although not a successful
form of treatment, prostaglandins, and estrogen application may be tried. In addition,
there is an attempt to clean the uterus surgically removed bones. The prognosis is not
good and the conception rate is low.
This case report describes a case of a cow shaped fetal maseration and operative
results are presented in the early period. A five-year-old Holstein cow that due to the
approach of time to be born was referred to the Clinic of Obstetrics and Gynaecology
Department, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas.Undetected signs of
vitality of the offspring and uterine tortion by rectal examination, the uterus and vaginal
examination, crepitus in the cervix with the uterus wall thickening were closed. After
the cesarean operation was decided. Most of the soft tissues of the uterus is opened
puppies become almost completely melted and sticky all the categories. Offspring
of the bones, nails and some soft tissue and organs (as a partial facial muscles, lungs
and kidneys), and the uterus was observed during the operation. As a result, cases are
reported in the literature have not completed the process of contrast, defined as early
maseratio feti.
Keywords: Fetal maceration, Holstein, Cow
- 198 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Holştein Irkı Üç İnekte Sekum Dilatasyonu, Dislokasyonu ve Torsiyonu Olgusu
Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Nuri ALTUĞ 2
1
2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, HATAY
Bu çalışmanın materyalini doğumdan sonraki ilk ayda ani iştahsızlık, huzursuzluk, süt
veriminde düşme ve zayıflama şikâyeti ile fakülte kliniğine getirilen 5 (I.olgu), 7 (II. olgu)
ve 8 (III. Olgu) yaşlı üç holstein inek oluşturdu. Hayvanlara serbest veteriner hekimlerce
daha önce medikal tedavi uygulandığı ancak herhangi bir düzelme olmadığı bildirildi.
Klinik muayenede sağ açlık çukurluğunda II ve III nolu olgularda şişkinlik olduğu
halde, I nolu olguda şişkinliğe rastlanmadı. Üç olguda da ruminasyon ve dışkılama
yoktu, fakat I nolu olguda katran görünümlü yapışkan bir akıntı gözlendi. Olgu I ve
III’de sancı semptomları gözlendi. Tüm olgularda dehidrasyon gözlendi ve oskultoperküsyonda ping sesi alındı. Tüm olgularda operasyon öncesi serum Na, K, Cl, Ca ve P
düzeylerinde azalma, kreatinin düzeylerinde ise artış saptandı. Serum Fe düzeylerinin
ise özellikle olgu I’de diğer olgulara ve referans değerlere göre düşük olduğu saptandı.
Olgulara kesin tanı ve tedavi amacıyla sağ fossa paralumbalisten deneysel laparatomi
yapıldı. Laparatomi ile sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve torsiyonu tanısı konuldu.
Laparatomilerde; birinci olguda; periton açıldığında üzeri mezenteriumla kaplı, gaz
ve içerik ile şişkin sekum apexinin pelvis boşluğunun kranio-dorsaline yönelmesi
ile karakterize sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve 180 derece sağa torsiyon (III.Tip)
görüldü. İkinci olguda sekumun gaz ile şişkin ve üzerinde mezenteriumun olmadığı
sekum dilatasyonu, dislokasyonu (I. Tip) ve sol tarafa torsiyon saptandı. Üçüncü olguda
(Tip I) mezenteriumla örtülü sekumun bol içerikli dilatasyonu ile birlikte sol tarafa
torsiyonu, sekum apeksinin kraniale, konveksitesinin ise ventrale doğru yöneldiği
görüldü. Üç olguda da ileo-seko-kolik torsiyon bölgesinde mezenteriumların nekroze
olduğu, fakat sadece I. ve II. olguda nekrotik bölgede perforasyon görüldü. Sekum
içeriği boşaltıldı, torsiyonlar düzeltildi ve perfore nekrotik bölgeler rezeke edilerek
dikildi. İki ve üç nolu olgular iyileşti, bir nolu olgu ise postoperatif kesime gönderildi.
Sonuç olarak; sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve torsiyonu olgularında klinik
ve laboratuar bulguları göz önünde bulundurularak medikal veya cerrahi tedavi
önceliğinin iyi belirlenmesi gerektiği, dehidrasyon, gastrointestinal kanama ve anemi
bulguları gözlenen olgularda azalan demir düzeylerinin prognostik bir gösterge
olabileceği kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Sekum, Dilatasyon, Dislokasyon, Torsiyon, İnek
- 199 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Cases of Cecal Dilatation-Dislocation and Torsion in Three Holstein Cows
Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Nuri ALTUĞ 2
1
2
Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY
Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, HATAY
The material of the present study were consist of three holstein cows brought to
faculty clinics with complaint of anorexia, restlessness, weight loss and decreased milk
production. All cows became ill in the first month after birth, and 5 (first case), 7 (second
case) and 8 (third case) years of age, respectively. It was reported that the medical
treatments of animals were made earlier by local veterinarians, but they were no
improvement. Clinical examination in cases II and III revealed a swelling of right flank,
but it was not seen in the first case. There was no rumination and defecation in all cases.
However, a stickytar-looking discharge was observed in the first case. Colic symptoms
were observed in cases I and III. Dehydration was observed in all cases. Simultaneous
auscultation and percussion examinations revealed ping sounds in right abdomen in
all cases. Preoperative serum Na, K, Cl, Ca and P levels decreased in all cases, while
creatinine levels increased. In the first case, serum levels of Fe was significantly lower
than the reference values and other cases​​. For definitive diagnosis and treatment was
applied to experimental laporatomy of the right paralumbar fossa in all cases. Cecal
dilatation-dislocation and torsion was diagnosed by laparotomy. Laparotomies; the
first case; with the opening of peritoneum was seen cecal dilatation-dislocation with
characterized by turn to cranio-dorsal of pelvic cavity of cecum apex (swollen with gas
and content) covered with mesenterium and 180 degrees to the right torsion (type
III). In the second case, the left side torsion of cecum and cecal dilatation-dislocation
(type I) with characterized by gas-inflated and uncoated with mesenterium of cecum
was detected. The third case (type I), torsion on the left side of cecum by covered
mesenterium together with the dilatation with abundant content, headed to ventral
of convexity and cranial of cecum apex were seen. In three cases were also found
necrosis of mesenterium in the region of ileo-seco-colic torsion. However, perforation
of the necrotic area was seen in only the first and second cases. Cecal contents have
been emptied, the torsions were corrected, and the perforated necrotic areas were
resected and sutured. Second and third cases recovered. But, first case was sent to
slaughter after post-operative period. As a result, taken into consideration the clinical
and laboratory findings in cases with cecal dilatation, dislocation and torsion, the
priority of the best medical or surgical treatment should be determined according to
these findings. In addition, it is concluded that reduced iron levels may be a prognostic
indicator observed in cases with dehydration, gastrointestinal bleeding and anemia
symptoms.
Keywords: Cecal, Dilatation, Dislocation, Torsion, Cow
- 200 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İki Buzağıda Abomazo-Umbilikal Fistül
Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1, Göksen ÇEÇEN 1, M. Barış AKGÜL 1,
O. Sacit GÖRGÜL 1
1
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA
Abomazum fistülü tanısı konulan iki olguyu incelemek, klinik, ultrasonografik ve
operatif bulgular açısından değerlendirmek ve ultrasonografik muayenenin tanıya
katkısını incelemek çalışmanın amacını oluşturdu.
Göbek bölgesinde şişkinlik ve yara şikâyeti ile bir Holstein ırkı, 3 aylık, erkek ve bir de
Simental ırkı, 2.5 aylık, erkek iki adet buzağı Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğine getirildi.
Hastalardan birinde göbek bölgesinde yara diğerinde ise üzerinde yara bulunan bir
şişkinlik olduğu saptandı ve alınan anamnezde almış oldukları gıdaların buralardan
dışarıya aktığı bildirildi. Yapılan ultrasonografik muayene ile her iki olguda lezyonun
abomazum ile ilişkili olduğu tespit edildi. Dışarı açılan kısımdan abomazuma kadar
ultrasonografik olarak fistül kanalı takip edildi. Her iki hastada da abomazum ile
göbek bölgesindeki geçiş doğrulandı ve operatif olarak abomazum ile deri arasındaki
fistül kanalı uzaklaştırıldı. Abomazum lümenli organ dikişleri ve abdomen katmanları
usulüne uygun olarak kapatıldı. Postoperatif olarak her hangi bir komplikasyon ile
karşılaşılmadı ve her iki olgunun da tamamen iyileştiği gözlendi.
Her iki olguda abomazum fistülü ile ilişkili ve bölgedeki yumuşak doku detaylarının
değerlendirilmesi açısından ultrasonografik muayenenin tanıya yardımcı olduğu
saptandı.
Anahtar sözcükler: Buzağı, Abomazo-umbilikal fistül, Ultrasonografi
- 201 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Abomaso-Umbilical Fistula in Two Calves
Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1, Göksen ÇEÇEN 1, M. Barış AKGÜL 1,
O. Sacit GÖRGÜL 1
1
Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA
To investigate two calves with abomasal fistula, to evaluate of clinic, ultrasonographic
and operative findings and to investigate the diagnostic yield of the ultrasonographic
examination were aimed.
Three-month-old, male, Holstein Frisian and 2.5-month-old, male, Simmental calves
were presented with wound and mass with wound on the umbilical region. The milk
or food given to the calf had oozed from the wound. The fistula canal which was going
to abomasum was determined by ultrasonographic examination. Fistula canal could
be easily followed by ultrasound. Abomasum was followed ultrasonographically until
to the mass and the connection between abomasum and the mass was confirmed. A
fibrotic fistulous tract connecting the abomasal lumen was identified. Patients were
operated. Abomasum borders were dissected from the periton and abdominal wall.
The degenerative tissues of the abomasum were removed; abomasum and abdomen
were closed routinely. There were no complications and problems related to abomasal
fistula operations in control examinations. Both of the patients completely recovered
and returned to healthy condition.
Via ultrasonography, fistula tract and related organ that abomasum was detected in
these cases. Ultrasonography is a useful tool for the diagnosis of the fistula tract and
detection of related organs.
Keywords: Claf, Abomaso-umbilical fistula, Ultrasonography
- 202 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İki Buzağıda Karşılaşılan Ektopik Böbrek Olgusu
Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2, Mete CİHAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Pataloji Anabilim Dalı, KARS
Bu bildiride iki buzağıda karşılaşılan ektopik böbrek olgusunun klinik, radyolojik ve
histopatolojik olarak tanısı ve operatif sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır.
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen buzağılardan ilkini
kuyruk yokluğu ve arcus ischiadicus düzeyinde bir kitle nedeniyle getirilen montofon
ırkı, 1 günlük dişi bir buzağı oluşturdu. Diğer olguyu ise simental ırkı, dişi 1 aylık
bir buzağı oluşturdu. Klinik muayenede ilkinde olduğu gibi perineal bölgede bir
şişkinlik şikayeti vardı. Her iki olguda da kitleler total olarak ekstirpe edildikten sonra
histopatalojik olarak değerlendirildi ve ektopik böbrek olarak belirlendi.
İlk olgu bir hafta sonunda öldü ve yapılan otopsisinde kolon agenezisi saptandı. Diğer
olgunun ise postoperatif 6. ayında sorunsuz bir şekilde yaşamına devam ettiği tespit
edildi.
Sonuç olarak yapılan literatür taramalarında ektopik böbrek olgularının perineal
bölgede lokalize olduğuna dair kayıt bulunmamıştır. Bu yönüyle bakıldığında orijinal
olarak görülen olguların literatüre katkı sağlayacağı söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Ektopik böbrek, Buzağı
- 203 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Case of Ectopic Kidney in Two Calves
Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2, Mete CİHAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS
The purpose of this paper is to present the results of clinical, radiological and
histopathological diagnosis and surgical treatment of ectopic kidney encountered in
two calves.
The first was a one-day-old female Montafon calf brought to the Kafkas University
School of Veterinary Medicine Surgical Clinic because of a mass at the arcus ischiadicus
and the fact that its tail was malformed. The other case was a one-month-old female
Simmental calf. It had swelling in the same area. After the masses were completely
extirpated in both cases, they were evaluated histopathologically and ectopic kidney
was identified.
The first calf died one week later and colon agenesis was identified in the autopsy. The
other calf was determined to be alive and well six months after the surgery.
In conclusion, no record was found of ectopic kidney cases in the perineal region
during the literature review. When viewed in this light, these original cases could be
seen as a contribution to the literature.
Keywords: Ectopic kidney, Calf
- 204 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İki Köpekte Karşılaşılan Bilateral Malign Seminom Olgusu
İbrahim AKIN 1, Hamdi AVCI, Ali GÜLAYDIN 1, Ali BELGE 1, Rahime YAYINGÜL 1
1
Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN
Bu çalışmada iki köpekte karşılaşılan bilateral malign diffuz seminoma olgularının
klinik ve patolojik bulguları değerlendirildi.
Birinci olguyu 12 yaşlı, erkek, 26 kg ağırlığında melez köpek oluşturdu. Klinik
muayenede arka bacaklarının üzerinde zor durduğu, yürümek istemediği gözlendi.
Skrotum oldukça hacimli, yumuşak kıvamlı idi, funiculus spermaticuslar ve testisler
palpe edilebiliyordu, ağrı yoktu. Skrotumun üzerinde yer yer küçük ülseratif alanlar
saptandı. Lenf yumruları normal büyüklükte idi. Kan muayenesinde hafif şiddette bir
anemiye eşlik eden monositoz olduğu saptandı. İkinci olguyu 14 yaşlı, erkek, 24 kg
ağırlığında melez köpek oluşturdu. Yapılan klinik muayenede skrotumun sağ yarımında
sol ile karşılaştırıldığında belirgin olarak hacim artışı gözlendi. Palpasyonda hacimli,
katı - sert kıvamlı testisler ile funiculus spermaticuslar palpe edilebiliyordu, ağrı yoktu.
Köpek normal yürüyebiliyordu. Skrotumun üzerinde herhangi bir lezyon saptanmadı.
Lenf yumruları normal büyüklükte idi. Kan muayenesinde tüm parametreler normal
sınırlar içerisinde idi.
Her iki olgunun lam aglütinasyon testinde brusella negatif olarak belirlendi. Ultrasonografik ve radyolojik kontrollerde hayvanların abdomen ve toraks bölgesinde
herhangi bir patolojik bulguya rastlanmadı. Yapılan klinik, radyolojik ve laboratuvar
muayeneleri sonucu birinci olguda testislerle birlikte skrotal kitlenin, ikinci olguda
testislerin uzaklaştırılmasına karar verildi.
Sonuç olarak, uzun bir gelişim sürecine karşın metastaz yapmayan bilateral malign
seminom olgularının klinik ve histopatolojik bulgularının yanı sıra sorunsuz postoperatif iyileşme, ilginç bulunarak paylaşılması uygun görüldü. Anahtar sözcükler: Köpek, Bilateral malign seminoma
- 205 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Cases of Bilateral Malignant Diffuse Seminoma in Two Dogs
İbrahim AKIN 1, Hamdi AVCI, Ali GÜLAYDIN 1, Ali BELGE 1, Rahime YAYINGÜL 1
1
Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, AYDIN
The aim of this report was to describe clinical course and histopathological evaluation
results in bilateral malignant diffuse seminoma cases in two dogs and which was
associated with scrotum oedema in one.
First case was a cross-breed male dog at the age of 12, weighing 26 kg. In clinical
examination, dog was unable to step on hind legs and did not want to walk. Scrotum
was quite large (Figure 1A) and had a soft consistency, funicular spermaticus and testis
could be palpated without pain. Scattered ulcerative areas on scrotum were inspected.
Lymph nodes were at normal size. According to the blood examination, monocytosis
accompanying a mild anemia was detected in the dog.
Second case was a 14 year old croos-breed dog, weighing 24 kg. In clinical examination,
marked increase of volume was observed in the right half of scrotum. Testis with large
volume and at hard consistency and funiculus spermaticus were palpated with no pain.
Dog was able to walk normally. There was no lesion on scrotum. Lymph nodes were at
normal size. In the examination of blood, all parameters were within the normal range. Brucella was found to be negative in the agglutination tests of both cases. In
ultrasonographic and radiological controls, no pathological finding was observed
in the abdomen and thorax regions. In view of clinical, radiological and laboratory
examinations, in the first case, it was decided to remove scrotal tissue together with
testis, and in the second case testis. In conclusion, bilateral seminoma cases that do not metastasize in spite of long
development process, were found worthy of being reported and their clinical and
histopathological findings were evaluated and uncomplicated postoperative healing
stressed.
Keywords: Dog, Bilateral malignant seminoma
- 206 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
İneklerde Abomasum Deplasmanı Operasyonlarında Ksilazin-lidokain veya
Deksmedetomidin-lidokain Karışımları ile Gerçekleştirilen Epidural Anestezinin
Klinik Etkinliklerinin Karşılaştırılması *
Y. Sinan ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1,
M. Doğa TEMİZSOYLU 1 Sırrı AVKİ 1
* 0105-NAP-10 no’lu projenin ön çalışma sonuçları
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Çalışmada, ayakta abomasum deplasmanı operasyonu uygulanan ineklerde,
modifiye dorsolumbar epidural anestezi ile her ikisi de α2-agonisti olan ksilazin ve
deksmedetomidin’in etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlandı. Diğer lokal anestezi
yöntemlerine göre daha az ilaç sarfiyatı, daha etkili preemptif analjezi ile uzun süreli
ve yeterli analjezinin sağlanabileceği düşünüldü.
Çalışmada iki grup oluşturuldu (n=8). Birinci gruptaki ineklerin epidural anestezisi
xylazin-lidokain hidroklorid kombinasyonu, ikinci gruptakilerin ise deksmedetomidinlidokain hidroklorid kombinasyonu ile gerçekleştirildi. Abomasum deplasmanı
operasyonuna alınan ineklerin preoperatif rektal ısı, nabız, solunum sayısı, ruminasyon
sayısı kaydedildi. İlk interlumbar aralıktan, 18 G Touhy iğnesi ile orta hattan negatif
basınç yöntemiyle epidural boşluğa girildi. Daha sonra epidural yağ dokusunun
geçilebilmesi için iğne 7-10 mm daha ilerletilerek, epidural kateter yerleştirildi. Gruplara
uygulanan xylazin (0.025mg/kg)-lidokain hidroklorid (0.1mg/kg) ve deksmedetomidin
(0.001mg/kg)-lidokain hidroklorid (0.1mg/kg) karışımları %0.9’ luk serum fizyolojik ile
6 ml’ye tamamlanarak 1 dakika (dk) sürede uygulandı. Sağa abomasum deplasmanı
olguları sağ paralumbar abomasopeksi, sola abomasum deplasmanı olguları ise
sol paralumbar abomasopeksi tekniği ile tedavi edildi. Ensizyona tepki ile cerrahi
uygulama sırasında sedasyon, ataksi ve huzursuzluk skorları 10 dk aralıklarla kaydedildi.
Postoperatif 3 saat’lik zaman diliminde, 30 dk aralıklarla takibe devam edilerek veriler
kaydedildi.
İki olgu da tekniğin uygulanamaması, 1 olgu da ise hayvanın yatması nedeniyle toplam
3 olgu çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dâhil edilen bütün olgularda, teknik kolaylıkla
uygulanabildi. Uygulanan tekniğin operasyon için yeterli düzey ve sürede, analjezi ve
sedasyon sağladığı gözlendi.
Hastanın ağrı hissinin en aza indirgenmesi, postoperatif dönemdeki olası verim
kayıplarının önüne geçilmesi ve hayvan refahının korunması açısından, yeterli süre ve
etkinlikte analjezi oldukça önemlidir. Kolay uygulanabilen bu teknik ile az miktarda
ilaç ve doz sarfıyla preemptif analjezi sağlandı. Sonuç olarak; ineklerin abomasum
deplasmanı olgularında uygulanan modifiye dorsolumbar epidural anestezi tekniğinin,
her iki etken madde için de klinik pratikte uygulanabilir olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Deksmedetomidin, Epidural, İnek, Ksilazin
- 207 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of the Clinical Efficacy of Epidural Anesthesia Achieved with
Xylazine-Lidocaine or Dexmedetomidine-Lidocaine Mixture in Cows with
Displaced Abomasum Surgery *
Y. Sinan ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1,
M. Doğa TEMİZSOYLU 1 Sırrı AVKİ 1
* Preliminary results of the project number 0105-NAP-10
1
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
In the study, in standing cows who underwent abomasal displacement surgery, with
the modified dorsolumbar epidural anesthesia, it was aimed to compare the clinical
efficacy of both α2-agonists xylazine and dexmedetomidine. Local anesthetic drug
consumption was less than other methods, more effective long-term and adequate
analgesia with preemptive analgesia was thought to be achieved.
In the study two groups were created (n=8). The epidural anesthesia of cows at first
group was performed with combination of xylaxzine-lidocain hydrocloride while the
latter was performed with dexmedetomidine-lidocain hydrocloride. Preoperative
rectal temperature, pulse, respiratory rate, number of rumination were recorded in
the cows operated for abomasal displacement. 18 G Touhy needle was introduced to
the epidural space at first interlumbar interval in the midline with negative pressure
technique. To pass through the epidural fat tissue, the needle was advanced 7-10
mm more and the epidural catheter was placed. Xylazine (0.025mg/kg)-lidocaine
hydrochloride (0.1mg/kg) and DEX (0.001mg/kg)-lidocaine hydrochloride (0.1mg/
kg) mix was administered to groups by completing in 6 ml of 0.9% saline and were
infused in minute (min). Right abomasal displacement cases were treated with right
paralumbar abomasopexy, left abomasal displacement cases were treated with left
paralumbar abomasopexy technique. In addition to response to incision, sedation,
ataxia, and irritability scores were recorded during the surgical procedure for 10 min
intervals. For postoperative 3-hour time period, follow up continued 30 min intervals
and data were recorded.
Three cases were excluded from the study because the techniques could not be
performed in two cases and the animal lay down in one case. In all cases in the study,
the technique was performed easily. It was observed that the technique provided
adequate level of analgesia and sedation for the operation.
To decrease the pain to the lowest level, to prevent the possible production loses
at postoperative period and to protect the animal welfare, effective analgesia for
adequate time period is important. By this technique, which was easy to perform,
preemptif analgesia was obtained with a little amount and dose expense of the drug.
In conclusion, it is stated that modified dorsolumbar epidural anesthesia performed
in abomasal displacement cases in cows can be used in clinical practice for both
substances.
Keywords: Dexmedetomidine, Epidural, Cow, Xylazine
- 208 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kangal Irkı Bir Köpekte Nekrotik Dil Yarası ve Glossopleji: Vaka Sunumu
Fahrettin ALKAN 1, Semih ALTAN 1, Hüseyin ERDEM 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Dil yaralarına veya felcine bütün evcil hayvanlarda rastlanabilir. Ancak köpeklerde
nekrotik dil yarası ile birlikte seyreden dil felcine (glossopleji) oldukça seyrek rastlanır.
Bu olgu sunumunda 4 yaşlı erkek kangal çoban köpeğinde koyun trakeasının dilin kök
kısmına yerleşerek dili boğması sonucu gelişen nekrotik dil yarası ile birlikte seyreden
dil felci değerlendirildi.
Çalışma materyalini, 3 gün önce koyun eti yedirildikten sonra diline kemik battığı, dilin
ağızdan dışarı sarktığı ve dolayısıyla da beslenemediği anamneziyle S.Ü. Veteriner
Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen 4 yaşında Kangal ırkı erkek bir köpek oluşturdu.
Köpek klinik, hematolojik ve biyokimyasal parametreler yönünden değerlendirildi
Klinik olarak inspeksiyonda dilin ağızdan dışarı doğru sarktığı ve sarkık kısmın
siyanotik olduğu dikkat çekti. Sedasyon sonrası ağzın muayenesinde orofarenks
bölgesinde, dilin radix kısmında dili çepeçevre saran yabancı bir cisim gözlendi. Bir
makas yardımıyla uzaklaştırılan bu oluşumun trakea olduğu belirlendi. Yabancı cismin
halka tarzında dile geçtiği ve frenulum linguanın parçalandığı gözlendi. Köpeğin dilini
hareket ettiremediği, belirgin bir duyu kaybı ve dolayısıyla paraliz tablosunun geliştiği
gözlendi. Klinik bulgular ve laboratuvar sonuçlarına göre hasta sahibine dilin nekrotik
kısımlarının uzaklaştırılması ve köpeğin pharyngostomy veya gastrostomy tüp
uygulaması ile beslenmesi önerildi. Bu uygulamaların yapılmazsa köpeğin yaşamını
idame ettiremeyeceği nedeniyle hasta sahibinin de onayıyla köpeğin uyutulmasına
karar verildi.
Evcil hayvanlarda yabancı cisimlere bağlı olarak dilde akut yaralanma ve felçler
gözlenebilmektedir. Bu durumlarda zaman kaybetmeden nedenin uzaklaştırılarak
sağaltıma başlanılması çok önemlidir. Özellikle kırsal kesimlerde çoban köpeği olarak
kullanılan Kangal köpeklerinin gelişi güzel beslenmelerine bağlı olarak nadirde
olsa sunulan vakadaki gibi sağaltımı mümkün olmayan sonuçlarla karşı karşıya
kalınabileceği dikkate alınmalıdır.
Anahtar sözcükler: Dil, Nekroz, Dil felci, Köpek, Yabancı cisim
- 209 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Necrotic Tongue Wound and Glossoplegia in A Turkish Shepherd (Kangal) Dog:
Case Report
Fahrettin ALKAN 1, Semih ALTAN 1, Hüseyin ERDEM 1
1
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
Wound and paralysis of the tongue can be encountered in each kind of domestic
animals. However, tongue paralysis (glossoplegia) characterized with necrotic tongue
wound can be encountered in the dog randomly. In this presentation, it was evaluated
that a four-year-old male kangal dog with a tongue paralysis characterized with
necrotic tongue wound resulted from the settling and suffocating of a sheep trachea
to the root of the tongue.
Study was performed with a four-year-old male Turkish Shepherd dog, which was
brought to the Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of
Surgery, three days after due to dipping of a bone to the tongue upon feeding by a
lamb meat. The dog was evaluated in the terms of parameters of clinics, hematologic
and serum biochemistry.
In the clinical inspection, it was observed that the tongue was overhanging from
the mouth, and the overhanging part was cyanotic. A foreign body located in the
oropharynx area of the radix part and surrounding whole the tongue was observed
during the examination of the mouth after sedation. It was determined that the thing
removed via scissors was a trachea. It was determined that the foreign body was stuck
into the tongue like a ring and frenulum lingua was broken into pieces. It was also
determined view of paralysis upon evident loss of sense, disability of moving the
tongue of the dog. According to the clinical findings and laboratory results, it was
suggested to the patient-owner to remove the necrotic area of the tongue and to feed
the dog via use of a tube of pharyngostomy and gastrostomy. It was decided that it
was euthanized the dog with the patient-owner together due to the dog were not
able to maintain its normal vital functions unless performing all these applications.
Acute injury and paralysis of the tongue may be observed in the domestic animals.
In these cases, it is quite important removing the agent and beginning the treatment
as soon as possible. Especially in the country area, it always should be keeping in
mind that the results impossible to treat like presented in this presentation might be
encountered due to randomly feeding the kangal dog used sheepdog.
Keywords: Tongue, Necrosis, Glossoplegia, Dog, Foreign body
- 210 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kangal Melezi Bir Köpekte Transmissible Venereal Tümör ve
İmmunohistokimyasal Olarak İncelenmesi Olgusu
Özgür KANAT 1, Muharrem EROL 2, M. Kemal ÇİFTÇİ 1, Hanifi EROL 3, Fatih HATİPOĞLU 1,
Mustafa ARICAN 2
1
2
3
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KONYA
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Anamnezinde penis çevresinde bir şişkinlik, prepusyumda kanama ve bu şişliğe bağlı
olarak hayvanın ürinasyonda zorlandığı bildirildi. 5 yaşlı, Kangal melezi, erkek bir
köpeğin klinik muayenesinde prepusyum içinde ve penisin sağ tarafında çocuk başı
büyüklüğünde ve oldukça sert bir kitlenin olduğu tespit edildi. Köpeğin radyoğrafik
muayenesinde dalak ve akciğerde de kitleler gözlendi. Daha sonra prepusyum
içindeki kitlenin operatif olarak sağaltılmasına karar verildi. Rutin operasyon
hazırlıklarından sonra hayvan inhalasyon anestezi altında ventro-dorsal pozisyonda
yatırılarak, penisin sağ tarafından yaklaşık olarak 10 cm uzunluğunda deri ensizyonu
yapıldı. Deri altı bağ dokusu dikkatli bir şekilde diseke edildi. Daha sonra 23x13 cm
çapında ve 1,5 kg ağırlığında oldukça sert yapıda ve penisten bağımsız olan tümöral
kitle uzaklaştırıldı. Çıkarılan tümöral oluşum %10’luk formaldehit solüsyonu içerisinde
histopatolojik inceleme için Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim
Dalına gönderildi. Ayrıca penis üzerinde çapları 1-3 cm arasında değişen çok sayıda
taşkın kitleler dikkati çekti. Operasyondan sonra şoka giren köpek 1 gün sonra öldü ve
nekropsisi yapıldı.
Peniste klinik olarak gözlenen tümöral kitleye ilaveten nekropside, dalakta 3 cm ve
akciğerde 2 cm çapında hafif yumuşak kıvamlı, kesit yüzleri beyazımsı renkte ve yer
yer kanamalı nodüller belirlendi. Prepusyumdan alınan 23x13 cm boyutundaki yer yer
hafif yumuşak kıvamlı ve sert olan kitlenin de kesit yüzünün beyazımsı renkte, yer yer
kanamalı ve kistik erime alanları şeklinde olduğu gözlendi.
Tümöral kitlelerin mikroskobik muayenesinde, ince fibröz stroma ile birbirinden
ayrılan solid kordonlar halinde, veziküler çekirdeği ve santral yerleşimli belirgin
çekirdekçiği olan uniform, yuvarlak, polihedral ya da ovoid şekilli, eozinofilik, orta
derecede sitoplazması olan Transmissible Venereal Tümörü (TVT) ile ilgili neoplastik
hücreler görüldü. Bu alanlarda yaygın mitotik figürler ile yer yer perivasküler
yerleşimli mononükleer hücre infiltrasyonlarına rastlandı. Sitolojik preparatların
Giemsa boyamalarında ise, tümör hücrelerinin sitoplazmalarının çok sayıda belirgin
mikrovakuol içerdiği dikkati çekti. Ayrıca, immunohistokimyasal boyanmalarda pozitif
TVT hücreleri görüldü.
Anahtar sözcükler: Transmissible venereal tümör, Metastaz, Sitoloji, İmmunohistokimya
- 211 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Transmissible Venereal Tumor in a Mixed Kangal Shepherd Dog and
Immunohistochemical Examination: Case Report
Özgür KANAT 1, Muharrem EROL 2, M. Kemal ÇİFTÇİ 1, Hanifi EROL 3,
Fatih HATİPOĞLU 1, Mustafa ARICAN 2
Univercity of Selcuk, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Pathology, KONYA
Univercity of Selcuk, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Surgery, KONYA
3
Univercity of Cumhuriyet, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Surgery, SİVAS
1
2
In history, it was reported that a swelling around the penis, bleeding at intervals
in the prepitium and depending on the urination of dog can not easily. In clinical
examination of a mixed Kangal shepherd dog, five years elderly was determined a
mass about head of childsized and very hard in prepitium and on the right side
penis. Masses were observed at radiographic examination of the abdominal cavity
of dog, lung and spleen, too. Then, operation of mass that found in prepitium was
decided. After routin operation preparations, ventro dorsal position under inhalation
anesthesia, 10 cm long skin incision was made from right side of penis. Subcutaneous
connective tissue was carefully dissected. Then, Tumoral mass in 23x13 cm diameters
and 1,5 kg weight which independent of penis was removed. The removed mass was
sent to Selcuk University, department of Pathology for histopathologic examination in
%10 formaldeit solution. Also, large number tumoral masses, which were overflowing,
in varying sizes between 1 to 3 cm diameters, were seen on penis of a dog. After the
operation, the dog into a state of shock died after a day and was necropsied.
In necropsy, in addition to tumoral masses observed clinically in the penis, with
slightly soft consistency and 3 cm and 2 cm sized masses, which were whitish colour of
their cut surfaces with some haemorrhagic patches, were seen in the spleen and lung.
Whitish colour, partly haemorrhagic and cystic melting areas were observed in cut
surface of mass which was hard and partly with slightly soft consistency sized 23x13
cm taken from prepitium.
In microscopical examination of tumoral masses, polihedral or ovoid-shaped to
round, uniform neoplastic cells about Transmissible Venereal Tumor (TVT) having
moderate eosinophilic cytoplasm, vesicular nucleus and centrally located prominent
nucleolus were seen. The cells created solid cords separated by thin fibrous stroma.
Mitotic figures were common in this area and there were perivascular mononuclear
cells infiltration. In Giemsa staining of cytological preparations, numerous clear
cytoplasmic mikrovacuoles were noticed in tumor cells. Also, positive TVT cells were
seen in immunohistochemical stainings.
Keywords: Transmissible venereal tumor, Metastasis, Cytology, Immunohistochemistry
- 212 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kars Yöresinde Sığır Oküler - Perioküler Tümör ve Benzeri Oluşumların Klinik ve
Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi
Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Musa KARAMAN 2, Başak KURT 1, Emine ÇATALKAYA 3,
Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1, Hasan ÖZEN 2
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS
3
Türkiye Jokey Kulübü- Elazığ Hipodrumu Müdürlüğü, ELAZIĞ
1
2
Bu çalışmada sığırlarda oküler-perieoküler tümör ve benzeri oluşumların klinik ve
histopatolojik karakterleri ile uygulanan sağaltım sonuçlarının değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Çalışmanın materyalini cerrahi kliniğine 2009-2012 yılları arasında getirilen okülerperioküler tümör şüpheli 15 adet sığır oluşturdu. Tedavi amacıyla tamamında total göz
ekstirpasyonu uygulandı. Tüm vakaların post operatif dönemde kontrolleri ve yara
bakımları yapıldı. Ekstirpe edilen kitlelerin histopatolojik muayeneleri sonucunda; 14
adet yassı hücreli karsinom ve birinde kistik epidermal hiperplazi tespit edildi. Post
operatif 6. aya kadar tümörlerin nüks etmesi veya muhtemel bir metastaz ile ilgili net
bir bulguya rastlanılamadı.
Sonuç olarak; sığırların oküler-perioküler dokularında oluşan değişik karakterdeki
tümörlerinde uygulanan total göz ekstirpasyonunun kolay uygulanabilir, az komplikasyon riskli ve düşük maliyetli olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, kronik ağrıyı
ortadan kaldırması sonucu, hayvanların ekonomik ömrünün uzaması ve dolayısıyla
ekonomik kayıpların minimize edilmesi nedeniyle uygun bir yöntem olabileceği
düşüncesine varıldı.
Anahtar sözcükler: Sığır, Göz tümörü
- 213 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Clinical and Histopathological Evaluation of Cattle Ocular and Periocular Tumors
and Tumor-Like Masses in Kars Province
Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Musa KARAMAN 2, Başak KURT 1, Emine ÇATALKAYA 3,
Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1, Hasan ÖZEN 2
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS
3
Jockey Club of Turkey, Elazığ Hippodrome, ELAZIĞ
1
2
In this study, clinical and histopathological characteristics and the treatment results of
cattle ocular and periocular tumors and tumor-like masses was aimed to be evaluated.
Study material was 15 ocular-periocular suspected tumors in cattle that were brought
to the Department of Surgery between 2009 and 2012. Total eye extirpation was
performed for treatment purposes. Post-operative controls and wound treatments
were done in all of the cases. Histopathological evaluation of the tumor masses
revealed squamous cell carcinoma in 14 animals and cystic epidermal hyperplasia in
1 case. No tumor reoccurrence or possible metastasis for 6-month follow-up period
was recorded.
In conclusion, total eye extirpation could be regarded as an easy with little complication
risk and low-cost procedure in cattle ocular-periocular tumors. In addition, total eye
extirpation could also be thought as the suitable procedure for its ability to ease
the chronic pain, to improve the economic life-span of animal as well as to minimize
economic losses.
Keywords: Cattle, Eye tumor
- 214 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kataraktlı Köpeklerde Fakoemülsifikasyon ve Ekstrakapsüler Katarakt
Ekstraksiyon Yöntemlerinin İntraoküler Basınça Etkilerinin Karşılaştırılması
Mustafa ARICAN 1, Hanifi EROL 2, Kurtuluş PARLAK 1, Ümit KAMIŞ 3, Nuri YAVRU 1
Selçuk Ünversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
3
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, KONYA
1
2
Köpeklerde sık görülen görme problemlerinden olan kataraktın sağaltımında
ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyon (EKKE) ve fakoemülsifikasyon operasyonlarında
intra oküler lens kullanmadan ve intraoküler lens kullanarak, bir aylık periyotta göziçi
basıncına olan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı.
Çalışma S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim dalında gerçekleştirildi. Çalışma
materyalini 20 adet katarakt teşhisi konulan değişik ırk, yaş ve cinsiyette köpek
oluşturdu. Klinik ve ultasonografik muayeneleri yapılan hayvanlarda katarakt immatür
(9), matür (5) ve hipermatür (6) katarakt şeklinde sınıflandırıldı. On adet köpekte EKKE
işlemi ve ikinci grupdaki 10 adet köpeğe fakoemülsifikasyon operasyonu yapıldı. Her
iki gruptaki 10 adet hayvanın gözlerine 42 dioptrilik tek parçalı akrilik intraoküler lens
yerleştirildi. Kataraktlı bütün köpeklerde tek göz opere edilirken, çalışma süresince
sol gözlerin operayonu tercih edildi. Mature ve hipermatur kataraktlı köpeklerde
EKKE yöntemi tercih edilirken, immature kataraktlı olgularda fakoemülsifikasyon
gerçekleştirildi. Hayvanların göziçi basınçları pre-operatif ve post-operatif dönem
7.,14., 21., 28. günlerde dijital tonometri ile ölçüldü.
Göz içi basıncın EKKE, İ.O.L kullanılmayan grupta 14. gün en düşük düzeye düştüğü
belirlenirken, EKKE, İ.O.L kullanılan, grupta düzensiz dalgalanmalar belirlendi.
Fakoemülsifikasyon ve İ.O.L uygulanmayan grupta en düşük göz içi basınç düzeyi 21.
gün belirlenirken, İ.O.L uygulanan grupta ise 7 ve 14. günler belirlendi. Fakat, bütün
değerler, 28 günlük periyot sonunda referans değerlerinde seyretmiştir. Operasyon
sırasında görülen en önemli komplikasyon posterior kapsülün rupturu idi. Olguların
bir aylık periyottaki muayenelerinde özellikle EKKE grubuna ayrılan köpeklerde, üveit,
iris prolapsusu, keratit, korneal ödem gibi komplikasyonlar gözlendi.
Fakoemülsifikasyon yönteminin kataraktın sağaltımında daha yaygın kullanılması
gereği klasik operasyon yöntemlerinde oluşabilecek komplikasyonları en aza indireceği,
bu konuda çalışan araştırıcılarla aynı görüşleri desteklemiştir. Göziçi basınçlarına etki
açısından her iki yöntemin bir aylık periyotta birbirinden farklı olmadığı gözlenmekle
birlikte, uzun periyotta etkinliği bilinmemektedir. Komplikasyonların ez aza indirilmesi,
post-operatif prognoz ve operasyon süresinin kısalığı açısından fakoemülsifikasyonun
tercih edilmesi kanaatindeyiz.
Anahtar sözcükler: Katarakt, Ekstrakapsüler ekstraksiyon, Fakoemülsifikasyon, Göziçi basıncı
- 215 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of the Effects of Intraoculer Pressure by Phacoemulsification and
Extracapsular Cataract Extraction Methods Dogs with Cataract
Mustafa ARICAN 1, Hanifi EROL 2, Kurtuluş PARLAK 1, Ümit KAMIŞ 3, Nuri YAVRU 1
University of Selcuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
University of Cumhuriyet, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SİVAS
3
University of Necmettin Erbakan, Meram Medical Faculty, Department of Ophtamology, KONYA
1
2
Cataract is a very common vision problems in dogs. To compare the effects of
intraocular pressure, in the treatment procedures for extracapsular cataract extraction
and phacoemulsification methods with and without intraoculer lenses for the onemonth period.
The study was held in the department of surgery, faculty of Veterinary Medicine.
20 dogs with cataract different breeds, age and sex were used as a materials.
Immature (9), mature (5) and hypermature cataracts (6) were classified by clinical
and ultrasonographic examination. Extracapsuler extraction was performed for
10 dogs with mature and hipermature cataracts. Phacoemülsification operation
were performed for dogs with immature cataracts. 42 dioptrics single-piece acrylic
intraocular lens was placed in 10 dogs. One eye (left eye) of the dogs were operated
for all of the dogs with cataract. Intraocular pressure of the animals pre and postoperative period of operation was measured 7th, 14th, 21st and 28th days with digital
tonometry.
Intraocular pressure, in the ECCE İ.O.L not implanted group fell to its lowest level in
determining day 14th, in the ECCE, İ.O.L implanted, the group identified the irregular
fluctuations. Intraocular pressure level of the lowest group 21st in phacoemulsification
group used İ.O.L in determining days, were 7th and 14th. However, all values were
remained for reference values ​​ at the end of a 28-day period. The most important
complications were posterior capsule rupture uveitis, iris prolapse, keratitis, corneal
edema.
Phacoemulsification method more commonly used in cataract treatment compare to
the classical methods for minimize complications, working on this issue supported the
same views by the researchers. Intraocular pressures of the two methods in terms of
effect is not different from each other, were observed over a period of one month, the
effectiveness of the long period is unknown. Minimize the complications associated
phacoemulsification in terms of post-operative prognosis and shorter duration of
operation are proposed to be preferred.
Keywords: Cataract, Extracapsular extraction, Phaco emulsification, Intraocular pressure
- 216 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedi ve Köpeklerde 2010-2011 Yıllarındaki Ekstremite Lezyonlarının Radyolojik
Değerlendirilmesi: Retrospektif Çalışma
Muharrem EROL 1, Semih ALTAN 1, Kurtuluş PARLAK 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1,
Mustafa ARICAN 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu çalışmada S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen kedi ve köpeklerin
radyolojik muayene sonucu ekstremitelerinde görülen lezyonların retrospektif olarak
değerlendirilmesi ve sonuçlarının paylaşılması amaçlandı.
Bu retrospektif çalışmada 2010-2011 yıllarında Cerrahi kliniğine getirilen ve radyolojik
olarak muayenesi yapılan 691 köpek ve 175 kediden ekstremite lezyonu görülen 400
köpek ile 80 kedi değerlendirildi.
Kliniğe getirilen toplam 1387 köpeğin 691’ine (%50) 528 kedinin 175’ine (%33)
radyolojik muayene yapılmıştır. Köpeklerin 400’ünde kedilerin ise 80’inde ekstremite
lezyonu görülürken bunların radyografi çekilenlere oranı köpeklerde %57.3, kedilerde
ise %46 olarak görüldü. Köpeklerde ekstremite lezyonlarının %72.5’ini kırıklar, %7’sini
displaziler (dirsek ve kalça), %6.75’ini çıkıklar, %4.75’ini metabolik kemik hastalıkları,
%3’ünü ligamentum cruciate anterior (LCA) kopukları, %2.5’ini osteoartritler, %2.5’ini
ateşli silah yaralanmaları ve % 1’ini ise osteosarkomlar oluşturdu. Kedilerde ise %90’ını
kırıklar, %7.5’ini çıkıklar, %2.5’ini ise LCA kopuğu ve fissur oluşturdu.
Elde edilen sonuçlara göre hem köpeklerde hem de kedilerde en fazla karşılaşılan
ekstremite lezyonlarının kırıklar olduğu gözlenmiştir. Bunun yanında köpeklerde metabolik ve kalıtımsal ekstremite problemlerine kedilere kıyasla daha fazla rastlanılmıştır.
Sonuç olarak, kedi ve köpeklerin ekstremite lezyonlarında travmatik olayların önemli
bir yer tutmasıyla beraber köpeklerde metabolik ve kalıtımsal ekstremite lezyonlarının
da klinik olarak önemli olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Köpek, Kedi, Ekstremite lezyonları, Radyoloji, Retrospektif değerlendirme
- 217 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Radiological Evaluation of the Extremity Lesions in the Dog and Cat in the Years
of 2010-2011: Retrospective Study
Muharrem EROL 1, Semih ALTAN 1, Kurtuluş PARLAK 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1,
Mustafa ARICAN 1
1
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
In this study, it was aimed to evaluate the extremity lesions seen upon radiological
examination in dogs and cats, brought to the Surgery Clinics of the Veterinary Faculty
of the University of Selçuk, and to share whose results.
In this retrospective study, extremity lesions seen the 400 dogs and the 80 cats out of
the 691 dogs and out of the 175 cats, which examined radiologically and brought to
the Surgery Clinics between 2010 and 2011 were evaluated.
Radiological examination was performed on the 691 dogs (50%) and 175 cats (33%)
out of the 1387 dogs and 528 cats. In the radiological examination, extremity lesions
were seen in 400 dogs and 80 cats, with the rates of 57.3% and of 46%, respectively.
Extremity lesions were formed in the dogs by, fractures, hip and elbow dysplasias,
luxations, metabolic bone diseases, rupture of anterior cruciate ligament (LCA),
osteoarthritis, firearm injuries and osteosarcomas, with rates of %72.5, 7%, 6.75%,
4.75%, 3%, 2.5%, 2.5%, 1%, respectively. They were formed also in the cats by, fractures,
luxations, LCA and fissures, with the rates of, 90%, 7.5%, 2.5% respectively.
According to the provided results, it was determined that the most encountered
extremity lesions had been fractures in both dogs and cats. In addition, metabolic and
inheritable extremity cases were encountered in dogs more than cats.
Eventually, it was attained that traumatic cases taken part in extremity lesions of the
dogs and cats, and that metabolic and inheritable also extremity lesions in the dogs
were important as clinical.
Keywords: Dog, Cat, Extremity lesions, Radiology, Retrospective evaluation
- 218 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Kedi ve Köpeklerde Kırık Sağaltımında İmplant Yetmezliği: 52 Olguda
Klinik Çalışma
Sinan ULUSAN 1, Özge ÖZDEMİR 2, İrem GÜL SANCAK 1, Hasan SARI 3, Hasan BİLGİLİ 1
Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
3
Ege Pet Park Veteriner Kliniği, İZMİR
1
2
Bu çalışmanın amacı Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’nda
kırık sağaltımı uygulanan değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki 43 köpek ve 9 kedide (toplam
52 olgu) implant yetmezliği komplikasyonlarının değerlendirilmesidir.
İmplant yetmezliği olan köpek olgularında kırık dağılımı: 19 femur, 15 tibia, 5 radiusulna ve 4 humerus iken, kedilerde ise, 4 femur, 3 tibia, 1 radius-ulna ve 1 humerus kırığı
olarak belirlendi.
43 adet köpek olgularının kırık sağaltımı için 28 olguda plak ve vida uygulaması,
15 olguda intramedüller pin ve serklaj uygulaması ile sağaltım yapıldı. 9 adet kedi
olgularında ise, 3 olguda plak ve vida uygulaması ve 6 olguda ise intramedüller pin ve
serklaj uygulamasına başvuruldu.
Komplikasyon olarak, köpeklerde 8 olguda plak ve vida uygulamasında vida gevşemesi
ve fiksasyon bozulması, 9 olguda plak kırılması, 15 olguda intramedüller pinde kırılma,
19 olguda intramedüller pin de hareket etme (migrasyon). Kedilerde ise; 6 olguda pin
migrasyonu, 3 olguda vida gevşemesi.
Sonuç olarak; uzun kemik kırıklarının sağaltımında olgunun preoperatif radyografileri,
operasyon ekibi tarafından detaylıca değerlendirilerek, iyi bir preoperatif planlama
yapıldıktan sonra, rijid fiksasyon kurallarına uyularak kırığa en uygun fiksasyon metodu
seçilmesi gerekmektedir.
Anahtar sözcükler: Kırık, Komplikasyon, Kedi, Köpek
- 219 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Implant Failure of Fracture Treatment in Dogs and Cats: Clinical Study in 52
Cases
Sinan ULUSAN 1, Özge ÖZDEMİR 2, İrem GÜL SANCAK 1, Hasan SARI 3, Hasan BİLGİLİ 1
1
2
3
Ankara University, Faculty of Veterinary, Surgery Department, ANKARA
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary, Surgery Department, SİVAS
Ege Pet Park Veterinary Clinic, İZMİR
This study was performed on 43 dogs and 9 cats (totally 52 cases) within different age,
breed and sex, were taken to Ankara University, Faculty of Veterinary, Department of
Surgery, with the complaint of different long bone fractures.
Classification of fractures: 19 femur, 15 tibia, 4 humerus and 5 radius-ulna in dogs,
whereas 4 femur, 3 tibia, 1 humerus and 1 radius-ulna in cats.
For fracture treatment in dogs, treatment long bone with plate and screws of 28 cases,
intramedullary pinning and using cerclages of 15 cases were applied, however, in 9
cases of cats; treatment with bone plate and screws of 3 cases, intramedullary pinning
and using cerclages of 6 cases were applied.
As complications, in dogs: screw loosening and fixation failure in 8 cases, broken bone
plate in 9 cases, broken intramedullary pins in 15 cases, pin migration in 19 cases. In
cats: pin migration in 6 cases, screw loosening in 3 cases.
In conclusion; the most appropriate fixation methods for treatment of the long bone
fractures should be chosen as soon as rigid fixation rules obey, after the suitable
preoperative planning is done with detailed evaluation of operation team on
preoperative radiographies of cases.
Keywords: Fracture, Complication, Dog, Cat
- 220 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpek Femur Kırıklarının Unilateral Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemiİntramedüller Pin (Tie-in) Konfigürasyonu ile Sağaltımı
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kurupelit, SAMSUN
Bu çalışmada 20 orta/büyük ırk köpeğe ait 21 femur kırığında uygulanan unilateral
semisirküler eksternal fiksasyon sistemi-IM pin (tie-in) konfigürasyonu ile ilgili sağaltım
sonuçları aktarıldı.
Çalışma materyalini Ocak 2009-Mart 2010 tarihleri arasında metafizer ya da diafizer
femur kırığı (n=21) şikayeti ile kliniğe getirilen 20 adet köpek (>10kg) oluşturdu
Olguların; eşgal, anamnez, kırık tipi ve lokalizasyonu, fiksatör konfigürasyonu,
postoperatif komplikasyonlar, eşlik eden lezyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım
zamanı (tasma ile gezerken bacağa yüklenme), fiksatör çıkarılma zamanı ve fonksiyonel
sonuç bulguları kaydedildi. Çalışmada 6 delikli 45° (180 mm iç çaplı, 1/8 halka yayı,
7x18x85 mm)’lik semisirküler karbon fiber arklar kullanıldı. Kırık iyileşmesi sağlanana
kadar haftalık klinik ve radyolojik kontroller yapıldı ve iyileşme sağlandığında fiksatör
çıkarıldı. Olguların tümünde IM pin postoperative 21.günde derin sedasyon altında
uzaklaştırıldı. Olgular modifiye McCartney ve Fox’un değerlendirme skalasına göre
skorlandı. Sonuçlar; çok iyi (topallık yok, klinik olarak normal), iyi (yoğun egzersizden
sonra hafif topallık), orta (hafif-orta şiddette topallık ancak ilgili ekstremiteye tam
yüklenme), zayıf (ilgili ekstremiteye yüklenmeme) olarak derecelendirildi.
Etiyolojik olarak kırılar 15 olguda trafik kazası, 3 olguda yüksekten düşme, 1 olguda ateşli
silah yaralanması ve 1 olguda da yaban domuzu saldırısı sonrası gerçekleşti. En fazla
gözlenilen komplikasyon pin yollarının serö-müköz/purulent drenajıydı ki, pin-deri
temas yüzeylerinin düzenli temizliği ve mikrobiyel kültür sonuçlarına göre kullanılan
oral antibiyotikler ile iyileşme sağlandı. Yeterli süre takip edildikten sonra tüm kırıklar
iyileşti. Olguların 8’i ilgili ekstremitesini operasyondan hemen sonra kullanmaya
başladı. Fonksiyonel sonuç 16 olguda çok iyi, 3 olguda iyi ve 2 olguda orta olarak
belirlendi. En son klinik ve radyolojik değerlendirmeler fiksatör uzaklaştırılmasından
4-6 ay sonra gerçekleştirildi.
Bu bulgular ışığında, orta ve büyük ırk köpeklerin femur kırıklarının sağaltımında
kullanılan semisirküler eksternal fiksasyon sistemi-intramedüller pin kombinasyonu
ile kısa sürede fonksiyonel sonuçlar elde edilebilmektedir.
Anahtar sözcükler: Köpek, Femur, Eksternal fiksasyon, İntramedullar pin, Tie-in
- 221 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Management of Femoral Fractures in Dogs with Unilateral Semicircular External
Skeletal Fixator-Intramedullary Pin Tie-in Configurations
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1
1
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayis University, Kurupelit, SAMSUN
The objective of present study is to report our experience with use of a semicircular
ESF-IM tie-in configuration for repair of 21 femoral fractures in 20 medium or large
breed dogs.
Between January 2009 and March 2010, dogs (> 10 kg, n =20) with femoral
metaphyseal or diaphyseal fractures (n = 21) were enrolled in this study. Data
recorded was signalment and history, fracture description, fixator configuration,
postoperative complications, concomitant injuries, time to first use of limb after
the operation (bearing weight when walking on leash), time of fixator removal, and
outcome. The principal connecting elements of semicircular ESF used were 6 hole
45° (180 mm inside diameter, 1/8 ring arch, 7x18x85 mm) carbon-fiber arches. Weekly
recheck examinations and radiographic assessments were performed until fracture
healing was complete and the fixator was removed. In all cases IM pin was removed
on postoperative 21th day under deep sedation. The outcome evaluation scale was
modified from a combination of the McCartney and Fox evaluation scales. Final
assessments were graded as: excellent (no lameness, clinically normal), good (slight
lameness after extensive exercise), fair (slight to moderate intermittent lameness but
consistent weight-bearing) and poor (non-weight-bearing lameness).
Fractures were caused by vehicular trauma (n=15), high rise (n=3), gun shot injury
(n=1), and wild boar attack (n=1). Minor pin tract discharge during convalescence
was the most common complication (n=6) and this typically responded to improved
cleaning of pin-skin interfaces and administration of oral antibiotics based on microbial
culture and susceptibility testing. All of the fractures with sufficient follow-up healed.
Eight dogs started to use the limb immediately after waking up from anesthesia.
Functional outcome was excellent in 16 femurs, good in 3, and fair in 2. Final clinical
and radiographic evaluation was performed 4 - 6 months after fixator removal.
Our results validate the efficacy of unilateral semicircular ESF-IM pin tie-in
configurations for stabilization of femoral fractures in medium or large breed dogs.
Keywords: Dog, Femur, External fixation, Intramedullary pin, Tie-in
- 222 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Femurda Trochanter Major’un Proksimalindeki Anatomik
Farklılıklara Göre Doğru ve Güvenli Anterograd İntramedullar Pin
Uygulamalarının Belirlenmesi: Anatomik Çalışma
Özge ÖZDEMİR 1, İrem GÜL SANCAK 2, Sinan ULUSAN 2, Elif BAYDAR 2, İ. Önder
ORHAN 3, Hasan BİLGİLİ 2
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
3
Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, ANKARA
1
2
Anterograd intramedullar pin uygulamalarında intramedullar kanala girişin doğru
yapılması ve intramedullar pinin kemik korteksinin longitudinal eksenine paralel
bir şekilde ilerletilmesi önem taşımaktadır. Anterograd pin uygulamasında femur’da
fossa trochanterica’nın dorsal’inin en doğru yaklaşım noktası olduğu bilinmektedir.
Bu çalışmada, bölgenin anatomisi ve kendi içindeki varyasyonları detaylı bir şekilde
ortaya konulup, aynı zamanda trochanter major’un duruş pozisyonuna bağlı olarak
şekillenen açılanmaların ölçülerek sınıflandırılması amaçlandı.
Caput ossis femoris ile femur’un longitudinal ekseni arasında bir açı şekillenir. Bu
açı, köpeklerde farklılık gösterir. İntramedullar pin uygulamalarında, pinin kemik
korteksinin ve medullar kanalın dışına çıkmaması için bu açı göz önünde bulundurulmalıdır. Çalışma materyalini 2-2.5 yaşlı köpeklere (>30 kg, büyük ırk köpek) ait
kadavralardan alınan 20 adet farklı femur oluşturdu. Çalışmada; fossa trochanterica
içerisinde yer alan fossa piriformis’in, anterograd intramedullar pin uygulamasının
yapıldığı en uygun yer olduğu, ancak hayvan türüne bağlı olarak bu bölgede anatomik
farklılıkların olduğu gözlendi. Trochanter major’un serbest olan dorsal’indeki çıkıntının
lateral ya da medial’de yer almasına bağlı olarak fossa piriformis’in üstünü örttüğü ve
trochanter’in serbest ucunun medial’e doğru yönelmesiyle operasyon için kullanılan
fossa piriformis’in üstünün kapandığı belirlendi. İntramedullar pinin medullar kanalda
düz olarak ilerlemesi gerekirken femur’un giriş noktası fossa piriformis’den medial’e
doğru yani caput ossis femoris’e doğru kaydığı izlendi.
Trochanter major’da oluşan anatomik varyasyonlardan dolayı anterograd intramedullar
pin uygulamalarında komplikasyonlar ile karşılaşılmaktadır. Bu çalışma ile bölgedeki
anatomik farklılıkların (fossa trochanterica ve fossa piriformis’e ait ölçümler) derecelendirilmesi ve bu sistemine göre değerlendirilen hastaların fossa piriformisin
trochanter tarafından kısmi olarak ya da tamamen örtüldüğü grup hastalarda
bu anatomik yapıdan dolayı bölgenin drill kullanılarak yeniden düzenlenmesinin
gerekli olduğu ve bu sayede femur’da anterograd intrameduller pin uygulamasında
komplikasyonların önüne geçilebileceği belirlendi.
Anahtar sözcükler: Köpek, Femur, Anterograd, Trochanter major, Pin
- 223 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Determination of Reliable and Proper Anterograd Intramedullar Pinning as
to the Anatomical Variations on Proximal Region of Trochanter Major in Dog
Femur: An Anatomical Study
Özge ÖZDEMİR 1, İrem GÜL SANCAK 2, Sinan ULUSAN 2, Elif BAYDAR 2,
İ. Önder ORHAN 3, Hasan BİLGİLİ 2
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS
Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA
3
Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Anatomy Department, ANKARA
1
2
Using the reliable entry into the intramedullar cavity and promoting of intramedullary
nailing straightly has a great importance in the intramedullary antegrade fixation.
Dorsal aspect of the trochanteric fossa is known to be the most correct entry site in
anterograde nailing for femur. The aim of this study the anatomy of the region and
its variations being introduced in detail and at the same time measurement and the
classification of the angulation occured in the trochanter major due to the posture
changes are exhibited.
The angle which is formed between caput ossis femoris and the body of the femur is
known to be different among different species. During the pin application, this angle
must be taken into account to avoid the pin’s directing outside the medullar cavity
and bone cortex. The material of this study are 20 cadaveric dog’s femurs, ages ranging
between 2-2.5 year-old (>30 kg) are included. This study show that, fossa piriformis,
taking part in fossa trochanterica, is the most convenient area for anterograde
intramedullar pinning, however there are lots of anatomical variation due to the cases’
species. Fossa piriformis is eclipsed by trochanter major due to the separated part of
dorsal region of trochanter major is placing on medial or lateral and fossa piriformis,
used for operation entry region is covered due to the separated part of trochanter
major inclined towards to medial. This study show that the entry region of femur is
moved from fossa piriformis to the medial, caput ossis femoris, while the intramedullar
pin should pass straightly into the medullar cavity.
Anterograd intramedullary nailing has some complications due to the anatomical
variations in the trochanter major. In this study, by evaluating this region, grading of
the variations (measurements of fossa trochanterica and fossa piriformis) achieved
and after this grading system, the operation region should be reorganize by drilling
the region due to this anatomical variations in a group that fossa piriformis is covered
partially or entirely by torchanter major and then preventing of complications in the
anterograde intramedullar pinning in femur is determined.
Keywords: Dog, Femur, Anterograd, Trochanter major, Pin
- 224 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Hepatobiliyer Hastalıkların Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2
1
2
Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
Bu retrospektif çalışmada, faklı ırk ve yaştaki köpeklerde karaciğer, safra kesesi ve
biliyer sistem ultrasonografiyle değerlendirildi. Hepatobiliyer hastalık şüphesi olan
veya olmayan köpeklerde (n=56) yapılan abdominal ultrasonografide 39 olguda biliyer
sistem lezyonuna, 17 olguda ise değişik görünümdeki karaciğer lezyonlarına rastlandı.
Safra çamuru (n=16), kronik kolesistitis (n=9), akut kolesistitis (n=5), safra kesesinde
kitle (n=3), mukosel (n=2), biliyer bölge obstrüksiyonu (n=2), ve safra kesesinde taş
(n=2) biliyer sistem lezyonlarını oluşturdu. Karaciğer lezyonlarının 12’sinde karaciğer
parankiminde fokal lezyon, 5’inde ise diffüz parankimal düzensizlik belirlendi. Bu
olguların 8’inde de peritoneal effüzyon izlendi. Sonuç olarak, klinik bulguların
yetersiz olduğu hepatobiliyer lezyonlardan şüphe edilen olgularda ultrasonografi, bu
hastalıkların tanısında etkin bir şekilde kullanılabilir.
Anahtar sözcükler: Hepatobiliary diseases, Ultrasonography, Dog
- 225 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Ultrasonographic Evaluation of Hepatobiliary Diseases in Dogs
Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2
1
2
Atatürk University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, ERZURUM
Ankara University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, ANKARA
Liver, gallbladder, and biliary system were evaluated retrospectively using ultrasonography in dogs that were at different ages and breeds. Dogs with suspected with
and without hepatobiliary diseases (n=56) were used. Ultrasonography revealed biliar
system lesions in 39 dogs, such as gallbladder sludge (n=16), chronic cholecystitis (n=9),
acute cholecystitis (n=5), mass in gallbladder (n=3), mucocele (n=2), obstruction in
biliary-tract (n=2), and cholelithiasis (n=2). Other 17 dogs had various hepatic lesions,
such as focal lesions in paranchymal tissue (n=12) and diffuse paranchymal irregularity
(n=6). In 8 dogs with hepatic lesions also had peritoneal effusion. In summary, cases
with suspected with hepatobiliar system lesions when clinical signs are not sufficient,
ultrasonography has merit in certain diagnosis.
Keywords: Hepatobiliary diseases, Ultrasonography, Dog
- 226 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Propofol ve Thiopental’in Göziçi Basıncı Üzerine Etkilerinin
Karşılaştırılması
Halil Selçuk BİRİCİK 1, Nihat ŞINDAK 2, Cengiz CEYLAN 2, Ali HAYAT 2
1
2
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA
Bu çalışma, köpeklerde propofol ve thiopental’in göziçi basıncı üzerine etkilerini
araştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmada materyal olarak 20 adet köpek kullanıldı.
Premedikasyon yapılmayan olgular, her grupta 10’ar adet olmak üzere iki gruba ayrıldı.
Birinci gruptaki köpeklere 7 mg/kg dozunda propofol, 2. gruptaki köpeklere 20 mg/kg
dozunda thiopental damariçi uygulandı. Göziçi basıncı anestezi indüksiyonu öncesi ve
5 dakika sonra ölçüldü. Her iki anestezik göziçi basıncını belirgin derecede (p<0.001)
ve benzer oranlarda düşürdü. Kalp ve solunum oranı, rektal ısı, anestezi indüksiyonu
öncesi ve 10 dakika sonrasında kaydedildi. İkinci gruptaki köpeklerde anestezi
süresince kalp atım sayısı artarken, her iki grupta ölçülen diğer klinik parametreler
açısından belirgin farklılıklar gözlenmedi. Grup 1’de anesteziden uyanma sakin bir
şekilde gerçekleşirken, grup 2’de 5 köpekte uyanma sıkıntılıydı. Sonuç olarak, her iki
anestezik göziçi basıncını benzer oranlarda düşürdü. Bununla birlikte; yan etkilerinin
azlığı göz önüne alındığında, göz operasyonlarında propofol kullanılmasının daha
uygun olacağı kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Köpek, Göziçi basıncı, Propofol, Thiopental
- 227 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Comparison of the Effects of Propofol and Thiopental on
Intraocular Pressure in Dogs
Halil Selçuk BİRİCİK 1, Nihat ŞINDAK 2, Cengiz CEYLAN 2, Ali HAYAT 2
1
2
Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS
Harran University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ŞANLIURFA
This study was designed to compare the effects of propofol and thiopental on
Intraocular pressure (IOP) in dogs. In the study, twenty healthy dogs were used as
material. Nonpremedicated cases were divided into two groups of 10 dogs each.
Group I dogs were induced with 7 mg kg-1 of propofol, group II dogs induced with 20
mg kg-1 of thiopental prepared as 2.5% solution. IOP was measured before and 5 min
after induction of anesthesia. Both anesthetics decreased IOP significantly (p<0.001)
and falling ratios were similar between the two groups. Heart and respiratory rate,
rectal temperature were recorded before and 10 min after induction of anesthesia.
While the heart rate increased during anesthesia in group II dogs, there were no
significant differences at other measured clinical parameters in both groups. In group
I, recovery vas comfortable. However, recovery was violent and noisy in 5 dogs of
group II. As a result, both drugs decreased IOP at similar ratios. However; with regard
to few side effects, it was concluded that the use of propofol might be more suitable
in ophtalmic operations.
Keywords: Dog, Introcular pressure, Propofol, Thiopental
- 228 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerde Prostat Hastalıklarının Doppler Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2
1
2
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA
Bu çalışma, faklı prostat hastalıklarına sahip köpeklerde [n = 42, yaş ortalaması 8.88 ±
1.77 (aritmetik ortalama ± standart sapma) (5-12 yaş aralığı)] Doppler ultrasonografi
(US) ile kapsular arterden elde edilen rezistif indeksi (RI) değerlendirmek için yürütüldü.
Bu hastalıkların tanısında ultrasonografi (paraprostatik kist, n = 3; intraprostatik
(retensiyon) kist, n = 9; Prostat apsesi n = 6), prostatik masajla elde edilen eksudatif
materyalin analizi (prostatitis, n = 13) ve iğne core biyopsi (benign prostatik hipertrofi,
n = 8 ve prostat neoplazisi, n = 3) kullanıldı. Veriler, tek-yönlü ANOVA ile analiz edildi.
Gruplar arasındaki fark, LSD opsiyonu ile oluşturuldu. Gruplar arasında yaşa yönelik
farklılık belirlenemedi. Rezistif indeks, bütün olgularda 0,46 ile 0,89 arasında dağılım
gösterdi. En yüksekten en düşüğe RI değerleri, prostat neoplazisinde (0.787±0.03),
prostat apsesinde (0,768 ± 0,03), benign prostatik hipertrofisinde (0.761±0.02),
paraprostatik kistte (0.716±0.07), intraprostatik kistte (0.684±0.03) ve prostatitiste
(0.661±0.03) (en küçük kareler ortalaması ± standart hata, grup etkisi, P<0.02) oluştu.
Bu çalışma, grup farklılıklarının birbiri üzerine örtüşmesinden dolayı, DU ile kapsular
arterden elde edilen RI değerinin köpeklerde prostat hastalıklarının ayırıcı tanısında
kullanılamayacağını göstermektedir.
Anahtar sözcükler Prostat hastalığı, Doppler ultrasonografi, Kapsüler arter, Resistiv indeks, Köpek
- 229 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Doppler Ultrasonographic Evaluation of Prostate Pathologies in Dogs
Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2
1
2
Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA
This study was conducted to evaluate resistive index (RI) from the capsular artery
using Doppler Ultrasonography (DU) in dogs with various prostatic diseases [n = 42,
mean age of 8.88±1.77 years (mean ± SD) (5-12 years)]. Diagnosis of this diseases was
made by ultrasonography (paraprostatic cyst, n = 3; intraprostatic (retention) cyst, n
= 9; and prostatic abscess, n = 6), analyzing exudative materials obtained by prostatic
massage (prostatitis, n = 13), and needle core biopsy (benign prostatic hypertrophy, n
= 8 and prostatic neoplasia, n = 3). Data were analyzed using one-way ANOVA. Group
differences were attained by the LSD option. There was no age difference among
groups. The RI values ranged from 0.46 to 0.89 in all cases. The RI values, from the highest
to lowest, were measured in dogs with prostatic neoplasia (0.787±0.03), prostatic
abscess (0.768±0.03), benign prostatic hypertrophy (0.761±0.02), paraprostatic cyst
(0.716±0.07), intraprostatic cyst (0.684±0.03), and prostatitis (0.661±0.03) (LS Means
± SE, group effect, P<0.02). This study demonstrated that due to overlapping group
differences, RI values from the capsular artery obtained by DU cannot be used in
differential diagnosis of prostatic diseases in dogs.
Keywords: Prostatic disease, Doppler ultrasonography, Capsular artery, Resistive index, Dog
- 230 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerin Arka Ekstremite Operasyonlarında Bupivakain-Morfin
Kombinasyonuyla Tek Segment Kombine Spinal-Epidural Anestezinin
Kullanılabilirliğinin Araştırılması: Ön Çalışma Sonuçları
M. Timuçin ÇELİK 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 3
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
3
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
1
2
Köpeklerin arka ekstremite operasyonlarında bupivakain-morfin kombinasyonuyla
tek segment kombine spinal-epidural anestezinin (KSEA) kullanılabilirliğini araştırmak.
Bu çalışmada hayvan materyali olarak Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen ve çeşitli nedenlerle arka ekstremite operasyonu
geçiren 3 köpek kullanıldı. Köpeklerde L5-L6 intervertebral aralıktan özel çift delikli tuhi
iğnesi ile tek giriş yapılarak subaraknoid boşluğa 0.3 mg/kg bupivakain hidroklorür ve
0.03 mg/kg morfin hidroklorür kombinasyonu verildi. Spinal iğne çıkarıldıktan sonra,
epidural kateter tuhi iğnesi içerisinden epidural boşluğa yerleştirilerek bupivakain
hidroklorür ve morfin hidroklorür kombinasyonu epidural boşluğa verildi. Köpeklerde
KSEA’nın uygulanabilirliği ile postoperatif ağrı ve motor fonksiyonlar, sırasıyla Zhang
ve ark., Melbourne Üniversitesi ağrı skalası ve Abelson ve ark.’ nın tanımladığı
numerik derecelendirmeye göre skorlanarak değerlendirildi. Ayrıca KSAE sonrasında
postoperatif etkilenen alanlar dermatom haritasına göre pinprick testi ile belirlenerek
kaydedildi. Pre-operatif, intra-operatif ve post-operatif 24 saatlik süreçte kalp frekansı,
solunum sayısı, noninvaziv kan basınç ölçümleri ile serum kortizol ve glikoz değerleri
kaydedildi.
Köpeklerin KSEA’ sında tuhi iğnesi, deri ve altındaki dokulardan kolayca geçti ve
uygulama sırasında kanamaya rastlanılmadı. İğnenin spinal boşluğa girişinde ve
epidural kateterizasyonda hiç bir zorluk yaşanmadı. KSEA sonrası 24 saatlik süreçte
olgunun kalp frekansı, solunum sayısı, noninvaziv kan basıncı değerleri normal sınırlar
içerisindeydi. Serum kortizol seviyesi pre-opretatif ortalama 4.50 µg/dl iken intra ve
post-operatif 24 saatlik süreçte ortalama 2.0 µg/dl seyrettiği belirlendi. Dermatom
haritasına göre post-operatif 6-8. saatlerden itibaren L1 dermatomundan S2
dermatomuna kadar pinprick testine pozitif yanıt alındı. Bunun yanında arka ayakların
motor fonksiyonunun yaklaşık 6. saatte normale döndüğü belirlendi.
Tek segment KSEA’ nin, köpeklerin arka ekstremite operasyonlarında uygulanması
kolay ve etkili peri-operatif analjezi sağlayan bir yöntem olduğu söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Bupivakain-morfin, Kombine spinal-epidural anestezi, Köpek
- 231 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Investigation of the Feasibility of The Single Interspace Combined SpinalEpidural Anaesthesia (Csea) Technique with Bupivacaine-Morphine Combination
in Dogs Undergoing Hindlimb Surgery: Preliminary Study Results
M. Timuçin ÇELİK 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 3
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
3
Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
1
2
To investigate the feasibility of the single interspace combined spinal-epidural
anaesthesia (CSEA) technique with the bupivacaine-morphine combination in dogs
undergoing hindlimb surgery.
Three dogs, which were referred to the Surgery Clinics of Mehmet Akif Ersoy University
Faculty of Veterinary Medicine and underwent hindlimb surgery due to various reasons,
constituted the material of the study. The single-interspace technique was employed
by inserting a special double-holed 18-gauge Tuohy needle at the level of the L5-L6
intervertebral space and by administering a combination of 0.3 mg/kg bupivacaine
hydrochloride and 0.03 mg/kg morphine hydrochloride into the subarachnoid space.
After the spinal needle was removed, an epidural catheter was placed into the epidural
space by passing it through the Tuohy needle and the bupivacaine hydrochloride
and morphine hydrochloride combination was administered into the epidural space.
In the 3 dogs, the feasibility of CSEA, postoperative pain and motor functions were
assessed based on the method described by Zhang et al., the pain scale of Melbourne
University and the numeric grading system described by Abelson et al., respectively.
Furthermore, the postoperatively affected areas following CSEA were evaluated by the
pinprick test according to the dermatome map. Parameters, including the heart rate,
respiratory rate and non-invasive blood pressure, as well as serum cortisol and glucose
concentrations were recorded during the pre-operative, intra-operative, and 24-hour
post-operative periods.
During the CSEA of the dogs, the Tuohy needle easily penetrated the skin and underlying
tissues, and haemorrhage did not occur. No difficulty was encountered either in the
penetration of the needle into the spinal space or in epidural catheterization. During
the 24-hour period following CSEA, the heart rate, respiratory rate and non-invasive
blood pressureof the case were within normal limits. The mean serum cortisol level
was determined as 4.50 µg/dl in the pre-operative period and 2.0 µg/dl in the intraand post-operative periods. According to the dermatome map, the pinprick test
produced positive responses as from the 6th-8th hours post-operation, starting from
the L1 dermatome and extending to the S2 dermatome. Furthermore, it was observed
that, the motor function of the hindlimbs was recovered within approximately 6 h.
It is suggested that, single interspace CSEA is an easily applicable and effective method
resulting in perioperative analgesia in dogs undergoing hindlimb surgery.
Keywords: Bupivacaine-morphine, Combined spinal-epidural anaesthesia, Dog
- 232 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Köpeklerin Ekleme Yakın Uzun Kemik Kırıklarının Sirküler-Semisirküler
Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Sağaltımı
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Ozlem NİSBET 1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kurupelit, SAMSUN
Bu çalışmada 14 büyük ırk köpeğe ait 15 ekleme yakın kırığın sirküler-semisirküler
hibrid eksternal fiksasyon sistemi ile sağaltım sonuçları aktarıldı.
Temmuz 2009 ve ekim 2010 tarihleri arasında ekleme yakın uzun kemik kırığı şikayeti
ile kliniğe gelen 14 köpek (>18 kg) çalışma materyalini oluşturdu. oluşturdu Olguların;
eşgal, anamnez, kırık tipi ve lokalizasyonu, fiksatör konfigürasyonu, postoperatif
komplikasyonlar, eşlik eden lezyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım zamanı (tasma ile
gezerken bacağa yüklenme), fiksatör çıkarılma zamanı ve fonksiyonel sonuç bulguları
kaydedildi. Çalışmada 6 delikli 45° (180 mm iç çaplı, 1/8 halka yayı, 7x18x85 mm)’lik
semisirküler karbon fiber arklar kullanıldı. Kırık iyileşmesi sağlanana kadar haftalık
klinik ve radyolojik kontroller yapıldı ve iyileşme sağlandığında fiksatör çıkarıldı.
Olgular modifiye McCartney ve Fox’un değerlendirme skalasına göre skorlandı.
Sonuçlar; çok iyi (topallık yok, klinik olarak normal), iyi (yoğun egzersizden sonra hafif
topallık), orta (hafif-orta şiddette topallık ancak ilgili ekstremiteye tam yüklenme),
zayıf (ilgili ekstremiteye yüklenmeme) olarak derecelendirildi.
Kırıkların kemiklere göre dağılımı yapıldığında; 2 humerus, 5 radius-ulna, 2 femur, 5
tibia ve 1 tibio-talar kırık belirlendi. Kırıkların 5’i açık, 10’u kapalıydı ve etiyolojik olarak
10’unun trafik kazası 4’ünün ise yüksekten düşmeye bağlı olarak şekillendiği belirlendi.
2 olguda belirlenen osteomyelitis duyarlı antibiyotiğin yoğun olarak kullanılmasını
takiben iyileşti. Yeterli süre takip edildikten sonra tüm kırıklar iyileşti. Olguların 5’i
ilgili ekstremitesini operasyondan hemen sonra kullanmaya başladı. Fiksatörler 2753 gün (ortalama 36.4 gün) içinde uzaklaştırıldı. Fonksiyonel iyileşme 11 olguda çok
iyi, 4 olguda ise iyi olarak belirlendi. Son klinik ve radyolojik muayeneler fiksatörlerin
uzaklaştırılmasından 3-5 ay sonra gerçekleştirildi.
Bu sonuçlar ışığında sirküler-semisirküler hibrid eksternal fiksasyon sisteminin büyük
ırk köpeklerin ekleme yakın kırıklarının stabilizasyonunda ve sağaltımında etkin
olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Köpek, Uzun kemik, Ekleme yakın kırık, Hibrid eksternal fiksasyon
- 233 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Management of Juxta-Articular Long Bone Fractures in Dogs with Circular Semicircular Hybrid External Skeletal Fixators
Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Ozlem NİSBET 1
1
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayis University, Kurupelit, SAMSUN
The objective of present study is to report our experience with use of a circular semicircular hybrid ESF for repair of 15 juxta-articular long bone fractures in 14 large
breed dogs.
Between July 2009 and October 2010, dogs (> 18 kg, n =14) with juxta-articular long
bone fractures were enrolled in this study. Data recorded was signalment and history,
fracture description, fixator configuration, postoperative complications, concomitant
injuries, time to first use of limb after the operation (bearing weight when walking on
leash), time of fixator removal, and outcome. The principal connecting elements of
semicircular ESF used were 6 hole 45° (180 mm inside diameter, 1/8 ring arch, 7x18x85
mm) carbon-fiber arches. Weekly recheck examinations and radiographic assessments
were performed until fracture healing was complete and the fixator was removed. The
outcome evaluation scale was modified from a combination of the McCartney and Fox
evaluation scales. Final assessments were graded as: excellent (no lameness, clinically
normal), good (slight lameness after extensive exercise), fair (slight to moderate
intermittent lameness but consistent weight-bearing) and poor (non-weight-bearing
lameness). Clinical and radiographic evaluations were individually made by all authors
and mean scores calculated.
Distribution of the fractures according to bones were 2 humerus, 5 radius-ulna, 2
femur, 5 tibia, and 1 tibio-talar. Fractures were open in 5 dogs and closed in 10 and
caused by vehicular trauma (n=10), or high rise (n=4). Osteomyelitis was experienced
in 2 dogs and treated by intensive use of parenteral antibiotics. All of the fractures
with sufficient follow-up healed. Five dogs started to use the limb immediately after
waking up from anesthesia. Time to fixator removal ranged from 27 - 53 days (mean,
36.4 days). Functional outcome was excellent in 11 fractures, good in 4. Final clinical
and radiographic evaluation was performed 3 - 5 months after fixator removal.
Our results validate the efficacy of circular - semicircular hybrid external skeletal
fixators for stabilization of juxta-articular long bone fractures in large breed dogs.
Keywords: Dog, Long bone, Juxta-articular fracture, Hybrid external fixation
- 234 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Macar Pointer Irkı Bir Köpekte Ligamentum Cruciata Anterior Rupturu Olgusu
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1
1
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
Bu çalışmada, Macar pointer ırkı bir köpekte şekillenen sağ bacak lig. cruciata
anterior rupturunun klinik ve radyografik bulgularıyla birlikte sağaltımının sunulması
amaçlanmıştır.
Çalışmanın materyalini Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD Kliniğine
getirilen 6 yaşlı, Macar ırkı, erkek köpek oluşturdu. Klinik ve radyografik muayenede sağ
bacak lig. cruciata anterior rupturu tanısı konulan olguda fascia lata transpozisyonu
yapıldı. Postoperatif dönem 2 hafta boyunca ekstremite Ehmer askılı bandaja alınarak
korundu.
Anamnezde, arka sağ bacakta şekillenen topallığın 3 ay önce oluştuğu ve giderek
arttığı, iştahsızlık ve bununla beraber zayıflama olduğu bilgisi alındı. Hastanın klinik
muayene bulgularında; arka sağ ekstremitede şiddetli topallık ve palpasyonda genu
ekleminde çekmece gözü hareketi pozitif olarak saptandı. Radyografik bulgularında;
tibianın normale göre daha anteriorda yer aldığı, femur kondiluslarının ise daha
posteriorda yer aldığı belirlendi. Yapılan operatif sağaltımda kopan lig. cruciata
anterior’un yerine Paatsama yöntemi ile 1.2 cm eninde, 16 cm uzunluğunda fascia
lata şeridi transpoze edildi. Postoperatif dönemde ekstremite 2 hafta boyunca
Ehmer bandaja alındı. Postoperatif dönem 2. haftada yapılan kontrollerde, lokal ağrı
semptomu göstermeyen hastanın, hiçbir topallık bulgusu görülmeksizin yürüdüğü
saptandı.
Özellikle ergin yaştaki köpeklerin arka bacaklarında görülen topallıkların başlıca
nedenlerinden biri lig. cruciata anterior’un rupturudur. Paatsama yöntemi uygulanarak
ve postoperatif dönemde koruyucu amaçlı yapılan Ehmer bandajın, postoperatif 2.
haftada iyileşmeye büyük oranda katkı sağladığı kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Lig. cruciata anterior rupturu, Paatsama yöntemi, Köpek, Fascia lata transpozisyonu
- 235 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Ligamentum Cruciata Anterior Rupture in Vizsla Dog
Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1
1
Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
This study is intended to present clinical, radiographic results and treatment
administered in a case of lig. cruciata anterior rupture of right leg in a vizsla dog.
The study material was a 6-year-old male Vizsla breed dog brought to the Atatürk
University Veterinary Faculty. It was diagnosed lig. cruciata anterior rupture of right leg
in clinical and radiographic examination and were performed fascia lata transposition.
The leg was Ehmer bandaged during postoperative 2 weeks.
Anamnesis revealed that lameness occurred three months ago, increasing lameness,
anorexia and to lose weight. Clinical examination revealed severe lameness of right
leg and cranial drawer sign of was positive on palpitation As a result of radiological
examination it was seen that tibia had displaced to cranial and condylus of femur
had displaced to caudal. Operation technique was Paatsama method. The technique
was used including 1.2 cm wide and 16 cm in length fascia lata band was transposed.
After the surgical process, Ehmer bandage was applied for 2 weeks. At 2 weeks invited
the surgery clinic, by the cilinical and radiographic examinations it wasn’t observed
lameness and pain.
Especially, lig. cruciata anterior rupture one of the major causes of lameness in the
hind legs in aged adult dogs. Paatsama method and Ehmer bandage are greatly
contributes to healing.
Keywords: Lig. cruciata anterior rupture, Paatsama method, Dog, Fascia lata transposition
- 236 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Maddi Kayıplı Tendo Rupturlarının Otogreft İle Onarılmasında Farklı Dikiş
Yöntemlerinin Klinik ve Biyomekanik Olarak Karşılaştırılması: Ön Çalışma
Celal Şahin ERMUTLU 1, Vedat BARAN 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Tavşanlarda maddi kayıplı tendo rupturlarının otogreft ile onarımında tercih edilen
tendo dikişlerinin (Yatay U, Locking-Loop, Bunnel Mayer ve Basit Ayrı) etkinliklerinin
klinik ve biyomekanik olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Sunulan çalışma her birinde 5 denek olan 4 grupta, toplam 20 adet 2 yaşlı, erkek,
Yeni Zellanda ırkı tavşan üzerinde yürütüldü. Tüm gruplarda rutin hazırlıklar yapılarak
5 mg/kg xylazin HCl (Rompun %2- Bayer) - 25 mg/kg ketamin HCl (Ketasol %10Richterfarma) kombinasyonu ile anestezi sağlandıktan sonra cerrahi prosedürle
tavşanların her iki m. tibialis cranialis tendosundan 1 cm uzunluğunda 1’er adet
otogreft alındı. Sağ tendodan alınan greft sola, sol tendodan alınan ise sağa gelecek
şekilde transplantasyon gerçekleştirildi. Transplantasyon için I. grupta Locking-Loop,
II. grupta yatay U, III. grupta Bunnel Mayer IV. grupta ise basit ayrı dikiş teknikleri tercih
edildi. Operasyon bölgesi rutin olarak kapatıldı ve her iki ekstremite operasyondan
sonra 21 gün süre ile destekli bandajla korundu. Altıncı haftanın sonunda tavşanlar
sakrifiye edildi ve ilgili tendolar alınarak Shimadzu AG-IS vidalı mekanik çekme
makinasında 100 newton load cell kapasitede gerilim testine tabi tutuldu.
Klinik değerlendirmede 1. günden itibaren tüm tavşanların normal basış pozisyonunda
yürüyebildikleri görüldü. Nekropside greft uygulanan tendo ile çevre dokular arasında
gelişen adezyon varlığı dikkate alındığında adezyonun en az ya da hiç gelişmediği
olguların IV. gruba ait olduğu görüldü. Gerilim testi sonuçlarına göre ise Bunnel Mayer
dikiş grubunun diğer gruplara göre daha üstün olduğu anlaşıldı.
Bu çalışmadan elde edilen bulgulara dayanarak maddi kayıplı tendo rupturlarının
onarımında otogreft uygulamasının bilinen yöntemlere bir alternatif olabileceği ve en
başarılı sonuçlara Bunnel Mayer dikiş tekniği ile ulaşılabildiği kanısına varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Tendo rupturu, Tavşan, Otogreft, Yatay U, Bunnel Mayer, Locking-Loop, Basit ayrı
dikiş
- 237 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Clinical and Biomechanical Comparison of Different Seam Techniques at
the Fixing of Tendon Ruptures with Tissue Lost by Using Autograft: Preliminary
Study
Celal Şahin ERMUTLU 1, Vedat BARAN 1
1
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
It is aimed to compared of clinical and biomechanical effects of tendon seams
(horizontal U, Locking-Loop, Bunnel Mayer and Interrupted Suture) which is preferred
at the fixing with help of autograft of ruptures which have tissue lost at rabbits.
Presented study was implemented on the 5 group, each has five reagent, total 20, 2
old male, New Zealand race rabbits. At the all of groups the routine preparations was
carried out and the anesthesia was performed bu using 5 mg/kg xylazin HCl (Rompun
%2- Bayer) - 25 mg/kg ketamine HCl (Ketasol %10- Richterfarma) combination, then,
it was receipted autografts with 1 cm length by help of surgical procedure from either
m. tibialis cranialis tendons of rabbits. The graft receipted from right tendon was
transplanted to the left and the graft receipted from left tendon was transplanted
to the right. For transplantation, Locking-Loop, Horizontal U, Bunnel Mayer and
Interrupted suture techniques were preferred at the I., II., III. and IV. groups, respectively.
Operation area was closed routinely and after from both of extremity operations, it
was protected with supported bandages for 21 days. At the end of sixth week the
rabbits were sacrificed and the related tendons were received, then, it was exposed to
the stress test by using screwed mechanical draw machine (Shimadzu AG-IS) with 100
Newton load cell capacity.
At the clinical assessment, it was seen that the rabbits can be walk at normal position
as from 1. day. When the graft applied tendon at necroscopy and the developing
adhesion between the environment webbing are considered, it was seen that
adhesion is never developed at the IV. phenomenon. According to the results of stress
test Bunnel Mayer seam group is superior than the other groups.
With regard to the findings obtained from this study autograft operation can be
alternative to the known methods which are used at fixing of financial loss tendon
ruptures and the best successful results can be obtained from Bunnel Mayer seam
technique.
Keywords: Tendon ruptures, Rabbit, Autograft, Horizontal U, Bunnel Mayer, Locking-Loop, Interrupted
suture
- 238 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Melez Bir Kedide Böbreğin de Fıtıklaştığı Diyafram Fıtığı Olgusu
Gamze KARABAĞLI 1, Oktay DÜZGÜN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Himmet EKİCİ 1
1
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Diyafram fıtığı genellikle travma sonrasında gelişen ağır solunum güçlüğü ile
karakterize bir durumdur. Travmatik olaylarda diyafram fıtığının yanı sıra kemik kırıklarına da rastlanılmaktadır. Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Cerrahi Anabilim Dalı’na (2012000303 protokol numaralı)
solunum güçlüğü ve arka sol bacakta topallık şikayeti ile getirilen 2 yaşında, melez,
erkek bir kedi oluşturdu. Direkt radyografide diyafram fıtığı teşhis edildi. Ayrıca
sol femurda orta diyafizer parçalı kırık tespit edildi. Hasta kan bulguları ve genel
durumu değerlendirilerek operasyona alındı. Median laparatomide sağ lateral
diyafram duvarında yırtık tespit edildi. Karaciğer, ince bağırsaklarla birlikte sağ
böbreğin fıtıklaştığı görüldü. Damar ve üreter bağlantısı normal görülen böbrek sağ
karın duvarına tespit edildi. Ameliyattan 1 ay sonra böbreğin fonksiyonu ile ilgili İVP
(intravenöz piyelografi) yapıldı. BUN ve Kreatinin değerleri yeniden incelendi. Yapılan
incelemeler sonucunda fıtıklaşan böbreğin fonksiyonel olduğu tespit edilirken,
operasyon sonrası diyafram bütünlüğünün kontrolü peritonografi ile belgelendi. Olgu
sunumumuzda hiçbir literatürde rastlanılmamış diyafram fıtığında fıtıklaşan böbreğe
yaklaşım ve kontrol incelemeleri aktarılmak istenmiştir.
Anahtar sözcükler: Diyafram fıtığı, Böbrek, Kedi
- 239 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Diaphragmatic Hernia Concomitant with Kidney Hernia in A Cross Breed Cat
Gamze KARABAĞLI 1, Oktay DÜZGÜN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Himmet EKİCİ 1
1
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, İSTANBUL
Diaphragmatic hernia is a situation characterized by severe respiratory distress
generally following a trauma. Bone fractures may concur in traumatic situations
accompanied by diaphragmatical hernia. Our case was a 2-year-old, cross breed male
cat with respiratory distress and lameness in back left extremity and he was taken
to İstanbul University, Veterinary Faculty Reserach Hospital, Surgery Department
(with a protocol number of 2012000303). Diaphragmatic hernia was diagnosed in
direct radyographical screening. Besides, a fracture with medial diaphyseal segmental
fracture in left femur was detected. The case was undertaken surgery following
the evaluation of blood data and general situation. A rupture was detected on the
right lateral diaphragma wall in median laparotomy. A hernia was present in kidney
together with the liver and small intestine. The kidney with a normal vascular and
ureteral connection was fixed onto the right abdominal wall. Intravenous pyelography
(IVP) was performed concerning the kidney function 1 month later than the surgery.
BUN and creatinine levels were re-evaluated. It was determined that the kidney hernia
was functional and the post-operational integrity of the diaphragma was confirmed
with peritonography. In our case report, we aimed to report the approach to the
hernial kidney in a diaphragmatic hernia case and the post-operational follow-up
investigations.
Keywords: Diaphragmatical hernia, Kidney, Cat
- 240 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Melez Bir Köpek Yavrusunda Ektrodaktili Olgusu
Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Bu bildiride bir köpek yavrusunda karşılaşılan ektrodaktili olgusunun bildirilmesi
amaçlanmıştır.
Olgumuzu Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine estetik kusur ve
yürüme zorluğu şikayeti ile getirilen, melez, 2 aylık, erkek bir yavru köpek oluşturdu.
Gerekli klinik ve radyolojik muayenelerden sonra ön sağ ekstremitede ektrodaktili
tespit edildi.
Operatif tedaviye karar verildi ve hospitalize edildi ancak, bu süreçte parvaviral
enteritis gelişti ve 2 gün sonra hayvan boksunda ölü bulundu.
Sonuç olarak operatif müdahale ile düzeltilerek sağlığına kavuşturulmak istense de
operatif tedavi mümkün olmamıştır. Buna rağmen ender görülen böyle bir vakanın
literatüre katkı amacıyla takdimi düşünülmüştür.
Anahtar sözcükler: Ektrodaktili, Köpek
- 241 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Ectrodactyly in Mixed Breed A Puppy
Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1
1
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
The purpose of this paper is to report a case of congenital ectrodactyly encountered
in a puppy.
Our case study was a 2-month-old, mixed breed, male puppy brought to the Kafkas
University School of Veterinary Medicine’s Surgical Clinic due to an aesthetic defect
and difficulty walking. Following the necessary clinical and radiological examinations,
a congenital ectrodactyly was identified in the left front limb.
A decision was made to operate and the animal was hospitalized. However, in the
process, the puppy developed parvaviral enteritis, and it was found dead two days
later in its box.
In conclusion, surgical treatment was not possible even though the desire was to
restore the animal to health with surgical intervention. However, we believed that
such a rare case should be presented as a contribution to the literature.
Keywords: Ectrodactyly, Dog
- 242 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Melez Bir Köpekte Bilateral Lens Lukzasyonu
Kadircan ÖZKAN 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Tuba ÖZGE YAŞAR 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu olgu sunumunda melez bir köpekte karşılaşılan bilateral lens lukzasyonu olgusu
değerlendirilmektedir.
Olgu sunumunun materyalini S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen, melez
ırklı, 3 yaşında, erkek bir köpek oluşturdu. Trafik kazası sonucunda kliniğimize getirilen
hastada temel travma protokolü ardından hayvan sahibinin sikayeti üzerine yapılan
göz muayenesinde bilateral lens lukzasyonu tespit edilmiştir.
Yapılan göz muayenesinde, sağ gözde anterior lens lukzasyonu, lenste bulanıklaşma
yok, sol gözde anterior lens lukzasyonu ve lenste bulanıklaşma olduğu tespit edilmiştir.
Yapılan cerrahi girişim sonucu; hastanın anterior lens lukzasyonu şekillenen sol
gözünde lens normal anatomik yerine yerleştirilmeye çalışılmış ancak zonular
fibrillerde totale yakın parsiyal kopma olduğu için başarılı olunamamıştır.
Köpeklerde daha sık olarak unilateral görülen lens lukzasyonlarının bu vakada bilateral
şekillenmesi ve lensin bulanıklık durumunun birbirinden farklı olması tarafımızdan
ilginç olarak değerlendirilmiş ve sunulmuştur.
Anahtar sözcükler: Köpek, Bilateral, Anterior lens lukzasyonu
- 243 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Bilateral Lens Luxation in A Mix Dog
Kadircan ÖZKAN 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Tuba ÖZGE YAŞAR 1
1
Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
In this case report bilateral lens luxation in a mix dog is evaluated.
The material of this case is three year old, mix, male dog which was brought to
Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery. The patient
was brought to the clinic after a traffic accident. After routine trauma examination
protocols bilateral anterior lens luxation was seen.
It is seen that anterior lens luxation in the right eye without blurry, and in the left eye
it is seen anterior lens luxation with blurry.
After operation process in the left eye the dislocated lens has been tried to replace to
the normal anatomic position, but it could not achieve because of almost total partial
rupture of the zonullar fibers.
Although it is seen more often unilateral lens luxation in dogs, in this case bilateral
anterior lens luxation, and in the right eye with blur lens, in the left eye without blur
lens have been seen, and have been evaluated an interesting case.
Keywords: Dog, Bilateral, Anterior lens luxation
- 244 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Mitral Kapakçık Yetmezliği Olan Köpeklerde Vhs Değerlendirilmesi
Ayjamal RADGOHAR 1
1
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, ANKARA
Mitral kapakçık yetmezliği olan hastalarda radyografik muayenede, genellikle
değişen derecelerde sol taraflı kardiyomegali görülmektedir. Sol kalp yetmezliğinin
mevcudiyetinde pulmoner venöz konjesyon ve pulmoner ödem görülebilmektedir.
Vertebral kalp skalası (VHS), toraks grafilerinde kalp silüetinin boyutunun objektif
olarak değerlendirilmesidir. Bu yöntem, köpeklerde ilk kez Buchanan ve Bücheler
tarafından uygulanmıştır. Bu yöntemde kalbin uzun ve kısa ekseni lateral toraks
grafisinde ölçülür daha sonra torasik vertebra ile karşılaştırılır. Bu çalışmada, kalp
hastalıklarının radyografik muayenesinde kullanılan VHS ölçme yönteminin mitral
kapakçık yetmezliği olan köpeklerde, hastalık tanısında sınırları ve avantajlari aydınlatılarak sonuçlarının pratik uygulamaya aktarılması amaçlanmıştır.
Çalışma materyalini; Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi klinik bilimleri’ ne kuru
öksürük, patolojik uyku hali, çabuk yorulma, depresyon şikayeti ve olası kalp hastalığı
şüphesiyle getirilmiş ve ekokardiyografik muyene sonucunda mitral kapakçık
yetmezlik hastalığı tespit edilmiş değişik yaş, ırk, cinsiyette 25 köpek oluşturdu, 6
olguda şiddetli derecede, 2 olguda orta derecede, 17 olguda ise hafif derecede mitral
kapakçik yetmezliği saptandı. Ekokardiyografi muyane ile köpeklerinin mitral kapakçık
yetmezlik hastalığıının teşhisi yapıldı. Radyografik muayenede, tüm hastaların çift
yönlü olmak üzere toraksın direkt grafileri alındı ve değerlendirildi. VHS yöntemi ile
kalbin boyutu ölçüldü.
Çalışma materyalini oluşturan 25 köpeğin Vertebral Kalp Skalasının hesaplanması
sonucunda 18 olguda VHS değerinin, normal VHS değerinin üstünde olduğu saptandı
ve 1 olguda ise VHS değerinin üst sınırda olduğu görüldü. Şiddetli derecede mitral
kapakçık yetmezliği olan 6 köpeğin 4′ inde, orta derecede mitral kapakçık yetmezliği
olan 2 köpeğin 2′ sinde, hafif derecede mitral kapakçık yetmezliği olan 17 köpeğin 12′
inde VHS değeri, normal VHS değerinin üstünde olduğu görüldü. Mitral kapakçık yetmezliği tanısında radyografi bize gerekli olan ön bilgiyi sağlamak
için yardımcı olur. Yaşlı köpeklerde kuru öksürük, patolojik uyku hali, çabuk yorulma
ve depresyon gibi semptomlar kalp hastalıkları için belirleyici bulgular olduğu; bu
şikayetleri bulunan hastaların mutlaka kardiovasküler yönden değerlendirilmesi
gerektiği saptanmıştır.
Anahtar sözcükler: Ekokardiyografi, Köpek, Mitral kapakçık yetmezliği, Radyografi
- 245 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Evaluate of the Vertebral Heart Score in Dogs with Mitral Valve Insufficiency
Ayjamal RADGOHAR 1
1
Ankara Universiy, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, ANKARA
In dogs with mitral valve insufficiency, varying degrees of left-sided cardiomegaly
usually is seen in radiographic examination. in the presence of Left heart
failure, pulmonary venous congestion and pulmonary edema can be seen.
Vertebral heart scale (VHS), is technique to evaluate objectively the size of
cardiac silhouette. This method is carried out by Buchler Buchanan for the
first time in dogs. In this method, in the lateral chest radiograph the long and
short axis of the heart is measured, then compared with the thoracic vertebrae.
In this study, in dogs with mitral valve insufficiency, VHS measurement method used.
The aim of this study was to assess the practicality radiography (x-ray) in documenting
the disorders of canine patients presented with the mitral valve insufficiency.
In order to describe our researches, we studied 25 dogs with diffrent age, sex and breed
with cough, reluctance to exercise, fatigue and depression leading to the assumption
of possible heart failure. Mitral valve insufficiency disease has been detected with
echocardiography (Echo) in the Department of Veterinary Medicine Clinical Sciences
of Ankara University. in 6 cases Severe, in 2 cases moderate and in 17 cases mild mitral
valve insufficiency was determinded.
For radiographic examination thoracic radiographs were taken in right or left lateral
and ventrodorsal or dorsalventeral positions in accordance with the technique.
The dogs with mitral valve insufficiency was diagnosed with echocardiography
examination. Then thoracic radiographs was evaluated and heart size was measured
by the VHS method.
Of these 25 dogs, 18 dogs had a higher vertebral heart score (VHS) and 1 dog had the
maximum vertebral heart score (VHS) compared with normal value. In 6 dogs that had
sever mitral valve insufficiency, 4 of them, . in 2 dogs that had moderate mitral valve
insufficiency, all of them and in 17 dogs that had mild mitral valve insufficiency, 12 of
them had a higher vertebral heart score compared with normal value.
The results of this study indicate that the radiologic examination might be a good
method to establish the presence of cardiac abnormalities in the first step. However,
as it can have limited capability to show a good sensitivity in some cases and lack
of satisfying specificity. cough, reluctance to exercise, fatigue and depression is
semptoms that leading to the assumption of possible heart failure in Geriatric dogs; if
these semptoms are present should be get control for cardiovascular disease.
Keywords: Dog, Echocardiography, Mitral valve insufficiency, Radiography
- 246 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Montofon Irkı Bir Buzağıda Atipik Vulva Atrezisi Olgusu
Hasan ORAL 1 İsa ÖZAYDIN 2 Semra KAYA 1 Mushap KURU 1
1
2
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Doğmasal anomalilerin patogenezi tam olarak bilinmemekle birlikte, bu anomalilerin
genetik veya genetik olmayan faktörlerden (çevresel faktörler) kaynaklandığı
bildirilmektedir. Anomalilerin tek bir organı veya vücudun bir kısmını etkileyebildiği,
buzağılarda ise sıklıkla atresia ani, atresia recti, rektovaginal fistül, hidrosefalus ve
göz kapağı anomalilerine rastlandığı belirtilmektedir. Buzağılarda, vulva atrezisinin
de eşlik ettiği multiple kongenital anomalileri konu alan yayınlar olmakla birlikte
vulva atrezisine dair ayrıntılı bilgiler içeren çok fazla olgu kaydı yoktur. Bu sunumda,
Montofon ırkı bir buzağıda atipik bir form gösteren vulvar atrezi olgusunun sunulması
amaçlanmıştır. Olgunun yapılan muayenesinde vulvanın şekillenmiş olduğu ancak
vulva dudaklarının tamamına yakını kapalı olduğu ve anüse yakın bölgede yaklaşık
olarak 0.5 cm genişlikte açıklık bulunduğu, hayvanın bu açıklıktan idrarını yapabildiği
gözlenmiştir. Sonrasında operasyona karar verilmiş ve kapalı olan vulva dudakları
açılmıştır. Operasyon bitiminde yapılan spekulum muayenesi sonrasında buzağının
genital organlarında (vagina, vestibulum vagina ve servikste) her herhangi bir
anormal durum saptanmamıştır. Postoperatif muayeneler sonrasında ise hayvanda
herhangi bir probleme rastlanmamış ve ayrıca iyileşmenin de komplikasyonsuz
olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak, literatürlerde çok az rastlanan bu olgunun rapor
edilmesinin uygun olacağına karar verilmiştir.
Anahtar sözcükler: Vulva atrezisi, Doğmasal anomaliler, Buzağı
- 247 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
A Case of Vulvar Atresia in A Brown Swiss Calf
Hasan ORAL 1 İsa ÖZAYDIN 2 Semra KAYA 1 Mushap KURU 1
1
2
Department of Obstetrics and Gynaecology, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
The exact pathogenesis of congenital anomalies is not known, these anomalies,
genetic or nongenetic factors (environmental factors) have been reported due.
Anomalies may affect a single organ or a part of the body, calves are often atresia
ani, atresia recti, rektovaginal fistula, hydrocephalus and eyelid defects encountered
indicated. Calves, accompanied by multiple congenital anomalies of the vulva area
subject to publications with detailed information, but too many cases of vulvar atresia,
there is no record. In this presentation, shows a form of atypical Brown Swiss a calf
race is to present a case of vulvar atresia. Cases where examination of the vulvashaped lips, but almost all of the vulva and the anus is closed approximately 0.5
cm wide aperture is located close to the region, can make the urine of animals has
been observed that opening. The vulva lips opened and closed after the operation
was decided. The speculum examination at the end of the operation after the calf’s
genital organs (vagina, vestibulum vagina and cervix) for each detected any abnormal
situation. Postoperative examination of the animals after the recovery of any problems
encountered, and also observed that uncomplicated. As a result, the reporting of this
phenomenon rarely seen in the literature is thought to be appropriate.
Anahtar sözcükler: Vulvar atresia, Congenital anomalies, Calf
- 248 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Normal ve Laminitis’li Sığır Tırnaklarında Capsula ve Corium Ungulae’nin
Morfolojik Özelliklerinin Radyolojik, Ultrasonografik ve Postmortem Olarak
Değerlendirilmesi *
Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK İNTAŞ 1, Nureddin ÇELİMLİ 1, Deniz MISIRLIOĞLU
2
, Hatice Özlem NİSBET 3, Hakan SALCI 1, Kıvanç İNAN 1, E. Pınar TÖRE 1, Aylin
ALASONYALILAR DEMİRER 2, G. Ülke ÇALIŞKAN-KABAKAYA 1, O. Sacit GÖRGÜL 1
* Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: 107O817)
1
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA
2
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA
3
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN
Çalışmada, normal sığır tırnaklarında capsula ve corium ungulae kalınlıklarının radyografik,
ultrasonografik ve makroskopik olarak soleada ve paries ungulae’de seçilen bölgelerde
ölçülerek referans değerlerinin belirlenmesi, yaşın, canlı ağırlığın, tırnağın lokalizasyonunun
bu ölçüler üzerine etkisinin belirlenmesi, bu ölçülerin laminitisli tırnaklarla karşılaştırılması ve
ölçüm bölgelerinden alınan doku örneklerinin histopatolojik değerlendirilmesi amaçlandı.
Bununla, subklinik laminitisin sürü bazında tanısında radyografi ve ultrasonografinin
katkısının irdelenmesi hedeflendi.
Deneysel kısımda mezbahadan temin edilen klinik yönden sağlıklı 60 hayvanın tırnakları
(n=480), saha çalışmasında ise subklinik laminitis şüphesi bulunan 20 canlı hayvanın
tırnakları (n=160) değerlendirildi. Tırnaklar klinik - morfometrik, ultrasonografik, radyografik (tüm gruplar) ve histopatolojik (Grup 1-3) olarak incelendi. Histopatolojik tanıya
göre tırnaklar ‘laminitisten etkilenmiş’, ‘laminitisten etkilenmemiş’ ve ‘sağlıklı’ olarak
gruplandırıldı. Laminitisin tanısında radyografik ve ultrasonografik muayenelerin etkinliği,
kapsula ile corium ve yumuşak doku kalınlıklarının yaş, canlı ağırlık, tırnağın lokalizasyonu ve
hasta ya da sağlıklı oluşlarına göre fark olup olmadığına bakıldı. Ayrıca sağlıklı ve laminitisli
tırnaklarda morfolojik şekil ve ölçüler ile radyografik bulguların dağılımı değerlendirildi.
Bulgulara göre ultrasonografik ölçümlerin, radyografik ölçümlerle karşılaştırıldığında
makroskopik ölçümlere daha yakın olduğu, kapsula ile corium ve yumuşak doku
kalınlıklarının yaşa göre farklılık gösterdiği, ölçümler üzerine canlı ağırlığın, tırnakların
lokalizasyonunun ve subklinik laminitisin varlığının etkili olmadığı görüldü. Sağlıklı
sığırlarda makroskopik ölçümlere dayanan capsula kalınlıklarının referans değerleri dorsal
duvarda 6.2±0.1 mm, solea’da 9.5±0.4 mm, corium kalınlıkları ise dorsal duvarda 4.5±0.1
mm, solea’da 5.3±0.1 mm olarak belirlendi. Histopatolojik değerlendirmede ise, klinik
olarak sağlıklı olduğu düşünülen 60 olgunun 37’sinde (n=106) değişik derecelerde laminitis
bulgularına rastlandı. Laminitis belirlenen tırnaklarda dermal ve epidermal dokularda
dejenerasyonlar gözlendi.
Sonuçta, kapsula ile corium ve yumuşak doku ölçümlerinin elde edilmesinde ultrasonografik
muayenenin radyografik muayeneye göre daha güvenilir ve doğru olduğu, ancak bu
ölçümlerin subklinik laminitisin tanısı açısından önemli sayılabilecek bir parametre
olmadığı belirlendi. İleri çalışmalarda daha yüksek çözünürlüklü ultrasonografi cihazlarıyla
laminitisli tırnakların incelenmesi ve bazı yazılımlar yardımıyla corium ve yumuşak dokuda
objektif kalitatif değerlendirmelerin yapılması önerilmektedir.
Anahtar sözcükler: Laminitis, Radyoloji, Ultrasonografi, Sığır
- 249 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Radiographic, Ultrasonographic and Post Mortem Evaluation of the
Morphological Characteristics of the Claw Horn and Corium in Normal and
Laminitic Bovine Claws *
Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK İNTAŞ 1, Nureddin ÇELİMLİ 1, Deniz MISIRLIOĞLU
2
, Hatice Özlem NİSBET 3, Hakan SALCI 1, Kıvanç İNAN 1, E. Pınar TÖRE 1, Aylin
ALASONYALILAR DEMİRER 2, G. Ülke ÇALIŞKAN-KABAKAYA 1, O. Sacit GÖRGÜL 1
* This study was supported by TÜBİTAK
1
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA
2
Department of Pathology, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA
3
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayıs University, SAMSUN
The purpose of this study was to determine capsule and corium thicknesses in normal
bovine claws radiographically, ultrasonographically and macroscopically in order to
establish reference values, to evaluate the effect of age, body weight, position of the claw
and presence of laminitis on these values and to verify the diagnoses by histopathological
investigations. At the same time it was aimed to find out the contribution of radiography
and ultrasonography in the diagnosis of subclinical laminitis in dairy cow herds.
For the experimental part of the study claws of sixty animals (n=480) provided from the
slaughterhouse and for the field study claws of twenty live animals suspicious of laminitis
(n=160) were enrolled for the study. The claws were examined clinical - morphometrically,
ultrasonographically, radiographically (all groups) and histopathologically (Groups
1-3). According to the histopathological diagnosis the claws were classified as ‘affected
from laminitis’, ‘unaffected from laminitis’ and ‘sound’. The accuracy of radiographic and
ultrasonographic examinations in diagnosing laminitis were evaluated by thickness
measurements of the capsule and underlying soft tissues using macroscopic measurements
as golden standard; the effect of age, body weight, location of the claw and presence of
subclinical laminitis on the measurements were investigated. In addition, the distribution
of radiographic findings and relation of shape and morphometric measurements on
healthy and laminitic claws were evaluated.
According to the findings, ultrasonographic measurements are closer to macroscopic
measurements in contrast to radiographic measurements. Capsule and soft tissue
thicknesses differ significantly by age but not by body weight, position of the claw or by
the presence of subclinical laminitis. Reference values for sound capsule horn dorsally are
6,2±0,1mm, at the sole 9,5±0,4mm, and corium thicknesses are dorsally 4,1±0,1 mm and
at the sole 5,3±0,1mm. Histopathological examination revealed that 37 out of 60 cows
(n=106) were affected by laminitis despite clinically unsuspicious. In cases with laminitis
degenerations of dermal and epidermal tissues were observed.
As a result, ultrasonography is more reliable and accurate as opposed to radiography
in thickness measurements of the capsule and soft tissues of the bovine claw, however,
such measurements cannot be considered as an important parameter for the diagnosis of
subclinical laminitis. Further investigations should be performed by the aid of ultrasound
machines with higher resolution and special software programs in order to make objective
qualitative evaluations of corium and soft tissues in laminitic claws.
Keywords: Laminitis, Radyology, Ultrasonography, Cattle
- 250 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Paraplejili Bir Köpekte Spinal Kord Lezyonunun Belirlenmesinde Klinik,
Radyolojik (X-Ray, MR), Nekropsi ve Histopatolojik Bulguların Birlikte
Değerlendirilmesi
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Bu tebliğde bir köpekte ateşli silah yaralanmasına bağlı gelişen ve klinik olarak
parapleji tespit edilmesine rağmen, direkt ve kontrast radyografi (myelografi) ile
belirlenemeyen ancak, MR ile yeri tespit edilebilen, nekroskobik ve histopatolojik
bulgulara dayanılarak adlandırılan ilginç bir spinal kord lezyonu tanımlanma öyküsü
konu edinmiştir.
Olgumuzu 2 yaşlı, melez bir köpek oluşturdu. Anamnez bilgilerinden nedene yönelik
herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. İnspeksiyonda paraplejik görüntü ile birlikte üriner
inkontinans şekillendiği görüldü. Klinik muayeneyle parapleji belirlendi. V/D ve L/L
pozisyonlarda alınan direkt radyografide herhangi bir anormal bulgu saptanamazken
9-10. interkostal aralıkta ve korpus vertabralara 2-3 cm uzaklıkta bir adet kurşun
saptandı. Myelografide kontrast maddenin spinal kord boyunca kranio-kaudal yönde
ilerlediği görüldü. MR’de spinal kordda T9-T10 düzeyinde lezyonlu bir alan saptandı.
Tanı ve/veya sağaltım amacıyla gün verilmesine rağmen kulübesinde ölü bulunan
köpeğin otopsisi yapıldı. Şüpheli alandan alınan doku örnekleri histopatolojik olarak
değerlendirildi.
Olguya ait tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde, olaya neden olan bir adet
kurşunun intervertebral aralıktan kavum medullarise girerek korddaki zarsel
yapıyı esnetip teğet geçmiş, ancak kordun bütünlüğünü tamamen bozarak karşı
intervertebral aralıktan çıkmış olabileceği yorumuna ulaşıldı.
Sonuçta kurşunun dışarı çıkması durumunda asıl oluşturucunun ne olduğu
anlaşılamayacağından belki de vakayı değerlendiren ekibin kesin tanıya ulaşması
da zorlaşabilecekti. Klinik tecrübe açısından ilginç olarak değerlendirilerek
meslektaşlarımızın karşılaşabilecekleri benzer olgularda gerek tanının konmasında
gerekse hasta hakkında son kararın belirlenmesinde faydalı olabileceği inancı ile bu
vaka sunulmuştur.
Anahtar sözcükler: Köpek, Ateşli silah yaralanması, Parapleji
- 251 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Combined Evaluation of Clinical, Radiological (X-Ray and MR), Necroscopic and
Histopathological Findings in the Identification of A Spinal Cord Lesion in A
Paraplegic Dog
Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1
1
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
This report describes the identification of a spinal cord lesion developing in a dog
due to a wound from a firearm, where the lesion was identified based on necroscopic
and histopathological findings and the lesion’s location was determined with MR.
However, the lesion itself could not be identified with direct and contrast radiography
(myelography), although clinical paraplegia was identified.
Our subject was a two-year-old dog. Paraplegia was identified in a clinical examination.
No abnormal findings were identified from direct radiography taken in the V/D and L/L
positions, but one bullet was identified in the 9th-10th intercostal space at a distance
of 2-3 cm away from the corpus vertebrae. A myelogram showed contrast material
advancing in the craniocaudal direction along the spinal cord. In MR, an area with a
lesion was identified on the spinal cord at the T9-T10 level.
The dog died before the date set for diagnosis and/or treatment. After an autopsy
of the dog was carried out, a histopathological evaluation was carried out on tissue
samples taken from the suspicious area.
When all the findings for the subject were evaluated together, the conclusion was made
that the bullet which caused the incident may have entered the cavum medullaris
through the intervertebral space, lightly touching and stretching the membranous
structure on the cord, but completely destroying the integrity of the cord, and may
have exited through the opposite intervertebral space.
If the bullet had exited the body, it would not have been possible to determine the
actual cause, which could have made it more difficult for the team evaluating this case
to make a definite diagnosis. This case report has been presented in the belief that this
case may be helpful to our colleagues, whether they are diagnosing similar cases or
making a final decision about a patient.
Keywords: Dog, Gunshot wound, Paraplegia
- 252 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Performans Düşüklüğü Bulunan Spor Atlarında Gastrik Ülser Sendromunun
Gastroskopik Değerlendirilmesi
M. Alper ÇETİNKAYA 1, Alper DEMİRUTKU 2, Dr. Mahir KAYA 3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Cerrahi Araştırma Laboratuarı, ANKARA
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
3
Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM
1
2
Gastrik ülserasyon performans atlarında oldukça yaygındır. Antrenman dönemindeki
safkan atların %90’ından fazlası ve diğer disiplinlerde yarışan ve çalışan atların
yaklaşık %60’ı gastrik ülsere sahiptir. Mide asidinin aşırı salınımı, mide mukozası kan
akımının bozulması, prostaglandin (PG) E ya da mide mukus/bikarbonat tabakasının
oluşumunun zayıflaması ve mide boşalım bozuklukları mide ülserinin başlamasında
önemli unsurları oluşturmaktadır. Bu çalışmada, performans düşüklüğü belirlenen 12
at klinik muayenler sonrasında gastroskopik olarak incelendi. Bunun sonucunda, 5
atta midede hiçbir ülseretif lezyona (0 derece) rastlanmazken, 7 atta birinci derecede
lezyona rastlandı. Lezyon bulunsun ya da bulunmasın klinik olarak gastritis şüphesi
olan tüm atlara 4mg/kg dozunda omeprazol (E-gastro®, BAVET) 4 hafta boyunca
günde bir kez uygulandı. Bu sürenin sonunda, 2 hafta boyunca koruyucu doz olarak
2 mg/kg omeprazol uygulanmaya devam edildi. Medikal sağaltım süresince atlara
herhangi bir istirahat uygulanmadı. Biniciler ve antrenörlerinden alınan anamnez
sonrasında, tüm atların uygulanan sağaltım sırasında ikinci haftada performanslarının
düzeldiği öğrenildi. Midede ülseratif lezyon belirlenen atların medikal sağaltım sonrası
yapılan endoskopik muayenelerinde ise herhangi bir lezyon görünümüne rastlanmadı.
Sonuç olarak, gastrik ülser sendromu spor atlarında midede belirgin bir ülseratif
lezyona neden olsun ya da olmasın, performans düşüklüğüne neden olan önemli bir
problemdir. Uygulanan medikal sağaltım sonucunda performans artışı görülmesi de
bunu desteklemektedir.
Anahtar sözcükler: At, Gastrik ülser, Gastroskopi, Performans düşüklüğü
- 253 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Gastroscopic Evaluation of Gastric Ulser Syndrome in Sport Horses with Poor
Performance
M. Alper ÇETİNKAYA 1, Alper DEMİRUTKU 2, Mahir KAYA 3
Hacettepe University, Faculty of Medicine, Surgery Research Laboratory, ANKARA
Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, İSTANBUL
3
Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM
1
2
Gastric ulceration is common in performance horses. More than 90 per cent of
thoroughbred horses in training season and approximately 60 per cent of racing
horses from other diciplines have gastric ulcers. Excessive secretion of gastric acid,
impairment of gastric mucsal blod flow, weakening of prostaglandin (PG) E or gastric
mucus/bicarbonate layer, and gastric emptying disorders are important factors
of initiation of ulceration. In this study, 12 horses with poor performance were
evaluated by gastroscopy following clinical examinations. Gastroscopy revealed
that no ulceration (grade 0) in 5 horses and grade 1 lesions in 7 horses. Daily 4mg/kg
omeprazole (E-gastro®, BAVET) was administered in oral way for 4 weeks in all horses
with clinically suspected gastritis with or without gastric lesions. At the end of this
time, a protective dose of 2mg/kg/day of omeprazole was used for additional 2 weeks.
During the medical treatment period no resting was preferred for horses. According
to the histories obtained from riders and trainers, all of the horses showed inproved
performance during the second week of treatment. No gastric lesions were detected
by endoscopic examination following medical treatment of horses with gastric
ulcerative lesions. In conclusion, gastric ulcer syndrome with or without gastric lesions
in sport horses is a significant problem causes poor performance. That is supported by
improved performances following medical treatment.
Keywords: Horse, Gastric ulcer, Gastroscopy, Poor performance
- 254 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Piyeten mi, Ayak Apsesi mi?
Vedat BARAN 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Mete CİHAN 1, Sadık YAYLA 1, C. Şahin ERMUTLU 1
1
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Koyun yetiştiriciliğinde ekonomik kayıplara yol açan piyeten ve ayak apsesi genelde
veteriner hekimlerimiz tarafından karıştırılır.Bu çalışmada iki hastalık hakkında spesifik
ayırıcı tanı üzerinde araştırma amaçlanmıştır.
Kars ve çevresinde bulunan farklı sürülerden klinik olarak seçilen piyetenli ve ayak
apseli hasta koyunlar çalışmanın materyalini oluşturdu.
Çalışmada, yetiştiricilerin hayvanları ıslak ve nemli zeminlerde barındırdığını, gerekli
tırnak bakımının yapılmadığı belirlenmiştir.
Hastalardan piyeten tanısı konan hayvanların hemen hemen tüm ayaklarında tırnak
arasındaki deri, corium ungulea ve diğer dokularında yangı ve nekroz belirlenirken,
ayak apseli hayvanların genellikle tek ayağında şişkinlik, hafif kokulu, irinli bir akıntı
görülmüştür.
Piyetende şiddetli topallık görülürken ayak apsesinde akut ağrılı bir topallık görülür.
Ayak apsesinde bölgede sıcaklık görülmezken piyetende ayak bölgesinde tanıda
sıcaklık belirgindir.
Veteriner hekimin ayak apsesi mi piyeten mi diye tereddüt ettiği aşamada çalışmada
verdiğimiz bulguları iyi değerlendirerek ayırıcı tanıya çok rahat olarak ulaşabileceğini
düşünmekteyiz.
Anahtar sözcükler: Koyun, Piyeten, Ayak apsesi
- 255 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Foot Rot or Foot Abscess?
Vedat BARAN 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Mete CİHAN 1, Sadık YAYLA 1, C. Şahin ERMUTLU 1
1
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS
Foot rot and foot abscess result in economic losses in sheep husbandry and are
generally confused by our veterinarians. The aim in this study was to conduct research
on a specific differential diagnosis of the two diseases.
The material for the study consisted of sheep with foot rot and foot abscess selected
clinically from different herds in Kars and the surrounding area.
The study determined that breeders kept the animals in places where the ground was
wet or moist and did not provide the necessary hoof care.
Almost all of the animals diagnosed with foot rot had fever and necrosis in the skin
between their hooves, corium ungulae and other tissues while animals with foot
abscess generally had swelling, slight odor and a purulent discharge in one foot.
With foot rot there is generally severe lameness while there is acute painful lameness
with foot abscess. Fever is conspicuous in the foot with foot rot while there is no fever
in the region with foot abscess.
We believe that veterinarians can easily make a differential diagnosis by properly
utilizing the findings we have provided in this study when they are undecided as to
whether it is a case of foot rot or foot abscess.
Keywords: Sheep, Foot Rot, Foot abscess
- 256 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Servikal Bölgenin Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları: 17 Köpek, 4 Kedi
Yalçın DEVECİOĞLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Mustafa AKTAŞ ¹, Alper DEMİRUTKU ¹,
Zihni MUTLU ¹
¹ İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL
Boyun ağrısı, bacak güçsüzlüğü, kısmi ya da tam felç gibi bulgular ile İstanbul
Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğimize getirilen onyedi
köpek ve dört kedinin servikal omurgasına yönelik manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) bulguları değerlendirildi. Bu görüntülerde disk fıtığı (n=8), syringomiyeli (n=3),
intradural ekstramedullar yerleşimli kitle lezyonu (n=3), intramedullar yerleşimli
kitle lezyonu (n=4), ekstradural yerleşimli kitle lezyonu (n=1), atlantoaksiyal eklem
düzeyinde sıvı artışı (n=1), transvers miyelit (n=1) saptandı. Manyetik rezonans
görüntüleme (MRG) bulguları ile operasyonu gerçekleştirilen olguların cerrahi ve
histopatolojik bulguları karşılaştırıldı.
Bu çalışmada manyetik rezonans görüntülemenin (MRG), servikal omurgada rastlanan
çeşitli lezyonlar için tanısal yeri değerlendirilmiştir.
Anahtar sözcükler: Manyetik rezonans görüntüleme, MRG servikal omurga, Köpek, Kedi
- 257 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Magnetic Resonance Imaging Findings of the Cervical Spine: 17 Dogs, 4 Cats
Yalçın DEVECİOĞLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Mustafa AKTAŞ ¹, Alper DEMİRUTKU ¹,
Zihni MUTLU 1
¹ İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Deparment of Surgery, ISTANBUL
The cervical spine of seventeen dogs and four cats, admitted to the Department of
the Surgery, Faculty of the Veterinary Medicine with cervical pain, limb weakness and
parasis or paralysis, was evaluated with magnetic resonance imaging (MRI). Disorders
noted included intervertebral disc herniation (n=8), syringomyelia (n=3), intradural
extramedullary mass lesion (n=3), intramedullary mass lesion (n=4), extradural
compressive lesion (n=1), fluid increasing in the atlantoaxial joint space (n=1),
transverse myelitis (n=1). Magnetic resonance imaging (MRI) findings were compared
with surgical and histopathological findings in cases that underwent surgery.
In this report, the diagnostic role of magnetic resonance imaging (MRI) for various
lesions found in the cervical spine was evaluated.
Keywords: Magnetic resonance imaging, MRI, Cervical spine, Dog, Cat
- 258 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Sığırlardaki Laminitis Olgularında Magnetik Rezonans ve Tomografi Uygulama
Sonuçları
Mustafa ARICAN 1, Fatih HATİPOĞLU 2, Hanifi EROL 3, Özgür KANAT 2, Orhan YAVUZ 2,
Kurtuluş PARLAK 1, Osman KOÇ 4
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KONYA
3
Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS
4
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, KONYA
1
2
Çalışmada, sığırlarda laminitisin, teşhisinde termografik, magnetik rezonans, tomografi
görüntüleme yönteminin tanı güvenilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
Araştırma materyalini Konet-Konya mezbahasına kesim için getirilen 20 adet HolsteinFresian ırkı sığır ön ekstremite tırnağı (40 adet) oluşturdu. Klinik olarak yapılan rutin
muayene yöntemleri sonunda laminitis olabileceği düşünülen hayvanlarda, termografik
muayeneler yapılarak belirlenen, 15 sığırdan 30 adet tırnak, laminitis grubu ve ısı değişimi
göstermeyen 5 adet sığırdan 10 adet tırnak ise kontrol grubununu oluşturdu. İşaretlenen
tırnaklar, kesim sonrası radyolojik, magnetik rezonans (MR) ve tomografi ile dorsoplantar,
sagital ve transversal görüntüleri alındı. Klinik verilerin ve görüntülemelerin doğrulukları
histopatolojik incelemeler desteklendi.
Klinik olarak, laminitisden şüphelenilen hayvanlarda taban genişlemesi ile beraber
kalitesiz boynuz tırnak üretimi görülmüştür. Radyolojik olarakta, 3. Phalanx’ın processus
extensorius’unda osteofitik üremeler görülmüştür. MR ve tomografi görüntülemelerinde
anatomik yapılar net ortaya çıktığı belirlendi. MR görüntülenmesinde falanks korteksi, yağ,
deri ve tırnak tabanı gri renkte görüntü verirken, tendo, kan damarları, eklem boşlukları
ve paries ve solea ungulae siyah renkte görülmüştür. Falanks medullası beyaz, phalanx
proksimalis, phalanx distalis, proksimal ve distal susam kemikleri, M. fleksor digitalis
süperficialis, M.fleksor digitalis profundus, M. interosseus, bursa navicularis ve dorsal digital
arter MR ile ayırt edilmiştir. Laminitisli grupta transversal kesitlerde paries ungulae’nin
corium’unda ayrılmasına bağlı ödem renk değişimi görüntülenmiştir. Tomografi bulguları
ise kronik laminitis olgularında değişimleri ortaya koyacağı düşünülmüştür. Histopatolojik
incelemelerde dermal lamellar bölgede damarlarda hiperemi ve hafif ödem dikkati çekti.
Bu alanlarda mononükleer hücre infiltrasyonlarıyla birlikte tek tük nötrofil granülositlere
de rastlandı.
Termografik tanı yöntemlerinin, laminitisin tanısında %60 oranında kullanılabileceği
düşünülmüştür. Çalışma ortamının termografik muayeneler için yeterli hale getirilmesi
ve tırnak temizliğinin sağlanması ile bu oranın artacağı belirlenmiştir. Magnetik rezonans
uygulamalarının laminitisin etiyopatolojisinde ortaya koyacağı değişimleri göstermek için
uygulamaların deneysel laminitis oluşturulan gruplarla daha sık aralıklarla takip edilmesi
gerektiği düşünülmüştür. Tomografik muayenelerin ise kronik laminitis olgularında kemiklerde oluşacak değişimleri teşhis edilebileceği düşünülmüştür.
Anahtar sözcükler; Sığır, Laminitis, Termografi, Radyografi, Magnetic rezonans, Tomografi
- 259 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Results of Magnetic Resonance and Tomography Applications for Cows with
Laminitis
Mustafa ARICAN 1, Fatih HATİPOĞLU 2, Hanifi EROL 3, Özgür KANAT 2, Orhan YAVUZ 2,
Kurtuluş PARLAK 1, Osman KOÇ 4
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KONYA
3
University of Cumhuriyet, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SİVAS
4
Necmettin Erbakan Üniversity. Faculty of Medicine, Department of Radiology, KONYA
1
2
In this study, thermographic, magnetic resonans, tomographic imaging reliability of
the diagnosis in cows with laminitis was to evaluated.
20 frontleg (40 claws) feet from Holstein-Fresian which were obtained to slaughterhouse
were used as materials. Thermographic examinations were performed the animals after
the routine clinical examination methods that could be laminitis. After thermographic
examination, have been marked changes in temperature claws on the dorsal side (15
feet laminitis group) and five of them has not been shown in temperature changes as a
control groups. The marked claws were obtained for radiographic, magnetic resonans
(MR) computer tomography (CT) imaging (dorsoplantar,sagital and transversal), and
laminar tissues histopathologic analysis.
Clinically, animals suspected of laminitis were seen diffuculty during walking.
Osteophitic formation was seen on extensorious processes of phalanx III. MR and
tomography images provide excellent anatomic depiction of the bovine digit. In MR
images cortex of phalanx, fat skin and hoof were observed and had intermediate
signal intensity and appeared grey. Tendons, blood vessels, synovial cavity and
corium of hoof had ahyperintense signal and appeared black. Medulla of phalanx
had a low signal intensity and appeared white. Proximal and distal sesamoid bones,
hoof, superficial digital flexor tendon, deep digital flexor tendon, extensor branch of
interosseous tendon, dew claws, navicular bursa and common dorsal digital artery
were clearly identify in MR images. Transverse images show colour changes for
detached of corium. Tomography was only considered for chronic laminitis cases.
In histological examination mild hyperemia and edema in the dermal vessels in the
lamellar region was remarkable.
Thermographic diagnostic methods, could be used in diagnosis of laminitis
for 60 %. If the claws and working environment clean-up enough the rate of
thermographic examination will increased. Magnetic resonance imaging will put
forward etiopathology of laminitis should be followed experimenttaly created group
considered at more frequent intervals. Tomographic examinations in patients with
chronic laminitis is though to identify the changes will ocur in the bones.
Keywords: Cattle, Laminitis, Thermography, Radiography, Magnetic resonance imaging,
Computed tomography, Bovine, Digit
- 260 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Tarantula cubensis Ekstraktının (Theranekron®) Yara Üzerine Lokal Etkisinin
Araştırılması: Deneysel Bir Çalışma
Savaş ÖZTÜRK 1, Sadık YAYLA 1, İsa ÖZAYDIN 1, Başak KURT 1, Seyitali BİNGÖL 2,
Turgay DEPREM 3
1
2
3
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS
Kafkas Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, KARS
Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, KARS
Sunulan çalışma ile Tarantula Cubensis ekstraktının (Theranekron® 50 ml,
Richterpharma, Austria) subcutan ve değişik konsantrasyonlardaki pomat formlarının
fare modelinde yara iyileşmesi üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Çalışma her bir grupta 8 fare olacak şekilde dört gruptan oluşmaktadır. Tüm farelerde
genel anestezi altında sırtlarında 1 cm çapında eksizyon yaparak yara oluşturuldu ve 24
saat süre ile bu yaralar açık bırakıldı. Birinci gruba Tarantula Cubensis ekstraktı 0,01 ml
subcutan olarak, ikinci gruba %10’luk pomat, üçüncü gruba %20’lik pomat ve kontrol
grubu olan son gruba sadece vazelin uygulaması yapıldı. Subcutan enjeksiyonlar dört
gün ara ile tekrarlandı. Pomat uygulamaları ise günde bir kez yapıldı. Yara iyileşmesinin
kontrolü hem klinik olarak değerlendirildi hem de 72 ve 168. saatlerde alınan biopsi
örneklerinden histopatolojik ve immunohistokimyasal olarak yapıldı. Elde edilen
verilerin istatistiki değerlendirilmesi Minitab-16 paket programı kullanılarak yapıldı.
Hem klinik hem de histopatalojik ve immunohistokimyasal olarak Tarantula Cubensis
ekstraktının yara iyileşmesini hızlandırdığı özellikle %20’lik pomat uygulaması ile
diğerlerine göre daha hızlı olduğu gözlemlendi.
Sunulan çalışma yara sağaltımında Tarantula Cubensis ekstraktının topikal olarak
uygulamasının da iyileşme üzerine olumlu etkilerinin olduğu belirlenmiştir.
Anahtar sözcükler: Tarantula cubensis, Yara iyileşmesi, Lokal uygulama, Fare
- 261 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Investigation of Local Effect on the Wound of Tarantula Cubensis Extract
(Theranekron®): Empirical study
Savaş ÖZTÜRK 1, Sadık YAYLA 1, İsa ÖZAYDIN 1, Başak KURT 1, Seyitali BİNGÖL 2, Turgay
DEPREM 3
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS
Kafkas University, School of Health Sciences, KARS
3
Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, KARS
1
2
With the presented study, it was aimed to compare the effects of Tarantula Cubensis
extracts (Theranekron® 50 ml, Richterpharma, Austria) subcutan and of pomade forms
with different concentrations, upon wound healing at the mouse model.
The study is consisted of four mouse group and every group is including 8 mice. It was
carried out wounds with 1 cm diameter at the ridges of all mice by making incision
under the general anesthesia and the wounds were leaved open for 24 hours. As
subcutan 0.01 ml Tarantula Cubensis extract, 10 at% pomade, 20 at% pomade and
only vaseline was applied to the first, second, third and final group which is control
group, respectively. Subcutan injections were repeated every fourth days. The
pomade applications were applied every day for once. The control of wound healing
was evaluated both as clinical and with obtained samples by biopsy at 72th and at
168th h by performing immunohistochemically and histopathologically. The statistical
evaluation of the obtained values was carried out by using Minitab-16 packet program.
Both the clinical and histopathologically and immunohistochemically treatments
were showed that the Tarantula Cubensis extract is accelerated the wound healing,
especially 20 at% pomade application accelerated more than others. At the presented
study, it was determined that the topical application of Tarantula Cubensis extract was
also constituted positive effect on the wound healing.
Keywords: Tarantula cubensis, Wound healing, Local application, Mice
- 262 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Tavşanlarda Açık Yaralarda Momordica charantia L. Ekstratı ve Centella
asiatica L. Ekstratının Etkilerinin Karşılaştırılması
Nihal YAŞAR GÜL 1, Ayşe TOPAL 1, Kemal YANIK 1, Ayberk M. OKTAY 1, Elçin ÖZOCAK
BATMAZ 1, Kıvanç İNAN 1
1
Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA
Bu çalışmanın amacı; tavşanlarda açık yara iyileşmesi üzerinde topical Momordica
charantia’nın yağlı ekstratı ve toz formları ile Centella asiatica ekstratının merhem
formunun etkilerini araştırmak ve sağaltım uygulanmayan kontrol yaraları ile
karşılaştırmaktı.
Bu çalışmada yirmi dört adet Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Her bir tavşanda dorsal orta
hattın her iki tarafında tam kalınlıkta deriyi kapsayan birer yara (5x5 cm.) oluşturuldu.
Uygulanan tedaviye göre tavşanlar 4 gruba ayrıldı: Momordica charantia’nın (MC)
yağlı ekstratı, Momordica charantia’nın toz formu, Centella asiatica (CA) titre edilmiş
ekstratının merhem formu (Madécassol® merhem) ve kontrol. Yara kenarları günlük
olarak izlendi, 0.,7.,14. ve 21. ve 28. günlerde iyileşmemiş yara alanı ve total yara
iyileşmesi yüzdesini ölçmek için planimetri uygulandı.
İlk gözlenebilir granulasyon dokusu için ortalama zaman; MC yağlı ekstratı, MC toz
formu ve CA titre edilmiş ekstratının merhem formu uygulanan gruplarda (2, 2, 2 ve 3.5
gün), kontrol grubundan daha kısa idi (P < 0.05). Yara yatağının granulasyon dokusu ile
deri düzeyine kadar dolması; MC yağlı ekstratı ve CA titre edilmiş ekstratının merhem
formu uygulanan gruplarda (14 ve 16 gün), MC toz formu ve kontrol gruplarından (23
ve 25 gün) daha hızlı idi (P < 0.05). Ortalama iyileşme zamanı, MC yağlı ekstratı ve CA
titre edilmiş ekstratının merhem formu uygulanan gruplarda (27.42 ve 27.66 gün), MC
toz formu ve kontrol gruplarından (30.66, ve 32.66 gün) daha kısa idi (P < 0.05).
Bu çalışmada elde edilen sonuçlar; MC yağlı ekstratı ve CA ekstratının merhem
formunun topikal uygulamasının, tavşanlarda açık yaraların iyileşme prosesinde
önemli gelişmelere yol açtığını göstermiştir.
Anahtar sözcükler: Açık yara, Momordica charantia L. ekstraktı, Centella asiatica L. ekstratı, Tavşan
- 263 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Comparison of the Effects of Momordica charantıa L. Extract
and Centella asiatica L. Extract on Wound Healing in Rabbits
Nihal YAŞAR GÜL 1, Ayşe TOPAL 1, Kemal YANIK 1, Ayberk M. OKTAY 1, Elçin ÖZOCAK
BATMAZ 1, Kıvanç İNAN 1
1
Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA
The aim of this study was to study the effects of topical oily extract and powder forms
of Momordica charantia and ointment formulation of Centella asiatica extract on
wound healing in rabbits and to compare the results with untreated control wounds.
A total of 24 New Zealand white rabbits were used in the study. Identical full-thickness
skin wounds (5 × 5 cm) were created bilaterally on the mid-dorsum area of each rabbit.
Rabbits were divided into four groups according to the treatment: oily extract form of
M. charantia (MC), powder form of MC, ointment of titrated extract of C. asiatica (CA)
(Madécassol® ointment) and control. The wounds were observed daily and planimetry
was performed on days 0, 7, 14, 21 and 28 to measure the unhealed wound area and
percentage of total wound healing.
Median time for the first observable granulation tissue was shorter (P < 0.05) in the
oily extract form of MC, powder form of MC and ointment of titrated extract of CA
groups than in the control group (2, 2, 2 vs. 3.5 days, respectively). Filling of the open
wound to skin level with granulation tissue was faster (P < 0.05) in the oily extract form
of MC and ointment of titrated extract of CA groups than in the powder form of MC
and control groups (14, 16 vs. 23, 25 days, respectively), The average time for healing
was shorter (P < 0.05) in the oily extract form of MC and ointment of titrated extract of
CA groups than in the powder form of MC and control groups (27.42, 27.66 vs. 30.66,
32.66 days, respectively).
The results obtained in the present study demonstrate that topical application of the
oily extract of MC and ointment form of CA results in significant improvements on the
healing process of open wounds in rabbits.
Keywords: Open wound, Momordica charantia L. extract, Centella asiatica L. extract, Rabbit
- 264 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Taylarda Umblikal Herniorafi İçin Saha Şartlarında Dissosiyatif Anestezi
Cengiz CEYLAN 1
1
Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA
Taylarda saha şartlarında genel anestezi eşliğinde tedavi edilmesi gereken birkaç durumdan
bir tanesi de umblikal fıtıktır. Birçok araştırmacı tiletamin-zolazepam kombinasyonunu
atlarda ve taylarda değişik sedatif, trankilizan ve analjeziklerle kombinasyon şeklinde
kullanmıştır. Bunun yanında belirtilen çalışmaların birçoğu klinik ortamda gerçekleştirilmiş,
at ve taylarda herhangi bir şirurjikal işlem uygulanmamış, yani ilaçların sağlıklı at ve
taylardaki kardiyopulmoner etkileri belirlenmiştir. Sunulan bu çalışmanın amacı, saha
şartlarında taylarda umblikal herniorafi operasyonu için uygulanan ksilazin-tiletaminzolazepam dissosiyatif anestezik kombinasyonunun bazı kardiyopulmoner ve klinik
anestezi parametreleri üzerine olan etkilerini araştırmaktı.
Çalışmada, yaşları 4-7 ay arasında değişen (ortalama 5.73±0,91); canlı ağırlıkları 130-175 kg
(ortalama 152.55±14.35); 7’si dişi, 4’ü erkek; 8’i Arap, 3’ü İngiliz ırkı olan, toplam 11 adet
göbek fıtığı tanısı konulan tay kullanıldı. Taylarda anestezi protokolü olarak; ksilazin (1.1
mg/kg iv), tiletamin-zolazepam (1.65 mg/kg iv) ve belirtilen dozların yarısı ilk uyanma
belirtisinden sonra ortalama 8-10 dakikada bir 3 kez idame olarak ve lokal anestezik olarak
fıtık kesesi etrafına sirküler tarzda deri altı yolla (%2 lidokain, 12 ml) uygulandı. Araştırmada,
taylara uygulanan son ilaç enjeksiyonundan sonra, anestezi indüksiyonu, operasyon ve
anestezi süresi ile ayağa kalkma zamanı; anestezi indüksiyonu, anestezi/analjezi ve uyanma
kaliteleri belirlendi. Kalp atım ve solunum sayısı, vücut ısısı, arteriyel oksijen satürasyonu,
ortalama arteriyel kan basıncı, anesteziden önce ve anestezi süresince 15., 30., 45., 60. ve
90. dakikalarda ölçüldü.
Saha şartlarında, umblikal herniorafi için taylarda uygulanan anestezi protokolü her hangi
bir mortaliteye neden olmamıştır. Belirtilen anestezi protokolünün taylarda uygulanması
ile klinik anestezi parametrelerine ilişkin uyanma dönemi hariç bir olumsuzluk gözlenmedi.
Uyanma döneminde tayların ayağa kalkmak için birden çok atak yaptıkları belirlendi.
Kardiyopulmoner parametrelerin anestezi indüksiyonundan sonraki ilk dönemde düştüğü,
sonraki dönemlerde ise başlangıç değere ulaştığı gözlendi.
Atlarda ve taylarda ksilazin-tiletamin-zolazepam anestezik kombinasyonu ile değişik
dozlarda yapılan genel anestezi çalışmalarında; anestezi indüksiyon süresinin 34-75
saniye, anestezi süresinin 22.5-35.7 dk, ayağa kalkma zamanının 30-50 dk arasında değişim
gösterdiği kaydedilmiştir. Bunun yanında anestezi süresinin uzatılmasının gerekli olduğu
durumlarda, uygulanan anesteziklerin başlangıç dozlarının (ilk doz) 1/2 veya 1/3’ünün
idame doz olarak uygulanabileceği; ancak bu durumda, kardiyo-vasküler/pulmoner
depresyon sonucu tehlikeli hipoksemi, miyozitis ve uyanmanın uzaması gibi problemlerin
oluşabileceği belirtilmiştir. Sunulan bu çalışmada tayların uygulanan anestezi protokolüne
ilişkin klinik anestezi değerlendirme parametreleri, belirtilen çalışmalara paralel
bulunmuştur. Bununla birlikte; taylarda saha şartlarında kullanılan ksilazin-tiletaminzolazepam kombinasyonunun lokal anestezi ile desteklenmesiyle, umblikal herniorafi
için yeterli bir anestezi sağladığı, idame dozlarla anestezi süresi uzatılmasına rağmen,
kardiyopulmoner yan etkilerinin de kabul edilebilir sınırlarda kaldığı gözlendi.
Anahtar sözcükler: ksilazin, Tiletamin-Zolazepam, Dissosiyatif anestezi, Tay
- 265 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Dissociative Anaesthesia in Foals for Umbilical Herniorrhaphy Under Field
Conditions
Cengiz CEYLAN 1
1
Harran University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ŞANLIURFA
In foals, one of the several cases that require treatment under general anaesthesia on
the farm and in the field, is umbilical hernia. Many researchers have used the tiletaminezolazepam combination in horses and foals. Nonetheless, the majority of these studies
has been conducted in a clinical environment with no surgical intervention performed in
the animals. Thus, the cardiorespiratory effects of the preparations were determined in
healthy horses and foals. The aim of the present study was to investigate the effects of a
dissociative anaesthetic combination of xylazine-tiletamine-zolazepam, administered for
the umbilical herniorrhapy of foals under field conditions, on certain cardiorespiratory and
clinical anaesthesia parameters.
Eleven foals diagnosed with umbilical hernia, of 4-7 months of age (mean age 5.73±0.91
months) and 130-175 kg body weight (mean body weight 152.55±14.35 kg), 7 of which
were female and 4 were male, and 8 of which were Arabian horses and 3 were English
horses, constituted the material of the study. The anaesthesia protocol was xylazine (1.1
mg/kg iv), tiletamine-zolazepam (1.65 mg/kg iv) and half of the indicated doses after
observation of the first signs of recovery 3 times at 8-10 minute-intervals for sustainment,
together with the subcutaneous injection of 12 ml of 2% lidocaine into the periphery of
the hernial sac in a circular pattern for local anaesthesia. In all foals after last drug injection;
anaesthesia induction time, operation time, anaesthesia time and standing time were
recorded. Quality of induction, anaesthesia/analgesia and recovery were evaluated. Heart
rate, respiratory rate, body temparature, arterial oxygen saturation values, mean arterial
blood pressure were evaluated before anaesthesia (as a baseline) and after induction of
anaesthesia at 15, 30, 45, 60 and 90 min.
It was determined that, under field conditions, the anaesthesia protocol applied to the
foals for umbilical herniorrhapy did not cause any mortality. Excluding recovery from
anaesthesia, the anaesthesia protocol followed did not cause any adverse effect on the
clinical anaesthesia parameters of the foals. During recovery from anaesthesia, it was
observed that the foals made multiple attempts to regain standing position. After induction
of anaesthesia cardiopulmonary parameters and body temparature were decreased below
baseline values in first stage of anaesthesia and then they were reached to baseline values
in late stage of anaesthesia.
In previous studies carried out in horses and foals by administering different doses of
the anaesthetic combination of xylazine-tiletamine-zolazepam for the induction of
general anaesthesia; anaesthesia induction time was reported to range between 3475 sec, the duration of anaesthesia between 22.5-35.7 min, and the period of regaining
standing position (standing time) between 30-50 min. Furthermore, it has been indicated
that, if required, the duration of anaesthesia could be prolonged by administering half
or one-third of the initial doses of the anaesthetics used for sustainment, yet, in such
cases, complications such as serious hypoxaemia, myositis and delayed recovery from
anaesthesia could be encountered as a result of cardiovascular/pulmonary depression.
In the present study, the clinical anaesthesia parameters resulting from the anaesthesia
protocol applied was found to be in compliance with the findings of the studies referred to
above. It was ascertained in the present study that, the supplementation of the combined
use of xylazine-tiletamine-zolazepam in foals under field conditions with local anaesthetics
induces an anaesthesia of adequate depth for umbilical herniorrhaphy, and sustaining
doses enable the prolongation of the anaesthesia period with cardiorespiratory adverse
effects remaining within acceptable limits.
Keywords: Xylazine, Tiletamine-Zolazepam, Dissosiyatif anesthesia, Foal
- 266 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Travmalı Köpek ve Buzağılarda Serum Biyokimyasal Profil ve Oksidatif Stresin
Değerlendirilmesi
Semih ALTAN 1, Fahrettin ALKAN 1, Yılmaz KOÇ 1
1
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA
Bu çalışmanın amacı trafik kazasına bağlı travmaya uğramış köpek ve doğuma müdahale
ile ilgili ekstremite kırıklı buzağılarda meydana gelen metabolik değişikliklerin kan
serum biyokimyası ve oksidatif stres parametrelerine nasıl yansıdığını tespit etmektir.
Araştırma 15’i travmalı, 8’i sağlıklı (kontrol) 23 adet köpek ile 15’i travmalı, 7’si sağlıklı
(kontrol) 22 adet buzağı üzerinde gerçekleştirildi. Köpek ve buzağılardan alınan kan
örneklerinden elde edilen serumlar; alkalen fosfataz (ALP), alanin aminotransferaz
(ALT), aspartat aminotransferaz (AST), kreatin kinaz (CK), kreatin kinaz-MB (CKMB), kalsiyum, fosfor kolesterol, kreatinin, gamma glutamil transferaz (GGT), laktat
dehidrogenaz (LDH), total protein (TP), triglyserit, kan üre nitrojen (BUN) ve oksidatif
stres parametrelerinden olan thiobarbutirik asit (TBARS) yönünden değerlendirildi.
Travmalı köpeklerde ALP, AST, CK, fosfor ve TBARS seviyelerinde sağlıklı köpeklere
kıyasla istatistiki olarak önemli artışlar (P˂0.05) gözlenirken, kreatinin seviyesinde ise
istatistiki olarak önemli oranda azalış (P˂0.05) gözlendi. Travmalı buzağılarda AST,
CK, CK-MB ve TBARS seviyelerinde ise sağlıklı buzağılara göre istatistik olarak önemli
artışlar (P˂0,05) gözlenirken, serum kolesterol seviyesinde ise istatistiki olarak önemli
(P˂0.05) azalış gözlendi.
Köpeklerde serum biyokimyasal profile bakıldığında; ALP, AST, CK ve CK-MB’nin artışı
kaslardaki hasarın ve ALP ile fosforun artışına karşın kalsiyumdaki istatistiki olarak
önemli olmayan azalışın akut kemik hasarının göstergesi olabileceği düşünüldü.
Serum TBARS seviyesinin yüksek olması ise travmaya bağlı oksidatif hasarın varlığına
yorumlandı. Köpeklerin aksine buzağılardaki serum biyokimyasal profilde önemli
değişikliklerin olmamasının nedeni ise travmaların buzağılarda lokal olmasından
kaynaklanabileceği, TBARS seviyesinin köpeklerdeki gibi yüksek bulunmasının ise
oksidatif hasarın buzağılarda da travma durumunda yükselebileceğini göstermektedir.
Sonuç olarak travmalı köpeklerde biyokimyasal profil travmanın genişliğine bağlı
olarak buzağılara oranla daha fazla değişiklik gösterirken, oksidatif stresin ise her iki
hayvan türünde de yükselebileceği ve travma olgularında mutlaka dikkate alınması
gereken bir durum olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Köpek, Buzağı, Serum biyokimyasal profil, Oksidatif stres
- 267 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Evaluation of Serum Biochemical Profile and Oxidative Stress in Dogs and Calves
with Trauma
Semih ALTAN 1, Fahrettin ALKAN 1, Yılmaz KOÇ 1
1
University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA
The purpose of this study is to determine how the metabolically changes are reflected
to blood serum biochemistry and to oxidative stress parameters in the traumatized
dogs from traffic accidents and the calves with extremity fractures from wrong birth
assistance.
The research was performed in totally 23 dogs involving 15 traumatized and 8 healthy
(control group) ones, and totally 22 calves involving 15 traumatized and 7 healthy
(control group) ones. Serums acquired from the blood samples of the dogs, and the
calves were evaluated in terms of alkaline phosphatase (ALP), alanine aminotransferase
(ALT), aspartate aminotransferase (AST), creatine kinase (CK), creatine kinase-MB (CKMB), calcium, phosphorus, cholesterol, creatinine, gamma glutamyl transferase (GGT),
lactate dehydrogenase (LDH), total protein (TP), triglyceride, blood urea nitrogen
(BUN), and that oxidative stress parameters thiobarbituric acid (TBARS).
While statistical significant increases were observed in levels of ALP, AST, CK, CK-MB,
phosphorus and TBARS in the traumatized dogs comparing to healthy ones, statistical
significant decreases were obtained in the creatinine level. While statistical significant
increases were observed in levels of AST, CK, CK-MB and TBARS in the traumatized
calves comparing to healthy ones, statistical significant decrease was obtained in the
level of serum cholesterol.
When the serum biochemical profile was examined in the dogs, it was thought that
increases in the levels of ALP, AST, CK, CK-MB may be the indicator of muscle damage,
increases in levels of ALP and phosphorus with the not important statistical decrease
of calcium level may be the indicator of acute bone damage. Being high of TBARS
level is commented on existence of the oxidative damage depending trauma. Unlike
the dogs, cause of the lack of important changes of serum biochemical profile could
originate from being local of the calves’ trauma. The reason of having the same TBARS
levels with the dogs shows that oxidative damage can be also increased in the calves
in a case of the accident.
Eventually, while the biochemical profile reveals much more rate changes in the
calves rather than the dogs, oxidative stress can increase in two kinds of animals both
so it was decided it is such a case that absolutely should be paid attention on this
parameter in cases of trauma.
Keywords: Dog, Calf, Serum biochemical profile, Oxidative stress
- 268 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Van İli Gevaş Yöresinde Sokak Köpeği Saldırısına Uğrayan Kuzularda Oluşan
Isırık Yaralarının Sağaltımı
Erkan DÜZ 1, Abdullah KARASU 2, Bahtiyar BAKIR 3, Abuzer TAŞ 2, Nazmi YÜKSEK 4
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş Meslek Yüksekokulu, Gevaş, VAN
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, VAN
3
Gazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Gölbaşı, ANKARA
4
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı, VAN
1
2
Evcil hayvanlarda ısırma yaraları çoğunlukla bireysel yaralamalar şeklinde olmakla
beraber kimi zaman sürü problemi olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle
çok sayıda hayvanın yaralandığı olgularda Veteriner Hekimin doğru, etkin ve hızlı
yaklaşımlarla ekonomik kayıpları en aza indirgeyecek yöntemleri uygulaması faydalı
olacaktır.
Çalışmada Gevaş ilçesi civarındaki bir köyde, gece ağıldan uzaklaşarak kaybolan ve
sabaha kadar bir gurup sokak köpeğinin saldırısına maruz kalarak yaralanan yaşları
ortalama 8 aylık, 20 kuzu değerlendirildi.
14 kuzunun tümünde çene altı, farinks ve larinks bölgelerinde ısırma ve ezik yaraları
mevcuttu. 6 olguda çene altının yanı sıra karın altı, pelvik bölge, kuyruk ve testisler
üzerinde derin ısırma yaraları oluşmuştu, bu olguların 2’sinde karın altı, pelvis bölgesi,
scrotum ve arka bacak medialindeki deri yırtılmış ve bölge açıkta kalmıştı. 1 olgu, pelvik
bölge ve scrotum derisi koparılarak yendiğinden bölge kapatılamadı, olgu kesime sevk
edildi. İkinci olguda da benzer şekilde skrotum derisi yenildiğinden kuzuya orşidektomi
yapıldı ve bölge derisi kapatıldı. Kuyruk ucundan ısırılan 3 kuzuda kuyruğun yaklaşık %
10-30 kadarının koparıldığı görüldü, yara bölgesi antiseptiklerle temizlendikten sonra
açık yara tedavisine alındı. 1 olguda parotis üzerinde derin ısırık yarası saptandı, yara
temizlendikten sonra dikildi. Doku bütünlüğünün fazla bozulmadığı sıyırık, ezik ve diş
yaralarında, olgulara açık yara tedavisi uygulandı.
Yırtıcı hayvan saldırısı, Veteriner Hekimlik pratiğinde kimi zaman karşılaşılan bir durum
olup, acil müdahale kapsamında ancak hızlı, doğru ve etkin adımların atılmasıyla
olguların yaşamlarını kurtarmanın mümkün olabileceği açıktır.
Anahtar sözcükler: Köpek saldırısı, Kuzu, Isırık yarası, Tedavi
- 269 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
The Treatment of Wounds Caused by Stray Dogs Bites in Lambs Recruited From
Gevaş And Its Envırons in Van
Erkan DÜZ 1, Abdullah KARASU 2, Bahtiyar BAKIR 3, Abuzer TAŞ 2, Nazmi YÜKSEK 4
Yüzüncü Yıl University, Gevaş VHS, Gevaş, VAN
Yüzüncü Yıl University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, VAN
3
Gazi University, School of Health Services, Gölbaşı, ANKARA
4
Yüzüncü Yıl University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, VAN
1
2
Although bite wounds in domestic animals mostly occurs in the form of an individual
injury, sometimes it becomes flock problem. Especially in cases, where large number of
animals injured, the effective and rapid implementation approaches of the veterinarian
will be useful to minimize economic losses. In this study, it was evaluated that an
average of 8 months of age of 20 lambs which got lost moving away from the sheep
pen and got wounded being exposed the attack of a group of stray dogs until morning. In all 14 lambs there were bite wounds and contusions under the chin and pharynx
and larynx parts. In 6 cases deep bite wounds were formed under the abdomen, on
the pelvic region, tail and testicles as well as under the chin; in 2 of these cases, the
skin of abdominal, pelvic region, scrotum and hind leg was torn and the wound was
open. In the first case, the wound couldn’t have been closed since the pelvic region
and scrotum skin area were plucked and eaten and the case was sent to slaughter.
In the second case, due to the scrotum skin was eaten in a similar way, orchiectomy
was performed to the lamb and the skin of that part was closed. In the three lambs
10-30% of the tip of the tails were bitten and broken off and after cleaning the wound
area with antiseptics open wounds were treated. In one case, a deep bite wound was
found on parotis and the wound was sutured after cleaning. The patients whose tissue
integrity was more intact with scrape, dents and dental wounds were treated with
open wound treatment.
The predatory animal attack is a situation sometimes encountered in the practice
of Veterinary Medicine and it is apparent that it could be possible to save the lives
of patients with only taking fast, accurate and efficient steps in the scope of the
emergency action.
Keywords: Dog attack, Lamb, Bite wounds, Treatment
- 270 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Yedi Kedide Görülen Osteokondrodisplazi Olgusu
Didar AYDIN 1, Dilek OLĞUN ERDİKMEN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1, Kürşat ÖZER1,
Damla DURMUŞ 1, Kozet AVANOS 2, Aydın GÜREL 3
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Avcılar,
3
İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL
1
2
Osteokondrodisplazi, Scottish Fold kedilerde, endokondral ossifikasyondaki bozukluk
sonucu ortaya çıkan çeşitli iskelet ve sistemik tutulumlu bir grup anomalidir. Etkilenen
kedilerde ilerleyici ve şiddetli arka bacak topallığı, zıplamada isteksizlik, tutuk ve
gergin yürüyüş, distal ekstremitelerde deformiteler, kalın, kısa ve bükülemeyen bir
kuyruğun varlığı görülür. Bu çalışmada 4 yaşın altındaki 7 Scottish Fold kedideki
osteokondrodisplaziye bağlı bulgular ile konservatif ve operatif sağaltım yöntemleri
sunulmuştur. İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’na topallık
şikayetiyle getirilen kedilerin, eşkal ve karakteristik bulgularıyla birlikte radyolojik
incelemelerinden sonra ikisinin operatif yöntemle, diğer 5 kedinin ise konservatif
olarak sağaltımlarına gidilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız, ülkemizde seyrek rastlanan
bir kedi ırkı olan Scottish Fold kedilerinin osteokondrodisplaziye bağlı bulgularını
paylaşmaktır.
Anahtar sözcükler: Osteokondrodisplazi, Kedi
- 271 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Scottish Fold Osteochondrodysplasia in Seven Cases
Didar AYDIN 1, Dilek OLĞUN ERDİKMEN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1, Kürşat ÖZER1,
Damla DURMUŞ 1, Kozet AVANOS 2, Aydın GÜREL 3
İstanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, İSTANBUL
İstanbul University Veterinary Faculty, Animal Breeding Genetics Department, Avcılar, İSTANBUL
3
İstanbul University Veterinary Faculty, Pathology Department, Avcılar, İSTANBUL
1
2
Osteochondrodysplasia has been reported as an inherited disesase in the Scottish
Fold cat which is a group of abnormality that result from defects in endochondral
bone formation with a variable skeletal and systemic involvement. Affected Scottish
Fold cats develop progressive severe hindlimb. Lameness, reluctance to jump, stiff and
stilted gait, skeletal deformities at the distal extremities and short thick inflexible tail.
In this study seven Scottish Fold cats under four year old with osteochondrodysplasia
is presented. Cats suffering from lameness were referred to the İstanbul University,
Veterinary Faculty, Surgery Department. Based on their characteristic appearances
and their signalment, following radiological examination two of them were
underwent a surgical treatment although five of them were managed in conservative
therapy. The aim of our study is to share our findings in Scottish Fold Cats with
osteochondrodysplasia which is a very purebred in Turkey.
Keywords: Osteochondrodysplasia, Cat
- 272 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Yeni Doğan Buzağıların Radius-Ulna Kırıklarının Sağaltımında İnsana Özgü
Şekilli Plak Uygulaması ve Klinik Sonuçları *
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1
* Ön çalışma sonuçları
1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR
Bu çalışmada, yeni doğan buzağılardaki radius-ulna kırıklarına açık redüksiyonla insana
özgü distal humeral plak uygulanması ve sonuçlarının klinik yönden değerlendirilmesi
amaçlandı.
Çalışma materyalini Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine
getirilen 2 adet buzağı oluşturdu. Hastaların klinik ve radyolojik muayenelerinin
ardından operasyona karar verildi. Hastaların rutin operasyon hazırlıklarından sonra açık
redüksiyonla bölgeye ulaşılarak sadece kırık olan radiuslarının, uygun boyut ve şekli
nedeniyle insana özgü şekilli distal humeral plaklarla stabilizasyonu gerçekleştirildi.
Ulna kırıklarına müdahalede bulunulmadı. Hemen postoperatif radyografi alınarak
redüksiyonun stabilizasyonu kontrol edildi. Postoperatif bandaj uygulamaksızın yara
bölgesine pansuman uygulandı. Hastaların 10. gün kontrollerinde dikişleri uzaklaştırıldı
ve radyografileri tekrarlandı. 60. gün kontrollerinde de klinik ve radyolojik muayeneleri
tekrarlandı.
Çalışmaya dâhil edilen her iki buzağıda da benzer şekilde, distal radius-ulna kırığı
bulunmaktaydı. 10. gün radyolojik kontrollerinde kırık uçlarının keskinliğinin
kaybolduğu saptandı. 60. gün kontrolünde ise kortikal devamlılığın sağlandığı,
yeniden şekillenmenin başladığı tespit edildi. 60. gündeki klinik muayenede ise
hastaların ilgili ekstremiteyi tam olarak kullandığı belirlendi. Hastaların hem 10. hem
de 60. gün kontrollerinde, klinik ve radyolojik yönden herhangi bir komplikasyonla
karşılaşılmadı.
Yeni doğan buzağılarda rastlanan kırıkların sağaltım yöntemleri arasında; alçılı veya
PVC ile destekli bandaj, intramedüller çivileme, plak uygulamaları, eksternal fiksatörler
sayılabilir. Çalışmada, insan distal humerusuna özgü olarak şekillendirilmiş olan plak,
uygun boyutları ve özel şekli sayesinde buzağıların radiuslarına uygulandı. Sonuç
olarak; insana özgü distal humeral plağın kolaylıkla uygulanabilir ve sonuçlarının ümit
verici olduğu kanısına varıldı.
Anahtar sözcükler: Yenidoğan buzağı, Distal humeral plak, Kırık, Radius-ulna, Radyografi
- 273 -
13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS
Application of Human-Specific Shaped Plate in Neonatal Calves Radius-Ulna
Fractures Treatment and Clinical Results *
Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1
* Preliminary results
1
University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR
In this study, human-specific distal humeral plate intended to be used with open
reduction in neonatal calves with radius-ulna fractures and aimed to evaluate the
results from the clinical aspect.
The study consisted of 2 calves brought to the Mehmet Akif Ersoy University Veterinary
Faculty Surgery Clinics. After clinical and radiological examinations of patients,
decided for operation. After the preparation for the routine operation, reaching the
region with open reduction, stabilization was performed with human-specific shaped
distal humeral plates due to the suitable size and shape of the fractured radius.
Ulnar fractures were not intervened. Stabilization of the reduction was controlled by
immediate postoperative taken radiographs. Postoperatively dressing applied to the
wound site without bandage. On the 10th day of the patients control, sutures were
removed and radiographs were repeated. Clinical and radiological controls were
repeated of the cases 60th days.
Both calves included in the study had similar distal radius-ulna fractures. Loss of the
fracture end sharpness detected on the tenth day radiological controls. On sixtieth
day control, provided cortical continuity, and begining of the remodelling was
determined. Clinical examination of the sixtieth day revealed complete use of the
relevant extremity. No complications were encountered clinically or radiologically on
both 10th and 60th days of patients control examinations.
Treatment methods for the neonatal calves include; casting or PVC supported
bandage, intramedullary nailing, plate applications, and external fixators. In the study,
which is specifically formed as a human distal humeral plate, used on calves radius with
its suitable dimensions and special shape. As a result, human-specific distal humeral
plate found easily applicable and concluded that results are promising.
Keywords: Neonatal calve, Distal humeral plate, Fracture, Radius-ulna, Radiography
- 274 -