İçindekiler - İris İnteraktif
Transkript
İçindekiler IV. Üreme ve seksüel fonksiyon 4.1 Erkek infertilitesi 4.1.1 Tanım ve demografik veriler//Teoman Cem Kadıoğlu, Emin Aliyev 4.1.2 Öykü ve sistemlerin gözden geçirilmesi 4.1.3 İnfertil hastanın fizik muayenesi 4.1.4 Laboratuar testler 4.1.5 Diğer testler 4.1.6 Tanı ve tedavi kategorileri//Mustafa Emre Bakırcıoğlu 4.1.7 Yardımcı üreme teknikleri 4.2 Erektil disfonksiyon 4.2.1 İnsidans ve epidemiyoloji//Tahir Turan, Deniz Bolat 4.2.2 Sınıflandırma 4.2.3 Değerlendirme 4.2.4 Tedavi //Murat Çakan 4.3 Priapizm 4.3.1 Değerlendirme//Sezgin Güvel 4.3.2 Tedavi//Ayhan Karabulut 4.4 Prematür ejakülasyon //Haluk Kulaksızoğlu 4.4.1 Tanım 4.4.2 Epidemiyoloji 4.4.3 Patofizyoloji 4.4.4 Değerlendirme 4.5 PEYRONİE HASTALIĞI//Hamdi Özkara 4.5.1 Etiyoloji 4.5.3 Semptomlar 4.5.4 Değerlendirme 4.5.5 Tedavi 4.5.6 Cerrahi tedaviler: 4.6 Yaşlanan erkekte androjen eksikliği 4.6.1 Tanım 4.6.2 Epidemiyoloji 4.6.3 Fizyolojik prensipler 4.6.4 Tanı 4.6.5 Tedavi //Levent Paşkircioğlu 112 113 IV. Üreme ve seksüel fonksiyon 4.1 Erkek infertilitesi 4.1.1 Tanım ve demografik veriler İnfertilite son 12 aylık zaman diliminde korunmasız cinsel birleşme olduğu halde spontan konsepsiyonun olmaması olarak tanımlanır. İnfertilite geçici veya çoğu azoospermide olduğu gibi kalıcı olabilir, bu duruma sterilite denir. Subfertilite spontan konsepsiyon ihtimalinin azalması ancak tamamen ortadan kalkmamasıdır. Erkek infertilitesine yaklaşımda en büyük değişim, tek başına erkeğin değerlendirilmesinden çok problemin bir çift problemi olarak kabul edilmeye başlanması ve değerlendirme ve tedavinin her iki eşi de kapsamasının gerekliliğinin genel kanı olarak kabul görmesidir. WHO’nun yaptığı bir çalışmada erkek ve kadınların yaklaşık eşit oranda (Erkek: %45, Kadın: %47) fonksiyonel üreme anormalliğine sahip olduğu ve erkeklerin % 6’sında azoospermi ve kadınların % 16’sında over yetmezliği gibi fertiliteyi ciddi şekilde etkileyen tanıların bulunduğu saptanmıştır. Genel olarak infertilitenin 1/3’ünden erkekler, 1/3’ünden kadınlar ve 1/3’ünden de her iki partner birlikte sorumlu tutulabilir. (Resim 1) Fertil çiftlerin 6 aylık korunmasız cinsel ilişki sonrasında % 65’sinde, 12 ay sonunda ise % 90’ında gebelik rapor edilmiştir. Bu bilgiye dayanarak infertilite açısından değerlendirme için 12 aylık korunmasız cinsel ilişkinin beklenmesi en yaygın görüştür. İnfertiliteyle başvuran çiftlerin incelenmesinde başlangıç olarak erkek partner değerlendirilmelidir; erkeğin öncelikli olarak araştırılması kolay, ucuz ve çabuk sonuçlanabilir olduğundan avantajlıdır. Primer erkek infertilitesi, bir erkeğin asla bir kadını hamile bırakamamış olması halidir. Sekonder erkek infertilitesi tanımı ise bir erkeğin, partnerin aynı veya farklı olmasına yada gebeliğin sonucuna bakılmaksızın daha önce başarılı bir konsepsiyonun olması durumudur. Sekonder infertil erkeklerin gelecekteki fertilite şansı daha fazla olup, varikosel ve aksesuar gland enfeksiyonları bunlarda daha sıklıkla görülür. Ayrıca öykülerinde toksik ajanlar, radyasyon ve insektisitlere maruziyet gibi özellikler bulunabilir. İstemsiz infertilite süresi, çiftlerin herhangi bir kontrasepsiyon metodu kullanmadan seksüel ilişkide bulundukları ay sayısı olarak tanımlanır ve prognoz hakkında bilgi sağlar. Çiftlerde istemsiz infertilite süresi yaklaşık olarak 3 yıl veya daha azsa gelecekteki spontan fertilite şansları daha iyidir. Üç yıldan uzun infertilite süresi mevcutsa ciddi bir biyolojik problem varlığı olasıdır. İstemsiz infertilite süresine bağlı olarak problemin erkek veya kadında olması 114 ve yardımcı üreme teknikleri öğrenilmelidir. Cinsel hikaye İnfertilite nedeniyle başvuran çiftlerin % 5 inde cinsel disfonksiyon bulunmaktadır. Cinsel öyküde ejakülasyonun olup olmadığı, ilişkide kayganlaştırıcı kullanımı, ilişkinin sıklığı ve zamanlanması sorgulanmalıdır. Ayrıca erkekte erektil disfonksiyonun olup olmadığı öğrenilmelidir. Resim 1 Ejakülasyon hikayesi hakkında görüş belirtilemez. Erkek partnere ejakülatın miktarı ve natürü sorulmalıdır. Ejakülat hacminin ciddi azalması hipogonadizm ile ilişkili olabileceği gibi ejakülat hacminin düşük olması ayrıca şeffaf ve çok akışkan olması seminal vezikül patolojisi, ejakülatuar kanal patolojisi veya kistik fibrozu düşündürmelidir. Normal orgazma rağmen düşük ejakülat hacmi veya ejakülatın olmaması retrograd ejakülasyonu düşündürmeli ve postejakulat idrarın sperm varlığı açısından değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Likefiye olmayan ejakülat prostat patolojisine işaret edebilir. İnfertil çifte genel yaklaşımda her çift için uygun yol seçilmeli, infertilite süresi, çiftlerin yaş durumları gibi tanımlayıcı faktörler değerlendirilmeye alınmalıdır. Tedavi aşamaları çiftin görüşü de alınarak basamaklar halinde ve zamanlama yapılarak planlanmalı, çift yardımlı üreme tekniklerine yönlendirilmeden önce yapılacak medikal ve cerrahi tedaviler ile başarı şansları optimalize edilmelidir. Okunması önerilen kaynaklar: Infecundity, infertility, and childlessness in developing countries. Demographic and Health Surveys (DHS) Comparative reports. ORC Macro and the World Health Organization 2004. 4.1.2 Öykü ve sistemlerin gözden geçirilmesi Özgeçmiş Anamnez alırken dikkat edilmesi gereken noktalar: medikal tedavi veya yaşam tarzı değişiklikleri ile düzeltilebilecek patolojileri saptamak, infertiliteye sebep olabilecek eşzamanlı hastalıklar ve gelecek nesilleri etkileyebilecek genetik hastalıkların tespitine dayanmaktadır. Reprodüktif hikaye Çiftler infertilite nedeniyle doktora başvurduklarında infertilitenin sebebini anlamaya yönelik anamnez alınmalıdır. Anamnezde erkek ve kadının ayrı ayrı önceki ve şimdiki fertilite statüsü araştırılmalı, çiftlerin yaşı ve korunmasız cinsel ilişki süresi sorgulanmalıdır. Çiftin fertilite potansiyelini negatif yönde etkileyen faktörler; kadın yaşının 35 in üzerinde olması, daha önceden bilinen infertilite öyküsü, inmemiş testis, testis kanseri, kemoterapi, endometriyozis pelvik enflamatuar hastalık gibi organik bozuklukların olmasıdır. İdiyopatik infertilitede başarıyı etkileyecek en önemli faktörlerden birisi infertilite süresi olup infertilitenin primer veya sekonder olduğu erkek ve kadın partner için ayrı ayrı sorgulanmalıdır. Daha önceden infertilite nedeniyle geçirilmiş ameliyatlar, reçete edilmiş ilaçlar Tıbbi özgeçmiş İnmemiş testis yenidoğan ve 1 yaşında olan erkek çocukların % 0,8’inde görülen ve fertilite statüsünü etkileyen bir patolojidir. Tek taraflı inmemiş testis öyküsü bulunan erkelerin % 50 si çift taraflı inmemiş testis öyküsü bulunan erkeklerin ise %90’ı subfertildir. Çocukluk çağında herni onarımı %3-17 oranında vas deferens hasarına sebebiyet vermektedir. Ergenlik döneminde geçirilen kabakulak viral enfeksiyonu % 30 unilateral % 10 bilateral orşitle sonuçlanır bunun sonucunda da testis içi fibrozis ve dolayısıyla infertilite gelişebilmektedir. Puberte yaşı bir diğer önemli parametre olup, çok erken dönemde görülen puberte bulguları konjenital adrenal hiperplazi, çok geç dönemde gerçekleşen puberte ise primer hipogonadizm (Klinefelter sendromu) veya sekonder hipogonadizme (Kallman sendromu) bağlı olabilir. Hastanın geçmişte olan veya devam etmekte olan hastalıkları, bu hastalık için kullandığı ilaçlar ayrı ayrı not edilmelidir. Spermatogenezi etkileyen ilaçlara örnek olarak: simetidin, anabolik steroidler, sulfasalazin ve nitrofurantoin verilebilir. Hastanın özgeçmişinde madde kullanımı da sorgulanmalıdır; alkol, marihuana ve kokain gibi maddeler direk gonadotoksiktir. Hastanın çevresel şartları sorgulanmalı ve gonadotoksik faktörler: aşırı sıcaklık, iyonize radyasyon, ağır metaller, ziraat ilaçlarına maruz kalma sorgulanmalıdır. Genetik faktörleri araştırmak için ailede diğer infertil bireylerin varlığı bilinmelidir. Sistemlerin gözden geçirilmesi 115 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon bile getirmektedir. Gastrointestinal sistem: Sirozun genital sisteme etkisi erkeklerde impotans, libido kaybı, testiküler atrofi ile karakterizedir. Siroz varlığında infertilite ve impotans çok sık karşılaşılan durumdur. Karaciğer fonksiyon testlerinin düzelmesiyle normal hale gelebilir. Hipogonadizm direkt olarak alkolden etkilenmeye bağlı olabilir. Alkoliklerde plazma testosteron seviyesinde azalma ve seks hormon bağlayan globülinde artma vardır. Bunun sonucu olarak plazmada bağlı olmayan testosteronda azalma meydana gelir. Periferik dokularda (cilt, yağ dokusu, kas, kemik) androjenik steroidlerin östrojene dönüşümü artmıştır. Böylece plazma östradiol ve östrone normal veya hafif yükselmiş bulunabilir. Sprinolakton, serum testosteron seviyesinin azalması ve hepatik androjen reseptör aktivitesinde azalma nedeniyle jinekomasti meydana getirebilir. Diğer sistemik nedenler Klinefelter Sendromu İnfertilite şikayeti ile doktora başvuran hastalar genellikle asemptomatik ve sağlıklı olmalarına rağmen fertilite potansiyelini negatif yönde etkileyen birçok sistemik hastalık bulunmaktadır. Bu yüzden dikkatli fizik muayene ve seçilmiş olgularda tarama testlerinin yapılması bizi teşhise götürebilir. Sistemik hastalıklar hem primer hem sekonder hipogonadizme neden olabilir. Sekonder hipogonadizm genellikle akut hastalıklarda daha çok görülürken, kronik hastalıklarda primer hipogonadizm daha fazladır. Santral sinir sistemi: İnfertil hastada anosmi durumunda Kallmann sendromunu, görme alanı bozukluğu durumunda ise hipofiz bezinin patolojileri araştırılmalıdır. Obezite, progresif retinal distrofi, mental retardasyon durumunda Bardet-Biedl ve Laurence-Moon sendromu ayırıcı tanıya girer. Laurence-Moon sendromunda ayrıca spastik parapleji ve ataksi varken, Bardet-Biedl sendromunda ilave olarak heksadaktili bulunur. Solunum sistemi: Sık tekrarlayan bronşit ve sinüzit durumunda kistik fibrozis, Kartagener sendromu ve Young sendromu araştırılmalıdır. Üriner sistem: Fertilite potansiyelini en ciddi etkileyen üriner patoloji kronik böbrek yetersizliğidir. Diyaliz tedavisi alan hastalarda seksüel disfonksiyonun yanısıra infertilite sıklığının da arttığı bilinmektedir. Azoospermi ciddi oligospermi ayrıca düşük sperm viabilitesi KBY’ li erkeklerin semen incelemesinde sık karşılaşılan bulgulardır. Bunun muhtemel sebebi üremik toksinlerin gonad hücrelerine verdiği zarar olup, ayrıca diyaliz tedavisine bağlı rete testiste kistik değişiklikler oluşabildiği gösterilmiştir. Böbrek transplantasyonu sperm parametrelerini iyileştirmekte bazen normal sınırlara 116 Ateş: 38.5 derecenin üzerindeki ateş spermatogenezi 6 aya kadar baskılayabilir. Ateşli hastalığın süresi, tedavide kullanılan ilaçlar ve ateşe sebep olan hastalık sorgulanmalıdır. HIV virüsü: HIV pozitiv hastalarda infertilite hastalığın evresine bağlıdır. Erken dönemde primer hipogonadizm görülürken geç dönemde sekonder hipogonadizm gelişebilir. Bunun dışında fertiliteyi olumsuz etkileyen faktörler arasında lökositospermi, sitokin salınımı, testis ve epididimin direk tutulumu, fırsatçı enfeksiyonlar sayılabilir. Okunması Önerilen Kaynaklar: 1.Campbell Walsh Urology, Tenth edition 2.Male Infertility EAU Guidelines 2012 4.1.3 İnfertil Hastanın fizik muayenesi 4.1.3.1 Genel muayene Fertilite sorunları genel sağlıkla da ilgili olmakla beraber, genital muayene daha ayrıntılı yapılmalıdır. Vücudun genel yapısı ve virilizasyon düzeyi androjenizasyon ile ilgili ipuçları vermekte ve androjen yetersizliğinde vücut kıllarında azalma, temporal bölgede erkek tipi saç dökülmenin olmaması, jinekomasti ve enükoid görünüm saptanmaktadır. Vücut yapısında saptanan bu anormallikler düşük testesteron düzeyi, hiperprolaktinemi, östrojen testesteron oranının bozulması, adrenal bezin disfonksiyonu ve subvirilizasyona neden olan genetik anomalileri (Klinefelter sendromu) ayırıcı tanıya sokmaktadır. Püberte döneminden itibaren androjen düzeyinin düşük seyretmesi epifizeal kapanmanın gecikmesi genişlemeyi tespit etmek için dikkatli muayene edilmeli genişleme obstruktif patolojiyi , endürasyon epididim enflamasyonunu akla getirmelidir. Epididimde gözlemlenen granülomatoz değişiklikler tüberkülozu veya sarkoidozu düşündürmelidir. Küçük kistik lezyonlar epididimde sık görülmekte ve genellikle spermatosele işaret etmektedir. Epididimin kistadenomları ise nadirdir ve von Hippel-Lindau (VHL) hastalığından kuşkulanmalı ve bu yönden incelenmelidir. Prader orkidometresi yüzünden uzun kol ve bacak görünümüne neden olmaktadır. Tiroidin hiper ve hipofonksiyonu infertilite sebepleri arasında yer aldığından tiroid bezi muayene edilerek nodül aranmalıdır. Batın muayenesinde hepatomegali saptanması halinde steroid metabolizmasının bozulmasına neden olabilecek karaciğer disfonksiyonu kuşkusu uyandırmalıdır. 4.1.3.2 Genital muayene genital muayeneye fallusun dikkatli muayenesi ile başlanmalıdır; penil kürvatür, kordi veya hipospadias vajinada sperm birikimine engel olabilir. Skrotal içeriğin dikkatli muayenesi genital muayenenin en önemli parçasıdır. Testis muayenesi hem yatarak hem de ayakta yapılmalı, kremasterik kasların gevşemesine yardımcı olmak için sıcak ortam sağlanmalıdır. İnfertilite testis malignensileri için risk faktörü oluşturduğundan testis kitlelerini ekarte etmek için tüm testis yüzeyi dikkatle palpe edilmelidir. Testis hacmi mutlaka hesaplanmalıdır; bunun için orkidometre (prader orkidometresi) veya ultrasonografi kullanılabilir. Charny ve ark. 1960 senesinde yaptıkları çalışmada testis boyutlarının normal bir erişkinde 4x3 cm veya 20 ml olduğunu rapor etmişlerdir. Testis volümünün %85 i sperm üretimi ile ilişkili olduğundan düşük testis hacmi spermatogenezde bozukluğa işaret etmektedir. Epididimler endürasyon veya Spermatik kordun supin ve bilhassa ayakta muayenesi varikosel varlığını değerlendirmek için yapılmalıdır. Varikosel palpasyon ile spermatik kordda kıvrımlı damar yapıları olarak ele gelmekte veya valsalva menevrasıyla palpe edilmektedir. Yüksek yerleşimli testis veya abartılı kremasterik reflekste muayeneyi kolaylaştırmak için testise hafif traksiyon uygulanabilir. Varikosel normal popülasyonda %15 görülürken primer infertil erkeklerde bu oran %19-%40 arasında değişmekte fakat sekonder infertilite ile başvuran hastalarda %81’e çıkmaktadır. Evre 1 varikosel normal muayene ile tespit edilemeyip valsalva manevrasıyla palpe edilir. Evre 2 hem normal muayenede hem valsalvada , evre 3 ise dışarıdan bile gözüken kıvrımlı venöz yapılar olarak nitelendirilmektedir. Sol gonadal venin renal vene dik açıyla açılması yüzünden türbülan akım oluşmakta bu yüzden varikosel çoğunlukla solda olmaktadır ve %90 olguda unilateraldir. Sağ tarafta unilateral varikosel varlığı ve supin pozisyonda kaybolmayan sağ varikosel retroperitoneal patolojiyi düşündürmeli ve acil görüntüleme yapılmalıdır. Varikoselde klinik bulguları desteklemek için çeşitli görüntüleme yöntemleri geliştirilmiştir; örnek olarak skrotal doppler USG, technetium 99m pyrophosphate sintigrafisi, termografi, venografi verilebilir. Fizik muayene ile tespit edilmeyip sıralanan yöntemlerle tespit edilen varikosel önemsizdir ve subklinik varikosel olarak nitelendirilir. Spermatik kord muayenesinin diğer önemli unsuru vaz deferenstir. Vaz deferensin unilateral veya bilateral yokluğu aynı tarafta renal ageneziyi veya kistik fibroz gibi genetik bozukluğu akla getirmelidir, nodülarite tüberkülozu düşündürmelidir. Vazın kalınlaşması daha önceden geçirilmiş inguinal cerrahilere bağlı olabileceği gibi ejakülatuar kanal obstrüksiyonuna da bağlı olabilir. Son olarak parmakla rektal muayene yapılarak ejakülatuar kanal obstrüksiyonuna sebep olan prostat orta hat kistleri, prostatite işaret eden ödem veya hassasiyet değerlendirilmelidir. Normalde seminal vezikül rektal muayenede tespit edilmezken obstruktiv ejakülatuar kanal patolojilerinde palpe edilebilmektedir. Genel ve genital muayene sonrası gerekli olgularda laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile değerlendirme yapılmalıdır. Okunması önerilen kaynaklar. CAMPBELL – WALSH Urology. Tenth Edition 117 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon INFERTILITY UPDATE 2012: A COMPREHENSIVE APPROACH TO THE DIAGNOSIS AND TREATMENT OF THE INFERTILE MALE. Robert E. Brannigan, MD Craig S. Niederberger, MD Edmund S. Sabanegh, Jr., MD. Male Infertility EAU 2012 Guideline 4.1.4 Laboratuar testleri 4.1.4.1 Semen incelemesi ve sperm fonksiyon testleri Erkek fertilitesinin değerlendirilmesinde semen incelemesinin klinik değeri daha önceleri sorgulanmış olmasına rağmen, son zamanlarda erkek fertilite değerlendirmesinde altın standart fonksiyonunu geri kazanmıştır. Fertilite değerlendirmesine temel olarak ayrıntılı bir öykü, fizik muayene ve en az 2 semen incelemesi ile başlanması kabul görmüştür. Eğer ilk semen incelemesi güvenilir ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) kriterlerine göre normal ise ikinci teste gerek duyulmayabilir. Semen parametrelerinin standardize edilmesi çok büyük önem taşımakta olup, standardizasyonun sağlanması hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde aynı düzeyde olmalıdır. Bu yüzden DSÖ belli aralarla yeni referans değerler belirlemekte ve bunu sağlamak için kanıta dayalı tıp literatürü taranmakta ve elde edilen meta-analizlerin sonuçlarına göre referans değerler belirlenmektedir. Genellikle semen inceleme yöntemlerinde ciddi değişiklikler olmamakla beraber, androloji laboratuvarlarının kalite kontrolü ve semenin morfolojik değerlendirmesinin üzerinde durulmaktadır. 4.1.4.1.1 Semen incelemesi Islak preparat Islak preparat, lamelin belli bir bölümünden belli bir hacimde dilüsyona uğramamış semen alınarak elde edilir ve semen incelemesinin önemli bir bölümünü oluşturur. Islak preparat sperm konsantrasyonunun hassas ölçümünü sağlar. Motilite değerlendirilmesi Sperm hareketliliğinin sınıflandırılması yeni DSÖ kılavuzunda önemli değişikliklere uğramıştır. Yeni sınıflandırmada sperm hareketliliğini progresif motil (PR), non-progresif motil (NP) ve immotil (IM) olarak sınıflandırılması tavsiye edilmektedir. Progresif motil: Hızdan bağımsız olarak doğrusal veya geniş daireler çizerek hareket eden spermatazoa. Non-progresif motil: Küçük daireler içinde yüzme, flageller gücün yetersizliği veya sadece flageller titreşim olması gibi ilerlemenin olmadığı diğer hareket paternlerini kapsar. İmmotil: Hareketliliğin olmaması. Sperm motilitesi rapor edilirken total motilite (PR+NP), veya progresif motilitenin (PR) rapor edilmesi tavsiye edilmektedir. 118 Progresif motilite yüzdesi ile gebelik oranı arasında korelasyon olduğu bilindiğinden hareketliliğin hassas bir şekilde ölçülmesi önem kazanmaktadır. Sperm konsantrasyonunun değerlendirmesi Sperm konsantrasyonunun değerlendirilmesi için çift sayım kamarası olan geliştirilmiş Neubauer hemasitometresinin kullanımı tavsiye edilmektedir. Tek kullanımlık kamaralar, kapiler hareketi ile dolan boş kamaralar veya derin hemasitometre gibi diğer sayım araçları hesap için farklı değişkenler gerektirmektedirler. “Total sperm sayısı” ve “sperm konsantrasyonu” farklı kavramlardır ve bir biri ile karıştırılmamalıdır. Sperm konsantrasyonu birim hacimdeki sperm sayısını gösterir ve ejakülasyonda çıkan sperm sayısı ve onu dilue eden sıvı oranı konusunda bilgi verir. Total sperm sayısı ise tüm ejakülattaki spermin toplam sayısını belirtir ve sperm konsantrasyonu ile semen hacmi çarpılarak elde edilir. Bir ejakülattaki total sperm sayısının testiküler sperm üretme kapasitesini yansıtan bir parametre olduğu önerilmiştir. Total motil sperm sayısı ve döllenme esnasında ejakülattaki progresif motilitenin intrauterin inseminasyonda gebelik sonucunu belirleyici bir faktör olsa da, doğal döllenme için bu parametrelerin önemi tartışmalıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer önemli nokta da konsantrasyonun ölçümünde sınırların belirlenmesi ve “azoospermi” teriminin kullanımıyla ilişkilidir. Günümüz ortamında obstrüktif ve non-obstrüktif azoospermi olgularında santrifüje edilmiş örneklerde herhangi bir canlı/motil sperm tespiti ICSI veya sperm elde etme ameliyatları + ICSI nin kombine edilmiş hali arasında seçimi belirleyen kritik etkendir. Santrifüj yapılmadan düşük sayıdaki spermlerin hassas bir şekilde tayini gerektiğinde, Neubauer kamarası 1+1 (1:2) oranında seyreltilmiş semenle doldurulur. Bu uygulama 250.000 spermatoza’nın mililitre başına konsantrasyonunu %20 hata payıyla teorik olarak tespit edebilir. Sperm morfolojisinin değerlendirilmesi Sperm hücrelerinin normal formlarının tespiti DSÖ morfoloji kriterlerinin temelini oluşturmaktadır. Normal morfolojiye sahip sperm yüzdesi ile in vivo ve in vitro fertilizasyon oranları arasındaki ilişkiyi destekleyen kanıtlar bu yaklaşımın temelini oluşturmaktadır. Normal morfoloji teriminin tanımı tüm sınırda (borderline) morfolojideki spermlerin anormal grubuna dahil olmasını gerektirmektedir. Normal kriterler : Spermin kafa yapısı oval ve düzgün kontürlü olmalı, hafif röfle vermeli, baş 4-5µm uzunluğunda, 2,5-3µm kalınlığında olmalıdır. Toplam uzunluğun genişliğe oranı 1,5-1,75, ve buna ilaveten baş bölgesinin %40-70’ini akrozomal bölge oluşturmalıdır. Ara kısım 1 mikrometreden daha dar, başın uzunluğunun 1,5 katı uzunluğunda olmalıdır ve baş kısmı ile aksiyal düzlemde birleşmelidir. Kuyruk kısmı düz, tek şekilli ve ara kısımdan ince dolanmamış olmalı ve uzunluğu 45µm olmalıdır. Kısmı varyasyonlar da normal kabul edilmelidir. Normal ve anormal spermlerin mikroskopik görüntüleri 2010 DSÖ Androloji Laboratuvar kılavuzunda yer almaktadır. Anormal Spermatazoa: Aşağıdaki morfolojik bozukluk tipleri önemlidir a. Baş şeklinin bozuklukları: Büyük, küçük, koni biçiminde, yuvarlak, amorf, vakuole baş şekli (başın >%20 bölümünde boyanmayan vaküller mevcuttur), akrozom bölgesi küçük olanlar (%40 tan küçük), çift kafalı spermler veya bunların kombinasyonları. b. Boyun ve orta parça kusurlar: Kıvrık boyun (spermin kafasıyla 90 derecelik açıyla insersiyon), orta kısmın kalın veya irregüler yapı göstermesi, mitokondiriyel kılıfın olmaması veya bunların kombinasyonu. c. Kuyruk şekil bozuklukları: Kısa, multipl, kıvrık kuyruk, anormal genişlikteki kuyruk veya bunların kombinasyonu. Semen incelenmesinde kalite güvencesi Kalite güvencesi laboratuvarların ayrılmaz parçasıdır. Bunun dışında klinik anlamda güvenli sonuçlar elde etmek için rutin olarak yeterlilik testlerinin yapılması önerilmektedir. Önerilere rağmen özellikle ülkemizde kalite kontrolünün yapılmadığı bilinmektedir. Yine de kalite güvencesi kavramının birçok androloji laboratuvarına getirilmesi ile yapılan çalışmalar semen incelemesi sonuçları ile doğal gebelik ve yardımcı üreme teknikleri ile elde edilen sonuçlarda korelasyon olduğunu göstermektedir. Sperm vitalitesi Basit ve pahalı olmayan boya eksklüzyon testi ile membran bütünlüğü değerlendirilebilr. Özellikle progresif motilitenin %40’ın altında olduğu olgularda bu test önem kazanmaktadır. ICSI’ye karar verilen olgularda immotil spermin canlılığının değerlendirilmesi çok önemlidir. Tek aşamalı boyama tekniği olan eosin-nigrosin süspansiyonunun kullanılması önerilmektedir. Referans alt sınır değerleri Referans alt limitleri tespit etme kriterini belirlerken 12 aydan daha kısa sürede düzenli cinsel ilişki ile gebelik elde edilmiş erkeklerin semen parametreleri incelenmiştir. Semen hacmi 1,5 ml (1,4-1,7), total sperm sayısı her ejakülatta 39 milyon (33-46 milyon), 1 ml de sperm konsantrasyonu 15 milyon (12-16 milyon), vitalite %58 canlı sperm (%55-%63), progresif motilite % 32 (31% -%34), toplam hareketlilik (PR+NP) % 40 (38% -%42), morfolojik olarak normal formlar %4.0 (3.0% -%4.0). 4.1.4.1.2 Sperm fonksiyon testleri Sperm fonksiyon testleri sadece yeterli donanıma sahip bu konuda uzmanlaşmış laboratuvarlarda yapılmalıdır. Bunun tek istisnası hemizona deneyi olup, bu testi gerçekleştirmek için stereomikroskop kullanılarak mikro neşter ile yumurta hücresi (oosit) iki eşit parçaya (hemizona) ayrılması gerekmektedir. Son 20 senenin verileri incelendiği zaman infertilitenin en olası nedenlerinden biri olarak sperm fonksiyon bozuklukları suçlanmaktadır fakat bu durumun olası fizyolojik ve biyokimyasal nedenleri konusunda hala yeterli bilgi mevcut değildir. Normal insan spermatozoasının fizyolojisinin anlaşılması anormal fonksiyonları anlamamıza yardımcı olacaktır. İdeal sperm fonksiyon testleri aşağıdaki talepleri karşılamalıdır: Spesifik sperm disfonksiyonlarını tanımlamalı, döllenme ve gebelik oranını öngörmeli ve disfonksiyonel sperm olgularında uygun tedavi seçenekleri konusunda yardımcı olmalıdır. Uygun malzeme ve ekipmanı tüm klinikler sağlayamayacağı için daha basit ve pratik tanısal yaklaşımı sağlayacak androlojik çalışmalar yapılmalıdır. Standart semen incelemesi deneyimli laborant tarafından yapılmalı, klinisyenle konsülte edilmeli ve gerektiği durumlarda sperm fonksiyon testleri için bu konuda uzmanlaşmış merkezlere yönlendirilmelidir. Avrupa Üreme ve Embriyoloji Derneği, DSÖ ile ortak karar alarak sperm bağlanma ve akrozom reaksiyon testlerini kliniklerde sperm fonksiyon testleri olarak uygulanmasını önermektedirler. Yayınlar incelenerek yapılan metaanalizlerin sonucunda bu testlerin döllenme ve gebeliği öngörmede anlamlı olduğunu ortaya koymuşlardır. Ayrıca bu çalışmalar sperm morfolojisi ile fonksiyonları arasında korelasyon olduğunu göstermektedir. Sperm morfolojisi ve gebelik oranı incelendiği zaman akrozom konfigürasyonunun spermin dölleyebilme yetisini öngörmede en önemli faktörlerden biri olduğu gözlemlenmiştir. Teşhis amaçlı yapılan zona pellucida reaksiyonu bu bilgiyi desteklemektedir. Morfoloji ve DNA Fertilite ile ilişkili sperm nükleusu düzeyindeki anomaliler DNA zincirinde kırılmalar, sayısal ve yapısal anomaliler, Y kromozom mikrodelesyonları ve paternal gen regülasyonundaki değişkenlikleri kapsamaktadır. Son zamanlarda sperm kalite göstergesi olarak DNA hasarı ilgi odağı olmuştur. DNA hasarınının tipleri aşağıdakilerdir: DNA’nın tek ve çift sarmal kırıkları, baz yapısındaki kimyasal modifikasyonlar (oksidasyon, alkalasyon), zincir içi veya zincirler-arası çapraz bağlanma ve DNA-protein çapraz bağlarıdır. Bu hasarları tespit etmek için çeşitli testler geliştirilmiştir: TUNEL (terminal deoxynucleotidyl transferase-mediated dUTP), comet, in situ nick translation, in situ hibridizasyonla 119 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon DNA hasarının gösterilmesi bunlara örnektir. Bu testlerden bazıları direkt DNA hasarını ölçmektedir (TUNEL), diğer yöntemler genellikle denatürasyon sonrası ölçüm yapmaktadır. ICSI erkek infertilitesine yaklaşımı dramatik olarak değişikliğe uğratmıştır. ICSI’de ovumu fertilize etmek için sadece morfolojik olarak normal ve canlı spermler kullanılmaktadır. IVF başarısını öngören en önemli parametrelerden biri sperm morfolojisidir, oysa ICSI’de sperm morfoloji sınıflandırmasının prognostik önemi azdır, standart mikroskobik olarak normal morfolojideki spermatozoanın seçimi ağır teratozoospermi olgularında bile yüksek başarı sağlamıştır. Tetratozoospermi tipleri ve sperm kromozom anomalileri, DNA hasarı arasında pozitif korelasyon olsa da morfoloji tek başına DNA hasarını öngörmede yetersizdir. Yakın zamanda bildirilmiştir ki tamamen normal morfolojiye sahip spermatozalı infertil bir erkekte yüksek DNA hasarı olabilir. Bu bulgu, normal kafa yapısına sahip olan fakat DNA’sı hasarlı spermatozoaların ICSI sırasında oosite enjeksiyon için hatalı olarak seçilmiş olabileceklerinin olasılığını ortaya çıkarmıştır. Bu klinikte endişe edilmesi gereken, önemli bir konudur çünkü hasarlı DNA’ya sahip normal spermatozoaların oranlarının artışı embriyo kalitesini ve ICSI sonrası gebeliğin gidişatını olumsuz etkilemektedir. Yüksek motilitede ve normal morfolojide hücrelerin alt populasyonunda DNA sağlamlığını test etmenin ICSI sonucundaki başarıyı öngörmede daha iyi bir bilgi vereceği hipotezi öne sürülmüştür. Günümüzde ICSI sırasında kullanılacak spermatozoanın sağlamlığını test etmek olası değildir ve çeşitli sperm ayıklama teknikleri bu konuda sadece kısmen etkili olmaktadır. Normal morfolojideki spermatozanın DNA hasarını ayrılmış motil fraksiyonu ile değerlendirmesi DNA normalliğini göstermek için indirekt de olsa en yakın yöntemdir. Bu nispeten hızlı ve kolay bir teknikle eş zamanlı morfoloji ve faz kontrastlı, immunofluoresan mikroskopi ile DNA durum tayini ile yapılabilir. Akrozom reaksiyonu Son dönemdeki araştırmalar sperm fonksiyonu hakkında önemli bilgiler sağlamış; örneğin, sperm morfolojisinin spermin zona pellucida’ya tutunma yeteneğini yansıttığı anlaşılmıştır. Liu ve Baker ve Menkveld tarafından normal spermin akrozomal morfolojisi spermin zona pellucidaya tutunması ile önemli oranda ilişkili olduğu gösterilmiştir. Franken ve arkadaşları da normal sperm morfolojisi ve akrozom reaksiyonunun başlaması arasında güçlü bir bağ olduğunu belirtmiştir. Akrozomun reaksiyona girme yeteneğini belirlemek geleneksel yardımcı üreme tekniklerinden yararlanan eşlere tanısal ve tedavisel yaklaşımda önemli olup, sperm konsantrasyonu ve motilitesine göre akrozomun çözünmüş zona 120 pellucida varlığında reaksiyona girme yeteneği tedavi seçeneğini belirleyecektir. Eşin kendi zona pellucidası mevcut değilse bağışlanmış fakat başarısız fertilizasyon turlarından kalmış zonalar da kullanılabilir. Bu oositlerdeki zonaya bağlanmış sperm, iç çapı 90µm olan bir pipetle oositlerin kuvvetlice aspire edilmesi sonucu ayrıştırılabilir. Eğer akrozom reaksiyonu zayıfsa ICSI terapisi önerilir, çünkü akrozom reaksiyonu yokluğunda zona penetrasyonu mümkün değildir. Başarısız fertilizasyon; oosit anomalisi sonucu (intrinsik veya ovaryan stimulasyon kaynaklı), sperm kusuru sonucu (sayıdaki veya kalitedeki) veya teknik faktörlere bağlı gelişebilir. Güncel çalışmalarda semeni normal kalitedeki erkeklerin bozulmuş akrozom reaksiyonu sonucunun disfonksiyonel spermatozoa varlığını gösteren önemli bir belirteç olduğunu açıklamıştır. Sperm - Zona Pellucida bağlanma analizi Fertilizasyon sırasındaki, zona penetrasyonu ve oolemma füzyonunu takiben sperm yumurta etkileşiminin (cross-talk) de dahil olduğu birçok önemli basamaklardan verilen bir sperm populasyonundaki zona pellucida bağlanma kapasitesinin memeli fertilizasyonunda önemli bir hadise olduğu gösterilmiştir. Aslen, insanlardaki sperm-oosit etkileşimi Overstreet ve Hembree tarafından yapılan bir analizle tanımlanmıştır. Bu çalışma in vitro analiz infertil ve fertil spermlerin insan zona pellucidasına penetrasyon hızlarını karşılaştırmıştır. Bu analiz zona penetrasyonunu değerlendirmek için geliştirilmiş olsa da, metodolojisi gelecekteki sperm-oosit etkileşim testleri için bir temel taşı oluşturmuştur ve bu analiz bio-analiz koşullarının ve hemizona analizi olarak da adlandırılan sperm-zona bağlanma testleri ve yarışmalı bütün zona pellucida bağlanma testi için oosit yakalama prosedürlerinin ana hatlarını çıkarmıştır. İki bio-analiz de spermin zona pellucidaya bağlanması hakkında fonksiyonel homolog bir test sunma ve aynı analiz içinde fertil ve infertil sperm popülasyonlarını karşılaştırma avantajlarına sahiptir. Bu analizlerin fertilizasyona giden teşhis edici hadiselerden bir tanesine önemli bir kanıt sunduğu belgelenmiştir. Oosit kaynağı ve olgunlaşması, inter-analiz ve intra-analiz değişkenliği, sperm motilitesi, morfoloji ve akrozomal durum bu analizlerin geçerliliğini etkileyen faktörlerdendir. Hipoozmotik şişme testi (Hypo-Osmotic Swelling HOS test) Su permeabilitesi yaşayan hücrelerin ana biyofizik özelliklerinden biri olup, hücre membranının bir özelliğinin de sıvı ve moleküllerin seçici geçişine izin vermektir. Sperm zar fonksiyonu fertilizasyon esnasında önemli bir rol oynar ve HOS testi ile değerlendirilebilir. Test, canlı spermatozoonun düşük derecedeki hipoozmotik strese dayanma gücü ile ilgilidir. Ejakulat içinde çok az motil sperm olması veya hiç motil spermin olmayışı HOS testi sek derecede serbest radikal özelliği olan ara ürünlere redükte edilir. Fakat bu yüzden oksijeni enerjiye dönüştürme işlemi tam yararlanım gösteremez, tüketilen oksijenin %1-%5’i serbest radikallere çevrilir. Ek olarak, spermatozoa güçlü ROS üreticileridir. Erkek germ hücrelerinin ROS üretimi sitoplazmik glukoz-6-fosfat dehidrogenaz enzimi ile sağlanır ki bu enzim de morfolojik olarak anormal olan ve fazladan rezidüel sitoplazmaya sahip spermatozoalarda normalden fazla miktarda bulunur. Bu durumun başarısız olacak fertilizasyonun habercisi olabileceği gösterilmiştir. Kötü morfolojideki spermatozoa fazla miktarda ROS üretmeye mahkûmdur. Yüksek miktarda ROS üreten spermatozanın da kendi DNA’sına zarar vereceğinden bunun klinik önemi vardır. Y kromozomunun yapısı için bir endikasyondur. Plazma membran bütünlüğü bozulmuş ölü spermatoza hipotonik ortamda şişmez. HOS testinin klinik değeri detaylı inceleme konusu olmuş; Jeyendran ve arkadaşları HOS test sonuçlarının hamster zona-serbest penetrasyon analiz sonuçları ile yüksek derecede ilişkili olduğunu belirtmiştir. Fakat fazla yalancı pozitif sonuç çıkardığından, testin prognoz açısından bir değeri olmadığını da öne süren karşıt görüşler de vardır. Günümüzde, HOS testi genellikle sperm canlılığının bir ek göstergesi ve immotil silia sendromu tanısı konmuş vakalarda ya da ciddi astenozoospermia vakalarında kullanılmaktadır. Reaktif oksijen türleri (Reactive Oxygen Species-ROS) ROS ile ilgili araştırmalarda ilk önce ROS’un kaynağının ayırımı yapılmalı; neredeyse her ejakülatta bulunan lökosit gibi eksternal kaynaklı mı ya da spermatozoaların kendi içinden mi olduğu değerlendirilmelidir. ROS respirasyon esnasında herhangi canlı bir hücre tarafından oluşturulabilir. Henkel ve arkadaşlarına göre lökositlerin oluşturduğu ekstrensek ROS ağırlıklı olarak sperm plazma membranını ve ilgili motilite gibi fonksiyonları etkilemektedir. Bunun yanında plazma membran hasarı oluşturan ekstrensek ROS’un dışında intrensek ROS DNA hasarı oluşturmaktadır. Diğer tüm canlı hücreler gibi spermatozoa enerjisinin çoğunu aerobik olarak enzimatik mitokondrial oksidatif fosforilasyon ve hidrojenin oksidasyonu ile sağlar ve sonrasında kimyasal enerji ATP olarak saklanır. Bu işlem esnasında elektron transfer zincirinde, elementer oksijen(O2) en sonunda H2O’nun son ürün olacağı yük- De Luliis ve arkadaşları, insan spermatozalarının yüksek derecede reaktif süperoksit anyonunu oluşturma yeteneğini gösteren kanıtlar ortaya koymuşlardır. Hasarlı insan spermatozasındaki ROS üretim artışı süperoksit oluşturan elektron zincirinin aksaması veya anormal olarak yüksek yağ asitleri tarafından uyarılmasına bağlı olabilir. Okunması önerilen kaynaklar WHO Laboratory manual for the examination and processing of human semen.Fifth edition Male Infertility EAU Guidelines 2012 4.1.5 Diğer testler 4.1.5.1 Görüntüleme Skrotal USG: Skrotal USG ucuz, kolay uygulanabilir, testis patolojilerini değerlendirmek ve testis hacminin ölçülmesinde yararlanılabilecek güvenli bir yöntemdir. Ayrıca genç erişkin ve adolesan hastalarda varikosel tespiti amacıyla da kullanılabilir. Ven çapının 2,5 mm’in üzerinde olması ve reflü varlığı varikosel teşhisini koydurabilir. Varikosel tanısı için altın standartın bir uzmanın el ile yapacağı muayene olduğu ve USG ile yapılan varikosel değerlendirmelerinin sıklıkla hatalı pozitif sonuçlar verebileceği unutulmamalıdır. Ameliyat kararı için testis hacimleri arasında 2 ml den fazla fark olması yönlendirici olacaktır. Ayrıca subfertil hastalarda testiküler malignensilerin arttığı bilinmekte ve yıllık skrotal USG ile takip önerilmektedir. Transrektal ultrasonografi (TRUS) : Obstruktif azoospermi düşünüldüğünde TRUS yapılarak orta hat kistlerinin tespiti uygun olup, bilateral genişlemiş seminal vezikül görünümü ilave girişimsel tetkikler gerektirecektir. TRUS eşliğinde kist aspirasyonu ve sperm varlığında TUR-ED işlemi uygulanabilir. 121 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon MR ve BT: İnfertil hastalarda kranial patolojileri (prolaktinoma, Empty sella sendromu) ekarte etmek için güvenle kullanılabilir. 4.1.5.2 Genetik tetkikler Y Kromozom mikrodelesyonları: En önemli erkek infertilite nedenlerinden birisi olan Y kromozom mikrodelesyonları spermatogenetik yetmezliğin en sık görülen sebeplerinden biridir. İdiyopatik azospermide %15–20, idiyopatik oligozoospermide %7–10 oranında görülmektedir.Bu delesyonları taşıyan kişiler genellikle fizik muayenede normal olup, bazı vakalarda küçük testis ve/veya kriptorşidizm görülebilmektedir. Semen analizinde azospermi ve hafif/ılımlı/ şiddetli oligozoospermi saptanabilmektedir. Y kromozomunun uzun kolunda AZFa, AZFb, AZFc, AZFd bölgelerinde spermatogenez ile igili genler yer almaktadır. AZFc bölgesi mikrodelesyonları, tüm delesyonların %79 unu oluşturmakta; AZFb %9, AZFbc %6, AZFa ve AZFabc bölgesi delesyonları %3 oranında görülmektedir. AZFa bölgesinin tamamında delesyon olması SCOS Tip I (Sertoli Cell Only Syndrome) ve azospermi ile sonuçlanmaktadır. Bu durumda ICSI için sperm eldesi mümkün olmamaktadır. AZFb ve AZFb+c bölgelerinin tamamında delesyon olması, spermatogenetik duraklama ile karakterize olmakta ve bu hastalarda TESE ile sperm eldesi mümkün olmamaktadır. Kromozom anomalileri Tüm infertil erkek hastalarda yaklaşık %5,1 oranında gözlemlenirken, bu oran azospermik erkek hastalarda %13,7 ve oligozoospermik erkek hastalarda %4,6 civarında saptanmıştır. Yapısal kromozom bozukluğu olan translokasyonlar infertil erkeklerde normal populasyona göre 8,5 kat, inversiyonlar ise 8 kat daha fazla görülmektedir Klinefelter sendromunu da içeren sayısal seks kromozom bozukluklarına da infertil erkek vakalar da sık rastlanmaktadır. Azospermik vakalarda %14 oranında gözlemlenen Klinefelter sendromu, infertil vakalarda normal populasyona göre 30 kat daha fazla görülmektedir. Konjenital vaz deferens agenezisine neden olan kistik fibrozis gen mutasyonları: Kistik fibrozis, kistik fibrozis transmembran regülatör (CFTR) genindeki mutasyonlara bağlı, otozomal resesif geçişli genetik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. CFTR geni iyon kanalı olarak fonksiyon gören bir 122 membran proteinini kodlamakta ve ejekülatör kanal, seminal vezikül, vaz deferens ve epididimisin distal 2/3’ünün oluşumunu etkilemektedir. Bu nedenle CFTR genindeki mutasyonlar konjenital unilateral ve konjenital bilateral vaz deferens agenezisi ile sonuçlanmaktadır. Azospermik olguların %1,4’ünü oluşturan konjenital vaz deferens agenezili hastaların %85’inde CFTR gen mutasyonu tanımlanmıştır. Kistik fibrozis hastalarının %65-95’inde vaz deferens agenezisi bulunmuş ve bu hastaların sadece %2-3’ünün fertil olduğu saptanmıştır. CFTR geninde meydana gelen ve infertil erkeklerde %19,6 oranında bulunan 5T mutasyonları fonksiyonel olmayan CFTR protein sentezine neden olmaktadır. 5T ve diğer CFTR mutasyonları sperm taşıyan kanalların (vaz deferens) mukusla tıkanmasında ya da tam olarak gelişmemesinde (CBAVD, Konjenital Vaz Deferens Agenezisi) rol oynamaktadır. CBAVD olan hastaların sekonder cinsiyet karakter gelişimlerinin ve fiziksel görünümlerinin normal olduğu gözlemlenmektedir. Sperm fonksiyonlarını direkt olarak etkileyen genetik sendromlar: Spermatogenezi ve dolayısıyla sperm aktivitesini etkileyen diğer faktörler; primer silier diskinezi, myotonik distrofi, noonan sendromu, orak hücre anemisi, genetik endokrinopatiler, gonadotropin-releasing hormonun (GnRH) üretim veya sekresyon bozuklukları, Prader-Willi Sendromu, Kallman sendromu, LH ve FSH fonksiyon bozuklukları, Androjen sentez ve fonksiyon bozuklukları olarak sıralanmaktadır. Prader-Willi Sendromu (PWS) şiddetli hipotoni ve erken bebeklik döneminde beslenme zorluğu, bebekliğin son evresi ve erken çocukluk döneminde aşırı beslenme ve obezite ile karakterize edilmektedir. PWS olan erkek ve kadın bireylerde hipogonadizm, genital hipoplazi, eksik pubertal gelişme ve sıklıkla infertilite gözlemlenmektedir. Kallman Sendromu izole hipogonadotropik hipogonadizm ve anosmia ile ilişkili olarak karakterize edilmektedir. Erkek bebeklerde mikropenis ve kriptorşidizm, yetişkinlerde ise hipogonadizm ve seksüel gelişim geriliği gözlemlenmektedir. Kallman sendromlu yetişkin erkek bireyler, erektil bozukluklara, azalmış libidoya ve infertilite gibi rahatsızlıklara eğilim göstermektedirler. Okunması önerilen kaynaklar 1.Campbell-Walsh Urology, 10th Edition 2.The infertile male: evaluation,advanced testing,surgery and art.Marc Goldstain,Peter Chan,Mark Sigman. AUA 2012. 3.Male Infertility EAU 2012 Guidelines. 4.1.6 Tanı ve tedavi kategorileri Fizik muayene ve laboratuvar testleri sonrasında hastalar seminal parametrelere ve etiyolojik nedenlere göre kategorize edilebilir. Bu bölümde diagnostik kriterleri ve spesifik hastalıklarda tedaviyi gözden geçireceğiz. İnfertilite değerlendirmesinde amaç mümkün olduğunca güvenli, doğala en yakın, hızlı ve maliyeti yüksek olmayan bir şekilde gebelik elde etmektir. Erkekte infertilite tedavisinde, yardımcı üreme teknikleri içerisinde ICSI tekniği gibi ileri tedavi yöntemlerine geçmeden önce infertiliteye neden olan faktörlerin araştırılması ve giderilmeye çalışılması gereklidir. 4.1.6.1 Semen parametrelerine göre kategoriler 4.1.6.1.1 Azoospermi Azoospermi ejakülatta hiç sperm görülmemesine verilen addır ve erkek infertilitesinde %10-15 oranında görülür. Azoospermi tanısı en az iki santrifüj edilmiş örneğin incelenmesi sonrasında konulur. Santrifüj sonrası çok az sayıda sperm görülmesi konjenital vas agenezisi veya kanal tıkanıklığına bağlı etiyolojik nedenlerin dışlanmasını ve ICSI tedavisi öncesinde bu spermlerin dondurularak saklanmasını sağlar. Azoospermi’ye neden olan etkenleri etiyolojik olarak 3 genel kategoriye ayırabiliriz: pretestiküler, testiküler ve posttestiküler. Bu etyolojik sınıflamadaki etkenlerin semen miktarının ölçümü (düşük veya normal), testis volümünün ve vas deferensin varlığının muayene yoluyla belirlenmesi, veya FSH seviyelerinin tayini ile ayırımı yapılabilir. Pretestiküler nedenler (sekonder testiküler yetmezlik) genel olarak endokrin nedenlere bağlıdır ve konjenital (Kallman sendromu) veya edinsel hipogonadotropik hipogonadizme bağlı olabilir. Testisin kendisine ait patolojiler yani primer testiküler yetmezlik ise sperm üretimine ait bozukluklardır. Testiküler patolojiler genetik anomalilerden örneğin Y kromozomu mikrodelesyonu, kromozom yapısal sayısal bozuklukları, varikoselin tetiklediği testiküler hasarlardan, ilaçların gonadotoksik özelliklerinden veya çevresel faktörlerden ve çoğunlukla da nedeni bilinmeyen –idiyopatik- durumlardan kaynaklanmaktadır. Ejakülatuar disfonksiyon veya genital kanallardaki obstrüksiyon post-testiküler patolojiler olarak tanımlanır ve azoospermi nedenlerinin %40’ını oluşturur. Pretestiküler ve post-testiküler nedenler genel olarak tedavi ile düzeltilebilir durumlardır ancak testiküler nedenlere bağlı patolojilerin tedavi yoluyla düzeltilme başarıları daha düşüktür. Hem primer hem sekonder testis yetmezliğinde testis volümünde azalma görülmesine rağmen ayırımında serum FSH, LH, testosteron ve prolaktin düzeylerinin ölçümü yardımcı olur. Tipik olarak serum FSH düzeylerinin normalin 2 katının üzerinde olması testiküler biopsiye gerek kalmadan obstrüktif azoospermiden ayırmada yardımcı olur. Primer testiküler yetmezliğe bağlı azoospermi yani genel tanımı ile nonobstüktif azoosperminin (NOA) tedavisinde testis dokusundan elde edilen spermlerin oositlere mikroenjeksiyon yoluyla aktarılması (ICSI) yöntemi uygulanır. Testisten sperm elde etmede FSH yüksekliğinin prediktif değeri olduğu gösterilememiştir. Normal testis boyutunda, palpe edilebilen vas defens ve normal FSH değeri olan azoospermik erkeklerde obstrüksiyon varlığı veya maturasyon duraklamasına bağlı azoospermi’nin ayırımı testis biopsisi yoluyla yapılır. Obstrüktif azoospermi tüm azoospermik olguların %40’ını oluşturur. Testis biopsisi genital kanal obstrüksiyonunu belirlemede patognomik rol oynar. Eğer hasta bu tıkanıklığın giderilmesini istiyorsa biopsi sırasında tıkanıklığın yerini belirlemek için vazografi uygulanabilir. Genital kanal tıkanıklığı spermin geçtiği yol boyunca rete testis, eferent kanallar, epididim, vas deferens veya ejakülatuar kanallarda olabilir. Epididim ve vas deferensteki tıkanıklıklar mikrocerrahi yöntem ile epididimovazostomi ve vazovazostomi operasyonları ile düzeltilebilir. İsteğe bağlı vazektomi veya herni tamiri sırasında iyatrojenik olarak inguinalda vas deferensin bağlanması gibi travmatik yaralanma öyküsü yoksa tıkanıklık epididimal seviyesinde olabilir. Epididimal tıkanıklık geçirilmiş travma, enfeksiyon, veya isteğe bağlı vazektomi sonrası geri akıma bağlı olabilir. Genellikle vazektomi sonrası kanal içerisindeki yüksek basınç, ince epididimal tubullerde yırtılmalara neden olarak epididimde sekonder tıkanıklığa neden olabilir. Vazektomiden sonra 4 yıl içerisinde epididimal tıkanıklık nadiren oluşurken, 15 yılda bir veya iki taraflı epididimal tıkanıklık görülme olasılığı %60 olarak belirtilmiştir. Proksimal vazal sıvı yokluğu veya koyu kıvamlı, visköz sıvı varlığı genellikle epididimal tıkanıklığın belirtisidir. Bu erkeklerde epididimovazostomi ile tıkanıklığın giderilmesi gerekir. Tıkanıklığın süresi, proksimal vas deferensden operasyon sırasında gelen sıvıdaki sperm kalitesi, cerrahın mikrocerrahi tecrübesi gibi birçok etken vazovazostomi operasyonun başarısını etkiler. Düşük semen volümüne bağlı azoospermi ve vas deferens’lerin palpasyonda varlığı büyük olasılıkla ejakülatuar kanal tıkanıklığındandır. Nadiren ejkülatuar kanalların disfonksiyonu da benzer belirtiler gösterir. Retrograt ejakülasyon gibi ejakülasyon bozuklukları daha sık olarak düşük semen volümü ile birlikte oligospermiye neden olur ve ejakülasyon sonrası idrarda sperm varlığı ile kolayca teşhis edilir. Ejakülatuar kanal tıkanıklığının teşhisi asidik semen pH’sı ve früktoz yokluğu ile konulur. Transrektal ultrason ile orta hat prostat kistleri, dilate ejakülatuar kanal varlığı veya seminal ve- 123 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon ziküllerin genişlemesinin (>1,5 cm genişlik) gösterilmesi de tanıda yardımcı olur. Bu durumlarda seminal veziküllerden sıvı aspirasyonu ile çok sayıda sperm varlığı tanı koymada yardımcı olur. Sonuç olarak transüretral rezeksiyon ile ejakülatuar kanalların açılması planlandığında operasyonda vazografi yapılarak ejakülatuar kanal tıkanıklığının kesinliği kanıtlanabilir. 4.1.6.1.2 Oligospermi Oligospermi sperm sayısının 15 milyon/mL nin altında olmasıdır. Birçok etken oligospermiye neden olur ancak çoğunlukla idiyopatiktir. Nadiren sayısal azlık tek başına görülür, genellikle hareket ve morfolojik bozuklukla beraberdir. Sayı 10 milyon/mL’nin altında inmediği durumlarda endokrin patolojiler nadiren görülür. Dolayısıyla FSH, testosteron gibi hormonal değerlendirmeler sayının 10 milyon/mL’nin altında olduğu durumlarda yapılmalıdır. Orta ve hafif düzeydeki oligospermide testis biopsisinin yeri yoktur ancak sayının 1 milyon/ mL’nin altında olduğu ve anamnezinde veya fiziksel muayenesinde tıkanıklık şüphesi olan olgularda testis biopsisi yapılarak spermatogenez incelenebilir. 4.1.6.1.3 Seminal kalite anomalileri İzole hareket veya morfolojik bozuklukları asthenospermi veya teratozoospermi olarak adlandırılırken, global olarak semen kalitesindeki bozukluklar oligoasthenoteratozoospermi (OAT) olarak adlandırılır. Asthenospermi örneğin uzun laboratuvar bekleme süresi veya uzun cinsel perhiz süresi nedeniyle olabilir. Tekrarlayan asthenospermi çoğu zaman idiopatik olmakla birlikte varikosel, enfeksiyon, antisperm antikor varlığına bağlı immünolojik infertilite veya immotil silia sendromunda olduğu gibi silia yapısının ultrastrüktürel anomalilerine bağlı olabilir. Teratozoospermi Tyberg veya Kruger morfolojik değerlendirilmesi uygulandığında genel olarak rastlanan bir bulgudur. Akrozom hasarı olan spermlerde görülen küçük baş, yuvarlak baş veya çok başlılık gibi klinik anlamda çok önem arz eden durumlar dışında son yıllardaki genel kanı sübjektif değerlendirme nedeniyle standardize edilme zorluğu olan morfolojik değerlendirmenin klinik öneminin tartışmalı hale geldiğidir. Anormal sperm morfolojisi tekrarlayan düşüklere neden olması veya konjenital anomali sıklığının artması gibi durumlarla korelasyonu gösterilememiştir. Düşük semen volümü subfertiliteye neden olan yardımcı bir faktör olabilir. Sıklıkla uygun şekilde semen verilmediği durumlarda görülmekle birlikte konjenital bilateral vas agenezisi ile birlikte seminal veziküllerin yokluğu veya hipoplazisi, hipoandrojenizm, retrograd ejakülasyon veya ejakülatuar kanal tıkanıklığında da görülür. Seminal sıvının pH’nın asidik oluşu ve düşük früktoz içermesi vezikülo seminalis sıvısının semen 124 içerisinde bulunmadığını dolayısıyla konjenital bilateral veya unilateral vas agenezisi varlığını veya ejakülatuar kanal tıkanıklığını işaret eder. 4.1.6.1.4 Tümüyle normal semen parametreleri %50 ye yakın infertilite değerlendirilmesi yapılan erkekte semen parametrelerinin tümünde normal değerler görülür. Bu çiftlerde çoğunlukla dikkat kadın faktörü üzerinde yoğunlaşır aynı zamanda ilişki sıklığı ve zamanlaması sorgulanır. Bazı durumlarda servikal mukus sıvısında bulunan antisperm antikorları sperm hareketliliğini azaltarak fertilizasyonu engelleyebilir. Servikal mukusta antisperm antikor varlığının araştırılması veya postkoital test yoluyla spermlerin durumu araştırılabilir. Postkoital testte sperm hareketliliğinin bozulduğu tespit edilen olgularda intrauterin inseminasyon yoluyla serviksin aşılması ve gebeliğin sağlanması başarılabilir. 4.1.6.1.5 Varikosel Erkekte primer ve sekonder infertilitenin en sık nedeni olarak nitelendirilir. Tulloch’un 1955 yılında erkek infertilitesinin tedavisinde varikosel ligasyonunu önermesinden günümüze kadar birçok çalışma yapılmasına karşın bu çalışmalarda varikoselin standart tanımının yapılmamış olması ve eşlik eden sorunların örneğin kadın faktörüne bağlı infertilite varlığının belirlenmemesi bu çalışmaların metodolojik olarak eksikleridir. Bu sınırlamalara ve tartışmalara karşın günümüzde erkek infertilitesinin tedavisinde en sık kullanılan cerrahi uygulamadır. Varikoselin genellikle sol tarafta testiste görülmesinin nedeni sol renal vene testiküler venin dik açı ile giriş yapması olarak açıklanır. Sağ testiküler venin inferior vena kava’ya direkt olarak açılması ise geri akımın ve türbülansın sola göre daha az görülmesine neden olduğu şeklinde açıklanmaktadır. Buna ek olarak ven kapakçıklarının gonadal venlerde yetersizliği veya yokluğunun da ayakta retrograd kan akımına neden olduğu gösterilmiştir. Daha nadir olgularda sol renal venin superior mesenterik arter ve aorta arasında sıkışması ile oluşan baskının sol gonadal ven içerisinde basıncın yükselmesine neden olduğu bildirilmiştir. Halen tartışmalı olmakla birlikte en çok kabul gören teori varikoselin yarattığı venöz birikimin intraskrotal ısı artışına neden olması sonrasında Leydig hücrelerinden testosteron salınımının azalması, germinal hücre membranı hasarı, protein metabolizmasında bozulma ve Sertoli hücre fonksiyonunda bozulmayla sperm yapımının etkilenmesidir. Varikosel operasyonu sonrası intraskrotal ısının azaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca sol renal ve adrenal metabolitlerin sol renal ven ile geri akımının gonadotoksik etkisi olduğu düşünülmektedir. Varikosel tespit edilen erkeklerin spermatik kordunda kan katekolamin ve prostaglandin seviyelerinin yüksek bulunması bu görüşü desteklemektedir. Tartışılan diğer bir etken varikoselin yarattığı hipoksi ve artmış oksidatif strestir. Seminal oksidatif stresin varikoselin derecesi ile ilgili olduğu ve operasyon sonrasında azaldığı gösterilmiştir. Her teori için veriler tartışmalı olmasına karşın, görünüş itibari ile varikoselin etki mekanizması mutifaktöriyeldir. Subfertil hastada varikoselin tedavisi sonrasında sonuçları varikoselin derecesine (subklinik veya klinik derecesi) ve tedavide kullanılan metoda göre değişiklik gösterir. Genişlemiş gonadal venlerin bağlanması veya kapatılması yoluyla varikoselin tedavisi mümkündür. Cerrahi operasyonlarda ligasyon için retroperitoneal, inguinal ve subinguinal yolla yaklaşım tercih edilirken venler radyolojik embolizsayon yöntemi ile radyolojik olarak kapatılır. 2008 yılı Amerikan Üreme Tıbbı Derneği’nin kılavuzlarına göre infertil erkekte şu kriterler bulunduğunda tedavi endikasyonu doğmaktadır: 1-fiziksel muayenede varikosel varlığı; 2-çiftte infertilite varlığı; 3- kadında infertilite problemi olmaması veya düzeltilebilir bir durumun varlığı; 4-erkekte semen parametrelerinde veya sperm fonksiyon testlerinde anormallik varlığı. Etkinliği konusunda kesin kanıtlar bulunamadığından varikosel tespit edilen erkekler varikosel tedavisi için aday değildirler. Büyük varikoseli olan ve buna bağlı testiste ağrı ve varikoselin bulunduğu tarafta ağırlık hissi duyan erkeklerde varikosel tedavisinden fayda görebilirler. Adelosan erkeklerde görülen bilateral veya unilateral klinik varikosel ve aynı tarafta testiküler hipotrofi varikosel tedavisi için adaydırlar. Adelosan erkekte varikosel tedavisi için testisteki volüm kaybı üzerindeki tartışma devam etmesine karşın genel olarak diğer tarafa göre 2 mL ve üzeri veya diğer taraftaki testis volümünün %20 sinin kaybı varikoselin testise negatif etkisi olarak kabul edilmiştir. Adelosan erkeklerde zor olmasına karşın varikoselin etkisini araştırmak için semen analizi de bakılabilir. Eğer varikoseli olan adelosan erkekte testiste volüm kaybı izlenmiyorsa yıllık testis boyutlarının takibi ve eğer mümkünse semen analizleri ile varikoselin testiste yapabileceği hasar takip edilmeye çalışılarak operasyon için karar verilebilir. Çok sayıda çalışmada semen parametrelerinin, sperm penetrasyon testi gibi özel sperm fonksiyon testlerinin, sperm DNA hasarı endeksinin, oksidatif stres seviyelerinin varikosel operasyonundan sonra düzeldiği gösterilmiştir. Güncel klinik kılavuzlardaki kriterlere uygun olarak varikoselin düzeltilmesi üzerinde yapılan metaanaliz sonuçları ortalama sperm sayısının 9.7 milyon/ mL, hareketliliğin %9.9, morfolojinin de WHO kriterlerine göre %3 artırdığını göstermiştir. Varikoselin derecesinin operasyon sonrası başarı üzerindeki etkisi halen net olarak gösterilememiştir, fakat çift taraflı varikosel operasyonları tek taraflı varikoselin düzeltilmesinden daha çok fayda sağladığı gösterilmiştir. Subfertilitede altta yatan genetik nedenin olması varikoselin başarısını negatif yönde etkilediği gösterilmiştir. Azoospermik ve varikoseli olan erkeklerde tedavi sonrası ejakülatta sperm görülme potansiyeli olduğu bazı çalışmalarda gösterilmiştir ancak bu çalışmalardaki vaka sayıları halen sınırlı sayıdadır. Çoğu azoospermik ve varikosel tedavisi sonrası menide sperm çıkan erkek yine IVF tedavisi ile çocuk sahibi olabilmektedir. Geniş serilerde, varikosel sonrası spontan gebelik oranları ortalama %30 ila 50 arasında ve gebeliğin ortalama 8 ay içerisinde gerçekleştiği bildirilmektedir. Güncel bir meta-analiz çalışmasına göre varikosel tedavisi gören erkeklerin eşlerinde doğal gebelik oranı olmayan erkeklere göre 2.87 kat artmıştır. Tedavi ücretleri yardımcı üreme teknikleri ile karşılaştırıldığında varikosel tedavisi maliyetinin daha düşük olduğu bulunmuştur. İlave olarak, yardımcı üreme tekniklerini düşünen çiftlerin %30-50 sinin varikosel operasyonu sonrası bu tedaviden korunabileceği veya intrauterin inseminasyon gibi doğala en yakın yöntemle gebe kalma şanslarının artabileceği gösterilmiştir. 4.1.6.1.6 Kriptorşidizm Kriptorşidizm (inmemiş testis) yeni doğanda yaklaşık olarak %2.7 olarak görülen ve 1 yaşında %0.8 oranına düşen nispeten sık görülen bir durumdur. Semen parametrelerinde düşmeye, testis boyutlarında azalmaya ve serum inhibin ve serum FSH seviyelerinde yükselmeye yol açarak subfertiliteye neden olduğu bilinmektedir. Retraktil testis kremasterik kasın aşırı aktivitesi nedeniyle testisin zaman zaman inguinal kanala çıkması haline verilen addır ve kriptorşidik testisten ayırt etmek gerekir. Yine de retraktil testisi olan erkeklerde de semen parametrelerinde azalma görülürken bu etkilenme inmemiş testis olan erkeklerde çok daha fazladır. İnmemiş testise bağlı spermatogenezin etkilenme mekanizmaları testiküler gelişim geriliği, bozulmuş endokrin döngüye, immünolojik hasar ve tıkanıklığa bağlı olabilir. Orşiopeksinin koruyucu etkisi, zamanlaması ve tek taraflı veya iki taraflı kriptorşidinin varlığının fertilite üzerindeki etkisi üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Geçmişte tek taraflı inmemiş testisin semen parametreleri üzerinde ağır etkisinden bahsedilirken güncel çalışmalar bu etkinin istatistiksel anlamlı olmadığını göstermektedir. İnmemiş testisin kanal içerisinde kalması germinal hücre aplazisine %20-40 oranında yol açarken, abdominal yerleşimli testislerde bu oran %90 olduğu bildirilmiştir. Geçmişinde çift taraflı orşiopeksi hikayesi olan erkeklerde ise fertilite oranı %65 bulunmuştur. Bazı çalışmalar ise 4 yaşın altında inmemiş testis operasyonu geçiren erkeklerin fertilite oranlarının daha iyi olduğunu göstermektedir ancak bu sorunun açıklığa kavuşmasında daha geniş araştırmalara ihtiyaç vardır. 125 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon 4.1.6.1.7 Endokrin bozukluklar Endokrin bozukluklarının yol açtığı infertilite problemleri hipotalamik, hipofizer veya testise bağlı problemlerden kaynaklanabilir. Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Birliği’nin verilerine göre infertil erkeklerde, NOA gurubundaki erkeklerin %45, oligospermik erkeklerin %43 ve normal sperm parametreleri olan erkeklerin %35’inde testosteron seviyeleri normal testosteron seviyesi olarak kabul edilen 300 ng/dL nin altında olarak bulunmuştur. Primer hipogonadizm, bir diğer değişle primer testiküler yetmezlik veya hipergonadotropik hipogonadizm serum testosteron seviyesindeki düşüklüğe karşın gonadotropin seviyelerinin yüksek olması ile belirlenir. Sekonder hipogonadizm veya hipogonadotropik hipogonadizm ise düşük testosteron seviyeleri ile birlikte gonadotropin seviyeleri de düşüktür. Hipogonadizmin başlama zamanında klinikte değişik belirtilere neden olur. Puberte sırasında testosteronun beklenen yükselmeyi gösterememesi gecikmiş puberte veya puberteye girememe, gelişme geriliği, testislerin küçük ve yumuşak olması ile karakterizedir. Puberteden sonra gelişen hipogonadizmde ise vücut ve sekonder seks karakterleri gelişmiştir ancak testisler hipoplazik ve sert kıvamdadır. 4.1.6.1.8 Hipogonadotropik hipogonadizm İzole gonadotropin eksikliği veya hipogonadotropik hipogonadizm (HH) erkek infertilitesinde %1’den düşük bir sıklıkta görülen konjenital veya edinsel olarak oluşan bir hastalıktır. Edinsel nedenler hipofize bağlı geçirilmiş cerrahi, enfeksiyon, tümör, enfarktüs ve metabolik nedenlere bağlı gelişebilir . Konjenital hipogonadotropik hipogonadizmin çeşitli varyasyonları bildirilmiş ancak en sık görüleni 1:10.000 ila 1:60.000 sıklıkla görülen anosmik formu yani Kallman sendromudur. Koku alma yokluğu ve azoospermi dışında yüz orta hat bozuklukları örneğin yarık damak; jinekomasti; nörolojik anomaliler (mental retardasyon, okulomotor bozukluklar, sağırlık ve sinkinezi); unilateral renal agenezi; kriptorşidizm; mikropenis ve pes kavus görülebilir. Kallman sendromunda hipotalamustan gonadotropin-salıverici hormon (GnRH) salınımındaki bozuklukla gonadotropin salınımında düşüklük ve sonuç olarak testislerin prepuberte düzeyinden postpuberte seviyesine geçememesi ile sonuçlanır. Kallman sendromunda oluşan GnRH eksikliği, embriyolojik gelişimde nöroendokrin GnRH hücrelerinin koku alma epitelinden ön beyine ilerleyişinin gerçekleşmemesinden kaynaklanır. Kallman sendromu X kromozomunu üzerinde bulunan KAL1 gen mutasyonu ile birlikte otozo- 126 mal dominant geçişli fibroblast büyüme hormonu 1 ve 8 (FGFR1, FGFR8), prokinetikin reseptör-2 (PROKR2), ve prokinetikin-2 (PROK2) genlerinin mutasyonu birlikte görülebilir. Bu 5 gene ait mutasyonlar Kallman sendromlu hastaların %30’unda azında tespit edilmesi bu karmaşık yapıdaki hastalarda daha ileri genetik incelemelere ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Prader-Willi sendromu konjenital hipogonadotropik hipogonadizmin bir diğer formudur, kısa boy, mental retardasyon, obesite, infantil hipotoni ile karakterizedir. Paternal 15. kromozom üzerindeki q11 veya q15 lokasyonlarındaki mutasyon veya mikrodelesyonlara bağlı olarak meydana gelir. Birçok medikal problemin bir arada bulunmasından dolayı hastalar genellikle infertilite tedavisi için başvurmazlar. Hipogonadotropik hipogonadizm genellikle gençlik yıllarında hastanın pubertal gelişiminin ve sekonder virilizasyonun başlamaması ile karakterizedir. Hipogonadotropik hipogonadizmi klinik olarak geç başlayan puberteden ayırmak gerekir. Geç başlayan pubertede 18 yaşında pubertenin başlaması görülür ve pubertenin başlamasını sağlamak için geçici bir süre androjen replasmanı gerekir. Bu replasman sonrası normal gelişim ve fertilite başlar. Ancak hipogonadotropik hipogonadizmde virilizasyonun ve fertilitenin başlaması için sürekli ve düzenli gonadotropin kullanımı gerekir. Ayırıcı tanı sadece serum testosteron seviyesi ve gonadotropin seviyelerinin ölçümü ile konulamayacağından seri olarak LH ölçümü, TRH uyarısına prolaktin cevabı ve GnRH ve insan koryonik gonadotropin (hCG) uyarı testlerine cevabın ölçülmesini gerektiren bir çok fizyolojik ve uyarılma testi ile konulur. Hipogonadotropik hipogonadizmli hastalarda LH seviyeleri minimal değişkenlik gösterir ve GnRH verilmesiyle gonadotropin seviyelerinde anlamlı bir artış görülmez. Hipogonadotropik hipogonadizm tedavisinde iki esas hedef vardır: 1-virilizasyon ve kemik gelişimi için normal serum androjen seviyesinin sağlanması ve 2-spermatogenezin başlatılması ve sonuç olarak fertilitenin sağlanması. Dışarıdan testosteron verilmesi ile adelosan döneminde virilizasyon başlatılabilir. Testosteronu yerine koyma tedavisi için kas içi iki haftada bir kez testosteron enanat veya sipionat (200 mg iki hafta ara ile), cilde yapıştırılan testosteron preparatları (5 ila 10 mg/ gün), testosteron gel veya bukkal tabletler kullanılabilir. Serum testosteron seviyelerinin ölçümü ve normal sınırlar içerisinde tutulmasıyla ve fenotipik gelişim izlenerek yerine koyma tedavisinin doğruluğunun değerlendirilmesi yapılır. Testosteron virilizasyonun başlatılması için etkin bir tedavidir ancak spermatogenezi baskıladığı için fertilite tedavisi için alternatif tedavi yöntemleri uygulanmalıdır. Spermatogenezisin başlatılması için intratestiküler and- rojen seviyesinin konvansiyonel testosteronun yerine koyma tedavisinden daha yüksek seviyelerde tutulması gerekir. Bunun için tedavide genel olarak başlangıçta biyolojik olarak LH nın benzeri olan insan koryonik gonadotropin (hCG) verilerek Leydig hücrelerinin uyarılarak testosteron üretmesi sağlanır. hCG cilt altına haftada 2 veya 3 kez 1500-2000 ünite olarak 4 ila 6 ay süre ile uygulanır. Testis boyutları ve serum testosteron seviyeleri sabit duruma geldiğinde spermatogenezi uyarmak için FSH uygulaması tedaviye eklenir. FSH ve LH yı eşit dozlarda içeren insan menopozal gonadotropin (hMG) veya rekombinant FSH şeklinde kullanılabilir. hMG 75 IU haftada 2 ila 3 kez veya rekombinant FSH genellikle 37,5 ila 75 IU dozlarında haftada 3 kez uygulanır. FSH tedavisi hastanın sperm sayısı en az 5 milyon/ml veya gebelik oluşuncaya kadar devam eder. Hastaların %71 inde sperm parametreleri normal değerlerin altında olmasına karşın, büyük bir kısmı gonadotropin tedavisi sonrasında hamile kalabilir. Hastaların %10 unda gonadotropin tedavisi kesilmesine karşın serum testosteron seviyeleri normal seviyelerde devam eder bu da bazı hastaların durumunun geri dönüşünün olduğunun göstergesidir. Önceden hastalarda testosteron yerine koyma tedavisinin uygulanması gelecekte kullanılacak gonadotropin tedavisinin başarısı üzerinde negatif etkisi yoktur. İntranasal veya portatif infuzyon pompası ile subkutan yolla GnRH verilmesi hipofiz bezinin çalışmasını sağlayabilir. Günümüzde uygulamasının zorluğu ve tedavi maliyetinin çok yüksek oluşu nedeniyle gonadotropin tedavisinin yerini alamamıştır. Puberte sonrası gelişen, hipofiz fonksiyonu bozulmamış olan hipogonadotropik hipogonadizmli bazı erkeklerde bir antiöstrojen tedavi olan klomifen sitrat tedavisine cevap verebilirler. 4.1.6.1.9 Androjen fazlalığı Sistemik dolaşımda androjen seviyesindeki fazlalık paradoksal olarak hipotalamus ve hipofiz seviyesinde gonadotropin seviyesi üzerinde inhibitör geri etkileşim yaparak spermatogenez üzerinde negatif etki yapar. Bu sonuç olarak intratestiküler seviyedeki testosteron seviyesini azaltır bunun etkisi de spermatogenezin idamesi üzerinde olumsuz etki yapar. Bu etkiden dolayı ekzojen testosteronun gebelikten korunma yöntemleri üzerindeki rolü açısından araştırmalar giderek artan bir ilgiyle devam etmektedir. Testosteron fazlalığı üretim fazlalığı (endojen) veya dışarıdan verilen testosteron (eksojen) nedenlerden olabilir. Endojen androjen fazlalığı konjenital nedenlerden örneğin konjenital adrenal hiperplazi, veya androjen üreten testis veya adrenal tümörlerinden dolayı olabilir. Konjenital adrenal hiperplazi en sık görülen endojen androjen fazlalığının nedenidir. Yetersiz sistemik kortizol salınımı hipofiz bezinden fazla miktarda ACTH sa- lınımına neden olur. Adrenal glandın hiperstimülasyonu adrenal androjenlerin artmasına ve bunlar da sonuç olarak hipofizden gonadotropin salgılanmasının azalmasına neden olur. 21-Hidroksilaz enzim eksikliği konjenital adrenal hiperplazisinin %90 olguda nedenidir. Bu enzim eksikliğinin aşırı olduğu yeni doğanda tuz kaybı, daha düşük formlarında çocukluk çağlarında peniste aşırı büyüme, erken puberte ve kemik yapısının ileri matürasyonu görülür. Serum 17-hidroksiprogesteron yükselmesi ve idrarda pregnanetriol yüksekliği, 21-hidroksilaz eksikliğini gösterir. Androjen yüksekliğinin seviyesine bağlı olarak fertilitenin etkilendiği görülür. Konjenital adrenal hiperplazinin tedavisinde glukokortikoid replasmanı yapılır. Bu da serum ACTH seviyesini düşürür ve adrenal androjen yapımını azaltır. Sınırlı sayıdaki konjenital adrenal hiperplazili erkekte yapılan bir çalışmada tedavi sonrası veya tedavi görmemiş erkeklerin %60 ında gebeliğin oluşabildiği gösterilmiştir. Konjenital adrenal hiperplazili erkeklerde olduğu gibi anabolik steroid kullanan erkeklerde de aynı mekanizma üzerinden spermatogenezin etkilendiğini artan bir ivmeye görmekteyiz. Geçmiş yıllarda uzun yıllar yüksek dozlarda anabolik steroid kullanmış olan atletlerde şiddetli seviyelerde sperm sayı, motilite ve morfolojisinin bozulduğu gösterilmiştir. Kullanılan maddelerin kesilmesi ile seminal parametrelerin 4 ayda normalleşmesi görüldüğü halde bazı olgularda da azoospermi durumunun bir yıl kadar devam ettiği rapor edilmiştir. Bu nedenle anabolik steroid kullanımında hCG kullanımının eklenmesi spermatogenezin korunması açısından önemlidir. Anabolik steroid kullanımı sonrası devam eden azoospermi veya şiddetli OAT varlığında yalnız hCG veya hMG kombinasyonu spermatogenezi düzeltebilir. 4.1.6.1.10 Hiperprolaktinemi Düşük serum testosteron düzeyleri veya azalmış libido ile birlikte erektil disfonksiyon ve infertilite dışında serum prolaktin düzeyinin ölçümü endike değildir. Psikolojik stres, ilaçların yan etkileri ve hipofiz tümörleri prolaktin yüksekliğine neden olur. Eğer en az iki prolaktin ölçümünde seviyesi yüksek ise (>18 ng/dL) hipofiz bezinin kontrastlı MR ile incelenmesi gerekir. Makroadenomların cerrahi yolla tedavisi gerekirken mikroadenomlar dopamin agonisti olan bromokriptin veya kabergolin ile medikal yolla tedavi edilir. Aynı etkiyi göstermesine karşın kabergolin uzun etki süresi ve yan etkilerinin az oluşu nedeniyle bromokriptine üstünlük sağlar. Çok sınırlı ve az sayıda hiperprolaktinemiye bağlı infertil erkekler üzerinde yapılmış çalışmalarda dopamin agonisti kullanımı ile serum prolaktin seviyelerinin normale dönmesi ve sperm sayısı ve hareketliliğinin arttığı gösterilmiştir. 4.1.6.1.11 Östrojen fazlalığı Östrojen fazlalığının kaynağı ne olursa olsun, hipota- 127 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon lamustan GnRH salınımını azaltarak hipofiz bezinden gonadotropin salınımının azalmasına yol açar. Hipotalamik-hipofizer-gonadal döngüye etkisi dışında serum östrojen yüksekliğinin spermatogenez üzerinde direkt olarak zararlı etkisi vardır. İnfertil erkeğin hormonal değerlendirilmesi serum FSH, LH, ve testosteron seviyelerinde azalma östron ve östrodiol (E2) seviyelerinde yükselme görülecektir. Erkekte östrojen yüksekliği karaciğer hastalığından, östrojen salgılayan tümör varlığı veya sıklıkla obeziteden kaynaklanır. Sertoli veya Leydig hücreli tümörler ve adrenal kortikal tümörler nadir olarak östrojen yüksekliğine neden olurlar. Obez hastalarda östrojen yüksekliği yağ dokusunda aromataz enzimleri ile androjenin östrojene dönüşümünün artması ile oluşur. Obezite ile serum androjen seviyesi ters orantılı olarak ilişkilidir. Testosteron östrojen oranı azalmış olan erkeklerde androjen seviyesini yükseltmek için aromataz inhibitörlerinin kullanılması bu bilimsel temele oturmaktadır. 4.1.6.1.12 Genetik sendromlar 4.1.6.1.12.1 Seks kromozomu sayısal ve yapısal bozuklukları Klinefelter sendromu (47,XXY) Klinefelter Sendromu (KS) veya 47,XXY nonobstrüktif azoospermik erkeklerde en sık karşılaşılan ve bu olguların yaklaşık %10 unda görülen bir genetik durumdur. Canlı erkek doğumlarının 1:500 ve 1:1000 görüldüğü bildirilmiştir. Parental gametlerin mayoz bölünmesi sırasında kromozomların ayrışmamasından dolayı KS hastalarının büyük kısmında saf 47,XXY karyotip; %10 unda ise embriyogenezin mitotik hücre bölünmesi sırasında kromozomların ayrışmaması ile mozaik form (46,XY/47,XXY) ortaya çıkar. Ekstra X kromozomu paternal veya maternal kaynaklı olabilir ayrıca yaşlanmaya bağlı olarak spermde XY paterninin arttığı gösterilmiştir. Bir X kromozomunun fazladan oluşu spermatogenezi ve androjen yetersizliğine neden olarak infertiliteye yol açar. İlk kez 1942 yılında jinekomasti, hipergonadotropik hipogonadizm ve infertilite triadı olarak tarif edilmiş olsa da günümüzde bunların dışında çok geniş klinik belirti ile karşılaşılabilir. Çoğu hastada gecikmiş puberte, önükoid tip, uzun boy ve virilizasyonda azalma görülür. Bu erkeklerde uzun boy ile birlikte uzun ekstremiteler ve omuzlarda darlık ve kalçaların normalden geniş olduğu görülür. Adelosan döneminde puberte gecikmesi nedeniyle başvururlar ve genellikle testosteron yerine koyma tedavisi ile puberte başlatılır. Pubertede yeteri kadar testosteron salınımı nedeniyle sorun yaşamayan erkeklerde ileri yaşlarda infertilite değerlendirmesi sırasında KS oldukları belirlenebilir. Tüm hastalarda testis boyutlarının küçük oluşu (<8 ml), serum gonadotropin 128 seviyelerinin yüksek oluşu, ve azoospermi görülür. Mozaik tipte KS hastalarında semende bazen az sayıda da olsa sperme rastlanabilir. Bozulmuş testiküler fonksiyona ek olarak gelişimsel, neoplastik ve metabolik bozukluklarda görülebilir. Önceleri ileri düzeyde kognitif ve davranışsal bozuklukların KS ile birlikteliği belirtilmişse de yeni çalışmalar sadece orta düzeyde kognitif ve konuşma bozuklukları aynı zamanda ince motor gelişiminde gerilik olduğunu göstermiştir. KS hastalarında diğer erkeklere oranla 50 kat daha fazla oranda meme kanseri görülme sıklığı bildirilmiş ve bu nedenle erkeklerin aylık kendilerinin meme kontrollerini yapmalarının önemi hastalara bildirilmelidir. Ayrıca bu erkeklerde ekstragonadal mediastinal germ hücre tümörü ve non-Hodgin lenfoma görülme oranları yüksektir. Hipogonadizm nedeniyle metabolik sendroma eğilimleri yüksektir bu nedenle hiperlipidemi, diabet, ve kardiovasküler hastalıklara eğilim ve diabet, kardiovasküler komplikasyonlardan ölüm riski yüksektir. KS hastalarında genellikle azoospermi görülmesine karşın literatürde nadirde olsa doğal yoldan gebelik belirtilmiştir. Bu nedenle hastaların semen analizlerinin santrifüj sonrası dikkatli bir şekilde incelenmesi az sayıda sperm varlığının tespiti açısından önemlidir. Ağırlıklı olarak testis içerisindeki patolojik bozukluk germinal aplazi ile birlikte tübüler sklerozis olmakla birlikte testis içerisinde sperm üretebilen bölgeler var olabilir. Testisten sperm elde etme tekniklerinin mikrocerrahi yöntemlerle gelişmesinden sonra bu erkeklerde sperm bulma oranları %69’a kadar ulaşmıştır. ICSI yöntemi ile sperm elde edilen olgularda yüksek oranda fertilizasyonla sonuçlanmaktadır. Bugüne kadar KS genotipinde çok sınırlı sayıda çocuğa geçiş bildirilmiştir. Bu nedenle sperm elde etme öncesinde kendi sağlıkları ve çocuklarında olabilecek genetik etkilenmeler açısından genetik danışmanlık almaları önerilmelidir. 46,XX Erkek Sendromu 1:20000 erkek bebekte bir sıklıkla görülen bir genetik durumdur. KS ile ilgili testis volümleri, jinekomasti, azoospermi gibi benzerlikleri olmasına karşın ortalama erkek boyundan daha kısa yapıda, yüksek oranda hipospadias görülme sıklığı ve normal seviyede kognitif fonksiyonlar ile birlikte görülebilir. Bu erkeklerin %90’ında testis belirleyici (SRY) gen içeren Y kromozomunun kısa kolu (Yp) X kromozomlarından birinin üzerine yer değiştirmiştir. Geri kalan 46,XX erkeklerde SRY geni belirlenemeyebilir, bunlarda Y kromozom genleri otozomal kromozomlar üzerinde bir yerde olabilir. KS hastalarından farklı olarak bu erkeklerde AZFa, AZFb ve AZFc bölgeleri bulunmadığından spermatogenez tamamıyla yoktur. Bugüne kadar sperm bulma başarısı görülmediğinden testisten sperm elde etme veya testis biopsisi önerilmemektedir. 47,XYY Sendromu Normal erkek fenotipi ve hormon profili ile karakterize ve erkek doğumlarının yaklaşık %0,1 inde görülen bir genetik durumdur. Bu erkeklerde azoospermi’den oligozoospermia’ye kadar çok çeşitli düzeylerde sperm yapım bozukluğu görülebilir. Spermatogonia’ların çok az oranında genetik bozukluk görülür (%0,35 24,XY; %0,43 24,YY) ICSI veya doğal yoldan gebelik oluşması durumunda çocukta genetik yapı bozukluğu görülme riski düşüktür. Yine de bu erkeklerin yardımcı üreme teknikleri veya dokudan sperm elde edilmesi öncesinde genetik danışmanlık almaları önerilmelidir. Noonan sendromu ‘Erkek Turner sendromu’ olarak bilinen bu sendromda Turner sendromuna benzer bir çok klinik karakteristikler vardır. Ancak kadında görülen Turner sendromu’ndan farklı olarak (45X0), 46,XY genetik yapısı ve otozomal dominant geçiş gösterir. Halen tam olarak kromozomal lokus tanımlanmamasına karşın bazı olgularda 12. kromozomun etkinliği gösterilmiştir. Bu sendromda kısa boy, yele boyun, kubitus valgus (kolların taşıma açısının artması), pulmonar stenoz, hipertrofik kardiyomyopati, ptozis görülebilir. Fertilite normal olabilir fakat olguların %77 sinde kriptorşidizm, sperm üretim bozukluğu ve gonadotropinlerde yükseklik görülür. 4.1.6.1.12.2 Y Kromozomu mikrodelesyonu Nonobstüktif azoospermik erkeklerde veya sperm sayısı 5 milyon/mL’nin altında olanlarda ve cerrahi yolla dokudan sperm elde etme işleminden veya ICSI tedavisi öncesinde çiftlere genetik açıdan bilgi vermek için uygulanan genetik testtir. Y kromozomunun normal moleküler yapıda olması sperm üretimi açısından kritik önem taşımaktadır. Y kromozomu bir akrosentrik kromozomdur ve kısa kol (Yp) ve uzun kol (Yq) dan oluşur. Y kromozomunda iki önemli bölge bulunur, ökromatik bölge Yp, sentromer ve Yq’nun proksimal parçasını içerir. Heterokromatik bölge distal Yq’dan oluşur. Distal Yq nun transkripsiyonel fonksiyonu yoktur ancak ökromatik bölge normal spermatogenezin oluşması için kritik önem taşıyan genetik lokuslara sahiptir. Seks belirleyici faktör (SRY) Yp üzerinde lokalizedir, embriyonik evrede gonadların testis yönünde gelişmesinde rol oynayan dönüşümü başlatır. Y kromozomu üzerindeki kritik bölgelerdeki delesyonlar veya mutasyonlar spermatogenezin kesintiye uğramasına neden olabilir. İnfertil erkeklerde yapılan ilk çalışmalar Yp üzerinde azoospermi faktör (AZF) olarak adlandırılan bir bölgenin normal spermatogenez üzerinde çok önemli etkisi olduğunu gösterdi. Takip eden yıllarda kromozomal moleküler haritalama yöntemlerinin gelişmesi ile Y kromozomu üzerindeki mikrodelesyonların 3 bölgede olduğu ortaya çıkarıldı: AZFa, AZFb, ve AZFc. AZFa bölgesindeki delesyonların nonobstrüktif azoospermik erkeklerin %1’inde bulunduğu tespit edildi. Bu bölgede bulunan DDX3Y (aynı zamanda DBY olarak adlandırılan) ve USP9Y genlerinin normal spermatogenez için önemli olduğu tespit edildi. AZFa mikrodelesyonlarında testis histolojisinde germ hücre aplazisi olduğu görüldüğünden ve şu ana kadar var olan literatür bilgisine göre sperm bulma şansının çok düşük olmasından dolayı testisten sperm elde etme operasyonları önerilmemektedir. AZFa bölgesinde olduğu gibi AZFb bölgesindeki mikrodelesyonlar sık görülmez ve diğer lokuslardaki delesyonlarla birlikte görüldüğünde testisten sperm elde etme başarısını azaltıcı etkisi bulunur. AZFb bölgesindeki kritik gen RNA bağlayıcı motif (RBM) genidir ve germ hücre nükleusunda lokalize olup, RNA-bağlayıcı protein üretir. En sık karşımıza çıkan AZFc bölgesindeki mikrodelesyonlardır, azoospermik erkeklerin %13’ünde ve şiddetli oligospermik erkeklerin %6’sında görülür. AZFc bölgesi ‘azoospermi’de silinmiş’ (DAZ) geninin bulunduğu yerdir. Bu gen spermatogonia’da RNA bağlayıcı proteinin kodlanmasında rol oynar. İzole AZFc mikrodelesyonları azoospermik erkeklerin %50’sinin üzerinde testisten sperm elde edilmesi nedeniyle daha iyi prognoza sahiptir. Y mikrodelesyonlarının infertilite alanı dışında direkt sağlık problemlerine neden olmamasına karşın çiftlerin sperm elde edilme işlemi ve ICSI tedavisi öncesi genetik konsültasyon almaları önerilir. Bu çiftlerin doğacak erkek çocukları, normal fenotipe sahip ancak erkekten gelen delesyonlu Y kromozomuna sahip olduklarından aynı fertilite problemine yetişkin dönemde karşı karşıya kalacaklardır. 4.1.6.1.12.3 Konjenital bilateral vas deferens yokluğu (CBAVD) CBAVD obstruktif azoospermilerin %6’sını oluşturur. Normal vas skrotum cildinden palpasyonla çok rahatlıkla hissedildiği için tek taraflı veya iki taraflı vas agenezisi sadece skrotal muayene yoluyla anlaşılabilir. Bu erkeklerde epididimin kaput bölgesi var olabilir ancak distal üçte ikisi ile birlikte vas deferens yoktur ayrıca vezikülo-seminalislerde hipoplazi veya atrofi görülebilir. Veziküloseminalis yokluğunda azoospermi ile birlikte ejakülat volümü çok düşük (0,5 ml) ve seminal asidik pH (6,5) olarak tespit edilir. Transrektal ultrason ile veziküloseminalis yokluğu tespit edilebilir ancak genellikle tanı klinik belirtilere ve semen analizi bulgularına göre konulur. Spermatogenezis normaldir ve ICSI tedavisi için testis veya epididimden sperm elde edilebilir. CBAVD ile kistik fibrozis hastalığına yol açan kistik fibrozis geni (Transmembrane conductance regulator, 129 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon CFTR) mutasyonu arasında yakın bir ilişki vardır. Vaz agenezisinin gelişimi kistik fibrozis gen mutasyonuna veya anormal mezonefrik kanal gelişimine sekonder olarak meydana gelir. CBAVD bulunan erkeklerin %80’inde en az bir kistik fibrozis mutasyonu görülür. Bugüne kadar bu gende 500’ün üzerinde mutasyon tanımlanmıştır. CBAVD de en sık karşılaşılan mutasyon delta-508 mutasyonudur. CFTR mutasyonlarının %70’ni oluşturur. Kistik fibrozis mutasyonu tespit edilemeyen CBAVD’li erkeklerde genellikle henüz tespit edilememiş kistik fibrozis mutasyonu veya mezonefrik kanalın uygunsuz gelişimi olabilir. Bu erkeklerde %40 olasılıkla renal anomali görülebildiği için renal agezisi açısından taranmalıdır. Kistik fibrozis mutasyonu tespit edilen erkeklerde renal inceleme gerekli değildir. CBAVD olan erkeklerin fertlite tedavileri öncesinde genetik danışmanlık almaları önerilmelidir. veya otozomal dominant olduğu tespit edilmiştir. Siliyer aksonemal yapının elektron mikroskobik incelemesi ile tanı konulur. Siliyer yapıdaki bu bozukluğun medikal yolla tedavisi mümkün değildir, ancak günümüzde bu erkeklerin spermlerinin ICSI yoluyla oositlere aktarımı ile canlı doğumlar gerçekleşmiştir. Genetik danışmanlık ICSI tedavisi öncesi önemle tavsiye edilmelidir. Globozoospermia Bu erkeklerde spermatogenez genellikle normal olduğu için sperm elde etme teknikleri perkütan veya açık cerrahi yöntemlerle kaput epididimden veya testisten yapılabilir. Taze veya dondurulmuş spermlerle yapılan ICSI sonuçları benzer yüksek oranlarda gebelik elde edilmesini sağlar. Sperm baş yapısının küre şeklinde olduğu bu yapı bozukluğu yaklaşık olarak infertil erkeklerin %0,1’inde görülür. Sperm sayısı ve motilitesi normal olmasına karşın akrozomu ve içerdiği akrozin adı verilen enzimin olmadığı için sperm baş yapısının yuvarlak , küre şeklindedir. Bu yapıdaki spermler zona pellisuda’yı delemedikleri için fertilizasyonu başlatamazlar. Morfolojik yapı bozuklukları nüklear yapı, boyun bölgesi ve mitokondriyal kılıfta da bildirilmiştir. Globozoospermi görülen aileler üzerinde yapılan çalışmalar, genetik geçişin spermatogenezde rol oynayan SPATA16 genindeki mutasyona bağlı olabileceğini gösterilmiştir. ICSI ile kalsiyum iyonofor ile oosit aktivasyonu yapılarak fertilizasyonun arttırıldığı ve gebeliğin oluştuğu bildirilmiştir. 4.1.6.1.13 Ultrastrüktürel sperm anomalileri Fibröz kılıf displazisi Primer siliyer diskinezi. Kısa kuyruk sendromu olarak bilinen bu durum sperm kuyruğunu oluşturan fibröz kılıfın bozukluğu sonucu spermin fonksiyonunun ve yapısının bozulmasıdır. Dikkat çekici sperm yapı özelliği kuyruğun kıvrılmış veya kısa yapıda oluşu ve immotil olmasıdır. Altta yatan genetik yapı bozukluğu henüz aydınlatılmamış olmasına karşın spermlerde yüksek oranlarda diploidi ve seks kromozomal disomi bulunması ICSI öncesi çiftlerin genetik danışmanlık almalarını gerektirdiğini göstermiştir. Bu endişelere karşın ICSI bu erkelerde de gebelik açısından başarılı sonuçlar vermiştir. İmmotil silya sendromu olarak da bilinir. Solunum sistemini döşeyen siliyer yapıdaki epitelyumdan sperme kadar flagellum yapısındaki ultrastrüktürel bozukluktan dolayı etkilenir. Normal siliyer aksonemal yapıda ortada da bir çift ve bunlara aksonemal köprüler ile bağlı dış çevrede 9 çift mikrotubuler yapıdan oluşan 9+2 mikrotubuler dizilim vardır. Çevresel mikrotubuler çiftlerde bulunan dinein kompleksindeki ATPase fonksiyonu ile hareket oluşur. Elektron mikroskobik çalışmalar primer siliyer diskinezinin (PSD) oluşumunda iç ve dış dinein kollarının ve orta hatta olan bağlantı kollarının olmaması gibi çeşitli anomalilerin varlığını göstermiştir. Tipik olarak bu konjenital hastalıktan etkilenenler nadiren infertilite şikayeti ile ilk kez başvuruda bulunurlar. Genellikle çocukluk çağlarında kronik bronşiektazi ve sinüzit şikayetleri ile ilk kez bir sağlık problemlerinin olduğu ortaya çıkar. Kartagener sendromu, PSD’nin bir çeşididir ve kronik sinüzit ve bronşiektazi, situs inversus ve hareketsiz veya çok az sayıda sperm motilitesi nedeniyle infertilite görülür. PSD’nin görülme sıklığı 1:20.000, Kartagener sendromu görülme sıklığı ise 1:40.000 dir. Siliyer diskinezi aynı zamanda retinitis pigmentoza ile bağlantılı olabileceği gösterilmiştir. Genetik yapı bozukluğunu teşhis edilmesi sendromun heterojen yapısından dolayı oldukça zordur. Bir çok olgunun otozomal resesif geçişinin olduğu gösterilmesine karşın bazılarının X’e bağlı 130 4.1.6.1.14 Ejakülatuar bozukluklar Erkek infertilitesinin çok sık karşılaşılan bir nedeni olmasa da çoğu hastada tedavi yöntemleri ile fertilitenin yeniden kazanılması sağlanabilir. Periferal ve merkezi sinir sisteminin bir arada ve kompleks bir şekilde çalışmasıyla uretra yoluyla semenin dışarı atılması sağlanır. Ejakülasyon 3 ana fazda oluşur: Emisyon, mesane boynunun kapanması, ve ejakülasyon. Serebral korteksteki duyumsal ve görsel uyarılar torakolumbar sempatik sinirlerle aşağıya iletilerek prostatik düz kas, seminal vezikül, ve vaz deferenste kasılmalara ve pre-ejakülasyon sıvısının posterior üretrada birikmesine neden olur. Bu faza emisyon fazı denir. Sempatik uyarılmayla mesane boynu kapanır. Son olarak peri-üretral ve pelvik taban kaslarının ritmik kasılmaları ile posterior üretrada biriken semen üretra yoluyla dışarı atılır. Ejakülatuar fonksiyon bozukluğu için çeşitli sınıflama- lar yapılmıştır. İnfertil erkekte 3 ana kategoride bunlar toplanabilir: Fonksiyonel, nörojenik, ve retrograt. Fonksiyonel ejakülatuar disfonksiyonu Erken ve geç boşalma fonksiyonel bozuklukları oluşturur. Erken boşalma yaşları 18-60 arası erkeklerin %30’unda görüldüğü bildirilmiştir. Erken boşalma şikayeti çiftlerin yaşamlarında önemli duygusal stres yaratmakla birlikte hastaların çoğu vajina içine boşalabildiğinden infertilite problemi az oranda görülür. Eğer ejakülasyon hemen her denemede vajina içine girmeden gerçekleşiyorsa çiftin kendilerinin semeni toplayarak evde inseminasyon için kullanmaları önerilebilir. Gecikmiş ejakülasyon da ereksiyon ve cinsel istek olmasına karşın boşalmanın gerçekleşmemesidir. Bu durumu açıklayacak nörolojik bir patoloji henüz tespit edilememiştir. Genel olarak psikolojik etkilenmelerin neden olduğu düşünülmektedir. Bazı erkeklerde seks terapisi veya vibratörle ejakülasyonu sağlanabilirken bazı erkeklerde elekroejakülasyon veya cerrahi yolla sperm elde edilmesi gerekebilir. Nörojenik anejakülasyon Nörojenik anejakülasyon genellikle spinal kord yaralanmaları sonrasında gelişir. Ejakülatuar disfonksiyonun yanı sıra bu hastalarda erektil disfonksiyon, testislerde ısı regülasyonu bozukluğu ve genital trakt enfeksiyonlarına bağlı spermatogenezde bozukluklar görülür. Bu erkeklerde vibrostimülasyon ile refleks ejakülasyonla sperm elde edilmeye çalışılır. Eğer vibrostimülasyonda başarılı olunamazsa elektro-ejakülasyon diğer seçenektir. Erkeklerin %90’ında periprostatik sinirlerin rektuma yerleştirilen prob yardımı ile elektrik stimülasyonu sonucu uyarılmasıyla refleks ejakülasyon oluşur. Bu işlem komplet spinal kord yaralanmaları dışında anestezi altında yapılır. Olguların 1/3’ünde retrograt ejakülasyon oluşabilir. Bu yolla da sperm elde edilemezse epididimden aspirasyon veya testisten doku örneği alınarak sperm elde edilmeye çalışılır. Retrograt ejakülasyon Mesane boynunun kapanmadığı durumlarda seminal sıvı antegrad yolla dışarı çıkmak yerine retrograd olarak mesane içerisine dolar. Boşalma sonrası santrifüj edilen idrarda her mikroskop sahasında 10-15 sperm görülmesi ile tanı konulur. Retrograt ejakülasyon, transüretral prostat rezeksiyonu sonrası mesane boynu hasarı, antidepresan ve alfa bloker ilaçların yan etkisi veya diabet, multipl skleroz gibi sistemik hastalıklardan dolayı oluşabilir. Tedavi öncesinde retrograd ejakülasyona yol açabilecek nedenler örneğin kullanılan ilaçlar gözden geçirilir. Diabete bağlı nöropati veya retroperitoneal sempatik sinirlerin cerrahi yolla hasarı gibi durumlarda sempatomimetik ilaçlarla mesane boynu ve vas de- ferenslerin kontraksiyonu sağlanarak tedavi edilmeye çalışılır. Medikal tedavi sonrasında retrograt ejakülasyonun tamamen geçici olarak giderilmesi veya kısmen giderilmesi sağlanabilir. Bazı hastalarda tedaviye hiç cevap alınamayabilir. Bu ilaçların taşikardi ve hipertansiyon gibi yan etkilerinden dolayı kardiovasküler risk gurubunda olanlarda dikkat edilmesi gerekir. Medikal tedaviye cevap vermeyen olgularda mesaneden sperm canlılığını koruyacak şekilde hazırlıklar yapıldıktan sonra idrardan elde edilerek inseminasyonda kullanılması ekonomik olarak uygun ve etkin bir yöntemdir. 4.1.6.1.15 İmmünolojik infertilite İmmünolojik infertilite mekanizması tam olarak açıklanamamış ve hem nedenleri hem tedavisi tartışmalıdır. Spermin kan-testis bariyerini aşarak immün sistemle karşılaşması ile kanda antisperm antikorları (ASA) oluşabilir. Testiküler torsiyonu testis travması, kriptorşidizm, genital enfeksiyonlar, testiküler biopsi veya vazektomi sonrası oluşabilir. Vazektomi sonrası erkeklerin %34-74 oranında ve vazovazostomi ile açılması sonrasında ise %38-60’ında ASA pozitif olduğu görülmüştür. ASA yüksekliğinin etkisi sperme bağlandığı yer ile ilgilidir. Genellikle sperm motilitesini etkiler, zona pellisudaya bağlanmasını ve geçişini zorlaştırır, kadın genital yollarında yaşam süresinin kısalmasına neden olur. Standart olarak hastalığın tanımının yapılamamış olması ve kontrollü randomize çalışmaların olmaması immünolojik infertilitenin etkin tedavisinin değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. İki ana tedavi stratejisi vardır: İmmünosupressif ilaç tedavisi ve yardımcı üreme teknikleri. İmmünosupresif tedavide kortikosteroid kullanımı en çok kullanılan yöntemdir ve antikor titrasyonundaki azalmalara bağlı olarak %6 ile %50 arasında gebelik oranları belirtilmiştir. Bazı hastalarda steroid tedavisinin etkinliği olmasına karşın bu tedavilerin su tutulumunun artması, kemik erimesi, gastrointestinal kanama ve aseptik nekrozis gibi riskleri göz önünde bulundurulmalıdır. Yardımcı üreme tekniklerinden intrauterin inseminasyon (IUI) ve IVF teknikleri öncesinde ASA’nın semen hazırlama teknikleri ile uzaklaştırılmaya çalışılması gerekir. Sperm hazırlama teknikleri sonrasında yapılan 3 IUI siklusu sonrası %64 gibi oranda gebelik oluştuğu bildirilmiştir. IUI başarılı olmadığı olgularda ICSI tedavisi etkin sonuçlar vermiştir. Yine de son yapılan çalışmalar ASA pozitif olanların embriyo gelişiminde negatif etkilenme olduğunu ve yüksek embriyo dejenerasyonu ve düşük oranlarının yüksek olduğunu göstermiştir. 4.1.6.1.16 İdiyopatik infertilite Erkek infertilitesindeki son yıllardaki tanıya yönelik ilerlemelere karşın hala erkeklerin %30’undan fazlasın- 131 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon da tanı konulamamaktadır. Nedenin tam olarak ortaya konulamaması tedavide ampirik medikal tedavilere veya yardımcı üreme tekniklerine yönelmeye yol açmıştır. Ampirik medikal tedaviler genellikle hormonal ilaçlardır. Bu tedaviler ile yapılan çalışmalarda geniş plasebo kontrol guruplarının olmaması tedavinin etkinliği konusunda tartışmalara neden olmaktadır. 4.1.6.1.17 Ampirik medikal tedavi Bir çok ampirik ilaç tedavisi idiyopatik erkek infertilitesinin tedavisinde kullanılmıştır. Ancak bilimsel olarak bu tedavilerin etkinliği konusunda yapılan çalışmalarda ortaya konulan veriler çelişkili ve sonuç olarak etkinlikleri kesin olarak ispatlanmamıştır. Cochrane analizine göre kontrol gurubu ile karşılaştırıldığında doğum oranlarını arttırdığı yönünde antioksidan tedavinin anlamlı etkinliği görülmüştür. 4.1.7 Yardımcı üreme teknikleri Yardımcı üreme teknikleri idiyopatik erkek infertilitesi, açıklanamayan infertilite ve tedavisi olmayan durumlarda artan bir yaygınlıkta kullanılmaya başlanmıştır. Ovaryumun kontrollü olarak klomifen sitrat veya gonadotropinler ile uyarılması sonucu elde edilen oositlerin bu tekniklerin kullanımıyla spermle buluşturulması güncel fertilite tedavisinde sıkça kullanılan yöntemler halini almıştır. 4.1.7.1 Artifisyel inseminasyon (IUI) Bu teknikte seçilmiş çiftlerde normal yolla fertilizasyon şansını arttırmak amacıyla gametlerin sayı ve kalitesinin arttırılmasını sağlar. Direkt olarak serviksten kanül yoluyla yıkanmış yüksek konsantrasyondaki spermlerin uterusa bırakılması yoluyla vaginal yola göre daha yüksek düzeylerde gebelik sağlanır. Bu yolla idiyopatik infertlite, servikal uterusa ait problemlerde, orta düzeyde sperm bozukluklarında gebelik başarısı yüksektir. Diğer yardımcı üreme tekniklerine oranla daha ucuz ve noninvaziv bir yöntemdir. IUI için genellikle yüzdürme, basit sperm yıkama, gradientli santrifüj ve cam yün filtrasyon teknikleri ile uygun spermlerin seçilmesi sağlanır. Günümüzde sıklıkla çift dansiteli gradient santrifüj ve cam yün filtre teknikleri kullanılır. Bu tekniklerle morfolojik olarak normal yapıda, grade A motilitesi olan ve normal kromatin yapısına sahip fazla sayıda sperm elde edilmeye çalışılır. Ayrıca serbest oksijen radikalleri ve lökosit gibi sperm kromatin ve DNA’sı üzerinde zararlı olabilecek etkenler ortamdan uzaklaştırılır. Normal veya normale yakın semen parametreleri olanlarda yüzdürme ve dansite gradient yöntemleri; zayıf semen parametreleri olanlarda dansite gradient santrifüj ve cam yün filtrasyon teknikleri daha üstün teknikler olduğu tespit edilmiştir. 132 4.1.7.2 In-Vitro Fertilizasyon (IVF) IVF için kadınlarda kontrollü over stimülasyonu ile bir siklusta birden çok oosit elde edilmesi için gonadotropin tedavisi verilir ve oositlerin ultrason kılavuzluğunda iğne aspirasyonu ile toplanır. Yıkama işleminden geçirilmiş spermlerle 2 ila 3 gün inkübe edilerek oositlerin döllenmesi ve embriyo gelişimi sağlandıktan sonra seçilen iyi kalite embriyo(lar) uterusa transfer edilir. Bu yolla embriyo transferi yapılanların ortalama %20-30 oranında gebelik elde edilir. Fertilizasyonun olmadığı doğal olarak embriyo gelişiminin gerçekleşmediği olgular için intra-sitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) kullanılmaktadır. Bu yöntemde motilite ve morfolojisine bakılarak seçilen sperm, oosit içerisine enjekte edilerek fertilizasyon oluşturulmaya çalışılır. Bu yöntem ilk uygulandığı yıllarda IVF ile fertilizasyon başarısızlığı olan vakalarda veya sperm sayısının az olduğu vakalarda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak ICSI yöntemi ile ilerleyen yıllardan epididim ve testisten cerrahi yolla elde edilen immatür spermler de kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde hem erkek hem de kadın faktörüne bağlı infertilite olgularında %70-80’e varan fertilizasyon ve genel olarak %45 kadar klinik gebelik başarısı sağlamaktadır. Bu nedenle ICSI, popülaritesi IVF’e göre gittikçe artarak ve erkek infertilitesinin her formunda kullanılmaya devam etmektedir. Ancak doğal yoldan gebelik oluşmayan çiftlerde ICSI gibi ileri yardımcı üreme tekniklerine baş vurmadan önce erkeklerin sadece sperm analiziyle değil üreme sağlığını etkileyebilecek ve gelecek nesillere aktarılabilecek tüm faktörlerin değerlendirilmesi gerekir. 4.2 Erektil disfonksiyon 4.2.1 İnsidans ve epidemiyoloji Erektil disfonksiyon (ED) tatminkar bir cinsel performans için yeterli bir ereksiyonu başlatma ve sürdürmede kalıcı bozukluk halidir. ED benign bir hastalık olmasına karşın, fiziksel ve psikososyal sağlığı etkiler ve bu sıkıntıyı yaşayan hasta ile birlikte partnerinin ve ailesinin yaşam kalitesine etki eder. Erkek cinsel fonksiyon bozuklukları yaşamı tehdit eden hastalıklar grubuna girmediğinden ve kültürel, dinsel ya da legal etkenlere bağlı olarak doğru istatistiklere ulaşılamamaktadır. Ayrıca, yine aynı faktörlerin etkisiyle kişiye göre cinsel fonksiyon ve bozukluğu kavramı ve tanımlaması da farklı olmaktadır. Günümüze kadar elde edilen epidemiyolojik veriler, dünya genelinde yüksek bir ED prevalans ve insidansını ortaya koymuştur. İlk geniş skalalı, halk tabanlı çalışma olan Massachusetts Erkek Yaşlanma Çalışması (MMAS)’nda, Boston Bölgesi’nde 40 ile 70 yaş arası Tablo-1. Erkek erektil disfonksiyonunun sınıflaması Organik I. Vaskülojenik A. Arteriyel B. Kavernozal C. Mikst II. Nörojenik III. Endokrinolojik IV. İlaca bağlı Psikojenik I. Genel tip A. Genel cevapsızlık 1. Seksüel uyarılmanın primer yokluğu 2. Seksüel uyarılmada yaşlanmaya bağlı düşme B. Genel inhibisyon 1. Kronik seksüel mahremiyet hastalığı II. Durumsal tip A. Partnerle ilişkili 1. İlişkiye özel uyarılma yokluğu 2. Seksüel obje tercihine bağlı uyarılma yokluğu 3. Partner anlaşmazlığına ya da tehditine bağlı yüksek santral inhibisyon B. Performansla ilişkili 1. Diğer seksüel disfonksiyonlarla birliktelik (örn; hızlı ejakülasyon) 2. Durumsal performans anksiyetesi (yetersizlik korkusu) C. Psikolojik stres ya da denge ilişkisi 1. Negatif mood durumu ile birlikte (depresyon gibi) ya da majör yaşam stresi (partnerin ölümü gibi) erkeklerde birleşik ED prevalansı %52 olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada minimal, orta dereceli ve tam ED için bireysel prevalanslar sırasıyla 17,2, 25,2 ve 9,6 olarak belirlenmiştir. Bu sonuçtan yola çıkarak o yıl Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde 18 milyon erkeğin ED sorunu olduğu sonucuna varılmıştır. Cologne Çalışması’nda (30-80 yaş arası erkekler) ED prevalansı %19,2 iken, Ulusal Sağlık ve Toplum İncelemesi’nde seksüel disfonksiyonların (spesifik olamayan ED) prevalansı %31’dir. MMAS’ın yayımlanmasından sonra ED ile ilgili prevalans araştırmalarında bir patlama olmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde ED prevalans çalışmaları başlamıştır. Böylelikle MMAS çalışması ile saptanan değerler her ülke için de kıyaslama olanağına kavuşmuştur. Danimarka ve İsveç çalışmalarını Fransa, Finlandiya, Japonya ve Avustralya çalışmaları izlemiştir. Tüm bu araştırmalarda ED prevalansı farklı sonuçlar göstermiştir. Bu çalışmalardaki farklılıklar, değişik incelemelerin metodoloji dizaynı, çalışan popülasyonun yaş ve sosyoekonomik durumu ile sorgulama yöntemleri ve formlarındaki farklılıklar ile açıklanabilir. Genel anlamda bu araştırmalarda ED prevalans değeri %39-82 arasındaki bir yelpazede yer almıştır. ED’nin özellikle 65 yaşından sonra belirgin yükseldiği ortaya konulmuştur. Akdeniz ülkelerinden İtalya ve İspanya sonuçlarının MMAS’a göre çok daha düşük değerde olduğu (%21-39) ve özellikle 60 yaşından sonra belirginleştiği gösterilmiştir. Türkiye’de de yapılan bir 40-70 yaş arası erkeklerin araştırıldığı prevalans çalışması sonucunda orta ve şiddetli ED görülme oranının %36 olduğu buna hafif derecede ED de eklendiği zaman bu oranın %69,2’ye ulaştığı ortaya konulmuştur. MMAS’dan elde edilen uzun dönem sonuçların analizi, ED insidansını yılda her 1000 erkek için 26 yeni vaka olarak belirlemiştir. Her dekatta yıllık insidans oranının artmakta olduğu vurgulanmıştır: 40-49 yaş arası 12,4 olgu/1000 erkek-yılı; 50-59 yaş arası erkeklerde 29,8 olgu/1000 erkek-yılı; 60-69 yaş arası erkeklerde 46,4 olgu/1000 erkek-yılı. Bu veriler ve ABD’nin nüfusu dikkate alındığında 40-69 yaş arası beyaz erkeklerden her yıl 617.715 yeni olgu ortaya çıkacağı bildirilmiştir. Bununla birlikte, Brezilya Çalışması’nda ED insidansı oranı yılda her 1000 erkek için 65,6 yeni vaka iken(takip süresi 2 yıl), Hollanda Çalışması’nda bu oran 19,2 (takip süresi 4,2 yıl) olarak belirlenmiştir. Ereksiyon hormonal kontrol altında gelişen nörovasküler bir durumdur. Arteriyel dilatasyon, trabeküler düz kas gevşemesi ve korporeal veno-okluziv mekanizma- 133 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Tablo-2. Kronik kullanımı erektil disfonksiyon yapan ilaçlar Diüretikler Tiazidler, spironolakton Antihipertansifler Metildopa, klonidin, reserpin, beta blokerler, guanetidin, verapamil Kardiaklar Klofibrat, gemfibrozit, digoksin Trankilizanlar Fenotiazinler, MAO inhibitörleri, lityum, trisklik ve heterosiklik antidepresanlar, selektif serotonin reuptake inhibitörleri, antipsikotikler Hipnotikler Barbitüratlar H2 reseptör blokerleri Simetidin, ranitidin Hormonlar Östrojenler, progesteron, kortikosteroidler, sipreteron asetat, flutamid, finasterid, GnRH agonitleri Sitotoksinler Sikofosfamid, metotreksat Antikolinerjikler Disopyromid Çeşitli Metoklopramid, baklofen, karbonik anhidraz inhibitörleri, nonsteroidal antiinflamatuvarlar, tütün, alkol, opioid, amfetaminler ların aktivasyonunu içerir. Ereksiyon fizyolojisi hakkındaki bilgilerimize dayandırılmış birçok risk faktörü belirlenmiştir. Şu açık olarak ortaya konmuştur ki; ED ve kardiyovasküler hastalıklar egzersiz eksikliği, obezite, sigara kullanımı, hiperkolesterolemi ve metabolik sendrom gibi genel risk faktörlerini ortaklaşa paylaşırlar. Birçok yaşam tarzı risk faktörleri modifiye edilebilir. MMAS’da, orta yaşlarda fiziksel aktiviteye başlayan erkekler, sedanter kalanlara göre ED için %70 azalmış riske sahipken, yine uzun dönem sonuçlarda 8 yılın üzerindeki bir takip sürecinde, düzenli egzersiz ED insidansında önemli bir azalma göstermiştir. Çok merkezli, randomize açık bir çalışmada, orta derecede ED’li obez erkeklerde eğitimsel kontrol ile birlikte yoğun egzersiz ve kilo kaybı olan 2 yıllık bir süreç karşılaştırılmıştır. Yaşam tarzı değiştirilen grupta erektil fonksiyonda olduğu gibi vücut kitle indeksi (BMI) ve fiziksel aktivite skorlarında önemli derecede gelişme izlenirken, bu değişimler hem kilo kaybı hem de aktivite seviyeleri ile yüksek derecede ilişkilidir. Ancak, şu belirtilmelidir ki, ED’nin tedavisi veya önlenmesinde egzersiz ve diğer yaşam stili değişikliklerinin etkilerini belirlemek için kontrollü prospektif çalışmalar gereklidir. ED için bir diğer risk faktörü her tip (açık, laparoskopik ve robotik) radikal prostatektomi (RP)’dir: Bu operasyon sonucunda kavernöz sinir hasarı, korpus kavernozum oksijenizasyonunda azalma ve vasküler yetersizlik söz konusudur. RP geçiren hastaların yaklaşık %2575’inde post-operatif ED görülür. Sinir koruyucu RP düşünülen hastaların idealde pre-op potenslerinin sağlam olduğu belirlenmeli ve RP sonrası erektil fonksiyonun geri kazanılması için kavernöz sinirler korunmalıdır. 4.2.2 Sınıflandırma Uluslararası İmpotans Araştırma Derneği tarafından önerilen sınıflama Tablo-1’de gösterilmiştir. 134 4.2.2.1 Arteriyel bozukluklar Arteriyojenik ED travma veya doğumsal etiyolojili olabilse de en büyük sıklıkla sistemik arteriyel hastalığın bir bileşenidir. Koroner hastalıklar ve ED’nin insidans ve başlangıç yaşı paralellik göstermektedir. Arteriyel yetmezlikle ilişkili bilinen risk faktörleri hipertansiyon, hiperlipidemi, diabetes mellitus ve sigara kullanımını içermektedir. Farklı sonuçlar içeren çalışmalar olmakla birlikte, Uzun süreli bisiklet sürme de vaskülojenik ve nörojenik ED’nin olası bir risk faktörüdür. 4.2.2.2 Kavernozal hastalıklar Dejeneratif değişiklikler (Peyronie hastalığı, yaşlanma ve diyabet), tunika albuginea travmaları (penis fraktürü) subtunikal ve emisser venleri baskılayabilmektedir. Trabeküler, kavernöz düz kaslar ve endotelde fibroelastik değişiklikler venöz kaçağa neden olabilmektedir. Diabetes mellitus (DM) ve ateroskleroz hastaları artan bir düz kas hipertrofisi, fibröz replasman ve özellikle de damarların endotel katmanında bozulma riski bulunmaktadır. 4.2.2.3 Nörojenik bozukluklar Spinal kord travmalı erkekte sertleşme sorunlarının derecesi lezyonun durumu, yerleşimi ve yaygınlığına bağlıdır. Merkezi sinir sistemi lezyonları, DM, kronik alkol kullanımı veya vitamin eksikliğine bağlı periferik nöropatiler, kavernöz ve pudendal sinirlere doğrudan travma veya radikal prostatik, pelvik ya da rektal cerrahilerde sinirsel iletinin kesintiye uğraması ED ile sonuçlanabilir. 4.2.2.4 Hormonal bozukluklar Hipotalamik ya da hipofizer tümörlere bağlı hipogonadizm, hiperprolakinemi, östrojen veya antiandrojen tedavi, orşiektomi cinsel ilgiyi ve nokturnal ereksiyonları Tablo-3. Erektil disfonksiyon patofizyolojisi Vaskulojenik Kardiyovasküler hastalıklar Hipertansiyon Diyabet Hiperlipidemi Sigara Majör cerrahi (radikal prostatektomi) ya da radyoterapi (pelvik ya da retroperitoneal) Nörojenik Santral nedenler Multipl skleroz Multipl atrofi Parkinson hastalığı Tümörler İnme Disk hastalığı Spinal kord hastalıkları Periferal nedenler Diyabet Alkolizm Üremi Polinöropati (pelvis ya da retroperiton, radikal prostatektomi) Anatomik ya da yapısal Peyronie hastalığı Penil fraktür Penisin konjenital kurvatürü Mikropenis Hipospadyas, epispadyas Hormonal Hipogonadizm Hiperprolaktinemi Hiper- ve hipotiroidizm Cushing hastalığı İlaca bağlı Antihipertansifler (diüretikler ve beta-blokerler en sık) Antidepresanlar Antipsikotikler Antiandrojenler Antihistaminikler Keyif verici ilaçlar (eroin, kokain, metadon) Psikojenik Jeneralize tip (uyarılabilme eksikliği, cinsel ilişki bozuklukları) Durumsal tip (partner ilişkili, performans ilişkili nedenler ya da stres nedenli) baskılayabilir. Hiperprolaktinemi, Cushing sendromu, Addison hastalığı ve hipotiroidizm gibi sistemik hormonal hastalıklar ED’ye neden olabilir. 4.2.2.5 İlaca bağlı nedenler İlaçlara bağlı cinsel yakınmalar sadece işlev bozukluğu ile sınırlı kalmayıp cinsel arzu, uyarılma ve orgazmı da etkileyebilir. Kronik kullanımda ED’ye neden olabilen ilaçların bir ksımı Tablo-2’de gösterilmiştir. 4.2.2.6 Psikojenik nedenler Pek çok psikolojik durum (performans anksiyetesi, gergin ilişkiler, cinsel uyarı yokluğu, depresyon ve şizofreni) ED’ye neden olabilmekte ve ağırlaştırabilmektedir. 135 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Şekil-1. Erektil disfonksiyonlu hastalarda minimal tanısal değerlendire (temel değerlendirme) Erektil disfonksiyonlu hasta (bireysel bildirim) Medikal ve psikoseksüel anamnez (geçerli araçların kullanımı örn: IIEF) ED’nin seksüel problemleri dışındaki nedenlerini belirleme ED’nin genel nedenlerini belirleme ED için reversibl risk faktörlerini belirleme Psikososyal durumu belirleme Odaklanmış fizik muayene Penil deformiteler Prostatik hastalıklar Hipogonadizm bulguları CV-Nörolojik durum Laboratuvar testleri Kan şekeri ve lipid profili (eğer geçen 12 ay içerisinde belirlenmemişse) Santral nörotransmitterlerin dengesizliği, beyindeki ereksiyon merkezinin aşırı derecede engellenmesi, yetersiz nitrik oksit (NO) salınımı ve aşırı sempatik aktivitenin bu durumdan sorumlu olabileceği bildirilmiştir. 4.2.2.7 Sistemik hastalıklar ve yaşlanma Yaşlanmayla birlikte cinsel uyarıyla ereksiyon arasındaki dönem uzamakta, ereksiyonların sertliği azalmakta, ejakülasyon gücü azalmakta, ejakülatın hacmi azalmakta ve ereksiyonların arasındaki süre uzamaktadır. Dokunmaya karşı penis daha az duyarlıdır. Serum testosteron konsantrasyonu azalmakta ve kavernöz düz kas tonusu artmaktadır. Yaş gruplarındaki ilişkiler, psikolojik ve organik sorunlar da ED gelişimine katkıda bulunmaktadır. DM, şiddetli akciğer hastalıkları, anjina, miyokard infarktüsü, kronik böbrek hastalıkları, siroz gibi sistemik hastalıklar ED gelişimine zemin hazırlayan hastalıkların başlıcalarıdır. 4.2.3 Değerlendirme 4.2.3.1 Tanısal değerlendirme ED’li erkeklerin bazıları tedaviye başlanmadan önce ya hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmazlar veya çok az değerlendirilirler. Ayrıca ED sorunu olmayan erkekler seksüel performanslarını artırmak için tedavi talep edebilir. 136 Total testosteron (sabah örneği) Eğer varsa bio-geçerli veya serbest testosteron (total yerine) Bu durumlarda, semptoma (örn: ED) neden olan alttaki hastalık tedavisiz kalabilir. ED değerlendirmesinde, hasta ve partnerlerin detaylı bir medikal ve psikolojik anamnezinin alınması her zaman ilk basamak olmalıdır. Medikal anamnez ED ile ilişkili birçok genel hastalığı ortaya koyacaktır. ED’nin patofizyolojisi vaskülojenik, nörojenik, hormonal, anatomik, ilaçlara bağlı ya da psikojenik olabilir (Tablo-3). Anamnez alma sürecinde hastayla görüşürken rahat bir atmosfer ortam sağlamak önemlidir. 4.2.3.1.1 Seksüel anamnez Seksüel anamnez, daha önceki muhtemel konsültasyon ve tedavileri olduğu gibi önceki ve şimdiki seksüel ilişkiler, duygusal durum, erektil problemin başlangıç ve süreci hakkında bilgiler içerebilir. Hem erotik hem de sabah ereksiyonlarının rijidite dönemleri ve süresi açısından ortaya konulması yanında uyarılma, ejakülasyon ve orgazmik problemlerin detaylı bir tanımlaması yapılmalıdır. Erektil fonksiyonlar için Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi (IIEF) gibi geçerliliği olan soru anketlerinin kullanımı, spesifik bir tedavi modalitesinin şeklinin etkisini ve ayrıca tüm seksüel fonksiyonun detaylarını (erektil fonksiyon, orgazmik fonksiyon, seksüel cinsel istek, ejakülasyon, cinsel ilişki ve genel memnuniyet) belirlemek için yardımcı olabilir. IIEF’nin 5 soruluk formu Tablo-4’de gösterilmiştir. 4.2.3.1.2 Fizik muayene Şekil-2. Kardiyak riske göre tedavi algoritmi Seksüel sorgulama Klinik değerlendirme Düşük risk Seksüel aktiviteye başlama ya da devam etme veya seksüel disfonksiyon için tedavi Orta risk Kardiyovasküler değerlendirme ve yeniden sınıflama Yüksek risk Kardiyak durum stabil oluncaya kadar seksüel aktivite ertelenir. Risk faktörlerinin ve koroner kalp hastalığının değerlendirilmesi, erektil disfonksiyonu olan tüm hastalar için tedavi ve takip Odaklanmış bir fizik muayene özellikle genitoüriner, endokrin, vasküler ve nörolojik sistem üzerine yoğunlaşarak her hastaya uygulanmalıdır. Fizik muayene, hipogonadizmi düşündüren semptom ve bulgular kadar (küçük testisler, sekonder seks karakterlerindeki değişiklikler, azalmış seksüel cinsel istek ve duygulanım değişiklikleri) Peyronie hastalığı, prostat büyümesi veya kanseri gibi şüphenilmeyen bulguları ortaya koyabilir. 50 yaş üzerindeki her hastaya rektal muayene yapılmalıdır. Eğer geçen 3-6 ay içerinde kan basıncı ve nabız ölçümü yapılmamış ise, fizik muayenede ölçülmelidir. Kardiyovasküler problemi olan hastalara özel bir dikkat gösterilmelidir. 4.2.3.1.3 Laboratuvar testleri Laboratuvar testleri hastanın yakınma ve risk faktörlerine yönelik olmalıdır. Geçen 12 aylık dönemde eğer yapılmamışsa, tüm hastaları açlık kan şekeri ve lipid profili mutlaka belirlenmelidir. Hormonal testler, sabah alınmış total testosteron örneğini ve SHBG (sex Hormon Bağlayıcı Globülin) içermelidir. Hipogonadizm varlığını ortaya koymak için bio-geçerli veya hesaplanmış serbest testosteron daha güvenilirdir. Bu testler total testosterona göre daha fazla tercih edilir. Ek laboratuar testleri sadece seçilmiş hastalarda düşünülmelidir (örn: prostat kanseri tespiti için prostat spesifik antijen [PSA]). Ek hormonal testler (örn: prolaktin, folikül stimüle edici hormon [FSH], lüteinizan hormon [LH] düşük testosteron seviyeleri tespit edildiğinde uygulanmalıdır. Herhangi bir anormallik gözlendiğinde, önerilecek başka bir uzman tarafından ek yeni araştırma gerekli olabilir. ED sorunu olan hastaların minimal tanısal değerlendirmesi (temel değerlendirme) Şekil-1’de sunulmuştur. 4.2.3.1.4 Kardiyovasküler sistem ve seksüel aktivite: Risk altındaki hasta Seksüel disfonksiyon için tedavi talep eden hastalar arasında yüksek bir kardiyovasküler hastalık prevalansı mevcuttur ve seksüel aktivite ile ilişkili potansiyel kardiyak riskler açık şekilde ortaya konulmuştur. Ayrıca son zamanlarda yapılmış olan epidemiyolojik çalışmalar, hem erkeklerde hem de kadınlarda seksüel disfonksiyon ile kardiyovasküler ve metabolik risk faktörleri arasındaki ilişkiyi belirlemiştir. Fosfodiesteraz tip 5 inhibitörlerinin (PDE5İ), kardiyak düz kas aktivitesi üzerine olan etkilerini ve tüm kardiyovasküler güvenilirliklerini içeren farmakolojik nitelikleri benzer şekilde yoğun olarak araştırılmıştır. Bu gelişmelerin ışığında New Jersey Princeton’da 4-5 Haziran 1999 yılında seksüel disfonksiyon ve kardiyak 137 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Tablo 4. Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi (5 soruluk bölümü) Ad Soyad: Son 6 ay içerisinde 1. Sertleşme sağlama ve sürdürme konusunda kendinize olan güveniniz hangi düzeydeydi? 2. Cinsel uyarı ile sertleşme sağladığınızda, bu sertleşme ne sıklıkla içeriye (vajene /hazneye) girmek için yeterliydi? 3. Cinsel birleşme öncesinde sağladığınız sertleşmeyi içeriye (vajene/ hazneye) girdikten sonra ne sıklıkta sürdürebildiniz? 4. Cinsel birleşme sırasında, sertliği ilişkinin sonuna kadar sürdürmekte ne derece zorlandınız? 5. Cinsel birleşme girişimleriniz sizce ne sıklıkta tatmin ediciydi? Tarih: / / Sizin Puanınız Çok düşük 1 Düşük 2 Orta 3 Yüksek 4 Çok yüksek 5 Hiç ya da neredeyse hiç Girişimlerin yarısından çok daha azında 2 Girişimlerin yaklaşık yarısında Girişimlerin yarısından çok daha fazlasında 4 Her zaman Girişimlerin yarısından çok daha azında 2 Girişimlerin yaklaşık yarısında Girişimlerin yarısından çok daha fazlasında 4 Her zaman Aşırı zorlandım Çok zorlandım Zorlandım Biraz zorlandım 1 2 3 4 Hiç zorlanmadı m 5 Hiç ya da neredeyse hiç Girişimlerin yarısından çok daha azında 2 Girişimlerin yaklaşık yarısında Girişimlerin yarısından çok daha fazlasında 4 1 Hiç ya da neredeyse hiç 1 1 3 3 3 5 5 Her zaman 5 Skor: Şiddetli Orta Hafif-orta Hafif ED yok Skor 5-7 8-11 12-16 17-21 22-25 ED Kategorisi: risk üzerine bir konsensus konferansı toplanmıştır. 1112 Haziran 2004 tarihinde güncelleme yapılmıştır (Seksüel disfonksiyon üzerine ikinci konferans, J Am Coll Cardiol). Teklif edilen yaklaşım önerileri, şimdiki panel tarafından adapte edilmiştir. Seksüel aktiviteye başlayan veya devam etme sürecinde olan ED’li hastalar 3 risk kategorisine ayrılabilirler (Tablo-5). Anamnezden belirlenen egzersiz toleransı, birçok örnekte seksüel aktivitenin riskini belirlemede klinisyenlere yardımcı olabilir. Kardiyovasküler risk profili baz alınarak belirlenen bir tedavi algortimi Şekil2’de sunulmuştur. Düşük risk kategorisi Düşük risk kategorisi, seksüel aktivite ile ilişkili önemli 138 Kategori 1 2 3 4 5 bir kardiyak risk olmayan hastaları kapsar. Herhangi bir semptom olmadan orta derece yoğunlukta bir egzersiz (örn: dinlenme durumunda 6 veya daha fazla metabolik enerji ekivalanı harcaması [METs]) gerçekleştirebilme yeteneği, tipik olarak düşük risk anlamına gelir. Egzersiz isteği veya seksüel aktivite ile ilişkili emosyonel stres hakkındaki güncel bilgiler temel alındığında, seksüel aktiviteye başlama ve devam ettirme öncesinde veya seksüel disfonksiyon tedavisi öncesinde bu hastalar için herhangi bir özel kardiyak test ve değerlendirme endike değildir. Orta dereceli veya belirsiz risk kategorisi Orta dereceli risk kategorisi, kardiyak durumu kesin bilinmeyen veya risk profili seksüel aktivitenin sürdürülmesi öncesinde ek başka test veya değerlendirme ge- Tablo-5. Kardiyak risk sınıflaması Düşük risk kategorisi Asemptomatik, KAH için <3 risk faktörü (cinsiyet hariç) Ilımlı stabil anjina Komplike olmayan geçirilmiş MI LVD/KKY (NYHA sınıf I) Başarılı koroner revaskülarizasyon Orta risk kategorisi KAH için ≥3 risk faktörü (cinsiyet hariç) Orta derece stabil anjina Yeni MI (>2, <6 hafta) LVD/KKY (NYHA sınıf II) Aterosklerotik hastalığın sekeli (inme) Yüksek risk kategorisi Yüksek riskli aritmiler non-kardiyak Kontrollü hipertansiyon Ilımlı valvüler hastalık Anstabil/refrakter anjina Yeni MI (<2 hafta) LVD/KKY (NYHA sınıf III) Hipertrofik, obstrüktif kardiyomyopatiler Kontrolsüz hipertansiyon Orta-ciddi valvüler hastalık ve diğer KAH: Koroner arter hastalığı, KAH: Koroner arter hastalığı, LVD: Sol ventriküler disfonksiyon, MI: Myokard enfarktüsü, NYHA: New York Kalp Derneği Tablo-6. Spesifik tanısal testler için endikasyonlar Primer erektil hastalık (organik veya psikojenik hastalıktan kaynaklanmayan) Potansiyel olarak küratif vasküler cerrahiden yarar görebilecek pelvik veya perineal travma öyküsü olan genç hasta Cerrahi düzeltme gerektirebilecek penil deformiteli hastalar (peyronie hastalığı, konjenital kurvatür) Kompleks psikiyatrik veya psikoseksüel bozukluğu olan hastalar Kompleks endokrin bozukluğu olan hastalar Hasta veya partneri tarafından talep edildiğinde endike olabilecek spesifik testler Medikolegal sebepler (örn: penil protez implantasyonu, seksüel suistimal vakaları) Tablo-7. Tanısal testler Rigiscan kullanılarak nokturnal penil tümesans ve rijidite (NTPR) Vasküler çalışmalar o İntrakavernöz vazoaktif ilaç enjeksiyonu o Kavernöz arterlerin doppler ultrasonu o Dinamik infüzyon kavernozometri veya kavernozografi (DICC) İnternal pudental arteriografi Nörolojik çalışmalar (örn: bulbokavernöz refleks latensi, sinir iletim çalışmaları) Endokrinolojik çalışmalar Özel psikotanısal değerlendirme Tablo-8. Fosfodiseteraz tip 5 inhibitörlerinin farmakokinetik özellikleri Cmax (ng/ml) Tmax (saat) T 1/2 (saat) Biyoyararlanım oranı IC50 (nM) AUC (μg/h/L) Proteine bağlanma Sildenafil Vardenafil Tadalafil Udenafil Miredonafil Avanafil Lodenafil 450 0,8-1 2,6-3,7 %40-41 20.9 0,7-0.9 4-5 %14,5 378 2 17,5 %25 416.2 1-1,5 11-13 1,25 2,5 0,5-1,5 <1,5 157 1,2 2,4 3,5-10 1685 %96 0,091-1 56,8 %94 1,8-10 8066 %94 8,2 0,33 1 rektiren hastalardan oluşur. Test sonuçları baz alınarak, bu hastalar daha sonradan ya yüksek ya da düşük risk grubuna dahil edilebilirler. Bazı vakalarda kardiyoloji konsültasyonu, bireysel hasta için seksüel aktivitenin rölatif güvenilirliğini belirlemede primer doktora yardım edebilir. SLx2101 1 9-14 0,24 Yüksek risk kategorisi Yüksek risk kategorisi, kardiyak durumu yeterince ciddi ve/veya stabil olmayan, seksüel aktivitenin önemli bir risk oluşturabileceği hastalardan oluşur. Hastaların çoğu orta dereceden ağır dereceye kadar semptomatiktir. 139 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Yüksek riskli bireyler kardiyak değerlendirme ve tedaviye tabi tutulmalıdır. Hastanın kardiyak durumu tedavi ile stabil oluncaya veya kardiyolog ve/veya doktor tarafından seksüel aktiviteye güvenli şekilde devam edilebileceği kararı verilene kadar seksüel aktivite ertelenmelidir. Bazı şartlar altında, seksüel aktivite için ihtiyaç ile ilgili riskin hasta açısından değerlendirilmesi, doktor ile seksüel aktivitenin kardiyovasküler yönü, muhtemel ilişkili riskler ve seksüel aktivitenin devamına yönelik daha çok veya daha az sınırlayıcı yaklaşım hakkında görüş alışverişine izin verebilir. 4.2.3.2 Detaylı değerlendirme ED’li hastaların çoğu, seksüel bakım düzenlemelerine göre değerlendirilmesine rağmen bazı kesin durumlarda (Tablo-6) özel tanısal testlere ihtiyaç olabilir ve bu testler Tablo-7’de özetlenmiştir. 4.2.3.2.1 Nokturnal penil tümesans ve rijidite (NPTR) Bugün organik ve psikojenik ED ayrımı için altın standart teknik, NPTR testidir. Normal erkeklerde uyku süresinin %40’ını oluşturan bölümde çoğu hızlı göz hareketleri (REM) uykusu sırasında 3-6 kez, 10-15 dakika süren, rijiditesi normal ereksiyonların %70’ine ulaşan ereksiyonlar oluşmaktadır. Nokturnal ereksiyonlar, 3-79 yaş arası erkeklerde görülmekte ve sayısı yaşla azalmaktadır. NPTR’deki normalite kriterleri, 500 sağlıklı kişide yapılan ölçümlerin değerlendirilmesiyle elde edilmiştir. Buna göre; çevre genişlenmesi kökte en az 3 cm, kökte en az 2 cm olmalıdır. Rijiditenin %70’in üzerinde olması bükülmez ereksiyonu, %40’ın altında olması ise flask penisi temsil eder. %40-70 arasındaki değerler çeşitli derecelerdeki erektil yetmezliği gösterir. Sekiz saatlik bir peryotta, ereksiyon sayısı 3-6, süreleri 10-15 dakikadır. Avrupa Üroloji Derneği (EAU) Erektil Disfonksiyon Kılavuzu’na göre; NPTR değerlendirmesi en az 2 gece yapılmalıdır. Penis ucunda kaydedilen, 10 dakika veya daha uzun süren, en az %60 rijiditedeki erektil olayın varlığı fonksiyonel bir erektil mekanizmanın göstergesi olarak düşünülmelidir. NPTR’nin kaydettiği nokturnal erektil aktivitelerin doğal uyarılarla oluşan ereksiyonlarla aynı karakterde olduğu kanıtlanmamıştır. Test sonuçlarının normal bulunması, penetrasyon için gereken rijiditede bir ereksiyon oluşturabileceğini garanti etmez. Psikojenik ED’ye yol açan faktörler NPTR sonuçlarını etkileyebilir. Hiçbir organik ED nedeni bulunmayan kişilerin %15-20’sinde NPTR sonuçları negatif çıkabilir. Anksiyete içeriği yoğun rüyalar sırasında ve majör 140 depresyonlarda NPTR negatif çıkabilir. Uyku laboratuvarında geçirilen ilk gecede NPTR sonuçları etkilenebilir. Takılan aletin garipsenmesi normal uykuyu bozabilir. Ayrıca, uyku apneleri, periyodik bacak hareketleri, nokturnal myoklonus NPTR’yi olumsuz etkileyebilir. Rahatsız uyku NPTR’yi bozabildiği gibi potentlerde ED si olmayanlarda, normal uykuda bile kimi zaman tam ereksiyonlar olamayabilir. NPTR, ABD’de halen medikolegal veya komplike olgularda ve araştırma amacı için (erektojenik ilaçları veya pelvis cerrahisi sonrası fonksiyonel sonuçları test etmek için) en çok kullanılan testtir. 4.2.3.2.2 Vasküler ED değerlendirme testleri 4.2.3.2.2.1 Kombine intrakavernöz enjeksiyon ve uyarı (CIS) ED için en çok uygulanan tanısal testtir. Bu test, penisin vasküler yapısının doğrudan ve objektif olarak değerlendirilmesine izin verdiğinden nörojenik ve hormonal etkiler gözardı edilir. İntrakavernöz enjekte edildiklerinde ereksiyon oluşturan pek çok madde üzerinde deneysel çalışmalar sürmektedir. Bunlardan prostaglandin E-1 (PGE1) (Alprostadil) ve papaverin hem tanı hem de tedavide kullanılmaktadır. Papaverin test dozu, tahmin edilen patolojiye göre 15-80 mg arasında değişir. Ancak 80 mg’lik doz ilk seferde verilmemeli, yanıt alınamayan olgularda 80 mg’ye çıkılmalıdır. PGE1’in test dozu 20 μg’dir ve gerek priapizm riski gerekse hepatotoksisitesi papaverine göre daha düşüktür. Selektif bir α1 ve α2 adrenerjik reseptör blokörü olan fentolamin bu ilaçlara kombine edildiğinde erektil yanıt artar. İntrakavernözal enjeksiyonlar, nörojenik ED ve özellikle spinal travmalı hastalarda dikkatli kullanılmalıdır. Sempatik sinir sisteminin etkilendiği nörojenik hastalarda, inhibitör impulslar gelmediğinden priapizm riski yüksektir. İntrakavernöz enjeksiyon için, hasta sırtüstü yatırılır ve penis köküne turnike konulur ve 25 G bir insülin enjektörüyle, proksimale yakın lateral yüzden dik açıyla korpus kevernozuma girilir. Turnike enjeksiyondan 2 dakika sonra çözülür ve enjeksiyon yerine 2-3 dakika kompresyon yapılır. Vasküler sistemi normal olanlarda 5-10 dakikada tümesans, 5-30 dakikada rijid ereksiyon oluşur. İntrakavernöz enjeksiyon sonrası 10 dakika içerisinde görülen ve 30 dakika süren rijit bir erektil cevap (penisin bükülememesi), pozitif bir test olarak tanımlanır. Bir ereksiyonun arteriyel yetmezlik veya veno-oklüzif disfonksiyonla birlikte olacağı bilindiğinden, böyle bir pozitif test cevabı fonksiyonel ancak normal olmayan bir ereksiyonu gösterebilir. Testin sonuçsuz olduğu tüm diğer vakalarda, penil arterlerin renkli Doppler ultrasonografisi istenmelidir. 4.2.3.2.2.3 Dinamik infüzyon kavernözometri veya kavernözografi (DICC) 4.2.3.2.2.2 Renkli doppler penil ultrasonografi Farmakokavernosometri, venooklüzif disfonksiyonu tanımlamada kullanılan primer testtir. Fakat disfonksiyonun tipini ayırt edemez. Özellikle, NPTR’de çap artımı iyiyken rijiditesi yetersiz olan ya da penil renkli Doppler’de normal arter yanıtına rağmen, maksimal erektil yanıt fazında diastolik akımın devam ettiği gençlerde çok değerli bilgiler verir. Daha ileri vasküler tanısal tesler gerekirse dupleks Doppler ultrasonografi ile kan akım hızı ölçümünü ve intrakavernözal farmakotesti içeren renkli Doppler ultrasonografi çalışması ED’nin kanıta dayalı değerlendirmesinde kullanılan en ideal ve minimal invaziv testtir. Yüksek çözünürlüğü (7-10 MHz) gerçek zamanlı ultrasonografi ve renkli Doppler ultrasonografi, uygulayıcısına seçici olarak dorsal ve kavernöz arterleri gözlemeye, dinamik kan akımı analizlerini uygulamaya olanak tanır. Penil ultrasonografi, Peyronie plakları, kalsifikasyon, kalınlaşmış damar duvarı ve intrakavernöz fibrosis gibi penil anormalliklerin değerlendirilmesinde de yardımcı olur. Penil anjiografiyi dupleks Doppler inceleme ile karşılaştıran çalışmaların sonucunda 25 cm/sn değerinden daha düşük olan doruk sistolik hız (PSV:Peak Systolic Velocity) değerlerinin daima şiddetli arteriyel hastalığı gösterdiği bildirilmiştir. Bu değer yaş gruplarına göre 30 cm/sn olarak da değerlendirilebilir. Mayo Klinik serilerinde, anormal pudentdal arteriografisinde anormallik olan hastalarda 25 cm/sn değerinden düşük PSV’nin duyarlılığı %100, özgüllüğü %95 olarak bulunmuştur. Kavernöz arter çapları normal yetişkinlerde, penis proksimalinden ölçüldüğünde, farmakolojik tümesans esnasında (erken ereksiyonun rezistans fazında) 1-1,5 mm arasında değişir. Daha distalde kavernöz arter çapları doğal olarak daha da azalır. Tam rijidite esnasında artan intrakorporeal basıncın (>80 mm Hg) damar duvarına basısı ile kavernöz arter çapları azalır. Arteriyojenik impotansı olan hastalarda, intraluminal hastalığa bağlı dilatasyon kısıtlanır ve kompliyans kaybı oluşur. Şiddetli vasküler ED’si olan hastalarda, enjeksiyon sonrası damar çapı nadiren 0,7 mm’yi geçer. Arteriyel yetersizliği olan hastalarda dilatasyon minimaldir ya da hiç olmaz. Veno-oklüzif mekanizmadaki yetersizlik, kavernöz arterin dalga formlarına yansır. Enjekte edilen vazodilatöre mükemmel yanıt alınması (PSV>30-40 cm/sn),na karşın devam eden diyastol sonu akım hızı (EDV) (>5-7 cm/sn), hastada veno-oklusive disfonksiyon şüphesini artırır. Rezistans indeks (RI) değeri arteriyel akışa karşı olan dirence bağlıdır. RI korporeal fizyoloji bağlamında sempatik tonusun flask fazdaki bir fonksiyonudur (intrensek damar duvarı gerginliği) ve ereksiyonun değişik fazlarında değişen intrakorporeal basıncın bir sonucudur (komplet düz kas gevşemesi süresince ). EDV ve RI, venooklüzyonun yeterliliğini değerlendirmede kullanışlı parametrelerdir. RI şu şekilde hesaplanır: RI=PSVEDV/PSV. Düz kasta tam relaksasyonu sağlamak için 30 mg papaverin+ 1 mg fentolamin ya da papaverin+PGE1+Fento lamin+Atropin kombinasyonları intrakavernöz enjeksiyon kullanılır. İntrakavernözal basınç 30, 60, 90, 120, 150 mm Hg düzeylerine lineer olarak yükselmelidir. Ayrıca, infüzyon hızıyla yükselen basınçlar arasında da yine lineer bir paralellik olmalıdır. Bu paralellik ve lineerite olmuyorsa düz kas gevşemesi yetersizdir. Venöz rezistansı değerlendirmek için idame dozu, basınç kaybı ve basınç-volüm yanıtı gibi parametreler kullanılır. İdame dozu: En önemli parametredir. İntrakavernözal basıncı 150(120-150) mm Hg düzeyinde tutabilmek için gereken infüzyon sıvısı düzeyidir. İyi bir kas gevşemesi sağlandığında bu değer 3 ml/dk’nin üzerindeyse venooklüzif disfonksiyon lehinedir. Basınç kaybı: İntrakavernözal basınç 150 mm Hg de sabitlendikten sonra infüzyon kesildiğinde 30 sn’den daha kısa sürede basınç kaybı oluyorsa venöz yetmezlik lehinedir. Basınç-volüm yanıtı: Bu değerin >1 mm Hg/ml olması normal venooklüzyonu gösterir. Tam bir düz kas gevşemesi sağlanarak yapılan kavernözometri, belirgin bir venooklüzif disfonksiyon gösteriyorsa, kaçağın yerini saptamak üzere kavernözografi farmakokavernosografi yapılır. Hastaların çoğunda birden fazla bölgede kaçak vardır. En sık görülen tip derin dorsal ven ve kavernözal ven kombinasyonudur. DICC günümüzde rutinde uygulanan bir tanı yöntemi olmaktan çıkmıştır. Dinamik infüzyon kavernözometri ya da kavernözografi (DICC) sadece vasküler rekonstrüktif cerrahi için potansiyel aday olarak düşünülen hastalar için uygulanmalıdır. 4.2.3.2.2.4 Kavernöz arter oklüzyon basıncı Penis kökünde, iki yan yüzden, bir Doppler probuyla kavernöz arter pulsasyon akımları kaydedilir. İşleme kavernözometriyle başlanır. Eski bir tanı yöntemi olan Penil-Brakial indeks tetkikinin bir modifikasyonu olan bu tetkikin verdiği bilgi sınırlıdır. 4.2.3.2.2.5 Nükleer görüntüleme Tc-99m ve işaretli eritrositler kullanılarak yapılan kan göllenme çalışmaları ya da Xenon-133 Washout çalış- 141 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon maları şeklinde uygulanır. Yaygın kullanım alanı bulamamıştır. psikiyatrik değerlendirme yapılmalıdır 4.2.3.2.2.6 Anjiografik tetkikler 4.2.4 TEDAVİ Pudendal ve intrapenil damarların, iliak arter bağlantısına kadar incelenmesi amacıyla selektif olarak yapılabilir. Birlikte intrapenil(intrakavernöz) papaverin verilmesi görüntülerin daha iyi olmasını sağlar. Özellikle pelvik travmalı hastalarda, izole arteriyel darlık düşünülen gençlerde ve arteriyel cerrahi onarım düşünüldüğü durumlarda yapılmalıdır. Yaygın aterosklerozu olan ve rekonstrüksiyon düşünülmeyen olgularda yapılmamalıdır. ED’li olguların tedavi stratejilerindeki öncelikli amaç, tek başına yakınmayı tedavi etmek değil, hastalığın etiyolojisini bulmak ve mümkünse bunu tedavi etmektir. 4.2.3.2.3 Nörojenik ED değerlendirme testleri NPTR’nin patolojik çıkması ya da anamnez ve fizik muayene, nörojenik bir ED’yi düşündürüyorsa çeşitli nörolojik testlere başvurulabilir. Bu testlerin spesifitesi düşüktür ve rutinde uygulanmazlar. Sakral sinirlerin otonomik ve somatik fonksiyonlarının bozuk olduğunu düşündüren barsak yakınmaları, sfinkter kontrol bozuklukları, dış genital bölgede his kaybı, ejakülasyon gücünde azalma, predispozan bir hastalık (DM, alkolizm, nörolojik hastalıklar, travma vb.) yoksa, genital bölgede dokunma, çimdikleme ve vibrasyon hissini aramak ve bulbokavernöz reflekse bakmak yeterlidir. Bu testler bozuk çıkarsa ya da nörolojik bir hastalık varsa bir nörolog tarafından daha spesifik testler yapılmalıdır. Bunlardan bazıları şunlardır: Penil biotesiometri: Penis derisinin vibrasyon hissinin eşik değerinin hesaplanmasıdır. Afferent duyu siniri n. dorsalis penis ve somatik sinir n. pudentus hakkında bilgi verir. DM ve alkol nöropatilerinin en erken bulgusu biotesiometrik bozukluklardır. Uyarılmış potansiyel testleri (Evoked potentials) Dorsal sinir iletim hızı: Bu değer normalde 23,5 m/sn olup, dorsal sinir somatosensöriel refleks arkının sağlamlığını gösterir Sakral sinir iletim hızı: Bu değer normalde 35 m/sn olup, pudental motor ve duyusal lezyonu birbirinden ayırır. Genitoserebral iletim zamanı: Normalde periferik iletim zamanı 12,4 m/sn, santral iletim zamanı 28,5 m/sn, total iletim zamanı 40,9 m/sn olup, afferent yolun periferik ve santral iletim hızlarını verir. 4.2.3.2.4 Psikiyatrik değerlendirme Uzun dönem devam eden primer ED’li genç hastalar (<40 yaş) için herhangi bir organik değerlendirmeden önce yapılacak psikiyatrik değerlendirme yardımcı olabilir. Hastalarda organik sorunlarla birlikte psikojenik problemler birlikte bulunabilir,bu durumlarda da psikojenik değerlendirmeler için psikolojik testler ve/veya 142 4.2.4.1 Risk Faktörlerinin eşlik ettiği ED’de yaşam tarzı yönetimi Yaşam tarzı değişiklikleri ve risk faktörlerinin düzeltilmesi, ED tedavisinde önce veya onunla birlikte gerçekleşmelidir (şekil 3). Yaşam tarzı değişiklikleri sigara içen, alkol tüketen, keyif verici madde kullanan ya da sedanter yaşam süren hastalara önerilebilir. 4.2.4.2 Düzeltilebilir ED sebepleri Yalnızca belli ED türlerinin özgül tedavilerle iyileşme potansiyeli vardır. Psikojenik ED: Psikoseksüel tedavi tek başına veya diğer tedavilerle beraber uygulanabilir; ancak zaman alır ve sonuçları değişkendir. Genç hastalarda görülen post-travmatik arteriyojenik ED: Cerrahi penis revaskülarizasyonunun uzun dönem başarı oranı %60-70’dir. Bu oran çeşitli merkezlerdeki araştırmalarda % 10-70 arasında değişmektedir. Korporo-veno-oklüzif işlev bozukluğu varlığı revaskülarizasyon için bir kontrendikasyondur. Hormonal nedenli ED: Testiküler yetmezliğin diğer endokrinolojik sebepleri dışlandıktan sonra uygulanacak olan testosteron replasman tedavisi etkindir. Prostat kanseri öyküsü olan ve prostatizm semptomları olan erkeklerde sakıncalıdır. Dijital rektal muayene, serum PSA ve hematokrit sayımı ile karaciğer ve prostat hastalığı gelişimi takip edilmelidir. 4.2.4.3 İlk basamak tedavi 4.2.4.3.1 Oral farmakoterapi Günümüzde ED tedavisinde ilk basamak oral farmakoterapidir. Fosfodiesteraz tip 5 (PDE5) enzimi penis kavernöz dokusunda siklik guanozin monofosfatı (cGMP) hidroliz eder. PDE5İ’ler düz kas relaksasyonu, vazodilatasyon ve penil ereksiyona yol açarak arteriyel kan akımında artışa neden olurlar. Bu grup içinde tüm dünyada lisans almış olan sildenafil, vardanafil ve tadalafilin yanı sıra bazı ülkelerde kullanılmakta olan udenafil, lodenafil, avenafil ve mirodenafil yer almaktadır (tablo 8). Bu ilaçların etkisini göstermesi için cinsel uyarı gerekmektedir. Sildenafil: Tablo-9. Fosfodiesteraz tip 5 inhibitörlerinin yan etkileri Yan etkiler Sildenafil Baş ağrısı %12,8 Flushing %10,4 Dispepsi %4,6 Nazal konjesyon %1,1 Baş dönmesi %1,2 Görme bozukluğu %1,9 Sırt ağrısı Myalji Piyasaya çıkan ilk PDE5İ’dir. Uygulandıktan 30-60 dakika sonra etkilidir. Ağır bir yağlı öğün emilimini azaltabilir ya da emilim süresini uzatabilir. 25, 50, 100 mg dozlarda uygulanır. Önerilen başlangıç dozu 50 mg’dir ve hastanın yanıtı ve yan etkilere göre uyarlanır. Etkinlik 12 saate kadar sürebilir. Pazarlama öncesi bir doz-yanıt çalışmasında, 24 haftalık tedaviden sonra, plasebo alan erkeklerde %25 olan iyileşme oranı 25, 50 ve 100 mg sildenafil alan erkeklerde sırasıyla %56, %77 ve %84 bulunmuştur. Her türlü ED hasta alt grubunun neredeyse tümünde sildenafilin etkinliği kanıtlanmıştır. Tadalafil Uygulandıktan 30 dakika sonra etkindir; fakat zirve etkinliği yaklaşık 2 saat sonra ortaya çıkar. Etkinlik 36 saat süreyle devam eder. Etkinliği besinlerden etkilenmez. 10 ve 20 mg dozlarda uygulanır. Önerilen başlangıç dozu 10 mg’dir ve hastanın yanıtına ve yan etkilere göre uyarlanır. Pazarlama öncesi doz-yanıt çalışmalarında, 12 haftalık tedaviden sonra, plasebo alanlarda %35 olan ereksiyon iyileşme oranı 10 mg ve 20 mg tadalafil alan erkeklerde sırasıyla %67 ve %81 olmuştur. Bulgular pazarlama sonrası çalışmalarda da doğrulanmıştır. Tadalafil ayrıca tedavisi güç alt gruplarda da ereksiyonu iyileştirmiştir. Vardenafil Uygulandıktan 30 dakika sonra etkindir. Yağlı öğün etkisini >%57 azaltır. 5, 10 ve 20 mg dozlarda uygulanır. Önerilen başlangıç dozu 10 mg’dir ve yanıta ve yan etkilere göre uyarlanır. Pazarlama öncesindeki doz-yanıt çalışmalarında 12 hafta tedaviden sonra plasebo alan erekeklerde %30 olan ereksiyon iyileşme oranı 5,10 ve 20 mg vardenafil alan erkeklerde sırasıyla %66, %76 ve %80 olmuştur. Etkinlik pazarlama sonrası çalışmalarda da doğrulanmıştır. Vardenafil ayrıca tedavisi güç alt gruplarda da ereksiyonu iyileştirmiştir. Son yıllarda 10 mg sublingual hızlı emilim formları da piyasaya çıkmıştır. Farklı PDE5İ’nin seçimi veya tercih edilmesi Vardenafil %14,5 %4,1 %12,3 %4,3 %2,3 0 %6,5 %5,7 Tadalafil %16 %12 %4 %10 %2 <%2 PDE5İ seçimi cinsel birleşme sıklığına (ara sıra kullanım veya düzenli tedavi, haftada 3-4 kez) ve hastanın ilaçla ilgili kişisel deneyimine bağlıdır. Hastaların bir ilacın kısa veya uzun etkili olup olmadığını, olası dezavantajlarını ve nasıl kullanıldığını bilmeleri gerekir. İsteğe bağlı veya kronik PDE5İ kullanımı PDE5İ ihtiyaç halinde kullanılan bir tedavi olarak piyasaya sürülmesine karşın 2008’de tadalafil 2,5 mg ve 5 mg dozlarda sürekli, her gün kullanım için de ruhsat almıştır. 12 hafta süreyle 5 ve 10 mg tadalafil günlük kullanımı ve 24 hafta süreyle 2.5 mg ve 5 mg tadalafil kullanımının değerlendirildiği iki çalışmada, günlük dozların iyi tolere edildiği ve bunun erektil fonksiyonu anlamlı derecede iyileştirdiği gösterilmiştir. Diyabetik hastalarda da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Günlük tadalafil planlı cinsel aktiviteden ziyade spontan cinsel aktiviteyi veya sık cinsel aktiviteyi tercih eden eşler için ihtiyaç halinde kullanılan tedavi dozuna alternatif sağlamaktadır. Günlük alınan doz, doz uyarlama zorunluluğunu ve cinsel aktivitenin zamanlı bağlantılı olması gereğini ortadan kaldırmaktadır. Diğer çalışmalarda kronik tadalafil tedavisinin endotel fonksiyonunu iyileştirdiği ve ilaç kesildikten sonra da kalıcı etkisi bulunduğunu göstermiştir; ancak ihtiyaç halinde tedavinin böyle bir etkisi yoktur. Bu saptama tip 2 diyabeti bulunan erkeklerde kronik sildenafil ile yapılan diğer çalışmada da doğrulanmıştır. Tersine, bir diğer bilimsel çalışmada 10 mg/gün günde tek doz uygulanan vardenafilin hafif-orta ED bulunan hastalarda ihtiyaç halinde vardenafil tedavisi ile karşılaştırıldığında, tedavi kesildikten sonra kalıcı bir etkisi gösterilememiştir. Yan etkiler ve kardiyovasküler güvenlik PDE5İ’nin yan etkilerinin birbirleri ile karşılaştırılması Tablo-9’da gösterilmiştir. Tüm PDE5İ’nin klinik çalışma ve pazarlama sonrası verilerinde miyokard infarktüsü oranlarında artış gösterilememiştir. Hiçbir PDE5İ stabil anjinası bulunan erkeklerde efor testi sırasında toplam efor zamanını veya iskemiye kadar geçen zamanı olumsuz etkilememiştir. Gerçekte, efor testlerini iyileştirme olasılıkları vardır. 143 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Şekil-3. ED için tedavi algoritması ED Tedavisi “İyileşebilir” ED sebeplerini tanı ve tedavi et. Yaşam stili değişikliği ve risk faktörü düzenlemesi. Hastaya ve partnerine eğitim ve danışmanlık sağla. Hastanın gereksinim ve beklentilerini tanı. Hastayla birlikte karar ver. Psikolojik ve medikal tedaviyi birlikte öner. İntrakavernöz enjeksiyonlar İntrauretral Alprostadil Vakum cihazları PDE5 İnhibitörleri Tedavinin sonuçlarını değerlendir. Erektil cevaplar Yan etkiler Tedavi memnuniyeti (tatmin) Yetersiz tedavi sonuçları Tedavi seçeneklerinin yetersiz kullanımı. Yeni danışmanlık ve öğretim sağla. Yeniden dene. Alternatif veya kombine tedaviyi düşün. Yetersiz tedavi sonuçları Penil protez implantasyonu Nitratların önceden kestirilemeyen hipotansiyon olasılığı nedeniyle tüm PDE5İ ile birlikte kullanımları kesinlikle kontrendikedir. Organik nitratlar ve PDE5İ arasındaki etkileşim süresi PDE5İ ve nitrata göre değişmektedir. Bir hastada PDEİ kullanırken anjina gelişirse, nitrogliserin yerine diğer anti-anjina ilaçları kullanılabilir veya uygun zamanın geçmesi beklenir (sildenafil veya vardenafil için 24 saat ve tadalafil için 48 saat). Genelde, PDE5İ’nin yan etki profili, hasta çoklu antihipertansif ajanları almakta iken bile kötüleşmemektedir. Alfa-bloker etkileşimleri Tüm PDE5İ’nin alfa-blokerlerle etkileşebileceği ve bazı koşullarda ortostatik hipotansiyon ortaya çıkabileceği görülmektedir. Güncel olarak sildenafilin prospektüsünde alfa-bloker aldıktan sonraki 4 saat içinde sildenafil 50 veya 100 mg (25 mg değil) alınmaması konusunda bir uyarı vardır. Alfa-bloker ile vardenafil kullanımı öneril- 144 memektedir. Ancak, tamsulosin ile birlikte uygulanan vardenafil klinik olarak önemli hipotansiyon ile ilişkli bulunmamıştır. Tadalafil, tamsulosin dışındaki alfa-blokerleri alan hastalarda kontrendikedir. 4.2.4.3.2 Vakumlu konstriksiyon cihazları Bir vakumlu konstriksiyon cihazı (VKC) venöz kanı penise çekmek için penise negatif basınç uygular ve daha sonra penis kaidesine görülebilir, bir sıkıştırma bandı uygulaması yoluyla gelen venöz kan peniste kalır. Bu yöntem yaşlı hastalar için daha kabul edilebilirdir. Cinsel ilişki için tatmin edici ereksiyon olarak tanımlanan etkinlik %90 gibi yüksek bir orandadır. Tatmin oranları %27-94 arasında değişmektedir. 2 yıldan sonra uzun dönemli VKC kullanımı %50-64’e düşer ve genelde ilk 3 ayda cihaz terk edilir. Yan etkileri penis ağrısı, uyuşma ve ejakülasyon gecikmesidir ve hastaların %30’undan azında ortaya çıkar. 4.2.4.3.3 İkinci basamak tedaviler Oral ilaçlara yanıt alınamayan vakalara intrakavernöz enjeksiyonlar önerilebilir. Alprostadil ED’nin intrakavernöz tedavisi için ruhsat alan tek ilaçtır. 5-40 μg dozlarda intrakavernöz tedavi için en etkin monoterapidir. Ereksiyon 5-15 dakika sonra görülür ve enjekte edilen doza göre sürer. Etkinlik oranı %70 civarındadır ve enjeksiyonların %94’ünden sonra cinsel aktivite bildirilmiştir. Tatmin oranları hastalarda %87-93,5, partnerlerde %86-90,3 olarak bildirilmiştir. Tedaviyi bırakma oranları %41-68 arasında olup çoğu ilk 2-3 ay arasında olmaktadır. Komplikasyonları arasında penis ağrısı, uzun süreli ereksiyon, priapiam ve fibrozis yer almaktadır. İlaç kombinasyonları ile (başlıca alprostad il+papaverin+fentolamin) etkinlik %90’a kadar çıkabilir. Papaverin kullanıldığında fibrozisin daha sık olduğı saptanmıştır. PGE1 yarı-katı pellet olarak intraüretral yoldan uygulanabilir (125-1000 μg). Penis kaidesine yerleştirilen bant ortaya çıkan sertliği daha da iyileştirir. Klinik başarı oranı intrakavernöz enjeksiyonlardan daha düşüktür; fakat hastaların %70’i tedaviden memnun veya çok memnun kalmaktadır. Yan etkileri arasında lokal penil ağrı, baş dönmesi ve senkop ile üretral kanama yer almaktadır. Tunika albugineayı geçme zorluğu nedeniyle etkinliği sınırlı kalmıştır ve artık yaygın olarak kullanılmamaktadır. 4.2.4.3.4 Üçüncü basamak tedaviler (Penil protezler) Oral farmakoterapiye yanıt ermeyen veya kalıcı çözüm isteyen hastlarda penil protez implantasyonu düşünülebilir. İki tip protez bulunmaktadır: Bükülebilir (semirijid) ve şişirilebilir (iki veya üç parçalı). Penil protez implantasyonu ED için en yüksek memnuniyet oranına sahip tedavi seçeneğidir (%70-87). Penil protez implantasyonun iki ana komplikasyonu mekanik yetersizlik ve infeksiyondur. İnfeksiyon varlığı protezin çıkarılmasını, antibiyotik tedavisini ve protezin 6-12 ay sonra tekrar reimplantasyonunu gerektirir. Okunması önerilen kaynaklar Priapizm; seksüel uyarı ve orgazm sonrası veya seksüel uyarı olmaksızın 4 saati aşan tam veya kısmi ereksiyon şeklinde tanımlanmaktadır. Etyolojide en sık idyopatik faktörler yer almaktadır. Her yaş grubunda görülebilmekle birlikte en sık 5-10 yaş ve 20-50 yaş arasında ortaya çıkar. Genç yaş grubunda daha çok orak hücreli anemi, travma ve maligniteye bağlı ortaya çıkarken ileri yaşlarda daha çok intrakavernozal farmakolojik ajan kullanımına sekonder olarak gelişmektedir. Ayrıca pek çok değişik ilaç ve hastalık nadir de olsa priapizme yol açabilmektedir (Tablo 10). İskemik priapizm, iskemik olmayan priapizm ve tekrarlayıcı priapizm olmak üzere üç tipi vardır: İskemik priapizm (Düşük akımlı veya anoksik priapizm) En sık görülen priapizm şeklidir. Priapizm epizodlarının %95’i iskemik priapizm şeklindedir. Ereksiyon sırasında kavernozal düz kas gevşemesi sonucu arteriyel akım artarken venöz geri dönüş azalır. Daha sonra intrakorporeal basınç ortalama arter basıncını aşar ve arteriyel kan akımı azalmaya başlar. Devam eden ereksiyonla birlikte korporal kan akımının oldukça azalmış olması veya tam olarak durması söz konusudur. Bu durumda ilerleyici hipoksi, hiperkarbi ve asidozun eşlik ettiği zaman bağımlı değişiklikler ortaya çıkar. Başlangıçta ereksiyon ağrısız iken bir süre sonra ağrı ortaya çıkmaya başlar. Ereksiyon devam ettikçe ağrının artması kas nekrozu ile sonuçlanan doku hipoksisindeki artışa bağlıdır. Acil yaklaşım gerektiren iskemik priapizm tedavi edilmeden bırakılırsa veya geç tedavi edilirse düz kas nekrozu ve sonrasında fibrozis gelişir. Bu süreçte TGFbeta’nın önemli rol aldığı düşünülmektedir. Ortaya çıkan ultrastrüktürel değişikliklerin zamanlaması ile ilgili kesin bir süre olmamakla birlikte interstisyel ödem 12 saat, endotel hasarı 12-24 saat ve kas nekrozu 24-48 saat sonra gelişir. Oniki saat süren priapizm sonrası erektil disfonksiyon %44 oranında ortaya çıkarken 24 saatten fazla süre priapizmde bu oran %90’a kadar çıkmaktadır. İskemik olmayan priapizm (Yüksek akımlı veya arteriyel priapizm) Urologic Clinics of North America vol:34; 2007 Korpus kavernozum kan akımının düzensizliği söz konusudur. İskemik tipten farklı olarak penis tam rijit değildir ve ağrı da genellikle yoktur. Altta yatan etken genellikle iyatrojeniktir. Ayrıca konjenital arteriyel malformasyonlar, travma, malignansiler ve idyopatik nedenler de etiyolojide yer almaktadır. Kavernöz yapıda iskemi olmayacağı için hipoksi, hiperkarbi ve asidoz durumu ortaya çıkmamaktadır. Genellikle acil girişim gerektirmediği gibi priapizm atağı sonrasında genellikle erektil disfonksiyon da gelişmez. 4.3 Priapizm Tekrarlayıcı priapzim (İntermittant veya stuttering priapizm): Campbell-Walsh Urology 9th Edition Anafarta, Arıkan, Bedük Temel Üroloji 4. Baskı Smith Genel Üroloji 17. Baskı Hanno, Malkowicz, Wein Üroloji El Kitabı EAU 2009 Guidelines for Male Sexual Dysfunction: Erectile dysfunction and premature ejaculation Türk Üroloji Seminerleri Ağustos; 2010 145 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Tekrarlayan priapizmin mekanizması net olarak anlaşılamamıştır. Bununla birlikte etiyolojide nörojenik faktörler veya kavernozal endotelyal disregülasyonun rolü olduğu düşünülmektedir. Bu hastalarda anormal noktürnal penil tümesans paternleri görülebilir. Genellikle orak hücreli anemide görülür. Orak hücreli anemide priapizm görülme oranı yaklaşık %35 olup bunların % 72’si tekrarlayan tiptedir. Hem erişkin dönemde hem de çocukluk çağında ortaya çıkabilmektedir. Tekrarlayan priapizmde epizodlar genellikle yüksek akımlı (iskemik olmayan) şekilde ortaya çıktığından sorun oluşturmaz. Ancak acil tedavi gerektiren ağır iskemik epizodlar gelişebilir. İskemik priapizm geçiren hastalarda da tekrarlayıcı özellik gözlenebilmektedir. 4.3.1 Değerlendirme Priapizm atağı ile başvuran hastanın değerlendirilmesinde ereksiyon süresi, ağrının varlığı ve şiddeti, daha önce atak geçirip geçirmediği ve bu ataklar için uygulanmış tedaviler, erektil disfonksiyon varlığı ve bu nedenle kullandığı ilaçlar, kullandığı başka ilaç ve hormanlar, orak hücreli anemi ve hematolojik bozuklukların varlığı sorgulanmalı ve pelvik, perineal veya penis travması gözden geçirilmelidir. Penis inspeksiyonu ve palpasyonu ile penisin görüntüsü (ekimoz vs), ereksiyon rijiditesi değerlendirilir. Bu değerlendirmede priapizme yol açan durumun nadir de olsa tümör olabileceği akılda tutulmalıdır. Laboratuvar değerlendirmesinde; tam kan sayımı ve pıhtılaşma testleri öncelikle yapılması gerekenlerdir. Altta yatan orak hücreli anemi ise söz konusu ise orak hücreleri değerlendirmek için yayma ve hemoglobin elektroforezi yapılmalıdır. Lösemi, talasemi veya trombosit anomalileri gibi durumlar göz önünde bulundurulmalıdır. En önemli tetkik korporeal aspirasyonla elde edilen kanda kan gazı analizini yapmaktır. Bu yaklaşım iskemik ve iskemik olmayan priapizmin ayırıcı tanısında en önemli testtir. Aspirasyon sırasında kanın rengi ve yoğunluğunu gözlemek ek bilgi verebilir. Elde edilen kanın pH’sı, kısmi oksijen ve karbondioksit basıncı belirlenir (Tablo 11). Priapizmin değerlendirilmesinde penil renkli Doppler dupleks ultrasonografi (PDDU) ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. PDDU ile iskemik priapizmde penil kan akımı genellikle izlenmez iken iskemik olmayan priapizmde kavernozal arterlerde yüksek kan mevcuttur. PDDU sırasında penis ile birlikte perine ve tüm penil şaftın değerlendirilmesi önerilir. İskemik priapizm olgularında atak düzeldikten sonra PDDU ile akımın sağlandığı kontrol edilebilir. Penil anjiyografi ise başlangıç değerlendirmede önerilmez ancak embolizasyon planlanan yüksek akımlı priapizmi olan hastalarda tercih edilir. 146 İskemik ve non-iskemik priapizmin ayırıcı tanısında pratikte çok sık yer almamakla birlikte sintigrafik çalışmalar ve kavernozografi de kullanılabilir. Tc-99m ile yapılan sintgrafik değerlendirmede radyoaktif farmasötiğin dokuya alınımı fazla ise yüksek akımlı, az ise düşük akımlı priapizm tanısı koyulur. Kavernozografide gözlenen venöz staz düşük akımlı tipi, hızlı venöz drenaj ise yüksek akımlı tipi göstermektedir. Son zamanlarda priapizmin değerlendirilmesinde MR görüntülemenin yeri olabileceğine dair veriler ortaya çıkmıştır. Raplph ve ark tarafından medikal ve cerrahi tedaviye yanıtsız dirençli priapizmi olan (24-720 saat) 50 olgunun değerlendirilmesinde MR kullanılmış ve elde edilen bulgulara göre penil protez implantasyonu tercih edilmiştir. Buna göre; korpus kavernozumdaki düz kas nekrozunun derecesi MR’la belirlenerek definitif tedavi rahatlıkla uygulanabilmektedir. Ek olarak MR’la priapizme neden olabilecek olası bir metastaz odağı ve arterio-sinuzoidal fistüller görüntülenebilmektedir. Priapizm ile başvuran hastada anamnez, fizik inceleme, laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleri ile bir yandan etiyoloji aydınlatılmaya çalışılırken diğer yandan priapizmin tipi yani düşük akımlı veya yüksek akımlı priapiazm ayırıcı tanısı yapılmalıdır (Tablo 12). Çünkü bu ayrım tedavi yaklaşımını yönlendirecektir. 4.3.2 Tedavi Priapizm olgularında hastalığa yol açan primer neden aydınlatılmaya çalışılmalıdır. Tedavideki hedef ağrıyı ortadan kaldırmak, ereksiyonu sonlandırmak ve korporeal yapıların oksijensizlikten dolayı hasar görmesini önlemektir. Bu amaçla en az invaziv teknikten başlayan basamaklı tedavi yaklaşımı kabul görmektedir(Şekil 4). 4.3.2.1 Medikal tedavi 4.3.2.1.1 İskemik priapizm Bu olgularda başlangıç tedavisi olarak korpora kavernoza içerisindeki kan aspire edilir. Aspirasyon yöntemi ile priapizm olgularının %36’sı tedavi edilebilmektedir. Aspirasyonu takiben soğuk serum fizyolojikle intrakorporeal irrigasyonun etkili olduğu söylense de bunu destekleyen bilgiler oldukça sınırlıdır. Aspirasyon işleminde penise penoskrotal bölgeye yakın olacak şekilde 19-gauge kelebek iğne, saat 3 veya 9 hizasından batırılır, penis iğnenin hemen altından başparmak ve işaret parmağı arasına sıkıştırılacak şekilde tutulur. Penis yumuşayıncaya kadar kan aspirasyonu yapılır. Sonra parmaklar gevşetilip penisin tekrar kanla olmasına izin verilip tekrar sıkıştırılır ve aspirasyon işlemi tekrar edilir. Aspirasyona artık koyu renkli kanın Tablo 10. Priapizmin etyolojisi Alfa-adrenerjik reseptör antagonistleri Prazosin, terazosin, doxazosin, tamsulosin Antianksiyetikler Hydroxyzine Antikoagülanlar Heparin, warfarin Antidepresanlar ve antipsikotikler Trazodone, bupropion, fluoxetine, sertraline, lithium, clozapine, risperidone, olanzapine, chlorpromazine, thioridazine, phenothiazinler Anthipertansifler Hydralazine, guanethidine, propranolol Uyuşturucu maddeler Alkol, kokain, marijuana Genitoüriner nedenler Travma (pelvik travma, penil fraktür vs), perineal, arteriovenöz veya arteriokavernoz bypass cerrahisi, üriner retansiyon Hematolojik hastalıklar Orak hücre anemisi, lösemi, multipl miyelom, hemodiyaliz, G6PD eksikliği Hormonlar Gonadotropin-releasing hormon (hipogonadizm), testosteron Enfeksiyöz nedenler (toksinler) Akrep ısırığı , örümcek ısırığı , kuduz, sıtma Metabolik nedenler Amiloidoz, Fabry Hastalığı, Gut Neoplastik hastalıklar (metastatik veya lokal invazyon) Prostat, üretra, testis, mesane, rektum, akciğer, böbrek Nörojenik nedenler Sifiliz, spinal kord yaralanması, kauda equina kompresyonu, otonom nöropati, lumbar disk herniasyonu, spinal stenoz, serebral vaskülar yaralanma, beyin tümörü, spinal anestezi Vazoaktif erektil ajanlar Papaverin, Fentolamin, Prostaglandin E1, PDE5 inhibitörleri gelmediği, parlak kırmızı renkli kanın geldiği ana kadar devam edilir. Korporal aspirasyon başarılı olmazsa α-adrenerjik ajan enjeksiyonu veya irrigasyonu işlemine geçilir. Aspirasyonu takiben intrakavernöz sempatomimetik ajan enjeksiyonu 2003 AUA Rehber Paneli’nde önerilmektedir. Sempatomimetik ilaçlar kavernöz düz kaslarında kontraksiyon yaparlar. Laboratuvar ortamında yapılan deneyde korporal kasların bulunduğu çevrede yeterli oksijenasyon ve normal pH varsa fenilefrine karşı doz bağımlı kontraksiyon cevabı alınmaktadır. İnsanlarda ereksiyonun 6. saatinden sonra korporal çevrede zamana bağlı değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Hayvan modellerinde iskemik priapizmde progresif asidoz, hipoksi ve glukopeni ile birlikte düz kas kontraksiyonunda bozulmalar meydana gelmektedir. Uzamış priapizmli hastaların korpus kavernozum örnekleri in vitro yüksek doz fenilefrine kontraksiyon cevabı vermemektedir. Fenilefrin, α reseptörler üzerinde etkisi (inotropik, kronotropik kardiyak etkiler) olmayan selektif α1adrenerjik reseptör agonistidir. AUA’nın mutabakatla önerdiği bir ajandır (Fenilefrin yoksa etilefrin, efedrin, epinefrin, norepinefrin, meteraminol). Fenilefrin 200μg/mL olacak şekilde serum fizyolojikle sulandırılır. Bundan 0,5-1ml, 5-10dk aralıklı olarak maksimum doz 1mg olacak şekilde intrakavernöz olarak uygulanır. Enjeksiyonlar arasında aspirasyon yapılarak penis distal kısmının boşalması sağlanır. Takiben fenilefrin enjeksiyonu yapılıp penisin tekrar kanla dolmasına izin verilir. Sempatomimetik ajan tedavisinde ajanın fazla miktarda ve çok hızlı olarak verilmesi durumunda komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Başağrısı, akut hipertansiyon, refleks bradikardi, çarpıntı, terleme ve aritmiler görülebilir. Kardiyovasküler hastalığı bulunanlarda işlemin kan basıncı ve kardiyak monitörizasyon altında yapılması ve bir süre takip edilmesi önerilir. Hangi sempatomimetik kullanılırsa kullanılsın ilacın hazırlanış ve doz protokolüne azami dikkat gösterilmesi hayati önem taşımaktadır. Orak hücreli anemiye bağlı iskemik priapizm olgularında klasik tedavi analjezik, hidrasyon, oksijen, bikarbonat ve kan transfüzyonudur. Bununla beraber sistemik tedavi tek başına yeterli olamamaktadır. Korporal aspirasyon ve intrakavernöz sempatomimetik ajan enjeksiyonu ile yüksek başarı oranları bildirilmiştir. 147 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Tablo 11. Kan gazı değerleri Normal arteryel kan Normal miks venöz kan İskemik priapizm* PO2(mmHg) PCO2 (mmHg) pH >90 40 <30 <40 50 >60 7,40 7,35 <7,25 *İlk korporal aspirat 4.3.1.1.2 Stuttering priapizm Stuttering pripizm (SP) atakları 4 saatten kısa sürse de sayı ve süre olarak arttığında major iskemik priapizm etkisi yapabilir. Düşük dozda oral α adrenerjik ajan kullanımının yararlı olduğu ileri sürülmektedir. Orak hücreli anemisi olanlarda meydana gelen SP ataklarında da α adrenerjik ajan tedavisi etkili olabilmektedir. Yine bu hastalarda priapizm atağı başlamadan fosfodiesteraz tip 5 (PD5) inhibitörlerinin kullanılmaya başlanması rekürren priapizm ataklarını azaltmaktadır. Penis ereksiyon mekanizmasındaki androjenik etkiler düşünülerek SP’de gonadotropin-salgılayıcı hormon agonistleri ve antiandrojenlerin kullanılması düşünülmüştür. Bu ajanların SP’de kullanımı ile ilgili plasebo kontrollü klinik çalışmalar yoktur. Hormonal ajanların seksüel gelişimini tamamlamış, erişkin yapısına kavuşmuş kişilerde kullanılması gerekir. Kullanımı halinde seksüel disfonksiyon, jinekomasti, sıcak basmaları, infertilite gibi etkilerinin olabileceği bilinmelidir. 4.3.2.2 Cerrahi tedavi 4.3.2.2.1 İskemik priapizm Penis aspirasyonları ve sempatomimetik ajan enjeksiyonlarına rağmen priapizm devam ediyorsa, hastaya sempatomimetik ajan verilemiyorsa cerrahi tedavi yöntemlerini kullanmak gerekmektedir. 4.3.2.2.1.1 Şant ameliyatları İskemik priapizm süresi uzadıkça ereksiyon kaybı gelişme riski de artmaktadır. Uluslararası Seksüel Tıp Standartları Komitesi Birliği 72 saatte kadar olan iskemik priapizm olgularında şant ameliyatlarının yapılabileceğini bildirmektedir. Şant ameliyatlarında venöz obstrüksiyonun giderilerek penis kan sirkülasyonunun başlatılması, böylelikle kavernöz düz kas dokusunun Tablo 12. Priapizm ayırıcı tanısında temel özellikler İskemik priapizm Penil şaft Ağrılı Glans Yumuşak Aspirasyon materyali Koyu pH Asidotik pO2 Düşük Doppler dupleks ultrasonografi ↓arteryel akım 148 oksijenizasyonunun sağlanması amaçlanır. Bunun için penis distalinden başlayıp sırası ile korpora kavernozaglans penis, korpora kavernoza-korpus spongiozum veya korpora kavernoza-dorsal penil/safen ven arasında fistül oluşturma seçenekleri vardır. Perkütan yolla distal şant oluşturulması, teknik olarak kolay olması ve lokal anestezi altında uygulanabilirliği ile ilk seçenek olarak önerilir. Distal penil girişimlerden ilk akla gelen Winter şantıdır (Şekil 5). Geniş çaplı bir biyopsi iğnesi ile glans penisten perkütan yolla korpus kavernozuma doğru bir veya birkaç kez girilmesi şeklinde yapılır. Aynı işlem 11 numara bistüri kullanılarak yapılırsa Ebbehoj perkütan kavernozoglandüler şant yapılmış olur (Şekil 6). 10 numara bistüri glanstan korpus kavernozum içerisine batırıp 90o rotasyon yapıp çekildiğinde ise T şant yapılmış olur. Tek taraflı uygulamadan sonra penis 15 dakika kadar flask halde kalmıyorsa veya tekrar rijid hale geliyorsa T şant işlemi karşı korpus kavernozuma da uygulanır. İskemik priapizm süresi 36 saatin üzerindeyse derhal bilateral T şant açılıp 20Fr dilatatörün açılan fistül traktüsünden korpus kavernozum içerisine kruslara doğru itilmesi önerilir. Bunun yerine glansa yapılan 2 cm’lik transvers bir kesiden korpus kavernozuma ulaşılıp küçük bir tunika albuginea parçasının eksize edilip takiben glansın sütüre edildiği Al-Ghorab korporoglandüler şant işleminin bir modifikasyonu olan “korporal snake” manevrası tercih edilebilir. Bu teknikte, genel anestezi altında glans dorsalinde 2 cm’lik kesi yapılıp korpus kavernozumların distal kısımları askıya alınarak insizyonyapılır. Deoksijene kan boşaltılıp her iki korpus kavernozum 7/8 hegar bujisiyle buradan birkaç cm ilerisine kadar dilate edilerek kan ve pıhtının boşaltılması sağlanır. Penis, yapılan manuel kompresyon ile flask hale getirilip glans sütüre edilir. Üretral kateter takılıp, çok hafif olacak şekilde penis kompresyonu yapılır. İskemik priapizm cerrahi tedavisinde başarıyı getiren faktörler; pıhtının boşaltılması, kavernöz kan akışının yeniden başlaması ve oluşturulan şantın iyi çalışması- Noniskemik priapizm Rahatsızlık hissi Sert Berrak kırmızı Normal Normal ↑arteryel akım Öykü ve Fizik muayene Priapizm Altta yatan sebebin tedavisi Doppler USG ve/veya Kavernöz kan gazı İskemik İskemik değil Aspirasyon+/- irrigasyon İntrakavernöz sempatomimetikler Gözlem DÜZELME Distal şant Arteriyografi, Embolizasyon Cerrahi ligasyon Proksimal şant Şekil 4. Priapizmde tedavi akış şeması. dır. Şantın iyi çalıştığı gelen kanın parlak kırmızı renkli olmasından, intrakavernöz basıncın düşmesinden, peniste detumesans olmasından ve renkli penil Doppler ultrasonda kavernöz arter kan akımının yeniden başlamasından anlaşılabilir. Şant işlemlerinde görülen komplikasyonlar; peniste ödem, hematom, enfeksiyon, üretral fistül, peniste nekroz ve pulmoner emboli olarak bildirilmektedir. Distal şant teknikleri yetersiz kaldığında alternatif proksimal şant prosedürleri uygulanır. Bunlardan Quackles şant tekniğinde transskrotal veya transperineal yaklaşımla korpus kavernozum ve korpus spongiozum üzerinde açılan pencereler birbirlerine anastomoz edilir (Şekil 7). Bu işlem iki taraflı yapılacaksa, üretra darlığı oluşumunu önlemek için karşı taraf şantı ilk yapılan taraftan 1cm kadar farklı bir seviyeden yapılmalıdır. İşlemin tek veya iki taraflı yapılmasının avantajı hususunda karşılaştırmalı çalışma yoktur. Korpus kavernozum-korpus spongiozum şantlarında üretral yaralanma riski olduğu unutulmamalıdır. Grayhack tekniğinde ise safen ven, korpus kavernozumda açılan bir pencereye uç yan anastomoz edilir (Şekil 8). Alternatif olarak distal kısmı bağlanan derin dorsal penil venin proksimal ucu, korpus kavernozum üzerinde açılan pencereye uç yan olarak da anastomoz edilebilir (Barry şantı) (Şekil 9). İskemik priapizmde ven anastomozlarının sonuçlarını birbirleriyle karşılaştıran çalışmalar yoktur. Safenofemoral ven trombozu ve pulmoner emboli yönünden ciddi risk olduğu bildirilmektedir. İskemik priapizm tedavi edilmediğinde korpus kavernozumda fibrozis, penis boyunda kısalma ve erektil disfonksiyon gelişmektedir. Böyle olgularda penis protezinin konmasının güçleştiği bilinmektedir. Bazı araştırmacılar sempatomimetik tedavi ve şant tedavilerine cevap vermeyen iskemik priapizm olgularında henüz korporal fibrozis ve penis boyunda kısalma olmadan erken protez implantasyonunun yapılmasını önermektedirler. Protezin medikal tedaviden, açık distal veya proksimal şant opeasyonundan sonra mı konulacağı hususu tartışmalı olmakla beraber MRI’da veya kavernöz biyopsisinde kavernöz trombüs ve düz kas nekrozu ile uyumlu bulguları olanlarda penil protezin konulması düşünülebilir. Bu olgularda protez enfeksiyonları ve revizyon oranları daha yüksek olabilmektedir. 4.3.2.2.1.2 Arteriyel (Yüksek akımlı-iskemik olmayan) priapizmde girişimsel anjiyografi 149 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Şekil 5. Winter Şantı. Şekil 6. Ebbehoj kavernozoglandüler şant. Arteriyel priapizm dokularda oksijenasyon problemi yaratmadığı için acil bir durum olarak kabul edilmez. Konservatif tedavi ile düzelme ve spontan rezolüsyon oranları %62’leri bulmaktadır. Bu olgularda başlangıçta -özellikle çocuklarda- yakın gözlem önerilmektedir. Buz uygulaması/ ilgili bölge veya perineye kompresyon yapılması gibi konservatif tedaviler uygulanabilir. Tedavide korporal aspirasyon ve sempatomimetik enjeksiyonunun yeri yoktur. Hemen tedavi olmayı talep eden hastalarda selektif arteriyel embolizasyon yapılmaktadır. İlk embolizasyon girişiminden sonra nüks oranı %40’ları bulabilmektedir. Embolizasyonun en önemli yan etkisi erektil disfonsiyon gelişebilmesidir. shunt in the treatment of priapism. J Urol 1972;108:97-100. 4.3.2.2.1.3 Arteriyel priapizm Konservatif tedavi veya embolizasyonu istemeyen hastalarda, risk ve faydaları iyice anlatılmak kaydıyla fistülün ligasyonu önerilebilecek tedavi yöntemidir. Girişimin sinüzoidlerde meydana gelen fistülün psödokapsül oluşturmasından sonra Dopper ultrason eşliğinde yapılması önerilir. Okunması önerilen kaynaklar Brant WO, Bella AJ, Garcia MM, Tantiwongse K, Lue TF. Priapism: Etiology, diagnosis and management. AUA Update Series 2006;25: Lesson 11. Winter CC. Cure of idiopathic priapism:New procedure for creating fistula between glans penis and corpora cavernosa. Urology 1976;8:389-91. Ebbehoj J. A new operation for priapism. Scand J Plast Reconstr Surg 1974;8:241-2. Brant WO, Garcia MM, Bella AJ, Chi T, Lue TF. T-Shaped Shunt and Intracavernous Tunneling for Prolonged Ischemic Priapism. J Urol 2009;181:1699-705. Burnett A, Pierorazio P. Corporal “Snake” Maneuver:Corporoglanular Shunt Surgical Modification for Ischemic Priapism. J Sex Med 2009;6:1171-6. Quackles R. Treatment of a case of priapism by cavernospongious anastomosis. Acta Urol Belg 1964;32:5-13. Sacher EC, Sayegh E, Frensilli F, Crum P,Akers R. Cavernospongiosum 150 Grayhack JT, McCullough W, O’Conor VJ Jr. and Trippel O.Venous bypass to control priapism. Invest Urol 1964;1:509-13. Barry JM. Priapism:treatment with corpus cavernosum to dorsal vein of penis shunts. J Urol 1976;116:754-6. Broderick GA, Kadioglu A, Bivalacqua TJ, Ghanem H, Nehra A, Shamloul R. Priapism: Pthogenesis, Epdemiology and Management. J Sex Med 2010; 7:476-500 Pohl J, Kleinhans G. Priapism: A three-phase cocept of management according to etiology and prognosis. Br J Urol 1986; 58:113-118. Lue TF. Physiology of penile erection and pathophysiology of erectile dysfunction and priapism. In Walsh PC, Retik AB, Vaughann DE Jr, Wein AJ, Kavoussi AR, Novick Ac, eds. Campbell’s Urology, 8th edn, WB Saunders, Philadelphia, 2002; pp 1610-96. Broderick GA, Haraway R. Pharmacologic erection: time dependent changes in the corporal environment. Int J Impot Res 1994; 6:9-16. Ul-Hasan M, El-Sakka AI, Lee C, Yen TS, Dahiya R, Lue TF: Expression of TGF-beta mRNA and ultrastructure alterationsin pharmacologically induced prolonged penile erection in the canine model. J Urol 1998; 160:2263-2266. Pryor JP. Priapism. In Whitfield HN, Hendry WF, Kirby RS, Duckett JW (eds). Textbook of Genitourinary Surgery. 2nd ed 1998: 1384-1389. Blackwell, Oxford. Adeyoju AB, Olujohungbe ABK, Morris J, Yardu-mian A, Bareford D, Akenova A, Akinyanju O, Cinkoti K, O’Reilly PH. Priapism in sicle cell disease: incidence, risk factors and complications- an international study. BJU Int 2002; 90:898-902. Hashmat AI, Raju S, Singh I, Macchia RJ. 99mTc penile scan: An investigative modality in priapism. Urol Radiol 1989;11:58-60. Bruhlmann W, Pouliadis G, Hauri D, Zollikofer C: A new concept of priapism based on the results of arteriography and cavernosography. Urol Radiol 1983; 5:31-36 Ralph DJ, Graffa G, Muneer A, Freeman A, Rees R, Christopher AN. The immediate insertion of penile prosthesis for acute ischaemic priapism. Eur Urol 2009; 56:1033-1008 Muneer A, Minhas M, Arya D, Ralph DJ. Stuttering priapism-a review of the therapeutic options. Int j ClinPract, 2008;62:1265-1270 4.4 Prematür ejakülasyon Şekil 7. Quackles şantı 4.4.1 Tanım Prematür ejakülasyon (PE), özellikle ülkemizde en sık karşılaşılan cinsel sorunlardan birisidir. Esas olarak kişinin kendisinin ve partnerinin tercih ettiğinden daha kısa bir süre içerisinde ejakülasyonun gerçekleşmesidir. Ancak gerçek anlamda tarifi kişiden kişiye ve partnere göre değişebilen bir durum olduğundan tam tanımlanması aslında çok zor olan bir durumdur. Kısa sürede boşalma yaşayan bir bireyin partneri ile bir sorunu olmayabildiği gibi, normal kabul edilebilecek bir sürede boşalmayı kontrol edebilen bir erkeğin partneri ile ilgili beklenti ve sorunları erken boşalma sorunu olarak karşımıza çıkabilmektedir. Masters ve Johnson, prematür ejakülasyonu, cinsel bir- Şekil 8. Grayhack şant tekniği. Kavernozo-safenöz şant. leşmelerin en az %50’sinde erkeğin partneri orgazma ulaşmadan ejakülasyonu olarak tanımlamışlardır. Ancak bu tanımlama kişiden kişiye ve partnerden partnere değişiklikler içerdiğinden ve karşıdaki partnerin de orgazm sorunu olmadığı varsayımını içerdiğinden tanım olarak yetersiz kalmaktadır. Godpodinoff, bunu açıklamak için global veya duruma bağlı olma üzere iki farklı prematür ejakülasyon tipi olduğunu belirtmiştir. Global , tüm cinsel denemelerde ortam veya partnerden bağımsız olarak şikayetin yaşanması, duruma bağlı ise bazı durumlarda ve bazı kişilerle yaşanan erken boşalma olarak tanımlanmaktadır. Prematür ejakülasyon ile tanımlardan en sık kullanılanı DSM- IV de yer alan tanımdır. Burada 3 önemli komponentin birlikte bulunmasının ‘prematür ejakülasyon’ tanımı için gerekli olduğu bildirilmiştir 1) Sürekli ve yineleyici bir biçimde, çok az bir cinsel uyarılma ile, kişinin iradesi dışında, vajinaya girme öncesi, girer girmez ya da hemen sonra ejakülasyonun olması 2) belirgin stres ve kişiler arası sorunlara yol açması 3) dış etkenlere bağlı olmaması. Tüm daha önceki tanımlamalarda olduğu gibi DSM-IV tanımlamasında da subjektivite ön plana çıkmaktadır. Objektif olarak boşalma süresinin ne olması gerektiği ile ilgili son yıllarda kullanılan en önemli kriter IELT ( intravajinal latency time- vajinaya girişden vajina içerisine boşalmaya kadar geçen süre) olarak kabul edilmektedir. Bunun ölçümünde kronometre kullanılmaktadır. Mevcut veriler 18-30 yaş grubu için IELT süresini 6,5 dakika olarak göstermektedir. Standart sapmalar hesaplandığında prematür ejakülasyon tanısı için bu sürenin 2 dakikanın altında olması kabul edilmektedir. Şekil 9. Barry şantı. Derin dorsal penil venin korpus kavernozuma anastomozu. 4.4.2 Epidemiyoloji Veriler bildirilen PE sıklıklarının, erektil disfonksiyondan farklı olarak yaştan bağımsız olduğunu göstermek- 151 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon tedir. Yazıların çoğundaki ortak görüşlerden birisi de aslında tam anlamı ile başarılı bir tedavi seçeneği konusundaki belirsizlikler ve bununla birlikte olan utanma duygusu nedeni ile hastaların çoğunlukla doktorlarına bu konuda başvurmadıkları yönündedir. Ulusal Sağlık ve Sosyal Hayat Araştırması (National Health and Social Life Survery- NHSLS) yaştan bağımsız olarak prematür ejakülasyon sıklığını %30 olarak bildirmiştir. Ülkemizde Türk Androloji Derneği’nin yaptığı bir kesitsel gözlem araştırmasında prematür ejakülasyon sıklığının %20 olduğu bildirilmiştir. Çeşitli Avrupa ülkeleri, Hindistan’da yapılan araştırmalarda da benzer oranlara rastlanmıştır. Irklar arası muhteme farklılıklar konusunda tekrarlanabilir araştırmalar olmasa da, çeşitli farklılıkların olabileceği konusunda araştırmalar bulunmaktadır. Carson ve ark., 2003’de yaptıkları bir araştırmada, erektil disfonksiyonu olmayan Hispanik kökenlilerin Afro-Amerikan kökenliler ve beyaz ırklara göre ejakülasyon sorunlarının daha fazla olduğunu bildirmiştir. Ülkemizdeki detaylı araştırmada, prematür ejakülasyon sorunu olanlarda eğitim durumu konusunda da ilginç veriler bildirmiştir. Buna göre üniversite mezunlarında oran, %36 iken ilkokul ve lise mezunlarında bu oran %60’a çıkmaktadır. 4.4.3 Patofizyoloji: PE’nin psikolojik bir sorun olduğu kabul edilmektedir ve erkek üreme organları veya sinir sisteminde bir patoloji ile ilişkilendirilmemiştir. Her iki partner de uyarı sorunu yaşayabilir ve hem duygusal hem de fiziksel olarak tatminsizlik yaşarlar. Evrimsel açıdan bakıldığında, mantık erkeğin dişiyi döllemesinde erken boşalmanın geç olanlara göre daha iyi olması gerektiğini göstermektedir. Hızlı boşalan bir erkeğin genlerini sonraki jenerasyonlara aktarması da bu durumda daha yüksek orandadır. İlkel insanlarda partnerini yeteri kadar hızlı dölleyemeyen bir erkek rakibi tarafından itilip hatta öldürülebilir. Bu da genetik olarak erken boşalmanın genlerimizde daha fazla kodlanmasının açıklaması olabilir. Psikolojik teori sıklıkla kabul edilen kavramdır. Buna göre iki önemli faktör bulunmaktadır. Birincisi puberte ve erken yaşlarda masturbasyon veya cinsel aktivite sırasında yakalanma korkusu ile erkekler erken boşalmaya programlanmışlardır ve bu durumun ilerideki yaşlardaki evlilik hayatında veya uzun süreli ilişkilerde normalleşme süreci oldukça zorludur. İkinci bir teori ise bayanlardaki uyarılma ve orgazm sürelerinin uzun olması üzerinedir. Bu durumda partnerin interkors öncesinde uyarılmasının üzerinde durmaktadır. 152 Sinir ileti ve latens süreleri, hormon profilleri gibi farklı fizyolojik parametreler üzerine yapılan araştırmalarda da erken boşalma şikayeti olanlar ve olmayanlar arasında farklılıklar bildirilmiştir. Bazı erkelerde hipereksitabilite ve genital organların aşısı duyarlılığının sempatik yolların down-regülasyonunu ve dolayısı ile de orgazm gecikmesini engellediği bildirilmiştir. Son zamanlarda orgazm patofizyolojisinde lumbar spinal kord içerisindeki bir grup sinirin varlığı gösterilmiştir. Bu sinir bölgesi beyindeki uyarıcı ve inhibitör dopaminerjik yolaklar ile bağlantılıdır. Bu yolakların aydınlatılması günümüzdeki ilaç geliştirilme çalışmalarının da ana hedefi olmaktadır. Testosteron seviyelerinin yüksek olmasının da erken boşalan erkeklerde daha sık görüldüğü yine bir başka bilgidir. Ancak bu konuda tedaviyi yönlendirecek bir yaklaşım ortaya konmamıştır. 4.4.4 Değerlendirme Herhangi bir tıbbi sorunu olmayan bireylerde erken boşalma tedavisini yönlendirecek veya değiştirecek herhangi bir laboratuar testi bulunmamaktadır. Eğer eş zamanlı erektil disfonksiyon da mevcut ise o zaman testosteron (total ve serbest) ve prolaktin seviyelerinin incelenmesi gerekebilir. Depresyon veya diğer psikolojik faktörlerin değerlendirilmesi için çeşitli genel ölçekler kullanılabilir. Ancak yine de tedavi yönlendirilmesi açısından bu aşamada psikiyatrik destek alınması gereklidir. Deneysel olarak sinir-ileti araştırmaları, hipofiz-hipotalamik aks incelemesi yapılması gibi farklı yaklaşımlar bulunmakla beraber bunların sadece araştırma amaçlı deneysel olduğunun bilinmesi gerekmektedir. 4.4.5. Tedavi Prematür ejakülasyon tedavisinde farklı yaklaşım seçenekleri bulunmaktadır. Burada esas olan partneri de tedavi sürecinin içerisine mümkün olduğu kadar dahil etmektir. Basamaklı olarak tedaviyi özetlediğimizde: 1. Erkeğin üzerindeki performans baskısının giderilmesi gerekir: 1. İlişki denendiğinde erken boşalma olduğu için ilk tedavi başarısı elde edilene kadar cinsel birleşmeden sakınılması gerekmektedir. İnterkors dışındaki birlikteliklerle ilişkinin devamı sağlanmalıdır. 2. Eğer daha ön sevişme veya cinsel uyarı sırasında ejakülasyon oluyorsa bunların tedavisinde psikolojik destek tedavisi alınmasında fayda vardır. 2. Master ve Johnson tarafından ileri sürülen seks terapisi yöntemleri hastalara ve partnerlerine öğretilmeli- dir. Bunlar arasında dur-başla tekniği, sık-bekle tekniği sayılabilir. Burada esas erkeğin boşalma hissini hissetmesini ve bunu kontrol etmesini sağlamaktır. Elle uyarı başlatılır, erkek boşalma hissini hissettiği anda durulur ve penis glansın altında sıkıca sıkılarak hissin geçmesi beklenir. Bu işlem her seferinde enaz 10 kez tekrarlanır. Koitusa bu egzersizi hasta kendisi yapabilir duruma geldikten sonra izin verilir. Benzer bir yaklaşım koitus için de yapılır. Bu durum hem partner hem erkek için orgazmı daha kaliteli kılar. santral opioid etkisi yanı sıra seratonin ve norepinefrin geri emilimini de inhibe etmektedir. Sinaptik düzeyde seratonin ve norepinefrin seviyelerinin arttırılmasının erken boşalma tedavisinde etkin olacağı varsayılmaktadır. Salem ve arkadaşları 2008 yılında plasebo ile karşılaştırıldığında tramadolun ejakülasyona kadar geçen süreyi arttırırken, cinsel birleşme memnuniyetini iyi tolere edilebilir bir şekilde sağladığını bildirmiştir. 3. Eğer erkek genç ve ereksiyon sorunu yok ise o zaman koitus öncesi boşalmış olması da erken boşalma tedavisinde etkin bir yaklaşım olabilmektedir. Daha ileri yaştakilerde bu çok etkin olmayabilir çünkü refrakter period uzamıştır. Waldinger M.D., Berendsen H.H., Blok B.F., et al. Premature Ejaculation and Serotonergic Anti-Depressants - Induced Delayed Ejaculation: The Involvement of the Serotenergic SystemBehavioural Brains Res. 1998 92(2):111-118 4. Erken boşalma tedavisinde en etkin tedavi yöntemi farmakolojik tedavilerdir. Bunlar tek başlarına ve daha kalıcı etki için seks terapisi ile birlikte kullanıldığında anlamlı düzelmeler sağlanabilmektedir. American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders. 4th ed. Washington, DC: APA Press; 1994. a. En sık kullanılan ilaç grubu seratonin- gerialınım inhibitörleridir ( SSRI). Bu aslında ilacın bir yan etkisidir ancak hem seratonin üzerinden boşalma geciktirilirken hem de anksiyete giderici etkileri ile destek de olabilmektedir. Ancak bu ilaç grubunun kullanılmasında dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ilacın ancak kronik kullanımında etkin olduğu ve etkinin başlaması için ise enaz 10 günlük bir yükleme sürecinin olması gerektiğidir. Ayrıca bazı durumlarda uygun SSRI seçilmediğinde hastalarda cinsel isteksizlik belirtileri de olabilmektedir. Özellikle ED olgularında cinsel fonksiyon yan etkisi düşük olan bupropion veya venlafaksin tercih edilmelidir. SSRI yapısında olan prematür ejakülasyon tedavisi için onayı olan tek ilaç dapoksetin dir. Bunun dışındaki SSRI grubu ilaçlar off-label kullanılmaktadır. Dapoksetini diğer SSRI grubu ilaçlardan ayıran en önemli özellik kısa etkili ve ihtiyaç durumunda ( on-demand) kullanılır durumda olmasıdır. Bu şekilde ilacın etkili olması için diğer SSRI grubundakiler gibi 10 günlük bir bekleme süresi gerekmemektedir ,Dapoksetinin yan etki profili diğer SSRı grubundaki ilaçlardan faklı değildir. Waldinger MD, Zwinderman AH, Olivier B, Schweitzer DH (2005). “Proposal for a definition of lifelong premature ejaculation based on epidemiological stopwatch data”. The journal of sexual medicine 2 (4): 498–507 b. SSRI- benzeri etkileri olan bazı trisiklik antidepresanlarda da (TCA) benzer etkiler görülebilmektedir . c. Lokal anestezik içeren krem/sprey kullanımı da sık tercih edilen yöntemlerden birisi olmasına karşın aslında kullanımı o kadar da kolay değildir. Bu yöntemin kullanımında erkek krem kullandıktan sonra prezervatif de kullanmak durumundadır. Aksi durumda anestezik madde bayan partneri de etkilediğinden partnerde sorunlar yaşanabilmektedir. , d. Opioid analjezikler de prematür ejakülasyon tedavisinde etkili olabilmektedir. Bu konuda en fazla bilgi tramadol konusunda bulunmaktadır. Tramadol zayof Okunması önerilen kaynaklar Godpodinoff M.L. Premature Ejaculation: Clinical Subgroups and Etiology Journal of Sex and Marital Therapy 1989; 15(2):130-134 Waldinger MD, Quinn P, Dilleen M, Mundayat R, Schweitzer DH, Boolell M (2005). “A multinational population survey of intravaginal ejaculation latency time”. The journal of sexual medicine 2 (4): 492–7 Laumann EO, Paik A, Rosen RC. Sexual dysfunction in the united statesprevalence and predictors. JAMA. 1999;281(6):537-544 Serefoglu, E. C., Yaman, O., Cayan, S., Asci, R., Orhan, I., Usta, M. F., Ekmekcioglu, O., Kendirci, M., Semerci, B. and Kadioglu, A. (2011), Prevalence of the Complaint of Ejaculating Prematurely and the Four Premature Ejaculation Syndromes: Results from the Turkish Society of Andrology Sexual Health Survey. Journal of Sexual Medicine, 8: 540–548 Verma KK, Khaitan BK, Singh OP. The frequency of sexual dysfunctions in patients attending a sex therapy clinic in north India. Arch Sex Behav. Jun 1998;27(3):309-14 Giuliano F, Patrick DL, Porst H, La Pera G, Kokoszka A, Merchant S, et al. Premature ejaculation: results from a five-country European observational study. Eur Urol. May 2008;53(5):1048-57 Frewen A, Rapee RM, Bowden P, Lagios K. Regional differences in men attending a sexual health clinic in Sydney for premature ejaculation. J Sex Med. Nov 2007;4(6):1733-8. Buvat J. Pathophysiology of premature ejaculation. J Sex Med. Oct 2011;8 Suppl 4:316-27 Peeters M, Giuliano F. Central neurophysiology and dopanergic control of ejaculation. Neurosci Biobehav Rev. 2008;32(3):438-53. Corona G, Jannini EA, Mannucci E et al. Different testosterone levels are associated with ejaculatory dysfunction. J Sex Med. August 2008;8:19918 Kilic S, Ergin H, Baydinc YC. Venlafaxine extended release for the treatment of patients with premature ejaculation: a pilot, single-blind, placebo-controlled, fixed dose crossover study on the short term administration of an antidepressant drug. Int. J. Adrol.2005; 28:47 Kendirci M, Salem E, Hellstrom WJ. Dapoxetine , a novel selective seratonin transport inhibitor fort he treatment of premature ejaculation . Ther Clin Risk Manag. June 2007; 3(2):277-89 Safarinejad MR. Comparison of dapoxetine versus paroxetine in patients with premature ejaculation: a double blind placebo controlled, fixed dose randomized study. Clin Neuropharmacol Sep-Oct 2006; 29(5): 243-52 Girgis SM, El-Haggar S, El-Ermouzy S. A double-blind trial of clompramine 153 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon in premature ejaculation. Andrologia, Jul-Aug 1982, 14(4):364-8 Henry R, Morales A. Topical lidocaine-prilocain spray fort he treatment of premature ejaculation: a prof of concept study. Int J. Impot Res. Aug 2003; 15 (4), 277-81 Busato W, Galindo CC. Topical anaesthetic us efor treating premature ejaculation: a double-blind, randomized, placebo-controlled study. BJU Int. May 2004;93(7):1018-21 Salem Ea, Wilson SK, Bissada NK, Delk JR, Helmstrom WJ, Cleves MA. Tramadol HCL has promise in on-demand use to treat premature ejaculation. J Sex Med. Jan 2008;5(19: 188-93 4.5 Peyronie hastalığı Hastalığın bilinen yaygın ismi Peyronié hastalığı olsa da, bazen indurasyo penis plastika ya da penil fibromatozis olarak da adlandırılır. İlk olarak 1561 yılında tıbbi literatürde benzer hastalıktan bahsedilmiş olmasına karşın bilinen ismini 1743 yılında hastalığı tanımlayan Farnsız hekim François Gigot de la Peyronié den alır. La Peyronié Fransa da Kral 15. Louis’nin cerrahı iken sınırlı sayıda hastada ki gözlemlerine dayanarak hastalığı “penisin üstünde oluşan tespih tanesi benzeri skar dokusu” şeklinde tanımlayarak adını hastalığa vermiştir. Peyronié hastalığı korpus kavernozum tunika albuginea’sının yapısında bulunan kollajen tertipinde, lokalize değişiklik ile karakterize ve penisde deformiteye yol açabilen bir konnektif doku hastalığıdır. Peyronié hastalarında ortaya çıkan lezyon çoğunlukla penisin dorsal tarafındadır. Nadiren hastalığa on yaşlarında saptandığı literatürde bahsedilsede, sıklıkla orta yaşlı erkeklerde görülür. Kafkas ırkında en sık 40-60 yaş aralığında görülmektedir. Hastalığın görülmesi yaş ile doğru orantılı olarak artmakta ve prevalansı % 0,4-9 gibi geniş bir aralıkta verilmektedir. 4.5.1 Etiyoloji Peyronie hastalığı çok eskiden bilinen ve üzerinde oldukça çok araştırma yapılmış olmasına karşın; etyolojisi hala tam olarak açıklanmış bir hastalık değildir. Bu nedenle etyoloji konusunda birçok hipotez ileri sürülmektedir, bunlardan en bilinenlerini gözden geçirelim: Tunika albuginea yapısının bilinmesi Peyronié hastalığının anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır. Korpus kavernosum çevresindeki tunika albuginea 2 tabakadan oluşmaktadır. İç tabaka sirküler yapıdadır ve penisin distal, yani pendülöz bölümde korpus kavernosumu 2 bölüme ayırıcı tarzda ortada septum ile devam eder. Septum her iki korpus kavernozumu tüm penis boyunca tam olarak ikiye ayırmasa da özellikle penis distal bölümünde olması penisin rijiditesine destek olmasını sağlar. Tunikanın dış tabakası longitudinal seyir 154 gösterir ve özellikle penis dorsal yüzünde daha belirgindir. Ayrıca penis ventral yüzünde septum kısmına yakın longitudinal tabaka ince olsa da bulunur. Penis yan bölgesinde longitünal tabaka çok incedir, bu nedenle yan taraf tunika labugineanın en dirençsiz bölgesidir. Penis kırıklarının bu yan bölgeden olması bu bölgenin zayıflığındandır. Tunika albuginea sağlam olduğu dorsal yüzde 3 mm kalınlığa ulaşırken, yan yüzde 1 mm kadardır. Tunikanın iki tabakalı olması (bilaminar) Peyronié hastalığın olası etyolojisinin açıklanmasında yardımcı olur. Penisin ereksiyonda iken gerçekleşen mikro travmalar (cinsel ilişkide ki vaginal penetrasyon) sirküler ve longitudinal tunika tabakaları arasında delaminasyona (özellikle septal bölge) yol açabilmektedir. Delaminasyon hasarı fibrinojen aktivasyonu ve takiben bölgeye makrofaj nötrofil ve mast hücre göçüne neden olur. Hasarın iyileşme sürecinde immün sistemi tarafından ortama verilen sitokinler, vazoaktif faktörler ve büyüme faktörler, lokal fibroblast ile lökosit artışı ve nihai sonuç olarak fibrin birikimi, fibrosiz artımı ve plak gelişimine yol açmaktadır. Bu teoriyi destekleyen çalışmalarda Peyronié hastalığı tanısı konulmuş çiftler ile yaş grupları benzer kontrol grupları karşılaştırılmış; hastalık olan erkeklerin öz geçmişlerinde, cinsel ilişki sırasında daha travmatik olan pozisyonlar, daha sık ve zorlu cinsel ilişki denedikleri dikkati çekmiştir. Bir başka çalışmada cinsel ilişki sırasında kadının üste olduğu pozisyonun penise daha travmatik olabileceği, bu pozisyonu daha sık deneyen çiftlerde Peyronié hastalığının daha sık görüldüğü söylenmiştir. Ayrıca Peyronié hastalığı olan erkeklerin ereksiyon sırasında penislerinin kontrol grubuna göre daha az rijid olduğu saptanmıştır. Bu durumun travma ile tunika albuginea dış ve iç tabakası arasında ayrılmaya (delaminasyon) neden olabileceği ileri sürülmüştür. Peyronié hastalığındaki plak yapısında bulunan kollajen tipleri araştırılmış normal skar dokusunda tip 1 ve 3 kollajen tespit edilirken, Peyronié plağında tip 3 kollajen oranının arttığı görülmüştür. Normal tunika albuginea yapısında bulunan elastik lif oranının azalmış olması, skar ve daha az elastik olan tip 3 kollajen liflerin artmış olması, oluşan skar/plak bölgesinin kısa kalmasına ve penil kurvatura yol açar. Tunika albugineanin avasküler yapıda olması da plak gelişiminde rol oynayabilir. Yukarıda anlatılan tekrarlayan minor travmalar sonrası gelişen hasarlanma ve sonrasında lokal artış gösteren büyüme faktörler, özellikle de transforming growth faktör β 1 (TGF-β) avasküler yapı nedeniyle ortamdan yeterince çabuk uzaklaştırılamamaktadır. Lokal artış gösteren TGF-β 1 enflamasyonun artışı ve iyileşme sürecinin bozularak devam etmesinin bir nedeni olarak suçlanmaktadır. TGF-β 1 platelet, makrofaj ve mast hücresi tarafından sentezlenen ve salındığında hücre yüzeyi reseptörlerine bağ- Resim 1: Dupytren Kontraktürü olup daha sonra Pey- Resim 2: Peyronié hastalarında en sık görülen dorsal deronié hastalığı ortaya çıkan 54 yaşında hasta. viasyonun evde çekilen fotoğraf ile tespiti. lanarak etkisini gösteren bir peptittir (konnektif doku sentez artışı ve kollajenaz inhibisyonuna neden olur). Patolojik skar dokusu oluşmasında rol oynadığı kabul edilen bir başka molekül de metaloproteinazdır. Matriks metaloproteinaz enziminin normal fonksiyonu dokuda protein parçalayıp ortadan kaldırmaktır (remodelling). Peyronié hastalığında matriks metaloproteinaz aktivitesinin azalması (down regulasyonu) sonucu skar dokusunun artışı ve hastalığın başlaması için olası bir mekanizma olarak açıklanmaktadır. Bu mekanizmaya benzer şekilde adı geçen bir başka molekül, bir proteinaz inhibitörü olan, α1-antitripsindir. Bu molekülün azalması kollajen metabolizmasında değişiklik ve skar dokusunda artış ve Peyronié hastalığının başlaması şeklinde yorumlanmıştır. Peyronié hastalığının genetik bir nedene de bağlanabileceği ileri sürülmüştür. Ziegelbaum M. ve Nyberg L. gibi araştırıcılar tek yumurta ikizlerinde HLA (Human Leukocyte Antigen) B 27 ve bazı ailelerde Peyronié hastalığı ile B 27 ilişkisi olabileceğini söylemişlerdir. Bu konuda HLA B27 en çok araştırılan antijen olmuştur. Peyronié hastalığı olan kişilerde otoimmün reaksiyonu başlatacak bir bakteri veya başka mikroorganizma olmaması bu teoriyi kanıtsız bırakmıştır. Serbest oksijen radikalleri (ROS= reactive oxygen species) Peyronié etyolojisinde üzerinde durulan bir başka madde olmuştur. Peyronié plağının başlangıçında enflamasyon ve bunu takiben artmış sitokin ve ROS sistemi bulunur. Bu mekanizma bozulmuş fibroblast fonksiyonu, artmış kollajen ve ekstrasellüler protein birikimi ve skar oluşumuna neden olur. Benzer patoloji hipertrofik skar, keloid oluşumu ve Dupuytren kontraktüründe de görülür. Peyronié hastalığının komorbiditeleri ve risk faktörleri: diabet, hipertansiyon, serum lipid metabolizması bozukluğu, iskemik kalp hastalığı, erektil fonksiyon bozuklu- ğu, sigara ve alkol tüketimi olarak sayılabilir. Dupuytren kontraktürü (Resim 1) Peyronié hastalığı olanlarda sıkca görülür (% 9-39). Dupuytren kontraktürü olanların ise % 4 ünde Peyronié hastalığına rastlandığı bildirilmektedir. Radikal pelvik cerrahi (örn: radikal prostatektomi) ya da üretral cerrahi girişimler (TUR-P, üretroskopi) Peyronié hastalığının oluşumunda rol oynayabileceği kabul edilen görüşlerdendir. 4.5.2 Fizyopatoloji ve doğal seyir Peyronié hastalığının oluşumunda propranolol, metotreksat kullanımı; E vitamini eksikliği, ya da seratonin yüksekliğinden şüphelenilmiştir. Paget kemik ve gout hastalığı gibi sistemik hastalıklar ile de ilişkilendirilmiştir. Hayvan modelleri ve hücre kültürü çalışmaları yapılmış olsa da halen fizyopatoloji yeterince anlaşılamamıştır. Hastalığın doğal seyrinin iki fazlı olduğu hemen herkes tarafından kabul görmektedir. Hastalık ilk olarak akut/ aktif dönem ile başlar, bu dönemde tunika albugineada enflamasyon söz konusudur ve ereksiyon sırasında ağrı, palpasyonla daha yumuşak plak/nodül ele gelir. Hastalığın kronik döneminde ağrı azalırken, plak daha sertleşmeye başlamıştır. Nodülün ilerlemesi ile ereksiyon sırasında penil deformite, ereksiyon sırasında penisin açılanması (deformitesi) artar. Hastaların klinik tanısı konulduktan sonra, takipleri sırasında eğrilik/kurvatur % 30-50 aranında daha da artar (progresyon), % 47-67 kadarında ise stabilleşir. Hastalığın spontan iyileşmesi literatürde %3-13 oranında bildirilmektedir. Spontan iyileşme bazı yazarlar tarafından Peyronié hastalığından farklı yorumlanmaktadır: Travma sonrası peniste enflamasyona bağlı eğrilik ve ağrı görüldüğü, fakat kontrolsüz yara iyileşmesi olmadan yani skar-plak gelişme safhasına girmeden, enfla- 155 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Resim 3: Lateral kurvatur gösteren Peyronié hastanın ev fotoğrafı. masyonun iyileşmesi sonucu olayın kendiliğinden düzeldiği şeklinde yorumlanmaktadır. Yoksa plak gelişimi sonrası geri dönüş/iyileşme beklenen bir durum değildir. Peyronié hastalarının tanısı konulduğunda yaklaşık 1/3 kadarında erektil fonksiyon bozukluğu (ED) gelişmiş olmaktadır. ED yakınması bulunan Peyronié tanısı almış kişilerin incelenmesinde özellikle venöz kaçak patolojinin önemli yer tuttuğu gösterilmiştir. Fakat bazı hastalarda ise organik patoloji saptanmadan da ED yakınmasının bulunduğu ve Peyronié hastalarınında psikolojik nedenin de ED ortaya çıkmasında payı olduğunu düşündürmektedir. Psikolojik etkilenmenin hastalığın kronik- stabil döneme girmesine karşın devam ettiği ve hastaların yaklaşık yarısında klinik depresyon bulunduğunu gösteren çalışmalar yakın zaman da literatürde yayınlanmıştır. Peyronié hastalarının % 35-45 kadarında erken döneminde ağrı en önemli yakınmadır ve hastalık başladıktan yaklaşık 12 ay gibi bir süre geçtikten sonra % 90 nında ağrı ortadan kalkar. 4.5.3 Semptomlar Peyronié hastalarının sıklıkla hekime gitmesine neden olan yakınmalar: ereksiyon sırasında peniste ağrı, peniste ereksiyon sırasında ya da yumuşak (flask) iken şekil bozukluğu, penisin boyunun kısalması, ele gelen plak/nodul, erektil fonksiyon bozukluğudur. Urogenital muayenede palpasyonla plak ele gelebilir. Plak çoğunlukla penisin dorsal yüzündedir. Helström WJG 2000 yılındaki araştırmasında tanı konulan hastaların yarıya yakınının peniste nodül olduğunun farkında olmadığını göstermiştir. Ereksiyon sırasında hastaların yakınmalarına neden olan ağrı, hastalığın akut dönemde olduğunun göstergesidir ve 12-18 ay kadar sürebilir ve daha sonra ağrı çoğunlukla (% 90) kaybolur. Plak sıklıkla penisin dorsalinde bulunduğundan penil bükülme yukarı doğru olmaktadır, ancak lateral ya da 156 ventral kurvatür de olabilir (Resim 2 ve 3). Nadiren tüm tunikayı saran plak kum saati deformitesinede yol açabilmektedir. Primentis P, 134 hastadan verdiği sonuçta dorsal eğilmenin % 77,6 olarak göstermiştir. Bir başka çalışmada ise dorsal bükülme % 45, ventral bükülme %30 olarak saptanmıştır. Hastalığın 1 yıldan uzun süredir sürdüğünü söyleyen 60 yaşın üstündeki hastalarda ED %55 iken, cinsel ilişkide bulunabilmekle birlikte bu süreçte ereksiyon kalitesinin bozulduğunu belirten hastaların oranı % 87 ye ulaşmaktadır. Ereksiyon sırasında ağrı hastalığın erken evre bulgusudur ve ağrı koitusa engel olabilecek dereceye varabilir. Bazı hastalar sabah ereksiyonunda da ağrı olduğunu belirtirler. Hastalığın ileri evrelerinde çoğunlukla enflamasyonun azalmasına bağlı ağrı ortadan kalkar. Hastalarda sıklıkla rastlanan ortak bir bulgu ereksiyonun plak olan bölgeye kadar iyi ve tatminkar olması, plağın distalinde ise penil rijiditenin azalmasıdır. 4.5.4 Değerlendirme Peyronié hastaların değerlendirilmesine semptomların şiddetinin ve süresinin saptanması ile başlanmalıdır. Anamnezde ereksiyon sırasında ağrı, penis üzerinde nodül/plak, penisde eğrilik/kurvatür, penis boyunda kısalma, erektil fonksiyon bozukluğu ayrıntıları ile sorgulanmalıdır. Anamnez sırasında hastanın psikoseksüel durumunun da araştırılması gerekebilir. Semptomların başlamadan önceki dönemde penise travma (üretral girişim, penis cerrahisi) sorgulanmalıdır. Eşlik edebilen fibramotozis ile giden diğer hastalıklar öncelikle Dupuytren kontraktürü (Resim 1), ya da benzer şekilde ayakta görülen Ledderhose hastalığı (plantar fibromatozis) olup olmadığı sorgulanmasında fayda vardır. Nadir olarak timpanosklerozisinde hastalığa eşlik ettiği görülmüştür. ED yakınması da olan hastalarda koroner arter hastalığı, diabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, sigara içme ve alkol kullanımı risk faktörü olarak anemnezde araştırılması unutulmamalıdır. Hastalığın aktif/erken evrede olmasının kriterleri: Semptomların kısa süreli olması; ereksiyon sırasında ağrının ve/veya penil eğriliğin devam etmesidir. Ağrının azalması ya da yok olması, penis eğriliğinin 3 ay kadar bir süredir durmuş olması, enflamatuar dönemin (erken/akut dönemin) sona erdiğini ve hastalığın kronik/ stabil döneme girdiğinin bir işareti olarak kabul edilmektedir. Hastalığın stabil döneme girdiğinin bilinmesi cerrahi müdahalede bulunulacak hastaların tespiti için önem taşır. Urogenital muayene sırasında palpasyonla nodül/plak ele gelmesi önemli bir bulgudur. Penisin boyu ölçülüp kayıt edilmelidir. Penis boyu ölçümü penis çekilip uzatılmış (streched) iken simfizis pubis ile glans uç kısmı arası ölçülerek yapılır. Bu sırada plak uzunluğu, şekli ve TABLO 13: Peyronié hastalarının tedavi şeçenekleri: I- II- Cerrahi olmayan tedavi: (Medikal Tedavi) a. Oral ilaç kullanımı: (E Vitamini; Potaba; Kolşisin; Tamoksifen; KarnitinPentoksifin) b. İntralezyonel tedavi: (Steroid; Verapamil; Klostridal kollajenaz; İnterferon) c. Topikal tedavi: ( Verapamil; İontoforez; ESWL; Vakum/traksiyon) Cerrahi tedavi: a. Kısaltıla tedavisi (Nespit, Plikasyon) b. Uzatılma tedavisi (Greft) c. Penil protez yaygınlığı da tespit edilmelidir. Erektil fonksiyon değerlendirirken her ne kadar Peyronié hastalarının ED sorgulanmasında geçerliliği tespit edilmemiş olsa da, hastaların bu yakınmaları IIEF (International Index of Erectile Function) ile sorgulanmaktadır. Hastalarda görülen nodül/plak boyutu olçümünde ve ED değerlendirmesinde sonografik (US) değerlendirme değerlendirmeyi yapan kişiye bağlı değişkenlikler göstersede en çok başvurulan inceleme seçeneğidir. Kalsifiye olmuş plak radyolojik düz grafilerde de görüntülenebilir. Kalsifiye olmamış plak görüntülenmesinde MR kullanılmakla birlikte tüm hastalarda gerekliliği tartışmalıdır. Doppler US incelenmesi ED yakınması olan veya tedavide cerrahi seçeneği düşünülen hastalar için uygundur. Penil eğriliği/kurvaturu en iyi tespit eden yöntem kişinin uygun şartlarda, örneğin evde ereksiyon halinde penisinin fotoğrafını çekmesidir (Resim 2). Erekte penisin 3 yönden çekilmiş fotoğrafları ile bu tespit yapılır. Kültürel düzeyi uygun hastanın penis erekte iken yukarıdan yandan ve karşıdan çektiği fotoğrafları, hem penisin ereksiyonu konusunda bilgi verirken, hem de eğriliğin 3 boyutlu olarak saptanmasına olanak verir. Kendi fotoğrafını çekip getiremiyecek hastalarda intrakavernozal vasoaktif maddeler ile suni ereksiyon oluşturup da penis eğriliği/kurvatur tespit edilebilir. 4.5.5 Tedavi Peyronié hastalığını tedavisi cerrahi ve cerrahi olmayan tedaviler olarak iki başlıkta toplanır. Cerrahi olmayan (konservatif/medikal) tedaviler de kendi içinde ağızdan ilaç kullanımı (oral tedavi); nodül içine ilaç verilmesi (intralezyoner) ve topikal tedaviler olarak 3 kısımda incelenir. Cerrahi tedavi şeçeneleri de plak bulunan bölgenin aksi tarafından penisin kısaltılması (plikasyon); plak bulunan bölgeninin uzatılması (greftleme) ve penise protez takılması olarak 3 grupta incelenebilir. (Tablo 13) 4.5.5.1 Cerrahi olmayan (medikal) tedaviler Konservatif ya da medikal tedavi hastalığın erken dönemi için daha uygundur. Hastalığı tanımlayan la Peyronié’de tedavide cıvalı kremler ve kaplıca (mineralli su) tedavisi önermiş olmasına karşın bugün birçok medikal tedavi seçenekleri vardır. Erken dönemde semptomlar kısa sürelidir ve özellikle de tunika albuginea da plak olgunlaşmamış ya da kalsifiye olmamıştır. Akut dönemde uygulanacak medikal tedaviler genellikle 6-18 ay süre ile uygulanır. Fakat hiç biri ideal tedavi sağlayamamıştır. En sık kullanılanları kısaca gözden geçirelim: 4.5.5.2 Oral tedavi E Vitamini (Tokoferol): Yağda eriyen bir vitamindir ve doğal anti-oksidan özelliği nedeniyle enerji metabolizmasında rol alır. Peyronié hastalığında ilk akla gelen ilaç olarak bilinir ve 1950 den beri kullanımaktadır, fakat penil eğrilik ve plak boyutunda olumlu gelişme sağladığı gösterilmemiştir. Kolay bulunması ve ucuz olması kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Günlük 400 U x2 sıklıkla önerilen dozdur. Kullanım sırasında anti kuagulatif yan etkisi olabilir ve yaşlı hastalarda dikkat edilmelidir. Potasyum para-aminobenzoat (Potaba): Potaba etkisini, monoamin oksidaz enzim etkisini artırarak, glukoz aminoglikan salgılanmasının çoğaltarak ve dokularda oksijen kullanımını yükselterek ve sonuçta dokularda antifibrotik etki yaparak gösterir. Weider W ve ark. 2005 yılında oniki ay süreyle 12 gr/gün kullanımda 103 hastada randomize plasebo kontrollu çift kör çalışmada plak boyutunda küçülme sağlamışlar, fakat ağrı ve penil kurvaturda düzelme gösterememişlerdir. Yüksek doz kullanımında bulantı, kaşıntı, soğuk terleme, konsantrasyon güçlüğü gibi etkilerin dışında ciddi yan etki olmamıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde Potaba kullanımı “olası olumlu etki” yapabilir olarak FDA (Food and Drug Administration) tarafından Peyronié hastalığında kabul edilmiştir. Temininde zorluk ve maliyeti kullanımındaki kısıtlamadır. Kolsişin: Gut hastalığının akut atak tedavisinde kullanılan bir ilaçtır ve anti-enflamatuar etkisi nedeniyle 157 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon Peyronié hastalarında denenmiştir. İlk sonuçları olumlu olarak görülmüştür, ereksiyon sırasında ağrıda, plak oluşumunda azalmada anlamlı şekilde düzelmeler gösterilmiştir. İlk denenen pilot çalışmada 60 Peyronié hastasında 0,5-1 mg/gün doz ile başlayıp 2 mg/gün doza çıkılıp 3-5 ay süreyle kullanılmış, kurvaturda düzelme %30; ağrının kaybolması %95 vakada saptanmıştır. Bulantı, kusma, diare ve şiddetli karın ağrısı görülen yan etkilerdir. Son zamanlarda 600 U E vitamini+ Kolşisin 2x1mg altı ay kullanımı sonrası plak boyutunda ve kurvaturda düzelme sağlanmış fakat ereksiyon sırasında ağrıda azalmanın ibuprofenden farklı olmadığı gösterilmiştir. Tamoksifen: Non steroidal östrojen reseptör antogonisti olan bir ilaçtır. Fibroblast hücrelerinden TGF- β1 sekresyonunu kontrol ederek Peyronié hastalarında etkili olduğu düşünülmektedir. 20 mg/gün dozunda kullanılmıştır, geç dönem Peyronié hastalarında etkisi plasebodan üstün olmadığı gösterilmiştir. Asetil ester (L) karnitin: Endotel hücrelerinde hücre içi kalsiyum seviyesini azaltır. Ve böylece fibroblastlarda ve kollajen üretiminde azalmaya neden olarak penisdeki fibrozisin azalmasına yol açacağı kabul edilir. Günlük 2 gr dozda 3 ay süreyle kullanılmaktadır. Aynı şekil ve dozda propionil L-karnitin de intralezyonel verapamil ile birlikte kullanılmış; plak boyutu, penil kurvaturu ve hastalık ilerlemesini tek başına verapamil kullanımına göre daha iyi düzeltmiştir. Pentoksifilin: Non spesifik fosfodiesteraz inhibtörüdür, TGF- β1 etkisini azaltarak ve fibrinolitik aktiviteyi artırarak etkisinin göstermesi beklenir. Nitrik oksit seviyesini artırarak Peyronié hastalığının ilerlemesini ve fibrozisi yavaşlatır. Pentoksifilin kullanımının plak boyut ve kalsiyum içeriğinde azalma olduğunu bildiren çalışma mevcuttur. Fosfodiesteraz tip 5 inhibitorü: Hayvan deneyi çalışmalarında foshodiesteraz tip 5 inhibitörü kullanımının plak yapısında kollajen/düz adale ve kollajen tip III/I oranını etkiliyerek apoptotik indeksi artırdığı ve plağı küçültebileceği gösterilmiştir. İnsan çalışmasında Chung E ve ark. 40 yaş üzeri otuzbeş erkekde 2,5 mg Tadalafil 6 ay süreyle penisde deformite yapmayan ve kavernöz cisimler arasındaki septumda ultrasonografik olarak saptanan skarın % 69 vakada azaldığını göstermişlerdir. 4.5.5.3 İntralezyonel tedavi Eskiden beri doğrudan lezyon içine yüksek konsantrasyonda ilaç ulaştırmak için bu yöntem denenmiştir. Steroid: Plak içine steroid enjeksiyonu fosfolipaz A2 inhibisyonu ve immün yanıtın baskılanması; enflamasyonun kontrol altına alınması ile kollajen sentezi azaltılmasını ve Peyronié hastalığının geriletilmesini hedefler. 158 Bu amaçla betametason kullanılarak yapılan bir araştırmada olumlu sonuç elde edilmemiş, fakat deri incelmesi ve doku atrofisi olmuştur. Verapamil: Kalsiyum kanal antagonisti olan bir maddedir. Verapamilin lezyon içine verilmesiyle kollajen, fibronektin ve glikoz-aminoglikan gibi matriks moleküllerinin metabolizmasında ki kalsiyum gereksinimi üzerinden ve ayrıca kollejenaz aktivitesini de artırarak etkili olduğu kabul edilir. Bu in vitro bulgulardan hareket ile hastalığın erken döneminde verapamil kullanımı ile fibroblast proliferasyonunun baskılanması ve plak oluşumun geriletilmesi düşünülmüştür. Kullanımda en önemli zorluk intralezyonel enjeksiyonun ne kadar ve nereye yapılacağı konusunun net olmamasıdır. Eğer kullanılacak ise hastalığın erken döneminde uygulanması tercih edilmelidir. Klostridal kollajenaz: Bakteriden elde edilir. Peyronié plaklarının yapısında bulunan kollajene karşı etki etmek üzere lezyon içine zerk edilen kollajenaz enzimidir. 1980’li yılların başında küçük hasta gruplarında (600014000 U) 3 ay süreyle kullanılmıştır. Penil deformitede % 36 düzelme görülürken kontrol grubunda düzelme % 4 olarak saptanmıştır. Temininde ki güçlük yaygın kullanımı zorlaştırmaktadır. İnterferon: İn vitro araştırmada interferon α-2b’nın Peyronié plağında fibroblast proliferasyonunda azalma ile birlikte, ekstraselüler matriks üretiminde ve kollajen salınımında düşüklük olduğu gösterilmiştir. Üç ay süre ile 10 ml serum içinde haftada 2 kez 5x106 U kullanımında HellstromWJ ve ark. penil kurvatur ve plak boyutunda azalmanın plasebodan iyi olduğunu göstermişlerdir. Hastalarda miyalji atralji hafif ateş gibi yan etkiler görülmüştür. 4.5.5.4 Topikal ilaç kullanımı İontoforez: Transdermal elektromotif ilaç kullanımı/ tedavisi olarak da adlandırılır. Bu yöntemle ilaçın transdermal geçişini artırmak amaçlanmıştır. Bu yöntemi kullanan bazı çalışmalarda verapamil 5 mg ya da deksametason 8 mg kullanılmış plak boyutunda ki azalmada ve kurvaturda olumlu etkisi gösterilmiştir. Belirgin bir yan etki görülmemiştir. Verapamil: Verapamil jel olarak (%15) günde 2 kez, dokuz ay gibi uzun süreli kullanımı ile penis ağrısı, kurvaturda ve plak boyutunda olumlu gelişenin olduğunu belirten Fitch WP ve ark. çalışması bulunmaktadır. ESWL: Nasıl etki ettiği bilinmemektedir. Şok dalgalarının etkisinden plağın zarar görmesi ile ortadan kalkmasına ya da ESWL dalgalarının etkisi ile plak bölgesinde vaskülerite ve ısı artışı olmaksı ve bu durumun makrofaj aktivitesini çoğaltarak plağın ufalmasına neden olabileceği düşünülmektedir. ESWL 2000 dalga ve haftada 4 Resim 4: Kadavra perikardının greft olarak kullanılması. Resim 5: Her iki nöro-vasküler bundl kaldırılarak safen ven greftinin uygulanması. * Nörovaskuler bundl ↑ Safen ven ve tunika albuginea sınırı kez önerilmiş fakat ağrının azalması dışında önemli bir olumlu etki görülmemiştir. Vakum aleti/traksiyon: Dupuytren kontraktürü bulunan hastalarda traksiyon uygulanmasının olumlu sonuçları bulunduğu bilgisinden hareketle benzer yöntem Peyronié hastalarında da denenmiştir. Traksiyon altı ay süre ile günde 2-8 saat uygulanması ile penil kurvaturda düzelme, penis boyunda uzama bildirilmiştir. Fakat traksiyon uygulamasının zorluğu ve diğer çalışmalarda anlamlı düzelme gösterilememesi tedavinin zayıf yanlarıdır. Traksiyonun benzer etkisi vakum aleti kullanılarak TABLO 14: Peyronié Hastalığının tedavisinde kullanılan greft tipleri. I- Otolog Greftler; a. Dernis b. Tunika albuginea c. Tunika vaginalis d. Temporal fasya e. Bukkal Mukoza II- Allogreft a. Kadavra Perikartı b. Kadavra fasya lata c. Kadavra dura matter d. Kadavra dermis III- Kseno greft a. Domuz ince barsak submokozası b. İnek perikartı c. Domuz dermisi IV- Sentetik greft a. Gore teks b. Dacron da denenmiştir. Üç ay süreyle günde iki kez 10 dakika süreyle uygulanmış ağrıda azalma kurvaturda 5-250 arasında düzelme etkisi olmuştur. Yukardaki tedavilerin kombinasyonları da denenmiş; fakat hiç biri, beraber veya tek başına yeterli düzelme sağlamadığı gibi, hastayı ve hekimi tatmin eder seviyede ve sürede olmamıştır. Bu durumda cerrahi tedavi seçenekleri devreye girmektedir. 4.5.6 Cerrahi tedaviler Medikal tedaviler daha çok ağrının giderilmesinde etkili olurken, özellikle peniste eğrilik nedeniyle düzenli cinsel yaşamını sürdüremeyen Peyronié hastalarının tedavisinde en iyi seçenek cerrahi yöntemler olmaktadır. Cerrahi yöntemlerin uygulanmasında öncelikli şart, hastalığın kronik/stabil döneme girmesidir. Hastalığın stabil döneme girmesinin göstergesi kesin olmamak ile birlikte genel kabul, en az üç ayı (tercihen 6 ay) geçen bir sürede semptomların ilerlemediğinin görülmesidir (ağrının azalması ve kurvaturun artmaması). Kronik/ stabil döneme hastalar genellikle semptomlar başladıktan 1-1,5 yıl sonra ulaşmaktadırlar. Erektil kapasitesi korunmuş Peyronié hastalarında iki yöntemle penil kurvatur düzeltilebilir: ya penisin eğrildiği (konveks) tarafın aksi tarafından penis boyu kısaltmak, ya da penisin eğrildiği (konkav) taraftan penis boyunu uzatmak. Komplike vakalarda sıklıkla her iki yöntem (kısaltma ve uzatma) birlikte uygulanmaktadır. Uzatma işlemi için tunika albugineaya yama (greft) koymak gerekmektedir. Eğer Peyronié hastasında erektil fonksiyon bozulması da mevcut ise bu sefer penil 159 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon protez takılması (implantasyonu) da gerekebilmektedir. Cerrahi tedavi uygulaması sırasında penis boyunda kısalma, ameliyat sonrası ereksiyon kapasitesinde azalma, penisde his azalması/kaybı; tam cetvel gibi düzelmenin olamayabileceği, plikasyon ya da greft dikişlerinin ameliyat sonrası ele gelebileceğinin hastaya anlatılması ve onam formunda bulunması psikolojik sorunları olan hastalar ve adli vakalar açısından önemlidir. 4.5.6.1 Kısaltma yöntemleri ilk olarak 1965 yılında Nespit RM konjenital penil kurvaturu alan üç vakada penis eğriliğinin düzeltilmesi için kısaltma yöntemini kullanmıştır. Bu teknik ile eğriliğin aksi tarafında transvers olarak tunika albugineadan eliptik şekilde yaklaşık 1 cm segment çıkarılması ile eğriliğin düzeltilmesi sağlanmıştır. Uzun dönemde vakaların ~%80’inde peniste tam düzelmenin sağlanmadığı ve yan etkilerinin (hipoestezi, eğriliğin tekrarlaması) nadir olduğu için tercih nedeni olmuştur. Hastaların en önemli şikayeti penis boyunun ~1-1,5 cm kısalmasıdır ve bu yakınma vakaların %85’inde görülmüştür. Peyronié hastalığında penisde zaten kısalma olurken, bir de ameliyata bağlı kısalık hastaların pek istemedikleri bir sonuçtur. Nespit ameliyatlarında eleştirilen yönü tunikadan bir segment/parça çıkarılmasıdır. Bu şekilde korpus kavernosum erektil dokusuna zarar verebileceği ön görülmektedir. Bu nedenle plikasyon tekniği göndeme gelmiştir. Bu yöntemde Nespit yöntemine benzer şekilde eğriliğin aksi tarafında parça çıkarılmadan penise uzunlamasına (longitudinal) kesi yapılmakta ve transvers olarak dikilmektedir. Plikasyon tekniğin bir diğer modifikasyonu da Ghulami SS ve Lue T tarafından önerilen tunikaya kesi yapılmadan uygulanan plikasyon tekniğidir. uyguladıkları sonuçları bildirmişlerdir. Plikasyon uygulamasında absorbe edilmeyen materyelin kullanılması rekurrens sorununu azaltmıştır. Plikasyon uygulamasının sonuçları Nespit yöntemine benzerdir. En önemli yan etki, penis boyunda kısalma ve plikasyon dikişlerinin cilt altında hissediler olmasıdır. 4.5.6.2 Uzatma yöntemleri Peyronié hastalarının penisde eğriliğin düzeltilmesi için bir başka teknik, eğriliğin olduğu, konkav tarafa, parça eklemedir (greftleme). Bu işlem sırasında Peyronié plağının çıkarılması, postoperatif dönemde sıklıkla venöz patolojiye bağlı ED ile sonuçlandığından plağın çıkarılması önerilmemektedir. Penisin konkav tarafının uzatılması için kullanılan çeşitli greft materyelleri mevcuttur (Tablo 14; Resim 4). Penisin uzatılması hastalar tarafında daha çok tercih edilmesine karşın; tekniğinin zor, operasyon süresinin uzun olması, ameliyat sonrası erektil kapasitede bozulma riskinin kısaltma teknikleri- 160 ne göre daha yüksek olması, işlem sırasında dorsal nörovasküler yapının disseke edilerek kaldırılması ile hissizlik olabilmesi, uygulamada kolay tercih edilen yöntem olmamasına yol açmaktadır (Resim 5). Bu yöntem özellikle konveks yönde kısaltma yapıldığında penis boyunun cinsel ilişki kurmakta ciddi sıkıntı yaşanacağı ön görülen hastalarda tercih edilmektedir. 4.5.6.3 Penil protez uygulaması Penil deformite ile birlikte erektil fonksiyon bozukluğu olan ve fosfodiesteraz tip 5 kullanmasına karşın yeterli rijiditeyi sağlayamayan Peyronié hastaları için bir seçenektir. Uygulanacak protez tipi tercihe göre değişmekle birlikte şişirilebilir protezler konfor açısından daha rahattır. Şişirilebilir protezlerin şişirme ve indirme işleminin hastalar tarafından arzu edilen şekilde rahat ve kolay olmaması, bükülebilir protezlerin de kullanımın kolay olması ve ucuz olması nedenleri ile bükülebilir protezlerin uygun hastalarda tercih edilebileceği de unutulmamalıdır. Okunması önerilen kaynaklar Akkus E, Carrier S, Rehman J, Breza J, Kadioglu A, Lue TF. Is colchicine effective in Peyronie’s disease? A pilot study. Urology;44: 291–295. 1994. Alenda O, Beley S, Ferhi K, Cour F, Chartier-Kastler E, Haertig A, Richard F, Rouprêt M: Pathophysiology and management of Peyronie’s disease in adult patients: an update. Prog Urol.;20(2):91-100, 2010. Brant WO, Dean RC, Lue TF; Treatment of Peyronie’s disease with oral pentoxifylline. Nat Clin Pract Urol; 3:111–115, 2006. Bekos A, Arvaniti M, Hatzimouratidis K, Moysidis K, Tzortzis V, Hatzichristou D; The natural history of Peyronie’s disease: an ultrasonography-based study . Eur Urol.;53(3):644-650, 2008. Chung E, Deyoung L, Brock GB. The role of PDE5 inhibitors in penile septal scar remodeling: assessment of clinical and radiological outcomes. J Sex Med; 8:1472–1477, 2011. Fitch 3rd WP, Easterling WJ, Talbert RL, Bordovsky MJ, Mosier M. Topical verapamil HCl, topical trifluoperazine, and topical magnesium sulfate for the treatment of Peyronie’s disease a placebo controlled pilot study. J Sex Med;4: 477–484, 2007 Gelbard MK, James K, Riach P, Dorey F. Collagenase versus placebo in the treatment of Peyronie’s disease: a double-blind study. J Urol;149:56–58, 1993. Gholami SS, Lue TF: Peyronie’s Disease. Urol Cli North America Vol 28, Nr: 2:377-390, 2001 Gur S, Limin M, Hellstrom WJ: Current status and new developments in Peyronie’s disease: medical, minimally invasive and surgical treatment options Expert Opin Pharmacother.; 12(6):931-944, 2011. Hatzimouratidis K, Eardley I, Giuliano F, Hatzichristou D, Moncada I, Salonia A, Vardi Y, Wespes E: Guidelines on Penile Curvature. Eur Urol (in press) 2012. Hellsrtom WJG, Bivalacqua TJ: Peyronié’s disease: etiology, medical, and surgical therapy. J Androl; 21(3): 347-354, 2000. Hellstrom WJG, Kendirci M, Matern R, Cockerham Y, Myers L, Sikka SC, Venable D, Honig S, McCullough A, Hakim LS, Nehra A, Templeton LE, Pryor JL:. Single-blind, multicenter, placebo controlled, parallel study to assess the safety and efficacy of intralesional interferon alpha-2B for minimally invasive treatment for Peyronie’s disease. J Urol;176: 394–398, 2006. Hellstrom WJG: Medical Management of Peyronie’s Disease. Journal of Andrology, Vol. 30, No.4, 2009. Jordan GH, Mc Cammon KA: Peyronie’s Disease, Campbell-Walsh Urology 10th ed. Editor-in chief Alan J. Wein; editors, Kavoussi, Novick; Partin; Peters. Vol:1, Chap. 28; 792-809, 2012. Nesbit RM. Congenital curvature of the phallus: report of three cases with description of corrective operation. J Urol;93: 230–232, 1965. Perimenis P, Athanasopoulos A, Gyftopoulos K, Katsenis G, Barbalias G:. Peyronie’s disease: epidemiology and clinical presentation of 134 cases. Int Urol Nephrol.;32(4):691-694, 2001. Pryor JP. Correction of penile curvature and Peyronie’s disease: why I prefer the Nesbit technique. Int J Impot Res;10:129–131, 1998. Raheem AA, Garaffa G, Raheem TA, Dixon M, Kayes A, Christopher N, Ralph D: The role of vacuum pump therapy to mechanically straighten the penis in Peyronie’s disease. BJU Int;106:1178–1180. 2010. Tal R, Hall MS, Alex B, Choi J, Mulhall JP.: Peyronie’s disease in teenagers. J Sex Med.; 9(1):302-308, 2012. Taylor FL, Levine LA. Surgical correction of Peyronie’s disease via tunica albuginea plication or partial plaque excision with pericardial graft: longterm follow up. J Sex Med;5:2221–8, discussion 2229–2230, 2008. Trost LW, Gur S, Hellstrom WJ: Pharmacological Management of Peyronie’s Disease. Drugs.; 67(4):527-545, 2007 . Weidner W, Hauck EW, Schnitker J. Potassium paraaminobenzoate (POTABA) in the treatment of Peyronie’s disease: a prospective, placebocontrolled, randomized study. Eur Urol;47:530–536,2005. Wilson SK. Surgical techniques: modeling technique for penile curvature. J Sex Med; 4:231–234, 2007, Ziegelbaum M, Thomas A Jr, Zachary AA. The association of Peyronie’s disease with HLA B7 cross-reactive antigens. A case report of identical twins. Cleve Clin J Med.;54(5):427-30, 1987. 4.6 Yaşlanan erkekte androjen eksikliği 4.6.1 Tanım Yaşlanan erkekte androjen eksikliği giderek önem kazanan bir sağlık problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en önemli nedeni ortalama insan ömrünün tıptaki gelişmelere paralel olarak giderek artması ve doğal olarak yaşlı nüfusun çoğalmasıdır. Bilindiği gibi yaşla birlikte erkekte testosteron seviyesi azalmaktadır. Ayrıca yaşlanan erkekte testosteronu bağlayarak çevre dokularda kullanımını engelleyen seks hormon bağlayıcı globülin seviyesindeki artış nedeniyle biyoyararlanımı olan testosteron seviyesi de düşmektedir. Bu durum da testosteron seviyesindeki azalmayla beraber yaşlanan erkekteki testosteron aktivitesindeki düşüşe neden olmaktadır. Düşük serum testosteron seviyesi ile birlikte yaşam kalitesini bozan ve birçok organda işlevsel bozukluğa yol açan bu klinik ve biyokimyasal tablo Yaş- lanan Erkekte Androjen Eksikliği olarak adlandırılır. Cinsel fonksiyon bozukluğu, libido azalması, ejakülasyon ve orgazm bozuklukları, yorgunluk, vücut kas kitle oranında azalma, depresyon, uyku bozuklukları, kemik mineral yoğunluğunda azalma ve buna bağlı kırıklar, vücut kıllanma ve deri ile ilgili bozukluklar bu klinik tabloda sıklıkla karşılaşılan belirtilerdendir. 4.6.2 Epidemiyoloji Bu alanda birçok çalışma yapılmış ve sağlıklı yaşlı erkeklerle karşılaştırınca ek hastalıkları olan erkeklerde yaşlanmayla birlikte hipogonadizm gelişmesinin daha sık olduğu gözlenmiştir. 40-49 yaş arası hastalarda %8, 50-59 yaş arasında %12, 60-69 yaş arasında %19, 7079 yaş aralığında %28 ve 80 yaş üzerindeki hastalarda %49 oranında testosteron düzeyinin 325ng/dl’nin altında olduğu bulunmuştur. Massachusets erkek yaşlanma çalışması sonuçlarına göre 30 yaşından itibaren total testosteron düzeyi yılda %1,6 oranında azalmaktadır. Total testosteron seviyesiyle birlikte serbest testosteron seviyesinde daha belirgin olmak üzere biyoaktif testosteronda da düşüş gözlenmektedir. Serbest testosterondaki düşüş 50-59 yaşlarında %9, 60-69 yaşlarında %34, 70-79 yaşlarında %68 olarak saptanmıştır. Biyoaktif testosteron ise sırasıyla bu yaş aralıklarında %7, %30, %44 ve %70 olarak dikkat çekmektedir. Bu nedenle özellikle klinik bulgusu olan ve testosteron düzeyi sınırda olan olgularda tanıyı atlamamak için biyoaktif testosteron ölçümü de gerekebilir. Androjen eksikliği ile erektil disfonksiyon (ED) arasındaki ilişki de çok dikkat çekicidir. ED’li erkeklerde testosteron düşüklüğü %19 oranında bulunmuştur. Özet olarak erkeklerde dolaşımdaki testosteron seviyesinde her yıl % 0,4-2 oranında bir azalma olmaktadır. Orta yaşlı erkeklerde androjen eksikliği sendromu kabaca % 6 oranında bulunmaktadır. Eşlik eden hastalıklar ve obezite bu oranı arttırmaktadır. 4.6.3 Fizyolojik prensipler Testosteronun gerekliliği intrauterin hayatta başlar. Gebeliğin 7-12. haftaları arasında erkekte seksüel gelişim başlar ve testosteron ile regüle edilir. Epididim, testis, vas deferens, prostat ve penis gelişimi için testosteron gereklidir. Özellikle ergenlik döneminde seks karakterlerinin kazanılması ve erişkin dönemdeki cinsel aktivite, istek ve ejakülasyon gibi fonksiyonların regülasyonunda da testosteron önem taşımaktadır. Nöronal ve endotelyal nitrik oksit sentazın regülasyonu androjenler tarafından sağlanmaktadır. Dolayısıyla düz kas miktarı ve işlevi testosteron ile regüle edilmektedir. Testosteron miktarındaki azalma ile korpus kavernozumda yağ dokusu birikim olduğu ve testosteron replasmanıyla bu durumun geri çevrilebildiği deneysel çalışmalarla gös- 161 IV. Üreme ve Seksüel Fonksiyon terilmiştir. Periferik vasküler regülasyonda da testosteronun önemi belirgindir. Testosteron düzeyi düşük ED li erkeklerde fosfodiesteraz tip 5 enzim inhibitörlerine yanıt alınamazken testosteron replasmanı sonrasında belirgin düzelme olduğu hem klinik hem de penil Doppler ultrason bulguları ile gösterilmiştir. Testosteronun bu etkileri onun dihidrotestosterona dönüşümüyle aktif halde gerçekleşir. Gecikmiş ergenlik Klinefelter sendromu/hipogonadizm Düşük testosteron seviyesinin eşlik ettiği cinsel işlev bozukluğu Hipogonadizmle beraber azalmış kemik kitlesi Hipopituiterizm Testiküler disgenezi ve hipogonadizm İnatçı ve çoklu belirti ve bulguları olan erişkin erkek 4.6.4 Tanı Testosteron tedavisi için kontrendikasyonlar ise aşağıdaki gibidir: Tanı androjen yetmezliğinin inatçı belirti ve bulguları ile birlikte en az iki kez güvenilir bir laboratuar yöntemiyle gösterilen testosteron düşüklüğü ile konur. Androjen yetmezliğini düşündüren klinik belirti ve bulgular aşağıda sıralanmıştır: Gecikmiş ergenlik Küçük testisler Erkek infertilitesi Vücut kıllanmasında azalma Jinekomasti Vücut kas oranı ve gücünde azalma Kemik mineral yoğunluğunda azalma ve kolay kırıklar Cinsel istek ve aktivitede azalma Erektil disfonksiyon Noktürnal ereksiyonda azalma Sıcak basması Mizaç değişiklikleri, yorgunluk ve sinirlilik Uyku bozuklukları Metabolik sendrom İnsülin direnci ve tip 2 DM Bilişsel faaliyetlerde azalma Bunların arasında en belirgin olan cinsel istek ve aktivite azalması ile sıcak basmalarıdır. Klinik belirti ve bulgularla birlikte biyokimyasal olarak da tanı doğrulanmalıdır. Total testosteron düzeyi en az iki kez güvenilir bir laboratuar yöntemiyle değerlendirilmelidir. Sınır değerler total serum testosteron düzeyi için 12.1 nmol/L ve serbest testosteron düzeyi için 243 pmol/L olarak belirlenmiştir. Total testosteron düzeyi 8-12 nmol/L olan erkeklerde veya serum seks hormon bağlayıcı globülin eksikliği olduğundan şüphelenilen erkeklerde serbest testosteron düzeyine de bakılması önerilmektedir. Ayrıca bazı özel durumlarda primer- sekonder hipogonadizm ayırımın yapabilmek için serum LH düzyine de ihtiyaç duyulabilir. 4.6.5 Tedavi Testosteron yetmezliği olan erkekte tedavinin amacı hastanın cinsel işlevlerini geri kazandırmak, kas gücü ve bilişsel faaliyetlerini iyileştirmek ve genel olarak ruh hali üzerinde olumlu kazanımlar sağlamaktır. Tedavi endikasyonları aşağıda sıralanmıştır: 162 Prostat kanseri PSA>4 ng/mL Erkekte meme kanseri Ciddi uyku apnesi Erkek infertilitesi Hematokrit >%50 BPH’ya bağlı belirgin alt üriner sistem belirtileri bulunması Tedaviye önce kısa etkili ajanlarla başlanması etki ve yan etki izlenmesi açısından önerilir. Testosteron replasman tedavisi genel olarak güvenilir ve etkin bir tedavi yöntemidir ve oral, intramüsküler veya transdermal olarak uygulanabilir. Testosteron undekonat: Oral olarak kullanılır, 6 saat arayla 2-6 kaps. uygulanır. Sık doz gereksinimi dezavantaj yaratır. Testosterone cypionate ve testosteron enanthate: 2-3 haftada bir intramüsküler enjeksiyon olarak uygulanır. Testosteron seviyelerinde fazlaca dalgalanmaya yol açabilir. Testosterone undecanoate: 10-14 haftada bir intramusküler enjeksiyon olarak uygulanır. Testosteron seviyelerinde dalgalanmaya yol açmaksızın daha sabit bir düzeyin sağlanmasında etkilidir. Transdermal testosteron: Jel veya deriye yapışan bantlar şeklinde uygulanır. Günlük uygulama gerektirir. Sabit serum düzeyleri sağlar. Deri irritasyonuna ve temas ile bir başka kişiye geçiş gibi riskleri vardır. Sublingual testosteron: Günlük doz gerektirir. Hızlı emilim ile fizyolojik düzeylere çabuk ulaşılabilir. Lokal iritasyon riski vardır. Bukkal testosteron: Bukkal tabletler şeklinde günde iki doz alınır. Hızlı emilim ile fizyolojik düzeylere çabuk ulaşılabilir. Lokal iritasyon ve ağrı riski vardır. Subdermal depo testosteron: 5-7 ayda bir subdermal implant olarak uygulanır. Uzun etki ve sabit düzey sağlar. İmplantın enfeksiyon ve dışarı çıkma riski vardır. Tedaviye yanıt ve yan etkiler açısından hastalar 3, 6 ve 12. aylarda ve daha sonra yılda birkez değerlendirilmelidir. Kemik yoğunluğu bozuk olan hastalarda 6. ve 12. aylarda kemik mineral dansitometri yapılmalıdır. Hematokrit takibi iyi yapılmalı ve anlamlı yükselme izlenirse tedaviye ara verilmelidir. 3,6 ve 12. aylarda PSA izlenmeli, rektal muayene yapılmalı ve sonra yıllık takiplere devam edilmelidir. Okunması önerilen kaynaklar European Association of Urology, Clinical Guidelines, 2012, Guidelines on Male Hypogonadism Harman SM, Metter EJ, Tabin JD. Longitudinal Effects of aging on serum total and free testosteron levels in healthy men. J Clin Endocrinol Metab. 2001 86(2): 724-731 Matsumoto AM. Andropause: Clinical implications of the decline in serum testosterone levels with aging in men. J. Gerantol A Biol Sci Med Sci 2002: 57 Kaufman JM, Vermeulen A. The decline of androgen levels in elderly men and its clinical andtherapeutic implications. Endocr Rev 2005 Oct;26(6):833-76. 163
Benzer belgeler
her hakki saklidir onderyaman.com
4.1.1 Tanım ve demografik veriler //Teoman Cem Kadıoğlu, Emin Aliyev 4.1.2 Öykü ve sistemlerin gözden geçirilmesi 4.1.3 İnfertil hastanın fizik muayenesi 4.1.4 Laboratuar testler 4.1.5 Diğer tes...
Detaylı© her hakki saklidir onderyaman.com
İnmemiş testis yenidoğan ve 1 yaşında olan erkek çocukların % 0,8’inde görülen ve fertilite statüsünü etkileyen bir patolojidir. Tek taraflı inmemiş testis öyküsü bulunan erkelerin % 50 si çift tar...
DetaylıArşiv Kaynak Tarama Dergisi Sperm Analysis
MD Craig S. Niederberger, MD Edmund S. Sabanegh, Jr., MD. Male Infertility EAU 2012 Guideline
DetaylıWHO Laboratuvar El Kitabı İnsan semeninin incelenmesi ve
Türk Üroloji Derneğine vermiştir. WHO Laboratuvar El Kitabı İnsan semeninin incelenmesi ve işlemlerden geçirilmesi BEŞİNCİ BASKI 1. Semen – kimyası. 2. Semen – laboratuvar el kitapları. 3. Spermato...
Detaylıolgu tartışmaları
olmak için sıcak ortam sağlanmalıdır. İnfertilite testis malignensileri için risk faktörü oluşturduğundan testis kitlelerini ekarte etmek için tüm testis yüzeyi dikkatle palpe edilmelidir. Testis h...
Detaylı