Beşiktaş - Galatasaray Roma - Lazio Man City

Transkript

Beşiktaş - Galatasaray Roma - Lazio Man City
- Say
20 Eylül 2013
ı 97
DERBi
VAKTi
Beşiktaş - Galatasaray
Roma - Lazio
Man City - Man Utd
Real Madrid - Getafe
PSG - Monaco
Estudiantes - Gimnasia
M
I
T
A
Y
A
H
#97 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Özcan
Erman Yaşar
Fırat Topal
Mustafa Demirtaş
Salih Demirci
Derbi
Futboldan keyif almanın birçok yolu var. Fakat derbiler futbolu
öylesine özel kılıyor ki günlerce öncesinde sonrasında taraftarlar
özel besteler üremeye çalışıyor, pankartlar hazırlıyor, tribün
şovları aylar öncesinden planlanmaya başlıyor. Futbolun sevildiği
tüm dünyada derbi heyecanın tavana vurduğu nokta. Süper
Lig’de yeni sezonun ilk derbisi ise Beşiktaş ile Galatasaray
arasında Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. Bu hafta sadece
Türkiye’de değil, dünyanın çeşitli noktalarını derbi heyecanı
sarmış durumda. İtalya’da Roma-Lazio, İspanya’da Real MadridGetafe, Fransa’da (para derbisi) PSG-Monaco, İngiltere’de CityUnited, Arjantin’de Estudiantes-Gimnasia La Plata. Hayatım
Futbol 97. sayısını derbilerin hikayelerine ayırdı.
Hayatım Futbol’da bu hafta ayrıca; Olimpiyat oyunları yarışını
kazanan Tokyo’nun neden küçük görülmemesini, Galatasaray’ın
Real Madrid’den nasıl 6 gol yediğini ve İrlanda’da Shamrock
Rovers-Cork City maç gezisini bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#97
Bu Sayıda
DERBi ÖZEL
Beşiktaş - Galatasaray
-Favori Beşiktaş
-Galatasaray’ı bekleyen
4 sorun
“TOKYO NE YA?”
2020 Olimpiyat Oyunları,
Buenos Aires’te yapılan oynama
sonucunda Tokyo’ya verildi. Peki
bu Tokyo gerçekten ne?
-Unutulmaz Derbiler
Roma - Lazio
Man City - Man Utd
Real Madrid - Getafe
PSG - Monaco
Estudiantes - Gimnasia
3 YAPRAKLI
YONCANIN PEŞiNDE
Hayatım Futbol için İrlanda’da,
“kafası iyi” adamların
ülkesindeyiz.
Salih Demirci
FAVORi BEŞiKTAŞ
Derbi Özel
Siyah-Beyazlılar ligin en hazır ve dirençli takımı. Derbi öncesi
öne çıkan artılar ve eksiler…
HF
#
97
Sezona 4’te 4 ile başlayan Beşiktaş, derbiye
favori olarak hazırlanıyor. Benzer bir başlangıç
2003-04 sezonunda gerçekleşmiş, şampiyon
takım olarak takip eden sezona takviyelerle
girilmesinin sonucu görülmüştü. Bu yıl
ise görece yeni ve kadro kalitesi yönüyle
rakiplerden daha zayıf bir takım var, ama
sahadaki Beşiktaş’ın şimdiye kadarki
görüntüsü bireysel güçler toplamının ötesinde.
Bursa deplasmanında elde edilen farklı
galibiyet ışığında Beşiktaş’ın artılarına ve bunu
yaratan faktörlere bakalım.
Motta, sert ve çabuk bir oyuncu. Bursaspor
karşısında görücüye çıkan Brezilyalı’nın ayrıca
iyi bir sol ayağı var, sezon içerisinde asistleri
ile Almeida’yı besleyebilir ve onun sayesinde
Olcay da hücumda daha fazla sorumluluk
alabilir. En önemlisi ise baskı yediğinde kırılgan
olan Beşiktaş savunma hattı, sıkıştığında
topu Ramon’a aktararak presi aşabilir. Onun
varlığı yalnızca sol bek bölgesine değil, Beşiktaş
savunma hattına ve takımın oyununa da büyük
güç kattı.
Gerçek bir sol bek
Görüldüğü kadarıyla huzurlu ve tatminkâr bir
çalışma ortamına sahip olan Slaven Bilic, işini
yoğun bir mesai ve kararlılıkla icra ediyor. Sezon
öncesindeki uzun kampların ifade ettiği anlam
şimdilerde takım üzerinden okunuyor. Sahaya
iyi yerleşen ve maç boyu oyunu daraltmayı
becerebilen takımı uzun dakikalar koruyabildiği
Beşiktaş’ın uzun süredir en sorunlu ve eksik
yeri olan sol bek bölgesi, nihayet mevkiinin
gereklerini ortalamanın üstünde kalitede yerine
getirebilen bir oyuncuya kavuştu. Rakipler artık
Beşiktaş’a karşı hücum ederken sağ kanadı
ezbere kullanamayacak. Yeni transfer Ramon
Esnek hoca Bilic
oyun disiplini, şimdiye dek Bilic’in takıma
kattığı en büyük artı. Julien Escude ve Gökhan
Töre gibi verimlilikleri şüpheli iki oyuncu
takımın önemli birer parçası olurken, topla
oynamayı seven Beşiktaş tempoyu istediği gibi
ayarlayabiliyor.
Atlet takım ile yüksek tempo
Bursaspor maçında Süper Lig’in saha içi
yer değiştirme rekorunu kıran Beşiktaş, 14
oyuncusu ile toplam 116.7 kilometre mesafe kat
etmişti. Kimileri bu veriye şüpheyle yaklaşmaya
devam etse de bu sayıların anlamsız olduğu
iddia etmek komik olur. Geçen sezon da oyunu
yüksek tempoda ve atletik oyuncularının
yüksek katkısıyla oynayan Beşiktaş, bu
sezon geçen yıla göre daha atlet bir takım
görüntüsünde. Ayrıca geçen sezon olduğu gibi
ön alan ile savunma arasında ritim farkı da yok,
şimdiye kadar verilen kompakt görüntü artan
koşu mesafesini açıklıyor.
Öte yandan Bursaspor’a karşı da bilhassa
maç başı ortaya konan sert pres, rakibe top
kullanacak boşluk bırakmadı ve takımın
bu alandaki gücünü ortaya koydu. Yüksek
tempo bolca gollük pozisyon getirirken bu
maçta ortaya konan oyunun hemen herkesin
beklentilerini aştığını söylemek yalan olmaz.
Derbi Özel
Peki ya Galatasaray’a karşı?
HF
#
97
Yaralı Galatasaray, rakibin olası arızalarından
ziyade ilk planda kendi oyununa
odaklanacaktır. Şüphesiz, kadro ve oyun
kalitesi birleştiğinde Sarı-Kırmızılar çok daha
güçlü. Her ne kadar favori olsa da Beşiktaş’ın
rakibin arızalarına odaklanma önceliği,
rakibinden fazla.
Beşiktaş’ın bugüne kadarki resmi maçlarda
iki ciddi arızası oldu. Bunlardan ilki, orta saha
sert şekilde pres yediğinde oyunun kontrolünü
bir süre kaybettiler. Diğer ve henüz karşılığı
görülmeyen sorun ise sıkışık giden maçlarda
yaratıcılık eksiği. Gökhan Töre’nin formu ve
takımın temposu bu durumu tolere edilebilir
kılsa da eğer Beşiktaş rakibinin oyununu
bozamaz ve geri düşerse, maçın kalan
bölümünde aciz görünebilir. Yine de SiyahBeyazlılar’ın ligin en hazır ve dirençli takımı
olduğu bir gerçek.
Emre Özcan
GALATASARAY’I BEKLEYEN 4 SORUN
Derbi Özel
Real Madrid yenilgisinin ardından ligde Beşiktaş’la kapışmaya hazırlanan
Galatasaray, yaşadığı sorunlara bir cevap bulamazsa işini çok zorlaştıracak.
HF
#
97
Galatasaray’ın Real Madrid karşısında aldığı
mağlubiyet maçın normal sonucu. Zira
aradaki kalite farkının sahaya doğal yansıması
Real Madrid galibiyeti olmalı. Fakat puan
hatta galibiyet hedefiyle girilen maçta iç
sahada alınan 6 gollü yenilgininse nedenleri
çok farklı ve Beşiktaş maçı öncesinde daha
çok rahatsız eden durumu da bu sebepler
oluşturuyor. Galatasaray, pazar günü bu sezon
şu ana kadarki en kritik maçına çıkacak ve
sezon başından beri gelen sinyaller bu derbi
öncesinde umutları fazlasıyla düşürüyor. Peki
Galatasaray’ı Fatih Terim’in tarihindeki en kötü
başlangıcı yapmaya iten faktörler neler?
1-Yabancı kuralı: 6+4 kuralının çıkışıyla birlikte
takımın Süper Lig’de gördüğü zarar ortada. İlk
11 için seçilen yabancıların dışındakilerin yedek
kulübesine giremiyor oluşu Johan Elmander’in
apar topar Norwich’e gitmesiyle sonuçlanırken;
Dany, Riera ve yeni transfer Bruma gibi
oyuncuların ilk 11’de yabancı kesilmedikçe
tribüne çıkıyor olmaları Galatasaray’ı ligde
fazlasıyla zorluyor. Bu kuralla birlikte hamle
şansı maç içinde sıfıra inen Fatih Terim’in
yaptığı değişiklikler tıkanık maçlarda çözüm
olmaktan fazlasıyla uzak. Ligin belki de en
kaliteli 11’ine sahip olan Galatasaray’ın kuralla
birlikte budanan yedek kulübesi, üst kalite
kadroyu fazlasıyla daralttı ve Beşiktaş gibi ligin
en dengeli kadrolarından birine karşı bunun
dezavantajlarının yaşanması muhtemel.
Yaklaşık 1.5 yıl önce onay verilen 6+4’ün
Şampiyonlar Ligi’nde alınan facia sonuçta
da etkisi muhtemelen büyük. Bu sezon ilk
resmi maçını Real Madrid’e karşı oynayan
Dany ve Riera’nın yanında yine ligde de
yeterli maç sayısına ulaşamamış Aurelien
Chedjou’yla birlikte Galatasaray son 2 sezonun
en kötü savunma performansını ortaya
koydu. Beşiktaş’a karşı Balta, Sabri ve Semih
gibi oyuncuların ilk 11’e girmesi kesin gibi
görünüyor. Fakat bu problemin çözümü için en
az iki transfer dönemine daha ihtiyaç olacak ve
sezonun geri kalanında da sorun yaşanmaya
devam edecek.
Derbi Özel
2-Yaşlı kadro ve fizik güç: Galatasaray’ın Real
Madrid’e karşı oynadığı maçta sahada yer alan
en genç oyuncunun yaşı 27’ydi. Takımın ilk
11’inin yaş ortalamasıysa 29.4 gibi fazlasıyla
yüksek bir rakam oldu. Bunun dolaylı uzantısı
olarak Galatasaray, geçtiğimiz sezon da dahil
olmak üzere bir süredir ortaya saf bir fizik güç
koymaktan uzak. Bu sezonla birlikte yaşlara
+1 daha eklendi ve tempo sorunlarının önemli
bir kısmını yaş problemi yaratıyor olabilir.
Ön alanda forma giyen Didier Drogba, Burak
Yılmaz ve Wesley Sneijder gibi oyuncuların
savunma konusunda takıma yük oluşturmaları
da bu sıkıntıları en üst seviyeye çekiyor. Fatih
Terim’in istediği presli oyun, bu üçlüyle büyük
sekteye uğruyor ve Galatasaray’ın üçüncü
bölgesini çok rahat geçen rakipler dirençle
ilk olarak ikinci bölgede yani orta sahada
karşılaşıyor. Beşiktaş’ın Bursaspor karşısında
ortaya koyduğu fizik güç ve maçta ürettiği koşu
mesafesi, Galatasaray karşısında da bu konuda
avantajlı olmalarını sağlıyor.
HF
#
97
3-Sneijder ve formasyon: Wesley Sneijder,
Real Madrid maçıyla birlikte Galatasaray’daki
21. resmi maçına çıktı ve şu ana kadar yaptığı
asist sayısı yalnızca 1. Geçtiğimiz sezonun
devre arasında takıma katıldıktan sonra
ligin sonuna kadar birkaç gol dışında katkı
sağlayamaması Inter’deki durumu nedeniyle
eleştiri konusu değildi. Fakat bu sezona da
son derece yavaş bir giriş yaptı ve oyuna etki
etmekten fazlasıyla uzak görünüyor. Kendi
milli takım hocası Louis Van Gaal tarafından da
sert eleştiriler alıyor ve oyuna etki edemediği
sürece Galatasaray’da da problem isim olmaya
devam edecek.
Bunun en büyük nedeni formasyonu
farklılaştıran oyuncu olması. Wesley Sneijder
özellikleri yüzünden forvet arkasındaki “1”
dışında herhangi bir bölgeye yerleştirilemiyor.
Şampiyon olunan iki sezonun büyük
bölümlerini 4-4-2 oynayarak geçiren
Derbi Özel
Galatasaray, Drogba ve Burak ikilisiyle bu
sisteme yine hazır. Fakat Sneijder’le birlikte
işler karmaşıklaşıyor ve böylece mecburi bir
şekilde geçtiğimiz sezonun son 9 haftasında
ortaya çıkan 4-3-1-2’ye dönülüyor. Sneijder’i
4-4-2’nin sol kenarında deneyen Fatih Terim,
Akhisar ve ilk Schalke maçında bunun nasıl bir
faciaya yol açabileceğini görmüştü. 4-3-3’ün
merkez orta sahasında da görev yapmaktan
uzak oyuncu profiliyle Sneijder takımı 4-3-12’ye mahkum ediyor ve bu yapıyla üst düzey
maçlarda büyük problemler ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla Fatih Terim, Beşiktaş ve belki de
sonraki maçlarda Sneijder ya da forvetlerden
biri seçimini yapmak durumunda kalabilir.
HF
#
97
4-Formsuz oyuncular: Sneijder dışında
Galatasaray’ın sezona yavaş girişinde formsuz
oyuncular da fazlasıyla etkili. Selçuk İnan, lige
her zaman için yavaş giriş yapan oyunculardan
biri olarak son iki senenin en formsuz
dönemlerinden birini geçiriyor. Keza Didier
Drogba, Aurelien Chedjou ve Emmanuel Eboue
gibi takımın fizik gücünü artırması beklenen
oyuncular da şu anda kendi standartlarının
fazlasıyla altındalar. Fatih Terim’in üçüncü
döneminde sezon başlarında önemli ön eleme
maçları oynamıyor oluşu form planlamasında
işleri biraz ağırdan almasına neden olmuş
olabilir ama bazı isimlerin sahadaki durumu
kötü sonuçlarla fazlasıyla ilişkili görünüyor.
Galatasaray, eğer Beşiktaş’a kaybederse ligde
5 hafta sonunda zirvenin 9 puan gerisine
düşecek ve ilk 6 resmi maçta sadece 1
galibiyetle sezona devam edecek. Geride 29
hafta varken bu fark büyük görünmeyebilir
fakat yabancı kontenjanı nedeniyle daralan
kadronun Avrupa serüveniyle birlikte fazlasıyla
yıpranacak olması, sadece tek kulvarda
giden Beşiktaş ve Fenerbahçe’ye karşı lig
mücadelesinde direnç göstermede problem
yaşatabilir. Galatasaray, hafta sonu hemen
hemen her konuda dezavantajlı başlayacağı
çok formda bir takımla karşılaşacak.
Normal şartlar altında maçın favorisi net bir
şekilde Beşiktaş ama Fatih Terim’in Real
maçı sonrasında takıma vuracağını belli
ettiği neşterle işler belki biraz değişebilir.
Galatasaray’ın kısa vadede kurtuluş ve işleri
tersine döndürmek için bu dokunuşa gerçekten
ihtiyacı olabilir.
Mustafa Demirtaş
Yakın Tarihin
Unutulmaz Derbileri
Bir taraf Beşiktaş diğer taraf Galatasaray’sa, karşılaştıkları her maç
hatırlanasıdır aslında. Ama bazı derbiler vardır ki zaten unutmak mümkün
değildir. İşte yakın tarihin en çarpıcı Beşiktaş – Galatasaray maçları…
5
21 Ekim 2001
Beşiktaş 2-2 Galatasaray
Derbi Özel
Daum’un ikinci Beşiktaş dönemi… Yaz
döneminde özellikle İlhan Mansız, Tümer
Metin transferiyle ses getiren siyah-beyazlılar,
yabancı kalitesini çok fazla yükseltemese de
oldukça parlak şekilde sezona girmiştir. Rakip,
Lucescu’nun realist Galatasaray’ı… Beşiktaş
maça çok hızlı başlamış, Bayram’la öne geçmiş,
Emre Aşık’ın kendi kalesine attığı golse farkı
ikiye çıkarmıştır. Hatta Beşiktaş tribünleri,
ikinci golden sonra “Emre gol gol gol!”
tezahuratlarını devreye kadar sürdürmüştür!
HF
#
97
Sergen Yalçın ve değişen dengeler
İkinci yarının hemen başında, sadece bu
maçın değil sezonun kaderine etki eden
bir yaşanır. Özellikle sistemin 4-4-2’ye
dönmesinden sonra sağ beke geçerek müthiş
bir form yakalayan Khlestov, sıfıra inmiş ve
boşa çıkan Mondragon’un önünden topu
Ronaldo’nun ayağına yuvarlayarak “al da
at” dese de Ronaldo, almış ve atmamıştır.
Bu an maçın kırılma noktası olacaktır. Zira
oyuna ikinci yarıda giren ‘Galatasaraylı
Sergen’in’müthiş performansıyla skor 2-2’ye
gelmiştir. Sergen, maçın sonunda değiş-tokuş
yaptığı Beşiktaş formasını giyerek sahayı terk
eder. O forma, sadece birkaç yıl sonra resmi
olarak tekrar üzerine geçirilecek ve Beşiktaş,
o sezon kaybettiği şampiyonluğa iki yıl sonra
kavuşacaktır.
4
10 Aralık 2005
Galatasaray 3-2 Beşiktaş
Eric Gerets’in Hakan Şükür’lü, Ümit
Karan’lı, Necati’li, Sasa Ilic’li hücum
zengini Galatasaray’ı ve Jean Tigana’nın
santraforsuzluktan 4-6-0’a çalan sistemiyle,
Ahmed Hassan ve İbrahim Akın’ın yaratıcılık
özellikleriyle gol arayan Beşiktaş’ı karşı karşıya
geliyordur. Ancak Beşiktaş’ta golleri atan isim,
aynı zamanda derbi lanetini başlatacak olan
İbrahim Toraman olacaktır. Tümer Metin’in
kornerlerine ön direğe attığı koşularla kafayı
vuran Toraman, iki gol atmış ve gelecekte yine
derbi kariyerine iki gol daha katmıştır. Ancak
onun gol attığı derbilerin hiç birinde Beşiktaş
puan alamamıştır.
Derbi Özel
Trequartista Ilic
Üst üste gelen goller maçın temposu oldukça
zigzaglı bir hal alıyordu bu maçta. Galatasaray
ise forvetleri dışında, ‘trequartista’nın tam
karşılığı olan bir isimle sonuca gidiyordu:
Sasa Ilic. Sırp oyuncu bu maçta iki gol
atarak Galatasaray’ın geriden gelerek maçı
kazanmasını sağlayacaktı. Aynı zamanda
o sezon genelinde 12 gole ulaşan Ilic, ‘gole
yakın 10 numara’ modelinin güzel bir örneğini
sergileyerek, Eric Gerets’in 4-1-3-2’lik çılgın
sistemiyle kazanılan şampiyonlukta büyük pay
sahibi olacaktı.
HF
#
97
3
14 Nisan 2000
Beşiktaş 1-1 Galatasaray
Her ne kadar başlığa “unutulmaz derbiler”
demiş olsak da, aslında bu maç Beşiktaşlıların
mümkünse “Eternal Sunshine of the Spotless
Mind” filminde olduğu gibi, hafızlarından
silmek isteyeceği bir maçtır. Feldkamp’ın biraz
kalbini biraz da Beşiktaş’ın kötü kadrosunu
düşünerek daha baştan pes edip, görevi
Briegel’e bıraktığı sezonda siyah-beyazlılar
müthiş bir çıkış yakalamıştır. Bu maça kadar
12 kez üst üste kazanan Beşiktaş, derbiyi
aldığı taktirde kendisine ait olan rekoru egale
etmesinin dışında şampiyonlukta da ciddi
şekilde söz sahibi olacaktır.
Fevzi’nin ıskası
Ancak söz konusu rakip, sadece haftalar
sonra UEFA Kupası’nı kaldıracak olan ve tıpkı
kendisi gibi üst üste kazanan Galatasaray’dır.
Galatasaray derbilerine 49 yıllığına abone olan
Şifo Mehmet, daha maçın başlarında sahneye
çıkar, Taffarel’in boşa çıkışını affetmez.
Beşiktaş o skoru maçın sonlarına kadar korur,
pek fazla pozisyon vermez. Verdiklerini de o
ana kadar iyi bir maç çıkaran Fevzi kurtarır.
Ancak yine klasik bir Galatasaray presi ve o pres
karşısında Halilagic’in “kaleye doğru” geri pası
ve Fevzi’nin ıskası… Beşiktaş, tarih yazacağı bir
sayfayı o ıskayla söküp, atmıştır.
2
8 Aralık 2002
Galatasaray 0 -1 Beşiktaş
Bir tarafta Fatih Terim’in geri dönüşüyle müthiş
bir hava yakalayan lider Galatasaray; diğer
tarafta 100. yılında bir nevi “feda” diyerek
oluşturulan düşük bütçeli kadrosuyla, eski
dostlar Nouma ve Sergen dışında Beşiktaşlıyı
heyecanlandırmayan bir yaz dönemi geçirse
de zirveye ortak olan bir Beşiktaş… Ali Sami
Yen’de “I love you Luce!” sesleriyle karşılanan
Lucescu’nun planı hazırdı: Kalabalık orta
saha, yalancı hedef İlhan Mansız ve sürpriz bir
koşuyla golü bulma.
Derbi Özel
Deli “Nedved” İbrahim
Ancak o sürpriz koşuyu yapanın İbrahim
Üzülmez olacağını ve hatta golü, içe çalım
attıktan sonra sadece yürümek için kullandığı
sağ ayağıyla Nedved’vari bir vuruş yaparak
atacağını Lucescu bile tahmin etmemişti.
Beşiktaş -o sezon boyunca çoğu kez yapacağıgibi bulduğu tek golle maçı kazanacak ve
yükseleceği liderliği, şampiyonluğa kadar
bırakmayacaktı. Üstelik bundan sonraki tüm
derbileri de gol yemeden kazanarak ve 85
puanla rekor kırmayı başaracaktı.
HF
#
97
1
7 Mayıs 2006
Beşiktaş 1-2 Galatasaray
Galatasaray Fenerbahçe’yle amansız bir
şampiyonluk yarışındadır. Ligden erken kopan
Beşiktaş ise yakın zamanda Türkiye Kupası’nı
3-2’lik muhteşem Fenerbahçe maçıyla almış
ve bu derbiye sadece prestiji için çıkmıştır.
Aynı prestij, Fenerbahçe’nin elinden kupayı
neredeyse tek başına alan, sene sonunda
Avrupa’ya gideceğini açıklayan ama aslında
Fenerbahçe’ye imza atacak olan ve haliyle
İnönü’ye son kez çıkan Tümer Metin için de
geçerlidir.
Telefon kulübesinden Hasan Kabze
Tümer, maçın ilk yarısında soldan içeriye
dalıp, çaprazdan o klasik sol dış vuruşuyla
uzak köşeyi görmüş ve Beşiktaş’ı 1-0 öne
geçirmiştir. Maç uzun süre bu skorla seyreder.
Galatasaray’ın bir değil, iki gole ihtiyacı vardır.
Ancak ortada öyle bir oyun gözükmez. Lazım
olan şey bir süper kahramandır. Tam da bu
sırada Hasan Kabze telefon kulübesine gider
ve ihtiyaç duyulan kahramanın kılığına girerek
sahaya döner. Biri son saniyenin de salisesinde
olmak üzere atılan iki gol, Fenerbahçe’nin
Denizli’deki kaybıyla gelecek şampiyonluğun
müjdecisi olur.
Emre Özcan
KiM SAĞDA, KiM SOLDA?
ROMA-LAZIO
Derbi Özel
Roma Derbisi denince iki takım da belli bir siyasi kalıba
sokulabilir. Fakat derbinin geçmişi çok farklı bir hikâye
anlatıyor.
HF
#
97
Avrupa’nın en büyük şehir derbilerinden biri
olan Roma ve Lazio’nun hikayesi pek bilinmez.
Ülke içinde şehir dışında da birçok taraftarı olan
ve artistokrasi-halk zıtlaşmasından çıkmasına
rağmen sonrasında gelen büyük başarılarla
daha çok başarı odaklı bir mücadeleye dönen
Inter – Milan çekişmesinin yanında Derby Della
Capitale çok daha naif ve farklı odaklardan
beslenen bir derbi olarak filizlendi. Sadece
ülkenin değil, Avrupa’nın da en sert ve şiddetli
mücadelelerinden biri olmasında Roma şehri ve
o şehre sahip olma olgusu öne çıkıyor.
Zira ne Roma, ne de Lazio ülke içinde ve
dışında büyük başarılar kazanamadılar.
Bunun yanında Roma şehri dışında da Milano
kulüpleri gibi büyük taraftar kitlelerine
sahip değildiler. Faşist diktatör Benito
Mussolini’nin futbolu domine eden Kuzey
İtalya kulüplerine karşı olarak güçlü bir Roma
kulübü kurmak istemesiyle ortaya çıkan ve
üç futbol kulübünün birleşmesiyle (Roman
FC, Alba-Audace, Fortitudo Roma) oluşan
Roma, tam anlamıyla şehri temsil ediyordu.
Renklerini Vatikan şehrinin sarısı ve Roma
İmparatorluğu’nun koyu, kan kırmızısından
alan Roma’nın siyasi ve dini motifleri kullanan
diktatörcü kökleriyle birlikte elbette farklı bir
yola girmesi beklenmiyordu. Keza kuruluşunda
Roma’ya katılmayı reddeden ve onlara
muhalif tutumlarıyla ortaya çıkarak rengini
Yunanlardan alan Lazio’nun zaman içinde
Mussolini’nin kafasına yaklaşması da... Ama
zaman içinde roller değişti, gücünü sağdan
alan Romalılar değişen İtalya’yla birlikte
Derbi Özel
törpülenip sol cenaha yaklaşırken, şehrin sahibi
rolüyle Lazio üzerinde kurulan baskı, şehrin
diğer yakasını çiftçiler/köylüler lakaplarıyla
tam anlamıyla ötekileştirdi ve ortaya siyahi
oyuncuları takımda istemeyecek kadar azılı bir
faşizme doğru giden Lazio çıktı.
Öyle ki 1998/1999 sezonunda Lazio
taraftarlarının yaklaşık 60 metrelik dev bir
pankartla söyledikleri fazlasıyla acımasız ve
saygısızcaydı: “Auschwitz şehriniz, fırınlar
eviniz.”. Başındaki kısaltmayı aldığı WaffenSS ile Nazi Almanyası’na Romalılar üzerinden
yapılan insanlığa pek sığmayan gönderme,
1979 yılında öldürülen Lazio taraftarı Vincenzo
Paparelli’den sonra iki kulüp arasında giderek
yükselen tansiyonun en önemli nüvelerinden
biri oldu. Ultras kültürünü ortaya çıkaran en
HF
#
97
önemli kulüplerden Roma’nın sonrasında bu
kültürün şekil değiştirmesiyle birlikte farklı
yapılanmalara gittiği İtalya’da Roma – Lazio
derbisi her zaman için en çok çatışma çıkan,
kan dökülen mücadele alanı oldu. Zaman
zaman fazlasıyla çirkinleşebilen bu derbiyi ve
taraftarlar arasındaki etkileşimi enteresan
ve kısmen güzel kılan tek konuysa polisle
girişilen mücadelelerde iki takım taraftarının
kavgayı bırakarak birbirlerine destek çıkmaları.
Polise karşı birbirlerine ‘düşmanımın düşmanı
dostumdur’ düsturuyla ortak ve büyük rakip
olarak bakan iki takım taraftarının bu tavrı
belki de dünyada tek ve ortaya ölümler çıkaran
kavgaların arasında belki de gülümseten tek
detay olarak öne çıkıyor.
Emre Çelik
DERBi Mİ, O DA NE?
REAL MADRiDGETAFE
Aynı kentin takımları olmalarına rağmen Getafe ile Real Madrid
arasında derbi yaratacak bir rekabetten söz etmek mümkün değil.
Real Madrid ve derbi kelimeleri bir araya
gelince akla derbi kavramının sözlük anlamını
karşılamasa da elbete El Clasico gelir. El Clasico
bir kenara koyulduğu zaman ise ezeli rakip
Atletico Madrid ile aradaki rekabet, yani El
Derbi Madrilenyo, ön plana çıkıyor ama coğrafi
konumlarından dolayı Rayo Vallecano ve
Getafe de Madrid kentinde bulunduğu için bu
dört ekibin aralarında oynadığı tüm maçlar,
derbi statüsünde kabul ediliyor. Yine de Getafe
ve Real Madrid arasındaki ilişkiyi bir derbiden
ziyade altyapı-üstyapı veya işbirliği yapan
iki kulüp olarak nitelemek çok daha doğru
olacaktır.
Derbi Özel
Abi- kardeş
HF
#
97
Bugünkü Getafe, resmi olarak 1983’te
kurulsa da kulübün mazisi çok daha eskiye
dayanıyor. Lâkin Real Madrid ve Getafe
arasındaki ilişkiyi baştan keşfetmek için 6070 yıl geriye gitmeye hiç gerek yok. 1983’te
birleşerek Getafe’yi oluşturan ekiplere bakmak
fazlasıyla yeterli ki bu ekiplerden birisi de
70’lerin son bölümlerinde varlığını sürdüren
Penya Madridista Getafe - bir başka ifadeyle
Getafe’deki Madridistalar. Hal böyle olunca da
iki ekibin arasındaki yakınlık da yıllar boyunca
sürüyor. Bu mutual ilişkide ekonomik açıdan
sınırlı olanaklara sahip olan Getafe, Roberto
Soldado, Ruben de la Red, Pedro Leon, Pablo
Sarabia ve daha niceleri gibi Real Madrid’de
oynama fırsatı yakalayamayan futbolculardan
faydalanıyor. Real Madrid ise bu isimleri bir La
Liga takımına yollayarak tecrübe kazanmalarını
sağlıyor.
Alfonso Perez
Real Madrid ile Getafe arasında olumlu veya
olumsuz anlamdaki belki de en büyük bağ
hiç şüphesiz Getafe’nin maçlarını oynadığı
Coliseum Alfonso Perez’e adını veren Alfonso
Perez. Kariyerinde sadece 1 sezon Getafe’de
top koşturmasına (13 yaşındayken altyapıda),
hatta ve hatta ilerleyen yıllarda da Getafe’nin
herhangi bir parçasında görev yapmamasına
rağmen Madrid’in güney kısmındaki Getafe
Raul - Alfonso Perez
Derbi Özel
bölgesinden o döneme kadar çıkan en önemli
futbol adamı olması, kulübün Alfonso
Perez’i sahiplenmesine yol açıyor. İşin Real
Madrid’lik kısmı ise 1992’de şampiyon olan
İspanya Olimpiyat Takımı’nın da bir parçası
olan ve o dönem için fazlasıyla gelecek vaat
ettiği için hakkındaki beklentiler yüksek olan
Alfonso Perez’in Real Madrid altyapısından
yetişmiş olması. Fakat Perez’in en büyük
talihsizliklerinden birisi Butragueno, Salas ve
Raul ile aynı döneme dek gelip Real Madrid’de
de tutunamaması oluyor. Perez, buna rağmen
kariyerinin devamında Real Betis, Barcelona
ve Marsilya’ya uğramayı tercih edip bir daha
Getafe’ye dönmüyor. İşin ilginç yanı ise
Colesium’a Alfonso Perez’in ismi, stadyumun
inşa edildiği tarih olan 1998’de, yani Perez’in
HF
#
97
her ne kadar kariyerinin en iyi dönemini geçirse
de Real Betis’te top koşturduğu dönemde
veriliyor. Buna rağmen şu an Getafe’nin resmi
sitesindeki kulüp efsanelerinde bile Alfonso
Perez’in ismi yer almıyor
İbre doğal olarak abiyi gösteriyor
İki kulüp arasındaki ikili ilişkiler son derece
iyi olsa da elbette 22 futbolcu yeşil sahaya
çıkınca mücadele başlıyor. Fakat aradaki siklet
farkının, karşılaşma sonuçlarına da yansıdığını
söylemek mümkün. 24 Şubat 2008’de
Santiago Bernabeu’da Real Madrid’i yenen
Getafe, o tarihten bu yana abisinin bileğini
deplasmanda bükemedi. O maçtan bu tarihe
kadar oynanan 10 karşılamada ise Getafe’nin
sadece iki galibiyeti bulunuyor.
Salih Demirci
GEÇMiŞi OLMAYAN REKABET
PSG-MONACO
Ligue 1’ın yeni zenginleşen iki takımı, büyük paralar dökerek
kurdukları kadrolarıyla ilk kez kozlarını paylaşacaklar.
Derbi Özel
Paris Saint-Germain geçen sezon şampiyon
olurken sonraki sezonlar için de zirvedeki
yerini ayırtmıştı. Satın alınabilecek her oyuncu
için teklif yapacak güce sahipler ve Fransa
Ligue 1’da onlara rakip olabilecek takımların
bu noktada onların yanına yaklaşması, söz
konusu dahi olamaz. Lyon’un ve Marsilya’nın
şaşaalı günleri şimdilik mazide kaldı, bir yeni
Montpellier çıkarsa eğer mucizeyi de aşması
gerekebilir.
HF
#
97
Hal buyken PSG adeta ligde at koşturdu,
kazanması gerekmeyen maçları zorlamadı bile.
Oysa gerçek şu ki Fransa’da ne kadar yetenekli
olursanız olun, bazı rakiplere karşı sahada
kavga etmeniz gerekir. Kalite farkı daraldıkça,
az adamla hücuma çıksa bile ortada kalan
bir top için adam yiyen takımlar öne çıkar.
Alt ligden çıkan takımların ansızın kafaya
oynadıklarını görmemiz bundandır. PSG de ligin
zirvesine rahatça ele geçirmenin ve rakiplerinin
gücü ölçütünde sahip olduğu kredi sayesinde
kazanabileceği pek çok maçı vites boşta
oynadı, zayıf rakiplere puan dağıttı. Yine de
sezon bittiğinde en yakın rakibine 9 puan fark
koymuştu.
Bu sezonsa işler değişti, artık PSG’nin
kendi sıkletinde bir rakibi var. Yaz transfer
döneminde Paris yine yüksekten uçarken,
cevap Monaco’dan geldi. Ülkenin güneyindeki
prensliği temsil eden kulüp, tıpkı 90’lı yılların
ikinci yarısında olduğu gibi yeniden zirve adayı.
Nitekim 1996/97 ve 1999/2000 sezonlarında
şampiyon olurlarken onları PSG takip ediyordu.
Bu sezon sonunda da benzer bir tablonun
oluşması bekleniyor. Öyle ki, Monaco’nun
kadrosunda Falcao gibi bir golcü, tecrübeli
savunmacılar ve orta sahaların yanı sıra
Carrasco, Rodriguez, Ocampos gibi herkesin
gıpta ettiği genç yetenekler var.
Bunu sağlayan ise Dmitri Rybolovyev’in
dışarıdan Monaco’ya getirdiği para oldu,
tıpkı PSG’nin Katar’dan beslendiği gibi. Yerel
rekabetlerin kalabalık olduğu Fransa’da artık en
çok ilgiyi geçmişi çok zayıf bir rekabet çekiyor.
Bir yanda Monaco’nun vergi cenneti statüsü,
diğer yanda Fransa’daki %75 vergi tartışmaları
sürerken kısa zamanda palazlanan iki kulüp,
bir süredir ve şimdilik Ligue 1’ı manşetlere
taşıyorlar. Paris Saint-Germain’in bu sezon
bol keseden puan dağıtma hakkı yok, geçmişi
olmayan rekabetin karşı tarafı Monaco da
fazlasıyla kuvvetli.
Salih Demirci
MANCHESTER DERBY
Arap sermayesiyle güçlenen City’nin son yıllarda United’la arasındaki
farkı kapatmaya çalışması Manchester Derbisi’ne yeni bir soluk getirdi.
Derbi Özel
Daha önce yalnızca bir kez görülmüştü.
Manchester şehrinin Mavi ve Kırmızı yakası,
tarihte yalnızca bir kez zirve ligin tepesini
birlikte ele geçirebilmişlerdi. City’nin 1968
şampiyonluğunda takipçisi United’dı ve aynı
görüntü, ancak City’nin 44 yıl sonra elde ettiği
ilk Premier League zaferinde tekrarlanabildi.
Çünkü rekabetin bir tarafı, bir zamanlar
karanlık bir kuyuya düşmüştü.
HF
#
97
Manchester City’nin nihayet Premier League’e
geri döndüğü zamanlar... Yüzyıl sonunda
üç sezon içerisinde üçüncü kümeye dek
gerilemişken iki sezon üst üste elde edilen
başarılarla yeniden zirve lig takımı olmuşlardı.
Gerçi çıktıkları gibi geri düştüler, ama 2002’deki
geri dönüşten bu yana bir daha geri gitmediler.
İşte bu sezon içerisinde oynanan bir maçta
kulüp, rivayet odur ki fazlasıyla önemli görülen
1998-99 sezonunda takımın kaptanlığını
yapan Andy Morrison’ı stadyuma davet
ederek onore etmek ister. Nitekim takım söz
konusu sezonda üçüncü kümede oynamıştır
ve Paul Dickov’la birlikte Morrison, gemiyi terk
etmeyerek takımı içerisinde bulunduğu müşkül
durumdan kurtarmışlardır. İskoç futbolcu,
jübilesi sonrası City of Manchester Stadı’ndaki
ilk maçlardan birine çağrılır. Santradan önce
tribünleri selamlar, yaptığı kısa konuşma
sonrası ayakta alkışlanarak tribündeki yerine
döner.
Bir süre sonra kulüpten bir telefon alır ve
evine bir paket yollanacağından haberdar
edilir. Ayakta alkışlandığı Crystal Palace
maç önü görüntülerinden oluşan bir video,
hatıra olarak saklaması amacıyla kendisinde
hediye edilecektir. Kulübün hizmetlerinden
ötürü kendisine gösterdiği hürmet devam
etmektedir, ama ortada büyük bir gariplik
vardır. DVD’de yer alan görüntülerde siyah tenli
bir oyuncu yakın çekimde görülmektedir. Ayrıca
aynı oyuncunun maçta gösterdiği performans
da montajlanarak videoya eklenmiştir. Arka
fonda ise Andy Morrison’ın sesi vardır.
Sorun şudur ki, Manchester City kulübünün
Andy Morrison’ın hatıra videosunu yapmakla
görevlendirdiği kişiler, onun yerine rakip Crystal
Palace’ın genç forveti Clinton Morrison’ı
çekmişlerdir. Yetmemiş, görüntüleri dönemin
kahramanına yollamışlardır.
Mevzubahis Andy Morrison’ın City’de
kaptan olduğu günlerde (1999) United ise
ortalığı yıkıyordu. Sezonu üç büyük kupayla
kapatmıştı: Premier League, FA Cup ve
Şampiyonlar Ligi. Diğer tarafta ise City
üçüncü kümede mücadele ediyordu ve takip
eden zamanda doğru kişiyi videoya çekmeyi
beceremeyen bir kulüptü. Şimdi ise, yani
geçtiğimiz sezon Manchester şehri yine
Premier League’in zirvesinde yer aldı. Aynı
görüntü bu sezon da devam edebilir; öyle
ki City ve United, sahip oldukları müthiş
ekonomik güçle rekabeti harlamaya devam
ediyorlar.
Andy Morrison
Alper Öcal
ARJANTİN’İN ÖTEKİ DERBİSİ
ESTUDIANTESGIMNASIA
Boca Juniors ve River Plate arasındaki rekabet Arjantin
futbolunun lokomotifi olarak görünse de Gimnasia ile
Estudiantes’in maçlarından yükselen ateş de ülkeyi sarıyor.
Derbi Özel
Gimnasia kıtanın en eski futbol kulübü olmakla
övünse de, 1887 yılında kurulduğunda şehrin
kodamanları için eskrim ağırlıklı faaliyet
gösteren sivil bir dernekten öte değildi. O kadar
gelenekçilerdi ki, 1905 yılında futbolu kendi
bünyelerinde yasakladılar. Futbol oynanan
sahayı da kapattılar.
HF
#
97
Gimnasia içindeki bir grup bu sansürden
rahatsız olarak, hiç beklemeden 1905 yılında
Estudiantes kulübünü kurdu ve futbol
oynamaya başladı. Ne ironiktir ki, 1912 yılında
Estudiantes içindeki bir anlaşmazlıktan ötürü
bir grup ayrıldı ve Independencia’ya katıldı.
1914 yılına gelindiğindeyse Independencia ve
Gimnasia birleşme kararı alarak futbola el atma
kararı aldı.
1916’da ilk kez karşılaşan bu iki takımın derbi
karnesinde bir futbol kulübü olarak kurulan
ve sonradan diğer branşlara kapılarını açan
Estudiantes 59-50 önde görünüyor. Aslanlar
lakaplı takım, ligde 5 kez şampiyon olurken,
Copa Libertadores’i 3’ü üst üste olmak üzere
4 kez kazandı. 1968’de de Busby’nin Bebekleri
olarak da bilinen Best’li Manchester United’ı
yenerek Kıtalararası Kupa’nın sahibi oldu.
Old Trafford’da golü modern çağın futbol
sanatkarlarından Juan Sebastian Veron’un
babası Juan Ramon atmıştı.
Gimnasia ise belki de futbolu yasaklamanın
bedelini ödüyor. 9 yıl sonra gelen hatalarından
dönerek futbola kapılarını açtılar ama çabaları
sonuçsuz kaldı. Kurtlar, profesyonel ligde
hiç şampiyonluk göremediler. 2006 yılında
Estudiantes’e 7-0 yenilerek tarihin en farklı
derbi mağlubiyetini aldılar. 2003 ve 2007
yılında Copa Libertadores’e katılabildiler ama
ilk turu dahi geçemediler.
Deprem Yaratan Gol
1992 baharı bu ezilmişliğe rağmen Gimnasia
kulübü ve taraftarları açısından unutulmaz
bir hatıraya sahip. Arjantin Ligi’nin 7’nci
haftasında Gimnasia, can düşmanı Estudiantes
ile deplasmanda oynayacaktı. Tarihin 113.
derbisi öncesinde Gimnasia sezona 6 maçta 4
mağlubiyet ve 2 beraberlik alarak başlamıştı.
Filmi tersine çeviren ise Uruguaylı orta saha
oyuncusu Jose Perdomo oldu. 54. dakikada
kazanılan serbest vuruşta topun başına geçti
ve 30 metreye yakın bir mesafeden maçın tek
golünü attı. Gimnasia sezonun ilk galibiyetini
alırken, sezon sonuna kadar 13 hafta boyunca
hiç kaybetmedi. Estudiantes ise koca sezonda
sadece 1 maçta galip gelebildi ve küme
düşmekten güç bela kurtuldu.
Derbi Özel
Gimnasia taraftarları çıkardıkları olağanüstü
gürültüyle Perdomo’nun golünü özel kılmayı
başardılar. 6 numaralı formasıyla topu yerine
koyup, sağ ayağının içiyle şutu çektiğinde
Estudiantes kalecisi Yorno kımıldayamamıştı
bile. Ama Gimnasia tribünleri kendinden
geçmişti! İğne atılsa düşmeyecek kadar
kalabalık tribünlerden olağanüstü bir uğultu
çıkmış ve herkes zıplamaya başlamıştı.
HF
#
97
Jorge Luis Hirschi Stadı’nın yakınındaki La Plata
Üniversitesi’ne bağlı Sismoloji ve Meteoroloji
Gözlemevi’nde sismograflar, tam da o sırada
Richter ölçeğine göre, neredeyse 7 şiddetinde
bir depremi kaydediyor ve felaket haberini
120 ülkeye birden geçiyordu. Amerikan Jeoloji
Araştırmaları Kurumu da onlardan biriydi
ve olay CNN’de haber oluyordu. İşin aslı
anlaşıldığında CNN yetkilileri bir golün ve
taraftarların depreme nasıl sebep olacağını
anlayabilmek için golün görüntü ve ses
kayıtlarını istemişti.
Penarol, Genoa, Coventry City’de oynarken
de derbilerde gole alışık olduğunu, hatta
Real Betis forması giyerken, ilk maçında yine
bir derbide Sevilla’ya frikikten gol attığını
söyleyen Jose Perdomo, o golün üzerinden 1
yıl geçmeden Gimnasia’ya transfer olduğunda
ismini kazanacağını kesinlikle beklemiyordu.
Arjantin’in en ünlü spor dergisi El Grafico’ya
verdiği röportajda Genoa’da oynarken ezeli
rakip Sampdoria’nın efsane Yugoslav teknik
direktörü Vujadin Boskov’un kendisi hakkında
“Köpeğimi salsam Pedromo’dan daha iyi
oynar” dediğini söylüyordu. Benzer bir şeyi
Gimnasia’ya geldiğinde de yaşadığından
bahsediyordu. Formsuz olduğunu ve
Estudiantes maçından önce de hazır olmadığını
söyleyerek oynamaya çekindiğini ama hocası
Gregorio Perez’in kendisini “Sana ihtiyacımız
var” diyerek ikna ettiğini söylemişti.
Perez haklı çıkmıştı. Perdomo, golden sonra
kafasını çevirip tribünlere baktığında üzerine
doğru çığ gibi düşen taraftarları gördüğünü
ve tüylerini diken diken eden o eşsiz duyguyu
hep yaşadığını saklamıyor. “Hayatımın golünü
atmıştım” diyerek anlatıyor o günleri. 1926
yılında Gimnasia’ya hat trick yaptığında
futbolda doyuma ulaştığını belirterek, henüz
26 yaşındayken futbolu bırakan Estudiantes
forveti Raul Echeverria yaşasaydı Pedromo’yu
en iyi anlayanlardan biri olurdu şüphesiz.
O golden sonra Arjantin’de Pedromo’ya
Terremoto (deprem) lakabı takılmış. O gol,
Gimnasia taraftarlarının tezahüratlarına ilham
kaynağı olmuş. Hatta Moivimiento Terremoto
adında bir taraftar grubu dahi kurulmuş!
Pedromo’nun yarattığı depremle Arjantin
futbolunu ve La Plata Derbisi’nin tarihini ciddi
manada sarstığıma şüphe yok.
Fırat Topal
3 YAPRAKLI YONCANIN PEŞiNDE
Maç Gezileri
İrlandalı ünlü şair William Butler Yeats, biricik aşkı Maud Gonne’a dört
kez evlenme teklif edip dördünde de reddedilmiş zamanında. Gonne,
Shamrock Rovers-Cork City maçını 20 dakika izlese Yeats’i kolundan tutup
Dublin Evlendirme Dairesi’ne götürürdü. Hayatım Futbol için İrlanda’da,
“kafası iyi” adamların ülkesindeyiz.
HF
#
97
Türk milletinde doğuştan gelen bir İrlanda
sempatisi vardır. Kaynağı bilinmez pek.
Büyük Britanya’dan bağımsız, ‘Serbest
İrlanda’ olarak bilinen özgürlükçü karakterleri,
sıcakkanlı yapıları, Avrupa’nın geneline göre
farklılık gösteren sanat anlayışları, sokak
çalgıcıları, şehir tasarımı (evet insanımızın
dizginlenemeyen dar sokak fetişizminin odak
noktalarından birisidir) ve daha birkaç unsur.
Ne yalan söyleyelim sevilecek memlekettir
de. Kendisi hakkındaki şehir efsanelerinin
önemli bir kısmının da doğru olduğunu itiraf
edelim. Dublin’de içki içmek babadan oğula
geçen bir miras adeta. Gençlerin takıldığı 200
yıllık bir puba giren 70 yaşlarında bir çiftin bara
yanaşıp 2-3 ‘pint’ devirdikten sonra yine sallana
sallana yollara düştüklerini görmek mümkün.
Bu gelenek öyle yerleşik ki, İrlanda evlerinin
kapıları İngiltere’den farklı olarak tek renk değil,
çeşitli renklere boyanmış, boyayan da evin
hanımları. Sebep? O kadar içkiden sonra bizim
herifler mahalleye geldiğinde evini tanısın diye!
Dublin öyle uzun günlerinizi ayırmanız gereken
bir yer değil. Şimdi yabancı ülkeye ilk kez
ayak basan Türk moduna girip “Smithfield
tramvay durağının hemen yanındaki
O’Connor’ın pubındaki keçi peynirli tostları
yemeden kendinizi Dublin’e gittim sanmayın”
muhabbeti yapmayacağım ama (adamdaki
küstahlığa, medeni cesarete bak), işte biraz
Guinness Storehouse, Christchurch, Trinity
College, Dublin Castle derken şehri aşağı yukarı
bitiriyorsunuz. Madem Hayatım Futbol’u,
Varan otobüslerinin Yol Boyunca dergisine
çevirdik not düşelim; Dublin’e yolunuz düşerse
The Oval’da Galway Hooker birasını içm.....yok
lan yok tamam yapmıyorum...
İçimizdeki İngilizler
Sözde futbol dilencisiyiz ya, Dublin’de de maç
Maç Gezileri
kovalamak gerek. Bu ‘futbol dilencisi’ lafını
da Eduardo Galeano kullandığı için kutsal
sayıyoruz ama işin dilencilikle alakası yok.
Yüzlerce avro uçak ve otel parası verip bir de
üzerine bilet parası ödeyerek maça gitmenin
dilenciliği mi olurmuş. Shamrock Rovers
kulübünün önünde mendil açıp “Şu fakir
için Cork City maçını bizim fakirhane önünde
oynayın.” diyoruz sanki.
HF
#
97
Neyse efendim Tallaght Stadyumu, aynı
isimdeki tramvay durağına 5 dakika yürüme
mesafesinde, Dublin’in merkezine 20
dakika uzaklıkta 6 bin kişilik bir yapı. İrlanda
futbolunun durumu hallice. Hurling, Gaelic
Futbolu ve Rugby derken futbol ülkenin
kenara atılmış sporu durumunda. Zaten
havalimanında “Maç biletlerini nereden
bulabilirim?” diye sorduğum turist bürosundaki
amca “Shamrock maçını ne yapıcan yeğen,
buradan insanlar hafta sonu Premier Lig’i
izlemeye gidiyor.” dediğinde “Bizim içimizdeki
İrlandalılar sizden daha İrlandalı dayııııı.”
diyecektim de çirkinleşmedim. Rovers 1901’de
kurulmuş, 17 şampiyonlukla ülke tarihinin
en başarılı kulübü. Son şampiyonluklarını
2011 yılında kazanmışlar (İrlanda’da futbol
ligi İskandinavya’da olduğu gibi tam 1 yıl
içinde oynanıyor). 2011-12 sezonunda Avrupa
Ligi gruplarına kalmaları onların en büyük
uluslararası başarısıydı. Takımın başında
Kasım 2012’den beri kariyerinin son yıllarında
yoncaların formasını giymiş Trevor Croly var.
Rovers ligin geneli ile karşılaştırıldığında
taraftar ortalaması yüksek bir kulüp.
Tallaght’ın varolmayan kale arkalarını kulüp
simgeleri ve taraftar gruplarının bayraklarıyla
donatmış durumdalar.
Cork City deyince benim aklıma Kubilay
Türkyılmaz, daha doğrusu Hayri Hiçler’in
deyimiyle “Kubilayyyy...” geliyor. Galatasaray,
1993-94 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde
Manchester United’ı elemeden önce ikinci ön
eleme turunda Cork City’i mağlup etmişti ve
deplasmanda Bishopstown adında üç tarafı
beleştepe bir stadyumda oynanan maçın tek
golünü Kubilay atmıştı. 1984 yılında kurulan
kulüp, iki sene önce önemli mali sorunlar
yaşadı ve Futbol Taraftarları Derneği (FORAS)
kulübü isim hakkıyla beraber satın aldı. Bir
alt ligden yolculuklarına tekrar başladılar
ve 2011’de tekrar İrlanda Premier Ligi’ne
yükseldiler. Kariyerinde İskoç ve İngiliz Premier
Liglerinin tecrübesi olan Colin Healy kadronun
en tecrübeli ismi. Healy, 2007-09 yıllarında da
Cork formasını giymişti ve not düşelim efsane
oyun CM 01-02’de de Celtic formasını giyen en
önemli ‘wonderkid’lerden bir tanesiydi.
Aile salonumuz mevcuttur
Shamrock ve Cork ligin orta sıralarındalar ve
artık lider St Patrick’s Athletic’i yakalamaları
zor görünüyor. Ancak Shamrock, yarın
Drogheda United ile Lig Kupası Finali’ne
çıkacak ve daha çok akıllarında bu var.
Tallaght’ta gözümüze çarpan en önemli ayrıntı
yaş ortalamasının düşüklüğü. Her aile en az 2-3
çocukla tribünlerde. Böyle olunca daha 25’inci
dakika dolmadan kale arkalarında kurulan
iki büfedeki sıra uzuyor da uzuyor, hatta bir
ara sahayı çeviren korkuluklara yapışıyor ve
kıvrılıyor. Stadyumda maçla ilgilenen insan
sayısı o kadar az ki kale arkası başına iki
fotoğrafçı var. Bunlardan birisi ikinci yarı
yağmurla beraber ortamı terkediyor hatta. Peki
sahadaki futbolun çevresi kötü de kendisi iyi
mi? Girişte yazdık Yeats’e atıf yapıp. Yanlış
paslar, anlamsız çalım denemeleri, yerini
bulmayan ortalar, gereksiz bindirmeler, cılız
şutlar, bol bol horoz dövüşü...Hele Rovers’ta bir
26 numara var ki (biz o an adını bilmediğimiz
için aramızda 26 numara olarak konuştuk)
aynı akında üç pas hatası yapmayı başarabilen
bir arkadaş. Sonradan adının David Elebert
olduğunu öğrendiğimiz, daha 27 yaşında
saçları beyazlamış kardeşimiz için CM diliyle
konuşursak, passing 1, decisions 2, technique 2,
creativity 1, stamina 16, long balls hak getire...
İşin kötüsü adam bir de İzlanda Ligi’ne lejyoner
olarak gitmiş ve bu sezon transfer edilmiş.
Maç Gezileri
Rovers ile 2011 şampiyonluğu görmüş Gary
McCabe takımını ilk yarım saatte 2-0 öne
geçiriyor ve ondan sonraki bir saate ‘İrlanda
İşkencesi’ demek mümkün. Maçı izlemeye
gelen çocuklar zaten sahadan çok takımın
maskotu Hooperman ile ilgileniyorlar (hoop
yatay çizgili takım formalarını tanımlamak için
kullanılan terim, Rovers’ın yeşil-beyaz renkleri,
kulüp amblemi ve forma tasarımı ile İskoç
kulübü Celtic ve 1949’da kapanan Kuzey İrlanda
kulübü Belfast Celtic’le önemli bağlantıları var).
Ortada o kadar çok çocuk var ki tribünlerin üst
kısımlarında ‘aile tribünü’ dahi mevcut. Rovers
taraftar grubu Britanya modasını benimsemiş
durumda. İngilizlerin ‘trainer’ dedikleri
eşofman altı, üstüne kapşonlu kazak ve mont.
Cork ikinci yarı bir gol atıyor ama maç 2-1 ev
sahibi takımın galibiyetiyle sonuçlanıyor.
HF
#
97
Maç bitiminde soğuktan üşüyenler (evet
eylülün başında sıcaklık 5 derece civarında
Dublin’de), Shamrock Rovers Megastore’u
doldurmuş. Aslında kulübün hacmi göz önüne
alındığında gayet ürün çeşitliliği olan bir
mağaza ve iki sezon önceki Avrupa Ligi’nden
kalma flamalar duvarlara asılmış durumda.
Onları anladım da U2 albümü niye satıyorlar
onu anlamış değilim. Kasiyere “Bırakın bu
Bono’yu kardeşim, Dinar Bandosu’ndan Aya
Gidelim Osman’ı satın, do you know Ali Ece? Do
you know bandana?” dedim, eleman suratıma
bakıp “Aytnentifeyfforye.” dedi. Sayıyla
“Borcunuz 8,95.” diyormuş bizimki.
Dönüş yolu yine bir ada klasiği. Yağmur, soğuk,
kasvet. Saat olmuş 10, İrlandalılar görmüş
şişenin dibini. Elemanın birisi biniyor sallana
sallana. “Connolly Street’ten geçer mi?” diyor.
Beriki cevap veriyor: “Yanlış tramvaya bindin
kardeş öbür tarafa giden tramvaya binecektin.”.
Bizimki inip karşı yönden gelene binmek yerine,
arkasını dönüp aynı tramvayın içinde aksi
yönde yürümeye başlıyor. Kafan iyiymiş güle
güle kullan canım....
Erman Yaşar
“TOKYO
NE YA?”
Olimpiyat Oyunları
2020 Olimpiyat Oyunları,
Buenos Aires’te yapılan
oynama sonucunda
Tokyo’ya verildi. Peki bu
Tokyo gerçekten ne?
HF
#
97
Futbolla yatıp futbolla kalkmasına rağmen
bu eşsiz oyunda çok uzun aralıklarla gelen
başarılar haricinde programlı, sistemli ve
pragmatik bir düzen üretememiş, 70 milyonluk
nüfus içerisinde birçok yetenekli çocuğa
sahip olmamıza rağmen bunları üst yapılara
taşıyamamış bir ülkeyiz. Az önce de tüm
bunları dediğim üzere ülkenin her köşesinde
futbolla yatıp kalkarken, her köşede futbol
oynayıp futbol izlerken, yapıyoruz ya da daha
doğru ifadeyle yapamıyoruz.
Futbol haricindeki sporlarda sıkıntılarımız çok
daha büyük. Hele ülkemizde tamamen göz
ardı edilen olimpik sporları da işin için katarsak
durum vahimden de beter. Ülke sporundaki
doping skandalları şike skandallarına
karışadursun, ülke sporcuları bir yandan
da sürekli cezalar almaya, ırkçılıkla kol kola
açıklamalar yapmaya devam ediyorlar. Sistem
arızalı, sistemin içindeki bireyler arızalı olunca
doğal olarak bu sistemden yetişen ekipler
de haliyle sağlıklı olmuyor. Ancak her şeyden
önce sporu bu ülke insanlarına sevdirmek,
anlatmak, tanıtmak, benimsetmekle görevli
insanlar spora ne kadar sağlıklı bakabiliyor?
Çok fazla seyredilen bir spor programında
epey bir insanın her sözüne itibar ettiği
bir yorumcumuz, 2020 Olimpiyat Oyunları
İstanbul yerine Tokyo’ya verilince başlıktaki
sözü söyleyebiliyor örneğin. Hele bir de
futbolda ne yapmış Japonya şeklinde devam
edebiliyor söze. Brezilya’da üst üste dördüncü
Dünya Kupası’na katılacak olan, kadınlarda
Dünya Şampiyonu, erkeklerde Asya Kupası
Şampiyonu, bir çok oyuncusu Avrupa’da önemli
kulüplerde oynayan Japonya için...
Tokyo ne mi? Tokyo son Olimpiyat Oyunları
olan 2012 Londra’ya 24 spor dalında 295 sporcu
gönderip 38 madalya almış ülkenin başkenti.
Türkiye’nin madalya sayısının beş olduğunu
hatırlatalım. Tokyo ne mi? Tokyo dopingli
yakalanmış sporcu sayısının ‘0’ olduğu ülkenin
başkenti. Türk sporcuların son yıllardaki doping
dosyalarını tekrardan burada açmaya gerek yok.
Olimpiyat Oyunları
Tokyo ne mi? Tokyo, Kenyalı atletlerin gelip
spor kültürünü benimsemek için lise ve
üniversite eğitimlerini gördükleri ülkenin
başkenti. Tokyo ne mi? Tokyo beyzbolda,
voleybolda, buz pateninde ve doğal olarak bir
çok Uzakdoğu sporunda en üst seviyeye çıkmış
ülkenin başkenti. Tokyo 30-40 sene önce futbol
dendiğinde kimsenin yakıştıramadığı, ama
çocuklarına animelerle futbolu sevdirdikten
sonra yarattıkları sistemler ve okul eğitimiyle
günümüzde Dünya Kupaları’nda kıta
şampiyonlarında zirveye çıkmış bir ülkenin
başkenti. Tokyo ne mi? Tokyo, futbol milli
takımındaki oyuncularının Schalke, Inter,
Manchester United, CSKA Moskova, Arsenal,
Stuttgart ve daha burada tek tek sayılmayacak
bir çok önemli Avrupa kulübünde forma giyen
saygın yeteneklerin ülkesinin başkenti. Ama
her şeyden önce Tokyo sporu spor olduğu için
seven insanların ülkesinin başkenti. Tokyo
profesyonel olarak olmasa bile hayatın içine
spor yapmayı katmış insanların, spora nefret,
HF
#
97
hamaset, çıkar bulaştırmamış insanların
ülkesinin başkenti. Tokyo spor programlarında
spor seyredip, komedi programlarında gülen
insanların başkenti, spor programlarının bir
çoğunu başlasa da ölsek gülmekten, şu şunla
dalaşsa şu şöyle saçmalasa da eğlensek diye
bekleyen ya da beklemek zorunda bırakılan
insanların başkenti değil.
Emre Çelik
MAÇ 90 DAKiKA
Avrupa Kupaları
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne
yaptığı tatsız başlangıç, Real
Madrid’le arasındaki organizasyon
farkını ortaya koyar nitelikteydi.
HF
#
97
Galatasaray, 2013-14 sezonunda Şampiyonlar
Ligi macerasına Real Madrid karşısında alınan
6-1’lik mağlubiyetle start verdi. Kimilerine
göre perşembenin gelişi çarşambadan belliydi;
kimilerine göre ise oynanan futbol göz önüne
alındığında hak edilmeyen bir mağlubiyet
alındı. Kimilerine göre sadece sahada oynanan
futbol mağlubiyeti getirdi; kimilerine göre ise
Galatasaray-Fatih Terim-Türkiye Milli Takımı
üçgeninin yol açtığı bir hezimetti. Fakat daha
grup aşamasında sadece bir maçın geride
kaldığı gerçekliği dikkate alınırsa, gruptan
çıkmak için -kısmen de olsa kısa vadede- Real
Madrid mağlubiyetinde saha içinde ve maç
hazırlığında yapılan hataları tespit ederek bu
noksanları önümüzdeki 5 maçta gidermek
için çabalamak Galatasaray adına yapılması
gereken en önemli şey.
Planlama
Galatasaray’ın 2012-13 sezonunun başından
bu yana Avrupa’da oynadığı bütün
karşılaşmalar incelendiğinde hiç şüphesiz bir
maç diğerlerinden fazlasıyla ayrılıyor. Sarıkırmızılılar, Santiago Bernabeu’da oynanan
karşılaşmada sistemi, en zayıf halkası kanat
ve duran top savunması olan Real Madrid’e
göre kurmayınca 3-0’lık net bir mağlubiyet
almış; rövanş karşılaşmasında ise iki oyuncu
da ilk 11’de başlamasa bile Nordin Amrabat ve
Sabri Sarıoğlu hamleleriyle sadece 30 dakikalık
bölümde rakibini darma duman etmeyi
başarmıştı. Her ne kadar Real Madrid’de
geçen yıla göre birçok değişiklik olsa da ligde
oynadıkları dört maç, Ancelotti’nin korkak
bir tutumla takımı ele aldığını, yani takımın
başına geçer geçmez radikal değişiklikler
yapmamasından dolayı İspanyol devinin
handikaplarının aynı kaldığını göstermişti.
Lâkin buna rağmen Fatih Terim, elde hem
çok net veriler hem de tecrübe edilmiş bir
örneği varken bu maçta da kenarları ofansif ve
defansif açıdan sadece kanat beklerine teslim
etti. Salı günü oynanan karşılaşmanın ilk 60
dakikası dikkate alınınca sarı-kırmızılıların
yakaladığı %100’lük olarak nitelendirilebilecek
üç pozisyonunun tamamı, kenarlardan gelen
ortalar -biri duran top- sayesinde bulundu.
Bu veri bile salı günkü maçın anahtarını, maç
için seçilen/ısrar edilen sistemin hatasını ve
ardından gelen hamlelerde geç kalındığını
açıkça ortaya koyuyor.
Avrupa Kupaları
Planlama açısından işin daha da vahim tarafı
ise kısmen sezon planlamasında -özellikle
de Avrupa için- yapılan hatalar olarak
nitelendirilebilir. Fatih Terim’in kenarları kanat
beklerinin sorumluluğuna vermesi, Amrabat’a
ve Sabri’ye güvenememesinden kaynaklanıyor
olabilir ki iki oyuncunun son dönemde aldığı
süreler ve Amrabat’ın istikrarsızlık konusunda
istikrar abidesi profili göz önüne alınınca
Terim’e bu konuda hak vermemek elde değil.
Lâkin bütün sezon baz alındığında, özellikle de
Avrupa’da farklı profillerde bir çok takım olduğu
hesaba katılınca transfer döneminin bu açıdan
boş geçirilmesi ve bu nitelikteki Bruma’nın son
anda kadroya dâhil edilmesi de bir planlama
hatası olarak öne çıkıyor.
HF
#
97
Real Madrid maçı şunu gösterdi ki rakibe
göre oynamak -yani işin maç planlama kısmıayıp değil, aksine çok büyük bir gereklilik.
Galatasaray’ın geçen sezon puan kaybettiği
Braga ve Cluj maçları gibi örnekler de iyi
oynayan takımın değil doğru oynayan takımın
kazanmaya yakın olduğunu açıkça gösteriyor.
Zaten ilerleyen maçlarda Avrupa’nın bile henüz
pek alışık olmadığı modern 3-5-2’yi kullanan
Juventus ve İtalyanlar karşısında klasik bir
4-4-2 gibi dizilen ama beklerin, kendileriyle
aynı hatta bulunan kanat oyuncularından
neredeyse daha fazla çıktığı bir Kopenhag ile
karşılaşılacağı hesaba katılınca rakibe göre
planlama yapmanın ve esnek davranmanın
gruptan çıkma açısından öneminin son derece
önemli olduğunu söylemek kesinlikle yanlış
olmaz. Nitekim, Barcelona, Bayern Münih
ve Borussia Dortmund bir kenara koyulursa
Avrupa’da hemen hemen bütün devler de
rakibi kim olursa olsun küçümsemeden bu
doğrultuda maç taktiklerini geliştiriyor (Hatta
Barcelona bile kendi sisteminde ısrarcı olunca
Bayern Münih karşısında ağır bir hezimet elde
etti).
Efektiflik
Salı akşamı Galatasaray adına planlamadan
kaynaklanan bir diğer negatif nokta da özellikle
hücum anlamında birkaç ismin neredeyse
sadece hacim kaplaması, takıma pozitif
anlamda en ufak bir katkı yapamaması oldu.
Terim, muhtemelen top rakipteyken orta
Avrupa Kupaları
HF
#
97
sahayı elde tutmayı amaçlayıp rakibe oyun
kurdurmama isteğiyle birlikte klasik 4-1-2-1-2
sistemindeki savunmanın önündeki Melo’yu
ve sağ/sol iç oyuncuları olarak kullandığı Engin
Baytar ile Selçuk İnan’ı birbirlerine fazlasıyla
yakın oynattı. Maçın ilk 50 dakikası yenen bir
gole rağmen Fatih Terim’in istediğini aldığını
gösterdi ama bu üçlünün yakın ve normale göre
derin oyunu, Sneijder ile aradaki mesafenin
açılarak bağın kopmasına ve kenarların bomboş
kalmasına yol açtı. Takımın en önemli hücum
silahlarından birisi olan Wesley Sneijder’in ilk
22 dakikada sadece 5 kez topa dokunabilmesi,
bu istatistiğin maçın devamında da kısmen
de olsa aynı doğrultuda devam etmesi ise
madalyonun bir diğer yüzü oldu.
Sneijder’in yanı sıra bir diğer etkisiz isim de
savunma görevi, hücum görevinin fazlasıyla
önüne geçen Engin Baytar oldu. Baytar,
oyunda kaldığı 62 dakikalık periyodu sıfır şut
ve sıfır adam geçme ile tamamladı. Son bir
senelik dönemde aldığı süreler baz alınınca
Engin’den çok büyük şeyler beklemek elbette
yanlış olur ama Engin’in potansiyelinin bu
olmadığı da ortada. Hakeza kanat beklerinin
de efektiflik açısından Real Madrid karşısında
ciddi sorunlar yaşadığı anlar oldu. Savunmada
açık vermek istemeyen bir profil sergileyen
Riera, ileri çıkışlarında fazlasıyla temkinli
Avrupa Kupaları
HF
#
97
davranıp ofansif katkı veremezken; çizgideki
tek yükü sırtlandığı için ileriye de katkı verme
zorunluluğu hisseden Eboue, esas sorumlu
olduğu bölgeyi -yani savunmayı- ikinci plana
attı. Riera’nın etkisizliği Galatasaray’ın gol
yollarında eksik kalmasına yol açarken;
Ebuoe’nin etkisizliği doğrudan skor tabelasına
yansıdı. Pep Guardiola’nın Bayern Münih’te
4-3-3’ü terk ederek eldeki oyunculardan en iyi
şekilde faydalanabilme arayışı, Mourinho’nun
Real Madrid’deki katı ve tamamen kontratak
üzerine kurulu yapıyı Chelsea’ya tamamen
taşımaması gibi örnekler, uluslararası arenada
sistemler için kalıcı olma zorunluluğunun
olmadığını ortaya koyuyor. Fatih Terim de
önümüzdeki maçlarda kesinlikle bu mantalite
ile sahadaki 11 kişiden en iyi verimi alabileceği
şekilde, sahaya sürmeli. Zaten aksi halde Real
Madrid’den deplasmanda, Juventus’tan hem
içeride hem de dışarıda puan almak imkansıza
yakın.
Bireysel performansların yanı sıra takım olarak
da Real Madrid etkili olmanın, az ama öz
gelmenin önemini açıkça gösterdi. Gole kadar
neredeyse sadece iki kez rakip kaleye gelebilen
Real Madrid’in aksine temsilcimiz bu açıdan
da fazlasıyla bonkör davrandı. Bu noktanın,
etkili görünüme rağmen gole gidememenin,
psikolojik anlamda da dezavantaj sağladığı bir
gerçek ki zaten farkın en büyük nedenlerinden
birisi de doğrudan işin psikolojik boyutu.
Geçen sezon puan kaybı yapılan Cluj ve Braga
maçları dahil edilince özellikle de Kopenhag’da
oynanacak maçın bu açıdan verimli
oynayabilmenin, güzel oyundan çok daha fazla
önem arz edeceğini söylemek çok da hatalı
olmaz.
Hata payı ve kırılganlık
Almanların efsanevi teknik adamlarından
Sepp Herberger’in son derece basit ama
birçok şey ifade eden “Maç 90 dakika.”
söylemi, Galatasaray-Real Madrid
karşılaşmasında benimsenmesi gereken, fakat
benimsenemeyen bir yaklaşım tarzı olarak öne
çıkıyor. Salı günü oynanan karşılaşmanın ilk
60 dakikasını sıradan birine, son yarım saatini
ise başka bir kişiye izlettirip 90 dakika tahmini
isteseniz hiç şüphesiz arada dağlar kadar fark
olacaktır. Fakat bu iki kişiye takımların aynı
olduğunu söylediğiniz zaman bir şaşkınlık
nidasıyla karşılaşmanız kuvvetle muhtemel.
Herhangi bir takımın 90 dakika içerisine bu
denli farklı profiller çizmesi, bireysel hataların
-moral bozukluğunun da etkisiyle- ciddi derece
artması, bir başka ifadeyle birden dağılması,
elbette normal değil. Zaten mücadele edilen
kulvar Şampiyonlar Ligi olunca da bunun
sonuçları çok ağır oluyor.
Sadece bireysel hataların getirdiği çöküntü
değil, bireysel efektiflik de buna etkiyen
bir faktör. Örneğin Galatasaray, Drogba’nın
çıkışıyla birlikte ileride pres uygulasa da ilk
yarıda olduğu gibi Real Madrid’i sıkıştırıp,
Diego Lopez’i uzun topa zorlayamadı. Bu
bölümde ileride basan tek oyuncu Burak
Yılmaz, dakikalar geçse de presi bırakmadı
ama hiç şüphesiz tek başına pres yapmasının
anlamsız olduğunun farkına vardı. Burak’ın
inancını kaybetmesinde, Real Madrid’in
bulduğu-kendisinin kaçırdığı goller de
muhtemelen rol oynadı. Hatta ve hatta belki de
oyundan çıkarken gösterdiği tepki de bundan
kaynaklanıyor. İşte bu küçük olayları birleşince
de takımın çehresi bir anda değişti.
Fakat şimdi, Herberger’in bu meşhur sözünü
Şampiyonlar Ligi’ne uyarlama zamanı:
“Şampiyonlar Ligi’nde gruplar 6 maç.”. Zaten
geçtiğimiz sezon ilk üç maçta sadece 1 puan
alabilen Galatasaray, bunu başaramaz ve
erken pes ederse, zorlu fikstür de düşünülünce
gruptan çıkmak için mucize nitelemesi
kesinlikle yanlış olmaz.

Benzer belgeler

O sene bu sene mi?

O sene bu sene mi? tarafla makas daha açıldı ve artık Liverpool’u kimse şampiyonluk adayı olarak görmüyor. Geçen sezon Brendan Rodgers ile atılan adımlar daha sesli olarak duyuluyor. Özellikle Kırmızılıların ikinci y...

Detaylı