Cin Hakkında Bilgi

Transkript

Cin Hakkında Bilgi
Cin Hakkında Bilgi
CİN HAKKINDA BİLGİ
Aşağıdaki yazı, Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed
Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde tesavvuf
müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi aleyh” (Keşkül) ismindeki
kitâbından alındı. Keşkül basılmamışdır.
Cin var mı, diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında
şübhe etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin sağlam kitâblarından
çıkardığım, aşağıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve doğru düşünerek,
anlamak lâzımdır.
Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen
kelimeler (örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile
örtülü olduğundan, bu ism verilmişdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının örtülü
olduğu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ışığını örtmüşdür.
Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu için, cin denilmişdir. Cin
kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, fârisîde, cin
demekdir.
Mahlûklar, görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan
mahlûklar da vardır. İmâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmışdır: Su,
toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ateş. Bunlardan ateş; alev, ışık ve dumandır.
Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, kâfirleri, fâsıkları
vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, yüzbeş elementden (basît
cismden) meydâna gelmekdedir. Şu hâlde bütün mahlûklar, elementlerden yapılmış olup,
enerji (kudret) taşırlar. Normal fizik şartlarında, katı ve sıvı (mâyı’) hâlinde
bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildiğimiz için bunlardan yapılmış cismler
görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok (yüzde yetmişden fazla) bulunduğundan,
insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar da böyledir.
Cinnîler, havadan ve nârdan [ya’nî ateşden] meydâna gelmişdir. [Ateşin alev kısmı
görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ışıklandığı için, parlak görünüyor.] Bunun
için, cin de görünmez.
Alev iki kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez]. Zulmânî
olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmışdır. İnsanlar, toprak maddelerinden
yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize hâle, et ve kemiğe
çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her
şekle dönebilen bir hâle gelmişdir.
Cinnin ta’rîfi şöyledir: Cin ya’nî peri, ateşin alev kısmından yapılmış cismler olup,
her şekle girebilirler.
Melekler ise, nûrânî cismlerdir. Muhtelif şekllere girebilirler. Melek ile cin,
yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin,
hakîrdir, kıymetsizdir. Melekde, nûr [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır.
Elbette nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, insanın hayvana
yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekden kıymetli, cin de hayvandan
kıymetlidir.
İslâm âlimlerinin çoğu, meleklere cism dedi. Doğrusu da öyledir.
Meleklerin varlığına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz,
bid’at sâhibi olur.
Cinnin varlığına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye
[ya’nî mu’tezile] fırkasının çoğu ve zındıklar, Cin ve şeytânlara inanmadı. Cin, zekî,
dâhî insan demekdir. Şeytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din kitâblarını
okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fekat, Kur’ân-ı
kerîmde açıkça bildirildiği hâlde ve islâm büyüklerinin kitâbları dolu olduğu hâlde,
Kaderiyye fırkasının inanmaması, şaşılacak şeydir. Çünki bunlar, Kur’ân-ı kerîme
uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymakdadırlar. Hâlbuki, Cinnin var olması,
akla uymıyan birşey değildir. Ya’nî aklın red edeceği birşey değildir. Çünki, Allahü
teâlânın kudretinin yapamıyacağı birşey değildir. Bugün fen adamları, akl ve din
sâhibleri, aklın imkânsız demediği şeyleri red etmiyor. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen
şeylere, kelimenin açık ve meşhûr ma’nâlarını vermek lâzımdır. Şeyh-i ekber
[Muhyiddîn-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var olduğunu, şu âyet-i kerîmeler ile
gösteriyor:
1 — Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (İnsanları ve Cinnîleri ancak, beni
bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor.
2 — Errahman sûresi, yetmişdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete gireceği bildiriliyor.
3 — Errahman sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar ve
cinnîler!) demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn [ya’nî,
insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin varlığını
göstermekdedir.
Kitâblı kâfirlerin hepsi, ateşe tapanlar, puta tapanlar, budistler, müşrikler ve Yunan
felesoflarının çoğu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduğuna inanıyor. Süleymân
aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlığını göstermekdedir.
Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, başka ma’nâ verenler mürted olur.
(Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi aleyh” yazdığı
(Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i Nesefî) şerhindeki açıklama,
mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ şudur:
(Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr ma’nâları verilir. Bu ma’nâları
değişdirerek, bâtınîlere [İsmâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur).
Kul-e’ûzü sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkca haber vermekdedir.
[Bilgileri noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri
kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat, bu
hâyalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birşeye yok diyebilmek için, o
şeyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca lâf olur. Bu gibilere,
ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber verdiği ve hele,
Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” çeşidli
zemânlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan, zan yolu ile, çala
kalem yok demek, ilm adamına yakışır bir şey değildir. Cinne, meleklere, Cennete,
Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik sözleri, (Kim gitmiş, kim
görmüş. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen şeye inanmak, abdallık olur) demeleridir.
Gözün akla değil, aklın göze bağlı olması lâzım sanıyorlar. Hâlbuki akl, duygu
organları üstünde bir kuvvetdir ve his edilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir
hâkimdir. İnsanlar, göze tâbi’ olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi,
kedi, köpek ve fârenin insandan dahâ şerefli, dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi.
Çünki, bu hayvanlar, karanlıkda da görüyor, insan ise göremiyor. O hâlde, göremediğine
inanmak istemiyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmekdedir. Demek ki, his
organlarımız, aklın uşakları, âletleridir. Kumandan, hâkim, akldır. Akl, görünmiyen,
duyulmıyan şeyleri red etmediği gibi, yokluğu isbât edilemiyen ve anlaşılamıyan
şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun bir söz olmaz].
Cinnin varlığı, dînin açıkca bildirdiği birşey olduğundan, inanmıyan müslimânlıkdan
çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.
Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine
kavuşdurdukları, çeşidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından görülmüş
ve haber verilmişdir. Buna karşılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî yalnız felesof
taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecribeli doktorlar ve şimdi,
tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çoğu, yok deyip geçemiyor, müslimânlara
uyuyorlar. İslâm âleminin en büyük doktoru olan İbni Sînâ, Yunan felesoflarının
te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb alamadığı hâlde, (Kanûn) ismindeki
kitâbında, Sar’a hastalığını anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor ki,
(Hastalıklara birçok maddeler sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl etdiği hastalıklar da
vardır ve meşhûrdur).
[Cin hakkında bilgi, her Peygamberin kitâbında vardı. Süleymân aleyhisselâmın emri ile
iş görürlerdi. İdrîs “aleyhisselâm” diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler,
ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyr eyledi. Dahâ sonra gelenler, bu
resmleri tanrı sandı. Çeşidli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik
meydâna çıkdı. Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin sene önce, Hicazdaki
Huzâ’a hükûmetinin reîsi olan Amr bin Luhay, puta tapınmak dînini Şâmdan Mekkeye
getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, putun, ya’nî heykelin içine
girip söylerdi. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dünyâya teşrîf
etdiği, islâmiyyetin başladığı, birçok putlardan işitilmişdi. Bu sözlerle, çok
kimselerin müslimân olduğu, (Mir’ât-i Mekke) târîh kitâbında uzun yazılıdır.
Şeytânlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine te’sîr
ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi
olmaz. Böylece vaktîle Romada ve Peştede, son zemânlarda Adanada konuşan çocuk ve
hastalar görülmüşdür. Bunları konuşduran cin, uzak memleketlerdeki veyâ eski
zemânlardaki şeyleri söylediklerinden, ba’zı kimseler, bu çocukların iki rûhlu
olduğunu veyâ başka insanın rûhunu taşıdığını, ya’nî tenâsüh sanmışdır. Böyle zan
etmenin yanlış olduğunu, dînimiz açıkca bildirmekdedir. Eskiden kâhinler, cinnîlerden
ba’zı şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına
inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslimânlar, putperestlerden işiterek
öğrenmedi. Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. Müslimânlar, puta
tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi,
âyet-i kerîme ve düâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar].
İnsanlar, ilk olarak, toprakdan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de,
erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yimeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri
hakkında ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber olduğu, Kur’ân-ı kerîmi
dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede toplandıkları ve Resûl-i
ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” onlara Kur’ân-ı kerîm okuduğu, ibâdet etdikleri,
sadaka verdikleri, iyi işlerine sevâb verildiği, cin kâfirlerinin Cehenneme gireceği,
mü’minlerinin Cennete gireceği ve Cennetde Allahü teâlâyı görecekleri, Cinnin
arkasında nemâz kılanın nemâzının sahîh olup olmıyacağı, Cum’a ve cemâ’atler onlar ile
de olup olmıyacağı ve nemâz kılanın önünden geçmeleri câiz olduğu, çeşidli kitâblarda
yazılıdır. İnsanın cin ile evlenmesinin câiz olduğu, cinnin insan kadınına te’arruz
edince gusl abdesti lâzım olduğu, cin ile insan arasında hâsıl olan çocuğun nasıl
olacağı [Belkıs gibi], Cinnin kesdiği hayvanın yimesi câiz olduğunu, cinnîlerin insan
âlimlerine süâl sorup fetvâ aldıklarını, insanlara va’z etmelerini, insanlara şi’r
söyleyip insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedâvîsi, ilâc öğretdiklerini,
insandan korkduklarını, insanlara itâ’at etdiklerini bildiren, âlimlerimizin çeşidli
yazıları vardır. Bu kitâblar, cinnin varlığını göstermekdedir. Cinnîlerin insanlara
olan zararlarına karşı tedbîr alınması, cinnin zararına karşı korunulması, cinnîlerin
küçükleri yükseklerine ita’at etdikleri, insanların iyiliklerine karşı iyilik
yapdıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar yapdıkları, sar’a hastasının bedenine
girip, hastanın hareketleri ve işlerinin, cinnin hareketi ve işi olduğu, böyle
hastanın tedâvîsinde cin ile sorgu, süâl, cevâblaşma olduğu, cinnin insanlarla alay
etdikleri, cinnin insan gibi, nazarları değeceği, cinnin harb etdikleri, bilhâssa
Ramezân ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibâdet etdikleri, cinnin, hadîs-i
şerîflerin sahîh olup olmamasında insanlarla müzâkerede bulunmaları, Server-i âlemin
“sallallahü aleyhi ve sellem” Ümm-i Ma’bedin çadırında müsâfir olduğunu Mekke
ehâlisine haber vermeleri, Ümm-i Ma’bedin müslimân olduğunu haber vermeleri, Bedr
muhârebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormak câiz olduğu, ileride olacak
şeyleri sormak câiz olmadığı, müezzinlerin ezânlarına, kıyâmetde, cinnîlerin şâhid
olacakları, Ebû Ubeyde ve arkadaşları vefât edince, cinnîlerin ağlayıp mâtem
etdikleri, Ömer “radıyallahü anh” vefât etdiği zemân, mersiye okudukları, Osmân
“radıyallahü anh” şehîd olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Alînin “radıyallahü anh”
şehîd olduğunu haber verdikleri, Hüseyn “radıyallahü anh” şehîd olunca ağlayıp,
bağırdıkları ve başka Sahâbîler şehîd olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül’azîzin
vefâtını haber verdikleri, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve imâm-ı Şâfi’înin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vefâtlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine
vesvese getirdiği ve dahâ pekçok meşhûr vak’a ve işler kıymetli kitâblarda yazılıdır.
Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermekdedir. [Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri
çok görülmüşdür. Mikrop şekline de girip, insanın damarlarında dolaşırlar.]
Cinnîler yir, içer. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”; (Sağ el ile yiyiniz,
sağ el ile içiniz! Çünki, şeytân, sol eli ile yir ve sol eli ile içer!) buyurdu.
Şeytânların hepsi kâfirdir. İnsanları aldatmağa uğraşırlar. İbâdetleri unutdurup,
günâhları iyi gösterirler. Nefsin arzûlarını kızışdırırlar. Şeytânlar da, ateş ile
havadan yaratılmışdır. Fekat cinde hava, şeytânda ateş fazladır. Cin ve şeytânlar, en
ufak yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler.
(Aynî târîhi)nde diyor ki, (Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır.
Şeytânların sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu
üçünün sayılarının, on katından dahâ çokdur). [(Buhârî) şârihlerinden Mahmûd bin
Ahmedin (Aynî târîhi) ondokuz cilddir.] Her insanın yanında, kâfir bir cinnî arkadaşı
vardır. Fekat, melekler, insanları bunların kötülük yapmalarından korur. Cinden,
Peygamber olmadığı (Eşbâh)da yazılıdır. Muhammed aleyhisselâmdan önce, cinnîlere
Peygamber gelmediğini, imâm-ı Mukâtil bildirmekdedir.
(Eşbâh) kitâbının sâhibi, bunun ikinci kısmında ve imâm-ı Hamevî “rahmetullahi teâlâ
aleyhimâ”, bunun hâşiyesinde diyor ki: İlk insan toprakdan yaratıldı. Bütün insanların
bedenleri toprak maddelerinden meydâna gelmekdedir. Fekat insanlar, etdir, kemikdir.
Toprak değildir. Cin de, ateşden meydâna gelmiş ise de, ateş ve hava değildirler.
(Kurtubî tezkiresi)nde buyuruyor ki, (Cinnin ölümü, yerde gâib olmakdır. İhtiyârları,
gençleşmeyince ölmez. Ölecekleri zemân, çocukluk hâline döner ve yerde gâib olurlar.
Cin üç sınıfdır: Bir sınıfı, rüzgâr ve hava gibidir. Bir kısmı yerdeki böcek ve
hayvancıklar gibidir. Birinci kısmda, altmışsekizinci maddeye bakınız! Bir kısmı da
emrlerle, ibâdetle vazîfelidir. Bunlara hesâb ve azâb vardır).
Seyyid Ömer “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, bana bir cin kızı geldi. Benimle
evlenmek istedi. Şemseddîn Hanefîden sordum. Hanefî mezhebinde câiz değildir dedi.
Böyle söyledim. Beni aldı. Yer altına, evlerine götürdü. Büyüklerine söyledi.
Büyükleri dedi ki, seyyid Şemseddînin cevâbı başımızın üstündedir. Fekat, cinnin insan
ile evlenmesi, Şâfi’î mezhebinde câizdir. Biz Hanefî değiliz, Şâfi’îyiz.
İnsanların çoğalması, menî iledir. Cinnin çoğalması ise gaz (hava) iledir. Ya’nî
erkekden dişiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. Bundan anlaşılıyor ki, insan
ile cin evlenmesi, hayâl iledir. Hakîkî evlenmek olmaz. Fekat, âlimlerden çoğu, hakîkî
evlenmek olmakdadır dedi ve gusl abdesti lâzım olur ve Belkıs, insan ile cin arasında
hâsıl olmuşdur dediler. [Cin, insan şekline girip evlenmekdedir.]
İnsan, cinni ve şeytânları, uyanık iken ve rü’yâda görebilir. Çünki, onlar her şekle
girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. İhtilâma sebeb olurlar. Peygamberlerden
“aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çoğu şeytânı görmüş ve konuşmuşdur. Her ne şeklde olursa
olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değişdiremez. Gözden kaçamaz.
Ona sorup cevâb alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen kendi şekline girip
gayb olur. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”, (Cinni kendi şeklinde gördüğünü iddi’â
eden kimsenin şâhidliği kabûl olmaz!) buyurdu. Çünki, hayâli kuvvetli olanlar,
bulunmıyan şeyleri görüyorum sanır. Hayâlleri [illüziyonları] birşey sanır. Sihr
yapılmış kimseler de, böyle hayâller görüp, bunları cism zan eder. Hayâli fazla
olanlara, çirkin şeyler güzel görünür. Çirkin tarafları görünmez. Dünyâya düşkün
olanlara, dünyânın herşeyi böyle görünür. Çirkinlikler, güzel görünür. Fekat uyanık
olanlar, keskin görüşlüler, herşeyin doğrusunu görüp aldanmaz.
İnsanın cin ile tanışması, arkadaş olması, kıymetli birşey değildir, zararlıdır.
Onlarla konuşmak, fâsık insanla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan kimse, fâide
görmemişdir. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât) kitâbının ellibirinci
bâbında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir bilgi edinmemişdir.
Çünki, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünyâ bilgileri edineceğini sanan
kimse de, aldanmakdadır. Çünki, fâidesiz şeyle vakt geçirmeğe sebeb olurlar. Onlarla
tanışanlar, kibrli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, kibrli olanı sevmez). (Reşehât)da
molla Câmî hazretlerinin halîfesi, Abdülgafûr-i Lârî, Muhyiddîn-i Arabînin bir
risâlesinde şöyle buyurduğunu bildiriyor: (Cinnin ilk babaları İblîs değildir. İblîs,
cin tâifesindendir. Cin, ateş ve havadan yaratıldığı için çok latîfdirler. Çabuk
hareket ederler. İnsan bunlara hafîf çarpınca, hemen ölürler. Bunun için, ömrleri
kısadır. Din bilgileri azdır. Kibrli olduklarından, birbirleri ile, hep mücâdele,
muhârebe ederler. Ateşden müte’essir olmazlar. Cehennemlik olanları, Zemherîrde, ya’nî
soğuk Cehennemde azâb göreceklerdir. İblîs ve çocukları, hak ve sevâb olan iyi şeyleri
yapmağı da insana hâtırlatırlar. Fekat, bunları yaparken, nefsde ucb, riyâ hâsıl
olarak veyâ farzın kaçırılmasına sebeb olarak, insan çok günâha girer). Cin ile
tanışmağa özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyyetlerinden istifâde etmeğe
çalışmalıdır. Evliyânın rûhları, görünmeden de, kendi beşerî şeklinde görünerek de,
sevdiklerine fâide verir ve belâlardan korur. Onları tanımağa, sevmeğe ve sevilmeğe
uğraşmalıdır.
(Hadîkat-ün-nediyye)de, bütün bedenin âfetlerini bildirirken, yazılı olan hadîs-i
şerîfde buyuruluyor ki, (Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve kâhine
giden ve sihr, büyü yapan ve yapdıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur’ân-ı
kerîme inanmamışdır). Tetayyur, uğursuzluğa inanmakdır. Kâhinlik, cinden bir arkadaş
edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına
bildirmekdir. Cinle tanışan falcılar ve yıldıznâmeye bakıp, sorulan herşeye cevâb
verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yapdıklarına inanmak,
ba’zan doğru çıksa bile, Allahdan başkasının herşeyi bildiğine ve her dilediğini
yapacağına inanmak olup, küfr olur.
İbni Hacer-i Hiytemî, (Fetâvâ-yı hadîsiyye)nin yüzyirminci sahîfesinde diyor ki,
(Birinin kolunu kesip, sonra yapışdırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama sokup
çıkarmak gibi gösteriler yapan tarîkatcılar, bu gösterilerini sihr, göz boyamak
şeklinde yapıp, kerâmet gösterdiğini söylerse, hâkim tarafından öldürülür. Başka
şeklde yapıyorsa, öldürülmez. Fekat, ağır cezâlandırılır. Mâlikî âlimlerinden Abdüllah
ibni ebî Zeyd Kayrevânî “rahmetullahi aleyh” (İsbât-ü kerâmât-il-Evliyâ) kitâbında
diyor ki, sihrinde küfre sebeb olacak şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, fekat kerâmet
ve tarîkatcılık şeklinde gösterirse, cezâlandırılır. Böyle tarîkatcıların yanlarına
gitmek, seyr etmek câiz değildir. Bir kadın, zevcine, kendisinden veyâ başkasından
soğuması için büyü yapdığını söyledi. Bunu öldürmediler. Cezâlandırdılar. İbni Ebî
Zeyd “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, kitâba bakarak cin ile
konuşduğunu, bu cinne emr ederek, sar’a yapan habîs cinni kovduğunu, büyü çözdüğünü,
habîs cinni öldürdüğünü söylerse, buna inanmamalıdır). Cin ile arkadaşlık etdiğini,
cin pâdişâhına hizmet etdiğini söyliyen kimsenin büyücü olduğu anlaşılır. Mısrdaki
Fâtımî devletinin altıncı reîsi olan Hâkim bi-emrillah Mansûr, Dırâr ve bunun talebesi
Hamzaya uyarak, cin ile tanışdı ve Cin pâdişâhına hizmet ederek, sapıtdı. Şeytânların
maskarası oldu. Tanrılık da’vâsına kalkdı. İbni Ebî Zeyd diyor ki, (Cinci tarîkatcıya
inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü
çözene de para vermek câiz değildir). Kocasının muhabbet etmesi ve kendisine eziyyet
etmemesi için, bir kadına, Kur’ân-ı kerîmden ve Selef-i sâlihînin bildirdikleri
düâlardan muska yazmak, karşılık birşey istememek câizdir. Ne olduğu bilinmiyen
şeyleri yazmak, okumak ve kendisine okutmak, bunları muska, tütsü yapmak harâmdır).
Kâdî-zâde, (Birgivî vasıyyetnâmesi)ni açıklarken, Birgivînin, (Bir kimse, ben
çalınanları, gayb olanları bilirim dese, böyle söyliyen ve buna inanan kâfir olur.
Bana cin haber verir. Bunun için bilirim dese, yine kâfir olur. Zîrâ, cin de gaybı
bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ondan başka kimse bilmez) yazısını, (Allahü
teâlânın vahy ve ilhâm etdikleri bilir. Cin, herşeyi bilmez. Allahü teâlânın
bildirdiğini ve görüp anladığını bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse,
bana cin haber verdi demekde zarar yokdur. Peygamberler kabrlerinde, bilmediğimiz bir
hayât ile diridirler. Allahü teâlâ, onlara vahy, ilhâm ve keşf yolu ile, gayb ve gizli
şeyleri bildirmişdir. Diri insanların işlerini ve hâllerini onlara ve dilediği
mü’minlerin rûhlarına bildirmekdedir) şeklinde açıklamakdadır. Cinnin sâlih olanlarına
da bildirmesi câizdir. Fekat, mü’min ve sâlih olmıyan, bid’at ehli ve fâsık
tarîkatcıların, yobazların yalanlarına inanmamak, tuzaklarına düşerek, felâkete
sürüklenmemek için, çok uyanık olmalıdır. 909.cu sahîfeye ve (El-münîre) kitâbına
bakınız!
(Dürr-ül-muhtâr)ın Tahtâvî ve İbni Âbidîn hâşiyelerinde, son cildin sonunda diyor ki,
(İnsanın, bilmesi lâzım olmıyan şeyleri münâkaşa etmek mekrûhdur. Öğrenmesi emr
edilmemiş olan şeyleri sormak câiz değildir. Meselâ, Lokman ve Zülkarneyn Peygamber
midir, değil midir? Cebrâîl aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl gelirdi? Melek ve Cin,
insanlara ne şeklde görünürler? İnsan şeklinde görünürken, yine cin ve melek midirler?
Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyâmet ne zemân kopacak? Îsâ aleyhisselâm, gökden ne
zemân inecek? İsmâ’îl ve İshak aleyhimesselâmdan hangisi efdaldir ve hangisi kurban
edildi? Fâtıma ve Âişeden “radıyallahü teâlâ anhümâ” hangisi dahâ efdaldir?
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ana babaları ve Ebû Tâlib hangi dinde
idiler? İbrâhîm aleyhisselâmın babası kim idi? Bunlar gibi şeyleri sormamalıdır.
Bunları öğrenmekle emr olunmadık).
(Hazînet-ül-esrâr) kitâbında diyor ki, Sar’a hastasından, rûhânînin def’ edilmesine ve
hastanın şifâsına âid hadîs-i şerîfleri bildirelim: [(Lugat-ı Nâci)de cin kelimesinde
diyor ki (Rûhâniyyûn üç sınıfdır: Hep iyilik yapan, ahyâr. Melekler böyledir. Hep
kötülük yapan eşrâr. Şeytânlar böyledir. İyilik de, kötülük de yapan evsât. Cinler
böyledir.] (Herkese Lâzım Olan Îmân) 26.cı sahîfeye bakınız!
İmâm-ı Beyhekî (Delâil-ün-nübüvve) kitâbında ve imâm-ı Kurtubî (Tezkire) kitâbında
bildiriyor ki, Ebû Dücâne “radıyallahü anh” buyurdu ki, yatıyordum. Değirmen sesi gibi
ve ağac yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı
kaldırdım. Odanın ortasında, siyâh birşey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi
derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmağa başladı. Hemen Resûlullaha
“sallallahü aleyhi ve sellem” gidip, anlatdım. Buyurdu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Allahü
teâlâ, evine hayr ve bereket versin!). Kalem ve kâğıd istedi. Alîye “radıyallahü anh”
bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd
eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, bizi yakdın.
Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksekdir. Bu mektûbu, bizim karşımızdan
kaldırmakdan başka, bizim için, kurtuluş yokdur. Artık, senin ve komşularının evine
gelemiyeceğiz. Bu mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz). Ona dedim ki, sâhibimden izn
almadıkca bu mektûbu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun
geldi. Sabâh nemâzını, mescidde kıldıkdan sonra, cinnin sözlerini anlatdım. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını,
kıyâmete kadar çekerler!).
Kefevînin (Mecmû’a-tül-fevâid) kitâbında ve Demîrînin (Hayât-ül-hayvân) kitâbı, kaf
harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki, (Bir kimse, bu mektûbu, yanında taşısa veyâ
evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren
cin de gider). Bu mektûb (Hazînet-ül-esrâr) ve (Hayât-ül-hayvân)da yazılıdır.
Süleymâniyye kütübhânesi, (Ayasofya) kısmında, [2912] sayıda (Hayât-ül-hayvân)ın
fârisîsi, [1913] de ise türkçesi vardır. Müslimânlara kolaylık olmak için bu mektûb,
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonunda da [207.ci sahîfesinde de] yazılıdır. Bu kitâb,
(Hakîkat Kitâbevi)nde satılmakdadır.
Âyet-el-kürsî, İhlâs, Mu’avvizeteyn ve Fâtiha sûrelerini sıksık okumak da, insanı
cinden muhâfaza eder. Bu âyet-i kerîmeleri okumakla ve bu mektûbu taşımakla ve şifâ
âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle fâidelenmek istiyenlerin Ehl-i sünnet
i’tikâdına uygun olarak doğru îmân sâhibi olması lâzımdır. Bunları yazanın ve
kullananın i’tikâdı doğru olmazsa ve küfr alâmetlerini kullanır, harâm işlerse,
fâideleri görülmez.
Fârisî (Şevâhid-ün-nübüvve) 163.cü sahîfesindeki hadîs-i şerîfde, (Yatarken Âyet-el
kürsî okuyana, şeytân yaklaşamaz) buyuruldu.
Kâdî Bedrüddîn-i Şeblînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Akâm-il-Mercân) kitâbı arabî
olup büyükdür. Hep cinden bahs etmekdedir. Bir yerinde diyor ki, (Cinden, geçmiş,
olmuş şeyleri sorup öğrenmek câizdir. Gelecekde olacak şeyleri sormak câiz değildir.
Geçmiş şeyleri görüp, işitip bilirler. Sar’a hastasını ve başka cin çarpanları cinden
kurtarmak için, küfre sebeb olan şeyleri yapmak câiz değildir. Cinden kurtulmak için
en iyi on çâreyi [kısaltarak] yazıyoruz:
1- E’ûzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü
okumalıdır. 3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin ilk beş âyetini okumalıdır. 4- E’ûzü
Besmele ile Âyet-el-kürsî okumalıdır. 5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin son iki
âyetini okumalıdır. 6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin başından (masîr)e
kadar ve Âyet-el-kürsî okumalıdır. 7- (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh
lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) okumalıdır. 8- Çok (Allah)
demelidir. 9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç terk etmemelidir. 10Kadınlara bakmakdan, çok konuşmakdan, çok yimekden ve galabalıkdan sakınmalıdır).
(Berekât) kitâbında, Muhammed Sa’îdi “rahmetullahi teâlâ aleyh” anlatırken sonunda,
imâm-ı Rabbânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Cinden korunmak için, (Lâ havle velâ
kuvvete illâ billah-il-aliyyil’azîm) okuduğunu yazıyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri,
yüzyetmişdördüncü mektûbunda, Cini def’ için bunu okumağı tavsiye etmekdedir. Buna,
(Kelime-i temcîd) denir.
Şeyh-ül-islâm İbni Hacer Hiytemînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tezekkürü Âsâr-ilvâride) kitâbında da, cinden koruyan düâlar yazılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye
kütübhânesi, (Reîs-ül-küttâb Mustafâ efendi) kısmında, [1150] sayı ile mevcûddur.
(Hakîkat Kitâbevi) tarafından (Minha) sonunda basdırılmışdır.
Cin ve şeytân şerrinden kurtulmak için ve sar’a hastalığına ve sihre karşı (Teshîl-ülmenâfi’) kitâbının sonundaki (âyât-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde
taşımalıdır.
Celâleddîn-i Süyûtînin “rahmetullahi aleyh” (Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme)
kitâbında sihr, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. Yüzellinci
bâbında buyuruyor ki, (Şeytânın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, hergün bu
düâyı okumalıdır: Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîmül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ
kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!). Yüzyetmişdördüncü maddesi sonunda diyor ki,
(Hiltit veyâ şeytân tersi adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sar’a
hastası, bunu koklarsa, iyi olur). Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu,
reçine olup, antispasmodique olarak, ya’nî sinirleri teskîn edici olarak Avrupada,
toz, hap ve ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için,
kullanılmakdadır. (Ütrüc), ya’nî Ağaç-kavunu bulunan eve cin girmiyeceği, (Hayât-ülhayvân)da ve (Kâmûs)da yazılıdır.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, talebeleri ile, uzak bir yere gidiyordu. Gece,
bir hânda kaldılar. (Bu gece, bu hânda bir belâ hâsıl olacak. Şu düâyı okuyunuz!)
buyurdu: (Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’ asmihî şey’ün fil-Erd-ı velâ fissemâi ve
hüves-semî’ul’alîm). Gece büyük yangın oldu. Bir odada eşyâlar yandı. Bu odaya haber
verilmemişdi. Düâyı okuyanlara birşey olmadı. Bu düâ, (Umdet-ül-islâm) ve (Berekât)
kitâblarında yazılıdır. (Tergîb-üs-salât) kitâbında ve (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı
155.ci sahîfesinde hadîs-i şerîf olduğu da bildirilmekdedir. Derdlerden, belâlardan,
fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabâh ve akşam, İmâmın bu sözünü hâtırlayarak,
üç kerre okumalıdır. Âyât-i hırz [koruyucu âyetler] da, okumalıdır.