ZABİTAN SAYI 4

Transkript

ZABİTAN SAYI 4
Şehitlerimiz
1987 MEZUNLARI
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
DERNEĞİ
ISSN 1303 - 2505
İmtiyaz Sahibi
1987 Mezunları Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği adına
Yönetim Kurulu Başkanı
Aziz Güler
canlarımız
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine
sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
Oçocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra
onlara alıştı, onların oğlu oldu!
Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; Şimşek, yıldırım, güneş oldu,
Türk oldu!
Türk budur; Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı
aydınlatan güneştir!
Yazı İşleri Müdürü
Oğuz Aksoy
Yayın Kurulu
Aziz Güler (Başkan)
Derya Ecevit
Muzaffer Potur
Gökhan Akşahin
Editör
H. Özgün Özkan
Yayım Türü
Elektronik Dergi
1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği
Kızılay Mah. İzmir-2 Cad.
Ersan Apt. Nu:49/05 06420
Kızılay- Çankaya/ ANKARA
[email protected]
0 534 355 42 20
Yazıların veya reklamların içeriğinden
sahibi sorumludur. 1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
veya Yayın Kurulu sorumlu tutulamaz.
Yayımlanan yazıların her hakkı
saklıdır. Kaynak belirtmek koşuluyla,
yazılardan toplamda çetrek sayfayı
geçmeyen alıntı yapılabilir. Bunun
dışında seri olarak çoğaltılması,
çeyrek sayfadan fazla alıntı veya
kopya yapılması “Yayın Kurulu”nun
yazılı iznine bağlıdır.
2
3
D
eğerli arkadaşlar,
derneğin mesajı
fışkırıyordu inanın, keşke gelebilseydiniz
ama inanıyoruz ki, gelemeseniz de sizlerde
hissetmiş, fotoğraflarda o parıltıları
yakalamışsınızdır. İnşallah onlara okuma
sevincini verecek, okuma tutkusunun
fitilini ateşleyecek bu paylaşımımız
hedefine tam olarak ulaşır, yarın büyük
büyük adam olurlar.
dergimizin dördüncü
sayısı
ile bir kez daha karşınızdayız.
Bundan önceki sayılar gibi, bu sayı için de
ciddi anlamda emek ve zaman harcandı.
Bizler, bu çabaların karşılık bulduğunu
gördükçe, daha fazla yoğunluk, daha fazla
gayret içerisine giriyoruz. Umarım yeni
sayımızı sizler de beğenirsiniz.
Nisan ayında bir de anma etkinliğimiz
vardı. Şırnak Uludere’de, 18 Nisan 1994
Mart ayında; 18 Mart Şehitler Günü tarihinde şehit olan Lütfü Tekelioğlu
dolayısıyla, 1987 Mezunları Yardımlaşma kardeşimiz için, Balıkesir’in Dursunbey
ve Dayanışma Derneğinin öncülüğünde ilçesinde, şehadetinin 22’nci yılında,
ve sekiz devre derneğinin (1979-1980- Şehitler Anıtında tören yapıldı, mezarı
1981-1982-1984-1985-1986) birleşimi ile başında dua edildi, höşmerim ve lokma
Maltepe Camii’nde, aziz şehitlerimizin tatlısı ikramı yapıldı, hatıra ormanı ziyaret
ruhları için mevlid-i şerif okutulmuş, helva edildi. Hepsinden önemlisi ve anlamlısı ise
dağıtılmış bilahare Cebeci Şehitliğinde ailesine yalnız olmadıkları, bir sıkıntıları
kabirleri başında dua edilmiştir. Ruhları bir dertleri olduğunda paylaşacakları bir
şad, makamları cennet olsun.
derneklerinin olduğu bildirildi. Onlarında
bu üzüntülü günde, hatırlandıklarını
Bu sayı Nisan ayına denk gelince, ister hissettirmek, bir nebze de olsa mutlu
istemez insanın aklına 23 Nisan Ulusal olduklarını görmek bizleri ziyadesiyle
Egemenlik ve Çocuk Bayramı geliyor, sevindirdi, tüm yorgunluğumuzu aldı.
aslında aklımızdan hiç çıkmayan bir Balıkesir ekibine de organizasyon ve
bayram ama yine de Çocuklarımızın bu misafirperverlikleri için teşekkürü bir borç
güzel bayramını kutlamadan edemiyoruz. biliyoruz. Yeni faaliyetlerimizde de katılım
Daha güzel yarınlara, musmutlu olacakları ve desteğinizin artarak devam edeceğinden
günlere bir an önce kavuşmalarını diliyoruz. eminiz.
Tabii sadece çocuklarımızın değil, gönlü
her daim çocuk kalanların da bayramını Bu yıl yeni düzenlemeler nedeniyle
kutluyoruz. Sivas- Yıldızeli- Yusufoğlan birçok arkadaşımızın da emekli olacağını
köyündeki çocuklarımız, bu bayram daha öğrendik. Emekli olacak tüm devrelerimize,
bir başka sevinç yaşadılar, bayram öncesi yeni yaşantılarının hayırlı uğurlu olmasını
daha bir mutlu oldular. Derneğimizce temenni eder, şimdiden mutlu bir emeklilik
yürütülen kampanya ile ve sizlerin katılımı hayatı diler, kendilerini derneğimizin çatısı
ile temin edilen yüzlerce kitap, çeşitli altına bekleriz.
spor malzemeleri, kabartma haritalar
ile eğitici oyunlar kendilerine iletildi.
1987 Mezunları
Faik Derya Ecevit arkadaşımızın verdiği
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
“Kendi Hayatının Lideri Ol” semineri de
Yönetim Kurulu
cabası idi. Hepsinin gözlerinden mutluluk
4
İzmir Casusluk Kumpası
Erhan Tokatlı
S
on dönemde, Türk Silahlı Kuvvetlerine
2009/2010
yılında
uygulamaya
konan birbirinin türevi olan çok
sayıda kumpas kuruldu. Bildiğimiz gibi;
Bu kumpaslardan sonuncusu, başka bir
ifadeyle çöken son kumpas, ‘İzmir Sözde
Casusluk Davası’dır.
Bu dava hepimizi benzer veya farklı
şekillerde etkiledi. Bir kısım silah
arkadaşımız sanık olarak yargılandı,
bir kısım arkadaşımız bu sanıklara ve
ailelerine sahip çıktı, bir kısım silah
arkadaşımız da başlarına benzer şeylerin
gelebileceği
kaygısıyla
yargılanan
arkadaşlarımızdan uzak durdu, irtibatını
kesti. Ama en acısı, bir kısım silah
arkadaşımız da bilerek veya bilmeyerek
bu kumpasçılarla birlikte hareket etti.
310’u asker olmak üzere toplam 357 sanıklı
“Sözde İzmir Fuhuş Casusluk Davası”
olarak bilinen davada, 26.02.2016 tarihinde
açıklanan kararla tüm sanıklar beraat etti.
Bu kumpas davanın sorumluları hakkında
da yasal işlemlere başlandı. Bu kapsamda,
davanın Özel Yetkili Savcısı ve sorgu
hakimleri HSYK tarafından görevden
alındı. Özel yetkili savcılık talimatıyla
hareket eden kolluk personelinin bir
kısmı tutuklandı, bir kısmı açığa alındı,
bir kısmının da görev yerleri değiştirildi.
hukukçu
şikayetlerimiz işleme konulmuş olmasına
rağmen, asker kişiler hakkında askeri
makamlarda henüz kayda değer bir
gelişme olmamıştır. Sadece Genkur Adli
Müşaviri’nin görev değişikliği yapılmıştır.
Yaklaşık 1500 klasörden oluşan geniş
kapsamlı bu davanın özetlenmesi de
aslında oldukça güçtür. Buna rağmen
en azından kronolojik olarak dava
süreci ve dava dosyasının köşe taşıları
diyebileceğimiz tarzdaki konu başlıkları
hakkında birkaç hususa vurgu yapabiliriz.
Bu dava da diğerleri gibi yurtdışından
gelen ihbar e-postaları ile başlamıştır.
Süreç, 2010 yılında, IP adreslerinden tespit
edildiği şekliyle, ABD-Maryland’den
gelen ihbar e-postaları ile başlamış
gibi görünse de, paralel örgüte verilen,
kazandırılan veya kaptırılan dijital
verilerden ve hazırlık soruşturmasındaki
bir takım faaliyetlerden anladığımız
kadarıyla kumpasın ön çalışması 20062007
yıllarına
kadar
gitmektedir.
TSK’nin
itibarsızlaştırılması,
halkın
TSK’ya güvenin sarsılması, TSK’nin
gelecekteki
komuta
kadamesinin
şekillendirilmesi, bazı kriterlere göre
tasfiyelerinin
yapılması
şeklinde
sıralayabileceğimiz bir kısım
hedefin
gerçekleştirilmesi amacıyla kurgulanan
TSK içindekiler de dahil olmak üzere bu davada; Askeri personel ile eskort tabir
kumpasçılar ve onların işbirlikçilerine edilen (kadın-travesti-eşcinsel ...) kişilerin
yönelik olarak 2013 senesinden itibaren irtibatlandırılması gayretini görmekteyiz.
İzmir ve Ankara C. Başsavcılıklarının
yanısıra, Genkur. Adli Müşavirliği, Söz konusu davada,
çok iğrenç, çok
Genkur. As. Savcılığı’na suç duyurlarında acımasızca planlar yapılıp insanlar
bulunduk. Bu suç duyuruları ile ilgili karalanmış, böylece davanın arkasında
olarak; sivil savcılıklarca siviller hakkındaki hiç kimsenin duramaması, toplumsal
5
İzmir Casusluk Kumpası
Erhan Tokatlı
desteğin engellenmesi sağlanmıştır.
B
u amaca ulaşmak için özellikle aramayakalama-elkoyma kararlarına 8 farklı
suç ismi yazılmıştır.
Sonuçta; Fuhuştan ve casusluktan hiç
kimsenin yargılanmadığı, bu yönde bir talep
içermeyen iddianame tanzimi ile yargılamaya
başlanmıştır.
Diğer kumpas davalarında olduğu gibi, ABD
ekolünden hareketle, bu tür davaların hepsine
birer isim verilmiş bu davanın adı da biraz
önce ifade ettiğim gerekçelerden hareketle
; özellikle “İzmir Fuhuş ve Casusluk Davası”
olarak adlandırılmış, kamuoyunda algı
yaratılmaya çalışılmıştır.
Bu sebeple, davanın avukatları tarafından,
dava süresince, dayatılan isim yerine, davanın
ismi olarak, “İzmir Gizli Bilgi Belge Davası”
kullanılmıştır.
Bu dava kapsamında ilk tutuklamalar; o
zaman ki tabirle “dalgalar halinde”, Mayıs
2012’de başlamış, Ağustos 2012’ye kadar
devam etmiştir. Sorgu ve tutuklama sürecinde
Genkur Bşk.lığı konuyla ilgili suskunluğunu
hiç bozmamış, personelinin yanında
olduğunu gösteren hiçbir gayrete girmemiştir.
Buna rağmen yargılama sürecini çığırından
çıkaran, çok büyük sıkıntılara sebebiyet
veren, Savcılık ve Mahkeme tarafından
sanıkların tutuklanmasına ve tutuklukluğun
devamına gerekçe olarak gösterilen, dört adet
değerlendirme raporu hazırlayıp, bu raporları
soruşturma ve kovuşturmayı yapan bizce
kumpasçı savcı ve hakimlere göndermiştir.
hukukçu
Gnkur. Bşk.lığı’nın veya ilgililerinin ağır
kusurunu, vebalini yargılananlar affetmediği
gibi eminim Türk milleti ve tarih de
affetmeyecektir.
Kastettiğimiz raporlar (21/28 Eylül 2012-12
Ekim 2012 – 31 Ocak 2013 tarihli) dört adet
rapordur. Bu raporların en belirgin özellikleri
şunlardır;
1. Sapanca’ daki adreste aranması ve bulunması
tamamen bir düzmece, bir senaryo ve kendisi
de sahte olan “Pandora” veri tabanının yasaya,
uygulamaya ve mantığa aykırı bir şekilde hardcopy’leri / printer çıktıları, Özel Yetkili Savcılık
tarafından klasörler içinde Gnkur. Bşk.lığı’na
gönderilmiştir.
Gnkur Bşk.lığınca öncelikle yapılması gereken
husus;
a. İçindekilerin kendisine ait olduğu iddia
edilen söz konusu dijital veri tabanın aslının
veya imajının gönderilmesini istemesi,
b. Bu veri tabanının içindeki verilerin kendine
ait olup olmadığının tespiti,
hukukçu
İzmir Casusluk Kumpası
Erhan Tokatlı
B
enzer istikamatte hareketle Gnkur.
Adli Müşaviri tarafından akıllara
zarar belki de çok zekice bir “önkabul ile değerlendirme yapmıştır”.
Aynı makam tarafından, “Belgelerin
(dijital verilerin) gerçek, içeriklerinin
doğru olduğu” önkabulünün gerekçesi
olarak, her ne kadar bize inandırıcı
gelmese de “birliklerle yazışmanın çok
uzun zaman alacağı ve bu birliklerdeki
muhtemel sanıkların delilleri karartma
ihtimalinin olduğu” ileri sürülmüştür.
Böyle bir mantıkla hareket eden kişilerden
doğru ve adil bir değerlendirme olmayacağı
son derece açıktır, nitekim olmamıştır.
bazı kişiler için yapılan değerlendirmeler
tam
olarak
uygun
olmamıştır.
Yani; Değerlendirme neticesine göre
müebbet hapis cezası ile yargılanması
değerlendirilenlerin (9 kişiden 7’si hiç
tutuklanmamıştır) bir kısmı tutuksuz
yargılanırken, 6 ay- 3 yıl hapsi istenenlerin
çoğu yaklaşık 1-1,5 yıl hapis kalmıştır.
Söz
bir
konsu
hukuki
davada
garabet
böylesine
yaşanmıştır.
Sonuç olarak, bugün için tüm sanıkların
beraat
ettiği
düşünüldüğünde,
bu
haksızlığın boyutu izah edilemeyecektir.
Suçlu bulunsa bile, yasa gereği belki
Bu heyet/heyetler tarafından; TSK’de de bir gün dahi hapse girmeyecek
hiç yazılmayan hiç oluşturulmamış olan birçok insanın cezası hukuka ve
evraklara gizlilik dereceleri atfedildiği vicdana aykırı olarak infaz edilmiştir.
gibi, bir çok dijital veri için yapılan
gizlilik derecelerinin tespitine dair Erhan Tokatlı
değerlendirmeler de hatalı olmuştur. Nisan 2016
Tutuklamalar önceden yapıldığı için bazen
c. Bu tespit çerçevesinde bir değerlendirme
yapmasıdır.
Fakat böyle bir talep ve değerlendirme
yapılmamıştır.
2. Gnkur. Adli Müşavirliği, bize Balyoz
davasında karşılaştığımız benzer bir durumu
hatırlatan (bir takım faraziyelerin gerçek
olduğu kabulüne dayanan “Bnb.Erdoğan
Raporu”) yaklaşım sergilemiştir.
Söz konusu bu raporların hazırlanmasında
6
7
Rasim Acıyan
SEN DEMEK
şiir molası
AŞK BİZİ BEKLER
Sabah güneşi bekler...
Gün ise akşamı...
Doğan bebek büyümeyi...
Çocuk ise adam olmayı,
Kağıt kalemi bekler,
Satırlar dizeleri...
Dizeler ise yüreğimin sesini...
Sen diyorum...
Martılar kanatlarını Meltem rüzgarına Yüreğim ise seni bekler gülüm...
bırakıyor. .
Gül bülbülün şakımasını,
Kuğular nehirden merasimle geçiyor...
Çiçek arının konmasını,
Hasretlik vuslatı,
Sen diyorum...
Hasta şifayı,
Kalbim ritmini şaşırıyor...
Dert dermanı,
Gözlerim yağmur bulutu oluyor..
Gözlerim gözlerini,
Sen diyorum..
Tenim ise tenini bekler gülüm...
Gönül aşkı, Aşk ise bizi bekler gülüm...
Her şey şiir oluyor...
(mr_a)
Şiir içinde seni buluyor...
Sen ki şiirin ta kendisisin... Mr_a
Sen diyorum..
Eskilerden bir şarkı çalıyor...
Bir yazlık sinemada,
Kadir İnanır ve Türkan Şoray “Selvı boylum
Al yazmalım” ile boy gösteriyor...
Sinema
Efe C. Arslan
1
940 ve 50’lerdeki çizgi roman süper
kahraman patlaması gibi, bu sene de
sinema filmlerinde süper kahraman
patlaması görüyoruz.
gençlerimiz
sonra gerginlik oluyor savaşıyorlar,
savaşıyorlar. Süpermen’in yeşil sahalarda
görmek istemediğimiz üzücü davranışları
başlıyor, sonra barışıyorlar..
Şimdiden 2020 ‘ye kadar bu tür film Tabi ki baş kötü Lex Luthor var. Jesse
çekimleri planlandı bile. En son 2020’de Idenberg benim sevdiğim bir aktör ama son
Green Lantern filmini yapacaklar. Marvel yıllarda pek kendini gösteremiyor bence.
ve DC daha sonra neler yapar bilinmez.
Son filmleri hep uçuk kaçık komedilerdi.
2016’da
sonbahara kadar sinemalara Herkes onunla ilgili ön yargılıydı bu rolü
gelecek gençlik filmleri huzurlarınızda.
nasıl yapacak diye. Ben de diyorum ki
Social Network’ü izlediniz mi, orda şahane
Mart
oynuyor. Burada ise bir tarz Pulpatin
munipulatorü – soğuk buz gibi bir karakter.
Batman vs Supermen filmi perdede
olacak ve neredeyse 3 saat. Hiçbir rakibi Amerika’nın başkanı olmak için gerçek
yok, gişeyi silip süpürecek. Bizim için başkanı öldürmek var kafasında. Oradaki
de bir sürpriz var. Milli gururumuz Türk performansı çok iyi. Derken empatik bir
Hava Yolları bu filme sponsor oldu. İki hikâye başlıyor. Annesi ve babası onu hiç
uçağı filmin logolarıyla boyadılar. Film sevmemiş, hep eziyet etmiş. Kahvaltıda
oyuncuları THY reklamında oynadılar, fast food yedirmişler. Bana göre hakikaten
reklamı çok beğendim.
eziyet.
Filimdeki karakterlerden biri de Wonder
Woman - Gal Gadot. Aslında orta bir
karakter, bir aşk dörtgeninde. Aşk üçgenini
bilirsiniz, bu onun bir sonraki seviyesi. Bir
Bond kızı gibi gizemli ve biraz çapkın, çok
enterasan özgür bir karakter.
Tam 400 yaşında ama yaşına göre çok genç
görünüyor:)) Nasıl 400 yaşında derseniz
Star Wars’un Yoda’sı gibi… Bu arada
Filmi Detroit’te çektiler, Detroit ekonomik belirtmek lazım Wonder Woman Amerikalı
olarak gelişsin diye bence. Yönetmen Zack ve Hıristiyan değil, bence Müslüman Sneider, Man of Steel ve 300 Spartan’ı kökeni Amazonlardan geliyormuş.
da yönetmişti. Ana rollerde Ben Affleck,
Henry Cavill, Gal Gadot. Bu filimle ilgili Kriptonlu olmadığına dair bir söylenti
anahtar kelime bence “Empati”. Filmde de var diye ama ben inanmıyorum, çizgi
önce Batman ve Süpermen tanışıyorlar romanda uçabiliyor.
8
9
Sinema
Efe C. Arslan
B
gençlerimiz
u filimde neler yapabildiğini beraber anlatıyor, süper kahraman filmi gibi
göreceğiz.
değiller.
Haziran
Mayıs
Civil War - Captain America’yı Cris
Evans ve Iron Man’i Robert Downy Jr.
oynuyor.
Oyuncular,
karekterleri ile artık
özdeşleştiler. Burada birbirlerine girecekler
hem de kötü sonuçları olacak. Dört yıl
boyunca Marvel evreninde gerginlikler
olacak. Bu filmin yarısı Birleşmiş Milletlerle
ilgili, bizimkileri kontrol altına almak
istiyorlar ve Spider Man ortaya çıkacak.
Tek siyahi süper kahraman Black Panther
(Harrison Ford’la “42” isimli müthiş filmde
oynayan Chadwick Bozwin) da bu filmde
var. Bilirsiniz muazzam Harrison Ford’la
bir filmde oynamak çok zordur, oyunu ile
siler atar insanı. Chadwick Bozwin ise “bu
çocukta bir şeyler var” dedirten oyuncu..
Angry Birds’ün filmi yapılıyor. Aslında
ne kadar saçma, oyununun üzerinden 5
yıl geçti. Adamlar geç kaldılar ve yaratıcı
da değiller, demode, sert eleştiriyorum.
Fragmanlarından birisinde kötü bir
espri var ve bütün havayı değiştiriyor.
Bunu yapan Colombia Pictures ile Sony
Animation. Sony zaten iflas arifesinde,
iflasları yüzünden sevilen karakterleri
Spiderman’i, Marvel ile paylaşıyorlar.
Finding Dory, I Love Pixar!.. Yönetmen
Andrew Stanton Finding Nemo’yu da
yapmıştı. Belki bilirsiniz, Nemo biraz
fazla meraklı, araştırmacı ve engelli bir
genç palyaço balığı. O filmdeki arkadaşı
Alzeheimer’s hastası – kısa hafıza sorunları
yaşayan Dory çok ünlü olmuştu. (Bana
de sevgili Dedemi anımsatıyor) Ellen
de Generes şimdi kendi talk-show’unu
yapıyor. Alzeheimer’s hastalığını iyi
Yönetmenler iki kişi: Joe ve Anthony anlatabilirlerse yıllar sonra benden bir
Russo kardeşler. Winter Soldier’le göğe alkışı hak edecekler.
çıkarılmışlardı, bu filmde bir psikolojik
dram deneyecekler. Aslında hem bu film Buna biraz şüpheci yaklaşılıyor çünkü
hem de Batman vs Superman birer dram Pixar’ın son devam filimleri pek iyi
değildi. Toy Story 2 ve 3 güzeldi ama
onların dışındakiler; Monsters Universe,
Cars 2 felaketti - buna “The Pixar Problem”
dediler. Dory’i seslendiren Ellen De
Generes’in geri gelmesi çok hoş tabi ama
acaba Pixar’a yeterince güveniyor mu?
10
Sinema
Efe C. Arslan
gençlerimiz
Yönetmen
ve
yazar
aynı
kişi, Çok meraktayım, bakalım neye benziyor?
çocukluğumuzu yapan ve sonra yakan: Yönetmen Paul Feig komedilerle tanınıyor
Andrew Stanton. Pixar’ın büyük babası, ama Türkiye’de pek bilinmiyor.
muazzamdır. Ama biliyorsunuz 10-15 yıl
önce Pixar uçuyorken şimdi çok fena düştü.
Inside-Out’u sevdim tabi ama Inside-Out,
tek başına Pixar’ı geri getirecek olan film
değil. Geçen sene The Good Dinazor’u
çıkardılar, beğenen olmadı. Yapım devam
ederken yönetmen değişti, yazar değişti,
oyuncular (seslendirenler) değişti ve sonuç
felaketti.
Kasım
Kasımda Dr.Strange var, Marvel’in
enteresan bir yapımı. İlginç yanı –Disney’in
buna izin verdiğine inanamıyorumbir korku filmi yönetmeninden süper
kahraman filmi.
Temmuz
Ghost Busters geri dönüyor ve de
olağanüstü kadroyla. Ölümsüz filmin
devamından daha çok aynı konuyu farklı
şekilde işleyen bir yapım gibi.
Büyükbaba’nın Marvel filimleri gibi
olmayacak. Nedenini söyleyeyim hafif
ürkütücü olacak. Sihir - bilim karışımı
olacak. Kadro da çok güzel, Benedict
Cumberbatch olağanüstü bir seçim, bir
sanat makinesi. Tildon Swinton da var, bir
kadın ama, erkek bir karakteri oynuyor…
Dr. Strange bir cerrah, araba kazasında
elleri kopuyor. Ondan sonra sihirle
ellerini geri kazanmaya çalışıyor. Dr.
Strange’i oynayan Benedict Cumberbatch,
olağanüstü bir oyuncu: BBC’nin top actor’ü
Hobbit’teki Ejderha Smaug, Sherlock
Holmes, niceleri…
Filmde Bill Murray gene var, cameo (bir
film, video oyunu, televizyon gibi gösteri
sanatlarında insanlar tarafından çok
bilinen birisinin kısa süre ile görülmesi)
yapacak. Ah Marshmellow man, o
olmadan olur mu? Kristen Wiig ve Chris
Hemsworth oynuyorlar, komik şişman
kadın Melissa Mc Carthy de var, kadronun
çoğunluğu Saturday Night Live’dan - Bu evrene de böyle bir karakter lazım.
çok iyi bir kadro. Bu ayın sonunda bir Onun doğal evreni Marvel, Avangers
fragmanı yayınlanacak, büyük olasılıkla göndermesi yapacaklarını sanmıyorum.
Batman V. Superman’den önce görürüz.
11
Sinema
Efe C. Arslan
gençlerimiz
Bulalım...
Arif Cankut
eğlencelik
adamın hikâyesi bu. Episode 8’de Kaylo
Ren’le devam edecekler ama herhalde Kaylo
Ren’in karekterinin tam oturmadığını fark
ettiler ki Darth Vader gibi klasik bir kötüye
geri döndüler bence.
Bu filmde Jedi’lar yok, ışın kılıçları yok
sadece fedakar bir ekip, ama gene de Star
Wars. Sabırsızlıkla bekleyeceğiz.
Kasım- Aralık
Fantastic Beasts and Where to Find
Them, Senaryosu Harry Potter yazarı
J.K.Rowling’den. Film, 1960’ların New
York’unda geçiyor, başrolde iki Oscar’lı
Eddy Redmaine var. Yönetmen son iki
Harry Potter filmlerinin de yönetmeni.
Şimdilik bu kadar bilgi yeter.
Rogue One. Bu bir antoloji filmi. Death
Star’ın planlarının çalınmasının öyküsünü
anlatıyor. Senaryoyu Chris Weitz ve
Gareth Edwards beraber yazdılar. Gareth Efe C.Arslan
Edwards’ı
Godzilla’dan
tanıyoruz, Nisan 2016
görselliği konusunu aşan bir Holywood
yapımıydı.
Filmin tonu açısından bakarsak,”Görevimiz
Tehlike” ile “Black Hawk Down” arası
bir şey, yani bir casus filmiyle savaş filmi
arasında ilerliyor. Çok da acıklı bir hikâye,
Darth Vader ve birkaç kendine güvenen
12
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1. BAKI - ÜZERİNDE KUŞ UÇAN TEPE KUŞ TEPE DİYE ARAZİ TARİFİ YAPAN BL.K. 2. PARAZİT - BİR
ŞAŞKINLIK SÖZÜ - 2012 YILI ABD YAPIMI, YÖNETMENLİĞİNİ BEN AFFLECK’İN YAPTIĞI DRAMATİK
GERİLİM FİLMİ 3. BİRLEŞİK KRALLIĞIN KISALTMASI - ESKİ DİLDE SU - ÜNLÜ BİR TATİL YÖRESİ YEMİN 4. TERSİ İÇİNDE YEMEK ISITILAN VEYA YUMURTA GİBİ ŞEYLER PİŞİRİLEN, DERİNLİĞİ AZ
METAL KAP - KEDER - BİR BAĞLAÇ 5. BİR KOMUT TÜRÜ - BAĞIŞLAMA - KAYINBİRADER 6. İLKEL
BİR TAŞIT TÜRÜ - ÜST KARŞITI - ESKİDEN, 0,0125 GR. OLAN AĞIRLIK ÖLÇÜ BİRİMİ - İKİ FARKLI
ANLAM TAŞIYAN MEŞHUR KISALTMA 7. BİR SPOR MALZEMESİ MARKASI - OKSİJENİN SİMGESİ SAVUNMAK VEYA SALDIRMAK AMACIYLA KULLANILAN ARAÇ 8. BİR NOTA - TRABZON İLÇESİ
- MEŞHUR BİR GAZOZ MARKASI - GÜMÜŞÜN SİMGESİ 9. ADİL BİR YEMEK PAYLAŞIM SİSTEMİ
10. ERİŞMİŞ, ELE GEÇİRMİŞ, BAŞARMIŞ, KAZANMIŞ, ULAŞMIŞ - MANTIK - FAS PLAKA KODU 11.
DERSTEN KAÇMA YÖNTEMLERİNDEN BİRİ - ÖLÇEKSİZ ÇİZİLEN KUŞ BAKIŞI ARAZİ 12. BİR ADA
İSMİ - TERSİ KRİBATİ CUMHURİYETİ PLAKA KODU - BİR SINIF ADI - RORONUN SESSİZ HARFLERİ
13. EMARE - BARINDIRMA 14. BİR NOTA - KÜÇÜK BİR YERLEŞİM YERİ - BİR OTOMOBİL MODELİ
15. İSKAMBİLDE BİRLİ - BİZMUTUN SİMGESİ - BİRBİRİMİZLE OLAN YAKINLIĞIMIZ 16. RENYUMUN
SİMGESİ - YAKARIŞ - BİR NOTA 17. İRİDYUMUN SİMGESİ - TANTALIN SİMGESİ - YOLUNU ŞAŞIRAN
KİMSE 18. ÜFLEMELİ BİR ÇALGI TÜRÜ - ARSENİKİN SİMGESİ - BİR PETROL BÖLGESİ 19. BİR
BAĞLAÇ - ÖZSEVER - BİR İLİMİZ 20. SU GEÇİRMEYEN SPOR CEKET - MUHABERENİN KISALTMASI YARARLIKTAN, KULLANIŞTAN KALDIRMA.
SOLDAN SAĞA:
1. AKARYAKIT TAŞIMA ARACI - HARBİYELİNİN SIK SIK YAZMAK ZORUNDA KALDIĞI BELGE
- SEVİLMEYEN BİR YEMEK ADI 2. BİR RADAR ADI - BİR KISALTMA - MAĞARA 3. BİR NOTA YARINLARIN YARATICISI - BİR KARNAVAL ŞEHRİ 4. BEDDUA - RUSÇADA EVET - KIRMIZI, BİR
KASAP TÜRÜ 5. SEMBOL TATLIMIZ - BÜYÜKÇE 6. BÜYÜK KARDEŞ - TANKSAVAR - UD ÇALAN
KİMSE - BİR NOTA - BİR SINIF ADI 7. YAYLA ATILIR - TERS - SUYLA ÇEVRİLİ KARA PARÇASI 8.
TEMEL MOTİF ANA KONU - ESKİ TARİH BELİRTİR - BİR SAYI - RUTENYUMUN SİMGESİ - BİR NOTA
9. BAĞIRSAKLAR - ÇELİK ÇOMAK OYUNUNDA DEĞNEK - BİR SPOR ALETİ 10. SANI - İLERİ SARMAK
İÇİN BASILAN TUŞ - KOYUN HAŞLAMA - TERSİ BEYAZ - BİR KART TÜRÜ 11. APARTMAN DAİRESİ
- OLUNCA, OLURSA - SAFRA - MATARADA TAŞINIR 12. PERŞEMBE GÜNLERİ YAPILAN FAALİYET
- BİR SINIF ADI 13. HER YIL ARTAN ŞEY - BİR NEHİR - EŞİ BULUNMAYAN - KROMUN SİMGESİ 14.
NARANIN SESSİZ HARFLERİ - BİR TANKSAVAR SİLAHI - BİR HAYVAN - VURMA,DÖVME 15. AĞABEY
- BİLET DEĞERİ KADAR İKRAMİYE - SABAH ÇAYLA İYİ GİDER 16. BİRDEN FAZLA ARAÇLA YAPILAN
İNTİKAL- BİR LAKAP - ÜYE 17. BİR CETVEL TÜRÜ - RUHSAL YAŞAMA VE BEDENE EGEMEN OLMAYI
AMAÇLAYAN HİNT FELSEFE SİSTEMİ - KÜÇÜK BİTKİLER - MEHİL.
13
Kumandan
Aziz Güler
gülmece
güncel
Kınıyorum
Bülent Gücün
O
’nun işi, canımızı en beklenmedik
zamanda, en beklenmedik yerde
ve en etkili biçimde acıtmak. O
varlığını ve etkinliğini, en vahşi, en insanlık
dışı, en barbar yöntemlere dayandırıyor.
Öldüreceği insanları çocuk, yaşlı, kadın
diye ayırt etmeden kendini patlatıyor.
hiçbir akitim olmadığı gibi ondan hiçbir
beklentim de yok. İşte tam bu yüzden terörü
kınamıyorum, sadece lanetliyorum. Ve
ömrümün sonuna kadar da lanetleyeceğim.
AMA...
Terör örgütleri ile hesap peşinde olanları
Ve biz bu katliamları kınıyoruz... Herkes, KINIYORUM...
her defasında
bu eylemleri kınıyor.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri bakanı, Şiddet ve şehit sayısı üzerinden oy
Gnkur.Bşk., ilgili/ilgisiz devletin bütün toplama ve iktidar olma hesabı yapanları
kurumları, partiler, spor kulüpleri, aydın KINIYORUM...
sıfatlı zatlar...ve maalesef vatandaşlar,
yani bizler.
İllerde ve ilçelerde, terörist adı altında,
tecrübeli ve
büyük
kısmı müttefik
Kınama ne için yapılır? Kınama, iyi olanın dediğimiz
ülkelerden
diplomatik
tercih edilme şansı varken, kötü olanın pasaportla gelmiş olan yabancılarla
bilinçli ve maksatlı olarak tercih edilmesi savaştığımızı halktan saklayan devlet
nedeniyle yapılır. Kınamada bir vicdani yetkililerini KINIYORUM...
tercih beklentisi söz konusudur, hayal
kırıklığı ile birlikte bir acizlik mevcuttur.
Asli görevi, bu olayları daha yaşanmadan
önlemek olan istihbarat birimlerini
Peki, biz terör örgütünü yaptığı eylemden KINIYORUM...
dolayı neden kınıyoruz o zaman? Ondan
vicdani tercih yapmasını mı bekliyoruz? Tüm yetki ve gücü elinde bulunduran
Kınamak için onunla bir bağlantımızın ama kullanma basiretini gösteremeyenleri
olması, asgari müştereğimizin bulunması, KINIYORUM...
bir karşılıklı söz vermişliğimizin olması
ve onun da bu sözünde durmamış olması Personeli zarar gören ve asli görevi
gerekir.
bu olaylarla mücadele etmek olduğu
halde UTANMADAN kınama mesajları
Eğer terör örgütü ile böyle bir sözleşmemiz yayınlayan tüm kurumları ŞİDDETLE
ve buna bağlı beklentimiz var ise..., KINIYORUM...
yazıklar olsun bize. Biz terör örgütünü
ve eylemlerini ancak lanetleriz. Kızarız, Maaşlarını malum ülkelerden aldığı
hiddetleniriz, küfür ederiz...Çünkü o kötü, yıllardır konuşulan ve ifadeleri ile zaten
biz iyiyiz. Ama asla kınayamayız.
eğitimsiz olan milletimin beynini yıkayan,
tepkisizleştiren sözde akademisyen ve
Ne yazık ki bizler terörü kınayacak kadar medya jönleri ile onları sürekli ekranlara
aciz durumdayız. Çünkü bu hale getirildik. taşıyan medyayı KINIYORUM...
Benim
14
terörle
ve
teröristle
karşılıklı
15
Kınıyorum
Bülent Gücün
güncel
Çıkarlarını vatan sevgisinin üzerinde gören Bu mücadele politik görüşle veya inançla
ve yaşanan bunca rezalet ve acıya rağmen ilgili değildir. Mevzu-u bahis olan
tercihini kötüden yana kullanmakta ısrar VATAN’dır.
edenleri KINIYORUM...
MEVZU-U BAHİS VATANSA, GERİSİ
ATATÜRK’ü sadece rozetlerinde veya TEFERRUATTIR.
arabalarının arka camında taşıdıkları
için
aktif tepki gösterme kudretini Bülent Gücün
damarlarındaki kanda bulamayan ve en Nisan 2016
az çıkarcılar kadar vebal altında olanları
KINIYORUM...
İçi içini yiyen ama tepki gösterme
konusunda fikir birliğine varamayanları
KINIYORUM...
HUKUK KURALLARI İÇİNDE OLMAK
KAYDIYLA, BİLGİ, TECRÜBE VE
FİKİRLERİMLE BİRLİKTE İNİSİYATİF
ALIP HAREKETE GEÇMEK YERİNE,
SOSYAL MEDYADA AĞZIMA GELENİ
SÖYLEYEREK RAHATLAYAN VE BİR
HALT ETTİĞİNİ SANAN KENDİMİ DE
KINIYORUM.
Terörün ne yapmak istediğini, zekasını,
karakterini, tecrübesini ve kabiliyetini
biliyoruz.
İster dağda olsun, ister düzde; Ne şekilde
mücadele edileceğini de biliyoruz. Terörle
mücadelenin silahlı safhasını pek çoğumuz
tamamladık.
Şimdi sıra, bu toplumun donanımlı bir
parçası olarak, mücadele ve çözüme katkı
sunma konusunda etkin ve itici güç olma
safhasındadır.
16
bilimsel
Atatürk ve Antropoloji
Mustafa Güneş
Mustafa Kemal Atatürk; 19.yüzyılda
hayata gelmiş, 20.yüzyılın ilk yarısı içinde
yaşamış ama öğretileri, ilke ve devrimleri,
kendisinin peşinden gelen ve onu seven
halkı tarafından 21. yüzyıla taşınmıştır.
çizmiştir.
Entelektüel açıdan Mustafa Kemal
Atatürk’ün hayatını iki evreye ayırabiliriz.
İlki 1919 öncesi, diğeri ise sonrasıdır.
Çağdaşlarına
baktığımızda
hepsi
kendi toplumu tarafından reddedilmiş
ve 21. yüzyıla ne adı ne de öğretileri
taşınamamıştır. Yani çağdaşları arasında
21. yüzyıla taşınan tek lider Atatürk’tür.
Atatürk’ü nesilden nesile aktaran,
çağdan çağa taşıyan husus sahip olduğu
özelliklerdir. Bu özelikler, O’nu halkının
ulu önderi, Ata’sı, lideri, başöğretmeni,
başkomutanı ve hatta babası yapmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk 1919 öncesi
Osmanlı Devleti’nin değerli bir subayı
ancak 1919 sonrasında bir siyaset adamı
bir devrimci olarak tarih sahnesinde
yerini almıştır.
Ancak
basitçe
sıraladığımız
tanımlamaların altında büyük
entelektüel birikim görüyoruz.
bu
bir
Entelektüel birikimi okuduğu 3997 kitap
ve hayata dair yaşadıkları ile oluşmuştur.
Kitap okumak derken “kitap okumak”tan
bahsediyorum. “Kitap okumak” ile “kitap
okumak” arasında fark vardır. Birisinde
okunur geçilir, diğerinde içerik bütünüyle
analiz edilir ve hayata geçirilir.
İşte Atatürk için “kitap okumak” analiz
etmek, hayata geçirmektir.
Atatürk, her okuduğu kitapta dikkatini
çeken cümlelerin altına özel işaretler
koymuştur.
Bu
işaretler;
“xx”:
Önemli.“xxx”:
Çok
önemli.“müh.”:
Mühim.“ç. müh.”: Çok mühim.“D.”:
Dikkat.“?”: Belirtilen fikri kabul etmiyor,
ya da şüpheli görüyor. Cümlelerin altını
bazen kırmızı, bazen de mavi kalemle
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması
vatan topraklarına bağımsızlığı yeniden
getirmiştir.
Fakat
esas
mücadele,
toplumsal dönüşümün gerçekleştirilme
safhasıdır. Bu bağlamda Mustafa Kemal
Atatürk her alanda ardı arakasına
devrimler gerçekleştirmiştir.
Türkiye, çağdaş bilim ve eğitimi,
devrimlerin etkisi ve itici gücüyle
beraber 30’lu yıllarda 20. yüzyılda
yakalayabilmiştir.
Bu süreç antropoloji ile başlamış, dil, tarih,
coğrafya, jeoloji, biyoloji gibi tüm bilim
dallarını içine alarak devam etmiştir.
Antropoloji kültür devrimini tetiklerken
diğer taraftan ideolojik savaşta da belirli
bir saf tutulmasını sağlamıştır.
Dolikosefal Ari ırkı yücelten Nazi
antropolojisi,
brakisefal
tezlerle
çürütülmeye çalışılmıştır. Bu süreç aynı
zamanda Batı’nın Türk insanına önyargı
ile bakışının giderildiği dönem olmuştur.
Yani Antropolojinin yanılgılarını gideren
çözüm yolları yine antropoloji bilimi
kullanılarak bulunmuştur .
17
Atatürk ve Anropoloji
Mustafa Güneş
bilimsel
Antropoloji, iki yunanca sözcükten, insan farklılıkları,
kültürel
evrenselleri,
anlamına gelen “anthropos” ve söylem toplumsal yapı çözülmeleri ve sembolizmin
ya da bilim anlamına gelen “logos”tan yorumlarını inceleyen bilim dalı.
oluşmuştur.
d. Antropolojik Dilbilim: Farklı dillerin
Bilimsel disiplin bağlamında 16. yüzyılın geçmişine yönelerek antropoloji ile
ilk dönemlerinde Latince şekli olan ilişkisini inceleyen bilim dalı.
“anthropologium” olarak kullanılmıştır. Daha sonra Orta Avrupa yazarları I. ve II. Dünya Savaşları’nın arasındaki
antropolojiyi “anatomi” ve “fizyonomi” dönemde Nazi Almanya’sının etkisiyle
anlamında kullanmaya başlamışlardır. Bu Germen antropolojisi Ari ırkın saflığına
süreç sonunda da “fizik” ya da “biyolojik” yönelmiş ve “ırk milliyetçiliği”nin
antropoloji ortaya çıkmıştır.
gelişerek Orta Avrupa ile Balkanları kadar
yayılmasına neden olmuştur.
17 yüzyılda, Antropoloji, teologlar
tarafından kullanılmaya başlanmış ve Latin
antropolojisi
ise
“bilimsel”
uhrevi
söylemlerinde
insan-benzeri özerkliğini muhafaza etmiştir. Ancak
unsurlar teolojik antropoloji”nin alanını Ari ırk kuramını sorgulayarak Ari ırkın
oluşturmuştur.
yücelttiği dolikosefal teze karşı brakisefal
tezini ortaya koymuştur.
18.yüzyılın son çeyreğinde kültürel kimlik
için Almancada “Anthropologie” sözcüğü Ari ırk tezi, dolikosefallerden oluşan
kullanılırken “etnoloji” sözcüğü de benzer kuzey ırkların saflığını savunurken,
alanları içermiştir. Sonraki yüzyılda Latin antropolojisinin tezi, brakisefallerin
Avrupa ve Amerika’da fizik antropolojinin dışarıdan
geldiği
ve
zamanla
temelleri atılmış 20.yüzyıla gelinince dolikosefallerle karıştığı ve fakat uygarlığı
yüzyılın ilk yarısında antropoloji analitik taşıyan taraf oldukları idi.
bir ayrışmayla dört ana eksende evrilmiştir.
Türkiye’de de 1925’ten sonra geliştirilen
Bu ana dallar;
antropolojinin
ana
çizgisi
Latin
antropolojisinin çizgisi olmuştur.
a. Fizik
Antropoloji
(biyolojik
antropoloji): insan biyolojisi biyolojik Bu yolun seçilmesine etki eden hem
evrim, kalıtım, uyum ve varyasyon, primat arkeolojik bulgulardı hem de 1900 yılında
morfolojisi ve insan evrimine ilişkin fosil Deniker’in Türklerin brakisefal olduğunu
kayıtlarını inceleyen bilim dalı.
ortaya koyması olmuştur.
b. Arkeoloji: Fizik Antropolojinin elde
ettiği bulgularla yapılan kazılarda ortaya
çıkan mekanları eşleştirerek tarih öncesi
toplumları inceleyen bilim dalı.
c. Kültürel
Antropoloji:
Kültürel
18
Cumhuriyet Türkiyesi’nin dört elle
antropolojiye sarılmasının bir nedeni de
Türklerin sarı ırktan olduklarına dair bir
tez idi.
Atatürk ve Antropoloji
Mustafa Güneş
Bu öne sürülen sarı ırk tezi ancak
fizik
antropolojisinin
bulguları
ile
çökertilebilirdi.
Bu
nedenledir
ki
antropoloji bilimi Türkiye’de en gelişen
bilim dalı olmuş ve hatta Cumhuriyet ile
birlikte gelişmiştir de denebilir.
Avrupa ders kitaplarında ırklar, Urallar
ve Himalayalar’ın konumuna göre ifade
ediliyordu. Tarih öncesinde Urallar’ın batısı
beyaz ırk, doğusu sarı ırk, himalayalar’ın
güneyi ise siyah ırk’ın bulunduğu coğrafya
olarak tanımlanıyordu.
bilimsel
topraklarında çalışmalarını sürdüren
İsviçreli bir antropolog ve etnolog idi.
Pittard, 1928’den 1938’e kadar Anadolu’da
yaptığı çalışmalarda Atatürk’le birçok kez
bir araya gelmiştir.
Pittard bu karşılaşmalarda görüştüğü
Atatürk’ün entelektüel yapısını, bilime
bakışını ve bilime olan tutkusunu
gözlemlemiştir. Bu gözlemini de yazmış
olduğu bir makalede ifade etmiştir.
Pittard’ın, Dil devrimiyle beraber Atatürk’e
olan saygısı, Atatürk’ün gerçekleştirdiği
Bu tanımlamaya göre Türkler sarı ırk olarak toplumsal
devrimlerle
hayranlığa
kabul ediliyordu. Bu durum Afet İnan dönüşmüştür. Bu saygınlık ve hayranlığını
tarafından Atatürk’e bir şekilde rahatsızlık artıran diğer bir etken de Atatürk’ün emri
duyularak ifade edilmiştir.
ile gerçekleştirilen “büyük antropolojik
anket” olmuştur.
Bütün bu gelişmeler Atatürk’ün
ilgi
alanının
sosyolojiden
antropolojiye Atatürk, Türk insanının köklerini en iyi
dönüşmesine sebep olmuştur. Oysa ki şekilde bilmek ve Avrupa’nın yaptığı
sosyolojiye duyulan ilgi 1908 yılında “sarı ırk” tanımlamasının yanlış olduğunu
ittihatçılarla
başlamış
ve
sonunda ortaya koymak düşüncesiyle ırk sorununa
Durkheim ülke sınırları içinde bilime da el atmıştır. Bu bağlamda en güvendiği
damga vurmuştur.
kişilerden biri olan Afet İnan’a ilk önce
1932 yılında Türk Tarih Kongresi’nde bu
Öyle ki Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün konuyla ilgili tebliğ vermesini sağlayarak
Esasları”
adlı
Milli
Mücadele’yi antropolojiye yönlendirmiş ve ardından
gerçekleştirenlerin
temel
ideolojisini Cenevre’de Pittard’ın yanında antropoloji
oluşturan eserlerden birisi Durkheim’ın alanında eğitim almasını sağlamıştır.
sosyolojisinin etkisiyle hayata geçirilmişti.
Ancak yukarıda bahsedilen sebeplerin yanı Afet İnan’ın eğitimi sonunda vereceği tez
sıra 1929 Buhranı ve buhranın Avrupa’da kapsamında başlatılan anket antropoloji
yarattığı toplumsal çöküntüyle bir değişim alanında Türkiye’yi en tanınır ülke
yaşanmış ve sosyolojinin yerini antropoloji konumuna sokarken Türk insanının o
almıştır. Durkheim’ın yerini de Eugéne güne kadar herhangi bir fiziksel ölçümleri
Pittard almıştır.
yapılmadığı için gerçek fiziki ölçümleri
antropolojik değerler kapsamında ortaya
Eugéne Pittard, Türkiye ile yakın bir ilişki koyulacaktı.
içinde olan ve 1911 yılından beri Anadolu
19
Atatürk ve Atropoloji
Mustafa Güneş
Diğer taraftan tezin de içeriği olarak
Türklerin dolikosefal mi, brakisefal mi
oldukları ortaya konacak, böylece var
olan uygarlığa etkisi belirlenecekti.
Aynı zamanda Türk ırkının ilmi açıdan
incelenmesini ve böylece Türklerin tarihsel
olarak bir yere konmasını sağlayacaktı.
Büyük antropolojik anket 1937 yılının
Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim
aylarında gerçekleştirilmiştir. 64.000 kadın
ve erkek üzerinde uygulanan anket için
on ekip oluşturulmuş ve ülke on bölgeye
ayrılmıştır. Bu bölgeler ve sayılar şöyledir:
bilimsel
bilim insanları ayrıntıya girmeyerek sınırlı
ölçümler yapmışlar, bunlar da sadece boy
ve baş karinesi olmuştur. Anketle elde
edilen vasıflar; kadın ve erkeklerde ayrı ayrı,
boy, skelik karinesi (gövdeye göre bacak
uzunluğu), kulaç, ağırlık, baş karinesi, alın
genişliği, baş irtifaı-uzunluk karinesi, yüz
vasıfları, burun ölçüsü ve burun karinesi,
göz şekli, burun profili, kafanın arka kısmı
profili, cilt rengi, göz rengi ve saç rengi gibi
dökümlerdir.
Böylece ülke içinde Türk, Kürt, Rum,
Ermeni gibi hiçbir ayrım yapılmaksızın
Türkiye Türkleri’nin antropolojik yapısı
Trakya Bölgesi 6000
ortaya çıkarılmıştır. Saptanan bu vasıflar
Bursa, Bilecek Bölgesi 6000
diğer ırklarla karşılaştırılmış, çıkarılan
Çanakkale, Balıkesir, Manisa 6000
sonuçlar tarih öncesi alana tatbik edilerek
Ege Bölgesi 6000
Türklerin tarihten önceki varlığı hakkında
Eskişehir, Afyon, Burdur, Kütahya, Isparta, tezler ileri sürülmüştür.
Antalya bölgesi 6000
Orta Anadolu bölgesi
8000
Anket sonucunda; Türklerin beyaz ırkın
Garbi Karadeniz bölgesi
6000
Alpin kolundan oldukları ve Anadolu’da
Cenup bölgesi
6000
yaşamış insanların vasıfları neolotikBirinci Şark bölgesi
7000
kalkolitik-Eti devrinden beri aşağı yukarı
İkinci Şark bölgesi
7000
aynı olduğu esasına varılmıştır. Nitekim
Kansu tarafından yapılan incelemelerde
Anketi gerçekleştirenler askeri ve sivil de baş karinesi olarak Selçuklular ile
doktorlar, sıhhiye memurları ve az da Osmanlılar’ın da aynı oldukları tespit
olsa beden eğitimi öğretmenlerinden edilmişti. Varılan nihai noktada şöyle
seçilmiştir. Seçilenler öncelikle ankete denilebilirdi; bu topraklarda yaşayanlar bu
hazırlık olması amacıyla Ankara Dil ve insanların torunlarıydı. Elde edilen verilerin
Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji de tarih öncesi alanına uygulanmasıyla,
Profesörü Şevket Aziz Kansu tarafından eski Orta Asya Alpinlerinin yüksek
eğitime alınmışlardır.
kültürü, Alpinlerin Ön Asya ile Avrupa’ya
yaptıkları göçler, oralarda yaydıkları demir
64.000 kişinin değerlendirildiği ankette kültürü vurgulanmıştır. Böylece uygarlığı
4.000 veri kusurlu olarak belirlenmiş ve simgeleyen bu kültürün Ön Asya’daki
59.728 veri değerlendirmeye alınmıştır. merkezinin Anadolu olduğu ve Avrupa’nın
Bu verilerde 27 antropometrik vasıf uygarlaşmasındaki Anadolu’nun etkisinin
saptamıştır. Oysa ki O güne kadar Türkiye’de büyük olduğu sonucuna varılmıştır.
yapılan antropolojik çalışmalarda yabancı
20
bilimsel
Atatürk ve Antropoloji
Mustafa Güneş
S
onuç olarak;
Cumhuriyet
ile
başlayan
değişim,
çağdaşlaşma
ve
kalkınma hedeflerine ulaşmak üzere
gerçekleştirilen kültürel bir devrim idi.
Bu bağlamda yapılan bütün bu
antropolojik çalışmaların “ırkçılık”
veya “ırk milliyetçiliği” açısından
gerçekleştirilmediği rahatlıkla söylenebilir.
Cumhuriyetin
gündeminde
olan
“ırkçılık” değil, “kültür davası”dır.
Batı’nın
bilgisizlik ya da etnik
önyargılar nedeniyle Türk tarihini
gerçek haliyle ortaya koymadıkları
gibi Türkleri, ait olmadıkları ırka dahil
göstermişlerdir. Fakat yapılan anket
gerçeğin çok farklı olduğunu göstermiştir.
Atatürk’ün antropolojiye katkısının
O’nda bulunan bilim tutkusunun
sınırsız olduğunu ifade etmiştir.
Bu sınırsız tutkunun daha sonra
Atatürk’ün dil, tarih çalışmalarında da
etkili olduğu görülmüştür.
Son söz olarak, Eugéne Pittard’ın
Atatürk hakkında söylediği birçok övgü
dolu sözlerden sonra kendisine sorduğu
soruya yer verelim: “Dünya’da Atatürk
benzeri, geniş siyasal görüşünün
yanı sıra bilime bu derece tutkuyla
yaklaşan, aynı oranda dinamik bir
başka devlet adamı var mıydı?”
Mustafa Güneş
Nisan 2016
Prof.Dr.Zafer Toprak’ın “Darwin’den
Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji”
adlı
kitabı
kaynak
olarak
kullanılmıştır.
Bilime gerekli değeri veren Atatürk,
eğer bu büyük antropolojik anket
için gerekli direktifi vermemiş olsa
ve desteklememiş olsaydı, Türk
insanı ile ilgili bu kadar ayrıntılı ve
gerekli bilgilere daha uzun bir süre
ulaşılamayacaktı.
Eugéne
Pittard,
21
sağlık
Sağlıklı Beslenme
Cengiz Benli
Karnabahar
Lahananın
bir
çeşidi
sayılan
Karnabahar daha çok
Akdeniz Ege, Marmara bölgesinde
yetiştirilmektedir. Lahanada yapraklar
sebze olarak kullanıldığı halde,
karnabaharda yenilen kısım genç çiçek
tomurcuklarıdır. Karnabahar daha
lezzetli, besince Fosfor, potasyum ve
vitaminler bakımından zengindir.
C vitamininden zengin olan karnabahar
özellikle dokular için kolejen üretimini
sağlar ve demirin emilimini de
artırmaktadır.
K Vitamininden zengindir, kemik
oluşumuna katkıda bulunarak kemik
erimesini önler. Özellikle menapoz
sürecinde olan bayanların diyetlerinde
yer vermeleri gereken bir sebzedir.
Sadece lahana çeşitlerinde bulunan
U vitamininin mide, bağırsak iç
yüzeylerini koruyup o bölgelerdeki
yaraları hemen iyileştirici etkisi
bulunmaktadır.
A ve E vitamini açısından zengindir.
Koenzim Q10 içermesi nedeniyle de
antioksidan, kalp ve dolaşım sistemini
destekleyici etkisi bulunmaktadır.
İdrar söktürür. Dalak hastalıklarına iyi
gelir. Şeker hastalarına faydalı olduğu
bilinir.
22
Zihin
yorgunluğunu
giderir.
Sakinleştirici etkisi bulunmaktadır.
Sinirleri ve beyni iyi çalıştırır, onların
yıpranmasını önler.
Kanseri önleyen karotenoid ve indol-3
maddesi taşımaktadır. Kolon, Akciğer,
Yumurtalık ve Prostat rahatsızlığında
kullanılması önerilmektedir.
Özellikle
çiğ
olarak
yenilmesi
tavsiye edilmektedir. C vitamini ve
betakaroten açısından son derece
zengin olması nedeni ile pişirilince
besinsel değerlerinin büyük kısmını
kaybederler. Bu nedenle çiğ salata olarak
yenmeli ya da buharda pişirilmelidir.
Eğer pişirirken kokusundan rahatsızlık
duyuyorsanız haşlarken içine iki dilim
ekmek atabilirsiniz.
Eğer bağırsak hastalığınız varsa,
kolit gibi, karnabahar tüketilmemesi
önerilmektedir.
Mürdüm Eriği
Sağlıklı Beslenme
Cengiz Benli
Erik ayrıca potasyum ve magnezyum
minerali açısından da zengin bir meyve
olması nedeniyle özellikle tansiyon
hastalarının kullanması önerilmektedir.
Mürdüm eriği tansiyon hastalarının
yanı sıra karaciğer, kalp ve böbrek
hastalıklarına, sindirim rahatsızlığı
çekenlerde, tuzsuz rejim yapan ve
romatizma rahatsızlığı olanlarda da
kullanması gereklidir.
Güçlü antioksidan, yani sağlıklı dokuları
ve hücreleri koruyucu maddeler
içermesi nedeniyle kalp hastalıklarına
yakalanma ve kriz riskini azaltıcı etkisi
bulunmaktadır.
100 gr da;
50 kalori,
12,3 gr karbonhidrat,
299 mg potasyum
0.5 mg demir
17 mg fosfor,
2mg sodyum,
Erik
2000
y ı l d ı r
bilinen
ve
vücudumuz için çok faydalı olan bir
meyvedir.
Bol miktarda B vitaminleri (B1, B2,
B3, B6), A vitamini, C ve E vitamini
içeren mürdüm eriğinin birincil olarak
barsakları çalıştırıcı etkisi bilinmektedir.
0.5 mg demir,
0.7 mg lif içeriyor.
Sarımsak
Grip virüslerinin vücutta çoğalmasını
engelleyen allicine ve aliin maddelerini
sağlık
bol miktarda içeren sarımsağın,
hastalığa yakalanmadan önce ve çiğ
olarak yenmesi gerekiyor.
Sarımsağın sürekli kullanımı kalp
hastalıklarından koruyor. Sarımsak iyi
huylu (HDL) kolesterolü yükseltirken,
kötü huylu ( LDL ) kolesterolü ve
trigliseritleri
düşürüyor.
Ayrıca
tansiyonu düşürmek için kullanılıyor.
Araştırmalar
sarımsağın
mikroorganizmalara
karşı
olduğunu ortaya koyuyor.
çeşitli
etkili
Sarımsak
bağışık
sistemini
güçlendirmesinin yanında antiviral ve
antifungal olarak da kullanılıyor.
Sarımsakta sıtma ve kansere karşı
savaşta önemli rol oynayan bileşikler
olduğu ortaya çıkmıştır. Kanada’nın
Toronto
Universitesinde
yapılan
araştırmada sarımsağın sıtmada olduğu
kadar kanserle savaşta da önemli
rolü olduğu saptanmıştır. Disülfides
adı verilen sarımsaktaki bileşiklerin
antiviral, antibakteriyel, antiparaziter
ve antikanserojen özellik taşıdığı
belirlenmiştir. Sarımsağın bir bileşeni
olan Ajoenin, hücreler için önemli olan
glutatyon sistemi üzerine etkili olduğu
gözlenmiştir.
1.Sarmisagin bileşiminde şekerler,
vitaminler (A,B,C), kükürtlü bir uçucu
yağ ve içerisinde bol olarak allil sülfür
bulunur. Sarmisagin özel kokusu ve
tadı bundan ileri gelir.
2.Çok eski çağlardan beri bilinmekte ve
tedavide kullanılmaktadır.
23
sağlık
Sağlıklı Beslenme
Cengiz Benli
3.Eskiden
salgın
hastalıklarla
mücadelede çok kullanılmaktaydı.
4.Antiseptik, iştah açıcı, tansiyon
düşürücü, solucan düşürücü, idrar
arttırıcı, kan temizleyici etkileri vardır.
5.Antiseptik etkisi, içindeki allisinden
ileri gelir.
6.Bakteriler üzerinde üremeyi azaltıcı
ve öldürücü etkisi vardır.
7.Eskiden harplerde antibiyotik ve
antiseptik olarak çok kullanılmıştır.
8.Ayrıca, kansere karşı üstün bir
koruyucu, hemeroide faydalı, bronşit,
astım, varis, siyatik ve romatizma ilacı
olan sarmısağın faydaları ve kullanıldığı
yerler çoktur.
100 gr. da;
Kalori 136 kkal
Protein 6,1 gr
KH
27,5 gr
Yağ 0,1 gr
Su 64 gr
Kolesterol 0
Kalsiyum 38 mgr
Fosfor 134 mgr
Demir 1,4 mgr
B1 Vit 0,2 mgr
B2 Vit 0,08 mgr
Niasin 24
C-Vit 14 mgr
Çok eskilerden beri sarımsağın kanser
oluşma riskini azalttığı ve kanser
tedavisinde kullanılabileceği yönünde
pek çok söylem bulunmaktadır.
Günümüzde yapılan pek çok çalışmanın
sonucu da bu söylemi destekler nitelikte
olup, sarımsaktan antikanserojen bir
ilaç geliştirmenin formülleri aranmaktadır.
Sarımsağın kan kolesterol düzeyini
düşürdüğü ve ateroskleroz gelişimini
önlediği söylenmektedir.
Üzüm
Eskiden efsanelerin meyvesi ve
tanrıların güç kaynağı olarak kabul
edilen kurusundan, suyundan bile
faydalandığımız üzüm, şekeri ve
mineralleri bol olan bir meyvedir.
Üzümün bir diğer adı da ‘bitkisel süt’tür.
sağlık
Sağlıklı Beslenme
Cengiz Benli
Antioksidanlar
Gün boyu soluduğumuz kirli hava,
bozulmuş besinlerdeki zararlı maddeler,
katkı maddeleri, bilinçsiz beslenme
ve hareketsizlik sonucunda vücut
serbest radikal adı verilen sağlığın baş
düşmanlarından biri olarak gösterilen
oksijen atomları, başta kanser olmak
üzere pek çok hastalığa neden olurlar.
Serbest radikalleri etkisini yok eden
enzimleri artırarak vücudumuzun
savunma sistemine katkıda bulunan
ve onları bloke eden maddelere
antioksidan maddeler denir. Dirençli
olmamızı sağlayan, serbest radikallerin
ve toksinlerin oluşumunu engelleyen ve
yaşlanmayı yavaşlatan bu maddeler en
çok yeşil ve kırmızı yapraklı besinlerde
bulunur. Ayrıca A,C ve E vitaminleri
de doğal bir antioksidan işlevi görerek
serbest radikalleri bloke ederler.
Yararları saymakla bitmez:
A vitamini, serbest
oluşumunu önler,
Bol miktarda A,B ve C vitaminleri,
mineraller en çok da demir ile potasyum
içerimektedir.
Vitamin E, antioksidan bir enzim gibi
çalışıp hücre zarının parçalanmasına
engel olur,
Bileşimindeki
zengin
maddeler,
özellikle sıcak havalarda vücuttan terle
atılan minerallerin geri dönüşümünü
sağlamaktadır.
Selenyum, serbest radikalleri çokludoymamış yağ asitlere dönüştüren
ve antioksidan etkili bir enzimdir,
kanserden
korunmak
isteyen
kişilerin alımına özen gösterdikleri
minerallerden biridir,
Vücut tarafından kolayca özümsenen
basit şekerleri sayesinde bol enerji verir.
Bol lifli olduğu için bağırsakları
yumuşatıcı ve idrar söktürücü özelliği
ile organizmayı toksinlerden arındırıp
temizler.
radikallerin
Vitamin C, hücrelerdeki zararlı
reaksiyonların oluşmasını engeller.
Vitaminler taşıdıkları bu antioksidan
özellikten dolayı hücreleri koruyarak,
bağışıklık sistemini güçlendirerek
vücudu kanser, kolesterol ve kalp krizi
gibi pek çok hayati hastalıktan korur.
Sinir hücrelerinin ömrünü uzatarak
ilerleyen yaşlarda alzheimer gibi
hastalıklarla karşılaşılmasını engeller,
daha genç ve dinç görünmenizi sağlar,
bağ dokusunu güçlendirerek cilt
sarkmasına engel olur, kırışıklıklara
karşı önleyici özelliği bulunur, kalp
ve damar sistemindeki dokulara
esneklik sağlar, eklemlerde hareketleri
kolaylaştırır, uzun, zinde ve sağlıklı bir
hayatı garanti etmektedir.
Bazı yiyecekler içerdiği antioksidan
maddeler nedeniyle işlevseldir.
Brokoli, lahana, brüksel lahanası,
domates, sarımsak, soğan, fındık, ceviz,
yulaf, balık, balık yağı, süt ürünleri,
şarap,üzüm, çay gibi.
A vitamini, koyu renkli yapraklı bitkilerde,
C vitamini, trunçgiller, çilek, brokoli,
lahana, patates, maydanoz ve çok sayıda
meyva, sebzelerde,
E
vitamini
kuruyemişler,
bazı
bitkisel yağlar ve lifli yeşil besinlerde
bulunmaktadır.
Antioksidanların oluşmuş hastalığın
tedavisini
değil,
hastalıkların
önlenmesini sağladığı bilinmelidir.
Hergün alınan sebze ve meyveler
günlük
antioksidan
ihtiyacını
karşılayamamakta
bu
nedenle
supleman (Ek) olarak alınabilmektedir.
0,6 mgr
25
sağlık
Sağlıklı Beslenme
Cengiz Benli
Domates
A , B1, B2, C, K vitaminleri, niacin,
protein, yağ, karbonhidrat, organik asitler,
potasyum, kalsiyum, fosfor , sodyum,
demir ve pek çok etkin madde içeren
domates en iyi bilinen antioksidan etkiye
sahip ve en çok kullandığımız bir sebzedir.
Bir domatesteki C vitamini, almamız
gereken günlük miktarın yüzde 50 sinden
fazlasını karşılamaktadır.
Damarları
yumuşatır,
böbrekleri
çalıştırarak bol idrar söktürür, kanı
durultur, üre miktarını düşürür ve vücudu
gençleştirir.
Kalp, karaciğer,böbrek bozuklukları,gut
hastalığı ve şeker hastalarında faydalıdır,
kansere karşı koruyucudur, hazmı
kolaylaştırır. Yüksek kan basıncını
düşürmeye yardımcı olur. Kabızlığı önler.
Olgun domateste bol miktarda bulunan ve
bir karoten maddesi olan likopen domatese
kırmızı rengini veren maddedir, gözleri
korumakta ve kanı zararlı maddelerden
arındırarak dolaşımını hızlandırmakta,
hücreleri serbest radikal hasarından
korumakta, ultra viyole ışınlarına karşı
korumaktadır.
Likopenin kolesterol düşürücü özelliğe de
bilinmektedir. Likopen maddesi domates
piştikçe artmakta, vücutta gerektiğinde A
vitaminine dönüşmektedir.
Kestane
Kayıngiller familyasındandır. 20-25 m
boyunda bir ağaçtır. Meyveleri kahverengi
ve iridir.
Potasyum, fosfor, magnezyum, klor,
kalsiyum, demir ve sodyum mineralleri
ile C, B1, B2 ve PP vitaminlerini içerir.
26
Şeker, protein ve yağ açısından zengin
olan kestanenin, 100 gramında 200 kalori
bulunur.
Nişasta, mineral tuz, özellikle potasyum
ve diğer besinsel değerleriyle kestane, kış
mevsiminin olumsuz şartlarına, fiziksel
ve beyinsel yorgunluklara karşı oldukça
etkili bir koruyucudur.
Kalp ve kas sistemini uyarıp organizmanın
su dengesini düzenler. Kasları güçlendirir.
Kan dolaşımını hızlandırıp varis ve
basurların gelişimini önler.
Kestane, en çok potasyum düşüklüğünden
yakınanlara önerilir çünkü 100 gramında
tam 500 mg potasyum bulunmaktadır.
Çocuk, genç ve yaşlılar için çok değerli bir
enerji kaynağıdır.
Cengiz Benli
Nisan 2016
KAYNAK:
h t t p : // w w w. m u m i n e m . n e t /d i ye t s a g l i k l i - b e sle n m e /4 9 7 8 - s a g l i k l i beslenme-sebzeler-ve-meyveler.html
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
AVRUPA BİRLİĞİ TARİHİ SÜRECİ
Bu bölümde ATAD ‘ın yargılama
yetkisine
dayanak
oluşturan
Topluluğun ve hukuk sisteminin ortaya
çıkışı, gelişimi ve özelliklerinden
bahsedilecektir. Bu ayrıntılı konuya
girmeden önce Topluluğu oluşturan
bütün kurum ve kavramlara ilham
kaynağı olan Avrupa kelimesinin
anlamı nedir, nereden gelmiştir, bir kıta
ya da kıta parçası tarihin başlangıcından
bu güne neden bu isimle anılmaktadır?
Avrupa kelimesi hakkında zaman
ve mekana bağlı olarak değişik
tanımlamalar vardır. Ancak genelde
başvurulan Grek Mitolojisidir. Grek
tanrıçası Europa, Zeus tarafından
kaçırılmış, bir boğaya dönüştürülerek
tanınmaz duruma getirilmiştir. Ancak
bu tez Grek ve Avrupalılar tarafından
fazla kabul görmez. Diğer bir efsaneye
göre ise Europa, Mısırda yerleşmiş
Asyalı bir genç kızdır ve aynı zamanda
Afrika ile bağları vardır. Bu tez üzerine
bir yazar, “eğer Europa bir Avrupalı
ise o zaman Avrupalılığını kanıtlaması
epey güç olacaktır” demiştir. Orijin
konusundaki farklı tezler gibi Avrupalı
kimliği de oldukça tartışmalı ve karışık
bir konudur. Avrupa politik anlamda
coğrafik bir ifadedir. Tanımlanmış ya
da kabul edilmiş sınırları yoktur, bir
çok benzetmeye veya hayale dayalı
olarak açıklanmaya çalışılır. Örneğin
Gorbaçov’un beyanlarında kullandığı
müşterek Avrupalı yurdu (Common
European Home) gibi Avrupa kimliğini
açıklama teşebbüsleri, bazen karşı
tezler kullanılarak ya da Avrupalıların
müşterek
düşmanı
kavramı
ile
güncel
açıklanmaya çalışılır. Bu nedenle de
Avrupa genellikle “Diğeri” kavramı
ile ilişkilendirilerek tanımlanmıştır.
Tarihsel açıdan Avrupa var oluşundaki
uzun süreçte Asya’dan farklılaşmaya
başlamıştır. Hıristiyanlık bu ayrışmada
önemli bir rol oynamıştır. Edward Said
“Diğeri” kavramının canlandırılması
için Avrupalıların doğu (Orient)
kavramını yarattıklarını söylemektedir.
Avrupalı kimliğinin negatif şekli,
farklılığa ve asılsız suçlamalara
dayanmaktadır. Buna örnek olarak
diğer Avrupalılar içinde sık kullanıldığı
itiraf edilse de barbar, putperest
veya despotluk kavramları “Diğeri”
Kavramını tanımlamakta kullanılmıştır.
İkinci Dünya Savaşından hemen
sonra Avrupa’yı tekrar inşa edecek
olan politikacılar, “güçlü Avrupalı”
önderliğinden
ziyade
Amerikan
sponsorluğun da Rus düşmanlığı ile
oluşturulan bir yapı içinde çalışırken,
Avrupalı
olmayan
dünya
hala
bir Avrupalı kimlik duygusunun
yapılmakta olanlar için ön şart
olduğunu düşünüyordu.
Avrupa
kelimesi ve Avrupa kimliği ile ilgili
bu kısa açıklamadan sonra Avrupa
Topluluğunu oluşturan tarihi sürece
kısaca değinmek istiyoruz.
Avrupa’nın birleşmesi isteği yeni bir
düşünce değildir. Roma İmparatorları,
Cengiz Han, Napolyon, Hitler gibi
tarihin farklı karakterleri bu kıtayı
almayı
şiddetle
arzulamışlardır.
Bunlardan bazıları başarılı olamamışsa
da diğerleri, farklı zamanlarda sınırlı
bir başarı sağlamışlardır.
27
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
Hiç kimse Avrupa’da yaşayanlara uzun
süreli bir barış ve refah getirememiştir.
Avrupa Birliği, bağımsız ve zaman
zamanda birbirine düşman olan
devletlerarasında işbirliği yolu ile bu
sonuca ulaşmayı amaçlamaktadır.
Avrupa, vatandaşların yararı için yine
onların rızasıyla birleştirecektir. Ancak
bu birleşme ya da bütünleşme süreci
ile ilgili olarak sadece imparatorlar
veya diktatörler çaba göstermemiştir.
Düşünsel alanda da bu amacın esasları
14. yüzyıldan itibaren tarihçiler,
filozoflar ve hukukçular tarafından
değişik zamanlarda ifade edilmiştir.
Fransız hukukçu Pierre DuBois’in 1306
yılında yayımlanan eserinde birlik
düşüncesinin temelleri bulunmaktadır.
Avrupa’da devletlerin ortaya çıkması ile
birlik yaratma düşüncesi de belirmiştir.
Avrupa’daki her büyük savaştan
sonra
imzalanan
antlaşmalarda
birlik düşünceleri gündeme gelmiştir.
17. yüzyılda Kant “Avrupa Birleşik
Devletleri” fikrini ortaya atmış zamanla
bu fikir düşünürler tarafından da
benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Bu
alanda ilk adım 1786 yılında Fransa ile
İngiltere arasında Avrupa’da büyüyen
üretimi geliştirmek için Gümrük
Tarifelerinin İndirimini Antlaşması
ile atılmıştır. 1815 Viyana kongresi ile
Avrupa’da kalıcı bir barış için adımlar
atılmış, 1834 yılında Alman devletleri
arasında gümrük birliği kurulmuştur.
Bu yapı 1871’de Bismark’ın Alman
siyasi birliğinin tamamlaması ile
sonuçlanmıştır. 1860 İngiliz – Fransız,
1862 Rusya – Fransız antlaşmaları ile
Avrupa’daki büyük devletler arasında
gümrük indirimi sağlanmıştır.
28
güncel
Bu süreç 1870’den 1915’e kadar ülkelerin
korumacı politikaya dönmeleri sonucu
durmuştur.
Birinci Dünya Savaşı
akabinde savaşın etkisi ile devletlerin
eşitliğini temel alan bir birliğin kurulması
ile ilgili fikirler ortaya atılmıştır. Kont
Coudenhove Kalengi’nin 1923’de PanAvrupa hareketini kurarak önderi
olması, 5 Eylül 1929’da Fransa Dışişleri
Bakanı Aristide Briand’ın Cenevre’deki
Milletler Cemiyeti toplantısında bir
Avrupa Birliğinin oluşturulmasını
önermesi savaş sonrası birlik fikri için
örnek verilebilir.
Birinci Dünya Savaşı neticesinde
yapılan savunma antlaşmalarının ve
milletler cemiyetinin faaliyetlerinin
yeni bir savaşa engel olamadığı, İkinci
Dünya Savaşı sonucunda anlaşılmıştır.
Fransızlar,
Almanların
savaş
makinesinin özünü oluşturan kömür
ve çelik endüstrisinin kontrol altına
alınmasının ve Almanya ile politik
ve ekonomik bir ortaklık yapmanın
önemini kavramışlardır.
Buna ek olarak Amerikalılar 1919’da
yaptıkları gibi Avrupa’yı terk etmemişler
ve Rus tehlikesine karşı Avrupa’nın
ve Batı Almanya’nın ekonomik olarak
hızla kalkınması için Marshall Planını
devreye sokmuşlardır. Ayrıca batı
Avrupa’nın demokratik ülkelerinin
Sovyet tehdidine karşı korunması
amacıyla 1949’da NATO kurulmuştur.
Bu süreç içinde Batı Avrupa ülkeleri,
karşılıklı bağımlılık ihtiyacının bir
gerçek olarak belirmesi ile Avrupa’nın
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
W
inston Churchill 1946’da
Zürich’te Avrupa Birleşik
Devletlerinin Kurulmasını
ve bunun ilk adımının da Fransa
ve Almanya arasında bir ortaklık
yaratılması yolu ile olması gereğini ifade
etmiştir. Fransız – Alman ortaklığını
temel alan Avrupa federasyonu fikri
iki Fransız politikacı Jean MONNET
ve Robert SCHUMANN tarafından
coşku ile paylaşılmış, Avrupa Kömür
ve Çelik Topluluğunun kurulması ile
yeni Avrupa düzeninin inşasında ilk
adım atılmıştır. Yüzyıllar boyu güç
mücadelesini kıta içinde, 19. yüzyıl
süresince ise hem kıta içinde hem de
sömürgelerinde sürdüren ve iki büyük
savaş ile de bu rekabete diğer Dünya
devletlerini ortak yapan Avrupa’nın
güçleri karşılıklı bağımlılık ve kontrol
mekanizması ile bir bütünleşme
sürecine girmişlerdir.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
(AKÇT)
Mayıs 1950’de SCHUMANN, Fransa
ve Almanya’nın kömür ve çelik
endüstrilerinin birleştirilmesi için
bir plan açıklayarak diğer ülkeleri de
bu plana katılmaya davet etmiştir.
1951’de Fransa, Federal Almanya
Cumhuriyeti,
İtalya,
Hollanda,
Belçika ve Lüksemburg tarafından
1952 yılında yürürlüğe girecek olan
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
ile ilgili antlaşma imzalanmıştır.
İngiltere bu antlaşmaya katılmayı
reddetmiştir. İngiliz çelik endüstrisinin
üretimi kara Avrupa’sından düşüktür
ayrıca çelik endüstrisinde bir yatırım
ve modernizasyon programı yeni
tamamlanmıştır, dolayısıyla üretim
güncel
ve yatırımda dayanışma ve işbirliğine
dayalı böyle bir topluluğa girmek
İngilizlere cazip gelmemiştir. Bu
kararda güvenlik anlayışı da önemli bir
rol oynamıştır. Çelik ve kömür ulusal
savunmanın en önemli unsurudur
ve bir savaş durumunda Batı Avrupa
ülkeleri hızla işgal edilecek ve İngiltere,
Amerika’nın yanında tek başına
savaşacaktır. Bu nedenle sözleşmeye
İngiltere taraf olmamıştır.
Topluluğun diğer antlaşmalardan farkı,
demokratik seçimler yolu ile yönetme
erki kazanmayan, fakat üye devletlerden
bağımsız bir yüksek otorite tarafından
yönetiliyor olmasıdır.
Topluluk yönetici kurulu ulusal
hükümetlerden bağımsız ve doğrudan
demokratik kontrole tabi değildir. Bu
durumda yönetici kurulu denetleyecek
ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
(AKÇT) içindeki gücün suiistimalini
önleyecek bir kontrol mekanizmasına
ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Topluluk
yönetim kurulunun, kendisine verilen
yetkileri antlaşmaya aykırı kullanması
durumunda ortaya çıkan işlemi iptal
etmek için bir adalet divanı kurulmuştur.
Avrupa bütünleşmesinin başlangıcı
için kömür ve çeliğin seçimi de tesadüf
eseri değildir. Kömür-Çelik endüstrisi
savaş gücünü oluşturan esas yapıdır.
Sözleşmeci devletlerin katılımıyla
oluşturulan kontrol mekanizması,
hiç bir devletin tek başına bu savaş
gücü kapasitesine sahip olmasına izin
vermeyecektir.
Sözleşme ile yaratılan yönetim kurulu
ülkeler arası kömür ve çelik ticareti ile
ilgili kısıtları belirleyecek ve üretim
29
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
işlemini planlayıp yönetecektir. AKÇT
sözleşmesinin başlangıç kısmında, bu
antlaşmanın Federal Avrupa için ilk
adım olduğu ifade edilmiş, ancak üye
devletler daha büyük ideallerden önce
kömür ve çelik kontrolü amacıyla ortaya
çıkan dayanışmanın önemine dikkat
çekmişlerdir.
Topluluğu kuranlar, bu
sözleşmenin bir deneme olduğunu ve
kademeli olarak diğer ekonomik alanları
da kapsayan bir Avrupa Federasyonuna
ulaşma düşüncesini taşıdıkları için
AKÇT antlaşmasının süresini 50 yıl
ile sınırlandırmışlardır. 23 Temmuz
2002’de AKÇT ile ilgili bütün yapılar
ve sorumluluklar Avrupa Topluluğuna
devredilmiştir.
güncel
imza aşamasında çekilmiştir. AET ve AAET
antlaşmaları 1 Ocak 1958’de altı ülkenin
onayı ile yürürlüğe girmiştir. AET’nin
ana kurumları; Komisyon, Bakanlar
Konseyi, Parlamento ve Adalet Divanıdır.
AET, AKÇT’nin sahip olduğu hukuksal
yapıya benzer olarak kurulmuştur.
AAET ise başlangıçta Fransa’nın nükleer
silah programı ile birlikte çalışmalar
yürütmüş, sonrasında nükleer güç ile ilgili
güvenlik şüphelerinden dolayı başlangıçta
öngörüldüğü gibi gelişmemiştir. 8 Nisan
1965’de Toplulukların kurumsal yapılarının
sadeleştirilmesi
amacıyla
birleşme
antlaşmasının imzalanması tamamlanmış,
üç Topluluk için, tek bir Konsey, Avrupa
komisyonu, Adalet Divanı ve Parlamento
oluşturulmuştur.
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) Tek Avrupa Senedi
Antlaşmaları
Roma antlaşması, esaslı bir düzeltme ve
Kömür ve çelik alanındaki antlaşmadan değiştirme olmaksızın yürürlüğe girdiği
sonra Avrupa’nın savunma ve siyasal 1958 tarihinden itibaren 30 yıl süreyle
topluluk olarak bütünleşme çabaları sonuca varlığını sürdürmüştür. Kurumsal yapıyı
ulaşamamıştır. Bunun üzerine ekonomik düzenleme ve yetkilerini genişletme yolu
bütünleşme gerçekleştirilemeden siyasi ile Topluluğun yapısında önemli sayıda
alanda bir birliğin sağlanamayacağı değişiklik yapan Avrupa Tek Senedi
anlaşılmıştır ve ekonomik bütünleşme 1986 yılında imzalanmış ve 1 Temmuz
ile ilgili faaliyetler hız kazanmıştır. 25 1987’de yürürlüğe girmiştir.
Avrupa
Mart 1957’de Roma’da Ortak Pazar Tek Senedinde Avrupa Birliğine ulaşma
antlaşması olarak da bilinen Avrupa ideali de belirtilmektedir. Ayrıca 1992
Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran yılı sonuna kadar Avrupa’da tek bir
antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma ile pazarın oluşturulması ile ilgili hukuki
gümrük birliği ve ekonomik bütünleşme düzenlemeler yapılmakta buna ek olarak
sağlanmıştır. AET antlaşması ile aynı tarihte da çevre, teknoloji ve araştırma alanlarında
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu da (AAET) yakın işbirliğini sağlayacak kurallar
Avrupa’nın enerji sorununu atom enerjisi getirilmektedir. Tek Senette malların,
ile çözmek için kurulmuştur. İngiltere, her sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin
iki antlaşmanın da başlangıç görüşmeleri serbestçe dolaşımının sağlanması ve bu
aşamasına katılmış ancak ulusal egemenlik amaca engel olan durumların kaldırılması
yetkilerinin kaybı korkusu ile antlaşmanın amaçlanmıştır.
30
güncel
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
T
ek
Senet
ayrıca
Avrupa
bütünleşmesinin yavaşlayan seyrini
hızlandırmak,
yeni
gelişmeleri
Topluluk seviyesinde yakalamak amacıyla
imzalanmış ve yürürlüğe konmuştur.
Maastrıcht Antlaşması
Avrupa Birliği Hakkındaki Antlaşma
(ABA), 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht’de
imzalanmış ve Kasım 1993’de yürürlüğe
girmiştir. Antlaşma ile taraflar arasında
birlik
olarak
tanımlanan
“Avrupa
Birliği”nin (AB) kurulduğu ilan edilmiş
bu birliğin ekonomik, siyasal ve parasal
yeni bir birliğin ilk adımını oluşturduğu
ifade edilmiştir. AB, mevcut bulunan üç
Topluluk üzerine kurulan bir yapıdır. Bu
yapı, yanına adalet ve iç işlerinde işbirliği
ile dış politika ve güvenlik alanını da almış
ve üç sütun teorisi olarak adlandırılan
sistem ortaya çıkmıştır. AB bu üç sütun
üzerine oturmuştur. Birinci sütunda
topluluklar, ikincisinde dış politika ve
güvenlik, üçüncüsünde ise adalet ve iç
güvenlik vardır. ABA ile küresel alanda
kendine özgü bir yapı oluşturmak amacıyla
Toplulukların önceden üzerinde taşıdığı
yoğun ekonomik kimlik aşılmış, bunun
yerine ise ekonomik ve parasal birliğin
sağlanması, ortak bir savunma politikası ile
uluslararası alanda güç sahibi olma, birlik
vatandaşlığı, adalet ve iç işlerinde yakın
işbirliği ile Topluluk düzenlemelerinin
tam uygulanması hedeflerine ulaşmak
amaçlanmıştır. Maastricht Antlaşmasında
Avrupa Birliğinin tek bir kurumsal yapıya
sahip olduğu ve AT’nin temel kurumları
olan Avrupa Parlamentosu, Bakanlar
Konseyi, Komisyon ve Avrupa Toplulukları
Adalet Divanı’nın (ATAD) kurumsal
çerçeveyi oluşturduğu ifade edilmiştir.
Ancak tam olarak AB Kurumu niteliğine,
yalnızca hükümet ve devlet başkanlarını
bir araya getiren Avrupa Birliği Konseyinin
sahip olduğu, yukarıda sayılan çerçeveyi
oluşturduğu söylenen kurumların ise
varlıklarını Topluluk Kurumu olarak
devam
ettirdikleri
görülmektedir.
Topluluğun aksine birliğin hukuki kimliği
yoktur. Buna ek olarak Avrupa Birliğinin,
Topluluk gibi bir bütçesi bulunmamaktadır.
Ortak dış güvenlik politikası ve adalet
ve içişleri alanında işbirliği ile ilgili
harcamalar üye devletlerce Topluluğun
çeşitli kaynaklarından sağlanmaktadır.
Amsterdam Antlaşması
Avrupa
Birliğinin
entegrasyonunu
ilgilendiren birçok konuda yeni kararların
alındığı
Amsterdam
Antlaşması
2
Ekim 1997 tarihinde imzalanmış ve
01 Mayıs 1999’da yürürlüğe girmiştir.
Antlaşma ile istihdamın arttırılması, AB
yurttaşlık haklarının birliğin merkezine
yerleştirilmesi, hareket serbestisi ile
ilgili kısıtların tamamen kaldırılması,
Avrupa’nın uluslararası alanda güçlü bir
duruma gelmesi ve Birliğin kurumlarını
güçlendirme amaçlanmıştır.
Antlaşma
ile 3. sütun olan adalet ve içişlerinde
işbirliği alanında üye devletler arasında
güçlendirilmiş işbirliği kabul edilerek bu
alanın büyük kısmı Topluluğun alanına
dahil edilerek Topluluk aşamasında
ortak olarak düzenlenmesi (göç ve iltica
konularının) üye devletler tarafından
kabul edilmiştir. Schengen Antlaşması,
Amsterdam Antlaşması ile Topluluk
müktesebatına
aktarılmış,
yasama
usulündeki işlemler basitleştirilmiştir.
Nıce Antlaşması
Nice antlaşması 26 Şubat 2001’de üye
31
güncel
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
devletler tarafından imzalanmıştır. Haziran
2001’e kadar yapılan referandumlar
sonucunda İrlanda haricindeki üyeler
antlaşmayı
onaylayarak
yürürlüğe
girmesini
sağlamışlardır.
İrlanda’da
yapılan halk oylamasında %54 oranında
hayır oyu çıkmıştır. İrlanda Ekim 2002’de
ikinci bir oylama yapmış bu oylamada
ise antlaşmanın onaylanması %63’lük bir
oranla kabul edilmiştir. Nice antlaşmasının
temel gerekçesi,
AB kurumlarında,
Topluluğun üye sayısını arttırmak için hazır
hale getirecek düzenlemelerin yapılmasını
sağlamaktır. Antlaşma ile Komisyonun
bileşimi yeniden düzenlenmiş ve Komisyon
başkanının yetkileri arttırılmış, nitelikli
çoğunluk karar alma sürecine dahil edilmiş,
parlamentonun
işlevleri
arttırılarak
ATAD’ın ve ilk derece mahkemelerinin
görev ve yetkileri yeniden tanımlanmış,
statülerinde değişiklikler yapılmıştır. Nice antlaşması 1 Şubat 2003’de yürürlüğe
girmiştir. Antlaşma ile genişleme sonrası
AB kurumlarının yeni şekli belirlenmiştir.
İ
kinci
Dünya
Savaşından
sonra
Almanya’yı kontrol etmek ve aynı
zamanda barış zemini içinde tutabilmek
için kurgulanan Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu, üzerine kurulduğu sahanın
dışına öncelikle ekonomik kaygılar sonucu
AKÇT’nin başarısından da kuvvet alarak
çıkmış, ekonomik ve siyasal bütünleşmenin
ilk adımını teşkil etmiştir. Bu süreç yukarıda
belirttiğimiz antlaşmalarla Avrupa Kömür
ve Çelik Topluluğunu, Avrupa Birliği
haline getirmiştir. Birliğin bütünleşme
yolculuğu devam etmektedir. Şimdiye
kadar Avrupa’nın sosyal, kültürel ve
ekonomik alanda ortaya koyduğu sonuçlar
ise üye devletlere yeni düzenlemeler
yapmak ve bütünleşmenin her alanda tam
32
ve kesin olarak uygulanması için elverişli
ortamı sağlamaktadır. Birliğin geleceğini
ve hukuksal statüsünü ortaya koymak
amacıyla hazırlanan ve üye devletlerin
onayına sunulan AB Anayasa Antlaşması
ise Fransa ve Hollanda’daki halk
oylamalarında ortaya çıkan ret kararıyla
bir süre için soğuma ve sakinleşme sürecini
ortaya çıkarmıştır.
Lizbon Antlaşması
“AB’ne
üye
ülke
sayısının
son
dönemdeki genişlemelerle neredeyse
iki katına çıkması kurumsal yapının ve
karar alma mekanizmalarının reforme
edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Bu çerçevede AB Anayasal Antlaşma
üzerinde mutabakata varmış, fakat bu
antlaşmanın Fransa ve Hollanda’da
yapılan referandumlarda reddedilmesi
sonucu süreç akamete uğramıştır. Yaklaşık
iki senelik bir değerlendirme sürecinin
ardından Almanya Dönem Başkanlığı
sırasında AB’nin kurumsal reform dosyası
yeniden açılmış, Anayasal Antlaşmanın
belirli bölümlerinin alınması suretiyle
oluşturulan Lizbon Antlaşması isimli
bir metin üzerinde siyasi mutabakat
sağlanmıştır. Ardından Portekiz Dönem
Başkanlığı Hükümetlerarası Konferans
toplayarak üzerinde mutabakat sağlanan
siyasi metni hukuki bir metin haline
getirmiş ve Lizbon Antlaşması adını alan bu
metin üzerinde AB liderleri 19 Ekim günü
uzlaşmaya varmışlardır. Sözkonusu metin,
13 Aralık 2007 tarihinde AB Zirvesinde
Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından
imzalanmıştır. Antlaşma, 27 üye ülkede
onay sürecinin tamamlanmasının ardından
1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Avrupa Birliği Hukuki Yapısı
Mehmet Emin Akgül
L
izbon
Antlaşması’nın
birtakım kaydadeğer
aşağıda sunulmaktadır.
güncel
getirdiği enstrümanı Temel Haklar Şartı, Lizbon
yenilikler Antlaşması’nda yapılan bir atıfla hukuki
olarak bağlayıcı hale getirilmiştir.”
1. Lizbon Antlaşmasında daimi bir AB
Konseyi Başkanı görevi ihdas edilmiştir.
Bu kişi nitelikli çoğunluk yöntemiyle bir
kereye mahsus yenilenebilen 2,5 yıllık
bir süre için AB üyesi ülkeler tarafından
seçilecektir.
2. Lizbon Antlaşmasıyla birlikte getirilen
bir diğer önemli yenilik nitelikli çoğunluk
oylama sisteminde değişikliktir. Yeni sistem
nitelikli çoğunluğun sadece üye ülkelerin
sayısı ve sahip oldukları ağırlıklı oya göre
tanımlamamakta, ülkelerin nüfuslarını da
hesaba katmaktadır.
3. Ayrıca, Lizbon Antlaşmasıyla Avrupa
Parlamentosundaki (AP) üye sayısı 751
(750 üye + Başkan) ile sınırlandırılmaktadır.
Ülkelerin AP’da temsil edileceği üye
sayısı en az 6, en fazla 96 olabilecektir.
Parlamento üyeleri beş yıl için seçilmekte
ve AP, başkanını kendi üyeleri arasından
seçmektedir.
4. Lizbon Antlaşması AB Dış Politika ve
Güvenlik Yüksek Temsilcisi için de bir
düzenleme getirmektedir. AB Konseyi,
nitelikli çoğunlukla, Komisyon Başkanı
ile de anlaşarak, Dış Politika ve Güvenlik
Yüksek Temsilcisini atayacaktır.
5. Lizbon Antlaşmasında yer alan bir
diğer husus AB komiserlerinin sayısının
azaltılmasıdır. Yeni sisteme göre Lizbon
Antlaşmasının yürürlüğe girdiği tarih ile 31
Ekim 2014 arasında atanmış Komisyon, her
üye ülkeden birer temsilciden oluşacaktır.
6. Son olarak, İnsan Hakları alanında
ayrıntılı
düzenlemeler
getiren
AB
Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan
Antlaşma
Anayasa Antlaşması, Avrupa da siyasi
bütünleşmenin sağlanması ve birçok
antlaşmanın oluşturduğu karmaşık yapıyı
ortadan kaldırmak için bir zorunluluk olarak
görülmüştür. Anayasa Antlaşması taslağı
geniş katılımlı bir kurultay tarafından 2001
yılı Mart ayında çalışmalara başlamış ve
Anayasa Taslağının yazımını 27 Haziran
2003 tarihinde tamamlamıştır. Anayasa
Antlaşması 29 Ekim 2004 tarihinde imzaya
çıkarılmıştır . Anayasa dört bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde genel
ilkeler ve kurumsal yapı, ikinci bölümde
temel hak ve özgürlükler, üçüncü bölümde
Birliğin politikaları, dördüncü bölümde ise
antlaşmanın kabul ve yürürlüğe girişi ile
ilgili konular düzenlenmektedir. Anayasa
Antlaşması Fransa ve Hollanda da halk
tarafından veto edilmiştir, bu nedenle
antlaşmanın geleceği Birlik açısından
şimdilik belirsizliğini korumaktadır.
Gelecek sayıda Avrupa Birliği Hukuku’na
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Meraklanın biraz.
Mehmet Emin Akgül
Nisan 2016
33
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
Y
olcu uçaklarında kabin basıncı
sistemi, deniz seviyesinden itibaren
12.500 feet (3.800 m) - 14.000 feet (4.300
m) irtifaları üzerindeki seyir seviyelerinde,
uçak mürettebatı ve yolcuları düşük dış
hava basıncının neden olabileceği bir kısım
fizyolojik problemlere karşı korumak için
geliştirilmiş bir sistemdir. Bu sistem, aynı
zamanda yolcu konforunu artırmak amacı
taşısa da 8.000 feet (2.400 m) üzerindeki
kabin irtifaları için yolcu uçaklarında
bulunması ve uçuş esnasında sürekli
olarak uygun şekilde çalışması gerekli
bir sistemdir. Basınçlama sistemi aynı
zamanda uçakların kargo bölümleri için
de olası sızıntı, genişleme, açılma, patlama
ve kargonun ezilmesi ihtimaline karşı
gereklidir.
teknoloji
Akciğer parsiyel basıncı deniz seviyelerinde
160 mmHg (mm civa) seviyesinde iken
10.000 feet (3.000 m)’de bu oran 105 mmHg,
15.000 feet (4.500 m)’de 85 mmHg ve 20.000
feet (6.000 m)’de 73 mmHg ve 50.000 feet
(15.200 m)’de ise 18 mmHg seviyelerine
düşer.
Yüksek irtifalarda insan hava
azlığı çekmeye, görüş bulanıklaşmaya,
irade zayıflığı ve kaslarda koordinasyon
bozukluğu belirmeye başlar. Tüm bunların
neticesinde irtifaya ve zamana bağlı olarak
kaçınılmaz bir şekilde bilinç kaybı gelişir.
Bu olayın ne kadar sürede gelişeceği;
bulunulan yüksekliğe, süreye, kişinin
fiziksel yapısına, yaşına ve kondüsyon
düzeyine göre değişiklik gösterir. Örneğin,
yüksek irtifaya aklimatize olmamış bir
kişide 11.400 metre irtifada bilinç kaybı 30
Yüksek kabin basıncının mürettebat ve saniye içerisinde ortaya çıkar ve yaklaşık 1
yolcu üzerinde neden olabileceği fizyolojik dakika sonra da koma hali görülür.
problemler aşağıda sıralanmıştır.
Günümüz yolcu uçaklarında kabin irtifası
HYPOXIA
tırmanışta uçağın bulunduğu irtifaya
bağlı olarak tedricen artar ya da alçalma
10.000 feet (3.000 m) seviyelerinden esnasında yine tedricen azalarak iniş
itibaren tedricen daha yüksek irtifalardaki meydanı irtifasına eşitlenir.
düşük oksijen basıncı (parsiyel basınç)
özellikle oksijene duyarlılığı yüksek olan Bu sistem otomatik olarak çalışır ve kabin
akciğerler ve bilahare beyin ve gözlerde içindeki yolcuların konforunu maksimum
oksijen azlığına bağlı olarak birçok fiziksel seviyede tutmayı hedefler. Tüm bu
sorunu da beraberinde getirerek ‘’hypoxia irtifa değişikliklerinde yolcu kabininin
– oksijen azlığı’’ ya neden olur.
uçağın bulunduğu seviyeye bağlı olarak
çıkabileceği maksimum irtifa 8,000 ft (2,400
Bir de ‘’anoksiya’’ denilen durum vardır m)’dir. Örnek olarak, Boeing 737 ve Airbus
ki o da tamamen oksijensiz kalmaya, yani uçaklarının maksimum uçuş seviyeleri
boğulmaya verilen isimdir.
olan 40.000 feet (12.000 m)’de kabin basıncı
maksimum olarak ortalama 7.000-8.000
10.000 feet (3.000 m) seviyelerinden feet düzeylerinde korunarak yolcunun
itibaren birçok insanın akciğerleri parsiyel sorunsuz seyahati hedeflenir.
oksijen basıncı düşüklüğünden dolayı
yeterli oksijeni transfer edememeye başlar.
34
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
Y
teknoloji
eryüzünün yüksek kesimlerinde
yaşayan insanlar seyrek hava
solumaya alışkın olduklarından daha
yükseklerde daha uzun süre kalabilirler.
Hipoxia’da ölüm nedeni solunum merkezi
depresyonudur. Ağır ve ani hipoxia’ya
maruz kalan kişide koma döneminde
oksijen azlığına bağlı olarak ortaya çıkan
metabolitler beyindeki solunum merkezi
nöronlarını baskılamaya başlar ve bunun
neticesinde solunum sayısı artacağı yerde
daha da azalarak durur. Örneğin, aniden
yüksek irtifalara çıkan (5.500-6.000 m) bir
kişide solunum sayısı sadece % 65 artar,
oysa bu irtifada günlerce kalacak olsa
solunum sayısı birkaç gün sonra % 400
artar.
bağlı olarak görülen patolojik bir
rahatsızlıktır. Genellikle 8.000 feet (2.400
metre) üzerinde görülür. Özellikle yüksek
rakımlara tırmanan dağcı ve kayakçılar ile
yüksek irtifalarda oksijen desteği (kabin
basıncı) olmadan uçan kimselerde görülür.
Alçak atmosfer basıncı nefes alıp-vermeyi
güçleştirir. Bunun yanı sıra şu rahatsızlıklar
da görülebilir;
Pilotlar özel hazırlanmış basınç odalarında
yüksek irtifada karşılaşılabilecek sorunlar
için eğitilirler. Örnek olarak, bir kağıda
önceden yazılmış basit toplama işlemlerinin
sonuçlarını ilgili yere yazması istenir. Kabin
basıncı olmaksızın yükseklik arttırıldıkça
sonuçlar
doğru
olmamaya,
hafıza
yavaşlamaya ve yazılar da kötüleşmeye
başlar. Kişinin kendisi yaptıklarının doğru
olduğunu sanır. Bilahare kendisine belli bir
süre sonra oksijen verildiğinde yazılarda
ve zihinde düzelme başlar. Hipoxia’nın
kişinin zihinsel ve adale iradesini yok ettiği
aşikardır. Basınç odalarında basit toplama
işlemlerini bile yapamayacak duruma gelir
insanlar. Hipoxia ile mücadele için oksijen
şarttır. 34.000 feet seviyelerinin üzerinde
ise sadece oksijen maskesi yeterli olmaz,
aynı zamanda basınçlı elbise ya da basınçlı
kabin de gereklidir.
Daha ciddi vakalarda göğüs ağrısı
da görülebilir. Yüksek irtifa hastalığı
nedeniyle beyin ödemi, koma ve ölüme
kadar giden ağır hipoxi/anoksi vakaları
da oluşabilir.
YÜKSEK İRTİFA HASTALIĞI
Yüksek irtifalarda oksijen yetersizliğine
•İlk başlarda coşku ve zindelik hissi (öfori)
ile birlikte gereksiz cesaret
•Baş ağrısı
•Mide bulantısı/kusma
•Baş dönmesi
•Uykusuzluk
•Bitkinlik
Pek çok dağcıda belirtiler yüksek rakımda
6 saat geçirdikten sonra görülmeye başlar.
Kişi aynı rakımda kalırsa belirtiler 1-2 gün
içerisinde kaybolabilir.
DEKOMPRESYON
Yüksek irtifalarda (25.000 feet – 7.500 metre
üstü) bir başka tehlike de ‘’dekompresyon’’
oluşma riskidir. Derin sulara dalış yapan
dalgıçların ‘’vurgun yeme’’ olayının
benzeri, yüksek irtifalarda, havada yaşanan
bir durumdur.
İnsan vücudu yeryüzündeki normal hava
basıncı altında (deniz seviyesinde yaklaşık
760 mmHg) yaşamaya alışıktır.
35
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
B
teknoloji
u basınç düzeyinde -başta azot
olmak üzere- atmosferdeki bazı
gazlar vücut dokularında çözelti
halinde (sıvı halde) bulunurlar (malum
olduğu üzere, solunan havanın % 78’i azot,
% 21’i oksijendir). Hava basıncı düşmeye
başlarsa, dokulardaki gazlar yavaş yavaş
kana karışırlar ve solunum yoluyla
vücuttan atılırlar. Ancak vücuda etki eden
basınç aniden düşerse (örneğin basınç
ayarlaması olmayan bir uçak aniden yüksek
bir irtifaya çıkarsa) bu gazlar dokularda
kabarcık haline gelerek ufak kabarcıklar
halinde damarları tıkar (emboli durumu)
ve kan akımını engelleyerek baş dönmesi,
baş ağrısı, bilinç kaybı, damar tıkanıklığına
bağlı kriz ve felçler meydana getirebilirler.
Bu nedenle, yüksek irtifalarda sadece
oksijen solumak yeterli değil, aynı zamanda
basınçlandırılmış kabinlerde bulunmak
zorunluluğu vardır.
çevreleyen dokulara (örneğin kulak zarı
vs.) zarar verebilir.
Deri altındaki gaz kabarcıkları kızarıklığa
ve kaşıntıya neden olurlar. Bu durum
genellikle 10-20 dakikada geçer. Şiddetli
öksürme ve nefes darlığı, solunum
sisteminde gaz kabarcıklarının varlığına
işaret eder. Diğer belirtiler göğüs ağrısı,
nefes alıp-verirken yanma hissi ve şiddetli
şoka girmedir.
Bunlara kısaca göz atacak olursak;
BAROTRAVMA
Vücuda etki eden basıncın değişmesine
bağlı olarak oluşan bazı rahatsızlıklara
verilen addır. İnsan vücudundaki orta
kulak, sinüsler, akciğerler ve bağırsaklar
gibi hava boşluklarına sahip bölümler,
hava basıncındaki değişikliklere bağlı
olarak genişler veya daralır. Bu basınç
değişimleri ani gerçekleşirse, boşlukları
36
Yukarıda da belirtilen şekilde, insan deniz
seviyesinde yaklaşık 760 mmHg (1013,25
hPA) atmosfer basıncında yaşamaya
adapte olmuştur. Bu basınç seviyesi, su
altındaki derinliklerden veya atmosferin
üst tabakalarından oldukça farklıdır.
İnsan vücudunun büyük kısmı katı veya
sıvı dokulardan meydana gelir ve basınç
değişikliklerinden fazla etkilenmez. Ancak
hava boşlukları basınç değişiklerinden
etkilenirler.
Örneğin denizaltı ile dalan bir denizci nefes
vermeden, ani bir şekilde yüzeye çıkarsa
göğüs kafesinde genişleyerek sıkışan hava
akciğerlerin delinmesine neden olabilir.
Barotravmalar oluş biçimine veya organ ve
doku hasarına göre sınıflandırılırlar.
Kulak Barotravması
Kulak barotravmaları, dış kulak, orta
kulak ve iç kulak barotravmaları olarak
ayrılır. En çok orta kulak barotravması
görülür. Dalgıçların % 10 ile % 30’u orta
kulak barotravması yaşamaktadırlar. Dış
kulak yolu barotravması genellikle çıkış
esnasında dalış giysisi veya kulak kirinin
dış kulak yolunu kapası nedeniyle oluşur.
İç kulak barotravması ise nadir görülür,
aşırı valsalva yapılması gibi mekanik
nedenlerle oluşur. Değişen derecelerde
işitme kaybına ve vertigoya (baş dönmesi)
neden olabilir.
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
Sinüs Barotravması
Sinüslerde oluşan bir tıkanıklık sinüs
barotravmasına yol açabilir. Baş ağrısı ve
burun kanaması ile belirti verebilir.
Maske Barotravması (Maske Sıkışması)
teknoloji
olursa sürtünme de o kadar az olacaktır.
Bu nedenle, uçak ne kadar yüksekten
uçarsa o kadar az hava ve bir o kadar da
az sürtünme (drag) oluşacaktır. Diğer
taraftan, gaz türbünlü motorlar daha seyrek
hava bulunan ortamlarda yakıt yönünden
daha da ekonomik bir şekilde uçarlar.
Ayrıca, hava sürtünmesinin azalması, uçak
gövdesine daha az yük bindirerek daha
fazla sürat yapabilmesinin önünü açar.
İniş safhasında dalgıcın maske içerisine
hava göndermemesi nedeniyle oluşan
vakum (negatif basınç) etkisiyle, gözde
ve maskenin kapsadığı alanlarda oluşan Uçakların azami süratleri yüksek irtifalarda
küçük kanamalar olması halidir.
ölçülen süratlerdir. Deniz seviyelerinde
o hızı yapamazlar, deniz seviyesinde o
Pulmoner
Barotravma
(Akciğer süratlerde sürat aşımı meydana gelerek
Barotravması)
gövdede hasarlar oluşabilir. Ayrıca,
yüksekten uçmak birçok atmosferik olayın
Tüplü
dalışlarda
(SCUBA
diving) cereyan ettiği tabakalardan yukarıda
çoğunlukla dalgıcın nefesini tutarak yukarı olmayı sağladığı için olumsuz hava
çıkması sonucu oluşur. Dalgıç yüzeye koşullarından (yağmur, oraj, türbülans vs)
yaklaştıkça, akciğerlerde tutulan hava, etkilenme riskini de minimuma indirerek
basıncın düşmesiyle genişlemeye başlar. daha rahat ve sarsıntısız bir seyir imkanı
Genişleyen hava akciğerin yırtılmasına verir.
sebep olabilir.
KABİN BASINÇLAMA SİSTEMİNİN
-Diğer Barotravmalar
KISA TARİHÇESİ VE ÖZELLİKLERİ
. Diş barotravması
. Sindirim sistemi barotravması
Hiç kimse yüksek irtifalarda uçmanın bu
. Genital barotravma
avantajları uğruna, ağzında oksijen maskesi
. Patlamaya bağlı barotravmalar
ve de üstünde basınç elbisesi olduğu halde
uçağa binmek istemez.
NİÇİN YÜKSEKTEN UÇULUR ???
Madem ki yüksek irtifalarda uçmak bu
kadar riski beraberinde getiriyor, neden
10.000 feet altında uçularak bu riskler
bertaraf edilmiyor da yüksekten uçulmaya
devam ediliyor?
Birinci ve en önemli neden; bir uçağın
çevresindeki hava miktarı ne kadar az
İkinci dünya savaşında durum böyleydi...
Hatta meşhur roket motorlu Masserschmitt
Me-163 (ki 3 dakikada 40.000 feet irtifaya
tırmanabiliyordu….) uçağında bile basınçlı
kabin yoktu. O nedenle, üreticiler bir an
önce uçakları basınçlı hale getirmek için
çaba sarf etmeye başlamışlardı. İşin ilginç
yanı, basınçlı kabin çalışmalarının tarihi
1922 yıllarına kadar uzanan bir geçmişe
sahiptir.
37
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
İ
lk basınçlı kabine sahip olan uçak
Nisan 1940’da hizmete giren Boeing
Stratoliner 307 idi. Bu esnada İngiliz
ve Alman uçak tasarımcıları uçakları
basınçlayarak yüksek irtifalarda uçurmak
yerine, hala aerodinamik kaygılarla akıcı
hatlarla tasarlama derdindeydiler. Askeri
alanda ise basınçlı kabine sahip ilk başarılı
örnek, Luftwaffe’ye ait Junkers Ju 86P2 olup yüksek irtifa keşif uçuşlarında
kullanılmıştır. İngilizlerin basınçlı kokpite
sahip ilk askeri uçağı Canberra ise ilk
uçuşunu 1949’da yapmıştır.
Basınçlı
kabine
sahip
uçaklarda
solunabilecek düzeyde kabin içerisine hava
sağlamak son derece kolaydır. Bu maksatla
motorlardan veya süper charger’lardan
hızla kabine giren hava kullanılır. Kabine
giren hava, sıcaklığı ayarlanarak gönderilir.
Basınç ölçümleme sistemi iç ve dış ortam
basıncını sürekli kontrol ederek tırmanma
ve alçalmalarda basıncı belirtilen limitlerde
tutar. Kabine basınçlı hava sağlamaktan
daha da önemlisi bunu muhafaza edecek
dayanıklılıkta kabin üretmek ve havanın
dışarı sızmasına mani olmaktır. Tek
motorlu pistonlu bir motora sahip kabini
basınçlı bir küçük yolcu uçağının kapısı
20.000 feet irtifada uçarken 8.000 feet’lik
ortam havasını sunabilmek için 5 tonluk
basınca karşı koyabilecek sağlamlıkta
olmak zorundadır. Bir Boeing 747 uçağının
38.000 feet irtifada ne kadarlık bir basınca
dayanmak zorunda olduğunu düşünün!!!
Uçaklar tüm bu nedenlerle hem hafif
olmayı sağlayan hem de basınca karşı
dirençli olabilen oval şekilde bir kesit
geometrisine sahiptirler. Dikdörtgen kesite
sahip uçaklarda bu basınca dayanmak daha
güçlü dirence sahip bir gövde gerektirir.
Nihayetinde, en dayanıklı kabin bile bir
38
teknoloji
gün gelir metal yorgunluğuna bağlı olarak
iflas edebilir, bir kapı menteşesi yerinden
çıkabilir ve kabin basıncını kaybettirerek
küçük bir çatlak vasıtasıyla ve büyük bir
gürültü ile havanın kabinden kaçışına
sebep olabilir.
Böyle bir durumda pilotlar maskeleri
düşürür (veya otomatik olarak düşmesi
sağlanabilir) ve süratle uçağı 10.000 feet
seviyeleri altına indirmek için derin bir
şekilde alçalmaya başlarlar. 38.000 feet
irtifadaki bir uçağı bu şekilde süratle
10.000 feet seviyelerine alçaltmak için 4-5
dakikalık bir zamana ihtiyaç vardır. Oysa
38.000 feet irtifada normal bir insan bilinci
bu duruma ancak 25 saniye dayanabilir. Bu
nedenle havayolu uçaklarının üreticileri
nispeten büyük çatlaklarla başa çıkabilen
basınç sistemleri geliştirmişlerdir. İçeriye
hava basan valflerden gelen hava, küçük
çatlaklar ve kurşun delikleri gibi deliklerden
dışarı kaçan havadan daha fazla hava
basmaya muktedir hale gelmişlerdir.
Savaş uçaklarında ise kabin basıncı
nispeten daha düşüktür, 280 mmHg, yani
25.000 feet yüksekliğe eşittir ama savaş
uçağı pilotları oksijen maskelerini tüm
uçuş boyunca takmaya devam ederler. Bir
hava muharebesi anında kanopi kırılsa bile
dekompresyon etkisi çok düşük seviyede
kalır.
Uçaklarda kabin basıncı
Hakan Kantaş
teknoloji
yetersiz kalması durumuna karşı,
uçakların
otopilota
bağlı
olarak
kendiliğinden düşük irtifaya alçalabilme
(otomatik emergency descent) kabiliyeti
bile vardır.
U
nutulmamalıdır
ki
yolcu
uçaklarının
servise
girmesi,
yolcu taşımaya yetkili olabilmesi
ve bunun sürdürülebilirliği adına çok
sıkı kurallar manzumesi mevcut olup
bu konuda kesinlikle taviz verilmesi
mümkün olmadığı gibi tüm bu sistemlerin
de iki hatta üçüncü yedekleri mevcuttur.
İYİ UÇUŞLAR…………..
Hakan Kantaş
Nisan 2016
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, günümüz
havayolu uçaklarının kabin basınç
sistemleri zaman içerisinde gelişerek en
güvenilir düzeye ulaşmışlardır. Hatta bazı
yolcu uçaklarında uçuş mürettebatının
olası bir kabin basıncı kaybına maruz
kalması neticesi, zihinsel aktivitesinin
39
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
Mustafa hoşgeldin. Hepimizin şaşkınlıkla,
kızarak, korkarak, nefretle izlediğimiz,
bazılarımızın yanınızda olduğu, ama
çoğumuzun yanınıza bile yaklaşmadığı
korkunç bir süreç geçirdiniz. “Geçirdiniz”
diyorum çünkü yalnız bırakıldınız. Aslında bu
süreçte hepimiz ve belki de daha önemlisi
“Silah Arkadaşlığı” kavramı sınandı. Daha
genel bakarsak, gurur duyduğumuz o
meslek sınandı aslında. Bunun sonuçları
mutlaka sizlerde saklı. Bu röportajda,
bu saklı duyguları öğrenmek istiyorum.
Yaşadıklarınızdan ders çıkartması gereken
herkes o dersi alsın diye. Belki de kendimizi
sorgulayalım diye. Bir daha olmasın diye.
röportaj
vardır, amenna. Ama bizim hiç haberimiz
olmayan şeyler.
Mesela Balyoz Davasında diyor ki; “1’inci
Ordu Komutanı Çetin Doğan seminer
yapmış, o seminere 160 kişi katılmış, orada
darbe planı örtülü olarak konuşulmuş, siz
de size verilen görevi kabul etmişsiniz.”
Bana bunu ne zaman diyor? 2010’un
Haziran’ında diyor. Bu seminer dediği ne
zaman olmuş? 2003’ün Mart’ında. Yani
yedi yıldan daha uzun bir süre önce olmuş.
Şimdi orada öyle bir seminer yapıldığından
haberimiz yok ki. Olsa, dersin ki; “Böyle
böyleydi. Bir seminer vardı, emir verildi,
Özgün, Silahlı kuvvetleri sindirme, ben de gittim herkes gibi katıldım.” Ama
beğenmedikleri
adamları
tasfiye bizim böyle bir şeyden haberimiz de yok.
operasyonu diyorum ben buna. Bundan
alacağımız çok ders var. Bundan bir ders Önüne bir tane word belgesi uzatıyor;
alınmalı ki bir daha bunlar başa gelmesin. “Bunun yedinci satırında Bnb. Mustafa
En yukarıdakinden en aşağıdakine herkes Koç var“diyor. İyi, kim yazdıysa bulun
kendini sorgulasın.
ben de şikayetçi olayım. Yani bırak imzayı,
mührü, tarihi, sayıyı, kâğıt üzerinde bir
Ben aslında bunca sıkıntıyı çekmiş, bir şey bile yok. Bilgisayar ortamında, bir CD
şekilde sistemin dışına çıkmış biri olarak, içinden çıkmış bir word dokümanı bu. Bir
bu manada bu işin, bir işe yaramasından çizelge.
yanayım.
Dolayısıyla ben bu işlerden bir şey
Herkesin tabi farklı farklı düşünceleri var. çıkmayacağına
inandım.
Bir
de
Bizim için önemli olan mevzu bireysel jandarmayız, Fransa’da hukuk okumuşuz.
olarak suçsuz olmaktı. Askerlik emir Hayatımız Ceza Hukuku içinde geçmiş.
komutadır, komutanlar bir işlere angaje Medeni Hukuk’tan anlamayız ama. Bir
olur, sen de bilerek bilmeyerek, isteyerek, yerden döneceğini düşünüyorsun baştan.
istemeyerek o işin bir parçası olursun da Yani “bunda bir yanlışlık var” diyorsun.
bedelini ödersin. Bunun bir mantığı var.
Bir kabul edilebilirliği var.
Fakat sonra sonra, o savcıların taleplerini,
hâkimlerin kararlarını, gördükçe aşama
Bizim hiç haberimiz olmayan şeylerle aşama bu işin başka bir iş olduğunu yavaş
suçlandık biz. Hani sen bir şey yaparsın da, yavaş idrak etmeye başlıyorsun. Yani
o, onu kötüye yorar falan. Öyle bir şey de ortada bir hukuk mukuk olmadığı belli.
değil. Senin bir suç kastın yoktur da, o işin Çünkü, evet savcının soruşturma yetkisi
suç olan, kanunlara aykırı olan bir kısmı var, hakimin yargılama yetkisi, taktir
40
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
savcının. Hukuk çerçevesinde hangi
tercihte bulunacağı kitapta bellidir.
Babasının çiftliği değil, kafasına göre
hareket edemez. Ama bakıyorsun ki, savcı
onu yapmıyor.
Mesela eskiden Sulh Hâkimleri vardı,
sorguyu onlar yaparlardı. Sulh Hâkimleri
Türkiye’de kaldırılınca Sulh Hâkimliği
görevleri de savcıya yüklendi. Dolayısıyla
savcı, sadece sanığı suçlamak için değil,
olayı aydınlatmak için soruşturma yapar
ve lehindeki delilleri de toplar. Bizim savcı,
lehinde delil toplamıyor. Bir yere bir yazı
yazıyor, oradan gelen yazıyı beğenmezse,
lehte ise, onu atıyor, o meşhur adli emanet
dediğimiz yere.
Şimdi gönderiyor Tubitak’a, oradan bir
rapor geliyor. Raporu beğenmedi mi, onu
işleme almıyor, atıyor bir yere. Yazıyor
bilmem ne üniversitesine, “sizde şu
öğrenciler var mı?” Oradan cevap geliyor.
Diyor ki; “Biz de böyle bir öğrenci hiçbir
zaman olmadı, bizde bu öğrenci 2007’de
girdi, 2009’da çıktı.” Üzerinde 2003 Ocak
yazıyor düşün. Yani bunun uydurulduğu
belli.
Bir savcının burada yapması gereken şey
de belli. Ama yok, o savcı onu kaldırıyor
atıyor. Onun derdi, birilerini tutuklayıp
içeri atmak, Ordu’ya ayar vermek. Ve
orduya da ayar verdiler.
Dolayısıyla
ben
tutuklanacağımı
hiç düşünmedim. Tutuklandım. Bu
mahkemenin bize ceza verebileceğini hiç
düşünmedim. Ceza verdi. Bu Yargıtay’ın
onu onayacağını hiç düşünmedim. Sonra
sonra anlıyorsun ki mahkeme mahkeme
değil. Orada ne olacağı belli. “O kadar
süre tutuklu kalan adama kimse beraat
röportaj
vermez. Mahkemeyi ayarlamışlar, ama
bu Yargıtay’dan döner” diyorsun, çünkü
Yargıtay’ın kararı içtihat olur, Yargıtay
onadı. Nasıl onadı?
Baransu’nun bavulla getirdiği manipüle
edilmiş CD’yi, Hizbullah’ın hücre evinde
çatışmayla ele geçirilmiş CD ile eşdeğer
tutarak onadı. Birinde bir örgütün hücre
evine bir baskın yapıyorsun, çatışmayla
giriyorsun,
adamları
öldürüyorsun,
polislerin yaralanıyor, şehit oluyor,
yakmaya çalışılan verilerden bir kısmını
kurtarıyorsun ve o CD’den çıkan verilerle
o örgüt hakkında bir karar tesis ediyorsun.
Onun dahi orada imajının alınması lazım
o ayrı. Ama onu orada fiilen, kavgayla,
gürültüyle girip buluyorsun. Burada ne?
Bir tane gazeteci, bir tane CD getiriyor,
o gazeteci de diyor ki, “bunun içinde
çok gizli evraklar vardı, biz onların
bir kısmını da yaktık” diyor. Onu da
itiraf ediyor yani. “Bu bana geldiği gibi
size getirdim” dese belki. Dolayısıyla
bir organizasyon devleti ele geçirmiş.
Hükümetin de önüne, “sana suikast
yapacaklar, sana darbe yapacaklar” diye
uydurma şeyler götürmüşler, koymuşlar.
Kamera görüntüleri, şemalar, krokiler.
Hükümetin de zaten orduya bir önyargısı
var, Silahlı Kuvvetlerin Atatürkçülük ve
laiklik hassasiyetinden dolayı. Hükümet
de bunlara ucu kendine dokunana kadar
dokunmadı. İnandı, inanmış göründü,
işine geldi. MİT Müsteşarı’nı ifadeye
çağırma olayı ortaya çıkınca, bu cemaat
ile hükümetin arası açıldı. Bir soru işareti
çıktı.
Sonra da cemaat, güç zehirlenmesiyle,
bir yerlerin talimatıyla, kendisine bütün
kapıları açan,
Cumhurbaşkanı’nın
tabiriyle; “ Ne istediler de vermedik”
41
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
diyen hükümete yolsuzluk operasyonu
yaptı. Ama oradaki sıkıntı ne? Cemaatin
yargısında, polisinde şöyle bir mantık var.
Bireysel bir sürü hırsızlık var. Biz yirmibeş
sene, otuz sene jandarma komutanlığı
yaptık. Bir suçu öğrendiğin zaman
mecbursun gidip o suça el koyacaksın.
Bunlar çeteleşmiş, bunlar biriktiriyorlar.
Milletin özel hayatını kaydediyor. Telefon
konuşmalarını
kaydediyor.
Yaptığı
usulsüzlükleri, yolsuzlukları, hırsızlıkları
kaydediyor. Ne zaman? Devletin memuru
olarak görevini yapmak için değil. Kişilerin
açığını biriktirip gerektiğine kullanmak
için. Şimdi filan bakanın oğlu yolsuzluk
yapıyorsa yap operasyonunu. Hepsini
bekletip, bir örgüt haline getirip, ondan
sonra bilmem ne CMK 250’den soruşturma
falan yapmaya kalkıldığı zaman işin cılkı
çıkıyor işte.
Fenerbahçe’de de öyle. Onsekiz maçta şike
var diyor. Bir devletin polisi, jandarması
onsekiz maç bekler mi ya? Şike varsa, git
suçüstü yap, işlem yap. Yok, bunun derdi
o değil. Adam onsekiz maçta şike yapmış,
şampiyon olmuş, aradan zaman geçmiş.
Eee, “gel sen şike yaptın.” Öyle yok.
Onun derdi de şike değil. Fenerbahçe’yi
ele geçirme operasyonu.
Her işi, yani devletin verdiği gücü, imkânı,
yetkiyi kendi örgütsel çıkarlarına göre
kullanmak isteyen bir yapı var. Devletin
polisi, devletin askerinin aleyhine internet
sitesi açar mı ya? Paşa Keyfi’ni kim yaptı?
Paşa Keyfi’ni emniyet yaptı. Bizde de
malzeme müsait, meraklı, herkes bakıyor
oraya. Sivillerin umurunda bile değil. Kaç
kişi Paşa Keyfi diye bir site olduğunu biliyor
ki? Ama o Silahlı Kuvvetlerin dedikodu
sitesi haline geldi. İçeride adamları var.
42
röportaj
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
Bir garip psikoloji yaşadı Türkiye. 20072008’den 2013’ün sonuna kadar. 17-25
Aralık’a kadar. Dolayısıyla, bu yaşanan
süreçte seni etkileyen duygulardan çok,
bunlar neden oldu? Niye bir üniforma
taşıyan silah arkadaşlığı bilinci içerisinde
olması gereken adamlar bir reaksiyon
gösteremedi? işin aslında orasına girmek
lazım.
Mesela bu kumpas davalarının içine, Askeri
Fabrikaların ve Tubitak’ın dahil edilmesi
çok anlamlı. Yani şimdi adam Balyoz’da
bizi darbeden alıyor içeri, Havelsan’ın
Genel Müdürü de var. Bir Havelsan Genel
Müdürü’nün 1.Ordu’da yapılan Seminer
kapsamından, planlandığı iddia edilen
bir darbenin içinde ne işi olur? Ama ateşli
bir adam o. Onun düşüncesinde olan
teknokratlara gözdağı vermek amaç.
Buradaki meseleyi ben şöyle görüyorum.
Birinci kırılma noktası, Doğu bloğunun
dağılması. Doğu Bloğu dağılınca, bana
göre, NATO’nun, Avrupa’nın, Amerika’nın
bize çok ihtiyacı kalmadı, görünürde.
Bizim de onlara çok ihtiyacımız kalmadı.
Oturdular NATO’nun Kuvvet Yapısını
falan değiştirdiler. Bir şeyler yaptılar.
Mesela terfi sırasındaki kurmaylar ve
bunların işine gelmeyen generaller asıl
hedef. Bir de bakıyorsun bir sürü mühendis.
Daha teknik ve yardımcı sınıf birkaç
kişi de var içlerinde. Onların durumuna
bakıyorsun, ya MEBS’çi, ya istihbaratçı,
mili projelerde görev alan mühendisler
falan.
İkinci kırılma noktası, 1 Mart Teskeresi.
Çünkü o tarihe kadar, Amerika veya
emperyalizmin babaları Türkiye’deki
politikalarını Silahlı Kuvvetler ile koordine
ederek yürütebiliyorlardı. Çünkü çıkarları
örtüşüyordu. Silahlı Kuvvetlerin karşı
çıkacağı şeyler değildi bunlar. Şimdi
bunlar olduktan sonra onlar bize başka
gözle bakmaya başladılar. Biz de onlara
başka gözle bakmaya başladık. Ve biraz
etine, buduna bakmadan da, kastı aşan
söylemler ortaya çıkmaya başladı. İşte
Tuncer Kılınç’ın, “Rusya ile İran ile
yakınlaşmalıyız” demesi, diğer taraftan
henüz gerçekleştirilmemiş ama bir niyet
olarak ortaya çıkmış Savunma Sanayinin
Millileştirilmesi Projesi. NATO’ya her
yerde ayak diriyoruz, kafa atıyoruz artık,
milli gemi yapacağız, milli tank yapacağız,
milli piyade tüfeği yapacağız, milli kripto
yapacağız falan.
Aslında, her şey davul zurna çala çala
yapılıyor. Yani şu ülkede olanı biteni
görmek için, ben 2009’dan beri çevreme,
ziyaretime gelenlere onu söylüyorum, yani
“gündemi takip etmeye, işte parçaları
birleştirip analiz yapmaya falan gerek
yok, Türkiye’de olanı biteni görmek
için. “
Türkiye’de
olan biten, kör gözün
parmağına, en sıradan adamın bile
anlayabileceği açıklıkta. Gizli kapaklı bir
şey yok çünkü. Şimdi en sıradan adam
bile mesela evinde televizyon seyrederken,
böyle Amerikan filmlerinin aksiyon
müzikleri eşliğinde, projektörlerle, gece
yarısı yerin altına gömülmüş patlayıcıların
dozerlerle, kepçelerle aranmayacağını
bilir. En sıradan adam bilir, askerliğini
yapmayan kadınlar bilir. Yani bu meret, adı
üstünde patlayıcı. Buna kepçenin bıçağını
sapladığın zaman havaya uçarsın. Allahın
röportaj
gündüzleri torbaya mı girdi? Çevirirsin
etrafını, emniyete alırsın, beklersin.
Günışığında elektronik aletlerle ararsın.
Kanal kazıcıyla, ekskavatörle patlayıcı
arandığı nerede görülmüş?
Ama insanlar bunu idrak etmiyor o zaman.
Şimdi diyor ki, “cami krokisi yapmış,
cami bombalayacak” diyor. Şimdi sen
tarihinde üç kıta’da at koşturmuş, üç dine,
dört dine devletlik yapmış bir milletin
mensubusun. Kimin kilisesine, havrasına
dokunmuşsun? Bizi batılılar sevmez.
Türklere, Müslümanlara bir ön yargı var.
Ama bizi hiçbir zaman, “kiliseyi tahrip
etti, yaktı yıktı, papazları astı, kesti” diye
suçlamazlar. Çünkü yapmamışız ki öyle
şeyler.
Şimdi
düşün,
bütün
Balkanları
fethedeceksin,
bir
tane
kiliseye
dokunmayacaksın, Bosna’daki bir camide
Fatih’in altıyüz yıllık fermanı çıkacak yıllar
sonra, ama sen İstanbul’da ecdat yadigârı
camiye bomba koyacaksın! Onu da öyle
aptalca yapıyor ki, gidilmiş güya keşif
yapılmış, denmiş ki; “burası çok kalabalık,
burada eylem olmaz.” Şimdi eylem yapan
adam niye gidiyor da garın önünde miting
varken patlatıyor? Onun derdi o çünkü.
Camiye bomba koyacak adam cami boşken
patlatacaksa gider akşam patlatır. Yani
neyin keşfini yapıyor? Bunlar akla ziyan,
insan aklıyla alay eden algı operasyonları.
Millet de bu algıyı yemeye hazırmış, yedi.
Milleti bırak, senin ordun yedi.
Şimdi şu İzmir Casusluk Davasında, üç beş
tane bekar çocuğun zamparalık maceraları
var. Devletin polisi, işi gücü bırakmış
bu bekarları takip etmiş, kameralar
yerleştirmiş,kayıtlarını almış.
43
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
Bunları toplayıp üçyüz kişi suçlanır mı
ya? Fuhuş, casusluk, bilmem ne falan. Yok
askeri okul öğrencisi kızlara iftiralar. Bu
akla zarar. Kabul edilebilir, mantıklı, kendi
içinde tutarlı bir şey değil ki. Süleyman
Demirel’in çok güzel bir sözü var. Diyor ki;
“Allah yakışan iftiradan korusun”. Yani
bir iftira sana hiç yakışmıyorsa, zaten kimse
ona inanmaz. Ama “acaba” dedirttiriyorsa
o iftira iftiradır işte. Şimdi bizim Silahlı
Kuvvetlerimiz ne yaptı? “İddialar vahim”
dedi. Yahu ne vahimi? Bir dur, bir bekle.
Yetmiş kişiyi attı.
Bunlar Atatürk’ün emanetini, onun bunun
siyasi emellerine peşkeş çektiler. Sırf orada
kalmak için. Her üstüne vazife olmayan
işlere karışan bir tayfa var o dönemde.
Sağda solda sivillerin gazıyla veriyor
veriştiriyor. Güya “hükümete muhalefet”
ediyorlar. Bir taraftan da birbirleriyle
uğraşıyorlar. “O şu makama gelmesin ben
geleyim”. Böyle bir şey ordunun tarihinde
yok geçmişte. Bir taraftan birbirini yer, bir
taraftan da üstüne vazife olmayan işlere
karışırsan... İkisi birden olmaz. Bu sefer
öbürü öbürünü gammazlıyor. “Bu senin
için bunu dedi, öbürü senin için bunu
dedi.” Bunu diyen de makam sahibi biri
olduğuna göre karşı tarafın inanmaması
için bir neden yok ki.
Şimdi de kumpas açığa çıkmış, Hükümet
“kandırıldık”
diyor.
Kanmıştır,
kanmamıştır o ayrı mesele ama kanmasının
şöyle bir mantığı var, kendi içinde tutarlı.
Bir telefon veriyorlar, diyorlar ki; “Süper
bir kriptolu telefon yaptık hiç kimse
dinleyemez, al bunu kullan”, o da alıyor
kullanıyor, telefonu verenler de basıyor
“kayıt” tuşuna. Bu kandırılmak değil de
ne?
44
röportaj
Şimdi muhalefet, dönemin savcısı için
“önemli hizmetler yapmış bir savcıdır”
diyor. Ya kumpas açığa çıkmış, taraflar
neredeyse
suçlanıyor, itiraf etmişler
sen
hala hangi “darbe hevesinden”
bahsediyorsun? Bunların böyle dediği
yerde bu işin içinde öyle ya da böyle ortak
olduğu düşünülenlerin, kumpasçılarla
mücadele ediyor olması benim için bir
anlam ifade ediyor. Bunu başka kim
yapacak çünkü?
Hükümet dediğin “kalp krizi gibidir.”
Bypass yaparsın, stend takarsın hastayı
yaşatırsın. Ama devletteki bu yapılanma
bir kanser gibi. Metastaz yapmış bütün
vücudu sarmış. Şimdi bu oluşuma sahip
çıkan muhalefetin görmek istemediği şu.
Ondört senedir büyük bir oyla iktidar olan,
“ne isterse verdik” diyerek bunlarla içili
dışlı olan birine, ondört senedir Türkiye’de
tek bir gücü temsil eden birine bunu
yapanlar, yarın sen iktidara geldiğinde,
sana ne yapabilir? Bir düşün. Böyle bir
devlet yapısı düşünülebilir mi ya?
Adam Albay, Başçavuş’a “ağabey” diye
konuşuyor. Niye? Çünkü o daha ileri
seviyede o yapılanmanın içinde. Yarbay,
yüzbaşı’ya “ağabey” diye konuşuyor.
Böyle bir şey olabilir mi? Bütün
devlet kurumlarında var bu. Bunların
dayandıkları ahlaki bir temel yok. Bunu
için bu “haşhaşi” lafını beğeniyorum ben.
Çünkü, özgür iradesiyle bir muhakeme
yapıp, bir karar verip uygulayabilecek
yapıda değiller.
Şimdi Balyozun hakimi mesela. Aslında iyi
hâkim, adam hukukçu. Yargıtay’da falan
yıllarca çalışmış. Ama buna bir yerden
deniyor ki; “Bunları yargılayacaksın,
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
röportaj
bu cezayı vereceksin.” O da, hiçbir şey fark ettim ki, adamlarda statüler arasında
düşünmeden bunu yapıyor. Cübbesine büyük bir çatışma var. Hiçbir rütbeli personel
ihanet ediyor.
kendi statüsü dışındakileri sevmiyor. Biz
o zaman öyle değildik. Biz birbirimizi
Ordu da da böyle. Düşünebiliyor musun? severdik. Bizde film 28 Şubatla beraber
Bir rütbeli biriyle oturacak, ona kendi silah koptu. Hem içimizde birbirimize düştük,
arkadaşlarının dedikodusunu yapacak. hem de vatandaşla ilişkilerimiz bozuldu.
Bilgi verecek, belge verecek. Böyle bir adam Onun için bu kumpas davaları sürecini,
nasıl o üniformanın içinde durabiliyor? 28 Şubat sürecinden ayrı düşünmemek
Anlamak mümkün değil. Bırak iftira lazım. Beni tanıyan arkadaşlar bilirler. Ben
etmeyi, hakikati bile söylemesi bana göre bunları yaşarken öğrenmiş biri değilim.
doğru değil. Çünkü bizim sistemimiz Tam da o zaman söylerdim bunu. 28 Şubat
içinde hakikatin kime, nasıl söyleneceği meselesi, ordunun milletle arasını açma
belli. Bir arkadaşın bir hatası varsa gider operasyonudur.
onun amirlerine söylersin.
Biz Harp Okulundayken üniforma ile
Sağda solda, müfteri, kumpasçılarla belediye otobüsüne bindiğimizde, ön
buluşup onlara dedikodular anlatmak, sıradaki teyzelerin, amcaların bizim için
filancanın görüntüsünü, sesini kaydedip dua ettiklerini duyardım, hissederdim. Bizi
onlara vermek, oradan da internet sitesine herkes severdi . Üniformalı birini gördü
koydurmak, şeref, namus sahibi adamın mü kucaklayası, öpesi gelirdi herkesin.
yapacağı işler midir?
Sonra biz ne yaptık bunlara?
Yüksek rütbeli birinin tapesini yayınladılar
biz cezaevindeyken. Adam diyor ki
arkadaşına telefonda; “Bir iki kişi daha
alsalar da bizim önümüz açılsa”. Böyle
bir ordu ne yapacak ya? Bizimkiler de
“İddialar vahim” diyor. Ben asıl işin
orasındayım. Olmuş, bitmiş. Ben anamdan
paşa olacağım diye doğmadım ki.
Çıktığımdan beri de hayatımın en keyifli
zamanlarını yaşıyorum. Astını kıskanan bir
amir olabilir mi ya. Şark kafasıyla yaşayan
bir ülkedeyiz ne yazık ki.
Şehit annelerine yemek vereceğiz, fellik
fellik başı açık şehit annesi arıyorum. Böyle
bir şey var mı ya? Çocuğun yemin töreni
var, ailesi 600-700 Km.den cümbür cemaat
gelmiş, kapıdaki görevli anasını içeri
almıyor başı kapalı diye. Latife hanımın
fotoğrafları ortada. Yüzbaşının ablası
lojmanlardan içeri giremiyor. Hadi kışlayı
falan anlarım da, adamın evi. Bunları yapa
yapa milleti kendimizden uzaklaştırdık.
Bu işin bu kadar cılkını çıkartırsan, tabi
seni cami bombalamayla fsuçlarlar.
Onun için, bence alınması gereken çok
ders var. Mesela ordunun ast rütbedeki
personeli, üst rütbedeki personelini içeri
atıyorlar diye davul zurna çalıyor. Böyle
bir şey olabilir mi. Bu işi buralara bizi
yönetenler getirdi.
1995-1996 Fransa’dayım. Orada hayretle
Ama dün de söyledim, bugün de
söylüyorum. Yarın bunu herkes görecek.
Ordunun bu süreçte YAŞ kararlarıyla irticai
yapılanmayı tasfiyesine yönelik verdiği
kararların ne kadar isabetli ve ne kadar da
yetersiz kaldığını millet anlayacak üç beş
yıl sonra.
45
röportaj
Balyoz Süreci
Mustafa Koç
Tek cepheden baktığın zaman
dindarları ordudan atıyorlar”!
“vay Cevap verdi; “Onlar da cennete gidecek.
Zulme sabrettikleri için.”
Benden dindar adam yok, ben beş vakit
namazı, mesai saatlerinde olanları
akşam namazından sonra olsa da, zaman
zaman aksatsam da kılmaya çalışırım.
Oruçlarımı tuttum. Dini konularda, değme
din adamıyla tartışacak kadar da bilgi
sahibiyim. Ama adam seni dinsizlikle
suçluyor. Veya dışarıda senin hakkında
öyle bir algı yaratılıyor. Biraz da bu işlerin
ayarı kaçtığı için millet de her şeye inanıyor.
Bu
yapılanmanın
nelere
muktedir
olduğunu anlamak konusunda hala
herkesin kafası karışık. Bu acayip bir
yapılanma, bunun yeryüzünde örneği yok.
Bir hakim arkadaşım bu kumpas davaları
sürecinde, bunlardan olmadığı için epey
mağdur edilmiş. Kenarda köşede uyduruk
görevler verilmiş. Yeni HSYK ile birlikte
bu cemaatçiler tasfiye edilince, bu da orada
bir ağır ceza başkanı oldu. Cezaevinden
çıktıktan beş altı ay sonraydı, bana ilginç
bir şey anlattı; “O zamanlar bu cemaatçiler
koridorun ortasında yürürlerdi, kafaları
havadaydı, bize selam bile vermezlerdi.
Sanki sizdeki hiyerarşiye göre onlar
en yüksek rütbeli asker, biz er’iz.
Böyle bir havaları vardı. Şimdi şimdi
kenardan yürümeye, başla da olsa selam
vermeye başladılar. Bunlardan biriyle
konuştuğumuz da ona; “bu kadar adamın
vebalini aldınız, günahına girdiniz, değer
miydi? Neden yaptınız?”
Cevap verdi; “Biz ne yaptıysak Allah
rızası için yaptık, biz bunun için Allah’tan
cennet umarız.”
Bu sefer ben sordum; “Peki, o
istikbalini aldığınız, senelerce
içeride
yatırdıklarınızın halkları ne olacak?“
46
dernekten haberler
Bunu bir Ağır Ceza hakimi söylüyor. Böyle
bir paradigma ne ile ölçülebilir, tartılabilir?
Bu akıl alır bir şey değil.
Bir tane cemaatçi, iktidara yakın televizyon
kanallarından birinde konuşuyor. Prof.
Dr. adamın unvanı. Soruyorlar; “Neden
bu kadar yükselene kadar bunun gerçek
yüzünü görmediniz. Bunlarla beraber
hareket ettiniz de şimdi ayrıldınız,
koptunuz cemaatten, niye bu kadar geç
kaldınız?
O Prof.Dr. unvanlı şahıs cevap veriyor;
“Biz cenab-ı Allahın hoca efendiye yanlış
yaptırmayacağına inanıyorduk.”
Bir profesörden bahsediyoruz. Adam
peygamberin de üstüne koyulmuş. Kuran-ı
Kerim’de bir sürü ayet var. Peygamberin
hatalarını düzeltiyor. “Yanlış yaptın,
şöyle yap, öyle yapma, böyle yap”
diyor. O profesör, cemaatin liderinin hata
yapamayacağına inanabiliyor.
Şehit Ütğm. Şenol KAMIŞ, şehadetinin yıldönümünde, Geyve/Sakarya’daki mezarı başında anılmıştır.
Devre arkadaşlarımız her ayın Son Perşembe günü 10 ayrı merkezde bir araya gelmiştir.
Aslında inanılmaz özetledin her şeyi. Burada
bir soru sormam lazım. Başlangıçta dedin
ki; “Atatürkçü, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı
subaylar tasfiye edilmek istendi bu süreçte.”
Peki bu subaylar nasıl tespit edildi ve nasıl
seçildi?
(Röportajın ikinci bölümüne bir sonraki
sayımızda ulaşabilirsiniz. Okuduklarınıza
inanamayacaksınız. Bildiklerinizin, tahmin
ettiklerinizin çok ötesindeki gerçeklerle
yüzleşeceksiniz.)
Şehit Ütğm. Sadullah SEVER’in isminin verildiği
okula iki adet klima hediye edilmiştir.
İki günlük Ilgaz gezisi 5-6 Mart 2016 tarihlerinde
gerçekleştirilmiştir.
47
dernekten haberler
Şehitler Günü münasebetiyle, 8 devre derneğinin bir araya gelmesiyle Maltepe Camiii’nde mevlit
okutulmuş ve helva dağıtılmıştır.
Sivas Yıldızeli İlçesi Yusufoğlan Köyü İlkokulu ve Ortaokuluna ayni yardım yapılmış ve ortaokul
öğrencilerine F. Derya Ecevit tarafından “Kendi Hayatınızın Lideri Olun” semineri verilmiştir..
Şehit Ütğm. Lütfü TEKELİOĞLU ailesi ve devre arkadaşlarımızın katılımıyla şehadet
yıldönümünde Dursunbey/Balıkesir’de mezarı başında anılmıştır..
1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Kızılay Mah. İzmir-2 Cad.
Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA
[email protected]
48