Cinsiyetsizliği Konuşmak - Eleştirel Psikoloji Bülteni

Transkript

Cinsiyetsizliği Konuşmak - Eleştirel Psikoloji Bülteni
Cinsiyetsizliği Konuşmak
Umut Şah
İstanbul Arel Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi / İstanbul
Üniversitesi Sosyal Psikoloji Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
İki yıl kadar önce doktora tezim için düşünmeye başladığımda “cinsiyetsizlik”
meselesini kurcalamaya karar vermiştim. Bu kararda, o zamana kadar
yaptığım okumaların (özellikle sosyal inşacılık [örn. Burr, 2012] ve queer
teorinin [örn. Butler, 2008]) ve yüksek lisans tezimden (Bkz. Şah, 2009) bu
yana bir ölçüde ilişki kurmuş olduğum LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans,
İnterseks) hareketin ve bu esnada tanıştığım insanların (aktivist olsun veya
olmasın) etkisi büyüktür. Bu açıdan bakıldığında bu kurcalama “dışarıdan”
gibi görünebilir, ama uzunca bir süredir bir “erkek” ve “heteroseksüel”
olmanın normatif kalıplarından ve sosyal pratiklerinden rahatsız olan, dahası
cinsiyetli olmanın (veya olmak zorunda bırakılmanın) kendisini dert edinen
biri olarak kendimi o kadar da “dışarıdan” biri olarak görmüyorum (ya da
artık öyle olmadığımı umuyorum). Bu sebeple bu tür bir kurcalama akademik
bir çabadan çok daha fazlası benim için. Burada ‘akademik çaba’yı, akademide
cinsiyetin “incelenme” biçimi ve bu incelemede (özellikle de psikolojide) lgbti
bireylere sıklıkla birer “araştırma nesnesi” olarak muamele edilmesi nedeniyle
olumsuzladığımı söyleyebilirim. Ama akademik alanın içinde bizzat yer alan
birisi olarak kendimi bundan tümüyle soyutlamış olduğumu da iddia edemem
pek tabii. Yine de hem genel olarak akademinin kendisiyle hem de kendi
akademik bakışımla hesaplaşmanın ya da en azından bunu
sorunsallaştırmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Teze ilk başladığımda, tezin içeriğini, ikili cinsiyet düzeninin bir ölçüde dışına
çıkan (daha doğrusu çıktığını varsaydığım) (ve çoğunlukla aktivist olan)
transların “cinsiyet kategorilerinin dışında olmayı ve/veya cinsiyetsiz olmayı
nasıl konuştuklarına, bunu gündelik hayatlarında nasıl yaptıklarına, cinsiyet
ikiliğinin dışına gerçekten çıkıp çıkamadıklarına” dair sorular üzerine
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015 |135
şekillendirmeye karar vermiştim. Bu anlamda, tezin odağı, transların bu
meseleleri ve buna dair yaptıklarını nasıl konuştuklarına bakmaktı. (Burada
“trans” kelimesini, İngilizce’deki “transgender” teriminin çevirisi olarak,
kendini “trans erkek, trans kadın, trans, transseksüel, travesti, drag queen,
drag king, genderqueer” gibi çeşitli isimlerle tanımlayan bireylerin tümünü
içeren şemsiye bir terim olarak kullanıyorum.)
Sonra bu tür bir bakış açısının ne kadar da “dışarıdan” ve “akademik” bir bakış
olduğunu farkettim. Zira teorik okumalara ve tekil bazı örneklere dayanarak
transların ikili cinsiyet düzeninin dışına çıktıklarına dair bir iddialarının
olduğunu varsaymıştım. Üstüne üstlük bir de bunu yapıp yapamadıklarını
veya nasıl yaptıklarını filan incelemeyi planlamıştım! Tabii ki benim aklımda
olan şey aslında translarla mülakatlar yapmak ve ne anlatacaklarını
görmekten ibaretti. Ama geriye dönüp baktığımda farkediyorum ki transların
ikili cinsiyet düzenini bozdukları fikri hoşuma gittiği için bunu biraz abartmış
olabilirdim ve bu da beni yanlış noktalara götürebilirdi elbette. Burada olan
aslında tam da en başta söylediğim şeye tekabül ediyor. Kendi akademik
bakışım ve teorik konumlanışlarım -her ne kadar öyle yapmayacağımı
söylemiş olsam da- beni belirli kabullerle hareket etmeye yöneltmişti ve
bunun da hem yapmaya çalıştığım şeye (yani “dışarıdan” bakmayan ve
kendimi de içine dâhil ettiğim bir soruşturma yapmaya) hem de bana
güvenerek çalışmama ortak olan insanlara zarar verici olabileceği (en
basitinden haksızlık olduğu) aşikâr.
İşte böyle bir sorunsallaştırmayı da beraberinde getiren bir süreç içinde
görüşmelere başladım, önce trans arkadaşlarla sonra çeşitli cinsel
yönelimlerden na-trans (trans olmayan) arkadaşlarla görüşmeler yaptım, yeni
insanlarla tanıştım, dostlar edindim, fikirlerini öğrendim, İstanbul’daki LGBTİ
hareketi biraz daha tanır oldum, arada biraz okudum, hocalarımla
istişarelerde bulundum, bir sürü yerde (okulda, derneklerde, toplantılarda,
serviste, otobüste, sınıfta, sokakta) fırsat buldukça cinsiyetsizlik üzerine
muhabbetler açtım, bol bol kafa şişirdim, biraz yurtdışı deneyimi edindim,
İsveç’teki trans camiadan birtakım şeyler öğrendim, önyargılarımın biraz daha
farkına vardım ve biraz da büyüdüm bu arada. Bütün bu süreç boyunca da
meseleyi yeniden yeniden düşünüp, ilk baştaki önkabüllerimden sıyrılmaya
çalıştım (ne kadar mümkünse işte). Böylece transların cinsiyet kategorilerinin
dışına çıkıp çıkmadıklarından ziyade çok daha temel bir noktaya yönelttim
bakışımı: Her şeyden önce “cinsiyetsiz olma”yı nasıl tasavvur ediyoruz? Dahası
buna dair herhangi bir tasavvurumuz var mı?
Bu çerçevede mülakatları sadece translarla değil de her cinsiyet grubundan
(trans, na-trans, interseks) ve her cinsel yönelimden (heteroseksüel, gey,
lezbiyen, biseksüel, aseksüel) bireylerle yapacak şekilde genişletmeye karar
verdim. İlgilendiğim temel mesele de “cinsiyetsiz olma”yı nasıl
konuştuğumuza, buna dair tasavvurlarımızın olup olmadığına, var ise nasıl bir
tasavvura sahip olduğumuza, buna dair konuşmalarımızda ortaya çıkan
ikilemlere ve hikâyeleştirmelere bakmak olarak şekillendi denilebilir. Böylece
meseleyi sadece aktivist transların söylemleri ile sınırlamak yerine daha genel
bir söylemsel çeşitlilik ile seyretme imkânı bulabileceğimi ve ayrıca cinsiyetsiz
olmaya dair tasavvurları hem daha genel anlamda görme hem de farklı
gruplarda nasıl konuşulduğunu, (varsa) ne tür farklılaşmaların ortaya çıktığını
görme imkânı bulabileceğimi düşünüyorum. Bu da neredeyse tüm toplumsal
hayatımızı düzenleyen bir sistemin (iki-kutuplu ve heteronormatif cinsiyet
sistemi) alternatiflerini düşünüp düşünemediğimize, bununla ilgili
konuşurken ne tür ikilemlere düştüğümüze, nasıl konuştuğumuza veya
konuşamadığımıza, bunun ne tür anlamlar içerdiğine dair bize bir anlayış
136| Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015
sunabilecek olması bakımından önemli görünüyor gözüme. İki-kutuplu
cinsiyet sistemine alternatif tasavvurlar üzerine düşünmek önemli, çünkü bu
sistemin hâkim olduğu toplumlarda, cinsiyet birbirinden tümüyle ayrı,
bağlantısız ve zıt iki kutba sahip bir yapı (ya kadın ya erkek) olarak görülüyor.
Bu iki-kutuplu sınıflandırma temelinde, tüm insanlar tipik şekilde kadın-erkek
olarak ve insana ilişkin tüm özellikler (ve hatta kavramlar ve nesneler) de
kadınsı-erkeksi olarak ikiye ayrılıyor. Dahası bu sınıflandırma dışında kalan
bütün olasılıklar ve çeşitlenmeler yok sayılıyor, olumsuzlanıyor; bu tür
gruplara ve bireylere karşı önyargı, ayrımcılık ve şiddet sergileniyor (Lucal,
1999; Dvorsky ve Hughes, 2008). Bu nedenle de cinsiyetin bu şekilde
dayatılmasına, iki-kutuplu yapıya ve dahası cinsiyetli olmanın bizzat kendisine
alternatif tasavvurlara sahip olup olmadığımızı soruşturmak önemli
gözüküyor. Bu noktada “cinsiyetsizlik” üzerine düşünmenin ve konuşmanın
önümüze çeşitli kapılar açabileceğini düşünüyorum. Sonuç itibariyle, basitçe
söyleyecek olursam, burada soruşturmamın odağına aldığım/almaya
çalıştığım nokta, gerçekten cinsiyetsiz olup olamayacağımız değil, buna dair
bir tasavvura sahip olup olmadığımız.
Teorik Arkaplan, Yöntem ve Sorular
Öcelikle şunu belirtmeliyim ki çalışmamın teorik altyapısını “söylemsel
psikoloji” (discursive psychology) perspektifine dayandırıyorum (Potter,
2004; Edwards, 1997; Burr, 2012). Sosyal inşacı paradigma içindeki
yaklaşımlardan biri olan söylemsel psikoloji, anaakım psikolojideki özcülüğe,
bireyciliğe ve kognitivizme karşı çıkar. Anaakım/kognitif psikoloji, zihnin
kognitif yapılarına malzeme sağlayan orada-dışarıda var olan sabit bir
gerçeklik varsayarken, söylemsel psikoloji, ‘gerçeklik’ ve ‘zihin’ kavramlarının
kendileri de dâhil olmak üzere tüm gerçekliklerin, insanlar tarafından dilsel
pratikler/etkileşimler içerisinde inşa edildiklerini öne sürer. Bu nedenle,
söylemsel psikoloji, zihinde işleyen kognitif süreçlere değil de dilin
yapılandırıldığı söylemlere ve kaynaklara odaklanır.
Söylemsel psikoloji, insanların konuşurken sadece bir şeyler söylemekle
kalmadıklarını aynı zamanda bir şeyler yaptıklarını da kabul eder. Bu yüzden
de insanların konuşmalarıyla ne yaptıklarına, bu esnada hangi söylem
kaynaklarını kullandıklarına bakmak gerekmektedir. Dil, burada, kognitif
psikolojide görüldüğü gibi zihindeki düşüncelerin bir kişiden diğerine
aktarılmasını sağlayan basit bir iletişim aracı olarak görülmez; aksine, dil,
insanlar arasındaki etkileşimi yaratan ve insanların konuşurken kendi
dünyalarını inşa etmelerini sağlayan bir eylem biçimidir. Bu açıdan, dil inşa
edici olduğu kadar icra edicidir de. İnsanlar konuşmaları esnasında, çeşitli
söylemleri kullanarak kendi açıklamalarını ve anlamlarını inşa ederken, aynı
zamanda çeşitli eylemleri icra etmiş (uygulamış) olurlar. Böylece, konuşma ve
etkileşim sonucunda, ortak bir müzakere ve eylem alanı oluşturulur ve
nesnelere, olaylara ilişkin anlamlar ve açıklamalar sürekli olarak bu ortak
alanda inşa ve müzakere edilir.
Söylemsel psikolojide, söylem, konuşmalar ve metinler olarak tarif edilir. Buna
göre, söylem, her tür konuşma, yazılı metin, imaj ve hatta mimari olarak
karşımıza çıkar; bunların analizi ise “söylem analizi” adı verilen yöntemle
yapılır. Söylem, sosyal hayatın merkezinde yer alır ve sosyal faaliyetlerin çoğu
söylemi kapsar veya doğrudan söylemle yönetilir. Yani, içinde bulunduğumuz
sosyal pratiklerin/etkileşimlerin tümünde söylemsel görünüşler mevcuttur.
Bu anlamda, söylemler, durum içinde konumlandırılmış, eylemsellik içeren,
inşa edilmiş ve aynı zamanda inşa edicidirler. Sosyal pratikler, nesneler,
imajlar, vb. her daim belirli anlamlar içerirler. İşte, söylemler, bu anlamların
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015 |137
inşa edilmesinde iş görürler. Söylemler, dil ile sosyal pratikler arasındaki
geleneksel ayrımı da ortadan kaldırırlar; yani, söylemler hem inşa edilen
anlamların söze dökülmesinde hem de bunların pratiklerinin
gerçekleştirilmesinde iş görürler.
Bu noktada cinsiyetin de inşa ve icra edilen bir mefhum olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. O halde sosyal etkileşimlerimizde cinsiyeti nasıl inşa ve icra
ettiğimizi seyretmenin yollarından biri karşılıklı konuşmalarımızı analiz
etmektir. Ancak benim için burada mesele cinsiyetten ziyade cinsiyetsizliği
nasıl konuştuğumuz (veya konuşamadığımız). Daha önce de söylediğim gibi
benim esas ilgim cinsiyetsizliğe dair herhangi bir tasavvura sahip olup
olmadığımızı görmek ki bunu görmenin yolu da konuşmalarımıza bakmaktan
geçiyor. Ayrıca cinsiyetsizliği mevzubahis etmek, genellikle “pek de mümkün
olduğu düşünülmeyen” bir şeyi konuşulabilir kılmayı da amaçlıyor benim için.
Zira söylemsel psikolojinin öne sürdüğü gibi insanlar konuşurken aynı
zamanda çeşitli eylemler de icra ediyor iseler o halde cinsiyetsizliği
konuşabildiğimiz ölçüde buna dair bir eylemsel pratik içine de girmiş
olacağımızı varsayabiliriz ki bu da onu cinsiyet kadar “gerçek” kılacak bir
durumdur. Ama öncelikle bunu konuşup konuşamadığımızı veya nasıl
konuştuğumuzu görmemiz gerekiyor.
Velhasıl böyle bir amaca yönelik olarak çalışmayı bireysel mülakatlar
üzerinden yürütmeyi planladım. Bireysel mülakatlar, insanlarla derinlemesine
birebir görüşmelerin yapıldığı ve bu sayede belirli bir konu ya da çeşitli
konular üzerine uzun uzun konuşmanın mümkün olduğu görüşmelerdir. Ama
bireysel mülakat dışındaki mülakat biçimlerini de kullanabileceğimi
düşünüyorum (çeşitli yöntemlerin kullanımı meseleye dair daha geniş bir
anlamaya ulaşma açısından faydalı olabilir). Bu kapsamda şimdiye kadar 10
bireysel görüşme, 2 odak grup görüşmesi ve 1 atölye oturumu
gerçekleştirdim. Görüşmelerin tümünü katılımcıların onayını alarak ses kayıt
cihazı ile kaydettim ve ardından yazıya döktüm.
Tezin önceki çerçevesi sadece transların söylemi üzerine odaklandığı için
öncelikle sadece translarla görüşmeler yapmıştım/yapıyordum, bu nedenle de
bireysel görüşmelerin ilk beş tanesi translarla yapıldı; bu bireylerden üçü
kendini “trans kadın”, biri “trans erkek”, biri de sadece “trans” olarak
tanımlıyor. Daha sonra yukarıda da belirttiğim üzere trans olmayan kişilerle
de görüşmeler yapmaya başladım. Bu çerçevede bir “gey”, bir “lezbiyen”, bir
“heteroseksüel kadın”, bir “biseksüel kadın” ve de bir “trans erkek”le daha
görüşme yaptım.
Odak grup görüşmelerinin ilkini geçtiğimiz mayıs ayında yurtdışında
(İsveç/Göteborg) bir trans dayanışma derneğindeki toplantıya katılan
translarla yaptım.1 Diğer odak grup görüşmesini ise tezin çerçevesini her
Bu görüşmede tümü de 40 yaş üstü olan 6 trans vardı. Ancak hem ben hem katılımcılar
İngilizceye yeterli düzeyde hâkim olmadığımız için meseleyi yeterince derinlikli bir şekilde
konuşamadığımızı düşünüyorum. Yine de meseleyi farklı bir kültürel ortamda ve Türkçeden
farklı bir dilde konuşmuş olmak bakımından kendi adıma faydalı olduğunu söyleyebilirim.
Örneğin, Türkiye’de genellikle karşılaştığımın aksine oldukça yüksek bir yaş grubundan
transların söylemleriyle karşılaşmış olmak benim için önemliydi. Ayrıca Türkçe dilinde 3. tekil
şahıs zamirinin (“o”) İngilizce’dekinin (he/she) aksine cinsiyetsiz olmasının cinsiyetsizlik
meselesini konuşmada ne tür etkileri olup olamayacağını yeniden düşünmem için bir fırsat
yaratmış olduğunu da söyleyebilirim. Örneğin söz konusu görüşmedeki translar konuşurken
he/she zamirlerini kullanıyorlardı. Ama biliyoruz ki trans hareket içerisinde cinsiyeti imleyen
“he/she” ve “him/her” yerine böyle bir imlemeye sahip olmayan cinsiyetsiz (gender-neutral)
zamirlerin (he/she yerine “zie” veya “ze”, him/her yerine de “zir” veya “hir” gibi) üretilip
kullanılması gerektiğine dair ciddi bir tartışma var. Türkçede ise böyle bir tartışmaya ihtiyaç
1
138| Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015
cinsiyet grubundan insanı içerecek şekilde genişletmeye karar vermemin
ardından biri erkek biri kadın olan iki na-trans (trans olmayan) heteroseksüel
kişi ile yaptım.
Atölye oturumunu ise Lambdaistanbul adlı lgbt derneğinde bir etkinlik
şeklinde gerçekleştirdim. Bu çerçevede etkinliğe katılan yaklaşık bir düzine
insanla (katılımcılar arasında lgbti bireylerin yanı sıra heteroseksüel bireyler
de vardı) “cinsiyetsizlik” üzerine konuştuk ve konuşmaların kaydını aldık.
Daha önce de söylediğim gibi tezin başlangıcında cinsiyetsizliği aktivist
transların gündelik yaşamları ve pratikleri üzerinden tartışmayı planlamıştım.
Bu amaçla da ilk görüşmelerde katılımcıların kendilerini nasıl tanımladıkları
üzerinden konuşmaya başlamanın uygun olacağını düşündüm. Bunun
devamında da katılımcıların gündelik pratikleri ve kişisel deneyimleri
üzerinden cinsiyetsizliği tartışmaya geçebileceğimizi umuyordum. Böylece ilk
görüşmelerde şu tür sorular üzerine konuştuk:
- Kendini nasıl tanımlıyorsun cinsiyet bağlamında? Veya kendini
tanımlıyor musun?
- Kişisel deneyimin nasıl şekillendi?
- İki kutuplu cinsiyet sisteminin ve cinsiyet kategorilerinin
dışına çıkmak veyahut bu kategorileri bozmak mümkün mü?
- Mümkün ise nasıl olabilir? Gündelik yaşantıda nasıl yapılabilir
bu?
- Bedenlerimiz ve cinsel pratiklerimiz ne tür bir yere sahip bu
meselede? Bu açıdan neler söyleyebiliriz?
Sonraki görüşmelerde sorularda bazı değişmeler yaptım. Böyle bir değişime
gitmemin sebebi, ilk yaptığım görüşmelerde konuşmaların teorik düzlemde
sıkışıp kalması ve cinsiyetsizliğe dair gündelik pratikler hakkında
konuşamıyor oluşumuzdu. Böylece daha esnek ve fikir açıcı olduğunu
düşündüğüm şu tür sorular üzerinden ilerlemeye başladım:
- Cinsiyet ne sana göre?
- Cinsiyetsiz olmak ne demek? Ne anlama geliyor senin için?
- Cinsiyetsiz olmak mümkün mü?
- Farzedelim ki cinsiyet diye bir şey yok, insanların cinsiyetsiz
olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünya nasıl olurdu sence?
- Cinsel arzunun ve cinselliğin nasıl bir yeri var burada?
- Farzedelim ki cinsellik veya cinsel arzu diye bir şey yok?
Cinsiyetsiz olmak açısından nasıl bir etkisi olurdu bunun?
- Veya cinsellik için bedene ihtiyaç olmasa nasıl olurdu? Beden
olmadan düşünebilir miyiz cinselliği? Bedensel görünüşler değişse
nasıl olurdu mesela?
Sonuç itibariyle, genel olarak, hemen hemen tüm görüşmelerde şu beş tema
üzerine konuşmuş olduk/oluyoruz:
kalmıyor gibi düşünülebilir, çünkü bizde 3. tekil şahıs hâlihazırda cinsiyet imlemiyor zaten. Ama
bu durum Türkçenin cinsiyet yüklü bir dil olduğu gerçeğini tabii ki değiştirmiyor, zira birçok
kelime ve kavram bizzat cinsiyet imleyen bir niteliğe sahip (örneğin, “doktor” kelimesi ilk elden
erkekliği imleyen bir kelimedir diyebiliriz).
Yine de ben bu yazının kapsamı içinde bu tartışmaya girmek istemiyorum, ama daha fazlasına
bakmak isteyenler şuradan başlayabilirler:
https://genderneutralpronoun.wordpress.com/tag/ze-and-zir/
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015 |139
-
Cinsiyet nedir
Cinsiyetsizlik nedir, nasıl olabilir
Cinsiyet-cinsellik-cinsel arzu ilişkisi
Cinsiyet-cinsellik-beden (ve bedensizlik) ilişkisi
Cinsiyet-cinsel yönelim ilişkisi
Analiz ve Tartışma
Söylemsel psikolojide kullanılan temel analiz yöntemi “söylem analizi”dir.
Söylem analizinde, insanların konuşmalarıyla ne yaptıklarına (ki bunlara
söylemsel pratikler adı verilir) ve bu pratikler esnasında hangi
dilsel/söylemsel kaynakları kullandıklarına bakılır (Potter ve Wetherell,
1995). Söylem analizi, bir dizi basamağı olan sabit bir yöntem değildir.
Analistin, konuşma metinlerini yoğun okumalardan geçirmesi ve onlara aşina
olması gerekir. Böylelikle, tariflerin ve tanımlamaların inşasında kullanılan
söylemsel kaynaklar, metinler arasında tekrar eden ve meşrulaştırma, ikna
etme, dayanak sağlama, özür gibi işlevleri olan temaların, metaforların,
ikilemlerin, imajların ve kalıpların fark edilmesiyle kendilerinden söz
edilebilir hale gelirler. Böylece, analist, konuşma metinlerini yoğun biçimde
okuyarak ve tekrar tekrar dönüşler yaparak konuşmalarda yinelenen çeşitli
söylemlerin ve bunları destekleyen dilsel/söylemsel kaynakların farkına
varmaya başlar. Bu tez kapsamında benim yapacağım nihai analiz de bireysel
mülakatlardaki konuşmaların bu şekilde yoğun okumalardan geçirilerek,
katılımcıların cinsiyeti ve cinsiyetsizliği nasıl inşa ve icra ettiklerini görmeye
çalışmak olacak.
Bununla birlikte bu yazı kapsamında sadece şimdiye kadar yaptığım
görüşmelerde (özellikle bireysel görüşmeler) öne çıkan temalardan ve
söylemlerden söz etmek istiyorum. Burada sunmaya çalıştığım şey
görüşmelerin nihai bir analizi değil, sadece meseleye daha derli toplu bakma
imkânı sağlamaya yönelik kaba bir ön analizdir. Bu nedenle görüşmelerde öne
çıkan temalardan oldukça yüzeysel bir şekilde söz edilmiş, derinlemesine bir
söylem analizi yapılmamıştır.
İlk yaptığım üç görüşmede hem üzerinden ilerlediğim soruların hem de
görüştüğüm kişilerin aktivist olmalarının etkisiyle konuşmaların içeriği
oldukça politik ve teorik bir tona sahipti. Daha sonraki görüşmelerde ise
“farzedelim ki” diye başlayan soruların etkisiyle biraz daha gündelik dile
inebildik. Yine de “cinsiyetsizlik” üzerine konuşmanın genel olarak zor
olduğunu, konuşmacıların bu konuda zorlandığını söyleyebiliriz. “Cinsiyetsiz
olmak mümkün mü?” sorusuna dair konuşmaya başladığımızda ilk etapta
toplumsal cinsiyet üzerine konuşulmaya başlanıyor. Buna göre cinsiyetin
toplumsal olduğu söylenen kısmı/kısımları üzerine konuşmak biraz daha
kolayken, biyolojik kısmı üzerine konuşurken daha fazla zorlanma yaşandığını
söyleyebiliriz. Bu noktada ikilemlerin de daha fazla ortaya çıktığını görüyoruz.
Örneğin cinsiyet rollerinin, görevlerin, tanımlamaların toplumsal olarak
şekillendiği ve bu şekillenmenin ortadan kaldırılması halinde “cinsiyetsiz” bir
toplum olabileceği konusunda herkes net bir şekilde hemfikir iken, biyolojikfizyolojik olarak sahip olduğumuz bedenin, üreme organlarının, hormonların
buna etkisi konusunda konuşurken kafalar karışmaya başlıyor. Bu noktada
ortaya çıkan ikilemlerden biri, cinsiyetsiz olmanın çok güzel bir şey olarak
görülmesine karşın, cinsel pratik açısından bakıldığında bunun nasıl
olabileceğinin bilinememesi. “Cinsiyetsiz olmak güzel ama cinsel arzuya ne
olacak? Veya nasıl sevişecem?” şeklinde dile getirilen bu ikilem, karşımıza sık
sık çıkan ikilemlerden biri. Bu ikilem “beden”in cinsiyet ve cinsellik açısından
140| Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015
arzettiği önemden kaynaklanıyor diye düşünüyorum; zira hem cinsiyet hem
cinsellik bir noktadan sonra bedenin dışında düşünülemiyor. Trans
konuşmacılardan birinin cinsiyetlerin olmadığı bir dünyayı “ruhlar âlemi”
şeklinde tanımlaması buna güzel bir örnek olarak verilebilir. Bu tarz bir sıkıntı
bedenin hem cinsiyetler bağlamında somut farklılıklara sahip olmasından,
hem cinsel pratiği icra ettiğimiz alan olmasından, hem de cinsel arzuyu ve
hazzı konumlandırdığımız mekân olmasından kaynaklanıyor sanırım. Bu
durumda sözü edilen mevzuları bedenin dışında düşünmek de bir hayli
güçleşiyor. Konuşmacılardan birinin söylediği şekliyle “nasıl ki zaman-mekân
dışında bir şeyi konuşamıyorsak, beden dışı bir şeyi de konuşamayız, çünkü
bedensiz olma gibi bir deneyimimiz yok”. Bu da toplumsal düzlemde tahayyül
edebildikleri bir şeyi (cinsiyetsizliği), bedensel düzleme oturtamadıkları için
bir sıkıntıya, ikileme yol açıyor gibi görünüyor. Bu ikilemi aşmanın yollarından
biri meseleyi tersinden ele almak; yani örneğin cinsiyetsizliği cinsiyetlerin
tamamen ortadan kalkması şeklinde değil de cinsiyetler arası eşitsizliğin sıfıra
indirilmesi suretiyle cinsiyetler arası farkların fiilen hükümsüz, işlevsiz hale
getirilmesi böylece de bir tür cinsiyetsizliğin ortaya çıkması şeklinde
olabileceğinin dile getirilmesi. Bu tür bir söylem daha çok trans olmayan
katılımcılarda karşıma çıkan bir söylem oldu. Bunun bir nedeni cinsiyetin
translar için tümüyle bir mücadele alanı olmasına karşın özellikle na-trans
kadınlar için eşitsizlik kaynaklı problemlerin daha öne çıkıyor oluşu olabilir.
Tahmin edebileceğimiz gibi her konuşmacı cinsiyeti de cinsiyetsizliği de kendi
deneyimi üzerinden konuşuyor. Örneğin cinsiyet değiştirme ameliyatı olan
veya olmak isteyen translar için cinsiyet “kendini ne olarak hissettiğinle”
tanımlanan bir şey iken, böyle bir arzusu olmayan translar için daha çok bir
“akış”, “yolculuk” veya “kendini ifade etme biçimi” vb. şekillerde tanımlanıyor.
Bu durumda cinsiyetsizlik de ilk sözü edilenlerin gözünde “herkesin aynı
cinsiyette olması” iken diğerlerinin gözünde herkesin “akışkan” olması veya
kendini “istediği gibi ifade etmesi” olabiliyor. Veya örneğin odak gruptaki
heteroseksüel kadın konuşmacı için cinsiyetsizlik “kendi üzerine yüklenen
kadın kimliğinden sıyrılabilmesi, o yükten kurtulabilmesi” anlamına gelirken,
biseksüel kadın için “yaşantısında bazen kadınlığın bazen erkekliğin ağır
basması” şeklinde oluyor.
Kendimizi hangi cinsiyette hissettiğimizden, neden erkek veya kadın
olduğumuzu düşündüğümüzden söz ederken en çok atıf yapılan kavramlardan
birisi “mutluluk”. Örneğin trans görüşmecilere göre benim kendimi erkek ya
da kadın olarak hissetmemi sağlayan şey penise veya vajinaya sahip
olmamdan ziyade kendimi hangi durumda mutlu ve rahat hissettiğimle
belirleniyor. Benzer bir şey kime cinsel arzu duyacağımız konusunda da dile
getirilebiliyor. Burada mutluluk, doğal olarak ortaya çıkan içsel bir mutluluk
şeklinde tarifleniyor; bu anlamda “kişinin doğasına” atıf yapan bir mutluluk
bu. Örneğin bu atıf “cinsel arzu cinsel arzudur, bunu değiştiremezsin” veya
“biyoloji varsa cinsel arzu da var” şeklinde çıkabiliyor karşımıza. Kişinin
doğasına veya biyolojisine atıf yapma özellikle heteroseksüel olan trans ve natrans bireylerde karşımıza çıkıyor diyebiliriz. Heteroseksüel pratiklerin
dışında olan konuşmacılar ise kişinin doğasına değil de akışkanlığa, yolculuğa,
değişkenliğe atıf yapıyor daha çok. Bu farkı özellikle heteroseksüel kadın
konuşmacı ile eşcinsel ve biseksüel kadın konuşmacılar arasında
görebiliyoruz. Heteroseksüel kadın konuşmacı cinsel arzuyu doğuştan
kodlanmış, hormonal bir şey olarak görmekteyken, diğer ikisi arzudan daha
esnek, akışkan, daha az biyolojik bir şey olarak söz edebilmektedir.
Konuşmalarda sıklıkla karşılaşılan bir başka tema ise cinsiyetsizliğin “güzel bir
ütopya” olduğu. Konuşmacıların birçoğu bu minvalde bir kelime kullanmıştır
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015 |141
diyebiliriz; “ütopya, hayal, ruhlar âlemi”. Bu tarz bir söylemin, cinsiyetsizliğin
hem çok zor (hatta imkânsız) olduğuna hem de istenen, özlem duyulan bir şey
olduğuna gönderme yapmak üzere kullanıldığını düşünüyorum. Zira
konuşmacılar her ne kadar bunun imkânsızlığından söz etseler de görüşme
boyunca bunun nasıl olabileceğine dair çözümler, fikirler üretmeye
çalışıyorlar.
Cinsiyetsizliğin ne olabileceğine dair şöyle fikirler dile getirilmiştir mesela:
- Cinsel organların hiç olmaması veya her ikisine birden sahip
olmak
- Üremenin hiç olmaması veya herkesin doğurgan olması
- Tüm insanların tek bir cinsiyette olması
- Cinsiyetler arası eşitliğin tam olarak sağlanması veya toplumsal
cinsiyet normlarının (rollerinin) ortadan kalkması
- Biyolojik olarak ne olduğunun önemi olmadan kendini ne kadın
ne erkek olarak tanımlamamak veya her ikisi olarak tanımlamak
- Cinsiyetleri gözetmeden cinsel temas kurmak
- Herkesin biseksüel olması
- Bakirelik (yani cinsel pratiğin hiç olmaması)
Diğer yandan çok daha az dile getirilmekle birlikte “ütopya” söyleminin
karşısında aslında zaten cinsiyetsiz olduğumuzu ama ikili cinsiyet sisteminin
bizi cinsiyetlendirdiğini ama bunun değiştirilebileceğini söyleyen bir görüş de
mevcut. Bu görüşü “hakikat” söylemi olarak isimlendirebiliriz; yani mevcut
sistem “asıl hakikatin” üstünü örtüp kendi yarattığı hakikati bize dayatarak
sürdürmektedir kendini. Bu durumda asıl hakikatin açığa çıkarılması ile
cinsiyetsizlik de mümkün hale gelecektir ki bunu gündelik hayat pratikleri
içerisinde bir miktar yapmaktayız; yani pratikte cinsiyetsizlik örnekleri
performe edilmekte zaten (lgbti varoluşlar, interseks bireylerin biyolojik
cinsiyet ikiliğine sığdırılamaması, cinsel pratiklerin heteroseksüel
sınırlandırmaya sığmaması, toplumsal cinsiyet rollerinin değişip dönüşmesi
gibi).
Bu noktada konuşmaya başladığımız şeylerden biri cinsel arzumuzun
“kişilere” mi yoksa “cinsiyetlere” mi yönelik olduğu; yani birinden
hoşlanmamız belirli bir kişiden mi yoksa belirli bir cinsiyetteki kişiden mi
hoşlandığımız anlamına geliyor? Böyle bir soru ise çoğu zaman cinsel yönelim
üzerine konuşmaya yöneltiyor konuşmacıları. Kimileri için cinsel yönelim ile
cinsiyet birbirlerinden bağımsız şeyler iken kimileri böyle görmüyor bunu.
Örneğin gey olan konuşmacı, cinsiyetsizlik denilince aklına “herkesin
biseksüel olduğu bir dünya” geldiğini söylemiştir. Trans konuşmacılardan biri
ise cinsiyetsiz olmayı “cinsiyetleri gözetmeden cinsel temas kurmak” şeklinde
adlandırmıştır örneğin. Burada da lgbti konuşmacıların heteroseksüel
konuşmacılardan biraz farklılaştığını görüyoruz. Örneğin heteroseksüel kadın
konuşmacı hoşlandığı kişinin cinsiyeti meselesini çok da önemsemediğini
söylemekle birlikte, konuşmanın başka bir yerinde ilişkinin niteliğine göre
bunun önemli hale geleceğini söylemektedir. Yani karşısındaki kişiyle sadece
“takılacağı” zaman çok da önemli değildir bu ama iş “çocuk yapmaya”
geldiğinde artık karşısındaki kişinin cinsiyeti önemli bir mesele haline
gelmektedir kendisi için. Bu durumda karşısındaki kişinin bir trans erkek
olmasını kabul edemeyecektir örneğin. Ama lgbti konuşmacılarda bu şekilde
keskin bir ikilemle karşılaşmıyoruz bu mevzuda.
142| Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015
Son olarak sözünü etmek istediğim şeylerden biri de cinsiyetsiz bir dünyanın
nasıl bir yer olabileceğine dair dile getirilenler. Bu noktada biri olumlu diğeri
olumsuz olan ikili bir tasavvur çıkıyor karşımıza. Konuşmacıların bir yandan
cinsiyetsiz bir dünyanın “daha özgür, mutlu, barışçıl, savaşsız, hırsın ve
kıskançlığın olmadığı” bir yer olacağını söylediklerini, diğer yandan da “sıkıcı,
ruhsuz, tatsız tuzsuz, aşksız, sevgisiz” bir yer olacağını ifade ettiklerini
görüyoruz. Bu noktada dünyaya ve topluma dair anlamalarımızın cinsiyetle ne
kadar sıkı bir şekilde örülmüş olduğunu görebiliyoruz tekrardan. Öyle ki
cinsiyetin olmadığı bir yerde aşkı, sevgiyi bile tasavvur edemeyebiliyoruz.
Sonuç olarak, burada çok kabaca söz ettiğim temalara, genel olarak
görüşmelerde ortaya çıkan temaların/söylemlerin içinden bir kesit olarak
bakabiliriz. Öte yandan burada sözü edilenlerden çok daha geniş bir söylem
çeşitliliği var görüşmelerin tamamında. Bu da daha önce belirttiğim gibi
cinsiyetsizliği geniş bir söylemsel çerçevede ele alma imkânı sunuyor ve
cinsiyet mefhumunun toplumsal hayatı ve gündelik pratiklerimizi
şekillendirmedeki gücünü düşündüğümüzde, meseleyi böyle geniş bir
perspektiften ele almak kaçınılmaz gibi görünüyor. Bununla birlikte analiz
sürecinde böyle bir söylem çeşitliliği ile nasıl baş edileceği ise önemli bir
sorun olarak duruyor karşımda. Bu noktada analizin kapsamını söylem
kaynaklarına, ikilemlere veya hikâyeleştirmelere (veya başka bir şeye)
odaklanacak şekilde daraltmak, uygun bir seçenek olarak düşünülebilir.
Kaynakça
Burr, V. (2012). Sosyal inşacılık (S. Arkonaç, Çev.). Ankara: Nobel Yayınevi.
(Orijinal çalışma basım tarihi 1995).
Butler, J. (2008). Cinsiyet belası: Feminizm ve kimliğin altüst edilmesi (B. Ertür,
Çev.). İstanbul: Metis. (Orijinal çalışma basım tarihi 1999).
Dvorsky, G. & Hughes, J. (2008). Postgenderism: Beyond the gender binary.
IEET Monograph Series.
Edwards, D. (1997). Discourse and cognition. London: Sage.
Lucal, B. (1999). What it means to be gendered me: Life on the boundaries of a
dichotomous gender system. Gender & Society, 13(6), 781-797.
Potter, J. (2004). Söylemsel psikoloji ve söylem analizi. S.A. Arkonaç, (Ed.),
Doğunun ve batının yerelliği: Bireylik bilgisine dair içinde (65-91). İstanbul:
Alfa Yayınları.
Potter, J. ve Wetherell, M. (1995). Discourse analysis. J.A. Smith, R. Harré ve
L.V. Langenhove (Ed.), Rethinking Methods in Psychology içinde (80-92).
London: Sage.
Şah, U. (2009). Türkiye’deki gençlerin cinsel yönelimlere ilişkin sosyal temsilleri
ve homofobi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara.
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015 |143
Cinsiyetsizliği Konuşmak
Umut Şah
Bu çalışmanın amacı çeşitli cinsiyet ve cinsel yönelim gruplarına (trans, na-trans,
erkek, kadın, interseks, heteroseksüel, gey, lezbiyen, biseksüel) mensup bireylerin
“cinsiyetsiz” olmayı nasıl konuştuklarını, “cinsiyetsiz olmanın mümkün olup
olmadığına” dair ve “cinsiyetlendirilmemiş bir toplum tahayyül edip
edemeyeceğimize” dair söylemlerini, tasavvurlarını, buna dair konuşmalarında ortaya
çıkan ikilemleri ve hikâyeleştirmeleri seyretmeye çalışmaktır. Burada çalışmanın
odağına alınan nokta, gerçekten cinsiyetsiz olup olamayacağımız değil, buna dair bir
tasavvura sahip olup olmadığımız veya ne tür bir tasavvura sahip olduğumuzdur.
Böylece, neredeyse tüm toplumsal hayatımızı düzenleyen bir sistemin (iki-kutuplu ve
heteronormatif cinsiyet sistemi) alternatiflerini düşünüp düşünemediğimize, bununla
ilgili konuşurken ne tür ikilemlere düştüğümüze, nasıl konuştuğumuza veya
konuşamadığımıza, bunun ne tür anlamlar içerebileceğine dair bir fikir edinmemiz
mümkün olabilir. Çalışma yarı-yapılandırılmış bireysel mülakatlar üzerinden
yürütülmekte olup, şimdiye kadar tamamlanmış olan 10 mülakat üzerinden pilot bir
analiz sunumu yapılacaktır. Mülakatların beşi “trans”, ikisi “eşcinsel”, biri “biseksüel”
ve iki tanesi de “heteroseksüel” bireylerle yapılmıştır. Ses kayıt cihazı ile kaydedilen
mülakatlar, önce yazıya dökülmüş, ardından söylemsel analize tabi tutulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Cinsiyetsizlik, iki-kutuplu cinsiyet sistemi, söylem analizi
Axaftına Lı Ser Bêzayendıyê
Umut Şah
Armanca vê xebatê ew e ku bizanibe ka kesên ji komên zayendî û tercîhên zayendî
(trans, na-trans, mêr, jin, înterseks, heteroseksuel, gey, lezbiyen, bîseksuel) di nav xwe
de ji bêzayendiyê çawa diaxivin, “bêzayendbûn pêkan e yan na” û “gelo em dikarin
civakeke ku nasnameyeke zayendî lê nehatiye barkirin xeyal bikin an na” vegotinên
wan ên di vê derbarê de, tesewira wan, dualîbûnên ku di axaftinên wan ên vê derbarê
de dertên holê û wek çîrok honandina wan e. Li vir tişta ku me ji bo xebatê kiriye xala
bingehîn, bi rastî jî ka em dikarin bê zayend bin an na nîn e, tesawireke me ya di vê
derbarê de heye yan na, an jî em xwediyê kîjan tesewirê ne, ye. Bi vî awayî dê bê dîtin
ka ku em li alternatîfên pergala (pergaleke zayendî ya heteronormatîf a duserî) ku
tevahiya jiyana me dorpêç kiriye difikirin an na, gava ku em di vê derbarê de difikirin
em dikevin nav nakokiyên bi çi rengî, em çawa diaxivin an jî naaxivin, gelo dibe ku
kîjan wate jê derkevin, em ê bikaribin xwediyê ramanekê. Xebat bi riya hevdîtinên
takekesî yên ku nîvsînorkirî ne tê domandin, heta niha deh hevpeyvîn hatine kirin û
dê li ser vana ahûrandineke pîlot bê pêşkêşkirin. Ji hevpeyvînan pêncên wan bi kesên
“trans” re, duduyên wan bi kesên “hevzayend” re, yek “bîseksuel” û dudu jî bi kesên
“heteroseksuel” re hatine kirin. Hevpeyvîn bi cîhaza dengir hatine tomarkirin. Pêşiyê
me veguherandin nivîsê û paşê dahûrandina wan a vegotinî kir.
Têgihên Bingehîn: Bêzayendî, pergala zayendî ya duserî, dahûrandina vegotinê
Speaking about Agender
Umut Şah
The purpose of this study is trying to understand the discourses and imaginations of
individuals from different gender and sexual orientation categories (transgender,
cisgender, gay, lesbian, bisexual and heterosexual men and women) about “agender”
and “the possibilities of being agender”. The main focus of the study is not to see that
is it possible to be agender, but to see that do we have an imagination or which kind of
imaginations do we have about it. Thus, we may understand that can we think and talk
144| Eleştirel Psikoloji Bülteni, Sayı 6, Nisan 2015
about the alternatives of the dichotomic and heteronormative gender system, or not.
The data is collecting with in-depth interviews. I will make a presentation about 10
interviews which I made with 5 transgender, 1 gay, 1 lesbian, 1 bisexual and 2
heterosexual individuals. The interviews were recorded and the transcriptions were
analyzed with discourse analysis.
Keywords: Agender, dichotomic gender system, discourse analysis

Benzer belgeler