2003 • 1(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi

Transkript

2003 • 1(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2003 • 1( 2)
güz âutumn
2003 1(2) • güz autumn
Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi
ile tiş im : araştırm aları Dergisi
Ankara University
Faculty of Communication
communication: research Journal
iletişim : araştırm aları Ankara Üniversitesi
iletişim Fakültesi tarafından çıkarılan hakemli
bir dergidir. Derginin amacı iletişim alanının
disiplinierarası yapısı içinde düşünce üreten
araştırmacılar için uluslararası bir forum
oluşturmak; teorik analiz ve tartışmalar
kadar ampirik araştırmaları yayınlayarak
iletişim alanında bilgi/veri üretiminin
sağlanmasına katkıda bulunmak; kitap ve
araştırma raporları ile ulusal ve uluslararası
konferans ve kongrelerin değerlendirilmesini
yapmaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için
derginin kendini konumladığı sınır bilimsellik,
akla uygun olmak ve eleştirelliktir. iletişim :
araştırm aları yılda iki kez, Nisan ve Kasım
aylarında yayınlanır. Dergi Türkçe, İngilizce,
Almanca ve Fransızca dillerinde yazılmış
yazılara yer verir. Hakemli bir derginin gereği
olarak gönderilen yazılar, yazarın kimliğini
bilmeyen uzman hakemler tarafından
değerlendirmeye alınır.
communication: research is a refereed
academic journal published by the Faculty of
Communication, Ankara University. The
journal seeks to establish an International
forum for communication researchers v/ithin
the interdisciplinary field of communication
studies; to contribute to the production of
knov/ledge and data by publishing
theoretical analyses as well as empirical
research; and to assess national and
International meetings in addition to
publishing book and research report reviews.
İn order to attain these goals, the journal
identifies its extent as the limits marked by
scientificity, accountability, and criticai
thinking. communication: research is
published tv/ice a year in April and October.
Journal's languages of pubiication are
Türkish, English, French and German.
Submissions are sent out to anonymous
referees fo r blind revievv.
Sahibi Publlsher
Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi adına
Prof. Dr. Ahmet Tolungüç, Dekan
Yayın Danışma Kurulu Advlsory Board
Ankara Üniversitesi
Ahmet Tolungüç
Münih Ludvvig Maximilian Üniversitesi
Alois Moosmüller
(Almanya)
Bilgi Üniversitesi
Aydın Uğur
Yeditepe Üniversitesi
Aysel Aziz
Illinois Üniversitesi, ABD
Dan Schilier
Ankara Üniversitesi
Erol Mutlu
Marmara Üniversitesi
Filiz B. Peltekoğiu
Ege Üniversitesi
Konca Yumlu
Ankara Üniversitesi
Korkmaz Alemdar
Anadolu Üniversitesi
Levent Kılıç
Ankara Üniversitesi
Metin Kazancı
Ankara Üniversitesi
Nilgün Abisel
Başkent Üniversitesi
Nuri Tortop
Ankara Üniversitesi
Oya Tokgöz
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Raşit Kaya
Gazi Üniversitesi
Seçil Büker
New York Kent Üniversitesi
Stuart Ewen
(Hunter Collage, ABD)
Beykent Üniversitesi
Ünsal Oskay
Carleton Üniversitesi
Vincent Mosco
(Ottavva, Kanada)
Editörler Kurulu Editorial Board
Editör Editör
Editör Yardımcısı Assistant Editör
Editör Yardımcısı Assistant Editör
Asker Kartarı
Nilüfer Timisi
Engin Sarı
Tasarım Design
Mehmet Sobacı
Şahin Halefti
iletişim Adresi Contact Address
Tel Phone
Faks Fa>r
E-Mail
http: //
Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi
Cebeci, 06590, Ankara • Turkey
(♦90312) 319 7714
(♦90.312) 362 2717
[email protected]
ilefdergi.ilef.net
ISSN 1303-7900
İletiş im : araştırmaları dergisi
Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi tarafından yayınlanmaktadır.
communication: research journal
is published by Ankara University, Faculty o f Communication.
© 2003 İletişim : araştırmaları. Tüm baklan saklıdır.
© 2003 communication: research. Ali rights reserved.
İ ç in d e k il e r
5
Asker Karları
Editörden
M akaleler
7
Halil Nalçaoğlu
Remembrance of Things Present:
Scattered Notes on the Apocalyptic
37
Metin Kazancı
Althusser ile İdeoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi
Şerife Çam
Çocuk Pornografisi Tartışmalarına İlişkin Sorular
55
87
Sevilay Çelenk
Trajedilerinin Semptomlarım Okuyan Erkekler:
Pierre Riviere, Louis Althusser ve Ted Hughes
Etkinlik Değerlendirmeleri
115
D. Beybin Kejaıılıoğlu
Yirmibirinci Dünya Felsefe Kongresi
121
Nilüfer Timisi
Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflık Paneli
125
Ülkü Doğanay
Küresel Medyanın Patlayışı Karşısında Uluslararası Güvenlik
ve Avrupa Güvenliği Konferansı
129
Ülkü Doğanay
Hoşgörü ve Çok Kültürlülük: Batı ve Doğu Perspektifleri
Kitap Eleştirileri
131
Nilüfer Timisi
Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları
141
Bu Sayıdaki Yazarlar
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2) • güz
5
Editörden
A sker K artarı
iletişim : araştırmalarının ikinci sayısı
ile, gecikmeli de olsa karşınızdayız. Der­
ginin bilimsel niteliği için koyduğumuz
çıtanın yüksek olması, hakem sürecinin
de uzamasına neden oluyor doğal olarak.
Gelen yazıların en az iki hakeme gönde­
Bu sayımızın birinci bölümünde dört
makale var:
Halil Nalçaoğlu "Remembrance of
Things Present: Scattered Notes on the
Apocalyptic Dreams of Modemity and
Time Capsules" (Kaybolmamış Şeyleri
rildiği, onların eleştirilerinin yazarlara
Hatırlamak: Zaman Kapsülleri ve Mo­
ulaştırılarak, bazı durumlarda yapılan
dernliğin Kıyamet Düşleri Üzerine Dağı­
değişikliklerin tekrar incelemelerine su­
nık Notlar) başlıklı yazısında, felsefi kav­
nulduğu dikkate alınırsa, bir makale ile
ramlardan yola çıkarak "zaman kapsülle­
ilgili sürecin neden dört-altı aylık sürede
rinin" temsil potansiyellerini irdeliyor.
tamamlanabildiği daha anlaşılır hale ge­
lir. Elimizde hakem sürecini tamamlamış
yeterince yayınlanabilir yazı olmaması
ikinci sayımızı geciktirdi.
Metin Kazana "Althusser İle İdeoloji
Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi" adlı
makalesinde Althusser'in ideoloji kavramsallaştırmasmı ve onunla ölümünden
Ancak, bundan sonraki sayılarımızda
sonra yaptığı "sanal söyleşi"yi aktarıyor.
yayınlanacak bazı makaleler hakem süre­
Kazancı, Althusser'e yönelttiği ideoloji­
cini tamamlamış, bir kısmı da süreci yarı­
nin oluşumu, oluşumunun maddiliği ile
lamış bulunmaktadır. Bu nedenle, gele­
ilgili sorulara, onun ağzından yanıt veri­
cekte zamanında okuyucuya ulaşabilece­
yor ve bu konuda ona yöneltilen eleştiri­
ğiz.
leri, yine ona dayanarak tartışıyor.
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 5-6
6 • iletişim : araştırmaları
Şerife Çam, internet üzerinde yaygın­
"Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflık Pane-
laşan çocuk pornografisinin önlenmesine
li"ni, Ülkü Doğanay 7-9 Ekim 2003 tarih­
yönelik görüşleri "Çocuk Pornografisi
leri arasında, Romanya Oradea Üniversi­
Tartışmalarına İlişkin Sorular"da tartışı­
tesinde Brüksel Uluslararası Yönetim Bi­
yor. Çam, çocuk pornografisinin farklı
limleri Enstitüsü, Oradea Uluslararası
boyutlarını ortaya koyarak, meseleyi yal­
Avrupa Bölgesel Araştırmalar Merkezi
nız ahlaki bir sorun gibi ele almanın yan­
ve Romanya Yönetim Bilimleri Enstitüsü
lış olduğunu vurguluyor. Çam'm maka­
ile Reims Champagne-Ardenne Üniversi­
lesinde, konuyla ilgili bileşenler ayrı ayrı
tesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Mer­
inceleniyor ve ülkemizden bir örnek olay
kezi işbirliğinde gerçekleştirilen "Küresel
ışığmde değerlendiriliyor.
Medyanın Patlayışı Karşısında Uluslara­
rası Güvenlik ve Avrupa Güvenliği" baş­
Sevilay Çelenk'in "Trajedilerin Semp­
lıklı uluslararası konferansı ve Central
tomlarını Okuyan Erkekler: Pierre Rivi-
European University (CEU) Yaz Üniver­
ere, Louis Althusser, Ted Hughes" başlık­
sitesi programı kapsamında 7-18 Tem­
lı yazısı, yazarının ifadesiyle, "19. yüzyıl­
muz 2003 tarihleri arasında Budapeşte'de
da yaşamış basit bir Fransız köylü çocu­
gerçekleştirilen "Hoşgörü ve Çok Kültür­
ğunun, ünlü bir Fransız filozofun ve bir
lülük: Batı ve Doğu Perspektifleri" başlık­
İngiliz kraliyet şairinin kendi trajedilerini
lı kursu değerlendiriyor.
açıklamaya dönük itiraflarının eleştirel
bir okumasıdır".
Bu sayımızın Kitap Değerlendirmele­
ri bölümünde Hüseyin Sadoğlu'nun Bilgi
Etkinlik değerlendirmeleri bölümün­
Üniversitesi Yayınları arasında 2003 yı­
de ilk olarak D. Beybin Kejanlıoğlu, 10-17
lında yayınlanan "Türkiye'de Ulusçuluk
Ağustos 2003 tarihlerinde İstanbul'da
ve Dil politikaları" adlı kitabı Nilüfer Ti-
Uluslararası Felsefe Kuruluşları Federas­
misi'nin kaleminde tanıtılıyor.
yonu (FISP: Federation Internationale des
iletişim : araştırmaları'mn bu sayısında
Societes de Philosophie) tarafından dü­
çıkan yazılan zaman ve emek harcayarak
zenlenen "Yirmibirinci Dünya Felsefe
inceleyen, eleştiren ve böylece dergimiz
Kongresi"ni değerlendiriyor. Nilüfer Ti-
için koyduğumuz "nitelik çıtası"nı koru­
misi 12 Aralık 2003 tarihinde Ankara
maya önemli katkıda bulunan hakemleri­
Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Avrupa
mize editörler kurulu adına teşekkür
Konseyi işbirliği
ederim.
ile gerçekleştirilen
7
Rem em brance of Things Present:
Scattered Notes on the Apocalyptic
Dreams of Modernity and Time Capsules
Halil N alçaoğlu
Kaybolmamış Şeyleri Hatırlamak:
Zaman Kapsülleri ve Modernliğin Kıyamet
Düşleri Üzerine Dağınık Notlar
Özet:
Abstract:
This paper investigates the representational potential of
"time capsules," a truly modern cultural practice of
burying a Container under the ground mth "things" placed
inside to make the future generations “ remember" "us."
The article is made up of scattered notes on a number of
fundamentat philosophical concepts tike "thing," "tim e,"
"sign," "apocalypse," "void," and "fate," alt o f vrhich
could very well be the subject of a separate article, or a
book. The choice ofthese concepts is not accidental. Alt of
these concepts appear in the texts associated vtith time
capsules and the practice of burying them in some way or
another. İt is argued that passing the message of
civilization across time and across fate marks the grand
objective o f time capsules. This "grand objedive,"
however, borders foolishness. Instead, a time capsule
reflects the hopeless desire to remain same through time.
On the one hand, the things placed inside the capsule do
not turn into frozen signifiers. On the other hand, memory
is, by definiton, an accidental faculty for it presumes
forgetfulness. Time capsules attempt to wipe out the
contingent dynamics of remembrance and forgetfulness in
order to make future generations remember what they did
not forget, or, dictate them what to forget. Aside from
this, the latent assumption of burying time capsules
vvitness the hidden desire for a sudden rupture in the
evolution o f "our" civilization so that the Container would
make sense in the distant future.
Bu çalışma, gerçek bir modern zaman kültürel pratiği olan
"zaman kapsüllerinin" temsil potansiyellerini
incelemektedir. Zaman kapsülleri gelecek nesillerin "bizi"
"hatırlamaları" için bir muhafaza içine bazı "şeyler" koyup
yerin altına gömme pratiği olarak açıklanabilir. Makale,
"şey," "zaman," "gösterge," "kıyamet," "boşluk" ve
"kader" gibi bir dizi temel felsefi kavram üzerine yazılmış
dağınık notlardan oluşmaktadır. Gerçekte bu kavramların
her biri kendi başına bir makalenin ya da bir kitabın konusu
olabilirdi. Bu kavramların seçimi tesadüfi değildir. Tüm bu
kavramlar zaman kapsülleri ve bunları gömme pratiği ile
ilgili metinlerde şu veya bu şekilde yer almıştır. Makale
zaman kapsüllerinin "ulvi amacının" bir medeniyetin
mesajının zaman ve kader ötesine taşınması olduğunu
saptıyor. Ancak bu "ulvi amaç" aptallık sınırında yer
almaktadır. Aslında zaman kapsülleri zaman içinde aynı
kalmak gibi umutsuz bir arzuyu yansıtmaktadır. Kapsülün
içine yerleştirilen şeyler dondurulmuş göstergelere
dönüşmezler. Öte yandan hatırlama, tanımı gereği,
tesadüfidir çünkü yine tesadüfi olan unutmayı gerektirir.
Zaman kapsülleri hatırlama ve unutmanın bu olumsal
dinamiğini silip atmaya kalkışır; zira amacı, gelecek
nesillere unutmadıkları şeyleri hatırlatmak ya da onlara
neleri unutmaları gerektiğini dikte etmektir. Bunun yanı sıra
zaman kapsülü gömme işinin gizil varsayımı içinde "bizim ”
medeniyetimizin evriminin ani bir kesintiye uğrayacağı
vardır; ancak böylelikle bu muhafaza uzak bir gelecekte bir
anlam ifade etmiş olacaktır.
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 7-36
8 • iletişim : araştırmaları
Rem em brance of Things Preseııt:
Scattered Notes on the Apocalyptic Dreams
of Moderııity aııd Time Capsules
Ouestion
Toward the end of the last millenium,
I came across with a striking invitation
thousand years. As a person having some
acquaintance with this genuinely
American practice of burying time
capsules, my suggestion had been "a
put out by The Nem York Times Magazine.
recovered time capsule" to be placed in
The magazine was inviting its readers—
the Times Capsule as a message to the
and everyone surfing its Internet pages—
year 3000.
to name a thing to be placed in the
"Times Capsule." Apparently the
magazine was borrovving a tradition to
build, fiil up and bury a time capsule, a
tradition rooted back in the nineteenth
century World's Fairs. The "device" is
meant to be opened in the next
millenium, in the year 3000, containing
Later on, revievving the contents of
the Times Capsule, I realized that my
suggestion is turned down. Perhaps
irrespective of the modesty principle, I
interpreted this refusal as a necessary
gesture since, as I vvill attempt to explain
throughout this paper, (1) time capsules
cannot (re)turn objects into "things"; (2)
things-as-messages addressed to "our"
thing-as-message is an impossibility; (3)
descendants who are supposed to be
as voids themselves, they cannot contain
living around VVashington DC, and
voids in the form of "used up" capsules;
curious about "us." In the spirit of
and finally, (4) they cannot impose an
democracy and över the interactive
origin to a pre-determined future in the
dialog box of the magazine's Internet
form of "frozen signifiers." Semiosis does
page, it was made possible to suggest an
not halt even in the dark pit vvhere the
item, a thing to be placed in the Times
time capsule is buried. We need to follow
Capsule. Quite an opportunity to join this
a rather tedious path to explain vvhy a
millennial event which comes önce in a
time capsule is, in short, an impossibility
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 9
and how theory can re-appropriate it as
desire does it serve, exactly? Sending a
the locus of VVestem metaphysic's
message across time; but why? Why let
fundamental notions of like "time,"
others, someone, or anyone know about
"thing," "representation," "memory,"
us? And what exactly does "us" refer
and "remembrance." But above ali, time
here? How do we know that our
capsules provide a fertile ground to think
temporal others will be vvilling to take ali
why modemity is bound by a dream—a
the pains to find the time capsule, öpen
nightmare indeed—consisting of its own
it, and leam about us? More importantly,
deterioration and dovvnfall. Time
how do we know that they vvill
capsules are, then, metaphysical devices
"dechiper the things" the vvay we irıterıd
and thus a proper understanding of them
them to lend themselves? Hovv can we be
calls for a philosophical inquiry
sure that the "things" placed in the
involving a critique of semiology,
capsule vvill reflect the "civilization"
modemity, and VVestem metaphysics in
from vvhich they are cut off? And are not
general.
What is time capsule? It is, obviously,
an artifact, a Container, a method to teli
our temporal others about ourselves, an
invention for passing a message across
time, "o device for sending cultural
information into the future" (Pollan). But
what exactly is it? VVhat is its essence? If it
vve already telling our stories, recording,
preserving, and transferring them from
generation to generation in various
formats? Are not telling, recording,
preserving, and transferring the very acts
that constitute vvhat vve ordinarily knovv
as culture or civilization?
Before ansvvering ali those questions,
is "a device," as the Neıv York Times
aren't vve obliged to ask, önce more with
author Michael Pollan calls it, by
full force, vvith full capacity of our
definition, what purpose, or vvill, or
inquisitive povvers, that vvhat really is a
10 • iletişim : araştırmaları
time capsule? Is it a thing? Are the
that they vvill understand vvhat vve
objects placed inside the time capsule
understand here and novv? As there is no
things? Do vve, by forcefully extracting
guarantee as to the dynamics of the
them from their "natural" environment,
symbolic realm vvhich suddenly engages
the civilization, and from those who have
vvith things popping out from belovv the
figured out, invented, produced, used,
ground, can vve ever be sure about the
fulfilled a certain specific goal with,
representational potential of our time
made them their object of desire, from
capsules, long after vve ourselves headed
those who we may rightfully cali
tovvard the same place vve have forced
"subjects/' that is, do we by isolating
our device to rest. One thousand years
objects from the subjects as such, turn
later...
them into mere thingsl So that they can
speak for themselves one hundred, five
hundred, or one thousand years later?
VVhat is time capsule, önce again, and
Let me, take the risk of boring you to
death and ask my question önce again:
vvhat is time capsule? What is its essence,
its use, and vvhat desire it fulfills? And let
beyond its divisive capacity as a device?
me, önce again, öpen up my question by
That is, vvhat does a time capsule
re-posing another one of my previous
represent? To vvhat, or to whom its
questions: To vvhat, or to vvhom the time
supposed representational potential is
capsule's supposed representational
directed at? To our temporal others?
potential is directed at?
Those vvhom we are sure about to be
present around here, say the Central
Park, Nevv York City1, or The American
Museum of Natural History, YVashington
DC, United States of America? But who
will they be? Since, by any stretch of
imagination, vve, as vve knovv ourselves
here and novv, vvill not be present then to
Are vve not expecting future
generations to leam from it, from its
thingly contents? So isn't the ansvver to
this question clear? Have not time
capsules buried so far addressed future
generations? Taught us about them?
I am not going to choose the easy vvay
make the things speak for us, to explain
and ask: vvhat have vve been learning
as to vvhether or not they stand for this or
from the time capsules recovered so far,
that quality of our civilization, vvill they
and vvhat from those that are not
not, our temporal others, make things
recovered at ali and seem to be lost
speak for us? Transfer them into some
forever? The ansvver to this historico-
chain of signification in operation, say, 40
pragmatic question vvould be a fantastic
generations later? Hovv can vve be sure
and colossal zero. To begin vvith, it
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 11
should be carefully noted that the
vvord, stupid enough to vvant to send a
(hi)story of previous time capsules, the
message to future generations vvith birth
ones buried during the reign of VVorld's
control pills, garter belts, coke cans,
Fairs for instance, have ali been very vvell
condoms, Bible, nylon panty hoses, tea
documented. In 1976, vvhen President
Services, and so forth. Another shock
Gerald Ford vvas opening the very first
must have been felt vvhen, ali of a
time capsule buried in the grounds of
sudden, a time capsule popped ou t in a
Philadelphia Centennial Exhibition by the
construction site, pretending to be a
Civil VVar widow Mrs. Charles Deihm in
nuclear vvarhead and thus alarming the
1876, knevv very well that some Mrs.
entire community. Ali these examples,
Deihm had buried a time capsule to be
historico-pragmatic ones as I called them,
"found" and opened a century later.
point at one thing: time capsule is a
Pollan reports that President Ford
shock object not in the vvay it is intended
opened what vvas then called "century
to be. A time capsule is a shock object
safe" right on time. From its purple
only in terms of modem man's relation to
velvet interior he removed a vvatch, a
time functions. To put it rather succintly,
complete tea service, and a few leather-
it is an object-symptom of the modem
bound books. He vvas smiling in the
unconscious—but vve vvill come to this in
commemorative photographs, "possibly
a moment. The impossibility—let slip the
at the color and condition of the items."
stupidity—of time capsules is finally
In other vvords, we have been reading the
admitted semi-officially novv, at exactly
stories of time capsules ali along the time
the point in time vve are justified to cali
they have been resting in peace, say, for
fine-de-millennia, by simply delaying the
one hundred years, and vvhen the time
destiny to a millenium later, that is,
vvas ripe enough, that is, vvhen their time
instead of one or tvvo hundred years. In
of opening arrived, vve opened them and,
other vvords, vve got smart this time by
to no one's surprise, vve recovered their
providing enough time to really forget
contents exactly as they vvere placed
the capsule—or have vve?
inside one hundred years ago—no
enigmas, no real shocks, not a bit of a
doubt as to, say, the nature of industrial
revolution or the contents of a Bible.
Thing
Things don't represent. YVe only turn
VVhat, perhaps, vvas a little bit of a shock
things into objects through representation,
vvas the very fact that our ancestors vvere,
placing them in a civilization, assigning
forgive me for the crass choice of the
them a utility or declaring them useless,
12 • iletişim : araştırmaları
or simply letting them be present for the
Derrida's pit symbolize, is the void it
sake of presence as it is the case for some
contains at its very çenter, or in Lacanian
art objects. Other than that, the thing is
terms, the originary loss insistently
not even nothıng, as Lacan remarks: it
vvaiting, calling for, irresistibly pressing
"literally is not. It is characterized by its
us to be named, classified, utilized, and
absence, its strangeness" (Qtd. in
made part of a story.
Schvvenger 112, emphasis added). The
thing itself, despite its neamess-to-us and
We can now understand the need to
seal things; "to seal," not as a rhetorical
everyday familiarity, is perhaps one that
strategy or discursive trope, but actually
befits most to any tight definition of
physically seal them inside granite, lead,
uncanny. We are surrounded by things
stainless Steel or vvhatever time-proof
which we simply are so well accustomed
material available. We can now grasp the
and familiar with, that no need is felt at
nature of sealing things off the world, off
ali for any effort to justify the not much
the time, off everyday life. World, time,
questioned extent, scope, and seemingly
everyday life ali refer to one possible
limitless taxonomic coverage of the word
realm of representation: Language. Time
"thing." Yet things never show us their
capsules actually attempt to seal things off
face as themselves; every thing is in fact
language which incessantly and
something, a thing with some utility,
persistently make them into objects.
association, history, force, et cetera. The
There certainly is no place for the subject
thing is not, precisely because it lacks a
inside of a time capsule. Nor is there a
presence outside the language, outside a
place inside the time capsule for another
chain of signification, outside the
time capsule, torn öpen vvhen its time
symbolic. For Heidegger, "The nature of
was due, or, as is the case for many time
the thing never comes to light, that is, it
capsules, found and opened untimely, by
never gets a hearing ... In truth,..., the
accident. Time capsule is an attempt to
thing as thing remains proscribed, nil,
stop re-presentation; a futile attempt to
and in that sense annihilated. This has
be sure, for vvhen the subject ceases to
happened and continues to happen so
exist, the "re-" prefix does not
essentially that not only are things no
automatically disappear to leave behind a
longer admitted as things, but they have
püre, neutral, impartial, and real presence.
never yet at ali been able to appear to
Then again, a time capsule containing a
thinking as things" ("The Thing" 170-
(used, second-hand?) time capsule would
171). The reality of a thing, as
be a void containing another void
Heidegger's jug or Lacan's vase, or
vvitnessing the impossibility of the project
Nalçaoğlu• Remembrance of Things Present:... • 13
of sending a message to the future, the
Elsevvhere in The Post Card, in the context
message that we are, indeed. inside the
of criticism of Lacanian essentialization
time capsule, representation does not
of the proper place of Phallus, the
halt. A time capsule popping out of a
feminine void so to speak, he provides
time capsule, empty and more useless
us with the rule of thumb: "the lack does
than it has ever been, would make it clear
not have its place in dissemination" ("Le
that its contents have long vvent to the
Facteur" 467). I, therefore, as stated
garbage dump or to some museum of
before, immodestly take pride in being
history, which is, curiously enough,
tumed dovvn, as if receiving a gift given
sometimes nicknamed a "time capsule."
to me by myself, for a time capsule has
In fact, we need to stop here for a
no space for void in its own void.
moment or two to explore the
implications of the apparent doubling, or
spacing inside the space.
A time capsule inside another bears
What we need here is to understand
the constitutive role played by the void.
So the real question transcends that of the
utility, the content, or the message a time
vvitness to a logic contrary to the logic of
capsule might be claimed to have; the
the modem vvhose time line or
real question has to do vvith the
chronology is based on the idea of
divisiveness of the device called the time
progress. In other vvords, modern cannot
capsule. In this vein, it would be useless
tolerate the idea that, in the origin, there
to try to determine if the message had
is nothing but void, repetition, or
reached to its destination in prior
circularity. A time capsule inside another
attempts, or if it would ever. We could,
breaks this logic of progress and reminds
in fact, assert in a Derridean gesture, that
one (vvhile reconstituting) the originary
the message of time capsule has alvvays
loss in the attempt of sending a void-
already reached its destination even
message across time, thus sending
before it was buried, or even before it
nothing. It will, therefore, remind that the
was "deviced up." In a sense, a recovered
void has never been and will never be
time capsule can only act as its double; as
forgotten in fact. The suggestion to place
the double of already arrived message
a used up time capsule inside a brand
simply by trivializing the fetish quality of
new one matches with what Derrida calls
modern commodities. Even those items
"a logic that is other" vvhere "repetition
such as the messages from Einstein2
is 'originaT, and induces, through an
become a property of time, a particular
unlimited propagation of itself, a general
time of modernity, get fetishized via
deconstruction" (The Post Card 351-352).
appropriation. We should not forget that
14 • iletişim : araştırmaları
along with the items placed inside, the
demonstrates that the human experience
capsule itself also "arrives" in the futu re,
of time alvvays involves a "lag," a State of
reminding the recipient that the bulk of
alvvays already being behind. This is
things at hand have alvvays been
significant in terms of the existential
represented even in the absence of the
experience of time vvhich brings about
appropriating subject. In this respect, the
the fundamental insecurity and vveakness
time capsule itself acts as the excess or
regarding vvhat the time might bring to
the supplement of the message,
us. "We are never entirely at the top of
breaching the initial contract imposed
time; rather we arrive upon the scene a
upon thought saying that in the
little late, and our speech reverberates
atemporal darkness of the underground
against us like an echo of ourselves. Our
semiosis stops.
speech vvould only be fully at home vvith
itself if there were a first vvord vvithout
before, a last vvord vvithout an after"
Time
The experience of time has ahvays
concemed philosophers, human scientists
(VValdenfels 111).
The complex relationship of humans
vvith time involving an impasse in the
and "people of letter" from Plato,
form of belatedness has found various
Husserl and Heidegger to Merleau-
responses from philosophers such as
Ponty, from Levinas to Derrida and
Saint Augustine vvho savv for the first
Ricceur, from Goethe and Octavio Paz to
time the gap betvveen the flovvs of
Virginia VVoolf, and from Malinovvski to
consciousness and phenomena. For him,
von YVeizsacker. Bernhard Waldenfels
the subject is "spun betvveen memory
mentions a tripartite character of the
and expectation, past and future, vvith
representation of time which resulted
the present reduced to a non-tangible,
from "the transformation of the classical
punctual, impossible 'novv'". Jean-
representation of time": (1) time tums out
Jacques Rousseau also noticed the lack of
to be a generator o f identity; (2) it proves to
presence as an "existential danger,"
be differing in the sense of postponement;
indicating that human being "is lagging
and (3) it frees itself from the timeless
behind the vvorld, being alvvays too late
instances, that is, "it becomes entangled
vvith his responses to stimuli vvhich ...
in itself in the form of a self-reference that
come alvvays too soon" (Bielik-Robson 72).
leads to a self-doubling and self-
In order to arrive at the logic of time
duplication" (108). The
employed by the time capsules, vve need
phenomenological observation
to fully understand the elements of this
Nalçaoğlu• Remembrance of Things Present:... • 15
impasse with respect to a
happens in the here and now of the
phenomenology of past and future and of
subject for it simply "breaks into
forgetting and remembering.
experience like an accident, a lapse, as in
In the press release of the American
Natural History Museum (AMNH)
regarding The New York Times Capsule
Exhibit, it is claimed that the time capsule
can "teli people in the future something
about us that they might not othervvise
know." That is, it might make the future
generations remember what they have
forgotteıı. VVithout doubt, forgetting has a
priority över remembering for "vvithout
forgetting, no remembering." In this
sense, in order to remind something, one
must first make it forgotteıı which is
contrary to the basic phenomenology of
time. Because, "(f)orgetting is an
unvvieldy phenomenon; it does not fit
into the current schemata of meaning and
validity. Forgetting concems us, but it
will not be understood as intentional act
or rule-governed comportment." That is
to say, forgetting is by definition
accidental, "is not freely at our disposal,"
Plato." In other vvords, there cannot be a
forgetting in the future, in some
designated date like the year 3000, or
May 28, 8113. For Husserl, forgetting
does not begin just any time and place; it
begins here and novv. We hold onto in
memory what threatens to slip our
minds, what vve do not have firmly "in
our grasp" (VValdenfels 115). Time
capsule designates not only the content
(what must be forgotten), but also the
time and place of forgetting. Same
observations goes for remembering as
well. It does not, like forgetting, obey a
pre-determined plan, for it too is not
intentional. According to VValdenfels,
"(r)emembering is awakened, not made.
In this the foreign comes into play, that
which does not stem from our own
initiative" (116).
The idea of time capsule, then,
appears in stark contrast with the
and it "may only be described as a loss—
phenomenological experience of time.
loss of a knovving, a being able to, or
The contrast surfaces in that vvhich called
feeling—or as a darkening, vvithdravval"
"a technical domestication of time," after
(VValdenfels 114-115). In time capsules we
VValdenfels. The basic motive behind the
sense the desire to overcome the
construction of a device in fight with
impossibility of forgetting at one's will, a
time, so to speak, neglects the experience
desire to forcefully repress what is out in
of time and its existential consequences
the öpen. Furthermore, there is the basic
that bothered philosophers from Plato
phenomenological question regarding the
onwards. The domestication of time
location of forgetting. Forgetting always
means domestication of the subject's
16 • iletişim : araştırmaları
spatio-temporal other. In time capsules,
(VValdenfels 111). Things-as-signs or
the element of otherness emerging from
things-as-messages belong to a
the unknovvable is reduced to the same
linguistic/discursive realm. In fact, by
by the very imposition of the material of
designating time capsule as a
forgetting and by the designation of the
metaphysical device, vve have already
temporal scheme concerning
hinted at its peculiar yet tvvisted motive
remembrance. There is, thus, a faulty
to secure a solid origin and an end to the
assumption behind this idea: our
experience of time, an origin at vvhich the
temporal others will be same as us, for a
"infinite play of differences" vvill have
device to be buried under the ground or
been stopped. So, the next question must
kept in a museum will simply stop the
engage vvith the signifying quality of
flux of time in the form of a frozen
time capsules anchored in vvhat Bielik-
presence which by constantly slipping
Robson calls the ontological perfection, or
already agonizes subject who is always
the "gnostic pleroma of the eternal,
too late.
immobilized 'novv'—ali things appearing
But there is something which a
in the absolute synchronicity of nunc
phenomenology of time cannot grasp in
stans, 'the standing novv'" (74). To ask the
its full extent. There is something in time
question vve have to refer to Derrida
capsules which goes beyond the
vvhose image of temporality is the
individual perception and experience of
precisely opposite of vvhat is described
time, of remembrance and forgetting. It is
above.
the sign of time capsule actually present
with its dark hole or cavity in the middle,
and vvhich actually carries a chosen
content (things) to an experience vvhich is
Sign
In the case of the time capsules, vve
not yet ours. We know that "(t)he flovv of
have a particular form of remembrance.
time differs and defers—it is a püre flux
A form of remembrance vvhich resists the
vvhich cannot be stopped, centered,
conventional backvvards movement of
immobilized, ordered, given origin or
mind attempting to recover the material
end," (Bielik-Robson 73) despite the
buried in vvhat Hegel calls "a shaft dark
phenomenological desire for an "ideal
as night" or "noctumal pit" (Krell 216).
limit" or "primordial impression," (as in
Instead, remembrance is tumed upside
Husserl) a threshold of experience vvhich
dovvn (or inside out): its contents are
occurs "in the realm of a pre-language, a
pushed as far avvay from consciousness
pre-predicative, a pre-discursive realm"
as possible, cut-off from the active
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 17
intervention of subject and transferred
the time being. Here, the process of
into an act as yet to happen. The time
distancing and de-subjectifying is
capsule, thus, defers remembrance to the
secured in terms as comprehensive and
future. If vvhat it does is stili
universal as possible such as "time" and
remembering, a tvvisted one to be sure, it
"humanity." One thousand years is
does not happen now, it will have
enough to mention "time immemorial"
happened. As this tense implies, the time
and the darkness of the pit that houses
capsule deconstructs remembering by
the time capsule (or that time capsule
opening a wide crack in the middle of its
houses) is subject-less enough to mention
structure, separating the inseparable,
humanity in general. The time capsule thus
replacing vvhat is unconscious with the
proclaims to belong to the entirety of
lovvest form of consciousness: the sensible.
humanity and to the nameless "future
In an artificial gesture of burying, time
generations," vvhich is in contrast of its
capsule svvitches the sensible into
thoroughly autobiographical nature and
intelligible, vvhile remembering vvhat is
totalitarian self-presencing attitude. If
not forgotten. it re-members the present.
Since vvhat is not forgotten is set forth
to be remembered, the illogical nature of
this movement must be justified by
means of an artificial distancing and desubjectifying. The actual persons vvho
decide, select, and place objects/artifacts
inside the time capsule must pretend that
a communication is about to occur as
soon as they seal up the device, not to be
opened again for one thousand years.
rnusee de l'homme colonizes the past, the
time capsule colonizes the future by the
generosity of its offer and by the
voluntary curatorial gesture for the
future museum of civilizations. Given the
eternal character of museum, no vvonder
that The New York Times Capsule is
graciously placed inside of a museum,
The Museum of Natural History of
Smithsonian Institution, VVashington DC.
Can vve not just pass by this object
The pretension involved in these series of
vvith a smile, as vve do vvith many other
gestures highlight the artificial distancing
objects of popular culture? Of course vve
and de-subjectifying of the objects. Being
can, but only after analyzing the
placed in the dark pit of time capsule, it
totalitarian gesture it involves since a smile
is as if the objects vvill suddenly stop
omitting totalitarianism vvould become
being the objects of a particular culture,
everybody's concern. So, vvhy does the
and the subjects vvho play this game vvill
time capsule involve a totalitarian
cease to be those vvho have given
attitude? What does it prohibit, proclaim,
particular meaning to those objects, for
and rule? The totalitarianism involved
18 • iletişim : araştırmaları
here has to do vvith the symbolic realm,
cites we see " l l 'h-century Doomsday
or the realm of language and signs. An
Book or those plaintively long oral poems
investigation into this field must begin
of New Guinea, composed of nothing but
from the point where metaphysics and
the names of the tribal poets who have
semiology overlap, and there is no better
sung the song. Right novv, the Cassini
place than Hegel in whose "system" the
space probe is vvhipping its vvay around
entire Western metaphysics is said to
earth en route to Satürn. On board are
have culminated. Hegel also ha ve a
the signatures of 600,000 of the earth's
theory of signs resonating deeply vvith
proudest residents." Of course the mind
the contemporary notion of semiology
that collapses the oral poems of Ne w
vvhich is usually associated vvith
Guinea vvith time capsules vvill not fail
Ferdinand de Saussure. The theory of
short of the most vvell-knovvn "time
sign in Hegel has generated the notions
capsule," the Egyptian Pyramid.
of the pit and the pyramid in the form of
a true enigma as far as Jacques Derrida is
concemed (1982: 77).
"The exact nature of time is rather
The Egyptian pyramid has long been
VVestern archaeology's primary object of
desire since it represents the pinnacle of
the VVestern need to understand its other.
enigmatic/' comments Craig Morris,
The pyramid, vvith the entire set of
archaeologist, senior vice president and
mythologies surrounding it, is enigmatic
dean of Science at the American Museum
(and thus calls for resolution in the
of Natural History, and curator of the
VVestern psyche vvhich is utterly
Times Capsule exhibition. He goes on to
intolerant of voids) vvhile at the same
argue that "as an indication of time's
time one of the so-called "myriad vvays"
importance, cultures have invented myriad
commemorating the passing of time. In
ways to commemorate its passing. One of
1936, the president of Oglethorpe
these is the creation of time capsules to
University in Atlanta vvas "inspired" by
somehovv capture a unit of time and
the discovery of the tomb of
transmit its messages from one time to
Tutankhamen to "seal" in an abandoned
another" (AMNH, "Capturing Time,"
svvimming pool "the crypt of
emphasis added). The figüre of time
civilization"—an encyclopedic record of
capsule conceived as a universal
human civilization, from Lincoln logs to
"human" phenomenon is quite
640,000 pages on microfilm, from Bible to
vvidespread. Michael Pollan also claims
the Illiad. More than sixty years later,
that "time capsules have been created by
independent vvriter Beth Livermore
every society." Among the examples he
vvould daim that "(t)he practice of
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 19
leaving time capsules with messages for
people in the future has existed in some
sense for thousands of years." Livermore
makes her case vvith the Sumerians who,
bottom of a very dark shelter, like the
ıvater in a nightlike or unconscious pit
(nâchtliche Schacht, bewusstlose
Schacht,), or rather like a precious vein at
the bottom of the mine. (1982: 77)
supposedly, have buried "texts"
addressing to future rulers. The entire set
of historical references, however, can be
read as an attempt to inscribe an origin to
human existence, a starting point which
captures the archaio of the sign. It is
highly dubious that the Egyptian
pyramids are meant to be cracked öpen
like a time capsule to reveal the truth
they have been hiding for centuries.3But
the enigmatic nature of time was
certainly behind Hegel's mind when he
has chosen this particular architectural
form as the metaphor of sign. The
enigma, hovvever, does not reşide in the
complicated and lethal shafts of the
pyramid. The real enigma of the
pyramid, an accidental time capsule if
you will, is hidden en route remembrance.
According to Derrida,
Erinnerung [remembrance]... is decisive
here. By means o f Erinnerung the
content ofsensible intuition becomes an
image, freeing itselffrom immediacy and
singularity in order to permit the passage
to conceptuality. The image thus
interiorized in memory (erinnert) is no
longer there, no longer existent or
present, but preserved in an unconscious
dıvelling, conserved luithout
consciousness (bewusstlos,
aufbewahrt). Intelligence keeps these
images in reserve, submerged at the
Hovv does the buried image resurface? VVhat clue or trace directs
intelligence to enlighten the darkness of
the pit? The pyramid appears in the text
of Hegel for the precise reason that it
embraces two conflicting qualities. On
the one hand, it is way too obvious for
anyone vvithout noticing to pass by, and
on the other hand, it does not readily
give avvay its secret to any passer-by. The
semiological sign has exactly the same
status. In the sign, Derrida remarks, "the
natural source and the historical
construction both, though differently,
remain silent." For him,
The path... stili remains circular, and that
the pyramid becomes önce again the pit
that it always ıvill have been—such is the
enigma. We will have to ask if this
enigma is to be sought out, like truth
speaking by itself from the bottom of
a well, or if it is to be dechipered, like
an unverifiable inscription left behind on
thefacade of a monument. (1982:77,
emphasis added)
Thus, the real enigma emerges from
within the dichotomy between a truth
"speaking by itself" and a truth "to be
dechipered" which takes us directly to
what Krell means when he writes about
the violeııt move from iconography to
engrammatology (228). A comparative
20 • iletişim : araştırmaları
reading of the relevant sections from
it passed from outside to inside? This
Eııcyclopedia o f Philosophical Sciences and
question could only be ansvvered vvhen
Philosophical Propedeutics reveals Hegel's
one feels sure about vvhich side of the
preference of speech över vvriting
"enigma" he/she dvvells: will truth come
(Derrida 1982) or speech över
out from the depths of the dark well by
itself, or vvill it be in need of dechiperingl
iconography (Krell). The significance of
this "violent act," or in Hegel's own
words/"the slaying (ertrötet)" of image
(Qtd. in Krell 228), underlies the
embedded phoneticism of the VVestern
metaphysics which conceives time as
"the true, essential, past space, space as it
vvill have been thought." That is, “(w)hat
space will have meant is time" (Derrida
1982: 89, emphasis original). In Derrida's
analysis the proper "signifying
substance" of time in Hegel is sound, the
phonic sound or the voice (Ton). Because,
nothing is closer to the interior of the
subject, and nothing better reflects the
logic of truth as being-presence. Sound,
coming from within the subject, is the
first-hand vvitness of its contents which
have been, in tum, interiorized by
remembrance. In this respect,
remembrance is the first step en route to
thinking, conceptual thinking that is,
vvith respect to its being closest to the
sensuous experience. It is, in a sense, the
opening of the dark shaft of memory
(Gedachtnis), the abysmal depth of
unconscious where images are
imprisoned in what Hegel calls the
"universal dungeon."
Then, how is thinking possible at ali if
the content of intelligence is encrypted as
Hegel's preference of speech (sound)
över image or icon becomes crucial here,
if we correctly understand the reason
why he dismisses the Chinese vvriting
and Egyptian hieroglyphs as
inappropriate media for thinking
(philosophy) and for Science alike. For
Hegel, at the top of the hierarchy of
vvritings reşide the phonetic vvriting or
alphabetical type: "Alphabetic vvriting is
on ali accounts the more intelligent"
(Qtd. in Derrida 1982: 95), since it
"respects, translates, or transcribes the
voice," (Derrida 1982: 95) rather than
picturing its meaning as is the case for
hieroglyphics. The faculty of
"reproductive memory" (Gedachtnis), the
one closest to thinking (Das Denken) in
the hierarchy of cognitive transition from
outside (sensuous experience or
perception) to inside (intelligence; Die
Intelligenz), is designated vvith the
mission to rescue the interiorized
material from the pit in order to be able
to give way to thinking. "Yet," remarks
Krell, "the rescue and the transfer remain
suspect inasmuch as memory reverts to
Erinnerung, as indeed thought itself does.
The sign, vvord, and name—the sources
of universality and the resources of
Nalçaoğlu• Remembrance of Things Present:... • 21
reason itself—are after ali found, just as
depleted by the incessant action of
an image or a sensation are found,
displacing" by remembrance. The
inscribed in stone or ululating in the
process, thus, starts ali över again,
throat" (229, emphasis original). It is
despite the philosopher's "ostensible
ironic that when we read, we reconstruct
progress from images to vvords, pictures
not only the sound but also the image of
to names, Erimıerung to Gedachtnis, and
experience, that is, vvriting reverts back to
remembrance. This is exactly vvhy
memory to thought," ali proving to be
illusory (Krell 239). The illusion of the
Derrida describes the path of the so-
Hegelian semiology is exactly the illusion
called rescue as "circular" when he says
of museum understood as the depository
"that the pyramid becomes önce again
of memories, the "buria! chamber of the
the pit that it alvvays will have been." The
past." It is clear that the Hegelian system
metaphor of pyramid as the sign ofsigrı,
is based on the basic project of finitude,
protects its enigmatic nature for the pit is
of teleology tailored by the Central
embedded in it. In other words, there is
movement of spirit called sublation or
no "Mausoleum of meaning" to quote a
releve (Auflıebung). No better spatial
phrase from Krell (229) as Hegel would
vvant us to believe. Krell's analysis
metaphor can be found than the museum
to describe the end product of this
reveals, önce again, the impossibility of
movement "by means of vvhich the spirit,
"absolute knowledge," or the highest
elevating itself above the nature in vvhich
stage (the last stop) of spirit's relentless
it was submerged, at önce suppresses
voyage, this time vvith reference to the
and retains nature, sublimating nature
Phenomenology of Spirit. In Phenomenology
into itself, accomplishing itself as internal
Hegel describes "the existence of spirit in
freedom, and thereby presenting itself to
space and time as the passage through 'a
itself for itself" (Derrida 1982: 76). The
gallery of images'" which "will have been
removed from ... the pit and eventually set
up in the exhibition hail; the pyramid in
play of signification supposedly stops in
the museum by a final move of memory,
tuming time into space and past into a
vvhich self-consciousness is preserved
narrative bearing a full-stop at its closure,
will have been reconstructed in the
demarcating its very finitude.
vvorkshop or apotheca of a museum"
The Times Capsule, a museal object
(Krell 235, emphasis added). Krell
already, thus attempts to overcome the
responds to the metaphor of exhibition
Hegelian enigma involving the joumey of
hail as the final stage of spirit's voyage
spirit. It stops the journey before it starts
by saying that the content or reserve of
in a naive gesture of representing the
this exhibition is never final for it "is
spirit of our times by short-cutting the
22 • iletişim : araştırmaları
long process of interiorization and
Obviously, a couple of hundred years
exteriorization. The time capsule assumes
were not enough to stop representational
to have stopped the flow of time before
time, that is, the time that allows us to
even the most primary starter of
cali ourselves "we." Thus, opening the
interiorization, before perception. It
time capsule of early industrial period we
assumes that it has placed mere things
inside, so that things, after a giant lapse
only recognized our own trace, the trail
in time, will act as things-as-messages. In
this assumption, the idea of time capsule
the American flag has not changed
borrovvs ideology from museum. Our
thinner and panty hoses fancier. We
story, however, does not end but start in
recognized that we only addressed to
the museum.
ourselves as we have alvvays been ali
that "our things" left behind: the Bible or
drastically but condoms certainly got
along. Now, with the Times Capsule, we
Apocalypse
Pyramid, mausoleum, museum,
hope that one thousand years might stop
representation, that such an enormous
period of time will do the job and we
exhibition hail ceaselessly appear in the
really, this time really. This time we will
metaphorics of the Hegelian semiology
have forgotten that we have buried a
and its consequent analyses. YVhy? What
time capsule, that we will be different,
is the significance of these spaces which
that things vvill finally teli their (our)
seem to have a particular relation with
story without the intervention of the
time and temporality? VVhat does time
symbolic. Here, the "we" collapses with
capsule prohibit, proclaim, and rule?
"them," that is, with our temporal others
These questions must, finally, bring us
as I have already mentioned when I
back to the exhibition halis of the
American Museum of Natural History,
and to The New York Times Capsule
Exhibition where our newest time
raised the issue of the domestication of
time.
It is clear that there is an implicit
capsule, The Times Capsule have found
expectation as to the sameness of the
itself a final resting place. It is my
addressee of time capsules, a kind of
contention that the capsule actually never
brotherhood or kinship, or of co-
rests, for despite the abundance of
sensibility that, upon the recovery, our
literatüre consisting counter-
descendants vvill immediately recognize
argumentation, neither museum, nor the
the motive behind placing that "thing"
musealized contents of the time capsule
under the ground and start leaming
ever bear a final meaning.
about "us." On the other hand, as the
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 23
failure of ali the previous time capsules
part of the nineteenth century and
phenomenally suggest, there is also the
lurking vvell into the tvventy-first. The
expectation that something will
end of cold vvar vvith the so-called victory
happen—vvill have to happen—betvveen
of "the free vvorld" did not, hovvever, put
our now and the future that they, our
an end to the apocalyptic dreams. The
descendants, vvill leam something about
dreams of an apocalypse have been and
us, something that they vvill have not
vvill alvvays be present albeit in forms
already knevv. This thing that is
other than a nuclear disaster: to name a
supposed to happen in betvveen, that is,
fevv, there is the global threat of
betvveen the time of burial and recovery,
terrorism, the so-called Y2K syndrome,
must be of a certain force that vvill be
the "digital gap" hypothesis, a
exerted on memory. It must be
devastating vvorldvvide economic
something capable of erasing the
depression, the nuclear vvinter or global
cumulative effect of semiosis tuming
vvarming, the Time Wave Zero scenario,4
minds into a blank sheet of paper,
the "end of history" theses along vvith
something of the scale of an apocalypse.
"the clash of civilizations," or the Matrix
Thus the motive for burying time
paranoia involving an apocalypse in
capsules must be sought in the
"alvvays-already" format ete., most of
fundamental temporal anxiety and
vvhich are, in fact, fundamentally
insecurity resultant of "being-tovvards-
technology-related. It is of no surprise
death": the fear of getting lost in the
that after nearly 10,000 time capsules
infinite temporal flux. It should be noted
buried, a great majority of vvhich were
that despite attempts to expand the logic
lost forever, the Times Capsule fancies a
of "time capsules" to the universal scale,
mission for the year 3000 again on the
and despite arguments to describe it as a
basis of a technological fear. Michael
"human practice in general," the creation
Pollan, quoting Danny Hillis, an inventor
of a time capsule as a deliberate message
of parallel-processing computers,
to future generations is uniquely an
recognizes the challenge of the last time
American practice. The existential arodety
capsule in terms peculiar to our epoch:
takes a concrete form in the American
our epoch is characterized by the notion
psyche vvhich endured a Cold War
of "digital gap," vvhich arises out of the
tainted by the fear of nuclear
fact that for the first time in history, "the
annihilation. The deliberate message is
basic creations of civilization are being
thus about the apocalyptic dreams
stored on media that vvon't last a
haunting the American psyche for a good
lifetime." In this respect, The Times
24 • iletişim : araştırmaları
Capsule appearing as an aestheticized hi-
become a historical event, a museum
tech device, feeds on fears of Judeo-
display, an exhibition titled Capturing
Christian eschatological "end of time,"
Time: The Nem York Times Capsule at the
and itself provides hopes for a utopian
American Museum of Natural History.
ethos, "a sensibility in vvhich ali roads
The museum is chosen to be its final
lead ultimately to paradise," vvhich is
"burial chamber" rather than an
nothing but only one of "the pseudo-
unidentified burial ground as it has been
secularized version of the apocalypse"
the case for previous time capsules.
(Harrison). While the apocalypse is
expected to end time as we know it (just
like Y2K bug ended time as the Computer
failing to recognize the year 2000 knevv
it), a new temporality flourishes after it.
Let us, for the sake of the argument,
assume that the assumption is not
refuted, and that there is yet another
option. Let us assume that the time
capsules can indeed "serve as an
How to explain this paradox of
ambassador to future generations" and
vvanting to be the same and different at
carry a message to our temporal others,
one and the same time? Same enough to
to those vvho are same as, and at the
share the code in the year 3000, different
same time, different from us. Let us, for
enough to get shocked? But is not this
the moment, consider the option of
paradox deserve to be called a paradox
difference. VVhat is it that vve expect, then,
only to the extent that we buy into the
to intervene betvveen novv and then,
promise of time capsules? That is, they
(can) send messages via the things across
time? If we (and indeed we intend to)
refuse this assumption, vvould not the
paradox vanish? In vvhich case, we
remain vvith only one option vvhich is
that the time capsule is precisely
autobiographical, narcissistic, and
erasing out the intervention? Hovv on
earth vve vvill be able to forget vvhat have
vve been devicing one thousand years ago
so that vve vvill justifiably assume to be in
a position of remembering? Assume that
vve vvill have remember?
I am trying to figüre out the nature
totalitarian and fulfill a function only for
and povver of the intervention erasing out
the time of burial, that is, the subjective
ali the traces that things leave behind,
time of the civilization vvhich device up
erasing ali the representations that turn
such a device. For the first time in the
things into objects of a particular
history of time capsules, a time capsule is
civilization. Something vvith some povver
not buried immediately after it vvas filled
to make us forget, to stop us from using,
up and sealed. The Times Capsule has
thinking, philosophizing... Something to
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 25
intervene to make us unable to re-
Pentagon, the dynamiting of two
member, just as we have forgotten the
Bamiyan Buddha statues in Afghanistan,
ancient civilizations, pre-historic
the Oklahoma City bombing, and the
creatures, or "dead" languages. Perhaps
controlled implosion of the Pruitt-Igoe
something in the capacity of an
Housing project in St. Louis. Our
interstellar collision, a meteoroid hitting
reference will be, without doubt, Andreas
the earth, or the domino effect of a series
Huyssen and his vvork on the
of nuclear explosions. Something
monumental voids, or the voids (vvhich
apocalyptic as we said. According to the
can be?) called a monument (Huyssen
Press Release of Times Capsule, we have
1995; 1997; 2002).
every reason to have an apocalyptic
dream since "after lifetimes of millions or
billions of years, ali individual stars
eventually exhaust their nuclear fuel and
die. Some destroy themselves in
There is an undeniable tension
betvveen remembering and forgetting of
past events that involve man-made
catastrophes like the Holocaust or the
dovvning of the Tvvin Tovvers. We are
cataclysmic supernova explosions."
told by the Science of psychology that we
Hovvever, we have other and more
have to remember and re-construct past
concrete reasons than cataclysmic
traumatic events in order to be able to
supernova explosions to have apocalyptic
deal vvith the horror and the psychic
dreams. I am talking about disasters in
damage inflicted by them. In other
the making that mark the millenium.
vvords, vve are invited to remember the
event vvhich caused the trauma and
Void
We need to öpen a parenthesis here to
vvhich, at the same time, might have
caused amnesia ("repressed memory" in
psychoanalytical terms). Hovvever, vve
discuss the notion of apocalyptic void
also vvant to forget the traumatic event
before dealing with the void in time
for it has such an immense haunting
capsules. The terms like apocalypse,
force that could prevent one to function
remembrance (and forgetting), and void
"normally." These tvvo forces, forgetting
form an immediate and disturbing
and remembrance, alvvays stay in an
affinity vvith a number of contemporary
uneasy and conflictual relation vvith each
events involving apocalyptic decisions
other, one engendering an abysmal need
and post-apocalyptic constructions, ali
for the other. We forget but vve knovv (or
tied up with void and remembrance: The
are subconsciously urged) that vve have
dovvning of Twin Tovvers, the "hole" in
to remember to get healed, and vve
26 • iletişim : araştırmaları
remember but we want to forget since
name of "Nazi," The Martyrs of
remembering hurts. The process goes on
Dardanelles, the name of "ANZAC"?
ad infitıitum.
How can one avoid the ili memory, or
When it comes to larger groups, or
the entire community or race, the issue of
remembrance and forgetfulness gain a
further dimension vvhich can be called
the specter of terrorists while looking up
at the monument to be erected for the
victims of "nine/eleven"?
The difficulty involved here is, as
memorialization. In order to remember the
stated in the context of the
event and mourn the void left behind by
phenomenology of time, that re-
the dead people, we construct
presencing does not involve any rules,
"memorials" like the Vietnam VVar
nor can anyone construct a selectively
Memorial in VVashington DC, The
patterned remembrance, or forgetting for
Martyrs of Dardanelles Memorial in
that matter. Unless, of course, one
Çanakkale, Turkey, or the Jewish
forcefully and with a totalitarian attitude,
Museum in Berlin. The abysmal tension
makes his way out of this dilemma. The
betvveen remembrance and forgetting
nearly universal practices and habits of
acquire a further complication in the case
selective memory and memorialization,
of the public memorials. How can one
including but not limited with those that
represent the loss or the void created by
the traumatic event vvithout doing
injustice to the memory of those who
died and left behind a void? Can the
presence of an object (a monument for
instance) re-present the absence in such a
way that it allovvs us to reconstruct the
catastrophic dimensions of the event?
More importantly, how can we assign a
name to the void, a name that belongs to
presence such as "Vietnam," "Jew," or
"Türk," so that its re-presentation
address exactly to those whom the
happen in the realms of historiography,
iconography, and museology, share the
common desire to exclude, mark off, and
repress the other in favor of "us." Stili,
hovvever, the dead who are deemed
worth-to-memorialize is constituted by
the unworthy (the enemy, the infidel, the
non-human, ete.), and by the evil acts of
the unworthy, that the traces of void
haunt the memory and, in a sense,
deconstruct the "intended message."
This is exactly why Huyssen
monument-object is dedicated?
proposes, or rather "quixotically vvishes,"
Disturbing as it may, does not Vietnam
to keep the void as it is. Keep the void
VVar Memorial glide in the name of
left behind the Tvvin Towers for a period
"Vietcong," the Jewish Museum the
of time, for example. For him, "neither
Nâlçâoglu • Remembrance of Things Present:... • 27
rampant nationalism nor the raw
critically intervene any attempt to justify
emotions of injury and anger have ever
this or that version of historicizing or any
produced persuasive monumerıts or
general truth claim for that matter.
memorial sites in urban space" (2002:10,
emphasis added). The suggestion to keep
the void as a void for a period of time
sounds (to the author) "quixotic" for a
reason. Because the void is proliferative;
it calls for contemplation. Void does not
anchor any particular meaning but
encourages one to contemplate on the
The "quixotic" wish to protect the
voids of Twin Tovvers, the Bamiyan
Buddha statues, or the Postdamer Platz
in reunited Berlin are, bound to remain
as a vvish and there certainly is no
possibility to convince any public
authority to realize it. The "real" forces of
multiple layers of meaning and multiple
our epoch obsessed vvith memory and
symbolisms it embraces as it is exactly
memorialization is not tolerant of any
the case for the Twin Tovvers—what was
voids in the midst of profit oriented
the symbolic articulation of Twin Tovvers
before their destruction? Global
spaces. Postdamer Platz is one example.
capitalism, finance Capital, phallus, global
inequality, the New York City, ete. The
there is this one kilometer long
global capitalism taking över urban
In the middle of a önce divided city,
void would allovv us to keep the avenues
vvasteland, an urban vvilderness, an
of meaning öpen. This is, again, why
urban void to be exact, vvhich is
Huyssen, pondering on the destroyed
irresistibly calling for "development."
Bamiyan Buddha statues, takes comfort
The German-Jevvish arehiteet Daniel
"in the fact that in the back of the cave,
Libeskind's reaction to the intolerance to
the human outline of the destroyed
void is striking:
statue is stili visible" (2002: 13). The idea
is that nothing can better re-present the
irreplaceable loss of thousands of years of
cultural heritage, along vvith the regime
that destroyed it, than its own void.
The negative epistemology of the
void resists anehoring of meaning, as it
should, since the disappearance of the
thingly dimension of objects does not
mean the disappearance of the symbolic
realm it fed on önce. The void proteeted
as void vvould enable the gaze to
Take the öpen area at the Postdamer
Platz. 1 suggest a ıvilderness, one
kilometer long, ıvithin rvhich everything
can stay as it is. The Street simply end in
bushes. YJonderful. After ali, this area is
the result oftoday’s divine natural law:
nobody wanted it, nobody planned it, and
yet it is firrnly implanted in ali our
minds. And there in our nıinds, this
image of Postdamer Platz void will
remain for decades. Somethiııg like that
cannot be easily erased, even if the ıvhole
area is developed. (Quoted in Huyssen
1997: 73)5
28 • iletişim : araştırmaları
What is it that produces the void? The
preserve of it? These questions are
question itself attests to an oxymoron for
answered in Libeskind's uncanny
void is, by definition, opposite of
structure, completed in 1997, resembling
production. However, if a bomb destroys
a strange warehouse built in the form of
a building, what produces void is not the
a long zigzag vvith unusual angles. The
bomb but the erasure of the thingly
architect describes the thought behind
dimension of an object leaving behind
this space as a "simple" one: "to build
the system of signification mixed vvith
the museum around a void that runs
the forces of remembrance. So, in a sense,
through it, a void that is to be
the void is not altogether empty nor can
experienced by public" (85). The
it be called non-productive. The difficulty
particular historical experience of the
of understanding void involves the
extermination of one race, for the
representational regime of a given
architect, cannot be re-presented since the
culture that declares void as negative, as
historical presence of such an event
an emptiness which must be filled. There
ref.ects an absence, a void. In this void,
is the example of Berlin Jewish Museum
Reason declares itself the supreme ruler
designed by the same architect, Daniel
and ımplements an elaborate program for
Libeskind, vvho seems to be very fond of
the elimination of its Other.
voids.
The architect of this project, Daniel
Neither during the time of the
(ir)rational act of Holocaust, nor
Libeskind, defines "lack" or "void" as
aftervvards such an act could find itself a
one of the starting points of his
proper place in the collective psyche and
"deconstructivist" and unusual design of
the memories of the nations involved.
the museum (Libeskind 84). The void in
This statement, for Libeskind, does not
this particular instance symbolizes a
contradict vvith the fact that Holocaust
specific segment of history, namely the
has been extensively memorialized.
Holocaust, which cannot be adequately
Therefore it is a "museum for no
represented by things, images or words.
museum," a space that does not
The unrepresentability of Holocaust is
encompass anything, for vvhat is
precisely a product of its unthinkability,
represented is un-re-presentable. For the
its destructive yet efficient productivity
architect, this should be a space that
and the space it occupies in the collective
stands for absence since a great portion
psyche of German and Jevvish nations.
of Berlin's Jevvish population is erased
How can one memorialize an act like
from the memories quite literally.
Holocaust? VVhat would one want to
Libeskind points out instances of similar
Nalçaoğlu• Remembrance of Things Present:... • 29
nature such as the destruction of
the kind of void it involves in relation to
Nagasaki and Hiroshima that constitute
other voids briefly discussed so far.
other points of repression from the
Secondly, we also need to understand the
memory of Reason.'1
The voids we have considered so far
took tvvo distinct but related forms: the
practice of getting rid of the void in favor
of a certain identity claim.
Curiously enough, the void of time
ones that emerge out of destruction and
capsule incorporates a double gesture of
the others as an intentional construction,
acknovvledgement and denial of the
vvhich, in the end, purports to bear a
notion of inheritance. On the one hand,
deconstructive gesture regarding forceful
the idea of time capsule acknovvledges
or violent replenishment. Both forms
the nature of historical inheritance that it
implicate the significance of a "politics of
is alvvays a promise "to an öpen future ...
void" either in terms of a resistance
due to the productivity of repetition"
against the violent act of anchoring a
vvhich is "necessarily plural" (Fritsch
stable meaning and a particular
295). We see this in the apocalyptic
exclusionary replenishment, or the very
expectation or desire on the part of those
construction of void itself—an act of
who contrive the time capsule. The
conscious imprecision as to vvhat
temporal order of modernity involves a
meaning(s) should fiil the void. What
past, a present, and a future analytically
political status, in this picture, does the
time capsule attain?
forming a consecutive string in vvhich
the subject seems to be trapped in the
middle. The ethico-political translation of
As we have already remarked, the
such an order reads as follovvs: vve inherit
time capsule is a device (a vessel) vvhich,
and must be respectful to our ancestors,
on the level of intentionality, "sends" the
and vve project and thus construct a
so-called things-as-messages to the
future vvhose inhabiters must knovv and
future, and on the unconscious level
must respect us. Obviously, as Derrida
"sends" a void (time capsule itself as the
remarks in Specters ofMarx, that the
void) to the future. The first conclusion in
process of respect, responsiveness and
terms of the operation of the void in the
responsibility involves a high degree of
context of time capsules has already been
selectivity, a "transformative filter" in his
reached: the time capsule is a political
terms (1994: 87), regarding our temporal
device par excellence. Then, vvhat kind of a
others in the past. We are doomed to be
politics is involved here? To ansvver this
irrespective to our ancestors because of
question we need, first of ali, to identify
the necessarily plural vvays of
32 • iletişim : araştırmaları
moderns' peculiar relation vvith the past:
civilizations. It is, in a sense, a discipline of
"it [museum] enables moderns to
fate, a body of knovvledge devoted to the
negotiate and to articulate a relationship
resurrection of past on the basis of
to the past that is alvvays also a
thingly traces. An artifact dug out from
relationship to the transitory and to
belovv the ground is tediously studied to
death, our own included" (1995:16).
be made into an "ancient object" in such
In the context of time capsules,
however, we vvitness a twisted approach
to representation and memory since its
direction is to the contrary of the "usual
mechanisms." As the obsession vvith
a vvay as to reconstruct its exact date,
utility, value ete. That is to say, "a thing"
vvhose status is barely "an archeological
object" is tried to be returned back to its
so-called "original status," to its
memory in late modern times glorify
objecthood vvhich vvas established by
museums as, to çite Huyssen's phrase,
aetual people who lived in the past.
the new "mass medium," the time
In many respects, archaeology (and to
capsule appear to direct its reach tovvards
a certain extent, paleontology) constitute
the future as a medium vvhich is neither
a perfect model for the ideology of the
"mass" nor "interpersonal." As indicated
time capsules. The New York Times
before, time capsules displace the subject
author Jack Hitt is keen to observe in
in time and try to visualize the present
Thornvvell Jacobs' Crypt of Civilizations
from the perspective of the future. This is
an attempt to "supply the future ... vvith
precisely what I cali an attempt to
our own prefabricated ruins," on the
eliminate fate and trespass the
basis of Jacobs' own deseription of
anthropological limits set by historical
creating a time capsule as "our
contingency.
archaeological duty." Thus the time
There is, of course, a massive
literatüre on the vveakness of the subject
capsule, hovvever pathologically, tries to
provide evidence (or trace) to the future
against time, from Fichte and Hegel to
archaeologist, and does this in such a
Freud, and from Heidegger to Derrida,
vvay as to eliminate contingency. In a
but the symptomatic evidence of this
sense, the logic of time capsules direets
utter vveakness comes mainly from under
and Controls the attention of future
the ground in the form of ruins. It vvould
archaeologists, making their job a little
not be a gross exaggeration to say that
easier by planting evidence. If this is the
archaeology as a discipline continually
"logic," so to speak, vvhy, vve may ask,
vvitnesses the so-called "ravages of time"
are the time capsules buried under the
and its destructive impact on the
ground? Is this simply a gesture
Nalçaoğlu• Remembrance of Things Present:... • 33
borrovved from "reverse archaeology," on
its unmistakably American location, time
the basis of the fact that archaeologists
capsules oftentimes raise issues of
usually find things by digging?
"humanity" and "time in general" vvhich,
The arche of archaeology is concemed
vvith locating an origin, an initial instance
to a particular place. In this respect,
archaeology is a discipline of locale as
önce again, marks its exclusionary
attitude. The geopolitics of a designated
past, vvhich is the here and novv of the
American geopolitics today, clearly
much as it is a discipline of cultural
determines the idea of burying a time
objects. Time intervenes betvveen
capsule. Fate of humanity, in this sense,
civilizations, and the objects remain as
is juxtaposed vvith the fate vvhich is (or, is
traces of the past; but objects always
thought to be) shaped by the very
remain in a particular place vvhich is
American fear of modernity's dovvnfall.
recognized as the locale of civilization. In
The dovvnfall of modernity certainly has
this context, it is possible to talk about a
a resonance vvith Judeo-Christian
geopolitics o f the past which is not at ali
eschatology, and vvith a general
dissociated from contemporary
metaphysics of presence peculiar to the
geopolitics (just think of the practice of
YVest.
digging up the graves to understand
vvhich ethnic group has the right to the
land inhabited today). The debate around
the question "who owns the past?"
Beyond
Passing the message of civilization
haunts archaeological practice today,
across time and across fate marks the
vvithout generating any easy and
grand objective of time capsules. I tried
universally justifiable ansvvers. VVe can
to entertain the idea in this article that
reformulate the question in a slightly
the "grand objective" borders foolishness.
different format vvhich is more
It, hovvever, also bears signs of vvisdom.
appropriate to our own discussion: does
It is foolish in many respects but above
(the passing of) time universalize?
ali because it reflects the hopeless desire
As our preceding discussions on
to remain same through time. Time
semiological sign and time demonstrates,
capsule is foolish because of its
the time capsule (and specifically The
misrecognition of the uncanny nature of
Times Capsule) ansvvers this question in
things; the thing is alvvays already
the affirmative. Hovvever, despite its
foreign to us no matter hovv close we are
uniquely cultural-specific and
to them in our everyday lives. Yet the
autobiographical character, and despite
sincere belief in, and the emotional (along
34 • iletişim : araştırmaları
with material) investment for them make
thing in order to undo the catastrophic
up time capsule's vvisdom. An
spell of things" (Qtd. in Taussig 316).
"American vvisdom" to be sure, marked
Benjamin's insistence upon the
vvith the belief in things, in the
disappearance of subject in the jungle or
materiality or the thingliness of things, as
constellation of things resonates vvith
representatives of culture, and of
Blanchot's notion of "subjectivity vvithout
everyday life. It is almost possible to hear
any subject" on the horizon of disaster
the cry: we, the ordinary Americans,
(30). The disappearance of subject is also
vvere here, imprisoned in our thingly
the case in the logic of time capsules for
lives vvithout understanding its nature.
vvhich "message" is preceded by the
Thus vvisdom also surges in the
expectation or the recognition of a grand
unconscious acknovvledgement of utter
disaster. It is exactly for this reason that
vveakness against the flux of time despite
vve should "misunderstand" time
the time capsule's foolish struggle to
capsules, as Adorno önce remarked,
freeze it in an eternal presence. Michael
"misunderstandings are the medium in
Taussig asks a question that merges
vvhich the noncommunicable is
foolishness and vvisdom:
communicated" (232). The
Hoıv is it that the distinction betıveen
subject and object, betıveen me and
things, is so crucially dependent on life
and death? Why is death the harbinger
and index of the thing-world, and hoıv
can it be, then, that death aıvakens life in
things? Över there, death, the graveyard
where things erupt like gravestones, the
entity-place. (305)
Inspired by Sylvia Plath's poetics of
(un)intentional nature nıorte created by
the time capsules can thus be read as a
virtuous act vvithout the subject (vvithout
the editors of the New York Times for
instance), an act vvhich drevv Benjamin to
the vvorld of commodities, to the Paris
arcades or the VVorld's Fair. The
misunderstanding of the message of time
capsules and the misunderstanding of
death, the question itself offers the
"time capsules as messages" is an
ansvver. Death comes out in life in the
opportunity to understand our era for
form of things vvhich become things
vvhich "stopped motion and frozen
proper, only after, only beyond life. In a
trauma" has become the primary
sense, death is alive in things; we pass
metaphors (Boyne 42).
avvay, they stay in this or that form, in
the form of ruins or relics. Maybe
Adorno's "prescription" for Benjamin is
the real ansvver: "the need to become a
Nalçaoğlu • Remembrance of Things Present:... • 35
Notes
1 Many designers and architects vvho entered the
design competition of The New York Times
Capsule envisioned their capsule to be buried in
the Central Park despite the fact that the vvinning
design is meant to be "safeguarded" in the
American Museum of Natural History,
VVashington DC. Apparently the impossible
bureaucracy of the city authority does not permit
anything to be placed in the Central Park vvithout
proper permissions to be taken from at least
tvventy different and oftentimes contesting local
government offices.
2
To Thornvvell Jacobs' time capsule called Crypt
o f Civilizations (an abandoned svvimming pool
converted into a time capsule to be opened in
May 28, 8113), Albert Einstein has contributed
with the follovving statement: "... people living in
different countries kili each other at irregular
time intervals, so that also for this reason anyone
who thinks about the future must live in fear and
terror."
3 It is striking to notice that the seemingly
insatiable Westem desire to "resolve the enigma
of the Egyptian Pyramid" has the same structure
vvith the apocalyptic desire to create a time
capsule, a pyramid-metaphor to be unfolded by
the "future generations."
"Time VVave Zero is a series of mathematical
formulae based upon the King VVen sequence in
the I Ching, developed by the brothers McKenna
in their 1975/1993 book ln visible Landscapes:
M ind, H allucinogens, and the I Ching. According to
their calculations, at the end of the year 2012 we
will encounter what Terence has altemately
called the tremendum, the transcendental object,
and the historical object; a material accretion of
ali events past, present, and future —history
made manifest" (Harrison).
4
5 Of course, as Huyssen remarks, the "divine
natural law" is hardly "natural." The Postdamer
Platz is created by "the saturation bombings of
1944-45, which left little of the old Postdamer
Platz standing; the building of the vvall in 1961,
which required a further clearing of the area; the
tearing down of the vvall in 1989, vvhich made
this vvhole area betvveen the Brandenburg Gate
and Postdamer Platz into that prairie of history
that Berliners quickly embraced" (Huyssen 1997:
73, 75)
6 In his response to Libeskind's speech, Jacques
Derrida implicates an imaginary museum in
Jerusalem analogous to Libeskind's, alluding to
the repression caused by the Israeli occupation
(Derrida "Response" 93).
Very briefly summarized, the dominant regime
of representation is that vvhich attempts to
eliminate the barrier betvveen res cogitans and res
extensa. The contents of mind belongs to,
originates from, and a result of things in the
outside vvorld via the mediation of perception.
Thought, in return, reflects or re-presents the
origin but vve can never be sure of its exactitııde
as to vvhether or not the reflection is just or
"truthful" to its source. In order to make sure
that the inside and outside of the mind matches,
that thought and being are adjusted, vve need to
examine the very process of representation vvhich
might take several forms. Speech, for instance, as
the first step of externalizing the thought must be
taken as the most truthful instance of the
adjustment of thought and being. Any further
modalities of representation, vvriting for instance,
vvill imply a derivation and therefore a possible
contamination. The logic of time capsules (along
vvith any traditional museum display) perverts
this process of consecutive contamination by
alluding to the things-themselves, to the püre
form of thought, to the very origin of thoughts,
to the atemporal base vvhere vve cannot speak of
the subject or objectification. Obviously this is a
naive attempt because of the "uncanny nature of
things" vvhich can be understood as the
fundamental problem of time capsule. As soon as
one contrives the thing-itself, the thing gets
objectified, ceases to be a thing-in-itself, and
therefore a thing-as-message is an impossibility
for it has alvvays already entered into the realırı
of the symbolic. The rest can be seen as a futile
trial of "damage control" involving the idea that
burying the thing-as-message vvould result in a
forced /forged forgetfulness. The "damage
control" also involves the idea that in a subjectless temporality the process of objectification and
representation, and thus semiosis vvould stop.
7
36 • iletişim : araştırmaları
Works Cited
Adorno, Theodor (1990). Prism s. Trans. Samuel
and Sherry VVeber. Cambridge, MA: The
MIT Press.
American Museum of Natural History.
"Capturing Time: The New York Times
Capsule." Press Release. www.amnh.org.
12/01/2003.
Harrison, Mark (2000). "The VVorld Will End in
the Year 2000, er, 2012, Or, History
Revealed." Bad Sııbjects (48).
http: //eserver.org/bs/
Heidegger, Martin (1971). "The Thing." In Poetry,
Laııguage, Thought. Trans. Albert
Hofstadter.
New York: Harper and Row. 165-182.
Baugh, Bruce (2000). "Death and Temporality in
Deleuze and Derrida." Atıgelnki 5(2): 73-83.
Huyssen, Andreas. (1995). T ıoilight M em ories:
M arking Tim e in a C ulture o f A m nesia. New
York and London: Routledge.
Bielik-Robson, Agata (2000). "Bad Timing: The
Subject as a Work of Time." A ngelaki 5(3):
71-91.
Huyssen, Andreas. (2002). "Twin Memories:
Afterimages of Nine/Eleven." G rey Room 7:
8-13.
Blanchot, Maurice (1995). The W riting o f the
D isaster. Trans. Ann Smock. Lincoln:
University of Nebraska Press.
Huyssen, Andreas. (1997). "The Voids of Berlin."
C ritical Intjuiry 24: 57-81.
Boyne, Roy (1999). "Crash Theory: The Ubiquity
of the Fetish at the End of Time." A ngelaki
4(2): 41-52.
Derrida, Jacques (1991). "Le Facteur de la verite."
In A D errida Reader: Betmeen the Blinds,
Peggy Kamuf (ed.). New York: Columbia
University Press. 463-483.
Derrida, Jacques (1982). "The Pit and the
Pyramid: Introduction to Flegel's
Semiology." In M argins o f Philosophy.
Chicago: The University of Chicago Press.
69-108.
Derrida, Jacques (1987) T he P ost Card: From
Socrates to Freııd. Trans. Alan Bass. Chicago:
University of Chicago Press.
Derrida, Jacques (1992) "Response to Libeskind."
R esearch in P henom enology 22: 88-94.
Derrida, Jacques (1994) Specters o fM a r x . Trans.
Peggy Kamuf. New York: Routledge.
Fritsch, Matthias (2001). "History. Violence,
Responsibility." R ethinking H istory 5/2: 285
304.
Krell, David Farrell (1990). "Of Pits and
Pyramids: Hegel on Memory,
Remembrance, and VVriting." In O f
M em ory,
Rem iniscence, and VJriting: O n the Verge.
Bloomington and Indianapolis: Indiana
University Press.
Libeskind, Daniel. (1992) "Between the Lines:
The Jewish Museum, Berlin." R esearch in
P henom enology 22: 82-87.
Livermore, Beth (1999-2000). "The Way We Are."
N atural H istory 108(10).
Pollan, Michael (1999). "Our Time." The N ew York
Tim es, December 29,1999.
Schwenger, Peter (2001). "VVords and the Murder
of the Thing." C ritical Inyuiry (28): 99-113.
Taussig, Michael (2001). "Dying Is an Art, Like
Everything Else." C ritical Inyuiry (28): 305
316.
VValdenfels, Bernhard (2000). "Time Lag: Motifs
for a Phenomenology of the Experience of
Time." Research in P henom enology 30:107
119.
37
Althusser ile İdeoloji Üzerine
Yapılamamış Bir Söyleşi
M e tin K azan cı
An Unrealized Conversation
with Allthusser on Ideology
Abstract:
Özet:
Althusser'in ideoloji kavramsallaştırması, ideolojinin
çağlardır sürüp gelen geleneksel tanımlarından, algılanma
biçiminden tümüyle farklıdır. Oluşumu, işleyişi ve etkisi
açısından Althusser'de ideoloji, bireyden önce
kurgulanmıştır. Belirli araç ve yöntemlerle insanı etkileyen
en önemli toplumsal araçlardan biridir, ideoloji hep vardır
ve bir ortamı ifade eder. Bu nedenle onun tarihi yoktur.
Tıpkı estetik gibi, isim koymadan başlayıp, gelenek ve
göreneklerle devam eden ideolojik oluşum ve etki, bireyi
tüm yaşam boyu denetlemektedir. Yine ona göre, ideolojinin
oluşumu maddidir. Fakat onu basit maddi varlık düzeyine
indirgemek yanlış olur. Althusser'in deyimiyle ideoloji bir
kaldırım taşı değildir. Althusser'in yorumları günümüzde de
geçerliğini korumaktadır. Onun tezini çürütmek isteyenlerin
hiçbiri tutarlı ve geçerli gerekçeyi henüz bulamamıştır. Kitle
iletişimi ile uğraşanların Althusser'i sık sık yeniden
düşünmeleri, yeniden yazmaları çok yararlı olacaktır.
Althusser's conceptualization of ideology is completely
different than conventional definitions, types of
perceptions continuing since ages. The ideology in Altusser
in terms of formation, functioning and effect is
conceptualized before the individual. İdeology via certain
means and methods is one of the most important means
influencing the human beings. İdeology is alnays
omnipresent and means an atmosphere. That's why it has
no history. Just tike aesthetics. İdeology formation and
influence starting v/ithout naming, continuing with
traditions and customs monitors the individual throughout
his/herlife. According to him, formation of ideology is
material. But it is worng to reduce it to the material level.
According to Althusser, ideology is not a curb stone.
Althusser's interpretations maintain its validity on present
day. Non of those who try to invalidate his thesis couldn't
find yet any valid and reliable rationale. İt will be valuable
for them to rethink and rernite about Althusser.
ile tişim : a ra ştırm a la rı • © 2003 • 1(2): 37-54
38 • iletişim : araştırmaları
Altlıusser ile İdeoloji Üzerine
Yapılamamış B ir Söyleşi
Louis Althusser'in (1918-1990) ideoloji
Althusser'de ideoloji hayat pratiğidir.
ile ilgili çalışmaları daha önceki bir yazıda
Hayatla birlikte başlar. İdeolojiyi bireye
da belirttiğimiz gibi son derece önemli ve
yüklemenin yolu ve yöntemi sistemin
kalıcı nitelik taşımaktadır (Kazancı, 2002:
kendi içinde vardır. İnsana ideoloji yükle­
55-87). Yaklaşımı, vardığı sonuçlar irdele­
me adeta otomatik yani kendiliğinden ça­
me yöntemi ve vizyonundaki genişlik,
lışır. Marks'ın Kapital'de ideolojiyi tanım­
onu özellikle iletişimle ilgili çalışmalarda
lamak için söylediği "bilmiyorlar ama ya­
bir yana itmeyi önlemektedir. İdeolojinin
oluşumu ve toplumsal rolü ile ilgili ortaya
koyduğu gerçekler ve vardığı sonuçlar
bugün de tazeliğini ve geçerliliğini koru­
maktadır. Ancak ideolojiyle böylesine
önemli bir biçimde uğraşmış olmasına
karşın Althusser'in kitle iletişim araçlarıy­
la ilgili görüşleri ve çalışmaları son derece
sınırlıdır ve birkaç paragrafa indirgenecek
pıyorlar" cümlesi, aynı geçerliği Althus­
ser'de de bulmaktadır. Yine Marks, işçile­
rin kendilerini, kendilerine ait olmayan
düşünceler aracılığıyla anlamaya zorlan­
dıklarını, itildiklerini söyler. Althusser'de
bu durum bir sonuç olarak doğrudur. An­
cak O'na göre süreç farklı işlemektedir.
Çünkü ideolojinin oluşumuna tüm sınıflar
katılır. Örneğin çağırma her sınıfa özgü­
dür. Böylece yeniden tanımlanan ideoloji
kadar az, fakat özlüdür. Kendisiyle ölü­
toplumsal sistem içinde dışarıdan değil
münden sonra sanal bir söyleşi yaptım.
içeriden işlemekte ve sistemi temelinden
Yanıtlarını daha önce yazdıklarını dikkate
yakalamaktadır (Fiske: 2003, 223). İdeolo­
alarak hazırladım ve bu yanıtlara ben ken­
jinin oluşumu ile ilgili öneri ve saptamalar
di görüşlerimi de ekledim. Sonunda aşağı­
Althusser'de kendine ait ve özgündür.
daki satırlar ortaya çıktı. Söyleşiye geçme­
Egemen ideoloji varlığını ve sürekliliğini
den önce, onun ideoloji ile ilgili görüşleri­
otomatik bilinç yüklemeye borçludur.
ni kısaca özetleyelim:
Yükleme alanı tümüyle egemen ideolojiye
Kazancı • Althusser ile ideoloji Özerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 39
aittir. Karşıt ideolojiler kendiliğinden işle­
güvencesidir. Ayrıca belirli bir isimle çağı­
yen yükleme alanlarının dışında kalırlar
rmışımızla (Tamirci Ahmet Alkan, Müste­
ve kendilerine ancak dış alanda yer tut­
şar Ahmet Salih Korur gibi) yeri dolduru­
maya çalışırlar. Çünkü başka seçenekleri
lamaz, taklit edilemez özneler oluşumuz
yoktur. Egemen ideoloji her şeyi kaplar ve
hem teyit edilir hem güvenceye alınır. Bu
kapsar.
ideolojinin
durumda ideoloji bireylere isim vererek
önemli bir oluşum ayağı olan isim koyma,
Örneğin, egemen
ve bu isimle onlara seslenmeyi, onları ça­
çağırma böyledir. Bunlara gelenek ve gö­
ğırmayı sağlayarak sistemi geleceğe yö­
renekleri, dinsel kuralları da katabiliriz.
neltir ve kendiliğinden kural koyar. Bu
Althusser'e göre her pratik ancak bir ide­
durumda insanlar artık sıfatları olan, sis­
oloji aracılığıyla ve özneler yolu ve bir ide­
temden beklentileri olan, aynı zamanda
oloji çerçevesinde var olabilir. Ve her ide­
sistemin de kendisinden belirli beklentile­
oloji ancak bir özne aracılığıyla ve özneler
ri bulunan özneler durumuna gelmiş olur­
için var olabilir. Yolda rastlayıp tokalaştı­
lar. Bu ideolojik oluşum sürekli tekrar
ğımız bir dostumuzla karşılıklı bu hareke­
eder. İdeolojinin var oluşuyla insanlara
timiz hem bizim onu tanıdığımızı ve ka­
özne (sujet) olarak seslenilmesi bir ve aynı
bul ettiğimizi hem de onun bizi tanıyıp
şeydir. Althusser'in çağırma ve isim koy­
kabul ettiğini bildirdiği anlamına gelir. İn­
madan kastı budur. Çağırma sürecinin ya­
sanlar bu şekilde birbirlerini bir özne ola­
nına, aynı amaca dönük olan rituellerin
rak görür ve ideolojik kabul etme kuralla­
(törenlerin, ayinlerin), geleneklerin, göre­
rını sürekli olarak tekrar ederler. Bu, bir­
neklerin etkisini de eklemek gerekir. Do­
likte yaşayabilmenin ön koşuludur. Bu
ğacak çocuğa kendisini bekleyen özgül ai­
pratik tekrar edilerek yaşam içine girer,
le ideolojisinin etkisi ve baskısıyla, aile bir
vazgeçilmez kural olur. Bu durum Althus­
isim koyacaktır. Özgül aile ideolojisi böy­
ser'e göre başkalarıyla karıştırılmamanın
le bir olayı beklemektedir. Çocuğun bu
40 • iletişim : araştırmaları
olayla evcilleşmesi yani ideolojik sarmalın
ceğimiz koşullara ve bu koşulların oluş­
içine girmesi için ilk adım atılmaktadır.
masına bağlıdır. Yine bu demektir ki, aynı
Daha sonra eğitim, medya vb. bu süreci
silahlarla egemen ideoloji ile mücadele,
tamamlayacaktır.
onu yıkma ya da değiştirme çok zor, hatta
Yine Althusser'e göre ideoloji gerçekli­
ğin bir temsili değil gerçeklikle ilişkinin
temsilidir. İdeolojik etkiye kapılmış, ide­
olojik olarak biçimlendirilmiş birey, ki
tüm insanlar aynı durumdadır, gerçekte
imkansız gibidir. Sisteme karşı gelmeyi
göze alanın karşısında yine sistemin ya­
rattığı ve önemli bir bölümü ideolojik ori­
jinli birçok engel ve zorluk çıkar. Bu nok­
tada bir başka değerlendirmeyi de dikka­
kendileri ve varoluş koşulları arasındaki
te almak gerekir. İdeolojik sistem ancak ve
bağıntıyı değil, kendi varoluşlarıyla ken­
ancak bir başka ideolojik sistem tarafın­
dileri arasındaki ilişkiyi ön planda tutarlar
dan yıkılabilir. İdeolojiyle mücadele yine
(Althusser,1968:210).' Burada bireyin öz­
bir başka ideoloji ile mümkündür. Ancak
nelliği ön plandadır. İdeolojide temsil edi­
Althusser bu konuda kurguladığı siste­
len şey, içerik, ikinci derecede bir ilişki,
min bir gereği, bağımlı bir sonucu olarak
imgesel bir ilişkidir. Bu durumda insan,
ideolojinin hayat pratiği olması nedeniyle
gerçekliği ideolojik kopyalamasının dışın­
değişmesinin olanaksız olmasa bile çok
da algılayamaz. Gerçekliğin yansıması,
zor olduğunu belirtir. Sistemi olduğu gibi
ideolojik oluşumu insanı etki altında tu­
reddeden ideolojilerin zora dayalı, baskıcı
tar. İnsanlar kendi ideolojilerini kendi
olmadıkları takdirde başarılı olmaları, ya­
dünyaları olarak yaşarlar. Demek ki ide­
ni egemen ideolojinin yerine geçmeleri
oloji kendi dünyalarıyla yaşanan ilişkileri­
olanaksızdır. Var olan ideolojinin temelle­
ni içerir. Başka deyişle, ideolojide insanlar
ri esas alınmak üzere kurgulanan ideolo­
kendi varlık koşullarını değil, kendi varlık
jik çaba daha çabuk ve kolay tutunacaktır.
koşullarını yaşama tarzlarını ifade eder­
Yıllardır yaşadığımız siyasi olaylar, eko­
ler. Bu hem gerçek ilişkiyi hem de yaşa­
nomik mücadeleler, savaşlar bu görüşü
nan hayali ilişkiyi içerir. İdeoloji böylece
kanıtlamaktadır. Ayrıca yaşayan ideolojik
insanların kendi dünyalarıyla ilişkilerinin
atmosfer, ortam her yeri kaplamış ve tut­
ifadesidir (Althusser,1968:211).' Dolayı­
muştur. Herhangi bir kişiye, kümeye ya
sıyla ideolojik araçlarla etkilenmiş ya da
da fraksiyona bu alanda boş yer kalma­
işlenmiş kişi, örneğimizde bu belirli bir
mıştır. Bu durum süreklidir. Birey kendin­
toplumun tüm insanlarıdır, ne düşünsel
den önce varolan ideolojinin etkisine mut­
ne de pratik olarak onun dışına taşamaz,
laka girmek zorundadır. İdeoloji bireyden
çıkamaz. İdeolojik çerçevenin dışına çık­
önce vardır ve kendine tabi kılacağı, hük­
ması çok zordur. Bu sapma istisnai diye­
medeceği özneleri beklemektedir. Ege­
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 41
men ideoloji isimlendirme,çağırma gibi
nomik yapı içinde üretim gerçekleştirilir.
yöntemleri kullanarak; eğitim, din, kitle
Sözgelimi, buğday ekip biçmek, buğdayı
iletişim araçları gibi araçların gücünden
un haline getirip ekmek yapmak, onu sat­
yararlanarak bireyin üzerine çökmektedir.
mak bir ekonomik işlev türüdür. Üretim
Ancak bu durumdan birey rahatsız değil­
olayı yani ekonomik çaba belirli maddele­
dir. Hatta memnundur. Çünkü bireyin
ri toplumun gereksinmesini karşılayacak
kendini çevreleyen, içinde yaşadığı ve
başka bir madde haline dönüştürmek ve
varlığını sürdürdüğü ideolojik ortamı,
bunu toplumun kullanımına sunmak ça­
başka ideolojik ortamlarla karşılaştırma
basıdır. Maddi bir olayın adıdır. Bu temel
olanağı yoktur. Zaten toplumun önemli
çaba tüm toplumsal sistemlere özgüdür.
bir çoğunluğuna göre de başka ideolojik
Varlığın vazgeçilmez koşuludur. Yaşa­
ortam yoktur.
mak için üretmek gerekir.
Althusser'e göre ekonomik yapı ve
Toplumsal Oluşumun Ana Öğeleri
Nelerdir?
onun belirleyici gücü toplumsal formas­
Althusser, sistematiğinde üçlü bir ay­
"Majesteleri Ekonomi" yalnızca kendi
rıma itibar eder. Üç ayrı yapı vardır. Her
ayakları üzerinde durmaz. Ona göre belir­
yapının ayrı bir işlevi ve ayrı bir amacı
lenme ilkesi, bir düzeyin, sözgelimi eko­
vardır. Ama birbirleriyle olan bağıntıları,
nomik düzeyin, tüm öbür düzeyler üze­
özellikle ideolojiyle bağıntıları ilginç ve
rindeki belirleyiciliği olarak değil, aynı za­
çok önemlidir. İdeolojinin üstbelirleme
gücü ve misyonu vardır. Yani bir toplum­
sal formasyonda alt yapı önemlidir belir­
leyicidir. Ancak daha sonraki aşamalarda
sözgelimi ideoloji, kendi gücüne dayana­
rak tüm formasyonu etkiler, hatta onların
oluşumunu belirlemeye başlar. İdeoloji­
nin Althusser'e göre yorumunu görmek
için bu üçlü ayrımı, üç ayrı yapıyı ana hatlarıyla belirtmekte yarar vardır.
yon içinde tek başına belirleyici değildir.
manda değişik belirlenmelerin yapılaşmış
toplamı, bunların etkilerinin yapısı olarak
düşünülmelidir. Althusser pratiklerin gö­
reli özerkliği ve son kertede belirleme
kavramının ancak üstbelirleme yaklaşımı
ile açıklanabileceğini ileri sürer. Farklı dü­
zeyler arasında bir kaynaşma ya da geçici
kopukluk olduğu zaman, bunun nedeni
ekonominin kendini ayrı tutup, ayrı gös­
terip ayakları üzerinde dikilip görünmesi
değil, farklı düzeylerdeki çelişkilerin hep­
a. Ekonomik Yapı: Bu yapı ekonomik fa­
sinin tek bir süreç içinde, konjonktür için­
aliyetleri kapsar. Bir maddeyi başka bir
de birikmiş olmasıdır. Öyleyse bu kon­
madde haline dönüştürmek, madde üze­
jonktür tüm öbür kerteler ve etkiler tara­
rinde çalışmak ekonomik bir çabadır. Eko­
fından üst belirlenmiştir. Çok daha önem­
42 • iletişim : araştırmaları
lisi "egemen olarak" yapılaşmıştır (Alt-
dır. Bu oluşum, ideolojik yapı ve çabadır.
husser, 1968:210).
Sistemin bütün özellikleriyle bugünden
b. Siyasal Pratik: Üretim sonucu yani
ekonomik faaliyet sonucu ortaya çıkan
ürünün nasıl paylaşılacağının ilkelerini
belirleyen uygulamadır. Üleşimin ve ilke­
lerinin açıklanıp bunlara uyumun sağlan­
ması çalışmasıdır. Bu uygulamayı siyasal
sistem gözetir. Koyduğu hukuki kurallar­
la bölüşüm sonucu kime ne kadar pay dü­
şeceğini belirler. Sözgelimi, işçi ücretinin
ne olacağını, hukuk kurallarına uymama­
nın cezasını bu çalışma belirler ve koydu­
ğu ilkelere uyulmasını, insanlara meşru
gelen, doğal gelen kuramlarıyla gözetir.
Bunu gerçekleştirmek için de elinde hu­
kuk sistemi, kolluk güçleri, mahkemeler
vardır. Bu işlevler kimin adına yapılırsa
yapılsın, özde anlamı, paylaşımla ilgili ku­
rallara, sistemin kalıplarına uyumu sağla­
manın asıl olduğudur. Ülkenin siyasal sis­
temi, parlamentosu, hukuk sistemi, sendi­
kacılığı, siyasi partileri, kolluk gücü siya­
sal pratikle yükümlü kurumlandır.
c. İdeolojik Düzey: Toplumsal formasyo­
yarma aktarılmasını ideolojik sistem sağ­
lamaktadır. Dönemler arasında bağlantıyı
ideoloji kurar. İdeoloji, sistemi zaman ve
mekan bakımından birbirine bağlayan
adeta bir harç dokudur. Bu harç aynı za­
manda çeşitli düzeyleri de birbirine bağ­
lar. Hatta bu harç, bir süre sonra sıva rolü­
nü de üstlenerek tüm düzeyleri birbirine
bağlamakla kalmaz, aynı zamanda onları
örter. Bu sorun özellikle ve ilk defa
Gramsci tarafından incelenmiştir (Gramsci,1986:14). Althusser, Gramsci'yi öncülü
olarak görür. Sivil toplumun kimi kuram­
larını, işlevsel olarak Devletin kapsadığını
ilk kez Gramsci'nin dile getirdiğini söyler.
Ama Althusser'e göre Gramsci belirlediği
yolda sezgilerini sistemleştirememiştir.
Sorunun özünü yakalayamamıştır. Oysa
Althusser'de konu farklı ele alınmaktadır.
Ona göre ideolojinin ilk işlevi harç doku
olmak değildir. İdeoloji, oluşum açısından
farklı olması nedeniyle yeri çok gerilerde
olmak üzere, -bu arada- harç doku misyo­
nunu da dolaylı olarak yerine getirmekte­
nun üçüncü katmanıdır. Ekonomik yapı­
dir. Bir başka anlatımla Althusser'de ide­
laşma ve ona bağlı pratikle, sistemin fiziki
olojinin dönemler ve kuşaklar arasında
ve anlık gereksinmesi karşılanır. Maddi
harç doku rolü oynaması gibi bir ana tema
gereksinmeler karşılanır. Siyasal pratik de
yoktur. Bu tema başka gerçekliklerin an­
bu durumu ve statükoyu gözetir. Oysa
cak sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
sistemin bir dönemden öteki döneme ge­
Dolaylıdır. Althusser'e göre ideolojilerin
çişini sağlamak için, daha doğrusu siste­
kendileri değil taşıyıcıları olan ritüeller
min sürekliliğini sağlamak için ek bir ya­
(ayinler, dini törenler, gelenek ve göre­
pılanmaya, çabaya, oluşuma ihtiyaç var­
nekler, kitle iletişim araçları vb.) sürekli­
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 43
dir. İdeoloji belirli taşıyıcılara adeta oto­
temi çok önemli sonuçlara götürmektedir.
matik olarak yüklenmiştir. Onlarla birlik­
Özgün tarihi yoktur ama yaşanılan ortam
te vardır. Çünkü ideoloji onların pratiği­
ve dönemin haritasını oluşturmaktadır.
nin içindedir. Gelenekler, görenekler ve
Gramsci'de ideoloji hegemonyanın bir
öteki toplumsal alışkanlıklar yaşadığı sü­
aracı iken, Althusser'de maddi pratiğin
rece ideolojiler de yaşar. Dolayısıyla ide­
ayrılmaz parçasıdır. Dolayısıyla her yeri
olojinin bir dönemi bir başka döneme bağ­
ve her şeyi sarmıştır. Balığın içinde yaşa­
laması ideolojik gerçeklikten ziyade ide­
dığı su gibidir. O düşünce sistemini değil
oloji taşıyanlarla ilgilidir. Gramsci'de ide­
ortamı ifade eder. Çağıran, egemen ide­
olojinin oluşumu ile ilgili tezler yoktur. O,
oloji her yerdedir. Bu yüzden Althusser
ideolojiyi bir veri olarak ve gördüğü gibi
toplumun alt kesimlerinin kurtuluşları
ele almaktadır. Oysa Althusser'de ideolo­
konusunda çok karamsardır. Bu saptama­
jinin oluşumu ile ilgili açıklamalar çok ge­
yı ülkemizin siyasal gerçeği ile ilişkilen-
niş ve önemli bir yer tutar. Bu çok önemli
d irdiğimizde onunla örtüştüğünii, üst üs­
bir niteliktir. Bir toplumsal olay ya da ve­
te geldiğini görürüz. Nitekim ulusal se­
riyi önce, "niçin?" ve "nasıl?" sorusuyla
çimlerde, böylesine fakirlik ve perişanlık
karşılamak, sonra özelliklerini açıklamalı,
içinde olan formasyondan tepkici, sisteme
daha sonra da eleştirmelidir. Yani, ideolo­
karşı olan oy oranı yok denecek kadar az
jinin önce nasıl oluştuğu açıklanmalı, son­
çıkmaktadır. Kuşkusuz burada sayısız de­
ra eleştirisine geçilmelidir. Althusser bu
necek kadar çok faktörün etkisi olabilir.
yolu çok doğru biçimde kullanan bir dü­
Ancak Althusserci görüş işin özünü yaka­
şünürdür. Gramsci'nin orijinal açıklama­
lamamızı, seçmen davranışını ve bu siya­
larına karşın, ideolojik oluşumla ilgili
sal davranışın sonuçlarını net biçimde an­
açıklamaları son derece cılızdır. Nitekim
lamamızı sağlamaktadır. Çünkü Althus­
yazılarında "hegemonya" kavramına, çok
ser yaptığı ideoloji kavramlaştırması ile
önemli olmasına karşın, yeteri kadar de­
radikal nitelikli siyasal mücadeleye, karşı
rinlik kazandıramadığı görülmektedir
tepkilere yer bırakmamaktadır. Bu tepki­
(Gramsci 1975: 85). O'nu Althusser "gö­
lerin ideolojik kaynakları olsa bile başarı­
rüşlerinde sığ" bir düşünür olarak nitele­
mektedir.2 Althusser'de ideoloji, yalnız
kendini yeniden üretmez. İdeoloji kendini
yeniden üretmekle sistemi de otomatik
olarak yeniden kurgulamaktadır. İdeoloji­
ya ulaşmaları çok zordur. İdeolojik ağırlık
her öğe ve ilişkinin üzerine çökmüş gibi­
dir. Çizdiği harita çok yerde, çok ülkede
aslına uygun çıkmaktadır.
Yine Althusser'e göre her toplumsal
nin toplumsal işleviyle ilgili olarak denile­
formasyonun ayırıcı niteliği ekonomik,
bilir ki, Althusser'de ideolojik oluşum, sis­
politik ve ideolojik düzeylerin ya da kerte­
44 • iletişim : araştırmaları
lerin bir araya gelmelerinde temellenir. Bu
ken, Yahudi düşmanlığını ideolojik bir
düzeyler farklı pratikler olması nedeniyle
amblem haline getirip, milyonlarca insa­
birbirlerinden ayrıldığı gibi, aynı zaman­
nın ölümüne yol açmasını altyapısıyla iliş-
da diğerlerini belirleme ve etkileme güçle­
kilendirmek doğru olmasa gerek (Mili-
ri bakımından da farklılaşmışlardır. Siya­
band vd.,1977).3 Daha fazla adam öldür­
sal ve ideolojik sistemin konuşlandığı üst­
mek için bu rejimde yeni teknolojiler yara­
yapının görece özerkliği vardır. Çok daha
tılmış olması yeterli bir gerekçe olmaktan
önemlisi o, toplumsal formasyonun varlı­
uzaktır. Yahudilerin elinden zenginlikleri­
ğının vazgeçilmez, gerekli koşul ve pratik­
ni almak için onları öldürmenin hiçbir us­
lerini içerir. Ayrıca toplumsal formasyo­
sal ve siyasal gerekçesi yoktur. Bu olayda
nun kendini yeniden üretmesi için mutla­
büyük bir kurgulama yanlışı vardır, ama
ka ideolojik çabaya ihtiyaç vardır. Bu çaba
aynı zamanda altyapıdan oldukça bağım­
olmaksızın ekonomik sitem içinde görev
sız bir ideolojik oluşum söz konusudur.
almış kişilerin kendilerine düşen görev ve
İlerleyen aşamalarda bu inanç altyapıyı
yükümlülükleri yerine getirmeleri ya da
etkilemiş hatta beklenmedik bir yönde de­
tekrarlamaları ve bu rolleri kendilerinden
ğişikliğe uğratmıştır. Öte yandan bu ide­
sonra
kuşaklara aktarmaları
olojik oluşumun nedenlerini daha önceki
mümkün değildir. İdeolojik yapılaşma,
gelecek
ideolojik kaynak ve düşüncelerde görmek
düzenin sürekliliğini sağlayan, sistemi ye­
mümkündür.
niden üreten, vazgeçilmez, olmazsa olmaz
toplumsal pratikleri içerir.
İdeolojinin gücünü ve oynadığı rolü
çok açık göreceğimiz bir başka örnek, ya­
Yaşadıklarımızdan çıkan sonuçlara
kın tarihimizdendir. Kurtuluş Savaşında
bakılırsa altyapının ideolojik sistem üze­
yurdu savunan yüz bin dolayında yurtse­
rinde bire bir etkisi ve denetimi olduğunu
ver insanın bu girişimini ideolojik yöne­
söylemek oldukça zordur. Sözgelimi, Hit-
limleri ön plana çıkarmadan açıklayanla­
ler Almanya'sında faşist siyasal akımın
yız. Dumlupınar'da savaşanların amacı
maddi temellerini görmek çok kolaydır.
düşmanı yenip ileride zengin olmak değil­
Bu rejimle Almanya'da daha çok silah, da­
dir. Kurtuluş Savaşında Türkleri güdüle-
ha çok mal üretilip satılmasının sanayi ve
yen
en
önemli
faktör
dindir
(Ti­
ticaret burjuvazisine çok şey sağladığı ke­
mur,1993:24). Bir başka anlatımla bu dire­
sindir. Faşist rejim sayesinde üretilenlerin
nişin özünde madde yatmaz. Tarihte ve
daha kolay satılması, pazarlara açılma ve
günümüzde bu kuralı doğrulayan binler­
en önemlisi bu pazarların silah zoruyla iş­
ce örnek bulunmaktadır. İdeolojik sarmal,
gali anlaşılabilir ve açıklanabilir bir gerek­
bireyi baştan ayağa kavramakta, hatta
çedir. Ama böyle bir rejimin durup durur­
ölüme götürmektedir. Demek ki, ister
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 45
günlük yaşantıda ister uzun soluklu dü­
açısından Althusser de yararlanmıştır. Bu
zenlemelerde, ister sınıf mücadelesinde
ayrım sınıflandırmayı, analizi ve olayları
olsun, ideoloji ihmal edilmemesi gereken
kavramayı kolaylaştırabilir. Çok daha
önemli, hatta bazı örneklerde özerk kala­
önemlisi devletin ne işe yaradığı konu­
bilen bir alandır.
sundaki sorulara önemli yanıtlar da bura­
Günümüz insanı meşruiyet içinde ko­
nulmuş kamusal kurallara uymak zorun­
dadır. Bunlara uymazsa devlet kendisine
yaptırım uygular, fiziki baskı uygular.
Devlet, yönetileni belirli bir alan içinde tu­
tar, bunun için önce ikna gücünü kullanır
ve dışa çıkıldığında fiziki gücünü kullana­
rak bu sapmayı düzeltir. Görülüyor ki,
devletin denetimi yalnızca fiziki güce da­
yalı değildir. Bu konuda devlete yardımcı
nitelikte başka araçlar ve uygulamalar
vardır. Devletin bütün aygıtları hem ide­
oloji hem de fiziki baskı kullanarak işler.
İnsanı devlet yanında sosyolojik olarak da
biçimlendiren, davranışlarını denetleyen
toplumsal oluşumlar vardır. Bunlar devlet
dışı ideolojik araçlardır ve en önemlileri
aile, toplumsal çevre, gelenek ve görenek­
ler, din kuralları ve kitle iletişim araçları­
dır. Bu araçlara devlet dışı dememize kar­
şın son tahlilde bunlar ideolojik oluşumu
sağlayan, oluşuma katkıda bulunan ama
asıl olarak devletin işini kolaylaştıran
araçlardır. Artık günümüzde ideolojik
oluşuma katkıda bulunan araçlar için dev­
dan çıkar. Bu aygıtlar insanı, ideolojik ola­
rak yoğurup onun belirli bir biçimi alma­
sına yardımcı olurlar. Bireyi istenilen bi­
çimde düşünmeye yönlendirir, zorlar,
hatta mecbur kılarlar. Bu çaba genellikle
çok yönlüdür. Son amaç üretim ilişkileri­
ni, sistemin ana dayanaklarını yeniden
üretmektir. Bilinmelidir ki, ekonomik çı­
karları savunmak politik eylemle olanak­
lıdır. Ama insanların politik eylemlere gi­
rişmesi için de ideoloji gereklidir (Miliband vd.1977: 47). Yine belirtmek gerekir
ki, belirli bir dönemden sonra bireyi etki­
leme ya da denetleme görevini, başka ide­
olojik aygıtlar yüklenir. İnsanı okul çağın­
da okul, eğitim sistemi ya da aile denetler­
ken, olgun yaşta bireyin ideolojik deneti­
mi daha çok din ve kitle iletişim araçlarına
geçer. Demek ki, toplumsal sistem içinde
var olan gelenek ve görenekler, aile, okul,
din sistemi ama en önemlisi geniş anlam­
da kitle iletişimi, insanı biçimlendirip
yönlendiren, denetleyen aygıtlardır. Bun­
ların temel misyonu ideoloji taşımadır ve
önce bu yönleriyle ele alınmalıdır.
let dışı ya da devlet içi ayrımı yapmanın
Günümüzde baskıcı devlet işlevleri
pratik bir yararı kalmamasına karşın bu
ikinci plana itilmiştir. Çağdaş siyasal yak­
ayrımın akademik bir yeri ve önemi oldu­
laşımlar fiziki baskıyı reddetmektedir. în-
ğu bilinmektedir. Bu ayrımdan kendi gö­
san önce ideolojik çaba ile yoğrulup bi­
rüşlerini kavramlaştırmak ve örneklemek
çimlendirilir. Gramsci "insanı kafasından
46 • iletişim : araştırmaları
yakaladınız mı, kol ve bacak kolay gelir"
üzerine örtülmesinde devletin başka bir
der. Dolayısıyla birey, ideoloji ve iletişim
alternatifi de yoktur. Devlet başka bir ide­
üçlüsü yeni bir mecraya girmiştir. Burada
olojiyi kullanamaz. Bu, fizik olarak da ola­
hemen belirtmek gerekir ki, baskıcı devlet
naklı değildir. Egemen ideoloji toplumsal
işlevleri, yani polis ya da jandarmanın gü­
formasyonun bütün katmanlarını sarıp
cünden yararlanma olanağı, ortadan kalk­
örtmüştür. Althusser'in bu görüşü, her şe­
mış değildir. Ama önemi geriye düşmüş­
yi egemen ideoloji kaplıyor, dolayısıyla
tür. Althusser bu konuda da orijinalitesi­
çeşitli toplumsal oluşumlara mücadele
ni, özel oluşunu kanıtlamış, devletin bas­
alanı bırakmıyor, mücadele olanağını yok
kıcı güçlerinin de bir bütünsellik içinde
sayıyor diye çok eleştirilmektedir. Ama
ideolojik işlev görebildiklerini öne sürüp,
gelin görün ki, uzağa gitmeye gerek yok,
ideolojiyle bağıntılarını açıklamaya çalış­
Althusser'in kuramını Türkiye pratiği tü­
mıştır. Althusser'e göre bu araçların da as­
müyle doğrulamaktadır. Türkiye'de ege­
lında ideolojik güçleri vardır. Onun deyi­
men ideolojinin kapsama alanı hem derin
miyle "Bütünüyle baskıya dayalı aygıt
hem yaygındır. Karşı mücadele için bütün
yoktur." (Althusser,1970:35) Her maddi
yollar kesilmiştir. İşte size özelleştirme ör­
oluşum bir ideolojik oluşumla ilgilidir, ba­
neği...!
ğıntılıdır. Kamu yönetiminde sık sık ör­
nek olarak kullandığımız gibi bir devlet
kuruluşu belirli bir amacı gerçekleştirmek
için kurulur. Kuruluş amacı daha sonra
ideolojik bir oluşum haline gelir ve her şe­
yi hem etkiler hem belirler. Daha sonraki
tüm araçsal ve görevsel genişlemeler, dü­
zenlemeler bu ideolojik oluşuma göre be­
lirlenir. Althusser'in deyimiyle burada
ideolojik pratikle aygıtın pratiği örtüşmektedir.
İdeolojinin kapsama alanı dışında ka­
lan bir insan (pratik olarak olanaksızdır)
yalnızca bir nesnedir. Yani "şey" olarak
nitelendirilir. Her obje ve insan adlandırı­
lır. İnsanın isimlendirilmesi, çevresi tara­
fından algılanması ancak ideolojik çalışma
ile mümkündür. Bu ideolojik çalışma hem
bugünün hem de geçmişin dolaylı ya da
dolaysız aktarımlarının ışığında olur. Re­
alitenin bir yansımasıdır. Bu nedenle ide­
olojinin ne sonu gelir ne de önemi azalır.
Sistem bireyleri belirli bir kalıba sok­
Her zaman ön plandadır. Bilinçli bilinçsiz
makta, istediği modelde insan üretilmesi­
olarak bütün formasyonlar onu kullanır
ni öngörmekte, bunu yaparken de ideolo­
ya da kendisinden yararlanılmasını zo­
jiden onun araçlarından ve kurulu gücün­
runlu kılar. Bir yandan ekonomik, siyasal
den olabildiğince yararlanmaktadır. Alt­
düzeyler doğal olarak kendisi arasında
husser'in metodolojisi içinde kalarak söy­
harç doku görevi görür, öte yandan da dö­
leyecek olursak, ideolojinin yönetilenin
nemler arasmda uyumu sağlar. O bir dö­
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 47
nemin bir başka döneme, yani izleyen dö­
iletişim ortamıyla bu tür savlar kesinlikle
neme eklemlenmesinin (articulation) hem
bağdaşık değildir. Bir toplumsal formas­
temel aracı hem de baş mimarıdır.
yonu, ona etkide bulunan bütün öğeler
Tarihte birçok uygarlığın yok olması­
nın nedeni yalnızca yabancı güçlerin işga­
dikkate alarak incelemek çok daha doğru
sonuçlar vermektedir.
li değil, ideolojiyi kullanarak kendi kül­
türlerini yeniden üretememeleridir. Bu
kural yıllardan beri, çağlardan beri aynı­
İdeoloji Niçin Kendiliğinden Oluşur?
dır. İşte ideolojinin bir aparatı olarak ileti­
İdeoloji sistem içinde yerleşmiş gele­
şimin önem ve gücü de burada yatar.
nek, görenek, törenler, toplumsal ilişkile­
Çünkü iletişim, kendisine çok önemli mis­
rin, dinin, kitle iletişim araçlarının bağım­
yonlar yüklediğimiz ideolojinin bazen uy­
lı bir sonucu olarak ortaya çıkar. İdeoloji
gulama biçimi, bazen bir türü olarak her
bunların bir bileşkesidir. İdeoloji, toplum­
yerde vardır ve çok şeye gücü yeter. Her
sal yaşamla eşzamanlıdır. Toplumsal ya­
mesajın, her haberin ideolojik bir etki ve
şamın ayrılmazıdır. Bireyi kendi istediği
bağlantısı vardır. Kimi kez insanları sa­
ve belirlediği kalıplar içinde tutar. Bu ne­
vaştırarak seve seve ölüme götürür, kimi
denle, ne son bulur ne de kaybolur. Siya­
kez dünyasal her şeyi unutturur, kimi kez
sal etkisi, sosyal etkisi vardır ama kendisi­
de uyuşturur ama kimi kez de uyandırır.
ni siyasal olan, sosyolojik olan diye bö­
İletişim her şey değildir ama çok şeydir.
lümlere ayırmak olanaksızdır daha doğ­
Kuşkusuz bizden öncekilerin yaptığı gibi
rusu bu ayrımın bir yararı yoktur. İnsanın
toplumsal oluşum ve gelişmeyi yalnız bir
yaşantısının bir ayrılmazı olarak bireyi,
öğeye bağlamak ve yüklemek tıpkı ekono­
çok odaklı ve çok amaçlı olarak sürekli et­
mik yapıya atfedilenler gibi, yanıltıcı ola­
kiler Ancak hemen belirtmek gerekir ki
bilir. Bu nedenle, kitle iletişimi ile ilgili
toplumun belirli araçları egemen ideoloji­
olarak da temkinli olmak; onun her şeye
ye yeni eklemeler yaparken bunun bilin­
gücünün yeteceğini, her şeyi belirleyece­
cinde değildir. Bu olay kendiliğinden iş­
ğini söylemek biraz abartı olacaktır. An­
ler. Örneğin, eğitim sistemi çocuğa okuma
cak kabul edilmelidir ki, iletişim çok şey
yazma öğretme amacındadır. Çevreyi ta­
ifade eder. Burada bir kez daha yineleye­
nıtma ve onu anlatmak için vardır. Oysa
lim ki, toplumda her şeyi ekonominin be­
bu amaçların ardında düşünsel bir olu­
lirlediği gerçeğini mekanik bir biçime so­
şum yatar. Bu oluşum ender olarak ön
karak, insanları yalnızca ekonomik çıkar­
plana çıkar. Kendisi eğitimin gerisinde
ların güdüleyip yönlendirdiğini sanmak
gizlenmiş gibidir. Gelenekler ve görenek­
yanlış ve sığ bir yaklaşımdır. Günümüzün
ler konusunda da durum aynıdır. Bu ko­
48 • iletişim : araştırmaları
nuda özellikle aile sistemi çocuğa ya da bi­
1968:93).4 Öte yandan ideolojik sistem sü­
reye büyük bir sınırlama getirir ve oluşu­
reklidir, ara vermeksizin toplum ve bire­
mu hem gerçekleştirir hem de kolaylaştı­
yin her türlü eylemini etkiler ve denetler.
rır. Kitle iletişim araçları için de aynı şey­
Süreklilik çok önemlidir. Çünkü toplum­
leri söyleyebiliriz. Bu araçlar artık daha et­
sal formasyonun yarın da bugünkü gibi
kili ve de etkisi çok daha uzun solukludur.
olmasının en önemli güvencesi ideoloji­
Çünkü günümüzde bu araçlar insanı do­
dir. Toplumsal formasyonla ideoloji ba­
ğumundan ölümüne kadar izlemektedir.
ğıntısı ve özellikle toplumsal formasyona
Adeta toplumsal propaganda ile birey
verdiği önem ve ağırlık, Althusser'in ku­
topluma uygun düşen bir özne haline ge­
ramsal açıklamalarının en ilginç ve en
tirilir. Yemek yemesinden, giyim kuşamı­
önemli yamdır (McLennan vd.,1978:77).
na hatta yiyeceklerine kadar her şeyi ege­
men ideoloji belirler ya da etkiler. Burada
eklemek gerekir ki kitle iletişim araçlarıyla yü­
İdeolojinin oluşumu m addidir diyor­
rütülen propagandadan ideoloji çıkmaz, pro­
sunuz. Bunun anlamı ve önemi nedir?
paganda ideolojinin bir somutlaşma biçimidir.
İdeoloji olduğu için propaganda vardır.
Ayrıca ideoloji hep vardır, her yerde var­
dır ve oluşması için özel bir çaba gerek­
mez. Toplumsal sistemin işleyişi egemen
ideolojiyi oluşturur. Toplumsal formas­
yon içinde tekbir dominant ideoloji vardır
ve her şeye hakimdir. Bu ideolojinin yıkıl­
ması için ona vücut veren, onu yaratan
bütün toplumsal oluşumların değişmesi
ve yeni bir ideolojik oluşumun başlaması
gerekir ki, bu çok zordur. Maddi sistemle­
rin çöküp değişmesinde ideolojik doku ve
güç, çok önemli bir rol oynar. İdeolojik
Bu çok tartışılan ve çok şeyi yerli yeri­
ne oturtacak bir saptamadır. Eğer ideoloji
isimlendirme ile yani çağırmayla, gelenek
ve göreneklerle (Althusser bu kavramları
ritüeller terimiyle karşılamaktadır) ve öte­
ki yollarla oluşuyorsa, bu oluşum insanın
çevresini saran, insanı örten bir çevre ve
ortam yaratıyor demektir. Dolayısıyla ide­
olojiye biz hep, bir ortamın adıdır diyo­
ruz. Bu ortam yaratılmıştır ve bireyi adeta
otomatik olarak etkilemektedir, yönlen­
dirmektedir. Yine bu nedenle onsuz olu­
namayacağını söylüyoruz.
güç hem maddi ortamı hem de geleceğin
"Althusser ideolojisinin en basit anla­
ideolojik kurgusunun özünü oluşturur.
tımı için "balığın içinde yaşadığı su" ben­
Çünkü ideolojik kurgu geleceğin ideolojik
zetmesini yapmak gerekir. Su balığın ay­
yapı ve işlevlerini belirler. Yine bu neden­
rılmazı ya da varlık nedenidir. Su olduğu
le denebilir ki, bir ideolojiden başka hiçbir
için balık vardır ama balık başka yerde
şey ideolojiyi değiştiremez (Lefebvre,
olamadığı için suyun içindedir. Balık için
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 49
su her yerdedir ve her yerdir. Ama o, için­
yeni üretim ilişkilerini doğurur ve onların
de yaşadığı suyun farkında değildir
varlığını pekiştirir. Yani yeniden üretimin
Onunla ilgili her şey aynı zamanda suyla
temel taşlarından birisi ideolojidir.
da ilgilidir. Sanır ki, bütün dünya sudur.
Yalnız suyu bilir ve tanır. Çünkü su ken­
disi ile birliktedir ve o, suyun içinde var
olmuştur. Var oluşu suya bağlıdır. Suyun
dışına çıktığında suyun ne olduğunu an­
layabilir. Ama hiçbir zaman (çıkarılmadı­
ğı sürece) suyun dışına çıkamaz. Yaşama­
sı suya bağlıdır. Suda yaşayabilmesi için
yaratılmış, adlandırılmıştır. Suyun dışın­
da yaşayabilmesi için balıktan başka, fark­
lı bir şey olması gerekir." (Kazancı,2003:
88)
Sizin dışınızda ideoloji konusunda
düşünen ve yazanlar ideolojinin siya­
sal ağırlığını öne çıkarm akta, ideolo­
jiyi terim yerinde ise insan davranış­
larını etkileyen siyasal motifli, yo­
ğunlaşmış bir güç olarak ele alm akta­
dırlar. Bunların ideolojinin oluşumu
ile ilgili ileri sürdükleri, sizin söyle­
diklerinizden çok farklı. Daha doğru­
su, siz öncüllerinizden bütünüyle fa r k ­
lısınız. Yakaladığınız noktalar çok il­
ginç ve kalıcı. Bu konuda neler diye­
Bu açıklamalardan ideolojinin oluşu­
mu maddidir sonucunu çıkarmak kuşku­
suz yanlış olmayacaktır. Yeter ki, kavramlaştırmasınm tüm öğelerini yerli yerine
oturtalım. Ayrıca ideolojinin oluşumunun
maddi olması, geleneksel ideoloji açıkla­
maları dışında hiçbir şeye ters düşmez,
yalnızca yeni yaklaşımlara yeni sosyal bi­
lim terminolojilerine ihtiyaç gösterir. Bir
başka anlatımla, daha ayrıntılı araştırıl­
ması, farklı yaklaşılması gereken bir ko­
nuda Althusser kapıyı aralayan kişi ol­
maktadır.
ceksiniz?
İdeolojinin oluşumu ve etkisi ile ilgili
söylediklerimin bir bölümünü daha önce
incelediğim yazarlara borçluyum. Spinoza'nm, (Spinoza'ya göre ideoloji "mukad­
demi olmayan muhassaladır" yani başlan­
gıcı olmayan bir sonuçtur.) Eflatun'un
yazdıklarına çok itibar ettim. Ama özellik­
le Lacan'm görüşleri beni çok etkiledi. Ör­
neğin, ideolojik çağırma ve isimlendirme
kavramını onun söyledikleri üzerine inşa
ettim. Freud'dan "üstbelirleme" kavram­
larını alıp ona yeni bir görünüm verdim
Maddeden maddeye geçiş için ideolo­
ve yeni bir misyon yükledim. Hiç kuşku­
jik harca gerek duyulmaktadır. Bu örnek­
suz ben Marksistim ve temel hareket nok­
leme özellikle toplumsal formasyonu iyi
tam Marksizmdir. Size Paris'te anlattığım
anlamamız için de bir ölçüttür. Üretim
gibi eskileri bilmeden yeni bir şey söyleme
ilişkilerindeki değişiklik önce insanların
olanağı yok.5 Şu sıralarda beni asıl ilgilen­
düşüncelerini etkiler, sonra bu düşünceler
diren, ölümümden sonra görüşlerimle il­
50 • iletişim : araştırmaları
gili olarak yazılanlardır. Özellikle yeni
lirlense de tıpa tiplik yoktur." önermesi ite
Amerikan sosyolojisi ya da siyaset bilimi
görüşlerini açıklayan ve bu konuda önem­
sırf beni eleştirebilmek için özel bir çaba
li katkılar yapmış olan Poulantzas'ı, E.
harcıyor gibidir. Ancak eleştirileri, kurdu­
Laclau'yu, Etien Balibar'ı mutlaka anmam
ğum sistemi yıkamamıştır. Büyük bir ço­
gerekir. Ancak kimi yazarların önemli so­
ğunluk, çağırmanın tarihinin ne zaman
ruları vardır ve bunların yanıtlarının ben­
başladığını merak etmektedir. Benim bir
den sonra verileceğine inanıyorum. Yapıl­
başlangıç noktası söylememem, daha doğ­
mış kimi eleştirilere hak vermemek de el­
rusu söyleyememem bir eksikliktir ama
de değil. Sözgelimi "Hirst'in saptaması:
bir yanlışlık değil. Ancak düz mantıkla
Bütün öznelerin insan öznesine indirgen­
işin başlangıcını isim koymanın oluştuğu
miş olması; Hall'da okuduğumuz: Top­
dönem olarak belirlemek, soruyu cevapla­
lumda ezilen sınıfların ideoloji üretimin­
maya yetebilir. Bazı yazarlar ideolojik
den yoksun bırakılmış olmaları; Eagle-
devlet aygıtları ile çağırma arasındaki ba­
ton'ın belirttiği: Maddi sözcüğünün adeta
ğıntıyı kuramadığımı, hatta bu bağı düşü­
kutsallaştırılarak her şeyi örter ve kavrar
nemediğimi yazmaktadır (Zizek, 2002:58).
hale getirilmesi. Böylece ideolojinin mad­
Bu aygıtın en başında yer alan eğitim sis­
di olması savında maddilik nitelemesi ayı­
teminin, çocuğun okula başlamasıyla bir­
rıcı özelliğini yitirmiştir." savlarının üze­
likte onun ismini kesinleştirdiği, yalnız
rinde durmak gerekir. Hirst'e verilebile­
verilen isim altındaki çocuğu tanıdığı, eği­
cek en önemli yanıt, insan öğesinin önem­
tim sisteminin ailenin yüklediği ideolojik
li olması, belirleyici olması ve günümüzde
dozlara yeni katkılar yaptığı açıktır. İde­
çok şeyin insan öğesine bağımlı olması ve
olojik yönlendirme, hem çağırmanın süreç
onun aracılığıyla değişebilmesidir. Kuş­
olarak tamamlanmasını gerektirmekte
kusuz her şey değişir ancak insanın girdi­
hem de devletin eğitim sistemi aracılığıy­
ği ve dokunduğu nesnelerde değişim hızı
la bir şeyler yapmasına izin vermektedir.
artar ya da gerekiyorsa azalır. Bunu insan
İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları adlı ki­
ve onun yarattığı güç yapar. Bu nedenle
tapçık çok açık ve anlaşılır olmasına karşı­
kurguyu insan öğesine indirgemek yanlış
lık, ne yazık ki yeteri kadar kapsamlı de­
değildir. Ancak kurumlara özne görevi
ğil. Temel görüşlerimi daha uzunca anlat­
yüklemenin Althusser'e mutlak ters düşe­
malıydım. Burada işlediğim konuları ve
ceği savını kabullenmek de doğru değil­
verdiğim başlangıç noktalarını benden
dir. Aşağıda göreceğimiz gibi, çağırma
sonrakiler ayrıntılı olarak kuşkuya yer bı­
kurumlar arasında da, içinde de olabilir
rakmaksızın işliyorlar ve işleyeceklerdir.
ve bu temel teze aykırı değildir. Hall'un
"İdeoloji temelde ekonomi tarafından be-
eleştirisi ise yaşam pratiğine ters düşmek­
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 51
tedir. Ezilen sınıfların ideolojileri olabilir,
gibi ya da ortamın maddiliği kadar ide­
ideolojiden yoksun değillerdir, ancak
oloji maddidir. Belki de Althusser maddi-
bunların Marks İçin adlı kitabımda belirtti­
maddi olmayan ayrımına yeni bir boyut
ğim gibi, yaşanan koşullarda egemen ide­
getirmekte, iki kategori arasına ideoloji gi­
oloji haline gelmeleri çok zordur. Yalnız
bi yeni bir oluşum eklemektedir...! Ama
devletin baskıcı aygıtlarını değil ideolojik
en önemlisi "ideoloji bir ortamdır" demek
aygıtları da yakalayıp değiştirmek gere­
suretiyle ideolojinin klasik ayrımlaştırma,
kir. Olanaksız olmasa bile zor olan da bu-
sınıflandırma tablosundaki yerini değiş­
dur. 20. Yüzyıl tarihi böyle bir örnek yaşa­
tirmektedir.
mıştır. Yetmiş, seksen yıllık bir tutunma
girişiminden sonra bu ideoloji Sovyetler
Birliği'nde yenik düşmüştür. (Toplumsal
Baskıcı Kurumlanıl İçinde de İdeoloji
değişimin istenilen yöne çekilmesini
Oluşuyor.
Marks zorunlu ve kaçınılmaz olarak nite­
Slovak yazar Zizek'e göre "Althusser
lerken, Althusser bunu neredeyse olanak­
teorisinin en zayıf noktası devletin ideolo­
sız gibi görmektedir.) Eagleton'm itirazın­
jik araçları ile ideolojik çağırma arasında­
da büyük bir gerçeklik olduğunu kabul et­
ki bağıntıyı açıklayamamış olması ve bu
meliyiz. "İdeolojinin oluşumu maddidir"
denildiğinde tinsel alan çok daralmakta­
dır. Ayrıca ideolojinin maddiliği niteleme­
si ile maddiliğin sınırı kalmamakta, daha
doğrusu onu, sınırsızlığı nedeniyle tanım­
lamaya gerek kalmamaktadır.
konuyu düşünmemiş olmasıdır. Althus­
ser, sadece olayı içselleştirir ve yalın bi­
çimde çağırmadan bahseder ve özne ol­
maya çağırılan birey, kavramsal olarak tanımlanmamıştır. Birey, ön varsayılması
gereken hipotetik (koşullu) bir X'den iba­
Belirtmek gerekir ki, Althusser'in kav-
rettir" (Zizek,2002:58). Althusser için ya­
ramsallaştırmasmda ideolojinin oluşumu
pılacak en kolay eleştirilerden biri budur
maddi olmakla birlikte kendisinin mutla­
ve bu eleştiri şemayı, kavramlaştırmayı
ka madde olması zorunlu değildir. Alt­
anlamak istemeyenlerden gelmektedir.
husser ideoloji yalnızca maddedir deme­
Sık sık da dile getirilmektedir. Hemen be­
miştir. Hatta bu konuda abartılacağını bil­
lirtelim ki, birey isimlendirilmeden önce
diği için "ideoloji kaldırım taşı değildir"
bir nesnedir. İsimlendirildikten sonra öz­
diye basite indirgemeciliği önceden görüp
ne olur ve maddi varlığı ile bu isim bera­
engellemek istemiştir. Yalnızca oluşumu­
ber yürür. Sistemde bundan böyle bireyin
na yol açan etmenler maddidir demekte­
yani nesnenin bir adı vardır ve artık özne
dir. Onun görüşüne göre ideoloji bir orta­
olmuştur. Artık yalnız maddi varlığı değil
mı ifade ettiğine göre ortamın maddiliği
ideolojik varlığı ile de sisteme katılmıştır,
52 • iletişim : araştırmaları
onun parçasıdır. Sistem onu bir adla ya da
naklıdır. Bu alan tüm toplumsal sistemdir
adlarla çağırır. Madde ile ideoloji iç içe
ve aktörler tüm kurumlar ve bireylerdir.
girmiştir. Bu ada daha sonra yeni sıfatlar
İdeolojinin böylesine tutunmasının ne­
ve nitelemeler eklenir. Bu olay her top­
denlerinden birini kendisine bilerek ya da
lumda aynıdır ve yüzyıllardır aynı biçim­
bilmeyerek destek veren toplumsal sistem
de işlemektedir. Kuşkusuz bu önermeler
öğelerinin yaygınlığında aramak yanlış
iletişim biliminin matematiksel incelikteki
olmaz. Dolayısıyla, ideolojik sistemin top­
analizleriyle her zaman ve her durumda
lumun her kesimine yayılmış olmasının
üst üste gelmeyebilir. Çünkü Althusser'in
bir nedeni de, toplumsal sistemin tüm
iletişim konusunda özgün çalışması yok­
öğeleri eliyle yüklenmekte olmasıdır. Bu
tur, iletişimle ilgilenmemiştir. Ama çelişen
öğeler hem bireylerdir hem de kurumlar.
noktalar, Althusser'in kavramlaştırma
Baskıcı işlev gören kuramların bile ideolo­
alanı dışında kalan noktalardır. Ayrıca be­
ji aşılama görevleri bulunmaktadır (Alt­
lirtelim ki, Althusser de çağırma olayını
husser 1970:38). Hatta bu görev kimi kez
daha ayrıntılı olarak inceleyemediğini ka­
belirgin biçimde öne geçer. Sözgelimi,
bul etmektedir. Ancak saptamalarında ya­
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı ola­
nılgı yoktur. Toplumsal formasyonla ilgili
rak çalışan Türkiye Polis Radyosu kuram­
ayrıntıya inen, titiz araştırmaların sonuç­
sal olarak baskıcı misyonu bulunan bir
ları bile Althusser'in saptamalarına ters
devlet organını, yönetilenlere ideolojik
düşmemektedir. Althusser'in önermeleri
seslenişle ön plana çıkarmak amacındadır.
yerine yenileri hala konulamamıştır.
Ve bu amaç için kurulmuştur.
Öte yandan unutmamak gerekir ki, ça­
Yukarıda belirttiğimiz kamusal kuru­
ğırma, yalnız bireyler için değil kurumlar
luşların içinde asli görevi yasa yapmak
için de geçerlidir. Devletin karar veren ku­
olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, bu
rumlan, bağlı kuruluşları isimlendirir ve
görev yanında ideolojik amaçlı işlevleri
onlara aynı zamanda ideolojik misyon da
bulunduğunu ve bu isimlendirme adı al­
yükler. Sözgelimi TRT, TBMM, Anadolu
tında ideolojik çabalarının kendi öz çaba­
Ajansı vb. gibi. Kendi eylem ve işlem alan­
larından biri haline geldiğini unutmamak
ları içinde mutlaka ideolojik bağlamda
gerekir. Sözgelimi, verilen mesajlar, yapı­
yaptıkları ve yapacakları çalışmalar bu­
lan açıklamalar halk iradesinin ortaya çık­
lunmaktadır. Çağırma işlemi bireyden da­
tığı tek yer olan TBMM'nin, cumhuriyet
ha farklı bir düzeye, farklı bir ölçeğe yani
rejimini yaşatacağını sık sık yinelemesi,
örgüt düzeyine taşınmaktadır. Althus­
demokrasiye bağlılık, halk isteğinin her
ser'in önermelerinden hareket ederek ça­
şeyin üstünde olduğu gibi mesajlar, bu
ğırmayı çok geniş bir alana yaymak ola­
kurumun ideolojik etkinliklerinin en ba­
Kazancı • Althusser ile ideoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi • 53
şında gelen ve sık sık yinelenen örnekler­
mevcut durumu adeta otomatik olarak
dir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
yüklemektedir. İdeolojisiz toplum yoktur
Bayramı nedeniyle TBMM'nin önderliğin­
ve ideoloji kendini yeniden üreterek her
de yapılan kutlamalarda bu kurumun ide­
toplumsal sistemin temel öğesini oluştur­
olojik etkinliği bütün açıklığı ile ortaya
maktadır. Mevcut ideolojiyi yıkmak çok
çıkmaktadır. Konuşmanın, iletişimin ol­
zordur. Yeni bir ideolojik sistemin yerleş­
duğu her yerde ideoloji vardır. Dolayısıy­
mesi alt yapıdaki gelişmeler kadar ege­
la devletin ideolojik araçlarıyla devletin
men ideolojiyle varılacak uzlaşmaya da
baskıcı araçları arasında organik bir bağ
bağlıdır. Hangi tür ideoloji olursa olsun,
bulunsun bulunmasın, bunların görevleri
var olanın, yani egemen ideolojinin izni
ve işlevleri arasında bir geçişme olduğu
olmadan ya da çok ender olarak rastlanıl­
görülmektedir. Siyasal yapı ve işlevle, ide­
dığı gibi var olan ideolojiyi aşındırmadan,
olojik işlev iç içe girmektedir. Bu nedenle­
dir ki, devletin ideolojik araçları ile devlet
dışı ideolojik araçlar ayrımı önemini yitir­
mişe benzemektedir. Ya da bu tartışma­
nın, sorunu iyi görebilmek için ikinci de­
recede ve yalnız akademik ortamla ilgili
ağırlığı vardır.
yeni bir ideolojik kurgunun başat olması
olanaksız gibidir. Hem devletin ideolojik
araçları hem devlet dışı araçlar, hepsi ya­
şanılan ideolojiyi pekiştirmek için işbirliği
içindedir. Çoğu kez de bilmeden yardım­
laşırlar. Bu kuramların yalnızca eylemleri
değil imajları, topluma yolladıkları mesaj­
ları da ideolojinin yaşaması için toplumsal
Sonuç
sisteme girdi sağlar.
Althusser'in ideoloji üzerine söyledik­
Althusser, başta Marks sonra Spinoza
lerini dikkate aldığımızda karşımıza şöyle
ve Lacan'm düşüncelerinden, saptamala­
bir tablo çıkmaktadır. İdeoloji siyaset bili­
rından hareket ederek fakat kendine özgü
mi terminolojisinde yer etmiş olduğu gibi
açıklamaları ile ideolojiyi yeniden tanım­
yalnızca siyasal içerikli bir kavram değil­
lamakta, bireyin onunla birlikteliğini açık­
dir. İdeolojiyi topluma yalnızca bilginler,
lamakta, bireyin ondan kurtulamayacağı­
yazarlar ve kitle iletişim araçları değil sis­
nı belirtmekte ve onu doğal hayatın ken­
temin bütün öğeleri dikte etmekte, birey
diliğinden yürüyen önemli bir öğesi ola­
ve kuramlara yüklemektedir. İdeolojinin
rak görmektedir. Yaşanılan tüm pratikler
yaşaması için özel bir çabaya da gerek
Althusser'in görüşleri ile uyuşmaktadır.
yoktur. Çağırma ve yaşanılan ideolojik or­
O'nu kıyıdan köşeden ve sırf eleştirebil­
tam sayısız denilecek kadar çok olanakla­
mek için eleştirmenin pek bir geçerliliği
rı kullanarak bireyi çevrelemekte ona
yoktur.
54 • iletişim : araştırmaları
Notlar
Kaynakça
1 Althusser'in ideoloji ile ilgili somut bir
saptaması şöyledir: Sınıflı bir toplumda ideoloji,
insanların varlık koşullarıyla bağıntılarının
egemen sınıf yararına düzenlenmesini sağlayan
hem araçtır, hem de bu düzenlemenin içinde
gerçekleştiği elementtir.
Althusser, Louis (1968), P oıır M arx, Paris,
Maspero.
2 Bu çalışmada Gramsci'nin ideoloji ile ilgili
açıklamaları bütünlükten uzak olup, açıklayıcı ve
didaktik hiçbir özelliği bulunmamaktadır.
Bakınız: s . 85 vd.
Althusser, Louis (1970)," Ideologie et Appareils
Ideologiques d'Etat" Ln Peıısee. Paris, 35-70.
Fiske, John (2003), İletişim Ç alışm alarına Giriş,
Çev.:S.İrvan, İstanbul, Bilim ve Sanat Yay.
Gramsci, Antonio (1986), H apishane D efterleri,
Çev. : K.Somer, İstanbul, Onur Yayınları.
3 Verilen örnek "Önsöz"den alınmıştır.
Gramsci. Antonio (1975), Felsefe ve Politika
Sorunları, Çev. : A.Cemgil, İstanbul, Payel
Yayınları.
Bu çok önemli önerme klasik Marksizmle
çağdaş Marksistler arasında önemli bir ayrımı
ifade eder. İdeolojinin oluşumu ve gücü ile ilgili
çalışma yapanlar bu konuda artık farklı
düşünmeye başladılar.
Kazancı, Metin (2002), "Althusser, İdeoloji ve
İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı" A.Ll. Siyasal
Bilgiler Fakültesi D ergisi, 57(1): 55-87.
4
5 Kendisini tanıma olanağı bulduğum
Althusser'in bana aktardığı bir olay, benim için
en az ideolojiyi kavramsallaştırması kadar
önemli olmuştur. Bu olayı anımsayabildiğim
hatlarıyla özetliyorum : Althusser Fransa'nın
işgali sırasında tutuklanır ve Almanya'da hapse
atılır. Hücrede bir kişiyle beraberdir. Birkaç gün
sonra Althusser hastalanır ve hücredeki ot
yataktan kalkamaz olur. Naziler tedavisine engel
olurlar. Ancak hücre arkadaşı kendilerine verilen
sınırlı yiyeceği ve suyu kendisi yemez, içmez,
Althusser'e verir. Althusser'in iyileşmesi için
günlerce elinden geleni yapar, hatta Althusser
için bir Nazi askeriyle dalaşmayı bile göze alır ve
bir süre sonra Althusser tam olmasa da iyileşir.
Althusser'e böylesine yakınlık gösteren ve
yoldaşlık eden kişi, Ankara yakınlarında
doğmuş, Cezayir'den Fransa'ya gelmiş ve kendisi
gibi Nazilerce tutuklanmış Hamit isimli bir
Türktür. Batılı toplumlarm alışık olmadığı bu
olay Althusser'i çok etkilemiştir. Bir daha da
Hamit'e rastlamamıştır. Ancak Türklere karşı
sempatisinin nedeni, Hamit'in fedakârlığında,
hümanist davranışında yatmaktadır.
Lefebvre, Henri (1968), M arks'ııı Sosyolojisi. Çev.:
S.Hilav, İstanbul, Öncü Yayınları
McLennan vd. "Althusser's Theory of İdeology",
On İdeology, Londra, Hutchinson Press,
R.Miliband, N.Poulantzas, E.Laclau (1977),
K apitalist Devlet Sorunu, Çev.: Y. Berkman,
İstanbul, BirikimYayınları.
Timur, Taner (1993), T ürk D evrim i Ve Sonrası,
Ankara, İmge Yayını.
Zizek, Slavoj (2002), İdeolojinin Yüce N esnesi,
Çev.:Tuncay Birkan, İstanbul, Metis
Yayınları.
55
Çocuk Pornografisi Tartışmalarına
ilişkin Sorular
Ş erife Çam
Debates on Child Pornography That Matter
Öze f;
Abstract:
Bu çalışma, son yıllarda özellikle internet üzerinde
This study focuses on issues concerning child pornography
disseminating rapidly especially through internet in recent
years. İt is an attempt to reveal that child pornography is
not just a matter of morais, but aiso a matter of both
national and transnational juridical systems, sociat
responsibility, and regulation efforts of internet. İn the
first part of the study, different ways of conceptualizing
child pornography is explored. The issues about the
production, dissemination, distribution, and consumption of
child pornography constitute the second part o f the study.
The next part elaborates consistent use of internet that
caused a surge in the production and distribution of child
pornography. İn the forth part of the study national and
International juridical efforts and the attempts o f civil
organizations for combating child pornography are
discussed. Finally, it is tried to explore the bases and the
results of child pornography debates with regard to an
event that occurred in Turkey by the end of 2001.
yaygınlaşan çocuk pornografisinin önlenmesine ilişkin
tartışmaları konu edinmektedir. Çalışmada esas olarak,
çocuk pornografisinin çok boyutlu bir mesele olduğunu
görünür kılmak ve bu meseleyi sadece ahlaki bir sorun
olarak değerlendirmenin doğurduğu eksiklikleri açığa
çıkarmak amaçlanmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak, çocuk
pornografisine ilişkin meselenin değişik boyutlarına vurgu
yapan tanımlamalar ele alınarak, çocuk pornografisinin
dünya üzerindeki yaygınlığına dikkati çekebilmek için
üretim, dağıtım ve tüketimi üzerinde durulmaktadır. Üçüncü
bölümde internet kullanımının yaygınlaşması ve yeni
iletişim teknolojilerinin pornografik üretimde etkin bir
biçimde kullanılmaya başlanılmasından sonra çocuk
pornografisinin aldığı görünüm konu edilmektedir. Dördüncü
bölümde, ulusal ve uluslararası düzeydeki yasal
düzenlemeler, örgütlenmeler ve girişimler ele alınmakta ve
son bölümde, Türkiye'de 2001 yılının sonunda ortaya çıkan
bir olay ışığında değerlendirmelerde bulunulmaktadır.
ile tişim : a ra ştırm a la rı • © 2003 • 1(2): 55-86
56 • iletişim : araştırmaları
Çocuk Pornografisi Tartışm alarına
İlişkin Sorular
Bu çalışma, son yıllarda özellikle inter­
(Sieber, 1999a: 5) olarak adlandırılan bilgi­
net üzerinde yaygınlaşan çocuk pornogra­
sayar yardımıyla gerçek çocuklar kullanıl­
fisinin önlenmesine ilişkin tartışmaları ko­
madan üretilen çocuk pornografisinin ya­
nu edinmektedir. Bu tartışmalarda, çocuk­
sal olup olmadığı üzerinde yoğunlaşmak­
lara yönelik cinsel suiistimalin ulaştığı en
tadır. İnternet üzerinden geniş yayılma
uç nokta olarak değerlendirilen çocuk
imkanı kazanmış çocuk pornografisinin
pornografisinin, çeşitli bağlamlarda -hu­
engellenmesi ve denetimiyle ilgili mesele­
kuksal, toplumsal, kültürel ve ahlaki ola­
ler de bir diğer ekseni oluşturmaktadır.
rak- değerlendirildiğini
Çocuk pornografisine ilişkin tartışmalar
gözlemlemek
mümkündür. Hukukçular, psikiyatrlar,
ayrıca ulusal ve uluslararası düzeyde ya­
ebeveynler, internet ve bilişim endüstrisi
pılması gereken yasal düzenlemeler üze­
uzmanları, gazeteciler, eğitimciler ve sos­
rinde de durmaktadır. Son olarak da özel­
yal hizmet uzmanlarının katılımıyla ger­
likle sivil inisiyatiflerin öncülüğünde geli­
çekleşen tartışmalar, farklı eksenlerde iler­
şen, mağdur duruma düşmüş çocuklar ile
lemektedir. Bu eksenlerden ilki hem hu­
ebeveynlerinin güven duyarak, kolaylıkla
kuksal hem de sosyo-kültürel açıdan "ço­
başvurabilecekleri geniş kapsamlı yardım
cuk" ve "çocuk pornografisi"nin, kavram­
ve koruma hizmetlerinin sunulmasına yö­
ların farklı boyutlarını öne çıkaran tanım­
lanma biçimleriyle ilgilidir. İkincisi hu­
nelik çabalar, konuyla ilgili tartışmalar
kapsamına dahil edilmektedir.
kuksal olarak, pornografi-fikir özgürlüğü
Tüm bu tartışma eksenlerinin odak
karşıtlığının çocuk pornografisi alanında­
noktasını çocuk cinselliğinin sömürülme-
ki yansıması şeklinde gelişmektedir. Bu
sinin önlenmesi ve cinsel sömürünün
tür tartışmalar özellikle "sanal çocuk por­
mağduru olan çocukların korunmaları
nografisi", "çocuksuz çocuk pornografisi"
oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle, yetiş­
(Burke, 1997) ya da "kurgusal pornografi"
kin pornografisinden farklı olarak çocuk
Çam• Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 57
pornografisiyle mücadeledeki temel ge­
tenlerin, koleksiyoncularının, çocuk taciz­
rekçe, pornografik yayınların kendisi de­
cilerinin, erişkin bir kimsenin aynı ya da
ğil; bu yayınların üretiminin çocukların
karşı cinsiyetteki çocukları cinsel açıdan
cinsel suiistimaline dayalı olmasıdır (Ad-
çekici bularak onlara yönelik cinsel eğili­
ler, 2001a; Esposito, 1998). Aslında por­
mi dışavuran davranışlar sergilemesi şek­
nografik nitelik taşımasa da; çocuklann,
linde tanımlanabilecek olan çocuksevicili-
özellikle ailelerinden veya yakın çevrele­
ğin (paedophilialpedophilia)' ve seks turiz­
rinden olan yetişkinlerin cinsel suiistimal­
minin yaygınlığı; çocuk pornografisinin
lerine, ortaya çıkmış olan olayların çok
gelişen bilgisayar teknolojileri yardımıyla
çok üstünde bir yaygınlıkta maruz kaldığı
ulaştığı hızlı ve geniş erişim olanakları; bu
bilinmektedir. Çocukların cinselliklerinin
sektörün sahip olduğu ulusaşırı ve kont­
istismarında ortaya çıkan en önemli güç­
rol edilemeyen üretim ve dağıtım ağları
lüğün, bu sömürünün belki de diğer tüm
nedeniyle, çocuk pornografisinin engel­
sömürü ilişkilerinden farklı olarak maruz
lenmesi yönündeki çabalar çoğu zaman
kalanlarca daha az dile getirilmesi oldu­
etkili bir sonuca ulaşamamaktadır.
ğunu ifade etmek mümkündür. Çoğu za­
Bu çalışmada kuşkusuz, yukarıda kı­
man çocuklar bunun bir sömürü olduğu­
saca değinilen çocuk pornografisinin ele
nun farkında bile değildir. Bu türden bir
alınma ve tartışılma biçimleriyle ilgili her
güçlük nedeniyle, esas olarak "yetişkinle­
noktanın değerlendirilmesi mümkün de­
rin" bu sömürü ilişkisinin önlenmesi ko­
ğildir. Metin, konuyla ilgili yürütülen tar­
nusunda çaba harcamaları ve cinsel saldı­
tışmalarda ortaya konan temel argüman­
rı ve suiistimale karşı koyabilmeleri için
lardan yararlanarak; çocuk pornografisi­
çocuklara yardımcı olmaları gerekmekte­
nin çok boyutlu bir mesele olduğunu gö­
dir. Ne var ki, çocuk pornografisi üretici­
rünür kılmayı ve bu meseleyi sadece ahla­
lerinin, dağıtımcılarının, ticaretini yürü­
ki bir sorun olarak değerlendirmenin do-
60 • iletişim : araştırmaları
çocukları korumaya yönelik olmalarıdır.
Tanımlarla ilgili bir başka özellik ise,
Hukuksal açıdan çocuk pornografisinin
çeşitli görsel-işitsel materyallerin pornog­
suç sayılabilmesi için, bu eylem(ler)in
mağduru olmuş kimselerin bulunması ge­
rekmektedir. Daha önce de belirtildiği gi­
bi, yasal açıdan çocuk pornografisinin ya­
saklanması pornografik yayın oluşundan
çok, çocuk suiistimaline dayalı olmasın­
dan kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda,
çocuk pornografisi kapsamında değerlen­
dirilebilecek olan her türlü materyalin
rafik sayılabilmeleri için çocukların cinsel
bir bağlamda görüntülenmesi gerektiğine
vurgu yapılmasıdır. Bu özellik esas olarak
hukuksal platformda -kimi zaman kulla­
nan kişinin niyetinden bağımsız olarakpornografik olan ve olmayan materyaller
arasında ayrım yapmaya yönelik bir çaba­
yı ifade etmektedir. Ne var ki "cinsel bağ­
özellikle üretim aşamasında çocuk cinsel­
liğinin sömürüsüne dayalı olması, bu sek­
tör içine çekilmiş çocukların mağduriyeti­
nin dayanağını oluşturmaktadır. Ancak
bu noktada üretim aşamasında herhangi
bir çocuğun mağdur olmadığı durumlar­
lam" çoğunlukla çocuk pornografisi kap­
samında değerlendirilen materyallere at­
fedilen cinsel anlamın muğlaklığına da
işaret etmektedir. Çocuk pornografisinin
içeriğini net bir şekilde belirlemek kimi
zaman oldukça güçtür. Bu güçlük, büyük
ölçüde hangi materyallerin pornografik
da çocuk pornografisinin yasaklanıp yasaklanamayacağı sorusu ortaya çıkmakta­
dır. Bu açıdan ele alındığında, yukarıda
belirtilen nitelik, öykülemeye dayalı yazı­
ların ya da bilgisayar yardımıyla oluştu­
rulan grafik ve çizimlerin doğrudan "ce­
zalandırılabilir suç" kapsamına almarna-
bir amaç doğrultusunda kullanıldığının
masmdaki güçlüğü ortaya çıkarmaktadır.
Ceza vermeye kaynaklık edebilecek mağ­
dur durumdaki çocukların bulunması, suç
olarak tarif edilen eylem(ler)in sınırlarını
çizmeye yönelik olarak bu kapsam dışın­
da kalanların suç olarak ele almamayabileceği durumunu ortaya koymaktadır.
Ancak bu yasaların uygulanmasında gi­
materyallere pornografik bir anlam yükle­
diği ya da pornografik bir amaç doğrultu­
derek sanal-gerçek ya da yazılı-görsel ay­
rımı kaybolmaya ve bu materyallerin tü­
münün üretimi, dağıtımı ve pek çok ülke­
çekilmiş bir çocuk ve onun sömürülmesi
söz konusu olmamasına rağmen pornog­
rafik bir amaç doğrultusunda kullanım­
de bulundurulması suç olarak kabul edil­
meye başlanmıştır.
ka ifadeyle doğrudan pornografik bir
ya da kullanılabileceğinin saptanmasında
pratik olarak karşılaşılan zorluklardan ile­
ri gelmektedir. Bu noktada belki de önem­
li olan, kullanıcılardan bağımsız olarak
neyin pornografik materyal sayılabilece­
ğinin saptanması değil; kimlerin, hangi
sunda kullandığıdır. Örneğin, pek çok ki­
şi için sevimli bir çocuğun görüntüsü nite­
liğindeki bir fotoğraf, bir çocuksevici tara­
fından çocuklara yönelik cinsel ilgisinin
tatmini için kullanılabilmektedir. Bu tür­
den bir durumda pornografi sektörü içine
dan bahsedebilmek mümkündür. Bir baş­
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 61
amaçla üretilmemiş ya da üretim aşama­
sında herhangi bir çocuğun fiziksel ve
ruhsal olarak sömürülmesinin sözkonusu
rafisi kapsamında değerlendirilebileceği
olmadığı materyallerin pornografik amaç­
lı dağıtımı ya da tüketimi mümkündür.
le, her türlü çocuk görüntüsünün, çocuk
Zaten çocuksevici gruplar üzerine yapılan
araştırmalar, bu grupların doğrudan üre­
time dahil olmuş çocukların belirgin bir
cinsel faaliyet içindeki görüntülerinden
çok, gündelik yaşamda herkesin aşina ol­
duğu reklamlarda vb. materyallerde kul­
lanılan çocuk görüntülerini tercih ettikle­
rini göstermektedir (Adler, 2001a). Örne­
ğin ABD'de, North American Man Boy Love
Association (NAMBLA) adlı çocuksevici
grup üzerine araştırma yapan James Kincaid, grubun üyelerinin kablolu TV'de ya­
yın yapan Disney kanalında ve bazı tanın­
anlamına da gelmemelidir.2 Bu metinde
de esas olarak vurgulanmak istenen mese­
pornografisi kapsamına girme potansiyeli
taşıdığı değil; çocuk pornografisini tanım­
lama girişimlerinin (belki de diğer tüm ta­
nımlama çabalarında olduğu gibi) belli
bağlamlarda anlamını yitirerek muğlak
hale gelebildiğidir. Çocuk pornografisi
başlığı altında toplanan görsel materyalle­
rin hepsinin aynı biçimde, homojen nite­
likli olmaması da bahsedilen muğlaklığa
neden olmaktadır.
Max Taylor, 1990'h yılların sonlarında
internet üzerindeki çocuk pornografisi ve
çocuksevicileri üzerinde yaptığı ampirik
mış filmlerde yer alan çocuk görüntülerini
araştırmada toplanan görsel materyalleri
erotik bulduğunu belirterek, NAMBLA
üç gruba ayırarak değerlendirmektedir.
pornografisinin bir anlamda Hollyvvood
olduğunu ifade etmektedir (aktaran Ad­
ler, 2001a).
Yazarın Erotica olarak adlandırdığı ilk
Yukarıdaki örnekle de kolayca anlaşı­
tur. Çeşitli sıradan çocuk resimleri ya da
labileceği gibi yasal düzenlemelerde söz
çocuk giysilerinin tanıtıldığı reklam fotoğ­
konusu edilen "cinsel bağlam'T net olarak
rafları bu grup içerisinde yer almaktadır.
tarif etmek son derece güçtür ve bu "cin­
Kuşkusuz bu türden fotoğrafların üretimi
sel bağlam", çocuk pornografisini kulla­
ve dağıtımı yasal olarak suç sayılmamak­
grupta yer alan materyallerde çıplaklık ve
cinsel davranış görüntüsü neredeyse yok­
nan kişilerin bu materyallere atfettiği an­
tadır. Ancak bu durum onların belirli
lamdan bağımsız değildir. Bu yüzden be­
gruplarca pornografik bir amaçla kullanıl­
lirgin bir cinsel aktivite içinde ya da çıplak
dığı gerçeğini de değiştirmemektedir.
olarak görüntülenmeyen çocukların fo­
Özellikle internet üzerinde burada belirti­
toğraflarının bile pornografik bir amaçla
len türdeki sıradan çocuk resimlerinin
kullanımları söz konusu olabilmektedir.
pornografik bir amaçla kullanıldığının
Ne var ki bu noktanın vurgulanması, her
saptanması kuşkusuz kullanıcının haber
türlü çocuk görüntüsünün çocuk pornog­
gruplarında ya da e-maillerinde çocuklara
62 • iletişim : araştırmaları
yönelik cinsel ilgisini ifade etmesine bağlı­
bu materyallerin kolay erişilebilinen güç­
dır. İkinci grup içinde toplanan görüntü­
lü bir üretim ve dağıtım ağma sahip oldu­
lerde ise, çıplaklık temel motif olarak gö­
ğunu göstermektedir. Bu bağlamda çocuk
rünmektedir. Elbette çıplaklık yetişkinler
pornografisinin günümüzde aldığı görü­
için olduğu gibi çocuklar için de pek çok
nüm bu konuya ilgi duyan kişilerin birey­
durumda pornografik değildir; ancak yu­
sel girişimlerinin ötesine geçerek yapılan­
karıda da değinildiği gibi belli kişilerin ço­
mış ve smırötesi niteliğe sahip üretim, da­
cuklara yönelik cinsel ilgileri nedeniyle bu
ğıtım ve tüketim ağlarına işaret etmekte­
materyaller pornografik nitelik kazan­
dir.
maktadır. Taylor, bu ikinci grup kapsa­
mındaki görüntülerin bazılarının çocukla­
çıplak ya da mayolu olarak, deniz kena­
Çocuk Pornografisinin Üretim,
Tüketim ve Dağıtımı
rında veya havuzda yüzen ya da oynayan
Çocuk pornografisinin bugün ulaştığı
çocuklara ait olduğunu bazılarının ise, ye­
noktada özellikle yeni enformasyon tek­
tişkin pornografisi içinde soft-core'a denk
nolojilerinin kullanımıyla birlikte, bu tür
düşen nitelikte, profesyonel fotoğrafçılar-
kapsamına girebilecek olan materyallerin
ca gösterişli dekorlar oluşturularak çekil­
ve tüketicilerinin tüm dünyaya yayılmış
miş doğrudan cinsel bir davranışı sergile­
olduğunu ifade etmek mümkündür. Gü­
mekten çok, cinsel anlamda çekici kılın­
nümüze kadarki süreç içerisinde çocuk
maya çalışılan çocuklara ait olduğunu be­
pornografisinin dergiler, resim ve poster­
rın ve ailelerinin haberi olmadan çekilen
lirtmektedir.
Araştırma
kapsamında
ler, video-filmler, cd-rom, web sayfaları,
üçüncü ve son grupta değerlendirilen gör­
e-mail, Usenet mesaj sistemi, internet üze­
sel materyaller açık bir biçimde cinsel içe­
rindeki haber grupları, Internet Relay Chat
rikli olarak nitelendirilmektedir. Bu gö­
(IRC) gibi çeşitli sohbet {chat) programları
rüntüler, çocuklarla çocukların ya da ço­
cuklarla yetişkinlerin cinsel ilişkilerini ak­
tarabilmektedir. Kimi zaman anal ya da
genital bölgelere odaklanmış kimi zaman
sadist saldırıların, işkencelerin ve tecavüz­
lerin görüntülendiği bu fotoğrafların üre­
timi, dağıtımı ve tüketimi tüm Avrupa ül­
kelerinde yasadışıdır.
ve ICQ türündeki mesaj programlarıyla
yayıldığı bilinmektedir. Başlangıçta Lolita,
Lollipops, David, Bambina Sex, Boys Interna­
tional, Incestuous Love ve Finger (Esposito,
1998; Taylor, 1999) gibi dergilerden oluşan
pornografik materyallerin dağıtımı, sex
shop'lardaki satışları ve postayla abonele­
re ulaşma biçiminde yapılırken, günü­
Yazarın ikinci ve üçüncü grupta topla­
müzde internet temel dolaşım ve dağıtım
dığı materyallerin giderek yaygınlaşması,
aracı konumundadır. Yukarıda sıralanan
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 63
dergilerin üretimi hala yapılmakta olup,
lan araştırma kapsamında her ay 1 ya da 2
internet üzerinde dolaşan görsel mater­
yeni çocuğun fotoğraflarına rastlanıldığı­
yallerin büyük bir kısmı da bu dergilerde
nı belirtmektedir. Bu fotoğrafların ağırlık­
yayınlanmış olan fotoğrafların elektronik
lı olarak 7-8 ve 10-11 yaş gruplarına ait ol­
ortama aktarımıyla elde edilmektedir. Bu
duğunu vurgulayan yazar, yaş sınırının
doğrultuda, internet üzerinde dolaşan gö­
gitgide azalmakta olduğuna dikkati çeke­
rüntülerin pek çoğunun 1960 ve 1970'lerin
rek 5-6 yaş altındaki çocukların kullanıldı­
fotoğraflarına kadar uzandığını ifade et­
ğı fotoğrafların bulunduğuna da değin­
mek mümkündür. Günümüzde ise çocuk-
mektedir (Taylor, 1999). Kuşkusuz burada
seviciler başta olmak üzere çocuk pornog­
aktarılan rakamlar, alana ilişkin istatistik­
rafisine ilgi duyanlar, internet üzerindeki
sel veri elde etmenin güçlüğü nedeniyle
denetimlerin artmasıyla birlikte rahatlıkla
kolaylıkla yanlışlanabilir. Ancak çocuk
ulaşılabilen web sayfaları yerine daha çok,
pornografisi sektörünün, seks turizmiyle
on-line kullanıcılara sunduğu görünmez-
birlikte genişlemekte olduğu düşünülür­
lik seçeneğiyle (invisible mode) belirli ölçü­
se, sayıların belirtilen düzeyden az olama­
de gizliliği sağlayan çeşitli sohbet ya da
yacağını düşünmek mümkündür.
mesaj programlarını tercih etmektedirler
(Bruggeman, 1999; Taylor, 1999).
Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa, ço­
cuk pornografisinin üretim, tüketim ve
Ürün ve tüketicilerinin farklı bölgeler­
dağıtımında öteden beri önemli merkezler
de çok çeşitli araçlarla yayılmış olması, bu
olmuşlardır. Tarihsel olarak ele alındığın­
konuyla ilgili net istatistiksel bilgilerin ve­
da, 1970'lerde çocuk pornografisinin ticari
rilememesi güçlüğünü de doğurmaktadır.
üretim merkezlerinin esas olarak Batı Av­
Ancak bu noktada belki de daha önemli
rupa'da Danimarka, Hollanda ve İsveç ol­
olan, materyal sayısından çok bu sektöre
duğu görülmektedir. Buralarda üretilen
dahil olmuş çocuk sayısıdır. Yukarıda da
ve tüketilen pornografik ürünlerde kulla­
değinilen Max Taylor'un 1990'h yılların
nılan çocukların çoğu Kafkas kökenli
sonunda yaptığı ampirik araştırmasında
olup, fotoğrafları ABD'de çekiliyordu. Da­
elde ettiği verilere göre yaklaşık 2000 ço­
ha sonra Hindistan, Meksika ve Afrikalı
cuk doğrudan cinsellik içeren fotoğraflar­
siyah çocuklar pornografik dergilerde
da kullanılmış, bunların 300-350 tanesi ise
kullanılmaya başlandı. Günümüzde hard-
hard-core porno kapsamında değerlendiri­
core çocuk pornografisinin esas olarak
lebilecek olan fotoğraflarda yer almıştır.
ABD, Avustralya ve Batı Avrupa'da üre­
Hemen aynı sayıda çocuk ise çıplak olarak
tildiği bilinmektedir. Genellikle kendi ya
fotoğraflanmıştır. Taylor, internetten her
da fotoğrafçının evinin içinde, yatak oda­
hafta yaklaşık 2000-4000 görüntüye ulaşı­
sı, salon, mutfak ve banyo gibi mekanlar­
64 • iletişim : araştırmaları
da görüntülenen bu çocukların çoğunluk­
konumundadır.3Interpol'ün verilerine gö­
la aileleri de bu durumdan haberdar ola­
re, internet üzerinden erişilebilen çocuk
bilmektedir. 1970'lerin sonu ve 1980'lerin
pornografisinin %70-80'i Japon kökenli­
başında Avrupa ülkelerindeki ve ABD'de-
dir. Gerek internet üzerinde gerekse seks
ki yasal düzenlemelere bağlı olarak, ticari
turizmi içinde çocuk fahişelerin kullanı­
amaçlı dağıtımın bu tür ürünlerin dolaşı­
mıyla doğrudan yaşanılan çocuk pornog­
mındaki etkisi azalmış, çocuk pornografi­
rafisindeki bu hızlı artış karşısında Japon
si uluslararası alana yayılmış olan tüketi-
parlamentosu 18 Temmuz 1999'da üretim,
cilerce ticari bir amaç taşımadan değiş-to-
tüketim, dağıtım, ithalat ve ihracatı kapsa­
kuş edilmeye başlamıştır (Bruggeman,
yacak biçimde çocuk pornografisini ve ço­
1999; Healy, 1996; Taylor, 1999). İnternet
cuk fahişeliğini yasaklamıştır (Brugge­
üzerindeki çocuk pornografisi için de ben­
man, 1999; Casanova, 2000; ICCCP, 1999;
zer şeyleri söylemek mümkündür. Çeşitli
O'Grady, 2001; Taylor, 1999).
ticari çeşitli web sayfaları ya da tüketicile­
re e-mail tanıtımlarıyla ulaşan organizas­
yonların yanı sıra internette çocuk por­
nografisinin kar amaçlı olmayan yayımı
da söz konusudur.
Tüketiciler açısından ele alındığında,
çocuk pornografisi kullanımının farklı
coğrafyalarda, çeşitli düzey ve türlerde
gerçekleştiği görülmektedir. Çocuk por­
nografisi materyallerini satın alanların
Bugün Asya'da Japonya en önemli ti­
kullandıkları kredi kartları çoğunlukla
cari üretim merkezi konumundadır. As­
ABD ve Avrupa ülkelerine ait olduğu için,
ya'daki diğer merkezler Sri Lanka, Tay­
ilk etapta çocuk pornografisi kullanıcıları­
van, Singapur, Tayland, Dominik Cumhu­
nın ABD'de ve Avrupa'da yaşadığını söy­
riyeti ve Filipinler'dir. Bunların yanısıra
lemek mümkün görünmektedir. Ancak,
Doğu Avrupa ülkelerinin (özellikle Rus­
çocuk pornografisinin gitgide ticari niteli­
ya) de önemli üreticiler halinde olduğunu
ğini kaybederek ücretsiz değiş-tokuşunun
ifade etmek mümkündür. Bu ülkelerdeki
artması nedeniyle kullanıcıların hangi ül­
çocuk pornografisi yaşanılan ekonomik
kelerden olduklarını saptamak oldukça
güçlüklerin ardından ciddi biçimde yay­
güçtür. Kullanıcılar ayrıca çocuk pornog­
gınlaşmıştır. Sokak çocukları, yoksul aile­
rafisine gösterdikleri ilgi düzeyleri ve tür­
lerin çocukları, özürlü çocukların önemli
leri açısından da farklılaşmaktadır. Bu
bir kısmı pornografi sektörü içinde çalış­
farklılaşma doğrultusunda, sadece por­
mak durumunda kalmaktadır. Japonya,
nografik yayınları izleyenler ve bu kap­
Doğu Avrupa ve çeşitli Asya ülkeleri aynı
sam içinde değerlendirilebilecek çeşitli
zamanda ağırlıklı olarak kız çocuklarının
görsel materyalleri biriktirenler bulundu­
kullanıldığı seks turizminin de merkezi
ğu kadar, tüketim, üretim ve ticareti bir­
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 65
likte yürütenler hatta doğrudan çocuklar­
kökenlidir. Bu yüzden bazı yetişkinlerin
la cinsel ilişki kurmaya yönelenler de bu­
neden çocuksevici oldukları sorusuna ras­
lunmaktadır. Genel olarak bakıldığında
yonel nitelikli net bir yanıt bulmak olduk­
çocuk pornografisinin cinsel uyarım ve
ça güçtür. Ancak, tüketimin son yıllarda
tatmin sağlamak; çocukseviciler tarafın­
hızlı bir yayılımının sözkonusu olması ve
dan çocuksevici davranışın kendileri dı­
çocuksevici grup ve kişiler üzerine yapı­
şında pek çok kimse tarafından da payla­
lan araştırmalarda gözlemlenen hızlı artış
şıldığını göstererek
meşrulaştırmak ve
nedeniyle çocuksevici davranış tarzına
haklılaştırmak; çocuk tacizcileri tarafın­
ilişkin kimi özellikleri vurgulamak müm­
dan ilişki kurmak istedikleri çocuğun kor­
kün hale gelmiştir. Bu bağlamda, çocukse­
kularını ve çekingenliğini ortadan kaldır­
vicilerin yaş, cinsiyet ve fiziksel görünüm
mak ya da kendisiyle aynı yaşlarda olan
gibi nitelikler açısından seçici oldukları bi­
çocukların cinsel aktivitelerde bulundu­
linmektedir. Çoğunlukla belli bir çocukse-
ğunu kanıtlamak; görüntülenen çocuğa
vicinin cinsel açıdan çekici bulduğu "ço­
sonraki zamanlarda da benzer davranış­
cuk tipolojisi" sabit nitelikli olup, fazlaca
larda bulunması için şantaj yapmak; ken­
değişmemektedir. İkinci olarak, çocukse­
dileriyle benzer davranışları sergileyen­
vicilerin ilgi duydukları çocuklara yönelik
lerle bu materyalleri değiş-tokuş yaparak
tutum, tavır ve davranışlarında süreklili­
iletişim kurmak ya da onlar aracılığıyla
ğin bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu
çocuklara ulaşmak ve son olarak ticaret
yüzden çocukseviciliğin bir tür alışkanlık
yaparak kar elde etmek amaçlarıyla (He-
haline dönüştüğünü ifade etmek müm­
aly, 1996) kullanıldığı ifade etmek müm­
kündür. Son olarak, çocuksevicilerin ilgi
kündür.
duydukları ya da kontak kurdukları ço­
Çocuk pornografisi meraklıları ve tü­
cuklara ait görüntü ve fotoğrafları kaydet­
keticileri içinde çocukseviciler önemli bir
tikleri ve/veya biriktirdikleri görülmekte­
yer tutmaktadır. Elbette her çocuksevici-
dir.4 Çocuk pornografisi üzerine Beyond
nin zorunlu olarak çocuk pornografisine
Tolerance: Child Pornography on the Internet
ilgi duyduğunu ifade etmek güçtür. An­
başlıklı bir kitap yazmış olan Philip Jen-
cak, çocuksevicilerin yoğun bir biçimde
kins, yukarıda örneklenen türdeki "kolek­
çocuk pornografisi materyallerinden ya­
siyon" sahibi çocuksevicilerin bulunması
rarlandıkları bilinmektedir. Çocuksevici­
noktasından hareketle çocuksevici "cema-
ler için bu görüntü ve fotoğrafların cinsel
at"leri birer altkültür (subculture) olarak
çekicilik taşıması ve onlarda yinelenen bir
tarif etmektedir. Jenkins KG ve KX serile­
şekilde cinsel dürtü ve davranış geliştir­
ri5 örneklerinden yola çıkarak, her bir alt­
meye etki etmesi büyük ölçüde psikolojik
kültür üyesinin özellikle internet aracılı­
66 • iletişim : araştırmaları
ğıyla ilan, mesaj ve haber gruplarını kulla­
mik, hukuksal ve ahlaki nitelikli çeşitli
nıp kendileriyle aynı ilgileri taşıyan kişi­
tartışmalara konu olmaktadır. Hukuksal
lerle iletişim kurabilme gibi olanaklarla
olarak ele alındığında, başka bir araçla suç
geniş bir erişim, dağıtım ve etkileşim orta­
kapsamı içinde yer alan ve yasadışı olarak
mına sahip olduklarını belirtmektedir
tanımlanan her tür eylemin internet üze­
(Jenkins, 2002).
rinden yapıldığında da suç olduğunu be­
Çalışmanın bir sonraki bölümünde,
çocuksevici cemaatlerin üyelerine onbin-
lirtilmelidir. Diğer yasadışı eylemlerde ol­
duğu gibi, internetin illegal kullanımını
lerle ifade edilen geniş bir görüntü kolek­
engellemek de devletin sorumluluğunda­
siyonu yapmalarını sağlayan internetin
dır. Devletlerin internet içeriği ve kullanı­
çocuk pornografi içindeki etkin rolü ele
mına ilişkin ulusal ya da uluslararası dü­
alınacaktır.
zeyde yaptıkları yasal düzenlemeler kimi
zaman
ifade
özgürlüğünün
önünde
önemli bir engel olarak değerlendirilmek­
İnternet ve Çocuk Pornografisi
İntemet'in ticari ve bireysel kullanıma
açılmasıyla birlikte, kullanıcılar sayılama­
yacak ölçüde yeni ve gelişmiş olanaklara
kavuşmuştur. Eğitimden kültürel gelişi­
me, ticaretten hızlı iletişime kadar uzanan
tedir. Kapsamı içinde internet üzerindeki
çocuk pornografisinin de bulunduğu bu
türden
yasal
düzenlemeler
özellikle
ABD'de, ülke anayasasının ilk değişiklik
maddesinde güvence altına alınan "ko­
nuşma özgürlüğü" hakkını zarar verip
olanaklar sayesinde internet, kullanıcılar
vermemesi bağlamında tartışılmaktadır.
için gündelik yaşam ve iş yaşamı için vaz­
ABD'de genel olarak internet pornografi­
geçilmez bir araç konumundadır. Zaman­
sini kontrol etmek ve interneti çocuklar
la kullanımı gitgide yaygınlaşan interne­
için daha güvenli bir alan haline getirme
tin sadece bir araç olarak değerlendirilme­
amacıyla, Amerikan Kongresi'nde 1 Şubat
sinin ötesine geçilmiş; maddi ve fikirsel
1996'da kabul edilen yasa (Communicati­
erişim, değiş-tokuş ve etkileşim olanakları
ons Decency Act), düzenlenen "Mavi Kur­
sayesinde internet, bir tür "özgürlük ala­
dele Kampanyası" ile ciddi anlamda bir
nı" olarak tarif edilir olmuştur. Günümü­
muhalefetle karşılaşmış ve sonuçta yasa
zün sınırsız, özgür ve demokratik ortamı
ABD anayasasına aykırı bulunmuştur
olarak nitelenen internet,
ulusal ve eko­
(Alexander, 2002; Esposito, 1998; Mcmur-
nomik güvenlik, ırksal ve cinsiyete dayalı
do, 1997: 82). Ne var ki Communications
ayrımcılık, kumar, uyuşturucu satışı ve
Decency A d'in anayasaya aykırı bulunma­
özel hayatın korunması gibi "sorunlu"
sı, çocuk pornografisinin ülkede yasal ola­
meseleler söz konusu olduğunda ekono­
cağı anlamına gelmemektedir. Bu yasanın
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 67
öncesinde ve sonrasında ABD'de çeşitli
sağlayıcıların işbirliği yapması hatta bu­
bağlamlarda çocuk pornografisini yasak­
nun da ötesinde, servis sağlayıcılarının
layan farklı nitelikli yasal düzenlemelere
kendi içinde belirli düzenlemelere giriş­
gidilmiştir.6
mesi söz konusu olmuştur. Aslında net-
Devletlerin, kendi sınırları içinde yap­
tığı yasal düzenlemeler kimi zaman ifade
özgürlüğünü kısıtlayıcı engeller olarak
görülmesine karşın, aslında internetin
ulusaşırı erişim niteliği bu türden düzen­
lemeleri çoğu zaman geçersiz kılmaktadır.
Bu durum, aynı zamanda yasal olarak da
çeşitli sorunlar doğurabilmektedir. Örne­
ğin çocuk pornografisine dahil tek bir fo­
toğrafın e-mail yoluyla yayılmasında dahi
pek çok farklı ülkeden kişiler rol oynaya­
bilmektedir. Yasal olarak bu fotoğrafı üre­
ten kişinin mi, onu elektronik ortama ak­
taran kişinin mi (kimi zaman aynı görün­
tünün birden farklı kaynaktan elektronik
ortama aktarıldığı da düşünülmelidir)
yoksa onun yayılmasına katkıda bulunan
farklı ülkelerdeki internet kullanıcılarının
mı sorumlu tutulmalıdır? Pek çok durum­
da bu insanların her biri farklı hukuk sis­
temlerine tabi olabilmektedirler. Buna bir
de mağdur durumda olan çocuğun bağlı
bulunduğu hukuk sistemi eklendiğinde
eyleme dahil olan kişilerin ortak bir yasal
düzenleme kapsamı içinde alınamayacağı
açıkça görülmektedir. Bu noktada ulusla­
rarası yasal düzenlemelerin ve devletlera­
rası işbirliğinin önemi ortaya çıkmaktadır.
ıvork ve erişim servis sağlayıcıları, internet
üzerinden yapılan yayınların içeriğini de­
netlemeden ve görüntü/enformasyon akı­
şını engellemeden sorumlu tutulamaz.
Ancak, buralarda özellikle çocukların be­
lirli web sayfalarına erişimlerinin engel­
lenmesi için filtreleme yöntemine gidile­
bilmektedir. Yasadışı internet içeriğinin
engellenmesinde etkili sonuçlar esas ola­
rak, verilerin sadece transferini değil, aynı
zamanda depolanmasını da sağlayan server sağlayıcı olarak da adlandırabileceği­
miz host-service sağlayıcılar aracılığıyla
elde edilmektedir. Host-service sağlayıcıla­
rı, çoğu zaman server'larmda biriktirilen
sınırsız sayıdaki görüntüyü kontrol ede­
memelerine rağmen, çocuk pornografisiy­
le ilgili materyalleri fark ettikleri anda
bunları sileceklerini ve konuyla ilgili ola­
rak polis ve mahkemelerle işbirliğine gi­
deceğini garanti etmektedir. Fark edince
kaldır yaklaşımı (Notice and take doıun approach) olarak adlandırılan bu uygulama ve
işbirliği, "host-service sağlayıcılarının so­
rumluluğu" olarak nitelendirilerek pek
çok yasal düzenlemenin kapsamı içine de
alınmıştır (Sieber, 1999b: 5; Bertelsmann
Foundation, 1999). İnternet üzerinde bu
türden işbirlikleri, çocuk pornografisinin
İnternet içeriğinin denetimi konusun­
önlenebilmesi için adeta bir zorunluluk­
da son yıllarda devlet ya da polisle servis
tur. Çünkü, internet servis sağlayıcılarının
68 • iletişim : araştırmaları
tespitleri ya da internet kullanıcılarının ih­
tedir. (Durkin, 1997). Bu nitelikler göz
barları söz konusu olmadıkça pek çok
önünde tutulduğunda sanal ortamın, kul­
web sayfasmın çocuk pornografisiyle ilgi­
lanıcıların hem pasif hem de aktif katılımı­
li içeriği fark etmek imkansız gibidir.
nı mümkün kıldığı görülmektedir. Pasif
Devleti, sivil inisiyatifler ve internet
ve bilişim sektörü içinde yer alan çeşitli
kuruluşları geniş çaplı önlemler almaya
iten en önemli neden elbette internet üze­
rinde organize olmuş, ciddi anlamda ya­
pılanmış ve üyeleri giderek artan sanal çocuksevici cemaatin bulunmasıdır. Cinsel
ilgileri, çoğunlukla on beş yaş altı erkek
çocuklara yönelmiş bulunan ağırlıklı ola­
rak erkeklerden oluşan çocukseviciler, in­
ternet üzerinde genellikle belli bir me­
saj/haber grubu ya da sohbet odalarında,
kendileriyle benzer eğilimleri taşıyan kişi­
lerle birarada olmayı tercih etmektedirler.
İnternetin "online dünyası", hem çeşitli ve
çok sayıdaki kaynağa ulaşma imkanı sağ­
layarak hem de kullanıcılar için anonimlik
ya da "off-line dünya" dakinden farklı bir
kimliğe bürünme olanağı tanıyarak günü­
müzde çocuk pornografisinin hızlı yayılı­
mı için oldukça elverişli bir ortamdır. (Quayle ve Taylor, 2001; Taylor, 1999). Çocuksevici sanal cemaatin interneti, çocuk por­
nografisi materyallerine ulaşma ve bunla­
rın değiş-tokuşu; kendileriyle benzer ilgi­
leri olanlarla iletişim kurma; çocuklarla ya
kullanım, diğer çocuksevicilerle interaktif
bir ilişkiye girmeden kullanıcının sadece
web sayfalarından ya da file-transfer-protocol (FTP) aracılığıyla bilgisayarlarına çeşit­
li görsel materyalleri indirmesini ifade
ederken; aktif kullanım ya da katılım, IRC
ve ICQ gibi programlarla gerçek zamanlı
iletişim kurmayı ya da CU-Seeme gibi
programlarla video konferanslar yoluyla
diğer kullanıcılarla etkileşim halinde ol­
mayı ifade etmektedir. İnternetteki pasif
ve aktif katılım arasındaki ayrımdan yola
çıkarak çocuk pornografisi tüketicilerinin
homojen bir karakterde olmadığını ve
farklı katılım düzeylerinin söz konusu ol­
duğunu ifade etmek mümkündür. Yuka­
rıda da aktarıldığı gibi, aktif kullanıcılar­
dan bazılarının internet üzerinden kimi
zaman çocuklarla iletişim kurmaları, on­
larla buluşmaları hatta tecavüze kadar
uzanan saldırılarda bulunmaları söz ko­
nusu olmuş olsa da, çocuk pornografisine
yoğun ilgi duyma ile çocuklarla cinsel iliş­
kiye girme arasında doğrudan bir ilişki
kurmak oldukça güçtür.
İnternet üzerindeki çocuk pornografisi
da çocuk kimliğine bürünmüş yetişkinler­
esas olarak görsel materyallere dayan­
le cinsel içerikli iletişimde bulunma ve son
maktadır; yazıya dayalı çocuk pornografi­
olarak ilişki kurabilecekleri bir çocuk bul­
si üretimi hemen hiç yok gibidir. Görsel
ma amaçlı olarak kullandıkları bilinmek­
materyal içinde fotoğraflar önemli bir yer
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 69
tutarken, video görüntülerine daha az
yarda üretildiğini iddia edenler ortaya çı­
rastlanmaktadır. Fotoğraf ve filmlerin dı­
kacağını dikkate almaktadır. Bu noktanın
şında grafik ve çizimler de zaman zaman
dışında, çocuk pornografisine ilişkin gör­
kullanılmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin
sel materyallerin çocukseviciler tarafın­
gelişimiyle çeşitli kaynaklardan elde edil­
dan çocukları çeşitli cinsel eylemlerde bu­
miş çeşitli görüntülerin birleştirilmesi (ço­
lunmaya teşvik etme amacıyla kullanıldı­
cuk bedenine yetişkin penisinin veya vaji­
ğı da vurgulanmakta, özellikle seksin ço­
nasının montajı gibi) ya da belli bir görün­
cuklara eğlenceli bir olay olarak gösteril­
tü üzerinde değişiklikler yapma (giysili
mesi ve çocukların cinsel eylemlere katılı­
bir çocuğu çıplak gösterme gibi) yoluyla
mının sıradanlaştırılması yolunda kullanı­
gerçekte olmayan, sahte (pseudo) görüntü­
lan bu görüntülerin, çocuklar için sanal
ler elde edilebilmektedir. Debra Burke'nin
de belirttiği gibi, morphinglmetcunorphosirıg
gibi daha gelişmiş animasyon teknikleri
sayesinde herhangi bir çocuk görüntüsü
olmadan da yetişkin bir bedenin çocuk be­
denine transferi söz konusu olabilmekte
ve böylelikle de sanal çocuk pornografisi­
nin üretiminde çocuklara bile ihtiyaç du­
yulmamaktadır (1997: 440). Daha önceden
de vurgulandığı gibi bu durum günümüz­
de ciddi bir hukuksal sorun haline dönüş­
müş ve doğrudan belirli bir çocuğa yapıl­
mış cinsel suiistimal bulunmadığı için,
olup olmaması pek bir şeyi değiştirmeye­
ceğinin altı çizilmektedir. Bilgisayar yar­
dımıyla oluşturulmuş görüntülerin, ciddi
anlamda çocukların kandırılarak istismar
edilmelerinde kullanılabileceği endişesi
ve kurgusal nitelikli pornografinin, çocuk
pornografisine olan talebin artmasına da
yol açtığı tespiti de yasal düzenlemeler
yapılırken göz önünde tutulan diğer nok­
talardır. Son olarak, özellikle çocuk yüzü­
nün ya da bedeninin yetişkin pornografi­
sine ait materyallerle birleştirilerek kulla­
"çocuksuz çocuk pornografisi"nin yasal
nıldığı durumlarda çocuk pornografisi
olması gerektiği savunulur olmuştur. Ne
sektörü içinde çalışmaya zorlanmış çocuk­
var ki uluslararası yasal düzenlemeler, ge­
lar olmasa da, ailelerinin ve kendilerinin
lişen teknolojiyle birlikte gerçek bir çocu­
haberi olmadan kullanılan görüntüleriyle
ğa ait görüntü ile bilgisayar yardımıyla
aslında doğrudan istismar edilmiş çocuk­
oluşturulan sanal bir görüntü arasındaki
lar bulunduğu da kabul edilmektedir.
ayrımın gitgide kaybolmaya başladığını,
Tüm bu nedenlerle, konuyla ilgili olarak
muhtemelen yakın gelecekte gerçek ve sa­
gerçek ve sanal ayrımı yapmadan geniş
nal görüntü arasındaki ayrım ortadan kal­
kapsamlı yasal düzenlemelere gidilmesi
kacağını ve belki de elindeki görüntü ger­
eğiliminin bulunduğunu ifade etmek
çek bir çocuğa ait olsa bile bunun bilgisa­
mümkündür.
70 • iletişim : araştırmaları
Çocuk Pornografisiyle İlgili Yasal
Düzenlemeler
Çocukların cinsel sömürülerinin ve su­
iistimallerinin önlenmesi, çeşitli ülkelerce
a) Çocuğun yasadışı bir cinsel faaliye­
te girişmek üzere kandırılması ve zor­
lanmasını;
b) Çocukların, fuhuş, ya da diğer yasa­
ulusal ve uluslararası düzeyde farklı nite­
dışı cinsel faaliyette bulundurularak
likteki yasal düzenlemelerle garanti altına
sömürülmesini;
alınmıştır. Devletlerin ve sivil inisiyatifle­
rin bu konudaki çabaları, açığa çıkan ya
da çıkamayan çok sayıdaki olaya tepki ni­
teliğinde gün geçtikçe de artmaktadır.
c) Çocukların pornografik nitelikli
gösterilerde ve malzemede kullanıla­
rak sömürülmesini;
Bahsedilen türdeki düzenlemelerin belki
önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili
de en önemlisi, Birleşmiş Milletler Genel
ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü
Kurulu'nun 20 Kasım 1989'da kabul ettiği,
önlemi alırlar (AÜ SBF İnsan Hakları Mer­
Türkiye'nin de 9 Aralık 1994'de onayladı­
kezi, 1995: 82-83).
ğı (yasa 27 Ocak 1995'de Resmi Gazete'de
yayımlanmıştır) "Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme" (The Coııvention on the Rights of
Child) başlıklı sözleşmedir. Birleşmiş Mil­
letler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin çeşitli
Yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gi­
bi Birleşmiş Milletler'in "Çocuk Haklarına
Dair Sözleşme"sinde, doğrudan çocuk
pornografisinin engellenmesiyle ilgili bir
maddeleri (19, 32, 34, 35, 36 ve 39. madde­
maddenin yer almayışı, uluslararası çocuk
ler) cinsel sömürüyü de kapsayacak bi­
ticaretine bağlı olarak yapılan ve özellikle
çimde çocuklara yönelik her türlü istis­
de 90'h yıllardan itibaren giderek ivme
mar, saldırı, şiddet, kötü muamele ve ih­
kazanan çocuk satışı, çocuk fahişeliği ve
malin önlenmesi için taraf devletlerin ted­
çocuk pornografisi türünde pek çok dev­
bir alması gerektiğini öngörmektedir. Söz­
let için ciddi sorunlar haline gelmiş bulu­
leşmede çocuk pornografisinin önlenmesi
nan meseleler karşısında önemli bir eksik­
konusunda başlı başına bir madde yer al­
liği işaret etmektedir. Bu eksikliği gider­
mamakta, meseleye sadece cinsel sömürü
mek üzere, Birleşmiş Milletler Genel Ku-
ve suiistimale karşı taraf devletlerin gü­
rulu'nda mağdurların haklarını korumak
vence vermesini öngören 34. maddenin c
için 8 Ekim 2000'de yukarıdaki antlaşma­
fıkrasında değinilmektedir:
ya ek olarak "Çocuk Haklarına Dair Söz­
Taraf Devletler, çocuğu, her türlü cin­
leşmeye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği
sel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı
ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari
koruma güvencesi verirler. Bu amaçla Ta­
Protokol" başlıklı bir protokol imzalan­
raf Devletler özellikle:
mıştır. Türkiye'nin, 9 Mayıs 2002'de onay­
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 71
ladığı (yasa 14 Mayıs 2002'de Resmi Gaze-
yan tüm mağdurların korunmaları ve gü­
te'de yayımlanmıştır) bu protokol esas
vence altına alınmaları için çeşitli önlem­
olarak, Çocuk Haklarına Dair Sözleş-
ler alınması gerektiği belirtilen protokol­
me'nin genel anlamda çocuk istismarıyla
de, çocukların, kendileri için tehlikeli ola­
ilgili olan 1, 11, 21, 32, 33, 34, 35 ve 36.
bilecek, onları eğitimden mahrum bıraka­
maddelerinin daha etkili bir biçimde uy­
bilecek ve onların sağlıklarına, fiziksel, zi­
gulanabilmesi amacını taşımaktadır. İlgili
hinsel, ruhsal, ahlaki ya da sosyal gelişim­
protokol, çocukların ticari amaçlı cinsel is­
lerine zarar verebilecek herhangi bir işte
tismarının yaygınlaşmasından, son yıllar­
çalışmaktan korunmalarına ilişkin hakları
da başta Japonya olmak üzere çeşitli uzak
bulunduğu vurgulanmaktadır. Protokol,
doğu ülkelerinde artış gösteren seks turiz­
taraf devletlere çocuk satışını, çocuk fahi­
minin önemli ölçüde çocuk satışını, çocuk
şeliğini ve çocuk pornografisini yasakla­
fahişeliğini ve çocuk pornografisini teşvik
maları yükümlülüğünü getirmektedir
eder hale gelmesinden ve tüm bunların
(madde 1). Çocuk satışı konusunda, ço­
yanısıra, çocuk pornografisinin internet
cukların cinsel istismarının, kar amaçlı or­
gibi gelişen teknolojiler üzerinde artan eri­
gan nakillerinin, zorla çalıştırılmalarının
şilebilirliğinden duyulan endişe sonucun­
ve yasal olmayan yollardan evlatlık veril­
da ortaya çıkmıştır (TBMM, 2002). Birleş­
melerinin; çocuk fahişeliği konusunda, ço­
miş Milletler Genel Kurulu'nun bu proto­
cuklara fahişelik teklif edilmesi ve fahişe­
kolü hazırlamasına, daha önce 27-31
lik yaptırılması ile bu amaçla çocuk teda­
Ağustos 1996 tarihleri arasında Stock­
riki veya temini; çocuk pornografisi konu­
holm'de "Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel
sunda, çocuk pornografisinin üretiminin,
İstismarına Karşı Dünya Kongresi (World
dağıtımının, yayılmasının, ihracatının,
Cotıgress against Commercial Sexual Explo-
naklinin, ithalatının, sunumunun, satışı­
itation o f Childreıı)"7başlığıyla düzenlenen
nın, kasıtlı zilyetliğinin ve reklamının ta­
kongrede ortaya çıkan bildiri ve eylem
raf devletlerin suç ve ceza yasalarının tam
planının ve 29 Eylül-1 Ekim 1999 tarihleri
anlamıyla kapsamı içine alınması gerekti­
arasında Viyana'da düzenlenen İnternet
Üzerinde Çocuk Pornografisiyle Mücade­
le Konferansının (Combatiııg Child Porrıography on the İnternet) öncülük ettiği ifade
edilmektedir.
ğini öngören protokol, bu fiillerin yasal
olarak uygun cezalarla cezalandırılabilir
suçlar haline getirilmelerini zorunlu hale
getirmektedir (madde 3). Protokol, sadece
çocuk satışı, çocuk fahişeliği ve çocuk por­
Özellikle kız çocukları başta olmak
nografisiyle ilgili fiillerin suç sayılması ve
üzere çocuk satışı, çocuk fahişeliği ve ço­
cezalandırılmasını değil; aynı zamanda 8,
cuk pornografisiyle cinsel istismara uğra­
9 ve 10. maddeleriyle bu eylemlerin mağ­
72 • iletişim : araştırmaları
duru olan çocukların güvenliklerinin hak
Çocuk pornografisinin yasaklanma­
ve çıkarlarının taraf devletlerce korunma­
sıyla ilgili olarak Türkiye Cumhuriye­
sını güvence altına almakta ve taraf dev­
ti'nin taraf olduğu, yukarıda aktarılan an­
letlerin ilgili kuramlarıyla mağdurlara fi­
laşmaların dışında da çeşitli uluslararası
ziksel ve psikolojik yardım, rehabilitasyon
sözleşmeler, deklarasyonlar ve eylem
ve topluma geri kazandırma hizmetleri
planları bulunmaktadır. Bunlar arasında
sağlanması gerektiğini öngörmektedir. İn­
Avrupa Birliği Konseyi'nin, Avrupa Par-
ternetin de dahil olmasıyla birlikte, çocuk
lementosu'nun, Avrupa Komisyonu'nun
satışı, çocuk fahişeliği ve çocuk pornogra­
ve G-8 ülkelerinin kabul ettiği sözleşmeler
fisiyle ilgili eylemlerin önemli ölçüde
ve eylem planları belirtilebilinir. Ayrıca
uluslararası ve ulusaşırı görünüm sergile­
hemen tüm Avrupa ülkelerinin, Japon­
diğini kabul eden protokol, bu konuyla
ya'nın, Çin'in, Tayvan'ın, Sri Lanka'nın,
mücadelede ülkelerarası işbirliği, örgüt­
Avustralya'nın, çeşitli Güney Amerika ül­
lenme ve yardımlaşmayı 5, 6 ve 10. mad­
kelerinin, Kanada'nın ve ABD'nin iç hu­
deleriyle teşvik etmektedir (TBMM, 2002).“
kukunda çocuk pornografisinin önlenme­
sine ilişkin yasalar bulunmaktadır (Espo-
Çocuk pornografisinin yasaklanması­
sito, 1998; Sieber, 1999a; The Asia Pacific
na yönelik bir diğer yasal düzenleme,
Forum of National Human Rights Institu-
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO),
tions, 2000; Healy, 1996). Kuşkusuz ulusal
17 Haziran 1999'da kabul ettiği "En Kötü
ve uluslararası düzeyde konuyla ilgili çe­
Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklan­
şitli yasal düzenlemelere gitmek, çocuk
ması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
pornografisiyle mücadele konusunda be­
Acil Eylem Sözleşmesi" (Worst Forms of
lirli bir duyarlılığın, örgütlenmenin ve ka­
Child Labour Convention) başlıklı, 182 nu­
rarlılığın varlığına da işaret etmektedir.
maralı sözleşmesidir. Türkiye'nin 25 Ocak
Özellikle 1990'h yıllarda artan ve Fransa,
2001'de onayladığı (yasa 3 Şubat 2001'de
Belçika ve Yunanistan gibi Avrupa ülkele­
Resmi Gazete'de yayımlanmıştır) bu söz­
rinden başlayarak Kolombiya'dan Ken­
leşmenin 3. maddesi, ivedilikle yasaklan­
ya'ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafya
ması ve ortadan kaldırılmasını gereken en
içerisinde çeşitli sivil toplum örgütlerinin
kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin kapsa­
yürüttüğü seminer, konferans, eğitim
mına "çocuğun fahişelikte, pornografik
programları, hazırlanan rapor ve kitaplar
yayınların üretiminde veya pornografik
türündeki çeşitli çalışmalar bulunmakta­
gösterilerde kullanılmasını, bunlar için te­
dır (Sellier, 1999). Sivil inisiyatif öncülü­
darikini ya da sunumunu" da dahil et­
ğünde geniş kapsamlı olarak yürütülen
mektedir (ILO, 1999; TBMM, 2001).
bu çalışmalar, hükümet programları ve
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 73
politikaları için iyi birer referans kaynağı
durumundadır. Bu doğrultuda hazırlanan
pek çok yasal düzenleme çocuk pornogra­
fisinin yaygınlaşmasına yönelik olan üre­
tim, dağıtım, satış ve reklam gibi faaliyet­
leri yasadışı kabul etmektedir; ancak kimi
zaman bu materyallere sahip olmayı kap­
sam dışında tutmaktadır. Örneğin, Belçi­
ka, Danimarka, Almanya, Finlandiya, İtal­
ya, Kanada, Avusturya, ve İngiltere'de ço­
cuk pornografisi materyallerine sahip ol­
ma yasakken, ABD'de üç ve daha fazla
görüntüye sahip olanlar ceza kapsamı
içinde tutulmakta, buna karşın İspanya,
Hollanda ve Fransa gibi ülkeler ticari
amaç taşımadan sahip olmaya ceza getir­
memektedir (Sieber, 1999a: 16-17; Esposito, 1998; Adler, 2001a).
Değerlendirme ve Sonuç
Türkiye'de 2001 yılının sonunda Bursa'da bir vakfa bağlı lise ve ilköğretim
okullarında rehberlik ve psikolojik danış­
manlık öğretmeni olarak çalışan 30 yaşın­
daki bir kişinin karıştığı operasyon, çocuk
pornografisine yönelik belli bir tartışma
ortamı oluşmasına yol açmıştır. Olay 16
Kasım 2001 tarihinde 19 ülkede çocuklara
yönelik pornografik içerikli resim, film ve
benzeri materyalleri internet ortamında
dağıtan kişilere karşı yürütülen "Landmark" adlı operasyon sırasında ortaya
çıkmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda
Türkiye'den İngiltere'ye internet üzerin­
den çocuk pornografisi ihtiva eden fotoğ­
rafların gönderildiği anlaşılmıştır. Bu
doğrultuda, şüphelinin kullandığı ICQ
Genel olarak bakıldığında internet
programından IP numarası tespit edile­
üzerindeki çocuk pornografisiyle müca­
rek, abonelik kayıtları incelenmiş, ardın­
dele konusunda uluslararası ve uluslarüs-
dan kimliği ve adresi saptanmıştır. Yakla­
tü yasal düzenlemelerde uylaşımın bulun­
şık bir buçuk ay süren takip sırasında ilk
mayışı, çeşitli ülke ve bölgelerde çocuk
olarak öğretmenin Bursa'da yaşadığı evi­
pornografisinin farklılaşan görünümünün
ne 8 -12 yaş grubundan, aralarında zihin­
ve sonuçlarının varlığı; üretim, dağıtım ve
sel ve fiziksel özürlülerin de bulunduğu
tüketim ağlarının farklı araçlarla giderek
erkek çocuklarının sürekli olarak geldiği,
büyüyen karmaşık yapısı ve çocuk por­
kamerayla tespit edilerek kayıt altına alın­
nografisinin hızlı yayılımının engellenme­
mış, ardından eve gidip gelen çocuklar ta­
sini internetin işleyişi gereği kolayca ge­
kip altında tutulmuştur. Bunun dışında
çersiz kılması gibi çeşitli sorunların bu­
şüpheliye ait ev, iş ve cep telefonları yine
lunduğu görülmektedir. Tüm bu nedenle­
öğretmenle suç ilişkisi içinde olabileceği
rin hem ulusal hem de uluslararası düz­
değerlendirilen kişilerin telefonları, mah­
lemde konuyla ilgili olarak bütünlüklü
keme kararıyla 15 gün süreyle teknik ta­
politika yaratma ve uygulama olasılığını
kip altına alınarak suç konuşmaları sap­
güçleştirdiği ifade edilebilir.
tanmıştır. Yapılan bu takip ve araştırma-
74 • iletişim : araştırmaları
nm ardından rehber öğretmenliğinin ya-
no sitesine üye olduğu belirlenmiştir. Ço­
nısıra "Bursa Sorunlu Çocukları Koruma
cukların çıplak hallerinin ve sanığın farklı
ve Yardım Demeği" ve "Türk Psikologlar
çocuklarla girdiği cinsel ilişkilerin görün­
Derneği"nin de üyesi bulunan kişi, "ço­
tülendiği fotoğraf ve kaset kayıtlarından,
cukların pornografik görüntü ve resimle­
ilk etapta bu fotoğraflarda kullanılan beş
rini çekip internet aracılığıyla satmak, ırza
çocuğun kimliği tespit edilmiş ve çocuklar
geçme, ırza geçmeye teşebbüs, sarkıntılık
Uludağ Üniversitesi'nde psikolojik tedavi
ve alıkoyma" iddialarıyla gözaltına alın­
altına alınmıştır. Olayın ardından sanığa
mıştır. Olayın hemen ertesinde, sanıkla il­
karşı "birden çok 15 yaşından küçük çocu­
gili çocuk pornografisi ticareti yapma id­
ğu alıkoyma, ırza geçme ve ırza tasaddi,
diasının soruşturması devam etmekte ol­
ateşli silahlar kanununa muhalefet ve ço­
duğu için; sanık, çıkarıldığı nöbetçi mah­
cuk pornosu içerikli görüntü dağıtmak"
kemede ilk olarak ırza geçme suçundan
suçlarından kamu davası açılmıştır. Sanık
tutuklanmıştır. Bu operasyon sırasında
hakkında, bu nedenle Türk Ceza Kanu-
öğretmenin evinde aralarında özürlü ço­
nu'nun "şehvet hissi veçhile yolu ile küçü­
cukların da bulunduğu 8-14 yaş grubun­
ğü kaçırma, alıkoyma" suçlarını içeren
dan erkek çocuklara ait onlarca fotoğraf,
430/1. madde uyarınca 8 kez 5 yıldan 10
sanığın üç farklı çocukla girdiği cinsel iliş­
yıla kadar ağır hapis cezası isteyen savcı,
kilerin görüntülerinden oluşan kamera
sanığın, 4 mağdura yönelik "ırza tasaddi"
kasetleri ve ilişki kurmak istediği çocuk­
eylemi nedeniyle TCK'nın 415/2, 417 ve
larda cinsel arzu uyandırma amacıyla kul­
80. maddeleri, evinde bulunan 21 mermi
landığı ifade edilen pornografik cd'ler ve
nedeniyle 6136 Sayılı Ateşli Silahlar Kanu-
21 adet de G-3 mermisi ele geçirilmiştir.
nu'na muhalefet ve internet ortamında ço­
Bilgisayarında yapılan incelemelerde ise;
cuk pornosu dağıtma eylemi nedeniyle de
8-12 yaş grubundaki erkek çocuklarından
TCK'nın 119/3 ve 426. maddeleri gereğin­
hoşlandığı, bu yaştaki çocuklardan erkek
ce cezalandırılmasını talep etmiştir. Soruş­
arkadaşı olduğu, 10 binden çok fotoğraf,
turma kapsamında sanığın "ırza geçme,
binden fazla çocuk pornosu içeren video
ırza geçmeye teşebbüs ve sarkıntılık" suç­
görüntüsüne sahip olduğu ve bunları sa­
larının bazılarını daha önce Gaziantep'te
tabileceğini ifade eden e-mail'ler gönder­
SHÇEK'e bağlı özürlü çocuklar rehabili­
diği, çeşitli zamanlarda bu görüntü ve fo­
tasyon merkezinde ve bir ilköğretim oku­
toğrafları internet üzerinden transfer etti­
lunda çalıştığı sırada da işlediği ortaya
ği, kendisiyle benzer eğilimler taşıyanlar­
çıkmış, bu nedenle ayrıca Gaziantep'te de
la sohbet ve mesaj programlarıyla iletişim
"ırza geçme ve ırza tasaddi" suçlarından
kurduğu ve internette 222 ayrı çocuk por-
yargılanmasına karar verilmiştir. Her iki
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 75
kentte sanık hakkında 80-90 yıl arası hapis
mıştır. Olayın ardından ayrıca okulun
cezası istemiyle açılan davalardan ilk ola­
bağlı bulunduğu vakfın bir tarikatla bağ­
rak pomo ticareti yapmak suçundan açı­
lantısı bulunduğuna dair iddialar ortaya
lan dava sonuçlanmış, bu davada sanık 1
atılmış, bu konuyla ilgili yürütülen idari
milyar 875 milyonluk para cezasına çarp­
soruşturma sonucunda böylesi bir ilişki­
tırılmıştır.1' Sanığın bu cezayı ödememesi
nin bulunmadığı ifade edilmiştir.11
üzerine yeni bir dava daha açılmıştır. Sa­
nık hakkında açılan davalar halen devam
etmektedir, ancak sanık hakkında 28 Ara­
lık 2001 tarihinde çıkan tutuklama kararı
31 Ekim 2002'de sanığın "'tutuklu kaldığı
süre ve suç vasfının değişme olasılığı" göz
önünde bulundurularak kaldırılmış, sanık
tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edil­
miştir.10
Bu olay, Türkiye'de çocuk pornografi­
si ve çocukların cinsel suiistimali konu­
sunda basında geniş yer bulan ve sonra­
sında çeşitli tartışmalara yol açan ilk ve
son yıllardaki tek örnektir. Olayla ilgili
tartışmalara geçmeden önce birkaç nokta­
nın vurgulanması yerinde olacaktır. Belçi­
ka'da 1996 yılında ortaya çıkan Marc Dutroux olayının kurbanlarından olan Julie
Olayın ortaya çıkışının ardından Milli
Lejeune, Melissa Russo, Laetitia Delheze
Eğitim Bakanlığınca ilk olarak söz konu­
ya da İngiltere'deki Sarah Payne vakasın­
su kişinin "görev yetki belgesi" iptal edi­
dan farklı olarak, Türkiye'deki olayda ka­
lerek, bundan böyle kendisine resmi ya da
muoyu, yaşanan istismarın mağduru ol­
özel eğitim kuramlarında hiçbir unvanla
muş çocukların kim olduklarını öğrene­
görev verilmeyeceği duyurulmuş; ardın­
medi. Gazetelerde kimlikleri gizli tutul­
dan öğretmenin olay öncesinde 1,5 yıldır
sun diye, isim ve soy isimlerinin baş harf­
çalışmakta olduğu lise ve ilköğretim okul­
lerini paranteze alınarak, en fazla parante­
larının 2001-2002 öğretim yılı sonunda sü­
zin dışına yaşları eklenip haber yapıldılar.
rekli olarak kapatılmasına, öğrencilerin
Sözkonusu çocukların "kim olduklarını
Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü gözetimin­
bilmiyoruz" derken, bu çocukların teşhir
de diğer resmi ve özel okullara nakledil­
edilmeleri gerektiği kastedilmemekte;
mesine karar verilmiş ve okulların mü­
olay sonrasında bu çocukları sahiplenen
dürlerinin hiçbir özel öğretim kuramla­
ebeveyn ya da yakınların bulunmadığına
rında yöneticilik yapamayacağı açıklan­
dikkat çekilmek istenmektedir. Öyle görü­
mıştır. Okul yönetiminin kararın iptali is­
nüyor ki bu çocuklar zaten "kayıp", zaten
temiyle açtığı davada, mahkeme "uygula­
"kurban edilmiş", zaten "kimsesiz bırakıl­
manın, telafisi güç zararlar doğuracağı"
mış" çocuklardı. Çocukların bir çoğunun
gerekçesiyle, dava sonuçlanıncaya kadar
sokak çocuğu ya da zihinsel veya beden­
yürütmenin durdurulmasını kararlaştır­
sel engelli olması bu kanıyı pekiştirmekte­
76 • iletişim : araştırmaları
dir. Bir şekilde şiddetin çocukları olan bu
dan hareketle, çocuk pornografisi sorunu­
çocukların varlıkları, ileride kendileri şid­
nun öncelikli olarak ahlaki bir sorun ola­
det saçmaya başlayana kadar hatırlana-
rak ele alındığını, meseleyi toplumsal ve
hukuksal boyutlarıyla ele alma girişimle­
mamaktadır.
Basında mağdur çocukların uğradığı
suiistimaller, sanığın vermiş olduğu ifade­
rinden uzak durulduğunu ifade etmek
mümkündür.
lere dayanılarak ayrıntılarıyla aktarılmış
Yaşanan bu olayda mağdur durumda­
ve yaşadıkları vahşet tekrar ve daha hun­
ki çocuklar, "iyi aile çocukları" olmasa bi­
harca canlandırılır olmuştur. Söz konusu
le, yaşadıkları vahşet ABD, İngiltere ve
bu haberler, "sapık", "iğrenç", "hasta ruh­
Belçika'daki örneklerinde olduğu gibi
lu" vb. nitelendirmelerle çoğunlukla ey­
Türkiye'de de yaşayan pek çok orta-sınıf
lemleri gerçekleştireni mercek altına ala­
"mutlu aile yuvalarında" endişe kaynağı
rak, eylemlerin mağduru olanları bir an­
olmuştur. Esas olarak belirtilen bu endişe
lamda gözlerden ırak tutmaktadır. Bu me­
nedeniyle kısa süreli de olsa ülkede çocuk
tin boyunca sıklıkla ifade edildiği gibi ço­
pornografisi karşıtı belli bir kamuoyu
cuk pornografisiyle mücadelenin dayanak
oluşmuştur. Ancak, yukarıda da belirtildi­
noktasını mağdur duruma düşmüş çocuk­
ği gibi çocuk pornografisiyle mücadele
ların korunması oluşturmaktadır.
Bu
amacıyla oluşan bu kamuoyunun hedefi,
doğrultuda konuyla ilgili, yukarıda da ak­
çocukları korumaktan çok saldırganları
tarılan ulusal ve uluslararası yasal düzen­
teşhir edip lanetleyerek bir tür arınma tö­
lemelerin hepsi mağdurların korunmala­
reni gerçekleştirmektir. Çocuk pornografi­
rını, hak ve çıkarlarının güvence altına
siyle mücadelede, pek çok durumda ahla­
alınmalarını ve gerekli fiziksel ve psikolo­
ki panik ya da histerinin bir ürünü olarak
jik yardımın sağlanması gerektiğini belirt­
mektedir. Tüm bunların sağlanması, ciddi
anlamda zaman ve çaba harcayarak kültü­
rel ve ekonomik anlamda belirgin dönü­
şümleri gerektirdiğinden olsa gerek, ka­
muoyu eylemleri gerçekleştirenleri lanetlemeyi, eylemlerin mağdurlarını koruma­
ya çalışmaya tercih etmektedir. Seçilen bu
kolay yolun ahlâki anlam örüntüsünün de
oldukça yoğun olması, toplumsal ve hu­
değerlendirilen (Adler, 2001a ve 2001b;
Potter ve Potter, 2001) çocuklara cinsel su­
iistimallerde bulunanlara yönelik olarak
üretilen temsil formları, çocuk haklarının
güvenceye alınması çabalarının önüne
geçmemelidir. Bir başka ifadeyle, çocuk
tacizcilerine yönelik "iğrenç sapık!" tü­
ründeki nitelemelere sığınmadan çocuk
pornografisiyle mücadele yollan geliştir­
me zorunluluğu bulunmaktadır.
kuksal sorumlulukların sıklıkla gözardı
Olayın ardından çocuk pornografisi ile
edilmesini kolaylaştırmaktadır. Bu nokta­
ilgili "işte sapık" türündeki haber ve köşe
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 77
yazıları medyada yaklaşık bir haftalık bir
ğuna değinmekte ve duygularından dola­
süreyle yer almıştır. Konunun neredeyse
yı kimsenin suçlanamayacağını sadece ey­
kapandığı bir sırada Sabah gazetesi yazarı
lemden dolayı suçlanabileceğini belirt­
Gülay Göktürk, 9 Ocak 2002 tarihli "Ço­
mektedir. Yazar, konuyla ilgili kamuoyu
cuk Pornosu" başlıklı yazısıyla tartışmala­
tepkisinin çocuk bedeninin kullanılmasın­
rın farklı bir eksende ilerlemesine yol aç­
dan çok, çocuk bedeninin arzulanmasına
mıştır. Söz konusu yazısında Göktürk,
yönelik olduğuna inandığını söyleyerek
"insanların çocuklara zarar vermedikleri
aslında bu türden bir arzuyu lanetliyor
sürece sübyancı olma hakkını savunuyo­
görünen pek çok erkeğin yasak olanı daha
rum" diyerek, sübyancılığı bir tür fantezi
cazip gördükleri için gizli bir biçimde bu
ve arzu olarak değerlendirdiğini belirt­
arzunun peşinden gittiğini de eklemekte­
mekte ve sübyancılığm/çocukseviciliğin
dir. Yazara göre çocuk pornografisinin ya­
yasaklanmasını, arzunun lanetlenmeye,
saklanması, çocuklara yönelik cinsel taci­
yasaklanmaya ve cezalandırılmaya çalışıl­
zin engellememekte, aksine kamçılamak­
ması olarak gördüğünü ifade etmiştir.
tadır.
Öte yandan yazar, pornografik materyal­
lerin üretiminde kullanılan çocukların fi­
ziksel ve psikolojik olarak zarar görmele­
rinden ötürü, çocukların pomo filmlerde
oynatılmalarının
kabul
edilemez
ol­
duğunu belirterek, bir anlamda eyleme
dönüşmemiş sübyancılığı savunduğunu
vurgulamaktadır. Çünkü Göktürk, çocuk
pornografisi filmlerinde gerçek çocukların
yerine animasyon kahramanlarının kulla­
nılmasına hiçbir itirazınm bulunamayaca­
ğını, böylesi bir durumda hem sübyancı­
nın özgürlüğünün engellenmemiş olaca­
ğını hem de herhangi bir çocuğun zarar
görmemiş olacağını ifade etmektedir.
Gülay Göktürk, bu yazıların ardından
çocuk pornografisini savunduğu gerekçe­
siyle tepki görmüş, hatta Ankara Barosu­
na bağlı çok sayıda avukat Göktürk hak­
kında suç duyurusunda bulunmuştur.
Göktürk'ün konuyla ilgili görüşlerinde
sorunlu görünen noktaların başında, ço­
cuk pornografisine içkin olan suiistimalin
bireysel özgürlük çerçevesinde bir tür
"haz hakkı" biçiminde ifade edilmesi gel­
mektedir. Bu bağlamda, çocuksevicilik
dar bir kapsamda duygu veya fantezi ola­
rak kavranmakta, çocukseviciliğin tanı­
mında bulunan aynı zamanda bir davra­
nış tarzı olma özelliği göz ardı edilmekte­
Bu yazının yayınlanmasının ardından,
dir. Bir başka ifadeyle, çocuksevicilik salt
10 Ocak 2002 tarihinde Hürriyet gazetesi­
bir fanteziyi ifade etmesinin ötesinde, bu
ne verdiği demeçte Gülay Göktürk, süb-
fantezinin davranışa yansımasını da ifade
yancılığın bir duygu, belki bir fikir oldu­
etmektedir. Söz konusu olan, yetişkinin
ğuna ancak cinsel tacizin bir eylem oldu­
kendi cinsel doyumu amacıyla bir çocuk
78 • iletişim : araştırmaları
bedenini kullanmasıdır. Bu doyumu kimi
rı cinsel etkinliklere teşvik etme amacıyla
zaman doğrudan gerçek bir çocuğun be­
kullanıldığı bilinmektedir. Sıralanan tüm
deni sağlayabildiği gibi kimi zaman da
bu nedenler aslında sorunun yetişkinlerin
pornografik materyaller sağlamaktadır.
hak ve özgürlükler meselesi olmadığını,
Yetişkinin, çocukla çeşitli cinsel aktivite-
aksine çocukların hak ve çıkarlarının ko­
lerde bulunması, eşitsiz bir güç ilişkisinin
runması meselesi olduğunu göstermekte­
söz konusu olması ve buna bağlı olarak
dir. Söz konusu bu sorunda öncelikli ya­
çocuğun karşı koyamaması nedeniyle cin­
rar ilkesi, çocuklara aittir, yetişkinlere de­
sel istismar olarak değerlendirilmektedir.
ğil-
Her ne kadar Göktürk pedofilik ilişkinin
Yetişkinlerin çocuklara yönelik arzu
taciz olduğunu kabul etse de batılı bazı
ve hazlarmın bir hak olarak görülüp savu­
yazar ve çocuksevicilik savunucuları bu
nulması, arzuların insan doğasına içkin
türden bir ilişkinin rızaya dayalı olabilece­
olduklarının kabulünü de beraberinde ge­
ğini, zaten çocuksevicilerin çocuğun kork­
tirmektedir. Bu görüş açısı sıklıkla, cinsel
ması, ilişkiyi istememesi ya da karşı koy­
arzuların toplum tarafından baskı altına
maya çalıştığı durumlarda ilişkiye girme­
alındığını ve bu durumun bir sonucu ola­
diklerini ifade etmektedir. Çocuğun me­
rak da arzuların belli bir zamanda ipini
rak, korkuyu gizlemeye çalışma, yetişkin­
koparmış bir şekilde açığa çıktıklarını ka­
liğe özenme ya da ilişki sonrası vaat edi­
bul etmektedir. Oysa, özellikle psikanali-
lenlere kavuşma isteği ile ilişkiye rıza gös­
tik inceleme ve çalışmalar, arzu ve hazzm
teriyor görünmesi, ileriki yaşamında bu
doğal bir biçimde gelişmelerinden çok,
olaydan fiziksel ve ruhsal açıdan zarar
kültürel ve toplumsal olarak yapılandıkla­
görmeyeceği anlamına gelmemektedir.
rını göstermektedir. Bir başka deyişle, ar­
Dolayısıyla, çocuklarla her ne düzeyde
zularımızı şekillendiren bir kültürel at­
olursa olsun cinsel aktivitelerde bulun­
mosfer içinde yaşadığımızı ifade etmek
mak, istismar kapsamına alınmalıdır. Ye­
mümkündür. Ne var ki günümüzde doğal
tişkinin cinsel doyumunun çocukların
olduğu verili olarak kabul edilen arzula­
kendileri yerine çocuk pornografisi mater­
rın içinde yaşadığımız dünyanın gerçekle­
yalleriyle sağlandığı durumda, söz konu­
ri ve vazgeçilmezleri olduğu kabul edil­
su materyallerin üretiminin çocukların
mektedir. Bu doğrultuda, arzu bir hak ola­
cinsel istismarına dayalı olması nedeniyle
rak tarif edilerek, arzuya engel olabilecek
çocuklar cinsel istismara uğramaktadır.
her şeyin ortadan kaldırılması gerektiği
Gerçek çocuklar yerine grafik ve animas­
düşünülebilmektedir. Arzu ve hazzm sı­
yonların kullanıldığı pornografik mater­
nırlarının her geçen gün biraz daha geniş­
yallerin ise cinsel doyumdan çok, çocukla­
lemesinin, kullanım ve tüketimin artma­
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 79
sıyla sağlanacağı düşünülmektedir. Eğer
kuruludur. Bir başka ifadeyle, düşünce-
"tüketiciler" aslında nihai tatmini olma­
eylem karşıtlığı liberal ortodoksiye içkin-
yan bu kışkırtılmış arzu ve hazlarının pe­
dir. Bu nedenle, sözün eyleme karşı ayrı­
şinde çocuksevicilik gibi çıkmaz bir soka­
calıklı pozisyonun savunulduğu durum­
ğa sapmışlarsa, Gülay Göktürk'ün yazı­
larda, "liberalizm, sınırsız özgürlük de­
sında değinildiği gibi, onlara verilecek
mek değildir, Göktürk (ya da bu düşünce­
olan cevap hazırdır: "Gerçek çocukların
yi savunan bir başkası) liberalizmi yanlış
kullanımı taciz oluyorsa sanalı kullanıl­
yorumluyor" demek yerine, liberalizmin
sın". Bu anlayışın, bu metnin ikinci bölü­
üzerinde yükseldiği bu ikili karşıtlığın
münde aktarılmaya çalışılan geniş çaplı
kendisi sorgulanmalıdır. Bu sorgulama
üretim ve dağıtım ağlarını da meşrulaştır­
kuşkusuz herkesin duygu, düşünce ve
dığını ifade etmek mümkündür. Ne de ol­
fantezilerinden ötürü cezalandırılabilece-
sa onlar, talebi gidermek üzere arz etmek­
ği anlamına gelmemektedir. Vurgulan­
tedir.
mak istenilen nokta, Göktürk'e ya da ben­
Son olarak, Göktürk'ün yazısının bir
örneğini oluşturduğu anlayışın meseleyi,
büyük ölçüde fikir özgürlüğü çerçevesin­
de ele aldığı ve liberal fikir özgürlüğü ar­
gümanlarına içkin olan söz/ifade ile ey­
lem karşıtlığını sürdürdüğü görülmekte­
dir. Bu anlayış çerçevesinde çocuksevici­
lik ve çocuk pornografisi, duygu ve ifade
tarzı olarak kavranarak, eylem olarak tarif
edilen cinsel tacizin karşıtı biçiminde konumlandırılmaktadır. Bilindiği gibi liberter ya da serbestici anlayış, insanların dü­
şünce ve ifadeleri nedeniyle cezalandırıl­
mayacağını sadece eylemlerinden ötürü
cezalandırılabileceğini savunur. Çocuk
pornografisi gibi "sorunlu" meseleler
gündeme geldiğinde sıklıkla, serbestledi­
ğin sınırsız bir özgürlük anlamına gelme­
diği savunulmaktadır. Ne var ki, liberal
zer düşüncedeki bir başka yazara, çocuk
pornografisini düşünce ve ifade özgürlü­
ğü meselesi olarak ele alma fırsatı yaratan
dayanağm, dile getirilemeyeni sessiz kıla­
rak varolan ifadenin, eylem karşısında ay­
rıcalıklı bir konuma sahip olduğudur. Ço­
cuk pornografisi konusunda meselenin
aslında yetişkinler kadar muhatabı olan
çocukların ifade olanaklarının bulunmayı­
şı ya da çocukların hukuk söylemine dahil
olmayan ifadeleri, sözleri, duygu ve dü­
şünceleri nedeniyle, çocuk pornografisi
tartışmalarında yetişkinler tarafından dü­
şünce özgürlüğü argümanların öne sür­
ülmesini mümkün hale getirmektedir. Bu
nedenle, öncelikli olarak çocuk pornogra­
fisini bir tür "yetişkin eğlencesi" olarak
gören anlayışın terk edilmesi gerekmekte­
dir.
düşünce özgürlüğünün temeli zaten dü­
Türkiye'de 2001 yılının sonunda orta­
şünce/ifade ile eylem karşıtlığı üzerine
ya çıkan bu olay ve ardından gelen tartış­
80 • iletişim : araştırmaları
malar, çocukların cinsel sömürüsü ile ço­
sonuçsuz bırakmaktadır. On yıl öncesine
cuk pornografisi sorunları karşısında ah­
kadar çocuk pornografisinin bu örgütlü
lâki ve ideolojik anlam örüntülerinin ol­
üretimi ve dağıtımının bir anlamda yeral­
dukça etkin rol oynadıklarını göstermek­
tından yürütülmesi, sorunu gizlemektey­
tedir. Bu türden belirleyici anlam örüntü-
di. Mutlu aile yuvalarına ırak durduğu sü­
leri, sorunun çözümünü amaç edinen tar­
rece cinsel özgürlük bile sayılabilirdi. Ne
tışma ve çabaların belli bir çerçeve içinde
var ki internet sayesinde, eskiden beri va­
sıkışmasına yol açarak, doğrudan sorunla
rolan bu sorun, bir anda alenilik kazan­
yüzleşmeyi engellemektedir. Bu nedenle
mıştı. İnterneti bu sorunda bir tür pando-
pek çok kişi yaşanan olayların ne denli
ra kutusuna çeviren, internette her an ço­
"iğrenç" ve "sapıkça" olduğunu düşünür­
cuk pornografisi materyalleriyle karşılaş­
ken, Türkiye'de doğrudan çocuk pornog­
ma olasılığı değil; yetişkinlerde, bu türden
rafisini ele alan bir yasanın bulunmaması­
bir endişeyi yaratmasıdır. Dolayısıyla, ki­
nın doğurduğu güçlükleri göz ardı etmek­
mi zaman neredeyse cinsel anlamda sö­
tedir. Konuyla ilgili olarak diğer ülkelerde
mürüye uğramış çocuklardan bağımsız
uygulamaya konulan ulusal ve uluslara­
olarak, "sapkın eğilimli" kimselerin bir fa­
rası yasal düzenlemelerde ise, gerek "ço­
aliyeti biçiminde ele alman çocuk pornog­
cuk" gerekse "çocuk pornografisi" kav­
rafisi sorunu, meselenin aleniyet kazan­
ramları üzerinde uylaşımın bulunduğunu
mış olmasından doğan endişeler kaybol­
ifade etmek güçtür. Çocuk pornografisi
duğunda tekrar gözardı edilebilir gibi gö­
aracılığıyla doğrudan ya da dolaylı olarak
rünmektedir.
sömürüye uğrayan çocukların pek çok du­
rumda dile gelmeyen ifadeleri, sorunu ta­
nımlamayı ve hukuksal açıdan sınırlarını
çizmeyi güçleştirmektedir. Çocuk pornog­
rafisi materyallerinin, gelişen ve yaygınla­
şan teknoloji yardımıyla Türkiye'deki ör­
nekte de olduğu gibi ev içinde dahi üreti­
lebilir olması üretimin kontrol edileme­
mesindeki temel zorluklardan birisidir.
Çocuk pornografisinin büyük ölçüde ço­
cuk fuhuşu ile beslenen örgütlü üretim
sektörünün, "piyasada" kendine önemli
bir faaliyet alanı yaratabilmesi de üreti­
min engellenmesine yönelik tüm çabaları
Çam • Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 81
Notlar
1 Çocukseviciliğin tanımlanması ve çocuksevici
kişiler üzerine yapılan ilk araştırmalar büyük
ölçüde psikiyatri ve psikoloji kökenli ampirik
araştırmalardır. Bu araştırmalar çerçevesinde
çocuksevicilik, bir tür cinsel bozukluk olan
parafilinin bir dalı şeklinde "en az 6 aylık bir
süre boyunca, kişinin ergenlik dönemine
girmemiş bir çocukla ya da çocuklarla
(genellikle 13 yaş civarı ya da altında olanlarla)
cinsel etkinlikte bulunmak ile ilgili yoğun, cinsel
yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin
ya da davranışlarının yineleyici bir biçimde
ortaya çıkması" (American Psychiatric
Association-APA'dan aktaran, Spiecker ve
Steutel, 1997 ve 2000) olarak tanımlanmaktadır.
Çocuksevicilik üzerine yapılan araştırmalarda
uzunca bir süre çocukseviciliğin kökenleri ya da
ortaya çıkış nedenleri temel tartışma noktasını
oluşturmuştur (örneğin Finkelhor ve Araji,
1986). Nedenlerin anlaşılmasıyla
çocukseviciliğin önlenebileceği ya da
çocuksevicilerin tedavi edilebileceği
varsayılmaktaydı. Çocukseviciliğin köken ve
nedenleri üzerine olan çalışmaları, odak
gruplar, yarı-yapılandırılmış görüşmeler ya da
anketlerle yürütülen çocuksevicileri tanımaya ve
anlamaya yönelik çalışmalar izlemektedir
(örneğin Bemard, 1975). Bu grup içinde yer alan
çalışmalardan bazıları doğrudan
çocuksevicilerin yaşantı ve kişilikleriyle ilgili
temel nitelikleri ve sözkonusu eğilim ve
davranışlarının etkisini açığa çıkarmayı
hedeflemekteyken; bazıları ise çocuksevicilerle
ilişkiye girmiş çocukların bu ilişkileri
değerlendirme biçimleri üzerine
odaklaşmaktadır (Örneğin Sandfort (1984).
Hollanda'da pedofilik ilişkiye girmiş 10-16 yaş
grubundan 25 erkek çocukla yürüttüğü
çalışmasında bu ilişkilerin çocuklar üzerinde
olumlu etkilerinin daha fazla olduğunu
savunmaktadır). Konuyla ilgili olarak 1990'lı
yılların ortalarından itibaren psikoloji ve
psikiyatri kökenli çalışmaların yanı sıra
hukuksal, felsefi ve sosyolojik temelli
çalışmalarda da ciddi bir artışın bulunduğunu
gözlemlemek mümkündür. Sözkonusu bu
çalışmalar, çocukseviciliği suç kabul etmenin
yasal dayanaklarından, çocuksevidlere ilişkin
üretilen toplumsal imgelere kadar uzanan geniş
tartışma dağarcığına sahiptir. Günümüzde
çocuk pornografisiyle bağlantılı olarak geniş
çalışma alanına sahip araştırmalar ışığında
vurgulanması gereken önemli bir nokta,
yukarıda da sıralandığı gibi çocuk pornografisi
sektörüne dahil olarak çocukları cinsel açıdan
suiistimale uğratan her yetişkinin zorunlu
olarak çocuksevici olmadığı; bu nedenle sorunu
bir tür "anti-çocuksevicilik" meselesi haline
dönüştürmenin, çocuk pornografisiyle
mücadelede sığ bir bakış açısını ifade ettiğidir.
2 Amy Adler, ABD'deki çocuk pornografisi
yasalarını ele aldığı yazılarında (2001a ve
2001b), yasaların ve hukuk çevrelerinin, çocuk
pornografisini başta çocukların cinsel
suiistimale ve tacize uğramalarının en kötü
formu biçiminde değerlendirdiklerini ve yasal
düzenlemelerin suiistimale maruz kalmış
çocukların korunması amacını taşıdığını
belirtmektedir. Bu doğrultuda yasalar, çocuk
pornografisini gerçek ya da taklide dayalı cinsel
aktiviteye zorlanmış çocukların görüntüleri
biçiminde tarif etmektedir. Yazara göre, ülkede
yaşanan son yirmi yıllık gelişmelerin ardından
çocuk pornografisi yasalarının kapsamı giderek
genişlemeye başlamış; üretime dahil olmamış
sıradan çıplak çocuklann görüntüleri, giysili
ama genital bölgeye odaklanmış çocuk
görüntüleri ve son olarak çocukseviciler
tarafından cinsel anlam yüklenmiş tüm çocuk
görüntüleri çocuk pornografisi olarak
nitelendirilmeye başlanmıştır. Bu değişimin
ardından Adler, yasaların doğrudan üretime
dahil edilmiş çocukların sömürü ve
suiistimalinin önlenmesi amacından
uzaklaşarak, fotoğraflarının çekildiğinden
habersiz çocuklann görüntülerine sahip (yazar
bu durumdaki çocukların bir şekilde zarar
gördüğünü kabul etse de suiistimale (abuse)
uğradıklarını düşünmemektedir) ve toplumda
"yeni komünistler" "canavarlar" ya da "sapkın
şeytanlar" olarak nitelenmeye başlanan
çocuksevicilerin cezalandırılmasına yöneldiğini
vurgulamaktadır. Adler, bu durumun bir
sonucu olarak çocuksevidlere yönelik bu yeni
"komünist avı" çerçevesinde pek çok ebeveynin
kendi çocuklarının özellikle banyoda, havuzda
ve deniz kıyısında çektikleri fotoğrafları
nedeniyle fotoğrafları basan kişilerin ihbarları
sonucunda tutuklandıklarını da eklemektedir.
Yazar, bu olayların ortaya çıkışının önemli bir
nedenini çocuk pornografisiyle ilgili yasaların,
84 • iletişim : araştırmaları
kadar ağır para cezası verilmesi tasarlanmıştır.
Fail para kazanmak için hareket etmişse ceza
bir-üç yıl hapis ve 1 milyardan 12 milyara kadar
ağır para cezası olarak saptanmıştır.
10 Olayla ilgili veriler için bkz. H ü rriyet 27
Aralık 2001, 28 Aralık 2001,12 Mart 2002, 23
Mart 2002, 31 Ekim 2002; R adikal 27 Aralık 2001,
29 Aralık 2001,10 Mart 2002,19 Mart 2002, 23
Mart 2002, 31 Ekim 2001; M illiyet, 27 Aralık
2001,28 Aralık 2001,1 Kasım 2002.
11 Öğretmenin çalıştığı okul ve yönetiminin
olaya dahil oluşuyla ilgili tartışmalar için bkz.
H ü rriy et 27 Aralık 2001, 20 Mart 2002; R adikal 20
Mart 2002; 21 Mart 2002; 24 Temmuz 2002;
M illiyet T J Aralık 2001.
Kaynakça
Adler, Amy (2001a). "Inverting the First
Amendment." U niversity o f P en n sylvan ia
Laıv R evieıv vol. 149, issue 4.
Adler, Amy (2001b). "The Perverse Law of
Child
Pornography." T he C olu m bia L aw R evieıv
vol 101, no. 2.
Alexander, Mark C. (2002). "The First
Amendment and Problems of Political
Viability: The Case of Internet
Pornography." H arvard o f L aw a n d P ublic
P olicy vol. 25, no. 3, s. 977-1030.
Anti-Child Pom Organization (2000). "The
Unknovvn Crisis: Child Pornography on
the Internet."
http: //www.antichildporn.org/
whiteppr.htm.
AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi (1995). Ç ocuk
H aklarına D air Sözleşm e. Ankara; AÜ SBF
İnsan Hakları Merkezi Yayınları, no. 13.
Avrupa Konseyi (1991). "Recommendation No.
R (91) 11 of the Committee of Ministers to
Member States Sexual Exploitation,
Pornography and Prostitution of, and
Trafficking in, Children and Young
adults."
http: //cm.coe.int/ ta /rec /1991 /
ExpRec(91)ll.htm.
Bemard, Frederic (1975). "An Enquiry among a
Group of Pedophiles." T he Jou rn al o f Sex
R esearch v o l.ll, no. 3, s. 242-255.
Bertelsmann Foundation (1999). "Self
Regulation of Internet Content."
http://www.asem.org/Documents/
99ConfVienna/pa_waltermann.pdf
Bruggeman, Willy (1999). "Child pornography Poliçe and justice co-operation".
http://www.asem.org/Documents/
99ConfVienna /pa_bruggeman.html.
Burke, Debra D. (1997). "The Criminalization of
Virtual Child Pornography: A
Constitutional Question." H arvard Jou rn al
on Legislation 34 (2): 439-472.
fa m * Çocuk Pornografisi Tartışmalarına ilişkin Sorular • 85
Casanova, Manuel F. (2000). "The History of
Child Pornography on the Internet."
Jou rn al o fS e x E ducation & Therapy, vol. 25,
issue 4.
de Saint Maur, Agnfes Fournier (1999). "The
Sexual Abuse of Children via the Internet:
A New Challenge for Interpol".
http:/ /www.asem.org/Documents/
99ConfVienna /pa_maur.html.
Durkin, Keith F. "Misuse of Internet by
Pedophilies: Implications for Law
Enforcement and Probation Practice."
F ederal P robation vol. 61, issue 3.
Esposito, Leşli C. (1998). "Regulating the
Internet: The New Battle Against Child
Pornography." C ase W estern R eserve Jou rn al
o f Intern ation al Law , Spring/Summer98,
Vol. 30 issue 2/3.
Finkelhor, David ve Sharon Araji (1986).
"Explanations of Pedophilia: A Four
Factor Model." T he Jou rn al o f Sex R esearch
vol. 22, no. 2, s. 145-161.
Healy, Margaret A. (1996). "Child pornography:
an intemationa] perspective".
http:/ /www.usis.usemb.se/children/
csec/ child_pornography.html.
ILO (1999). " 0 8 2 VVorst Forms of Child Labour
Convention: Convention conceming the
Prohibition and Immediate Action for the
Elimination of the VVorst Forms of Child
Labour."
http: / /ilolex.ilo.ch:1567/cgi-lex /
convde.pl?query=C182&queryO=
182&submit=Display.
International Conference on Combating Child
Pornography on the Internet (1999).
"Background Paper",
http:/ /www.asem.org/Documents/
99ConfVienna /pa_eu.html.
Jenkins, Philip (2002). "Bringing the Loathsome
to Light." C hron icle o fH ig h e r E ducation,
vol. 48, issue 25.
Krause, Jason (2002). "Can Someone Stop
Internet Porn?" A B A Jou rn al, vol. 88,
issue 9.
McMurdo, George (1997). "Cyberpom and
Communication Decency." Jou rn al o f
Inform ation S ociety vol.23, issue 1, s. 81-90.
O'Grady, Ron (2001). "Eradicating Pedophilia:
Toward the Humanization of Society."
Jou rn al o f Intern ation al A ffairs. Fall2001, vol.
55, issue 1.
Potter, Roberto Hugh ve Potter Lyndy A. (2001).
"The Internet, Cyberporn, and Sexual
Exploitation of Children: Media Moral
Panics and Urban Myths For Middle Class
Parents?" S exu ality and C ulture vol. 5,
no. 3.
Quayle, Ethel ve Max Taylor (2001). "Child
Seduction and Self-Representation on the
Internet." C yberpsychology an d B ehavior
vol. 4, no. 5, s. 597-608.
Queler, Matthew S. (1995). "The Increased Need
for Stronger Anti-Child Pornography
Statutes in the VVake of United States v.
X-Citement Video, Inc., 115 S. Ct. 464
(1994)." H arvard Jou rn al o fL a ıv & P u blic
P olicy, Summer95, Vol. 18 issue 3.
Sandfort, Theodorus G. M. (1984). "Sex in
Pedophiliac Relationships: An Empirical
Investigation Among a Nonrepresentative
Group of Boys.” The Jou rn al o fS e x R esearch
vol. 20, no. 2, s. 123-142.
Sellier, Homayra (1999). "VVorld Citizens'
Movement to Protect Innocence in
Danger."
http: //www.asem.org /Documents /
99ConfVienna /uneso.html.
Sieber, Ulrich (1999a). "Criminal Law Provisions
Against Child Pornography."
http:/ /www.asem.org/Documents/
99ConfVienna /sie_porn.pdf.
Sieber, Ulrich (1999b). "Responsibility of
Internet Providers: A Comperative Legal
Study with Recommendations for Future
Legal Policy",
http: //www.asem.org/Documents/
99ConfVienna /sie_prov.pdf.
88 • iletişim : araştırmaları
Trajedilerinin Semptomlarını
Okuyan Erkekler:
P ie rre R iv iere, Loııis Althusser ve T ed Huglıes
Her birimiz birer Fisher King olduğu­
muzdan, birbirimize yabancılaşmamız gü­
nümüzün en ilginç roman konusu haline
gelmiştir. Uzaklara gitmeye ne gerek var?
bir sokak boyunca yürüyün ve insanların
yüzlerine bakın. Hepsinde Fisher King iz­
leri göreceksiniz. Hepimiz yaralıyız ve ya­
ralı olduğumuz yüzlerimizden belli (John­
son, 1992: 26).
Mitlerden, söylencelere, halk masalla­
rından roman ve filmlere uzanan bir kapsayıcılıkta, kadın erkek ilişkisi kadına
ulaşmak veya kadını elde edebilmek için
"erkekliğin" kanıtlanmasını ön-gerektiren
bir koşula bağlanır: Sözgelimi pek çok
halk masalında ergenliğe adım atan oğul,
anneye "erkekliğini" kanıtlayarak yeniden
Kadın ve erkeğin içine doğdukları ya
dönmek üzere, evi terk etmek zorundadır.
da içine yerleştikleri bütün ilişki biçimleri,
Ve bu anlatılarda "evden kopuş" her za­
ana-oğul, baba-kız, erkek-kızkardeş, karı-
man ölümcül riskler içerir. Bunun gibi er­
koca veya sevgililik ilişkisi gibi, hemcins­
keğin sevdiği kızın kalbini ya da kız baba­
leriyle olan ilişkilerinden her zaman daha
sının onayını kazanmak için rakiplerini
dikkate değer bulunmasa da sanatta, ede­
elemesi ya da imkansızlıklar içeren çeşit
biyatta ve hatta yazılı ve görsel basında
çeşit yarıştan en önde çıkması zorunlu­
çoğunlukla daha "ölümcül" bir ilişki ola­
dur.
rak betimlenme ve portrelerime eğilimin­
Erkekliğin tikel ve evrensel gerçekleş-
dedir. Her ne kadar ödipal karmaşanın
tiriminin mitsel koşulu, evden (yani anne­
mitsel boyutunda, kendisini öldürmesin­
den) kopuşa ve erkekliğin rekabetçi dün­
den korktuğu için küçük oğlunu ormana
yasında yalnızca ayakta kalmaya değil,
terk eden bir baba figürü yer alsa da bura­
kayda değer bir biçimde öne geçmeye sıkı
daki baba ve oğul ilişkisi ve sonraki kaçı­
sıkıya bağlanmıştır. Erkekliğin kolektif bi-
nılmaz ölümcül karşılaşma, annenin/ka­
linçdışmda bu ölümcül ve rekabetçi müca­
dının paylaşılamaması üzerinden dola-
delenin içselleştirilmiş olduğu iddiasını,
yımlanmıştır.
kadın çalışmalarının pek çoğunda en çok
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 89
da heteroseksüel "aşk" ilişkilerinin günü­
hareket etmek zorunludur. Metaforik kul­
müz dünyasındaki yaşanma biçimlerini
lanımından arındırarak somut bir varo­
mümkündür.
luşta cisimlendirdiğimizde "evdeki kadı­
Kentli, orta ya da üst orta sınıf, kariyer sa­
nı" anne -ve bir ölçüde de kızkardeş- ola­
hibi ve otuzlu yaşlardaki kadının onul­
rak görebiliriz. Ailenin günümüz Batı top-
irdeleyenlerde
okumak
maz cinsel yalnızlığını öyküleyen çağdaş
lumlarmda en yaygın görünümü olan "çe­
roman, film ve televizyon anlatısının ya­
kirdek" yapısının evdeki kadın olarak "an-
rattığı geniş külliyatın da temelde bu var­
ne"yi ve anneliği yoğun bir biçimde "ya­
sayım etrafında kurgulandığı söylenebilir.
rarlılık" temelinde kimliklendirdiği açık­
Bu varsayım şöyle tanımlanabilir; evden
tır. "Yararlı olmaktan çıktığı andan itiba­
kopuşunu gerçekleştirememiş ve erkekli­
ren kadın gereksizdir. Böyle programlanır
ğin rekabetçi simgesel düzeniyle günü­
evkadınları. Kadının yararlılığının doru­
müz dünyasının kadm-erkek ilişkilerine
ğu, yani çocukların henüz küçük olduğu
dair eşitlikçi söylemsel düzeni arasında sı­
dönem... en küçük çocuk bağımsızlığını
kışıp kalmış, kolektif erkek bilinçdışmm
tutsaklığındaki bir erkeklik biçimi, "yeni
kadın tipine" uygun bir karşılık üretememektedir.
kazandığı anda sona erer... tek yararlılık
biçimini -önce cinsel nesne sonra annelikgeride bırakmıştır." (Comer, 1996:146). Bu
nedenle çekirdek ailenin, oğulun evden
kopuşuna direnen, işe yararlığım kanıtla­
Burada sıklıkla gözardı edilen noktaya
ma ya da varoluşunu anlamlandırma yo­
varabilmek için, erkeğin -pozitif- sosyal
lunda en cansiperane yatırımı ona yaptığı
iktidarının koşulu olarak tanımlanabile­
için "oğul"a el koymak ve akıp giden yılla­
cek olan "evden kopuş"un önüne dikilen
rın mutsuzluğunu oğula telafi ettirmek is­
en büyük engellerden birinin "evdeki ka­
teyen bir kadınla nitelenip nitelenmediği
dında ilişkili olup olmadığı sorusundan
sorusu, üzerinde düşünülmesi gereken bir
90 • iletişim : araştırmaları
sorudur. Eğer böyle bir dönüşüm söz ko­
doğmazlar, o hale getirilirler." (de Beau­
nusuysa, erkekliğini kanıtlama mücadele­
voir, 1996: 69). Bu eleştirilere de savunu­
sinde oğulun bir ayağının geleneksel aile­
suna da katılmamak mümkün değildir.
nin "doğal" birliğinden ve evdeki kadının
Bununla birlikte sıklıkla gözardı edilen
"bilge" yol göstericiliğinden oldukça uzak
şey erkeklerin de -kimbilir belki de- öyle
bir biçimde, çekirdek aileye çakılıp kaldı­
doğmadıkları, o hale getirildikleri gerçeği­
ğı ve O'nun bu çakılmaya rağmen bir ev­
dir.
den kopuşu gerçekleştirmeye çalıştığı
söylenebilir. Böylelikle O'nun yaşamına
giren yeni kadınlara da evdeki kadına da
"erkekliğini" kanıtlama çabası imkansız
bir çaba olarak baştan sakatlanacaktır.
Çünkü bu kadınlardan birine bunu kanıt­
laması ancak ötekinin nezdinde "yenik"
bir erkekliği kabul etmesiyle olanaklıdır.
Sevgili ya da eş ondan "evinden kopmuş"
özerk bir varoluşu gerçekleştirmesini bek­
lerken, bu kopuşun tam da kendisi kadınlararası ilişkilerin çetrefilliğinden kaynak­
Kuşkusuz burada konuşmaları gere­
kenler erkeklerdir. Ancak cinslerarası iliş­
kilerin eşit, özgür ve bütünleyici bir ilişki
olabilmesi mücadelesinde erkekler sus­
kunluğa gömülmüşlerdir. "Nasıl ve ne ha­
le getirildikleri"ni açıklayabilmeleri, önce­
likle kadınların uzun yıllardan bu yana
yaptıkları gibi, işitilebilir ve kıyasıya bir
öz-eleştiri yapmalarını gerektirmektedir.
Erkeklerin de erkek deneyimine ve öykü­
lerine ses vermeleri gereklidir. Bu bir er­
lı olarak, "evdeki kadm"ın gözünde taviz-
kek hareketi, ya da kadınların eşitlik mü­
kar, aile birliğine karşı ve öteki kadın tara­
cadelesi ve kadın hareketi içinde erkeklere
fından yönlendirilmiş bir kopuş olarak
yöneltilmiş etkin bir konum önerisi olarak
görüldüğünden "gereğince erkek olama­
okunmamalıdır. Cinslerarası ilişkinin eşit­
yışın" gösterenine dönüşür. O halde kadın
likçi ve özgür bir ilişki olabilmesi için "in­
cinsinin umarsızca arzu ettiği özerk, sos­
sani" bir konumlanış önerisidir. Erkeğin
yal alanda iktidar sahibi ve seçim yapabil­
dünyasını kamusal bir dünya olarak kur­
meye ehil bir erkeğin karşısına en önemli
gulayarak, onu özel alana pozitif bir katı­
engellerden biri yine kadınlar tarafından
lımdan dışlayan, iktidarsızlaştıran, dola­
mı çıkarılmaktadır? Benzer türden eleşti­
yısıyla şiddete, tahakküme ya da baskıcılı­
rilerin İkinci Cins'den (de Beauvoir, 1949)
ğa yönelten patriyarkal düzenin ve bu dü­
beri -belki de çok daha öncesinden- hem
zenin ayakta durmasını sağlayan kadın it­
sıklıkla dile getirildiğini hem de kadınlığa
tifakının gereğince anlaşılması ancak er­
değgin daha genel bir öz-eleştiri düzle­
kek deneyiminin de tıpkı kadınların dur-
minde şu haklı savunuyla karşılandığını
mamacasına yaptıkları gibi dile getirilme­
biliyoruz: "O küçük, o 'kadınsı' kızlar öyle
siyle olanaklıdır.
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 91
Bu çalışma, erkeklerin kendi cinsellik­
leri, kendi deneyimleri, öyküleri ve bek­
lentileriyle ilişkili olarak sanıldığının aksi­
ne, derin bir suskunluğa gömülü oldukla­
rı düşüncesinin esinlediği bir çalışmadır.
Çalışmamızda, erkekler tarafından kale­
me alınan ve bu sukunluğu bozan örnek­
ler olarak değerlendirilen üç trajik yaşam
öyküsü İncelenmekte, trajedilerini sorgu­
layan erkeklerin kendilerine, kadınlara ve
kadın-erkek ilişkilerinin ölümcül çıkmaz­
larına ilişkin olarak ne söyledikleri okun­
maya çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle bu
çalışmada, kadınlar ve erkekler arasındaki
Batı Kültüründe İtiraf Geleneği
Batı kültüründe hristiyanlıkla ilişkili
olarak köklü bir itiraf geleneğinin olduğu
ve bu geleneğin dinsel bir vecibe olarak
günah çıkarma etrafında sıkı sıkıya cinsel­
liğe bağlandığı bilinmektedir. Foucault
(1993) itiraf geleneğinin iktidar kullanımı­
na eklemlenmesini, itirafın Ortaçağ'da iş­
kence eşliğinde zorla çekip çıkarılan biçi­
minden farklı olarak günümüzdeki gönül­
lülüğe doğru dönüşen yapısı etrafında
tartışırken, itirafa hemen her zaman bir
arınma istencinin eşlik ettiğinin de altını
çizer.
ilişkinin, eş, sevgili, ana-oğul, baba-kız ya
da erkek ve kızkardeş ilişkileri gibi her­
Aziz Augustine'in 397 yılında kaleme
hangi bir biçimine, en son ve en trajik nok­
aldığı ve bir tür öz-yaşam öyküsü olarak
tayı koyan "ölüm"ün bu ilişkileri geriye
değerlendirilebilecek olan İtiraflar'ı da Ro-
dönük olarak nasıl yeniden anlamlandır­
usseau'nun ilk kez 1781'de yayınlanan İti­
dığı genel problemi üzerinden, erkeğin
rafları kadar, nitelik olarak birbirlerinden
"katil" ya da ahlaki bakımdan "suçlu", ka­
çok farklı olmalarına rağmen, hristiyanlık-
dının da "kurban" olarak damgalandığı üç
ta itiraf geleneğinin önemini, arınma is­
özel hikayeye, başka bir deyişle üç kişisel
tencini ve bunun cinsellikle ilişkili boyut­
"itiraf"a eğilmektedir. Dile getirenleri er­
larını açığa vurur. Bu bağlamda Gutman
kek olan bu itiraflar; artık hayatta olma­
(1999: 82-83) Aziz Augustine'nin "özgün
yan kadınların ardından, bu kadınların
deneyimini ve kadın cinsini bedensel ola­
hayatta olmamalarına ilişkin gerçeğin -ki
rak tanımaya karşı duyduğu güçlü arzu­
bu gerçek aynı zamanda cinselliğe ilişkin
yu" anlatırken "Tanrının, bir zamanların
bir gerçektir- bilgisini üretme girişimidir.
çapkın Augustine'i gibi aşağılık bir yaratı­
Çünkü Michel Foucault'nun Cinselliğin Ta­
ğa dahi ulaşabilen inayetinin, en değersiz
rihi adlı eserinde öne sürdüğü gibi cinsel­
ademoğlu tarafından bile keşfedilebilece-
liğin gerçeğini üretmede kullanılan en
ğini" göstermeyi amaçladığını ifade eder.
yaygın yöntem "itiraftır. Foucault'ya göre
Buna karşın Rousseau'nun itirafları "Tan-
"Batı'da insan bir itiraf hayvanına dönüş­
rı'yı ululamaya ve ona bağlılığa çağırmaz.
müştür." (1993: 65).
Rousseau'nun amacı iki katlıdır: kendisini
92 • iletişim : araştırmaları
utanç yükünden kurtarmak; kendisini za­
ten yararlanmayı tercih etmiş olsak da Ba-
afları içinde, onlarla birlikte ifşa etmek."
tı’nın itiraf geleneğiyle ilişkili olarak yuka­
Benliği ifşa etme çerçevesinde işgören
itirafın iktidara boyun eğmenin ve cinsel­
liğin mahrem alanını tahakküme açmanın
araçlarından biri olarak değerlendirilişi­
nin haklılığı ortadayken, erkeklerin sus­
kunluğunu cinslerarası eşitliğin gerçekleş­
mesinin önündeki bir engel olarak değer­
lendirişimiz çelişkili gibi görünebilir. Bu­
nunla birlikte çalışmada erkek suskunlu­
ğuna dikkat çekilmesinin, erkeklerin itiraf
rıda kısaca aktarılan bilgileri parantezde
tutmak önemlidir. Çünkü sözkonusu üç
metnin bu çerçevede adli ya da toplumsal
bir yargılama süreciyle bağlandı olarak ya
da bu sürecin sonucunda gereksinme du­
yulan bir hesaplaşma ve toplumsal aklan­
ma talebini yankılamakla, meydan okuyu­
cu bir dile getirişe ve açıklığa değil, daha
çok "itiraf" geleneğine yaslandıkları düşü­
nülmektedir.
etmeye yönelik bir isteksizliğine işaret et­
meyi amaçlamadığını eklemek gerekir.
"İtiraf ediyorum..."
Çünkü cinsellik alanı en fazla kadın bede­
ı.
ni ve cinselliğinin teşhiri aracılığıyla bas­
"Zavallı, çaresiz kurbanlar? Ben ger­
çekten bunu yapmış olabilir miyim,
hayır, mutlaka bir rüya olmalı bu! Ah,
ama hepsi de öylesine gerçek ki!" (Pierre Riviere'irı Hatırat'ından: 112).
kıya ve sömürgeleştirmeye açılırken, er­
kek suskunluğu edilgen bir tavır değil ço­
ğu kez dikizci bir katılım olarak işbaşında­
dır. Kadın hareketinin kadın deneyimini,
kadın cinselliğini ve kadın öykülerini dil­
lendirmeye atfettiği önem bu çerçevede
cinsellik alanının sömürgeleştirilmesine
gösterilen direncin ifadesidir. Deneyimin
dile getirilişi itiraftan farklı olarak arınma
istenci çerçevesinde iktidarla bir işbirliğini
ve gizliliği yeniden meşrulaştırmayı değil,
arınma gerekliliğini iptal eden direngen
ve meydan okuyucu bir apaçıklığı amaç­
lar.
Erkeklerin dile getirdikleri bu üç öy­
küyü "itiraf" olarak değerlendirirken as­
lında daha çok terminolojik bir esneklik­
Pierre Riviere, 20 yaşlarında, Fransız köy­
lü çocuğu, 3 Haziran 1835 günü Aunay
Komünü, Faucterie köyünde 6.5 aylık bir
kız bebeğe hamile olan annesini, kendisin­
den bir kaç yaş büyük kız kardeşini ve 7-8
yaşlarındaki erkek kardeşini budama işle­
rinde kullanılan bir satırla öldürdü.
2.
"Sonra, nasıl oldu bilmem..., onun öl­
müş olduğunu anladım. Bağırarak da­
iremden dışarı fırladım ve Dr. Etienne'i bulacağımı bildiğim revire koş­
tum. Yazgı yerine gelmiş, perde inmiş­
ti." (Louis Althusser, Gelecek Uzun Sü­
rer: 271).
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 93
Ünlü Fransız filozof Louis Althusser, 16
Kasım 1980 günü, karısı Helene'i boğarak
öldürdü.
üçüncüsü gerçek yaşam kesitlerini öykü­
3.
tabı. Bu farklı metinlerin ortak bir diğer
O günlerde
özelliği ise her birinin gerçek bir itiraf olu-
Anlamamıştım
ş u .
leyen şiirlerden oluşmuş ve otobiyografik
olarak değerlendirebileceğimiz bir şiir ki­
Bu metinler, yazılış gerekçeleri birbi­
Nasıl kafanın içinde
Oradan oraya savrulan ölümün bir
yere konması gerektiğini,
Sonra da başka bir yere ve hareket
halinde tutulması
gerektiğini
Ve dinlendirilmesi gerektiğini
rinden çok farklı biçimlerde tanımlanmış
olsa da, trajedilerini kendi tekilliği içinde
açıklamaya çalışmak için, "itiraf ediyo­
rum" sözleri etrafında (doğrudan sarf
edilmiş olsun ya da olmasın) bir ortaklık
kuruyorlar. Bu yüzden de bir toplumsal
aklanma talebini kaçınılmaz olarak içeri­
Geçici olarak bir yerde.
yorlar; ya da en azından "katil" etiketinin
('Ted Hughes, Doğumgünü Mektupları:
"Elli Dokuzuncu Ayı" şiirinden: 101)
öteki yüzünü, katil ve kurban arasındaki,
Amerikalı şair Sylvia Plath, 11 Şubat
di trajedilerinde nasıl iyiden iyiye ortadan
1963 tarihinde Londra'da iki çocuğu ile
kalkmış olduğunu hissettirmeyi diliyor­
birlikte yaşadığı evde intihar etti. Plath'ın
lar.
eşi İngiliz şair Ted Hughes bu olaydan bir
gerçekte son derece ince olan sınırın, ken­
İncelenen her üç metinde de "katil ya
kaç ay önce evini terk etmişti ve başka bir
da suçlu" kimliği erkeklere, "kurban"
kadınla birlikte yaşamaktaydı. Bu olayla
kimliği ise kadınlara işaret ediyor. Çünkü
birlikte, Sylvia Plath'ın sevenleri Ted
bu üç trajik olayda da öldüren ya da
Hughes'u neredeyse "katil'' ilan ettiler.
ölümden sorumlu tutulanlar erkek, ölen­
Yukarıdaki üç pasajda, üç farklı traje­
dinin "sanık"lan, yaşadıkları tarihsel kesi­
tin, öykülerinin ve kimliklerinin muhte­
şem farklılığına rağmen ortak bir "çığlık"ta buluşuyorlar. Bu çığlıkların her biri
farklı bir yazınsal metin aracılığıyla dün­
yaya duyuruluyor. Birinci metin mahke­
ler ise kadındır (Pierre Riviere erkek kar­
deşi Jule'ü de öldürmüştü. Ancak Riviere'in itirafında kardeşi Jule’ü annesinin
bir uzantısı olarak gördüğü ve yaşı henüz
çok küçük olan bu çocuğu, kadın erkek
kutuplaşmasında, erkekler safında değer­
lendirmediği açıkça ifade edilmektedir).
meye savunma metni olarak sunulan bir
Yazgılarının farklı biçimlerde mah­
"hatırat," diğeri bir öz-yaşam öyküsü ve
kum ettiği üç erkek olarak Riviere, Alt-
94 • iletişim : araştırmaları
husser ve Hughes'ün kendi trajedilerini
hin açıcı olmakla birlikte, kavram olarak
açıklamaya dönük itiraflarını inceleyen bu
semptomu burada, daha genel ve günde­
çalışma, adı geçenlerin, özünde problemli
lik dilde kullanılan anlamına yakın bir
bir ilişki olan erkek ve kadın ilişkisini, na­
açıklama çerçevesinde kullandığımızı be­
sıl bir semptomatik okumaya tabii tuttukla­
lirtmek gerekir. Bu çerçevede semptom­
rım yorumlamaya çalışmaktadır: "Katil"
lar, analiz edilmeye çalışılan olgunun
kimliği giyinmiş ya da giydirilmiş bir er­
"bastırılmış" olduğu süreçte anlamlandı-
kek, bu trajedisinin ezici ağırlığı altında;
rılmasma izin veren izler ya da bulgular
1) kadının ölümü ile sonuçlanan olayları;
olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, in­
2) bu olayların kendi kişiliği ya da top­
celediğimiz konuyla ilişkili olarak "cina­
lumsal /cinsel kimliği ile ilgili boyutunu;
yet ve intihar" olguları, "yaşama hakkı"nı
3) ölen "kadın"ı nasıl tarif etmektedir?
tersine çeviren onun rasyonel birliğini bo­
Burada "semptomatik" okumadan ya
da "semptom"dan ne anladığımızı netleş­
tirmek gerekiyor. Slavoj Zizek (2002a: 37)
semptomu, "kendi evrensel temelini yıkan
tikel bir unsur, ait olduğu takımı (genus)
yıkan bir türdür" sözleriyle tanımlar. Söz­
gelimi, bir ideolojik evrensellik olarak öz­
gürlük; işçinin emeğini özgürce satmasını
da içerdiği noktada semptomatiktir. İşçi­
nin emeğini özgürce satış eylemi, onun
kapitale köleleştirilmesi ile sonuçlanan bir
süreçte, özgürlük nosyonunda bir yarık
açmakta ya da onu tersine çevirmektedir.
Zizek bu açıklamaları Lacan'm teorisiyle
tartışma içinde ilerletirken semptom
"dünyanın başarısız kaldığı yerde simge­
sel iletişim devresinin koptuğu yerde or­
taya çıkar: 'İletişimin başka araçlarla sürdürülmesi'dir bir tür; başarısız, bastırılmış
söz kendini kodlanmış, şifrelenmiş bir bi­
çimde ifade eder” demektedir.
Zizek'in semptomla ilgili tanımlaması
çalışmamız bakımından çok önemli ve zi­
zan bir yarılma olarak da değerlendiril­
mektedir. Semptomun Zizek tarafından
da bastırılan bir şey olarak tanımladığını
hatırlarsak söylenecek başka şeyler de ola­
caktır. Yaşama hakkı ve yaşama içgüdüsü
ya da yaşamı sürdürmeye yönelik her ey­
lem, hemen her zaman, orada öyle Demokles'in kılıcı misali salman kaçınılmaz
bir tehdidi "ölüm"ü bastırmak, baskı altın­
da tutmak zorundadır. Dolayısıyla, doğal
ölüm bile, bir rasyonel birlik durumu ve
ideolojik bir evrensel olan yaşama hakkı­
nın semptomu olarak değerlendirilebilir.
İnceleyeceğimiz örneklerde ise "ölüm" do­
ğal yollarla değil, cinayet ve intihar gibi
dışarıdan müdahalelerle geldiği için bir
semptom olarak, ölenlerin, öldürenlerin ya
da ahlaki bakımdan suçlananların bütün
yaşamlarını yeniden anlamlandıran kar­
maşık bir görünüm kazanmaktadır. Yaşa­
ma hakkının aynı zamanda yaşamaktan
vazgeçme hakkını da içerdiği/bastırdığı
düşünüldüğünde intiharın semptomatikliği görece açıktır.
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 95
Bu bağlamda, Lacan'ın bastırılmış bir
ta bulunanların" bizzat kendileri tarafın­
şey olarak semptomun "gelecekten" dön­
dan da sarf edilmiştir. Daha öncede belir­
düğüne ilişkin tespiti önemlidir: Zizek bu
tildiği gibi çalışmanın problemi çok acı bir
tespiti, "semptomlar anlamsız izlerdir, an­
sonla noktalanmış ve farklı rol dağılımları
lamları geçmişin gizli derinliğinden çıkar­
(ana-oğul, karı-koca, ...) içindeki erkek ve
tılamaz, keşfedilemez, geri dönüşlü biçim­
kadın ilişkilerinin, erkekler tarafından ge­
de inşa edilir- hakikati, yani semptomlara
riye dönük olarak nasıl bir anlamlandırma
simgesel yerlerini ve anlamlarını veren
çerçevesine oturtulduğunu ve bu anlam­
anlamlandırın çerçeveyi analiz üretir"
landırmalar aracılığıyla, bu erkeklerin
sözleriyle açımlar (2002a: 70). Bu tespitle­
kendilerine ve kadınlara ilişkin ne söyle­
rin, gerçek (Riviere ve Althusser) ya da
meye çalıştıklarını anlamaktır.
simgesel (Hughes) olarak "katil" yaftası
yapıştırılmış kişilerin kendi trajedilerini
nasıl bir semptomatik okumaya tabii tut­
tuklarını anlamaya elverişli bir çerçeve
sunduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada Pierre Riviere ile Louis
Althusser arasındaki bağlantı noktası gö­
rece açıktır. Her ikisi de yaşamlarında
önemli bir yere sahip kadınları öldürmüş­
ler ve ikisi de olay anında bir tür cinnet
geçiriyor olmaları nedeniyle suçları ile
Niçin Riviere, Althusser ve
Hughes?
orantılı bir cezalandırmadan muafiyet ka­
zanmışlardır. Pierre Riviere'in yaşadığı
dönemde, ana-baba katilliğinin cezası gi­
Öncelikle belirtilmesi gereken şey bu
yotinle idamdı. Ancak Riviere "akli den­
çalışmada, ne Hughes un ne de Riviere ve
gesizlik" belirtileri sergilediğinden, giyo­
Althusser'in sanık sandalyesine oturtula­
tinden kurtulmuş ve cezası müebbet hap­
rak, trajedilerinin bir yargıç bilgiçliğiyle
se çevrilmiştir. Althusser ise olay anında
didiklenmeyeceğidir. Aslında, bu üç erke­
içinde bulunduğu yoğun ve öngörüleme-
ğin kaleme aldıkları metinlerden, ölen ka­
yen zihin bulanıklığı nedeniyle yargıla­
dınlarla birlikte büyük ölçüde, duygusal
madan muaf tutulmuş (men-i muhakeme)
olarak kendi ölümlerini de deneyimledik-
ve eyleminden sorumlu olamayacağına
leri ve yaşamlarının geri kalan bölümün­
kanaat getirilmiştir. Ancak bu iki isim ara­
de bu trajik olayların en büyük mağdurla­
sında bu çalışmada kurulan bağlantının
rının kendileri olduğunu farketmemek
başka ve daha önemli bir boyutu, daha
olanaksızdır. Bu olaylarda, "katil" ve "kur­
çok itiraf niteliğindeki öz yaşam öyküleri­
ban" bir kez daha birbirine karışmıştır.
nin kaleme almışının kişisel gerekçeleri ile
Metnin ilerleyen bölümlerinde görüleceği
ilgilidir. Her ikisi de mahkemenin yapma­
üzere bu anlama gelecek cümleler, "itiraf­
dığı bir biçimde, bu "korkunç" olayı çok
96 • iletişim : araştırmaları
etraflıca, çok insani bir noktadan ve son
nı dahi paylaşmamaktadır. Ancak Sylvia
derece çıplak bir biçimde kamuya anlat­
Plath'ın intiharı bu gerçeğin üzerini kes­
mayı başka bir biçimde söylenirse kendi­
kin bir biçimde örtmüş, Ted Hughes bu
lerini yargılamayı seçmişlerdir. Yazdıkları
ölümden sorumlu tutulmuş ve Sylvia
metinler içinde ve onun aracılığıyla dü­
Plath'ın sevenlerinin vicdanında mahkum
şünmeyi seçmişlerdir. Althusser öyküsü­
edilmiştir. Gerçekte bir "katil" olmadığı
nü anlatırken hemen her cümlesinde, ya­
için mahkemeye çıkma ve hiç değilse adli
şamının geri kalan kısmında olduğu gibi,
bakımdan kesinleşmiş bir aklanma elde
"peki ama nasıl olmuş da Helene’i boğmu­
etme olanağı da yoktur. Ted Hughes
şum?" sorusunun yanıtını aramıştır. Alt-
Sylvia Plath'ın ölümünü takip eden uzun
husser'in itirafında kendisinin yapmış ol­
yıllar (otuz beş yıl) boyunca ısrarla sus­
duğu türden eleştirel bir itirafı, Riviere dı­
muş ve ölümünden (1998) kısa bir süre
şında kimsenin yapmamış olduğunu biz­
önce Sylvia ile olan ilişkisini anlatan bir şi­
zat belirtmesi de, kurduğumuz bağlantı­
ir kitabı (Doğumgünü Mektupları, 1998) ya­
nın keyfi bir bağlantı olarak değerlendiril­
yımlamıştır. Sylvia Plath'ın ölümünden
mesi tehdidini bertaraf etmektedir. Alt­
husser bu ilişkiyi şöyle ifade ediyor;
"Açıklamalarımın" olayla ilgili polemikle­
ri canlandıracağına hiç olasılık tanımıyo­
rum. Tam tersine, kendi hakkımda açık-seçik bir şeyler söyleyebilecek durumda oldu­
ğuma inandığım gibi, başkalarını da, (Pierre Riviere'in Michel Foucault tarafından
yayımlanan hayranlık verici itiraf ve belki
de felsefi ya da siyasal nedenlerle hiç bir
yayımcının hiç bir zaman listesine almadı­
ğı başka bazı itiraflar dışında) daha önce
pek benzeri görülmeyen eleştirel bir "itira­
fa" konu olmuş somut bir yaşantı üzerine
düşünmeye yönlendirebileceğimi sanıyo­
rum (1996:33).
sonra neredeyse elliye yakın kitapta Ted
Hughes'u suçlamış olanlar, bu kitabın ya­
yımlanmasından sonra da suçlamalarını
sürdürmüşlerdir. Çünkü onlara göre Do­
ğumgünü Mektupları üzerinde otuz beş yıl
çalışmaya ihtiyaç duyulmuş olan bir kur­
gudan ibarettir.
Bununla birlikte, Doğumgünü Mektup­
ları Ted Hughes'ün yaşadığı ızdırap ka­
dar, olaya ilişkin suçluluk duygularını da
bütün çıplaklığıyla açığa vurmaktadır.
Gerçekte bir "katil" olmayan Ted Hughes
eşini intihara sürükleyen bir koca olarak
Üçüncü olarak Ted Hughes'ün metni­
ahlaki bakımdan suçlu bulunmuş ve mah­
nin incelenmeye alınması da yine bu met­
kum edilmiştir. Doğumgünü Mektupları
nin, çok güçlü bir biçimde bir itiraf niteli­
Hughes'un kendisinin de eşinin intiharını
ği taşıması ile ilişkilidir. Ted Hughes eşini
engelleyememiş olmaktan dolayı bu suç­
öldürmemiştir. Dahası, olay anından bir
luluğu bir ölçüde kabullendiğinin izleriy­
kaç ay öncesinden beri onunla aynı meka­
le doludur:
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarım Okuyan Erkekler:... • 97
Benim yerime becerikli bir büyücü olsaydı,
onların ellerinde patlamayı seçmiştir. Bu
Seni elleriyle havada yakalayıp
noktada Ted Hughes’ün onlarla aynı yaz­
Bir dinden ötekine aktara aktara soğutabilir
gıyı paylaştığı düşünülmektedir.
Ve tanrısız, mutlu sakin kılabilirdi sonunda.
Bense
Bir tutam saçını, yüzüğünü, saatini,
" İt ir a f ı Gerekçelendirmek
geceliğini kurtarabildim
İncelenen metinlerin kaleme almış ge­
Kurtara kurlara. (Mermi şiirinden: 25)
rekçeleri, yazarlarının kendilerine ilişkin
Bununla birlikte bu dizeler aynı za­
kurgularını ve yaşadıkları olayların top­
manda bir aklanma talebi ve bir yamttır:
lumsal boyutuna ilişkin kavrayışlarını an­
Sylvia'yı ölümden koruyabilirdim ama
lamak bakımmdan önemlidir. Riviere ve
bunun için bir büyücü olmam, dahası be­
Althusser öz yaşam öykülerini yazma ge­
cerikli bir büyücü olmam gerekirdi...
rekçelerini detaylı bir biçimde anlatmak­
Sylvia Plath'm ölümünden yıllar sonra ya­
tadırlar:
yınlanan günceleri (1996, Türkçesi 1998)
Annesini, kız kardeşini ve erkek kar­
bir bakıma, Ted Hughes'un bu üstü örtük
deşini katleden Riviere'in Hatırat’ı ilginç
savında içerilen gerçeği de gün ışığına çı­
bir metindir. Riviere aslında cinayetleri iş­
karmıştır. Bu çalışma, yeri geldiğinde
Sylvia Plath'm güncelerine de
başvur­
maktadır.
lemeden önce bu metni kafasında kurmuş
hatta yazmaya girişmiş ancak çeşitli ak­
saklıklar nedeniyle bunu başaramamıştır.
Ted Hughes'ü diğer iki isimle birlikte
Bu nedenle Hatırat bir bakıma suça iştirak
tartışmada bir beis görülmemesi belirli bir
etmiş hatta suç aracılığıyla kendini ger­
açıklık taşımaktadır. Ancak bunu daha net
çekleştirmiş bir metindir. Metin ve suç
ifade etmek gerekirse şu söylenebilir. Ge­
karşılıklı olarak birbirlerini hayata geçir­
rek Althusser gerek Riviere düz anlamıyla
mişlerdir.1 Bu metin, "embesil ve budala"
"katil" tanımlamasına uygun düşmekte­
olarak görülmeye alışmış bir köylü çocu­
dirler, ancak bu iki isme iliştirilen "katil"
ğuna yaşamda bir yer açmış ve tarihte bir
etiketi de Ted Hughes'a yakıştırılan sıfat­
iz bırakmasına olanak tanımıştır. Riviere
lar kadar problemlidir. Kaleme aldıkları
olaydan sonra kapılmış olduğu korku ve
öz-yaşam öyküleri, ellerinden çıkmış gibi
paniğin de etkisiyle, "deli" ya da "budala"
görülen bir cinayetin, gerçekte nasıl elleri­
olduğu yönündeki toplumsal imgeyi des­
ne düşmüş bir bomba olduğunu söyle­
teklemek yönünde davranışlar sergilemiş,
mektedir. Kadın erkek ilişkilerinin ölüm­
"tanrının ilahi adaletini yerine getirmiş ol­
cül çıkmazlarında kurulmuş bir bomba
duğunu" beyan etmiş, fakat bir süre son­
98 • iletişim : araştırmaları
ra, "ölümsüzlüğe" doğru o ilk adımı at­
sızlığı, aşağılanışı ve acımasızlığı haykıra­
maya ve kafasındaki metni kağıda dök­
bilmek için, kalemini kana batırarak yaz­
meye karar vermiştir; metnin başında şöy­
mayı seçmektedir. Aile üyelerinin yarısını
le der:
öldürmekle sonuçlanan eyleminin semp-
...bu suçu işlemeye nasıl karar verdiğimi, o
zamanki düşüncelerimin neler olduğunu,
ve niyetimin ne olduğunu anlatmaya baş­
layabilirim. Aynı zamanda bu işi yaptık­
tan sonra aklımdan neler geçtiğini, insan­
lar arasında geçen yaşantımı, suçun işlen­
mesinden yakalanmama kadar bulundu­
ğum yerleri ve aldığım kararları da anlata­
cağım. Bütün bu çalışma çok kaba bir tarz­
da yazılmış olacak, çünkü ben ancak oku­
ma yazma biliyorum; ancak, bütün istedi­
ğim söyleyeceklerimin anlaşılması, ve
bunları elimden geldiği kadarıyla yazdım.
(6 5 -6 6 ).
tom'larını yeniden teşhis etmektedir.
Louis Althusser'e gelince onun yazma
gereksinimi bir bakıma adli tıp uzmanla­
rınca verilen men-i muhakeme kararı ile
ilgilidir. Bu karar doğrultusunda, eyle­
minden sorumlu tutulamayacağına kana­
at getirilen Althusser akıl hastanesine
gönderilmiş ve sorgulama sürecine alın­
mamıştı. "Yaşanan dram"m sonrasında
Althusser'in bazı yakın dostları bile bu ka­
rara itiraz etmiş ve onun ağır ceza mahke­
mesine çıkarılmasını dilemişlerdi (1996:
Riviere'in "hatırat" yazma gerekçesi
22). Dostlarını anlayabildiğini belirten
işte böyle bir sadelikle ortaya konulmuş­
Althusser, bir bakıma kendi tanıklığını
tur. Ancak, "ne yaptım, neden ve nasıl
dinletmek için kişisel olarak ve kamu önünde
yaptım, yaptıktan sonra ne düşündüm?"
ortaya atılmadığı takdirde ömrünün so­
sorularını yanıtlamak, Riviere için başka
nuna dek yaşamaya yazgılı olacağını gör­
türlü hiçbir biçimde dillendirme olanağı
düğü durum nedeniyle "Gelecek Uzun Sü­
bulamayacağı bazı görüşlerini açıklama
rer"i2 yazmaya başladı; yargıdan bağışık­
fırsatı da sunmaktadır. Hiçbir zaman cid­
lığın yazgısının, sessizlikten bir mezar taşı
diye alınmamış, fikri sorulmamış, dahası
olduğunu duyumsuyordu (23). Althusser,
herhangi bir konuda derli toplu bir dü­
açık yargılamanın sonunda sanık aklanır­
şüncesinin olmasına bile ihtimal verilme­
sa, en azından ilke olarak, evine başı dik
miş, "budala" bir köylü çocuğu, döktüğü
dönebilir diye düşünmektedir (23-24).
kan aracılığıyla "ses" bulmaktadır. Ya da
Akıl hastanesine yatırılan Althusser eğer
tam tersi, sesini duyurmak için kan dök­
"evine başı dik dönebilme" şansı var idiy­
mek zorundadır. 1830'ların Fransa'sında
se de bunu sonsuza dek yitirmiştir. Çünkü
yaşayan basit bir köylü çiftin (Pierre'in an­
Foucault’nun da belirttiği gibi, "...tımar­
ne ve babası) ilişkilerindeki olağanüstü
hane adli bir mercidir ve ne üzerinde ne
karmaşanın tanığı ve mağduru olmakla,
de altında başka herhangi bir adli makam
"yaşamın özü" olduğunu keşfettiği hak­
vardır. Sonuncu makam olarak ve hemen
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 99
yargılamaktadır.
cezalandırma
Ted Hughes'un eserinde diğer iki ör­
araçlarına sahiptir ve bunu canı nasıl ister­
Kendi
nekten farklı olan nokta, aynı zamanda
se öyle kullanmaktadır.". (1995: 671).
onun yaşadığı dramın farkını açığa vurur.
Özetle söylenirse, Althusser'in itirafının
O Sylvia'nm ölümünden sorumlu tutul­
gerekçesi, yargıdan bağışık tutulmakla,
muştur. Ancak bu sorumluluk ona,
manevi düzlemde kendisine uygulanan
Sylvia'nm yaşama sevincini öldürmüş ol­
yargısız infazı ve mahkum edildiği sessiz­
ması ile ilişkili olarak yüklenmiş bir so­
liği, hiç değilse dostları ve kendisi için aş­
rumluluktur. Yani, Sylvia'nm artık katla-
maktır. Althusser "okurlar beni bağışla­
namadığı bir yaşamla bağını koparmasın­
sın; bu küçük kitabı önce dostlar için yazı­
daki dolaylı sorumluluk. Hughes'ün ellerin­
yorum, sonra da böyle bir şey olabilirse,
de kan yoktur; dolayısıyla onun itirafı, düz
kendim için." (1996: 22) diyerek bu gerek­
anlamların keskinliğinde ilerleyen, traje­
çeyi açık seçik bir biçimde ifade etmiştir.
dinin semptomlarını açık seçiklikle teşhis
Ted Hughes'ün metni, şiir kitabı niteli­
eden bir itiraf değildir. Uzun süren bir
ğinden dolayı doğrudan bir itiraf olarak
suskunluğun ardından gelen bu itiraf, bir
değerlendirilemezse de yazılış gerekçesi,
ilişkinin metaforik ve simgesel düzlemle­
şiirlerinin her dizesinde kendini ele ver­
rinde gezinen, bu ilişkinin bütün duygu­
mektedir.
ve
sal çalkantılarını ve bir ortak yaşamı per­
Sylvia'nm ardından söylenen bir son-
Bu
kitap
Sylvia
için
deleyen giz'i estetik ve korunaklı bir bi­
söz'dür. Ted Hughes bütün eleştirilere ve
çimde gün ışığına çıkarmaya çalışan bir
suçlamalara karşm yıllar boyu susmakla
itiraftır: Kendi iç sızısını açığa vurmak; al­
ağır bir bedel ödemiştir. Bu kitapta, ödedi­
dığı yaranın belki otuz beş yıl sonra bile
ği ağır bedelin farkında olmanın getirdiği
ilk günkü kadar derin olduğunu duyur­
bir dinginlik, kendisiyle olduğu kadar
mak. Şiirler, "Sylvia'yı çok sevmiştim, siz
Sylvia'yla ve dünyayla bir "barış" arayışı
ne sanıyordunuz ki?" diye sorar gibidir­
hissedilmektedir. Şiirler zaman zaman
doğrudan Sylvia ile konuşur gibi yazıl­
ler. Ted Hughes'ün metni bir itirafsa da
mıştır:
Başımı kaldırıyorum yüz yüze gelmek istercesine sesinle,
Bütün canlı, kıpırdayan geleceğiyle
İçime dolan. Sonra dönüyorum
Basılı sözcüklerine kitabın.
On yıl oluyor sen öleli.
Yalnızca bir hikaye bu.
Senin hikayen. Benim hikayem.
(Ziyaret şiirinden: 16-17).
bu, bir suç'un itirafından çok, Sylvia'yı di­
be doğru çeken şey her neyse, onun ahta­
pot kollarından Sylvia'smı kurtarmadaki
bir acizliğin itirafıdır.
Trajedinin Semptomlarını Okumak
İncelenen metinlere ilişkin ilginç bir
bulgu, bu olaylar hakkında adli ya da ka­
100 • iletişim : araştırmaları
musal alanda kabul gören belirli açıkla­
lında ölmeyi değil Ted'i geri getirmeyi di­
malarla, "itirafın dile getirdiği gerçek ara­
lemektedir. Sylvia'nm sevenleri onun ya­
sındaki paradoksal durumdur. Riviere ve
şamını ve ölümünü farklı nedenlerle ince­
Althusser olaylarında "yaşanan dram"m
leyen bu araştırmalardaki bilgilerden yola
bir tür akli dengesizlik durumu içinde ya­
çıkarak, o gün, orada, Sylvia'nm ve çocuk­
ni ani bir kontrolsüzlük nedeniyle işlendi­
larının yanında olmayan Ted Hughes'ün
ği -farklı merciler tarafından yürütülen
suçlu olduğunu düşünmektedirler.
uzun tartışmalardan sonra olsa da- kabul
görmüştü. Ted Hughes ve Sylvia Plath'la
ilişkili olarak kamusal ortamlarda cereyan
İtiraflar aracılığıyla ortaya konan para­
doksal durum, bu üç olaydaki anilik teş­
hisini yanlışlayan bir aktarma süreci ve bir
eden tartışmalarda da benzer bir görüş,
semptomatik okuma etrafında ortaya çık­
tersinden de olsa kabul görmüştür. Yani
maktadır. Burada yine Zizek'e dönmek
bu kez "suçlanan" kişinin değil, Sylvia'nm
gerekiyor. Günlük hayatımızda ot gibi ya­
ani bir bunalımı, bu trajik olaya neden ol­
şadığımızı, evrensel Yalanın içine fena
muştur. Bu olayla ilgili olarak Ted Hug-
halde gömüldüğümüzü ifade eden Zizek
hes'ü suçlamak; Eğer o gün Ted orada ol­
(2002b: 163) "...başaramamıza, sadece ta­
saydı Sylvia hayatta olacaktı anlamına
lihsiz koşulların neden olduğunu söyle­
gelmektedir. Sylvia'nm intiharı ile ilişkili
yen yanılsamanın karşısında, o aptalca ha­
metinlerin bir çoğu bu duyguyu dile geti­
reketi yapmasaydık (...sokağın o köşesin­
rir. Bütün bu metinlerde, Şubat 1963'te
den dönüp o kişiyle karşılaşmasaydık),
Londra'da son yüz yılın en soğuk kışının
herşeyin güzel kalacağım, evrenin param­
yaşandığı (Eradam, 1997: 22); Sylvia'nm
parça olmayıp sapasağlam ayakta duraca­
iki çocuğunun da hasta olduğu ve Ted'in o
ğını söyleyen yanılsama vardır" der. Rivi­
gün onunla değil bir başka kadınla birlik­
ere ve Althusser de sanki ani bir çılgınlık
te olduğu ifade edilir. Bazı incelemelerde
teşhisi etrafında oluşturulan ve cinayeti -
ise Sylvia’nm yardımcısı olarak o gün iş­
Zizek'in evrensel Yalan olarak ifade ettiği
başı yapacak olan Avusturalyalı kızın geç
türden- bir olumsallıkla açıklamaya çalı­
kalmayıp beklendiği saatte gelmiş olsaydı
şan adli yanılsamayı, öz-yaşam öyküleri­
onu kurtarabileceği belirtilir. Sylvia yar­
nin derinlerinde yatan semptomları oku­
dımcı kızın geç kalacağını bilmemektedir.
mak aracılığıyla açığa vurmaya çalışır gi­
İntihar eylemini onun eve gelebileceği sa­
bidirler. Her ikisi de bu olayları açıklama
ate yakın bir zaman dilimi içinde başlat­
sürecini büyük anne ve babalarının öykü­
mıştır. Başucunda "lütfen doktor çağırın"
lerinden başlayarak, çok eskilere götürür­
yazdığı ve telefon numarasını eklediği bir
ler: Semptom derindedir. Riviere, saygı­
not vardır (Alvarez, 40). Dolayısıyla, as­
değer ve iyi bir insan olan babasını, anne­
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 101
sinin (bir kadının) mahvetmeye, mutsuz
ani bir bunalım açıklaması ile yetinme­
etmeye ve küçük düşürmeye çalışmasını
miştir. Bu süreçte Althusser'in bütün
annesinin kişiliğindeki bir patoloji ile iliş-
semptomları geriye dönük olarak nasıl ye­
kilendirmiştir; ve bu hasta ruhlu "kadının"
niden anlamlandırmış olduğunu Gelecek
babasına yaptığı sonsuz ve öldürücü hak­
Uzun Sürer'in Türkçe baskısının kapsadı­
sızlığın intikamı aracılığıyla Erkeğe, doğal
ğı, birincisi cinayetten sonra, İkincisi cina­
hakkı olan iktidarı ve gücü iade etmeye
yetten önce (Olanlar, 1976) yazılmış, iki
çalışmıştır. Riviere Hatırat'mda erkeklerin
farklı yaşam öyküsünde görmek çarpıcı­
maruz kaldığı haksızlığı şöyle ifade eder:
dır. 1976'da yazılmış öz-yaşam öyküsün­
...kendisini aydınlarıma diye adlandıran,
yazık ki emirleri hep kadınların verdiği bu
güzel çağda, özgürlük ve şerefe bu kadar
düşkün gibi görünen bu millet kadınlara
boyun eğiyor. Romalılar çok daha uygardı,
Hurorılar ve Hottantotlar, Algonquinler,
aptal oldukları söylenen bu insanlar çok
daha uygardı, onlar kuvveti hiçbir zaman
aşağılamadılar, onlar arasında kanunları
koyanlar daima vücutça en güçlü olanla­
rıydı. ..Böylece bu ölümcül kararı aldım.
( 112 ) .
Bu cümlelerle Riviere kendisini giyo­
tinden kurtaran "ani akli dengesizlik" ka­
rarını yanlışlamakta ve öz yaşam öyküsü
içinde onu bu "ölümcül karara" götüren
bütün semptomları tek tek ve açıklıkla
okumaya çalışmaktadır.
Ani zihin bulanıklığı nedeniyle yargı­
dan bağışık tutulmuş olan Althusser de öz
yaşam öyküsünde kendi cinselliğine iliş­
kin gerçekler üzerinde somut bir biçimde
düşünmeye çalışmış; annesi, kız kardeşi
ve yaşamına girmiş diğer kadınlarla yaşa­
dıklarından başlayarak Helene'i öldürme­
sine varan süreci, semptomatik bir oku­
madan geçirmiştir. O da "cinayet"e ilişkin
de, Althusser'in annesiyle olan ilişkisinin
problemli boyutu oldukça üstünkörü bir
biçimde ifade edilmiştir. Althusser anne­
siyle daha barışıktır ya da bu konu üzeri­
ne derinlemesine düşünmemiştir. İkinci
metinde ise annesiyle olan ilişkisinin "ha­
dım edici" olduğunu söylemekte, bu iliş­
kinin yaşamı boyunca kendisini nasıl de­
rinden yaralamış olduğunu ve kadınlarla
ilişkisini nasıl sağlıksızlaştırdığını çok de­
taylı bir biçimde ifade etmektedir. Aşağı­
da olduğu gibi;
...duyarsızlığım mı dedim? Aslında anne­
min duyarsızlığıdır bu. Fas'tayken, mik­
rop ya da hastalık gibi bir bahaneyle, en­
farktüs geçiren ölüm döşeğindeki öz anne­
sine gitmeyi reddederek beni şaşkına çevir­
mişti. .. Duyarsızlığım ha! benim değil an­
nemindir o! yalnızca sessiz kalarak, beni
Simone'a giden yoldan döndürüp, çılgın
bir öfke içinde bisikletle La Ciotat'ya doğ­
ru koşturduğunu hatırlıyorsunuz... Du­
yarsızlığım ha! Aslında annemindir o!
Dostlarım Paul ile Many, Viroflay'de yal­
nız başına yaşadığı küçük evde kendisini
ziyaret edip, (onu yalnız bu ikisi tanıyor­
du) Tanrı bilir nasıl özenle, alıştıra alıştı­
ra, Helene'in öldüğünü ve onu benim öl­
dürdüğümü haber verdiklerinde, hiçbir şey
102 • iletişim : araştırmaları
olmamış gibi, kafası tamamen başka yerde
(nerde olduğunu bana sorun!) onlara bah­
çeyi gezdirmiş. Duyarsızlığım ha! Dedim
ya, annemin özelliğidir bul...
Ama bu duyarsızlığın acı anlamını ve
bu gerçekten sevememeyi ben kendi üze­
rime alıp Helene'e, benim gözümde an­
nem gibi kurban ve açık yara olan bu ikin­
ci mutsuz insana da yansıtmışsam, bunda
şaşacak şey yoktur. Yazgım (yazgımız)
buymuş. (148).
Ted Hughes Doğumgünü Mektupla­
rında zaman zaman kendi yaşantısından
yola çıkarak trajedinin semptomlarını
okumaya çalışmış olsa da asıl olarak yap­
tığı ve muhtemel ki bir iç selameti umarak
yaptığı şey, Sylvia'nın yaşamında bir inti­
harın bastırılmış semptomlarını okumak­
tır. Bunu yaparken de aslında o gün, ora­
da olmuş olsaydı bile Sylvia’yı intihardan
O günlerde
Anlamamıştım
Nasıl kafanın içinde
Oradan oraya savrulan ölümün bir yere
konması gerektiğini,
Sonra da başka bir yere ve hareket halinde
tutulması
gerektiğini
Ve dinlendirilmesi gerektiğini
Geçici olarak bir yerde.
Hughes, Sylvia'nın kırmızı renge olan
tutkunluğunu anlatan başka bir şiirinde
de şöyle der: (Kırmızı: 197).
Ve pencereden bakınca,
Gelincikler ince ve kırılgan,
Kanın üzerindeki deri gibi,
Ateş çiçekleri, salvia'lar, babanın sana
adlarını verdiği,
Açık bir yaradan fışkıran kan gibi,
Ve güller, yüreğin son damlaları,
Felakete hazır, damar gibi, ölüme
mahkum.
korumanın imkansız olduğunu söyleme­
Plath'ın şiirlerine eğildiğimiz zaman
ye çalışır gibidir. Bu ani bir bunalım ve ani
Ted Hughes'un dizelerine anlam olarak
bir kendini yok etme isteği değildir.
çok yakın dizelerle dolu olduğunu gör­
Sylvia'nın kendisinin de güncesinde be­
mek mümkündür. Sylvia Plath yaşamın­
lirttiği gibi, "karakter yazgıdır; Allah kah­
daki ciddi bir intihar girişimini ve diğer
retsin..." (1998: 89). Onu intihara yazgılı
kazaları dile getirdiği Lady Lazarus adlı şi­
kılan kendi kişiliğidir. İlk ciddi intihar gi­
irinde (1996: 17), Ted Hughes'un onunla
rişimini 18 yaşında gerçekleştirmiş olan
ilgili olarak ifade ettiği "ölüme mahkum"
Sylvia'yı intiharın elinden kurtarmaya
olmayı şu dizelerle doğrular gibidir:
Ted'in gücü yetmemiştir. Hughes, Yellowstone Ulusal Parkı'nda ayıların saldırı­
larından korkarak (özellikle Sylvia çok
korkmuştur) gecelenilen bir kamp yerine
ilişkin anılarını anlattığı Elli Dokuzuncu
Ayı (101) başlıklı şiiri, şöyle bitirir.
Ölmek,
Herşey gibi, bir sanattır,
Bu konuda yoktur üstüme.
Öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir.
Öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir.
Bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsiniz.
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 103
Görülen odur ki, incelediğimiz üç me­
tinde de, baskı altında tutulan ve gelecek­
ten dönen bir semptom olarak okundu­
ğunda, "intihar ya da cinayetler"in bir ka­
çınılmazlık olarak kendilerine (bu trajik
sona) yazgılı oldukları söylenmektedir.
Fakat yine görülen odur ki, edebi ve ince­
likli bir itiraf kadar, kaba gerçekle örülü
bir itirafın da aklama yetisi vardır. Bu ye­
ti, "itirafın, taşları doğru yerlerine oturt­
ma yetisidir. Taşlar yerine oturduğunda
"katil" ve "kurban”a ait çıkıntıların her biri
düzlenmiş ve sınırları görünmez olmuş­
tur. Foucault'nun da dediği gibi; itiraf,
"öyle bir gelenektir ki, salt dile getirme,
dışsal sonuçlarından bağımsız olarak, dile
getirende özüne ilişkin değişmeler yaratır:
Onu aklar, günahlarını bağışlar, temizler,
hatalarından arındırır, azat eder, ona sela­
met vaadeder." (1993: 68).
Yukarıdaki bu geniş alıntının gerekçe­
si, itiraflarını incelediğimiz isimlerden
özellikle Riviere ve Althusser'in kendi tra­
jedilerine ilişkin açıklamalarında, aslında
aynı zamanda bir erkek olarak (birer Fis­
her King olarak), yaşamlarının bireyoluş
dönemeçlerinde aldıkları yaralanmaların
neler olduğunu anlatıyor olmaları ile iliş­
kilidir. Hughes'ün şiirlerinde bu erken ya­
ralanmaların izini teşhis etmek güç olsa
da onun Sylvia ile tanışma öyküsünün
kendisi, ömrünün sonuna kadar izini taşı­
dığını iddia ettiği somut bir yara ile başla­
mıştır. Sylvia'nm kendisi daha ilk doku­
nuşta Ted'e baş döndürücü bir mutluluk­
la birlikte derin bir yara armağan eden bir
salmon balığı'dır.
Riviere ve Althusser'de ise trajedilerini
hazırlayan yaralanmaların bireyoluş sü­
reçleri üzerindeki etkileri daha rahat izle­
Riviere, Althusser ve Hughes:
Kendilerine İlişkin Olarak Ne
Söylüyorlar?
Her erkek bir Fisher King'dir.3 Her erkek
çocuk, farkında olmadan, başa çıkamayaca­
ğı kadar büyük bir işe kalkışır, bir süre gi­
rişimini sürdürür, sonunu getiremeyece­
ğini anlayınca da yıkılır. Yaralanmıştır.
Canı çok yanmaktadır, ya da çok üzgün­
dür. Kendi kendini iyileştirmeye çalışır, ya
da yarasını yalar... Ergenlik çağına gelmiş
genç bir erkeği tanımanız gerekince, onun
bir Fisher King yarası olduğunu akılda
tutmalısınız... Fisher King yarası belirli
bir olay, bir haksızlık, örneğin kişiye işle­
mediği bir suçun eklenmesi yüzünden olu­
şabilir... (Johnson*, 1992: 23).
nebilmektedir. Bundan da öte, her ikisi de
trajedilerinin, bireysel psikolojilerini şekil­
lendiren travmalarla ilişkisinin farkında­
dırlar. Öz yaşam öykülerinin kilit döne­
meçlerini anlatırken bu yaralanma nokta­
larına parmak basarlar. Althusser'in bilin­
çaltı kavramına ve psikanalize olan ilgisi,
her ne kadar metni aracılığıyla kendine
bir psikanaliz yapmayacağını belirtmiş ol­
sa da, bu travmatik dönemeçleri çok başa­
rılı bir biçimde yorumlamasına olanak ta­
nımaktadır. Riviere'e gelince; yazdığı "ha­
tırat" aracılığıyla, sahip olduğu olağanüs­
tü gözlem yeteneği ve muhteşem bir hafı­
zayı herkese hayret ve şaşkınlıkla kabul
104 • iletişim : araştırmaları
ettiren bu çocuk, daha çok somut bir ya­
bu söz bozma olayına tepki gösterir, gelin
şantının travmatik dokusunu mümkün ol­
adayı da onu haklı bulur ve ağlamaya baş­
duğunca ayrıntılı bir biçimde ortaya sere­
lar. Pierre, Hatırat'mda annesi ile ilgili ola­
rek kendi bireyoluş travmasını da anlaşılır
rak, bu kadının herhangi bir insani duygu
kılmaya çalışmıştır.
taşıdığına ilişkin bir ima içeren tek cümle­
Riviere'in kendi trajedisi olarak algıla­
dığı şey, aslmda yaşantısı dayanılmaz bir
kabusa dönüşmüş olan babasının trajedi­
sidir; Hatırat'mm, kısa giriş paragrafının
ardından gelen ilk bölümü, "1813'den
1835'e kadar babamın annemin elinden
çektiği eziyet ve çilelerin özeti" başlığını
taşımaktadır. Bu başlık Riviere'in, bugün
olsa olsa bir korku filminin dehşet ve kan­
la dolu bir sahnesi olarak tasavvur edebi­
leceğimiz cinayetlerinin arkasındaki bili­
nemeze gösterdiği adrestir. Bu aynı za­
manda kendisini bir "cani" olarak tarih
sayfasına kazıyan talihsiz bir bireyoluş sü­
recinin başlangıcıdır. Pierre'in yazdıkla­
rından babasının annesi ile olan evliliği­
nin askere çağrılmaktan muaf tutulmak
üzere ve acele ile alınmış bir evlilik sözü
aracılığıyla gerçekleştiği anlaşılıyor. Baba
Riviere'e yaşı ve serveti az çok kendisininkine denk olan -başka köyden- bu kadın
bulunmuş ve evlilik sözü alınmıştı. Baba
sözlüsünün yanında altı ay kadar kalır ve
evliliğin artık yapılması gerektiği düşünü­
lür. Ancak gelinin anne ve babası, oğulla­
rının askerlik hizmeti sırasında ölmüş ol­
ması ve damatlarının da aynı akıbete uğ­
rayabileceği (askere alınacaklar listesi he­
yi burada sarf etmiştir: "Babam onun ağla­
dığını görünce kendi kendine: beni sevi­
yor, çünkü ağlıyor, diye düşünmüştü."
(67). Daha sonra gelinin anne ve babası da
evliliğe razı olurlar ve evlilik sözleşmesi
noter huzurunda imzalanır.5 Anne Victoire evlendikten sonra baba Riviere'le bir­
likte gitmemiş ve -cinayet öncesinde oldu­
ğu gibi- kısa süreli olarak Riviere'lerin kö­
yündeki ayrı bir evde oturmaları dışında,
Riviere çifti çoğunlukla ayrı köylerde ya­
şamışlardı. Riviere ailesi başlangıcından
beri görülmedik bir biçimde parçalanmış
bir ailedir. Pierre'in bu durumu hiç bir za­
man hoş görmemiş olduğu da Hatırat'mda
açıkça görülmektedir. Pierre bu parçalan­
mış aile yapısını, annesinin "şirret" ve
"huysuz" tabiatının bir ürünü olarak gör­
müştür. Kendisi daha üç dört yaşınday­
ken bir o köye, bir ötekine götürülmek
üzere çekiştirilmiş ve diğer kardeşleri gibi
o da, bu "vahşi" ilişkinin gel gitlerinde
oradan oraya savrulan bir tenis topuna
dönüştürülmüştür. Pierre annesi ile birlik­
te yaşadığı dönemler için "...anneme çok
fazla bağlanmadığımı söyleyebilirim, de­
demi ve ninemi, özellikle de dedemi çok
daha fazla seviyordum" (72) demektedir.
nüz kesinleşmemiştir) korkusuyla, artık
Pierre, Hatırat'mda bu koşullar altında
bu evliliğe onay vermezler. Baba Riviere
oluşan kendi karakterini de tahlil etmek-
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 105
tedir. Kendisi ile ilişkili en ilgi çekici tarif­
ve silahlar icat etmek, bunlara anlamsız ve
ler, küçük yaşta başlayan dindarlığına, in-
garip isimler vermek, kuşlar ve hayvanla­
sest korkusuna, güç ve otoriteye olan bağlılığı­
ra eziyet edip öldürmek ve sonra onlara
na ilişkindir. Riviere'in otorite düşkünlü­
küçük çocuklarla birlikte cenaze töreni
ğünün, özdeşlik kurduğu babasının çoğu
düzenlemek gibi tuhaf davranışlarının
kez diğer köylülere, çektiği cehennem
hepsine birer açıklama getirmiştir. Sözge­
azabını sızım sızım sızlanarak anlatmak­
limi lahanalarla olan savaşını şöyle açıkla­
tan öte bir şey yapmayan, kişilik anlamın­
mıştır: "...ordular üzerine bir şeyler oku­
da güç ve otoriteden yoksun biri olması ve
muş olduğumdan, lahanalarımızın muha­
dolayısıyla, kendisine iyi bir rol modeli
bere düzeninde dizildiklerini hayal edi­
sunamaması ile ilişkili olduğu düşünüle­
yordum, lahanalar arasından liderler atı­
bilir.
yor, ve sonra öldüklerini ya da yaralan­
Pierre özellikle yedi-sekiz yaşların­
dayken oldukça dindar olduğunu ve ra­
hip olmayı düşlediğini belirtmektedir. Bu
isteğine babasından da destek bulmuş,
küçük yaşta vaazlar öğrenerek "bir kaç be­
yefendinin" önünde vaaz vermiştir. Onun
bu dindar eğilimleri bir kaç yıl sürmüş, fa­
kat daha sonra, bu fikirleri değişmiş ve
herkes dine ilişkin nasıl bir tutum takını­
yorsa o da öyle yapmaya karar vermiştir.
Sergilediği bazı tuhaf davranışları ne­
deniyle okul arkadaşlarının kendisiyle
alay ettiklerini belirten Pierre bu alay ko­
nusu olma durumunu, "onların bu davra­
nışlarını başlangıçta sersemce yaptığım,
ve sanırım beni sonsuza dek küçük düşür­
müş olan, bir kaç aptalca harekete bağlı­
yordum."(106) sözleriyle açıklamaktadır.
Pierre'in bütün "tuhaf davranışlarının
farkında olduğu görülüyor. Cinayetten
dıklarını belli etmek için bazı lahanaları
parçalıyordum." (106). Bu açıklama, dav­
ranışını, "acayiplik"ten çok bir çocuğun
geniş hayal gücünün işareti olmaya yak­
laştırmıyor mu? Pierre'in kendisi ile ilgili
diğer önemli bir teşhisi, sosyal ilişkilere
girme ve sürdürme konusundaki kişilik
bozukluğudur. Pierre bu probleminin de
bütünüyle farkında olduğunu açıklamak­
tadır:
...insanların bana nasıl baktıklarının ta­
mamen farkındaydini, çoğu bana gülüyor­
du. Büyük bir gayretle buna son vermek ve
toplum içinde yaşayabilmek için ne yap­
mam gerektiğini bulmaya uğraşıyordum,
ama bunu becerebilecek kadar esneklik yok­
tu bende, söylenmesi gereken kelimeleri
bulamıyordum ve kendi yaşıtım gençlerle
iyi geçinmeyi becerenıiyordum, her şeyden
evvel özellikle kızlarla karşılaştığımda on­
lara hitap edecek kelimeleri bilmiyordum,
öyle ki bazıları arkamdan koşar ve şakadan
beni öperlerdi (106).
sonra mahkemede tanıklık edenlerin dile
Insest korkusuna gelince, Pierre, itira­
getirdiği; lahanalarla savaşmak, garip alet
fında kendisini diğer insanlardan ayıran
106 • iletişim : araştırmaları
davranışları ve korkuları arasında, ailesi­
anlatımla bir araya getirilmekte ve finalin­
nin kadın bireylerine yakın olmaktan ka­
de, kendisini, "katil ve cani" olarak dam­
çınmayı da belirtmekte ve buna "insest
galayan bir süreç, bir iç tutarlılıkla analiz
korkusu" tanısını da kendisi koymaktadır.
Ailesinin kadın bireylerine gereğinden
fazla yakın olduğunu düşündüğü zaman­
larda eliyle yaptığı bir hareket ile, verdiği
zararı onarmaya çalışmaktan söz etmekte­
edilmektedir. Pierre, olayla ilgili tanıklık­
larına başvuranların "acayiplik" olarak ta­
rif ettikleri bütün tavır ve eylemlerinin bil­
gisine sahiptir ve neyi niçin yaptığını açık­
larken, yorumlarıyla boşlukları kapat­
dir. Pierre'in davası sırasında görüşlerine
maktadır. Kendi trajik gerçeğinin bir par­
başvurulan Dr. L. Vastel hazırladığı rapo­
çası haline gelen çoklu cinayetle ilişkili
runda (Foucault, 1991:127-138) bu korku­
yu şöyle yorumlamaktadır; "sanki her tür­
olarak sorulabilecek nihai bir soruya, -acı­
masızca doğradığı bu insanlar kendisinin
den yanılsamanın örneklerini sadece ken­
disinde sergilemesi gerekiyormuş gibi,
vücudundan dölleyici bir sıvının aniden
işlemiş olduğu türden bir suçu işleyebile­
cek kadar kötü olabilirler miydi?- can alıcı
çıktığını hayal ediyor ve böylece, kendisi­
ne rağmen, bu sıvının onu insest ve daha
yetlerden sonra kaçtığı ormanda kendine
ağır suçların altında bıraktığını düşünü­
eder; "...kendi kendime, ne yazık, diyor­
yordu." Dr. Vastel'in bahsettiği "dölleyici
sıvı”ya Riviere'in kendisi değinmemiştir.
Foucault'nun derlemesinde yer alan ma­
dum, günün birinde bu hale geleceğimi
hiç tahmin etmezdim; zavallı annem, za­
vallı kızkardeşim, belki bazı bakımlardan
kalesinde Philippe Riot bu durumu, dok­
torların Riviere'in söylemini dışlayarak
suçlular ama, hiçbir zaman benimki kadar
aşağılık fikirleri yoktu, zavallı mutsuz ço­
yeni bir kodlama sistemi aracılığıyla yeni
cuk...".
bir söylem oluşturma eğilimi olarak açık­
lamaktadır; "...kurmaca bir yapının temel
taşları haline gelen yeni önemli elementle­
rin ortaya atılması ('dölleyici sıvı'...)." (Fo­
yanıtı vermekten de kaçınmamıştır; cina­
geldiğini ve şunları düşündüğünü itiraf
Kim bilir? Belki de Pierre'in Fisher King
yarası, nefret ettiği annesinin değil, çok
sevdiği babasmın açmış olduğu bir yara­
ucault, 1991: 244).
dır. Sevdiği ve herkes tarafından sevilen
bu adam, kendisini ve çocuklarını "sefil
Pierre Riviere'in kaleme aldığı itirafta;
aile yapısı, karakter özellikleri, bu özellik­
eden" bir kadına -hem de bir kadına- der­
sini verememiş, kendini koruyamamıştır.
lerinin ve davranışlarının toplumda nasıl
Pierre buna binlerce kez tanık olmuş ve
algılandığı, anne ve babasının kişilikleri,
yaralanmıştır: Kendisine doğuştan bahşe­
bunun dönemin sözleşmelerle karakterize
olmuş sosyo-ekonomik yapısı ile ilişkili
bunun bir hiç oluşunun eş zamanlı olarak
boyutu gibi pek çok konu, mükemmel bir
farkına varmanın yarası.
dilmiş bir üstünlük olarak erkekliğinin ve
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 107
Louis Althusser; ad verilme töreni bir
saf ve temiz, idealist, "beden” denen tehli­
yok edilme törenine dönüşmüş bir diğer
keli şeye işaret eden her türlü düşünceden
Fisher King: Kendisine verilen bu Louis is­
uzak bir genç kızlık dönemi (40) ve bütün
mi, özellikle annesinin her seslenişinde,
bu özellikleri kendinde taşıyan bir nişanlı
onu delerek geçmiş ve her zaman arkasın­
(Louis) ile paylaşılan mutlu günlerin ar­
daki bir ölü’ye değmiştir. Bu isim Althus-
dından gelen ölüm; ve zevk düşkünü, ka­
ser'in annesiyle nişanlı olan ve hava kuv­
dınlara "utanmazca" şakalar yapan, kendi
vetlerinde askerliğini yaptığı sırada yaşa­
evinde ve işyerinde homur homur bir ses­
mını kaybeden adamın (Althusser'in am­
sizlikle yaşayan "duyarsız" bir adamla ya­
casının) adıdır. Ölüm haberini getiren Lo-
pılan evlilik. Althusser annesinin bu "kor­
uis'nin kardeşi Charles, kardeşinin nişan­
kunç" evliliğin faturasını, kendisine ödet­
lısına "yanında Louis'den boşalan yeri al­
tiğini, ona "el koyduğunu" ve "hadım etti­
mayı" (41) önermiş ve Lucienne bu öneri­
ğini" söyler. Althusser'in kadınlarla olan
yi kabul etmiş. Charles ve Lucienne’in ev­
ilişkileri hep bu "el koyulma" motifinin
liliğinden doğan çocuğa, göklerde ölen
tehditkarlığı altında yaşanmıştır. Öz-ya­
amcanın anısına Louis adı verilmiş. Alt­
şam öyküsünde, kadınlarla ilişkisinin bel­
husser isminin ardında gizlenen bu gerçe­
li bir aşamasından sonra, hep bu kendisi­
ğin (ayrıntıları sonradan, teyzesi Juliet-
ne "el koyulması" korkusunu yaşadığını
te'den öğrenmiştir) kendisinde yarattığı
ve özellikle ilk adımı atan kadınlardan
duyguyu "kazık sanrısı" olarak tarif eder:
şiddetle kaçtığını söyler. Bu korkudan sıy-
Bu Louis adından uzun süre nasıl da nef­
ret ettim! Fazla kısa buluyordum onu, so­
nundaki tek ünlü 'i', bana batıyor, yaralı­
yordu (kazık sanrısı). Herhalde benim ye­
rime biraz fazla 'evet ’k de diyordu, ve ben,
benim değil annemin arzusunu ’evetleyen' bu 'evet'e karşı baş kaldırıyordum.
Ama daha önemlisi, bu ad lui7 de diyordu,
ve adsız bir üçüncü kişiyi çağırır gibi çın­
layan bu üçüncü kişi adılı benim tüm ken­
di kişiliğimi üstümden alıyor, arkamda
duran o adamı aklıma getiriyordu: lui (o)
Louis'ydi, yani annemin sevdiği ama be­
nim sevmediğim amcam. (43)
rılabildiği ilişkiler, o da ancak bir süre
için, kendisinin baştan çıkarıcı bir rolde ol­
duğu ilişkilerdir. Baştan çıkarma eylemi­
nin karşı tarafta bir ilgi uyandırdığını gör­
düğünde, yine bu korkuya kapılarak hızla
uzaklaşmaktadır. Althusser, bir istisna
olarak, büyük bir sevgi ile bağlandığı Helene'le olan ilişkisinde bu "el koyulma"
tehdidini hiç hissetmemiş olduğunu belir­
tir.
Althusser'in kendi gerçeğini üretmeye
yönelik itirafında ikinci ve en önemli mo­
Althusser'in öz-yaşam öyküsünde an­
tif, kendi kişiliğinin özeti olduğunu hisset­
nesi ile olan problemli ilişkiye işaret eden
tiği "yapmacıklık ve sahtekarlıktır". Althusser
pek çok örnek verilmektedir. Akıllı, uslu,
"yıllar boyu annemin istediğini ve sonsu­
108 • iletişim : araştırmaları
za dek (bilinçdışı sonsuzdur) öteki Lo-
ilişkin bilgiyi, incelenen "Doğumgünü Mek­
uis'nin kişiliğinden beklediğini gerçekleş­
tuplarından derlemek, bu metin, yalnızca
tirdim; ve bunu, onu baştan çıkarmak için
Sylvia ile olan ilişkisinin yaşandığı bir za­
yaptım" diyerek, bu kendisi ile ilişkili sah­
man kesitini içerdiği için çok olanaklı gö­
tekar ve yapmacık olma kaygısının -ki çok
rünmüyor. Ancak Hughes'ün, Sylvia ara­
derin bir kaygıdır- kökenini gösterir. An-
cılığıyla keşfettiğini söylediği bir dünya
ne'yi baştan çıkarmak için, akıllı, uslu,
ve ilk kez Sylvia ile paylaşılan yoğun duy­
okulda başarılı bir öğrenci ve annenin
guları anlamak yoluyla, kendisine ilişkin
"gururla okuduğu bir kaç kitabın ilk say­
kurgusu, kısmen de olsa çözümlenebilir.
fasında adı görülen o tanınmış filozof"
Hughes, "Rugby Sokağı, No. 18"s başlıklı şi­
(63) olmanın diyeti, bütün bunları anneyi
irinin bir yerinde, Sylvia'nm, kendisine en
baştan çıkarmakla ilişkili bir sahtekarlıkla
fazla ihtiyaç duyduğu akşamlarda, telefo­
yapmış olma duygusunun yarattığı, "ben­
nunu meşgul eden birisinden söz eder,
lik parçalanması"dır. Althusser yaşamı
sonraki dizeler şöyledir:
boyunca yaptığı her şeyi, elde ettiği her
başarıyı değersizleştiren bu duygunun
ağırlığını şu cümlelerle ifade eder; "Ger­
Hiç kimsenin bir gün bana ihtiyacı
olabileceğine
İnandıramazdı beni hiç bir şey (29).
çek olarak var olmadığım için, yaşamda
Oysa Sylvia, "içindeki tapınmaya bir tan­
ben yapmacık bir varlıktan, bir hiçten iba­
rı gerekli" (Hughes'ün Mermi şiirinden: 24)
rettim; sevmeye ve sevilmeye, ancak beni
olan Sylvia, onu gereksinmiş ve tanrılaş-
sevmelerini istediğim ve baştan çıkarmak
tırm ıştır. Sylvia'nm güncesinde de bu tut­
suretiyle sevmeye kalkıştığım kimseler­
den ödünç aldığım yapmacıklar ve sahte­
karlıklar yoluyla ulaşabilen bir ölüydüm."
(96).
kulu ve tanrılaştırın tutuluşun izleri sık­
lıkla göze çarpar; "Ted benim kurtuluşum.
Öylesine az bulunur, öylesine özel biri ki,
ondan başka kim katlanabilirdi bana."
(Plath: 396), ya da "...görür görmez anla­
Trajedisinin semptomlarının izinde,
dım ne istediğimi. On üç yıl boyunca yok­
kendi "bireyliğini" sorgularken Althus-
sun olduğum, bütün sevgimin karşılığın­
ser'in tespit ettiği bir diğer ve yine çok de­
da bana sürekli bir sevgi akımı verecek,
rin korku, "terkedilme" korkusudur. Önce
kusursuz bir sevgi çemberi ve başka her
annesi tarafından, daha sonra dostları ve
şeyle beni kuşatacak olan erkeğe gereksi­
en öldürücü olanı, Helene tarafından ter­
nimim vardı. Böyle birini buldum." (335)
kedilme korkusu.
cümlelerinde olduğu gibi.
Ted Hughes'ün, kendi "bireyoluş" sü­
Sylvia ve Ted'in ilk karşılaşmaları, as­
reci olarak tanımlanabilecek bir sürece
lında Ted'in de ona yüceltici bir aşkla tu­
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 109
tulduğunu gösteriyor. Hughes, Amerikalı
bu genç kadın şaire daha hiç tanışmadan
önce, kehanetle karışık bir ilgi duymuş gi­
bidir: İlk tanıştıkları gün (bir partide), Ted
büyülenmiş gibi Sylvia'ya doğru yürü­
müş, kısa bir diyalogdan sonra kendilerini
arkada bir odada bulmuşlar, Ted onun saç
bağını çekip almış ve onu boynundan öp­
müştür. Ted Hughes'la bir tanışmanın ve
bir ilişkinin düşünü kuran ve bunun için
Ödlek bir yıldızdı konuşan.
Hatırlamıyorum
Nasıl kendimi sana sarıp
Gizlice soktuğumu otelden içeri.
Birlikteydik artık.
Bir balık kadar ince, kıvrak ve düzdün.
Yeni bir dünyaydın. Benim yeni dünyam.
Demek Amerika bu, dedim hayretle.
Güzelim, güzelim Amerika!
(Rugby Sokağı, No:18 şiirinden: 32)
Bu şiirin de açığa vurduğu gibi, Ted'in,
dualar eden, "büyücü" Sylvia ise sertçe
Sylvia'nın
intiharı
olarak
yaşanan
dişlerini Ted'in yanağına geçirmiş ve
trajediye ilişkin bulguladığı semptomlar,
kanatıncaya kadar ısırmıştır (bakınız
özellikle ilk günlerde, daha çok bir sezgi
Plath: 145 ve Hughes: 23). Ted, bu kar­
ile ilişkilidir. Bu, beraberliklerinin dolu
şılaşma sonrasındaki duygularını (salmon
dizgin ilerleyişinin (tanıştıktan dört ay
balığının bıraktığı bu yarayı) şöyle anlatır;
kadar kısa bir süre sonra evlenmişlerdi)
ve mutluluğun getirdiği ürküntüden kay­
Ve budalaca sorguya çekişim
Senin mavi eşarbım cebimde
Ve yuvarlak bir hendek gibi şişen o diş
izleri,
Yüzümü bir ay boyunca dağlayacak olan,
Yüzümün altındaki beni ise sonsuza dek.
(St. Botolph's şiirinden: 23)
naklı bir sezgi de olabilir. İlerleyen
zamanlarda ise trajedinin semptomları
Sylvia'nın kişiliği ve umutsuzlukları ile
ilişkili olarak tanımlanmaya başlanmıştır.
Ted'in burada en derinde yatan semptom
olarak, Sylvia'yı çok etkileyen bir ölümü -
Sylvia için ise sonraki günler, "...kim­
sekiz yaşındayken babasını kaybetmiş ol­
seyi görmek istemiyorum, çünkü onlar
ması- teşhis ettiği, birden fazla şiirde or­
Ted Hughes değiller" (Plath: 147) dediği,
taya konmaktadır. Ted’e göre Sylvia'nın
bekleyiş günleridir. Ted'in, Sylvia ile
tapınmak için aradığı Tanrı, babasıdır:
yaşadığı ilk beraberliği anımsadığı şiirin­
Baban seninle Tanrı'ya doğru nişan
almıştı
Ölümü tetiği çektiğinde
Namludan çıkan alevin ışığında
o an
Bütün hayatını gördün. Sektin
deki aşağıdaki dizeler de, bu tutuluşun
baş döndürücülüğünü anlatan dizelerdir.
...Ve duydum
bir an bile seni öpmeyi bırakmadan,
sanki dönen gürüldeyen şehrin üstünde
Ayık bir yıldız tarafından
fisıldanmışçasma, 'Girme bu işe'
sözlerini.
Varana dek o gerçek hedefine,
Ardımda gizlenen babana.
Elinde dumanı tüten tabancasıyla duran
110 • iletişim : araştırmaları
o tanrıya. Uzun bir
süre,
Kafam sis gibi bulanık, farkına varmadım
Vurulmuş olduğumun bile,
Ne de gördüm beni delip geçtiğini Ve sonunda saplandığım tanrının
yüreğine.
(Mermi şiirinden: 24)
kesin, ama nihayetinde kendi yaşamları
kadar erkeklerinkini de mahveden bir
gedikten söz ediliyorsa bunun yanıtı da
bu itiraflarda aranmalı.
İntikam! İntikam! çığlıkları ile ortalığı
birbirine katan ana-kız Victoire Riviere’ler
(Pierre’in hatıratında gerçekten de sık sık
Bütün bu şiirlerde Ted Hughes elbette
kendisi hakkında da bir şeyler söylemek­
tedir. Ancak Hughes, bütün bu söyledik­
lerini Sylvia'nm intiharı ile, artık dönüş­
müş olan anlamların bilgisi içinden söy­
lemektedir: "Semptomlar gelecekten dön­
mektedir". Kendisi ile ilişkili bir eleştiri
varsa bu eleştiri, intihabın görünür kıldığı
Sylvia trajedisini, bu trajedinin öncesinde
sezmiş olduğu halde, netlikle görememiş
olmaktır.
Ve sanki, Ted Hughes'ün
hikayesi de diğer iki hikaye gibi, erkekler
ve kadınların birbirlerini hiç bir zaman netlik­
le göremediklerinin itirafıdır.
böyle çığlıklar attıklarına tanık oluyoruz);
"bana bir şey söyle" leit motifi ile Althusser'i korkudan deliye çeviren Helene; ya
da gözlerini fütursuzca oğlunun cinsel or­
ganına dikerek (Lucienne Althusser, oğ­
lunun gece boşalmalarını bile kullandığı
çarşaflardan takip etmişti) onu "hadım
eden" duyarsız bir anne; "ıslak birer
mücevher" güzelliğindeki gözlerini intihar'a
mıhlayarak
-Heathcliff ine9 de
kavuşmuş olduğu halde- kısacık yaşamı
boyunca, bulduğu her boşluğa kan kır­
mızısı küçük kalpler çiziktirmeye devam
eden (Hughes: 167) o büyücü Sylvia; ne is­
tiyorlardı?
Trajedinin Semptomlarında
Kadın'ı Okumak
Bu soruya; Helene’in olduğu kadar
bütün diğer kadınların da ne istemiş ol­
Erkeklerin, trajedilerinin kendilerin­
dukları sorusuna cevabı, Helene'in "bana
den kaynaklı semptomlarını tarif ederken,
bir şey söyle" cümlesini analiz eden Alt­
hemen her zaman bir kadın tarafından
husser veriyor:
onları ölüme yazgılı kılan gedik nasıl bir
Bana bir şey söyle? Başka deyişle: bana her
şeyi ver! Ömrünün sonuna dek yalnız,
duyduğu sevgiye denk bir sevgi tanıması
olanaksız, korkunç bir cadı olmanın
dayanılmaz bunaltısından en sonunda
kurtulabilsin diye, gerekli olan her şeyi is­
tiyordu!..
gedik'tir?" Bir Fisher King yarası olmadığı
Bana bir şey söyle! Bu korkulu bekleyiş
yaralanmış olmayı adres gösterdiklerini
böylelikle görmüş oluyoruz. Peki ama,
bütün bu kadınlar ne istiyorlar? Ya da
soruyu başka bir biçimde formüle edecek
olursak, bütün bu kadınların "kişiliğinde
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 111
çığlığına, buradaki anlamın taşıdığı
zaman, dünyada kimse yanıt veremez.
Düpedüz bana her şeyi ver! demektir bu;
ver ki sonunda var olayım! demektir.
Ne denilebilir ki? Gerçekten de bu,
"beni var et" gediği öyle bir gedik'tir ki;
sonunda Althusser'i "araya adam koyarak
intihara"
ve
delirmeye
(Althusser,
duruyor. Hele itirafların bizatihi ken­
dilerinin hakikat değil bir semptom ol­
dukları düşünüldüğünde...
Trajedilerinin semptomlarını okuyan
erkeklerin bu girişimlerini yine de ken­
dilerine ilişkin bir hakikati günışığına
çıkarmak
çabası
olarak
değerlendir­
Helene'i boğmuş olmasına, kendini yok
diğimizde, sonsözü Zizek'e (2002a: 72)
etme isteği ile birleştirerek bu tanıyı
bırakmak anlamlı olabilir: "Demek ki ak­
koyar); Pierre Riviere'i ailesinin yarısını
tarım bir yanılsamadır, ama mesele şudur
öldürmeye, deliliğe ve yine intihara (Pier­
ki onun üzerinden atlayıp doğrudan doğ­
re tutuklu bulunduğu hücrede, 1840 yılın­
ruya Hakikat’e uzanamayız: Hakikatin
da, kendini astı); ve Sylvia’yı önce Tan-
kendisi bu aktarıma özgü yanılsama
rı'nın terketmesine, sonra "gövdesinde
yoluyla
yazılmamış yüzlerce şiir" ve geride iki
tanımadan çıkar' (Lacan)."
küçük çocuk bırakarak, -ve yine- intihara
mahkum eder. Ted Hughes'in trajedisi ise
bununla da kalmamıştır. İkinci evliliğini
yaptığı eşi Assia VVevill de Sylvia Plath’ın
seçtiği yöntemi seçerek intihar eder, üs­
telik bu ikinci eş, yanında Ted Hughes'dan olan bebeğini de ölüme götür­
müştür.
"Beni var et" gediği işte böyle ölümcül
bir gediktir: kadını erkeğin bir semptom'u ve
bir eksiklik olarak tarif etmiş, koca bir
tarihin açtığı gedik... Bu gediğin, erkek­
leri de onduran bir gedik olmadığını, bize
bu, yürekleri sızlatan üç itiraf söylemek­
tedir. Semptomlar gelecekten dönüyorsa
kadın ve erkek ilişkilerine hemen her
zaman bulaşan "kan ve cinayet"ten arın­
mak yine de mümkün müdür? Üzerinde
düşünülmeye değer bir soru olarak hala
kurulur
-
'Hakikat
yanlış-
112 « iletişim : araştırmaları
Notlar
1 Pierre'in cinayet planlan ve hatırat yazma
girişiminin nasıl iç içe geçmiş süreçler olduğunu
anlamak için Michel Foucault'nun derlemenin
sonundaki makalesine bakınız. (1991:198-209).
2 G elecek Uzun Süre /in yazılış ve yayımlanışı ile
ilişkili ayrıntılı bilgi için kitabın Türkçe
baskısında da yer alan Olivier Carpet ve Yan
Moulier Boutang imzalı "Sunuş" yazısına bakınız
(5-13).
3 "Ormanda dolaşırken yaralanan çocuk kral
miti. Mite göre yaralanma şöyle gerçekleşmiştir:
"...daha ergenlik çağma erişmeden, Fisher King
ormanda dolaşırken bir kamp yerine vanr. Kamp
yerinde hiç kimse yoktur, ama bir kenarda yanan
ateşin üstünde, şişe geçirilmiş bir salmon balığı
kızarmaktadır. Çocuk kral, yaşının gereği bir
saflıkla, balıktan bir parça koparıp yemek ister.
Çünkü çok acıkmıştır. Ama parmakları fena
halde yanar. Balığı yere düşürür ve duyduğu
acıyı azaltmak umuduyla parmaklarını ağzına
sokar... parmaklarına bulaşan salmon balığının
tadını alır. Ne var ki, çok kötü yaralanmıştır. O
günden sonra çocuğa, bir balık tarafından
yaralandığı için, Fisher K ing (Balıkçı Kral) adı
takılır.” (Johnson: 1992: 21-22). Johnson'a göre
mitin simgesel anlamı erkeğin ruhsal yaralarının
çoğunun bireyoluş sürecine, zamanından önce
dokunmasından kaynaklanır. Erkek aynı
zamanda hem yaralanmış hem de mutluluğun
tadını almıştır.
4 Robert A. Johnson Jungcu bir psikanalisttir.
Cari Gustav Jung analitik psikolojinin
kurucusudur. Freud'un asistanı olarak çalışırken
onunla ""bilinçaltı" kavramı konusunda
anlaşmazlığa düşmüş ve ondan ayrılmıştır.
"Freud'un psikonevrozda cinsel nedensellikler
(sexualetiology ) kuramını eleştiren Jung, kişinin
yakm zamanlardaki iç uzlaşmazlıklarını analiz
etmenin, çocukluk dönemindekileri
araştırmaktan daha yararlı ve etkin olduğunu
savundu. İnsanların içedönük (en troverti) ve
dışadönük (ex lrov erti ) ruh yapılarını ayrımladı.
Cinsellik içgüdüsünün (libido ) tanımlanmasında,
cinsel dürtülerden çok yaşama isteminin önemini
vurguladı. Bilinç ve Bilinçaltı arasında bir
işbirliği olasılığına dikkati çeken Jung;
bilinçaltının gerçekte bir kişisel faktör (bireyin öz
bilinçaltı) ve bir de kollektif bilinçaltı (bireyin,
kalıtım yoluyla atalarından aldığı bilinçaltı
birikimi) diye adlandırılabilecek iki bölümden
oluştuğunu iddia etti." (Bilgiler Gül Yayınları
Psikoloji Dizisinin Johnson'un kitabı için
hazırladığı Önsöz'den alıntılanmıştır. 1992: 5-6)
5 1813'te Fransa'nın kırsal bir bölgesinde yapılan
bu evlilik sözleşmesi içerdiği ayrıntılı hükümlerle
gerçekten şaşırtıcıdır, (bakınız: Riviere'in
Hatıratı: 67. sayfa). Riviere çiftinin yaşamında
daha sonra kendi aralannda ve üçüncü kişilere
karşı yapılmış ve çoğu mal paylaşımı ve borçlarla
ilişkili çok sayıda sözleşme olacaktır.
6 Kitabın çevirmeni İsmet Birkan burada "Louis"
ile "oui" (evet) sözcüklerinin söyleniş
benzerliğine gönderme yapıldığım not
etmektedir.
7 Burada da "Lui" sözcüğünün Türkçede "o"
anlamma gelen ve "Louis" ile eşsesli olan şahıs
zamiri olduğuna gönderme yapılmaktadır
(çevirenin notu'ndan).
8 Hughes'ün Sylvia ile tanıştığı sırada yaşamakta
olduğu evin adresi.
9 Sylvia Plath güncelerinden kocası Ted
Hughes'ü, Emily Bronte'nin U ğultulu Tepeler
romanının tutkulu, yakışıklı, cesur kahramanı
H e a th c liffe benzettiği anlaşılmaktadır.
Çelenk • Trajedilerinin Semptomlarını Okuyan Erkekler:... • 113
Kaynakça
Althusser, L. (1996). G elecek Uzun Sürer. Çev.,
İsmet Birkan. İstanbul: Can.
Alvarez, A. (1992) İntihar: K an D ökücü Tanrı. Çev.,
Zuhal Çil Sankaya. Ankara: Öteki
Yayınevi.
Foucault, Michel (1995). Deliliğin Tarihi (2. Baskı).
Çev., Mehmet Ali Kılıçbay. İstanbul: İmge.
Gutman, Huck (1999). "Bir Benlik Teknolojisi:
Rousseau'nun İtirafları” K endini Bilm ek
Michel Foucault vd. (2. Baskı) içinde. Çev.,
Gül Çağalı Güven. İstanbul: Om. 76-101.
Comer, Lee (1996). E vlilik M ahku m lan . Çev., Sedef
Öztürk. İstanbul: Pazartesi Kitapları.
Hughes, Ted (1998). D oğum G ünü M ektupları.
Çev., Şavkar Altınel ve Roni Margulies.
İstanbul: YKY.
Covvard, Rosalind (1993) K adınlık A rzu lan:
G ünüm üzde Kadın C inselliği (3. Basım). Çev.,
Alev Türker. İstanbul: Ayrıntı
Johnson, Robert A. (1992). H e: Erkek P sikolojisini
Anlam ak. (2. Baskı). Çev., Kemal Kutlu.
İstanbul: Gül Yayınları (Psikoloji Dizisi 1).
de Beauvoir, Simone (1993). Kadın "İkinci Cins":
B ağım sızlığa D oğru. (8. Basım). Çev., Bertan
Onaran. İstanbul: Payel. (orijinali, 1949).
Plath, Sylvia (1996). A riel. Ç ev ., Yusuf Eradam.
Ankara: İmge Kitabevi.
de Beauvoir, Simone (1996) Ben bir Fem inistim :
Sim on e d e Beauvoir: A lice Schıvarzer'le
K onuşm alar (2. Basım). Çev., Ayşe, Minu,
Sedef. İstanbul: Pazartesi Kitapları.
Eradam, Yusuf (1997). Ben'den Önce T ufan: Sylvia
Plath ve Şiiri. Ankara: İmge Kitabevi.
Foucault, Michel (derleyen). (1991). A nnem i,
K ızkardeşim i ve E rkek K ardeşim i K atleden Ben
P ierre Riviere: 19. Yüzyılda B ir A ile Cinayeti.
Çev., Erdoğan Yıldırım. İstanbul: Ara
Yayıncılık.
Foucault, Michel (1993). C inselliğin Tarihi 1.
(2. Baskı). Çev., Hülya Tufan. İstanbul: Afa.
Plath, Sylvia (1998). Bütün G ünceleri. Yayma
Hazırlayan: Ted Hughes ve Frances
McCullough. Çev., Şadan Karadeniz.
İstanbul: Oğlak.
Riot, Philippe (1991). "Pierre Riviere'nin Paralel
Yaşantıları". A nnem i, Kızkardeşim i ve Erkek
K ardeşim i Katleden Ben P ierre Riviere: 19.
Yüzyılda B ir A ile C inayeti içinde. Michel
Foucault (derleyen). (1991). Çev., Erdoğan
Yıldırım. İstanbul: Ara Yayıncılık.
Zizek, Slavoj (2002a). İdeolojinin Yüce Nesnesi.
Çev., Tuncay Birkan. İstanbul: Metis.
Zizek, Slavoj (2002b). K ırılgan Temas. Çev.,
Tuncay Birkan. İstanbul: Metis.
Etkinlik Değerlendirmeleri •115
Y irm ib irin ci D ünya F elsefe K o n g resi
D. B eybin K ejan iıoğlu
10-17 Ağustos 2003 tarihlerinde İstan­
larının konması" olduğunu belirtmekte­
bul'da Uluslararası Felsefe Kuruluşları Fe­
dir. Kuçuradi, başlıktaki "dünya problem-
derasyonu (FISP: Federation Internationa­
leri"ni ise; (1) yoksulluk ve terörizm gibi,
le des Societes de Philosophie) tarafından
insanlığın günümüzde çektiği başlıca sı­
düzenlenen Yirmibirinci Dünya Felsefe
kıntılar ve dünyanın girdiği çıkmazlar açı­
Kongresi, Türk basınının da yakından iz­
sından "çağımızın bazı olguları" ve (2)
lediği dev bir organizasyon niteliğindey­
bunlar karşısında duyulan, örneğin, insan
di. Açılışına Cumhurbaşkanı Ahmet Nec­
haklarının
det Sezer, kapanışına ise Milli Eğitim Ba­
ve/veya önerilen çözüm yolları olarak ta­
kanının konuşmalarıyla katıldığı Kongre­
nımlamaktadır (Kuçuradi, 2003:16-17).
de, dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel de Felsefe ve Politika oturumunda
bildiri sundu.
korunması
gibi
özlemler
Bu biçimde çerçevelenen kongre, eleştirelliğin ve "politik olan"ın öne çıktığı yo­
ğun bir toplantılar ve tartışmalar dizisi ha­
Yirmibirinci Dünya Felsefe Kongre­
lindeydi. En çok sayıda bildirinin Toplum
sinin belki de en önemli özelliği, felsefeyi
ve Siyaset Felsefesi birimine gelmiş ve kabul
akademik sınırlarına kapatmayan bir
edilmiş olması, bunun önemli göstergele­
kongre başlığı seçilmesindeydi: "Dünya
rinden biriydi. Bir diğeri ise, ana oturum­
Problemleri Karşısında Felsefe." 1998'den
larda karşımıza çıkan felsefecilerin çoğu­
bu kongre sonuna kadar FISP Başkanlığı
nun dünya problemlerine "eleştirel" ba­
görevini sürdüren Prof. Dr. Ioanna Kuçu-
kışlarıyla bütün dünyada tanınmış kişiler
radi de, İstanbul'daki kongreyi; önceki
(sadece felsefe alanında değil) olmasıydı.
yirmi dünya felsefe kongresinden ayırde-
90 ülkeden 2500 dolayında katılımcının
den noktanın, "merkeze çağımızın sorun­
boy gösterdiği ve 1000'den fazla bildirinin
ile tişim : a raştırm aları • © 2003 • 1(2): 115-120
116 • iletişim : araştırmaları
sunulduğu kongrede savaş, barış, terö­
ve Sanat Felsefesi, Dil Felsefesi gibi başlıkla­
rizm, açlık, yoksulluk, eşitsizlik, globalleş­
rın iletişim alanıyla doğrudan ilgisi, ge­
me ve kültürel kimlikler, global adaletsiz­
rekse Fenomenoloji, Felsefeye Yaklaşımlar,
lik, yabancı düşmanlığı, yurttaşlık ve sivil
Çağdaş Felsefe, Felsefe ve Ekonomi ve Toplum
toplum, politik aktivizm, devlet, demok­
ve Siyaset Felsefesi oturumlarının bir kısmı­
rasi, uluslararası düzen, uluslararası hu­
na sızan "varlık ve iletişim", "öznelerara-
kuk, insan hakları, teknoloji ve etik konu­
sılık ve iletişim", "görsel kültür", "global­
larını kapsayan ana oturumlar, sempoz­
leşme ve iletişim" kavramlarını taşıyan
yumlar, yuvarlak masa oturumları, felse­
bildiriler de bu hayal kırıklığını giderme­
fenin kamusal platforma ve medya-
ye yetecek sayıda değildi. Oturumları iz­
ya/medyayla taşınmasıyla ilgili sorunlar,
ledikçe, "global demokrasi", "global ka­
kültürlerarası diyalog, Güney-Kuzey arası
musal alan" gibi kavramlara yapılan vur­
diyalog gibi etkileşim arayışlarıyla birleş­
guya iletişim ve medyaya yapılan bir vur­
mişti: Jürgen Habermas ve Gianni Vatti-
gunun eşlik etmemesi de, önemli bir ek­
mo'nun karşısına Kwasi VViredu çıkıyor,
siklik olarak görünmeye başladı. İletişim
bir Afrika perspektifi sunuyordu; Kuzey-
ve Enformasyon Felsefesi oturumlarındaki
Güney Felsefi Diyalogu MeksikalI Enri-
az sayıda bildiri de; iletişim felsefesi ile
que Dussel ile açılıyordu, Amerikalı iris
enformasyon felsefesi arasında gidip ge­
Young bir konuşmasında Amerika'yı, di­
len, birbiriyle ilgisiz tekil örnekler gibiydi.
ğerinde Kuzey Amerika karşısında başka
Bu yoksulluğun, en iyi niyetli yaklaşımla,
kıtalar ve ülkeler yokmuşçasına Avru­
iletişim felsefesi alanının yeniliğiyle (Reto­
pa'yı denge unsuru olarak görerek koz-
rik ne kadar "yeni"yse!) ya da/daha doğ­
mopolitanlıktan söz eden Habermas ve
rusu, bu alanın Kongre oturumlarına da­
Derrida'yı eleştiriyordu.
ha yeni katılmış olmasının getirdiği belir­
Kalabalık, renkli ve hayli uzun süren
Yirmibirinci Dünya Felsefe Kongresi'nde,
doğrudan İletişim ve Enformasyon Felsefesi
başlığı altında toplanan oturumların sayı­
sizlikle bir ilgisi olsa gerek ya da hem ol­
gular, hem özlemler anlamında iletişim,
medya ve enformasyon, dikkate değer bir
"dünya problemi" olarak görülmedi.
sının azlığı ilk bakışta hayal kırıklığına yol
İletişim ve Enformasyon Felsefesi’mn ilk
açacak nitelikteydi: İletişim ve Enformasyon
iki oturumu, Kongrenin dördüncü günü­
Felsefesi, sekiz gün boyunca yaklaşık 350
ne rastlayan 13 Ağustos 2003 Çarşamba
oturum, sempozyum, panel, yuvarlak ma­
günü yapıldı. Sabah 9.00'daki oturumdaki
sa toplantısının yapıldığı Kongrede sade­
ilk sunuşta, Viorel Guliciuc (Romanya),
ce dört oturumdan oluşuyordu. Gerek
Avrupa'da araştırma ve eğitim için felsefe
Kültür Felsefesi, İmgeler ve Simgeler, Estetik
veri tabanı sistemi kurma girişimlerinden
Kejanlıoğlu • Yirmibirinci Dünya Gelsefe Kongresi • 117
söz
etti.
İkinci
konuşmacı,
Hong
yon Akışının Yönetilmesinde (manage-
Kong'dan Liu Hsin-I idi ve sunuşu diğer­
ment) Felsefenin Bize Ne Gibi Yardımları
leri arasında farklı bir yerde duruyordu:
Olabilir?" Rodrig-Farhi, bu soruya bazı
"İletişim Nasıl Mümkün Olur? Ador-
ezoterik yanıtların yanısıra başat olarak
no'nun Diyalektik İletişim Felsefesi".
birbirine karşıt iki rasyonel yanıt verildi­
Adomo'nun nesnede olup özneyle ya da
ğini, birinin enformasyonun ve enformas­
öznesiz işleyen "dolayımlama" ile her za­
yon kanallarının eleştirel olarak incelen­
man hem özneyi hem de nesneyi gerekti­
mesi ve globalleşmenin enformasyonun
ren ve ikisi arasında diyalektik ilişkiyi im­
değerine tesirinin eleştirel olarak değer­
leyen "iletişim" kavramı ayrımından yola
lendirilmesi olduğunu; diğer yanıtın ise,
çıkan Hsin-I, Adomo'nun bu kavramlarla
bu işin uzmanlara bırakılması olduğunu
uğraşarak insan iletişiminde kendilik ve
belirterek bunları açıkladı. Bu oturumun
öteki ikiliğini çözen, nesnel ussallık ile öz­
son bildirisi, Alman Christoph Luetge'nin
nel deneyim arasında bir denge bulmuş
"Bir Internet Etik'ine Prolegomena" başlığı­
olmakla kalmayıp, ideolojiyi de iletişimle
nı taşıyan bildirişiydi. Intemet'in sistema­
bağlantılandırmış olduğunu iddia etti. Liu
tik biçimde normların uygulanması prob­
Hsin-I, Adomo'nun yazdıklarından "ileti­
leminden başlayarak ilerleyen bir etik
şimin, sadece, hem öznel hem de nesnel,
kavrayışı gerektirdiğini ve normları uygu­
hem tikel hem de tümel bileşenleri olan
lama kurallarını yalnızca devletin değil
diyalektik-diyalojik bir süreçte mümkün
diğer örgütlerin de koyabileceğini söyle­
olduğu" sonucunu çıkardı. "Adomo'ya
yen Luetge, internet çağında etik için yeni
göre iletişim nasıl mümkündür?" soru­
olanaklardan ve sınırlardan söz etti.
sundan hareket eden Hsin-I'ye gelen so­
rular "Adomo'ya göre iletişim gerçekten
mümkün müdür?"le başladı ve bir öznelerarasılık, dil felsefesi eksikliği tartışma­
sına uzandı. Böylece, dinleyici sayısının
da diğer İletişim ve Enformasyon Felsefe­
si oturumlarına göre fazla olduğu bu otu­
rumda, Hsin-I'nin bildirisi, İletişim ve En­
formasyon Felsefesi bildirilerinin en doğur­
ganı oldu.
İletişim ve Enformasyon Felsefesi'nin
ikinci oturumu aynı gün saat 11.00'de baş­
ladı. Programda beş kişi görünmesine kar­
şın sadece 3 kişi sunuş yaptı. Bu sunuşlar­
dan ikisi anlayamadığım bir dilde (Rusça
olduğu) için sadece Jörg VVurzer'in (Al­
manya) "Medyanın Sağladığı Tehlikeli
Gerçeklik Daireleri" başlıklı bildirisine de­
ğinebileceğim. Popper'in üç dünya ayrı­
mıyla sunuşuna başlayan VVurzer, inter­
İlk oturumdaki üçüncü sunuşu İsra­
nette artan miktarda enformasyonun hızla
il'den Miriam Rodrig-Farhi gerçekleştirdi:
yayılması ile bunların yeni gerçeklik mo­
"Bugün Deneyimlenen Aşırı Enformas­
dellerine uyarlanmasının eksikliğine dik­
118 • iletişim : araştırmaları
kat çekti. VVurzer, sanal dünyada faillerin;
şimin yeni tip bir kişilerarası ilişkiyi, kar­
bilgiye bakışın varolan biçimini onayla­
şıt özellikleri -yakın olan ile uzak olanı-
yan ve hatta daraltan bir daireye yol açtık­
birleştiren yeni bir ilişki türünü meydana
larını ve eleştirel rasyonalizme karşı ölçü­
getirmesiydi: ne yakın arkadaş, ne tümüy­
ye vurulduğunda, medyanın sağladığı
le yabancı, hatta sadece arkadaş da değil.
modellemenin
Sadece yazılı iletişimden ses ve görüntü­
eleştirel-öncesi
evreye
denk düştüğünü söyledi.
Üçüncü oturumu sona bırakıp 16
Ağustos Cumartesi günü 14.00'te başla­
yan dördüncü oturuma bakarsak, bu otu­
rumda da, yine 4 konuşmacıdan biri gel­
mediği için 3 sunuş yapıldı. İlk sunuş, İs­
rail'den Aaron Ben-Ze'ev'in çalışmasıydı:
"(İnterjNette Duygular." Sunuşta daha
popüler bir yol izleyen ve gülünç alıntıla­
nün de kullanıldığı ilişkilere geçişin daha
çekici hale gelmesine rağmen, yazılı ileti­
şimin avantajlarını (örneğin, getirdiği
duygu yoğunluğunu) yitirmek istemeyen­
lerin kendi tercihlerine göre diğer olanak­
lara başvurduklarını söyleyen Ze'ev'in
bildirisi, duygusal deneyimlerimize tesiri
açısından siberuzamı değerlendirmesiyle
çok ilginç ve çarpıcıydı.
rı "powerpoint"le sunan Ben Ze'ev, bildi­
Bu oturumda ikinci olarak Beybin Ke-
risinde siberuzamda duyguların daha yo­
janlıoğlu'nun "Kamusal Alan ve Enfor­
ğun ve geçici olduğunu, siberuzamın da­
masyon Problemi" başlıklı sunuşu yer al­
ha dinamik ve istikrarsız mahiyetine kar­
dı. (İzninizle, kendimden üçüncü tekil şa­
şın "online" ilişkilerin durağan ve yinele-
hıs olarak söz etmekten kaçınacağım.) Bu
meci hale gelebildiğini vurguladı. Duygu­
sunuşta, yaygın biçimde pervasızca kulla­
ların irrasyonel ve tümüyle işlevsiz olarak
nılan, Habermas'ın "kamusal alan" kavra­
nitelenmesine karşı çıkan Ze'ev, siberuza-
yışında da "yurttaşların bir kamu gibi ey­
mın yeniliği ve "online" duygulardaki da­
lemeleri" nin temel besisi olması yüzün­
ha az pratik kısıtlama yüzünden, bu duy­
den merkezi bir öneme sahip olan, "enfor-
guların daha az işlevsel ve daha az rasyo­
masyon"un açıklanmadan bırakılmasının
nel olduklarını ve bağımlılık yaratabildik-
ve enformasyonun üretilme pratikleri, do-
lerini, bunları daha işlevsel kılmaya bü­
layımlanması,
yük bir katkıyı "online" ilişkileri yüzyüze
nın /aracılarının niteliği üzerinde durul-
ilişkilerle birleştirmenin yaptığını söyledi.
mamasınm demokrasi ve kamusallık de­
Ze'ev, internetteki ilişkilerde entelektüel­
ğerlendirmelerinde yol açtığı sorunlar
liğin yoğun duygular geliştirmekte kulla­
üzerinde durdum. Bu tür bir sorgulama­
onu
yayma
araçları­
nıldığını, duyguların da entelektüel tu­
nın getirdiklerinden hareketle, şeffaf ve
tumları etkilediğini belirtti. Ze'ev'in dik­
iletken bir iletişimin olanaksızlığına dik­
kat çektiği en önemli boyut, "online" ileti­
kat çektim. Ayrıca, "global kamusal alan"
Kejanlıoğlu • Yirmibirinci Dünya Gelsefe Kongresi • 119
kavramının, yine "enformasyon", demok­
yürütme biçimi, kongre ana başlığının
ratik siyaset ve ölçek sorunu bağlamında
"dünya problemleri" olması ve Jürgen
tartışılması gerektiğine işaret ettim.
Habermas, Gianni Vattimo, Agnes Heller,
Dördüncü oturumun son bildirisi, Mikolaj Kocikovvski'ye aitti. Demokrasinin
krizini yurttaşlar ile temsilcileri arasında­
ki güvenin yıkılmasına bağlayan Kocikowski, politikacılara ve politik sisteme
yönelik güven bunalımına, temsili de­
mokrasiyi doğrudan demokrasiye yakın­
laştıracak elektronik oylama yöntemleriy­
le bir çözüm bulma arayışındaydı.
İletişim ve Enformasyon Felsefesi'nin
Şeyla Benhabib gibi yapıtları Türkçe'ye de
çevrilmiş
dünyaca
ünlü
filozofların
katılımı da medyanın kongreye gösterdiği
yoğun ilginin olası nedenleri arasında
sayıldı. Ama belki de en geçerli neden,
Türkiye'nin düşünsel platformda da dün­
yada önemli bir güç olduğunu vurgulama
fırsatının yakalanmasıydı. Bir gazetenin
Kongre başlamadan önce, milli maç izlercesine üç çalışanıyla kongreyi izleyeceğini
duyurması örneğinde olduğu gibi, bir
sona bıraktığım üçüncü oturumu, dört
"medya olayı"na dönüştürülen kongre;
oturuma da başkanlık yapan felsefe profe­
eleştirel, kozmopolit, politik kapsamına
sörü ve gazeteci Prof. Carlin Romano'nun
inat milliyetçi bir anlayışla sunulma şans­
dinleyicilerle etkileşim içinde "Felsefe
sızlığına uğradı. Buna Türkiye dışından
Medya için Ahmaklaştırıcı bir Basitliğe İn­
katkıyı da, Chronicle ofHigher Education'da
dirilmeli midir?" sorusunu tartışmaya aç­
yayınlanan "Bizanslı bir Dünya Felsefe
tığı özel bir oturumdu. 15 Ağustos 2003,
Kongresi" başlıklı yazısıyla iletişim ve en­
Cuma günü 16.00'da, bir kısmı tek isimle
formasyon
duyurulan oturumun ne olduğunu merak
"Amerikalı" Carlin Romano (2003) yaptı.
edip katılan 25-30 kişi, hem bu soruyu,
"Alman Jürgen Habermas", "AvustralyalI
oturumlarının
başkanı
hem de Türk medyasının bu kongreyi ni­
Peter Singer", "Amerikalı iris Marion
çin bu kadar yakından takip edip konuş­
Young'Tn ABD'ye yönelik eleştirilerinden
malara ve katılımcılara bu kadar geniş yer
alıntılarla başlayan bu yazı, şöyle sürüyor:
ayırdığı sorusunu tartışarak yanıtlamaya
Bazen Birleşik Devletler'i vurmaya hazır
değilseniz, sizi kapıdan döndüreceklermiş
gibi göründü. Çoğunluk sınavı geçti. Eğer
Dünya Felsefe Kongresi ideal olarak farklı
entelektüel kültürlere dikkati çekmeyi
amaçlıyorsa, bu yılki 21. Kongreyi rotasını
sadece elde kalan süper hedefe fazlasıyla
yönlendirmekle suçlayabilirdiniz. Ama bu
kongreyi eleştirmek, geçen kongrenin
liderlerini eleştirmeye yol açabilir [y.n.:
çalıştı. Kongrenin açılışı ile Başbakan
Recep
Tayyip
Erdoğan'ın
oğlunun
düğününün aym gün İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde yapılmasının
medyanın dikkatini kongreye çektiği
düşüncesinin yanında, Kongre düzenleme
komitesinin basın ve halkla ilişkileri
120 • iletişim : araştırmaları
geçen kongre 1998'de Amerika'da, Bos­
ton'da yapılmıştı] ve filozoflar bu tür bir
şeyin sonsuz bir geriye harekete yol
açabileceğini bilirler.
Belki, kongre oturumlarında değil
ama kongrenin sunumunda medya (ve
iletişim ve enformasyon), dünyanın gir­
diği çıkmazlar anlamında dünya prob­
lemlerinin en büyüklerinden biri ol­
duğunu kanıtlamış görünüyor.
Referanslar
Kuçuradi, Ioanna (2003) "Felsefe Çağın
Sorunlarının Çözümüne Katkıda
Bulunabilir." Dünya Sorunları Karşısında
Felsefe Dosyası. Hazırlayan ve görüşmeyi
yapan, Yücel Kayıran. A dam Sanat. No. 211,
Ağustos.
Romano, Carlin (2003) "A Byzantine VVorld
Congress of Philosophy." The C hronicle o f
H igher Education. August.
E tk in lik D e ğ e rle n d irm e le ri • 121
M edyada Y o ğ u n laşm a ve Şeffaflık P an eli
N ilü fe r T im is i
"Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflık"
yon Üst Kurulu'nu temsilen Doç.Dr. Zakir
paneli 12 Aralık 2003 tarihinde Ankara
Avşar'dı. Türkiye'de medyada yoğunlaş­
Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Avrupa
manın durumunu tarihsel bir analiz içeri­
Konseyi işbirliği ile gerçekleştirildi. Semi­
sinde ele alan Bülent Çaplı konuşmasında
nerin temel amacı Türkiye'de medya en­
çoğulcu bir medya ortamının gerçekleşme­
düstrisinin mevcut yapısal sorunlarını
gündeme taşımak, özellikle mülkiyet yapı­
sinin koşullarının neler olabileceğini vur­
guladı. Çaplı'ya göre Türkiye'de özel rad­
sı ve kontrol ilişkilerini
tartışmaktı. Bu
yo ve televizyon yayıncılığı yasal bir boş­
çerçevede radyo ve televizyon endüstrisi
luğun yarattığı olanaklar üzerinden yük­
yanında yeni iletişim teknolojilerinin ya­
seldi. Bu çerçevede yayıncılık alanını siya­
yıncılık alanına eklemlenmesi ile bu tekno­
sal kültür ile olan ilişkisini gözardı ederek
değerlendirmek eksik bir değerlendirme
lojilerin medya çoğulculuğuna etkileri de­
ğerlendirme konusu yapıldı. Seminerin bir
diğer amacı ise Türkiye'deki medya politi­
kaları ile Avrupa Birliği medya politikala­
rını karşılaştırmak ve Türkiye değerlendir­
meleri için Avrupa örneklerini tartışmaya
açmaktı.
olur. Çaplı konuşmasında, iletişim araçları
ve siyasal kurumlar arasındaki ilişkinin te­
melinde iletişim kuramlarının ne kadar
özerk olduğu ve bu özerkliğin ne tür yön­
temlerle ve ne ölçüde kısıtlandığı soruları­
nın yattığını, bu perspektiften bakıldığın­
da iletişim sisteminin ülkenin siyasal kül­
Panel bir tam gün ve üç oturumdan
türünün tamamlayıcı bir parçası olduğu
oluşmaktaydı. "Medyada yoğunlaşma ve
çoğulculuk" başlığını taşıyan ilk oturu­
gerçeğinin ortaya çıktığını söyledi. İletişim
sistemi ile, temel ekonomik, siyasal ve sos­
mun panelistleri A.Ü. İLEF öğretim üyesi
yal aktörler arasındaki ilişki bir yandan
Prof.Dr. Bülent Çaplı ve Radyo ve Televiz­
formel anlamda anayasalar, kanunlar, yö-
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 121-124
124 • iletişim : araştırmaları
Tuncel, konuşmasını yeni teknolojilerin
Türkiye'de medyada çoğulculuk açısından
olanaklarına ayırmıştı. Tuncel Türkiye'de
medya düzenlemelerinin teknolojinin ve
uygulamanın ortaya çıkmasından sonra
gerçekleştirilmesine ilişkin bir gelenek ol­
duğunu ancak bu geleneğin dijital televiz­
yon ile ilgili hazırlıklarla birlikte sarsıldığı­
nı söyledi. Türkiye'de ilk kez herhangi bir
yasal düzenleme hazırlanmadan dijital te­
levizyon ile ilgili bir politika ayrıntılı bi­
çimde oluşturulmuş ve Haberleşme Yük­
sek Kurulu bu hazırlıklarda öncü olmuş­
tur. Bu anlamda dijital televizyon, yasa ya­
pım sürecinde de bir fırsat ortaya koymak­
tadır. Bugüne kadar varolan politika, med­
ya ve telekomünikasyon alanında varolan
kuramların, RTÜK, Haberleşme Yüksek
Kurulu gibi, politika yapım sürecini birbir­
lerinden beklediklerini ve sonuçta bir boş­
luk oluştuğunu söyleyen Tuncel medya ve
telekomünikasyon alanını kim düzen­
Türkiye'de medyada yoğunlaşma ve
şeffaflık panelinin son oturumu, panele
katılan yukarıda sözü edilen konuklar ve
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr Cem Pekman'ın katılımıyla bir tartışma forumu
biçiminde gerçekleşti. Son oturumda
panelistler özellikle Türkiye'nin özgün
sorunları üzerinde daha fazla tartışma im­
kanı buldular. Bu oturumda ön plana
çıkan konular, Türkiye'nin Avrupa Birliği
sürecinde uyum yasalarının iletişim öz­
gürlüğü açısından değerlendirilmesi oldu.
Konuşmacılara yöneltilen sorularla iler­
leyen panelin kapanış konuşmaları A.Ü.
İLEF Dekanı Prof.Dr. Ahmet Tolungüç ve
Avrupa Komisyonu Medya Bölümü uz­
manı Dr. Mario Oetheimer tarafından ger­
çekleştirildi.
Oldukça verimli geçen panele Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu, Türkiye Radyo
ve Televizyon Kurumu, yerel radyo ve
mesi gereğinin altını çizdi. Yöndeşme ile
televizyon kuruluşlarından katılan çok
sayıda temsilci ve Ankara'daki çeşitli
birlikte televizyon yayıncılığı kavramının
iletişim fakülteleri öğretim üyeleri ve öğ­
yeniden gözden geçirilmesi gerekmek­
rencileri katıldı. Panelin bütün oturumları
TRT tarafından televizyon ve radyo için
kaydedildi. Ankara Üniversitesi Uzaktan
Eğitim Merkezi ise internet üzerinden
panelin canlı yayınını gerçekleştirdi.
Paneli izleyen günlerde Avrupa Komis­
yonu, panele ilişkin ayrıntılı bir değerlen­
leyecek sorusuna bir an önce cevap veril­
tedir. Tuncel'e göre medya alanının
düzenlenmesi ne Avrupa nasıl yapıyorsa
biz de öyle yapalım mantığıyla ne de yasal
mekanizmaları yasaklar üzerinde yoğun­
laştırarak gerçekleştirilebilir. Şirketlerin
büyümesinden korkmayan, küçük şirket­
lerin rekabetine izin veren bir medya en­
düstrisi yaratılması için politika üretmek
gerekmektedir.
dirmeye internet sitelerinde yer verdi.
E tk in lik D e ğ e rle n d irm e le ri • 125
K üresel Medyanın Patlayışı Karşısında
Uluslararası Güvenlik ve Avrupa Güvenliği Konferansı
In tern ation al and E u rop ean Security versus
the E xplosion o f G lobal M edia C o n feren ce
Ü lkü D o ğ an ay
7-9 Ekim 2003 tarihleri arasında, Ro­
lar, Polemikler" ve "11. 09.2001'den Irak
manya Oradea Üniversitesi'nde Brüksel
2003'e Haber Ajansları, Terör ve Savaş'm
Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsü,
Temsili" konulu konuşmalarını yaptılar.
Oradea Uluslarası Avrupa Bölgesel Araş­
tırmalar Merkezi ve Romanya Yönetim Bi­
limleri Enstitüsü ile Reims ChampagneArdenne Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Araştırma Merkezi işbirliğinde gerçekleş­
Konferansın Michael Palmer ve François Demers'in başkanlığını yaptığı
iki
atölyede yer alan paralel oturumları ise
Continental
Hotel'de
gerçekleştirildi.
tirilen "Küresel Medyanın Patlayışı Karşı­
"Ulusal Medya ve Ulusal Güvenlik İlişki­
sında Uluslararası Güvenlik ve Avrupa
sinin Tarihi, Politik ve Yasal Boyutları"
Güvenliği" başlıklı uluslararası
başlıklı birinci atölyede sunulan bildiriler
konfe­
ransta Eser Köker'le birlikte hazırladığı­
mız bildiriyi sundum. Paralel iki atölyede
üç dilli olarak (İngilizce, Fransızca ve Ru­
mence) gerçekleştirilen konferansta, top­
dört ana tema üzerinde odaklanıyordu:
1) Eski komünist bölgede ulusal med­
ya ve ulusal güvenlik ilişkisi;
lam 16 oturumda 20 ülkeden katılımcı yer
2) Batı'da ulusal medya ve ulusal gü­
aldı. Konferans, 7 Ekim 2003 sabahı Ora­
venlik ilişkisi;
dea Üniversitesi'nde yapılan açılış töreni
ve açılış konuşmalarıyla başladı. Portekiz
Coimbra Üniversitesi'nden Maria Manuela Tavares Ribeiro ve Paris III Üniversite­
3) Kuzey-Güney diyalogunda ulusal
medya ve ulusal güvenlik ilişkisi;
4) Ulusal güvenlikten uluslararası gü­
si'nden Michael Palmer sırasıyla "Güven­
venliğe geçiş karşısında ulusal med­
lik Konseyinde Portekiz, Hedefler, Katkı­
yadan küresel medyaya geçiş.
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 125-128
126 • iletişim : araştırmaları
İzleyici ve konuşmacı olarak katıldı­
de belirlemesi gerektiğini belirtti. Maca­
ğım birinci atölyenin ilk iki oturumu diğer
ristan Debrecen Üniversitesi'nden Klara
katılımcıların gelmemesi nedeniyle birle­
Czimre, Istvan Süli-Zakar ve Karoli Tepe-
şik tek bir oturum olarak gerçekleştirildi.
rics, bu oturumun ikinci konuşmacılarıy­
İsveç Söderstörns Högskola Üniversite-
dı. "Karpat Euro-Bölgesi'nde Güvenlik
si'nden Gunilla Edelstam, "Ulusal Güven­
Sorunu-Medya Açısı" başlığı altında böl­
liğin Geniş Tanımı, Yasal Konular Üzerine
ge medyasının güvenlik sorununa bakışı­
Düşünceler" başlıklı bildirisinde, ulusal
nı değerlendirdiler. Medyanın, bölgenin
güvenlik sorununu çevre, sağlık ve fikri
Avrupa Birliği'ne üye olmasını sınırların
haklar konuları açısından değerlendirdi.
açılması, Şengen konuları ve genişleme
İkinci konuşmacı olan, İngiltere Salford
problemleri açısından ve daha çok güven­
Üniversitesi'nden Albert E. Barker ise
lik sorunu çerçevesinde değerlendirdiği­
"Küresel Medya Ve Güvenlik, Kime Karşı
ni, bu konulardaki gazete haberlerinin ya­
Güvenlik?; Nereden Gelen Tehdit?; Nasıl
rısının güvenlik sorunu üzerine odaklan­
Tanımlamalı?" başlıklı bildirisinde, barış
dığını, belli dönemlerde bu oranın %90'la-
içindeki Avrupa Birliği düşüncesinin kar­
ra çıkabildiğini belirttiler. Sonraki konuş­
şıt görüşleri dışladığını ve medyada Av­
macılar olan Romanya Oradea Üniversite­
rupa Birliği'nin temsil edilme biçiminin
si'nden Lia Pop ve Babeş Bolyai of Cluj
demokrasinin anlamıyla ilgili temel bir so­
Üniversitesi'nden Irina Pop ise, "Küresel­
runu ortaya koyduğunu, demokratikleş­
leşmiş bir Dünyada Küçük Grupların
menin yapısal olduğu kadar moral bir
Kimlik Güvenliği" başlıklı konuşmaların­
problem olarak da değerlendirilmesi ge­
da, güvenlik anlayışının askeri güç odaklı
rektiğini belirtti.
bir yaklaşımdan askeri olmayan, insan
8 Ekim 2003 tarihinde gerçekleşen
üçüncü oturum, Belçika Uluslararası Yö­
netim Bilimleri Enstitüsü'nden Fabienne
Maron'un konuşmasıyla başladı. Maron,
medya ve güvenlik sorununu konu edin­
diği bildirisinde kentsel şiddet eylemle­
rinde ve bu eylemlerin kolektif aktörlerin
hakları, azınlık hakları, örgütlü suç, göç­
menler, dinin yanlış kullanımı gibi kav­
ramlar aracılığıyla şekillenen yeni bir bo­
yuta geçmesi ile gündeme gelen kültürel
kimlik, uzlaşma, çatışma çözümü gibi şid­
dete dayanmayan yeni çözüm yolları üze­
rinde durdular.
medyanın
Konferansın dördüncü oturumunda
gündem koyma etkinliğinin oynadığı rol
Paris Pantheon-Assas Üniversitesi'nden
üzerinde durdu. Medyanın gündem önce­
Fayçal Bouzenout, "El Cezire Terörizmin
liğini bu tür sorunların çözümü için bir di­
Sözcüsü müdür Yoksa Medyada Çoğulcu­
yalog ortamının oluşturulması çerçevesin­
luğun bir Unsuru mudur?" sorusunu sor­
görünürlük
kazanmasında
Doğanay Küresel Medyanın Patlayışı Karşısında... • 127
duğu bildirisinde, El-Cezire'nin Irak sava­
ları: Bir İletişim Aracı" başlıklı konuşma­
şını temsilinden ve Arap kamuoyunun El-
sında, Salford Üniversitesi'nde yürütül­
Cezire'nin yayınları üzerindeki etkisinden
mekte olan "etkin öğrenme" programının
söz etti. Sonraki konuşmacı Portekiz Co-
farklılıklara duyarlı eğitim teknikleri ile
imbra Üniversitesi'nden Isabel Maria Fre-
getirdiği yenilikleri, kapsayıcı bilginin ye­
itas Valente idi. Valente, 11 Eylül saldırısı­
ni farklılıklara zemin hazırlama potansi­
nın Portekiz basınında nasıl temsil edildi­
yeli açısından değerlendirdi ve benzeri bir
ğini sorguladığı bildirisinde, Portekiz ba­
yaklaşımın toplumsal farklılıklar düzeyin­
sınının olaylara Avrupa Birliği odaklı bir
de de geliştirilmesinin önemi üzerinde
bakıştan yaklaştığını ye eylemi ağırlıklı
durdu.
olarak fanatik bireylerin eylemi olarak
temsil ettiğini belirtti. Bu oturumun son
konuşmacısı Oradea Üniversitesi'nden Ioan Horga idi. "Milliyetçilik ve Medyanın
Avrupa Güvenliğine Etkisi" başlıklı ko­
nuşmasında Horga, Romanya basınının
Altıncı oturumun ilk konuşmacısı olan
A.B.D. Ören Üniversitesi'nden Loretta
Palmer, "Yeni Teknolojiler ve Telif Hakla­
rı; Güvenlik Konusundaki Etkiler" başlık­
lı bildirisinde internet teknolojisinin kulla­
Avrupalı bir perspektif içinde ulusal kim­
nımının telif hakları üzerindeki etkisini
lik üzerine odaklandığını, bir Avrupa ka­
tartıştı. Daha sonra, Ankara Üniversitesi
musal alanı düşüncesinin gelişemediğini
İletişim Fakültesi'nden Eser Köker'le bir­
belirtti ve bu soruna çözüm olarak Avru­
likte hazırladığımız "Türkiye'de Televiz­
pa düzeyinde yayın yapan gazetelerin
yon Haberlerinde Protesto Eylemleri ve
yaygınlaşmasını önerdi.
Ulusal Güvenlik Sorunu" başlıklı bildiriyi
Beşinci oturum, Rusya State University Rostov'dan Valentin Pessenko'nun
bildirisinin, kendisi gelemediği için diğer
bir katılımcı tarafından okunmasıyla baş­
ladı. Bildirinin başlığı "Günümüz Rusyasında Medya Demokrasi ve Güvenlik"ti.
Bildiri metni genel olarak Rus medyasın­
da toplumsal olarak adil ve ekonomik ola­
sundum. Bildiride, Türkiye'deki televiz­
yon haberlerinde protesto eylemlerinin
ağırlıklı olarak ulusal güvenlik söylemiyle
bağdaştırılan bir çerçeve içinde, şiddet
öğesine vurgu yapılarak ve eyleme katıl­
mayı ulusal güvenlik açısından bir tehdit
öğesi olarak yorumlayan bir bakış açısıyla
temsil edildiği belirtildi.
rak sürdürülebilir bir küreselleşme konu­
Konferansın üçüncü gününde konuş­
sundaki eleştirel boyutun zayıflığı üzerin­
macıların bir kısmının gelmemesi nede­
de duruyordu. Sonraki konuşmacı, İngil­
niyle son iki oturum birleştirilerek yapıl­
tere Salford Üniversitesi'nden David Bot-
dı. Zagreb Üniversitesi'nden Gordana Vi-
ham idi. David Botham, "Uygulama Burs­
lovic, "İliştirilmiş Gazeteciliğin AB Gü-
128 • iletişim : araştırmaları
yenliğine Etkisi" başlıklı konuşmasında,
Konferansın ikinci atölyesi birinci atöl­
iliştirilmiş gazeteciliği savaş haberciliği­
yeyle paralel oturumlardan oluştuğu için
nin ve anti-terörizmin haberleştirilmesi-
burada yer alan konuşmaları izleyeme-
nin tümüyle yeni bir biçimi olarak değer­
dim. Bununla birlikte, ikinci atölyede yer
lendirdi: "Gazeteci asker olabilir mi, bu­
alan sekiz oturumun aşağıdaki konular
nun tehlikeleri nedir? Savaşta nasıl ba­
üzerinde odaklandığı bilgisi aktarılabilir:
ğımsız davranılabilir?" soruları aracılığıy­
la, gazetecilerin Vietnam Savaşı, Hırvatis­
1) XXI. yüzyılın başında medya, özel ha­
yatın şeffaflığı ve demokratik kültür; 2)
tan, Bosna-Hersek ve Kosova'daki savaş­
Yeni iletişim ve enformasyon teknolojile­
lar, Körfez Savaşı ve Irak Savaşı'nda yaşa­
rinin gelişimine bağlı sorunlar ve yakla­
dıkları deneyimleri karşılaştırdı.
Birinci
şımlar; 3) Ulusal güvenlik ve Avrupa gü­
atölyenin son konuşmacısı, Zagreb Üni-
venliği ilişkisinde ortak noktalar; 4)Ulusal
versitesi'nden Stjepan Malovic'ti. Malo-
güvenlik ve Avrupa güvenliği ilişkisinde
vic, başlığında "Medya Terörizmin Kışkır­
farklılaşmalar; 5)Uluslar arası güvenliğin
tıcısı mıdır?" sorusunu sorduğu bildirisin­
yeni boyutları ve uluslararası medyanın
de gazetecilerin terör eylemlerini haber­
leştirirken tarafsız olmak, kamuoyunu bil­
gelişimi bağlamında Avrupa güvenliğinin
yönetimi sorunu.
gilendirmek ve eylemin politik hedefleri­
Konferans 8 Ekim 2003 günü öğleden
ne ulaşmasında aracı olmak işlevleri ara­
sonra yapılan kapanış konuşmalarıyla
sındaki dengeyi sorguladı; küreselleşme­
sonlandı.
nin ve medyada şirketleşme eğilimlerinin
bağımsız medyayı sınırlama biçimleri
üzerinde durdu.
E tk in lik D e ğ e rle n d irm e le ri • 129
H oşgörü ve Çok Kültürlülük:
Batı ve Doğu Perspektifleri
CEU Yaz Üniversitesi
Ü lkü D o ğ an ay
Central European University (CEU)
tan bağımsızlık, grup hakları, temsil ve
Yaz Üniversitesi programı kapsamında 7-
hoşgörü talepleri bağlamında hoşgörü ve
18 Temmuz 2003 tarihleri arasında Buda­
çok-kültürlülük sorunları üzerinde odak­
peşte'de gerçekleştirilen "Hoşgörü ve
lanmaktaydı. Kursun amacı, katılımcıların
Çok-Kültürlülük: Batı ve Doğu Perspektif­
bu konuda kuramsal ve pratik düzeyde
leri" başlıklı kurs, Matt Matravers'in (Uni­
bilgilendirilmesi ve hoşgörü ve çok-kül­
versity of York, İngiltere) yönetiminde ve
türlülük sorunlarını tarihsel bağlamı ve
Susan Mendus (University of York, İngil­
farklı siyasal, felsefi gelenekler içinde de­
tere), Nenad Miscevic (University of Mari-
ğerlendirmelerini sağlayabilmekti. Bu
bor, Slovenya), Maxim Khomiakov'un
amaçla kurs öncesindeki internet konfe­
(Ural State University, Rusya) eğitimci
ransı ve elektronik posta tartışmalarının
olarak katılımıyla gerçekleşti. Kursun ka­
yanı sıra, kurs süresinde seminerler, ders­
tılımcıları arasında, çoğu eski Doğu Bloku
ler, tartışmalar ve öğrenci sunuşları ger­
ülkeleri ve Rusya'dan olmakla birlikte
çekleştirildi.
Meksika'dan Türkiye'ye kadar farklı ülke­
Kurs, hoşgörü kuramlarını, bu kuram­
lerden yüksek lisans ve doktora çalışmala­
ların uygulamasını ve karşılaştırmalı ana­
rını sürdüren ya da tamamlamış genç aka­
lizini kapsayan üç aşamadan oluşmaktay­
demisyenler ve profesyoneller bulunmak­
dı. Bu aşamalarda, genel olarak hoşgörü
taydı. Türkiye'den tek katılımcı olarak yer
kavramının tarihsel boyutları ve çok-kül­
aldığım kursun içeriği, Orta ve Doğu Av­
türlü toplumlarda giderek artan problem­
rupa'daki çok-kültürlü ve farklı etnik
ler karşısındaki uygulamalar, Anglo-
grupları barındıran devletlerde ve Rus­
Amerikan ve Doğulu yaklaşımlara ilişkin
ya'da azınlık kültürleri ve gruplarının ar­
karşılaştırmalı bir değerlendirme aracılı­
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 129-130
130 • iletişim : araştırmaları
ğıyla ele alındı. M. Khomiakov'un eğitim­
dır yoksa grubun özünde mi bulunur?";
ci olarak katıldığı ilk aşamada hoşgörü ve
"ulusçuluk ve ulusallığın işlevi ve önemi
çok-kültürlülük kavramlarının tarihsel
nedir?"; "Doğu Avrupa'daki devletlerin
boyutları üzerinde duruldu. Bu çerçeve­
parçalılığmı ve kimliklerini Kanada dene­
de, Ortaçağ'da hoşgörü biçimleri olarak
yimi ile karşılaştırabilir miyiz?" soruları­
kuşkuculuk, işlevselcilik ve mistisizm
nı, çok-kültürlülük modelleri, etnik-ulus
akımları; Doğu ve Batı'da hoşgörü kavra­
mının ortaya çıkışı ve temel dinamikleri;
devlet, tarafsız-ulus devlet, çok-kültürlü
devlet, çok-kültürlülük ve küreselleşme
Rusya'da dinsel hoşgörü konuları ele alın­
konuları çerçevesinde yanıtlamaya çalıştı.
dı. İkinci aşama liberal hoşgörü kavramı
M. Matravers ve M. Khormiakov ise
üzerinde odaklanmaktaydı. S. Mendus,
"onaylamadıklarımızı da hoşgörüyle kar-
dersler ve grup çalışmalarının yürütüldü­
şılamalı mıyız?", "grup haklarıyla ilgili ta­
ğü seminerler aracılığıyla, erken moderni-
lepleri nasıl değerlendirmeliyiz?"; "talep
tede hoşgörü kavramının kuramsal ve
edilen hakların azınlık gruplarını çoğun­
pratik düzeydeki gelişimi; John Locke'un
luk müdahalesinden korumaya yönelik
hoşgörü düşüncesine katkıları ve John
'dışsal' haklar olması ile öz-yönetime iliş­
Stuart Mill'in farklılıklara dayalı hoşgörü
kin 'içsel' haklar olması arasındaki farklı­
kavrayışını ele aldı. Ayrıca çağdaş libera­
lık nedir?"; "insanlar başkalarına saygı
lizmde hoşgörünün bir ideal olarak gelişi­
göstermeye nasıl yönlendirilebilir?" soru­
mi ve içeriği, moderniteyi tanımlayan
larına yanıt aradıkları kapanış oturumun­
"iyi" kavrayışlarının çeşitliliği açısından
da ve seminerlerinde bu konularda ortaya
liberal devletin temelini oluşturan ilkeler
çıkan sorunlara ilişkin çözüm önerilerini
üzerinde duruldu. Kursun son aşamasın­
tartışmaya açtılar. Kurs sonunda katılım­
da ise, grup kimliğinin kurulması, kültür
cılar, kendi ülkeleri ve/veya bölgelerinde
ve milliyetçilik, çok-kültürlülük, grup
çok-kültürlülük ve hoşgörü sorunuyla il­
hakları ve hoşgörü politikası konuları ele
gili yaptıkları sunuşların ardından, CEU
alındı. Bu aşamada, N. Miscevic "grubu
Yaz Üniversitesi'ne katılım sertifikalarını
ne yaratır?"; "grup kimliği 'yaratılmış' mı­
aldılar.
Kitap Eleştirileri •131
T ü rk iy e ’de U lusçu luk ve Dil P o litik aları
N ilü fe r T im isi
Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil politikaları
Hüseyin Sadoğlu (2003)
İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları (383 sf.)
hissedilen boşluğu dolduracak niteliğe sa­
hiptir. Sadoğlu'nun doktora çalışmasına
dayanan kitap ülkemizde 1839-1950 arası
döneminde uygulanan dil politikalarını
Türkiye'de özellikle Avrupa Birliği
tarihsel bir analiz içerisinde, karşılaştır­
uyum süreciyle birlikte yoğun olarak tar­
malı bir okumayla ve ayrıntılı bir araştır­
tışılan konuların başında anadilde eğitim
maya dayalı olarak irdelemektedir. Top­
ve anadilde yayıncılık gelmektedir. Uyum
lam dört bölümden oluşan kitap, sonunda
yasalarıyla yapılan değişikliklerle birlikte
yer alan eklerle birlikte bir belge niteliği
Türkiye'de resmi dil olarak kabul edilen
de taşımaktadır.
Türkçe dışında "azınlık dil ve lehçelerde"
Yazar birinci bölümde modern ulus
eğitim ve yayın yapılmasına ilişkin yasal
devletin oluşumu ile dil politikaları ara­
ve yönetmeliksel düzenlemeler gerçekleş­
sındaki ilişkiyi analiz etmektedir. Ulusal-
tirilmiştir ve gerçekleştirilmeye devam et­
devlet ve ulus-devlet arasındaki ayrıma
mekle birlikte uygulama henüz başlangıç
dikkat çeken yazar, ulusal-devlet merkezi
aşamasındadır. Bu anlamda bu değişimle­
bir siyasal organizasyona sahip olmakla
rin tarihi üzerine ve toplumsal sonuçları
birlikte güçlü dinsel, dilsel ve sembolik
üzerine derinlikli analizler yapabilmek
kimlik bağlarını da kabul eden devlettir.
belirli bir zamana ihtiyaç göstermektedir.
Ulusal-devlet 18.yy öncesi mutlak monar­
Bu tartışmalar gerçekleşirken Türkiye'de
şilere kadar geri götürülebilir. Ulus-devlet
Ulusçuluk ve Dil Politikaları ismiyle ya­
ise egemen bir siyasal iktidar olarak nüfu­
yınlanan Hüseyin Sadoğlu'na ait olan ki­
sunun tamamının yaşamını organize etme
tap, önemli bir kaynak olarak bu alanda
kapasitesine sahip ve katılımcılığı öne çı-
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 131-140
132 • iletişim : araştırmaları
karan bir siyasal birimdir, lö.yy'dan itiba­
çok terimlerde standartlaşmayı hedefler­
ren başlayan ulusal-devlet eğilimi Batı
ken, dil planlaması
monarşisinin laikleşme adına bir yandan
birleştirilmesi yanında, özellikle çok dilli
Kilise'yi, diğer taraftan merkezileşme adı­
siyasal birimlerde yeni bir normun seçimi,
na feodal güç odaklarını tasfiye etmesiyle
değiştirilmesi, geliştirilmesi ve benimsetil­
modern devlet formunu eksiksiz bir şekil­
mesi süreçlerini de kapsar (37). Asimilas-
de tamamlamıştır. Bu süreç dinsel birliğin
yonist stratejiler ya da resmi tek-dillilik,
dili olan Latince'ye karşı ortak bir idari di­
politik bir topluluğu yönlendirmede baş­
lin kullanılmasına geçiş anlamına da gel­
vurulan bir strateji olarak, genellikle hal­
mektedir. Egemen halk dillerinden bir ya
kın çoğunluğunun konuştuğu dili yasak­
da bir kaçını temsil eden merkezi idari dil,
lama ya da özendirme çerçevesinde, ön
matbaanın kullanımı ile birlikte dil birliği­
plana çıkarma girişimi iken, resmi çok-dil-
ne doğru bir yönelime kavuştu. Protestan­
lilik stratejisi, bir devletin siyasal sınırları
alt-üst değişkelerin
lık da Latince'nin egemen kullanımı karşı­
içerisinde birden fazla dile resmi statü ta­
sında halk dillerini kullanarak yaygınlaş­
nınmasını ifade etmektedir.
mıştır. Başlangıçta Reform'la harekete ge­
Kitabın ikinci bölümü "Tanzimat Dö­
çen kapitalist yayıncılık, ardından kendi iç
nemi: Dilde Havas'tan Avam"a başlığını
dinamikleriyle kimi halk dillerini öne çı­
taşımaktadır. Osmanlıca ya da Osmanlı
kararak onları ulusal dile dönüştürmüş ve
Türkçesi 14.yy'dan itibaren Anadolu
söz konusu dillere sabitlik kazandırarak
Türkçesi'ni nitelemek amacıyla kullanıl­
ortak bir forma sokmuştur (12). Birinci bö­
mıştır. Ancak bu adlandırma Osmanlı
lümde Fransa, Almanya, İngiltere örnek­
Türkleri arasındaki konuşma dilini değil,
lerinden yola çıkarak ulus-devletin oluşu­
Arapça-Farsça etkisi altında şekillenen ya­
munda kilise dili ile halk dilleri arasında­
zı dilini ifade etmektedir. Yazar Türk­
ki mücadeleyi anlatan yazar, bu bölümü
çe'nin sanat, edebiyat ve yönetim alanın­
modem devletlerde dil planlamasını ana­
da Arap-Fars etkisi altına girmesinin Sel­
liz ederek bitirmektedir. Özellikle çok dil­
çuklular döneminde başladığına işaret et­
li toplumlarda emik aidiyetlerin yerine
mektedir. Bunun nedeni Selçukluları oluş­
ulus aidiyetini ön plana çıkarma dil plan­
turan halkın göçebe niteliğine karşılık, sa­
lamasını gerektirmektedir. Dil planlaması
nat, edebiyat ve kültürün yerleşik temsil­
ulusal alanda bulunan dil sorunlarına ör­
cilerinin etkisidir. Fîer ne kadar 1277'de
gütlü bir biçimde çözüm arama biçimidir
Karamanoğlu Mehmed Bey milliyetçilik
(37). Yazar bu noktada dil planlaması ile
bilinci ile yönetim kadrolarını ve dilini
dil standartlaşması arasındaki ayrıma dik­
Türkçeleştirse de medreselerle birlikte
kat çekmektedir. Dil standartlaşması daha
eğitim dilinin Arapça olması Arap etkisi­
Timisi• Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 133
nin yaygınlaşmasına ve güçlenmesine ne­
Tanzimat'la birlikte eğitim kurumlan da
den olmuştur. Osmanlı devleti Türkçe'yi
siyasal birliği yaratmanın araçlarından bi­
resmi dil olarak kabul etmiş olmasına kar­
ri olarak görülmüş ve hemen bütün eğitim
şılık bu dil halkın kullandığı dilden tama­
kurumlan gayrimüslimlere de açılmış ol­
men farklı Türkçe-Arapça-Farsça-Acemce
masına karşılık dil birliğinin varolmaması
karışımı bir dildir. Bu dil Tanzimat öncesi
nedeniyle fazla başarılı olamamıştır. Tan­
dönemde yüksek sınıflarla halk arasında­
zimat devlet-cemaat arasındaki ilişkiyi bi-
ki toplumsal hiyerarşinin kurulması ve
rey-devlet arasındaki bir ilişkiye dönüş­
sürdürülmesine de hizmet etmiştir. Os­
türmeye çalışırken, özellikle entelektüel­
manlI İmparatorluğu 16-18.yyTar arasın­
ler ve aydınlar arasında yaygınlaşan an­
da günlük konuşma dilinden oldukça
cak halkla bütünleşemeyen bir Osmanlıca
farklı bir yazı dilinin varlığı ile birlikte,
ortaya çıkarmıştır. 18.yy'dan itibaren yazı
gayrimüslimlerin kendi dilleri, etnik fark­
dili ile konuşma dilini birleştirme, yazı di­
lılıklara dayalı diller gibi çok-dilli bir yapı
lini sadeleştirme ve yaygınlaştırma giri­
göstermektedir. Millet sisteminin egemen
şimleri merkezi bir devlet ve bürokrasisi­
olduğu Osmanlı'da gayrimüslim gruplar
nin temel ihtiyaçlarından biri haline gel­
kendi eğitim kurumlannda kendi cemaat
miş, buna karşılık devlet bürokrasisinin
dillerini kullanmaktaydı. 1839 Tanzimat
Batı ile ilişkilerinin yoğunlaşması Batılı
Fermanı millet sisteminden ulus sistemine
sözcük ve terimlerin de yazı dili içerisine
geçişin başlangıcıdır. Bu süreçle birlikte
girmesine neden olmuştur. Bu dönemde
millet sistemini besleyen İslamcılık yerine
standart bir ulus dili oluşturulmasında en
ulus sistemini besleyen ve Müslüman ol­
önemli engeller, sınıf lehçeleri, taşra ağız­
mayan unsurları da içine alan Osmanlıcı­
ları ve diğer azınlık dilleri olarak belirgin­
lık, toprağa bağlı bir bütünleşmeyi ön pla­
leşmektedir. Bu dönemin ayırt edici bir di­
na çıkaran ve siyasal meşruiyetin böyle
ğer özelliği ise dil sorununu da içerecek
sağlandığı temel bir ideolojik duruşu tem­
biçimde,
sil etmektedir. Ali ve Fuad Paşalar, Namık
oluşturulması girişimi olarak görülen En-
Kemal, Ahmed Mithad Efendi'nin sözcü­
cümen-i Daniş'in kurulmasıdır. Bu dö­
lüğünü üstlendiği Osmanlıcılık dinsel ve
nemde Tanzimat aydınlarının dile ilişkin
etnik köken farklılıkları gözetilmeksizin
düşüncelerine yer veren yazar, dilin sade­
bütün tebaayı içine alan siyasal bir örgüt­
leştirilmesinde yazılı basının gelişmesinin
bir üniversitenin altyapısının
lenmeyi hedefliyordu. Osmanlıca ise
etkilerini de analiz etmektedir. Takvim-i
"Türkçe, Arapça, Farsça"dan oluşan bir
Vekayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ah­
dil olarak Tanzimat öncesi kullanılan "Li-
val gibi gazetelerin öncülüğünde halkın
san-ı Türki" yerine kullanılmaya başlandı.
bilgi alma hakkının önündeki engellerden
134 • iletişim : araştırmaları
biri olarak görülen yazı dili ile konuşma
egemen olduğu bir rejimin kurulmasıyla
dilinin birbirinden farklı olması ve yazı
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını
dilinin ağır ve ağdalı yapısının ortadan
engellemeye çalışmaktaydı. Yeni Osman­
kaldırılmasına ilişkin bir eğilim başlamış­
lıcılık hareketinin devamı ile birlikte gide­
tır.
rek Türkoloji çalışmalarının başladığı bir
II.Abdülhamit dönemiyle birlikte res­
mi ideoloji, Osmanlıcık yerine Islamcılık'ı
benimsemeye eğilimli görünmektedir.
Arapça'nın egemenliği anlamına gelen İs­
lamcılık her ne kadar saray tarafından ka­
bul edilse de Kanun-ı Esası (Osmanlıca-
dönemdir Jön Türk dönemi. Şemseddin
Sami'nin çalışmaları dil ve ulusal kimlik
ilişkisini kurarken, dönemin gazeteleri Sa­
bah, Tercüman-Hakikat ve İkdam dil re­
formuna ilişkin tartışmalarıyla dikkati
çekmektedir. 1908'de kurulan Türk Der­
neği, Türk dili ve tarihi konusunda çalış­
Türkçe Sözlük, 2002, Develioğlu) ile bir­
malarıyla dikkat çekmiştir. Derneğin ama­
likte devlet dilinin Türkçe olarak belirlen­
cı Türkçe'nin yalnızca Osmanlı sınırları
mesi, yazılı basının gelişen gücü Türk­
içinde değil, uluslararası alanda da yay­
çe'nin sadeleşmesi hareketini sürdürmüş­
gınlaştırılmasını sağlamaktır. Genç Ka­
tür. Bu dönemde eğitim kuramlarında ve
lemler dergisi etrafında bir araya gelen bir
özellikle gayrimüslim eğitim kuramların­
grup aydın ise dilde sadeleştirmenin öne­
da Türkçe dil eğitimi konulmuş, İkdam,
mine dikkat çekmiştir. Aralarında Ömer
Sabah gibi kimi gazeteler devletin resmi
Seyfeddin, Ziya Gökalp'in de yer aldığı
dilinin herkes tarafından bilinmesi zorun­
bu hareket daha sonra Yeni Lisan Hareke­
luluğuna ilişkin yaklaşımlar sergilemişler­
tinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu
dir. 19 Mart 1877'de açılan ilk Osmanlı
dönem ayrıca Türk Yurdu Cemiyeti ve
Parlamentosu da çok-kültürlü bir Osman­
Türk Ocağı'nın kurulduğu; dil, millet, Os­
lI'nın portresini gözler önüne sererken,
manlıcılık, Türkçülük, Türk Lehçelerinin
farklı unsurları bir arada tutacak bir üst
birleştirilmesi gibi tartışmaların yoğun
dil ve üst- kimlik ihtiyacını da belirgin kıl­
olarak yapıldığı önemli bir tarihsel dö­
mıştır.
nemdir. Bu dönemin tartışmaları Cumhu­
Üçüncü bölümde ele alman Jön Türk
dönemi, "ulusal bir tahayyül olarak dil
riyet dönemi dil ve ulus tartışmalarına
kaynaklık edecektir.
topluluğu" başlığını taşımaktadır. Bu dö­
Kitabın dördüncü bölümü Cumhuri­
nem, dilde sadeleştirmeden Türkçe'nin
yet dönemi dil politikalarını analiz etmek­
ortak bir ulus dili olarak kabul edilmesine
tedir. Bu analiz oldukça kapsamlı bir tarih
doğra bir tarihsel dönemi içermektedir.
okuması olarak aynı zamanda dilin yeni
Jön Türk hareketi, hürriyet ve adaletin
bir ulus inşasında işlevini ve olanaklarını
Timisi • Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 135
ele almaktadır. Yazar'a göre Kemalist
larda (kavramlarda), "beynelmileliyetleş-
ulusçuluk temelde yurttaşlık bağlarına
me" terimlerde, "millileşme" ise gramer
dayalı, ancak bu soyut bağlılığı dil ile güç­
ve imlada kendini göstermeliydi. Bu du­
lendirmeye çalışan bir siyasal ulusçuluk
rumda bireysel bir icadın konusu olan Ba­
modelidir. Yazar Türk ulusçuluğunun en
tılı mefhumlar Türkçeleriyle karşılanmalı,
önemli sorunsallarından birinin Batı ve
ancak terimler konusunda "İslam Beynel-
Batılılaşma karşısında alınan tavırla ilgili
mileliyeti"nin ortak Arapça-Farsça sözcük
olduğunu belirtmektedir. Mustafa Ke­
dağarcığından yararlanmalıydı. Bu yönde
mal'in "Ulusçuluk", "Batılılaşma"(Mede-
bir dil reformu "lisanımızı mana itibariyle
nileşme) ve "Laiklik" ilkeleri üzerinde
muasırlaştırmak, ıstılah cihetiyle İslamlaş­
yükselen Kemalist devrim gelenekle sıkı
tırmak...sarf, nahiv, imla hususlarında
bir mücadeleyi içeriyordu. Bu mücadele­
Türkleştirmek" demekti ve benzer bir
nin temel kaynaklarından biri Ziya Gö-
yöntem toplumsal yaşamın farklı alanları­
kalp'tir. Gökalp Batılılaşma ve Türk ulus­
na uygulandığında da sorun yaşanmaya­
çuluğu arasında uzlaştırılması imkansız
cağı açıktı" (191). Gökalp'in dile ilişkin
bir zıtlık olmadığını savunurken iki akım­
tartışmaları Gökalp sosyolojisinin kültür-
dan ilkinin "medeniyet", İkincisinin "kül­
medeniyet ayrımında ulusal kimliğin ta­
tür (hars)"le ilişkili farklı iki alanı temsil
nımlanmasında temel bir yer taşımakta­
ettiğini söylemektedir. Her iki ideal farklı
dır. Nitekim yazar Ziya Gökalp ile birlikte
ihtiyaçlara cevap vermesi nedeniyle bir­
Cumhuriyet döneminin Türkçü kadroları­
birlerine zıt şeyler olarak konumlandınla-
nın dil ve ulusal kimlik konusundaki vur­
maz. Doğu (İslam) ve Batı (Avrupa) ara­
gularına dikkat çekmektedir. Hamdullah
sındaki karşıtlık yerine toplumsal yaşa­
Suphi bir diğer temel referans olarak Türk
mın farklı alanlarına tekabül eden "Milli­
kimdir? Sorusuna şu yanıtı vermektedir:
yet", "Beynelmileliyet" ve "Asriyet" kav­
"Türkçe konuşan, Müslüman olan ve
ramları çerçevesinde uyumlu bir biçimde
Türklük sevgisini taşıyan Türk'tür". An­
çalışan bir toplumsal sistem önermekte­
cak gerek Gökalp gerekse Hamdullah
dir. Bu önermenin ne derece doğru oldu­
Suphi dinin kimlik için kurucu bir unsur
ğu dildeki değişime uygulandığında gö­
olduğu konusunda daha fazla hemfikir­
rülebilir (191). Gökalp dili bir ulusun ba­
dir. Benzer biçimde Ahmed Ağaoğlu da
şat tanımlayıcı kriteri olarak ele alır.
İslam ve Türkçülük arasında birbirini dış­
"Türk dili bir yandan "asriyet"in, diğer
layan değil ancak bütünleyen bir ilişki
yandan "beynelmileliyet"în ve "milli-
kurmaktadır. Din ve milliyet arasında ku­
yet"in gereklerine göre şekillendirilmeliy-
rulan bu ilişki, Cumhuriyet rejiminin dini
di. Buna göre dil muasırlaşma mefhum­
kamusal alandan dışlaması anlamında bir
136 • iletişim : araştırmaları
laiklik ilkesiyle çatışma ilişkisi içinde de­
Kemalist devrimler arasında dil devri­
ğildir. Yukarıda sözü edilen yazarlarla
mi kimlik projesi açısından belki de en
birlikte Türkçü-İslamcı çizginin temsilcile­
önemlisidir. Bu yalnızca dilin yabancı söz­
rinden Kazanlı Ayaz İshaki de Kuran'ın
cüklerden arındırılması, okur-yazarlığm
Türkçeleştirilmesinden, ibadet dilinin
kolaylaştırılması anlamında değil aynı za­
Türkçeleştirilmesine kadar bir dizi reform
manda düşünme pratiğinde bir değişimin
girişiminin destekleyicileri olmuşlardır.
sağlanmasıyla ilişkilidir. Yazarın Ata­
Bu çizginin temel eğiliminin İslâmî Türk­
türk'ten alıntılayarak verdiği örnek dil ve
leştirmek olduğu söylenebilir. Nitekim
düşünme arasındaki ilişkiyi mükemmel
yazar da bu saptamayı vurgularken Gö-
bir biçimde ortaya koymaktadır. Ata­
kalp'in "Vatan" şirinini örnek olarak ver­
türk'e göre "kaza ve kader" ile "talih ve
mektedir. Gökalp her ne kadar daha son­
şans" tabirleri arasındaki fark, sadece eti­
raki yıllarda ezan ve namazın Türkçeleşti­
moloji sorunu değildi; aynı zamanda çok
rilmesine bir mesafe koysa da bu şiirinde
açık bir anlam farkı söz konusuydu. Tabi­
camilerde okunan Türkçe ezanın Vatan
atta önceden belirlenmiş ve değişmez bir
duygusunu oluşturmadaki önemine deği­
durum yoktu ve bütün insan edimleri bi­
nir.
reysel iradenin bir sonucuydu... Başarı ya
Cumhuriyet projesi ulusal bir kimlik
oluşturma ihtiyacını yukarıda ifade edilen
yazarların konumlarından farklı bir yerde
durarak oluşturmaktadır. Cumhuriyetin
projesi de bir zihniyet devrimini gerekli
kılıyordu ancak bu Gökalp'in betimlediği
manada bir hars-medeniyet ayrımı içinde
oluşan değil, bütünlüklü bir zihniyet deği­
da başarısızlık, fırsatları iyi değerlendir­
mekle ilgiliydi. Atatürk'e göre "kaza ve
kader" sözcükleri Türk ulusuna yaygın­
laştırılması hedeflenen dünya görüşüne
tamamen yabancıydı( 202). Bu dünya gö­
rüşü bilimin merkeze alındığı rasyonel ka­
rar verme sürecine dayalı pozitivizmin
içinden biçimlenecektir.
şimidir. Yazar Kemalist ulusçulukdan ay­
Dilde yapılan reformun uygulama
rıldığı konumu şöyle belirtir: "Kemaliz-
alanlarından en tartışmalısını ibadet dili­
me göre kültür medeniyetten bağımsız bir
nin Türkçeleştirmesi oluşturmaktadır. Din
içeriğe sahip olmadığı gibi 'modern esas­
dilinin Türkçeleştirilmesine ilişkin tartış­
lara göre' yeniden oluşturulabilen ve ya-
malar Tanzimat'a kadar götürülmekle bir­
ratılabilen bir alan" (200) Kemalizm ulusal
likte bu düşüncelerin siyasal bir destek
bir kimlik inşasında muhafazakar kültürel
bulması için Cumhuriyet'i beklemek gere­
kodları güçlendirme kolaycılığına gitme­
kecektir. Din, Türkiye Cumhuriyetinin
den "muassır medeniyete layık" yeni bir
uluslaşma sürecinde ikili bir değerlendir­
kimlik oluşumunu hedefine almıştır.
meye tabi tutulmuştur. Öncelikle ulusal
Timisi• Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 137
bir kimlik yaratmada Müslümanlık, bir
tir. 1928 yılında Darülfünun'a bağlı İlahi­
ortak payda olarak araçsal bir biçimde
yat Fakültesi'nde bu konuda oluşturulan
kullanılmıştır. Diğer yandan dinin kamu­
bir komisyonun hazırladığı rapor İs­
sal alanda yönlendirici olması uluslaşma
lam'da ibadetlerin yeniden düzenlenmesi­
sürecini de olumsuz bir biçimde etkile­
ne ilişkin oldukça radikal önerileri içer­
mektedir.
Kemalist ideolojinin laikliğe
mektedir. İbadet şekli, ibadet dili, ibade­
ilişkin vurgusu dinin özel alanla sınırlan­
tin niteliği ve ibadetin fikriyatı çerçevesin­
ması üzerinedir. Bu çerçevede Atatürk 1
de yapılan öneriler "henüz zamanı gelme­
Mart 1922 tarihine TBMM'de ve 7 Şubat
miş" bir proje olarak askıya alınmıştır.
1923'te Balıkesir de yaptığı konuşmalarla
1932 tarihi Türkçe ibadet uygulamaları
iman ile lisan arasındaki koşutluğa dikkat
konusunda Atatürk'ün direnciyle önemli
çekmiş ve ibadet dilinin Türkçeleştirilme-
bir tarih olmuştur. Türkçe Kuran'dan son­
sinin önemini vurgulamıştır. Camilerde
ra Türkçe ezan ilk kez 30 Ocak 1932 tari­
Türkçe hutbeler ilk kez Diyanet İşleri Re­
hinde okunmuştur. Yine aynı günlerde
isliği tarafından hazırlanarak 1927 tarihin­
Ayasofya Camii'nden de "Tanrı uludur"
de okunmuştur. Kuran'ın Türkçe'ye çevri­
diye başlayan Türkçe ezan okunmuştur.
lerek ibadetlerde uygulanması ise büyük
Günün yazılı basını tarafından destekle­
tartışmalara neden olmuştur. Bu çerçeve­
nen Türkçe ibadet her ne kadar devlet
de yapılan tartışmalarda reformcu kanat
eliyle diğer illere de yayılmaya çalışılsa
Kemalist devrimlerin özüyle uygun bi­
da, kimileri bizzat Atatürk tarafından bas­
çimde ibadetin de Türkçeleştirilmesini sa­
tırılan tepkiler ise azımsanmayacak bo­
vunmaktadır. Özellikle dönemin etkili ga­
yutlardadır. Türkçe ezan, kamet ve hutbe­
zeteleri olan Vakit, Milliyet ve İkdam Türk­
ler 16 Haziran 1950 tarihine kadar uygu­
çe ibadeti desteklerken Ağaoğlu Ahmed
lanmıştır. Bu noktada yazarın kısaca be­
"Türkçe Haram Lisan mıdır?" başlıklı ya­
lirttiği ancak üzerinde daha fazla araştır­
zısıyla "eğer din ve dil eskisi gibi muhafa­
ma yapılması gereken bir konu Müslü­
za edilecekse, devrimlerin toplumsal ya­
manlık dışındaki diğer dinlerin de her­
şamımızdaki en ufak yansımasından bah­
hangi bir dil sınırı getirilmemiş olmasına
sedilemezdi" demektedir (269) Din ibade­
karşılık, ibadetlerini Türkçe yapma konu­
tinin Türkçeleştirilmesine ilişkin tartışma­
sundaki katılımlarıdır. Türk Ortodoksları
lar İslam'da Reform adıyla günümüzde
1933 tarihinde Galata'daki kilisede Türkçe
de sıkça uzmanların ve kamuoyunun gün­
ayin yaparken, Musevi yurttaşların kur­
demini oluşturmaktadır. Benzer tartışma­
duğu Türk Kültür Birliği de 3 Ekim 1940
lar Cumhuriyetin ilk yıllarında da yine İs­
tarihinde Havralardaki dinsel törenlerde
lam'da Reform şeklinde gerçekleştirilmiş­
Türkçe'nin kullanılması kararını almıştır.
140 • iletişim : araştırmaları
geleceğini kurmada önemli bir adım ol­
olduğunu göstermektedir. Selçuklu, Os­
muştur.
manlI, Türk kimliklerinin içerikleri kimi
Genel olarak bakıldığında kitabın dört
önemli katkısından sözetmek olanaklı
görünmektedir.
Öncelikle
kitap
Türkiye
Cum-
huriyeti'nin ulus-devlet olma sürecinde
dilin işlevinin bir analizidir. Bu süreci
Anadolu Türk Beylikleri'ne kadar götüren
bir tarihsel analiz Osmanlı ve Türkiye
Cumhuriyeti dönemlerini birbiriyle ilişkiselliği açısından ele almaktadır. Bu an­
lamda Türk tarihine ilişkin bütünlüklü bir
perspektifi okura sunmaktadır.
İkincisi ulus-devlet sürecinin bir inşa
olduğunu ve bu inşanın unsurlarının da
tarihsel ve toplumsal koşulların bir işlevi
zaman dinsel, kimi zaman etnik, kimi
zaman coğrafi, kimi zaman ise dilsel or­
taklıklar üzerinden doldurulmaktadır.
Üçüncüsü kitap ulus-devlet sürecinde
iletişim araçlarının biçimlendirici etkisini
ortaya koymaktadır. OsmanlTda dil tartış­
maları ve dilde sadeleştirme gündelik
gazetelerin ortaya çıkması ve yaygın
olarak
okunabilmesi
arzusunun
bir
sonucu olarak hareketlenmiş ve bu süreç
ulusal bir resmi dilin ortaya çıkmasını zor­
lamıştır.
Son olarak AB uyum süreciyle birlikte
ortaya çıkan anadil tartışmaları ve bu
alanda politika üretmek için bütünlüklü
bir perspektif ortaya koymaktadır.
Bu S a y ıd a k i Y a z a r la r • 141
B u Sayıdaki Y a z a rla r
D. Beybin Kejanlıoğlu
Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İle­
tişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sine­
ma Bölümü öğretim üyesi. Yüksek lisansı­
nı ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yöneti­
mi Bölümü ile İngiltere'de Leicester Üni­
versitesi Kitle İletişim Araştırmaları Merkezi'nde yaptı. "Türkiye'de Yayıncılık Po­
litikası" başlıklı teziyle Ankara Üniversi­
tesinden "iletişim doktoru" ünvanını al­
dı. İletişim felsefesi, toplum ve iletişim ku­
ramları, "siyasal iletişim-iletişimin siyase­
ti", "kitle iletişim" çalışmaları tarihi, Eleş­
tirel Teori başlıca ilgi alanları arasındadır.
nında tamamlamıştır. Genel ilgi alanları
kültür ve iktidar çalışmaları, mekantoplum ilişkisi, milliyetçilik söylem ve
sembolleridir.
Metin Kazancı
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim
Fakültesi öğretim üyesi. Siyasal Bilgiler
Fakültesi mezunu. Fransa'da doktora, İn­
giltere'de ön tez araştırması yaptı. Halkla
İlişkiler kitabının yazarı.100'e yakın ma­
kale yayınladı. Halen İletişim Fakültesi ve
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde lisans ve
yüksek lisans dersleri veriyor.
Halil Nalçaoğlu
Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde öğretim üyesidir. ODTÜ Sosyo­
loji Bölümü'nden mezun olduktan son­
ra A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde
yüksek lisans, Masachusetts Üniversite­
si'nde doktora çalışmalarını İletişim ala­
Nilüfer Timisi
Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Radyo Tv. ve Sinema
Bölümü'nde öğretim üyesi. Ankara Üni­
versitesi SBE Radyo Televizyon Sinema
ABD'ında "Yeni İletişim Teknolojileri ve
Demokrasi: İnternet Ortamında Kamu­
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 141-142
142 • iletişim : araştırmaları
sal Katılım" (1999) konulu teziyle dok­
tor unvanını almıştır. Teknoloji ve kül­
tür ilişkisi içerisinden kamusal katılım
ve temsil, iletişim kuramları, izleyici ça­
lışmaları genel ilgi alanlarını oluştur­
maktadır. [email protected]
Sevilay Çelenk
Dr., Ankara Üniversitesi Radyo, TV
ve Sinema Bölümü araştırma görevlisi.
AÜ SBF Uluslararası İlişkiler bölümün­
den mezun oldu. Japon Uluslararası İş­
birliği Kuruluşu'ndan 0ICA) burs ala­
rak bir yıl süreyle Okinawa ve Tokyo'da
televizyon ve radyo program yapım ve
yönetimi konularında eğitim gördü.
Yüksek lisansını AÜ İletişim Fakülte­
sinde, "Türkiye'de Televizyon Program
Endüstrisi: Bağımsız Prodüksiyon şir­
ketleri Üzerine Bir İnceleme" başlıklı te­
ziyle tamamladı. Doktorasını aynı fa­
kültede, "Televizyonda İçerik Yapılaş­
ması ve Toplumsal Kültür: Yayın Akışı
Ekseninde Eleştirel Bir İnceleme" baş­
lıklı tez çalışmasıyla gerçekleştirdi. Ha­
len bu fakültede televizyon program
türleri, televizyon eleştirisi, televizyon
ve toplumsal anlamlandırma ve televiz­
yon metni yazarlığı konularında lisans
ve yüksek lisans derslerinden bazılarını
vermektedir.
Şerife Çam
Arş. Gör., Ankara Üniversitesi İleti­
şim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. Ha­
len Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Gazetecilik Ana Bilim Dalı'nda doktora çalışmasını sürdürüyor.
Ülkü Doğanay
Arş. Gör. Dr., Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Ta­
nıtım Bölümü. Lisans eğitimini A. Ü.
İletişim Fakültesi'nde yaptı. Yüksek li­
sansını ""VVrestler Serials (pehlivan tef­
rikaları) in the Turkish Press: Popular
Texts Use of Popular Culture" başlıklı
çalışma ile ODTÜ SBE Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi bölümünde, doktorası­
nı "Modern Demokrasilerde Siyasal Ko­
nuşma Üzerine Bir Eleştiri: Türkiye'de
Siyasal Konuşma Biçimleri ve Demokra­
tik Süreçler" başlıklı çalışması ile A.Ü.
SBE Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi bölü­
münde tamamladı. "Demokratik Usul­
ler Üzerine Yeniden Düşünmek" başlık­
lı kitabı 2003 yılında yayımlandı. İlgi
alanları demokrasi kuramları, siyasal
iletişim.
143
Y azı T eslim K u ra lla rı
1. Dergiye gönderilecek yazılar MS
VVord programında yazılmış olmalıdır.
2. Times New Roman karakteriyle 12
punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfa­
nın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya
olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte ya­
yın kuruluna teslim edilmelidir.
3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce
ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir.
Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca ya­
zının başlığı bulunmalıdır. Ayn bir kapak
sayfasında yazann ismi, kısa özgeçmişi, açık
adresleri, telefon ve faks numaraları ile var­
sa elektronik adresleri yer almalıdır.
4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, an­
laşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar
girintili olmalıdır.
5. Yazıların başka bir yerde yayınlanma­
mış olması ya da yayın için değerlendirme
aşamasında bulunmaması gerekir.
6.
Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede
hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönde­
rilen yazı yazarın kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucun­
da yazılar yayınlanabilecektir. Hakem de­
ğerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılarını
geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri iste­
nebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın
Kurulu'na aittir. Yazılarının kabul edil­
mediğine dair bir mektup, hakem rapor­
larıyla birlikte yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Araştırmaları Dergisi
Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Cebeci 06590 Ankara
iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(2): 143-144
144 • iletişim : araştırmaları
K a y n a k ça la rın D üzenlenm esi
Metin içinde kaynak gösterme
1. Metin içindeki tüm referanslar metin içi
dipnot sistemi ile belirtilir. Tüm referanslar
metinde uygun yerlerde parantez açılarak,
yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi
ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı
kaynaklara metinde tekrar gönderme yapı­
lırsa yine aym yöntem uygulamr.
7. Kaynakçada yalmzca yazıda gönderme
yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar
soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir.
8. Bir yazann birden çok çalışması aym kay­
nakçada yer alacaksa yayın tarihine göre es­
kiden yeniye göre sıralanmalı, aym yılda ya­
pılan çalışmalar için "a,b,c..." ibareleri kulla­
nılmalıdır.
Örnek: (Morley, 1997:1-5).
2. Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyor­
sa, parantez içinde yazarın adım tekrar et­
meye gerek yoktur. Yalnızca yayın yılı ve
sayfa numarası yeterlidir.
3. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki
yazarın da soyadlan kullanılmalıdır.
Örnek: (Morin ve Kem, 2001).
4. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soya­
dından sonra "v.d" ibaresi kullanılmalıdır.
Örnek: (Bennet vd., 1986).
Kitap
Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara:
Ark Yayınlan.
Çeviri Kitap
Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına
Giriş. Çev: Süleyman İrvan. Ankara:
Ark Yayınlan.
Derleme Kitap
Holmes David (1997). Virtual Politics.
London: Sage.
Örnek: (Morin, 1998:12; VVilliams, 1987: 25).
Derleme Kitapta Makale
Hutchby lan (1991). "The Organization of
Talk on Talk Radio." Broadcast Talk.
Paddy Schannel (der.). London: Sage.
154-178.
6. Notlar ve referanslar aynlmalıdır. Notlar
metin içinde numalarandırılmalı ve metnin
sonunda numara sırasına göre ve referans­
lardan önce yerleştirilmelidir.
Dergide Makale
Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in
Turkey Since 1990," Kültür ve İletişim,
4(2): 45-55.
5. Gönderme yapılan kaynaklar birden faz­
laysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılma­
lıdır.