OKU - Sultani

Transkript

OKU - Sultani
BU SAYIDA:
A . .Adnan - A dıvar
Macit Saner
Ifrn e Larroumcts
Attila
) ' iğit
Tokatlı
Olmr
} ' ıldırım
) 'al ç ın
Keskin
lkizalp
Pierre Dubois
Sadık
Çe likkorkmaz
Diindar Ozclen
Mümtaz
Zey tinoğlıı
Tahsin Yüce l
M . A li
Kışlalı
A bclülkadir Gün yaz
Basri Karagöz
A ttila A lpöge
Oktay Ural
Suat
Taş e r
r alçın
Sayı:20
E rlııın
- - -.
.-~-1G53
,
1
j · bir
«Galatasaray» dergisi, yP ııi
e şi ği n d e
tek ra r ara -
yılın
nızd a
görüıiii rken,
lerim;z ve
tıı o 1 m ak
Öİ\TP t nwıı-
ark:ııl aşl arıı1ıız
i i:!<':i'<'
fokrrı!l
ba;,Oal :ı ­
ı-.le~ 'ut v-e bn~ a ­
sPm.. te ırıe nııi Nler.
tasaraylılara
rıh biı-
~·
•
.-
,\ı
·
Gnbtusarny L isesi Talebe Kunılu ' cşriynt Kolu t a rnfındnn iki nyd:l
hir İslnnhuldn çıka rılır; okul dergisidir.
Sayı
Ocnk :
2D
rnrı:~
1
ı
1
Ynzı işlerini
Sahihi :
Ccciim.en t Chl!e·n aaıbl.
fiilen icl nre ed ';ı:
df uva~~ak dJencleı-Li
1
Sekreter :
l
1
ı
ı_
Kapak kompozisyonu: Ali İp e koğlıı - Fotoğraflar: Hikm et C'nsa!
·
Başlık yaz ıları: Tııncan Okan
______ ı
Ba :;ıldı~ı yec:
Kardeş ler Basımevi - İs ta nbul
p
..
sa iııza.ride hep bu:iiu yapmış bulunuyoruz. Hatta gramerim öteki
öğrencilerden biraz da.lıa haJHce.
Pratik ise gayet tabii olara<k yok.
İki,nc:f,
•beşinci, on ıbeşinci
gün
derken cümleleri tercüme etmeğe,
etmeden anlamağa. başlıyorum; iş
da.ha yoluna giriyor.
DÜN VE
BUGÜN
Macit SANER
Lisemde yedi aydanberi müdür
olarak vazife görmekteyim. Arkadıı§larım ve
talebelerim zaman
zaman bana intib.a.larımı soruyorlar. Ne diyeyim? Bir rüya filemindeymişiın gibi geliyor bana...
Ga.Ia.tasara.y Lisesine ikaydeüzere, yirmi dört sene ev-
dilıne'k
vel, ıkoridorlarda ıkendimi dolaşır­
ken görür gibi oluyorum. İçimde
pe'k iy,t tahlil edemediğim bir his :
Sevinç; garipseme 've yaıbancı •b ir
muhitte muvaffaık olamama endişesi..
Fransızcam a;ayıf. thzaride
bir sene okumam lazım; · neticenin ne olacağı, !kaçıncı sını:t:a geçeceğim, dolayısiyle !kaç sene kaybedeceğim :b elli değil.
. Okul . Müdürün'ün !kapısında­
Ha.san di'kıkatimi çekiyor: tl'tillü, tertemiz lacivert el'b isesinin yaıkiı.smda o zamana ıka­
dıı.r görmediğim ·b qyüklükte
bir
Galatasaray rozeti; hoşuma gidiyor, «Ben de bh tane alırım» diyorum. Müdür odasına giriyorum.
Müdür yaşımı ve hangi sınıftan
geldiğimi
öğrenince
üzülüyor:
«Bura.da ıçok ikaybedece'ksin, ihzariden sonra. pe'k pek a.Itıy,a., yediye geçebilirsin» diyor; fa.kat .na.file .. Bir kere !kararımı vermiş ıbu­
lunuyorum.
yım. Odacı
ararsan mevcut. İlk
antetini taşıyan
zarf ve !kağıtla.rdan bir deste a.Ima}!: oluyor. Hasan'da gördüğüm
kocaman rozetten yok. Ufa.kların­
dan bir 't ane alıp y;aikama takıyorum : ArtıJi; Galatasaraylıyım.
kadar, ne
işim Ga.Iatasar.aıy
AI"kadaıki
çiçek ,b ahçest ve
Grankur bize haram. İçeri girmek
için adeta bir gümrük muamelesi
!!Azım.
Onun ·için ·h azan ser'in
önündeki demir kapının paırma.k­
lıkla.rmdan Çiçek bahçesine şöyle
b~
baıkıyoruz.
Bir arkadaşım,
kimsenin yanına, sokulmıyaraık
·baihçede tek başına. dolaşmak itiyadında olan bir delikanlıyı işaret
ediyor: «Fen şubeslndeymiş, a.mma
bak za.vallı ne ha.le gelm~.ş; a.klın­
dan zoni var diyorlar. İns.P.n bu
mektepte de son sınıfa gelir, amma işte ·b öyle.. »
Zamanla •k endimi lisenin loş
daha hür, daJıa
mes'ut hissetmeğe başladım. Ziya
Beyle Mazhar Bey (~kisine de Allah rahmet etsin) ya.taıkhanedeıı
geç çıkanlara ikaTşı ·b ir baraj ateşi
açıyorlar ..• Telefat ıbilhassa küçük
sınıflarla jhzad sınıftan öğrenci­
leri arasında fazla (tl'ç ihzari vardı o zamanlar) . Şefik ·h oca daha
ilk günden num.a.ramı ezberlemiş,
Ours'la ·b eraber kapıyı iyi !koruyor,
kuş
uçurtmuyorlar
(ikisine de
Allah rahmet etsin).
koridorlaırında
Dışan çı'kıyorum, yeni yeni simalar... Şişman, gözlüklü ve süveterli bir çocuk yanıma yaJı:la.şı­
yor, «İhza.riye» deyince yüzünü
İhzari bitti.
Sekizinci sınıfa
ekşiterek uza!kliı.şıyor. Kooperatife
gıaçtlm. İlk ders Mr. Goudmand'ın.
ya:klaşıyorum: Reyonlar gayet ılyi
Jeoloji yapıyor. Ders •b itti. Dışarı
ter.tip edilmiş. O zaman flJ1ıbol ta- çıiktıın. Kafamda hiçbir şey yok.
ikımımızın aslar,ından 'b e'k Burhan . Z:aten
dersi faikip edemedim.
ve Tica.ret sınıfınd~n pir~o~ öğ- Baya.Al ümitsiz!endlın. Bir iki kelirenci satış yapıyor. Çamaşır, beI meyt anlıyor,
mlınasını
cümle
kemeri, pa.ntalon askısı, çorap, içinde vermeğe çalışırken hoca ·b egömleik, ·!kıra.vat, kol düğmesi, vel- şinci veya a.Itı:ıi:cı cümleye gelmiş
lhl'!sıl
giyeceğıe dair herşey var.
·b ulunuyor. lJdnci ders Mr. Ma.rYiyecek olaraik da. 'beşliik Lion çi- tln"in, Fransızca dersi. Bana. 'b ikola.ta.Iarmda.n meyvalı dropsla.ra. raz da.ha munis &-eliyor, ne de ol-
Bir taraftan ize! yazılıyorum .
lbeYi gayet sempat~k ve
canlı bir genç: İze:! Ahmet. Bentlere, Yüşa'ya geziler tertip ediyoruz. Ankara'ya Cumhuriyet bayramını
kutlama için gidecek öğ­
rencilerin seçimi bir alem.. Grankurda oymak beyi, muavini Vedat'la geçit resmi yaptırıyor ve
za.rnaın zaman ona danışarak birisinin numa.r~sını okuyor; seçilen
öğrenci
Aııika.ra'ya
gideceği için
sevinç içinde doğru duvarın di·b ine
gidiyor. Fa.kat hala benim numaram yok, a.ca.ba b!'lmiyorlar mı diye düşünüyorum. Nihay;et 129 ... diyor. İçim •bil' hop... ediyor, duvann dibine sür'atli adımlarla doğ­
ruluyorum, hele şükür... Fa:kat o
ne? «Oraya değil, buraya gel ... »
diye tekrar ediyor, «annen gelmiş
seni istiyormuş .. » İzci Ahmedi o
kadar severim ki .bu küçük şaka­
sını daima. neş'e ile hatırlarım .
Oyınaık
Ni'hayet Gra.nkurla da, Çiçek
ile de /barıştık . Artık
«biz» son sınıfız .. Bu bahçeler «Bizim». Bazan aşçıbaşı ile yarenlik
ıba.hçes• 1
(Lütfen
sayfayı ı.ıevirin)
Macit Saner
(Yüksel
Edizkan'ın
çizgisiyle)
1
ediy-0r, talaş kebabının nasıl ha;tarif ettiriyoruz, 'h azan paraınkll!klara
dayanarak
ist iik!bale ait projeler çızıyor ve
p embe ufukları soeyre diyoruz. Sabahları jlınn astilk yapmaları için
b azan diğer sınıf öğrencilerinin
'b ahçemize girmesine «müsaade»
ediyoruz. Mehtaplı g ecelerde guruplar etüt sa.atini 'be'kliyerek dol aşı rken yandaki
odadan aıkordu
düşük b lr piyanonun sesleri döıkü­
lüyor. B a zan d a piyanoyu hırpalı­
yan bizza t 'b en oluyorum . Chopin'e ,
Liszt'e, Schubert'e bir hayli eziyet
ediyorum.
L'AVENIR
zırlandığını
934, 935, 936 d erken k endimi
çok t an diplomayı almış ve sevgili
ocaktan ayrılmı ş buldum. 14 sene Ana doluda, sevgili lisemizin hayaliyle m eşbu, onu özliye rek, taleb elik günlerimi a r ayarak dolaş tık­
tan s onra iŞte yj_ne oradayım. D eğişmiş bir şey yok gibi...
Grankurun b eli 'b iraz daha bükülmüş,
yer yer '1rnlleşmiş .. Sen eler ve se ne ler m ekteb in en a faca n çocukları ile hemhııI olmak kolay mı?
'b a hçe si aynı, aşçılar
hemen :h emen öğren­
ciler 'bile aynı diyeceğim geliyor;
zamanla çehreler 'b iraz değişmiş
gibi... Amma arkadaşlarım yok ..
Onlaırdan hiçbirini bulamıyorum ..
Bir.kaç tane sini ilelebet kaybetmiş bulunuyoruz, tıpkı değerli öğ­
r etmenlerimizden bazılarını, Müdürüm~ B ehçet Beyi,
tanburcumuz Ağmet ağayı kayb ettiğimiz
gibi. Bazıları 'b eni
görmek v eya
sadece m ek tebin o tarüine imka n
olmıyan hava!nnı teneffüs ed ebil. m ek için gelirler, şöyle 'b ir dolaşırlar ve giderler..
Çiçek
işçiler aynı,
Öğrencilerbnden
m emnunum.
seviyor ve k endile rine f a ydalı olmak istiyorum. Görüyorsunuz ki h ep geçmişten 'bahsettim;
intibaımı ise bir t ek kelbne ile hulasa ~deceğbn: MÜSBET.
Onları
R. larroumets
il
ı ı
Un eleve est venu me trouver pour m e parler de
ses reves. Le lendemain, ma bonne mef contait les predictions d'un·e gitan e, f ort experte, dit-elle, dans la
divination. Un e tasıs e de ca{e lui suffit pour connaitre
l' avenir. D' autres ont_besoin des etoiles, d es cart es, de
l' ecriture ou des lign es d e la main. C e lle-liı. vaticine
plus simplem ent. Quelqu es ombres sur f a'ience ou sur
porcelaine suffisent pour l' eclairer. Elle voit et parle.
Ma bonne paie. Tout es les d eux sont contentes. T el est
l' attrait du mystere.
Et pourtant, disais-je a l'eleve Untel, que prouve.n f vos reves? 1ls sont ce que vous 8tes, ou tout au
plus ce que vous revez d' etre. Qu' on puisse, par l' analyse, y decouvrir VOS seorets, Ce n' est poznt etonnant.
Vous etes ta, en images. ll suffit de voir, et de savoir
voir. Quant iı. l' avenir, s'il semble s' annohcer en songe,
j e n' en suis pas surprz'.s, car il se cach e dans le present.
Vous n e compren ez pas?
Imagin ez done d eu x marins sur le pont d'un navire, l'un e arme d'un e longu e-vu e et l',autre quelque
peu n:ıyop e . Quand le premier aperçoit une ile iı. l'horizon, elle est presente pour lui et erı c ore iı. v eiıir pour
l' autre. ll pourra l' annoncer, et c' est ainsi que la
scien ce en use constamment. L es m eteorologi-stes predisent le temps qu'il f era, simplem ent parce qu'ils
possedent les instrum ents n ecessaires. lls n e lis ent pas
dans le Futur, mais ils n e sont pas myopes et conna'issent bien le present. Us en voient les consequences .
'
Qui done, au reste, n' est pas m eteorologiste? N ous
prevoyons le retour du printemps, l'arrivee d'un train,
celle d'une lettre, la mort du malade, le succes d'un
examen, et les plus malins prevoient meme le coıırs
de l"or ou du dallar. Mais si ma bonne a quelque inquietude, elle court ch ez la dis euse de bonne aventure.
Elle a besoin de reconfort_ et d'esperance, comme
d' autres ont besoin de lunette ou de calcium. Elle
V.pudrait croire que .tout ira bi_en et que le bonheuF
lui viendr:a sans effort. Elle se connait mal elle-meme.
Elle est. sans doute un,. peu myope.
Rene ·Larroumets
.
2
ıı
-
Ailemin mali kudreti dışında
bulunan Mekteb-i Sultani'den (Galatasaray Lisesi) talebeliğimde
uzak kalmıştım. Diğer bir yazıda
da söylediğim gibi o müessese içten, gönülden beni çok çekerdi.
Çocuklukta onun şık üniformasında, gençlikte oradan ç~kanların
ellerindeki garp fikir ve ilim hazinesinin anahtarlarında gözüm kal-
GALATASARAY
VE BEN~..
manya'daki yerime dönmüştüm.
Orada sakin ve müsterih çalışıyor
ve kimseye bar olmadan ben de
mıştı.
Garip talih, .beni bu müessese- sayimin geliri ile yaşıyordum. Bu
nin kapısından iÇeri, talebe gibi mes'ut çalışma ve öğrenme hayadeğil, fakat
doktor gibi soktu . . tımın ortasındli gunun birinde,
hastahanedeki odamın mektup kuMeşrutiyetten sonra . hemen memlekete dönmüştüm. Kadirga 'İ':ıp tusunda bir mektup buldum. Bu
:Fakültesine agreje t'ayin ettiler . mektup Tevfik Fikret Beyden idi.
En basit vası tala rdan mahrum•:bir Bana diyordu ki: <Ben gençlerin
klin ikte ilmi çalışmak meharetini a rzusu ile yine Sultani müdiriyegösteremedim.
Günün
O:iri~de tine avdet ettim. Memlekete faymemlekette fenni hastabakıcılık dalı bir sahada çalışmak azminsıhhi vaziyeti
. olmadığından bahsile Almanya- deyim. Mektebin
dan bir hemşire getirilmesi için iyi değildir. İlmi bir tarzda mekF.3.külte idaresine bir takrir ver- tebin sıhhatini •kurmak ve korudim. Sanki bir alet yahut bir ilaç mak istiyoruz. Bana yardım eder
misin? :» Halbuki ben, daha evvel
i stemiş im gibi takririmin satınal­
ma komisyonuna havale e dildiğini yeniden kurulan Haydarpaşa Tıp
duyunca yine ilim ale111ine, Al- Fakültesinin agrejelik teklifini
I
". Bir gece
eğlencesinde
. : ",,> / ~
A. .ı\dnaıi; - ADIVAR
."
;··
·::·~\ ,:;
readetmiştim .. Bir. ta;rıfftan · 'I'ev.fik
Fikret'in şahsiy~ti, diğe~· ta:İ-aftan
da Galatasaray hasreti beni, bu
vazifeyi kabule sevketti. Berlindeki işimi bıraktım, · İstanbul'a
döndüm ve Galatasaray'ın kapı­
sından artık
oranın ·bir memuru
sıfatiyle girdim.
Şimdi
pekala hatırlıyorum.
Bana üst katta koca bfr oda verdiler. Geceleri
orada yatardım.
Gündüzleri
yanımdaki
revirde
hasta olursa muayene ederdim.
Fakat bir mektep hekiminin iŞinin
ne olduğunu itiraf edeyim ki bilmezdim. Zaten o· vakit bu işi- mem­
lekette kim bilirdi ki? Maaı.:if
Nezaret ~nde "Macarlı Bir- d<'lktor
:
sıhhat müfettişliği yapıyordu, ·işte
o kadar. Mektep lııfzıssıhhasına
dair bir kitap aldım ve ökudurn.
Nihayet, büfün talebelerin sı;:l:ıhi
fişlerini yapmağı düşilFıdüm'. ve ·işe
başladım. Hergün beş altı . talebenin fişini yapardım. Böyle-ce -bir ay
çalıştım. ,Fakat bir ay sonr.:ı. Maarif Nazırı Emrulİah Ef~İıdi - ID"e:k-(Ltitfen sayfayı çevirin) ·
.. ..
-
l<ULTUR
•
HAREKETLERi
Okulumuz kültürel faaliyet yönünden de ol~ukça dolgun <iki a y>
Bu faaliyetleri kısaca şöyle sıralıyabiliriz.
Konferans:
Okullann açılışındanberi geçen iki aylık devre içinde bellibaşlı
konferanslar:
1) <Yahya Kemal günü> münasebetiyle A. Hamdi Tanpınar ve Dr.
Mehmet Kaplan birer veciz konuşmayla Yahya Kemal ve şiiri hakkında
geçirmiştir.
aydınlatıcı malfımat vermişlerdir.
cBaki günü»nde Prof. Ali Nihat Tarlan konuşmuş , Baki ve
izah etmiştir . .
3) Hocamız R. Necdet, Tevfik Fikret konusunda bir konferans vermistir.
Konferans salonunda, Ferdi V. Statzer gibi değerli müzisyenlerin
de iştirakleriyle bir Chopin ve bir Schubert günü tertip edilmiş; ayrıca
sanat tarihçisi, hocamız Samih Nafiz Tansı.i birer konuşma yapmıştır.
Temsil:
Okulumuz temsil kolu, bu sene ilk olarak Cevat Fehmi Başkut'un
<Küçük Şehir» adlı eserini sahneye koymuştur. Aylardanberi Galatasaraylı ağabeyimiz N. Mahfi Ayral'ın rejisörlüğü altında hazırlanan eser,
haklı bir rağbet görmüştür.
Okulumuz kültürel sahada faydalı olmağa ç alı ş an arkadaşlarımızı
tebrik eder, yeni muvaffakiyetler dileriz.
2)
sanatını
tep hıfzıssıhhasının ne demek olmerak etmiş ve Paris'teki Milletl~rarası «Hygi~ne scolaire> kongresine ·b eni göndermeyi
•karaı:laştırmış idi.
Tevftk Fikret
Beyden ba.İı.a müsaade ve.r mesini
rica edince o da razı olmuş. B!_r
parmak bile olmıyan malfımatım
i:le be~ ·ko:q.grede ne .yapacaktım?
Bli!la dediler ki, «Sen altı ay evvel oraya gidersin hem Avrupa'daki talebeyi teftiş edersin hem mektepleri gezip mektep sağlığı hakkında malfımat edinirsin>. Altı ayda bu işin olacağını aklım kes111edi amma, Tevfik Fikret kendi
mektebinin doktorunun öu işte
ihtisasını arzu ettiğini söyleyince
·~aiktım P.aris'e gittim. Ben Parls 1te iken o meşhur Fikret - EmıWlah gilrültüsü koptu . . Tevfik
Fikı:et· Bey Galatasaray'dan istifa
eçlli:ıce, ~ Tıp Fakültesinde muhem ·Avrupa'da talelk/ mfffetti • clauğiıınu asla nazt;ri•' "dikka e. - almjidan ben de
Mekteb:i Sultani doktorlu~undan ·
duğunu
a\Um .l'l1µ;Vini,
istifayı dayadım.
İşte talebeliğini
o kadar istediğim Galatasaray' ına
girip çıkısını bu kadar sür'atle geçen bir hayat parçasıdır.
Bu küçük zaman kınntısın­
dan bende kalan en güzel hatıra
Tevfik Fi:kret'in etrafında toplanan hocaların arasındak i samimiyet ve talebenin idareye karşı gösterdiği huşu ve .hürmet idi.
Yemek zamanlarımız hep neş ' eli ve
faydalı geçerdi.
Fikret Bey, o çelik bünyesinin son kuvveti ile mektebin manevi ve maddi güzelleşmesi için
nasıl uğraşırdı, bir görmeliydiniz.
Bir gün pek yaramaz .b ir talebeyi
onun önüne getirmişlerdi. Çocuk,·
·başı havada, burnundan soluyarak
girdi. Fikret ~ey ·b ana döndü:
«Bu efendi ıhasta gibi görÜn4yor
bir kere siz bakın» dedi. Qocuk
hakikaten büYlik ·hey~~n içinde
.idi. Kabah(l.ti her ne ise onu bu
heyecan sevki ile yapmış olabilirdi. Fikrimi ii.zlice Tevfik Fikret
Beye söyledim: yerinden kalktı,
Okul
faaliyetleri
harıl
harıl
devam ede:r1ken 12 -
B Uler de
boş
«Hardallı
durmamışlar,
Gece» isminde güzel bir gece
tertip
etınişlel'dir.
Yukarıdaki
.resbnde
Ergun
o gece Yi
arkadaflanna.
ve
Erol'u
içinde geçirtebilmek için
rofon
başında
Adeta
neş'e
mllı:­
yarıı,ıırken
'{ÖT.Q.ynrsunuz.
kendine mahsus yavaş , fakat
ahenkli yürüyüşü ile çocuğun yanına geldi, ·başını okşadı ve: .:Haydi yavrum, b~raz bahçede hava al>
dedi. Çocuk hıçkırarak ağlıyordu .
Fikret Bey, bir mektep hekiminin
bir sinirli çocuğa vereceği ilaçların en alasını vermişti.
O çabuk geçen tatlı günlerden hatır.alarım çok azdır. Bu
güzel hatıraların doğduğu günlerden beş sene sonra, Birinci Dünya
Harbi yaralı gazilerini tedavi için
mektepte açılan Galatasaray hastahanesine de Hilaliahmer katibi
umumisi ve hastahane başhekimi
olarak tekr:ar girdim. Fakat bu
hazin hatıraların evvelki güzel
hatıraları
korkanın.
gölgelendireceğinden
Halbuki talebesi olamadığım bu
«garba açılmış pencereli» müessesenin bi:r işçisi olar.ak geçirdiğim o kısa müddetin
hayat defterimin daima lezzetle
okuyacağım bir.kaç
satırı olarak
kalmasını istiyorum.
A. ADNAN • ADIVAR
DE
DE
' L'IGNORANCE
so 1 ••.
Par: ATTiLA TOKATLI
Bergson s'est permis d'objecter qu' «une certaine ignorance de soi est peut-etre utile a un etre qui doit s'exterioriser. pour agir». Selon lui, c'est la vie avee $es conditions
eternelles et ses exigences minutieuses qui neeessite parfois
cette ignoraiıce. Selon lui encore, notre action, s'exerçant
sur la matiere, sera d'autant plus efficace que n..ous connaitrons la matiere de plus en plus pres. Mais ilse hate d'ajouter qu~ «sans doute, il est avantageux, pour bien . agir, de
penser·a ce qu'on fera, de comprendre ce qu'on a fait, dese
representer ce qu'on aurait pu faire. » Eh bien, nan! Je deforme cette phrase empruntee a Bergson et dis qu'une totale
ignorance de soi est evidemment -et immediatement utile a
l'etre qui est oblige de s'exterioriser pour agir. J 'ajoute encore qu'il n'es.t rien de plus vain et meme de plus nuisible
au monde que de penser a ce qu'on fera, de comprendre ce
qu'on a fait, de se representer ce qu'on aurait pu fkire. Car
ce n'est pas la constance qui regne les Vİvants; «IlOUS. sommes en perpetuel changement» comrrie l'a dit Montaigne.
Ce qu'on ·a fa.it est deja fait; et, qu'elle que soit notre action,
bonne ou mauvaise, .la juger, soit avant, soit apres; nous
amene obligatoirement a une restrictio,_n d'esprit, a une
soumission de nas fonctions spirituelles a notre volonte, .c e
qui n'est pas possible. Parce que l'etre de cet instant ne peut
pas etre responsable de l'etre de l'instant precedent, ni de
celui de l'ifistant qui succede. lls derri"e llrent, tous les trois,
le meme corps, c'est vr ai, ils ant le meme aspect; la bouche
leur est commune, ils entendent et voient par les memes
trous; de plus ils pensent, sentent, s'emeuveıit de la meme
façon, se souviennent des memes faits peut-etre; mais ils
n'ont pas la meme vie. lls sont completement independants
les uns des autres; ils ant des conditions tout-a-fait differentes. Un ahime insondable se creuse entre les deux instan ts. Les trois etres demeuren t done ob j ectifs dans le ur
essence . lls ne dependent que d'eux-memes. Tout esi absence
pour chacun. Chacun d'eux est installe, ou meme pdsonnier
dans un instant, si je l'ose dire; et la poursuite de l'un par
BlLMEZSlN
Ve bek çilerlf kayan yıldız lara karşı
içlerini.
Düdük sesleriyle gece
Nasıl uyudu ve ürperdi yer yer.
Son tramvay nasıl çekti
Yokuş aşağı gecr:. yi.
B en n eler anlattım gecelere se vdiğim,
Neler neler ...
Hikayemi bütün karanlıklar bilir
Sen bilmezsin!
Yiğit OKUR
Nasıl boşalttı
5
Öğüt vermekten
hiç hoşlan- [
eden, kendisine yüksekten bakan
marn. Okuyucu da iri iri 1§.flar
yazardan hiç hazzetmez zaten.
Yazar dediğin herkes gibi kJ>nuşmalı. Sevimli
şeyler
anlatmalı.
Hele böyle bir okul dergisinde ...
Niyetim, dedim a, uzun boylu
değil. Hem zaten
etimiz ne, budumuz ne... Kim
oluyoruz da, kime öğüt veriyoruz.
Yapacağım, henüz ikiı ayında bile
olmiyan yeni bir hayatın, yeni bir
öğretim devresinin - Ü'niversite
hayatının-- bu kısa müddet içinde, gerçekten içime dokunan bazı
döfiemeçlerine noktalar koymak.
'-'"---~-~--·~--~-­ KİŞİLİK
Yazan:
öğüt sıralamak
Bin kişilik bi.r sınıfımız var ..
- F):ar'ıg,i Fakültede olduğunu bilmeı;eniz de olur. Önemli olan o değil!___'. Tabii biri kişilik bu sınıfta
her çeşit insaq da var... Memleketin (!ört bucağından gelip, r:ı dört
KESKiN
..-..J
cusunun bulunduğunu
ne dersiniz aeaba?
Ancak göze batan en belli ba~­
bu bin kişinin pek çoğu­
nun, bir lise tahsilin' n vereceğini
umduğumuz
kültürden mahrum
bulunuşu ve
bunun da pek açık
bir surette belli oluşudur. Sizlere
bu bin kişinin içinde - şu yazıla­
rın sahibi hariç sadece bir tek
sanat ve edebiyat dergilert okuyu-
versiteye test denilen bir imtihanla girilir. Bir takım bilmeceler
sorarlar; basit basit şeylerdir ve
her fakültedeki ayrıdır. Lise mezunu ~ir genç hangi fakülteye girecekse onun imühanına girer...
Değil mi? Öyle olması lazım . Halbuki durum hiç de böyle değildir.
Lise mezunu genç, bütün fakültelerin imtihanlarına giriyor ve
hangisini kazanırsa ona devam ediyor. Bunun da «ideal» dediğimiz,
hocalarımızdan olsun, kitaplardan
olsun her fırsatta duyduğumuz,
okuduğumuz;
bir gaye uğruna
herşeyi göze
alabilme cesaretine
hapı yutturduğu
tabiidir. Zaten
doğrusunu
söylemek gerekirse,
böyle bi.r düşünce lise mezunu arkadaşlarımızın yarısından · fazlasının kafasında yer etmiş değildir.
Mesele, n; olursa olsun, bir «baltaya sap olmak » fır. Hayatta «bir
şeyler olmak», hele herşeyden önce para kazanıp villiilarda yan
gelmek, ku ştüyü yataklarda y.atmaktır! Böyle olunca da ideal dediğimiz altın kanatlı
esatiri ku-
lı vasıf,
u.n autre n'est pas possible. C'est que dans nos entrailles se
spontanement de nouveaux etres qui naissent, vivent
et .meurent sirnultanement; et pourtant chacun a sa vie a
1Ü1,_proprement definie, distincte. Or, l'action jugee-ou qui
ser.a jugee-se rapporte a un etre qui n'est certainemetıt pas
ı celu.i de l'instant pendant lequel on est en train de juger.
Et la vraie connaissance du second par le premier ou par le
tr'o isieme etant impossible, le resultat du jugement que feront le preıİıier .ou le troisieme a propos dtil second sera
necessairement faux. Cette · connaissance sera done une
co.Qjech,ır_e, ou plutôt un soupçon, et meme un mensonge.
Mais c'esf qu'heureusement nous sommes doues d'une
propitete ' par laquelle on peut tres bien ceder aux exigences, au:x necessiles de soi-meme tout en etant un ignorant
absohı de· soi-meme. Cette propriete, je l'appelle desir.
Observez a droite et a gauche, le passe et l'avenir, les
hommes et les femmes, jeunes et vieux, meme les animaux,
meme les plantes, et la nuit et le jour; vous verrez que dans
la: vie tout conjugue le verbe desirer. Les desirs sont les
noy;au:xt de nGs_actes, si l'on veut; c'est de l'energie pure,
une totale presence invisible qui ordonne notre m arche
vers la gracieuse matiere. C'est la perpetuite de nos desirs
qur fait notre vie. Ce sont eux, nos seuls et vrais rriaitres,
nos ineluctables «Führer»s. On ne les choisit pas, ils soiıt
innes en nous et ont la parfaite liberte d' etre ce qu'ils
sont; et notre vie doit se conformer eux - elle s'y confo:rme
d'ailleurs; car c'est plus qu'un devoir, une obligation. Cependant, pour se montrer possesseur d'une certaine maitrise
de ses desirs, on neut tres gentiment faire des jetix de voloµte, mais on reste tolıjours leur fonction tout en le desavouant.. Alors, dans ce cas, fa ut-il agir sans conscience?
A vec ou sans, bien agir, en radieuse et absolue realite,
c'est suivre pas a pas ses desirs, cette courbe maj estueuse
au cours de son deplacement total. Et c'est de cette maniere
que l'on parvient, selon le mot de Larroumets, a agir sa
vie au lieu de la subir.
• <
a
6
Yıldırım
bucağın rengini, kokusunu, şekli­
ni şemailini getirenler, çeşitli fikir ve anlayışta olanlar - eğer
varsa tabii - v.s. v.s ...
cre~nt
,
Sınıf
-B i r
söylersem,
Durumıp daha feci ol.an. tarafları da var: Biliyorsunuz Üni-
TESELLİ
Geceler
Siyah 'b ir tül örter üzerine,
Ve o tülde ben sedeften gölgeler görürüm.
Dalarım hem de iç alemine,
İpekten kuğular görürüm.
Geceler
Gam serper etekJ.erime,
Ve ben
Sılaya giden yollar görürüm.
Geceler
Mehtabı indirir llı:oynuına.
Sevdiğim,
Suda mehtapla alksini görürüm.
Yalçın İKİZALP
şun «Allah belanızı versin» diyerek uçup gitmesini tabii karşıla­
mak lazım gelir.
Bin k~ilik sınıfımızda belki
de ,arkadaşlarımızın dörtte üçünden de fazlası, sırf imtihanları
kazandıo!:ları için bu fakültededirler; yoksa şu veyahut bu ilmi sevdiklerinden, ona kendilerini vereceklerinden değil. Yani, ikide birde diılimize doladığımız şu ideal
kelimesi ancak birkaç aklı başın­
da adam için vardır ve çoğun luk
için henüz kitap sayfalarından çık­
Les Poetes
ET 5E5 ENF/iNT5
Recueilli par: Pierre Dubois
«Racine revenait un j our de Versailles pour goılter le
plaisir de s'asseoir a table, a u milieu de ses enfants, lorsque'un ecuye ı: de Monsieur le Duc vint lui dire qu'on l'attendait a diner a l'hôtel de Conde. -Je n'aurai point l'honneur
q'y aller, lui repondit - il; il ya plus de huit jours que je
n'ai vu ma femme et mes enfants, qui se font une fete de
manger a ujourd'hui avec moi une tres belle carpe; j e n e
mamıştır.
puis m e dispenser de diner avec eux. L'ecuyer lui repreİdeal falan diye uzaklara gitsenta qu'une cqmpagnie nombreuse, invitee au repas de
miyelim. Öğrencinin kafasında, Monsieur le Duc se faisait aussi une fete de l'avoir, et que
liseyi bitirdiğiı zaman ıhangi mes- le prince serait ~ortifie s'il ne venait pas. Une personne
leği seçeceğini - imtihanlara gide la cour qui m'a raconte la chose, m'a assure que mon pere
rip kazanmak yahut kazanama- fit apporter la carpe, qui etait environ d'un ecu, et que, la
mak meselesi bir yana - bileme- mon tran t a l' ecuyer, il lui dit : - J ugez vous-meme si j e puis
mesi, henüz bir karar vermiş ol- m e dispenser de diner avec ces pauvres enfants qui ont
maması bile çok acıdır. «Hayatta
voulu m e r egaler a ujourd'hui et n'auraient plus de plaisir
ne olacağım? » «Bi.r toplum içeri- s'ils m angeaient ce plat sans moi. Je vous prie de faire valoir
sinde vazifem ne olacak?» diye cette raison a son altesse serenissime. L'ecuyer la rapporta
bir takım sualler, lise sıralarına fidelement et l'eloge qi'ı'il fit de la carpe devint l'eloge de la
gelmiş bir gencin
kafasını
lşgal
bonte du pere qui se croyait oblige de la manger en famille. »
etmelidir... «Hangi fakültenin im(Louis Racine, Memoires sur la vie et les ouvrages de J.
tihanını kazanırsam ona gi ~:ece­
Racine).
ğim ! » gibi biır düşünce, o gencin
ne muazzam ·bir boşlukta, hem de
ne dehşetle salla~dığını gösterir.
Madalyonun bir de öteki yüzü
var: Genç adanı liseyi bitirir, kafasında bir fakültenin hayali vardır. Mesela, doktor, yahut avukat
veya mimar, ne bileyim işte, bir
şey olacaktır. Gelgelelim o fakül tenin imtihanını kazanamaz ... Baş­
ka bir imtihana girip kazanmışsa
ne ala, o da yoksa, üç ay cıylş.k aylak dolaşır durur. Bu elbette doğ ­
ru değildir. Kendisini o ilme verecek adam, oturur, bir haftıı da o
fakültenin imtihanlarına çalışır.
Atla deve değildir bunlar.
Bitirirken arkadaşlarıma şu­
nu söylemek isterim: - İçleri rahat olsun - Bütün bunlar, diğer
liselerden gelen arkadaşlarımız
içindir. Yoksa, her yıl olduğu gibi
bu yıl da, birçok fakültelere b :rincilikle girenler gene Galatasaraylılardır. Birinci olamadığımız
yerlerde de üçüncülükten aşağı
düşmüş değiliz. Bunu, hem ift ihar
ederek ve hem de gelecek mezunların
heveslerini arttırmak için
söylüyorum. Amma onlar huna
bakıp gevşemesinler.. Gevşeme7.!er
zaten ya!
Moi qu'un pelit enfant rend tout
iıJait stupi~ e ,
.
J' en ai deux , Georges et J eann e, et Je prends l ~ın pour gıııd e
Et l' autre pour lumiere et j' accours a leur vozx_,
.
Vu que Georges a deux ans et que Jeanne a dıx moıs .
L eurs essais d' exister sont diuin em ent gauches;
On croit dans leur parole oiz tremblent d es ebauch es
Voz'ıi uri, reste de ciel qui se dissipe et fuit ...
Jeanne a l'air etonn e ; Georges a les y eux hardis.
lls trebuchent, encore ivres du paradis.
(Victor Hugo, L'art d'etre grand-pere) .
V n pelit doigt frapp e a ma porte ;
J' en connait le son argentin:
«Entrez» . Je sai.§_ que l'on m 'apporte
Mon bonheur de chaque m alin.
L es uoila. Toujours. les premieres
A rerriplir ce joyeux devoir.
On entend la-bas !es grands f reres
S' ebattre en le ur bruyant dortoir.
Mais en auril, comme en decembre,
Toujours epiant mon reveil,
Les dezix soeurs enlrent dans ma chambre,
Plus exactes que le soleil.
Et si noire qu e "soit la brume,
A le ur sourire f amili er,
Un e uiue clarÜ s'allume
Dans mon coeur, dans mon atelier.
(Victor de Laprade)
7
•••
ı ı
t-
.-
n
BİTMEMİŞ ŞİİR
~ i 1 t\
Kuytu ıbil' bahçede ··bir kuş ötüyor,
Son ·kızıllıkla yanan .b ir dalda..
Ağlıyor eski v.edA türküleri
Bir alev ufilı:a giden kumsalda..
Ahmet
LA
Haşim
POESIE INACHEVEE
Sur une branche enfla.ınmee des derniers rayons,
Un oisca.u chante dans un ,jardin ombreux.
D'une barque vogua.nt vers I"horizon en flamme
S'entend une vteille cha.nson d'adieux.
Traduite par:
M. Sadık ÇELİKKORKMAZ
il
KAFAMDAKi
Birden paslı bir çanın ipini bir büyük el,
Çekti, çekti bağlanmış bir canavar gayzıyle.
Sonra bir duvar çöktü, parçalandı bir heykel.
,,
ıı
Dik dağlardan koparak geldi sonsuz hızıyle,
Tam yedi kat seddini yıktı bendin suları;
İsli göğüsler şarap gibi içti rüzgarı ...
Kall:~lerin ateşinde .kızdırıldı demirler,
Kırıldı demirleri yassıltan silindirler.
ıı
Alevlendi yanaklar;
Seslendi birbirine bin hazla: Yürü, yürü
Diye kansız dudaklar
Sonuncu dinamonun da bitince kömürü
Bir vücudun ansızın taş kesilmesi gibi,
Şehir birden derin bir karanlığa gömüldü ...
Her kaldırım taşında sanki bir baykuş güldü
Körler, topallar, açlar ... Bir sırığın ucunda
Bir paçavra halinde sürüklediler Rabbi
Mukaddes yaprakları her biri avucunda
Buruşturdu fırla_ ttı .
Bağırdı, kırdı, attı. ..
Yayıldı
DE PRO
iHTiLAL
bu tabloya sonra soluk bir duman
Bir gül nasıl açarsa fidı;rndaki goncadan;
Bu haile üstünde ağır ağır belirdi;
Yüzün bir şifa gibi bu kanlı şehre girdi.
Dündar OZDEN
Bir boşluk Alemi. Karanlık,
siyah, ürperti dolu bir alem. yapayalnızım. Görme,
duyma; işit­
menin olmadığı bu sessizlik, bosluk, zulmet diyarına nereden gelmişim? bilmiyorum.
Birden baykus gözlü, ·i nsan
elli, yarasa kanatlı, karanlıktan
da kara bir canavar farkediyorum.
Şeytani,
kahreden donukluklar
var gözlerinde ... Yakla:;ııyor ... Geni:;ı, iğrenç kanatlarını
rak
kımıldata­
yaklaşıyor...
Elleri kalbime
uzanıp onu avuçları içine alıyor.
Uzun, kıllı, tırnaklı, buz gibi par~
makl'arın teması
beni çıldırtıyor
adeta. Gırtlağımdan bir feı:yat kopuyor. Bu çığlığa, yankı gibi, inilti, kahkaha, rrağme, uluma, böğür­
me, hırıltı, bütün seslerin birbirine girdiği bir vaveyla, bir bora
cevap veriyor. Binlerce, yüz binlerce, en iğrenç, en tiksindirici ya_ratık
peydahlanıyor.
İlk:in bir
ayin :havası içinde etrafımda dönüp sonra hep beraber üzerime
saldırıyorlar. Beynimin didiklendiğini, gözlerimin
tırmalandığını,
kalbimin çatlarcasına sıkıldığını
hissediyorum. Kurtulmak, hiç olmazsa boğuşmak :istiyorum. İm­
kansız ... Üstüme çullanan bu zulmet aleminin sakinleri gölge gibi,
ışık gibi,
tutulamıyorlar.
Vurmak, itmek için uzanan ellerim
yalnız ·boşluğa
değiyor.
N:üthiş 1
...
Böyle sisli havalarda madabütün neş'esi kaçar, bir hüzün
çöker içine. Odasından dışarı çık­
maz; konuşmak, gülmek, yemek
içmek istemez. O, pencereden .baktığı zaman gökte küçücük bir leke _bile bulunmamalı, denizi masmavi, karşı sahilleri yemyeşil görmeli', yazdan kalmış kış günlerinde, gençliğinden kalmış hatıraları
yeniden yaşamalıdır.
Güneşin, odasına bütün parlakmın
FUNDIS
)
BabYşka
Tahsin YÜCEL
sabahlar, madamın
günlere en çok daldığı zamanlardır. Böyle sabahlarda gözlerini açınca gülümser, tekrar kapar, sonra «Kırk yıl önce böyle
bir gün! .. > diye mınldanır meselA ...
Gerisi kendiliğinden gelir. Hayatında çok günler görmüştür böyle.
Fak.at kırk yıl önce böyle bir gün
bambaşka bir gündür. Madam aşa­
ğı yukarı yirm~ yaşındadır o zaman. Gözleri hayat ve ümit dolu,
saçlan altın sarısıdır. "Dişleri yerindedir, romatizmadan habersizdir ve «0 » yanındadır... Yine «0 »
bütün canlılığiyle gözlerinin önüne gelir. Daima mavi gözlü, kaytan bıyıklı, iri yarı, sarışın biT
genç adamdır madamın düşünce­
lerinde. Muhakkak ki artık çökmüş, ihtiyarlamış, belki de ölmüş­
tür. F.akat madam hep son defa
gördüğü gibi düşünür onu. Hafı­
zasında sarı saçları hep sarı , dik
vücudu hep dik kalmıştır ...
lığiyle dolduğu
geçmiş
müthiş
bir ıztırap içindeyim ...
Gözlerim!. . Beynim!.. Kalbim!..
Fakat, cehennem edebiyatını
bile fakir bırakan o azap humması bütün dehşet dolu zebfillilerle birlikte yok oluyor.
Sonsuzluğadek uzanan karanlığı, çok, çok uzaklarda...
Yahut,
semayı renldi bulutlar ardınlatı­
yor. Bu renk cümbüşünün ortasın­
da «0 » var; bütün cazibesi, bütün
haşmetiyle.
Bir şekil, bir varlık,
bir şey değil, ışık, aydınlık, güneş,
herşey O.
Titri.yorum ... En tatlı,
en ılık hazlarla... Aramızdaki yol
ürkütmüyor beni. Düşünmüyorum
sonsuzluğunu.
Koşmak, O'na kaFakat o böyle her an düşü­
vuşmak, o ışığı ta kalbimde
görmek, o ateşi içimde yakmak ihti- nülmeye, madamın hayalinde dairası kanımı
alevlendiriyor... A- m.1 genç ve canlı olarak yaş amıya
layık değildir.
Uzak bir ülkede,
tılmak istiyorum ...
gençliklerinin en güzel günleri beAmma, ah!.. Birden, ateş
renkli, güneş renkli bulutlarla be- ·raber geçmiş, madam ona, o maraber o da yok oluveriyor... Bir dama vurulmuştu. Sonra evlenmiş,
küçük bir yuva kurmuşlardı ; gükahkaha, fükleri donduran, bir
kahkaha kulaklanmı tırmalıyor. · zel, cana yakın çocukları olmuş­
tu. Fakat o, yavaş yavaş herşeyi
basit bulmaya başhmıştı. Bir baş­
Gene karanlık, gene sessizlik,
kasını sevmiş, onunla beraber yagene hiçlik. Yar, yaran, herkesşamıya karar vermiş,
böyle sisli
ten uzak; aşk, inanç herşeyden aybir günde gitmiş ve bir daha dönn, zavallı, şaşkın , kırık, biçare
memişti. Onu hep sevmiy e devam
ben, bu hiçlik diyarında düşünüyo­
eden madam bütün kalbiyle çorum: Yoksa yü-kseliyor muyum? ..
cuklarına vermişti kendini. Onlara
Bilmem ...
uzun kış geceleri masallar anlatJ\fiimtıı.z Z;l!lYTİNOÖLTT
mış , kitaplar okumuş; onları nin-
nilerle, türkülerle büyütmüştü.
Bir arkadaş gibi yaşamıştı çocuklariyle. O kadar ki kendisine hiç
bi·r zaman «.anne» diye hitap etmemişler, hep «Mariçka»
demiş­
lerdi. Böylece senefor, seneler
geçmişti... Büyük oğlu evlenmişti
madamın. Gelinini de,
torununu
da bütün kalbiyle sevmiş; gelin de
ona «Mariçka» derneğe alış.mıştı.
Çok çekmiş bir kadın olması ­
na rağmen hay.atı sever amma yine de böyle sisliı havalarda odasın­
dan çıkmaz, yüzü gülmez: Eskiden, masanın üzerinde duran güzel bir kart-postalı böyle bir günde yırtmıştı. Madamın o yeşil
k.art-postaldaki hep gülen, hep
genç, hep güzel kızı, saatlerce,
zevk içinde seyrettiği çok olmuştu.
Sık sık: «Bir zamanlar ben buydum, bu resmin çekildiği sıralar­
da o bana delice aşıktı. » diye söylenmiş, gülümsemişti.
Fakat bir
kaç yıl önce, böyle sisli bir sabah
vakti, bu gözleri hayat ve ümit
dolu genç kız onun sinirine dokunmuş, onu kıskandırmış, kızdırmış­
tı. «Bana nisbet mi ediyor bu yumurcak? » diye söylenmiş, kartpost alı kapmasiyle küçük küçük
parçalara ayırması bir ol mu ştu.
O gözleri b.1yat ve ümit dolu genç
kızın kendisi ol duğu neden sonra
aklına gelmi ş , ba ş ını yastığına gömüp hüngür hüngür ağlamıştı. ..
Dedim ya, madam böyle havaları· sevmez. Sık sık , Boğaz' dan
geçen küçük bir vapuı: görmeli;
sık sık , uzaktan uz1ğ a boğuk bir
vapur sesi işitip bambaşka bir
aleme dalmalı, kafasının içinde romantik bir aşk f'.•l mi çevrilmeli(LQtfen
sayfayı
çevirin)
dir. Bu filmin baş tarafı güzel,
sonu beklenilmiyecek kadar acı
olmalıdır. İçinde, biri alabildiğine
fedakar, diğeri vefasız, iki kahraman bulunmalıdır. Bu filim madamın hayatına benzemelidir...
Sabahları
oldukça dinç kalkar madıam. «İşte yeni bir gün daha, kimbilir hayatımın kaçıncı günü? " diye düşünür; 'daha öteye
pek gitmez, ölümü pek düşünmez.
Madamın gözlerinde hayat güzeldir ...
Sofaya girişi bütün aileyi
memnun eder; hep birden: .
- Günaydın Mariçka, derler.
- Günaydın yavrularım, diye
cevap verir.
Sonra kahv.altı geHr, neş'eli
dakikalar geçer; madam geçmiş
günlerden bahseder hep. Çocukları işe gittikten
sonra, madam,
gelin ve iki küçük yalnız kalırlar.
Gelin bir kahve pişirmek üzeredir, ·
az sonra karşı karşıya oturup içeceklerdir. Kahve gelir, masanın
üstüne konulur, fakıat gelin içmek
için bir türlü vakit bulamaz. KüÇÜ·k işler çıkaı· birbirinin ardın ­
dan. Madam da gelinini pek sever, onsuz içemez ki... Muhakkak
karşı karşıya · oturmaları, dudaklarını finc.ana aynı zamanda
dokundurmaları 18.zımdır . Dakikalar
geçer, kahvenin üzeriı;den buğu­
lar çıkmaz olur, gelincik: «Sen iç
Mariçka, soğutma kahvenb diye
ısrar eder, o «Olmaz» der. Nihayet işler biter, karşı karşıyiJ. oturur, ellerini k.ahveye aynı zamanda uzatırlar. Gelin:
- · soğumuş amma yine de
güzel, değil mi Mariçka? diye
sorar. Madam:
- Ellerin dert görmesin, diye cevap verir.
Yahut gelin:
- Pek soğumuş Mariçka, ben
bugün kahve i çmiyeceğim, der.
Madam:
- Ben de, diyerek fincanı
ne oturur, gözlerini bahçe kapısı­
na diker, b!xaz sonra gelecek sucuyu bekler. Bu .adam «0 »na, gidip de gelmemiş olana pek benzer. Madam suyucu her görüşün­
de: «Tıpkı o, tıpkı o, yalnız o bundan çok daha gençti, çok daha
dinçti. » diye söylenir. Sonra aşa­
ğıya inip onu
karşılar, en aşağı
on dakika dertleşirler. Madam havadan sudan, geçim derdinden, hayattan söz açar; fakat, «Sen benim vefasız kocama pek benziyorsun! » derneğe cesaret edemez bir
türlü. Nihayet sucu, «Yarına kadar Allahaısmarladık madam! »
diyerek uzaklaşır. Madam onun
arkasından, dönemeçte J<ayboluncaya kadar baktıktan sonra yukarıya çıkar. Küçük kız:
- Yine sucuyla konuşuyor­
dunuz, değil mi babuşka, der, .-b.en
onun kime benzediğini biliyorum ...
Sahiden bilir. Madam kimliilir kaç kere söylemiştir bunu. Torununun ukalfilığına, çok bilmişli ­
ğine aldırmaz, yalnız «babuşka»
kelimesi düşündürür madamı. Yine gidip de dönmemiş olanın hayali gözlerinin önünde ~ canlanır,
geçmiş günlere dönüverir; onun:
«Bir gün sanıı: cfa babuşka denilecek Maria, ç<jı: uhaf geliyor bana
bu. Fakat babuşka olduğun zaman
bile ben seni bütün kalbimle seveceğim. » diyen tatlı
sesini duyar
gibi olur; « Vefş.sız, sözünde durmadı. » diye mırıldanır. Amma madam babuşka olmuş ve bunu hiç
yadırgamamıştır;
sankl senelerdenberi babuşkaymış gibi, sanki
anasından babuşka doğmuş gibi
alışmıştır. Güler geçer ...
Güneşin battığı saat,
çocuklarının dönüş
saatidir. Kapıdan
neş'eyle girer, «Nasılsın Mariçka ?»
derler... Onlarla beraber olmak
büyük bir zevk verir madama, o~ ­
larla beraber olduğu zaman sa;adeti iliklerine kadar . hisseder. Fakat ıherşeye rağmen eski günleri
aramakta, o yırtılan yeşil resimde-
ANT O 1NE ve
KLEOPATRA
Seyrediyorlardı
het '"isi tarasa.dan
gök altında u;y<kuya dalan şehri ,
Ve açtığı simsiyah deltaı içinde nehri,
Köpüğünü sürer.ken Sais'den, Bubasta'dan.
Boğucu
Avutulan bir çocuk 'lı;adar şımarık ve şen,
Hissetti tutsağına tutsa1k olan asker
Sarıldığı vücudun ürperişini yer yer,
Vakur ve ·b üyük göğsü üzerinde şehvetten.
bırakır.
Saatler geçer... Madam
dışa­
rıya çıkmayı, dolaşmayı, altş veriş
pek sevmez. Oturmak,
ister. İnsanları uzaktan uzağa sever ancak, aralarına
karışmak istemez; çünkü uzaktan
göründükleri gibi, kendisinin düşündüğü gibi olmadıklarını bilir...
Öğleye doğru pencerenin önüyapmayı
düşünmek
Sevgili kadın birden yüzünü çevirmiş ve
Yenilmez ikukuların mestettiğine doğru
Çilek dudaiklarını uzatmıştı gizlice;
İmparator, içinde hazzın koru,
Onun altın yıldızlar serpili gözlerinde
Kalyonlar gördü kaçar İyon denizlerinde.
o zaman
J. - M. de Heredia'dan çeviren:
Attlli TOKATLI
ki, gözleri haya t ve ümit ·dolu
genç kızın hasretini çekmektedir ...
E tr.af karardıktan sonra, BoAnadolu sahillerinde parlı­
yan r~ıklardan biıri de madamın
küçük evinden çıkar. Bu mes'ut
ı şık altınd a k it ap
okunur, şarkı
söylenir, fal bakılır, konu şulur,
gülünür, eğlenilir. Bir çok akş am­
lar çocuklıan:
ğ11z'ın
SPOR
- Haydi Mariçka bir kitap
oku bize, derler. Hiç itiraz etmez,
saatlerce okur. Madamı dinlemenin zevkine doyum olmaz. Bir de
insanı içlendiren, b aş ka dünyalara
götüren bir şiir okuyu şu vardır ...
Bazan da:
- Haydi Mariçka, bir ş arkı
söyliyelim, der çocukları. İlk defa m a dam b aşlar ve hala güzel
kalmı ş sesi
hepsininkini bastı ­
rır. Bu ş arkılar, madamın ilk gençlik ç ağlarında, o uzak ülkede aklını b aşından alan şarkılardır; küçük insanların, küçük kalblerin,
küçük aşkların , küçük saadetler.in ş arkılarıdır. Bunun için coş­
tukça coşar ...
Günler işte bu minv.al üzere
sona erer, yatmağa gidilir. Herkese ayrı ayrı, «İyi geceler» der. Herkes ayrı ayrı « İyi geceler Mariçka » diye cevap verir. En sonra,
kö şe de uyuklamakta
olan küçük
kız, baş ını k aldır ar.ak: «İyi geceler b abu şk a » diye seslenir . Odası­
na « B abuşk a, babu şk a » diye söylenerek girer madam, «sanki hep
babu şk a olarak
yaş.amı şın
gibi,
sanki ana dan babu şka doğmu şun
gibi... » Sonr a yatağına uzanır, düşüncelere dalar,
«Bir gün daha
bit ti.» der. Bir gün daha bitmi ş,
m a damın hayatından bir gün daha bitmi ş tir. B aşı dumanlanır .. .
Daha nice günler geçecektir böyle ! Günler geçecek, geçecek, daim a bir i bi.tecek, başka biri başlı ­
y acaktır. Mevsimler de öylesine ...
F akat madam! O, biti şi yakın,
dönü ş ü olrmyan bir yolda ilerlemektedir. Bir gün bu küçük yara m a z ondan «Rahmetli babu şkam »
diye bahsedecektir. İst er istemez
gelecektir bu günler .. Hayatsa ıhi ç
bir şey olmamış gibi akıp gidecek ti r . Sadece madam olmı ya­
caktır, o k adar .. ,
Galatasaray Lisesi basketbol
Türkiyede
takımı
ve Okulumuzda
E>f\SKE T E> O L
Bir asra yakın bir mazis iı olan
basketbola biz ancak, on, on beş
yıl önce başladık.
Buna rağmen
basketbolda on beş yıllık bir mazimiz vardır diyemeyiz.
Çünkü, Hüseyin Ôztürk memleketimize dönmeden önce bizde
basketbol pek iptidai idi. Basketbolun önemi ve tekniğ iı onun gelişinden sonra .anlaşıldı ve bilhassa
Samim Göreç bu işin üzerinde durarak teknik basketbolun lider liğini yaptı. Bence basketbolumuz
bugünkü durumunu ona borçludur.
* * *
Yabancı
memleketlerde, bilhassa Amerikada çok tutulan
basketbolun, yurdumuzda ikinci
planda bir spor olara k kalması
ancak kapalı salon yokluği.yle izah
edilebilir. Yoksa, her an netice
alıcı bir oyun olan basketbolun seyircilere k !=!ndini sevdirmemesine
imkan yoktur.
* * *
Bugünkü ba&ketbolumuz doğr udan doğruya Üniversite gençleri tarafından temsil edilmekte-
dir. Liselerde ·b asketbol henüz beş
altı yıldır oynanıyor.
Bu kadarcık b ~r zaman, bir sporun kitleye
malolmasına kafi
değildir. Maamafih okulumuzun Erdoğan Partener ve Yılmaz Gündüz gibi iki
güzide oyuncu yetiştirmekle Türk
basketboluna ettiği hizmeti inkar
edemeyiz. Herşeyde o!duğu gibi
basketbolda da bayraktarlığı okulumuzun yaptığını iftiharla söyliyebiliriz.
* * *
Yukarıda
bahsettiğimiz
iki
mezun olduktan sonra okulumuzda basketbol parlak faaliyetler göstermekten uzak kalmı ş tı. Fak.at bu sene,
yeni salonun açılmasiyle çaİışma­
lar son derece hızlanmış bulunmaktadır. Okul taokımımızın Amerikalı
denizcilerle, Edirnelilerle,
Fenerbahçelilerle y aptığı başarılı
maçlar bize liseler şampiyonluğu
yolunda kuvvetli ümitler vermektedir ...
Bas'ketbdl Kaptanı:
Mehmet Ali KIŞLALI
kıymetli yıldızımız
prci ••
•'- LJ ı
1'11
•• 1
1
•
BİR SERGİ
Güzel Sanatlar Birliğinin yıl­
lardanberi okulumuzda açılagelen
sergisi, bu sene tamirat yüzünden
geri kalmıştı; nihayet geçen ay
Amerikan kütüphanesinde açıldı.
Okulumuz her sahaya olduğu gibi,
resme de önem veren, benimseyen bir topluluğa sahip bulunduğundan bu sergi hakkındaki fikirlerimizi kısaca bildirmeyi muvafık bulduk.
İçeri girdiğimiz
zaman bir
daha çok ·b ir iyimserlik
bizlere de sirayet ediyordu. Hemen
her tablo bir neş'e, bir saadet iksiriyle boyanmış gibiydiı; her taraf yeşil, mavi, kırmızı, turuncu ...
Fakat kötümserler için gayet faydalı olan «pembe gözlükler», ressamlara pek . yakışmıyor gibime
geliyor.
ferahlık,
*
ŞİİR MATİNESİ
Bir müddettenberi «Küçük
Sahne» de temsiller vermekte
olan Fransız artistler! (Roland.e
Gard.et, Renee Barrel, Jeıı.nine
Crispin, Paul Amiot, Jean Mauroy, Ulric Guttinger ve Jacques
Janvl'8r) 19 Kasım 1952 perşembe günü okulumuzda tertip
edilen şiir matinesinde Hngo,
La Fontaine, Ronsard, Musset,
Baudelaire, Claudel v~ Verhaer.en'den şiirler okumu~lar­
dır.
Bu lfttuflar.ından dolayı,
değerli Fransız artistıle,rine teşekkürü bir borç 'biliriz.
*
Gönül isterdi ki biraz daha
titiz davransınlar ve renkleri -biır
çocuk safiyetiyle diyemiyeceğim,­
bir mirasyedi edasiyle bol bulamaç serpmesinler. Bilhassa böyle
isim yapmış şöhretlerden bunu
hassasiyetle beklerdik. Gençler
daha sahalarını bulamamış olabi1.ın-ler amma, onlara, o kıpti bohçası halindeki renk bolluğu hiç yakışmıyordu. İnsan bir tablo seyrettiğini adeta unutuyor ve kendini renkli bir kartpostal karşı­
sında sanıyordu. Aralarındaki yegane fark da hemen hemen, bunların eb'atlarının biraz daha büyük olmaları idi. Hatta, insanın,
arkalarını çevirip «Made in Sw.itzerland» mı, yoksa «İmprime en
France» mı olduğuna bakacağı
geliyordu. Bazı tablolarda nere-
deyse, mevcut renkleri bütün tonile buluyor gibiydik; sarılar,
kırmızılar, yeşiller, maviler ... Hele
o yeşil israfı... Şayet bir qeşil
sergb tertip edilmiş olsaydı, ancak bu kadar "yeşillik toplanabilirdi.
İçlerinde
yakıştırmasını,
renkleri, mevzu, hava ve dekorla
«accorder» edebilmesini iyice becerenler de şüphesiz, mevcut; B.
Güleryüz gibi. _ Fakat ne de olsa
biz onlardan boyaları kullanırken
biraz daha düşünmelerini beklerdik.
Bizi tatmin edebilenler,
«Carriere»inden şüphe etmediği­
miz A. Sümer, F. Duran ve biraz
da Çallı idi. Ayrıca yer yer güzel
eserlere de rastlamıyor değildik;
mesela «Haliç»iyle H. Onat, bir
iki peyzajiyle Ş. Akdik ve kısmen
«NÜ»SÜ ile Saip.
Fakat yine gönül arzu ediyor
ki, memleketin en ileri sanat topluluğu olması icap eden bu grupumuzda, dünyanın yeni fakat artık tutulmuş,
benimsenmiş cere-
ları
yanlarına karşı alil.kasız kalmasın
ve bizler de bu sergide, öyle cereyanlara uymuş bir kaç eser, hiç
değilse birkaç deneme görelim.
()U Of\ İŞİN
Abdülkadir GÜNYAZ
Şf\Kf\51
Halit Beyi uğurladık, yerine Hikmet geldi',
Algebre alimiydik, geometrie düzeldi.
Sonra Gündüz Bey g·elir, yo'ktur derste şalkası,
«Fonctionnaire d'Etat» olmak onun bir teık ''cakası ...
Cihat Arcıl ni'hayet ıbize hak verir oldu;
«Düşünmek lazım sizi ... » derken gözleri doldu.
Bulunmaz bu cihanda Charezieux gibisi,
«Le jour et la nuit.... » dtr ·ba.şhca esprisi ...
«Siss! Siss! Cest une chose fa-Oile et c'est un fait amusant
Ecoutez un peu, c'est tout.» der durur Garti her an!.
Şikayetçi değiliz tarih hocamızdan biz,
İhsan Bey'le tarihi aynı aşkla severiz...
Elliott'u tanırsınız, «Şekerleme» gibidir,
Son derse biraz ·g öz at, çeyrek garantfüdir.
Bizim jimnastik!,iliniz bir köşede not atar;
Bilgilidir Selim Bey, isbat eden ba.şı var! ..
Askerlikçi geliyor, «Dikkat!» çekti mümessil
Çok tatlıdır selamı, sevmemek lkabil değil ...
En korktuğumuz derstir edebiyat dersimiz;
Hoca: Zahir Güvemli; billah ondan titreriz!
»asri' KARAGÖZ
•c
SEMA
GOi<
OLUYOR!
'Iürkçe ! ! .. Fransız ozanının .:chanson»llnu s8ylemesinden çok
önce Türk taşçısı Orhun kitabelerini işliyordu. Ya şimdi? ... Şimdi
Fransızlar dilleriyle övünüyorlar; Türkçe ise bir bocalama devrinde ... Dilin sadeleşmesi, temizlenmesi gerek.
Olmaz diyorlar, olmaz, Türkçe nasıl sadeleşir! Türkün bunca yıldır kullandığı, benimsediği sözler nasıl bir tarafa atılabilir!
Diller arasında sürekli bir alışveriş vardır: O bundan bir kelime,
bu ondan on kelime alır. Fransızca gibi... Fransızca Latinceyi
hergün biraz ezer, biraz büzer, sonunda Latince kelime Fransızca olur.
Olur ya! Niçin olmasın? Fransızca Latinceden çıkmış, özü,
,k ökü Latince onun ... Ya canım Türkçe! Arapça ile, Farsça ile ne
ilgisi var! Onun kökü, özü öz Türkçe, eski Orta Asyalının kullandığı Türkçe... Niçin
Arapçadan, Farsçadan y.ardım istesin? ..
Niçin «gök» «sema», niçin «gerçekler eşiği » <Atabet-ül-hakayık »
olsun?
Atalarımız tutmuşlar da Arapça, Farsça yazmışlar ... İyi mi
etmişler sanki! Destanların, kitabelerin işlediıklerj Türkçe güzelliğinden olmuş.
«... tül» lü, «... et» li sözler dilimize akmış,
Türklüğümüzü unutmuşuz. Söylediğimiz gibi yazamaz, yazdığı­
mız gibi söyliyemez olmuşuz. Asırlar sonra dayanamamış, sadeleştirmek istemişiz dilimizi; Türkçe, öz Türkçe kelimeler atmı­
şız ortaya. Hemen karşımıza dikilmişler: «Yo, demişler, kafa bu.
Bir de o türedi sözlerinizi mi belliyeceğiz? » .. Orası sana kalmış
bir şey.. Hem sanki biz senin o durmadan biçim değiştiren sözlerini belliyecek miyiz, belliyebilecek miyiz? Kamil, kemal nerede, olgun, olgunluk nerede! .. Birisinin nereden çıktığı bilinmez;
ötekinin kökü belli. Kökü bildikten sonra eki getirmek zor mu
sanki, ötekisini bellemek güç mü sanki!..
« İhtiyar genci, genç ihtiyarı anlıyamıyor» diyorlar. Anadolulu seni, senin kavaninli, intişarlı,
müteveffalı dilini anlıyor
mu ki? Zaten büyük amaç senin benimle anlaşa bilmen değil, torunlarımızın birbiriyle anlaşabilmesi...
herlemek için geleceği
düşünmek gerek, gelecek için çalışmak gerek ...
Zamanı geliyor: «sema »nın .:gök» olacağı zaman geliyor.
Attill!. ALPÖGE
:.'11111111111111111111111111111111111111111111111111111111uı11111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111ı1 111111111111111111111111111111 n 11111111111111 ,~
~
Emekliye ayrılan üç öğretmenimize tören
Öğretmenlerimiz, emekliye ayrılaraık okulumuzu ·te.rlkeden üç değerli öğretmenimiz Enver
Teka.nt, Macit Arda ve Halit Bircan için 17 Aralık 1952 çarşamba günü,
oıkuluınuz konferans
salonunda, çok ta.tJı ve ço'k samimi •b ir hava içinde geçen bir toplantı tertip ettiler.
1\( Bergıeaud i'le birlikte, alkışlar arasında
salona giren emektar öğretmenlerimiz yerlerine
oturduktan sonra. Müdürümüz Macit Saner öğret­
menlik mesleğinin önemini ;b elirten kısa bir 'konuşma yaptı. Sonra. M. Bergea.ud Gala.tasa.ray Lisesinde çalışmış ve çalışmakta olan Fransız öğret­
menler adına., Faik Şevlket Bey öğretmenler adı­
na, eski mezunlardan Hilmi Bey Gala.tasa.ray Cemiyeti adına., 12 - B öğrencilerinden Balıaettin
O'kşan öğrenciler adına birer ikonuşma. ya.pa.raık
emektar öğretmenlerimizi tebrik ettiler ve kendilerine uzun ömürler dilediler.
~
Bu !konuşmalardan sonra Enver' hoca konuş­
mak için ayağa. kallktığı za.~n salon al!loşta.n
inliyordu ... İnsanın içine iŞliyen, özlü bir konuşma
yaptı . Emekliye ayrılmanın acı mtı.na.sını belirtti
ve öğrencilere hitap ederek «Memleketimizin çahşka.n, ve dürüst insanlara. çok ihtiyacı var, çalışın!» dedi. Halit ve Macit Beyler de aynı şekilde
birer 'konuşma yaptılar.
Mera.sim bi~ti. Müdür muavinimiz Salih Bey misafirleri çaya. davet ederken Milli Eğitim
Müdürü ortaya gel.erek birlkaç söz söylemek istedi, Lodos yüzünden geç ıka.ldığını belirtip özür
diledikten sonra. İstanbul öğretmenleri adına.
emeklileri tebrik etti ve vazifelerinin daJıa bitmediğini belirtti, Sonra, samimi •b ir ha.~a' ' İçinde ·
çay için aşağıya. inildi.
·
Öğretmenlerimize uzun ve huzur dolu ömürler
dileriz.
""Jllllllllllll111111Jl111111111111fllllllllllltlllll' lllllllllllltlllllllllllllllltlfl11111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111lllllfllfl11111111111111111111111111111111fll1111111111fllllllllllll''\;
l
AKSAM GARiPLiGi
'
Yirmi~ci asrın
fen güneşi elektrik, karanlık gecelerimizi ne kadar aydınlatırsa aydınlatsın, ne zaman bir akşam vakti y.alnız kalsam ruhumun ta derinliklerine
kadar işliyen bir sızı hisseder ve
bir gariplik duyarım. Bu «gariplik» batı ufuklarının kırmızı rüzgarlarla hareketlenmeğe başladığı
andanberi içime çöken sessiz ve
sebepsiz bir g.aripliktir.
Gün olur, akşam olduğunun
farkına varmayız
bile. Yorgun
döndüğümüz
yuvamızda ya elektdkler.iı yanmış bir odaya girer veyahut çöken karanlığı tekrar ışı­
ğa çevirecek bu
sihirli oyunun
faDkına v.armaksızın
elimizi düğ­
meye götürür ve onu bizzat biz
çeviririz. Gece yolumuz sokağa
düşse «Akif»in «Seyfi Baba » Yı ziyarete giderken ürktüğü karanlık
yollardan «cam fener»siz geçebiliriz. Zira Belediye yollarımızı da
kafi derecede aydınlatır. Fak.at
gecelerden korkacak veya vehimlenecek bir şey kalmauığı halde
bazı akşamları,
güneş
batarken
içimize dolan ve bize gecenin yaklaştığını farkettiren bu garip hassasiyet, bu sebepsiz hüzün nere den geliyor?
Edebiyatımızda
akşam
hüznünü en güzel duyan, en kuvvetle
hisseden ve bize aksettiTen şair
bence Ahmet Haşim'dir.
Susar
me şacir-i pür- şam
içinde bülbül-i 8ıb,
Sular sema-yı ha.yalatı eyler
istiab;
Döner bu sahH-i niliye gölgeden kuşlar
Ağızlarında
güneşten
b ir er
kızıl dür-i nalı .
Ha ş im'de
akşam,
kızıldan
pembeye, pembeden mora, mordan
siyaha geçen, zengin bir renk al'monisi halindedir.
DERTLEŞME
Galatasaray D ergisini tam manasiyle öğrencilere
maledebilmek için bu yıl yepyeni bir sistemle ça lışmıya baş­
ladık. Fakat istediğimiz başarıyı elde e d e bildiğimizi sanmı­
yoruz. Arkadaşlarımızdan b ekle diğimiz ilgiyi görem edik. Arkadaşlarımızın h er türlü yaz ılarını, ş iirle rini, resimlerini, karikatürlerini ve tercümelerini b ek l ediğimizi,
eserlerini büyük bir dikkatle inceleyip ba s a cağ ımız ı
ilan ettik . A ldığımız n etice sıfır değilse bile, sıfıra ,pek
yakındı. Arkadaşlarımız ellerindeki dergiyi b eğenm ezl erse
kabahati biraz da k endilerinde aramalıdırlar. Onun güzelleşm es i, olgunlaşması bizd en çok bütün öğren c ile rin elin d edir,
Üzerinde durula cak bir ş e y daha var: Sayfaların aza lması ve d erginin renksiz olması. Arkadaşlarımızın. bu ~u­
susta n e diy eceklerini bilmiyoruz . Yalnız şunu b e lırt e lım;
R enk sadece göze hitap ed en bir şeydir ve d erginin renkli
çıkması epeyce masrafa yol açmaktadır. Sayfall!rın azaltılmasının sebebiyse bol yazı bulamamamızd ır. Bır d e sayfaların Q,Zaltılmasiyle d erginin daha sık ç ıkması da sağlan­
mış ola caktır . .
Sori olarak hala ümitlerimiz i kaybetmediğimizi, arkadaşlarımız ın ilgisini b ekle diğimizi söyliyelim ve arkadaş­
lardan kusurlarımız ın affını dileyelim.
- Neşriyat Kolu -
1
Yorgun gözümün halkal arında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi ... sonsuz iri güller,
Güller ıkt 'kamıştan daha nalan,
Gün doğdu, yazık, arkalarında!
Yukarıdaki her kıt' ası bir resram .i çin, bir tab-lo mevzuu olabilecek de ğerdek i şiirde .a-kşam, şai rin
gönlüne bütüp nüfuziyle, doluyor.
Tabiatın yalnız bir an içinde arzettiği güzellik cilvesini - o ana
ve cilveye mahsus olan rengi ve
şekli ile tasvir edebilen şair
hakikaten azdır. İşte bu bakım­
dan Rıza Tevfik emsalleri ar.asında müstesna bir mevkie sahiptir.
Edebiyatımızda
güneşin battığı anlar için söylenen sayısız his
ve hüzün dolu ş iirlerin en renklile rini Ha şi,m , en içli terennümlerini Rıza Tevfik, fakat en özlülerini Yahya Kemal söyl emiştir.
O'nun «Hayal Şehir»inde rengini,
hüznünü ve zengin lirizmini yudum, y udum tattığımız akşam garipliğin i «Deniz türküsü»nde kızıl ­
l aşan sulara inen ve bütün akşam ­
l arın hüznünü hissettirecek ve şu
iki mısrada toplıyacak derecede
kudretli buluruz.
Dolu rüzgarla
çıkıp,
Gidişin seçtiğin
u fka giden yelkenli !
akşam saatindoen •belli.
Akşam gatipli ği y alnız
bir tainsanlar tarafından duyulan
bir tahassüs değildir. Hec- insan ,
ömründe en az bir veya birkaç
defa güneşin semamızdan ayrılış ı
karşısında içine
gizl'. bir hüznün
çöktüğünü,
r uhunun sebepsiz bir
garipseme ile üzüldüğünü duymuştur. Bu, tamamen
hususi ve
kalemimin ifadeden 5.ciz kaldığı
hissi ancak yukarıda örnekler
ve rdiğimiz
şa' rlerimizin kuvvetli
ve içli ı:nısralarE1da bulabiliriz.
kım
Yalçın İKİZALP
Hardallı
Gece'den fıld sahne:
Yanda: 88.z talkımı. Altta.:
Attila, Ergun, Erdoğan ve
Erol mikrofon başında.
SEYAHAT NOTLARI:
NAPOLİ'nin
Dar sokaklan
Şehrin geniş ve kalabaiık cad-
delerinde
dolaşmak,
beni alakaOralarda, akıp giden meçhul bir insan yığıniyle ,
modern mimarinin şekilsiz eserlerinden başka görülecek ne vardı
sanki?
landırmıyordu.
Halbuki «eski Napoli» bütün
hususiyetleriyle hayalimde canlanıyor ve onu bir an
evvel görmek, tanımak için çırpınıyordum .
Rehberime, bildiğim birkaç İtal­
yanca kelime ile derdimi anlatabildim. Az bir zaman sonra merakla beklediğim, karakteristik
manzara karşısındayım. Seyrek
merdivenli, gayet dar ve rutubetli
sokaklar, bunların iki tarafında
yükselen düz yüzlü büyük ve eski binalar... İlerlerken, büyük tahta kapılarının arkasında saklanıp,
gel.i p geçenleri seyretmeğe çalışan
uzun, siyah saçlı, acaip elbiseU
İtalyan kadınlarına
rastlıyorduk.
Yolun iki tarafındaki binalar o kadar birbirilerine yakındılar ki;
rengarenk. çamaşırlar, kurutulmak için pencere aralarına serilmişlerdi! Her an romantik İtalyan
şarkılarının ağır nağmelerin.i, küçük bir pencere altında, kaçamak
dinlemek arzusiyle yanıyordum.
Böyle dalgın dalgın yürürken,
rehberim beni kolumdan tuttu ve
biraz ilerideki, büyük han kapıla­
rını andıran, biır kapıyı gösterdi.
Sonra gayet ciddi bir şeyler söyledi. Bir kelime bile anlama-
mıştım.
için
Bir cevap
başımı
olmak
vermiş
salladım.
O,
kapıya
doğru ilerledi;
ayağiyle bir kaç
defa vuİ'duktan sonra, cevap beklemeden içeri dalıverdi. Karşılaş­
tığım manzara ürkütücüydü. Toprak tabanında yer yer pis sti birikintileri olan bir oda .. Köşede iskeleti andıran l>ir at, önündeki
samanını
kemirmeğe
uğraşıyor.
Bir kenarda da iki sandıkla,
sandalya ve masalar var.
4
kırık
Ben etrafımı seyretmekle meş­
gulken, karşımızdaki tahta merdivenden korkunç denecek kadar
acaip ve çirkin bir kadın iniyordu. Her adımında, eski merdiven
sallanıyor ve ürpertici
gıcırtılar
çıkarıyordu. Gözlerim, kadının buruşuk yüzündeki iki alev
parçasına takıldı,
kaldı. Ne kadar bu
Vıaziyette kaldığımızı
hatırlamıyo­
rum. Fakat o, gayet sakin ve emin
bir hareketle, yalnız .k emikten diyebileceğim, elini uzattı ve benim
elimi tuttu. .Gözlerini avucumun
içine dikmişti. Nihayet bir falcı
kadınla karşı
karşıya
ğumu anladım.
Birçok
bulundusöyledi. Bir aralık düşündü. Tekrar
devam etti. Anlıyabildiğim cümle kırıntılaı:ı .şunlardı : «Napoli seni bırakmıyacak. Sen biziınle yaşı­
yacaksın. İtalyan rüzgarı yüzünü
buruşturacak;
saçını
dökecek. »
Gayet ciddi söylüyordu bunları.
Sesi sertti:. Beni düşündürdüğünü
ve hatta korkuttuğunu söylersem,
şaşmayın. Zira o dekor, o ses ve o
korkunç yüz beni sihirlemişti.
Gemime dönmek için sabırsızlanı­
yordum. Cebimde
bulabildiğim
liretleri kadının eline sıkıştırıp,
şeyler
hemen tlışarı fırladım. Dar sokakl arın merdivenler.ini
acele acele
inerek, yeni şehre,'. g·irdiğim zaman,
hala zihnim falcının sözleriyle
meşguldü.
Birdenbire toparlandım ve İtalyan çingenesinin sqylediklerine
gülmekten
kendim!
alamadım. ..
Oktay URAL
15
Okul
Tiyatroları
OKUL SPOR
H ff\ R IE .K ETLER i
Değerli şair
ve aktörlerimizden Suat Taşer'in Cumhuriyet gazetesinde
yayınlanan
bir makalesinin baş taraf z. ..
Mektubumu Ankaradan yazmama rağmen İstanbuldaki bir
sanat hareketinden söz açacağım.
Geçen gün postacı, büyücek
bir zarf getirdi. Zarfın içinden
şirin bir dergi ile bir de mektup
çıktı. (Galatasaray sahnesi) adını
taşıyan dergide,
lisenin temsil
kolu elemanları tarafından -:ıyna­
nan (Küçük Şehir) adlı popüler
komedinin hazırlanışına, oynanı­
şına -dair fotoğraflarla çeşitli yazılar vardı.
Dergiyi uzun uzun
g'Özden geçirdim,
düşünd'.1m \'e
sevindim. Sevinmekte haklıydun ,
çürtkü hayli, zamandır yazı ile
veya sözle üzerinde durduğum ciddi bir sanat davası, Galatasaray
Lisesi temsil ko1u elemanları,nın
gayretlerile gerçekleşme yoluna
gi~miş. Dergide herşeyden önce
dikkatimi şu nokta çekti: «Küçük
Şehir»in
hazırlanmasında vazife
alanlar, amatörlere ıhas bir hız ve
sevgi ile kendilerini işlerine vermiş, harıl harıl çalışıyorlar. Aktör kendileri, dekoratör kendileri,
dekorları boyayan kendileri, süflör kendileri, perdeci kendileri,
kondüit kendileri. Netice: Başa­
rının amili de kend;ıeri.
Bu ders
okulun açılışının
temsilcileri
arasından Okul Spor Yurdu genel
kurulu seçilmiştir. Kurul, şu üyelerden meydana gelmiştir.
ilk
yılı,
haftasında
sınıf
Başkaptan: Öğ. Selim Duru Başkaptan
Y.: Safter Yılmaz Nihat Turancıol - Sekreter: Yalçın Erkun Muhasip: Abdülkadir Günyaz - Futbol K: Coşkun
Özer - Basketbol K: M. Ali Kış­
lalı - Voleybol K: Aydın Aydın Atletizm K: Abdülkadir Günyaz
- Güreş K: Seymen Kocaman Boks: Nihat Turancıol - Tenis :
Erdoğan Erol Ping-Pong: Tokay Toker - Aletli C. K: Faruk
Küçükkutlu, Türköz Özbek - Eskrim: BahLr Turunç.
Genç ve sporsever Müdürümüz Macit Saner'in sayesinde gerek tahsisat, gerekse çalışma imkanı bakımından pek müsait şart­
larla işe başlıyan Yurd'un bu ders
yılını en faal senelerden biri olarak geçireceği muhakkaktır. Çeşitli spor branşlarının
faaliyetlerini aşağıda sıra ile bildiriyorum.
Futbol: Robert C. iJe yapı­
lan maçı 2 - 1 kazanarak, bu seneki karşılaşmalar için ümit vermiştir .
H)
2 farkla kaybetmiş,
Meriçspor ile yaptığı
karşılaşmaların her ikisini de kaEdirne'de
zanmıştır.
Ortaokul basketbol takımı Daile .yaptığı maçta galip
rüşşafaka
gelmiştir.
,
,,
Partane~ kupası, gruplar arası
basketbol maçları devam etmekte
olup henüz
neticelenmemiştir.
Voleybol: . Fener
yapılan
karşılaşmada
Rum L. ile
takımımız
galip gelerek bu seneki okullararası müsabakalar için ümitli görünmüş, fakat Yeni Kolej ile yaptığı maçı kaybetmiştir.
ile
Ortaokul da Terzilik Okulu
maçta galip gelmiştir.
yaptığı
Atletizm: Haydarpaşa parkurunda yapılan okullararası ilk deneme koşusunda atletlerimiz iyi
neticeler almışlardır.
Aletli, Eskrim ve boksörlerimiz salahiyetli ıantrenörler tarafından çalıştırılmakta olup iler1ki
karşılaşmalar için hazırlanmakta­
dırlar.
Okul Spor Yurdu Robert C.
ile atletizm, futbol, basketbol, voleybol, boks, güreş, ping-pong ve
tenis müsabakaları için, bir anlaş­
maya varmıştır.
Ayrıca
İşte, birçok vesilelerle anlatmağa çalıştığımız okul temsillerinin amacı da, manası da, değeri
de, faydası da budur. Yeri gelmiş ­
ken dilimizin güzel sözlerinden
birini hatırlatalım: «Yiyen b iıl­
mez, doğrayan bilir» Temsil sanatının nelerden sonra mümkün olabileceğini, neler pahasına elde edilebileceğini
gereği ile
anlıyabil ­
mek için, · perde - arkasındaki külfetlere mutlaka~ karışmak . lazım­
dır. Bilindiği gibi, her sanatın bir
de zanaat, yani işçilik, yani amelelik tarafı vardır. İşin bu tarafı
1§.yikile · bilinmediıkçe, başarının
kazanılmasında harcanan emeği ,
dökülen alın terini değerlendirmek
kolay olmaz. Galatasaraylıları,
yapılan maçı
gene Robert C. ile GAsene sonunda müşte­
reken bir bayram yapmaları düşü­
nülmektedir.
latasaray'ın,
Basketbol: Amerikan <Evergemisi basketbol ekibi ile
glide ~
Yurt
okul ve tiyatro davasının hallinde
iyi bir eserle attıkları ilk adım­
dan dolayı, uzaktan uzağa da olsa,
tebrik ederiz. Temennimiz, bu
alandaki gayretlerinin sürekli olmasıdır.
Galatasaraylıların
bu güzel teşebbüsü, okul tiyatroları konusundaki düşüncelerimizi bir kere daha açıklamamıza fırsat verdiği
için ayrıca memnunuz.
Suat
TAŞER
dışı
müsab.akalar için de
bu sömestre
tatilinde Yunanistan ve Suriye ile
futbol, basketbol, atletizm temasları için ihzari konuşmalara baş­
teşebbüse
geçilmiş,
lanmıştır.
Spor Sekreteri
ERHUN
Yalçın
..
İlll
..
•
,/
NESRIYAT
'
.
Tahsin Yü cel
(r e dak'.ı i yo n) .
( Başk a n) ,
Mümta z
.·.
KOLU
Z cy tinoğlu
ve A. Günyaz
T eknik i şl er: Yi ğit Ok ur, YaJç ın lkizalp,"
Türka y E r gun.
Fiatı
30 Kr.

Benzer belgeler

Oku - Sultani

Oku - Sultani Elinizde bulunan sayıyı, bundan evvel çıkanlara 11azaran daha yeni bir şeyler getirmesi gayesiyle hazırla­ maya. ç.alıştık. Ama muvaffak olup olmadığımızı siz takdir edeceksiniz. Bu sayımızı, 10 Ka...

Detaylı

OKU - Sultani

OKU - Sultani leur est commune, ils entendent et voient par les memes trous; de plus ils pensent, sentent, s'emeuveıit de la meme façon, se souviennent des memes faits peut-etre; mais ils n'ont pas la meme vie. ...

Detaylı

Oku - Sultani

Oku - Sultani c'est que vous en avez une mauvaise; et que si vous en avez une mauvaise c'est que le professeur ne veut pas vous en donner une bonne. Depuis que je suis a Galatasaray, je conna!.s les regles du je...

Detaylı