Bayram Özçelik

Transkript

Bayram Özçelik
260
AYLIK HAVACILIK DERGİSİ
2146-6394
TEMMUZ 2013 YIL:22 www.uted.com.tr
k
i
l
e
ç
z
Ö
m
a
r
y
ile söyleşi
Ba
üdürü
M
TGS Genel
UTED’liler
brunch’ta buluştu
göklerde
"alacakaranlık"
yılları
TÜRK HAVACILIK TARİHİ-2
Haberler
1968
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
Ümit Sayıl
Uçak Teknisyenleri Derneği Başkanı
Aircraft Technicians Association President
[email protected]
Sevgİlİ meslektaşlarım,
değerlİ okurlar;
Dear colleagues,
precious readers;
Sivil havacılık sektöründe gündem o kadar hızlı değişiyor ki yazımı hazırladıktan sonra baskı sürecine kadar gündem değişmiş oluyor; mesela
THY’nin MNG Teknik’i satın alması buna örnek olarak gösterilebilir.
The agenda in the civil aviation sector changes so rapidly that things take
a new shape even in the little piece of time between the hours I prepare
my article and the magazine is printed.The Turkish Airlines’ (THY) MNG
Teknik acquisition is a good example for such a change.
MNG Teknik çalışanı meslektaşlarımız için bu uyum sürecinde “neler olacak, neler değişecek” bunları şimdiden bilemiyoruz ama orada çalışan
arkadaşlarımızın, THY’nin hızına ayak uydururken, bakım planlamadan
vardiya sistemine kadar birçok şeyin kaçınılmaz olarak değişeceği görülmektedir. En büyük beklentimiz çalışanın performansını artıracak uygulamalar ile memnun edici bir ücret politikasının hayata geçirilmesidir.
We cannot foresee today what this phase of harmonization will bring to
our colleagues at MNG Teknik, and what is due to change but it seems
inevitable that many things will alter from planning in maintenance to
system of work shifts as our friends there are keeping in pace with the
speed of THY. Our core expectations are implementations that will boost
our friends’ performances and satisfying salary policies.
Gündemimizde olan diğer bir konu ise geçtiğimiz ay içinde SHGM tarafından duyurulan TOEIC İngilizce seviye belirleme sınavının geçerliliğinin
artık tanınmayacak olmasıdır. Ne oldu da uluslararası geçerliliği olan ve
tüm süreci kayıt altına alınan bu sınavın artık tanınmayacak olmasına karar
verildi? Eğer bir usulsüzlük tespit edildi ise ilgili sınav merkezi sorgulanabilecekken neden sınavın tanınmamasına karar verildi? EASA tarafından
da kabul edilen CEFR (Common European Framework of Reference)
yeterliliği sağlayan bu sınavı yeterli görmüyorsanız neden istenen yeterlilik puanını yükseltebilecekken sınavı kabul etmeme kararı aldınız? Önce
lisanslandırma ile başlayan sonra İngilizce ile devam eden bu sürecin artık
daha uygulanabilir şekilde işlemesi, temsil ettiğimiz meslektaşlarımız için
önem arz etmektedir. Diğer taraftan, bu seneye kadar ÖSYM tarafından KPDS uygulanmakta iken, artık YDS sınavı getirilmiştir. YDS’nin seviye olarak KPDS’den çok daha üst seviyede olduğu, sınav sonrası alınan
istatistiklerden açıkça görülmektedir. Dolayısıyla KPDS yerine YDS’den
istenen yeterlilik puanının tekrar gözden geçirilmesi, mevcut durumda
oluşacak mağduriyeti önleyecektir.
Another issue on our agenda is the fact that the General Directorate
of Civil Aviation will no longer recognize the TOEIC English-language
placement tests, as the body itself announced last month. What has
happened so that such an internationally admitted exam, the process
of which is under record, is not recognized any more? If any irregularities
are marked, the test center might be questioned, but what is the test
itself is not accepted?
Sayın yetkililer; İngilizce bizim işimizi yapmamızda bir araçtır, tabii ki olması gerekir ama sistemin uygulanabilir olması bakımından makul bir seviyede tutulması lazımdır. Hangi meslek grubunda, her iki yılda bir İngilizce
yeterlilik istemek var ki bizden istenmekte; açıkçası anlam veremiyoruz.
Lütfen aldığınız kararlarla sivil havacılığımızın ve biz çalışanların geleceğini
daha aydınlık kılınız.
THY’de yaşanan grev süreci ile ilgili mahkeme kararını açıkladı. Çalışanların, hukuk ile güvence altına alınmış şartlarda huzurla, etkin ve verimli bir
şekilde çalışması yönündeki beklentimizi tekrarlıyor, her iki tarafa masada
uzlaşmak üzere yaptığım daveti yeniliyorum.
Geçtiğimiz ay içinde siz değerli meslektaşlarımız ve aileleri için organize
ettiğimiz geleneksel kahvaltı (brunch) etkinliklerini yine çok büyük bir katılımla gerçekleştirdik. Bundan sonra da öncekiler gibi UTED’li olmanın
ayrıcalığını yaşatmaya devam edeceğiz.
Sağlıkla, mutlu yarınlara…
2
It is very strange that authorities have decided not to recognize a test
that is also approved by the European Agency of Aviation Safety, or EASA,
and Common European Framework of Reference, or CEFR, instead of
increasing the required grade. It is crucial for colleagues we represent
that the process, which began with licensing, and that continues with the
English language issue, will take an applicable shape.
On the other hand, the Foreign Language Proficiency Examination
for State Employees, or KPDS, of the higher education board ÖSYM
is replaced by the Foreign Language Placement Test, or YDS, which
requires quite a higher level, according to statistics. Thus, reconsidering
the required grade in the YDS instead of asking for the same level with
the KPSS would remove any possible unjust treatments.
Esteemed authorities, English is a tool in our business and it is of course
necessary. Still, the requirement may remain in a more implementable
level. Frankly, we find it hard to understand why our colleagues are asked
to take an English-language qualification test in every two years, unlike
any other profession. Please let your decisions enlighten the future of
both civil aviation and us, the employees.
The court has made public its verdict over the process of the strike at
THY. I retreat my call for both parties to reach a reconciliation at the
bargaining table, as all of us expect the continuation of the effective and
productive works in peace under conditions that are guaranteed by law.
The participation in our brunch, a traditional event for our colleagues,
received a great interest this year also. We will keep on offering you to
experience the privileges of being an UTED member.
We wish you a healthy and happy future.
3
UTED
İstanbul Cad. Üstoğlu Apt.
No: 24, Kat: 5 Daire: 8
Bakırköy/İstanbul
Tel: 0212 542 13 00/543 29 74
Faks: 0212 542 13 71
www.uted.com.tr
www.uteddergi.com
www.uted.org
[email protected]
12
28
16
İmtiyaz Sahibi
Uçak Teknisyenleri Derneği Adına
Ümit Sayıl
1968
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Sefa İnan / [email protected]
Basın-Yayın Sekreterliği
İsmet Şahin / [email protected]
Elif Arslan /[email protected]
Yazı Kurulu
Kıvanç Bayezit, Zafer Ulavur, Ahmet Akpınar,
İsmet Şahin, Elif Arslan, Dr. Handan Diker
Katkıda Bulunanlar
Şebnem Bayezit, Arif Sankaya, Hasan Büber,
Mehmet Ertek, Önder Şahin, Emrah Yener,
Barış Sönmez
60
22
YAPIM
Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın
erler
06 Hab
lik
12 Etkin
da
14 Ajan
ortaj
16 Röp
i
22 Gez
acılık
26 Hav
acılık
28 Hav
ik
32 Tekn
ür
34 Kült
al
38 Orijin
acılık
42 Hav
eşi
44 Söyl
Umar İletişim Hizmetleri Ltd. Şti.
Harman Sok. No: 31/1
34153 Florya - İstanbul
Tel: 0212 573 15 65
[email protected]
www.umariletisim.com
BASKI
Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul
Tel: 0 212 697 30 30
UÇAK
Rİ
YENLE
N
TEK İS EĞİ
DERN
38
UTED’E ABONE OLABİLİRSİNİZ
Dergimize abone olmak için yıllık abone ücretini banka hesabımıza yatırdıktan
sonra dekontu bize fakslamanız yeterli. Uted dergisi her ay adresinize
gönderilecektir. Lütfen ayrıntılı bilgi için derneğimizle irtibata geçiniz.
64
le
46 Maka
nik
50 Tek
a
52 Doğ
54 Tarih
i
56 Hob
Ara
Dakika
ş
e
B
8
5
m
59 Yaşa
in
uklar İç
60 Çoc
lık
62 Sağ
me
64 Gur
aca
66 Bulm
UTED dergİsİnİn geçmİş sayılarına web sİtemİzden ulaşabİlİrsİnİz.
4
5
Haberler
A350 ilk uçuşunu yaptı
ABD, 787 batarya olaylarından ders çıkarıyor
Geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’nde gerçekleşen bir oturumda üyeler,
ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA) ve Boeing yetkililerine 787 belgelendirme süreci ve FAA’nın bu yılın başında 787 uçuşlarını geçici olarak
yasaklamasına neden olan iki lityum iyon batarya olayından çıkarılan dersler hakkında sorular sordu. Havacılık Alt Kurulu Başkanı Frank LoBiondo,
787’nin güvenli bir şekilde uçmasını sağlayacak çözümün, FAA ve Boeing’in
birlikte çalışması sayesinde olduğunu söyledi. ABD Ulusal Ulaştırma Güvenliği Dairesi (NTSB)’nin batarya olaylarını incelemeye devam ettiğinin
altını çizerek sorunun kaynağının halen belirsizliğini koruduğunu belirtti. FAA Havacılık Güvenliği Başkan Yardımcısı Margaret Gilligan, sağlam
olarak nitelendirdiği sertifikalandırma sürecini savundu. Ancak FAA’nın 787
olaylarından birçok ders çıkardığını da söyledi. Kurumun, lityum-iyon bataryaları değerlendirme konusunda yeni bir standart getirdiğini ve sertifikasyon sürecini iyileştirmek için havacılık sektörünün dışındaki uzmanlara da başvurulduğunu açıkladı.
United States takes lessons from 787 battery incidents
During a hearing on Capitol Hill Wednesday, lawmakers questioned FAA and Boeing officials about the 787 certification process
and lessons learned from two lithium-ion battery incidents that caused the FAA to temporarily ground the aircraft earlier this year.
Aviation Subcommittee Chairman Frank LoBiondo credited FAA and Boeing for working together to come up with a solution to
allow 787 aircraft to operate safely. He pointed out that the NTSB is investigating the battery incidents and that the exact cause
is still unclear. Margaret Gilligan, FAA associate administrator for aviation safety, defended the agency’s certification process, which
she described as robust. However, she said that the agency learned several lessons from the 787 incidents. She said the agency
has instituted a new standard for evaluating lithium-ion batteries and is now reaching out to experts outside the aviation industry
to improve the certification process.
6
airberlin ve WheelTug elektrikli sürücü
sistemi için çalışıyor
airberlin and WheelTug to work for
electric drive system
Çevresel verimlilik konusunda
öncü bir havayolu olan airberlin,
yenilikçi bir elektrikli sürücü sistemi geliştirmek için WheelTug adlı
şirketle görüşmelere başladı. WheelTug ve airberlin konuyla ilgili bir
niyet mektubu imzaladılar. Böylece,
Almanya’nın en büyük ikinci havayolu şirketi olan airberlin, sürücü
teknolojisi sertifikalandırıldıktan
sonra bu sistemi filosunda kullanan
ilk havayolu olma şansını yakalayacak. Niyet mektubu, sistemin 47 adet Boeing 737NG ve
Airbus’ın A320 ailesinden 63 uçağa monte edilmesi seçeneğini içeriyor. WheelTug’ın sisteminde, pilotların motorları çalıştırmadan kapıdan aprona taksi yapabilmesi için
uçağın burun tekerleğine elektrikli bir motor yerleştirilmesi öngörülüyor.
As a pioneer in the area of eco-efficient
flying, airberlin is one of the first airlines
in the world to be engaged in discussions
with the company WheelTug regarding
an innovative electric drive system.
WheelTug and airberlin have already
signed a corresponding letter of intent,
which gives Germany’s second largest
airline the opportunity to become one
of the world’s first airlines to install the
system on part of its fleet after the drive
technology has been certified. The letter
of intent includes the option to carry out the installation on
47 Boeing 737NG aircraft and 63 aircraft from the Airbus
A320 family. WheelTug relies on the use of an electric motor
which is built into the nose wheel and is intended to enable
pilots to taxi from the gate to the runway without powering
up the engines.
Airbus, A350 XWB uçağının ilk uçuşunu kutluyor. En son üretim, ikiz
motorlu uzun mesafe uçağı, ilk uçuşunu yerel saatle saat 10.00’da
Fransa’daki Blagnac’tan Toulose’a yaptı. Bu önemli uçuş, A350 XWB’nin 2500 saatlik test uçuşlarından sonra yapıldı. Üç
farklı versiyonu olan uçağın koltuk kapasitesi 270 ila 350 yolcu arasında değişiyor. Üreticiden alınan bilgilere göre uçak
yüzde 25 daha az yakıt tüketirken yüzde 25 daha az CO2 emisyonuna neden oluyor. Airbus şu ana kadar dünya çapındaki
33 müşteriden A350 XWB için 613 kesin sipariş aldı. İlk defa Katar Havayolları tarafından 2014 yılının ikinci yarısında lanse
edilip işletmeye alınmadan önce A350-900 versiyonu Avrupa Hava Güvenliği Ajansı ve ABD Federal Havacılık İdaresi’nin
uçuşa elverişlilik yetkileri tarafından sertifikalandırılmayı bekliyor.
A350 takes its maiden flight
Airbus celebrated the maiden flight of its A350 XWB aircraft. The latest large, long-range, twin-engined aircraft took its first flight
from Blagnac in Toulouse, France at 10.00 hours local time.The momentous first flight follows 2,500 hours of flight-testing using five
A350 XWBs.The aircraft is offered in three versions, seating between 270 and 350 passengers, it will use 25 per cent less fuel and
emit 25 per cent less CO2, according to its manufacturer. Airbus has so far taken 613 firm A350 XWB orders from 33 customers
worldwide. The A350-900 variant is due to be certified variant by the European EASA and US FAA airworthiness authorities prior
to its entry into service in the 2H 2014 with launch customer, Qatar Airways.
TUSAŞ beşinci nesil savaş uçağı için çalışıyor
Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ (TUSAŞ)’nin birkaç yıldır sessiz sedasız üzerinde çalıştığı, F-X adlı beşinci nesil savaş uçağıyla ilgili karar verme sürecinde
önemli bir aşamaya gelindi. Ağustos 2011’de başlayan 20 milyon dolarlık konsept
fazı eylül ayında tamamlanacak ve yıl sonunda Savunma Bakanlığı Endüstri Yürütme Kurulu’nun yapacağı toplantıda programa nasıl bir şekil verileceği belirlenecek. Mayıs ayında İstanbul’da düzenlenen 11. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı
(IDEF)’nda TUSAŞ uçak için üç adet tek koltuklu tasarım konseptini görücüye
çıkarmıştı.TUSAŞ önümüzdeki 10 yıl içerisinde F-X’in ilk uçuşunu gerçekleştirmeyi hedefliyor. Hava kuvvetlerinin filosundaki F-4 Phantom ve eski F-16’ların yerini
F-35’lerin alması planlanıyor. Bu süreçte F-X’lerin de daha yeni F-16’ların yerini alması bekleniyor.
TAI looks into fifth-generation fighter
Turkish Aviation Industries (TAI) has been working quietly on ideas for a fifth-generation fighter, dubbed the F-X, for several years, but 2013
represents a critical year in the decision-making process for the project. A $20 million two-year concept phase, started in August 2011, will
end this September, and a meeting of Turkey’s Defense Industry Executive Committee, which takes place at year-end, will define how the
program will begin to take shape. At the IDEF defense show in Istanbul that was held in May,TAI displayed three potential single-seat design
concepts for the aircraft. TAI wants to achieve a first flight for the F-X within 10 years. While the F-35 is set to replace the F-4 Phantoms
and early F-16s in the air force inventory, the service sees the F-X replacing later models of the F-16 fleet.
İtalya’da da havacılık sektörü grevde
Havacılık sektöründeki grevlere bir yenisi daha eklendi. Geçtiğimiz günlerde Fransa’da başlayan grevin ardından İtalya’da
da grev kararı alındı. 14 Haziran Cuma günü başlayan greve, İtalya’nın en yoğun hava trafiğine sahip şehirlerinden
Milano’daki Malpensa ve Linea havalimanlarındaki çalışanların yanı sıra Alitalia çalışanları da katıldı. Çalışma koşulları,
ücretler ve işten çıkarılan çalışanlar nedeniyle başlayan ve 24 saat süren grev nedeniyle birçok uçuş iptal edildi.
Aviation strike in Italy
There has been another strike in the aviation industry. After the recent strike in France, a strike by workers at Milan’s Malpensa and Linea
airports, as well as Alitalia workers, has caused cancellation of flights on June 14, Friday. Milan is one of Italy’s most congested cities in
terms of air traffic.The strike that lasted 24 hours started because of working conditions, wages and employees that were laid-off.
7
Haberler
BoeIng 787-9 motor denemeleri için ZA004’ü günyüzüne çıkarıyor
787-9’un ilk motor uçuş testine başlamak üzere hazır olan dördüncü 787 uçağı da Boeing tarafından kullanıma alındı. Geçen yıldan bu
yana Boeing tesislerinde tutulan ZA004 uçağı, 8 ve 9 Haziran tarihlerinde bir dizi kontrol uçuşunu tamamlayarak 10 Haziran’da Hawaii,
Kona’daki test uçuşları için yola çıktı. Uçak şu anda en son model
Rolls-Royce “Paket B” standart Trent 1000 motorlarla uçuyor ancak
temmuz ayında uçağa üst versiyon “Paket C” standart motorlarının
ilk seti takılacak. Bunlar daha sonra 787-9 uçağında da kullanılacak.
ZA004, Rolls-Royce ile çalışan orijinal dört 787’den biri ve test programına 2010’un şubat ayında katıldı.
Boeing takes ZA004 out of storage for 787-9 engine trials
Boeing has reactivated the fourth 787 development aircraft in readiness for initial flight tests of the first engine for the stretched 787-9.
The aircraft, ZA004, which has been in long-term storage at Boeing’s facilities since last year, completed a series of check flights June
8-9, before departing for flight tests in Kona, Hawaii on the June 10.The aircraft is currently powered by the latest Rolls-Royce ‘Package
B’ standard Trent 1000 engines but in July will be fitted with the first set of upgraded ‘Package C’ standard engines which will later power
the 787-9. ZA004 was one of the original four Rolls-powered development 787s and joined the test program in February 2010.
Global kapasite büyümesinde öncü
Türkiye
Havacılık istihbaratı alanında piyasanın lideri olan OAG’nin
verilerine göre, koltuk kapasitesi bakımından en hızlı büyüyen ülke grubu olan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in
yerini artık Türkiye, Endonezya, Meksika ve Filipinler aldı.
Haziran ayı OAG FACTS (Sıklık ve Kapasite Eğilimi İstatistikleri) raporu, bu ülkelerin yurtiçi kapasitede gösterdikleri toplam ortalama yıllık büyümenin %16 olmasına rağmen
Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’de bu rakamın %10 olduğunu gösterdi. Bu başarının en büyük nedenlerinden biri,
bu ülkelerde görülen yüksek seviyedeki ekonomik büyüme
ve olumlu göstergeler. Uluslararası Para Fonu tahminlerine
göre Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılası bu yıl % 3,5 oranında artacak.
MNG Teknik artık “TurkIsh
TechnIc EurosIan”
Türk sivil havacılığının önemli oyuncularından olan ve bir
süre önce Türk Hava Yolları’nın (THY) satın aldığı MNG
Teknik’in ismi değişti. THY yönetimi, yapılan on isim
önerisi arasından “Turkish Technic Eurosian”ı seçti. MNG
Teknik’in THY bünyesine katılmasının ardından şirketin
başına Onur Havayolları Genel Müdür Yardımcısı Ahmet
Karaman getirilmişti. THY, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda
bulunan HABOM’u da Turkish Technic Eurosian’a bağlayacak ve HABOM’dan sorumlu bir genel müdür yardımcısı atanacak. Turkish Technic Eurosian’da çalışmak üzere
20’ye yakın HABOM personeline eğitim verilmeye başlandığı bildirildi.
Turkey emerges as global capacity
growth driver
MNG Technic becomes “Turkish
Technic Eurosian”
Brazil, Russia, India and China are no longer the fastest growing
group of countries in terms of seat capacity, having been
overtaken by Turkey, Indonesia, Mexico and the Philippines,
according to OAG, the market leader in aviation intelligence. The
OAG FACTS (Frequency and Capacity Trend Statistics) report for
June shows that in the last five years, these countries have seen
a combined average annual growth in domestic capacity of 16%,
compared to 10% for Brazil, Russia, India and China.This success
is largely due to these countries high levels of economic growth
and favorable demographics. The International Monetary Fund
forecasts increases in gross domestic product this year of 3.5%
for Turkey.
One of the biggest players of Turkish civil aviation, MNG Technic
that was recently acquired by Turkish Airlines, was renamed. Of
the ten suggestions that were made,Turkish Airlines management
chose “Turkish Technic Eurosian”. Following MNG Technic’s
acquisition by Turkish Airlines, Onur Airlines Assistant General
Manager Ahmet Karaman was transferred as the company’s
new president.Turkish Airlines will bring Sabiha Gökçen Airport’s
HABOM under Turkish Technic Eurosian’s roof and appoint
an assistant general manager responsible for HABOM. It has
been reported that about 20 HABOM employees have started
trainings to work at Turkish Technic Eurosian.
8
Türkiye 2033’e kadar uzaya 20’den fazla
uydu göndermeyi planlıyor
İstihbarat toplama, askeri iletişim ve erken uyarı sistemlerini geliştirmek için uzay teknolojisine daha fazla yatırım yapma kararı alan Türkiye, uzaya iletişim uyduları ve iki gözlem
uydusunun fırlatılmasını kapsayan yeni bir uzay programı
başlatma kararı aldı. Önümüzdeki yıllarda ulusal bir uzay
ajansı ve var olan programları yönetmesi için askeri bir
uzay komutanlığı kurulması hedefleniyor. Buna göre 2033’e
kadar uzaya füze fırlatma teknolojisine sahip olunacağı ve
20’den fazla operasyonel uydunun fırlatılmış olacağı öngörülüyor. Ocak ayında hükümet, ulusal uydu fırlatma sisteminin tasarım konsept aşaması için Roketsan’la görüşmelere
başlanmasını onaylamıştı. Bu füze sistemi sivil ve askeri uzay
araçlarının uzaya gönderilmesinde kullanılacak.
Turkey plans to loft over 20 satellites
by 2033
In a bid to invest more in space technology as a means to improve
the nation’s intelligence-gathering, military communications and
early-warning capabilities,Turkey is investing heavily in a burgeoning
space program that boasts several telecommunications spacecraft
and two Earth-observation satellites. In the coming years, the
country expects to establish a national space agency and military
space command to consolidate management of existing and
planned assets, which in 2033 could include a space-launch
capability and more than 20 operational satellites. In January
the government approved negotiations with Turkish weapons
builder Roketsan Inc. to manage the early concept design phase
for the national satellite launch system, which would be capable
of delivering civil and military spacecraft to orbit.
Yeni helikopter ilk uçuşunu yaptı
Eurocopter, orta büyüklükte ikiz motorlu bir helikopter olan ilk
seri üretimi EC175’in ilk uçuşunu yaparak performansını kanıtladı. İlk uçuş, Eurocopter’ın Fransa, Marignane’daki merkezinde
aralık ayının başında gerçekleşti. Eurocopter tavsiye edilen uçuş
hızını 150 kt olarak açıklayarak performansını gösterdi. Daha
önce verilen değerin 10 kt üzerinde olan bu hıza taşıma kapasitesini etkilemeden ulaşıldı. Şirket, bugüne kadar yapılan program
uçuş testlerinin EC175’in güç performansını doğrular nitelikte
olduğunu söylüyor. İlk teslimatlar, bu yıl eylül ayında başlayacak.
Eurocopter’a göre mükemmel havacılık elektroniği, güç, hız ve
düşük vibrasyon seviyeleri sayesinde helikopter benzersiz bir
hava taşıtı olacak.
New helicopter makes first flight
Eurocopter has conducted the first flight of its first series production
EC175, a medium sized twin-engine helicopter, and confirmed its
performance. The maiden flight occurred in early December at
Eurocopter’s Marignane, France, headquarters facility. Eurocopter has
announced performance figures of recommended cruise speed 150kt,
10kt faster than the previous figure without affecting payload range.
The company says its program flight tests to date have confirmed the
EC175’s power performance. First deliveries are to begin in September
this year. Eurocopter says the excellent avionics, power, speed and low
vibration levels make it a unique aircraft.
IATA, AB emisyon sistemine alternatif geliştiriyor
Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA), 2020 yılından itibaren dünya genelinde geçerli olmak üzere, havacılık operasyonlarında zorunlu olacak tek bir emisyon dengeleme sistemi olması yönünde bir teklif düzenledi. Bu teklif ve beraberindeki, hükümetlerin aynı piyasa temelli ölçütleri (MBM) taşımacılara nasıl uygulayacağına ilişkin kılavuz ilkeler ile IATA; ihtilaflı Avrupa Birliği
Emisyon İşlem Sistemi’nin (EU ETS) tam olarak uygulanmasından kaçınmanın yanı sıra karbon emisyonları nedeniyle havayollarına verilecek cezalar ya da vergilere ilişkin koordinasyonsuz, birbiriyle çelişen ve tartışmalı politika ölçütlerinden de kurtulmayı
umut ediyor. IATA verilerine göre dünya genelinde havacılıkla ilgili olarak kesilen çevresel ceza ve vergilerin tutarı 7 milyar doları
aştı. Bu teklif, Uluslararası Sivil Havacılık Kurumu’nda (ICAO) süren piyasa bazlı ölçüm tartışmalarına son verebilir.
IATA developing alternative to EU emissions system
The International Air Transport Association (IATA) has issued a proposal for a single, mandatory emissions-offsetting system for aircraft
operations worldwide from 2020.With this proposal and accompanying guidelines on how governments could apply the same marketbased measure (MBM) to individual carriers, IATA hopes to avoid reinstating the full implementation of the controversial European Union
Emissions Trading System (EU ETS) as well as a patchwork of uncoordinated, overlapping and disputed policy measures to punish or tax
airlines for their carbon emissions. More than $7 billion in environmental charges and taxes are already levied on aviation worldwide,
IATA says.The proposal could potentially also resolve the deadlock on the ongoing market-based measure discussions in the International
Civil Aviation Organization (ICAO).
9
Haberler
Ticari motor piyasasını eşi benzeri görülmemiş bir yıl bekliyor
Son teknoloji turbo fan testlerinin hız kazanması ve gelecek nesil askeri enerji santrallerindeki çalışmaların ilerlemesiyle 2013
motor üreticileri için yoğun geçeceğe benziyor. Üretim artacak
ancak askeri sektörden çok ticari alanda büyüme görülecek. Sırasıyla Leap-1 ve PW1000G ile tek koridorlu yolcu uçağı piyasasında verdikleri savaş nedeniyle CFM ve Pratt&Whitney yarışta öne
geçmiş gibi görünüyor. 2011 ve 2012 sipariş sayılarının 2013 yılında sürdürülmesi imkânsız gibi görünse de her iki motor için de
önemli testlere imza atılacak. Sadece Airbus A320neo’da başa baş
mücadele etseler de, Boeing 737 MAX ve Comac C919’dan (Her
ikisi de Leap kullanıyor.) Irkut­MS-21 (PW1400G) ve Bombardier
C Serisi’ne (PW1500G) kadar uzanan dar piyasada her iki uçak
motor ailesi de mücadele veriyor. General Electric/Safran ortak
girişimi olan CFM, üç modelde 4350’nin üzerinde sipariş ve taahhüt
verdi; bunlardan 1192 tanesi Leap-1. A320neo içinse, Pratt hemen
hemen 3000 motorluk sipariş ve taahhüt aldı ve bunların yaklaşık
1140 adedi yeni çift motorlu Airbus içindi.
Commercial engine market heads into an unprecedented year
Engine manufacturers will be busy in 2013 as testing accelerates on the latest commercial turbofans and work advances on the next generation of military powerplants. Production will rise, but more significantly on the commercial side than the military.The pace is highest at
CFM and Pratt & Whitney as they battle for the single-aisle airliner market with the Leap-1 and PW1000G, respectively.While the 2011 and
2012 order levels are unlikely to be sustained in 2013, it will see vital tests for both engines. Even though they compete head-to-head only
on the Airbus A320neo, each powers airliner families competing in the narrow-body market, ranging from the Boeing 737 MAX and Comac
C919 (both using the Leap) to the Irkut­MS-21 (PW1400G) and Bombardier CSeries (PW1500G). General Electric/Safran joint company
CFM has logged orders and commitments for more than 4350 engines across the three models, 1192 of them Leap-1As for A320neo. Pratt
has orders and commitments for almost 3000 engines, of which close to 1140 are for the new Airbus twin.
Pratt&WhItney, A320neo PurePower için test uçuşlarına başlıyor
Bir United Technologies Corporation şirketi olan
Pratt&Whitney’e ait PurePower PW1100G-JM
motoru ilk uçuşunu tamamlayarak motor ailesinin uçuş test programını lanse etti. Airbus
A320neo için üretilen PurePower PW1100G-JM
motoru; şirketin, Kanada’nın Mirabel şehrinde
yer alan Mirabel Havacılık Merkezi’nde bulunan
ve Pratt&Whitney’e ait Boeing 747SP uçuş test
tertibatında denendi. Yerdeki test programı, ilk
uçuşun önünü açan 365 saatten fazla yer performansı ve işletilebilirlik testinden oluşuyordu. Buna
ek olarak 3 adet PW1100G-JM motoru, Pratt&Whitney’de zorlu yer testlerinden geçmeye devam ediyor.
Pratt&Whitney begins flight tests of PurePower for A320neo
A
L
’
S
U
S
A
G
E
P
HEMEN ALIN
ZAFER
ı
n
a
m
L
HAVA
N
A
D
N
I’
N
A
İM
L
A
V
A
H
R
kütahya ZAFE
.
’e
l
e
s
k
ü
r
b
e
v
’A
L
U
B
N
İSTA
ZAFER-brüksel
9
5
9
1
ZAFER-İSTANBUL
.99
.99
The PurePower PW1100G-JM engine from Pratt&Whitney, a United Technologies Corp. company, completed its first flight, launching the
engine family’s flight test program. The PW1100G-JM engine for the Airbus A320neo aircraft flew on Pratt&Whitney’s Boeing 747SP flying
test bed at the company’s Mirabel Aerospace Centre, in Mirabel, Canada. The ground test program led to more than 365 hours of ground
performance and operability testing which cleared the way for the first flight.Three additional PW1100G-JM engines are conducting rigorous
ground testing at Pratt&Whitney.
10
11
etkİNLİK
UTED’liler
brunch’ta buluştu
Handan Bayram Çavuş
(THY Hat Bakım,
Uçak Teknisyeni)
Ersen Kuzu (THY, Uçak Teknisyeni)
“Ailecek buradayız. Biz
karı-koca uçak teknisyeniyiz. Böyle güzel bir ortamda, iş arkadaşlarımızın
aileleriyle sosyalleşebilmek çok güzel. İş arkadaşlarımızı zaten işyerinde görüyoruz ama aileler
olarak bir araya gelme fırsatımız ancak UTED etkinliklerinde oluyor. Yine
çok güzel bir ortam var. Çok memnunuz.”
“UTED etkinlikleri sayesinde, yılda en az iki
kez arkadaşlarımızla kaynaşma fırsatı buluyoruz.
Bu tür etkinliklerin sosyalleşme ve dayanışma
anlamında çok faydalı olduğunu düşünüyorum. İş
stresinden dolayı bazen
her gün gördüğümüz iş
arkadaşlarımıza selam bile veremiyoruz. Bu tür etkinliklerde ise adeta hasret gideriyoruz, sohbet ediyoruz.
Diğer şirketlerde çalışan arkadaşlarımızla bir araya gelmek de çok güzel oluyor.”
Serdar Şengüleç
(THY Teknik Aviyonik Atölyesi, Baş Teknisyen)
Recep Konuksever
(THY Teknik Eğitim Md., Eğitim Şefi)
“Her zamanki gibi çok keyifli
bir etkinlik.THY ortamını seviyorum. UTED etkinliklerini
kaçırmamaya çalışıyorum. Bu
tür etkinlikler sosyalleşme
fırsatı yaratması ve herkesi
bir araya getirmesi açısından
çok güzel. Ailelerimizle katılıyor olmamız da ayrıca hoşumuza gidiyor.”
Ahmet Ercan (THY R-1, Uçak Teknisyeni)
“Etkinlik uçak teknisyenlerini bir araya getirmesi anlamında çok güzel. Çok keyifli bir ortam var burada.
Diğer istasyonlardaki ağabeylerimizle buluşup sohbet ediyoruz. Ben UTED’in
iftar etkinliklerine de katılmıştım; onlar da çok güzeldi. Böyle güzel etkinliklerin
devam etmesini temenni
ediyoruz.”
“Böyle güzel ve sosyal
bir ortamda, iş arkadaşlarımızla ve aileleriyle bir
arada olmak çok güzel. İftar yemekleri ve brunch
gibi UTED etkinliklerinin
devam etmesini istiyoruz.
Bu etkinliklerin en sevdiğim tarafı elbette aileleri
bir araya getirmesi.”
Emrah Yener (THY, Teknik Eğitmen)
“UTED etkinlikleri gayet güzel. Ailecek böyle güzel
bir günde arkadaşlarımızla birlikte kahvaltı ediyoruz. Müzikler, ikramlar,
ortam çok hoş. İnsanların
aileleriyle birlikte gelebilecekleri etkinliklere katılım daha yüksek oluyor.
İstanbul çevresine geziler
düzenlenirse katılmak isteriz.”
çak Teknisyenleri Derneği (UTED) üyeleri 16 Haziran’da, artık gelenekselleşen brunch etkinliğinde güzel
ve güneşli bir pazar gününün keyfini hep birlikte çıkardı. Florya Kaşıbeyaz İtalyan Restoranı’nda düzenlenen
brunch’ta UTED üyeleri hem aileleriyle birlikte keyifli saatler geçirdi, hem de uzun zamandır görmedikleri
meslektaşlarıyla vakit geçirme fırsatı buldu. UTED üyelerinin ücretsiz olarak katıldığı brunch’ların ikincisi 30
Haziran’da, yine Florya Kaşıbeyaz İtalyan Restoranı’nda gerçekleştirildi.
12
13
vİzyona
gİrecekler
Maskeli Süvari (5 Temmuz)
27. Uluslararası
İzmir Festivali
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın düzenlediği “27.
Uluslararası İzmir Festivali”, bu yıl da tarihi mekanları
sanatla buluşturmaya devam ediyor. 16 Temmuz’a kadar
devam edecek olan festivalde müzikseverler Efes Antik
Tiyatrosu, Celsus Kütüphanesi ve Bergama Kızıl Avlu gibi
pek çok tarihi mekanda birbirinden ünlü sanatçıları dinleme şansını bulacak.
Candan Erçetin yeni
albümüyle Harbiye
Açıkhava’da
Candan Erçetin, merakla beklenen “Milyonlarca Kuştuk…” adlı yeni albümündeki şarkıları ilk
kez 17 Temmuz’da, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava
Sahnesi’nde seslendirecek.
14
Asıl adı John Reid olan Lone Ranger lakaplı kovboyun, Kızılderili Tonto ile birlikte
haksızlıklara karşı verdiği mücadeleyi anlatan ünlü TV dizisi şimdi de beyazperdede.
Yönetmen koltuğunda adını Karayip Korsanları serisiyle duyuran Gore Verbinski,
başrollerde ise Johnny Depp ve Armie
Hammer var.
Aşk’a 103 Adım
Tiyatrokare’nin sevilen oyunu “Aşk’a 103 Adım,” İstanbul’dan sonra şimdi de
İzmir’de tiyatro severlerle buluşuyor. 16 Temmuz’da Bostanlı Suat Taşer Açıkhava
Tiyatrosu’nda sahnelenecek olan oyunun başrollerinde Özge Özberk ve Bülent
Seyran var. Bu aile komedisini sahneye koyan ve uyarlayan isim ise Nedim Saban.
Troya
Anadolu Ateşi Dans Topluluğu,
ölümsüz efsane Troya’ya hayat
veriyor. Bu muhteşem gösteri
2, 9, 16, 23 ve 30 Temmuz tarihlerinde Antalya Aspendos Antik
Tiyatrosu’nun büyülü atmosferinde izlenebilir.
Genç Çıraklar (12 Temmuz)
Aynı satış departmanında çalışan orta yaşlı
iki arkadaş işten kovulunca bir anda kendilerini Google’da stajyer olarak bulurlar.
Yılın heyecanla beklenen komedi filmlerinden biri olan Genç Çıraklar’da Owen
Wilson, Vince Vaughn ve Will Ferrell’ı başrollerde izleyeceğiz.
Pasifik Savaşı (19 Temmuz)
İstanbul
Caz Festivali
20 yaşında!
2-18 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek olan
İstanbul Caz Festivali, bu yıl
20. yaşını kutluyor. Festival,
14 farklı mekanda 400’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçıyı
ağırlayacak.
Pan’ın Labirenti ve Hellboy gibi filmlerin
ünlü yönetmeni Guillermo del Toro bu kez
bir bilimkurgu filmiyle karşımızda. Denizin
derinliklerinden çıkarak dünyaya korku
salan Kaiju adlı dev yaratıklarla savaşmak
için Jaeger adlı devasa robotlar üretilir.
Jaeger’lar pilotlarının beyin gücüyle çalışan
donanımlı ve güçlü robotlardır. Ne var ki
Kaiju’ların yarattığı felaketi onlar bile durduramaz.Tüm çareler tükenmişken ortaya
çıkan eski bir pilot ve stajyeri insanlığın
son umudu olmaya çalışacaktır.
The Wolverine (26 Temmuz)
Marvel’in ünlü çizgiroman serisi X-Men’in
en sevilen karakteri Wolverine bir kez
daha kendi başına çıktığı bir macerayla
beyazperdede. Jean Grey’in ölümünün ardından depresyona sürüklenen ve mutant
kimliğinden kurtulmak isteyen Wolverine,
yıllar önce hayatını kurtarmış olan bir arkadaşının kendisinden yardım istemesi
üzerine Japonya’ya gider. Burada onu Silver Samurai isimli ölümcül bir düşmanın
beklediğini ise bilmemektedir.
15
röportaj
TGS Genel Müdürü
Bayram Özçelik:
“THY’nin başarısında
TGS’nin de payı var”
Uçak bakımdan yer
hizmetlerine ve filo
kapasitesine her yönüyle
günbegün büyüyen sivil
havacılığımızın genç ve
dinamik yer hizmetleri
şirketi TGS’nin Genel Müdürü
Bayram Özçelik ile sektörün
bugünkü durumunu ve hızla
büyüyen bu başarılı şirketin
hedeflerini konuştuk.
Sektördekiler sizi elbette tanıyor ama yine
de tanımayanlar için bize kendinizden ve
kariyer geçmişinizden bahseder misiniz?
İlk ve orta tahsilimi memleketim Rize’de tamamladıktan sonra, 1995 yılında Uludağ Üniversitesi,
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi
Bölümü’nden mezun oldum.Lisansüstü eğitimim için
gittiğim Almanya’da bir yandan da Daimler-Benz’de
ve part-time olarak da Stuttgart Havalimanı’nda
çalışma fırsatı buldum. Bu deneyim sayesinde Almanların iş kültürü ve disiplinini de tanıma fırsatı
buldum. Siyaset bilimi ve işletme eğitimimi tamamlayıp 2004 yılında Türkiye’ye döndüm ve THY’nin
Pazarlama ve Satış Başkanlığı biriminde uzman olarak göreve başladım. Daha sonra çalışma hayatına
atıldığım ilk yıllardan çok iyi bildiğim Almanya’ya,
THY Frankfurt Müdürlüğü’ne “pazarlama şefi” unvanıyla tayin edildim. Frankfurt’ta pazarlama şefliği
yaptıktan sonra 1,5 yıl THY Düsseldorf müdürlüğü
görevini üstlendim. Yaklaşık dört yıl THY Frankfurt
müdürlüğü görevinden sonra İstanbul’a THY Genel Müdürlüğe, pazarlama ve satış başkanı olarak
atandım. Pazarlama başkanlığından sonra temmuz
2010’da TGS genel müdürü olarak atandım. Halen
TGS genel müdürlüğü görevini sürdürüyorum. İngilizce ve Almanca biliyorum.
2004 yılından bu yana bu sektörün içinde
görev yapan biri olarak dünden bugüne havacılığımızın ve spesifik olarak yer hizmetlerinin geldiği noktayı değerlendirir misiniz?
Ülkemizin özellikle son 10 yılda geçirdiği sosyoekonomik değişim ve gelişim, ortaya THY gibi bir dünya markasını çıkardı. Bu değişimin ana unsurlarından ve sembollerinden biri olarak her Türk vatandaşını gururlandıran THY gibi bir markaya hizmet
vermek ve onu hizmet verdiği dünya klasmanında
temsil edebilmek TGS için de çok önemli idi. İştigal
alanı ne olursa olsun bir dünya markasına hizmet
16
vermek her şirketin hedefidir. Biz kuruluşundan
itibaren, bir dünya markası olan THY’ye hizmet
vermenin bilinci ile hareket ettik. Böyle güçlü bir
marka ile büyümek bizim için hayati önem taşıyordu. Son 10 yılda neredeyse herkes uçağa en az bir
kez bindi. İç havacılıkta bir yandan uçan yolcu sayısı
artarken diğer yandan özellikle de transit ve aktarmalı yabancı yolcu sayısında hatırı sayılır miktarda
bir artış oldu. Diğer yandan, açılan yeni destinasyonlar ve alınan uçaklar ile büyüme hızı oldukça
arttı. Bu durum özellikle de Atatürk Havalimanı’nın,
kapasitesini her geçen gün zorlamasına neden oldu.
Bundan dolayı dünyanın en büyük havalimanı ihalesi yine bu dönemde gerçekleşti. TGS olarak biz de
sektördeki bu büyümeye paralel bir yer hizmetleri anlayışını yerleştirmeye çalıştık. 3 yıl önce 5 bin
500 olan çalışan sayımız, üç yılın sonunda yaklaşık
8 bine çıktı. Kullandığımız araç ve ekipman sayımız
da buna paralel bir artış gösterdi.
17
röportaj
TGS’nin verdiği hizmetler ve teknik altyapısına ilişkin bilgi verebilir misiniz?
TGS olarak müşterilerimize; yolcu hizmetleri, harekat,
ramp, kayıp eşya ve kargo operasyonlarında hizmet
vermekteyiz. En büyük müşterimiz olan THY için kendi DCS sistemi olan “Troya”yı kullanmaktayız. Diğer
müşterilerimiz için ise SITA-DCS sistemi kullanılmaktadır. Müşterilerimizin isteği üzerine kendi DCS sistemlerini de kullanabilmekteyiz. Hedefimiz en temelde, tüm süreçlerin elektronik ortamda sağlıklı bir şekilde yönetilmesinin sağlanmasıdır. Özellikle şirkette
üst yönetim raporlarının hızlı, doğru şekilde kurulan
bu sistemlerden alınması ve stratejik kararlarda bu
rapor sonuçlarının değerlendirilebilmesi varılmak istenen önemli noktalardan biridir.
TGS teknik altyapı anlamında yatırım planlarını, şirket
ihtiyaçlarıyla doğru orantılı olarak yapmaktadır. 7 bin
800 çalışanı ve Türkiye’nin en büyük 8 istasyonu ile
geniş çapta hizmet vermektedir. Altyapı yatırımlarını
da sürekli geliştirmektedir. Şirketin lojistik (satınalma,
satış, teknik bakım onarım) ve mali işler (muhasebe, finans, insan kaynakları) süreçleri SAP yazılımı ile
sürdürülmektedir. Şirket kuruluşu ile SAP yazılımına
geçilmiştir; süreç iyileştirmeleri ve yeni süreçler için
gerekli olan ilave çalışmalar devam etmektedir.
Ayrıca operasyonel ihtiyaçlara göre çeşitli projeler zaman ve bütçe planları yapılarak devreye alınmaktadır.
Sonuçlanmakta olan projelerimizden bazıları kaynak
planlama, araç takip ve PDKS raporlama sistemlerinin devreye alınmasıdır. TGS olarak yolcu hizmetleri,
harekat, ramp, kayıp eşya ve kargo hizmeti yani full
handling hizmeti verebilecek kapasitedeyiz ve pek çok
müşterimize de bu şekilde hizmet sunuyoruz.
TGS çok büyük ve genç bir şirket. TGS’nin
dünya çapında bir şirket olması yönündeki hedef ve çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
TGS ilk kurulduğunda 5 istasyonda hizmet veriyordu.
Ben göreve geldiğimde ise İstanbul Sabiha Gökçen’in
hizmete başlaması için altyapısı hazırdı ve hemen devreye aldık. Ardından bu yıl Milas-Bodrum ve Dalaman
18
havalimanlarında hizmet vermeye başladık. Toplamda
şu an için 8 istasyonda hizmet veriyoruz. Bu istasyonlarda sadece THY’ye değil dünyanın belli başlı havayolları başta olmak üzere irili ufaklı kargo ve yolcu
uçaklarına da hizmet veriyoruz. Kuruluşundan bugüne
kadar yerli ve yabancı havayollarının, şirketimizin katettiği mesafeyi takip ettiğini biliyoruz. Personel sayısı,
operasyonel kabiliyet ve en son teknoloji ile üretilmiş teknik ekipmanlara sahip olması, TGS’nin tercih
edilmesini olağan hale getiriyor. Bir de arkamızda THY
ve TAV gibi iki güçlü kuruluşun olması bizi bir adım
öne çıkartıyor. Bu yeteneğimiz bizi kısa vadede olmasa
bile orta vadede Avrupa pazarına çıkmaya zorluyor. Bu
anlamda görüşmelerimiz de oldu. Halen, Avrupa’da ve
özellikle de Almanya’da havayolu şirketlerine yer hizmeti verme konusundaki girişimlerimiz devam ediyor.
TGS’nin özellikle Avrupa pazarında çok başarılı işlere
imza atacağına inanıyorum.
TGS olarak müşteri memnuniyetini en üst seviyeye taşımak adına yaptığınız çalışmalardan
bahseder misiniz?
Günümüzde gittikçe yaygınlaşan çağdaş kalite yönetim
anlayışları, bir yandan işletmelerin rekabet gücünü artırırken diğer yandan kişilerin oluşturduğu topluluğa
katkı sağlamaktadır. Hizmet sektöründe beklentilerin
kişiden kişiye değişmesi sistematik bir yaklaşımı gerekli kıldığı için geleneksel metotlarla müşteri beklentilerini karşılamaya çalışmak, günümüzde artık yeterli
olamıyor. TGS’de “müşteri” kavramı, ISO 9001 Kalite
Yönetim Sistemi’nde de öncelikli prensipler arasında
yer alıyor. İşimizin yoğunluğu her geçen gün artarken
müşteri beklentilerinin ve rekabetin de artması sonucu her kurum gibi biz de müşteri memnuniyeti süreçlerini oluşturmakta ve yönetmekte zorlanmaya başladık. Şirketimiz bu düşünceden hareketle ocak 2012’de
başlatmış olduğu “ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti”
proje çalışması sonucunda genel müdürlüğümüz ve
hizmet verdiğimiz 6 havalimanında (Atatürk, Esenboğa,
Sabiha Gökçen, Antalya, Adana ve Adnan Menderes),
haziran 2012 itibarıyla sertifikasyon sahibidir. Müşteri
Toplamda şu an için 8 istasyonda hizmet
veriyoruz. Bu istasyonlarda sadece
THY’ye değil dünyanın belli başlı
havayolları başta olmak üzere irili
ufaklı kargo ve yolcu uçaklarına
da hizmet veriyoruz. Kuruluşundan
bugüne kadar yerli ve yabancı
havayollarının, şirketimizin katettiği
mesafeyi takip ettiğini biliyoruz.
Personel sayısı, operasyonel kabiliyet
ve en son teknoloji ile üretilmiş teknik
ekipmanlara sahip olması, TGS’nin
tercih edilmesini olağan
hale getiriyor.
memnuniyeti TGS için olmazsa olmazlardandır. THY 3 yıldır
Skytrax değerlendirmesine göre “Avrupa’nın En İyi Havayolu
Şirketi” ödülünü alıyor; bu ödülde yer hizmetlerinin önemli bir payı var. Bu anlamda dolaylı yollardan da olsa TGS’nin
kalitesi uluslararası arenada da kanıtlanmış durumdadır. Adana, Antalya, İzmir, Ankara ve Sabiha Gökçen istasyonlarımız,
SHGM tarafından zorunlu kılınan ISAGO istasyon belgelendirme denetimlerini “0” bulgu ile geçmiş ve şirketimiz, IATA
tarafından tescil edilmiştir.
Şikayet bildirim sisteminiz nasıl işliyor?
Yolcularımızın şikayetleri [email protected] e-posta adresi ve
telefon aracılığı ile alınmakta, gelen e-postalar Kurumsal İletişim Müdürlüğü tarafından gerekli birimlere yönlendirilmekte
ve yapılan araştırmalar sonucunda, yolcularımıza yazılı veya
sözlü dönüş yapılmaktadır. Yolcumuzun şikayetine istinaden
araştırma süreci, yolcumuzun havalimanına giriş yaptığı andan
itibaren yapılan işlemlerin sistem üzerinden incelenmesini ve
işlem yapan personelimizle görüşme yapılarak bilgi alınmasını
kapsamaktadır. Bütün bu işlemler sonrasında yolcularımıza
aynı gün ya da en geç iki işgünü içerisinde gerekli bilgilendirme yapılmaktadır. Günde ortalama 35-40 şikayet gelmektedir.
Ayrıca müşteri ilişkileri birimi olarak THY Customer servisi
tarafından da yolcularımızın şikayet ve teşekkür e-postaları
tarafımıza ulaşmaktadır. Geri dönüşlerde muhatabımız direkt
olarak nihai kullanıcı diye adlandırılan yolcu değil, hizmet verdiğimiz havayolu şirketi olmaktadır.
Yolcularınızın ve personelin can güvenliğini sağlamak adına aldığınız tedbirleri ve yaptığınız uygulamaları anlatır mısınız?
Öncelikli olarak verilen tüm yer hizmetlerinin SHGM’nin
19
röportaj
öngördüğü güvenlik standartları içinde yapılmasını sağlamaktayız. Uçakların sefere hazırlanmasından, yükleme ve
balans prosedürlerinden yakıt alımına nezaret etmeye, yolcu bagajlarının ve kargonun kabulünden araç ve ekipmanın
uçaklara yanaşmasına kadar uçakların emniyetli bir şekilde
sefere hazırlanmasını yönetiyoruz. Saha ekiplerimiz uçakların
emniyet sınırları içinde yüklenmesinin evrak ve fiili kontrolünü yapmaktadır. Apron içinde 24 saat esasına göre mobilize
olarak görev yapan ramp safety ekibimiz, araçların kurallar
dahilinde hareket etmesini ve aynı zamanda personelimizin
koruyucu malzeme kullanımını denetlemektedir. İş sağlığı ve
güvenliği uzmanlarımız ve 7/24 hizmet vermektedir. İçinde
röntgen cihazı da bulunan işyeri hekimliğimiz ise operasyon
öncesi ve operasyon esnasında iş sağlığına uygun denetimler
yaparak önleyici tedbirler almakta, fiili müdahale ve tedavi
gerektiren durumlarda, olaya direkt müdahale etmektedir. İş
sağlığı ve güvenliğine uygun elbiseler ve koruyucu malzemeler konusunda ise özellikle mevsimsel şartları dikkate alıyor
ve ileri teknolojiden yararlanılarak üretilen malzemeleri tercih ediyoruz.
mamlanmıştır. Adana ve Adnan Menderes havalimanlarında
ise projemiz 2012’nin şubat ayında başlatılmış olup; mayıs
2012 itibarıyla Antalya Havalimanı’nda, kasım 2012 itibarıyla
Adana Havalimanı’nda, şubat 2013 itibarıyla da Adnan Menderes Havalimanı’nda “Yeşil Havaalanı Kuruluşu” belgelerimizi almış bulunuyoruz. Antalya, Adana ve Adnan Menderes
istasyonlarında çalışan tüm personelin çevre bilinci ile ilgili,
kurumumuzda oluşan tüm atık tiplerini kapsayacak şekilde
eğitim alması sağlanmış ve bilinçlendirme çalışmaları başarıyla tamamlanmıştır. Yeni eklenen Milas-Bodrum ve Dalaman
istasyonlarının sertifikasyonunun ise önümüzdeki yıl yapılması planlanmaktadır.
TGS gün geçtikçe büyüyen bir aile. İşe alım sürecinizden ve personeli sahaya hazırlama anlamında
verdiğiniz eğitimlerden söz eder misiniz?
Yolcu Hizmetleri, Harekat, Ramp ve Kargo departmanlarımızdaki işin niteliğine uygun personel adaylarımıza, ilgili birimlerin öngördüğü İngilizce sınav ve mülakatları yapıyor ve
seçimimizi buna göre gerçekleştiriyoruz. SHGM’nin öngördüğü mecburi eğitimlerin ardından, seçtiğimiz personeli, kurum içi oryantasyon ve davranış-kişisel gelişim eğitimleriyle
sahaya hazırlıyoruz. Harekat biriminde olduğu gibi Ramp ve
Kargo’da da, mecburi eğitimlerin ardından uygulamalı eğitimler verilmektedir. İşçi-şoförler için araç üzerinde uygulamalı
alıştırma eğitimleri gerçekleştirilmektedir. Aynı şekilde işçi
şoför-operatör şoför ve makinist geçişlerinde, mecburi ve
uygulamalı eğitimler verilmektedir. Bunların dışında SHGM
kuralları gereği yapılması zorunlu olan yenileme eğitimleri
de planlı bir şekilde yürütülmektedir. Ayrıca kurum intraneti
üzerinden zaman ve insan kaynağının verimli kullanılmasına
yönelik avantajlar sağlayan uzaktan eğitim modülü de etkin
olarak kullanılmaktadır.
SHGM’nin başlattığı “Gren Airport” projesine destek vermek amacıyla yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
TGS, “Green Airport” projesine destek veren bir kuruluştur. Bu amaçla Yönetim Sistemleri Müdürlüğü’müz, gerekliliklerini karşılayabilmek ve yol haritamızı belirleyebilmek
adına, ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre Çevre Yönetim Sistemi El Kitabı ve bir dokümantasyon yapısı oluşturulmuştur. Proje ilk olarak Antalya İstasyonu’nda başlatılmıştır. Proje için gerekli çalışmalara 2011 yılının nisan ayında
başlanmış ve başvuru süreci 2011 yılının aralık ayında ta20
21
gezİ
Yazı/Article: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi/Yeditepe University Instructor
[email protected]
EGE’DE BİR ADA: MİDİLLİ
Lesbos: An Aegean Island
ıllardan beri Ayvalık’tan bakar dururdum Midilli’ye.
Çok büyük ve dağlık bir yer olduğunu düşünürdüm.
Haklıymışım. Hem büyük hem de çok dağlık, iniş ve
çıkışlarla dolu bir adaya gelmiştim. Gerçekten de
Yunanistan’ın en büyük adası Girit, ikincisi Eğriboz, üçüncüsü de Midilli Adası imiş. 1630 metrekarelik bir ada. Tümüyle
gezmeye kalkıldığında en az beş günü gözden çıkartmak gerekiyor.
Midilli’ye gitmek çok kolay ve zevkli bir yolculuk ile mümkün. Ben Ayvalık’tan 90 dakikalık bir tekne yolculuğu ile adaya
ulaştım. Daha tekne limana yanaşır yanaşmaz adayla iki eski
tanış gibi sarmaş dolaş olmuştuk adeta. Mitilini adanın merke22
gazed at Lesbos from Ayvalık for years. I thought that it
was a vast and highland place. I was right. I arrived at a
big, mountainous island invaded by hills. Indeed, Crete is
the biggest Greek island, followed by Eğriboz and Lesbos.The island is situated on 1630 square meters. If you want to go
on sightseeing all around the island, you should be willing to spend
minimum five days.
The trip to Lesbos is easy and enjoyable. I arrived at the island after
a 90-minute seafaring.The minute the boat anchored at the port, we
were locked in a close embrace with the island, as if two old acquaintances reunited. Mytilini is the center, capital city of the island. Besides, the boats berth to this beautiful city. It is a highly sophisticated,
zi, başkenti. Zaten tekneler de bu güzel kente yanaşıyor. Son
derecede şık, güzel bir yer burası. Birbirinden elit kafelerin sıralandığı kordon boyu ve nefis marinası ile karşılaşıyorsunuz.
Limandan eksik olmayan şık ve görkemli yolcu gemileri ile
ada, zengin ve şık bir duruşa sahip olduğunu bize gösteriyor.
Güzel bir iklimi, nefis bir denizi olan ve pırıl pırıl bir güneşin
hüküm sürdüğü bu ada bana biraz Assos’u biraz da Cunda
Adası’nı anımsattı. Midilli Adası, görmeye alışık olduğumuz
klasik bir Yunan adası gibi değil. Yunan adalarında genellikle mavi ve beyaz hakim olur ya, işte Midilli hiç de öyle bir
görünümde değil. Adada biraz Bizans biraz da Osmanlı etkisi gözlemleniyor. Yunanların adaya verdikleri isim, Lesvos.
Midilli’den çok Lesvos’u kullanıyorlar.
Adanın tarihi İÖ 3000 yılına dayanıyor. Adı, mitolojik bir kahramandan ve güneşin oğlu Makaras’ın kızından geliyor. Ünlü
tarihçi Homeros da İlyada ve Odise’de Midilli’den bahsetmiştir. İÖ 6. yy’da ise Antik Çağ’ın ünlü kadın şairi Sappho burada
yaşamıştır. Adanın bir diğer ünlü ismi de Barbaros Hayrettin
Paşa. Barbaros Hayrettin, 1467 yılında Midilli’de doğmuştur.
Fatih Sultan Mehmet, 1462 yılında adayı alınca bölge Osmanlı
hâkimiyetine girmiş ve 450 yıl Osmanlıların idaresinde kalmıştır. Ta ki 1912 Balkan Savaşları’na kadar.
Midilli adasının iki önemli ve turistik şehri bulunuyor. Başkent
Mitilini ve adanın arka tarafında yer alan Molivos. Mitilini’de
birçok yerde uzo yani Yunan rakısının yapım yerlerini görebiliyorsunuz. Uzo yapımının 1800’lü yıllarda başladığı ve adanın en önemli gelir kaynağı olduğu biliniyor. Bir diğer geçim
kaynağı da zeytincilik ve zeytinyağı yapımı. Adada 13 milyon
zeytin ağacının olduğu söyleniyor.
Ben Mitilini kentini adanın diğer tüm yerlerinden daha çok
sevdim. Hem çok turistik hem de elitist havası insanı hemen
bağlıyor, etkiliyor. Güzel dükkânların yer aldığı ünlü alışveriş
caddesi Ermou oldukça ünlü bir bölge. Kordon boyuna paralel olarak yer alan cadde zaten birçok turistin hemen ilgisini
çekiyor.
Midilli’ye gelip de adanın arka tarafına geçmeden olmaz dediler. Biz de buna uyarak bir tur otobüsü ile anlaşıp adanın arkasına yani Molivos’a doğru yola çıktık. Önce çömlek yapımı
ile ünlenmiş Mantamados kasabasından geçtik. Yol boyunca
adanın elektriğini kendisinin ürettiğini öğrendik ve bu amaçla
yapılmış olan elektrik santralini gördük. İlginçti. Yine Molivos
yolu üzerinde yer alan ünlü Koruyucu Taksiyaris Kilisesi’ni
gördük. Kilise, Bizans zamanında kullanılmış ancak 1879’da
bugünkü halini almış. Kilise ve kilisenin bahçesi çok etkileyici
ve güzeldi. Kilsenin bahçesinde Midilli’ye özgü bir lezzet olan
ballı yoğurt ve lokma tatlısı yeniyor. Ben de tadına baktım.
Nefisti. Herkese tavsiye ediyorum.
Adanın merkezi olan Mitilini’den Molivos’a gidiş yaklaşık 1
saat sürüyor. Bu yol tam bir macera yolu. Dar yollar, nefis
çam ve zeytin ağaçları ile dolu. Sağ yanı başımızda da nefis
bir deniz. Molivos’a vardığınızda ise tam anlamı ile bir Ortaçağ kentine gelmiş oluyorsunuz. Kentin girişinde önce Cenevizlilerden kalma kale sizi karşılıyor ve adeta selamlıyor.
Molivos’un yolları, Arnavut kaldırımları, dar sokakları ve bu-
beautiful place.The waterfront boasting elite cafes and a magnificent
marina welcome us. Chic and spectacular cruise ships, which are the
usual view of the port, give a rich and fashionable appearance to the
island.
The sun-soaked island reminded me of Assos and Cunda Island with
its beautiful climate and great sea. Lesbos is not one of those Greek
islands we are used to see. Blue and white are the typical colors of
Greek islands; however this is not true for Lesbos.The island is inspired by the Byzantium and Ottoman. The Greek name of the island,
Lesvos, is more common than Lesbos.
The islands history goes back to 3000 B.C.The name is derived from
a mythological heroine and daughter of Macareus, the son of Helios.
The renowned historian Homer mentioned Lesbos in his works Iliad
and Odyssey. In the 6th century B.C., the famous poetess of the Ancient Age, Sappho, lived here. Another famous persona of the island
is Barbarossa Hayreddin Pasha. Barbarossa Hayreddin was born in
Lesbos on 1467.
In 1462, Mehmet the Conqueror invaded the island. So it became
part of the Ottoman Empire and remained under Ottoman governance for 450 years. Until the Balkan War in 1912!
The Lesbos Island has two big and touristic cities; the capital city
Mytilini and Molyvos on the back of the island. In Mytilini, there are
several ouzo -Greek raki- production sites. Ouzo production, which
started in the 1800s, is known to be one of the island’s primary
income sources. Other sources of income are olive cultivation and
production of olive oil. It is speculated that there are 13 millions olive
trees on the island.
23
gezİ
rada yer alan küçük hediyelik eşya dükkânları çok ama çok
güzel. Evler taştan yapılmış ve cumbalı.Ayrıca burada bulunan
cami de çok güzel. Bir an kendimi adeta bir tiyatro oyununun
içinde hissettim. Her yer, tüm sokaklar birer dekor; ben de
bir oyuncuymuşum gibi.
Molivos’un sahili çok ünlü. Sahilde yer alan restoranların
önünde belediye plajı yer alıyor ve ücretsiz olarak herkes
buradan denize girebiliyor. En ünlü yemekleri sardalya balığı.
Ben de tavsiyelere uyarak ondan yedim. Çok güzeldi. Sakız
reçeli, sardalyesi, uzosu, nefis Grek salatası, lokması, ballı yoğurdu derken tam da bizim damak tadımıza uygun bir mutfak
olduğunu görüyorsunuz.
Bu adada bir de havaalanı olduğunu gördüm ve çok şaşırdım.
Atina ve Selanik başta olmak üzere Yunanistan’a günde birkaç
sefer yapılıyor. Atina’ya günde beş sefer olduğunu söylediler.
Yeşil pasaportu olanlardan vize istenmiyor. Diğer pasaportlar
içinse Shengen vizesi gerekiyor.
İşte size Midilli. Mutlaka görmeli, Ege mutfağına ait nefis lezzetleri tatmalı ve adayı yaşamalısınız. Ben Midilli’den çok etkilendim. Zamanın geçmesini istemedim. İnanın gezmekten
denize bile giremedim. Bir daha gidip bu kez adanın mavi sularında yüzmeyi planlıyorum. En kısa zamanda, yaz bitmeden...
24
I liked Mytilini better than all the other places on the island. The
touristic and elitist atmosphere affects and enchants you right away.
Ermous, the famous shopping venue offering appealing stores, is a
very well known area.The avenue situated parallel to the waterfront
is actually a center of attraction for many tourists.
A visit to Lesbos is not complete without visiting the back of the island.Thus, we found a tour bus and traveled to the back of the island;
Molyvos city. First, we visited Mantamodos, renowned for its earthenware pots. We learned that the island generates its own electricity
and visited the power station built for this purpose. It was interesting.
We also visited the famous Taksiyarhis Church built on the road to
Molyvos.The church was used during the Byzantine Era; however the
existing structure was built in 1879.The Church and the garden were
very impressive and beautiful. Honey-yoghurt and lokma dessert, unique tastes of Lesbos, are served at the Church’s garden. I tried it and
it was delicious. I recommend you to give it a try.
The road from the island’s centre Mytilini to Molyvos takes approximately one hour.The road is an absolute adventure.The narrow roads
are full of beautiful pine and olive trees.The beautiful sea is on your
right. Arriving at Molyvos is like arriving at a medieval city. A Genoese
castle welcomes and almost salutes you at the city gates.The roads
of Molyvos, cobblestones, narrow streets and small souvenir shops
are really appealing. The stone houses have bay windows. Besides,
there is a beautiful mosque. For a moment, I felt like I was a part of
a play. As if everywhere, each street was a piece of stage décor and
I was an actress.
Molyvos has a famous coast. The municipal beach lies in front of
the restaurants at the coastline and everyone can swim at this free
beach.The most famous dish is sardines. I tried it, as recommended.
It was delicious.With mastic jam, sardines, ouzo, delicious Greek salad, lokma dessert and honey-yoghourt, we can see that the cuisine
serves our taste.
I was very surprised to see that there is an airport at the island.
There are several flights to Greece every day, especially to Athens
and Thessaloniki.There are five flights to Athens every day.Visa is not
required for people with green passport. Schengen visa is required
for other passports.
This is all about the Lesbos Island.You should definitely see the island,
taste the delicious dishes of Aegean cuisine and experience the life on
the island. I was very impressed by Lesbos. I lost track of time. In fact,
I could not find time for swimming because of all that sightseeing. I
am hoping to visit the island once again to swim in its blue waters. As
soon as possible, before the summer is over…
25
havacılık
Yazı: Şebnem BAYEZİT
Ticari ve Yer Hizmetleri Eğitmeni
ÖĞRENCİ, GENÇLİK VE
YAŞLILIK İNDİRİMİ
5 yaşındaki Sn. Tibet Yazgan, bir ay sonra katılacağı
bir sempozyum için bilet fiyatları ile ilgili bilgi almak
için havayollarını aramaktadır.
Sn.Tibet Yazgan, gençlik yıllarında gitmeyi çok isteyip
de bazı nedenlerden dolayı gidemediği yüksek lisans programına, ikinci baharında gidebilme imkanını elde edebilmiş.
Bu yaşta öğrenci olması nedeniyle alacağı biletin fiyatında bir
indirim olup olmadığını havayolu personeline sorar...
“Bu yaşta da okula gidilir mi?” diye düşünenler olabileceği
gibi, “Okumanın ve öğrenmenin yaşı olmaz” diye düşünerek
yaşını engel olarak görmeden, tekrar okuyanlar ya da yarıda
bıraktığı eğitimini yıllar sonra tamamlamak isteyenler olabilir. Yani öğrenci olmanın yaş ile bir bağlantısı olmak zorunda
değildir.
Peki, 20 yaşındaki bir öğrenci ile 65 yaşındaki bir öğrenci uçakla seyahatinde bilet fiyatlarında aynı indirimden yararlanabilir mi?
IATA’ya göre 12 ila 26 yaş arasındaki, öğrenciliğini bir belge
ile ispat edebilen kişilere bilet fiyatlarında indirim yapılabilir.
Havayolları bu yaş aralığını istediği yaş aralığı olarak esnete26
bileceği gibi, hiç uygulamayabilir ya da bazı bölgeler, şehirler
arasındaki seyahatlerde uygulayabilir.
Mesela sadece iç hat uçuşlarında öğrenci indirimi uygulayabilir ya da tam tersi iç hat uçuşlarında hiçbir indirimli bilet
satmayarak sadece dış hat uçuşlarında bu hizmeti verebilir.
Bunun dışında öğrenciliği devam etmediği halde belli yaş arasında olan genç yolcularına indirimli bilet satan havayolları da
bulunmaktadır. Yani 22 yaşında ve öğrenci olmayan bir yolcu,
yaşından dolayı indirimli bilet satın alabilir.
Peki, Tibet Bey havayolunun uygulayacağı bir başka
indiriminden faydalanamaz mı?
İleri yaşlardaki bazı yolcularına yaşlılık indirimi uygulayan havayolları da bulunmaktadır.
Bazı havayolları 60 yaşını aşmış yolculara indirim uygularken,
bir başka havayolu 65 ve üstü diye bir sınır belirleyebilir. İndirim oranı da, havayollarına göre farklı olabilir.
Ayrıca havayollarının aynı parkurda birden fazla ücret uygulaması olabilir. Havayollarının belirlediği her ücret üzerinden ve
her sattığı bilette indirim yapma zorunluluğu bulunmamakta
olup, bu tür kurallar havayollarına göre değişmektedir.
27
havacılık
göklerde
"alacakaranlık"
yılları
TÜRK HAVACILIK TARİHİ-2
Hezarfen Ahmed ve Lagari Hasan’ın sürüklediği havacılık
düşleri, Osmanlı devletinin kaderini yaşamaktan kaçınamadı.
İmparatorluğun dirhem dirhem eridiği yüzyıllar boyunca,
semalarımız renksiz, cansız ve umutsuz kaldı. Ve sonunda
tüm çabalar, Birinci Dünya Savaşı trajedisine çarpıp dağıldı.
“Diriliş” için “yeni Türkiye” beklenecekti...
002 yılında, Horasan’ın Nişabur şehrindeki caminin
minaresine çıkan fen tutkunu imam Ebu Nasır İsmail
Cevheri, vücuduna iplerle bağladığı kanatlarla kendisini boşluğa bıraktı. Bu talihsiz adam, kalbi insan sevgisiyle dolu bir imam, iflah olmaz bir fen tutkunu ve gözüpek
bir maceracıydı. Yaşadığı çağ için çok erken doğmuştu;
ufku çok açıktı ama hesaplamaları, kendi zamanının olanaksızlıkları içinde onu havada tutmaya yetecek kadar gelişkin değildi. Bir bilgiden çok, hakikat olabilecek bir düşü aramanın
imanıyla bırakmıştı kendisini boşluğa… Olmadı. İmam
Cevheri, gövdesine naiflikle iliştirilmiş beyaz bezden kanatları, göğsünde insanlığın bir gün gökleri fethedeceğine
dair inancı ve ruhunda hakikati aramanın huzuruyla yere çakıldı.Vefat etti.
28
İmam Cevheri, bu dizinin geçen bölümünde öykülerini anlattığımız Hezarfen Ahmed Çelebi ve Lagari Hasan
Çelebi’nin fikir atasıydı. Türk uçuş denemelerinin bu öncü
iki isminin başarılarına, kendi canına mal olan “başarısızlığıyla” yol vermişti. Belki o olmasaydı, onun buruk öyküsü
hüznün yanında uçma arzusu da uyandırarak dilden dile anlatılmasaydı, bu iki öncü de yaptıklarına cesaret edemeyebilirdi.
Ve o iki öncünün ardından, onlardan cesaret alarak yüzünü
göğe çevirenler de...
17. yüzyılın gözlerini göğe çeviren bu iki tutkulu fencisinin
ardından, Osmanlı-Türk dünyasında göklerle ilgili arayışlar
devam etti. Bir Türk havacılık tarihinin motiflerini oluşturabilecek etkide pek çok bireysel fikir ve girişim doğdu.
Galata ve Üsküdar tekkelerinde, Kahire medreselerinde,
Bursa’da, Konya’da, Şam’da ve Hazar kıyılarında Osmanlı bilginleri uçmanın yollarını aradılar. Ama Avrupa’dan yükselen
bilimsel devrim arayı açıyor, Batılı “hayalperest”lerin teknik
olanakları artıyordu.
Batı’nın “sıcak hava balonları” Osmanlı’nın ilgisini çeken ilk
uçma çabaları oldu. Osmanlı’da ilk balon uçuşu, Batı’dan on
yıllar sonra, 1785 yılının mart ayında Sultan Abdülhamit’in
de bulunduğu bir törende Topkapı Sarayı ile Bursa arasında gerçekleşti. Abdülhamit, yeşil Bursa’ya başarıyla inen
balonun Ayasofya Camisi’ne asılmasını ferman etti. Fenne
karşı tereddüt ve endişe bakiydi. Ama bu görkemli uçuş
Sultan’ı da etkilemişti. O balon, bir zafer nişanesi olarak
Ayasofya’da sergilendi.
On dokuzuncu yüzyıl ise bir durgunluk çağı olacaktı.
Karadeniz’de, Of Kasabası’nda yaşayan bir medrese talebesi
olan Veli Direko ve arkadaşı Ahmet Hoca’nın planör benzeri bir aletle yaptıkları ve tamamen rivayete dayandığı için
sonuçları hakkında yeterli bilgi sahibi olamadığımız uçuş
girişimi, o kurak yılların umut damlalarından biriydi. Ve ünlü
romancı Recaizade Ekrem Bey’in de hatıratında andığı Bebekli Atıf Bey’in icat ettiği söylenen ağaç ve ince sacdan
yapılma uçak ile havalanmayı denemesi de öyle…
Kontrol ve üstünlük artık tamamen Batı’daydı. Wright Kardeşler, 1903 yılında gerçek anlamda uçmayı başardıklarında
bu tüm dünyada sarsıcı bir etki yarattı ve içinde bulunduğu
tüm zorlu koşullara rağmen Âli Osmanlı da bu etkiden
azade kalamadı… Hızla toprak kaybeden, ayaklanan tebaanın
dirhem dirhem koptuğu ve büyük bir moralsizliğin peydah
olduğu imparatorluk sathında, bu çözülmeye karşı direnişin yolu olarak görülen ordunun tahkimi, havacılık açısından
da ilk çalışma alanını oluşturdu. Sultan II. Abdülhamit’i de29
havacılık
viren Mart Devrimi’nden sonra Harbiye Nazırı olan Mahmut
Şevket Paşa, yaklaşan felaketleri sezercesine, ordunun
modernleştirilmesine büyük önem veriyordu. Onun önayak
olmasıyla, Osmanlı semalarındaki ilk uçak uçuşu, pilot Baron
De Catters tarafından 2 Aralık 1909 tarihinde İstanbul’da
gerçekleştirildi. Sadece 9 gün sonra bu kez bir Fransız pilot, Manş Denizi’ni uçarak geçen ve adından söz ettiren
Beleriot, ikinci uçağı İstanbul semalarında süzdürdü. Her
iki girişim de kaza ile sonuçlanmış, bilimsel teknik gerilik,
Osmanlı göğünde talihsizlikle birleşmişti. Ama Mahmut
Şevket Paşa da, Osmanlı yönetimi de yılmadı. Havacılık faaliyetleri devam etti. Türk havacılığı açısından dönüm noktası olan yıl ise 1911
olacaktı. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Almanya
ve Fransa’da Askeri Ataşe olarak görev yapan iki kurmay
subayını, modern Türkiye’nin oluşumunda etkisi bulunacak
olan ve günümüzde de çok yakından tanınan Enver ve Fethi
(Okyar)’den, Avrupa ordularındaki gelişmeler hakkında bilgi
toplamalarını istedi. Bu iki subayın verdiği raporlar doğrultusunda, 1911 yazında Genelkurmay Başkanlığı’nda Kıtaatı
Fenniye ve Mevakii Müstahkeme Müfettişi Umumiliği’nin
2. şubesine bağlı “Tayyare Komisyonu” kuruldu. Kurmay Yarbay Süreyya Bey kumandanlığındaki bu komisyon,
Türk Hava Kuvvetleri’nin mütevazı bir çekirdeğiydi. Ve bu
komisyonun oluşturulduğu 1 Haziran tarihi, Türk Hava
Kuvvetleri’nin kuruluş günü kabul edildi.
28 Haziran 1911 tarihinde, bu komisyon tarafından yapılan
ilk sınavdan başarıyla çıkan Yüzbaşı Fesa ve Teğmen Yusuf Kenan beyler, aynı yılın temmuz ayında Fransa’da Beleriot
30
Uçuş Okulu’na gönderildiler ve mart 1912’de, Fransız Hava
Kulübü’nün 780 ve 797 no.lu pilot brövelerinin sahibi olarak
Türkiye’nin ilk pilotları oldular.
Ancak aksilikler Osmanlı devletinin yakasını bırakmıyordu.
Fesa ve Yusuf Kenan beyler pilotluk eğitimini sürdürürken
patlak veren ve acı verici bir yenilgiyle sonuçlanan Trablusgarp
Savaşı’nın alevleri sönmeden, Balkan Savaşları baş gösterdi. 1912 ve 1913 yılları, dünya imparatorluğunun gururunu da rencide edecek şekilde seyretti. Bu savaş esnasında,
cephede de görev alabilecek 10 uçağı vardı Osmanlı’nın…
Memur maaşlarının dahi ödenmesinde zorluklara yol açacak buhranların içinde, büyük fedakarlıklarla satın alınmışlardı. Ancak bunları uçurabilecek sayıda pilot yoktu.
Balkan Savaşları’ndan hemen sonra Birinci Dünya Savaşı’nın
çıkması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile saf
tutarak savaşa girmesi ile birlikte, hava teşkilatının yönetimi de Almanlara devredildi. Osmanlı Ordusu’nun uçak
sayısı 1915 sonunda 35’e, sonraki yıllarda ise 300’e kadar
çıktı. Alman uçakları da dahil edilince, savaş boyunca toplam
450 tayyare bu talihsiz ülkenin göklerinde savaşa tutunmaya
çalıştı.
Savaşın sonunda 100’e yakın pilot yetişmişti. Ama yazık ki savaş ağır şekilde kaybedilmişti. Alman pilot ve
teknisyenler ülkelerine döndü. Osmanlı Ordusu parçalandı
ve terhis edildi. Hava gücü de büyük oranda yok oldu. 10
Ağustos 1920 tarihinde imzalanan ünlü Sevr Antlaşması
bu konuda çok netti: Türkiye’de hava unsuru bulunmayacak,
6 ay içinde bütün uçaklar ve uçuş aletleri, motor ve aksamlarının, imal, ithal ve ihracatı yasaklanacaktı.
Bu esnada Kurtuluş Savaşı’nın
kahramanları, bugün “Tugayyolu”
olarak bilinen Kartal-Maltepe yakınlarındaki depodan Anadolu’ya
uçak kaçırma girişimleri içindeydi. İngilizler bunun istihbaratını
aldılar ve depoları bombalayarak
uçakları kullanılmaz hale getirdiler.
Kurtuluş mücadelesi bundan böyle
“karadan” sürdürülecekti. Ve Lagarilerin, Hezarfenlerin yürekli girişimleriyle çıkılan yolda, bu “sıfır” noktasına kadar varan duraklama, yerini bir
silkinmeye bırakmak için, Kurtuluş
mücadelesinin zaferle sonuçlanmasını,
bu zaferin üzerine yeni ve modern bir
ülkenin kurulmasını beklemek zorunda
kalacaktı…
Bizim de, modern Türkiye’nin askeri
ve sivil havacılık alanında yerden doğruluşunu ve gözünü yeniden göklere
dikmesini anlatmak için bir sonraki sayı
beklememiz gerekecek…
31
teknİk
Yazı: Mehmet Ertek
Mühendis
BAKIM ONAYLAMA VE
SERVİSE VERME METOTLARI
ervise verme; motor, komponent ve parçaları servise verme prosedürü ile uçak servise verme sertifikası (CRS-Certificate of Release to Service)
düzenlenmesi prosedürü olarak iki ayrı prosedüre
uyularak gerçekleştirilir.
Motor, komponent ve parçaları
servise verme prosedürü
Bu prosedür; bakımı yapılan motor, komponent ve parçaları
servise verme işlemleri ile bunların dışarıdan satın alınması
veya dışarıya tamir ettirilmesi durumunda kabul edilmeleri
işlemlerini kapsamaktadır. Bakım işlemleri, ilgili sivil havacılık
kurallarına, imalatçı tarafından yayınlanmış bakım bilgilerine
ve bakım prosedürlerine göre yapılmaktadır.
Genel olarak kullanılan bakım dokümanları:
- Komponent bakım elkitabı (CMM)
- Onarım veya elden geçirme elkitabı (O/HM)
- Yapısal tamir elkitabı (SRM)
- Motor bakım elkitabı (EM)
- Sivil havacılık otoriteleri yayınları (AD, SB vb.)
Onaylı dokümanda mevcut olmayan parça tamiri ile parçanın
verilen tamir limitlerini geçmesi durumunda, yapılacak tamir
32
işlemleri için gerekli bilgiler komponentin imalatçısından temin edilir ve bu bilgilere göre tamir işlemleri yapılır. Bakım
işlemleri tamamlandıktan sonra onaylayıcı personel tarafından motor veya komponente son göz kontrolü, bakım işlemleri sırasında düzenlenmiş bütün dokümanların ilgili personel
tarafından uygun olarak tamamlanıp imzalandığının kontrolü
ve imalatçı dokümanlarında yer almayan tamir işlemleri için
temin edilen prosedürlere göre tamir işlemlerinin yapılıp yapılmadığının kontrolü yapıldıktan sonra servise verme dokümanı hazırlanır.
Servise verme işleminde iki tip doküman düzenlenir:
- Atölye içinde kullanılmak üzere bekletilen faal veya bakımı
yapılarak faal yapılan, depoya faal olarak geri verilen, faal olarak sökülen komponent veya parçanın tekrar servise verilebilme amacıyla komponent için faal komponent kartı veya
parça için faal parça kartı,
- Motorla ilgili veya uçağa takılan diğer komponentler için
“JAA Form One” ve “Dual Release JAA Form One” düzenlenir.
Esen kalın...
33
kültür
r… Tek
e
Notala a bir şey ifad
n
ı
başlar , bir araya
n
,
etmeye rinde hüzün
e
l
geldik oşku gibi pek zı
,c
mı
sevinç
yaşama
mizin
çok duyguyu
evleri
;
n
aya
n
sağl
erimizi
l
k
e
r
ü
n,
ve y
rını aşa n,
a
l
r
a
v
du
ka
ıları yı ılmaz
g
r
ya
n
ö
aş
rı silip
sınırla dümdüz eden m
ı
ü
dağlar … Dünyanın t
n
r
notala ını kucaklaya
e
ar
insanl elodiler; biz
m
r.
sihirli olmuş tınıla
z
dair, bi nemlerinin
ö
ra
Haydi! D lmuş şarkıla
io
simges
relim…
e
v
k
a
kul
e
r
e
l
k
e
l
l
e
b
n
a
d
r
a
l
a
t
o
i
s
N
e
g
m
i
s
n
i
n
i
m
Dön e
r
a
l
ı
k
r
a
ş
ş
olm u
LILI MARLEEN (1939)
MARLENE DIETRICH
Tüm zamanların en çok bilinen savaş şarkısı olan “Lili
Marleen”in orijinal sözleri 1915’te, 1. Dünya Savaşı’nda, Rus
cephesinde savaşan Hans Leip tarafından yazıldı. Çok tuttuğu görülünce “nöbetteki genç askerlerin şarkısı” tanımlamasıyla 1938’de radyolarda yayınlandı. Müziği ünlü Alman
besteci Norbert Schultze’a ait olan şarkının orijinal ismi
“Lambanın Altındaki Kız (Almancası ‘Das mädchen unter der
laterne’)”dı. Zaten şarkı da lambanın altındaki Lili Marleen
adındaki bir kızdan bahsediyordu. Şarkı uzun adıyla değil de
kısaca “Lili Marleen” olarak ün kazandı. Lale Andersen tarafından 1939’da, Marlene Dietrich’in muhteşem sesiyle kayıt
edilmesi şarkının ününü artırdı. Şarkının cephelerde yaptığı
etki o kadar büyüktü ki Nazi rejimine ve Hitler’in sağ kolu
34
olan propaganda bakanı Joseph Goebbels’in emriyle marş olarak
kullanılmasına rağmen müttefikler arasında da popüler olmayı
başardı. 1941’de Belgrad’ın işgali sonucu Belgrad Radyosu’nun
Alman ordusunun radyosu haline gelmesi ile bütün Avrupa ve
Akdeniz de “Lili Marleen”i dinledi. Radyoda Andersen’in kaydı
çalınıyordu. Her akşam saat 21.55’te yayınlanan şarkı hem Alman hem de müttefik askerleri tarafından ilgiyle dinlenmekteydi.
İngiliz, Rus ve Amerikalı askerler de “Lili Marleen”le kah coşup
kah hüzünleniyor, sevgilisini, karısını, nişanlısını; kısaca geride bıraktıklarını hatırlıyordu. Cephede çarpışan her askerin bir Lili
Marleen’i vardı ve bu şarkı onlara hiçbir şarkının veremediğini
vermişti. Tüm cepheler şu sözlerle çınlıyordu:
“Fenerin altında
Kulübe kapısının yanında
Sevgilim hatırlıyorum
Nasıl beklediğini
İşte orada bana usulca fısıldamıştın
Beni sevdiğini, her zaman
Benim ışığın altındaki Lili’m olacaktın
Benim Lili Marleen’im”
Marlene Dietrich’ten sonra birçok sanatçı “Lili Marleen”i
söylemek için sıraya girdi. Bunlar arasında Vera Lynn ve Anne
Sheldon gibi ünlüler de vardı ancak 42 dile çevrilen şarkı en
çok Marlene Dietrich’le anıldı.
ÇAV BELLA (1938)
KIZIL ORDU KOROSU
Pek çoğumuz bu şarkıyı Sovyet Rusya ile özdeşleştiririz ancak
orijinal adı “Bella Ciao” olan “Çav Bela” aslında bir İtalyan halk
şarkısı. “Bella Ciao” İtalyancada “elveda güzelim” anlamına geliyor. Bir zamanlar İtalya’nın kuzeyindeki Po Ovası’nda pirinç tarlalarında zor, hatta sefil denebilecek koşullarda çalışan işçilerin
söylediği bu isyan dolu halk şarkısının bestecisi ve söz yazarı
bilinmiyor. Bu anonim şarkı, sabahleyin pirinç tarlasına çalışmaya giden bir adamın evde bıraktığı karısına hitaben söylediği
sözlerden oluşuyor. Şarkı o kadar popüler oluyor ki 2. Dünya
Savaşı’ndan önce Mussolini’ye ve ardından Alman işgalcilere
karşı mücadele veren İtalyan partizanların dilinden düşmüyor.
Ve en sonunda tüm dünyanın tanıdığı, bildiği şekliyle Kızıl Ordu
Korosu tarafından seslendiriliyor. Koro “Çav Bella”yı o kadar
güzel söylüyor ki, şarkı Sovyetlerle adeta özdeşleşiyor. Marş
formatında söylenmeye başlanan ve faşizme karşı direnişin
sembolü haline gelen şarkı, kısa sürede anarşistleri, komünistleri, sosyalistleri ve diğer antifaşist grupların resmi marşı haline
geldi. Savaştan sonra da haksızlığa, eşitsizliğe karşı mücadeleyi
benimseyenlerin, devrime inananların, sosyalistlerin marşı yani
bir devrim şarkısı olmayı sürdüren “Bella Ciao”, dünyanın dört
bir köşesinde onlarca farklı dilde ve formatta seslendirildi. Enstrümantal bir Musevi halk müziği türü olan “klezmer” tarzında
yapılmış 1919 tarihli bir plağın içinde “Bella Ciao”ya neredeyse
bire bir benzeyen bir şarkı olması akıllara, parçanın Musevi kökenli olabilme ihtimalini de getiriyor.
35
kültür
THE WALL (1979)
PINK FLOYD
HEARTBREAK HOTEL (1956)
ELVIS PRESLEY
IMAGINE (1971)
JOHN LENNON
“Cennetin olmadığını hayal et
Eğer denersen bu kolay
Altımızda cehennem yok
Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var
Hayal et bütün insanların
Bugün için yaşadığını...
Hiç ülke olmadığını hayal et
Bunu yapmak zor değil
Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok”
Bu hümanizm kokan sözlerin yer aldığı “Imagine” parçasıyla
John Lennon bir ütopyayı anlatıyordu tüm insanlığa.“Imagine”
parçası sanatçının 1971 tarihli aynı adlı albümünde yer alıyordu. 68 Beat Kuşağı’nın zirve yaptığı bu dönemde “Savaşma
seviş” sloganlarıyla meydanları dolduran ve artık savaşmak
ve bir hiç uğruna ölmek istemediklerini haykıran gençler için
bu parça adeta bir manifesto niteliğindeydi. Binlerce hippi
meydanlarda hep bir ağızdan Lennon’ın bu efsanevi şarkısını söylüyordu. Lennon şarkıyı “din karşıtı, milliyetçilik karşıtı,
gelenek karşıtı ve antikapitalist fakat şeker kaplı olduğu için
36
kabul görmüş” olarak tanımlıyordu. Her ne kadar şarkı sözlerinin Lennon’ın daha barışçıl bir dünyaya dair umutlarından
doğduğu sanılsa da aslında şarkının nakaratı Uzakdoğu’nun
asi kızı Yoko Ono’ya aitti. Ono daha Lennon’la tanışmadan
çok önce yazmıştı şarkının nakarat kısmında yer alan mısraları... Hatta bu mısralar, bestelenip şarkı haline gelmeden
önce, Ono’nun “Grapefruit” isimli kitabında da yayınlanmıştı.
Ono’ya bu şiiri, 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya’da geçirdiği
hüzünlü ama umut dolu çocukluğu yazdırmıştı.
Lennon bu birkaç satırlık şiiri çok beğenmiş ve karı-koca
birlikte oturup bu mısraları “Imagine” haline getirmişlerdi.
Günümüzde halen en çok sevilen şarkılardan biri olan “Imagine”, dünyaca ünlü bir müzik otoritesi olan Rolling Stone
dergisinin “Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı” anketinde
üçüncü sıradadır. Her ne kadar çeşitli versiyonları yapılmış ve
zaman içinde birçok farklı sanatçı tarafından seslendirilmiş
olsa da hala en çok sevilen ve beğenilen versiyonu orijinal
olanıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün resmi şarkısı olan “Imagine” pek çok farklı yerde kullanılmış, kabul edilmiş, farklı
sanatçılar tarafından defalarca seslendirilmiş ve resimden
heykele, değişik disiplinlerdeki birçok sanat eserine ilham
kaynağı olmuştur.
1950’lerin etekleri uçuran ve topukları çürüten rock’n roll
fırtınasının en önemli parçasıydı “Heartbreak Hotel”. Askerden yeni gelmiş 21 yaşındaki Elvis’i şöhretin zirvesine taşıyacak olan bu şarkının yazarı Nasville’li Tommy Durden’dı.
Gazetede okuduğu bir haberden etkilenmişti; haber, intihar
eden bir adamdan ve geride bıraktığı nottan bahsediyordu.
Müntehir nota bir tek cümle yazmıştı:“I walk a lonely street.”
Kısacık bir gazete haberi, Durden’ın içindeki şairi uyandırmış
ve bugün hemen hepimizin bildiği o mısraları yazdırmıştı. Bir
başka Nasville’li, Mae Boren Axton besteledi bu duygu dolu
şiiri. Elvis Presley’in menajeri Tom Parker’la iki Nasville’linin
yolları kesişti ve Parker şarkıyı dinler dinlemez şöyle dedi:
“Bu şarkıyı Elvis söylemeli!” Bu şartla şarkının haklarını yeniden düzenlettirdi. Durden, Axton ve Presley, “Heartbreak
Hotel”in sahibi olarak tescil edildi. Elvis Presley şarkıyı ilk
kez 1955 yılının sonunda seslendirdi; 1956’da “Heartbreak
Hotel” adlı 45’liği çıkardı ve single’a adını veren “Heartbreak Hotel”, Presley’in ilk hiti oldu. Bu single ile Elvis Presley,
“Billboard Top 100” listesinde ilk kez bir numaraya yükseldi
ve tam 7 hafta zirveden inmedi. 1956 yılında, askerden yeni
dönmüş olan 21 yaşındaki kralın ayak sesleri artık tüm dünyadan duyuluyordu.
“Hep kalabalık olmasına rağmen
Gene de bir oda bulabilirsiniz kendinize,
Kırık kalpli aşıkların
Kendi hüzünlerini seslendirdikleri
Kırıkkalpler Oteli’inde.
Onların yaptığı şey müzik değil, bambaşka bir şey, adeta ayinsel bir ilahiydi. Albümlerinde öyle farklı şeyler yaptılar, öyle
yeni şeyler denediler ki müziğin aslında bir bilim olduğunu
düşündürttüler tüm dinleyicilerine. Hayranları onların bu sıradışı tarzına bayılıyordu. Dünyaca ünlü İngiliz grubu, “The
Wall” albümüne adını veren ve nakaratında “We don’t need
no education/We don’t need no thought control” diye haykırdıkları “Brick In The Wall” adlı parçalarıyla dünyanın tüm
duvarlarını yıktılar! Pink Floyd, 1977’den beri üzerinde çalıştığı “The Wall” albümünü kasım 1979’da çıkarttı. Pink Floyd
bu albümde, “Pink” adındaki bir karakterin doğumundan itibaren tüm hayatını; savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konuları işlemişti. Bu ayrıksı konsept ve
şarkı sözleri Roger Waters’ın kişisel deneyimlerine ve Pink
Floyd’un kurucusu Syd Barrett’ın yaşamındaki izlere dayanıyordu. “Duvar” konsepti çıktıkları bir dünya turnesinde, sahnedeyken bir hayranıyla kavga eden Roger Waters’ın fikriydi.
Waters, grup üyelerine, bundan sonraki konserlerde sahnede
seyirciyle kendisi arasında bir duvar olmasını istediğini söyledi. Grup önce bu fikre karşı çıktı. Bunun tepki toplayacağını
söylediler. Ancak daha sonra bu konsepti geliştirerek bir insanın tüm insanlara karşı olması şeklinde kavramsallaştırdılar. Albümün kayıtları sırasında Waters egemenliği eline aldı.
Waters bir sene boyunca “The Wall” albümünü oluşturacak
şarkıların büyük kısmını yazdı. Ve Pink Floyd’un en görkemli
zamanının en görkemli albümü çıktı. Albüm gençlik üzerinde
sarsıcı bir etki yaptı; hatta dönemin İngiliz hükümeti albümü yasakladı ve toplattırdı. Albümün kendisi gibi konserleri
de birer olaydı. Konserin ilk bölümünde sahneye bir duvar
örülüyor, ikinci bölümün sonunda da yıkılıyordu. Sahne şovunda albümdeki karakterlerin (öğretmen, sevgili vs.) devasa
kuklaları da kullanılıyordu. Duvarın yıkılışı sırasında dinleyiciler kendinden geçiyor, adeta katharsis yaşıyordu. “The Wall”
gerek sözleri gerek besteleri gerekse sahne şovlarıyla Pink
Floyd’u tüm zamanların en efsane müzik grupları listesinin
tepesine oturttu.
Eğer sevgiliniz sizi terk ettiyse
Ve anlatacak bir hikayeniz varsa,
Yürüyün yalnız cadde boyunca,
Aşağıda bulacaksınız
Kırıkkalpler Oteli’ni”
diyordu Elvis Presley... “Heartbreak Hotel” o kadar “vurucu”
bir isimdi ki, sonraları bu ismi taşıyan birbirinden farklı pek
çok şarkı yazıldı. Bazıları Elvis’in versiyonunu aynen, kimileri
ise biraz değiştirerek okudu. Bazı müzisyenler de şarkılarının
bir yerinde bu deyimi kullandı. Ama elbette en başarılı ve
unutulmaz olanı her zaman olduğu gibi orijinaliydi...
37
ORİJİNAL
amanizm, doğada bulunan çeşitli olguların
gücünden faydalanarak bazı yöntemlerin ve
ritüellerin uygulanmasına dayalı bir inanç
sistemidir. Bir sorunu, doğada var olan soyut güçlerin yardımıyla çözmeye çalışmaktır;
evrensel bütünlüğün kendi parçalarını kendi
yöntemleriyle tamir etmesidir. Bu çözümü
sağlamak için kullanılan ruhsal güçlerin aracısı da Türkçe adıyla “Kam (Şaman)”lardır. Bu
sistemde önemli olan üç öğe; doğa, ruh ve
insandır. Şamanizm eski bir Asya dini olarak
tanımlansa da aslında bir din değil, yaşam biçimidir. Ve bu yaşam biçimi
başta bulunduğu coğrafya olan Orta Asya’yı ve aslında tüm dünyayı ve
inanç sistemlerini etkilemiştir; elbette hemen yanı başındaki Anadolu topraklarını da… Bugün günlük hayatımızdaki birçok kültürel öğe
İslamiyet’ten önceki kültürlerden biri olan Şamanizm’in izlerini taşımaktadır. Yeni Ay’a bakıp dilek tutmak, türbelerde mum yakmak, ağaçlara
bez bağlamak, müzikli ayinler, sayıların (özellikle kırk sayısı, ölünün kırkının yapılması vs.) uğuru ya da özellikleri, mezar taşı, köpek ulumasının
uğursuz sayılması gibi dinin içine karışmış görünen pek çok olgu aslında
Şamanizm’den kalmadır. Nazar boncuğu, tahtaya vurma, elden makas
veya bıçak almama ve kurşun dökme de yine Şamanizm kökenlidir. Bugün günlük hayatımızdaki birçok kültürel öğe Şamanist kültürün izlerini
taşımaktadır. Bazılarına şöyle bir göz atalım:
Ay: YakutTürkleri Ay tutulmasını Ay’ın küçülmesi olarak yorumlamakta,
bu küçülmenin ayın kurtlar ve ayılar tarafından yenmesinden kaynaklandığını düşünmektedirler. Altaylılar ise Ay tutulmasının, “Yelbegen” isimli
yedi başlı bir canavarın Ay’ı yemesi sonucu oluştuğuna inanmaktadır.
Orta Asya’da bu yaratıkları korkutup kaçırmak ve Ay’ı kurtarmak için
havaya taş atılmakta ve gürültü yapılmaktadır. Bu inanışın devamı olarak
bugün de Anadolu’da Ay tutulması sırasında havaya silah sıkılır, teneke
çalınır ve gürültü yapılır. Bugün halen Anadolu’nun bazı köylerinde Yeni
Ay’ın çıktığı günlerde yere diz çökerek dua edilmekte; gökyüzüne, Ay’a
ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni Ay’ın yeni umutlara
ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türklerin eski
Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.
Mum: Cami avlusunda mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm’den günümüze aktarılmış olan geleneklerdir.
Müzikli ayinler: Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müzik, ayinin olmazsa olmaz öğelerindendir. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin hayatı
müzik eşliğinde okunmaktadır. Mevlitlerde okunan ilahiler dini içerikli
müzikli anlatımlardır ve Şamanizm inanışının bir izdüşümüdür.
Tahtaya vurmak, nazar boncuğu takmak, Ay’a bakıp dilek tutmak...
Artık kültürümüzün bir parçası haline gelmiş olan ve pek
düşünmeden yaptığımız bu ritüeller aslında çok eskilere, binlerce
yıl öncesinin Şamanizm kültürüne dayanıyor.
38
40 sayısı: Şaman inanışına göre ruh, bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında 40 sayısı sıkça yer alır; “kırk yiğitler” ve
“kırk kızlar” gibi öğeler sıkça kullanılır. Manas Destanı’nda olduğu gibi
Dede Korkut Hikayeleri’nde de kırk yiğitler görülmektedir. Kırgızların
Türeyiş Efsanesi’nde ise Sağan Han’ın kızının, otuz dokuz hizmetçisi ile
birlikte bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmaları anlatılmaktadır;
kırk kız öğesi burada da kullanılmıştır. Hikayelerde ve masallarda kırk
gün kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır gibi deyişler sıkça geçer. 40 sayısı Şamanist inanışın yaygın olduğu dönemlerden
39
ORİJİNAL
kalmadır. Semavi dinler dahil tüm dinlerde 40 önemli bir sayıdır. İslamiyet’te ölünün 40’ı çıktıktan sonra Kur’an ve Mevlit
okutma, Musa’nın tanrının buyruklarını Tur Dağı’nda 40 gün
40 gecede alması, eski Mısır’da firavunların öldükten kırk gün
sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek
zorunda kalması, Hıristiyanların paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanması, Ayasofya Müzesi’nin zemin katında 40 sütun
bulunması ve kubbesinde 40 pencere olmasının kökeninde, o
devirlerden kalma Şaman gelenekleri yatmaktadır.
Mezar taşı: Şaman, ayin sırasında yardımcı ruhlarını
kullanmaktadır. Ölülerin, ailenin vefat etmiş büyüklerinin, eski
Şamanların ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman’a yardım ettiği kabul edilir. Ölen büyüklerin
ruhlarının çoğalması sonucu, bu ruhlardan en kıdemlisinin
başa geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman’a
yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde olduğu düşünülen
bu ruhlar, Şaman’a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı
olmaktadır. Toplumda ulu kabul edilen kişilerin ölümünden
sonra ruhlarından medet ummak, mezarları kutsal yerler haline getirmiş ve insanlar bu özel kişilerin ruhlarının kendilerine
yardım edeceği düşüncesiyle bu mezarları ziyaret etmeyi bir
gelenek haline getirmişlerdir. Günümüzde insanların mezar,
türbe, yatır ve benzeri yerleri ziyaret etmesi ve bunlardan
medet umması da bu inanç sisteminin devamıdır. Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve
zaman içinde kaybolması istenir. Ölünün kutsanması ve putlaştırılması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat
40
eseri olabilecek kadar süslenmesi, İslam coğrafyasında sadece
Anadolu’da görülmektedir. Şaman geleneğinin devamı olarak
Anadolu’da mezarlara ölenlerin sevdiği eşyalar bile konmaktadır. Gelin ve genç kızların mezarları tel ve duvaklarla süslenmektedir.
Kurban: Göktanrı inancında, kanlı kurban dışında kansız kurban geleneği de vardır. Ağaçlara veya kamın davuluna
bez bağlama, ateşe yağ atma gibi törenler bu tür kurbanlardır. Kansız kurbanların en önemlisi ruhlara bağışlanarak salıverilen hayvanlardır. Bu tür kurbanlara eski Türkler “ıduk”
demişlerdir yani “salıverilmiş, gönderilmiş”. “Iduk” terim
olarak “tanrıya gönderilmiş, tanrıya bağışlanmış hayvan” anlamına gelmektedir. Anadolu’da da ağaçlara çaput bağlama
ve kafesteki kuşların salıverilmesi halen sürdürülen gelenekler arasındadır.
Ölüm: Şamanizm’de köpeklerin ruhları hissettiğine ve
ruhun geldiğini uluyarak haber verdiğine inanılmaktadır. Günümüzde Anadolu’da köpek ulumasının uğursuz sayılması
bundandır. Bugün dahi köpeklerin bazı olayları önceden algıladığına ve bunu uluyarak haber verdiğine inanılır. Bu inanca
göre köpekler nasıl duyularıyla depremleri önceden sezip haber verebiliyorlarsa, duyu dışı algılamalarıyla da bir evden ölü
çıkacağını önceden hissedip uluyarak haber verirler. Şaman
dünyasında “ölüm” kavramı yoktur. Bu nedenle bugün halen
Anadolu’da çoğunlukla “öldü” kelimesi yerine “göçtü”, “dünya
değiştirdi”, “Hakk’a yürüdü” gibi tabirler kullanılır.
Dede Şaman: Anadolu Aleviliğinde dede olmanın temel
koşulu, dede soyundan gelmektir. Şamanlarda da durum aynıydı.
Bugünkü dedelik, üstlendikleri sorumluluktan, kendilerine gösterilen sevgi ve saygıya kadar Şamanlardakine çok benzemektedir. Dedeler de tıpkı Şamanlar gibi tamamen hafızaya dayalı
zengin halk şiirini, sözlü halk geleneğini ve duaları nesilden nesile
aktarmaktadırlar. Şamanlar gibi dedelerin de hastalıkları iyileştiren olağanüstü güçleri olduğuna inanılır. Şaman kendi çocukları
arasında Şamanlığa en çok ilgi göstereni seçer ve geleceğe dair
birtakım gizli bilgiler vererek yetiştirir. Bu durum aynen Anadolu
Aleviliğindeki dede yetiştirme biçimine taşınmıştır. Şaman giysisindeki özellikler Bektaşi giysilerine de yansımıştır.
İçki: Şamanlar; tanrılar ve koruyucu ruhlar için etrafa arak
(pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir rakı türü) saçarlar,
bu kansız kurban sayılır. Oysa İslamiyet’te içki içilmesi kesinlikle
yasaklanmıştır. Buna karşın Türk kültüründe içki içilmesi yaygın
bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği vardır. İçki, Şaman ayinlerinin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Alevi ve Bektaşilerde içilen içkiye “içki”,
“rakı”,“şarap” değil de “tolu” veya “dolu” denilmesi ve içki içmeye “demlenmek” denilmesi bundandır.
Nazar: Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın
bir inançtır. Bazı insanların olağanüstü özelliklere sahip olduğuna ve bakışlarının insanlara rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve
boncuğu”, “göz boncuğu” vs. takılır. Nazar da en eski Anadolu
inanışlarından biridir. İstenmeyen bir olay duyulduğunda veya
dillendirildiğinde elle tahtaya tokmak gibi üç kere vurmak da, kötülüklerden korunmaya, kötü ruhların konuşulanları duymasını
önlemeye yönelik eski bir Şaman geleneğidir.
Kurşun dökme: Kurşun dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir adettir. Şamanlar bu ritüele “kut kuyma” adını
vermişlerdi. Bu, insana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik, çok eski dönemlerde uygulanan
sihir kökenli bir ritüeldi. Kurşun dökme bugün halen Avrupa’da,
insanları obsesyondan kurtarma yöntemlerinden biri olarak
kullanılmakta, Anadolu’da ise bir halk geleneği olarak yaşamaya
devam etmektedir.
Halı-kilim desenleri: Şamanlar giysilerine yılan, akrep, çıyan, kunduz gibi yabani ve zararlı hayvan figürleri çizerek
bu hayvanları kendilerinden uzak tutacaklarına inanırlardı. Bugün
Anadolu’daki Türkmen köylerinde dokunan halı ve kilimler, Şaman giysilerinden izler taşımaktadır.
Kümbetler: Anadolu’daki yaygın mimari yapılardan biri de
kümbetlerdir. Kümbetlerin mimarisi karşıdan bakıldığında çadıra benzemektedir. Kümbet, göçebe kültürünün bir parçası olan
“çadır”ın mimari alana taşınmasıdır. Kümbetler aynı zamanda,
Göktanrı inancından gelen gökkubbelerdir. Gökkubbenin mimariye taşınmasıdır. Renk verilirken de, kubbe bölümü gökyüzünü
andırması için maviye boyanır.
41
havacılık
AMSTERDAM FELAKETİ
Yazı: Arif Sankaya, Hasan Büber
er, dünyanın en yoğun havaalanlarından biri
olan Amsterdam Schiphol Havalimanı. Tarih, 4
Ekim 1992. Saat 14.30’da, New York’tan gelen
El Al Havayolları’na ait 747 200F sayılı kargo
uçağı havaalanına iniş yapmak üzereydi. Uçak,
yükleme ve yakıt ikmalinden sonra 1862 sefer
sayısı ile Tel Aviv’e uçacaktı. El Al uçağının kargosu, Filistin’e
karşı kullanılmak üzere Tel Aviv’e gönderilen askeri donanım
ve mühimmattan oluşuyordu.Tüm kargolar bombalı bir saldırı ihtimaline karşı kontrol edildi.
Uçuşta, asker kökenli 59 yaşındaki Kaptan Yitzhak Fuchs’a
ikinci kaptan Arnon Ohad ve uçuş mühendisi Gedalya Sofer
eşlik ediyordu. Saat 18.00’de uçuş için tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Kaptan Fuchs uçağın 4 motoruna start verdi
ve 747’lerde bir yıldan az tecrübesi bulunan ikinci kaptanın
tecrübe kazanması için kontrolü ona bıraktı. Kalkıştan 6 dakika sonra tam güçle 2000 metre tırmanmışken 747 aniden gürültülü bir patlama ile sarsılarak sağa doğru yatmaya ve irtifa
kaybetmeye başladı. Tecrübeli kaptan kontrolü ele alıp uçağı
tekrar stabil hale getirdikten sonra, uçuş mühendisi kontrol
panelinden sağ kanatta bulunan 3. ve 4. motorların durduğunu
gördü. Kaptan Fuchs, Schiphol Havalimanı’nın 27. pistine acil
iniş için izin alarak uçağı stabil halde tutmak için çabalıyordu.
Schiphol hava trafik kontrol, 747’nin acil iniş yapabilmesi için
önündeki tüm hava trafiğini açtı. Schiphol Havalimanı’nın tüm
42
iniş ve kalkış rotaları, kalabalık yerleşim birimleri üzerinden
geçmekteydi.
Havalimanında acil iniş için hazırlıklar tamamlanmıştı. Kaptan
piste son yaklaşma için alçalıyordu. Bu sırada Kaptan Fuchs’un
jumbo jeti yavaşlatmak ve inişe hazırlamak için rutin prosedür gereği uçağın burnunu kaldırmasıyla birlikte, uçak sağa
doğru yatarak dalış yapmaya başladı. Nihayet 18.35’te 747,
90 derece sağa yatmış bir şekilde, 2 bin kişinin yaşadığı 11
katlı bir apartmana çarptı. Çarpmanın etkisiyle 31 daire yerle
bir oldu. Çarpma anında hayatta kalanları ise uçakta bulunan
tonlarca yakıtın sebep olduğu büyük bir yangın bekliyordu.
Çevreden yardıma gelen insanlar sayesinde kurtarma çalışmaları kurtarma ekipleri kaza alanına ulaşmadan başlamıştı.
Böylece yangın yüzünden hayatını kaybeden kişi sayısının artması engellenmiş oldu. Resmi raporlara göre, uçuş ekibi dahil
43 kişi hayatını kaybetti.
Hollanda Havacılık Güvenlik Bürosu, kazayı araştırmaları
için 8 kaza araştırmacısını seferber etti. Uçuş ekibi kazadan önce Schiphol trafik kontrole, 3. ve 4. motorların durduğunu iletmişti. Araştırmacılar iki motorun da aynı anda
durmasını araştırırken ilk şüpheleri terörist saldırı oldu.
Uçağın bombalı ya da yerden saldırıya uğramış olduğunu
düşünüyorlardı. Araştırmacıların, uçağın FDR ve CVR’ını
(kara kutular) kaza alanında oluşan hurda yığınının içinden
çıkarmaları gerekiyordu.
Ertesi sabah enkaz çalışmaları henüz başlamışken beklenmedik bir görgü tanığı ortaya çıktı. Kaza akşamı Amsterdam yakınlarındaki gölde teknesiyle gezintiye çıkan bir kişi 747’den,
kazadan önceki patlama anında iki parçanın düştüğünü görmüştü. Uçağın motorları olduğu düşünülen parçalar aranmaya başlandı. Sağ kanattaki 2 motorun da uçaktan tamamen
ayrılıp göle düştüğü düşünülüyordu. Araştırmacılar 4. motor
ile birlikte sağ kanadın hücum kenarının 10 metrelik bir parçasını da buldular. İki gün süren laboratuvar analizleri sonunda 4. motorda patlayıcı izine rastlanmadı. On gün aramalarına
karşın hala 3. motoru bulamamışlardı. FDR ise kaza alanında,
içinde saklanan veriler okunamayacak kadar hasarlı bir şekilde bulundu ve analiz için Amerika’ya gönderildi. Kazadan 11
gün sonra 3. motor, pylon (motor ile kanat arasındaki bağlantıyı sağlayan yapı) ile birlikte gölde bulundu ama bu motorda
da patlayıcı izi bulunamadı.
Bir araştırmacı 4. motorun hava alığının dış kısmında, üzerinde siyah boya kalıntıları bulunan tuhaf bir çarpma izi fark etti.
Boya kalıntıları analize gönderildi. 3. motor pylon ile birlikte
bulunmuştu yani motor pylon ile birlikte kanattan ayrılmıştı.
747’lerde bu bağlantıyı “fuse pin” adı verilen 4 adet 14 cm’lik
cıvata sağlıyordu. Motorda oluşabilecek mekanik bir arıza ya
da motorun kuş sürüsüne girmesi sonucu oluşabilecek yüksek titreşimin kanada zarar vermesini engellemek için fuse
pin’ler, 5 tonluk motoru tam güçte taşıyacak şekilde imal
edilmişlerdi. 3. pylon’daki ana bağlantıyı sağlayan fuse pin’lerin
her ikisinin de kayıp olduğu ve birini tutan bağlantının aşırı
yükten dolayı koptuğu tespit edildi. Araştırmacılar bu aşırı
yükün, diğer fuse pin’in metal yorgunluğu sonucu kırılmasından sonra ortaya çıktığını düşünüyorlardı.
Yeni teori fuse pin’deki metal yorgunluğu idi. Bu teoriyi kanıtlamak içinse ilk önce kırılan fuse pin’in bulunup incelenmesi
gerekiyordu. Enkaz yığını içerisinde 14 cm’lik fuse pin aranmaya başlandı. 3. günün sonunda kayıp fuse pin’in bir parçası bulundu. Yapılan araştırmalarda fuse pin üzerinde metal
yorgunluğundan kaynaklanan 4mm’lik bir çatlak bulundu. Her
uçuşta yavaş yavaş büyüyen çatlak, 4 Ekim 1992’de kritik boyuta ulaşarak 3. motoru kanattan ayırmıştı. 4. motorun hava
alığında bulunan boyanın analizi, bu boyanın motorun (spinner cone) fan konisine ait olduğunu ortaya koydu.
3. motor kanattan kopma anında tam güçte çalıştığından ileri
doğru fırlayıp 4. motora çarpmış, 4. motoru ve kanadın hücum kenarının 10 metrelik bir kısmını da koparmıştı. Böylece
sağ kanadın aerodinamik yapısı bozulmuştu. 747 bu halde 8
dakika daha uçabildiyse de, acil iniş için yaklaşma sırasında,
kaptanın rutin yaklaşma prosedürü gereği uçağın burnunu
kaldırıp yavaşlatması sonucu sağ kanattaki kaldırma kuvveti
yetersiz kalmış ve 330 tonluk jumbo jet sağa yatıp dalış yaparak apartmana çarpmıştı.
Araştırma sonuçlanır sonuçlanmaz, Boeing kaza sebebi hakkında bilgilendirilerek fuse pin’lerdeki metal yorgunluğu hakkında uyarıldı. Halihazırda havayollarının filosunda bulunan
yaklaşık 1000 Boeing 747’nin fuse pin’leri kontrol edildi ve
metal yorgunluğu tespit edilenler değiştirildi. Böylece olası
benzer kazalar engellenmiş oldu.
43
söyleşİ
kaygıydı. Ancak burada çalışmaya başladıktan sonra tanıştığım
uçak teknisyeni ağabeylerim ve dostlarımın kitabı okuması
üzerine çok iyi geri dönüşler aldım. Anladığım kadarıyla romanda anlatmak istediğim mesaj net bir şekilde okuyucusuna ulaşıyordu. Bu mesaj, Türk tarihinin dünyanın şu anki
sosyolojik düzeni üzerinde ne kadar etkili olduğuydu. Kitabı
okuyan okuyucunun ilgisini bu tarz konular üzerine çekmeyi
hedefliyordum. Böylece milli tarih bilincinin evrensel öğeler
ile harmanlanmış hali ortaya çıkacaktı.
Kitabın yayınlanma süreci nasıl gelişti?
Yayın süreci biraz uzun sürdü diyebilirim. Kitabın yazım aşamasını geçen sene tamamlamıştım fakat o zaman hala öğrenciydim. Yayın için ayıracak maddi bir bütçem yoktu. Okulum
bitip de burada işe başladıktan sonraki süreçte maddi olarak
rahatlamamla birlikte, kitabın yayınlanma aşamasını ciddi ciddi düşünmeye başladım. Kendimi daha rahat hissediyordum
ve bu zamanın doğru zaman olduğunu düşündüm. Açıkçası
THY’nin bana sunduğu imkanlar kitabım üzerinde de belirleyici oldu. Şu an işten kalan artı zamanda da ikinci kitabıma
yoğunlaşabiliyorum.
Söyleşi: Elif ARSLAN
Bugünün anlamını tarihte arayan bir uçak teknisyeni
ncelikle okurlarımızın sizi tanıyabilmesi
için biraz kendinizden bahseder misiniz?
1989, İstanbul doğumluyum. 2012 yılında
Marmara Üniversitesi Makine Öğretmenliği
bölümünden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans
yapmaya başladım. Aynı zamanda HABOM A.Ş. bünyesinde
yardımcı teknisyen olarak çalışma hayatıma devam etmekteyim.
Herkesin bir hobisi ve uğraşı vardır elbette fakat sizinki
hayli gurur verici; kitap yazıyorsunuz. Nasıl başladınız kitap yazmaya?
2010 yılında kısa hikayeler yazmaya başladıktan sonra, üç yıl
süren uzun araştırmalar neticesinde ilk kitabım olan “İmparatorluğu Devralmak-Fatih’in Sırrı” romanını kaleme aldım.Yazmayı çocukluğumdan beri hayal etmiştim ve gelecek yıllarda
mutlaka bir kitap yazacağımı çevreme söylüyordum. Üniversite dönemimde iyice açığa çıkan bu isteğim beni tam mana44
sıyla okumaya ve araştırmaya yöneltti. Hayatın varoluş meselesini kendi içimde aydınlatabilmek için kitaplara yöneldim.
Bu yöneliş de beni tarihin karanlık sularına götürdü. Hayatta
aradığım anlam ve dünyada var olan sistemin tüm temelleri
adeta tarihte saklıydı. Ben de tarih ile günümüz koşullarını
bir noktada toplayan bir kurgu roman yazmak istedim. İşte
“Fatih’in Sırrı” da böyle ortaya çıktı. Bence her insan hayatta
gerçekleştirmek istediği bir şeyi arıyor. Bazıları bunu buluyor
bazılarıysa bulamıyor ama bu arayış hep devam ediyor. Bazıları bunu müzikte, resimde, edebiyatta bulurken; bazıları ise
marangozlukta, demir işçiliğinde ya da terzilikte buluyor. Sonuçta her ustanın elinden çıkan iş, sanatın farklı bir konsepti
yani o ustanın eseri oluyor.
Yayın kararı almadan önce bir takım kaygıların var
mıydı?
Aslında “Evet” diyebilirim. Ama bu kitabın tüm baskısının bitip bitmeyeceğiyle alakalı bir kaygı değildi. Kitapta anlatılan
ana hikayenin ve mesajın anlaşılıp anlaşılamaması üzerine bir
İsminden de anlaşılacağı gibi bu roman okuru sır dolu bir
yolculuğa, hatta belki de “o yolculuğun içine” sürüklüyor.
Romanda tanık olduğumuz sırlar arasında siz en çok hangisine ilgi duyuyorsunuz?
Tespitiniz çok doğru. “Fatih’in Sırrı” tarihsel gizemlerle bezenmiş bir kitap ve bunları şaşırtıcı bir şekilde okuyucuya
sunuyor. Kitaptan öğreneceğimiz her sır aslında bilinen olgular üzerinden yürüse de, üzerinde çok fazla düşünmediğimiz
tarihsel efsaneler. Ben kitabın yazarı olarak aralarında ayrım
yapamasam da zaten kitabın adı, kitabın ana teması. Yani en
çok hayranlık duyduğum, Fatih’in o tarihten günümüze kadar
gelen o gizemli şablonu diyebilirim.
Kitabı okurken adeta bir film izliyormuşuz hissine kapılıyoruz. Bu konuda kendinizi nasıl geliştirdiniz?
Aslında kitaplarda aksiyon sahneleri yaratmak filmlere göre
daha zordur. Çünkü filmlerde görsel öğeler mevcuttur ve
kolayca algılanabilir. Ancak kitaplarda okuyucunun zihninde
kelimeler ile görseller yaratmak zorundasınız. Bunun için çok
fazla yazmak ve yazdıklarınız arasından çıkarmalar yapmak
zorundasınız. Yani en iyi sahneyi eleyerek oluşturabilirsiniz.
Ben öyle yapıyorum.
Kitabınızı anlatmak ve ana karakteri tanımlamak isterseniz ne söylersiniz?
Kitapta, hikaye başlamadan önce ilk sayfalardan birine yerleştirilmiş bir söz var aslında. Bu söz,Topkapı Sarayı’nda doğmuş
son Osmanlı hanedan reisi Ertuğrul Osman Osmanoğlu’na ait.
Ertuğrul Bey, 2009 yılında ölmeden iki sene önce söylemiştir
bu sözü. Söz şöyledir: “Bahsini etmek istemediğim şeylerden
yine bahsetmedim, bende kalanlar yine bendeydi...” Bu söz
üzerinden yola çıktım diyebilirim. Tarihte geriye giderek adeta tüm padişahların bir sırra vakıf olduğunu gösteriyoruz ki
bu sır, Fatih’e kadar uzanıyor. Kitapta bu sırrı çözen, Ertuğrul
Bey’in torunu ve hayali bir karakter olan Sami adlı arkeolog.
Yani kitabın ana karakteri Sami adında bir Osmanlı torunu.
Edebi anlamda size ilham veren, saygı duyduğunuz yazarlar var mı?
Hem edebi hem de ilmi yönden ilham veren yazarlar var.
Kitabımda birçok yazarın kitaplarından bilgiler mevcut. Bazen
hiç aklıma gelmeyecek bir yazarın tek bir cümlesi fikirlerimde oldukça önemli değişimlere neden olabiliyor. Bu yüzden
isim vermek zor. Ama yeni kitabı çıksa da okusam dediğim
Dan Brown ve Adam Fawer var.
Uzmanlık alanınız makine öğretmenliği olmasına rağmen
sizi edebiyata iten ne oldu?
Edebiyat düşüncelerimde hep vardı. Meslek olarak hangi alanı tercih edersem edeyim, bu benim yazgımdı sanırım. Makine öğretmenliği bölümünü bitirmemin avantajını iş hayatımda yaşıyorum.Yani uçak teknisyenliği ile makine öğretmenliği
birbiriyle ilintili meslekler. Zaten THY’de çalışmamın ana
nedenlerinden biri de bu. Teknik eğitim almış donanımlı kişileri bünyelerine dahil ediyorlar. Uçaklarda teknik bakımdan
her şey mevcut olduğundan makine veya teknik bir bölümde
eğitim almış bir teknisyen, iş koşullarına daha çabuk adapte
olabiliyor. Edebiyatla zıt gibi görünse de bence her meslek
edebiyatla ve sanatla iç içedir.
Bu romanda aslında tarihle iç içe geçmiş bir aksiyon var.
Tarihe duyduğunuz ilgi ne düzeyde? İleride yine bu tarz
bir roman yazmayı düşünüyor musun?
Büyük ihtimalle ileride yazdıklarım da yine bu türde olacak.
Çünkü bir şeyler beni kuvvetle tarihe çekiyor. Tarihi araştırmayı ve öğrendiğim şeyleri kitaplaştırmayı çok seviyorum.
Aslına bakılırsa tarih olarak nitelendirdiğimiz her şeyin izlerini günümüzde de görüyoruz. Yani gündelik hayatımıza etki
eden pek çok olgunun temeli tarihe dayanıyor. İşte bu temel
üzerinde dolaşmak beni oldukça heyecanlandırıyor.
Romanınızda mekan olarak Ayasofya’yı seçmişsiniz.
Ayasofya’ya özel bir ilginiz mi var?
Tam üstüne bastınız.Ayasofya’nın, tıpkı Fatih Sultan Mehmet’te
olduğu gibi bende de çok ayrı bir yeri var. Ayasofya, benim
gözümde dünyanın başkenti İstanbul’un gözbebeği.
45
makale
LİDERLİK
Yazı: Önder Şahin
46
tanford Üniversitesi profesörlerinden Robert I. Sutton, kurumlarında yaratıcılığı ve
yenilikçiliği ateşlemek isteyen yöneticilere, günümüzde pek çok kurumu başarıya
ulaştırmış olan 12 tane yol göstermiş olup
bu yollardan biri şudur: “Dikkat gösterecek, yöneticilerine ve birlikte çalıştıklarına boyun eğecek kimseleri cesaretlendirmek yerine, yöneticilerini
ve birlikte çalıştığı kimseleri görmezden gelecek, onlara kafa
tutacak insanları destekleyin.”
Sutton’ın bu yaklaşımı bana Yavuz Sultan Selim’i hatırlatıyor.
Bu yazımda Sutton’ın bu yaklaşımını Yavuz’un liderlik vasıflarını vurgulayarak değerlendirmek istiyorum. Yavuz’u anlatırken
amacımız tarih bilgisi vermek olmayıp tarihi bir kişiliği ele alarak bir liderde bulunan özellikleri ve başarının altında yatan
gerçekleri vurgulamaktır. Yavuz, babası II. Bayezid ile savaşıp
onu tahttan indirerek padişah olmuştur. Bu konu hakkında yazı
yazacağımdan bir arkadaşıma bahsettiğimde “Babası ile savaşıp tahttan indirmek iyi bir şey mi?” diye bir soru yöneltmişti
bana. Bu soruya şöyle bir cevap vereceğim: Eğer bir insanın
çok büyük hedefleri varsa ve bu hedeflere ulaşmak için babası
ile savaşmaktan başka bir yolu kalmamışsa babası ile savaşır.
Babası ile savaşmasa zaten içindeki o ateş onu yakıp kül eder.
Bir liderin en önemli özelliklerinden biri zaten budur; değil
babası bütün dünya ile savaşmaktan her ne pahasına olursa
olsun çekinmez. Böyle bir soru Yavuz’a sorulmuş olsa nasıl bir
cevap vereceğini ise yazının sonunda ifade edeceğim.
Şehzade Selim tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon’da
görev yapmıştır. Önünde kendisinden büyük iki kardeşi vardı.
Osmanlı bürokrasisi ve devlet erkanı Şehzade Ahmet’in tahta çıkmasını destekliyordu. Daha önce II. Bayezid tarafından
şehzadelerinden hiçbirini diğerine tercih edip veliaht yapmayacağına dair ahidname yazdırılmasına rağmen II. Bayezid’ın bu
ahidnameye uymadığını anlayan Şehzade Selim, 40.000 kişilik
kuvvetle, Çorlu’da babasının kuvvetlerinin bulunduğu ovaya girdi. Ağustos 1511 tarihinde gerçekleşen savaş sonunda
Selim’in kuvvetleri bozuldu. Fakat sonrasında savaştıkları kişideki bu cesareti gören yeniçeriler II. Bayezid’ı tahttan indirerek yerine Yavuz’u geçirdiler.
Tahta geçtikten sonra da kardeşleri ile taht mücadelesi devam
etmiş ve onları ortadan kaldırmıştır. Bu konu çok tartışmalı bir konu olmakla beraber Yavuz devletin bekası ve halkın
selameti için şehzadeleri bütünüyle bertaraf etmek zorunda
kalmıştır. Tarihi bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan şehzadelerin
devamlı olarak devlet için bir problem olduklarını ve dış güçlerin, bunların saltanat hırsından devamlı surette yararlandıklarını göstermektedir. Taht mücadeleleri devam ettiği sürece
47
makale
imparatorluk zayıflayıp dağılmakta ve memlekette kan
gövdeyi götürmektedir. Memleketi ve bütün bir tebaayı
(vatandaşı) böyle bir duruma sokmamak için Osmanlı hükümdarları gerektiği durumda gözyaşı akıtarak bu kararı
almışlardır. Acaba Yavuz kendi makam hırsı için mi babası ile
savaştı yoksa bir milletin bekasını daha yukarıda tutmak için
mi? Yaptıklarına baktığım zaman ben ikincisi için olduğuna
inanıyorum.
Sonuçta Yavuz gibi bir kişi Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtına oturmuştur. Şimdi biraz Yavuz’dan bahsedelim: Sert tabiatlı, cesur ve mert bir kişiydi. Kuvvetli bir ilim tahsili yapmıştı.
Geniş bir kültür ve siyasete sahipti. Çok mütevazı bir kişiliğe
sahip olup, her öğünde tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, çok sade giyinir ve
devlet malını israf etmezdi. Doğru adam seçiminde büyük bir
yeteneği vardı. İstişare ve araştırmadan sonra vardığı karardan
asla dönmezdi. Her konuda çok stratejik hareket ederdi. Savaşı
ihtiraslı denecek şekilde severdi fakat bunun yanında çok ince
bir ruha da sahipti. Edebiyata merakı vardı ve şairdi. Osmanlı
padişahlarının en başarılılarından olup 8 senelik padişahlığında
Osmanlı Devleti’nin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletmiştir.Tarihçiler,Yavuz Sultan Selim’i sekiz yıla seksen yıllık
iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler. Lideri lider yapan da az zamanda çok büyük işler yapabilme becerisidir
zaten.
Anadolu’da Türk birliğini sağlamış ve birçok büyük devleti sonlandırmıştır. Çaldıran, Mercidabık, Ridaniye kazandığı büyük zaferlerdendir. Adana, Gaziantep, Hatay, Urfa, Diyarbakır, Mardin,
Siirt, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli, Suriye, Mısır, Filistin, İran, Irak,
Şam, Lübnan, Musul, Kerkük, Erbil, Kahire, Halep, Kudüs, Mekke,
Medine ve Hicaz’ı fethetmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçirmiş, bu sayede
doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır. Devrin
en önemli bu iki ticaret yolunu ele geçirerek bu sayede Avrupa ülkelerini, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı duruma
getirmiştir. Kendi zamanına gelinceye kadar hiçbir hükümdarın
geçmeye göze alamadığı Sina Çölü’nü 13 günde geçmiştir. Mısır
Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hakimiyetine girmiş
ve halifelik Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmiştir. Bu nedenle Yavuz, Osmanlı padişahları arasında ilk halifedir. Bu sayede
Osmanlı Devleti maddi gücün yanında manevi gücü de elinde
bulundurmaya başlamıştır. Mısır’ın fethi ve halifeliğin Osmanlılara geçmesi sonucunda İstanbul’da bu büyük cihangiri karşılamak için merasimler hazırlanmış fakat bunu öğrenen Yavuz,
normalde bir gün sonra merasimle şehre girmesi gerekirken
gece vakti yanında birkaç kişi ile gizlice şehre girmiş ve böylece hiçbir merasim yapılamamıştır. Gerçek liderlerin gösterişe
ihtiyacı olmaz ve yapılan gösterişler ancak onların başarılarını
gölgeler. Babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Hazineyi tam olarak dolduran ondan başka padişah
bulunmamaktadır. Kendisinden sonra oğluna, dolu bir hazine,
güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırak48
aslan pençesi (şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz
49 yaşında iken vefat etti.
mış ve imparatorluğun, oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır.
Yavuz’un ardında sadece tek şehzade bırakması kendisinden
sonrası için de ne kadar stratejik düşündüğünü göstermektedir. Kardeşler arasında olan taht kavgalarının devleti büyük
sıkıntılara soktuğunu çok iyi bilen Yavuz bu sayede devletin
zayıflama ihtimalini engellemiştir. Diğer taraftan tek olan şehzadenin tahta geçmeden ölme riskini de göze almıştır ki, bir
liderin büyüklüğü, aldığı riskler ile orantılıdır. İran niyetiyle
çıkmak istediği sefer ile Hindistan, Orta Asya ve Türkistan’a
yönelmeyi arzulamıştır. Ömrü yetseydi diğer bir hedefi bütün bir İslam dünyasını birleştirip tek güç haline getirmekti.
Lideri lider yapan da zaten sahip olduğu büyük hedeflerdir.
Eğer oğlu Kanuni gibi 46 sene tahtta kalsaydı dünya tarihi çok
daha farklı olabilirdi. Hiç düşündünüz mü, şu anki teknoloji ile
hangi ülkenin lideri 8 sene gibi bir zamanda bu kadar bir yeri
fethedebilir? 1512 ‘de tahta çıkan Sultan Selim, eylül 1520’de
Her ne kadar acımasız bir padişah olarak bilinse de, Mısır’ın
fethi sırasında çok sevdiği bir veziriazam şehit olunca “Mısır’ı
aldık fakat Yusuf’u kaybettik” diyerek üzüntüsünü ifade etmesi insan hayatına verdiği değeri göstermektedir. Bugün
Ortadoğu’daki problemlere bakıldığı zaman Yavuz’un bundan
500 sene önce bazı tehlikeleri gördüğü ve önlem aldığı görülecektir. Eğer ki Yavuz bunları yapmamış olsaydı Anadolu, Ortadoğu ve İslam dünyası bugün çok daha farklı kargaşaların
içinde olabilirdi. Bütün bu mücadelelerin ve fırtınalı bir ha-
1520’de Osmanlı İmparatorluğu
yatın sonunda ise Yavuz şöyle der: “Padişah-ı alem olmak bir
kuru kavga imiş/Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş.”
Liderlik genelde yöneticilik kavramıyla karıştırılır. Liderlik
ve yöneticilik farklı kavramlardır. Yöneticiler iter, liderler
ise çeker. Yönetici idare eder, lider yenilik yapar. Yönetici bir
kopyadır, lider orijinal.Yönetici sürdürür, lider geliştirir.Yönetici sistemlere ve yapıya odaklanır, lider insanlara odaklanır.
Yönetici kontrole bel bağlar, lider güven ilham eder. Yönetici
kısa vadeli bir bakış açısına sahiptir, lider uzun vadeli perspektife sahiptir. Yönetici nasıl ve ne zaman diye sorar, lider
neden ve niçin diye.Yöneticinin gözü sonuçtadır, liderin gözü
ufuktadır. Yönetici taklit eder, lider oluşturur. Yönetici statükoyu (mevcut durum) kabul eder, lider ona meydan okur.
Yönetici klasik anlamda iyi bir askerdir, lider kendine özgü
bir şahsiyettir.Yöneticiler işleri doğru yaparlar, liderler doğru
işi yaparlar. Liderler mimardır, yöneticiler ise inşaatçı. Her
ikisi de gereklidir fakat mimar olmadığında, inşa edilecek özel
bir şey olmaz. Liderlik bir eğitim işi veya unvan değil, “ruh”tur.
Liderliğin temeli kendini ve potansiyellerini bilmekten geçer.
Liderler tarih yazmak için değil, inandıkları için savaşırlar.
Liderlerin yetişmesi zordur. Liderin yetişmesinde karşılaşılan en büyük zorluklardan biri de lider adayının zorluklarıyla
başa çıkabilmektir. İnatçılık, yüksek ego, hırs, mücadele ruhu,
cesaret, otorite, hızlı karar alma isteği, risk almaya yatkınlık,
merak, başarı gibi özellikler lider olduktan sonra bu kadar
göze batmasa hatta olumlu karşılansa da, bir lider adayında
aynı sempatiyle karşılanmayan vasıflar olabilir. Bundan dolayı
her alanda ikinci adam sıkıntısı bulunmaktadır.
49
TEKNİK
Havacılığın yeni tercihi: Biyoyakıt
Yazı: Emrah Yener - Teknik Eğitmen
avacılık biyoyakıtı, havacılık sektörü için özel olarak hazırlanmış bir yakıt türüdür. Havacılık sanayisinin gitgide
büyüdüğü ve dünya üzerindeki uçakların meydana getirdiği karbon salınımının, tüm dünyadaki karbon salınımına
oranının %3 olduğu düşünüldüğünde, havacılık endüstrisinin ve en önemlisi doğamızın biyoyakıta ne kadar ihtiyaç
duyduğu ortaya çıkmaktadır.
Uçak tasarımcılarının, mühendislerin, uçak üreticilerinin ve petrol şirketlerinin yıllarca süren çalışmaları sonucunda geliştirilen biyoyakıtın ticari kullanımına, 2011 yılının temmuz ayında onay verildi. O tarihten bu yana birçok havayolu ticari uçuşlarında biyoyakıt
kullanmaya başladı.
Burada bahsedilen sürdürülebilir kaynaklardan üretilen biyoyakıt ile yiyeceklerden üretilen biyoyakıtı karıştırmamak gerekiyor.
Halihazırda sürdürülen güneş enerjisi, hidrojen ya da elektrik gibi kaynaklarla çalışan uçak üretimi çalışmaları, kısa vadede havacılık
sanayisinin ihtiyaç duyduğu yüksek güç/ağırlık oranını karşılayabilecek gibi görünmüyor. Bundan dolayı da sektörün kısa vadede
yüksek karbon emisyon oranlarını düşürecek başka çözümlere ihtiyacı var.
IATA tarafından yapılan açıklamaya göre, 2020 yılına kadar biyoyakıtın sektörde %20’lik bir paya sahip olması bekleniyor. Öte yandan Boeing firması ise 2015 yılına kadar bu payın %1’e ulaşması için katkıda bulunacağını açıkladı. Bu desteklerle birlikte 2050 yılına
kadar havacılık sektörünün dünyada yol açtığı karbon emisyon oranının %50 oranında azalması bekleniyor.
Teorik olarak biyoyakıtlar karbon içeren herhangi bir yenilenebilir biyolojik üründen elde edilebilir olsa da, en yaygın biyoyakıt kaynakları, karbondioksiti absorbe eden ve büyümek için güneş enerjisi kullanan bitkilerden oluşmaktadır. Dünyada biyoyakıt üretmek
için kullanılan bitkilerin seçiminde 2 yaygın metot öne çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi şeker açısından zengin ürünler, diğeri ise
yağ açısından zengin ürünlerdir.
Fosil yakıt kullanımında, yakıtın çıkartılmasından işlenmesine
kadar tüm süreçte ve ürünün kullanılmasında ortaya çıkan
karbondioksit doğaya zarar veriyor.
Yeni nesil biyoyakıtların üretim aşamasında ve kullanılması
esnasında diğer yakıtlara göre salınım daha az oluyor ve
doğaya salınan karbondioksit, üretilen bitkilerle yeniden
çevrime dahil ediliyor.
Şeker kamışı ya da nişasta gibi şeker açısından zengin ürünler işlenip içlerindeki şeker ayrıştırılarak ethanol elde etmek için fermentasyona tabi tutuluyor. Bu sayede yakıt ya da yakıt katkısı olarak ethanol kullanılabiliyor. Bu tip yakıtlar, birinci nesil biyoyakıtlar
olarak biliniyor ve havacılık endüstrisinin kullanımı için pek uygun değiller.
Şeker açısından zengin ürünlerin yetersiz kalmasıyla, havacılığın ihtiyacı olan yakıtın üretilmesinde diğer yöntem öne çıkıyor. Yağ
açısından zengin ürünler, örneğin mısır, soya fasulyesi, deniz yosunu, hint fıstığı, halofit, keten tohumu vb. Bu ürünler kimyasal işlemlerle işlenerek yüksek kaliteli jet yakıtı ve dizel yakıt üretiminde kullanılıyor. İkinci nesil biyoyakıtlar olarak bilinen bu yakıtlar
havacılık sektöründe kullanılıyor.
50
51
doğa
Hayat iksirinin zorlu
geri dönüş yolu
Günümüzün pek çok karmaşık zehir bulaşmış sularını temizlemek
için atadan kalma süzme ve kaynatma yöntemleri artık yeterli
değil maalesef. Bilim insanları hayat iksirimizin geleceğini
güvence altına almak için dahice projeler üretiyor. Fakat suyu
korumak konusunda bizim sorumluluklarımız da hiç az değil.
ünya bugünkü şeklini aldığından bu yana
miktarı artmayan tek bir hayati madde varsa
o da su. Doğanın muhteşem filtresi sayesinde devinip duran hayat iksiri, eğer biz
onu kirletmeseydik halen hepimize yetecek miktarlarda ve
mekanlarda bulunurdu belki de.
Ancak bu çoğu su azı toprak kürede suya sabuna dokunmadan durması mümkün olmadı insanoğlunun. Hem çoğaldı,
hem de çoğalırken elindeki kaynakların pek çoğunu kirletti.
Birçok stratejist dünyayı bekleyen büyük tehlikelerden birinin petrol savaşları değil, su savaşları olduğuna inanıyor.
Haklılık payları yüksek; teknoloji giderek daha az enerji sarf
etmeye, daha fazla kaynaktan enerji devşirmeye dair adımlar atarken su her gün berraklığını biraz daha yitirerek soluyor. Dünyadaki su miktarını artırmaya -en azından şimdilik- gücümüz yetmeyeceğine göre, geriye yapılacak iki şey
kalıyor: Tasarruf etmek ve var olan kaynakları dönüştürmek,
yani suyu arıtmak.
Ancak gelin görün ki atadan kalma süzme ve kaynatma yöntemleri günümüzün aside ve bakteriye bulaşmış suyunu
sofralık hale getirmiyor. İşte bu yüzden de dünyanın dört
bir yanında on binlerce bilim insanı, binlerce şirket suyu
damıtmak için adeta zamana karşı yarışıyor.
Üstelik, ilk yıllarında güvensizlikle karşılanan su arıtma yöntemleri, bugün artık öylesi bir seviyeye geldi ki, arıtılmış su,
tabiatta serbest olarak bulabileceğiniz sudan daha iyi sonuçlar dahi verebiliyor. Özellikle mineral değerleri açısından ele
aldığımızda, “üretilmiş” suyun çoğu kere çok zengin olduğunu, üstelik sayısız testten geçtiğinden risklerin düştüğünü görüyoruz.
Peki ama nasıl oluyor da tarla sulamakta dahi kullanmayı düşünmeyeceğiniz su, bir dizi işlemden geçtikten sonra pırıl
pırıl bir hale dönüşüyor?
Dilimizin döndüğünce bu yöntemleri sizle paylaşmaya
ve arıtılmış suyun güvenilirliği konusunda yüreğinize su
serpmeye çalışacağız. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki su
52
Sedimentasyon yöntemi
arıtım işlemlerinde genellikle birden çok yöntem kullanılıyor ve bu yöntemler arasındaki seçimler genellikle temizlenecek suyun muhtevasına göre tercih ediliyor.
Sedimentasyon, bu yöntemlerden biri. Suyu yabancı maddelerden arındırmak için yer çekiminden yararlanmak gibi bir
esasa dayanıyor. Bu işlem küçük çaplı cihazlarla yapılabildiği gibi, büyük nüfusların ihtiyaçlarını karşılamak üzere
dev havuzlarda da kullanılabiliyor. Suyun akış hızı en temel
denklem.
Durum biraz daha kompleks olduğunda yani sudaki sorun
insan sağlığına zararlı bakterilerse, biyo-arıtma yöntemleri
tercih ediliyor. Daha az tercih edilen yöntemler ise kimyasal
arıtma temelli.
Tahmin edersiniz ki eğer bu işlemlerin birden çoğu kullanılacaksa, en basitten en kompleks olana doğru ilerleniyor.
Böylece, örneğin süzme işlemi önce gerçekleştirildiğinde, daha sonraki kimyasal ya da biyolojik arıtma işlemleri sırasında harcanacak süre ve ekipmanların göreceği aşınma
azaltılmış oluyor.
Kullanılan ilginç yöntemlerden biri yağ-su separatörleri.
Separatörler aslen yağ ya da petrol gibi maddeleri sudan
ayrıştırmak için bulunmuş, içme suyunun bol olduğu yıllarda. Ancak bugün aynı yöntem, özellikle petrole bulanmış
suları temizlemek için kullanılıyor. Sonuç her zaman temiz
içme suyu olmuyor.
Elektroliz ve ayrıştırma dendiğinde pek çoğunun aklına
cevher ayrıştırma faaliyetleri gelir. Ancak bugün su arıtma
işlemlerinde de kullanılıyor. Nitekim, cevher için yapılan
elektroliz işlemlerinde de aslında ortaya istenmeyen su çıktığını biliyoruz.
Günümüzün sihirli sözcüklerinden nanoteknoloji, su arıtma
konusunda da karşımıza çıkıyor. Basitçe maddeleri nano ölçeklerde yönetme teknolojisi olan bu bilim devrimi, suyun
içindeki istenmeyenleri ayrıştırmakta da işe yarıyor. Bu
istenmeyenler, karşımıza zehirli metal iyonlar, organik ya
da inorganik maddeler ya da mikroorganizmalar şeklinde
çıkabiliyor. Nanoteknoloji su arıtma konusunda henüz ancak
diğer tekniklere destek olacak seviyede. Üstelik çoğunlukla maliyet açısından yeterince verimli değil. Ancak bilimin
gelişmesiyle birlikte su arıtma konusunda da temel tekniklerden birine dönüşeceğini öngörmek güç değil.
Buraya kadar suyu arıtırken mineral değerlerini de koruyan
yöntemlerin çok küçük bir kısmına değindik. Bu konuda
oldukça geniş bir külliyat var. Ancak yine de özellikle belirtmek gerekir ki dünyanın bir kaşık suya muhtaç kaldığı
günleri görmemek için suyu arıtmak ne kadar önemliyse, onu
verimli ve tasarruflu kullanmak da bir o kadar hayati. Belki de
bunun için bilim insanları ile birlikte biz tüketicilere de büyük
bir sorumluluk düşüyor.
53
tarİh
Lozan Barış Antlaşması
ve getirdikleri (24 Temmuz 1923)
Yazı: Dr. Handan DİKER / Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
u yıl 90. yıldönümünü kutladığımız Lozan Barış
Antlaşması, yeni Türk devletinin uluslararası alanda elde ettiği onurlu, gururlu ve haklı bir başarının
adıdır. Mustafa Kemal, Nutuk’ta, Lozan’a ilişkin şu sözleri söylemiştir: “Bu antlaşma (Lozan) Türk ulusuna karşı yüzyıllardan
beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış,
büyük bir suikastın yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal zafer yapıtıdır!”
Lozan bir siyasal zafer yapıtıdır. Bu çok anlamlı ve güzel bir
benzetmedir. Gerçekten de savaş alanında elde ettiğimiz başarının siyasal alandaki belgesidir, Lozan. Tüm dünyaya galibiyetimizi ilanımızdır. 27 Ekim 1922’de, İsviçre’nin Lozan kentinde bir barış konferansı yapılması, daha Mudanya mütarekesi
görüşmeleri sırasında alınmış bir karardı. Konferansa Türkiye,
İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Japonya ve SırpHırvat-Sloven devletleri katılacaktı. Ayrıca Belçika ve Portekiz
de, kendileri ile ilgili görüşmelere katılacak olan devletlerdi.
Amerika Birleşik Devletleri ise gözlemci olarak katılacaktı.
Lozan’da bizi İsmet İnönü başkanlığında bir kurul temsil etmiş54
tir. 20 Kasım 1922’de başlayan konferans 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramış çünkü bazı temel konularda görüş birliği sağlanamamıştır. Örneğin kapitülasyonların sürmesi ya da doğuda
bir Ermeni devleti kurulması gibi. Bu arada Türkiye, herhangi
bir savaş olasılığına karşı hazırlıklara başladı. Ancak konferansa
katılan diğer devletler de Türkiye de savaşmak istemiyordu.
Böylece 23 Nisan 1923’te ikinci bir konferans yapıldı.Ve Lozan
Barış Antlaşması bu toplantı sonucunda, 24 Temmuz 1923’te
imzalandı. 5 kısım ve 143 maddeden oluşan antlaşmada sınırlar, kapitülasyonlar, Boğazlar, devlet borçları, azınlıklar ve savaş
tazminatları gibi konular ele alınmış ve düzenlenmiştir. Irak
sınırının çizilmesi İngiltere ile anlaşmaya varılamadığı için çözümlenememiş ve cumhuriyet dönemine bırakılmıştır. Diğer
sınırlarımız çizilmiştir. Kapitülasyonlar tamamen kaldırılarak
ekonomik anlamda tam bağımsızlık sağlanmıştır. Boğazlar geçici de olsa düzenlenmiş, bu konudaki nihai düzenlemeler Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile yapılmıştır. Azınlıklar ve devlet
borçlarının ödenmesi konusu çözümlenmiş ve Türkiye kendini
uluslararası alanda kanıtlamıştır.
Lozan barışı ile Türkiye 20 yıl gibi kısa bir süre içinde yenik
bir devlet iken galip bir devlet olmuş, tüm devletlerle eşit koşullar altında masaya oturup haklarını sonuna kadar savunmuş ve kendisini kabul ettirmiştir. Bu çok büyük bir başarıdır.
Türkiye, siyasi, ekonomik, mali, askeri ve kültürel bağımsızlığını
elde etmiştir. Ulusal sınırlar içinde yeni Türk devletinin varlığını dünyaya duyurmuştur. Bu nasıl büyük ve nasıl onurlu bir
başarıdır. Misak-ı Milli, Lozan ile gerçek olmuştur diyebiliriz.
Lozan sayesinde artık savaş sona ermiş, hızla barış sürecine
girilmiştir. Kısacası Lozan, Türkiye için bir dönüm noktasıdır.
Yeni Türkiye’nin ve Mustafa Kemal’in başarısının taçlandırılmasıdır adeta. Alman Profesör Herbert Melzig “Kemal Atatürk:
Türkiye’nin çöküşü ve yükselişi” adlı kitabında şöyle demiştir;
yazımı işte bu sözlerle noktalamak istiyorum: “Yeni Türkiye,
Atatürk’le yalnız İslam anlayış ve görüşlerini değil, aynı zamanda Avrupa’nın düşünme biçimini de aşmıştır. Türkiye dürüst,
içten ve gerçekçi bir politika gütmekte ve bu yüzden tepkilere
ve başarısızlığa uğramamaktadır. Bu politikanın kendinden öncekilere benzer tarafı olmadığı gibi taklidi de yoktur.”
55
hobİ
Bu görüntüler
aramızda kalmasın!
filmden yola çıkarak, görsel sanatların yeni bir çağa geçtiğini
ve bir “kitle endüstrisi” ile beraber yürümek zorunda kalacağını söylemişti. Şimdiki durum, bu öngörünün tamama ermiş manzarası kıvamında... Amatör kameralar, değdikleri her
yerde yaşamı çoğaltarak ve profesyonelliğin hilelerine sahip
olmadıkları, dahası, çoğu kez bu hilelerden bizzat kaçındıkları
için gerçeği en yalın haliyle yansıtarak yeni bir uzam yaratıyor.
Artık “görgü tanığı” olmanın yolu, “o esnada orada olmaktan” değil, doğru anahtarlarla video aramaktan geçiyor belki
de… Ve artık hiçbir “an” yok ki görüntülenmeye, kaydedilmeye değer bulunmasın! Geçmişin kayıt nesneleri, hem cihaz
aparatları hem de depolama limitleri nedeniyle insanları “seçici” olmaya zorluyordu. Ama şimdi ileri teknolojinin devasa
kişisel depolama olanakları ve bunun için sadece “derhal yer
açılabilir” durumda olan sanal belleklerin kullanılması, video
kayıt cihazlarını “her an”ın ihtiyacı haline getiriyor. Dünyanın
her yerinde, her gün, tek bir parmak hareketiyle milyarlarca
video kaydediliyor, siliniyor, kolajlanıyor. Yaşam hiç olmadığı
kadar kayıt altında ve görülüyor ki artık bundan geri dönüş
yok. Şu halde ise bize, doğru cihazlarla ve doğru yöntemlerle
hayatı çoğaltmanızı önermekten başka seçenek kalmıyor...
56
ra A100. A100 etkin ve maceracı yaşam tarzları için ideal.
El kullanımı gerektirmeyen A100, kullanıcıların gündelik yaşantılarını ve maceralarını olanca doğallıklarında kaydedebilmeleri için tasarlanmış bir cihaz. Kompakt ve hafif A100’ü
başlık kullanmaya gerek kalmaksızın üzerinize giyip ellerinizi
meşgul etmeden dilediğiniz gibi çekim yapabiliyorsunuz. Kamera su geçirmediği için maceralarınızın geçebileceği mekan
çeşitliliğinde de sınır yok! F2.5 lens, BSI sensör ve Gelişmiş
Görüntü İşleme LSI teknolojisi ile net görüntüler sunan Panasonic A100 ile çekilen görüntüler dahili Wi-Fi işlevi sayesinde kolaylıkla paylaşılabiliyor.
SONY
Video kameralar konusunda uzman firmalardan Sony’nin bu
yıl içinde piyasaya süreceği modeller de dikkat çekiyor. CES
2013 fuarında HandyCam serisindeki amiral gemisi hdRPJ790V modelini tanıtan firmanın bazı “cicileri” ise şöyle:
HDR-PJ790V
HandyCam serisinde amiral gemisi olan model, 5.1 kanal
mikrofona ve 30 ml projektöre sahip. Cihaz yeni bir ses
sistemine ve XLR kutularına bağlantı özelliği sunacak. Full
HD 1080P 60P video çözünürlüğü sunan PJ790V, 24.1MP
sensöre sahip. 10x optik, 17x dijital zoom ve 3” LCD ekran
da diğer teknik detaylar arasında. 1600 dolar civarında bir
satış fiyatı var.
Dünyanın her yerinde, her gün, tek bir parmak hareketiyle
milyarlarca video kaydediliyor, siliniyor, kolajlanıyor. Yaşam hiç
olmadığı kadar kayıt altında ve görülüyor ki artık bunun geri
dönüşü yok.
BELLİ BAŞLI VİDEO KAMERA
ÜRETİCİLERİNİN EN SON
MODELLERİ
HDR-CX380V-HDR-PJ380V-HDR-CX430VHDR-PJ340V
Sony’nin orta seviye video kameralarını oluşturacak cihazlar,
8 ya da 9 MP Exmor R sensöre, 30x zoom oranına ve 3”
LCD ekrana sahip olacaklar. Bütün cihazlar full HD 1080P
video çekimine, GPS ve yüksek kalitede 5.1 mikrofon gibi
teknik detaylara sahipler. Ayrıca PJ430V modelinde projektör yer alıyor. Modellerin fiyatları sırasıyla 448, 598, 698 ve
348 dolar...
PANASONIC
SAMSUNG
011’in aralık ayında Tunus’ta genç bir seyyar satıcının
kendini yakarak başlattığı protesto, bir anda tüm
Kuzey Afrika’ya ve Arap dünyasına yayılabildiyse
bunda, kendini feda eden genç adamın ardından
yapılan gösterileri, ellerindeki “kameracık”larla
kaydedenlerin payı büyüktür. Peşi sıra Mısır ve
Libya’ya yayılan gösterilerin en önemli enstrümanı, temel fonksiyonu görüntü kaydetmek olmayan amatör elektronik cihazlarla yapılmış kayıtlardı. “Akıllı
telefon”ların ve “handcam”lerin önlenemez yaygınlığı ve bunların, başta gençler olmak üzere tüm toplamsal kesimler ve
sınıflardan gördüğü yüksek teveccüh; sadece Kuzey Afrika’nın
değil, dünyadaki tüm insanların hafızasına unutulmaz yeni bir
tecrübe kazıdı: Artık hiçbir “olay” ya da hiçbir “şey”in görüntüsü, onu yaşayanların arasında kalmayacak!
3MOS sensörlü kameralar
3MOS sensörün sağladığı yüksek netlikteki görüntüler ve
bu görüntülerin kolayca paylaşılmasını sağlayan dahili Wi-Fi
gibi bağlantı seçenekleriyle öne çıkan yeni Panasonic full HD
video kameralar, akıllı özellikleriyle artık evlerde gözetleme
sistemi olarak da kullanılabiliyor. Yeni teknolojiler, video kameranın canlı renklerle bezeli yüksek çözünürlüklü görüntüler oluşturmasına olanak tanıyor. Ayrıca bu sayede gren,
önceki modellere kıyasla %50 oranında azaltılıyor. Panasonic
X920 iç ve dış mekan fark etmeksizin bulunduğunuz her
ortamda iyi bir çekim performansı sergiliyor.
Günümüzde kamera, lüks veya eğlencelik olmaktan çok öte
bir yaşamsal araca dönüşüyor giderek. Bunda kuşkusuz en
büyük etken, kameraların zor ulaşılan ve maliyetli cihazlar
olmaktan çıkıp, özellikle cep telefonlarıyla entegre bir hal gelmesi… Yüksek çözünürlüklü video kaydı yapmayan bir mobil
cihazı bugün küçük çocuklara ve hatta “anneannelere” bile
benimsetmek olanaksız hale gelmiş gibi görünüyor.
Nazi iktidarı sırasında ülkesini terk etmek zorunda kalan ve
sınırı gizlice geçerek Almanya’dan kaçmak istediği sırada Almanlara yakalanarak hayatını kaybeden ünlü düşünür Walter
Benjamin, “Yeniden üretilebilirliği çağında sanat yapıtı” başlıklı müthiş makalesinde, günümüzdeki bu durumu elbette hayal
bile edemeden ama “insanoğlu”un eğilimlerini şaşırtıcı doğrulukta sezerek öngörmüştü. Benjamin fotoğraf makinesi ve
Giyilebilen full HD video kamera!
Panasonic’in bir diğer 2013 sürprizi de “giyilebilen” kame-
HMX-QF30BP
Canlı yayın özelliği ile hem uzaktayken “evinizi izleme” olanağı, hem de arkadaşlarınızın ve ailenizin gerçek zamanlı olarak ne kaydettiğinizi görmesini sağlar. Hazırlıksız bir sinema
gecesi için HD TV’nize, hızlı yedekleme için cep telefonunuza ve bir sosyal ağ sunucusuna videolar göndermek için AllShare Play, Mobil Bağlantı ve Social Sharing (Sosyal Paylaşım)
gibi diğer Wi-Fi özelliklerinden faydalanılabilir.
CANON
LEGRIA HF G30
Yüksek özellikli optik donanım, sensör ve sabitleyici ile Wi-Fi
bağlantı desteğini küçük bir gövdede bir araya getiren LEGRIA HF G30 video kamera, Canon’un son gözdelerinden.
57
beş dakİka ara
YAŞAM
İki ağaç arasındaki tembellik hakkı
İstanbul’un en ünlü
dondurmacıları
Güneşin ortalığı kavurduğu şu sıcak yaz günlerinde kendisi küçük
etkisi büyük bir serinlik kaynağı arayan İstanbullular soluğu
dondurmacılarda alıyor. Peki, İstanbul’un en iyi dondurma adresleri
hangileri?
emen hepimizin yazla özdeşleştirdiği, sadece çocukların değil büyüklerin de yerken
“çocuk”laştıkları bir lezzet, dondurma.
İster erimesin diye son hızla yendiği için
beynimizi donduran külahta dondurma, ister envai çeşit ve tattaki paket dondurmalar olsun, artık bir yaz geleneği olmaktan çıkıp dört mevsim tüketilen bir lezzet olsa da sıcak yaz
günlerinde sahilde veya parklarda yenen dondurmanın tadı
bir başkadır. Hele de İstanbul’un artık efsane olmuş dondurmacılarından birine düştüyse yolumuz, önünde biriken kalabalığa aldırış etmeden kuyruğa giriveririz.
Diyelim ki Moda’dasınız. Sahildeki çay bahçesindeki masalardan birine kurulmadan önce gidilecek tek bir adres vardır:
Ali Usta. Moda Caddesi’nde 30 yılı aşkın süredir hizmet veren Ali Usta’nın tezgahında onlarca çeşit dondurma olsa da,
içeriğini sır gibi sakladığı Santa Maria bu mekanın en sevilen
dondurması.
Bostancı’ya doğru ilerlerseniz buradaki durağınız elbette
Dondurmacı Yaşar Usta olacak. 38 yıllık bu dondurmacıda
şimdiye dek 70 çeşit satışa sunulmuş. Yaşar Usta’nın menü58
sünde nardan karpuza, kaymaktan gül ve fıstıklı çikolataya
birçok farklı lezzet bulmak mümkün.
Karşı kıyıda, Bebek’te ise dondurma denilince akla Güneş
Dondurmacısı geliyor. Artık Bebek’in simgelerinden biri haline gelmiş olan dondurmacının en özel ürünü, Yunan adalarından getirdikleri sakızdan yapılan sakızlı dondurma. Dondurmaların sırrı süt tozu yerine süt ya da salep kullanılması.
Güneş Dondurmacısı’ndaki dondurmalı waffle’ların da efsane olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Ve elbette Yeşilköy’ün ünlü Hakiki Roma Dondurmacısı... Uzun yıllardır İstanbullulara hizmet veren Hakiki Roma
Dondurmacısı’nın sahibi Zekeriya Vardar sık sık yurtdışına
giderek farklı dondurmaları tadıyormuş. Burada İtalyan tipi yumuşak dondurmanın yaklaşık 20 farklı çeşidini denemek mümkün olsa da en çok kestaneli dondurma tercih ediliyormuş.
Dondurma yemek için illa dondurmacıya gitmek gerekmiyor elbette. Mesela Üsküdar’ın ünlü Kanaat Lokantası sadece
geleneksel Türk yemekleriyle değil; koyun sütü, kaymak ve
saleple yapılan kaymaklı dondurmasıyla da meşhur. Taze ve
mevsimine uygun meyveler kullanılarak yapılan diğer dondurmaları da seviliyor.
B
azı nesneler varlıklarıyla ve hatta varlıklarıyla bile
değil, sadece isimleriyle pek çok duyguyu tetikler.
İşittiğiniz anda konsantrasyonunuzu zayıflatan, içinizi bulunduğunuz yerden, yaptığınız işten bir anlığına da olsa uzaklaşma isteğiyle dolduran sözcüklerden söz
ediyoruz. Güneş gibi... Kumsal gibi... Orman gibi... Deniz
gibi... Yeşil gibi... Mavi gibi... Tatil gibi... Ya da bunların hepsini birden çağrıştırma kabiliyetine sahip olan, hamak gibi...
Hamakta sallanmayı sevmeyen yoktur ancak hamak denilince
herkesin aklına başka bir yer gelir. Kimisi ağaçların arasında, bol
oksijenli bir şekerleme için isteyecektir hamağı. Bir başkası illa
ki deniz kıyısı der. Hazır deniz kıyısı olmuşken, tropikal palmiye
ağaçlarını da manzaraya eklemek isteyenler çıkacaktır elbet.
Bazıları içinse hamak demek bahçe demektir. En az iki ağacın
gölgesinde, yeşil mi yeşil bir avluda, serin bir uykudan güzel ne
olabilir? Sözün kısası, herkesin hamakla ilgili hayalleri başkadır.
Pek çok keyif unsuru gibi hamak da aslında bir zorunluluktan,
açıkhavada güvenli bir biçimde uyuyabilme ihtiyacından ortaya çıkmış.Tarihi çok eskilere dayanan bu ilkel yatak, Christoph
Colombus tarafından Amerika kıtasından Avrupa’ya taşınan
nesnelerden biri. Zaten sözcük, Haiti’nin eski halklarından olan
Arawakanların dilinden, “balık ağı” anlamındaki “hamaco”dan
geliyor. Amazon yerlileri, börtü böcekten, yılandan çıyandan,
tozdan çamurdan korunabilmek için kullanırmış hamakları.
Mayalar, balık ağı benzeri malzeme yerine bugünkü hamakların kumaşına çok benzeyen, bir tür dokuma kullanırlarmış.
Amerikalı denizcilerin yan yana dizilmiş hamaklardan oluşan
koğuşlarda uyuduklarını biliyoruz. Ay’a giden Apollo mekiğinde de astronotlar, boş vakitlerini hamaklarında geçirmişlerdi.
Bugünse yüzlerce çeşit hamak ve hamağın onlarca kullanım alanı var. Özellikle son yıllarda giderek artan portatif
hamaklar, bu ekvatoral keyfi, nispeten küçük bir çantanın
“Ne yapsam ne yapsam
bir hamak alıp sallansam,
kurtulur muyum bunalımdan
hamakta sallansam. Ne kadar
enteresan!” *
içinde gittiğiniz her yere taşıma olanağı tanıyor. Serin havalar için örtüsü üzerine monte edilmiş hamaklar da var.
Örtülü hamak her ne kadar hamağın ana fikrine aykırı gibi
görünse de, son derece işlevsel. Üretici ve pazarlamacılar evlerine hamak alanların sayısının giderek arttığından
söz ediyor. Yani hamak artık iç dekorasyonun da keyifli bir
unsuru. Sayfiye kasabaları ise halen hamakların anavatanı
sayılabilir. Tatil tembelliklerinin devasa hamaklarında dinlenmek ve belki de uzaktan gelen müzik sesine biraz kulak kabartıp yıldızları seyretmek... Burnunuzda hanımeli
kokuları... Evet, evet hamak biraz da güzel bir gece demek.
Aslına bakarsanız, önce beşik vardı... Bir sağa bir sola sallanmanın en “minik”, en güvenli ve en masum aracıydı beşik.
Arkasından yaşlar biraz büyüdü, yaşla beraber bedenler de...
Yani o güzel şarkıda dediği gibi, “pabuçlar büyüdü” ve sokak
günleri başladı; sokakta salıncaklar vardı. Ama lunaparklarda
karşımıza çıkan o çocuksu sallanma keyfi de çok uzun sürmedi ve tüm bunların tadı hep damağımızda kaldı. Belki de
en çok bu yüzden hamaktayken böylesine rahat hissediyoruz;
böylesine huzurlu ve güvende. Hamak keyfinin altında, biraz
da bu özlem var sanki... Ne dersiniz?
* MFÖ grubunun seslendirdiği, söz-müziği Mazhar Alanson’a
ait “Hamak” adlı şarkının nakaratı.
59
çocuklar İÇİN
Küçük beyler, minik hanımlar için unutulmaz bir tecrübe:
Sizin için harika geçecek
bir tatile evinizin gözbebeği
çocuğunuz burun kıvırdığında biraz
bozuluyor olabilirsiniz. Kusura
bakmayın ama bu defa o haklı. Gidip
hayata karışmak, yepyeni şeyler
öğrenmek ve size baş döndürücü
gibi görünen hayat enerjisini
akranlarıyla paylaşmak istiyor. Bu
yüzden iyisi mi siz şu yaz kamplarını
düşünün deriz. Masraflar mı? Sorun
değil, popüler tabirle “hallederiz!”
60
ünyaya her geçen gün biraz daha yaklaşan güneş kış boyu üşüyen kumsalları kavururken, süt beyaz gezi tekneleri denizin üzerinde
köpükten çizgiler çiziyorken tatil, aklınızı fikrinizi sarıya ve maviye boyamaya başladı bile.
Gitmek istiyorsunuz. Gitmek ve uzun uzun
dinlenmek. Sizi yıl boyu yoran ne varsa geride bırakmak,
unutmak. Tatili düşündüğünüzde bile hiç enerjiniz kalmamış gibi hissediyorsunuz. Bir gitsem ve bütün senenin gürültüsünü dindirsem...
Hakkınız elbette. Fakat sizin için harika bir yenilenme fırsatı
sunacak düşük tempolu bir tatil, acaba minik yavrunuzun yıl
boyu beklediği şey mi?
Biz yetişkinlerin aksine, çocuklar tatili dinlenmek için değil, yorulmak için bekliyor. Enerjilerini geri toplamak değil,
boşaltmak için. Sizin gibi yıl boyuca yaşadıkları zorlukları unutmak değil, önümüzdeki yıl boyunca hatırlayacakları
ve keyifle, heyecanla anlatacakları şeyler yaşamak için. Siz
olabildiğince sükunet istiyor olabilirsiniz. Ama onlar daha
çok insan görmek istiyorlar. Üstelik de görmek, içine karışmak istedikleri kalabalık, sizin akranlarınızdan oluşmuyor.
Onlar birlikte oyundan bir dünya kurabilecekleri, “minyatür
insan”lardan oluşan, haylaz bir güruh arıyor. İster girişken olsun ister utangaç, çocuklara tatil dediğinizde öncelikle yaşıtlarını arıyorlar. Sizinkiler gibi konfor kriterleri de
oluşmadı henüz onların. Gerçekten yeterince yorulduklarında uyuyacakları bir yatak, oynamaktan kurt gibi acıktıklarında iştahla yenecek herhangi bir yemek, terlediklerinde
değiştirecekleri birkaç tişört, koşarken ayağa vurmayan bir çift ayakkabı kâfi onlara. Yeter ki oyuna bir kez başlasınlar...
Peki ama nasıl?
Bizzat tecrübe ettiniz mi bilemiyoruz ama çocukların en
unutamadıkları tatiller ne lüks tatil köylerinde, ne kimsenin
ulaşmadığı tenha kumsallarda, ne de hayatınızda belki de
sadece bir kez ziyaret edebileceğiniz uzak diyarlarda geçiyor. Tatil onların içinde ve bunu dışarıya çıkarmak için belki
de bu küçük adamları, minik bayanları akranlarıyla biraz baş
başa bırakmak gerekiyor. İşte bu yüzden tatil dönemlerinde düzenlenen yaz kampları harika bir fırsat.
Eğer bir kampın ne kadara mal olacağını merak etmeye, hatta yazıya ara verip internetten birkaç siteye bakmaya başladıysanız aklınızı çelmeye başladık demektir. Arka
odadaki afacanın “İşte bu,” “Bravo!” çığlıklarını duyar
gibiyiz.
Şimdi gelelim mahkemenin karar bölüme. Belki sizin çocukluğunuzda yaz kampı dendiğinde, üstelik de ücretsiz bir
kamp arandığında akla gelen şey izci kamplarından ötesi
değildi. Ancak bugün tablo çok farklı. Ne yalan söyleyelim,
şimdiki çocuklar çok şanslı!
Bugün birçok belediye, birçok sivil toplum kuruluşu, birçok
okul, birçok meslek odası, birçok devlet kurumu çocuklar
için ücretsiz kamplar düzenliyor. Bunun yanı sıra spor kulüplerinin de düzenlediği ücretsiz kamplar var. Spor deyince de
aklınıza sadece futbol gelmesin lütfen. Basketboldan tenise
uzanan geniş bir yelpazede kamplar bulmak mümkün. Yabancı dil becerilerini geliştirmek için düzenlenen kurslar da
cabası. Bunların arasında ciddi olanlar sadece temel ihtiyaçları karşılamakla kalmıyor, çocukların sağlıktan beslenmeye pek çok konuda tam teşekküllü hizmet alabilmeleri için
profesyonellerle, genellikle de gönüllü çalışan profesyonellerle işbirliği yapıyor.
Karar verici olarak size düşen sorumluluklar hiç de az değil tabii. Sonuçta seçenekler arasından en doğru tercihi siz
yapacaksınız. Öncelikle çocuğunuzu kampına göndereceğiniz kuruma güvenmeniz gerekiyor. İnternette iletişim
bilgileri mevcut ama ana-babasınız, yüz yüze görüşmeden
karar veremezsiniz. Bu noktada beslenme kontrolleri nasıl
yapılıyor ve sağlık koşulları nelerdir gibi hayati kaygılara
tatmin edici yanıtlar bulmanız gerekiyor.
Bunun yanı sıra ufaklığa sizden ayrı bir tatil teklif etmenin
yöntemi de çok önemli. Öncelikle, onu yanınızda istemediğiniz, ondan ayrı tatil yapmak istediğiniz hissine kapılmasını engellemeniz gerekiyor. Belki de bunun için çocuğunuzu
böyle bir tatili isteyen taraf konumuna kurnazca yönlendirmek en iyisi. Hatta başlangıçta göndermemek için biraz
ayak direyebilirsiniz de. Bu, hem tatili daha fazla istemesini
hem de ilk günlerde karşılaşabileceği -ve büyük kısmı
sizi özlemekten kaynaklanan- zorluklara karşı daha çetin
davranmasını kolaylaştıracaktır.
Peki bu kamplardan ne bekliyorsunuz? Sadece hoşça vakit
geçirmesini mi? Ya da örneğin spor ya da dil kamplarında
yeteneklerini geliştirmesini mi? Bunlar elbette önemli ancak emin olun kamptan döndüğünde karşınızda bambaşka bir insan bulacaksınız. Karakteri biraz daha gelişmiş,
kendi ayaklarının üzerinde durmak için can atan, biraz yorgun
bir halde ama gözleri ışıl ışıl gelecek eve.
Sırf bunun için ondan biraz uzak kalmaya değer.
61
sağlık
Sofraya aç oturmayın
Ortalama 8 saat uyuyun
Aç karnına yemeğe başladığınızda iki kat daha çok yersiniz. Yemekten önce ayran veya bir sütlü kahve içmek, küçük bir meyve
veya bir tabak salata yemek her zaman ana öğünde daha az
yemenizi sağlar.
Sağlıklı ve zinde bir vücut için gece uykusuna önem verin. Çünkü vücudun onarıcı hormonu olan melatonin gece
21.00’den sonra salgılanmaya başlar; salgılanma oranı uyku sırasında yükselir, sabaha doğru azalır. Stres hormonu olan kortizol ise gece en düşük seviyesindedir; sabaha karşı yükselir
ve gün içinde yüksek seyreder. Eğer gece uyumazsanız vücut
yeteri kadar melatonin salgılamaz ve kortizol hormonunuz
yüksek kalır. Bu da kan şekerini yükselteceği için kilo almanıza
neden olur.
Beslenmenizde çeşitliliğe önem verin
Tek yönlü beslenmek insanı tatmin etmez; kişi bu şekilde, yemek yeme düşüncesini kafasından uzaklaştıramaz. Hep aynı tür
yemekler yemeyin. Her besinden azar azar tüketerek çeşitliliği
sağlayın.
Diyet yapmayın, yaşam biçiminizi değiştirin
Yemeği acıktığınızda yiyin
10
Saate göre yemek yediğinizde aklınız hep yiyeceklerde kalır.
İkide bir saate bakar ve hep, şimdi şunu yersem 3 saat sonra
ne yiyebilirim diye düşünürsünüz. Bu şekilde daha fazla yemek
yersiniz ve bir süre sonra yemek için yaşamaya başlarsınız. Ama
yemeği vücut saatinize göre ayarladığınızda yaşamak için yemek
yemiş olursunuz. Yemek için acıktığınızı hissetmeyi bekleyin ve
yalnızca ve yalnızca acıkınca yemek yiyin.
FAZLA KİLO
LARD
K İÇİN
A
M
L
U
T
R
U
AN K
İ
J
E
T
A
R
T
AHTAR S
AN
Yaz geldi geçiyor.
Zayıflamaya karar
verdiniz ama ne
yapmanız gerektiğini
bilmiyorsunuz. O halde
bu yazı tam sizin için.
Hem sağlıklı hem de
fit bir görünüme sahip
olmak istiyorsanız bu
10 strateji işinizi epey
kolaylaştıracak.
62
Açlığınızı ertelemeyin
Yemeği, mideniz açlık sinyali vermeye başlar başlamaz en
geç 10 dakika içinde yiyin. Eğer açlığınızı çok ertelerseniz
bir sonraki öğünde iki kat daha fazla yersiniz. Bu da midenizin genişlemesine ve her seferinde daha çok yemek
yemenize sebep olur. Az ama sık sık yiyin.
Önce algınızı doyurun
İnsan beyni ile doyar, o yüzden önce algınızı doyurun. Örneğin
2 yemek kaşığı ıspanak yemeğini önce küçük bir fincan
tabağında düşünün, sonra pasta tabağında düşünün,
sonra da büyük bir servis tabağında düşünün. Fincan
tabağındaki ıspanak gözünüze daha çok görünür.
Esmer ekmek tüketin
Genel kanının aksine her öğünde bir-iki dilim esmer
ekmek yemek oldukça faydalıdır. Ekmek daha çabuk
doymanızı sağlar ve mideyi daha uzun süre tok tutar.
Ancak ekmek yediğiniz öğünde çorba, pilav, makarna,
börek, tatlı gibi karbonhidrat içeriği yüksek yiyeceklerden uzak durun.
Meyve suyu içmeyin,
meyve yiyin
1 bardak taze sıkılmış meyve suyu
elde edebilmek için en az 3-4 meyve gerekir.Yani 1 bardak meyve suyunda 3-4 meyvenin kalorisi vardır.
Oysa meyvenin kendisini yediğinizde
daha çok lif ve posa alırsınız ve 1-2 tane
meyveyle rahatlıkla doyarsınız. Böylece
hem daha az kalori alır hem de posa sayesinde daha uzun süre tok kalırsınız.
Diyet yaptığınızda, yaşamınızı diyet öncesi ve diyet sonrası
olarak ikiye ayırırsınız. Diyet yaptığınız dönemde kendinizi
toplumdan soyutlar, diyet bitip de normal yaşamınıza döndüğünüzde, verdiğinizden daha çok kilo alırsınız. Sağlıklı beslenmeyi bir yaşam biçimi haline getirin ve hayatınızı buna göre
düzenleyin.
Kendinize küçük hedefler koyun
Zayıflamak için bir anda bütün kilolarımdan kurtulmalıyım diye düşünmeyin. Bu bıkkınlık ve başarısızlık duygusunu körükler. Kendinize ulaşılabilir,
küçük hedefler koyduğunuzda hem hedefinize
daha kolay ulaşırsınız hem de süreklilik sağlamış
olursunuz. Örneğin 1 ayda 5 kilo vermeliyim diye
işe başlarsanız 1 ayda 2 kilo verdiğinizde ben bunu
yapamıyorum der ve diyeti bırakıp daha çok kilo
alırsınız. Ama 1 ayda 2 kilo vereceğim diye işe
başlayıp 3 kilo verirseniz daha mutlu olur ve
başarıyorum hissiyatı ile diyetin devamını
getirirsiniz.
Gündelik hayata dair birkaç ipucu
• Açlık hormonu salgıladığınızda karnınızı doyurmanız gerekir. Eğer açken karnınızı doyurmazsanız bu sizi açlık psikolojisine sokar ve sürekli yemek yeme isteği
duyarsınız. Bunun için dengeli ve düzenli
beslenmelisiniz.
• Evde film ve maç izlemek, arkadaşlarla gece
dışarı çıkmak gibi faaliyetler çekirdek, kola, alkol ve cips gibi şeyleri daha çok tüketmemize
neden olur. Bunları yaparken bu abur cubur yiyeceklerden olabildiğince uzak durmaya çalışın.
• Düzenli spor yapın ve spor yaparken harcadığınız kalorileri düşünmeyin.Yalnızca spora odaklanın. Çünkü aklınız sürekli yaktığınız kalorilerde
olursa siz fakında olmadan vücut hep yaktıklarını geri almak, dolayısıyla daha çok yemek
isteyecektir.
• Az uyuyan kişiler halsiz ve bitkin olurlar. Bu
da onların enerji almak adına daha fazla yemek
yemelerine neden olur.
63
gurme
Hava sıcak. Çok sıcak. Ve daha da
sıcak olacak. Deniz kenarları, ağaç
gölgeleri, klimalar... Serinlemek
için her yola başvuruyorsunuz.
Ve sıcak, havayı cıva kıvamına
getirirken bir yandan da tüm
enerjinizi emiyor. Adımlarınız
yavaşlıyor adeta. Kışın sıcak
içecekleri aklınıza bile gelmiyor
artık. Sıcağa yenik düşmeyin, size
buz gibi önerilerimiz var!
i
b
i
g
z
u
Hem b
u
l
o
d
i
j
r
hem ene
!
i
r
e
l
k
e
c
e
ç
i
z
a
y
İşte
64
imdi size, içinizi ferahlatırken enerjinizi
geri getirecek buz gibi bir içecek lazım,
biliyoruz. Seçenekler çok çeşitli ama
iyisi mi siz meyve temelli içeceklerden
şaşmayın. Böylelikle alacağınız şeker
düzeyini
kontrol
altında
tutarken
vücudunuza mineral ve vitamin açısından
da maksimum desteği sağlayabilirsiniz.
Nar suyu, yaz için ideal bir içecek
örneğin. Hem harika rengiyle göz zevkinize
hitap ediyor, hem de antioksidan etkisiyle
vücudunuzun yenilenmesini sağlıyor. Havuç
suyu ise A vitamini açısından oldukça zengin.
Karaciğerinizi de güçlendireceğini biliyoruz. Rejim
yapıyorsanız elma suyunu tavsiye edebiliriz. Yazın bol
bol bulabileceğiniz domatesi günlük bir içecek olarak
tüketmeye ne dersiniz? Bağışıklık sisteminize yapacağı
katkı da yanınıza kar kalacak. Rejim yapanlar için
ülkemizde tüketimi giderek daha çok yaygınlaşan ananası
da önerebiliriz. Lifli yapısıyla yağ yakmanıza da yardımcı
olacaktır. Tabii sözkonusu meyve suyu olduğunda damak
tadı da önemli. İçeceklerinize kırık buz ekleyerek ferahlık
etkisini artırmanız mümkün. Unutmayın, sebze ve meyve
sularının mineral ve vitamin değerleri itibariyle pişirilmiş
gıdalardan çok daha yüksek. Meyve sularını yine kendi
keyfinize göre karıştırarak kokteyl şeklinde
daha özel tatlar yaratmanız da mümkün.
Eğer buna zaman ayırmaya niyetiniz varsa
birkaç küçük önerimiz olabilir.
nescafe’nin içine bu buz kalıplarından koyun. Sonuca
bayılacaksınız.
Buz küpleri demişken, sevdiğiniz bütün yaz meyvelerini bir
kapta toplayın. Renk ve koku versin diye içine böğürtlen
de katmaya çalışın. Kivi, çilek gibi yumuşak meyveleri
tercih edebilirsiniz. Blender’dan geçirin ve birkaç bardak
su ile tekrar karıştırın. Sonra tamamını buz küplerine
dondurun. Son olarak bir bardağa donmuş küplerden
dilediğiniz kadar koyun ve üzerine soda ekleyin. Pişman
olmayacaksınız!
Bir yaz mucizesi olan karpuzu da unutmayalım. İki buçuk
bardak suyu, dört kaşık kadar şekeri, biraz nane yaprağını,
bir adet soyulmuş limonu birlikte şeker eriyinceye kadar
kaynatın ve soğutun. Daha sonra bir miktar karpuzu,
örneğin orta boy bir karpuzun yarısını, ezin ve bir sürahiye
aldığınız karışımın üzerine ilave edin.
Yaz aylarının vazgeçilmez içeceklerinden biri de limonata.
Ancak evde de içseniz dışarıda da içseniz, limonataya
haricen şeker katılmamış olmasına, en azından
ölçünün makul bir seviyede tutulmuş olmasına dikkat
edin. Bu alacağınız kaloriler açısından önemli. Ayrıca
şekerli meşrubatlar bir süre sonra susuzluk hissinin
katlayarak artmasına neden oluyor. Limonatanın içinde
salatalık, limon, elma dilimleri ve özellikle nane ya da
fesleğen yaprağı kullanabilirsiniz.
Bir başka yaz içeceği ise ayran. Laktik etkisi nedeniyle
tükettiğiniz miktara ve kullandığınız tuz oranına –ki
mümkünse tuzdan uzak durun- dikkat ettiğiniz sürece
serinlemek için harika bir seçenek.
Ve gelelim sezonun, aslında bütün sezonların en mucizevi
içeceğine; bol bol su tüketin. Yazın daha çok tüketin.
Ferahlayın, arının...
Mesela, tatlı bir içecek isterseniz, iki
bardak sütü, 2 adet dondurulmuş ve
dilimlenmiş muzu, eğer elinizin altında
varsa yarım bardak yaban mersinini ve bir
avuç kadar dondurulmuş çileği karıştırabilir, damak
tadınıza bağlı olarak bu karışıma birkaç kaşık bal da
ekleyebilirsiniz. Aynı formülü süt yerine portakal
suyuyla da uygulayabilirsiniz. Blender kullanmak
işi hızlandıracaktır.
Kahve küpleri
Kahve düşkünleri için de güzel ve kelimenin
tam anlamıyla yazlık bir önerimiz var. Birkaç
bardak pişirilmiş espressoyu buz kalıplarına
doldurarak buzluğa yerleştirin. Hazırladığınız
65
bulmaca
kutucukları boya
Bulmacadaki kutucuklardan bazılarını hiçbir boyalı kutucuk yan yana gelmeyecek ve her satır ve sütunda sadece bir boyalı kutucuk
olacak şekilde boyayın. İçinde rakam olan kutucukları boyamayın. Her rakam yanındaki boyalı kutucuk sayısına eşit olmalı.
ÖRNEk:
2
2
2
1
1
kare bulmaca
Bulmacaya, her sayı onu içine alan kare veya dikdörtgenlerin içindeki
kutucuk sayısını verecek şekilde kare veya dikdörtgenler çizin.
0
17
ÖRNEK:
16
13
15
14
17
6
18
5
2
7
SUDOKU
8
9
6
7
7
3
8
1
9
8
2
4
66
Talihliler, 20 Temmuz’a kadar doğru cevabı gönderen
okurlarımız arasında yapılacak çekilişle belirlenecektir.
5
2
9
3
Sudoku bulmacamızı
doğru cevaplandırarak
[email protected]
adresine ya da posta ile
derneğimize gönderen
5 okurumuz, elektronik
çerçeve kazanacak.
9
1
6
Geçen ayın sudoku talihlileri: Yasin TİFTİK, Aslan SURATLI
Nida AKGÜN, Emrah Nadir KURT, Ahmet GÖRGÜLÜ
67
Haberler
100. ÜLKE MALTA!
Dünyada en çok
ülkeye uçan havayolu
Türk Hava Yolları.
thy.com | 444 0 849
68

Benzer belgeler

Güney Kutbu - UTED Dergi

Güney Kutbu - UTED Dergi level. Frankly, we find it hard to understand why our colleagues are asked to take an English-language qualification test in every two years, unlike any other profession. Please let your decisions ...

Detaylı

OLGUn ÇiÇek - UTED Dergi

OLGUn ÇiÇek - UTED Dergi The participation in our brunch, a traditional event for our colleagues, received a great interest this year also. We will keep on offering you to experience the privileges of being an UTED member....

Detaylı

UTED ETkinliklEri DEvam EDiyor

UTED ETkinliklEri DEvam EDiyor Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın

Detaylı