Sayı 8 - TüvTürk

Transkript

Sayı 8 - TüvTürk
KARİYER BİLEN AZ, TERCİH EDEN ÇOK: AKTÜERYA
10
11
12
2013
İyilik
tohumları
Tarihten
Rastgele rastgele tarih
oldular: Boğaz’ın balıkları
Söyleşi
Maskülen rollerin
oyuncusu: Hatice Şendil
SOSYAL MEDYA
BİLGİSAYAR OYUNLARI
SİNEMA-TV
TİYATRO-SERGİ
English Summary of Contents
Henüz yolun başındayız...
TÜVTÜRK ailesinin değerli üyeleri ve saygıdeğer TÜVTÜRK dostları,
Yaz aylarını geride bıraktık. Yeni heyecan ve koşuşturmaların başladığı, sonbaharın
hüküm sürdüğü günler yaşıyoruz. Yılın son aylarına yaklaşmamız sebebiyle iş
yoğunluğumuzda da gözle görünür bir artış söz konusu. Böylesi yoğun bir tempo içindeyken,
sizlere kısa bir mola verdirmek, zengin bir içeriğe sahip dergimiz aracılığıyla keyifli birkaç
saat geçirmenize vesile olmak üzere yine karşınızdayız.
Son çeyreğine girdiğimiz 2013, bizler için son derece hareketli ve bir o kadar da verimli
bir yıl oldu. İçinde bulunduğumuz yılın istatistiklerine göz attığımızda, araç muayenesi
adetlerinde bir önceki seneye kıyasla artışın olduğunu, fakat bunun yanında muayeneden
kalma oranının da azaldığını görmekteyiz. Bu durum, faaliyetimizin trafik güvenliğine
sunduğu pozitif katkının da kanıtı aynı zamanda. Diğer taraftan, henüz yolun başında
olduğumuzun, atmamız gereken daha birçok adımın olduğunun farkındayız. Motosiklet ve
traktörlerle ilgili istatistiksel veriler, muayeneye gelme oranlarının düşüklüğü bizleri özellikle
bu alanlarda daha fazla çalışmaya sevk ediyor.
Bizi daha fazla adım atmaya yönelten bir diğer konu ise egzoz gazı emisyon ölçümleri.
Ağustos ayı ile birlikte artan kontroller ve kesilen yüksek meblağlı cezalar, egzoz gazı
emisyon ölçümlerinin ne derece önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Emisyon
ölçümü yapılmadan, kanundışı olarak verilen pulların, olası kontrollerde çıkacak uygunsuz
değerler karşısında hiçbir anlam ifade etmediğine ve bu yolu seçen vatandaşlarımızın yüksek
cezalarla karşılaştıklarına şahit olduk. Uluslararası standartlarda ölçüm hizmeti veren
TÜVTÜRK, ülkemize hem çevresel hem de ekonomik alanda çok büyük katkılar sağlarken,
gerekli ölçümleri bizim istasyonlarımızda yaptıran vatandaşlarımızın kendilerini bu konuda
çok daha güvenli hissettiğine de tanıklık ediyoruz.
“Marifet iltifata tabiidir” sözü, yaşamda bir kez daha karşılığını buldu. Son yılların en
önemli sosyal sorumluluk projelerinden biri olan, trafik güvenliği konusunda ülkemize
büyük katkılar sunduğuna inandığımız, birçok ilgili kurum ve kuruluşla birlikte TÜVTÜRK
olarak bizim de içinde yer aldığımız Trafikte Sorumluluk Hareketi’ne ait bir uygulama,
ARVAK tarafından düzenlenen A-Awards Açıkhava Ödülleri’nde “En İyi Kentsel Tasarım”
ödülüne değer bulundu. Bizi ziyadesiyle memnun eden bu ödül nedeniyle başta reklam
ajansımız Drive Dentsu olmak üzere emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim.
ARAÇ MUAYENESİ
KONUSUNDAKİ
İSTATİSTİKİ VERİLER,
FAALİYETLERİMİZİN
TRAFİK GÜVENLİĞİNE
SUNDUĞU POZİTİF
KATKININ DA KANITI
AYNI ZAMANDA.
Son olarak dergi yayın tarihimizden sadece bir hafta sonraya denk gelen Kurban
Bayramı’nızı en içten dileklerimle kutlar; uzun bayram tatilini sevdikleriyle birlikte geçirmek
üzere yola çıkacak herkesin, hız ve emniyet kemeri başta olmak üzere tüm trafik kurallarına
uymak konusunda azami gayret göstermelerini dilerim.
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK Genel Müdürü
İSTASYON
3
08 Teknoloji
16
Söyleşi
30
Gezi
İçindekiler
EKİM-KASIM-ARALIK 2013
06 Haberler
Dünyada ve Türkiye'de öne çıkan,
ilginç haberler...
08 Teknolojİ
rolün kendisine farklı bir bakış açısı
kazandırdığının altını çiziyor.
20 karİyer
38
Spor
30 GeZİ
Yeni yerler keşfetmek ya da herkesin
bildiği yerlere kendi gözüyle tanıklık
etmek isteyenler için ideal mevsimdir
Tarihçesi çok eskilere dayansa bile
sonbahar. Bizim sonbahar rotamızda
Teknolojideki son gelişmeler,
Türkiye’de çok fazla tanınmayan
Uzungöl, Şirince, Pamukkale, Nemrut
yeni ürünler ve uygulamalar...
Aktüerya, artık gençlerin kariyer
ve Kapadokya var.
planlarında daha fazla yer almaya
10 Hayat
Dayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir
atalık tohumların korunması için
Ve beklenen oldu… Formula 1
yetkilileri, eskisine zıt bir anlayış
benimsedi. Motor hacminin 1,6
Boğaz’ın balıkları, aşı avlanma ve
litreye, silindir sayısının ise 6’ya
kirlilik yüzünden birer birer yok
düşmesini öngören bir karara imza
Dila Hanım’a küçük ekranda
oldu. Ne balıklardan ne de balıkçılık
atıldı ve böylece ortaya çevreyle
tekrardan can veren Hatice Şendil,
kültüründen eser kaldı.
daha dost bir yarış çıktı.
16 Söyleşİ
İSTASYON
24 TarİhTen Sayfalar
36 oToMoBİl
Bir zamanlar bolluğu ile meşhur
gösterilen çabalar artıyor.
4
başladı.
10
Hayat
38 SPOr
Türkiye, ekstrem spor meraklıları
arasında popülaritesi giderek
artan rafting için son derece
ideal bir ülke.
44 Sağlık
Vücudun hemen her yerinde kendini
gösteren kanser, deriyi de es
geçmiyor.
46 UZMan GöZüyle
Egzoz gazı emisyon ölçümü.
48 SoSyal Medya
Sosyal medyadaki gelişmeler.
50 OyUN
Konsol ve mobil oyunlar.
52 PoPüler külTür
Sinema, televizyon, sergi…
56 TüVTürk
TÜVTÜRK'ten haberler
62 enGlıSh SUMMary
İmtiyaz Sahibi
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Kemal Toğanç
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABerler
İşTe muTluluğun formülü
Ön camdaki
yol haritası
Çalışanların mutluluğu, verimi artıran temel unsur… TinyPulse, personelle
patron arasındaki çekinceleri kaldırıp sorunları çözebilmek ve dolayısıyla
verimi artırmak üzere üretilen bir program.
n Hepimizin hafızasında yer
n BBC’de geçtiğimiz günlerde yayınlanan Nastaran Tavakoli
Tünelin
sonundaki ışık
n Ölümün eşiğinden dönenlerle
yapılan sohbetlerde en sık duyulan
cümle şu olsa gerek: “Tünelin
sonundaki beyaz ışığı gördüm.”
Kurulan cümlenin doğru olup
olmadığını bilmek, gerçekten öyle
bir ışığın varlığını kanıtlamak çok zor
elbette. Buna rağmen biliminsanları
hemen her alanda olduğu gibi bu
konuda da araştırmalarına devam
ediyorlar. Hatta araştırmalarının
sonuçlarını kamuoyu ile paylaşıp
şaşkınlık da yaratabiliyorlar.
Tünelin sonundaki beyaz ışıkla
ilgili son bilgi ABD’deki Michigan
Üniversitesi’nden geldi. Açıklamaya
göre biliminsanları ölmek üzere
olan sıçanların beyin dalgalarında
yüksek seviyede aktivite gözledi.
Hayvanların kalbinin durmasından
sonraki 30 saniye içinde gama
salınımları olarak bilinen yüksek
frekanslı beyin dalgalarında ani
bir yükselme tespit edildi. Bu
durumdan yola çıkan araştırmacılar,
tünelin ucundaki ışığın beyindeki
elektrik dalgalanmalarının
aniden yoğunlaşmasından
kaynaklanabileceği sonucuna
vardılar. Konuyla ilgili Amerikan
Bilimler Akademisi’nin dergisine
açıklama yapan Dr. Jimo Borjigin,
insanlarda da benzer bir durumun
söz konusu olabileceğini; beyinde
faaliyetlerin yoğunlaşması ve
algılama seviyesinin artmasının,
ölüm anı deneyimlerini
açıklayabileceğini söyledi ve ekledi:
“İnsanların ışık görmeleri, beynin
görme merkezinin yüksek seviyede
uyarılmasından kaynaklanabilir.”
6
İSTASYON
imzalı bir haber, dikkatleri bir kez daha çalışanların işlerini
yaparken mutlu olması gerektiğine çekiyordu. Habere
göre, Seattle merkezli tasarım şirketinde bir çalışan,
diğerlerine şirketten istifa etmelerine vesile olacak şeyler
anlatıyordu. Neler olup bittiğini çalışanlarla konuşarak
anlamaya uğraşmanın boşuna bir çaba olduğunu fark eden
şirket sahibi Amy Balliett, işin içine TinyPulse adlı programı
dâhil etmeye karar verdi. Program sayesinde çalışanlar,
isimlerini gizli tutarak Balliett’e ulaşabildiği gibi yaşanan
sorunları tüm çıplaklığıyla aktarma şansına sahip oldu.
Amy Balliett için geçerli olan durum, birçok patronu
da yakından ilgilendiriyor aslında. Zira Amerika’da
yapılan araştırmalar, çalışanların neredeyse yüzde 70’lik
bölümünün kendilerini işyerlerine ait hissetmediklerini ya
da devre dışı bırakılmış hissine kapıldıklarını gösteriyor. Bu
da işte verimi azalıyor… İşte TinyPulse, tam da bu noktada
imdada yetişiyor.
TinyPulse’un kurucusu David Niu, programı oluşturmadan
önce çeşitli şirketlere gidip araştırmalar yaptı ve işverenlerle
karşılaştıkları sorunlar üzerine görüştü. Kendisi de daha önce
farklı şirketler kuran ve çalışanlardan birinin istifa etmesinin
patronlarda yarattığı ruh halini iyi bilen Niu, mesaisinin
önemli bölümünü hangi durumların personeli istifaya sevk
ettiğini anlamaya çalışarak geçirdi. Şirketlerin kendi içinde,
yıllık olarak yaptıkları değerlendirme anketlerinin yeterli
sonuç vermediğine inanan Niu, sonunda, çalışanların ne
Bİr Bİlmece daha çözülüyor
Biliminsanları, soyu tükenmiş Güney Afrika kaplumbağası Eunotosaurus’un fosilleşmiş
iskeletini buldu. İskelet, kaplumbağa kabuklarının oluşumuyla ilgili birçok veri sunuyor.
kadar mutlu olduklarını görmek için, haftalık periyotlarla kısa
anketler hazırlayan ve anket sonuçlarını grafiğe dönüştürüp
patronlara ulaştıran TinyPulse programını oluşturdu. Amy
Battiett örneğinde olduğu gibi bu program, çalışanların
patronlarıyla iletişim kurarken kimliklerinin gizli kalmasını
sağlaması açısından da önemli.
Aslında çalışanların mutlu olup olmadığını öğrenmenin
tek yolu TinyPulse değil, sağlık sektöründe kullanılan
cihazlar mutluluk düzeyini ölçebiliyor. Uzmanlar, insanları
zorlamanın beyin için kötü olduğunun, zorlanan kişilerin
randımanının artmadığının altını çiziyorlar.
Konuşan tren camları
n Binilecek tren konforlu, yol boyunca akıp giden manzara
izlenmeye değerse tren yolculuğunun sunduğu keyif
bambaşkadır. Türkiye’deki demiryolu ağının karayollarına
kıyasla geride olduğu malum, ama birçok Avrupa ülkesinde
durum daha farklı. Avrupalılar seyahatlerinin önemli
bölümünde demiryollarını kullanıyorlar. Avrupalıların
demiryolu seyahatine verdiği önemi bilen ve ilgiyi markaların
yararına çevirmek isteyen Almanya’dan bir firma, trendekilere
reklam dinletebilmek amacıyla yolcuların başlarını cama
yasladıklarında aktif hale gelecek bir sistem geliştirdi. Sistem
yolcunun uyumak ya da dinlenmek üzere başını cama
yaslamasıyla devreye giriyor. Camdan gelen ses sinyallerinin
yaydığı titreşimler sayesinde kişi reklamları kafasının içinde
duymaya başlıyor. İlk olarak, Cannes Uluslararası Yaratıcılık
Fuarı’nda tanıtılan ve henüz deneme aşamasında olan sisteme
yönelik eleştiriler de hayli fazla. Zira yapılan birçok yorumda
bunun kişinin dinlenme hakkına saldırı olduğunun altı çiziliyor.
n Hayat bilmecelerle dolu… Bugünlere ulaşana kadar
binlerce bilmece çözdü insanlık. Ama ne kadar ilerlenmiş
olunursa olunsun, bazı şeyler gizemini korumaya devam
ediyor ve biliminsanları bu gizemi çözebilmek amacıyla
günlerini, yıllarını veriyor. Örneğin kaplumbağalar, daha
doğrusu kaplumbağa kabukları, bilimle uğraşanların uzun
süredir ilgi alanındaydı. Kaplumbağa kabuklarının nasıl
bir evrim sürecinden geçtiğine ilişkin araştırmalar yapan
biliminsanları, literatürde bağa adı verilen kemiksi kabuk
aracılığıyla ulaştıkları yeni bilgiler sayesinde bir bilmeceyi
daha çözmek üzereler. Soyu tükenmiş Güney Afrika
sürüngeni olan Eunotosaurus’un fosilleşmiş iskeletinin
bu konuda çok yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Zira
260 milyon yıllık olduğu düşünülen fosil, yakın zamanda
bulunan ve aynı soydan geldiği düşünülenlerden belirgin
farklar göstermekle kalmayıp araştırmacılara farklı
dönemlere ait fosilleri karşılaştırma imkânı da sunuyor.
Araştırmacılar, Eunotosaurus’ın sırtında tıpkı günümüzde
yaşayan kaplumbağalarınkine benzer T şeklinde dokuz
büyük kaburga kemiğinin bulunduğunu, ancak omurgalarıyla
kaburgalarının birbirine kaynamadığını ve kaburgaları
arasında diğer hayvanlarda görülen kaslardan bulunmadığını
belirtiyorlar. Kaplumbağaların kabuklarının yaklaşık 50
kemikten oluştuğu; kaburgaların, omuz kemiklerinin ve
omurların birbirleriyle kaynaması sonucunda kabuğun
meydana geldiği biliniyordu. Son derece karmaşık yapıya
sahip kabukların ilk kez 260 milyon yıl önce ortaya çıktığı da
bilinenler arasında. Bundan 210 milyon yıl önce yaşamış bir
kaplumbağanın fosili, oluşumunu tamamlamış bir kabuğa
sahip. Ancak bu kaplumbağadan yaklaşık 10 milyon yıl önce
yaşayan ve Çin’de bulunan Odontochelys semitestac olarak
adlandırılan bir başka fosilde ise kabuğun tam oluşmadığı
görülüyor. Kabuklar bu türün solunum sisteminde önemli
bir işleve sahip. Kendisini korumak için kabuktan vazgeçen
kaplumbağalar, evrim süreçlerinde karın bölgelerinde eşi
benzeri olmayan bir kas bağı geliştirdiler.
yüz yılda 11 santim uzadılar
n Avrupalı erkekler artık daha uzun… Nereden mi biliyoruz? İngilizlerin
yaptığı incelemelerden… İngiltere’deki uzmanlar, 100 yıllık dönemi ve
15 Avrupa ülkesinden binlerce erkeğin nüfus ve askerlik kayıtlarını ele
alan bir çalışmaya imza attılar. Sonuçları Oxford Economic Papers’da
yayınlanan, 1870 ila 1980 arası yılları kapsayan araştırmada, erkeklerin
yaklaşık 11 santim uzadığı görüldü. 21 yaşındaki İngiliz erkeklerinin boyu
167,05 santimken 1970’li yıllarda 177,37’ye çıktı. Erkeklerin boyunun
neden uzadığına ilişkin somut veri yok. Ancak uzmanlar bu durumu, eskiye
oranla yaşam koşullarının iyileşmesine, kişi başına düşen gıda tüketiminin
artmasına ve sağlığa daha çok özen gösterilmesine bağlıyorlar.
edinmiştir; bundan çok değil 10-15
yıl önce çekilmiş, çoğu Amerikan
menşeli filmde, şoförün hemen
yanındaki koltukta oturan kişi –
çoğunlukla bu ailenin annesidirkucağında tuttuğu koca haritadan
ilerleyecekleri yolu bulmaya çalışır.
Yolculuklar sırasında haritalardan
ziyade içgüdülerine güvenen
bizler için şaşırtıcı bir tablodur
bu. Ancak ilerleyen teknoloji, söz
konusu görüntüyü değiştirmeye
kararlı. Çünkü artık hemen her
aracın navigasyonu da var. Bu da
sadece navigasyonun bile otomobil
sektöründe ayrı bir iş alanı olarak
var olmasına, çeşitli firmaların
ortaya çıkmasına aracılık ediyor.
Uydu navigasyonu firması
Garmin de onlardan biri ve firma,
otomobil sürücüsüne yolu ön
camdan adım adım gösteren
bir cihaz ve uygulama geliştirdi.
Taşınabilir bu ekran, akıllı telefon
aracılığıyla yön talimatları da dâhil
birçok bilgiyi ön cama yansıtabiliyor.
Yön belirten okları, mesafeyi, aracın
hızını ve hız limitlerini içeren bilgiler,
ön cama ya Garmin’in ürettiği
cihazın yansıtıcı merceği aracılığıyla
ya da cama yapıştırılan şeffaf bir
plastik ekran üzerine aktarılarak
yansıtılıyor. Uygulamanın özelliği
bununla sınırlı değil. Sistem sesli
talimatları, ya akıllı telefonların
hoparlörleri ya da aracın Bluetooth
kısa dalga radyo teknolojisiyle
çalışan ses sistemi üzerinden
verebiliyor. Uydu navigasyonu
sistemini içeren, fiyatının yaklaşık
30 Dolar olması ve birçok ülkede
sonbaharda satışa sunulması
planlanan uygulamanın iPhone,
Android ve Windows Phone 8’lerde
kullanılması da mümkün.
İSTASYON
7
HABerler
HAZIRLAYAN: ReSuL BukSuR
Apple pArmAktAn
tAnıyor
masaüstü tableti
n Son yıllarda klasik masaüstü PC tarih oldu desek yeridir.
İşte son örneği, all-in-one PC’ler; yani hepsi bir arada
bilgisayarlar, şimdi tablet olarak da kullanılıyor. Asus’un
yeni modeli Transformer AiO yeni nesil masaüstülere iyi bir
örnek. İlk bakışta sadece bir Windows 8’li bilgisayar olarak
algılanan Asus Transformer AiO’nun 18,4 inç boyutundaki
ekranını yerinden çıkararak, bir Android tablet olarak
kullanılabiliyor. PC olarak, 3. Nesil Intel Core i3/i5/i7 işlemci
seçenekleri sunan AiO, tablet olaraksa, Android 4.1 Jelly
Bean işletim sistemli 18,4 inçlik dokunmatik ekrana sahip.
NVIDIA Tegra 3 işlemcili tabletin 2,4 kilogramlık ağırlığıyla
bir hayli ilginç göründüğü de kesin.
n Uzun yıllardır beklenen iPhone’ların, daha ucuz
ikinci versiyonu, en sonunda piyasaya çıkıyor. Kısa
süre önce düzenlenen bir organizasyonla iPhone 5’in
yeni üst modeli olan S tanıtılırken, daha düşük fiyata
sahip iPhone 5C de kullanıcıların beğenisine sunuldu.
Apple yine de kontrolü elinden bırakmış değil.
Telefon ucuz ama, sadece 100 dolar kadar ucuz.
Aslında 5C ve 5S arasında donanımsal olarak bir
fark yok. Tek fark kasada… Söz konusu modellerdeki
temel yeniliklerden en önemlisi, şirketin yeni
işlemcisi A7. Her iki telefonda da kullanılan işlemci,
daha yüksek hız ve uzun pil ömrü sağlıyor. İkinci ve
ilginç yenilikse parmak izi tanıma. Böylece telefon ve
mobil cüzdan güvenliği konusunda önemli bir destek
sağlanmış oldu. Parmak okuyucu alttaki tek tuşun
altına yerleştirilmiş. Ama asıl bomba telefonlara
yerleştirilen M7 adındaki yeni işlemci. M7, popüler
sağlık ve spor verilerinin algılanmasını sağlıyor.
Böylece ek bir aksesuara gerek kalmıyor.
Ekim ayında piyasaya çıkacak iPhone
modellerden 5S üç metalik renkle
geliyor; gümüş, altın ve koyu gri.
Müzik her yerde
n Dağda, kırda, bayırda, yetmedi mi, denizde, havuzda, herkese müzik dinletebileceğiniz
bir hoparlör ister misiniz? Ecoxgear bu özel tasarımıyla ses kalitesinde olduğu kadar
dayanıklılıkta da iddialı. Ön taraftaki özel koruma bölmesi sayesinde zorlu koşullarda bile
çalışıyor. Blutooth bağlantılı ve dört büyük pille çalışıyor. Üst taraftaki gömülü tuşlarla sesi
rahatlıkla yönetebiliyorsunuz. Düşmelere karşı dayanıklı olduğu gibi, 150 Dolar’a satılan bu
ürünü havuza attığınızda yüzdüğünü ve batmadığını görebilirsiniz.
telefon sesimi
tanıyor
n Google’ın Motorola’yı satın
aldıktan sonra piyasaya sunduğu
ilk akıllı telefon Moto X, raflarda
boy göstermeye başladı ve üç farklı
özelliğiyle hemen dikkat çekti. Akıllı
telefonlardan önce sıkça görülen
değiştirilebilir kapaklara sahip.
Kendi isminizi yazdırabileceğiniz
arka panelde 18, ön panelde
ise yedi farklı renk seçeneği
sunulmuş. Şirket ikinci olarak,
sadece Moto X’e özel uygulamalar
geliştirmiş. Örneğin sizin sesinizi
ve komutlarınızı tanıyıp işlemleri
yapabiliyor. Bunun yanında
ekran kapalıyken 10 saniyede bir,
durumu göstermesi bir başka farklı
özellik. Son olarak cihazda yer
alan 2200 mAh’lik dev pil ve bu
pil 24 saatlik bir kullanım süresi
vaat ediyor. Bunların yanı sıra 130
gram ağırlığındaki Moto X’de 720 x
1280 piksel çözünürlüklü 4.7 inçlik
bir ekran bulunuyor. 8 çekirdekli
işlemci, 2 GB RAM, 16 GB ve 32
GB farklı depolama seçenekleri
cihazdaki diğer özellikler. Arkada
10 MP Clear Pixel, önde ise 2 MP’lik
kamera bulunuyor.
Cepte pİkSel
Savaşları
n Akıllı telefonlarda kamera yarışı
yeniden sertleşiyor. Samsung’un
Galaxy Zoom’u ile telefonlara ilk defa
hareketli lens sistemi getirmesine,
Nokia’dan cevap gecikmedi. Finli
üretici, 41 megapiksellik kamerayla
donatılan Lumia 1020’yi piyasaya
çıkarıyor. Lumia 1020’de ikinci nesil
PureView teknolojisiyle; 41 megapiksel
ve zoom özelliğiyle insanın gözünün
sınırlarını zorluyor. Nokia Pro Camera
uygulamasıyla gelen telefonda, Dual capture (çift çekim)
denen yeni özellik sayesinde 38 megapiksel yüksek
çözünürlüklü fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Bunun için
altı adet lense sahip optik sensör, düşük ışık koşullarında
bile net fotoğraflar çekebilecek kapasitede. Ayrıca Rich
Recording teknolojisi sayesinde 140dB’ye kadar sesleri
kaydedebilen Nokia 1020, en gürültülü ortamlarda bile
stereo sesli videolar çekebiliyor. Son olarak, opsiyonel
olarak satılan kamera aksesuarıyla neredeyse tam bir
kompakt kameraya dönüşüyor.
Saat modası yükseliyor
n Son birkaç ayda dünyanın önde gelen firmaları, birbiri ardında akıllı
saatler çıkartıyor. i’m Watch, onların arasından sıyrılarak Türkiye’de
de satışa sunulan ilk akıllı saat oldu. iPhone ve Androidli telefonlarla
uyumlu olan i’m Watch; akıllı telefonların yerini almak yerine, Bluetooth
bağlantısıyla doğrudan telefona ulaşmanızı ve yönetilmesini sağlıyor.
Bu sayede çağrı yapma, SMS, e-posta, Facebook, Twitter, Instagram
ve müzik gibi ihtiyacınız olan her türlü uygulamayı her an bileğinizde
taşıyabiliyorsunuz. Türkiye’deki fiyatı ise 899 TL.
küçük ama kaliteli
6 inç sınırı aşıldı
n Ünlü ses ürünleri şirketi Bose, sonunda plaj çantasına
sığacak boyutlarıyla SoundLink Mobile’ı tanıttı. Cep
telefonlarından biraz büyükçe boyutlara sahip üründe
hoparlör Bluetooh üzerinden kablosuz olarak bağlanıyor.
Ağırlığıysa sadece 680 gram. Birçok farklı renkte
kılıflarıyla sunulan ürün, 200 Dolar’a satılacak.
n Akıllı telefon mu, tablet mi? Akıllı telefonların
ekranı büyüdükçe büyüdü ve artık tablet telefonlar
ayrı bir kulvar. Neredeyse her marka büyük ekranlı
versiyonlarını çıkarıyor. Son olarak Sony tam HD 1080p
çözünürlüğe sahip 6.4 inçlik tablet telefonunu piyasaya
sundu. Oldukça ince tasarımıyla rekorları zorlayan
ürünün su geçirmezlik özelliği de var.
8
İSTASYON
İSTASYON
9
HAYAT
İyilik tohumları
Dayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir atalık tohumların
korunması için gösterilen çabalar her geçen gün artıyor.
Y
ıllar önce Ekolojik Tarım, Turizm, Takas (TaTuTa) projesi için Buğday Derneği’nden arkadaşlarımla birlikte yaptığımız seyahatlerden birinde
tanıştığımız Mustafa Bey ile köy hayatının yavaş
yavaş sona erdiğini konuşuyorduk. Mustafa Bey, atalık tohumlarının kalmadığından söz etmiş ve üzülerek atalık akdarı tohumlarını nasıl yitirdiklerini anlatmıştı: “Bir süre
önce annemin tohumluk olarak ayırdığı akdarı çuvalını
ambarda bulan oğlumun tavuklara yem niyetine attığını
öğrendim. Atalarımızdan kalan son akdarı tohumlarıydı...”
Geçmişte Anadolu’da hemen her yerde yetiştirilen besleyici değeri yüksek bu tahıl, bugünlerde neredeyse hiç yetiştirilmiyor. Mustafa Bey’in anlattıklarına benzer hikâyeleri,
sonra hemen her kır sohbetimizde dinledik: Gün geçtikçe
azalan atalık tohumların, yerini gittikçe yaygınlaşan ticari tohumlara bıraktığını gördük, işittik. Diyarbakır karpuzu, Arnavutköy çileği, karabuğday (burçak), bardacık inci-
10
İSTASYON
Anadolu’nun pek çok
yerindeki küçük çiftçiler
yerli tohumlarına
pazar bulamadığı için,
yüzyıllardır her türlü
koşula uyum sağlayıp
günümüze ulaşan dayanıklı
tohumlar yok olma
tehlikesiyle yüz yüze.
ri, ayasu armudu azalan çeşitlerimizden bazıları.
Tokat’ta devlet yetkililerinin, köy köy dolaşıp “verimi
az” 30’dan fazla domates çeşidinin tohumunu çiftçiden
alarak, verimi yüksek, ıslah edilmiş çeşitlerle değiştirdiğini öğrendik. Amaç, bölgede büyük hacimde üretilebilecek ve tüketicinin genel tercihine uygun tek tip domates
çeşidine ulaşabilmekti. Verim artacak, ancak bu domatesi
yetiştiren çiftçi her yıl yeniden tohum almak zorunda kalacaktı. Zira bu domates kendi tohumlarından domates
üretme yeteneğine sahip değildi.
Bir keresinde Burdur pazarında birkaç nesildir fide
yetiştiren bir çiftçiyle karşılaşmıştım. Mevlüt Bey, özenle yetiştirdiği türlü çeşit sebze fidelerini mevsimine göre,
üç–dört pazarda satıyordu. Mevzuat gereği satışta sorun
İSTASYON
11
HAYAT
Az zAhmetle, Az kAynAklA yetişen atalık
ToHumlAr, kendilerine gösterilen özene büyük
bir bereketle kArşılık veriyor. her birinin içinde
bol gıdA, bol şifA vAr.
yaşıyordu, çünkü tescil sürecinden geçmeyen ve sertifikalandırılmayan tohumlar, ticareti Tohumculuk Kanunu ile
yasaklanmış durumda. Mevlüt Bey, sohbetimizde “Fidelerimi satın almak isteyenlerin yüzü suyu hürmetine pazarda satış yapabiliyorum” demişti.
TOHUMLARI YOK OLMUŞ DÖNGÜLER
Bu örneklerin hepsi sonuna gelmiş döngüleri işaret ediyor. Kendini devam ettiremeyecek tohumların hâkimiyeti,
küçük üreticinin sürdürülebilir kaynaklara ulaşmasındaki zorluklar ve kaçınılmaz olarak, giderek ufalanan kırsal
yaşam... Tohumları yok olmuş döngüler...
Gıdamızı oluşturan bitkilerin birçoğunun anavatanı Anadolu… Örneğin ekmeğin hammaddesi buğday ve
buğdaygillerin, nohutun gen merkezi Güneydoğu Anadolu. Türkiye’de kültür bitkilerinde gen kaynağı belirleme ve
toplama çalışmalarını başlatan İstanbul–Yeşilköy Islah ve
Deneme İstasyonu Müdürü Mirza Gökgöl, 30’lu yıllarda,
12
İSTASYON
Geleneksel çiftçilik
faaliyetinde güneşte
kurutulan biberler,
ekşiler, pekmezler,
salçalar, tarhana gibi
ürünler de geleneksel
yapılış biçimleriyle,
yerli tohumlar kadar
değer taşıyor.
Türkiye’nin her yanından binlerce buğday örneği toplamış,
18 binin üzerinde farklı tip ve bunların arasından da 256
yeni buğday varyetesi belirlemişti. Gökgöl, “Türkiye’de bulunan çiftçi çeşitleri, bitki ıslahçıları için sonsuz bir hazine” diyordu. Günümüzde atalık tohumlarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olan Anadolu Yarımadası, biyolojik
çeşitliliği çok zengin bir coğrafya. Bereketli topraklar ve kıtalar arasındaki konumundan olsa gerek, insanın yerleşik
kültüre dair attığı ilk tohumların da bu coğrafyada yeşerdiği biliniyor. Tarihteki ilk köylerin kuruluşu, dolayısıyla yabani bitkilerin kültüre alınarak tarımın başlatılması,
dahası hayvanların ilk defa evcilleştirilmesi de Anadolu ve
etrafındaki bölgelerde gerçekleşmiş.
Kutsal kitaplarda da adı geçen, incir, üzüm ve zeytin
gibi ağaç ve çalıların bazı türlerinin de doğal kökenleriyle
insan tarafından ilk defa kültüre alındığı bölgelerin Anadolu çevresinde bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Muğla Meyve Mirası Grubu, sadece Muğla bölgesinde
meyve çeşitleri üzerine yaptıkları araştırmada onlarca değişik adla anılan 500’den fazla meyve çeşidi belirledi. Bu
sayının yaklaşık 330’unu farklı çeşitte badem, elma, armut, incir, üzüm, zeytin, nar ve ayvalar oluşturuyor. Meyve Mirası Grubu’ndan Esin Işın, bu ürünlerin gün geçtikçe ticari değerinin yok olduğunu ve köylünün artık bu tür
ürünlerden çok az yetiştirdiğini söylüyor. Işın, bu çeşitleri Bodrum pazarında açtığı tezgâhta tanıtıyor ve köylülerin ürünlerini satmalarına yardımcı oluyor.
Yerel çeşitleri kullanan çiftçilik faaliyeti sadece ham
ürün üretiminde değil, mamul ürünlerin üretimi ve saklanma yöntemleri konusunda da çeşitlilik gösteriyor. Kurular, pekmezler, domates salçaları, tahin, haşhaş ezmesi ve tarhana gibi ürünler yapılış biçimleriyle de bir değer
taşıyor. Kuşadası’nın Kirazlı Köyü’ndeki Kirazlı Ekolojik
Yaşam Derneği, köydeki kadınların geleneksel yöntemlerle ve yerli tohumları kullanarak ürettiği ürünleri yöresel bir markayla satışa sunuyor.
Dernek Başkanı Nihat Fırat, Giresun’dan göçmen kuşlar tarafından taşınan ve bu şekilde dünyaya yayılan kirazın atasının Kirazlı’daki kara kirazın akrabası olduğunu
düşünüyor. Fırat “Kirazlı, 70’li yıllarda Almanya’ya kara
kiraz ihraç etti ancak sonrasında kuraklık ve bakımsızlık
nedeniyle kirazlar kurudu ve zamanla ticari bir kiraz çeşidi (ziraat 900 ismiyle anılan) kara kirazın yerini aldı” diyor. Sevindirici olan, derneğin çalışmaları sonucu kara kiraz üretiminin yüzde 10 artmış olması.
Yerli çeşitler, üretim şekilleri itibariyle doğa dostudur.
Yetiştirildikleri yörenin özelliklerine uyum sağladıkları
için çok az emek ve kaynakla verimli olabilirler. Örneğin
Bodrum’un köylerinde “beppe domat” olarak anılan (bugünkü adıyla cherry domates) domates çeşidi, neredeyse kendiliğinden toprağa dökülen tohumlarından, hiç sulanmadan lezzetli meyveler veriyordu.
Kazdağları’nda yaşadığım Bahçedere Köyü’nden komşum Esme Kahraman da, “Bunlardan dört tohum ektim,
kendiliğinden büyüdü, sulamadım bile” dediği dört balkabağından birini bize hediye etmişti. Her biri ortalama 20’şer
kiloydu. Kabağımızdan çıkan çekirdekleri saydığımızda
yaklaşık 2 bin kabak tohumumuz olduğunu fark ettik!
Kars’ın Boğatepe Köyü’nde yok olmaya terk edilen kavılca buğdayının üretime kazandırılması için çaba gösteren İlhan Koçulu’ya göre, yerli bitkisel çeşitler gibi yerli
hayvan ırklarının da bakımı daha kolay. Örneğin, yabancı ırklar günde ortalama 70–120 litre su içerken, yerli ırklar 10 litre suyla yetinebiliyor. Koçulu, “Bu ırklar otlayarak ve otun olmadığı zamanlarda da biçilerek kurutulmuş
çayır otuyla besleniyor, dolayısıyla elde edilen sütün maliyeti neredeyse sıfır” diyor. Oysa kültür ırkları veya melezlerinin yetiştirildiği hayvan çiftliklerinde hayvanların
beslenmesi için hektarlarca arazide yem bitkisi üretmek
gerekiyor. Yerli hayvan ırklarının gıdasıysa yerli bitki çeşitleriyle zenginleştiriliyor.
Örneğin yok olmakta olan “Güneydoğu Anadolu kırmızısı” adlı sığır ırkı, yakın zamana kadar, yok olmakta
olan yerli yağlı tohum çeşidi “zegerek”ten yapılan yemle
besleniyordu. Keten tohumunun yöresel adı olan zegerekin, geçmişte yağı alınıyordu, posası da öküzlere ve yeni
doğum yapan ineklere veriliyordu. Son yıllarda yerli tohumların korunması için yapılan çalışmalara zegerekin
yeniden üretilmesi de eklendi.
Yerel çeşitler başta olmak üzere genetik kaynakların
toplanması, muhafaza edilmesi ve çeşitlendirilmesi kapsamında, 60 binden fazla örneği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, İzmir ve Ankara’daki gen bankalarında tutuyor. 8
binin üzerinde meyve ve asma çeşidi de 16 değişik araştırma enstitüsünde koruma altına alınmış durumda.
İSTASYON
13
HAYAT
türkiye’de son
yıllArdA doğa
dostu tarım ve
yerlİ tohumlarla
İlgİlİ farkındalığın
ArTmAsı, bu
kArAnlık tAbloyu
AydınlığA
çevirecek yeni
küçük döngülerin
bAşlAmAsını
sAğlıyor.
C
Ancak gen kaynaklarının sürekliliği için sadece koruma altına almak yeterli değil. Bunun nedeni, bitki genetik kaynaklarının, yerel koşullara uyum sağlayan popülasyonlardan oluşması. Bu nedenle her ne kadar genetik
kaynak olarak bu çeşitler kayıt ve koruma altına alınsa da,
bu tohumların değişen koşullara zaman içinde uyum sağlayabilmesi için ekilmeye ve takas edilmeye ihtiyacı var.
Burada üzerinde durulması gereken konu, atalık tohumlarımıza yönelik tehdidin, üretimini devam ettiren küçük
çaplı üretim sistemlerinin sürekliliğine yönelik tehditle ilişkili olması… Küçük üreticinin yaşam koşullarının gün geçtikçe zorlaşması her yıl tohumluk ayıran çiftçileri, hibrit piyasa tohumlarına yönlendirebiliyor. Her ne kadar ürettikleri
yerel ve sağlıklı ürünlerle, gıda güvenliği açısından direnç
noktalarını oluşturuyor olsalar da, küçük çiftçiler, küçük hacimli üretimleri, ürün miktarları ve çoğunlukla tüketici tarafından seçilen çeşitleri üretmiyor olmaları nedeniyle giderek büyüyen pazara ulaşma şansını yitiriyor. Pazar, her
geçen gün daha fazla konvansiyonel tekniklerle üretilmiş, tek
tip ürünlerle dolduruluyor. Türkiye Permakültür Araştırma
Enstitüsü’nden Mustafa Bakır, piyasanın tek tip ürüne yöneliyor olmasının sakıncalarına dikkat çekiyor: “Öncelikle besin değeri azalıyor. Yapılan ıslah çalışmaları besin değerinden çok, miktar olarak verim ve bunun yanında makinelerle
işlenebilirlik, uzun mesafelerde taşınabilirlik ve raf ömrüne
göre yapılıyor. Bu nedenle miktar olarak verimli ama çeşit ve
besin değeri zayıf gıdalar üretiliyor” diyor. Bakır’a göre, günümüzün giderek kronikleşen kriz durumu ancak yerel çeşitlendirmeyle aşılabilir. Bunun yolu da farklı koşullara uyum
sağlayarak bugüne gelebilen atalık tohumlarımızın korunması, bu tohumları sürekli eken küçük üreticilerin ve bu çeşitliliği talep eden insanların sayısının artmasından geçiyor.
Türkiye’de son yıllarda doğa dostu tarım ve yerli tohumlarla ilgili farkındalığın yaygınlaşması, bu karanlık tabloyu ay-
14
İSTASYON
Kars’ın Boğatepe
Köyü’nde yok olmaya
terk edilen kavılca
buğdayının üretime
kazandırılması için
çaba gösteren İlhan
Koçulu’ya göre,
yerli bitkisel çeşitler
gibi yerli hayvan
ırklarının da bakımı
daha kolay.
dınlığa çevirecek yeni küçük döngülerin başlamasına neden
oluyor. Bayramiç’te temelleri atılan Yeniköy, Bayındır’daki Marmariç, Erdek’teki Ocaklar ekolojik yerleşim girişimleri; İstanbul’da balkon bahçeciliği ve yerli ürün kullanımının
yaygınlaşması için çaba gösteren Slow Food konviviyumları,
Pembe Domates Ağı gibi sivil gruplar yerli tohumları yaşatmak için çalışıyor. Torbalı ve Seferihisar’da yapılan atalık tohum takası şenlikleri de bu çabaların bir yansıması.
Bazı okullar bahçelerinde atalık tohumları yetiştirmeye başlarken, bazı çiftçiler de yerli tohum ambarlarının öncüsü oluyor. Ekolojik çiftliklerin sakladıkları yerli tohumları takas etmelerini de özendiren Buğday Derneği, GEF
Küçük Destek Programı’ndan aldığı destekle öncülüğünü
yaptığı tohum ağı ile bu konuda çalışan tarafları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Diğer yandan tohum ağı sekreteryasını yürüten Emanetçiler Derneği köy köy dolaşarak tohum ambarlarının kurulmasına önayak oluyor. Şimdiden
28 çiftçi, diğer çiftçilerle takas etmek üzere yüzlerce farklı
yerel çeşidi ambarlarında saklamaya başladı bile.
Hükümetlerin ve tohum şirketlerinin konuya yaklaşımı da değişen uluslararası politikalara bağlı... Bunun anlamı şu: Atalık tohumlarımızı bu yıl da ekmezsek gelecek
yıl aç kalabiliriz. Aç bir toplum ne yapar? Tohum Ağı projesinin yürütücülerinden Melike Hemmami, bu soruyu
şöyle yanıtlıyor: “Gıdamızı kendimiz üretemiyorsak, başkalarından almak zorunda kalırız. Bu da gıda bağımlılığını getirir. Bu yüzden atalık tohumlarımıza ne kadar sahip
çıkarsak geleceğimize de o denli sahip çıkabiliriz. Tohum
ekmek için bir saksı toprak bile yeterli!”
Az zahmetle, az kaynakla yetişen atalık tohumlar, kendilerine gösterilen özene büyük bir bereketle karşılık veriyor. Her birinin içinde bol gıda, bol şifa var. Kendisinden
binlerce üretme yeteneğine sahip.
İşte iyiliğin tarifi!
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
SÖYLEŞİ
onunla tekrar var oldu
Geçen sezon yayınlanmaya başlayan ve sağladığı başarı
nedeniyle bu sezon da ekrana gelecek olan Dila Hanım’ın
başrol oyuncusu Hatice Şendil, rolü kabul etmesindeki en
önemli faktörün Dila Hanım’ın duruşu, güçlü kişiliği ve dişiliği
olduğunu belirtiyor. Şendil, bundan sonraki projelerinde daha
maskülen kadınları canlandırmak istediğinin de altını çiziyor.
SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ FotoğraFLar: Mustafa Kızıl
Y
ıl 1977… Türk sinemasının altın yılları. Yönetmen
koltuğunda Orhan Aksoy, kamera önünde ise
Türkan Şoray ile Kadir İnanır var. Senaryosunu
Safa Önal’ın yazdığı Dila Hanım’ın çekimleri yapılıyor. Mevzuu basit aslında; bir ağa ile evli olan ve kocası başka bir ağa tarafından vurulan Dila Hanım’ın, eşinin
katiline âşık olması… Kadir İnanır ve Türkan Şoray, Dila
Hanım’da öylesine ustaca bir rol sergiliyor ki, film 1978
yılının Ocak ayında vizyona girdiğinde sinemalar dolup
taşıyor. Dahası da var… Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un
aynı adlı eserinden senaryolaştırılan Selvi Boylum Al Yazmalım da Dila Hanım ile aynı yıl çekiliyor. Yönetmen Atıf
Yılmaz, Şoray ile İnanır’ı kamera karşısına geçirip bu kez
sevginin emekle ilişkisini sorgulayan, sinemamızın gelmiş geçmiş en önemli yapımlarından birine imza atıyor.
Ve sinemamızdaki Şoray-İnanır efsanesi de bu filmler
aracılığıyla doğuyor.
Sizi Türk sinema tarihinin önemli anlarından ikisine götürmemizin nedenine gelince… Dila Hanım’ın, televizyon dizisi olarak uyarlanacağı haberleri yayınlanmaya başlandığında, birçok kişinin zihninde oluşan sorunun
16
İStaSYoN
nedenini anlatabilmek için. Filmin ve tabii Kadir İnanır
ile Türkan Şoray’ın oyunculuklarının, dizinin üzerine gölge düşüreceğine inananların sayısı azımsanacak gibi değildi. Beyazperdeden küçük ekrana uyarlanan yapımların
en sıkıntılı yanı budur aslında; seyircinin bir oyuncuyla
özdeşleştirdiği bir karaktere, bir başka oyuncunun tekrardan can vermesi son derece zor. Yeni oyuncular eskilerini anımsatmamalı, kendi oyunculuk güçleriyle sanki
Dila Hanım ilk kez izleyici karşısına çıkıyormuş gibi ilgi
ve merak yaratmalıydı.
Öyle de oldu... Dolayısıyla filmin, dizinin üstüne gölge düşüreceğine inananların savı doğru çıkmadı. Erkan
Petekkaya ve Hatice Şendil’in başrollerini paylaştığı, Dila
Hanım, üzerindeki tüm gölgeleri kaldırmakla kalmadı,
her yıl birçok dizinin üç ya da dört bölümün ardından yayınına son verdiği bu sektörde, reyting listelerinde ilk sıraya yerleşti. Öyle ki, gösterdiği başarı nedeniyle hem yapımcılar hem de yayıncı televizyon kanalı, dizeyi bu sezon
da ekrana getirmeye karar verdi. Biz de bu durumdan
yola çıkarak sorularımızı söz konusu başarının mimarlarından birine, Hatice Şendil’e yöneltiyoruz.
İStaSYoN
17
SÖYLEŞİ
Dila Hanım karakterini canlandırma talebi geldiğinde,
ilk olarak neler hissettiniz?
Hem Gold Film ile hem de Gold Film’in sahibi Faruk Turgut
ile tanışıklığımız çok öncelere dayanıyor. Bir projede, kendisiyle birlikte çalışmayı çok istiyordum. Bugün, bu projeyi başarılı bir şekilde yürüttüğümüz için mutluyum. Sizin aracılığınızla kendisine bir kez daha teşekkür ederim. Bununla
birlikte dizide yer alan tüm ekibe de teşekkürü borç bilirim.
Sanırım bu, bir hissiyat meselesi; Faruk Bey ile başka dizilerin senaryoları üzerine konuşmuştuk. Kendisi bana aralarında Dila Hanım’ın da olduğu üç seçenek sundu. Ben, bu
üç senaryo arasından Dila Hanım’ı tercih ettim. Çünkü Dila
Hanım’ın duruşu, rolün dişiliği beni çok etkiledi.
Rol size gelmeden önce Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın
başrolünde oynadığı filmi izlemiş miydiniz? İzlediyseniz,
Dila sizin zihninizde nasıl bir kadın imajı bırakmıştı?
Rolü kabul etmeden Dila Hanım filmini izlemiştim. Kesinlikle tüm filmlerinde olduğu gibi tartışılmaz bir oyunculuk
sergilemiş Türkan Şoray ve Kadir İnanır. Dila, filmde de çok
güçlü bir kadın figürü sergiliyor. Şu anda Dila Hanım dizisinde de bu özelliği kaybetmemeye çalışıyoruz.
Uyarlama yapımların en büyük handikapı, daha önce o
rolü canlandırmış oyuncularla kıyaslanmak elbette. Sizin
kıyaslanma riskinizin olduğu kişi ise Türkan Şoray’dı. Dila
Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet
duygusu, bana farklı bir bakış açısı kazanDırmış
olabilir. Hatice De merHametli bir insanDır, ama
Dila’nın sabrı bazen taşı çatlatabilecek cinsten.”
Hanım karakterinin üstünden Şoray gölgesini kaldırmak
için nasıl bir yöntem izlediniz?
Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray ile aynı rolü canlandırmış olma ihtimali bile, herkese nasip olabilecek bir şey
değil aslında. Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum.
Dizi ekrana geldikten sonra görüşleri sorulduğunda Türkan
Şoray, o kadar güzel yorumlar yapıp o kadar güzel övgülerde bulundu ve benden o kadar güzel bahsetti ki, çok mahcup
oldum. Kendisiyle bir araya gelip bizzat teşekkür etmek istedim. Ancak çekimlerimizi Adana’da yapmamız nedeniyle bir
türlü fırsat bulamadım (bu durum röportajın yapıldığı tarih
için geçerlidir). Eğer bu söyleşiyi okuma şansı olursa, bu kanalla kendisine sonsuz teşekkürlerimi; saygı ve sevgilerimi
sunmak isterim. Dila Hanım’ın üzerinden Türkan Şoray’ın
gölgesi kaldırılamaz bence. Çünkü sizin de dediğiniz gibi, o
karaktere ilk olarak can veren kişi Türkan Şoray’dır. Ancak
burada ufak bir nüansı unutmamak lazım. Bizim senaryomuzu Necati Cumalı yazmıyor. Ve bizim ekrana yansıttığımız, bir dizidir; film değil. Yani demek istediğim filmde izlediğiniz hikâye ile bizim anlattığımız hikâye arasında çok fark
var. Bunu, önce Dila Hanım filmini, ardından da Dila Hanım
dizisini izleyenler çok daha net biçimde fark edebilirler.
Dizi yayına girdikten birkaç ay sonra istenilen reyting seviyesine ulaştı. Reytinglerdeki iniş-çıkışlar, sizin oyunculuk performansınızı etkileyen bir unsur mu?
Reytinglerdeki dalgalanmalar; yayınlanan bir bölümün izlenirlik oranlarının çok iyi ya da kötü olması, oyunculuk performansım üzerinde asla etkili olmuyor. Ben inandığım bir işe,
inandığım bir senaryoya imzamı atıyorum. Yapımcı şirket ve
yayıncı kanal, bu diziyi ne kadar süre yayınlamak isterlerse istesinler fark etmez; benim oyunculuk performansım o zaman
zarfında hep ilk günkü gibi olacaktır.
Günümüz tiyatrosunun en önemli isimlerinden birinden, Ayla Algan’dan ders aldınız. Bu eğitimi tiyatro sahnesinde de değerlendirmeyi düşünüyor musunuz?
Ayla Algan’ın tiyatro bilgisi ve öğrencilerini yetiştirmesi
muazzamdır. Kendisine ve verdiği emeğe tekrar teşekkür
ederim. Şu anki kariyer planlamamda tiyatro yapmak görünmüyor. Ama kadere inanan bir insanım. Bir gün belki
olabilir, neden olmasın?
Güzellik yarışmasında derece elde ettikten sonra, alışılagelmiş durumun aksine, podyumlardan ya da ekranlardan uzak kaldınız. Bu belli ki, bilinçli bir tercih…
Aslında bu bilinçli veya kasıtlı bir durum değildi. O yıllarda çok gençtim ve yaşamam gerekeni yaşadım. Son derece iyi bildiğim bir şey vardı; oyuncu olmak istiyordum. Ve
o doğrultuda doğru adımlar atmam için beklemem gerektiyse “en hayırlısının bu olduğunu” düşündüğüm içindir.
Rol gereği girdiği her yaşam, canlandırdığı her karakter insanın kendi iç dünyasına da zenginlik katar, onun hayatı başka
bir gözle görmesini sağlar. Dila karakterinin Hatice Şendil’in
iç dünyasına, zihnine kazandırdığı farklı bakış açıları var mı?
Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet duygusu, bana farklı bir bakış açısı kazandırmış olabilir. Hatice de merhametli bir
18
İStaSYoN
“çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en
önemlisi De Herkese, Her şeye Dair gözlem
yapabilmek… BunLar Bİr oYuncunun oLmazSa
oLmazLarıdır Diye Düşünüyorum.”
insandır, ama Dila’nın bu sabrı bazen taşı çatlatabilecek cinsten. Ben bile senaryoyu okuduğumda ya da kamera karşısına
geçip karakteri yorumladığımda, şaşırıyorum.
Sizinle yapılan röportajların bazılarında, Dila Hanım dizisini modern bir masala benzetiyorsunuz. Sizce modern masalları, geleneksel masallardan ayıran temel unsurlar neler?
Geleneksel bir masalı, modern bir masaldan ayıran temel unsur, masalın geçtiği zaman dilimidir bence. Örneğin biz bir
masalı, 2013 yılında, yaşadığımız toplumun şu anki bakış açısı ve değerlerine göre, elbette ki bugünün şartları içinde anlatıyoruz. Örneğin, “Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde…
Bir kız varmış, adı Dila. Ormanda bir kulübede yaşarmış, ata
binmeyi severmiş” diye bir hikâye de anlatabilirdik ve bu geleneksel bir masal oldurdu. Biz ise masal tadında çekmeye başladığımız dizimizi, mecburen günümüz şartlarına uyarlamak
zorundaydık. Dila’nın atı değil arabası var, cep telefonuyla iletişim kuruyor, restoranda sevdiği adamla romantik akşam yemeği yiyor. O nedenle modern masal benzetmesi yaptım.
Her oyuncunun canlandırmak istediği bir rol olduğu söylenir. Sizin oynamak istediğiniz, “oynamazsam gözüm
açık gider” dediğiniz belli bir rol var mı?
Hemen her oyuncu tek tip rolleri canlandırmaktan uzak durur. Her seferinde, heyecan içerisinde yeni bir karakter yaratmak ister. Ben de öyle düşünüyorum. Mesela içimde
hep daha maskülen bir kadını canlandırmak var; sert hatları olan, keskin bir kadın. Belki bir sinema filminde, belki de bir dizide bu isteğime ulaşabilirim bir gün. Kimbilir…
Performansınızı bugüne kadar sinemada değerlendirmediniz. Nasıl bir proje sizin sinemaya adım atmanızı sağlar?
Sinemada ilk filmimin, bir gişe filmi olmasından ziyade, sanat filmi olmasını tercih ederim. Nuri Bilge Ceylan,
Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Fatih
Akın çalışmak istediğim yönetmenler arasında.
Oyunculuk performansınızı bir üst noktaya taşımak için
nelerden besleniyorsunuz?
Çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en önemlisi de herkese, her şeye dair gözlem yapabilmek… Bunlar bir oyuncunun olmazsa olmazlarıdır diye düşünüyorum. Aynı zamanda
bunlar benim kendimi geliştirdiğim üç temel kriterim.
Yoğun bir iş temponuz var. O temponun biraz olsun hafiflediği anlarda, neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Aileme ve sevdiğime vakit ayırmayı çok severim. Boş vaktim
varsa sosyalleşmekten yana kullanırım. Çünkü bildiğiniz gibi
bir dizi seti başladığında, bizim de tüm hayatımız o sete dönüşüyor. O yüzden sosyal hayatım benim için çok önemli.
Hatice Şendil, dizinin
reytinglerde kaçıncı
sırada olduğunun
oyunculuk performansını
etkilemediğini söylüyor.
İStaSYoN
19
KARİYER
Tercihte ilk
tanınırlıkta arka sıralarda
AKtüERYA
Çok az tanınmasına rağmen, “2013’ün en popülerleri”
listesinde, ön sıralarda yer alan bir meslek aktüerya. Tarihçesi
1762’ye kadar dayanan ve dünya üzerinde binlerce mensubu
bulunan bu meslek, açılacak yeni eğitim kurumları ve yasal
düzenlemeler sayesinde, ülkemizde de hak ettiği
yere gelecek gibi görünüyor.
D
eğişen dünya koşulları, her şeyi olduğu gibi meslek tercihlerini de etkiliyor kuşkusuz. Örneğin
ilk gençliğini 80’li yıllarda geçirenler için her
daim gözde olan doktorluk ve avukatlığın yanı
sıra mühendisliğin çeşitli dalları, ekonomiyle ilgili eğitim veren okullar popülerdi. Aileler, çocuklarının bu
okullardan herhangi birinde okuyabilmesi için varını yoğunu ortaya koyarlardı. Yıllar ilerleyip 20’nci yüzyıla veda edilen dönemdeyse tercihler de değişmeye başladı. Nanoteknoloji, gen bilimi, iletişim teknolojileri gibi kavramlar ve
dolayısıyla bu kavramların neleri içerdiğini öğreten kurumlar, yaşamımızda yer almaya başladı. Bir süre önce Hürriyet
gazetesinde yayınlanan bir haberse hayret vericiydi. Haberde okurları şaşırtan unsur ne miydi? Birçok kişinin belki de
hayatlarında ilk kez duydukları aktüeryanın, “2013’ün en
popüler meslekleri listesinde” ilk sıralarda bulunması…
Binlerce ve belki de on binlerce kişi ilk kez duyuyor olsa
bile, dilimize Fransızcadan (actuaire) giren aktüerya, hayat
sigortalarının ilk uygulamalarının yapıldığı 1762 yılından
beri var olan bir bilim dalı aslında. Anavatanıysa İngiltere.
Tanımına bakıldığında, ne kadar çok dalı kapsadığı da anlaşılıyor: Sigortacılık tekniğiyle buna ilişkin yatırım, finansman, demografi konularında; yangın, fırtına, hastalık gibi
riskler için verilen teminatlar karşılığında olasılık ve istatistik teorileri uygulanarak, yasal düzenlemelere uygun prim,
rezerv ve kâr paylarının hesaplanıp tarife ve teknik esasların hazırlanması... Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ak-
20
İSTASYON
tüerya, çok güçlü bir matematiksel ve istatistiksel altyapı
gerektiren, özellikle sigorta; uzun vadeli yatırımlar, emeklilikle ilgili fiyatlandırma, risk analizine yönelik hesaplama
ve tahmin yöntemlerinin bütününü içeren bir bilim dalı.
Tarihçesine göz attığımızdaysa, işin teknik doğası nedeniyle ilk aktüerlerin matematikçiler arasından çıktığını görüyoruz. Sigortacılıkla birlikte doğan ve hızla gelişen mesleğe ilgi her geçen yıl artınca 1848 yılında, yine İngiltere’de
Aktüerya Enstitüsü’nün açılması gündeme geliyor. Enstitünün faaliyete geçmesinden sadece sekiz yıl sonra ise bu kez
İskoçya’da Aktüerya Fakültesi eğitime başlıyor. Eski kıtada
hal böyleyken yenidünyada, Amerika Birleşik Devletleri’nde,
1889’da Amerikan Aktüerler Birliği ve 1909’da da Amerikan
Aktüerya Enstitüsü kuruluyor. Bu iki kurum, 1949’da birleşerek Amerikan Aktüerler Birliği’ni oluşturuyor.
Dünya üzerinDe binlerce aktüer var, ama…
Aktüerlik mesleğine talebin ne derece büyük olduğunu
görmek için birkaç rakamsal bilgiye bakmak yeterli aslında. Örneğin Alman Aktüerler Birliği’nin (DAV), günümüzdeki üye sayısı, 2 bin 424. Mesleğin ana vatanında ise
bu rakam 16 bin 337 ulaşmış durumda. İsveç’teki birlik
350, Yunanistan’daki ise 90 üyeye sahip. Türkiye’de, Aktüerler Sicili’ne kayıtlı, yarısından fazlası özel sektörde görev alan aktüer sayısı, Yunanistan’dan biraz daha yüksek:
121. Stajyer ya da yardımcı aktüerlerin sayısıysa sadece 90.
Dikkatimizi rakamlara ve ülkelere verdiğimizde, aktüİSTASYON
21
KARİYER
matematiği”, “risk analizi ve aktüeryal modelleme”, “finans
teorisi ve uygulamaları”nı kapsıyor. Üçüncü seviye sınavlar;
“finans”, “yatırım ve risk yönetimi”, “hayatdışı sigortalar”,
“hayat sigortaları”, “sağlık sigortaları”, “emeklilik sistemleri” alanlarına; dördüncü seviye sınavlarsa, “Türk sigortacılık uygulamaları ve Yasal Çerçeve”ye yönelik yapılıyor. Müsteşarlığın bir de aktüer unvanı alan kişilere yönelik, gerekli
gördüğü takdirde açtığı “Özel Alan Sınavları” bulunuyor.
Birinci seviye sınavlarda başarı kazananlar stajyer aktüer, birinci ve ikinci seviye sınavları geçenlerse yardımcı
aktüer oluyor. Birinci seviye sınavlarında başarılı olmadan
ikinci seviye sınavına girilemiyor. Ayrıca yardımcı aktüer
unvanına sahip olanlar, üçüncü seviye sınavlarında başarılı olmaları ve belirli nitelikleri sağlamaları hâlinde aktüer unvanını alıyorlar. Uluslararası kabul görmüş sınavlar
veya usullerle aktüer unvanını alanlar, birinci, ikinci ve
üçüncü seviye sınavlarından muaf tutuluyor.
ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar
aktüerler, teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve
tecrübeleri somut verilere dönüştürüp problemin
mAtEmAtİKsEl tAnımını yapabilen kişilerdir.
sa bile, bu ihtiyacı karşılayabilecek kadar yetişmiş aktüer
bulunmuyor. Yasayla getirilen aktüer çalıştırma zorunluluğu sayesinde, şirketlerin “aktüerya fonksiyonunu” yeni
yeni keşfetmeye başlıyor olması, mesleğe ilgiyi de aktüer
sayısını da yükseltecek gibi görünüyor.
birçok üniversiteDe eğitim veriliyor
er sayısının sigortacılık sektörünün geliştiği ülkelerde daha
fazla olduğunu da görebiliriz. Avrupa’da ve sigortacılığın
gelişmiş olduğu diğer ülkelerde, sayı da buna paralel olarak yükselirken, diğerlerinde yetersiz bir seviyede kalıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Sigortacılık sektörünün gelişimiyle birlikte 15 Ağustos 2007 tarihli, 26614
sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, 5684 sayılı Sigortacılık
Kanunu’na istinaden, aktüerlerin görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları yeniden düzenleyerek aktüerlerde aranan nitelikleri tanımlayan “Aktüerler Yönetmeliği”nin etkisiyle bu mesleğin ülkemizdeki önemi arttı. Yönetmelikte,
aktüerlerin görevleri itibarıyla tespit ettikleri yanlış uygulamalarla birlikte, onaylamayacağı, kısmen ya da şerhli onaylayacağı belgeleri, gerekçeli olarak adına iş yaptığı
şirket veya diğer kurum ve kuruluşun yönetim kurulu başkanlığının yanı sıra Hazine Müsteşarlığı’na yazılı olarak
bildirmek zorunda oldukları ibaresi de yer alıyor.
Aktüer sayısının azlığı, mesleğe ilişkin bir başka gerçeği daha açığa çıkarıyor. Sözünü ettiğimiz, çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye’de yeterince gelişememiş, dar bir çevrede ve belli konularla sınırlı kalmış bir meslek aktüerlik.
Türkiyeli aktüerler daha ziyade hayat ve emeklilik sigortalarının fiyatlandırmasının gerisindeki hesaplamalarda aktif rol alıyorlar. Kasko, yangın, trafik, mühendislik,
nakliyat, kredi gibi elementer sigortalarda ve tabii sağlık sigortasında aktüeryal hesaplamalara ihtiyaç duyul-
22
İSTASYON
Aktüerya mesleğinin Türkiye’deki gelişim sürecinde
önemli olan bir diğer nokta da bu alana yönelik eğitimin
yaygınlaştırılması elbette. Yurtdışında aktüerya eğitimi,
üniversitelerin matematik, istatistik ve idari bilimler fakültelerinde veriliyor. Amerika ve Kanada’da, aktüerya
eğitimi veren 50’ye yakın üniversite var ve bu üniversitelerin yaklaşık 40’ında matematik ve istatistik bölümlerinin alt programı olarak yer alıyor.
Doğduğu günden bu yana hayli yol kat eden aktüerya biliminin taşıdığı önem Türkiye’de yeni yeni anlaşılmaya başladı. Ve bu durum, üniversitelerin lisans ve yüksek lisans seviyelerinde branş olarak yer almasına vesile oldu. Aktüerya
halen Marmara ve Hacettepe üniversitelerinin lisans, Bahçeşehir, Hacettepe, Yaşar üniversiteleriyle ODTÜ’nün yüksek lisans programlarında yer alıyor. Doktora eğitimi ise
yalnızca Hacettepe Üniversitesi’nde veriliyor.
Ancak aktüer unvanı almak için okuldan mezun olmak
yeterli değil, bunun için Hazine Müsteşarlığı’nca belirlenmiş bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor. Aktüer olabilmek için atılacak ilk adım lisans eğitimi almak, bir sonraki
adımsa Hazine Müsteşarlığı tarafından düzenlenen sınavlarda başarı kazanmak. Müsteşarlığın hazırladığı sınavlar
çeşitli aşamadan oluşuyor. Birinci seviye sınavlar, “temel sigortacılık ve ekonomi”, “matematik”, “istatistik ve olasılık finans matematik” alanlarında gerçekleştirilirken, ikinci seviye sınavları “muhasebe ve finansal raporlama”, “sigorta
Hem yeterince tanınmayan bir meslek olmasına hem de
eğitim sürecinden ve sınavlarından başarı sağlamanın son
derece meşakkatli bir çalışmayı zorunlu kılmasına rağmen aktüerya bilimine ilginin neden bu kadar fazla olduğu sorusunun yanıtına gelince... İlgi yoğun, zira gelecekteki riskleri belirleyerek fiyatları tespit eden ve yatırım
stratejilerini oluşturan aktüerler, yatırım kârlılıklarını artırıp istihdam imkânları yaratarak çalıştıkları ülkelerin
ekonomik büyümesine katkı sağlıyorlar. Finansal riskleri
değerlendirebilen, çözümler öneren ve her çözümün uzun
dönemdeki sonuçlarını irdeleyebilen bir profesyonel olan
aktüerin, gelecekte belirsiz olan yükümlülüğü karşılayabilmek için şirketin elde tutulması gereken miktarı belirleyerek ileriye yönelik projeksiyonlar yapması ve stratejik
kararlar için kuruma önerilerde bulunması onları önemli
bir konuma yerleştiren temel unsur. Aktüerleri, sahip olduğu teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve tecrübeleri somut verilere dönüştürerek problemin matematiksel
tanımını yapabilen sosyal bir matematikçi olarak düşünmek de mümkün. Tam da bu nedenle aktüeryal hesapları yapan kişilerin temel matematiksel yöntemlere hâkim,
özellikle istatistik biliminin yöntem ve tekniklerini uygulayabilecek altyapıyı barındırmasının yanı sıra finans,
ekonomi, iletişim becerileri ve hatta hukuk alanlarında
belirli bir bilgi birikimini sahip olması gerekiyor.
Temel düşünce yapısının doğru yerleşmiş olması ön koşuluyla sigorta şirketleri, finans kurumları, fon yönetimi
şirketleri, devlet kuruluşları, uluslararası sosyal güvenlik
örgütleri, üniversiteler, araştırma ve danışmanlık şirketleri, aktüerlerin kendilerini gösterebilecekleri iş alanları arasında bulunuyor. Fakat tüm bunlara rağmen aktüer
olmak, aynı zaman da belli bir düşünce yapısıyla hareket
edebilmek demek aynı zamanda... Bu perspektifte değerlendirildiğinde, aktüerler için belli bir çalışma alanı tanımlayarak bir kısıtlamaya gitmek yersiz ve anlamsız oluyor.
Bu nedenle de her ne kadar adı çok duyulmamış olsa bile
aktüerlik önümüzdeki yılların gözde iş alanı olmaya ve gazete ya da dergilerin hazırladığı “yılın en popüler mesleği
listesinde” ilk sıralarda yer almaya devam edecek.
meslekleri için
62 yıldır görevdeler
T
ürkiye Aktüerler Derneği, tam 62 yıldır bu mesleğin
gelişimi için çaba sarf eden kurumların başında geliyor.
Derneğin kuruluşu, ABD’deki birtakım uygulamaların
gündeme gelmesinin ardından gerçekleştiğinden
öncelikle bu gelişmelerden söz etmekte fayda var.
20’nci yüzyılın başlarında ABD’de hastalık, maluliyet ve
kaza sigortalarında, özellikle de 1911 yılından itibaren
uygulanmaya başlanan işçi tazminatlarında ortaya çıkan
problemler, ancak aktüeryal yaklaşımlarla çözülebilecek
nitelikteydi. Yeni problemlerin yanı sıra geleneksel
hayat sigortası uygulamaları arasındaki farklar, 1914
yılında “Amerika Kaza Aktüerya ve İstatistik Birliği”nin
kurulmasına yol açtı.
ABD’ deki bu gelişmelerden tam 37 yıl sonra, 1951
yılında, Türkiye’de bu alan için önemli bir adım atıldı
ve 12 aktüerin bir araya gelmesiyle “Türkiye Aktüerler
Cemiyeti” kuruldu. 1980’de kapatılan dernek, bir yıl sonra
Prof. Dr. Kenan Ural başkanlığında ve “Aktüerler Derneği”
adıyla yeniden faaliyete başladı. Dernek günümüzde
127 üyesiyle birlikte mesleğin gelişimi için çalışmalarına
devam ediyor. Aktüerya Birliği’ni, Avrupa Birliği’nde bir
araya getirmek, AB kurumlarıyla aktüerlik mesleğiyle ilgili
konuları birlikler adına mevcut ve önerilen AB mevzuatı
çerçevesinde müzakerelerde temsil etmek üzere kurulan
Groupe Consultatif`in gözlemci üyesi olan “Aktüerler
Derneği”, şu an gözlemci sıfatıyla üye olduğu Uluslararası
Aktüerler Birliği’ne (IAA) tam üyelik çalışmalarına devam
ediyor. Aktüerya mesleğini yaymak ve aktüerya biliminin
Türkiye’de gelişimine katkıda bulunmak amaçlayan
dernek, meslek mensuplarının (üyelerin) bilgilerini
artırmak, mesleki menfaatlerini korumak ve aralarında
dayanışmayı temin etmek ve aktüerya ile ilgili eğitim
gören öğrencilerin meslekî gelişmelerine yardımcı olmak
üzere toplantı, panel ve konferanslar da düzenliyor.
İSTASYON
23
TARİHTEN
Rastgele rastgele
tarih oldular
Emirgan yalılarının önündeki
“yedek” denilen dar kıyı yolunda
ağlarla balık çekiliyor, 1910’lar.
24
Boğaziçi’nde balık, antik dönem filozoflarının kitaplarına girecek
kadar boldu. İstanbullular 1950’lere kadar balık bolluğunun tadını
çıkardı. Aşırı avlanma ve kirlilik yüzünden Boğaziçi’ndeki balıklar da
balıkçılık kültürü de zamanla tarihe karıştı.
S
ürüler halinde Boğaz’dan geçerken dev bir
yüzer adaya benzeyen yunuslar, yunuslara saldıran lüfer sürüleri, kılıç balıklarını
kovalayan kofanalar, yalı kayıkhanelerini
mesken tutan foklar... Bugünün İstanbul’unda hayali bile güç bu manzara, 60 yıl önce sıradan görüntülerdi. Yaşlı balıkçılar, 1950’lere kadar kılıç ve
ton balığı dâhil elliye yakın türün Boğaziçi ve çevresinde avlandığını anlatır. Marmara Denizi’ni
Karadeniz’e bağlayan İstanbul Boğazı, antik dönemde de biyolojik bir koridordu. Filozof Aristoteles, Boğaziçi’nin istiridyelerinin lezzetinden bahseder. Amasya doğumlu coğrafyacı ve tarihçi Strabon
(MÖ 64-MS 21), Boğaz’daki akıntının, palamutları Haliç’e girmeye zorladığını yazar. Kuvvetli akıntının bir araya getirdiği palamut sürüleri, koyların
darlığı nedeniyle Altın Boynuz yani Haliç’e doluşur ve kolayca tutulurlardı. 37 ciltlik Doğabilimi Tarihi’ni yazan Plinius’un tarif ettiğine göre,
Boğaz’ın Asya Yakası’ndaki Khalkedon (Kadıköy)
yakınında belirgin beyazlıkta bir kaya vardı. Bugün Kız Kulesi’nin üzerine inşa edildiği düşünülen kayayı göç ederken aniden karşılarında bulan
tonbalıkları telaşa kapılır, karşı kıyıdaki Byzantion Burnu’na (Sarayburnu) doğru hızla uzaklaşır
ve Haliç’e doluşurlardı. Buraya Altın Boynuz ya da
Bolluk Boynuzu denmesinin sebebi buydu
Bizans döneminde, Boğaz’dan geçen gemilerden alınan vergilerden sonra, kentin bir gelir kaynağı da balıkçılıktı. Haliç’te tutulan palamut ve
tonbalıkları, tuzlama, kurutma ve tütsüleme gibi
tekniklerle işlenirdi. Kentin simgesi balık, madeni
paraların üzerine basılacak kadar önemliydi.
Balık yerine Arapça “semek” ya da Farsça “mahi”
kelimelerinin kullanıldığı Osmanlı İstanbulunda,
yönetici ve seçkinler için balık uzun süre ikinci sınıf bir gıdaydı. 16’ncı yüzyılda İstanbul’a gelen seyyah Hans Dernschwam’ın İstanbul ve Anadolu’ya
Seyahat Günlüğü’ne bakılırsa Türklerin o dönemde balık ve balıkçılıkla alakaları yoktu. 1544-1547
yıllarında İstanbul’da yaşayan Petrus Gyllius (Pierre Gilles) Boğaz’ın balık zenginliğine hayran kaldı. Marsilya, Toronto, Venedik gibi merkezlerle
İstanbul’u kıyaslayan yazara göre Boğaz, balık bolluğunda hepsinden üstündü. Balıklar o kadar boldu
ki, balıkçılığı bilmeyenler bile evlerin pencerelerin-
den sarkıttıkları sepetlerle balık yakalayabiliyordu.
Osmanlı döneminin narh defterleri bize balık
tüketimi konusunda bilgi verir. 17’nci yüzyılda İstanbul halkı arasında yoksulluğun artması ve koyun fiyatlarının yükselmesiyle balık tüketimi, Müslümanlar arasında da yaygınlaştı. Baronne Durand
de Fontmagne, Kırım Savaşı Sonrasında İstanbul
Günleri (1856) eserinde, balık pazarında orkinos
iriliğinde palamutlar, dülger, kalkan balıkları ve
başka “deniz canavarları” satıldığını yazar.
Sultan II. Mahmud döneminde (1808-1839),
sarayda ilk kez ve padişaha özel “balık matbahı” kuruldu. 19’uncu yüzyıla ilişkin mutfak muhasebe kayıtlarında sultanın has mutfağı için sardalye, torik,
mersinbalığı ve mercanbalığı alındığını görüyoruz.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in anlattığına
göre balığa meraklı Sultan II. Abdülhamid için balık seçmeyi Serkilerci Osman Bey yapıyordu. Rivayet odur ki, padişah özellikle lüferin yanağındaki
eti sever ve lüfer yanaklarından çıkarılmış bir tabak
dolusu et onun için özel olarak hazırlanırdı.
Boğaziçi’nde voli çevrilen yerler balıkçıların tapulu arazileriydi. Birçoğu Osmanlı dönemine tarihlenen bu tapular, Cumhuriyet döneminde de geçerliğini sürdürdü. Voli bölgelerine mekânın reisinin
müsaadesi olmadan ya da belirli bir ücret ödemeden gemi veya mavna yanaşamaz, demir atamazdı.
Üsküdar’ın efsanevi balıkçı reislerinden Salih Reis’in
tayfasının gücü, şiddetli lodosta kullanılan 18 arşınlık ağı çekmeye yetmediğinde Selamsız’dan getirtilen
çingeneler balıkçı kayıklarının burnunda yer alır, davul, dümbelek, gırnata ile şamata koparırdı ve Üsküdar ahalisini rıhtıma toplardı. Karşılıklı atışmalarla
voli, muhabbet içinde son bulur, balıklar da rıhtıma
alınmış olurdu. Üsküdar’da voli çevirme işi 1950’lerin ortalarına kadar devam etti ancak geliri tayfayı
beslemeye yetmez olunca unutuldu.
Balık bolluğunun tanığı yaşlı balıkçılar azalsa
da yeni nesiller geçmişin hafızasını taşımaya çalışıyor. Özellikle balıkçılığı meslek edinmiş Rum ve
Ermeni balıkçı ustalarının kaydedilmiş anıları tarihe mal olmuş bir yaşam kültürünün unutulmamasını sağlıyor. İstavrit, lüfer, palamut, tekir, levrek
hâlâ Boğaz’ın en güzel balıklarından. Balığın bol olduğu havalarda deniz bugün de küçük balıkçı tekneleriyle doluyor.
İSTASYON
25
TARİHTEN
KILIÇBALIĞI
ORKİNOS
Bir zamanlar binlerle avlanırdı,
1950’lerden beri İstanbul’a uğramadı
Byzantion’un simgesiydi,
1990’larda nesli tükendi
İ
smini üst çenesinin ucunda taşıdığı yassı ve keskin kılıcından
alan bu görkemli balık, çok eski dönemlerden beri tanınır. Evliya Çelebi’ye göre kılıçbalığı, 17. yüzyılda sayısı 300’e yakın olan
Boğaz dalyanlarında avlanırdı. Balıkçılar, iskele direklerini birbirine bağlayarak denize diker, bir balıkçı direğin tepesine bekçi olarak
otururdu. Karadeniz’in dalgalarından
kaçan bir kılıçbalığı limana girdiğinde, bekçi denize bir taş atar, kaçışan kılıçbalıkları ağlara girmeye başlardı. Bir süre sonra gözcü “âlâ” diye
bağırır, avcılar balık ağını kapatır ve ağdaki kılıçbalıklarını mızrak
ve tokmaklarla yakalarlardı. Eti, sarmısak ve sirkeli tarator ile pişirilen kılıçbalığı, çok lezzetli olurdu.
Karekin Deveciyan’a göre, kılıçbalıkları Boğaz’da Hıdrellez günü
olan 6 Mayıs’ta görülür, bu tarihten itibaren Karadeniz’e
çıkar ve Silivri panayırı olan 15 Ağustos’ta da yeniden görülmeye başlardı.
Yaşar Kemal
Ortalama boyu 2 metre, ağırlığı 90 kilo olan kılıçbalıklarının İstanbul Balıkhanesi’ne gelenleri arasında en büyükleri 2,5 metre ve
150 kilo boyundaydı. Bu ürkütücü fakat yumuşak başlı balık, dalyanlarda, hava karardığında düğümleri geniş özel bir ağ ile tutulurdu. Fırtınalı havalarda kılıçbalığı avlamak olanaksızdı. Bu balıklar,
şimşekten korkar, şimşekler gökyüzünü aydınlatınca ışıktan
ürkerek su yüzeyine çıkmazlardı. Boğaziçi kıyılarındaki lüks
“...
Ağlar çekiliyor dalyanlarda,
Bir kadının suya değiyor ayakları,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
Orhan Veli Kanık
1940’larda Boğaz’da yakalanan bir kılıçbalığı, Balıkpazarı’na getirilmiş.
26
İSTASYON
“..barbunya balıkları gölgeleri
birer kırmızı ışık parçası gibi suyun
yüzünde, lipsoslar binbir renkte
çakarak, hani balıkları, izmaritler,
...esmer, uzun bedenli orfoslar,
yemyeşil bir saydamlıkta dülgerler...”
lambaları, vapurların projektörleri ve pervanelerin gürültüleri avı
zorlaştırdığı için balıkçılar şikayet ederdi.
Kılıçbalığı avlarken dikkatli olmak gerekirdi. Balık yakalanıp sudan çıkmaya başladığı zaman eğer ilk önce kılıcı görünüyorsa, hayvana bir takla attırmak gerekirdi. Aksi halde, balık son gücüyle kafasını kımıldattığı an, kılıcı bir bıçak gibi balıkçıların parmaklarını
kesebilirdi. Onun için bazen, balıkçılar, balığı kılıcından tutup çıkarmak için ellerini başlarından çıkardıkları fesleriyle korurlardı.
Boğaziçi’nde kılıçbalığı avlanabilen Kanlıca, Çubuklu, Sarıyer gibi
çok sayıda nokta arasından en önemlisi Boğaziçi çıkışı yakınlarında
olan Keçilik İçi diye bilineniydi. Burası sığ olduğu için çoğu zaman
bol balık bulunurdu. Bir kayığın bir gecede 30-35 kılıçbalığı tuttuğu
görülürdü. 20. yüzyıl başlarında, Boğaziçi sularında bir yılda 6 bin kılıçbalığı yakalanıyor ve tüketiliyordu. Eti lezzetli olduğu için oldukça
değerliydi. Örneğin tonbalığından beş-altı kat daha pahalıydı.
1935’ten önce dalyanlarda, kısmen de olta ve paraketeyle avlanan kılıçbalığı, bu tarihten itibaren zıpkınla avlanmaya başlandı.
1950’lerde kılıçbalığı hâlâ bulunuyordu. Geri yüzmeyi bilmeyen tek
balık olduğu için, Boğaziçi sahillerinde yönünü şaşırıp, iskele kazıklarının arasına kılıcını daldırdığı ve kuyruğuna atılan ilmekle kolayca yakalandığı olurdu. Kumkapı’nın eski sakinlerinden balık ağı
tamircisi Kirkor Hüneryan’ın anlattığına göre, Kumkapı limanı,
Marmara ve Avşa adaları kılıçbalığı avlayan kayıkçıların uğrak yerleriydi. Yapılan aşırı avcılık sonucu 1950’lerden sonra Boğaziçi’nde
kılıçbalığı avlanamaz oldu.
uzunluğu 1,5 metre, ağırlığı ise 300 kilo kadardı.
Aralarında 3 metreye yakın boyu ve 450 kilo hatta
bir ton ağırlığı olanlar da olurdu. Tuzlanarak Yunanistan ve İtalya’ya ihraç edilen bu balıklar, her
yıl Atlas okyanusundan yola çıkıp Afrika ve Anadolu kıyılarını takip ederek Karadeniz’e girerdi. 1
Nisan’dan itibaren Boğaziçi sularında görülmeye
başlar, yolculukları eylül ayına kadar devam ederdi. Sardalya, torik ve diğer göçmen balıkları kovalayan tonbalıkları, Arnavutköy kıyılarında sahilden zıpkınla avlanabiliyordu. Yaşlı balıkçılar
yakaladıkları tonbalıklarını hasretle anlatır. Tonbalıklarının Boğaz’daki varlıİstanbul Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e çıkan ve orada yakalanan bir
tonbalığı, 1950’ler.
ğı, lüferin Marmara denizinden
çıkamamasına, dolayısıyla rahatlıkla avlanmasıöçmen deniz balıklarının en büyüğü orkinos ya da
na yarardı. İstanbul ciadi tonbalığı, Plinius’un anlattığına göre, MÖ 1.
varında tonbalığı çok
yüzyılda Bizantion Burnu yakınlarında bolca
satılmaz, Japonya’ya göndeavlanırdı. Bizantion sikkelerinde tonbalığı suretinin
rilirdi. Oradan gelen alıcılar, özel ciyer alması bundan ileri gelir.
Tonbalığının, Avrupa kıyılarında yakalanmasına şüpheyle yakla- hazlarla testler yapar, satın alacakları balıkları seçerdi. Boğaz’da
şan Deveciyan’ın zamanındaysa bu balıklar, aradıkları derinliği bu- tutulan mavi orkinos, çok kıymetli ve makbuldü. 1980’de 94 ton,
labildikleri Anadolu yakasında Tuzburnu, Suadiye ve Fenerbahçe ta- 1990’da 17 ton avlanan tonbalığının bu sularda nesli tükendiği için
raflarında tutulurdu. Boğaziçi sularındaki tonbalıklarının ortalama 1992’den sonra ticari avcılığı yapılmadı.
G
USKUMRU
Kendisi terk etti üvey abisi geldi
Z
ayıf uskumrulara “çiroz”, sonra yağlananlarına “lipari”, yanakları siyahlı
küçük uskumrulara da “mavriko” adı
verilir. Kışın Marmara’da üreyen uskumrular, ilkbaharda torikler gelmeden Karadeniz’ e giderdi. Eski İstanbullular şubat ayına
uskumru mevsimi derdi. Uskumru çok lezzetliydi ve bol bulunurdu. Boğaz kıyılarında tahta çıtalardan sıra sıra askılar yapılır,
uskumrular kuyruklarından asılır, güneşte
kurumaya bırakılırdı. 1980’de 5935 ton uskumru yakalanmışken, bu miktar 1990’da
350 tona, 1992’de 3 tona düştü. Pazarda
Boğaz uskumrusu yok ama yerini dolduran
ithal uskumru nedeniyle biz bu balığın aslında Boğaziçi’ni terk ettiğini hissedemedik.
Boğaziçi kıyılarında tahta çıtalara asılan uskumrular, güneşte kurumaya bırakılırdı, Sarıyer, 1900.
İSTASYON
27
TARİHTEN
PALAMUT
LÜFER
Derya kuzularını henüz tüketemedik
Boğaziçi’nin alamet-i farikası
P
K
alamut, Boğaziçi’nin her dönemde
bolca barındırdığı balıklardandır.
Boğaziçi palamutlarının eti, özellikle toriklerinki orkinostan kıyaslanmayacak derecede üstündü. Küçükten büyüğe
doğru vanoz, çingene palamudu, kestane
palamudu, palamut, torik, sivri, altıparmak diyerek sıralanan palamut ailesi, en
sonunda “peçuta” ile 150 santimetre boya
ve 7 kilo ağırlığa kadar varıyordu.
Palamut, günümüzde hâlâ Boğaz’da
avlanarak taze olarak tüketebildiğimiz az
sayıdaki balık türlerinden biri ama bugün peçutayı bırakın, torik bile bulmak
çok güç. Hatta günümüzde balıkçılar, palamudun bir irisi olan “zindandelen”i “torik” diye satıyorlar.
Toriklerin Karadeniz’den Akdeniz’e
yolculuğu, 21 Ekim’de başlar, kasım ayının sonuna kadar devam ederdi. Bu aralığın dışında çok ender olarak torik yakala-
nır, bu yakalanan balıklara “otlak” ya da
“firari balık” denirdi.
1912’de İstanbul haline 16 bin ton torik geldi. Torik bakımından bereketli
geçen o sene diğer balıklar avlanamadı çünkü torikler bölgedeki yerli balığı büyük miktarda yiyip bitirdiler. 1913’teyse aksine, torikler
Marmara’ya geçmek için Boğaziçi’ne erken gelerek kışı Adalar civarında geçirdiler. Uskumrular da her zamanki davranışlarının aksine Avrupa kıyılarına
yaklaştıkları için kış boyunca Tekirdağlı balıkçılar uskumru yakalayıp İstanbul’a
gönderdiler.
1943’te Yenikapı-Kumkapı arasındaki
iskeleye Almanya’dan özel vagonlar geldiğini ve avlanan toriklerle onlarca vagonun
dolduğunu hatırlıyor balıkçılar.
“Mümkünü olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının
yanar döner renkleriyle gidebilseydi bayanlar;
balıkçılar milyon, balıklar şanüşeref kazanırdı. Ne yazık
ki soluverir ölür ölmez, öyle ki üzülmüş bebeklere
döner balık sırtının pırıltıları.”
Sait Faik Abasıyanık
Eminönü Hali’ne getirilmiş palamutlar.
28
İSTASYON
1930’larda Balıkpazarı’nda satılan palamutlar.
1950’li ve 1960’lı yıllarda Haliç ağzındaki kayıklarla, günde 100 çifte yakın toriğin
kuyu çengeliyle bile yakalanabildiği de balıkçıların anılarındandır. Denize torik avlamak için çıkmış bu kayıkların sayısı bir
defasında öyle artmıştı ki, vapur kaptanlarının şikayeti üzerine Eminönü-Kadıköy
hattı için, kayıkçıları 1-1,5 ay süreliğine rahatsız etmeyecek yeni bir rota belirlenmişti.
Şiddetli kışlarda torikler de diğer balıklar gibi kıyıya doğru gelir ve burada kolaylıkla yakalanırlardı. Balıkçılar bunu “balıkların kulağına kar suyu kaçtı” diyerek tarif
ederlerdi. 1955-1956 kışında Galata Köprüsü “kulağına kar suyu kaçan” torikler nedeniyle hınca hınç dolmuş ve bu torik akınından bütün kent halkı yararlanmıştı.
Özellikle Kandilli civarında palamut avlamak mümkündü. Eski İstanbul’da palamut ve toriğin “karnıyarık” ya da “lakerda”
şeklinde tuzlanmış olarak sofralara gelmesi âdetti.
üçükten büyüğe doğru defneyaprağı,
çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana ve azmanı sırtıkara... Lüfer avı eski zamanlardan beri Boğaziçi’nde yaşayanların eğlencelerinden biri oldu. Amatör balıkçılar,
Kanlıca Körfezi başta olmak üzere, mehtaplı gecelerde sakin sularda keyif yapar, sandalların başında mangal yakar, birbirlerine
ikramda bulunur, küçük kadehlerin içinde
sandaldan sandala içkiler sunarlardı. Eski
balıkçılık âlemlerinde, tarihteki Lale Devri gibi Lüfer Devri’nden söz edilir. Kanlıca Körfezi’nden başka Paşabahçe, Çubuklu,
Kireçburnu, Büyükdere ve Bebek önlerinde
de lüfer avlanır, işin eğlence tarafını düşünenler Kanlıca’yı tercih ederlermiş.
İstanbul’da at kılından misinalar yaptıran, özel tasarım gümüş zokalar döktüren
lüfer düşkünü paşalar yaşamış. Osmanlı padişahlarının lüfer merakı konu edildiğinde
anlatılagelen bir hikaye vardır. Edebiyatçı Recaizade Ekrem’in babası Recai Efendi,
balık avı esnasında fevri davranışlarıyla bilinen, Boğaz’da lüfer avı müdavimlerindenmiş. Recai Efendi’nin balığa
çıktığı akşamlardan birinde
Sultan Abdülaziz de tebdil-i
kıyafet, yanında başmabeyincilerinden Nevres Paşa ile ava çıkmış. Sultan Abdülaziz, Recai Efendi’nin karakterini bildiğinden, Nevres Paşa’nın
Lüfer zamanı.
Anadoluhisarı balıkçılarından Ahmet ve Mehmet Yavaş kardeşler 1970’li yıllarda gece lüfer avında.
“Lüfer, Boğaz’ın en cazip eğlencesidir. Beylerbeyi’nden ve Kabataş’tan
başlayarak Telli Tabya’ya ve Kavaklar’a kadar iki kıyı boyunca uzanan,
akıntı ağızlarında kümelenen bu aydınlık eğlence, bilhassa mehtapsız
gecelerde küçük şehrayinler yapar. Öteki avların bir nevi iş içinde pişme,
uzak seferler istemesine mukabil, o bulunduğumuz yerde, herkesle
beraber yapılan oyundur.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
onu biraz kızdırmasını istemiş. Recai Efendi
oralı olmayınca üstelemiş. Nevres Paşa’nın,
“Senin yüzünden biz de bir şey avlayamadık.
Nil ve Fırat’ı kurutan mübarek kalemin bugün de denizin dibini kuruttu” sözü üzerine artık dayanamayan Recai Efendi, “Kabahat sende değil, senin gibi zevzeği kışkırtıp
üzerime saldırtan yanındaki kara sakallı herifte” demiş. Keyfi kaçtığından avı bırakan
Recai Efendi’yi ertesi gün yalısında Sultan
Abdülaziz’in yaverlerinden biri ziyaret et-
miş. Kırmızı kese içinde “Atiyye-i Şahane”yi
sunarken “Keseyi dün akşam lüfer avındaki
kara sakallı herif gönderdi efendim” demiş.
Eski İstanbullular “balık” derken lüferi kasteder, diğer balıkları (palamut, uskumru vb.) isimleriyle anarlardı. “Kofananın iki
yanağıyla bir ufak rakı içen” Ahmet Rasim’e
göre de, balıkları özellikle lüferi tanımayan İstanbullu sayılmazdı. 1980’de 1300 ton lüferin
avlandığı Marmara ve Boğazlar’da 1990’da
sadece 300 ton, 1997’de 70 ton avlandı.
İSTASYON
29
GEZİ
Adıyla müsemma: Şirince
Çok güzel
hâlâ oralarda
sonbahar
Görmesini bilen gözler, duymasını bilen
kulaklar ve hayal gücüne sahip akıllar için
ne hüzün ne de hazan mevsimidir sonbahar.
Aksine yola çıkmanın, yollarda olmanın,
doğal ve tarihi güzellikleri bir kez daha
keşfetmenin zamanıdır şimdi.
YAZI: SEMA ULUDAĞ
Y
ine bir sonbahar yazısı, yine Teoman’ın bilindik şarkısı...
Ne zaman sonbaharla ilgili bir yazı kaleme alacak olsa,
Teoman’ın o malum şarkısı, bu satırların yazarının gelir
takılı verir aklına. “Akşama doğru azalınca yağmur / Kızkulesi ve Adalar / Ah burada olsan, çok güzel hâlâ / İstanbul’da
sonbahar.” Sonbahar hakkında söylenmiş en güzel söz, yapılmış
en güzel beste bu değil elbette, ama yazan, her nedense hep bu
şarkının, üstteki satırlardaki nakarat bölümüyle başlamak ister
yazılarına. Belki İstanbul’a ve dahi tüm şehirlere, en çok bu mevsimi yakıştırdığı içindir. Belki de sonbaharda, doğanın, bir kez
daha, yeniden ve yenilenerek doğmak üzere, kendi içine kapanmaya başlamasının yarattığı gizemdir kendisine çekici gelen. Birçok kişi, böylesi hisler beslemez sonbahara. Onlar için hazandır
yaşanan ve fonetik benzerliğinden midir bilinmez, hüzün gibi ağır
bir anlam da yüklemişlerdir bu mevsime. Sanki hüznün mevsimi
30
İSTASYON
olurmuş gibi… Oysa yaşı ve yaşadıkları ne olursa olsun, zihninin
bir köşesinde keşfetme arzusu duyanlar; gidilen yolun niteliğini
değil, o yola kiminle çıktığını ve yolculuğun sonunda karşılaştıklarının neler olduğunu önemseyenler için, her mevsim gibi sonbahar da son derece önemli. Ve hatta koşulların diğer mevsimlere
nazaran daha iyi olduğunu bile söylenebilir, zira ne yazın kavurucu sıcağı ne kışın dondurucu soğuğu mevzubahistir.
Yine sonbahar, yine yolculuk zamanı… Kâh Nemrut’ta alacağız soluğu, kâh Uzungöl’ün kıyısında. Kâh Pamukkale’nin bembeyazlığıyla kamaşacak gözlerimiz, kâh Şirince’nin yaşı 150’ye
varan evleriyle. Güzel atlar diyarı Kapadokya’da doğa ile insanın
işbirliğiyle ortaya çıkan eşsiz bir manzara karşısında saygı duruşunda bulunacağız. Ve aklımızda Teoman’ın o bilindik şarkısıyla, sonbaharın hüzün ya da hazan mevsimi olmadığına bir kez
daha kanaat getireceğiz.
Şirince, tarihi 150 yıl öncesine dayanan evleri ve el emeği, göz nuru ürünlerini büyük
şirketlerin pazarlama elemanlarına parmak ısırtacak derecede satış gücüne sahip güler
yüzlü halkıyla nevi şahsına münhasır bir yer.
A
nadolu’da, Beylikler Dönemi’nin hüküm sürdüğü yıllar... Efes’teki beylerin yanında çalışanlardan 40’ının azadına
karar verilir ve onlardan, tez vakitte yaşayabilecekleri bir yer bulmaları istenir. Grup, araştırmaları
sonucunda bugünkü Şirince’yi keşfederler ve Bey’e o bölgeye yerleşebileceklerini söylerler. Bu talep üzerine Bey, “Yerleşeceğiniz nasıl bir
yer?” der. Bir anda burasının kendilerine verilmeyeceği endişesine kapılan köylüler, “Biraz çirkince” deyiverirler. Köylülerin telaşından neler
olup bittiğini anlayan Bey, “Öyleyse yerin adı Çirkince olsun” der.
Ege’nin geleneksel mimari anlayışının en güzel örneklerinin bulunduğu Şirince, işte böyle kurulur.Adı
da zamanla Çirkince’den Şirince’ye
dönüşür. Aslına bakarsanız, İzmir’e
yaklaşık 80, Selçuk’a sadece sekiz kilometre uzaklıktaki bu yerin kuruluşuna dair söylenceler muhtelif. Her
ne sebeple ve nasıl kurulmuş olursa olsun Şirince, ünü ülke sınırlarını aşan ender köylerden biri.
Dağda olması münasebetiyle,
köye uzun ve dik bir yolu aştıktan
sonra varılıyor. 15-20 dakika süren
yol, ciğerlerinize oksijeni, gözlerinize yeşilin en güzelini sunmakta
cimri davranmıyor. Yerli ve yabancı turist sayısı hayli yüksek olan
Şirince’de, meydanın hemen yanından başlayan, sağlı sollu dükkânların bulunduğu sokağa girildiğinde, ününün neden ülke sınırlarını aştığı da
anlaşılıyor aslında. Gerek bu cadde, gerekse daracık sokakların araları. hediyelik eşya ve çeşit çeşit meyveden
yapılan şarap dükkânlarının yanı sıra kadınların kurduğu tezgâhlarla dolu. Ne ararsanız var bu tezgâhlarda.
Yıllardır bura gelip giden turistler aracılığıyla köylü kadınlar yabancı dil ‘öğrenmiş’. Elleriyle yaptıkları veya civardaki köylerden temin ettikleri ürünleri, büyük firmalarda çalışan pazarlama elemanlarını hayrete düşürecek
kadar iyi satıyorlar.
Şirince’yi bu kadar ilgi çeker hale getiren tek özellik,
pazarlama yeteneğine sahip ve güler yüzlü insanları değil.
19’uncu yüzyılda, Rumlar tarafından inşa edilen 100-150
yıllık evler, köyün en önemli mirası. Asma balkonlu evlerin pencere ve saçak kenarlarına resimler yapılmış, kuş
motifleriyle süslenmiş. Mimariden söz etmişken, bir konunun daha altını çizmekte yarar var. Köy öyle bir özenle
inşa edilmiş ki, hangi evin penceresinden bakarsanız bakın, Şirince’nin bütününü görebiliyorsunuz. Ancak köyün
merkezinden yola çıkıp biraz tırmanarak ve dar sokaklardan geçerek ulaşılan Saint Jean Kilisesi’nin penceresinden
Şirince’ye göz gezdirmenin zevki başka. Tüm Ege’de olduğu gibi Şirince’nin mutfağında da zeytinyağlı yemekler, otlar ön planda. Ama tercihinizi etten yana kullanmak isterseniz, çöp şişiyle ünlü Selçuk, sadece sekiz kilometre ötede.
İSTASYON
31
GEZİ
Doğanın beyaz büyüsü:
PamUkkale
Alpler’i anımsatıyor:
UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Pamukkale
ve Hierapolis Antik Kenti, sonbahar seyyahlarının gezi
programında yer almakta zorlanmıyor.
UzUngöl
R
ivayet odur ki, uzun uzun yıllar önce, Denizli’deki Çökelez Dağı’nın eteklerinde, fakir mi fakir oduncu bir aile yaşarmış. Ailenin boynunu, fakirlik değil de kızlarının çirkinliği bükermiş. Kız o kadar çirkinmiş ki, evlenecek yaşta oğulları olan kadınlar, onu görünce yollarını değiştirirmiş. Bir
yandan fakirlik, diğer yandan çirkinlik kızın hayattan bezmesine neden olmuş. Günlerden bir gün, Çökelez Dağı eteklerinden, içinde su ve tortu dolu,
havuz misali bir gölete kendini bırakıvermiş. Yüzü gözü kan revan içinde kalsa da ölmemiş, dahası su, kızın çirkinliğinden eser bırakmamış. Rivayet bu
ya, tam da bu sırada oradan geçen Denizli Beyi’nin oğlu yaralı kızı alıp evine
götürmüş, iyileştikten sonra da onunla evlenmiş. O gün bugündür kadınlar,
oduncu kızının kendini sularına bıraktığı Pamukkale’ye gelip ılıcalarda güzelleşmeyi umut ederlermiş.
Denizli’nin kuzeyinde, kent merkezine sadece 20 kilometre uzaklıkta bulunan Pamukkale’nin namının işte bu hikâyeden geldiğine inananların sayısı hiç de az değil. Akan suların oluşturduğu karbon mineralli terasları ve tabii
travertenleriyle görenleri bambaşka düşüncelere gark eden, bu özelliği sayesinde UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta hiç de zorlanmayan Pamukkale, antik kent Hierapolis ile iç içe bulunması nedeniyle sadece görsel değil, tarihi bir zenginlik de sunuyor ziyaretçilerine. Bazı kaynaklar,
antik kentin Bergama Kralı II. Eumenes tarafından MÖ 197 yılında kurulduğunu, adını Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan aldığını, içinde çok sayıda mabet bulunması nedeniyle aynı zamanda “kutsal kent” olarak anıldığını belirtiyor. Yine aynı kaynaklar, Hierapolis’in inanç turizminde öne çıkmasının
nedeni olarak Hz. İsa’nın havarilerinden St. Philip’in burada öldürülmesini ve
onun adına anıt mezar yaptırılmasını gösteriyor. Apollon Tapınağı, St. Philip
Martyriumu, Antik Tiyatro, Roma Kapısı, Kuzey Bizans Kapısı, Agora, bugün
müze olarak kullanılan Roma Hamamı, su kanalları, Direkli Kilise ve nekropoller, Hiearapolis’teki başlıca tarihi yapılar. Gerek travertenler, gerek antik kent, gerekse her derde deva ılıcaları sayesinde Pamukkale, daha uzun yıllar binlerce, milyonlarca kişinin seyahat listesinde yer alacak gibi görünüyor.
Alpler’in görkemi ve ilgi çekiciliğiyle kıyaslanan
Uzungöl, sadece içinde yer aldığı Trabzon’un değil,
Doğu Karadeniz’in en güzel yerlerinden biri.
Y
olu Karadeniz’e düşenlerin rotasında yer alması gereken yerlerden biri Uzungöl. Tanıtım yazılarında
Alplerin güzelliğiyle kıyaslanan Uzungöl, Trabzon’a
99, Çaykara ilçesine ile 19 kilometre uzaklıkta. Bu da
Trabzon’un merkezindeyseniz bir buçuk, iki saatlik yol
katetmeniz gerektiği anlamına geliyor. Güzergâhınız boyunca doğanın sunduğu güzelliklere tanıklık etmek, asma
köprülerin yanında mola vermek ya da çağlayarak akan
derelerin sesini dinlemek isterseniz, süre daha da artabiliyor. Ama bu güzelliklerin keyfine varmanızı özellikle tavsiye ederiz. Aksi takdirde bu yolculuk biraz eksik, biraz
yarım kalıyor.
Kaynakçalar, vadinin ortasında yer alan, 1090 metre rakımlı bu gölün, yamaçlardan düşen kayaların Hal-
32
İSTASYON
dizen deresinin önünü kapamasıyla oluştuğunu yazıyor.
Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken bölgenin
bir yanında, klasik Karadeniz mimarisini temsil eden evlerin bulunduğu köy var. Tam ortada yer alan camii ise
turistlik alanla köy arasına bir sınır çizmiş sanki. Camiyi arkanıza alıp ilerlediğinizde, daracık yolun iki yanını otellerin, motellerin, restoranların ve turistik eşya satan dükkânların kapladığını görüyorsunuz. Kısa süre
önce yayınlanan haberlerden öğreniyoruz ki, bugüne dek
daha ziyade Avrupalı gezginlerin uğrak yeri olan Uzungöl, Arap turistlerin de seyahat listesine girmiş durumda. Gözleriniz, Batılı turistlerin trekking ve kuş gözlemi
yapmak, çeşit çeşit bitki türünü incelemek üzere geldikleri dağlara doğru çevrildiğindeyse, daha önce yeşilin bu
tonuyla karşılaşıp karşılaşmadığınız şüphesine düşebilirsiniz. Uzungöl kadar meşhur olmasalar bile, o dağların arasında da irili ufaklı göller var. Ama gölleri ya da
Karadeniz’in o dillere destan yaylalarını görmek için uygun mevsimi seçmelisiniz. Malum, Türkiye’nin en fazla
yağış alan bölgesi burası, o nedenle hangi mevsim giderseniz gidin yanınıza yağmurluk almakta fayda var. Peki,
Karadeniz’e gidilir mıhlama, kaygana ve balık yemeden
dönmek olur mu? Ancak Uzungöl’e gittiyseniz, balıktan
ziyade diğer yemeklere şans tanımanızı öneririz. Çünkü
kaygana ve Trabzon’un meşhur tereyağının önce mısır
unu, ardından da özel bir tel peynirle yüksek ateşte kavrulmasıyla yapılan mıhlama, başka hiçbir yerde bu kadar
güzel yapılamıyor.
İSTASYON
33
GEZİ
Güzel atların diyarı: kaPadokya
Doğanın yaratıcı gücüyle, doğayı hâkimiyeti altına almaktan ziyade onunla yeni değerler yaratma
kaygısıyla hareket eden insanların işbirliğiyle oluşan bir hazinedir Kapadokya.
D
oğanın nevi şahsına münhasır gücüyle insanın aklının bütünleşmesi nasıl bir sonuç ortaya çıkarır? Soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsan doğayı yenme, onun üzerinde hükümdarlık kurma kaygısıyla hareket etmediği, daha
da önemlisi onun bir parçası olduğunu unutmadığı takdirde oluşacak dünya, nasıl bir dünyadır? Bunlar, onlarca kitap
okuyarak ya da saatlerce tartışılarak yanıtlanacak sorular değil. Zira bazen, insana çetrefilliymiş gibi gelen bir sorunun yanıtını bulmak için tek bir noktaya bakmak bile yeterli olabiliyor. Yeter ki, bakmakla yetinmeyip görmesini de bilsin insan.
Misal Kapadokya… Güzel atlar diyarı anlamına gelen
Katpatukya kelimesinden doğan ve zamanla dilimize Kapadokya olarak geçen bu yer, insan aklıyla doğanın gücü birleştiğinde nasıl bir sonucun ortaya çıktığını gösteren eşsiz bir
örnek aslında. Yazılı kaynaklar, bölgenin, 60 milyon yıl önce
Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların zamanla iklimsel koşullar nedeniyle aşınmasıyla ortaya çıktığını belirtiyor. Peki,
insan aklı bunun neresinde diye merak edenler için hemen
belirtelim: Coğrafi olaylar bölgenin şekillenmesinde rol oynarken, insanlar da peribacalarının içlerini oyarak kendileri için yaşam alanları oluşturmuş, ibadethaneler yapmış ve
yaşadıkları yerleri fresklerle süsleyip binlerce yıllık medeniyetlerin izlerinin günümüze kadar gelmesine aracılık etmiş.
Kapadokya, Hititlerden Selçuklulara, oradan da Osmanlılara geçen geniş tarihiyle eşi bulunmaz bir hazine. Bu hazinenin en etkileyici noktalarından biri hiç kuşku yok ki, Göreme. Her yerinden tarihin fışkırdığı; kayaların içine oyulmuş
birçok kilise, şapel, ev ve oda bulunan Göreme’de turistle-
rin ilgisini en çok, daha ziyade kız öğrencilerin yerleştirildiği,
yedi katlı olmasıyla meşhur Rahibeler Manastırı ile Elmalı
Kilisesi çekiyor. Göreme’ye sadece iki kilometre uzaklıktaki,
duvarlarında Hıristiyanlık tarihinin en önemli olaylarının
anlatıldığı Çavuşin Kilisesi de turistlerin uğrak yerlerinden.
Erciyes ve Hasandağı’na nazır, birçok yere ulaşmayı sağlayan tünelleriyle ünlü Uçhisar Kalesi ile peribacalarını görebilmek için belki de en ideal noktalar arasında yer alan,
Zelve yakınlarındaki Paşabağ Vadisi, görmeden dönülmemesi gereken noktalardan. Bir adı da Rahipler Vadisi olan
Paşabağ, anı görüntülemek isteyenlerin yanı sıra sessizliğin kimi zaman huzur getirdiğine inananlarda hayal kırıklığı yaratmayacaktır.
Kapadokya’nın yer altı şehirleriyle dolu olduğunu söylemek, malumun ilamından başka bir şey değil elbette. Derinkuyu, yeraltı şehirleri arasında özelliğini en iyi şekilde koruyanlarından biri... Saldırılara karşı halkı korumak ve böylesi
bir durumda bölgeyi en kısa sürede boşaltmak üzere kurulan bu kentte, dolaşımı rahatça sağlamak için birçok tünel
oluşturulmuş. Şu an yeraltı şehrinin sadece küçük bir bölümü ziyaret edilebiliyor. Bölgenin en önemli yerlerinden Ihlara Vadisi’nde de birçok yeraltı şehri bulunuyor. Kapadokya seyahatinde Ihlara Vadisi için ayrı bir zaman ayırmakta
fayda var. Aksaray-Nevşehir arasındaki yoldan ulaşılabilecek vadi, özellikle bahar aylarında eşsiz bir güzelliğe bürünüyor. Ihlara Vadisi’nde, Melendiz Çayı’nın dinlendirici sesi
eşliğinde uzun yürüyüşler yapabilir, yeraltı şehirlerini görebilir, Kapadokya seyahatinizi unutulmaz kılabilirsiniz.
Kapadokya’nın akıllara kazınan manzarasını kısa sürede
ve detaylı şekilde yaşamak istiyorsanız, en iyi çözüm, balon
turu. Rüzgârın durgun olduğu anlarda gün doğarken başlanan tur, bir ya da bir buçuk saat sürüyor.
O, dünyanın
sekizinci harikası:
nemrUt
Hani derler ya, “bazen kelimeler kifayetsiz kalır” diye… Bu sözün karşılığını
tam olarak bulduğu yerlerden biri ve belki de en önemlisidir; Nemrut.
A
nadolu’nun hemen her köşesi, çeşitli medeniyetlerin,
adeta gelecek nesillere kendilerinden bir iz bırakmak
amacıyla yaptırdıkları eserlerle dolu. İrili ufaklı bu
eserler, kâh kendi halinde insanların yaşadığı bir köyde çıkıverir karşımıza, kâh bir dağın tepesinde. Tıpkı Nemrut’ta
olduğu gibi… Çeşitli kaynaklar, Doğu ile Batı medeniyetlerinin, 2 bin 150 metre yükseklikte, muhteşem bir piramitteki kesişme noktası olarak tanımlıyor Nemrut’u ve Nemrut’taki o muhteşem heykelleri. Adıyaman’ın Kahta ilçesi
sınırları içinde ve UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Nemrut, neredeyse 2 bin yıllık tarihçeye
sahip. 2 bin yıllık tarihi birkaç cümleyle anlatmaya çalışmak zor elbette. Ama bu eserlerin kimler tarafından oluşturulduğunu merak edenler için tarihçesine kısaca bakalım: Eserlere ilişkin bilgiler, 19’uncu yüzyılın sonlarında,
1881 yılında Diyarbakır’a yol yapımı için gelen Alman Mühendis Karl Sester’in açıklamalarıyla gün yüzüne çıkmışsa bile asıl incelemeyi Otto Punchtein başkanlığındaki ekip
yapıyor. Punchtein ve beraberindekiler, uzun çalışmaların ardından Grekçe yazılmış kitabedeki yazıları çözmeye
vâkıf oluyor. Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs ile tümülüsün doğu ve batı tarafında bulunan heykellerin, Yunanca “genler topluluğu” anlamına gelen Kommagene
Uygarlığı’nın hüküm sürdüğü yıllarda, Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığı bilgisine ulaşılıyor.
Yerli ve yabancı arkeologlar tarafından 80’li yıllara kadar
devam eden kazılarda ortaya çıkarılan taşınabilir eserler
müzelerde sergilenirken Nemrut dağına ayrı bir anlam ka-
zandıran heykeller ve kitabeler Milli Park Alanı içinde korumaya alınıyor.
Tarihçe kısaca böyle… Kimi zaman bir yerin tarihçesi,
o yeri ziyaret edenlerin hissiyatı karşısında geri planda kalabilir. Bazılarının boyu 10 metreyi aşan, görenlerde saygı ve hayranlık uyandıran heykellerle yüz yüze gelmenin
yaratacağı duyguların kelimelerle ifadesi ise bir hayli zordur. O nedenle de Nemrut hakkında söylenebilecek en güzel söz, moda tanımlamayla ifade edersek, “ölmeden önce
görülecek yerler listesinin” üst sıralarında bulunması gereken bir yer olduğudur. Ama yine de birkaç küçük tavsiyede
bulunabiliriz: Genelde o bölgede, özelde
ise Nemrut Dağı ve çevresinde, gündüzle gece arasında sıcaklık farkı hayli yüksek olduğundan, kıyafetlerinizi bu durumu göz önünde bulundurarak seçmeniz
önemli. Bir de eğer sportmen bir yapıya
sahip değilseniz, tıkanmamak için Nemrut tümülüsüne yavaş yavaş tırmanmamızda fayda var.
Adıyaman’da ne yiyebileceğinize gelince; aslında bu ilin yemekleri bölgedeki diğer illerle benzerlik gösteriyor. Buğday, kuru baklagiller, patlıcan, domates
ve lahana ile yapılan yemekler mutfakta baş sırayı alıyor. Ama siz şaşlık denilen
Adıyaman kebabını deneyebilirsiniz. Bir
de tabii çiğköftenin tadına bakabilirsiniz.
İSTASYON
35
OTOMOTİV
yetinip daha fazlasını sunması beklenen motorların artık üç
yerine dört yarış bitirmeleri gerekiyor. Çünkü sezon boyunca sürücü başına sekiz adet olan motor kontenjanı yeni yılda beşe düşürüldü. Kesin olan bir şey varsa, o da gelecek
sene takımların podyuma çıkabilmesi için yarışta izleyecekleri stratejilerin daha büyük rol oynayacağı.
RedBull Racing ve
kardeş takım Toro
Rosso 2014 sezonunda
Renault’nun yeni
motorunu kullanacak.
Mercedes’in geliştirdiği
ve 750 beygir güç
üretmesi beklenen 1.6
litrelik yeni motoru
kullanacak takımlardan
biri de Williams
olacak. F1 tarihinin en
başarılı ikinci takımı
olan Williams son iki
sezondur Renault
motoru kullanıyordu.
F1 de çevreci oldu
Formula 1, eskisine zıt bir yol izleyip çevre konusunda önemli adımlar attı. 2006’dan beri
kullanılan 2.4 litrelik atmosferik V8 motorlar, 2014 sezonunda 1.6 litreye, silindir sayısı
da 6’ya düşürüldü. Üstelik artık yarış başına 160 yerine 100 kg yakıt kullanılacak.
YAZI: Edmon BEkyan
Ç
evre konusundaki hassasiyet, her alanda hissedilir şekilde kendini gösteriyor. Otomobil üreticilerinin son yıllarda üzerinde en çok durdukları konu
olan çevreye saygı, motor teknolojisinde de büyük
adımlar atılmasını sağladı. Son 10 yılda hız kazanan ve
downsizing olarak adlandırılan uygulama sayesinde, motor hacimleri küçülürken güçleri daha büyük olanları kıskandıracak düzeye ulaştı. Büyük oranda turbo desteğiyle elde edilen bu başarı nedeniyle, yakıt
tüketimi de bazı durumlarda yüzde 30’lara varan oranda azaltıldı. Daha az yakıt, daha düşük CO2 emisyonu anlamına geliyor. Yakıt ve
katalitik konvektörlerdeki çalışmalarsa zehirli egzoz gazlarının havaya karışmasını sınırlıyor.
Bütün bu olumlu gelişmelere Formula 1 de kayıtsız kalmadı ve 2014 sezonunda yarışacak otomobillerde, 750 beygir
üretmesi planlanan 1.6 litrelik V6 motorların kullanılmasını kararlaştırdı. Bugüne kadar yolda kullanılan otomobillerden farklı bir anlayışla geliştirilen yarış otomobilleri, artık
eskisinden yüzde 35 daha az tüketen yeni motorları ağırlayacak. 2006’dan bu yana kullanılan 2.4 litrelik atmosferik
V8 motorların yerini alacak yeni 6 silindirli turbo motorların aynı performansı sunabilmesi için mühendisler yaklaşık
iki yıldır aralıksız çalışıyor. FIA’nın yakıt miktarına getirdiği sınırlama, işleri iyice zorlaştıracağa benziyor. Şu anda ortalama 300 km olan yarışta 160 kg yakıt kullanılırken, FIA
bu oranı yeni sezon için 100 kg olarak belirledi. Üstesinden
gelinmesi gereken zorluklar bunlarla sınırlı değil. Daha azla
2013 Formula 1 Yarış Takvimi
2013 Formula 1 Takımlar ve PiloTlar
Mart ayının ortalarında başlayan sezon tüm hızıyla
devam ediyor. Bugüne kadar 13 yarış yapıldı. Ekim
ayından itibaren gerçekleşecek yarış takvimi;
yarışlara katılan takımlar ve pilotlarsa şöyle:
TAKIMLAR
PİLOTLAR
Redbull
Ferrari
McLaren
Lotus
Mercedes GP
Sauber
Force India
Williams
Toro Rosso
Caterham
Marussia
Sebastian Vettel/Mark Webber
Fernando Alonso/Felipe Massa
Jenson Button/Sergio Perez
Kimi Raikkonen/Romain Grosjean
Lewis Hamilton/Nico Rosberg
Nico Hulkenberg/Esteban Gutierrez
Paul Di Resta/Adrian Sutil
Pastor Maldonado/Valtteri Bottas
Jean Eric Vergne/Daniel Ricciardo
Charles Pic/G. Vander Garde
Jules Bianchi/Max Chilton
05-06 Ekim
12-13 Ekim
26-27 Ekim
02-03 Kasım
16-17 Kasım
23-24 Kasım
Güney Kore GP / Yeongam
Japonya GP / Suzuka
Hindistan GP / Yeni Delhi
Abu Dabi GP / Yas Marina
Amerika GP / Texas Austin
Brezilya GP / Interlagos
Kar şı sa yfa Ü sT TE : T O M G aNDOL fıNı /a fP/G ETTy ıM aG Es TUrKEy ; Ka rşı sa y fa a L TTa : V La D ıM ır r y s/sTrıNG Er/G ETTy ıM aG E s TU rK E y;
BU sayfa aL TT a: CL ıV E M asO N/sTa ff/G ETTy ıM aG Es TUrKEy
Turbo ve erS mucize YaraTacak
F1’de nefesleri kesen süratlere ulaşan otomobillerin motorlarında gerçekleştirilen değişikliklerde önemli bir rol üstlenen turbonun yanı sıra ERS sistemine de daha çok iş düşecek. Çok daha azla yetinip aynı performansı sunması
beklenen yeni motorların bunu başarabilmesi için kısaca
ERS olarak adlandırılan Enerji Geri Kazanım Sistemi’nden
daha yüksek oranda yararlanılacak. Hibrid gibi çalışan sistem, otomobilden açığa çıkan fazla enerjiyi depolarken
elektrikli motorun, şartlar gerektirdiğinde, motora destek
vermek üzere devreye girmesinden oluşuyor. 2013 sezonunda tur başına sadece altı saniye kullanılmasına izin verilen destek sistemi, gelecek yıldan itibaren 34 saniye boyunca devreye girebilecek. Böylece motora hem daha fazla
performans hem de daha az tüketim konusunda daha çok
destek verecek. Alınan son kararların arkasında, çevre sorumluluğuna ek olarak, F1 otomobillerinin yol otomobillerine yakın hale getirme ve yarış teknolojisinin daha yüksek oranda yollara aktarılması stratejisi de bulunuyor.
Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor. Ancak unutmamak gerekir ki, Formula 1 görsel olduğu kadar işitsel bir
etkinlik. “Görüntüyü hallettik, peki ses ne olacak” diye düşünmeye başlayanların sayısı oldukça yüksek. Performans
konusunda sorun yaşanması beklenmiyor, ancak F1’i bu
kadar popüler yapan 18 bin devire ulaşan V8’lerin tüyleri
diken diken eden o çok özel sesi,15 bin devirdeki yeni motorların üretip üretemeyeceği. Bu en az performans kadar
önemli, çünkü izleyicilerin ilgisini yüksek tutabilmenin bir
yolu da sesten geçiyor.
Günümüzdeki motorların yerini almaya hazırlanan
düşük hacimli turbo motorlar, ilk kez denenmiyor. 1988
yılında turbo kullanımına son verilip 1989 yılında 3.5 litrelik atmosferik motora geçilmeden önce, McLaren pilotları Senna ve Prost, 1.5 litre V6 Honda ile birçok başarıya
imza atmıştı. Honda-McLaren 1988 yılında 16 yarıştan
15’ini kazanarak F1 tarihinde önemli bir yer edindi. Japon
üretici bütün bu deneyimlerin ışığında 2015 yılında yeniden McLaren takımına motor tedarik edecek. Bu da daha
renkli bir F1 sezonu anlamına geliyor.
Mercedes ve Renault, yeni motorları hakkında ipuçları vermeye başlarken Ferrari son ana kadar sessiz kalacak gibi görünüyor. Renault’nun geliştirdiği 1.6 litrelik V6,
160’ı elektrik motorundan olmak üzere toplam 760 beygirlik güç üretip 15 bin devire kadar (güncel V8 motor 18.000
devir/dakika çeviriyor) çıkacak. Egzoz sistemi ise çift çıkıştan teke düşürüldü. Renault’nun ERS sisteminde, bir yerine iki elektrik motoru bulunuyor. Bunlardan biri direkt olarak turboya bağlı olup ondan açığa çıkan sıcak havayı türbin
aracılığıyla jeneratöre ulaştırıp elektriğe dönüştürüyor. Batarya ya da kapasitörde biriken güç istenildiğinde turboyu besleyip daha yüksek performansa ulaşılmasını sağlıyor.
Yeni motorunun son hazırlıklarını yapan Mercedes ise silindir hacmindeki düşüşten çok, yarış boyunca kullanılan yakıta getirilen sınırlamanın takımları zorlayacağı
görüşünde. Bu da yarış sona ermeden pist kenarında kalmamak için pilotların ve takım patronlarının daha ince hesaplar yapacağı anlamına geliyor. Mercedes, motorun beygir gücü hakkında henüz net bir bilgi vermezken ERS’nin
sağlayacağı ek güçle (161 bg) birlikte 750 beygire ulaşması bekleniyor. Mercedes de Renault gibi biri egzoz, diğeri frenlerden çıkan ısıyı güce dönüştürüp lityum-iyon bataryalarda depolayan iki adet elektrik motoru kullanacak.
Görünen o ki bütün bu yeniliklerin ışığında yeni sezon, çok
daha renkli ve sürprizlerle dolu geçecek.
İSTASYON
37
SPOR
Dalgaları aşmak
Raftingin ekstrem su sporları meraklıları arasındaki popülaritesi
giderek artıyor. Türkiye’de de farklı zorluk derecelerinde birçok
rafting parkuru bulunuyor. Bu spor için süper güçlere sahip olmanıza
gerek yok; yüzme bilmeniz ve kendinize güvenmeniz yeterli.
YAZI: Biray anıl Birer
Ö z g ür D o nma z/ g et t y Im ag e s t U r Ke y
T
38
İSTASYON
ennessee Williams, “Güvenlik, bir çeşit ölümdür” der... O hâlde hepimiz, yürüyen ölüyüz, desek
yeridir. Nitekim başarı öykülerini okurken kahramanlarının girdikleri riskleri öğrenince onlara hayranlık duysak, imrensek de sıradan faniler olarak bizi en çok korkutan sözcüklerin başında
gelir risk. Çünkü sahip olduklarımızla güvendeyizdir. Onlardan vazgeçmenin, onları yitirmenin
düşüncesi bile tüylerimizi diken diken eder. Bu yüzden her şeyi garanti altına alırız; evimizi, otomobilimizi, mobil cihazlarımızı, aldığımız ihtiyaç kredisini ve elbette hayatlarımızı... Oysaki doğa, her ne
kadar teknolojiyle onu dize getirmeye çalışsak da, kendisiyle her karşılaşmamızda, aslında hiç de güvende
olmadığımızı hatırlatır bize... Ve yaşadığımızı. Kim bilir belki de bu yüzdendir, “El mi yaman, bey mi!” diye
nara atarak sokağı inleten bir delikanlının naifliğiyle, dünyanın en yüksek dağına tırmanırız; okyanusun en
derin çukuruna inebilecek ileri teknoloji mekikler üretiriz; 30 metre yükseklikteki dalgada sörf yaparız...
Everest başta olmak üzere 8 bin metrenin üzerindeki birçok dağa tırmanmış Tunç Fındık’ın dağcılıktan bahsederken, “Benim için nefes almak kadar keyifli” demesi boşuna değil. Keza, dalgalarla boğuştuktan sonra ciğerlerinize rahatça çektiğiniz ilk solukla kendinizi yeniden doğmuş gibi hissetmeniz. Ya
da ormanda yolunuzu kaybetmişken, cep telefonunuz yeniden çekmeye başladığında rahat bir nefes almanız gibi! Çünkü alınan o nefes, yaşamın ve her ne kadar zihinsel, bedensel ya da güvenlik açısından
İSTASYON
39
SPOR
Debisi yüksek nehirlerDe yapılan
rafting, bir ekip sporu; bota,
altı ya Da sekiz kişilik takımlar
halinDe oturuluyor. amaç, içinDe
bulunDuğunuz botu DevirmeDen,
kürekle yönlenDirerek kayalar ve
engeller arasınDan geçmek.
raftingde zorluk dereceleri
eskiden ulaşım aracıydı
Her ne kadar bugün adrenalin salgılama garantisi verse de raftingin tarih sahnesine çıkışı, kulağa çok da heyecanlı gelmeyebilir. Nitekim raft adı verilen ve birkaç
kütük, kalas ya da sazın birbirine bağlanmasıyla yapılan
botlar, eskiden nehirlerde yolcu ve yük taşımak için kullanılıyordu. Modern raftingin tarihi ise 1842 yılına uzanıyor; kaydına ilk kez, ABD Ordusu’nda görevli Teğmen
John Fremont’un günlüğünde rastlanıyor. Fremont’un,
Platte Nehri’ne keşif gezisi için bindiği raft, bir zemin ve
ona bağlı dört kauçuk tüpten oluşuyordu. Şişme botların
sahneye çıkışı ise 20’nci yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşiyor. Cankurtaran botu olarak geliştirilen bu araçlar,
daha sonra askeri amaçlı sahil çıkarmalarında kullanıldı.
60’larda rafting artık bir spor dalı olarak anılıyordu. Büyük Kanyon gibi rotaların çıkarılması, rafting şirketlerinin kurulması bu yıllara denk düşüyor. 70’lere gelince, bu
alanda çok önemli bir ilerleme kaydedildi ve rafting, Münih Olimpiyat Oyunları’nda kendine yer buldu. Zamanla ekipman ve araçlar, ayrıca teknikler gelişti ve 80’lerde
Güney Amerika ve Afrika’daki bazı nehirler de rafting rotaları listesine eklendi. 90’ların sonundaysa rafting, federasyonu olan profesyonel bir spor dalı oldu ve 1999’da ilk
resmi uluslararası rafting şampiyonası düzenlendi.
Debisi yüksek nehirlerde yapılan rafting, bir ekip sporu; altı ya da sekiz kişilik takımlar halinde bota biniliyor.
Amaç, içinde bulunduğunuz botu devirmeden, kürekle
yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçmek. Botta boş boş durmak yok; herkes botun kenarlarına oturarak kürek çekiyor. Rehber, arkada bulunuyor ve sizi, komutlarla yönlendirerek botu idare ediyor. Peki, rafting
yapmak için süper güçlere sahip olmanıza gerek var mı?
Hayır! Yüzme bilmeniz yeterli. Bota binmeden önce rehber size, yapmanız gerekenlerle ilgili bilgi aktarıyor. Nasıl kürek çekeceğinizi, bottan düşerseniz neler yapacağınızı anlatıyor. Önemli olan, takımda uyumu yakalamak...
Aksi takdirde bot devrilebiliyor.
40
İSTASYON
Raftingçiler yüzlerine
vuran her dalganın
ardından aldıkları
nefeste adranalin
salgılıyor ve yaşamın
ne kadar güzel
olduğunu bir kez
daha idrak ediyorlar.
W I LL SALt e R/G e ttY I mAG eS tU RKeY
İ HSAN YI LD I Z LI /G e t tY I mAG eS tU RK eY
hazırlıklı olsak da doğanın her zaman, bizi alt etmenin bir
yolunu bulacağının kanıtıdır. Kimi o yaşam kanıtını yükseklerde, kimi okyanusun dibinde, kimi de köpüklü dalgalarda arar. Siz de yaşadığını suda hissedenlerdenseniz,
rafting, Türkiye’de deneyebileceğiniz en sıkı ve (göreceli
olarak tehlikesiz) ekstrem sporlardan biri.
1. zorluk derecesi: Su sakin bir biçimde, köpüklenmeden akar. Çocuklar için bile
uygundur. Heyecan peşindekiler dikkat; sıkılabilirsiniz.
2. zorluk derecesi: Akıntı azdır; suyun akışı ve küçük engeller hafif dalgalanmalar
oluştursa da tehlike arz etmez.
3. zorluk derecesi: Bir metreyi bulan dalgalar oluşabilir. Bu derecede iyi yüzme bilmek şart.
4. zorluk derecesi: İş giderek zorlaşır. Rapidin, yani suyun hızlandığı kısmın başlangıcını
ve bitişini görmek her zaman mümkün olmaz. Akıntı, büyük ve karışık dalgalar
oluşturabilir. Girdaplar, büyük kayalar ve şelaleler de cabası!
5. zorluk derecesi: Amatörler kenara; bu derece profesyonellere göre. Rapidler çok
zordur, suda bazen çavlanlar bazen büyük dalgalar oluşur. Dalga boyu 5 metreye
kadar varabilir.
6. zorluk derecesi: Profesyonellerin bile gözünü korkutan bu derecede, geçilemeyecek
kadar zor rapidler bulunur. Bu zorluk derecesindeki parkurlarda nehir ya metrelerce
yukarıdan dökülür ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı
bir bölge oluşturur.
Rafting parkurları zorluk derecelerine göre birden altıya
kadar derecelendiriliyor. Birinci derecede çocuklar bile rafting yapabilir. En zoru, altıncı derece. Bu derecede geçilemeyecek kadar zor rapidler bulunuyor. Altıncı zorluk derecesindeki parkurlarda nehir ya metrelerce yukarıdan dökülüyor
ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve
dalgalı bir bölge oluşturuyor. Türkiye’de her zorluk derecesinden parkur bulunuyor. Hatta en ünlüleri Çoruh Nehri,
dünyanın en zorlu rafting rotalarından biri sayılıyor. Çoruh
Nehri ilk kez 1978 yılında, efsanevi raftingcilerden Richard
Bangs tarafından geçildi. Buraya ilk rafting turu ise 1982 yılında Skip Horner tarafından düzenlendi. Horner, yıllar sonra National Geographic dergisine verdiği röportajda Çoruh
Nehri tecrübesi için, “30 yıllık kariyerimin en tehlikeli, en
zorlu geçişlerinden biri” demişti. Kaçkar Dağları’ndan doğan Çoruh Nehri’ndeki rafting parkuru 169 kilometre uzunluğunda ve zorluk derecesine göre dörde ayrılıyor. Bunların
arasında beşinci ve altıncı zorluk derecesine giren parkurlar
da var. Mayıs ve haziran, en çok ilgi gören aylar.
Dalaman Çayı, profesyoneller kadar amatörlerin de gözdesi. 12 kilometre uzunluğundaki parkurda, zorluk derecelerine
göre iki ayrı etap var. Üst etabı üçüncü, alt etabı birinci zorluk
derecesinde. Sezonu mayıs ayında başlıyor ve ağustos sonuna
kadar devam ediyor. Bolu sınırlarındaki Melen Çayı ise hafta sonu heyecanı için ideal bir destinasyon. En iyi sezonu, bahar ayları. 16 kilometrelik parkur Dokuzdeğirmen Köyü’nden
başlayarak, Beyler Köyü mevkiinde son buluyor. 1,5 saat süren parkur, üç zorluk derecesinden oluşuyor. İlk kez deneyecekler için en ideal parkurlardan bir diğeri ise Antalya’daki
Köprüçay; zorluk derecesi bir ve iki. Çorlu Nehri, Dalaman
Çayı, Melen Çayı ve Köprüçay dışında Alara, Dim, Eşen, Manavgat, Zamantı çayları ve Fırtına Deresi’nde de rafting yapılıyor. Siz de ekstrem su sporlarına meraklıysanız gerekli
önlemleri, ön eğitimi aldıktan sonra bu sporun sunduğu eğlence ve maceranın tadını çıkarabilirsiniz. Unutmayın ki, yüzünüze vuran her dalganın ardından alacağınız solukla, adrenalin salgılayacak ve yaşadığınızı hissedeceksiniz.
İSTASYON
41
sAĞlIk
Dİsleksİye
erken teşhİs mümkün (mü?)
Çocuklarda öğrenme bozukluğuna neden olan disleksiyenin, beyindeki dil ve sesle
ilgili sinirlerin yer aldığı bölgenin küçük olmasından kaynaklandığı belirlendi.
n Çocukları derslerinde başarı sağlayamayan ailelerin
Dünyada en
son mikroplar
kalacak
n Yaz aylarını geride bıraktık.
Her geçen yıl güneşin etkisinin
daha fazla hissedildiği, sıcaklığın
giderek arttığı herkesçe malum.
Peki, ileride neler olacak? Sıcaklığın
yükselmesi, yeryüzündeki canlıların
yaşam mücadelesini sürdürmesine
izin verecek ki? Biliminsanları işte
bu soruların yanıtını bulabilmek
için var güçleriyle çalışıyorlar.
Bilgisayar modelleri üzerinden
binlerce ve belki de milyonlarca
yıl sonra oluşabilecek yaşam
üzerine araştırmalar yapıyorlar.
Araştırmaların sonuçları ise hayli
ilginç; zira İskoçya’daki St. Andrews
Üniversitesi’nden Jack O’Malley
James’in yaptığı bir incelemeye
göre, günümüzden bir milyar yıl
sonra daha da parlak ve sıcak hale
gelen güneşin etkisiyle okyanuslar
buharlaşmaya başlayacak ve tuz
oranı yükselecek. Oluşan sera
etkisi oksijeni azaltacak. Bu durum
neredeyse tüm canlıların hızla
yok olmasına neden olacak. Bu
zaten uzun süredir dillendirilen bir
konuydu, ancak James’in teorisinde
ilginç olan nokta şu: Olağanüstü
çevre koşullarının hüküm sürdüğü
bu ortamda, ayakta kalabilen canlı
türü extremophiles adı verilen
mikroplar... Koşullar daha da
kötüleştikçe bu organizmaların da
ortadan kalkacağı ve 2,8 milyar
yıl sonra dünyada yaşamın sona
ereceği tahmin ediliyor.
42
İSTASYON
akıllarına gelen ilk unsur, çocuğun zekâsıyla ilgili
bir sorun olduğu yönündedir. Oysa disleksiye olarak
tanımlanan ve en sık rastlanan öğrenme bozukluğunun
zekâyla hiçbir ilgisi yok. Eğer öyle olsaydı, Albert
Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates
gibi bilimin ve sanatın gelişmesine
önayak olan birçok ünlünün
zekâsından kuşkulanmamız
gerekirdi. Sözün özü disleksiye
dille, sesle ilgili olup tedavisi
mümkün bir sorun.
Uzmanların yaptığı
çalışmalar da bu
durumu kanıtlar nitelikte. Bu sorunu çözebilmek için
araştırmalarına hız kazandıran Amerikalı bir ekip,
disleksiyenin, henüz okuma-yazma bilmeyen anaokulu
çağındaki çocuklarda beyin taraması yöntemiyle tespit
edilebileceği sonucuna vardı. Neuroscience dergisinde
yayınlanan habere göre, biliminsanları, okula başlama
çağındaki 40 çocuk üzerinde çeşitli testler uyguladı ve
çocuklardan bazılarının beyinlerindeki dil ve sesten
sorumlu sinir demetlerinin bulunduğu bölgenin
normalden daha küçük olduğu belirlendi. Bununla
birlikte, uzmanlar, disleksiye ile sinir demetleri
arasındaki bağlantıya dair kesin bir şey söylemek
için henüz erken olduğunun özellikle
altını çiziyorlar. Bu da araştırmaların
henüz tamamlanmadığı, disleksiye
ile ilgili kesin verilere
varılabilmesi için daha bir
dizi çalışmanın yapılması
gerektiği anlamına
geliyor.
Mide ameliyatları artık daha kolay
n Sağlık sektöründeki gelişmeler hastalıkların tanı ve tedavisindeki süreci kısaltırken operasyon gerektiren durumların
da eskiye oranla çok daha kolay gerçekleşmesine vesile oluyor. Örneğin bundan çok değil on, on beş yıl önce,
kimsenin aklına, göbek deliğinden açılan küçük bir kesik sayesinde mide kanseri ameliyatı yapılabileceği gelmezdi.
Ama oldu. Her geçen gün biraz daha ilerleyen teknoloji ve hekimlerin artan deneyimleri sayesinde artık, mide
ameliyatları da kapalı yöntem kullanılarak yapılmaya başlandı. Tek port adı
verilen yöntemin kullanıldığı bu operasyonda cerrahlar, göbek deliğinde 3,5
santimlik bir kesi oluşturduktan sonra dokuları kesip dikebilen, pille çalışan bir
aletle kanserli mideye ulaşıyor. Yine bu aletlerin yardımıyla, tümörlü midenin
çevre dokularla ilişkisi kesilerek göbek deliğinden çıkarılması sağlanıyor.
“Mide tamamen çıkarıldığına göre, onun görevi nasıl gerçekleşiyor,”
sorusunun yanıtına gelince… Bu işlevi yemek borusuna bağlanan ince
bağırsak yerine getiriyor. Ameliyatın, tek port yöntemi kullanılarak yapılması
hastaya birçok avantaj sağlıyor. Örneğin açık ameliyatlarda, mide bölgesine
ulaşabilmek için yaklaşık 25 santimlik bir kesiğin oluşturulması gerekiyor
ve bu da fıtık ve yara enfeksiyonu gibi sorunların ortaya çıkmasına zemin
hazırlıyor. Açık ameliyatlarda 10 günü bulabilen normal beslenmeye geçiş, bu
yöntemle üç güne düştüğü gibi hasta beş günde taburcu edilebiliyor.
eMpAtİ DüĞMesİ
kApAnIrsA…
n Psikopatları nasıl
bilirsiniz? Duygusuz,
acımasız, gaddar... Ve
başkalarının acılarına
duyarsız, bir başka ifadeyle
empatiden yoksun…
İnanılması zor ama, yapılan
bir araştırma bunun tersini
iddia ediyor. Ayrıntıları
“Brain / Beyin” dergisinde
yayınlanan araştırmaya
göre, psikopatların büyük
bölümü empatiden
yoksun değiller, sadece
empati kurmaya yarayan
hisleri, bir elektrik
düğmesi misali, açıp
kapama yetisine sahipler.
Araştırmacılar bunu nasıl
mı anladılar? Hüküm
giyen bir grup psikopat
suçlunun beyinlerine
tarama cihazı bağlayıp
bir insanın başka birine
acı çektirdiği görüntüleri
izlettirerek. Araştırmacılar,
deneklerden videodaki acı
çeken kişiyle kendilerini
özdeşleştirmelerini
istediğinde, psikopat
hükümlülerin
beyinlerindeki acıya
hassas bölgelerin harekete
geçtiğini gördüler. Bu da
onların aslında empati
kurma yeteneğinden
uzak olmadığını ve bu
refleksinin geliştirilmesinin
rehabilitasyonlarında
etkili yöntemlerden biri
olabileceği sonucunu
çıkardı.
konuşAn
sİgArA pAketİ
Çok DAhA rAhAt
sevİlebİlecekler
Alerji nedeniyle kedilerden uzak durulan
dönem sona erecek gibi görünüyor. Uzmanlar,
kedilerdeki hangi maddenin alerjiye yol
açtığını buldu, şimdi sıra bu durumun önüne
geçebilecek ilaçların araştırılmasında.
n Kediler, hayvanlar âleminde kişiliği en oturmuş türdür belki de.
Hiçbirine hükmedilemez, hiçbiri eğitilemez. En sevecen görünen
bile, verdiği tepkiyle insanı şaşırtabilir. Bu türü sevenlerin; evinde,
bahçesinde kedi beslemek isteyenlerin sayısı hiç de az değil. Ama
bir de çok sevdikleri halde yaklaşamayanlar var. Onlar kediye karşı
alerjisi olanlar. Değil kediye dokunmak, aynı ortamda bulunmak
bile onlardaki alerjiyi tetikliyor. Cambridge Üniversitesi’nden bir
ekip, insandaki bağışıklık sisteminin kedi alerjisini nasıl algılayıp
öksürme veya hapşırmaya neden olduğuna dair incelemeler
yaptı. Dr. Clare Bryant liderliğindeki araştırmacılar, çalışmalarının
sonucunda kedilerin cildinde alerjiye neden olan bir protein
cinsi buldu. Alerji yapan bu madde, vücuttaki bazı bakteriyel
atıkların bulunduğu belli bir bölgeyi uyarıyor, bağışıklık sistemi
de bu uyarıya öksürme, hapşırma, burun akıntısı, hırıltılı solunum
gibi belirtilerle tepki gösteriyor. Kedilerdeki protein cinsi ile
insanlardaki alerjik reaksiyon arasındaki bu bağlantı, tedavi
yöntemlerinde birtakım adımların atılmasına vesile olacaktır. Çok
sevdiği halde bu hayvanlardan uzak durması gerekenlerin hayatını
son derece kolaylaştıracak ve onları mutlu edecek bir gelişme bu.
n Tüm zararlarını
bildiğiniz halde
diyelim ki, sigara
bağımlısısınız ve
bırakmanın yöntemlerini
arıyorsunuz. Nikotin
sakızı, nikotin bantı,
hipnoz gibi birçok
yöntem sigarayı
bırakmaya çalışanların
imdadına yetişiyor. Ama
bir de açıldığı anda
size sesli uyarı veren,
tabiri caiz ise sigarayı
bırakmanıza yönelik
teşvik edici konuşmalar
yapan bir paketle
karşılaştığınızı düşünün.
Neler hissedersiniz?
İngiltere’deki Stirling
Üniversitesi’nden bir
grup araştırmacı, işte
böyle bir paket geliştirdi.
“Konuşan sigara paketi”
adı verilen paket, yaşları
16 ila 24 arasında
değişen bir grup kadın
üzerinde test edildi ve
işe yaradığı gözlendi.
Konuşan paketlerde;
sigaranın ne tür zararlar
verdiği, doğurganlık
üzerinde yarattığı
olumsuz etkiler, sigarayı
bırakmaya yardımcı
olan kurumların telefon
numaraları bulunuyor.
Bir süre daha farklı
denek grupları üzerinde
teste tâbi tutulması
planlanan konuşan
sigara paketleriyle
ilgili çalışmalar, İngiliz
hükümetince de
destekleniyor.
37 Dereceyİ
koruMAk gerek!
n Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte gribal
enfeksiyonlar da varlığını hatırlatmaya başladı.
Uzmanlar, bu tür hastalıklara neden olan unsurun,
sanılanın aksine soğuk hava değil, vücut ısının
düşmesi olduğunu; kış aylarını sağlıklı geçirmek
için vücut ısısının 37 derecede kalması gerektiğini
belirtiyor. Peki, ısıyı bu noktada tutabilmek için
neler yapılmalı?
• Bir kazak yerine kat kat giyinilmeli.
• Ağız, burun ve boğazı kapatan atkı takılmalı.
• Kulakları ve başı örten şapka ya da bere
kullanılmalı.
• Ter emici özelliğe sahip atletler giyilmeli.
• Isıyı tutan koyu renk kıyafetler tercih edilmeli.
İSTASYON
43
SAĞLIK
Bazı meyve sebzelerin, çeşitli kanser türlerine iyi geldiğine dair yazılarla karşılaşıyoruz. Cilt kanserine iyi geldiği
bilimsel olarak da kanıtlanmış meyve ya da sebzelerin neler olduğunu öğrenebilir miyiz?
Cilt kanserini önlemede bilimsel olarak kanıtlanmış bir
yiyecek yok. Ancak antioksidan içeren yiyecekler koruyucu olabiliyor. A, C, E vitamini ve çinkodan zengin beslenme antioksidan özellikler yapıyor. Balık, havuç, kabak,
brokoli, soya faydalı yiyecekler. Yeşil çay, zencefil ginkgo
çayları çok olmamak şartıyla tüketilebilir. Yine flavanoidler cildimizi, güneş ışınlarına karşı koruyor. Soğan, kereviz, domates, üzüm, elma ve zerdeçal flavanoiditten zengin besinlerdir. Selenyum açısından zengin yumurtanın
da koruyucu özelliği var.
Derideki
düşman
Cilt kanserinin tanı ve tedavi süreciyle ilgili genel hatlarla da olsa bilgi alabilir miyiz?
Cilt kanserinde özellikle melanom ve skuamöz hücreli karsinomda erken tanı çok önemli. Kişi şüpheli lezyon
gördüğünde hemen dermatolojik muayeneden geçmeli.
Sadece lezyon olan bölge değil, tüm vücut muayene edilmeli. Ben ile ilgili bir sorun varsa dermoskop dediğimiz
bir cihazla bakılmalı. Muayene sonrası şüphe edilen lezyondan örnek alınabilir ya da lezyon tamamen çıkarılarak
patolojik incelemeye gönderilir. Patolojik inceleme sonucuna ve cilt kanseri tipine göre kanserli bölgenin tamamen çıkarılması veya gerekirse radyoterapi ve kemoterapi
yöntemlerinin uygulanması söz konusu olabilir.
Çağın en büyük illeti kanser,
vücudun hemen her noktasında
varlığını gösterebilen bir hastalık.
Cilt de bunlardan biri. Acıbadem
Aile Hastanesi Bahçelievler
Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan
Aslan, özellikle 40 yaşından sonra
her yıl yapılacak rutin kontrollerin
hayati önem taşıdığını belirtiyor.
A
cıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler’de Dermatoloji Uzmanı olarak görev yapan Dr. Canan Aslan, “Derinin çeşitli tabakalarındaki hücrelerin,
istenmeyen şekilde büyümesi ve yayılmasıyla karakterize edilen tümöral oluşumlardır” diyor, cilt kanserini tanımlarken. Cilt kanseri, özellikle son yıllarda sıklıkla duyduğumuz kanser türlerinden biri. Genetik yapıdan
sigaraya, güneşten radyoterapiye ve benlere kadar birçok
faktör cilt kanserinin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Dr.
Aslan, her hastalıkta olduğu gibi cilt kanserinde de erken
tanı ve tedavinin çok önemine vurgu yapıyor.
Daha ziyade hangi nedenler cilt kanserine yol açıyor?
Açık tenli, sarı saçlı ve mavi gözlü olmak, aşırı güneşe maruz kalmak, geçmişte güneş yanığı geçirmek, ailede cilt
kanseri olması, kişinin geçmişte cilt kanseri ya da organ
nakli geçirmesi, bağışıklık sistemini zayıflatıcı ilaç kullanımı, sigara içmek, arseniğe maruz kalmak, radyoterapi tedavisi, yanık veya vücutta yara izi (skar) olması, çok sayıda düzensiz benin bulunması cilt kanserine neden olabilir.
Cilt kanserinin belirtileri nelerdir? Belirtiler kadın ile erkek arasında farklılıklar gösterir mi?
Özellikle güneş gören bölgelerde iyileşmeyen yara, leke, ka-
44
İSTASYON
barıklık veya ülser dediğimiz oyukların olması, benlerindeki ani büyüme ya da siyah, mavi, beyaz renk değişikliği, daha
önce mevcut yara veya yanık üzerinde kabarıklık ve yara oluşumu cilt kanseri açısından kişiyi mutlaka dermatolojik muayeneye sevk etmelidir. Belirtiler, aslında kadın erkek arasında fark göstermiyor. Ancak cilt kanserinin kadınlarda,
daha ziyade görünebilen bölgelerde ortaya çıkması ve kadınların muayene konusundaki tutumları, daha erken dönemde teşhisi sağlıyor. Erkeklerde ise lezyonlar daha farklı büyüklük ve görüntülere ulaşınca tanı konulabiliyor.
Diğer kanser türlerinde olduğu gibi cilt kanserinde de
belli bir sınıflandırma yapmak mümkün mü?
Cilt kanseri, melanom olan ve olmayan olarak sınıflandırılır. Daha ziyade melanom olmayan kanser türüne rastlıyoruz. Melanom ise en ölümcüldür. En sık görülen cilt
kanseri tipi, bazal hücreli karsinomdur ve derinin epidermis dediğimiz en üst tabakasındaki bazal hücrelerden köken alır. Diğer bölgelerde de görülse bile, sıklıkla güneş
gören kol ve bacaklarda ortaya çıkar. İkinci sıklıkla görülen cilt kanseri tipi, skuamöz hücreli karsinomdur. Epidermisin keratinosit dediğimiz hücrelerinden köken alan,
hızlı seyirli, diğer dokulara ve lenf bezlerine yayılma eğilimli cilt kanseridir. Güneş gören bölgelerde ve açık ten-
lilerde sık ortaya çıkar. Başka cilt hastalıkları ya da yanık
skarı zemininde gelişebilir. Son olarak bir de malin melanom dediğimiz, deriye renk veren melanosit hücrelerinden veya bu hücrelerin farklılaşması sonucu oluşan benlerden köken alan kanser tipi vardır. Eskiye oranla daha
fazla, özellikle beyaz ırkta ve orta yaşta görülür.
Benler (nevüs), cilt kanseri konusunda en sabıkalı unsurlar. Vücudunda ben olanlar, hangi durumlarda bunun
cilt kanserinin belirtisi olabileceğinden şüphelenmeli?
Ailesinde cilt kanseri hikâyesi olanlar, çok sayıda bene
sahip olanlar ve doğuştan üzerinde kıl olan büyük beni
olanlar dikkat etmeli. Ayrıca mevcut benlerde ani büyüme, şekil değişikliği, renk değişikliği, kanama ve iyileşmeyen yara oluşumu varsa mutlaka cilt muayenesi yapılmalı.
Değişen iklim şartları ve güneş ışınlarının etkisi hastalığın artışında rol oynuyor mu?
Güneş ışınları cilt kanseri oluşumunda başlıca rol oynuyor. Açık havada çalışanlarda, uzun süre güneşin yoğun
olduğu saatlerde güneşlenenlerde ve güneş yanığı olanlarda cilt kanseri riski artabiliyor. Güneş ışınları, tümörü
baskılayıcı gende değişiklik yaparak tümörün ortaya çıkmasına veya büyümesine neden oluyor.
Acıbadem
Aile Hastanesi
Bahçelievler
Dermatoloji
Uzmanı Dr.
Canan Aslan,
birçok etkenin
cilt kanserine
yol açabileceğini
belirtiyor.
Malum, çok sık hekime başvuran bir toplum değiliz. Ciltle ilgili genel muayenelerin ne sıklıkla yapılması ve kişinin nasıl önlemler alması gerekiyor ki, cilt kanserine karşı riskler azaltılsın?
Amerikan Kanser Cemiyeti, cilt kanseri için 20 ila 40 yaşları arasında üç yılda bir, 40 yaşından sonra her yıl rutin
kontrolü öneriyor. Kişinin doğuştan çapı büyük ve üzerinde kıl olan beni varsa, ailesinde cilt kanseri hikâyesi
bulunuyorsa daha erken dönemde dermatolojik muayene önerilir. Muayeneden sonra kişinin ne sıklıkta geleceği
doktor tarafından söylenir. Ayrıca dört ila altı hafta arasında iyileşmeyen yara, kabarıklık ve benlerde ani değişiklikler varsa mutlaka doktora başvurulmalı. Açık tenli,
çok sayıda çile sahip kişiler, ailesinde cilt kanseri olanlar, daha önce cilt kanseri geçirenler, organ nakli hastaları erken tanı ve tedavi açısından kendilerini muayene etmeli. Muayene her ay ya da iki ayda bir yapılmalı. Ayna
yardımıyla gövde ön ve arka yüzleri, koltuk altlarının değerlendirilmesi; kolların, ön kolların, ellerin incelenmesi; uyluklar, bacaklar, ayaklar ve ayak tabanlarının değerlendirilmesi; el aynası yardımıyla ensenin ve parmaklarla
saçlar ayrılarak saçlı derinin değerlendirilmesi, el aynası
yardımıyla sırt, bel ve kalçaların değerlendirilmesi önerilir. Güneşin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamak, yazın ultraviyole A ve B ışınlarına karşı koruyucu kremin
yanı sıra şapka ve gözlük kullanmak, sağlıklı beslenmek,
sigara ve alkolden uzak durmak, uzun süre iyileşmeyen
yaralarda uzman görüşü almak da kişinin cilt kanserine
karşı alabileceği önlemler arasında bulunuyor.
İSTASYON
45
UZMAN GÖZÜYLE
Egzoz gazı
emisyon ölçümü
susturucular
Susturucular egzoz supaplarının açılıp kapanması sırasında çıkan sesi boğarlar.
Supap açılınca egzoz borusuna yanmış gazı yüksek basınçla atar. Bu tip bir
hareket gazın kendinde hızlı giden ses dalgaları yaratır, işte susturucu bunu
sessiz hale getirmekle görevlidir. Bunu ses dalgası enerjisini ısıya çevirerek
yapar. Susturucunun içindeki delikli bölme ve plakalara değen ses dalgaları
enerjilerini kaybeder. Araçların yapısına göre bir (Arka Susturucu) veya birden
fazla (Arka ve Orta Susturucu) adette bulunabilir.
Egzoz gazı emisyon ölçümü hakkında genel bir tanıtım ve muayene edilen unsurlar hakkındaki
bilgileri Teknik Eğitmenimiz Mehmet Savaş Uçar anlatıyor.
orta susturucu
arKa susturucu
Egzoz gazı Emisyon ölçümü PEriyotları
Egzoz gazı Emisyonlarının kontrolü
nEDEn önEmli?
Günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olan motorlu
taşıtlar, hayatımızı kolaylaştırıyor. Motorlu taşıtlarda güç
elde etmek için benzin, dizel, LPG, CNG, LNG türü yakıtlar
kullanılıyor. Bu yakıtların yanması sonucu, enerjinin
yanısıra atık gazlar da üretiliyor. CO (karbon monoksit),
CO2 (karbon dioksit) NOx (azot oksitler) gibi gazların yanı
sıra yanmamış yakıt ve yağ buharının oluşturduğu HC
(hidrokarbonlar) egzoz sistemi ile dışarıya atılıyor. Bu
atık gazların çevremize zararlarının minimum düzeyde
tutulması için araçlarımızın motor ve egzoz sistemlerinin
araç imalatçıları tarafından belirlenen en uygun durumda
çalışmalarının sağlanması gerekiyor. Bahsi geçen uygunluk
düzeyinin kontrolü ve gerektiğinde tekrar düzenlenmesi
için araçların cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine
uygun olarak egzoz gazı emisyon ölçümleri yaptırılmalı.
Bu yazımızda sizlere egzoz emisyon sistemi ve egzoz gazı
emisyon ölçümü hakkında kısaca bilgi vereceğiz.
Test öncesinde, egzoz sisteminde
(tüm egzoz boruları, susturucular
ve katalitik konvertör) bir sızdırma
veya kaçak olup olmadığı, emisyon
kontrol sisteminde kullanılan
parçaların durumu kontrol edilir.
Kontroller neticesinde egzoz
sisteminde hasar ve sızdırma gibi
unsurların tespiti, muayenenin
onaylanmamasına yol açacaktır.
Egzoz gazı Emisyon ölçümü
Egzoz gazı emisyon ölçümü araçların yakıt tiplerine göre farklılık gösterir.
1. Benzinli motora sahip araçlar
2. Benzin+LPG (CNG/LNG) motora sahip araçlar
3. Dizel motora sahip araçlar
Egzoz sistEmi Parçaları
Katalitik Konvertör: Egzoz gazındaki kirleticileri zararsız veya daha
az zararlı bileşenlere dönüştürmek amacıyla bir taşıtın egzoz sistemine
yerleştirilen reaktördür. Üç yollu bir katalitik konvertörde aşağıdaki üç
tepkime eşzamanlı olarak meydana gelir:
1. Karbonmonoksitin yakılarak karbondioksite çevrilmesi: 2CO + O2 Ò 2CO2
KatalitiK Konvertör
Katalitik konvertör
gövdesi
Isı muhafazası
Amyant katalist
sıkıştırıcı
2. Azot oksitlerin azota indirgenmesi: NOx Ò O2 + N2
3. Yanmamış hidrokarbonların (yanmamış yakıtın) karbon dioksit ve suya
dönüştürülmesi, yani yeniden yakılması:
CxHy + nO2 Ò xCO2 + mH2O
Zararlı Bileşenlerin Dönüştürülmesi
Egzost gazı çıkışı
H20 Su
CO2 Karbondioksit
N2 Nitrojen
Oksijen sensörü
girişi
Redüksiyon
Oksidasyon
Azot oksitler NOX, Karbondioksit CO2 ve
Azot N2’a redükte edilir.
46
istasyon
Fiili reaksiyon
CO 1/2 O2 = CO2
H4C2 + 3O2 = 2CO2 + 2H2O
CO + NOX = CO2 + N2
BenZinli, BenZin+lPG’li motorlara sahiP araçlarDa
eGZoZ GaZı emisyon ölçümü
LPG veya CNG/LNG kullanan ve egzoz sisteminde katalitik dönüştürücü ve benzeri
emisyon kontrol donanımı olan veya olmayan pozitif ateşlemeli motorlu taşıtların
egzoz gazı ölçümü LPG veya CNG/LNG ile de tekrarlanır. Aracın ölçümlerden
başarılı olabilmesi için başka kusuru yoksa, her iki yakıt türü için yapılan
ölçümlerde tabloda belirtilen CO (karbonmonoksit) sınır değerleri aşmamalı.
Yakıt takibi
Benzin / LPG / CNG / LNG
Benzin / LPG / CNG / LNG
Oksidasyon
Karbonmonoksit CO, Karbondioksit CO2’ye
okside olur.
Aktif katalist
madde
Egzost gazı girişi
H
Hidrojen
CO Karbon monoksit
NOX Nitrojen oksit
hasarlı susturucu
Kamuya ait araçlar da dâhil olmak üzere trafikte bulunan
dört ve daha fazla tekerlekli yolcu ve yük taşımaya mahsus
(iş makineleri, tarım ve orman traktörleri, motosikletler ve
motorlu bisikletler hariç) karayolu motorlu taşıtlarının aşağıda
belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırması
zorunludur. Araçlar, taşıt kategorileri esas alınmak kaydıyla
cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine uygun olarak aşağıda
belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümüne tabi
tutulur;
1. Hususi otomobiller ilk üç yaş sonunda ve devamında her iki
yılda bir.
2. Resmi otomobiller ilk iki yaş sonunda ve devamında yılda bir.
3. Diğer motorlu taşıtlar ilk bir yaş sonunda ve devamında yılda bir.
4. Trafikte seyreden tüm motorlu taşıtlar on yaş sonunda yılda bir.
Ayrıca taşıtların trafiğe çıkışından sonraki muafiyet süresinin
bitim tarihinden itibaren bir ay içerisinde egzoz gazı emisyon
ölçümü yaptırılması zorunludur.
Benzin / LPG / CNG / LNG
Benzin / LPG / CNG / LNG
Benzin / LPG / CNG / LNG
Benzin / LPG / CNG / LNG
Benzin / LPG / CNG / LNG
Katalitik
konvertör
Yok
Yok
Yok
Var
Var
Var
Var
Model yılı
1 Ekim 1975’ten önce
1 Ekim 1975 - 1 Ekim 1986
arası
1 Ekim 1986’dan sonra
2003 Mayıs’ına kadar
2003 Mayıs’tan itibaren
2003 Mayıs’ına kadar
2003 Mayıs’tan itibaren
Ölçüm devir-1
Rölanti
Rölanti
% CO
% 6,0
% 4,5
Rölanti
Rölanti
Rölanti
2000 dev / dk
2000 dev / dk
% 3,5
% 0,5
% 0,3
% 0,3
% 0,2
DiZel motorlara sahiP araçlarDa
eGZoZ GaZı emisyon ölçümü
Dizel araçlarda egzozdan çıkan duman koyuluğu (Absorpsiyon) ölçümü
yapılır. Ölçüm vites boşta ve motor yüksüz durumda yapılır. Her bir serbest
ivme çevrimini başlatmak için, dizel enjeksiyon pompasından azami yakıt
beslemesini sağlamak için gaz pedalına bir saniyeden az, tam ve devamlı
olarak, fakat sert olmayacak bir şekilde basılır. En az üç defa tam gaz
ölçümü yapılır ve bu ölçümlerin aritmetik ortalaması alınır. Ölçüm sonucu,
araçların model yılına göre tabloda belirtilen değeleri aşmaması gerekir.
Yakıt takibi
Diesel
Diesel
Diesel
Turbo
Yok/ Var
Yok
Var
Model yılı
1 Ocak 1980’den önce
1 Ocak 1980’den itibaren
1 Ocak 1980’den itibaren
m -1
Muaf
% 2,5
% 3,0
Ölçüm sıcaklığı
Min. 80 C
Ölçüm sonuçları En az üç defa tam gaz ölçüm yapılır ve
aritmetik ortalaması alınır.
Hidrokarbonlar HC, Karbondioksit CO2 ve Su H2O’ya okside olurlar.
Egzoz gazı emisyon ölçüm sonuçları belirlenen limitler dâhilinde olan araçlar için Egzoz Emisyon Muayene Ruhsatı düzenlenerek onaylanır.
istasyon
47
SoSYal meDYa
Not defterleri
tozlu raflara!
markalar için
Hashtag seçimi
n Dijital çağda yaşadığımız için artık not
defterleri ve kalemler, yerini tabletlere
ve akıllı telefonlara bıraktı. Durum böyle
olunca, uygulama mağazaları en iyi not
tutma uygulaması konusunda birbiriyle
yarışır hale geldi. Bu savaşta şu an için en
revaçta olan uygulama Evernote.
Evernote klasik bir not tutma
uygulamasından çok daha fazlasını
sağlıyor. Not tutmak dışında belgeleri
kaydetme, ses kaydı veya fotoğraf
çekme özellikleriyle her şeyi size kolayca
hatırlatıyor. En büyük kolaylığıysa
telefondan kaydedilen bilgilere,
bilgisayardan veya tablet bilgisayardan
kolayca ulaşılabilmesi. Notları çevresiyle
paylaşmak isteyenler içinse kolayca link
olarak paylaşılabiliyor. Evernote yan
uygulamalarıyla da kullanıcıya büyük
kolaylık sağlıyor. Skitch ile şekillerle ve
işaretlemelerle önemli noktaların altını
çizebilir, Web Clipper ile web sayfalarını
kaydedebilirsiniz. Özellikle geniş bir
çevreniz varsa ve insanları hatırlamakta
zorlanıyorsanız Evernote Hello size bu
konuda yardımcı olabilir. Yemek sizin
için önemli bir faktörse, yeni restorantlar
keşfetmekten tarif saklamaya kadar her
şey için Evernote Food’u kullanmanız yeter.
Not tutmak hayatınızın bir parçasıysa
Evernote hayatınızı kurtaracaktır.
n Öncelikle ‘hashtag’ kavramının artık
Twitter’a özgü olmadığını hatırlatmakta
fayda var. Facebook, Instagram ve
Pinterest gibi sık kullanılan mecralarda
da hashtag kullanılıyor. “İyi ama nedir bu
hashtag” diye sorarsanız, başına # işareti
koyduğunuz her kelime hashtag olur.
Kullanmak zorunda değiliz elbette, ancak
kullandığımız takdirde yazdıklarımız uzay
boşluğunda kaybolmaz. Kim bilir belki
cevap arayan birinin işine yarar. “Neden
hashtag kullananlar daha havalı?” Çünkü
mecra dinamiklerini biliyor ve paylaştığı
içerikler önemsensin istiyor.
Gelelim markaların hashtag kullanımına.
Markanın ve içeriklerinin erişim alanını
genişletmek için hashtag işe yarar. Twitter
ve Google+’ta kullanıldığı zaman SEO’ya
katkı sağlar. Facebook bu konuda farklı bir
işleyiş seçimi yaptı ve henüz yolun başında.
Neslican Ciddi, Sosyal Medya Uzmanı,
Likeable Istanbul
Dİjİtal Dağıtım ve mobİl
n Dijital dağıtım, her gün hızla yaygınlaşıyor.
Özellikle müzik ve oyun sektörlerinde basılı ürünler
yerini dijital, indirilebilir ürünlere bırakıyor.
Oyuncular içinse “dijital dağıtım” denillince akla
gelen ilk isim, oyun topluluğu Steam. Her gün
milyonlarca oyuncu Steam’de oyun oynuyor ya da
alışveriş yapıyor. Özellikle indirim kampanyaları
sırasında Steam, kullanıcıların hücumuna uğruyor.
Akıllı telefonların yaygınlaşması ve mobil
pazarlamanın öneminin artmasıyla Steam
de 2012’nin başında mobile taşındı. Böylece
kullanıcılar her an, her yerden Steam’e ulaşıp
Kerem Başar, Sosyal Medya Stratejisti, Likeable Istanbul
n Bir mekâna ilk gittiğimizde, orayı incelemeyi
ikinci sıraya bırakıp önceliğimizi “check-in”
yaptırmaya verir hale geldik. Arkadaşlarımızın
nerede olduğunu takip etmek, memnun
kaldığımız veya sıfır memnuniyetle kalktığımız
mekânlar için “tip” bırakmak en sık yapmaya başladığımız aktiviteler arasına girdi.
Hayatımızda fazlaca yer almaya başlayan Foursquare, dönemin trendlerine kayıtsız kalmayarak reklam
almaya başladı. Google’ınkine benzeyen Foursquare reklamlarını diğerlerinden farklılaştıran en önemli
özellik, gerçek müşteriler işletmelerde check-in yaptırdıklarında ücretlendirmenin marka bütçesi üzerinden
gerçekleştirilmesi. Dünya üzerinde milyonlarca kullanıcısı bulunan Foursquare gibi bir mecranın reklam
almaya başlaması, reklam verenleri sevindirecek bir durum. Gelelim reklamların nasıl yayınlanacağına,
bu kullanıcıların kendilerinin ve arkadaşlarının daha önceki check-in’lerine göre ayarlanacak. Böylece
Foursquare kullanıcıları, gittiklerine benzer yeni mekânları daha kolay keşfedecekler. Özellikle yeni
markalar, hedef kitlesine uygun kullanıcılara reklamlarını göstererek işletmelerini daha kolay duyuracak.
Foursquare Ads, markalar ve tüketiciler açısından yararlı bir platform olacak.
48
İSTASYON
n Aynı zamanlarda anlık video paylaşım uygulamaları geliştiren Twitter ve Instagram yarışı devam ediyor.
Twitter’ın Vine ile atağa kalkmasının hemen ardından, Instagram da video paylaşım güncellemesini hayata
geçirmişti. Vine, 6 saniyelik video çekimine izin verirken, Instagram bu süreyi 15 saniyeye çekti. Twitter’ın
Instagram’ı desteklememesi ve Vine videolarını otomatik oynatmasının da kullanıcı tercihleri üzerinde
önemli bir etkisi var. Kullanıcıların video paylaşım alışkanlıklarında Instagram’ı seçmesi “Vine başarısız mı
olacak?” sorusunu akıllara getirdi. Sorunun cevabı çok net: “Hayır, böyle bir şey olmayacak.” Instagram
video özelliğini açıkladığı zaman ilk 24 saat içinde 5 milyon video yüklendi. Fakat istatistiklere göre Vine,
indirilme listelerinde hâlâ Instagram’ın üzerinde yer alıyor.
SoSYal meDYaDa
paroDİ HeSaplar
kampanyaları takip etmeye başladılar. Özellikle
mobil cihazları hedef alan kısa süreli indirim
kampanyaları da kullanıcıları mobil uygulamaya
yönlendirdi.
Steam örneğinde de gördüğümüz gibi mobil
uygulamalar kullanıcıları harekete geçirmek için
oldukça etkili oluyor. Satın alma kararı veren
kullanıcılar, kararlarını anında uygulayabiliyor.
Mobilin yükselişi sürdükçe daha çok sayıda dijital
dağıtımcı yakın gelecekte telefonlarımızdaki yerini
alacak gibi görünüyor.
Foursquare de kendini reklama açtı
vine vs. ınstagram video
Eğer markanıza güveniyor ve bu mecrayı
kullanmak istiyorsanız, öncelikle ona özel,
anlaşılması kolay bir hastang seçmeniz
gerekiyor. Hashtag’inizi her mecrada
kullanmanızı ve sahiplenmenizi öneririz.
Markayı takip etmeyen insanların bile
ilgisini çeksin. Takipçilerin kendiliğinden
kullanmak isteyecekleri hashtag’iniz olmalı
ve içinde marka ismi geçmemeli ki, reklam
kokmasın. Son olarak, markanın stratejisini
ve tüketicideki algısını hesaplamadan
yapılan bir hashtag seçimi, beklenmeyen
bir krizle sonuçlanabilir. Fırsatlar krize
dönebilir. Marka veya ajans tarafı, markayı
iyi tanımalı, kampanyanın sonuçlarını
öngörebilmelidir.
Tulû Tıltay, Topluluk Yönetimi Ekip Lideri,
Likeable Istanbul
n Sosyal medya, bütün kullanım
amaçlarının yanı sıra günlük
hayatın en etkili eğlence
kaynaklarından biri
şüphesiz… Komik videoların/
fotoğrafların yanı sıra parodi
hesaplar kullanıcılardan
en çok ilgi gören eğlence
kaynakları arasında. Özellikle
Twitter’da çok daha fazla parodi
hesaba rastlamak mümkün; çünkü Twitter, Facebook’un
ve Google Plus’ın aksine kullanıcılardan gerçek isimlerini
istemiyor. Twitter’da küçük bir arama yaptığınızda pek çok
hayal kahramanının, ünlünün, tarihi figürün; hatta otobüs, oda
spreyi gibi sıradan eşyaların parodileriyle karşılaşabilirsiniz.
Bu hesaplardan düzenli yönetilenlerse çok kısa sürede
adını duyuruyor ve yüksek sayıda takipçiye ulaşıyor. Elbette
başarılı parodi hesapların taklitleri de açılıyor; fakat gerek
mizah anlayışından, gerek orijinal olmayışından bu hesaplar
orijinalinin başarısına yaklaşamıyor.
Peki, parodi hesaplar Twitter’ın inandırıcılığına zarar
veriyor mu? Aslında vermiyor; çünkü parodi hesaplar çoğu
zaman sadece mizah amaçlı kullanılıyor. Dolayısıyla bir
ünlünün parodisi gerçek hesabından epeyce farklı oluyor.
Eğer sizin de Twitter akışınız çok ciddi tweet’lerle dolduysa ve
biraz gülmek istiyorsanız, parodi hesaplar arasında mutlaka
kendinize göre birkaç hesap bulabilirsiniz.
Sosyal medya sayfaları
ve
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
49
oyun
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
Maceraya devaM...
n Lost Planet serisinin en yeni
bölümü Xbox 360, PlayStation3
ve PC için piyasada. Lost Planet 3
E.D.N. III adı verilen yeni seride,
tehlikeli, ama oldukça kârlı bir
anlaşma için dünyadan ayrılan Rig
pilotu Jim Peyton’ı tanıtılıyor. NeoVenus Construction (NEVEC) için
çalışan Jim, NEVEC’in, dünyadaki
enerji krizini çözeceğine inandığı,
gezegenin doğal enerji kaynağı olan
Termal Enerji örnekleri almak ve
daha önce gezilmemiş arazilerde
araştırma yapmakla görevli Coronis
üssündeki az sayıdaki öncüden
birisi olarak karşımızda.
Mobil oyunda Mücadele sürüyor
Futbol
Şenliğinde
yeni sezon
baŞlıyor
Konsol oyunlarda firmalar rakiplerini geride bırakabilmek için bir yandan mevcut ürünlerine yeni
özellikler eklerken bir yandan da yeni oyunlar üzerine çalışıyorlar. Konsolda hal böyleyken mobil oyun
üreticileri de boş durmuyor elbette. İşte mobil oyun dünyasındaki son gelişmeler…
zombi işgali, bu kez Mısır’a, piramit ambiyansına
taşınıyor. Piramit ve sfenksli dekoru, yeni savaşçı
bitkileriyle zombi avı, şimdi çok daha keyifli hale
geldi. Başlarda yine güçsüz zombilerle karşı
karşıya geliyorsunuz ve seviye atladıkça zombileri
indirmek de zorlaşıyor. Mumya zombilerle
gazanız mübarek olsun. App Store’dan ücretsiz
indirebilirsiniz.
n World War z
Vizyon filmlerinin oyunları bir hayli ilgi görüyor.
Bunlardan biri de Man of Steel. Oyunda yine
zombiler başrolde. Bir anda dünyayı zombiler
sarınca, insanlık için tek amaç hayatta kalmak
oluyor. Başarılı grafiklerin eşliğinde, her yerden
fışkıran zombilerle savaşa hazırlanın. Fiyatı mı?
5,49 TL.
FIFA 14 ve PES 14, özelliklerini
geliştirdi. Yeni özelliklerle artık
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
n FIFA 14 oyununun çıkış tarihi hızla
Street Fıghter yolda
n Efsane Street Fighter serisinin
yeni oyunu Ultra Street Fighter IV,
nihayet geliyor. Haberlere göre
yılbaşından sonra raflarda olacak.
Beş yeni karakter ve altı yeni
mekânla birlikte gelecek oyunda,
oyuncu sayısı 44’e yükseldi.
Şirinler 2 oyun oldu
n İkinci Şirinler filminin hikâyesini
konu alan The Smurfs 2 oyunu,
eğlenceli bir aksiyon-macera türü
olarak karşımızda. Oyuncular Şirine’yi
kötü Gargamel’in elinden kurtarmaya
çalışıyor. Şirinler Köyü, New York,
Korkunç Orman, Dağlar,
Tropikler ve Paris olmak
üzere, altı farklı mekânda
geçen oyunda Gargamel,
ve Azman’ın da aralarında
olduğu düşmanları
bozguna uğratmaya
çalışıyorsunuz.
50
İSTASYON
yaklaşırken yeni özellikleri de belirlendi.
Özellikler sayesinde oyundaki maçlar, tıpkı
gerçek maçlar gibi olacak. Teknolojisiyle ödül
alan oyunda, Pure Shot ismindeki bu özelliğin
yanı sıra yeni top fiziği sistemi, şutların
yapısını da değiştiriyor. Böylece oyuncu her
bir şutu gerçekten hissedebiliyor. FIFA 14,
EA SPORTS Football Club adındaki servisiyle online
özellikler ve canlı içerikler sunacak. FIFA 14 bu yıldan
itibaren dünyanın dört bir yanındaki oyuncuları birbirine
bağlayarak, futbolun sosyal ağı olmayı hedefliyor.
Oyunun en büyük rakibi PES 14’de de önemli
değişiklikler var. Konami Digital Entertainment
n asPhalt 8: aırbone
tarafından üretilen oyunda, yeni motor kullanılıyor.
Şirket, PES serisinde bugüne kadar yapılmış en radikal
yeniliklerin hazırlandığını, böylece yeni bir dönemin
başlayacağını belirtiyor. Altı temel standart üzerine
kurulan yeni sistemde, önceki sürümlerde takımları
zorlayan kısıtlamaların çoğu ortadan kaldırılmış.
diablo ııı resmen duyuruldu
n Uzun süredir beklenen oyun Diablo’nun üçüncü sürümü için
beklemeye gerek kalmadı, zira oyun Eylül ayında piyasaya çıktı.
Oyunun ana konusu ve temasına gelince… Olaylar karanlık ve
fantastik bir dünya olan Sanctuary’de geçiyor. Burada yaşayan
birçok kişi tarafından bilinmese de Sanctuary, yirmi yıl kadar
önce birkaç cesur ve güçlü kahraman tarafından şeytani güçlerin
elinden kurtarılmıştır. Burning Hell ordularıyla yüzleşen, hayatta
kalabilecek kadar şanslı olan bu savaşçıların çoğu, yaşadıkları
deneyim sonucunda akıllarını kaybetmiştir. Diğerleriyse bu
uğursuz hatıraları derinlere gömmüştür. İşte Diablo III’te
oyuncular şeytanın farklı şekilleriyle yüzleşmek için tekrar
Sanctuary’e dönüyor. Haydi, konsol başına...
n ıron Man 3
Film oyunlarının bir yenisi de Iron Man’den
geliyor. Gameloft’un ürettiği Iron Man 3’de, demir
adamımız maceradan maceraya koşmaya devam
ediyor. 18 farklı zırh ve üç farklı şehirde geçen
oyunu, hem ekrana dokunarak hem de sağa
sola hareket ettirerek kontrol edebiliyorsunuz.
Ücretsiz olan oyunun iPhone ve Android
versiyonları da bulunuyor.
Efsane oyunlardan Asphalt serisinin yeni sürümü
çıktı. Kontrolleri aynen koruyan geliştirici şirket
Gameloft, daha eğlenceli ve daha gelişmiş
grafiklerle geliyor. Oyunun grafiklerini o
kadar etkileyici ki, telefon ekranınızda yağmur
damlalarını gerçek sanabilirsiniz. Oyunun
sınırlarını zorlamak için yetenekli bir akıllı
telefona ihtiyacınız olduğunu belirtelim. Eskisine
oranla uçuş rampaları, araba modelleri ve pist
sayısı artırılmış, fiyatı ise 1,79 TL.
n PaPer toss 2.0
İşte, vakit öldürmek için her cebe lazım bir oyun:
Paper Toss. Ücretsiz bu uygulamayla top haline
getirdiğiniz kâğıdı vantilatörün rüzgârını da
hesap ederek çöp kutusuna atmaya çalışıyoruz.
Ekranda yer alan sayı ve ok, size vantilatörün
yarattığı rüzgâr gücü ile rüzgârın yönünü
bildiriyor. Kolay ve zor gibi farklı seviyelerin yanı
sıra havaalanı, banyo gibi farklı mekânlarda da
oynayabiliyorsunuz.
n Man oF steel
n Plants vs. zoMbıes: 2
Efsaneleşen oyunlardan Plants vs. Zombies’de,
bitkilerle zombilerin savaşı kaldığı yerden
sürüyor. İlk oyunda evin arka bahçesinde yaşanan
Uzun yıllardan sonra Man of Steel adıyla
sinemaya yeniden dönen Superman, oyun olarak
da karşımızda. Uçan, gözleriyle çeliği eriten süper
kahramanımız dünyayı ele geçirmeye çalışan
General Zod ile mücadele ediyor. Hem Superman,
hem de General Zod’un insanüstü güçlerinin
kıyasıya vuruştuğu oyuna 5,49 TL ödeyerek
sahip olabilirsiniz.
n dolMuŞ drıver
Bir İstanbul oyununa ne dersiniz? Hele de
nostaljik dolmuşların şoförü olarak sokaklarda
fink atmak ilginiz çekebilir. Dolmuş Driver
oyununda, yolcu alma, yolcu kapmaca,
rakiplerinizi geçme ve nitro takarak daha hızlı
gitme gibi seçeneklerle İstanbul sokaklarında
racon kesmenin bedeli 1,79 TL.
İSTASYON
51
Sİnema-Tv
akTİvİTe
Şimdi de
Sherlock oldu
n Fotoğraftaki bu adamı
Superman İle BaTman
randevulaŞTı
Dünya üzerinde milyonlarca hayran kitlesi bulunan
Superman ve Batman, beyazperdede bir kez daha
buluşuyor. Ben Affleck ve Henry Cavill’in başrolünde
oynadığı film 2015 yazında gösterime girecek.
n Takvim yaprakları 1939 yılının Mayıs ayını gösterdiğinde,
çizer Bob Kane ve metin yazarı Bill Finger tarafından
yaratılan “yarasa adam” Batman, çizgi roman tutkunlarıyla
ilk kez buluşuyordu. Kane ve Finger dâhil hiç kimse,
Detective Comics dergisinin 27’nci sayısında can bulan
bu karakterin yıllarca yaşayacağını, dünya üzerinde nam
salacağını tahmin edemezdi kuşkusuz. Aslında Batman,
son derece basit bir konudan yola çıkarak yaratılmıştı:
Kötülüklerle savaş. Çocuk yaşta ailesinin öldürülmesine
şahit olan Bruce Wayne’in, bir yandan ailesinden kalan
servetle yaşamını sürdürürken, diğer taraftan yarasa temalı
kostüm ve ekipmanlarla suçlulara karşı yürüttüğü mücadele
anlatılıyordu. Bu mevzuu okurların o kadar hoşuna gitti ki,
Batman, Detective Comics’te ilk kez boy gösterdikten on yıl
sonra beyazperdede yerini almıştı...
Yer, yine Amerika; yıl 1933. Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı
iki kafadar, üstün güçleriyle uzaydan gelip dünyayı istila
edecek kötü bir adam olarak tasarlarlar Clark Kent’i, namı-ı
diğer Superman’i. Bu fikir tutmasa bile ikili baş koydukları
yoldan dönmez; beş yıl boyunca sevilebilecek bir kahraman
yaratmak için çaba sarf ederler. Sonunda Clark Kent, 1938
yılının Haziran ayında DC Comics dergisinde tüm nitelikleriyle
ilk kez okurla buluşur. Kırmızı pelerini, zamanın en popüler
eğlence unsurlarından biri olan sirklerdeki güçlü adamların
giydiği kıyafetten esinlenerek oluşturulan Superman’in
vücudunu saran taytının mavi olması da tesadüf değildir.
Aksine son derece bilinçli seçimdir, çünkü bu renkler
Amerikan bayrağına vurgu yapmak amacıyla ve özel
olarak tercih edilir. Kendinden sonra birçok çizgi karaktere
ilham veren, defalarca sinemaya ve televizyona uyarlanan
Superman, öylesine sevilir ki, özellikle çocukların nezdinde
yaşayan bir varlık olarak algılanır.
Dünya üzerinde yüzbinlerce ve hatta milyonlarca
çocuğu olduğu gibi yetişkini de etkilemeyi başaran Batman
ve Superman, bir kez daha bir araya geliyor. Daha önce
Superman Çelik Adam’ı yöneten Zack Snyder, Amerika’nın
San Diego kentindeki uluslararası çizgi roman fuarında
yaptığı açıklamada, hayranlarına iki kahramanın aynı filmde
buluşacağını müjdeledi. Filmin senaryosunun yazım aşaması
devam etse bile gösterim tarihi ve oyuncular belli. Filmde
Bruce Wayne’i, ünlü oyuncu Ben Affleck canlandıracak.
Superman ise Henry Cavill’in performansıyla tekrardan can
bulacak. Yönetmen koltuğunda Snyder’in oturduğu film,
2015 yılının yaz aylarında vizyona girecek.
Tarihi pati izi
n Bir süre önce, news.discovery.com’da yayınlanan bir haber, okuyanları
hayrete düşürdü. Haber hem bir kediyle hem de elyazması tarihi bir
kitapla ilgiliydi. Olay Hırvatistan’da, Sarajevo Üniversitesi’nde geçiyordu.
Üniversite’de araştırma görevlisi olan Emir Filipovic, arşiv taraması yaptığı sırada, üzerinde çalıştığı 15’inci
yüzyıla ait metinlerin bulunduğu elyazmasında bir sürprizle karşılaşmış ve elyazmasının üzerinde pati izine
rastlamıştı. Pati izinin bulunduğu doküman, 11 Mart 1445 tarihli, Dubrovnik Cumhuriyeti dönemine ait bir ticari
yazışmaydı. Kedinin oraya nasıl geldiği, patisini mürekkebe nasıl batırdığı meçhul... Ancak yapılan incelemeler,
kedinin kitabın sol tarafından yürümeye başladığı, sağ tarafa geçmeden bir dönüş yaptığını gösteriyor.
52
İSTASYON
tanıdınız mı? O masmavi
gözler ve o bakışlar sizde
çağrışım yaratıyor mu?
Eğer anımsamakta güçlük
çekiyorsanız, onu uzun beyaz
saçlı, bembeyaz uzun bir elbise
içinde ve elinde asasıyla hayal
edin. Şimdi buldunuz değil mi?
J. R. R. Tolkien’in kitabından
sinemaya uyarlanan, “The
Lord of the Rings / Yüzüklerin
Efendisi” serisinin Gandalf’ından
başkası değil fotoğraftaki
oyuncu. Adı Ian McKellen.
72 yaşında.
Oyunculuk
kariyerindeki
en büyük
başarıyı, 50’li
yaşlarının
sonlarında,
Yüzüklerin
Efendisi ile
yakaladığına kuşku yok. Ama
o şimdi bambaşka bir role
hazırlanıyor. Zira Oscar ödüllü
yönetmen Bill Condon, “A Slight
Trick of the Mind” adlı kitabı
beyazperdeye uyarlamaya
niyetleniyor. Screen Daily
sitesinin haberine göre, 2014
yılının Nisan ayında vizyona
girmesi planlanan filmde olaylar
1947 yılında geçecek. Ian
McKellen ise bu filmde emekliye
ayrıldıktan sonra 50 yıl önce
gerçekleşen ve çözülemeyen
bir olayın anılarıyla baş başa
kalan Sherlock Holmes’i
canlandıracak.
Tandoğan Bu kez Sahnede…
Dizilerin aranılan isimlerinden Aslı Tandoğan, performansını Moda Sahnesi’nin yeni projelerinden
Bütün Çılgınlar Sever Beni oyununda sergilemeye hazırlanıyor.
n Malum, gücünü sinemada ve tiyatroda
da kanıtlamış artist ve aktristler, salt
dizilerle var olanların oyunculuklarına
mesafeli yaklaşırlar. Onlara göre
oyunculuğun er meydanı tiyatrodur ve
tiyatro seyircisi, vasatla idare edebilecek
bir kitle değildir… Bu, tartışmaya
açık bir iddia elbette. Hayatında
hiç tiyatro sahnesine çıkmamış bir
oyuncu, herhangi bir dizide öylesine
bir performans sergiler ki, herkesi
kendine hayran bırakır. Veyahut yıllarca
sahne tozu yutmuş bir isim, dizilerde
kendisinden bekleneni veremeyip
hayranlarını hayal kırıklığına uğratabilir.
Sözün özü, iyi bir oyuncu olabilmek için
kıstas, ister televizyonda olsun, isterse
tiyatroda, canlandırdığı karakterin
gerçek olduğuna karşısındakini ikna
edebilme kabiliyetidir.
Bugüne kadar küçük ekranda yayınlanan ve başrolünü paylaştığı diziler
sayesinde olumlu eleştiriler alan, dolayısıyla da hatrı sayılır bir hayran
kitlesi kazanan Aslı Tandoğan, oyunculuğunu bu kez tiyatro sahnesinde
sınıyor. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan
sonra, 2002 yılında Gülüm adlı diziyle oyunculuk dünyasına adım atan
Tandoğan’ın yıldızı, 2005’te başrolünü Beren Saat ve Mahsun Kırmızıgül
ile paylaştığı Aşka Sürgün dizisiyle parladı. Ardından Dudaktan Kalbe’de
Lamia karakterine can verdi. Olgun
Şimşek, Nejat İşler, Mert Fırat ile
oynadığı Kapalıçarşı, genç oyuncunun
zihinlerdeki yerini daha da güçlendirdi.
Türk televizyonlarının gelmiş geçmiş
en önemli dizilerinden Behzat Ç.’nin
yanı sıra yine nevi şahsına münhasır
bir konuyla geniş kitleleri kahkahaya
gark geden Leyla ile Mecnun’da konuk
oyuncu olarak birkaç bölüm izlediğimiz
Aslı Tandoğan, daha sonra Zehirli
Sarmaşık’ta başrolü üstlendi.
11 yıllık oyunculuk kariyerine
önemli yapımlar sığdıran Tandoğan, bu
sezon Kanal D’nin A.Ş.K. adlı dizisinde,
Şebnem karakterini canlandırıyor. Ama
kendisini bu sayfalara konuk etmemizin
nedeni yeni dizisi değil. Yukarıdaki
satırlarda da belirttiğimiz gibi o bu
yıl Ekim ayından itibaren kanlı-canlı
olarak tiyatroseverlerin karşısına çıkacak. Tandoğan, dilimize Hüseyin Mevsim
tarafından kazandırılan Stefan Tsanev’in “Bütün Çılgınlar Sever Beni” adlı
komedi oyununda Mert Fırat ve Volkan Yosunlu ile birlikte başrolde olacak.
Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyunda, kontrolden çıkmış bir
kıskançlığın hüküm sürdüğü bir evlilik anlatılıyor. Aslı Tandoğan’ın Maria
rolünde nasıl bir performans sergilediğine şahitlik etmek isteyenler için adres
belli: Kadıköy’deki Moda Sahnesi.
kapoor ilk kez SSm’de
kadİm külTürün
edeBİyaTı
n Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), dünyanın en önemli
heykeltıraşlarından Anish Kapoor’un Türkiye’deki ilk kapsamlı
sergisine ev sahipliği yapıyor. 10 Eylül’de açılan ve 5 Ocak
2014’e kadar ziyaret edilebilecek olan serginin küratörlüğünü
Sir Norman Rosenthal yapıyor. Sanatçının mermer ve
kaymaktaşı gibi malzemeler kullanarak ürettiği ve çoğu daha
önce hiç sergilenmeyen çalışmaları, Sakıp Sabancı Müzesi’nin
galerisinin yanı sıra bahçesinde de görülebilecek. Sergide
ayrıca Kapoor’un
Gök Ayna ve Sarı
adını taşıyan;
eleştirmenlerce
heykel, mimari,
mühendislik
ve teknolojinin
buluştuğu ikonlar
olarak tanımlanan
eserleri de yer
alacak.
n Çin Halk Cumhuriyeti, bu yıl
32’nci kez kapılarını açacak olan
TÜYAP Uluslararası İstanbul
Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu.
2-10 Kasım tarihlerinde kitap
kurtlarını ağırlayacak fuara,
Çin’den 100’ün üzerinde
yayınevi katılacak. Çin Yazarlar
Derneği Başkanı ve yazar
Tie Ning’in yanı sıra Wang
Gang, Zhang Yueran, Jiang
Nan, Wei Wei gibi önemli
isimlerin de katılacağı TÜYAP
Kitap Fuarı kapsamında Çin
Halk Cumhuriyeti tarafından,
İstanbul’un farklı semtlerinde
paneller, söyleşiler, atölye
çalışmaları ve profesyonel
buluşmaları da düzenlenecek.
İSTASYON
53
ÇOCUK
Gergedanlar güneşte
yanmamak için
Salyangoz tıraş bıçağının
keskin yerinde kendine
hiç zarar vermeden sürünebilir.
Hawaİİ
HER YIL
ALAskA’YA
soĞanın
YaKLaŞIK
8
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
İçİndekİ
SaNTİM
sülFürİk asİt
gözlerİnİn
YaKLaŞIYOR.
BU ÇOK
DOST
İR
CANLISI B
SİSTEM!
Anakonda
dişlerini avını
yaşarmasına
neden olUr.
Zeytin
için değil,
ağacı
önlemek için
kullanır.
fazla yaşayabilir.
çiğnemek
1500 yıldan
kaçmasını
Bebeklerin yanaklarında
tat tomurcuğu vardır.
Bir şeker
firması
Amerikan
futbol topu
büyüklüğünde
ayıcık
şeker
üretiyor.
54
İSTASYON
BU BİLGİ
BENİ ÇOK
ETKİLEDİ!
AY’IN IŞIĞI
DÜNYA’YA
YAKLAŞIK
1,5
SANİYEDE
SUSAMURLARI
UYURKEN
SÜRÜKLENİP
BİRBİRLERİNDEN
AYRILMAMAK İÇİN
PENÇELERİNİ
BİRLEŞTİRİR.
ULAŞIR.
sınırsız kere gerİ
dönüştürülebİlİr.
KUZEY
AMERİKA’DIR.
yuvarlanır.
Cam şİşe
Garip
AMA
,
Gercek
DEVELERİN
KÖKENİ
çamurda
SakSofonu
SakSafonu
adolphe
adolphesax
sax
adında
adında
belçİkalı
bİr
bİrmüzİsyen
İCat ettİ.
ettİ.
Dünyada
Bİr fare
yıldA 60’tAn
fazla yavru
doğuraBilir.
doğuraBİlİr.
yiyeceğini
pişiren
tek canlı
insandır.
45
Bu konu NatIoNal GeoGraphIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
55
TÜVTÜrk
akademİ’de BP eğİTİmİ
Bİlgİ kazanır, Bİlmek kazandırır
İstanbul’daki istasyonlarında görev yapan personelin bilgisini artırabilmeyi amaçlayan
TÜVTÜRK’ün, bu yılın başından itibaren uygulamaya aldığı “Bilgi Yarışması” projesinde
kazananlar belli oldu. Nihai hedefi, TÜVTÜRK istasyonlarına gelen müşterilere, bilgi birikimi
yüksek elemanlar aracılığıyla daha kaliteli hizmet vermek olan yarışmaya Araç Muayene
Teknisyenleri (AMT), Müşteri Kabul Görevlileri (MKG) ve Egzoz Gazı Emisyon Teknisyenleri (EET)
katıldı. 2013 yılının Ocak ayında başlayan ve Haziran ayına kadar devam eden altı aylık süreçte,
TÜVTÜRK ailesine mensup çalışanlar, her hafta bir sınava tabi tutuldu. Sınav sonuçlarını baz
alarak yapılan değerlendirmeyle en yüksek ortalamaya sahip AMT, MKG ve EET personeli
belirlendi. Bir nevi ön eleme olarak değerlendirilebilecek bu uygulamanın ardından, başarılı
olanlar istasyonlarını temsilen yarışmaya dâhil edildi. Heyecanın dorukta olduğu yarı finalse
7 Eylül’de Anadolu ve Avrupa yakalarında gerçekleştirildi. Anadolu Yakası’nda yapılan
yarışmada ipi, Dudullu istasyonu göğüslerken Avrupa Yakası’nda finale kalan, Çatalca
istasyonu oldu. Finale kalan ekipler, takvimler 21 Eylül’ü gösterdiğinde, teorik ve pratik bölümlerden oluşan sınavda
bir kez daha ter döktü. Üç kamera aracılığıyla misafirler için hazırlanan bir ekrandan canlı olarak verilen
pratik bölümde, yarışmacılar, özel bir araç üzerinde test yaptılar. Ekiplerin en iyisini yapabilmek için
canla başla çalıştığı, TÜVTÜRK İstanbul ve TÜVTÜRK Kuzey’de görev yapan 210 kişilik personelin
izleyici olarak yer aldığı yarışmanın sonucunda birinciliği Dudullu istasyonu aldı. Dudullu
istasyonu ekibinin kazandığı Almanya seyahati ödülü ile ikinciliği elde eden
Çatalca istasyonunun iPad Mini ödülü, TÜVTÜRK İstanbul Direktörü Can
Şiram tarafından verildi.
akademİye
TPem zİyareTİ
Eskişehir Trafik Polis Eğitim Merkezi’nin yöneticileri, 26 Eylül’de
TÜVTÜRK Akademi’yi ziyaret etti. Okul Müdürü Mehmet Sayar,
Okul Müdür Yardımcısı Murat Ballı ve Eğitim Şube Müdürü Özcan
Eydemir’den oluşan heyet, Akademi binasında incelemelerde
bulundu; sınıfları ve teknik atölyeyi gezdi. Eskişehir Trafik
Polis Eğitim Merkezi, Temel Trafik Eğitimi, Kaza Araştırması ve
Bilirkişilik, Radar ve Takoğraf olmak üzere dört ayrı alanda yılda
yaklaşık 2 bin trafik polisine eğitim veriyor. TÜVTÜRK Akademi
de bünyesinde benzer bir yapılanmayı barındırıyor. Hem mevcut
hem de işe yeni alınan TÜVTÜRK personeli, Akademi’nin
eğitimlerinden faydalanarak bilgi birikimlerini bir üst
noktaya taşıyor.
56
İSTASYON
TÜVTÜRK Akademi, Türkiye’nin önde gelen akaryakıt firmaları arasında
bulunan BP ile işbirliği yaptı. 19-20 Eylül tarihlerinde TÜVTÜRK Akademi’de
düzenlenen “Muayeneci Gözüyle Akaryakıt Tankeri” eğitiminin amacı, Türkiye
genelinde binlerce akaryakıt tankerinin güvenlik kontrollerini gerçekleştiren BP
saha ekibine “Muayeneci Bakış Açısı” kazandırmaktı. Eğitimler ayrıca, BP saha
ekibinin araç güvenliği ve güvenlik kontrolleri konusunda bilgilerini pekiştirmeyi de
hedefliyordu. TÜVTÜRK Akademi tarafından, BP’nin talep ve ihtiyaçları göz önünde
bulundurularak hazırlanan, TÜVTÜRK Eğitmenleri Hakan Burçin Uluçay, Sinan Balkanlı
ve Zafer Halli tarafından verilen eğitimlere, yedi kişilik BP ekibi katıldı. Bu kapsamda
Türkiye’de düzenlenen ilk eğitim programı olma unvanına sahip “Muayeneci Gözüyle
Akaryakıt Tankeri”, TÜVTÜRK Akademi için de ayrı bir öneme sahip. Zira bu, TÜVTÜRK
Akademi’nin de dış müşterilere sunduğu ilk eğitim programı olma niteliği taşıyor.
Tekerleklİ sandalye
Projesİ ödÜl geTİrdİ
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından koordine edilen; trafik ve taşıt
güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren kurum ve kuruluşların işbirliği ve TÜVTÜRK’ün
desteğiyle yürütülen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), uygulamaya alındığı günden bu yana geçen
üç yıllık zaman zarfında birçok ödüle değer bulundu. Son olaraksa Açık Hava Reklamcıları Vakfı tarafından
düzenlenen A Awards Açık Hava Reklamları Yarışması’nda, Tekerlekli Sandalye Metro Özel projesiyle Kentsel
Tasarım Özel Ödülü kazandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Ulaşım AŞ’nin katkılarıyla oluşturulan,
tasarım çalışması Drive Dentsu Türkiye reklam ajansı tarafından gerçekleştiren proje, 3-10 Aralık Engelliler
haftası için özel olarak hazırlanmıştı. Taksim-Hacıosman hattında sefer yapan dört tren ve 16 vagonda hayata
geçirilen uygulamada, koltuklar tekerlekli sandalye görselleriyle giydirildi. Projenin tasarımı, giydirilen
koltuklara oturan yolcuların, diğer yolcular tarafından sanki tekerlekli sandalyede oturuyormuş gibi algılanacak
şekilde oluşturuldu. Bilgilendirici metinlerde ise “Trafik kazalarında her yıl yaklaşık 200 bin kişi yaralanıyor”,
“Anlık dikkatsizliklerin sonuçları bir ömür sürebilir” ve “Trafikte her an, sorumlu davran” sloganları kullanıldı.
Trafik konusunda toplumsal duyarlılığı artırmayı hedefleyen bu çalışma, söz konusu yarışmanın Ambient
kategorisinde değerlendirildi ve Kentsel Tasarım Özel Ödülü’ne layık bulundu. 9 Eylül tarihinde Rahmi Koç
Müzesi’nde yapılan törende, ödülü TÜVTÜRK Yetkilisi Mahmut Sipahi aldı. Trafikte Sorumluluk Hareketi’nin kazandığı ilk
ödül bu değil. Proje, 2010 yılında gerçekleştirilen Roadshow etkinlikleriyle Doğrudan Pazarlama İletişimciler Derneği’nin
“Yılın En İyi Roadshow Ödülü”ne, “Kaza” adlı reklam filmiyle de 2011 yılında Kristal Elma’ya değer bulunmuştu.
İSTASYON
57
TÜVTÜrk
rakamlarla İlk alTı ay
TÜVTÜrk’ün
internet sitesi
yenilendi
TÜVTÜRK, 2013 yılının ilk altı ayını
kapsayan muayene istatistiklerini kamuoyuyla
paylaştı. Yapılan değerlendirmeye göre TÜVTÜRK,
ilk altı ayda 3,4 milyon muayene ve 1,1 milyon
egzoz gazı emisyon ölçüm hizmeti verdi. Ücretsiz
muayene tekrarları ve tespitleriyle birlikte toplam
muayene rakamı 5,8 milyona ulaştı. Periyodik
muayeneye gelen araçların yüzde 32,8’i emniyetsiz
ve ağır kusurlu olduğu için muayeneden geçemedi,
ancak bu araçların yüzde 98’i, kusurlarını gidererek
girdikleri ikinci haklarında, gerekli belgeleri
aldılar. Muayeneye gelmeyen araç sayısında ise bir
değişiklik olmadı; yasal zorunluluğa rağmen her
beş araçtan birinin gerekli kontrolleri yaptırmadığı
ortaya çıktı. Muayeneye gelme oranı en düşük araç
cinsinin traktör ve motosikletler olduğu tespit edildi:
Traktörlerde muayene kaçağı oranı yüzde 78 iken, bu rakam motosikletlerde yüzde 82 olarak
belirlendi. Muayenesine zamanında gelen araç oranı 2011’de yüzde 40 iken, 2012’de
yüzde 43’e, 2013 yılında yüzde 48’e çıktı. Yasal mevzuat gereği Türkiye’deki her
hususi veya resmi binek otomobilin, ilk üç yaş sonrasında iki yılda bir,
ticari araçlarınsa ilk yaş sonrası her yıl periyodik araç muayenesine
gelmesi gerekiyor. Motosikletler ilk üç yılın sonunda ve
sonrasında her iki yılda bir, traktörlerse ilk üç yaş
sonrasında her üç yılda bir muayene ediliyor.
TÜVTÜRK, araç sahiplerinden gelen öneriler doğrultusunda internet
sitesini yeniledi. Görsel ağırlıklı modern bir tasarımın uygulandığı
sitede, randevu almak da muayeneyle ilgili merak edilenlere
ulaşmak da çok daha kolay hale geldi. Ziyaretçiler, internet sitesinin
en büyük yeniliğini, ücretsiz araç muayene randevusu alırken
deneyimliyor. Yeni randevu sisteminde, form yerine, görsel seçme
uygulaması kullanılıyor. Sadece beş kısa adımda muayene
randevusu alınabilirken, muayene öncesinde, muayene
sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler
görsel destekli olarak anlatılıyor.
TÜrkak “uygundur” dedİ
Avrupa’nın en büyük akreditasyon projesi olan TÜVTÜRK, akreditasyonun sürekliliği kapsamında,
2013 yılı gözetim denetimlerinden geçti. 2008’de başlanılan akreditasyon maratonunun altıncı
döneminde TÜRKAK tarafından birçok önemli prosesin TS EN ISO/IEC 17020:2005
standardına uygunluğu sorgulandı. 50 istasyon ve Genel Müdürlük’te gerçekleştirilen
denetimleri 0 major uygunsuzlukla tamamlayan TÜVTÜRK, başarısını bir kez
daha kanıtladı. Böylece yeni açılan ve program dâhilinde denetlenen
Sivas Suşehri, Şanlıurfa Birecik ve Antalya Kaş istasyonları da
akreditasyon sertifikalarına kavuşacak.
İftar bir kez daha buluşturdu
kahramanmaraş’Ta
Bİr İsTasyon daha
Artık gelenekselleşen, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı ile TÜVTÜRK’ün iftarı, bu yıl 12 Temmuz Cuma
günü Ankara Hilton otelde verildi. İftara Karayolu
Düzenleme Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Güner
başta olmak üzere birçok Bakanlık çalışanı,
TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören
ve TÜVTÜRK yönetimi katıldı.
TÜVTÜRK, Kahramanmaraş’taki istasyon sayısını üçe çıkardı. İl merkezine 30
kilometre uzaklıktaki Pazarcık ilçesine bağlı Narlı beldesinde faaliyete başlayan istasyon,
tüm araç türlerine hizmet verecek kapasiteye ve araç sahiplerinin muayene esnasındaki
süreçleri izleyebilecekleri özel bekleme salonunun da bulunduğu donanıma sahip. Hizmetleri kalitesini
artırmak amacıyla araç sahiplerinden gelen öneri ve şikâyetleri dikkatle izleyen TÜVTÜRK’ün Pazarcık ile
birlikte Türkiye çapındaki istasyon sayısı, 73’ü gezici olmak üzere, 270’e yükseldi.
sahada TraFİk eğİTİmİ
Son üç yıldır 36 kenti ziyaret ederek trafik güvenliği konusunda eğitim ve etkinlikler
düzenleyen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), yaz aylarında önce Feshane’de,
ardından da İzmir Fuarı’nda saha etkinliği gerçekleştirdi. 26-27 Temmuz’da
Feshane’ye; 6-8 Eylül’deyse İzmir’e giden TSH ekipleri, ziyaretçilere şehir içinde
ve şehirlerarası yollarda emniyet kemeri takmanın önemini emniyet kemeri
simülasyonuyla, alkolün sürücü üzerindeki etkisini ise alkol gözlüğüyle anlattı.
TÜVTÜRK Gezici Araç Muayene İstasyonu aracılığıyla taşıt güvenliği ve araç
muayeneleri hakkında detaylı bilginin sunulduğu organizasyonda, emniyet
kemeri ve alkol gözlüğünün yanı sıra yoğun trafikte motosiklet kullanma
deneyimi yaşatan motosiklet simülasyonu hayli ilgi topladı. TÜVTÜRK
ayrıca, organizasyon kapsamında trafik konulu bilgi yarışmaları
düzenledi, broşürler dağıttı.
58
İSTASYON
İSTASYON
59
TÜVTÜrk
İş dÜnyası TraFİk İçİn
kolları sıVadı
Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH) kapsamında hazırlanan; özel sektör, sivil toplum örgütleri ve
meslek birliği temsilcileri tarafından imzalanan Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu, Karayolu Trafik
Güvenliği Stratejisi ve Eylem Planı hedeflerine ulaşabilmek için tüm ulusal kampanyalar ve sivil katılım
faaliyetlerinin yürütüldüğü Trafik Güvenliği Platformu’na (TGP) dâhil edildi. Deklarasyona ait çalışmalar, TGP’nin
sekretarya işlemlerini yapan Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı tarafından koordine edilecek.
Trafik Planlama Destek Dairesi Başkanı Yılmaz Baştuğ ve Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim Kontrol ve Araç
Muayenesi Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz’un başkanlığında, 8 Temmuz’da yapılan ve TÜVTÜRK’ün de aralarında bulunduğu
çok sayıda kurum, kuruluş ve derneğin katıldığı toplantıda, hem TGP’nin tanıtımı yapıldı hem de iş dünyasından beklentiler dile
getirildi. Trafik kazalarının ve trafikte can kayıplarının 2020 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılmasını hedefleyen 10 Yıllık Eylem
Planı’nın ayrıntılarının aktarıldığı toplantıda, hedefe ulaşmak için iş dünyasına önemli görevler düştüğü belirtildi. Trafik güvenliğiyle
ilgili kamuoyu oluşturulması, konunun gündemde tutulması, kampanyalar yürütülmesinin yanı sıra gönüllülerin kendilerini ve
çevrelerindekilerini trafik kullarına uyan ekosisteme dâhil etmesinin önemine vurgu yapılan toplantıda, TGP şemsiyesi altındaki
Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu’nun ayrıntıları anlatıldı. Trafik güvenliğine gönüllü olarak destek veren kurum, kuruluş ve
şirketlerin katkılarıyla, 10 Yıllık Eylem Planı çerçevesinde binlerce kişinin karayollarında can ve mal kaybına uğraması önlenecek.
çaTalca TÜrkİye’ye
örnek olacak!
60
İSTASYON
Çatalca Ziraat Odası, Türkiye’de bir ilke imza attı. İlçe genelinde yaklaşık 1600 traktörün
olduğunu, bu traktörlerin dörtte üçünün muayeneden geçmesi gerektiğini tespit eden
Oda yetkilileri, TÜVTÜRK ile işbirliğine girerek 487 traktörün muayene edilmesini sağladı. Çatalca
Kaymakamı Dr. Nevzat Taştan ve Çatalca Ziraat Odası Başkanı Ömer Engin tarafından hayata geçirilen
proje sayesinde, arızalı traktörler nedeniyle meydana gelen ölümcül
kazaların bir nebze olsun önüne geçildi. Konuyla ilgili bir açıklama
yapan Başkan Engin, TÜVTÜRK’ün bu projede kendilerine çok yardımcı
olduğunu, bundan sonra da işbirliğine devam edeceklerini söyledi.
Engin, yaşanan süreci şu sözlerle özetledi: “Çatalca’da yaklaşık 1600
traktör var. Bunlardan 400’ü yeni olduğu için muayene gerekmiyor. Geri
kalanlar gerekli donanıma sahip olmadığı için zaman zaman ölümcül
kazalara neden olabiliyor. Bunun önüne geçmek, araçların muayenesini
yaptırmak için TÜVTÜRK ile irtibata geçtik. Muayene demek, traktör
üzerindeki tüm ekipmanın çalışması demek. Önce 150 araç topladık. Ama
bizim insanımızın aklı gözündedir. Gözüyle gördüğüne inanır. Muayene
konusundaki ciddiyetimizi gördüklerinde, bunun verimli bir proje
olduğunu anladılar ve gelen araç sayısı neredeyse 500’e ulaştı. İlk
muayeneleri geçen yıl Mart ayında yaptırmıştık, hasat zamanında
kalan traktörleri muayene ettireceğiz. TÜVTÜRK, bu konuda
bizden yardımını esirgemedi ve Gezici İstasyon Programı’nı
uygun bir şekilde düzenledi. Dileğim, bu tür girişimlerin
yurt çapına yayılması ve Türkiye’de muayenesi
yapılmamış traktörün kalmaması.”
çocukların gÜVenlİğİ
her şeyden önce gelİr
TÜVTÜRK’ün ilgili bakanlıklarla işbirliği içinde yürüttüğü Can Dostları Hareketi kapsamında, okullar henüz
açılmamışken gerçekleşen bir çalıştay, trafikte seyredecek servis araçlarını konu ediniyordu. Milli Eğitim Bakanlığı
Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde, 20-21 Ağustos’ta, Ankara’da gerçekleşen çalıştayda, öğrenci
servisleri ve taşımalı eğitim sistemleriyle ilgili süreçlerin iyileştirilmesi amaçlandı. Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndan uzmanların yanı sıra ilgili birimlerin temsilcilerinin
ve TÜVTÜRK yetkililerinin katıldığı çalıştayda, öğrencilerin okullara güvenle ulaştırılması konusu
irdelendi. Çalıştay sonucunda, öğrenci servisi ve taşımalı eğitim ulaşımı süreçlerinin ilgili
mercilerden temsilcilerin katılımıyla koordinasyonu sağlayacak bir üst kurulun
oluşturulması kararı alındı. Hizmet kalitesine odaklanmayı kolaylaştıracak,
bürokrasiyi azaltacak hukuki mevzuat değişikliğiyle ilgili önerilerin
sunulması ve servis şoförlerinin eğitimi de çalıştayda ele
alınan konular arasındaydı.
hem İFTar
hem ödÜl Törenİ
Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), geleneksel İstanbul İftar Yemeği’ni
Haliç Kongre Merkezi’nde yaptı. Kamu, sivil toplum kuruluşları ve UND üyesi firma
temsilcilerinden oluşan çok sayıda davetlinin yer aldığı yemekte, Yılın Sürücüsü ve Yılın
Tepe Yöneticisi ödülleri de verildi. TÜVTÜRK sponsorluğunda gerçekleşen Yılın Sürücüsü ödül
töreninin açılış konuşmasını, IRU Yönetim
Kurulu Üyesi İzzet Salah yaptı. Araçlarını
güvenli şekilde kullanan, çalıştıkları şirkete
ve meslek kurallarına bağlılık gösteren 25
ülkeden 1044 sürücü, IRU Yönetim Kurulu’nun
değerlendirmesinden geçerek “2013 Yılı IRU
Profesyonel Sürücü Onur Nişanı” almaya hak
kazandı. Söz konusu nişanı alan Türkiyeli 82
sürücünün ödülleri UND İstişare Kurulu Başkanı
Bahaddin Karakuş tarafından verildi. 82 sürücü
arasından yapılan değerlendirmeyle OMSAN
Lojistik’ten Hasan Narman, Yılın Sürücüsü
unvanını elde etti. Narman’ın unvanı perçinleyen
2 bin 500 TL’lik ödülünü ise UND Yönetim
Kurulu Başkanı Çetin Nuhoğlu, sektörün
önemli isimlerinden Ali Osman Ulusoy
ve TÜVTÜRK İş Geliştirme ve
Müşteri Tecrübesi Müdürü
Özcan Saka takdim etti.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
Dila has come
to life again
with her
a perfect teacher. I thank her again for the effort she put
in me. Performing on stage is not in my career plans right
now. But I believe in fate. Maybe some day… Why not?
Does Lady Dila character bring different perspectives in
Hatice Şendil’s inner world and mind?
The endless compassion of Lady Dila might have brought
a different perspective in me. Hatice is also compassionate but Lady Dila’s patience is something else. Even I
am surprised at it when I read the scenario or portray the
character.
During your interviews, you say Dila Hanim reminds you
of a modern fairytale. What do you think are the main
elements that set apart modern fairytales from traditional ones?
The period of time it happens. For example, we tell a fairytale in 2013 according to the current perspectives and
values of the society in today’s conditions. For instance
we could have told a fairytale saying “Once upon a time,
there was a girl called Dila. She lived in a cabin and she
liked riding horses” and that would have been a traditional fairytale. We had to adapt our series into today’s conditions. Dila has a car instead of a horse; she communicates through a mobile phone; she has romantic dinners
with the man she loves. That’s why I think it’s like a modern fairytale.
“The most important reasons that I
accepted the role are Lady Dila’s strong
standing, personality and femininity” says
Hatice Şendil, the leading actress of Dila
Hanim – the TV series that started to be
broadcasted last year and will be on TV
this season as well thanks to its success.
INTERVIEW: SEMA ULUDAĞ PhoTogRaPhs: Mustafa Kızıl
I
t was 1977… The golden years of Turkish cinema...
The director was Orhan Aksoy; there were Türkan Şoray and Kadir İnanır in front of the camera… The scenes of Dila Hanim were being filmed. The plot is pretty
simple actually: Having been married to a landlord herself, Lady Dila falls in love with another landlord, who is
also the murderer of her ex-husband. Kadir İnanır and
Türkan Şoray played so well in Dila Hanim that theatres
were overflowing with audience when the movie came out
in January 1978.
Why we have taken you to two important moments
in Turkish cinema history is to be able to tell the reason
behind the question that came to several people’s minds
when the news that Dila Hanim would be on TV as a
spin-off. Many people believed that the TV series would
be overshadowed by the legend of the movie and its famous actors/actresses. However, Erkan Petekkaya and Hatice Şendil lifted those shadows with their performances,
and Dila Hanim became a top-rated series in this sector,
in which many series stop to be broadcast after three or
four episodes every year. With this situation in our minds
as a starting point, we interviewed Hatice Şendil, one of
the architects of this success.
When they offered you to play Lady Dila, what did you
feel at first?
I have known of Gold Film and the owner of Gold Film
Faruk Turgut for a long while. I wanted to work with him
a lot in a project. I think it’s a matter of feeling; Mr. Fa-
62
İSTASYON
Is there a specific character that you would not want to
die before playing?
Almost every actor/actress avoids playing the same character over and over. He/she would like to portray a new
character every time on tiptoe. That’s how I feel. For instance, I would like to portray a more masculine woman; a
woman with a solid nature.
ruk and I had discussed the scenarios of other TV series.
He offered me three choices, in which there was also Dila
Hanim. I chose Dila Hanim because I was impressed with
Lady Dila’s standing and femininity.
What kind of method did you use to lift the shadow of
Türkan Şoray from Lady Dila character?
Even the possibility of playing the same role with Türkan
Şoray, the ‘Sultan’ of Turkish cinema, is a privilege that
not everyone can be awarded. I feel very lucky in that sense. When asked about her opinions when the series was
aired, Türkan Şoray made such beautiful comments that I
was embarrassed. I don’t think the shadow of Türkan Şoray over Lady Dila can be lifted, because as you said, she
is the one who portrayed the character first. However, we
should remember a nuance here: What we make is a TV
series, not a movie. The ones that watch the movie first,
and then the series can notice this fact much more clearly.
Is your acting performance affected by the rise and fall in
the ratings?
Neither the viewership statistics nor good/bad ratings of
an episode affect my acting performance. I take part in a
work and scenario that I believe in. It does not matter for
how long the production company or broadcasting channel wants to broadcast this series; my acting performance
will be just like the first day.
You studied drama. Do you plan to go on stage?
Ayla Algan has an excellent knowledge of drama and she’s
Nuri Bilge Ceylan,
Ferzan Özpetek,
Zeki Demirkubuz,
Derviş Zaim, Fatih
Akın… Some of the
directors, with whom
Şendil, who would
like her first cinema
experience to be an
art movie, wants to
work with.
What kind of a project would make you step into the film
industry?
I would like my first film to be an art movie rather than
a blockbuster. I would like to work with directors such
as Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz,
Derviş Zaim and Fatih Akın.
To raise the level of your acting performance one step
further, what fuels you?
Reading a lot of books, watching a lot of films and most
importantly, being able to observe everything… I think
these are a must for an actor/actress. These are my three
main criteria to improve myself.
What do you like doing when you do not keep a busy pace?
I would like to spare time for my family and significant
other. If I have spare time, I socialize, because as you
know, the set becomes our lives when we start shooting.
Therefore, my social life is very important to me.
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
Widely preferred, rarely known:
actuarial science
tÜVtÜRK news
tion that brought to life driving in rush hour also drawed
visitors’ attentions in the organisation where the details about vehicle safety and vehicle inspection were given
by TÜVTÜRK Mobile Vechile Inspection Station. TÜVTÜRK also held competitions and distributed brochures
in the organisation.
Becoming more and more popular every day, actuarial science is a discipline who deals with
many fields from insurance to finance, from law to statistics.
A
news that was published in Hürriyet a while ago
was very surprising. What was surprising about the
news? Actuarial science, of which maybe many people had heard for the first time in their lives, was toprated in the list of “The most popular jobs of 2013”. Being originally a French word (actuaire), it is a discipline
that has existed since 1762, when the first life insurance operations took place. Its homeland is Britain. When
you take a look at its definition, you can tell it includes
many subjects: Preparing tariffs and technical elements
by calculating subsidies, reserves and profit shares according to legal regulations with insurance techniques in the
fields of investment, finance and demography. It is done
by applying probability and statistical theories to assess
risks such as fire, storm or illness.
To understand how big the demand in actuarial science as an occupation, it’s enough to take a look at some
figures. For example, The German Actuarial Society has
2,424 members. In England, they are 16,337. In Turkey,
the number of actuaries registered at Actuaries Registry
is 121. More than half of them work in private sector. The
number of intern or assistant actuaries is only 90. Turkish actuaries mostly deal with the calculations behind
the pricing of life and retirement insurances. Even though
actuarial calculations are needed in elemental insurances
such as car, fire, traffic, engineering, transport, credit and
of course, health insurance; the number of qualified actuaries to meet these needs is not enough.
Another point in the development process of actuarial
science as an occupation in Turkey is to provide the education in wider areas. Marmara University and Hacettepe
University offer actuarial science in undergraduate; the
universities of Bahçeşehir, Hacettepe, Yaşar and METU
in graduate degree. Only Hacettepe University offers actuarial science in postgraduate degree. However, to become an actuary, graduating from a school is not enough.
The first step to be an actuary is to get a Bachelor’s Degree and the next step is to pass the examination conducted by the Undersecretariat of Treasury.
Why is actuarial science so popular even though the
education process and exams require so much hard working? It is popular because actuaries, who determine the
risks and prices accordingly and plan investment strategies, raise the return on investment, generate employment
and foster their countries’ economic growth. It is possible
64
İSTASYON
KnoWleDge MaKes you Wın
tÜRKaK says
‘confoRMable’
n TÜVTÜRK, one of the biggest accreditation projects of
Europe, passed the 2013 surveillance within the scope of
sustainability of accreditation. In the 6th term of the accreditation marathon which started in 2008, many important processes have been questioned by TÜRKAK if they
were conforming to the TS EN ISO/IEC 17020:2005
standard. TÜVTÜRK proved its success once again by
completing the surveillance held in 50 stations and head
office, with zero major nonconformity. So the recently
opened stations Suşehri/Sivas, Birecik/ Şanlıurfa and
Kaş/Antalya reached their accreditation certifications.
n The winners of Quiz Show which has been organising
since the beginning of this year by TÜVTÜRK to aim at
enhancing knowledge of employees working at İstanbul
station were announced. Vehicle Inspection Technicians
(VIT), Cash Point Operator (CPO) and Exhaust Gas Emmission Technicians (EET) competed in the contest aiming at offering customers who came to TÜVTÜRK stations a high quality services through its knowledgeable
personnel. From January to June 2013, the employees of
TÜVTÜRK were subjected to a quiz every week. By considering the quiz results, VIT, CPO and EET employees
tRaffıc tRaınıng ın the fıelD
n Traffic Responsibility Action (TRA), which organised
training and activities in 36 cities for last three years, held
field activities at Feshane and İzmir Fair this summer. Visited Feshane on July 26-27 and İzmir Fair on September 6-8, TRA teams conveyed visitors the importance of
fastening seat belt in both urban and express ways with
a seat belt simulation as well as the effect of alcohol on
drivers with an alcohol goggles. The motorcycle simula-
to reckon actuaries as social mathematicians who transfer
their technical knowledge to top management and define
the problem as a mathematical one by turning their experience into solid data. That is why people doing actuarial
calculations should have vast knowledge of finance, economy, communication skills and even law as they should
have a good comprehension of main mathematical methods, especially the background knowledge to apply statistical methods and techniques. Therefore, it seems that
actuarial science will be a popular field of occupation and
ranked high in newspapers’ or magazines’ lists of “the
most popular jobs of the year”.
who got the highest average were chosen. This was a sort
of preselection. Then the employees who succeed, competed in the contest on behalf of their stations. The semi-final where the excitement was in the air, was held in both
Anatolian and European sides on September 7. Anatolian
side’s winner was Dudullu station, while Çatalca station
got to the finals in European side. The teams which made
it to the finals worked up a sweat in the contest consisted
of both teorical and practical parts. In the practical part
broadcasted live on a screen which was set up for the guests, competitors made test on a special vehicle. The winner of the competition watched by 210 TÜVTÜRK employees was Dudullu station. The prize of the winner was
a trip to Germany, while the second team was awarded
with iPad Minis. The prizes were given by TÜVTÜRK İstanbul Director Can Şiram.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
tÜVtÜRK news
bP tRaınıng at the acaDeMy
n TÜVTÜRK Academy collaborated with BP, one of the
leading oil companies. The training held in TÜVTÜRK
Academy on September 19-20, aimed at adding Inspector’s
Perspective to the BP field team doing the safety controls
of thousands of fuel vehicles around Turkey. With the training, TÜVTÜRK Academy also aimed at enhancing team’s
knowledge about vehicle safety and safety controls. The
training was organised by TÜVTÜRK Acamedy in accordance with requests and needs of BP. Seven BP employees
participated in training given by TÜVTÜRK trainers Hakan Uluçay, Sinan Balkanlı ve Zafer Halli. “Fuel Tanker
from the Inspector’s Eye”, the first training programm in
its field has an important role for TÜVTÜRK Academy.
Because it was also the first training programme that
TÜVTÜRK offered.
advertising agency Drive Dentsu Turkey and supported by İstanbul Metropolitan Municipality and İstanbul
Transportation Inc., the project was brought to life special for Disability Awareness Week on December 3-10. Within the scope of project, wheelchair images were put on
some seats of four subway trains on Taksim-Hacıosman
line. The project was designed in the manner that made
passengers feel themselves like they were sitting on a wheelchair. Slogans such as “200 thousand people are hurt in
traffic accidents every year” and “Act Responsibly at the
traffic all the time” were written on informative messages.
Aiming at enhancing social sensitivity about traffic, the
project competed in the Ambient category and won Urban Design Special Award. At the award ceremony held
in Rahmi Koç Museum on September 9, Mahmut Sipahi
from TÜVTÜRK accepted the award. This wasn’t the first
award that TRA won to date. The project was awarded
with Year’s Best Roadshow Award given by Direct Marketing Communicators Association in 2010 and Crystal
Apple Award with its commercial film “The Accident” in
2011.
66
İSTASYON
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
WheelchaıR bRought
the aWaRD
n Coordinated by The
Ministry of Transportation, Maritime Affairs and
Communication, supported by TÜVTÜRK and in
cooperation with corporations and organisations working on traffic
and vehicle safety, Traffic Responsibility Action (TRA) has been granted many awards since it
started. TRA recently won Urban Design Special Award
with its Wheelchair Subway Special Project at A Awards
held by Outdoor Advertisers Foundation. Designed by
C
neW statıon ın
KAhrAMAnMArAş
n TÜVTÜRK increased the number of stations in Kahramanmaraş to three. Opened in Narlı town from Pazarcık district that is 30 km far from the city center, the station serves all types of vehicles and has a special waiting
room for the vehicle owners who want to watch the processes during the inspection. Paying attention to advices
and complaints coming from vehicle owners to enhance
its service quality, TÜVTÜRK increased the number of
station around Turkey to 270 including 73 mobile stations with the new station in Kahramanmaraş.

Benzer belgeler

Sayı 7 - TüvTürk

Sayı 7 - TüvTürk kemikten oluştuğu; kaburgaların, omuz kemiklerinin ve

Detaylı

Sayı 12 - TüvTürk

Sayı 12 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 9 - TüvTürk

Sayı 9 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 14 - TüvTürk

Sayı 14 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 16 - TüvTürk

Sayı 16 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 13 - TüvTürk

Sayı 13 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 11 - TüvTürk

Sayı 11 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı