Sayı 7 - TüvTürk

Transkript

Sayı 7 - TüvTürk
KARİYER Yaşam Koçluğu
07
08
09
2013
Söyleşi
Çok renkli, çok sesli
Elif Şafak
Tarihten
Yolu yurt bildiler
adlarıyla yürüdüler
English Summary
of Contents
Define Avcıları
Yaz aylarında yol ve
sürüş güvenliğine dikkat!
TÜVTÜRK ailesinin değerli üyeleri ve saygıdeğer TÜVTÜRK dostları,
Yaz aylarına girdik. Okullar kapandı, çocuklarımız karnelerini aldı. Yoğun iş temposuna
kısa bir mola vermek; ruhunu ve bedenini tazeleyip yılın kalan bölümünü daha enerjik
geçirmek isteyenler, tatil planlarını çoktan yaptılar. Bavullar hazır, sıra yola çıkmakta…
Hâl böyleyken araya bir de Ramazan Bayramı’nın girmesi, karayollarımızdaki trafiği çok
daha artıracak kuşkusuz.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, yoğun trafiğin olduğu bayramlarda, trafik
kazalarının önemli bölümü tatilin ilk ve son günü meydana geliyor. Gidiş ve dönüş gününde
yaşandığını söyleyebileceğimiz kazaların yüzde 52’si, 12.00 ila 16.00 arasında oluşuyor. Bu,
yola çıkacak herkesin, özellikle belirtilen saat diliminde her zamankinden çok daha dikkatli
ve yüksek konsantrasyonla davranmasını gerektiren bir durum.
Her yıl onlarca kişinin canına mal olan, yüzlercesinin de sakat kalmasına yol açan
trafik kazalarına sebebiyet vermemek için dikkatli olmanın yanı sıra birtakım önlemlerin
alınması da şart! İster şehir içinde, isterse şehir dışında kullanılsın, fark etmiyor; trafikteki
tüm araçların mevsim dönüşümlerinde bakım ve muayenesinin yapılması gerekiyor. Kış
lastiklerinin mevsime uygun olanlarla değiştirilmesi, gidilecek güzergâh ve o güzergâh
üzerindeki yol çalışmaları hakkında önceden bilgi edinilmesi de bir o kadar önemli.
Bunlar yola çıkmadan önce alınması gereken önlemler. Bir de sürüş esnasında
uygulanabilecek, trafiğin çok daha rahat, çok daha güvenli akmasını sağlayacak unsurlar
var. Araç kullananların alacağı küçük küçük önlemler, hem kendilerini hem de sevdiklerinin
canlarını koruduğu gibi, her yıl milyonlarca Lira’yı bulan maddi kaybın da önüne geçebilecek
nitelikte. Örneğin giysilerin mümkün olduğu kadar rahat ve hafif olması, pedalların
hissedilmesini sağlayan ince tabanlı ayakkabıların tercih edilmesi, sıcak havaya yakalanmamak
amacıyla sabah erken saatte yola çıkılması, uykusuz ya da yorgunken araç kullanılmaması, iki
saatte bir 15 dakikalık mola verilmesi, bol sıvı tüketilmesi bunlardan bazıları. Sıcak havanın
sadece insan bünyesine değil, karayollarına da olumsuz etkisi olduğu bir gerçek. Sürücüler,
asfaltın, aşırı sıcaklar altında yumuşayarak kaygan bir zemin oluşturduğunu; başta mıcır
olmak üzere yol yüzeyinde serbest malzemenin bulunabileceği yollarda hızın azaltılması, ani
fren ve direksiyon hareketlerinden kaçınılması gerektiğini çok iyi bilirler.
Yaz aYlarında
yoğunlaşan trafiğin
can ve mal kaybına
yol açmaması için
birkaç küçük önlem
almak ve dikkati elden
bırakmamak yeterli.
Klimanın sürekli çalıştırılmayıp ara sıra camların açılarak aracın havalandırılması, araç
içindeki herkesin emniyet kemerinin takılı olması, çocukların ve bebeklerin kucakta değil,
çocuk koltuğunda seyahat etmesi ve tabii takip mesafesinin korunması akılda tutulması
gereken diğer noktalar. Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, yaz aylarında
yoğunlaşan trafiğin can ve mal kaybına yol açmaması için birkaç küçük önlem almak ve
dikkati elden bırakmamak yeterli.
Hepinizin sevdiklerinizle birlikte mutlu olabileceğiniz bir yaz mevsimi geçirmenizi diler,
Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı’nın hayırlara vesile olmasını umut ederim.
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK Genel Müdürü
İSTASYON
Yukarıdaki çalışmalar Grafik Tasarım Dergisi’nin Fikrin Kapak Olsun yarışmasında dereceye giren çalışmalardır. Arka kapaktaki ilan ise aynı yarışmada birinciliği kazanan ve derginin Nisan ayı sayısının kapağı olan tasarımdır.
3
44 Otomotiv
26
Tarihten
38
Yakın Plan
İçindekiler
TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2013
06 Haberler
Dünyada ve Türkiye'de öne çıkan,
ilginç haberler...
08 Teknolojİ
Teknolojideki son gelişmeler,
yeni ürünler ve uygulamalar...
10 Hayat
Define Avcıları: Bir antikçağ
soylusunun mezar hazineleri, buğday
tarlasının ortasında da olabilir,
bir apartmanın temelinde de.
Define avcılarının zengin olabilme
hayalleri Anadolu’nun tarihi mirasını
yoksullaştırıyor.
4
İSTASYON
16 Söyleşİ
Günümüz Türk edebiyatının en
üretken kalemlerinden Elif Şafak,
çok sesli, çok renkli ve çok katmanlı
roman yazımını önemsediğini
belirtiyor.
22 karİyer
Kaliteli yaşamın mimarlığı
olarak nitelendirebileceğimiz
Yaşam Koçluğu, geleceğin gözde
mesleklerinden biri...
26 TarİhTen Sayfalar
Tarih boyunca yolu yurt bilip,
adlarıyla yürüyen bir kimlik: Türkler
16
Söyleşi
32 yeMe-İÇMe
Ramazan ayının telaşı, mutfakta
yaşanır kuşkusuz. Güllaçtan
baklavaya, lokmadan telkadayıfa
tatlılar, Ramazan sofralarının
başköşesinde yer alır.
34 Spor
Bir elimizde pusula, diğerinde
haritayla doğaya çıkma ve
oryantiring yapma zamanıdır şimdi.
38 yakIn Plan
Dostluk ve Barış Rallisi’nde bu yıl
Türkiye’yi TÜVTÜRK’ün oluşturduğu
takım temsil etti.
32
Yeme-İçme
42 SağlIk
Medical Park Bahçelievler
Hastanesi Dahiliye Uzmanı
Dr. Şeref Öncü, kronik yorgunluğun
birçok hastalığın habercisi
olduğunu söylüyor.
44 oToMoTİV
Petrolün ömrünün kısalığı, hibrid
otomobilleri daha değerli hale
getiriyor.
46 UzMan Gözüyle
Otomobillerdeki aydınlatma
sistemleri nelerdir ve
ne işe yararlar?
48 SoSyal Medya
Sosyal medyadaki gelişmeler
50 oyUN
Bu yaz salonlarda oyun konsolları
mücadele edecek.
52 PoPüler külTür
Oyun, festival, kitap, sinema...
56 TüVTürk
TÜVTÜRK'ten haberler
60 enGlISh SUMMary
İmtiyaz Sahibi
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Kemal Toğanç
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HaBErlEr
Çocukların en
gözde vadisi
Everest’i de
erittik
n Hemen herkesi, ama özellikle
çocukları mutlu edecek bir
haberimiz var. Kalkınma Bakanlığı,
Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi
(DOKAP) kapsamında, fındık
üretiminde Türkiye’nin önde
gelen kentlerinden Ordu’da,
çikolata vadisi kurmayı hedefliyor.
Ordu’nun Gülyalı ilçesinde,
yaklaşık 60 dönümlük bir arazi
içinde yer alması planlanan
çikolata vadisinin 5 milyon
TL’ye mal olması ve iki yıl içinde
tamamlanması öngörülüyor.
n Dünyanın zirvesidir Everest.
En yüksek noktasının 8 bin 848
metre olması ve bu noktaya
erişebilmenin gururu, binlerce
dağcının gönlünü çeler, rüyalarını
süsler. Ancak etkilerini özellikle
son yıllarda iyiden iyiye gösteren
küresel iklim değişikliği, Everest’i
de pas geçmedi ne yazık ki…
Biliminsanları, Everest Dağı’ndaki
buzulların son 50 yıl içinde
yüzde 13 oranında azaldığına,
kar örtüsünün ise onlarca metre
yükseldiğine dikkat çekiyor. NBC
News’in haberine göre Himalaya
bölgesindeki buzul hareketini
takip etmek için uydu görüntüleri
Bİz onları uğurlu
sanıyoruz ama…
n Uğurböceği gördüğünde, mutlu olmayan var mı? Bunu kanıtlayan örnekler
yaşandı mı bilinmez ama, adıyla müsemma böceğin konduğu kişiye uğur
getirdiğine inanılır. Alman biliminsanlarının yaptığı araştırmaysa, bundan
böyle onlara farklı bir gözle bakmamıza neden olacak nitelikte. Araştırma,
Asya kökenli bir uğurböceği türünün, Avrupa ve Amerika’daki başka türleri
yok ettiğini ortaya çıkardı. Alacalı adı verilen Asyalı uğurböcekleri, adı geçen
iki kıtaya, seralardaki yaprak bitleri sorununu çözmek amacıyla ithal edildi.
Alacalıların günde 200’den fazla yaprak bitini yok ettiği biliniyor, ancak
seralardan kaçan ve kontrolsüzce çoğalan böcekler, bir süre sonra yerli türler
için başlı başına sorun haline geldi. Büyük gruplar halinde korunaklı yerlerde
yaşayan ‘Asyalı işgalcilerin’ insanlara da zarar verebileceği, alerjik reaksiyonlara
sebep olabilecekleri belirtiliyor. İstilanın önüne geçebilecek bir yol, henüz
bulunamadı. Biliminsanları, Güney Amerika ve Güney Afrika’ya doğru ilerleyen
Alacalıların en etkileyici yanlarının her türlü iklim koşulunda hayatta kalabilmesi
olduğunu söylüyor. Dahası var: Asyalı uğurböceklerinin elma ağaçları ile üzüm
bağlarına girebilecekleri, tek bir böceğin bile şarabın tadını bozabileceği göz
önünde bulundurulduğunda sorunun hiç de küçük olmadığı anlaşılıyor.
Kopya
çektirmeme
dersi
meğer ilk tweet’i
Konfüçyüs atmış
n Ortaya atılan bir iddia, Çinlilerin
uzun süre tartışmasına neden
oldu. İddia, Konfüçyüs’ün Twitter’ı
kullanan kişi olup olmadığına
yönelikti. Ülkedeki sosyal paylaşım
sitelerinin katılımcıları, filozofun
anelektlerinin (bir ya da birçok
yazarın eserlerinden seçilerek
derlenen bölümler) her paragrafının
yaklaşık 140 karakterden oluşması,
derin mesajlarını basit cümlelerle
vermesi, kurduğu cümlelerde kendi
görüş ve felsefesini yansıtması,
3 bine yakın takipçisinin (öğrencisi)
bulunması, yardımseverlik çağrısı
yapması nedeniyle Konfüçyüs’ün ilk
mikroblogçu olduğunu tartıştı.
Şiddetle dönen hava kolonu
Son birkaç yıldır hayatımıza yeni bir doğa olayı daha girdi. Daha
ziyade Amerika’da görünen, yüzlerce cana ve milyonlarca Dolar’lık
maddi hasara neden olan “hortum”, Türkiye’de de gündeme
gelmeye başladı. Geçen yıl Elazığ’da, bu yılın Mayıs ayında ise
Mersin’de meydana gelen hortumlar, can kaybına da yol açtı. Hızı
saatte 500 kilometreye kadar ulaşan, önceden tahmin edilememesi
nedeniyle insanoğlu için tam bir muamma olan hortum, en basit
şekliyle şiddetle dönen hava kolonu olarak tanımlanıyor. Genellikle
şiddetli fırtınalara yol açan hava koşullarından kaynaklanan, hem
coğrafyası hem de iklimi uygun olduğu için daha ziyade Kuzey
Amerika’da varlık gösteren hortum, sıcak ve nemli havanın, soğuk
ve kuru havayla karşılaşmasıyla harekete geçiyor. Bu karşılaşma
büyük fırtınalara, fırtınalarsa süper hücrelerin oluşmasına
sebebiyet veriyor. Süper hücreler, dönen ve yukarı doğru ilerleyen
hava sütunlarını yaratıyor ve rüzgâr yüzeye yaklaştıkça sütunlar
da dönüyor ve hortum girdabına yol açıyor. Büyük hasarlar da sert
rüzgârla birlikte uçmaya başlayan enkazdan kaynaklanıyor.
6
İSTASYON
ve topografik haritalardan
yararlanan biliminsanları, Nepal
İklim Gözlemevi ve Nepal Hidroloji
İdaresi’nin verilerini de kullanarak
sıcaklık ve kar yağışı oranlarını
ölçtü. Ortaya çıkan sonuçlarsa
son derece vahim: Çünkü Everest
ve çevresinde son 20 yıl içinde
sıcaklık 1,8 derece artarken Muson
Yağmurları ve kış aylarındaki
yağışlar azaldı. Bu bölgede,
en küçük sıcaklık farkının bile
önemli değişimlere yol açacağını
belirten biliminsanları, meydana
gelmesi olası heyelan ve çığların
ekosistemi olumsuz etkileyeceğini
belirtiyorlar.
Burada çocuğa
yer yok
n Çocuk sevmeyenlerin sayısı,
sanıldığı kadar az değil. Bununla
birlikte dünyanın en çocukseveri
bile, zaman zaman yaptıkları
gürültüden rahatsız olabilir. Hele
bir de onların bulunduğu ortamdan
uzaklaşma ihtimali olmadığında,
örneğin uçakta. Söz konusu
durumdan mustariplerin imdadına
Malezya’daki bir havayolu şirketi
yetişti. Şirket, çocuk sesi yüzünden
yolculukları kâbusa dönenler için
“sessiz alan” tasarladı. Uçağın orta
kısmında bulunan alana, 12 yaşından
küçük çocukların girmesi yasak.
Güvercİn
İntErnEttEn daHa Hızlı
n Başlığı yanlış okumadınız. Evet, Roma döneminin meşhur haberleşme
aracı güvercin, modern dünyanın iletişim yolu internetten daha hızlı. Haber
İngiltere’den geldi. Ülkenin kırsal bölgesinde genişbant internet bağlantısına
sahip bir kişinin internet üzerinden 300 MB’lik bir dosya gönderme
denemesi, aynı bilginin güvercinle iletilmesinden daha uzun sürdü. Yorkshire
bölgesinden, 120 kilometre uzaktaki Skegness’teki bir başka kullanıcıya
ulaştırılmak istenen bilgi, USB diske kaydedilip bir haber güvercinin ayağına
bağlanarak daha kısa sürede ulaştırıldı. Güvercin hedefine ulaştığında,
internet üzerinden gönderilen dosyanın ancak yüzde 24’ü internete
aktarılmıştı. Böylesi bir yarışın içine neden girildiğine gelince: Söz konusu
etkinlikle İngiltere’nin kırsal kesimlerindeki internet hızının ne derece düşük
olduğuna dikkat çekilmeye çalışılıyor. Geçen yıl da Güney Afrika’nın Durban
kentinde benzer bir yarış düzenlenmiş, 96 kilometre uzağa bilgi taşıyan
Winston adlı bir güvercin, hedefine iki saat gibi bir sürede ulaşırken, internet
üzerinden gönderme denemesi yüzde dört civarında kalmıştı.
n Öğrencilerin edindikleri bilgiyi
ölçmenin yegâne yoludur, sınavlar.
Ama her sınav, eğitmenler için de
ayrı bir sınava dönüşüyor. Neden
mi? Çünkü öğrenciler, en azından
bir kısmı, kopya çekme yöntemine
başvuruyor. ABD’deki Wisconsin
Concordia Üniversitesi, sorunun
önüne geçebilmek, öğretim üyelerinin
kopya çekme yöntemlerini daha
iyi anlayabilmesini sağlamak için
özel bir ders koydu. Üniversitede
çalışan akademisyenlerin internet
üzerinden aldığı bu derste, kopya
yöntemlerinin açıklandığı “itiraf”
bölümü de bulunuyor. Üniversitelerde
tahmin edilenden çok daha fazla
kopya çekildiği gerçeğinden
hareketle hazırlanan kopya dersiyle,
öğrencilerin neden ve nasıl bu
yönteme başvurduğu araştırılarak
önlem alınması hedefleniyor.
yenilikler aşırı uçlardan gelir
n Dustin Hoffman ve Tom Cruise’un oynadığı “Rain Man / Yağmur Adam”
filmini herkes bilir. Gündelik yaşamla hiçbir bağ kuramazken, bir bakışta
yere dökülen kibrit çöplerinin kaç tane olduğunu söyleyebilen, karmaşık
sayıları birkaç saniye içinde hesaplayabilen otistik Raymond karakteri,
Rain Man’i, otizm üzerine çekilmiş en güzel yapımlar arasına yerleştirdi.
Almanya’daki bilgisayar programcılığı şirketlerinden SAP da matematikteki
başarıları kanıtlanan, normalin üstünde zekâya sahip, ayrıntıları kolaylıkla
görebilen otistiklerin bu özelliklerini istihdama dönüştürmek üzere kolları sıvadı. Otistiklerin bilgi teknolojilerindeki
yeteneğini işgücüne çevirmek isteyen şirket, 2020 yılında dünya çapında görev yapan 65 bin çalışanın yüzde 1’inin
otistiklerden oluşacağını açıkladı. İş dünyasında 21’inci yüzyılın gereklerini yerine getirebilmek için yenilikler getirebilen,
farklı düşünen kişilerle çalışmayı amaçlayan SAP, bunu şirket mottosuna da yansıtıyor: “Yenilikler aşırı uçlardan gelir.”
İSTASYON
7
HABerler
HAZIRLAYAN: ReSuL BukSuR
NOKIA’NIN YeNİ AmİrAl
gemİsİ: lUmIA 925
Hafif profesyonel
n Yaz tatili, yüzlerce fotoğraf çekmek demek aynı
zamanda. Bu yaz, profesyonel DSLR yeteneklerine sahip
olmakla birlikte kompakt kameralar kadar güçlü bir
fotoğraf makinesiyle ağırlıktan kurtulabilirsiniz. Son
birkaç yılda hızla yaygınlaşan, Aynasız Sistem adı verilen
bu yeni nesil fotoğraf makineleri, profesyonel DSLR
kameralarıyla aynı sensörleri kullanıyor. Samsung’un
geliştirilmiş yeni aynasız kamerası NX2000, APS-C
boyutlarındaki 20.3 megapiksellik sensöre sahip. Fiyatı
ise 650 Dolar. www.samsung.com
n Geçen yıl akıllı telefonda
Microsoft’un akıllı telefon
sistemi Windows Phone’u
geçen Nokia, atak yapmayı
sürdürüyor. Geçen yıl bu sistemi
kullanan en gelişmiş modeli
Lumia 920 ile kullanıcılardan
ilgi görmeyi başaran Nokia,
amiral gemisini, Lumia 925
adıyla yenilediğini duyurdu.
Dış kasayı değiştiren Nokia,
alüminyum çerçeve kullanıyor.
Bunun nedeni ağırlığı biraz
olsun azaltmak. Çünkü Lumia
920, rakiplerine göre biraz
ağır kalıyordu. İkinci öne çıkan
nokta ise kamera teknolojilerinde. Dünyanın
düşük ışıkta en iyi performansa sahip akıllı
telefonu olarak adlandırılan Lumia 925’te,
Nokia’nın altı bileşenli en gelişmiş lens
sistemi kullanılıyor. Nokia Smart Camera,
Action Shot, Nokia Camera Lens, Cinemagram
gibi aplikasyonlarla kamera yetenekleri
zenginleştiriliyor. 1.5 GHz çift çekirdekli
Qualcomm Snapdragon S4 işlemcinin
kullanıldığı, 1280x768 piksel çözünürlüklü 4,5
inç OLED PureMotion HD+ ekranın bulunduğu
ürün, 139 gram ağırlığa, 16 GB dâhili
depolama alanına ve 1 GB RAM belleğe sahip.
Fiyatı 469 Euro. www.nokia.com
n Önümüzdeki yıl dünya yeni bir teknolojik ürünle tanışacak gibi görünüyor. İnternette
arama motoru ve birçok servisi yaratan Google’ın ekibi, gözlükleri tıpkı cep telefonları gibi
akıllandıracak. Google Glass adı verilen ürün, interneti neredeyse gözünüzün içine getiriyor.
Özel olarak tasarlanan ekranlarla donatılan bu gözlük sayesinde arama, harita, mesajlaşma gibi
onlarca mevcut servise anında erişebileceğiz. Gözlük kablosuz olarak internete bağlanabilirken
üzerindeki kamerayla HD fotoğraf ve video çekip paylaşmak da mümkün. 2014’te satışa çıkması
beklenen akıllı gözlükler, güneş gözlüklerine de entegre edilebilecek. Fiyatı mı? Henüz tam rakam
belli değil, ama bin Dolar’ın üzerinde olması bekleniyor. www.google.com/glass
n Dokunmatik ekranlar çıktığından bu yana, cep
telefonlarında Q klavyelerin sağladığı rahatlığı
anımsayanların sayısı da azaldı. Fakat BlackBerry, Q
klavye fanatiklerini unutmadı, zira akıllı telefonların
dokunmatik ekran dâhil tüm yeteneklerini, tam fiziksel
Q klavyeyle buluşturan BlackBerry Q10’u satışa çıkardı.
139 gram ağırlığındaki akıllı telefon, 2.100 mAh lityum
iyon pile sahip. 2 bin TL’lik bir ücretle meraklısıyla
buluşacak bu ürün, BlackBerry’nin en yeni işletim
sistemi BlackBerry 10.1 ile birlikte geliyor ve 1,5
GHz hızında çalışan çift çekirdekli Cortex-A9 işlemci
kullanıyor. www.blackberry.com
8
İSTASYON
n İki ay önce piyasaya sunulan Samsung Galaxy S4
büyük ilgi gördü. 5 inçlik Full HD Super Amoled ekranı
ve güçlü donanım özellikleriyle bu ürün, 16 ve 32 GB
hafıza seçeneklerine sahip. Video izlerken başka bir
tarafa bakıldığında videoyu otomatik olarak duraklama
moduna geçiren S4’te, el hareketleriyle ekrana
dokunmadan sayfalar içinde ve sayfalar arasında gezinti
imkânı sağlayan Temassız Kontrol da yer alıyor. 1.6 GHz
ve 1.2 GHz hızlarındaki iki 4 çekirdekli işlemciyle toplam
sekiz çekirdeğe sahip. 13 megapiksellik kamerasıyla
sadece 130 gram ağırlığındaki Samsung Galaxy S4’ün
fiyatı 2 bin TL. www.samsung.com.tr
sU geçİrmezİ geldİ
Gözlükteki hayalet
Akıllı ve klavyeli
galaxy s, dörtledi
n Son günlerin popüler ürünleri tabletler de zorlu koşullara dayanıklı hale geliyor. Daha önce akıllı
telefonlarda su geçirmez tasarımı deneyen Sony, kullanıcıların ilgisi üzerine yeni tabletini de zorlu
koşullara dayanıklı hale getirdi. Sony’nin yeni tableti Xperia Tablet Z, hafif ve ince tasarımıyla dikkat
çekerken 30 dakika kadar su geçirmezlik özelliği sunuyor. 10,1 inçlik Full HD ekran kullanan tablet,
dört çekirdekli işlemciye ve 16 GB’tan başlayan bellek seçeneklerine sahip. Fiyatı ise benzerlerine
oranla son derece makul; 500 Dolar. www.sony.com.tr
Klavye, kılıf ve stil
n Logitech’in yeni tablet aksesuarı FabricSkin Keyboard Folio, tabletlerin ön ve arka yüzünü
korurken, canlı renkleri ve dayanıklı kumaşlarıyla iPad’inize hem işlevsellik hem de tarz
getiriyor. Tuşları kumaşın içine pürüzsüz bir şekilde entegre edilen ilk Bluetooth klavye olan
aksesuar, tam boyutlu tuşlarıyla geleneksel klavyede alışık olduğunuz kullanım rahatlığı
sunuyor. Gizli mıknatıslar, iPad’inizi uygun yazı yazma modunda kullanmanıza ve taşıma
esnasında kapalı konumda tutmanıza yardımcı oluyor. Ürünün renk
seçenekleri, bu alanda uzman bir tasarımcıyla birlikte hazırlanmış.
Elektrik mavisinden griye, Mars kırmızısından siyaha kadar
birçok renk seçeneği sunan Logitech FabricSkin Keyboard Folio,
malzeme olarak mat
deriden ince dokunmuş
pamuğa ya da kumaşa
kadar pek çok
alternatife sahip ve
149 Euro.
www.logitech.com
su altında tatil
n Her türlü zorlu koşula dayanıklı fotoğraf makineleri,
yaz tatillerinin vazgeçilmezleri arasında... Suya,
darbeye, toza dayanıklı tasarımıyla Fuji XP200, bu
alanın popüler ürünlerden biri. Geleneksel olarak her
sene ürünü yenileyen şirket, bu yıl XP200’ü hem tasarım
hem de teknolojik olarak geliştirmiş. 15 metreye kadar
su altında fotoğraf ve videoları çekip, Wi-Fi sayesinde
anında bilgisayara aktarmak ve dünyayla paylaşmak
mümkün. Ürüne sahip olmak için 300 Dolar ödemeniz
yeterli. www.fujifilm.com
İSTASYON
9
HAYAT
Bir antikçağ soylusunun mezar
hazineleri, bir buğday tarlasının
ortasında, bir apartmanın
temelinde ya da yol kenarında
olabilir... Bazen günler süren
kazıların sonucu, hazineden
çok hüsran oluyor.
Define
avcıları
Onların zengin olabilme hayalleri,
Anadolu’nun tarihi mirasını yoksullaştırıyor.
10
İSTASYON
Z
ifiri karanlık... Kamyonetin içinde oturan şoför, “YAK” komutu geldiğinde farları açıyor. Işığın karanlığı deldiği noktada bir tümsek aydınlanıyor. Görüş mesafesi dışında, koca
tümseğin arkasındaki çukurdan aceleyle bir–iki kürek toprak
daha atılıyor taze toprağın yığıldığı tepeciğin üzerine. Gözcü, karanlıkta görebildiği kadarıyla tarıyor açık araziyi. Aşağıdaki toprak yolda gözünün yettiği mesafe boyunca cılız da olsa herhangi bir far ışığı
“var mı, yok mu”nun telaşında. Gördüğü anda, aralarında daha önce
kararlaştırdıkları gibi anında karanlığa karışacaklar. Zaman çok yavaş akıyor. Karanlık neredeyse güne dönecek. Ve nihayet kazıcılar
kan ter içinde çıkıyorlar çukurdan. Defineleri koruyan cinleri oradan uzaklaştırmaya çalışan hoca bile duruyor o an! İşte şimdi her
yer karardı. Kazıcıların elinde hiçbir şey yok. Aşağılarda bir yerlerde bir horoz ötüyor. Bu sefer de eller boş. “Bir dahaki sefere inşallah,”
diyor aralarından biri. Bir şoför, bir gözcü, iki kazıcı, bir cinci hoca...
Ya da bir eksiği, iki fazlası. İsimler önemli değil. Yer de. Yukarıdaki,
binlerce yılda sayısız uygarlığa kucak açmış bir ülkede binlerce, belki
on binlerce kere yaşanan bir sahne. Onlar da bu dramın oyuncuları.
Olay nerede mi geçiyor? Ne önemi var. Diyelim ki, Orta
Anadolu’da bir kasabada. Bu kasaba da, benzerleri gibi, yaşlı dere-
lerle sulanan derin bir vadinin ortasına, bereketli toprakların üzerine kurulmuş. Sanki hayat burada da azıcık can sıkıcı gibi... Ama
içinde yaşayanların hayal gücü kocaman. Çünkü burada ve bunun
gibi kadim bir tarihin üzerine kurulmuş daha birçok Anadolu kentinde, kasabasında veya köyünde doğanlar, tarihleri gibi kadim
masallarla büyüyorlar. Tüm masallar gibi gerçeklerden beslenen
ve zaman zaman gerçeklerle kesişen masallar bunlar. Bu yüzden
de rüyalarının gerçek olabileceğine inanıyorlar. Ve yine bu yüzden
en olmayacak rüyaları görüyorlar. Tıpkı dedeleri gibi… Dedelerinin dedelerinin dedeleri gibi. Bu rüyalarda, toprağın altında keşfedilmeyi bekleyen bir servet var. Bazen küp küp altın, bazen sandık
sandık mücevher, kıymetli kılıçlar, değerli taşlarla süslenmiş altından heykeller, kıymetine vâkıf olamasalar da birtakım madeni eşya,
taş heykeller ve daha neler neler...
Hani büyük şehrin taşı toprağı altın derler ya... Aslında onlara göre de üzerinde yaşadıkları küçük kasabanın taşı toprağı altın.
Hepsi, yaşadıkları toprakların altındaki hazineleri bir gün ele geçirme ve zengin olma hayalini kuruyor. Herkes uyurken onlar uyumuyor. Gecenin örtüsüne bürünüp toprağın altına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Tehlikeli! Çünkü yaptıkları yasadışı bir
İSTASYON
11
HAYAT
O Büyük hayal için ölüm dâhil
göze almayacakları hiçBir şey yOk...
Kaçak kazılar
sırasında ortaya
çıkan eserlerin
parçalanmasıyla,
geçmişe dair bilgiler
bu kez sonsuza dek
karanlığa gömülüyor.
12
İSTASYON
iş. Yakalanabilirler; kazara değerli bir şey bulurlarsa ekipteki arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşüp birbirlerine zarar verebilirler; en önemlisi de kazdıkları toprağın altında kalıp yaralanabilir, hatta ölebilirler. Ama kurdukları ve gerçekleşme
ihtimali çok düşük o büyük hayal uğruna ölüm dâhil, göze
alamayacakları hiçbir şey yok.
Ellerinde gerçek mi, sahte mi belirsiz haritalar. Akıllarında, bir anlamı olup olmadığı şüpheli tılsımlar, işaretler.
Bilinçaltlarında heveslerini körükleyen bir korku... Bıkıp
usanmadan define arıyorlar. Kalabalık gibi görünüyorlar.
Ama aslında onlar dünya çapındaki tarihi eser kaçakçılığının en küçük halkasını oluşturuyorlar...
Maceraları genelde doğdukları günden itibaren duydukları efsanelerin karşı konulmaz cazibesiyle başlıyor. Eskiden
Rumların ya da Ermenilerin yaşadığı yerler potansiyel kazı
alanları. Savaş sonrası kaçanların, “bir gün dönüp alırız”
umuduyla götüremedikleri kıymetli eşyalarını bir yerlere
gömdükleri söylentisi, nesilden nesle aktarılıyor. Onlardan
kalan evler ve bu evlerin civarındaki işaret olabilecek çeşme,
ağaç, kaya gibi noktalar hedef kazı alanları. Tarihi yerleşim
yerlerinin yakınındaki kasaba ve köylerdeki definecilik tarihi, neredeyse o yerleşimin tarihine kadar uzanıyor. Hitit döneminde bile mezar soyguncuları var.
Anadolu topraklarında hangi köye gitseniz, hemen hepsinde bir defineci, hatta definecilerle dolu bir kahve buluyorsunuz. Ve aynen avcı hikâyeleri gibi abartılarak anlatılan bir
sürü define macerasını da sonuna kadar dinliyorsunuz. O
kadar inandırıcılar. Tabii bu maceralar, avcıların yaptığı gibi
bağıra çağıra değil, kısık sesle anlatılıyor. Çünkü iki uçlu bir
denklem bu… Bir ucunda yoksul ve maceracı insanların naif
tutkusu yer alıyor, diğer ucundaysa tarihi eser kaçakçılarının uluslararası hırsı... Aslında yasalara bakıldığında definecilik serbest… Ancak yerine getirilmesi gereken koşullar var.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Define Arama Yönetmeliği’ne
göre öncelikle definenin aranacağı yerin belirtilmesi gerekiyor. Teknik elemana, alanın tasdikli haritası veya krokisi çizdiriliyor. Krokisi çıkarılamayacak, ev gibi
yerler içinse vaziyet planı veriliyor. Bu arada, eğer defineci kendisine ait olmayan bir
yerde arama yapacaksa, söz konusu alanın
sahibinden noter tasdikli muvafakat yazısı almak zorunda. Ayrıca bu alan 100 metrekareden fazla olamıyor ve mezarlık ya da
SİT alanı içinde bulunmaması gerekiyor.
Bunun tespiti de en yakın müze müdürlüğü
tarafından yapılıyor. Eğer arama sırasında define yerine bir kültür varlığına rastlanırsa çalışma durduruluyor, define arayanlar zararıyla ilgili talepte bulunamıyor.
Ve eğer kazı sonucu bir defineye ulaşılırsa,
değeri Maliye ile Gümrük ve Ticaret bakanlıklarınca tespit ediliyor. Arama yapılan arazi-
nin defineciye ait olması durumunda, bu değerin yüzde 50’si
kendisine ödeniyor. Aksi halde değerin yüzde 40’ı defineciye,
yüzde 10’u da arazi sahibine veriliyor.
Pratikte bu anlatılanlar biraz meşakkatli görünüyor olsa
gerek ki, rüyalarında küp küp altın bulduklarını gören defineciler, gece yarısı gözlerine kestirdikleri yerlerde kaçak kazılar yapıyor. Kazı yapılan alan örneğin bir mezarlık, höyük
veya eski bir ev, bahçe, orman, hazine arazisi ya da SİT alanı olabiliyor. Kazıda bir şey bulunursa daha önceden belirlenmiş bir kişi, değerini öğrenmek için el altından araştırma yapıyor. Alıcılarsa genelde ya tarihi eser kaçakçıları ya
da koleksiyonerler. Bulunan eserler genelde gerçek değerinden çok daha az bir fiyata, gizlice satılıyor. 2007 yılından
2012’nin Temmuz ayına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı onayıyla 633 define kazısı gerçekleştirilmiş. En çok izinli define kazısı Karadeniz Bölgesi’nde, il olarak da Giresun,
Samsun, Balıkesir, Bilecik ve Afyon’da yapılmış. Ve sonuç:
Bakanlık, izinli define kazıları bünyesinde herhangi bir buluntuya rastlanmadığını belirtiyor.
Akşam güneşi en güzel ışıklarıyla dağı tepeyi boyarken,
güzel mi güzel bir bahçedeyiz. Ahmet Bey, 67 yaşında. Bu
civarın en yaşlı ve deneyimli definecilerinden. Ahmet Bey
de elinde bir demir çubukla araziye çıkıyor ve toprağa vurduğu demirin sesini dinleye dinleye yeraltında mezar olup
olmadığını ustalıkla tespit edebiliyor. Kasabada onun gibi
mezar bulabilen kimse yok. Definecilerin gözdesi olan dedektörler mi? Onlara prim vermiyor. Ailesiyle birlikte kasabada mütevazı bir hayat sürdürüyor. Peki, demir çubuğu ve
Bir ovanın ortasındaki taş kuyu, dibinde gömülü bir hazine olabilir umuduyla araştırılıyor. Defineciler bu gibi durumlarda kazma ve küreklerle kuyunun dibine ulaşmaya
çalışıyor (solda). Küçükçekmece’ de, İstanbul’un binlerce yıl önceki geçmişine ışık tutacak kazılarda, arkeologlar, definecilerin verdiği tahribatın izlerine de rastladı
(üstte). Dümdüz bir arazinin orta yerinde birdenbire yükselen tepecik, binlerce yıl öncesinde kullanılmış bir tapınak, kral mezarı ya da yerleşim yerini örtüyor olabilir.
Defineciler bu tür işaretleri değerlendirerek harekete geçiyor ( sağda, altta).
ucundaki tını? Bir şeyler kazandırmamış mı? “Nerdeeee,”
derken, yüzü gölgeleniyor. “Kazanmak ne kelime, 700 liralık emekli aylığım bile olduğu gibi define işine gidiyor,” diyor. Daha birkaç gün önce kasabanın yakınlarında bir mezar
odası bulmuş arkadaşlarıyla. Ama içinden hiçbir şey çıkmamış. Ölünün ağzına koyulan para bile değersizmiş. Ölünün
de kendileri gibi fakir olmasına sövüp, öylece kemikleri dışarıda bırakıp, terk etmişler mezarı. Peki, ya mezardan para
edecek bir şeyler çıksaydı? “Oooo, o zaman büyük bir cenaze töreniyle gömerdik mevtayı,” derken dolu dolu gülüyor…
Bir başka kasabadayız. Bir başka evde. Bu evdeki hemen
herkes akraba. Ve hemen herkes defineci; hatta bizi o eve
götüren Yakup’un halası bile. Onun hikâyesinde her şey bir
rüyayla başlamış. Fikriye Hanım bir gece rüyasında çeşmenin arkasındaki bir taşın üzerinde bir çift göz olduğunu görmüş. Ertesi sabah hemen çeşmeye koşmuş. Rüyasında gördüğü taşı yerinde bulup kazmaya başlamış. “Önce metal
çubuk gibi bir şey, bir de tabak çıktı topraktan. Bir şeye benzetemeyip onları bir kenara attım. Sonra da bir heykel kafası
çıkıverdi.” Fikriye Hanım, define bu heykelin içinde herhalde diye düşünmüş ve onu da kırıvermiş. Bir şey çıkmayınca
da hüsranla geri dönmüş.
Bu işte hız önemli... Az ışık, az ses, hızlı kazı... Kazılan yer
yerleşim yerine çok yakınsa alelacele oluyor her şey. Kazı za-
manları duruma göre değişiyor, mezar bulunur, içinden bir
şey çıkarsa bir gecelik iş de olabilir. Ama giriş bulunamazsa günler, hatta aralıklı olarak aylar sürebiliyor. İyi korunamayan kazı alanlarında tabir yerindeyse, arkeologlar arkalarını döner dönmez defineciler atlıyor alana! Tabii genelde de
gece yarısı, herkes uyurken... Pek çok arkeolog, en büyük sorunun definecilerin verdiği tahribat olduğu konusunda hemfikir... Defineciler, bulma ihtimalleri olan şeylerin değerlerini
kendilerince biliyorlar. Ve ola ki bir şey buldular, elden çıkarırken zarara girmemek için tarihi eserler konusunda “uzman” olmaya çabalıyorlar. Ama gerçek kesin: Onlar aslen
definenin peşine düşüyor. Dolayısıyla kazı sırasında birçok
tarihi eseri tahrip ediyorlar.
İstanbul’da, Küçükçekmece’deyiz şimdi de. Göl havzasında, Avcılar Firuzköy’deki kazı alanında. Arkeologların, kazılar başlamadan önce defineciler tarafından talan edilmiş
noktalardan ilerleyerek önemli bulgulara ulaştığı yerlerden
biri burası. Kazı Başkanı Yar. Doç. Dr. Şengül Aydıngün,
gündüz vakti kazmışlar mezarı, Bir şey çıkmamış,
ölünün ağzındaki para Bile değersizmiş...
İSTASYON
13
HAYAT
O yaz gecesi, aynı kasaBada en az
10 defineci ekiBi tOprağı eşeleyecekti.
bize definecilerin bilinçsizce kazarak harap ettikleri büyük
bir mozaiğin artık tekrar bir araya getirilmesi imkânsız parçalarını gösteriyor. Aydıngün’e göre, defineciler temel olarak
iki konuda zarar veriyor: Birincisi, artık her türlü arkeolojik eserin kendi ortamı içinde anlamlı olmasıyla ilgili. İkinci
zararsa, kazıcıların akıl almaz metotlarla gerçekleştirdikleri işlemlerin doğal yapı ya da eser üzerinde anormal tahribata neden olması.
Türkiye’de 2011 yılında 123 arkeolojik kazı yapılmış. Ayrıca yabancı arkeoloji enstitüleri de 43 kazı yürütmüşler.
Yani geçtiğimiz yıl Türkiye’deki resmi kazı sayısı 166. Kültür
ve Turizm Bakanlığı yılda ortalama 150 kurtarma kazısına
izin veriyor. Kaçak kazı ve kültür varlığı kaçakçılığıyla ilgili
ihbarlar, Bakanlık kanalıyla ya da doğrudan polis veya jandarmaya iletiliyor. Bu nedenle Bakanlık kaçak kazı ihbarlarına ilişkin tam bir bilgi veremese de arşiv kayıtlarından
2007–2012 yılları arasında Bakanlığa bildirilen 2 bin 188
kaçak kazı olayı olduğunu söylemek mümkün. Tarihi değerlerin tahribatında definecilerin önemli bir payı var. Ancak
tek tahrip unsuru onlar değil. Türkiye’deki kültür varlıklarının envanterini çıkartmak üzere kurulan Türkiye Arkeolojik
Yerleşmeleri (TAY) Projesi tarafından, 2000 ila 2006 yılları arasında yapılan araştırmalar sonucu hazırlanan rapora
göre, tahribata yol açan en önemli unsur yapılaşma.
Aslında buradaki ironi, defineciliğin Anadolu’daki tari-
hinde, yapılaşmanın üstlendiği kayda değer etki. Arkeoloji
ve tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili önemli haberlere imza atan
gazeteci Özgen Acar, 1952 yılından sonra Anadolu’da defineciliğin aniden yaygınlaştığını anlatıyor. Bu, Türkiye’nin
NATO’ya kabul edildiği ve Marshall yardımlarının başladığı yıl. Bu yardımlarda köylüye verilecek traktör de var. O zamana kadar tarlasını sabanla süren köylü, o tarihten sonra
tarlaya traktör sokuyor ve toprağın o zamana kadar hiç inmediği derinliklerine ulaşıyor.
Acar, Uşak karayolu yapımı sırasında işçilerin dozerleri
olduğu gibi bırakıp, toprak atından çıkanları alarak kaçtıklarını anlatıyor. Yine bu topraklardan çıkarılan dünyaca ünlü
Karun Hazineleri’nin öyküsü de şöyle: 1965 yılında defineciler, Karun Hazineleri’nin yer aldığı Toptepe Tümülüsü’nde
kaçak kazı yapıyor. Mezar odasına ulaştıklarında yerdeki bir
gümüş tepsinin ve mermer kapların, tavandan düşen bir hatılın (ahşap ya da tuğladan yapılmış bağlama ünitesi) altında kaldığını görüyorlar. Ancak hazinenin büyük bir bölümü
yerinde duruyor. Orada hazine bulunduğu bilgisi yayılınca defineciler etraftaki höyükleri de kazmaya başlıyor. Bir
yıl sonra aynı bölgedeki İkiztepe Höyüğü’nde bulunan mezar odasına defineciler, tavanını barutla patlatarak giriyor.
Ama buldukları hazineyi paylaşmada sorun yaşayınca aralarından biri, diğerlerini ihbar ediyor. Jandarmayla girdikleri çatışmada soyguncular kaçmayı başarıyor. Buluntu nasıl
mı elden çıkarılıyor? Eldeki eserler Toptepe Tümülüsü’nden
çıkan eserleri alan kişiye satılıyor. Ardından bölgede kaçak
kazılar devam ediyor. Artık hazineye rastlanmaz olunca bu
kez de içerideki taş kaideler, içinde bir şey bulma umuduyla
parçalanıyor. Aynı dönemlerde bölgedeki bir başka tümülüsün duvarındaki renkli resimler keskilerle çıkarılıp satılıyor.
Şans eseri Uşak çevresindeki bu soygunlarda elde edilenlerin kimlere satıldığı öğrenilebiliyor ve hazinenin define avcılarıyla başlayıp uluslararası tarihi eser kaçakçılarına uzanan
macerasının izleri sürülüyor. Uşak’taki höyük ve tümülüslerde başlayan macera ABD’de nihayete eriyor. Metropolitan Müzesi’nde olduğu belirlenen eserler, Özgen Acar’ın
yanı sıra birçok biliminsanı ve hükümetlerin yoğun hukuksal girişimleri sonucu, hemen hemen Türkiye’den kaçırılmalarından çeyrek yüzyıl sonra ülkeye iade edilebiliyor.
Kaçırılan eserlerin geri alınması bu kadar zor ve masraflı olsa da görünen o ki, eserlerin yurtdışına kaçırılması hâlâ
çok kolay. Definem.org sitesinin başlattığı “1 milyon imza
ile Meclis’e” kampanyasının sözcülüğünü yapan Avukat Cihan Şimşek, kaçak kazıların önüne geçilebilmesi için öncelikle kazı koşullarının kolaylaştırılması gerektiğini söylüyor
ve Meclis’e sunulmak üzere hazırladıkları tekliften söz ediyor. Şimşek, “Avcılık kulüpleri gibi definecilik kulüpleri kurulmalı, bu kulüplerde defineciyi tahribata karşı bilinçlendirecek faaliyetlerde bulunulmalı,” diyor ve ekliyor: “Cezaların
artırılması kaçak kazıyı önlemede etkili olmadı. Çünkü definecilik insanımızın vicdanına göre suç sayılmayan bir şey ve
tarihe meraklı insanların sevdiği bir hobi. Daha fazla yasaklayarak kaçak kazıların önüne geçilemeyecek.”
Definecilerin avcı hikâyeleri gibi içini abarta abarta doldurdukları iki alt başlık var: Biri, defineyi koruyan cinler,
diğeri de dedektör hikâyeleri. Defineciler bir yandan onları cinlerden koruyacağını vaat eden cinci hocalar tarafından kandırılıyor, diğer yandan da neredeyse bir servet ödeyip alacakları dedektörün toprağın mümkün olduğundan
çok daha derinini göstereceğini vaat eden dedektör satıcıları tarafından... Defineciler, dedektör kullanımının yasallaş-
Bazı defineciler, bir demir çubuğu toprağa vurup çıkan sesi dinleyerek,
yeraltında lahit olup olmadığını araştırıyor (solda). Satışı yasal olan
dedektörler, definecilerin elinde suç aleti olabiliyor. Hazine umuduyla
yola çıkanlar dedektörlere bir servet ödeyebiliyor (üstte).
14
İSTASYON
Bisaltai
oktodrahmi
(arka yüz)
Athena
dekadrahmi
(arka yüz)
Abdera
oktodrahmi
(ön yüz)
Antalya Elmalı’da kaçak kazıda bulunan ve yurtdışına
kaçırılan yaklaşık 1900 sikkeden Türkiye’ye iade edilen
1679 sikke Antalya Müzesi’nde sergileniyor.
Akanthus
tetradrahmi
(ön yüz)
masını istiyor. Eğer, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’nda değişiklik yapılması için önerilen kanun tasarısı kabul edilip yürürlüğe girerse, aramada kullanılan cihazlar
için ruhsat ve arama izni alınması gerekecek. Görüştüğümüz
satıcıların çoğu, ticaretini yasal olarak yaptıkları bir aletin, bir
suç aleti gibi görünmesinden şikâyetçi. Dedektörlerle birlikte
defineciliğin de yasalarla korunması ve alanının genişletilmesi gerektiğini savunuyorlar. Hatta definecilerin bilinçlendirilmesi için sivil girişimlerde bulunup kitaplar bile basıyorlar.
Hitit öncesi dönemle ilgilenen ve kayıtlı bir koleksiyoner
olan Avukat Necdet Dilek’e göre, defineciliğin kültür varlıklarına verdiği zararların azaltılması için yasaların değiştirilmesi gerek. Yaşadığı bölgede yasadışı definecilik yapan pek
çok kişi onun kapısını çalıyor. O da ilgilendiği bir şey olursa
definecilerden satın alıp koleksiyonuna ekliyor. Tabii ki müzeye bildirip envanter kaydını yaparak. Ancak definecilerden alışveriş yaparken koleksiyoncunun kendisini bir suçlu
gibi hissetmesinden çok şikâyetçi. Yasalara göre koleksiyonerlerin elindeki eserleri öncelikle bir müzeye satma hakları var. 2009 ile 2012’nin ilk altı aylık dönemi arasında, 131
bin 345 adet eser, satın alma yoluyla müzelere kazandırılmış
ve karşılığında ikramiye olarak toplam 5 milyon 750 bin lira
ödenmiş. Kaçak kazı yapanların elindeki bir eser, koleksiyonere geçtikten sonra suç unsuru olmaktan çıkıyor. Necdet
Dilek, bu yüzden birçok eserin hiç kayda geçmeden elden ele
dolaştığını ve yurtdışına kaçırıldığını söylüyor.
Sonuçta her büyük sorunda olduğu gibi definecilikte
de taraflar var ve onlar da kendi bakış açılarıyla sorunu
çözmeyi amaçlıyorlar. Bu arada birileri birilerine ballandıra ballandıra define hikâyeleri anlatmaya devam ediyor.
Neyin bulunduğu, neyin bulunmadığı büyük bir sır olarak kalıyor. O sır, arkasından üretilen hikâyeler şeklinde,
kulaktan kulağa değiştirilerek anlatılıyor. Sonuçta bu işten kimin ne kazandığını, kimin neler neler kaybettiğini anlamak pek mümkün değil. Ancak bizimle definecilik sırlarını paylaşanların öyle hali vakti çok da yerinde
görünmüyor. Gündüz inşaatta çalışıp geceleri definecilik
yapan kasabalılar, eğer o efsanevi “altmış deve yükü altını” bulmuş olsalar her şey bambaşka olurdu.
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
15
SÖYLEŞİ
çoksesli
renkli
katmanlı
Günümüz Türk edebiyatının en üretken kalemlerinden
Elif Şafak. Koltuğunun altında yazarlığın yanı
sıra annelik, kadınlık, eş olma, eğitimcilik gibi birçok
farklı kimliği barındırıyor. Biz de bu özelliği vesilesiyle
dergimize konuk ettik Şafak’ı. İşte o söyleşiden
sayfamıza yansıyanlar.
SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ
FOTOğrAFLAr: FETHİ İZAN
16
İSTASYON
İSTASYON
17
SÖYLEŞİ
dini bir başka dilde ifade etmek gerçekten çok zor bir süreç. İki kat emek sarf etmeniz gerekiyor. Ama ben kültürler, şehirler ve diller arasındaki o gidip gelme halini, o
göçebeliği seviyorum.
Dil, insan üzerindeki iktidar araçlarından biri midir?
Bence dillerin bizler üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Bunu
çok ihmal ediyor, anlamıyoruz. Dilin hamur gibi olduğunu,
onu alıp istediğimiz gibi biçimlendirebileceğimizi zannediyoruz. Hâlbuki dilin yapısı ve kelime dağarcığı da bizi şekillendiriyor. Kelimeleri yitirmek, düşünce sistematiğimizi daraltmak, aynı zamanda nüansları yitirmek demek.
Harfler, harflerden doğan kelimeler, kelimelerin büyüsüyle şekillenen cümleler... Sadece yazarken değil, konuşurken, dinlerken, bir şeyler okurken harflerle, kelimelerle, cümlelerle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Sadece yazarken ya da konuşurken değil, rüya görürken bile...
Mesela rüyalarımda sık sık harf görürüm. Paragraflar yazarım, silerim ya da sayfaları okumaya çalışırım. Sayfalar silinir,
geri gelir. Bazen anlamını bilmediğim kelimeler görürüm rüyalarımda, ertesi gün açar bakarım sözlükten, öğrenirim.
S
on dönem Türk edebiyatının adından sık sık
söz ettiren yazarlarından Elif Şafak. Sadece
Türkiye’de de değil üstelik. Romanları haftalarca çok satanlar listesinde yer almakla kalmayıp
farklı dillere çevrilerek dünya üzerindeki binlerce edebiyat tutkununa ulaşıyor. Sadık okur kitlesi, sadece romanlarını değil, yıllardır yazdığı köşe yazılarını da
takip ediyor. Son olarak da geçen yıl bu zamanlarda, köşesinde yazdıklarından oluşturduğu seçkiyi, Osmanlıca
güneş parçası anlamına gelen Şemspare adıyla kitaplaştırarak okuruna sundu.
Koltuğunun altında yazarlıkla birlikte annelik, kadınlık, eş olma gibi birçok farklı kimliği taşıyan Şafak, tüm
meşguliyetlerinin arasında toplumsal sorunlara duyarlılığıyla da bilinen bir isim. Çeşitli projelerde varlık göstermekten imtina etmiyor. Biz de çok farklı kimlikleri bünyesinde barındırması vesileyle dergimize konuk ettik Elif
Şafak’ı. İşte o söyleşiden sayfalarımıza yansıyanlar...
Yazmasaydınız sizin için hayat nasıl olurdu?
Sekiz yaşından beri yazıyorum. Yazmak benim için yemek
yemek, nefes almak gibi bir şey... Hayatı yazısız, kitapsız
tasavvur etmekte zorlanıyorum. Ama yazsam da yazmasam da sanırım gene iyi bir okur olurdum.
18
İSTASYON
Yazarlık biraz da kendiyle, hayatla derdi olanların uğraşı. Sizin hayatla, kendinizle dertleriniz neler?
Haklısınız, bence de yazarlık hem kendisiyle hem hayatla derdi olan insanların işi. Ben de kendimle çok uğraşırım; kendimi didikler, deşerim. Dışarıdan bakınca insanlar bunu göremeyebilirler, ama yazarların içeride çok
derin arızaları var bence. Bizim ruhumuz yara bere, kırık
çıkık. Öyle mutlu mesut, hayata pembe gözlüklerle bakabilen insanlar değil edebiyatçılar; hep bir hüzün, bir melankoli, anksiyete, bunalım var.
Yazarken çoğalır yazan. Romanlarınızda karakter sayısını fazla tutuyorsunuz. Yazarken bu kadar çok karakterle
çoğalmak size neler kazandırıyor?
Belki de yalnız büyüdüğüm için romanlarımda hep çoğul
karakterler var. Bambaşka kökenlerden gelen, bambaşka
tellerden çalan insanların bir araya gelerek oluşturduğu
çılgın enerjiyi anlatıyorum ve o orkestrayı seviyorum. Çok
sesli, çok renkli, çok katmanlıdır romanlarım.
Yazdığını iki dilde aktarabilme avantajına sahipsiniz.
Dillerarası yolculuk sizin için nasıl bir anlam taşıyor?
Dillerarası yolculuk bir yanıyla müthiş bir zenginleşme
getiriyor ruhumuza, bir yanıyla da zor. Bir yazar için ken-
Müzik ve sinema başta olmak üzere sanatın farklı disiplinlerine duyduğunuz ilgi ve merak, yazın sürecinize etki ediyor; kelimelerin müziğinin olmasında, anlatımın sinematografik yanlarının belirginleşmesinde rol oynuyor mu?
Bence rol oynuyor. Yazarken hep görsel düşünüyorum,
bazen ilk olarak bir romanın “açılış sahnesi”ni ya da karakterlerinden birini görüyorum. Mesela gözümün önünde bir kadın canlanıyor. Kim bu kadın
diye kendi karakterimi merak ediyor, hikâyeyi
kovalamaya başlıyorum. Müziğin rolü ise apayrı... Sessizlikte yazamam, bunalırım. Muhakkak
müzik olmalı.
Edebi yönünüzle gündemde olsanız bile köşe yazarlığı da yapıyorsunuz. Köşe yazarlığı edebiyatçı kişiliğinizi, edebiyatçı kimliğiniz köşe yazarlığınızı yönlendiriyor mu?
Senelerdir, köşe yazarlığı yapıyorum. Bu benim
için kıymetli bir tecrübe, okurlarımla farklı bir zeminde buluşuyorum. Biz romancılar, bazen, kendi yarattığımız hayali sırça köşklerde yaşıyoruz. Çok yalnız
bir sanat romancılık, kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Gazetede yazınca, memlekette ve dünyada neler olduğunu takip
etmek gerekiyor. Bence köşe yazarlığı, belli bir dozu aşmamak kaydıyla romancılar için çok besleyici bir tecrübe.
Şemspare, edebiyatdışı ilk kitabınız değil. Köşe yazılarınızı toplama ihtiyacını doğuran duyguyu öğrenebilir miyiz?
Çok sık yapmasadam da belli aralıklarla edebiyatdışı yazılarımı kitaplaştırmayı seviyorum. Gazetelerde hızlıca okuyup geçtiğimiz yazıları bir kitap bütünlüğü içinde
okumak, sindirerek anlamak başka bir şey. Bu bir seçki,
yazıları belli temalar etrafında eliyorum, bazılarını yeniden şekillendiriyorum. Yazılar, bir kitap akışı içinde,
bambaşka bir ortamda okurla buluşuyor.
Kanaatimce, kitaplar da tıpkı insanlar gibi biraz da adlarıyla varolurlar. Şemspare, ilk etapta insanın zihninde
farklı çağrışımlar yapabilecek nitelikteki bir isim. Bu ismin sizdeki karşılığı nedir?
Şemspare, çok sevdiğim Osmanlıca bir kelime. Bir kenarda durup bizim onları takdir etmemizi, görmemizi bekleyen kelimeler var. Şemspare de onlardan biri. Güneş parçası demek. Bence, gönülden ve severek yazılan her kitap,
yapılan her iş, üretilen her sanat eseri güneş parçasıdır.
Hayatın tekdüzeliklerinin ve griliklerinin içinde ışıldar.
Farklı konulara değinen köşe yazılarını aynı kitapta toplamak zor kuşkusuz... Şemspare’de kıstasınız ne oldu?
Öne çıkardığım temalar var: Yaratıcılık, aşkın halleri, kadına yönelik şiddet ve toplumsal baskılar. Anlattığım konular hem yerel hem de evrensel; hem bugünün insanına
çok şey söylüyor hem de bir anlamda zamansızlık var. Yazıları seçerken uzun ömürlü olmasına, sadece elit bir kesimi değil, toplumun geniş kesimlerini ilgilendirmesine
gayret ediyorum. İstiyorum ki, kitaplarımın kapıları herkese açık olsun.
Yapım gErEğİ; az olana, azınlıkta olana,
zayıf olana, kenarda kalana, ezilenlere, sesi
duyulmayana, hakkı yenenlere yüreğim akıverir.
Oluşturduğunuz karakterler üzerinden farklılıkların,
“öteki”nin sentezini yaparken dünyaya, ülkeye, şehre bakış açınızda farklılıklar oluşuyor mu?
Yapım gereği böyleyim; az olana, azınlıkta olana, zayıf
olana, kenarda kalana, ezilenlere, sesi duyulmayana, hakkı yenenlere yüreğim akıverir. Kenarda, kıyıda kalmışlara
sayfalarımda yer veririm. Ötekileştirilenlerin
hikâyelerini anlatırım. Edebiyatın
bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Ama tepeden bir üslupla, öğretmenlik taslayarak değil.
AŞK’ta Mevlânâ ve Şems üzerinden
ilahi aşkı anlatmak, hele bunu bir roman içinde kurgulamak hayli meşakkatli bir iş olsa gerek... Yazım sürecinde zorlandığınız anlar oldu mu ?
Zorlanmaz olur muyum... İşin ilginç
yanı her kitapta zorlanıyoruz; seneler
geçip daha çok yazdıkça kolaylaşmıyor
roman yazmak. Her seferinde gene aynı zorluğu yaşıyoruz. Ama bilhassa hürmet ettiğim iki insan hakkında yazmak ayrı bir zorluk ve sınav oldu benim için. Bir yandan
hürmetle yazdım, bir yandan da ben “kahraman” yaratmaya inanmıyorum. Herkesi insan olarak ele almaktan
yanayım. Kimseyi putlaştırmamak, kahramanlaştırmamak; etten, kemikten ve yürekten müteşekkil insan olarak görmek önemliydi.
İSTASYON
19
SÖYLEŞİ
“Marifet iltifata tabidir” denir. Yaptığı işin takdir görmesi herkes için motivasyon oluşturur. Peki, ya eleştiriler?
Türkiye’de maalesef, “marifet kem söze tabidir.” Elit kesim içinde çok fazla kem söz üretiliyor, bunlardan hazzetmiyorum. Birbirimizi çok yıpratıyor, çok hırpalıyoruz.
Sadece edebiyat ve sanatta değil, her konuda bu böyle.
Yaratım SürEcİ
yalnızlık ve disiplin
istiyor, annelik ise
sürekli ilgi ve sevgi
göstermeyi talep
ediyor. Bir yanıyla çok
güzel, Bir yanıyla da
hayli meşakkatli...
Romanlarınızın yurtdışında da değerlendirmeye tabi tutuluyor. Edebiyat eleştirisinde Batı ile Doğu arasında bariz farklar yaşanıyor mu?
Hemen her toplumda klişeler, kalıplar var. Mesela Müslüman bir ülkeden gelen bir kadın yazarsınız, Müslüman kadınların sorunlarıyla ilgili kitap yazmanız bekleniyor. Yazarlara atfedilen bir kimlik politikası var, oysa ben bütün bu
hudutların ötesine geçen bir edebiyat ve sanat peşindeyim.
bence her anne ve her baba,
çocuklarının öğrencisi. okurlarımdan da
çok şey öğreniyorum.
Aşkta, sevgide özgürlük kavramının sizdeki yansıması nedir?
Bence, aşk ve özgürlük elele gider. Özgürlüğün olmadığı
yerde aşk yeşeremez ki. Baskıyla, birinin üzerinde denetim
kurarak ya da kıskançlık yaparak bir insanın bizi sevmesini
sağlayamayız. Aşk ancak özgürlüğün olduğu yerde var.
Dünyanın birçok ülkesi ve kentiyle turistten öte bir ilişki kuruyorsunuz. Kendinizi en çok nereye ait hissediyorsunuz?
Halka, halka... Bir ayağım İstanbul, bir ayağım dünya.
Mekânsızlığı da mekânlara ve şehirlere bağlılığı da seviyorum. Hem yerel hem evrensel olunabileceğine inanıyorum.
Aşkın dünü ve bugünü arasında temel farklar neler?
Evet, eskisi gibi yaşanmıyor aşk, farklılıklar var. Ancak
gene de bugün dahi çok büyük ve derin aşklar yaşanıyor.
Aşkın yok olduğu fikrine katılmıyorum. Yeter ki biz aşka
inanalım; toplum ve sistem olarak aşkı yasaklamayalım,
âşıkları mutsuz etmeyelim.
Bir söyleşinizde “Dünya aşkla yaratıldı. Arayışımızın,
yolculuğumuzun özü bu” diyorsunuz. Aşkla yaratılan
dünyanın her geçen gün öfkeyle, hırsla yok edilmesi yazar olarak sizi nasıl etkiliyor?
Öfkeyle, hırsla, savaşlarla, silahlarla yok ediyoruz içinde yaşadığımız dünyayı. İnsan bu anlamda çok ilginç bir
varlık; içinde şefkat, merhamet, muhabbet de var, nefret
ve husumet de. Hepimizin içinde var bu çelişkiler, önemli olan muhabbetin paydasını büyütebilmek, mümkün olduğunca, elden geldiğince.
Yaratım süreci yalnızlığı, iç dünya ile başbaşa kalmayı zorunlu kılar. Bu süreçte eşiniz ve çocuklarınızla olan ilişkinizi nasıl dengeliyorsunuz?
Yaratım süreci yalnızlık ve disiplin istiyor, annelik ise sürekli ilgi ve sevgi göstermeyi talep ediyor. Bir yanıyla çok
güzel, bir yanıyla da hayli meşakkatli... Bazen ikisini dengelemekte zorlanıyorum. Eminim çalışan binlerce kadın,
benzer zorlukları yaşıyordur. Eşimi dostlarımı ihmal ettiğim de oluyor. Yazarlık bencillik aslında...
Romanlarınızda ağırlıklı olarak Doğu kültürü ve felsefesini işliyorsunuz. Farklı dillerde yayınlandığında okurun bu
felsefeyi anlamakta zorlanacağını düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum, çünkü bence ayrıntılar, isimler değişse
bile, öz evrenseldir. Hikâye anlatma sanatı kadim ve ev-
20
İSTASYON
rensel bir sanat. Hikâyelere olan inancımız da öyle. Önemli olan o öze hitap ederek yazmak. Kendimizdeki öze...
Dünya hızla değişiyor. Türkiye de öyle... Bu kuşaklararası
geçiş sürecini etkileyen bir durum. Kitaplarınızsa bu çatışmadan bağımsız, her yaş grubu tarafından beğenilerek okunuyor. Bunu edebiyatınızın hangi özelliğine bağlıyorsunuz?
Genellikle, ülkemizde yeterince kitap okunmadığından
şikâyet ediyoruz, ama bizde çok iyi, kaliteli bir edebiyat okuru var. Onu görmek, hakkını verebilmek lazım... Özellikle kadın okurlar müthiş. Kadınlar bir romanı beğendiğinde
okuyup bir kenara kaldırmıyor, sevdikleri ve değer verdikleri
kişilerle de paylaşıyorlar. İmza günlerimde, bir bakıyorum,
bütün aile; mesela anneanne, anne, torunlar ve Almanya’daki kuzenler çıkıp gelmiş. Bazen üç kuşağı bir arada görüyorum. Açıkçası bunlar beni çok duygulandırıyor.
Malum, dijital dünya ve sosyal medya, bir süredir hayatımıza yeni bir biçim vermeye başladı. Sosyal medyayı nasıl
değerlendiriyor ve o mecrada nasıl yer alıyorsunuz?
Aktif olarak Twitter’da yer alıyorum. Mesajlarımı Türkçe
ve İngilizce yazıyorum. Dünyanın her yerinden takipçilerim bulunuyor. Titizlikle koruduğum ilkelerim var, mesela özel hayat üzerine yazmıyorum; filanca ile şurada yemek
yedim, burada alışveriş yaptım demiyorum. Fikirler, kitaplar, felsefe, sanat, politika üzerine, hayata dair yazmayı seviyorum. Bir de kimseye sataşmıyorum. Bana sataşanlara, ulu orta laflar yazanlara bile cevap vermiyorum. Belden
aşağı vurmak, dedikodu yapmak, küfürleşmek... Bunlardan maalesef sosyal medyada çok var. Bütün bunların dışında durmak istiyoruz, ben de okurlarım da.
Gerek yaptığınız yazılı söyleşilerde, gerekse kamera karşısında çok sakin bir kişi izlenimi yaratıyorsunuz. Öfkelendiğiniz, isyan etmek istediğiniz anlar olmuyor mu?
Olmaz mı, benim de öfkelendiğim, sinirlendiğim zamanlar oluyor. Bence yüzde yüz sukunet diye bir şey yok. En
sakin insanın hiddetlendiği, en öfkeli olanın yumuşadığı
anlar var. Mesele o öfkenin derecesini, dozunu azaltmak
için uğraşmak; tek yaptığım o.
Kadın, yazar, eş ve tabii anne... Her biri taşınması zor
kimlikler. Söz konusu kimlikler, iç dünyanızdaki yolculuklarda size nasıl yoldaşlık ediyor?
Her birinin kattığı nice güzellikler, zenginlikler var. İnsan
bunları zamanla daha iyi anlıyor. Elbette çelişkiler ve zorlandığımız anlar da oluyor. Bence her anne ve her baba
çocuklarının öğrencisi. Okurlarımdan da çok şey öğreniyorum. Kendimi hep öğrenci olarak görüyorum.
Kitabı yayınevinize teslim ettiğinizde ne hissediyorsunuz?
Boşluk, depresyon, panik... Kitabı verdikten sonra rahatlama, kutlama hissi olmuyor bende. Tam tersi, uzun zamandır beraber yaşadığım karakterlerden ayrılmışım gibi
hissediyorum. Kitabı editörüme teslim ettiğimde, içime
bir hüzün çöküyor, depresyona giriyorum.
Kurumların ürettiği sosyal sorumluluk projelerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Büyük ve başarılı kurumların ürettiği sosyal sorumluluk projelerini çok kıymetli buluyorum. Ne yazık ki, Türkiye’de buna
yeterince önem verilmiyor. Yeni yeni değeri anlaşılıyor. Örneğin geçen yıl, Türk Telekom’un görme engelli okurlar için
yürüttüğü sesli kütüphane projesini çok anlamlı buldum,
destekledim. Projeden başından beri haberdardım, ilk günden beri ilgileniyordum. AŞK’ın en çok dinlenen roman olduğunu öğrenmeden evvel de desteklediğimi, çok beğendiğimi ifade etmiştim. Bu tür projeleri yürekten destekliyorum.
Birçok eseriniz arasından AŞK’ın en çok okunmasını
neye bağlıyorsunuz?
Birden fazla unsura bağlıyorum aslında. Seneler içinde halka
halka genişleyen bir okur kesimim oldu. Oniki kitabım var,
bunlardan sekizi roman. Her romanda yeni okurlar katıldı
bu yolculuğa. AŞK’ın okurları ise çok özel. Konusu da öyle elbette. Hz. Mevlânâ ve Hz. Şems’in olması, o felsefenin bugüne taşınması, bunlar birçok insanı ilgilendiren sorular. Cevapları ise herkes kendisi buluyor. Ama sorularımız ortak.
İSTASYON
21
KARİYER
M
Kaliteli
yaşam için
destek
sanatı
Hayatınızda değişim için harekete geçmekte
zorlanıyorsanız belki de çözüm bir yaşam
koçuna başvurmaktır. Gündemimize yeni yeni
girmeye başlasa da yaşam koçluğu geleceğin
önemli mesleklerinden biri olmaya aday.
YAZI: PINAR DENİZER
22
İSTASYON
odern toplumun bireylerinin yaşadığı en büyük
sorun nedir sizce? Bu soruya verilecek yanıt
muhtelif… Gerek çevresindekilerin etkisiyle,
gerekse kendi iradesiyle çocukluktan itibaren
ilgili ilgisiz tüm alanlarda yeteneğini ve bilgisini sınayan
modern insan, yaşı erişkinliğe ulaştığında, o ana kadar
yaptıklarını ve bundan sonra yapmak istediklerini sorgulamaya başlar kimi zaman. İnsanın alışageldiği düzenini
bir kenara bırakıp başka bir bakış açısı ve anlayışla yoluna devam etmesi ise hayli zordur. Albert Einstein, yıllar
önce bambaşka bir kavram üzerinden, açık ve net biçimde açıklamış bu durumu aslında: “Önyargıları değiştirmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” Önyargılar kadar, o yaşa kadar edinilmiş değer yargılarını,
alışkanlıkları, hayat biçimini değiştirmek, güç ve cesaret
ister. Kişisel değişim ve dönüşümü kapsayan, benzetme
yerindeyse bireyin hayatında kırılma noktasını yaratan
bu süreçte, güç ve cesaret kadar önemli olan bir başka
noktaysa profesyonellerden alınacak destektir.
İşin içine profesyoneller girince akla ilk gelenler yaşam
koçları oluyor elbette. Yaşam koçları kendilerini kapana
kısılmış hisseden, dahası buradan bir çıkış yolu arayanların tutunacak en sağlam dalları belki de. Aslında koçluk,
özellikle de yaşam koçluğu, henüz yeni bir alan. Son on yıldır gündemimize girmiş olsa bile, yaşam koçluğu, temelleri 80’li yıllarda atılan bir meslek. Büyük şirketlerin önemli
pozisyonlardaki yöneticilerine performanslarını artırmaları için özel destek uygulamasına başlamasıyla birlikte bu
alandaki ilk adımların atıldığını savunanların sayısı hayli fazla. Günümüzde televizyon, gazete ya da dergiler başta
olmak üzere birçok yayın organı, yaşam koçlarından alınmış kimi zaman ilham veren, kimi zaman da yanlış anlaşılmalara yol açan tavsiyelerle dolu. Ancak öncelikle şunu
bilmekte fayda var; yaşam koçluğu, her şeyi bilen birinin,
danışanlarına ne yapacağını söylemesi ya da terapi uygularmışçasına onları dinlemesi demek değil. Danışanlarını
pohpohlaması, onların yerine karar alması hiç değil. Son
iki üç satır, akla bambaşka bir soruyu getiriyor: Peki, bunlar değilse, nedir yaşam koçluğu? Aslında yaşam koçluğunun pek çok tanımı var. Yaşam Koçu Murat Muzaffer ise
2004 yılından bu yana elde ettiği tecrübeden yola çıkarak
bu kavramı genel olarak “destek ilişkisi” olarak tanımlıyor.
Muzaffer’in “destek ilişkisi” olarak nitelendirdiği durumun uygulanış biçimine gelince… Danışanlar, yaşam
koçlarına iki noktada ihtiyaç duyuyorlar. Birincisinde
özel yaşamlarına yeni bir yön verebilmeyi hedefliyorlar,
ikinci grupta bulunanların amacı ise kariyerlerini daha
iyi bir noktaya taşımak. Yanlış anlaşılmaya yol açmamak
için söylemekte fayda var; yaşam koçluğunu geleneksel
danışmanlık ya da terapilerle karıştırmamak gerek. Zira
terapistlerin görev tanımlamaları içinde daha ziyade travmalar ya da krizler bulunurken, yaşam koçluğunun temelinde geleceğe yönelik hareket isteği yatıyor.
Yaşam koçları, bireylere hem profesyonel hem de gündelik yaşamlarında destek verdikleri gibi kurumlara da bu
alanda yardımcı oluyorlar. Yukarıdaki satırlarda kurumların kimi pozisyondaki yöneticilerinin daha iyi noktaya ge-
lebilmesi, motivasyonunda artış sağlanması adına attığı
adımların bu mesleğin doğmasını sağladığını belirtmiştik.
Günümüzde bazı kurumlar, bu uygulamayı devam ettiriyor.
DÖNÜŞÜMÜ BAŞLATAN BİR SAAT
Aslında her şey danışanla koçun yaptığı bir saatlik görüşmeyle başlıyor. İlk görüşmede danışan yaşam koçuna ihtiyaçlarını anlatıyor. Bazen danışanlar, neye ihtiyacı olduğunu bilemeseler bile, yaşam koçuyla birlikte yapılan
sonraki seanslar ve çalışmalar ihtiyacın, ihtiyaçların ortaya çıkartılmasına vesile oluyor. Danışan-koç seanslarında
sorma, dinleme gibi tekniklerle koç, danışanı için güvenli
bir alan yaratıyor. Danışan da bu alan içerisinde kendini
keşfedip, zihnindeki sorulara yanıtlar buluyor.
Murat Muzaffer, “İhtiyaçların bulunması, hedeflerin belirlemesi ve istenilen noktaya erişmenin süresi, kişiye göre
değişiklik gösterir” diyor. Bu süreç dört seans da sürebilir,
40 seans da. Hedeflerinden vazgeçen ya da hedefine ulaşsa bile devamlı bir yaşam koçuyla çalışmak isteyenler de var
muhakkak. Seansların sıklığı ise danışan ile koç arasındaki
iletişimle ve daha ziyade danışanın tercihleriyle belirleniyor.
Muzaffer, bunun nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Birine zorla koçluk yapamazsınız. Danışanın bunu kendisinin istemesi
bizim için son derece önemli. O nedenle de seans sıklığını danışanın belirlemesi, sürecin daha sağlıklı işlemesini sağlıyor.”
İnsanlar yaşam koçlarına hem kişisel hem de profesyonel hedeflerle başvurabilir. Ancak Murat Muzaffer’e göre
yaşam koçunun hepsini toplu olarak ele alması daha doğru. Bunun nedeni ise iş ve özel yaşamın birbirini etkilemesi ya da tetiklemesi. Öte yandan, destek isteyen kişinin gerçekten bir yaşam koçuna ihtiyacı olup olmadığını
anlamak da önemli. “Bazı durumlarda danışanın esas ihtiyacı olan şey psikolog ya da psikiyatristle çalışmak olabilir. Bu durumda yaşam koçu danışanını doğru yönlendirmelidir” diyor Murat Muzaffer.
Koçlukta dinleyebilmek önemli, ama zor bir aşama.
Ayrıca danışana uygun ve güçlü soruları sorabilmek de
Bireysel olarak
bir yaşam koçuna
başvurduğunuzda
yaşam planlama,
sağlık ve spor,
ilişkiler, eğitim,
kariyer değişikliği,
farklı kariyer
seçeneklerinin
araştırılması ve karar
verme gibi konularda
destek alabilirsiniz.
İSTASYON
23
KARİYER
KüçücüK yaşamları içine hapsolan
modERn İnsAnın, Kendi hayatlarına sahip
çıKan gERçEK bİREYlERE dönüşmesine
aracılıK eden bir mesleK yaşam Koçluğu.
sağlıklı ilerlemek açısından oldukça önem taşıyor. Bunun
yanı sıra bireyle küçük aktiviteler yapma, harekete geçebilmesi için yüreklendirme ya da aksine provoke etme yaşam koçluğunun kullandığı araçlar arasında.
KENDİNE AYNA TUTMAK
Yaşam koçlarının kapısını çalanlar çoğunlukla hayatını
değiştirmek, yaşamına farklı bir yön vermek ya da yenilik
isteyenler oluyor. Ancak değişim hiç kimse için sanıldığı
kadar kolay değil. Bunun nedeni, aslında ne kadar istiyormuş gibi görünseler de insanların değişmekten korkması.
Bu bir çelişki yaratıyor ve çoğunlukla kişi, içinde bulunduğu halin üstünü örtmeye ya da görmezden gelmeye çalışıyor. Bu durumda da sorunların odağına kendisini değil, karşısındakini koyuyor.
Yine de yaşadığımız hayatla ilgili bir şeyleri değiştirmek
için harekete geçmek şart ve destek almak bu aşamayı biraz daha kolaylaştırabiliyor. Bunun için de öncelikle kişinin
değişimin kendisinden başlayacağını kabul etmesi gerekiyor. Murat Muzaffer’in ifadeleriyle anlatmak istersek; “Kabul etmek çok önemli… Hayatımın sorumlusu benim, bunu
24
İSTASYON
kabul ediyorum. Başıma ne geldiyse
bunun içerisinde benim payım var
demek, harekete geçmenin en önemli aşaması” demeksizin bir değişim
yaşamak mümkün değil. Bundan
sonrasında ise destek aşaması gündeme geliyor. Desteğin en önemli yanı, danışanın, kişinin tek başına
yapamayacağı birtakım şeyleri yapmasını sağlamak, karar vermesini ya
da harekete geçmesini hızlandırmak.
Yaşam koçluğunu son yıllarda
bu kadar popüler kılan nedenlerden
biri insanların daha fazla değişim
istemesi ve bunun için desteğe ihtiyaç duyması. Öte yandan bireylerin kendilerine bakmak yerine karşısındakine bakmayı tercih etmesi
de yaşam koçluğunu tercih edilen
bir meslek haline getiriyor. Tabii bu
kadar talep görmesi ve sonrasında
birçok kişinin bu mesleğe yönelmesi işin kolay yapılabileceği algısına
neden oluyor. Kimin doğru, kimin
yanlış yaptığını ya da başarılı olduğunu ölçmek ise çok zor…
Tam da bu nedenle, danışanın
kendine en uygun yaşam koçunu
seçmesi önem kazanıyor. Peki, kişiler onları en iyi şekilde
anlayıp yeni bir hayatın kapılarını açmalarına vesile olacak yaşam koçlarını nasıl seçebilirler? Akılda bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, çok iyi sohbet
etmelerine rağmen danışanla yaşam koçu arasındaki ilişkinin arkadaşlık ilişkisi olmadığı... Bir yaşam koçu tercih
ederken kaç yıldır koçluk yaptığı, tecrübesi, uzman olduğu
konular, eğitiminin detayları, en yoğun çalıştığı konular,
koçlukla ilgili felsefesi, elde ettiği başarılar gibi detaylar
dikkatle incelenmeli. Bunun haricinde birlikte çalışılacak
koçun yaptığı işten zevk alması ve bu işi istemesi, ne yapmak istediği konusunda kendine dürüst olması da mühim. Uluslararası Koçlar Federasyonu’nun (ICF) yaşam
koçları için belirlediği bazı standartlar ve buna bağlı pek
çok eğitim var. Bir koç seçerken ICF’in tanıdığı eğitimleri alıp almadığını öğrenmek de faydalı olabilir. Yaşam koçuyla çalışmaya başlamadan önce danışanın kendini hazırlaması, gelecek için daha sağlam adımlar atmayı sağlar.
Danışanlar hazırlık sürecinde kendilerini olabildiğince
dinleyip objektif bir değerlendirme yapabilirler.
Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere yaşam koçları, modern dünyanın yarattığı rutinden kurtulmak, olaylara, insanlara ama öncelikle de kendine başka
bir göz ve bambaşka açıyla bakmak isteyenlerin tutundukları en önemli dal. İletişim araçlarını her geçen gün
biraz daha gelişip dünya küçük bir köy haline gelirken, giderek evlerindeki küçücük yaşamları içine hapsolan modern insanın, araştıran, sorgulayan, kendi hayatlarına sahip çıkan gerçek bireylere dönüşmesine aracılık eden bir
meslek yaşam koçluğu.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
TARİHTEN
TARİH BOYUNCA TÜRK KİMLİĞİ
YOLU YURT BİLDİLER ADLARIYLA YÜRÜDÜLER
Steplerin ötesini düşlemek
“... Dörtnala gelip Uzak Asya’dan,
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim...”
O
-Nâzım Hikmet
rta Asya steplerinde boy gösteren “Türkler”, tarih boyunca,
çoğu zaman gerek ekonomik, gerekse politik nedenlerle bozkırın ötesini düşlediler. Savaşçıları at sırtında fetih ve yağma
peşinde koşarken, siviller arabaları ve çadırlarıyla arkadan
geldi, dilleriyle birlikte örf ve adetlerini uzak diyarlara taşıdı. Akınlarla işgal ettikleri toprakların halklarıyla kaynaşıp onlardan öğrendiklerini heybelerine kattılar. Anayurttan dağarcıklarında getirdikleri
ata yadigârı değerleri ise yerel halklarla paylaştılar. Kimileri geldikleri toprakları daha erken dönemlerde yurt bildi, oralara yerleşti. Kimileri yolu memleket bildi, göçmeye devam etti. Bazen ateşle imtihan edildiler, bazen çılgın olarak nitelendirildiler. “Türk gibi kuvvetli”
dedi bazıları, güçlerinden dem vurdu. “Anneciğim Türkler!” diye feryat etti diğerleri, çocuklarını onlarla korkuttu. Ama bazıları da başka medeniyetlere karıştılar ve öyle istedikleri için onlardan oldular.
Türkler farklı zamanlarda, farklı mekânlara göçtüler, buralarda devletler hatta imparatorluklar kurdular, farklı dinlere bağlandılar, farklı isimlerle anıldılar. Günümüze dek taşıdıkları ortak noktaları ise konuştukları, yaşattıkları dil, Türkçeydi.
Göçerek, konarak, savaşarak, barışarak uçsuz bucaksız
bir coğrafyaya yayıldılar. Devletler kurdular, farklı dinlere
bağlandılar, farklı isimlerle anıldılar. Büyük bir medeniyet,
geniş bir dil bölgesi yarattılar. 2 bin yıllık yolculuğun
Orta Asya’dan Anadolu’ya değişen, değişmeyen kavramları...
26
İSTASYON
Diğer uluslar gibi çağlar ötesinden efsaneler, söylenceler ve destanlarla ses veren eski Türkler için, günümüz
Türkiye’sinde ya abartı tarihler yazılıyor ya da bunlar tamamen uydurma sayılıyor. Tarihçinin görevi bu anlatılara bir arkeolog bakışıyla yaklaşmak, ipuçları üzerinden iz
sürmektir. Ünlü tarihçi Zeki Velidî Togan, eski kültürlerin
“çeşitli versiyonları” olan destanların siyasi ve coğrafi yönleriyle, serinkanlı bir metotla incelemenin örneklerini ortaya koyar (Umumi Türk Tarihine Giriş).
Örneğin Ergenekon efsanesi, farklı kaynaklarda geçen
“seyyar” bir hikâyedir. Buradaki kabileler, düşmanları tarafından darlığa sokulduktan sonra bir bakıma demir ka-
pıları eriterek, dişi kurt Aşina önderliğinde özgürlüklerine
kavuşup tarih sahnesine çıkarlar. Bu öykü başka kültürlerden de transfer edilmiş olabilir. Bugün görülmekte olan bir
davanın ismine indirgenen Ergenekon, Türklerin ana yurdu olarak Tiyanşan-Altay civarına işaret eder. Aynı şekilde Oğuz Destanı da, Türklerin ana yurdunu Doğu ve Batı
Türkistan sahasında gösterir. Diğer yandan “Türklerin doğuş yeri neresidir?” sorusunun yanıtı konusunda farklı görüşler oluşmuştur. Bu, erken çağlarda, Türkleri oluşturan
topluluklar ve atalarının uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yayılmış olmalarının göz ardı edilmesinin, ana yurdu günümüzden bakarak belirleme çabalarının bir sonucudur.
İSTASYON
27
TARİHTEN
Türklerin tarihsel varlığını milattan önceki devirlere
taşıyan Çin kaynaklarında (Rong, Di), Herodot’ta (Yurcae), Mela’da (Turcae), İran, Süryani, Yahudi, Arap rivayetlerinde de değişik hikâyeler mevcut. Bunlardaki anlatılar yer yer tarihsel gerçeklerle örtüşse de, bütün milletlerin
kendi nesillerinden türemiş olduğuna dair önkabuller yüzünden, epey sorunlu sayılıyor. Yine, gerek daha batıda,
gerekse daha eski tarihlerde yaşamış topluluk veya kavimleri (Hunlar, Sakalar, Masagitler) “Türk” sayan tarihçiler
olduğu gibi, bunları “ön Türk” olarak adlandıranlar veya
Türk saymayanlar da bulunuyor.
Türklerle ilgili, dili takip ederek yapılacak bir “tarih”
araştırması ise, bizi biraz daha “modern” zamanlara, 6.
yüzyılda ilk Köktürk devletinin kuruluşuna götürüyor.
Türk adının tarihe ve taşa kazınması ise 8. yüzyılın ilk yarısında, Orhun Yazıtları ile gerçekleşiyor. Köktürk yazıtlarında geçen “Türk” kavramının etnik değil siyasi bir kimlik
olarak ortaya çıktığı, zengin ve edebî bir dil geliştirildiği,
“atalar kültü” dediğimiz eski gelenekleri de koruyan bir devamlılığın sürdürüldüğü görülür. Taşlara işlenen bu mesajlar, Türk kimliği üzerine ilk somut ipuçlarıdır. Orhun
Yazıtları’nın önemi, tarihte kendilerini “Türk” olarak tanımlayan büyük toplulukları tarih sahnesine çıkarmasıdır.
Türklerin Tarihine bakTığımızda ilk anda göze
çarpan özellik, külTürde devamlılığı sağlayan
unsurun, coğrafya ve inanç değil DİL OLMAsIDIR.
Kuzey Moğolistan’daki Orhun Vadisi’ne
8. yüzyılın ilk yarısında dikilen Tonyukuk
Yazıtı, “Türk” kelimesinin geçtiği ilk
metindi (solda). Kıpçak kadın heykeli,
Türkistan, 12. yüzyıl (üstte).
28
İSTASYON
Tarihte ve bugün “Türk” kavramı elbette sadece
Türkiye’de yaşayanlarla sınırlı değildir. Bu kavramın “kapsama alanı”nın genişliği, Türklerin tarih boyunca oldukça
hareketli olmalarıyla ilgili. Tarihi belirli bir bölgede (Çinliler veya Japonlar) veya belirli bir dinî kültür etrafında
(Yahudiler) şekillenmiş diğer pek çok halktan farklı olarak
Türkler, farklı bölgelerde yaşadılar, farklı din-kültür alanlarında varlıklarını sürdürdüler.
Kadim Türkler çoğunlukla, boylardan meydana gelen
çok merkezli siyasi yapılar içinde yaşıyor, geçinmek için
büyük oranda kırsal alanda göçebeliğe, pazarlarda elden
çıkarmak zorunda oldukları ürünlere ihtiyaç duyuyorlardı. Bu pazarlar, kimi zaman kendi bölgelerinin dışında kurulurdu, kimi zaman da insanlar, tuz göllerinin veya buna
benzer kaynakların yanında kurulan geçici pazarlarda buluşurlardı. Bu ticari süreç bazı toplum üyelerinin yerleşik
hayata geçmelerini sağladı. Bugün olduğu gibi geçmişte
de Uygurlar ve Kazan Tatarları tüccar ve öğretmen olarak
isim edinen Türklerdi.
Eski topraklardaki yerleşik geleneklere karşılık, yeni
kurallar, yeni topraklarda daha kolay oluşturulabilirdi. Bu
nedenle modernlik öncesi çağlarda Türklerin tarihinin bir
parçası, fetihler oldu. Türkçe konuşan halkları göçler ya da
fetihlerle yeni bölgelerde yaşatmak, makro düzeydeki yer
değiştirmelerle gerçekleşmiştir. Tüm bu değişimlerde yeni
isimler de doğdu. Türkler, yeni siyasi düzenler, yeni isimler edindiler. Ancak göçlere ve fetihlere katılmamış Türk
halkları da vardır. Rusya Federal Cumhuriyeti’ndeki Başkurdistan Başkurtları bunlardandır. Onlar ve Kırgızlar,
aynı zamanda bin yıldan uzun süre boyunca isimlerini koruyan ender halklardandır.
İsveçli Türkolog Lars Johanson, “Turcia” terimini
Türkçe konuşan halklar tarafından yurt edinilmiş tüm
bölgeleri birleştirmek amacıyla kullanmaktadır. Johanson, Turcia’nın bir devlet, ülke veya daha da büyük bir
kara kütlesi olmadığını söyler. Kelimeyi Bosna’dan Çin
Seddi’ne ve Orta İran’dan Kuzey Denizi’ne kadar uzanan
bir dil bölgesi olarak tanımlar: Batıda Türkiye, ortada Kuzey İran ve Transkafkasya, doğuda Hazar Denizi bölgesindeki Batı Türkistan ve son olarak Tanrı Dağları’nın ötesinde Doğu Türkistan diye bilinen bölgeler. Bu değişik
bölgelerde Türkler, tarih boyunca yeni din-kültür çevreleriyle karşılaştılar. Zerdüştlük, Manieizm, Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi farklı kültürel ve dinî
atmosferlere girdiler. Bu değişimler sırasında kendilerine
ve tarihe bakışları da değişti. Örneğin Budist olarak köklerini Budizmin geçmişine bağlamışken, Müslüman olarak Nuh’un oğlu Yafes’in soyundan geldiklerine inandılar. Modern çağla birlikte, bilimin temel araçları, Sinoloji,
Arapça, Farsça ve Türkçe filolojilerin ışığında, 6. ila 8. yüzyıllarda yaşamış Türklerle bağlarını keşfettiler. Çin kay-
naklarına göreyse ilk Türkler MÖ 200 ile MS 200 arasında bozkırlarda hüküm süren Xiongnu (Hun) soyundan
gelmekteydi. Bu yüzden De Guignes ve başka Fransız tarihçiler, 18. yüzyılda Türklerin, Tatarların ve Moğolların
tarihini bu başlangıca dayandırmışlardı. Türkiye’de de
Türk tarihi bu şekilde öğretilmektedir. Batılı bir Türkçe
konuştuklarını kabul ettiğimiz Oğuzlar, 11. yüzyılda yeni
bir devlet kurdular. Bu, Türkmenler ve Anadolu Türkleri tarafından bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir.
Devletin kurulmasından önce Oğuzlar, bugün Özbekistan ve Kazakistan’da Seyhun’un kuzey yakasında yaşıyorlardı. İslâm coğrafyasındaki ticaret rotalarında kurulan
diğer hanedanlar gibi bunlar da bir fetih hanedanıydı ve
kendilerine liderlerinin ismi olan Selçuklular adını verdiler ve batıya hareket ettiler. Selçuklu ismi, başlangıcı geleneksel olarak 1071 kabul edilen Türklerin Anadolu’ya
gelişini temsil etmektedir. Selçuklular kendilerine dünyevi hükümdar, yani sultan (iktidar sahibi demektir) sanını benimsediler ve ruhani alanı halifelere bıraktılar. Böylece devlet ve din arasında bir ayrım yaratmış oldular. Bu
bölgeler, sadece Türkçe konuşulan yerler olarak kalmayarak, Orta Asya’dan gelen pek çok yöntem ve alışkanlık da
benimsemişti. Bunların arasında pagan günlerden kalma
atalara saygı inançları, Budist günlerden kalma ruhun dönüşümü, Orta Asya’nın kültür kavşaklarını yadeden semazenler gibi ritüeller de vardı. Anadolu Türkleri ağırlıklı
olarak Müslüman olmuşlardı ama aralarında Şiiliğe yakın olanlar, Hanefi mezhebinden Sünniler bulunmaktaydı. Hanefilik, Orta Asya’da da en yaygın mezheptir. Alevilerse, yeni bir inanç sistemine geçilirken eski geleneklerin
sürdürülmesine iyi bir örnek teşkil etmektedirler. Anadolu topraklarında Göktürk ve Uygur ibareli bir belge bulunmuş değilken, Grek harfleriyle Türkçe mezar yazıtları vardır. Türklerin ve Türkçenin Anadolu’ya ne zaman geldiği
de belirli bir tarihe ve yüzyıla bağlanamaz. 1071 Malazgirt
muharebesini Türklerin Anadolu’ya göçlerinin ve buradaki egemenliklerinin başlangıcı saymanın, simgesel-ulusal
bir anlamı olsa da, tarihin böyle bir yargısı yoktur.
Malazgirt, bir bakıma elli yıl süren Türk akınlarının
son hesaplaşması sayıldığından, Anadolu’nun Türklere
açılışı da bu muharebeyle başlamış, Alparslan değil, kuzeni Kutalmış’ın soyu da Rumî (Anadolu) Selçuklu devletinin sultanları olmuşlardır. Anadolu Selçuklu sultanlarının İran ve Arap dil ve kültürlerine yakınlıklarına,
adlarını, Şehnâme’deki efsanevi Pers-Sasani şahlarından almalarına, fermanlarının Farsça yazılmasına, divanlarında Farsça konuşulmasına karşılık, Anadolu toplulukları arasında çoğunluğu oluşturan Oğuz boylarının
Türkçe lehçeleri, bölge bölge yaygın ve ortak dil olmuştur.
Anadolu’nun Türkiye’ye, ana dilin de Türkçeye dönüştüğü 11. yüzyıldan 14. yüzyıla üç asırlık bu süreçte bir yandan İslâm-Arap ve Fars, diğer yandan İstanbul merkezli
Roma-Bizans-Grek kültürleri ile içli dışlı yaşam ve diğer
yandan başta Ermeniler olmak üzere yerel topluluklarla
etkileşimler, Anadolu Türklüğünün harcında karılmıştır.
Giderek beylikten devlete dönüşen Osmanlı Devleti’nin,
İstanbul’un fethinden sonra benimsediği devlet yapısında ve yönetici kadrolarında değişmeler görülür… Bu de-
ÇİN KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER
‘Kapıdaki düşman’a dair eşsiz bilgiler
Ç
in kaynaklarında Türklerle ilgili
bahislerin geçtiği metinler farklılık
gösterir. En eski kaynaklar kemik,
taş, maden parçaları ve kaplumbağa
kabuğu gibi ilkel malzeme üzerine
yazılmıştır. Bu metinlerde Türklerin
ataları hakkında bilgiler veriliyorsa
da bunlara daha çok efsane ve
söylenti gözüyle bakılıyor. Sonraki
devirlerde tutulan tarihler ve
özellikle hanedan tarihleriyle
ansiklopedik bilgi içeren eserler,
Türklere dair eşsiz ipuçları barındırır.
Tarih kaynaklarında ağırlıklı
olarak Türklerle ilişkilere değinilir,
savaşlardan bahsedilir. “Kuzeydeki
veya Batıdaki düşman”ın gönderdiği
elçiler hakkında etraflı bilgi
bulunur. Hanedan tarihleri, Çin
hükümdarları ve onların aileleriyle
ilgili bilgiler içerse, devlet yönetimi konusuna
önem verilerek kaleme alınsa da, komşularla ilişkiler, devlet yönetimi, Türk
şehirleri, Türk boylarının gelenekleri, âdetleri, yaşayışları, yeme-içme kültürleri
ve gündelik hayatlarıyla ilgili pek çok bilgi içerirler. 9. yüzyıla kadar Türkler
hakkında bugün elimizde olan önemli bilgilerin bir kısmı Çin kaynaklarından
sağlansa da, bu eserlerin de sorunlu yönleri bulunuyor. Kimi mekân ve kişi
adlarında karışıklıklar, bazı tarihlemelerdeki yanlışlıklar bunlardandır. Ayrıca
bazen bizde Çin kaynaklarının olaylar karşısında tarafsızlığını yitirdiği izlenimi
uyansa da, onların bu kayıtları kendi siyasetlerine yön vermek için tutmuş
olduklarını göz ardı etmemek gerekir. Çin kaynakları, Orhun Yazıtları’nın yakın
geçmişte okunabilmesinin ardından daha anlaşılır hale gelmiş, Türk kavimleri ile
ilgili pek çok unvan, yer ve devlet adamı ismi bu sayede tespit edilebilmiştir.
Türklerden de bahseden
Eski T’ang Tarihi’nde, Tujue (Türk) bölümünün
ilk sayfası (en üstte), Xinjiang’daki mağara
resimlerinde bir Uygur çifti, 11.-12. yüzyıl (üstte).
İSTASYON
29
TARİHTEN
OsMANLILARIN İLGİ ALANI dıŞında kalan Türk
dünyası, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinden
iTibaren farklı bir önem kazanmaya baŞladı.
Hüseyin İstanbulî’nin resimlendirdiği
şecereler içeren Subhatu’l-Ahbâr (Haberler
Tespihi) adlı yazma kaynakta Türkleri,
Peygamber Nuh’un oğlu Yafes’e (solda)
bağlayan soyağacı, 17. yüzyıl.
30
İSTASYON
ğişikliklerin bir sonucu olarak, Türklerin devlet hizmetlerindeki yerlerini, dönme ve devşirmeler almıştır.
İlk veziriazamı Çandarlı Halil Paşa’yı idam ettirip yerine Rum ya da Hırvat kökenli Mahmud Paşa’yı atayan
Fatih’in, öldüğü sıradaki veziriazamı Karamanî Mehmed
Paşa’yı da ayaklanan yeniçeriler öldürmüşlerdi. İ. Hami
Danişmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde şöyle
yazar: “Çandarlı’nın işbaşından atılması demek, Osmanlı Devleti’nde Türk unsurunun yerine dönmeler ve devşirmeler zümresinin kat’i olarak işbaşına gelmesi demektir… Bu dönme ve devşirme vezirlerin bilhassa Anadolu
seferlerinde Türk halkına karşı irtikâp ettikleri zulümlerle cinayetler hakkında Osmanlı menbalarında birçok malumat ve tafsilat vardır.” Bu durum, “Türkler” aleyhine sürüp gidecek bir olgunun başlangıcı gösterilir. Müslüman
olmuş ve Türkleşmiş Hırvat, Arnavut, Sırp, Ulah, Rum
paşalar arasında Türk paşalara ender rastlanacağı, dahası
Selçuklu devrinden 250 yıl sonra, Türklerin “etrâk taifesi” adıyla horlanacağı bir dönem başlar. Fatih’ten sonraki padişahlarla yöneticilerin özellikle Anadolu Türklerine
olumsuz bakışı sürer.
1876 Kanun-ı Esasî’sinde halk, din, mezhep, efrat,
Osmanlılar, cemaat-i muhtelife kavramlarının geçmesine karşılık Türkiye, Türk milleti geçmez. Buna karşın 18.
maddede, Osmanlı uyruklarının devlet hizmetinde görev almaları için “devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçeyi”
bilmeleri; 57. maddede, Ayan ve Mebusan meclislerinde
görüşmelerin “lisân-ı Türkî üzere cereyan edeceği” öngörülmüştür.
Osmanlıların ilgi alanı dışında kalan Türk dünyası, 19.
yüzyılın son çeyreğinden itibaren farklı bir önem kazanmaya başladı. Buna önayak olan gelişme Osmanlı aydınlarının Batılı Türkologların eserleriyle tanışması ve buna
koşut olarak yeşermeye başlayan “ulusçuluk” akımı oldu.
Bu dönemde yayınlanan Şemsettin Sami’nin Kamus-ı
Türkî ve Mehmet Emin’in (Yurdakul) Türkçe Şiirler eserleri, oluşum sürecindeki yeni bir kimliğin ilk işaretleridir.
Léon Cahun’ün La bannière bleue’sünün Necip Asım (Yazıksız) tarafından Gök Sancak adıyla tercüme edilmesi,
II. Abdülhamit’in Ertuğrul Alayı, Ertuğrul Şenlikleri’yle
Osmanlıların ilk devirlerindeki “Türk” kimliğine vurgu
yapılması, II. Meşrutiyet’le birlikte, İran, Arap ve Bizans
kültürleriyle sulandırılmış Türk ulusal kültürüne romantik bir dönüşün haberini veren ilk gelişmeler oldu. Başta Ziya Gökalp olmak üzere, Ömer Seyfettin, Halide Edip
gibi dönemin birçok aydın ve düşünürü de, giderek büzülen Osmanlı toprakları ve çoklu kimlikler karşısında daha
homojen ve tarihî kökenini Turan’da arayan kimlik arayışlarına girdiler. 1. Dünya Savaşı yılllarında Osmanlılık
hâlâ baskın bir kimlik olmasına rağmen, özellikle Mehmet Fuat’ın (Köprülü) “Osmanlı Devleti’ni kuran sünnî
Türklerdir” diye özetlenebilecek yaklaşımı, çok sonraları “Türk-İslâm sentezi” şeklinde adlandırılacak olan yeni
bir kimliğin habercisi oldu. Aynı yıllarda Hurafattan Hakikate adlı eserini yayınlayan Mehmet Şemsettin (Günaltay), benzer şekilde tarihî Türk kimliğine sünnîlik sınırları içinde sahip çıkmaktaydı. O dönem yine aydınlar
arasında, “Timur’un aslında o kadar da kötü olmadığı”,
Bayezid’le olan mücadelesinin bir “kardeş kavgası” gibi
algılanmaya başladığı konuşulmaya başlanmıştı. Buna
karşın “Türklük” konusunda Timur’dan hiç de aşağı kalmayacak, hatta kültürel anlamda çok daha “Türk” olan,
şiî Şah İsmail’den bahis yoktu. 1923’te Maziden Atiye adlı
eserini yayınlayan Mehmet Şemsettin, Orta Asya coğrafya ve ikliminin yoğurduğu “Türk”ün, sünnî İslâm’ı bedensel ve zihinsel olarak Araplardan çok daha iyi taşıyabildiğini ileri sürdü.
Bununla birlikte Cumhuriyet, ilk yıllarında “yeni
Türk kimliği” konusuna oldukça mesafeli yaklaşmaktaydı. Hatta 1928’de Yusuf Akçura’nın Türk Yılı adı altında her yıl yayınlanacak ve tüm Türk dünyasındaki gelişmeleri aktaracak bir almanak önerisi, Mustafa Kemal
tarafından olumlu karşılanmadı. Türk kimliğinin devlet tarafından resmî anlamda benimsenmesi, 1929 dünya
ekonomik krizinin Türkiye’yi de vurması ve Serbest Fırka
deneyiminin iflas etmesi sonrasında gerçekleşti. O tarihe
kadar “milliyetçi” olmaktan ziyade modernleşmeci olan
Cumhuriyet yönetimi, önce 1931’de Türk Dil Kurumu’nu,
ardından 1932’de Türk Tarih Kurumu’nu tesis etti. Meşhur “Güneş Dil Teorisi” ve “Türk Tarih Tezi”ne kadar savrulacak olan bu süreç, dolaylı da olsa, Türklerin Müslüman olmadan önce de önemli medeniyetler kurduklarına
vurgu yapıyor, Avrupalıların Hıristiyanlık öncesi köklerini keşfederek oluşturdukları yeni kültürü çağrıştırabilecek, bir tür “Türk Rönesansı”nı başlatıyordu.
ARAP KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER
Onların tek ayıbı, vatan sevgileri
O
rta Asya’daki Türklerden bahseden en eski Arapça kaynaklar, hadis kitaplarıdır.
İbn Fadlan’ın 922’de kaleme aldığı El-Rihla adlı eserlerinde, Muhammed Hassul,
Mesudi gibi düşünürlerin kitaplarında Türklerle ilgili pasajlar vardır. Mesudi’nin
Acaibü’d-Dünya eserinde Türkler, Uygurlar ve Hazar-Şaş ülkelerinde yaşayanlardan ayrı
gösterilir… İslâm kültürünün altın çağında yaşamış ünlü Arap düşünürü Câhiz, 9. yüzyıl
başlarında Manakib-i Cund el-Hilâfa ve Faza’il el-Etrâk adlı kitabını, türlü kaynaklardan
ve bilenlerden derlemiş, Türklerin cesaretlerini, becerilerini, çevikliklerini, törelerini,
erdemlerini yazmış… Söz gelişi, Türk ancak korkulması gerekenden korkarmış. Ümit
edilmeyecek şeye karşı ümit beslemez, iyi bildiğini tam ve
sağlam yaparmış, içi dışı gibiymiş. Yaltaklanma, yaldızlı
sözler, münafıklık, kovuculuk, yerme, riyâ, kibir bilmezmiş.
Türklerin tek ayıbı ve başkalarını kendilerinden soğutan,
vatanlarına karşı sonsuz sevgileriymiş. Arapça satır altı Türkçe
çevirili nadir yazma Kitâb-ı Ahvâl-i Ekalim-i Seb’a’daki hadis
ve bilgiler de ilginçtir: Ebu Hüreyre’den Ebu Sâlih aktarmış:
“Resulullah buyurdu: Kıyamet kopmaz. Tâ ki Müslümanlar
Türklerle boğazlaşalar. Türk bir kavimdir ki yüzleri kalkan
gibidir, gözleri küçük, burunları değirmidir, şîr-gîrdirler
(aslan kovalayıcılar). Beni Haşim sultanının (Abbasi Halifesi)
helâki Türklerin elinde; İslâma mensup olan Türklerin helâki
Hz. Muhammed’in
de kefere Türklerin elindedir.” Bir dünya tarih ve coğrafyası
Türklerle ilgili
olan Kitab-ı Ahvâl-i Ekalim-i Seb’a’da Türklerin vatanı da
bir hadisinin bulunduğu
ve kıyamet öncesinde
tanımlanmıştır: “Bu fasıl cerire deryası beyânındadır. O,
Türklerle
ilgili olayların
Türkler deryasıdır. Bu bahr sol cihettedir. Cürcan’ın şarkında
anlatıldığı
yazma eser,
dahi Taberistan’ın, Bahr-i Hazer’in şimalinde ve Ellan’ın
Kitab-ı Ahvâl-i Akalim-i
garbinde. Kayak dağlarının cenubu üzerinde…”dir.
Seb’a, 13. yüzyıl.
AVRUPA KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER
1600 yıllık aşk-nefret ilişkisi
B
12. yüzyıl sonuna
ait Büyük Selçuklu
keramiği (ortada),
kufi harflerle
Besmele yazılı oyma
sedir panel, Doğu
İran’da bir anıt mezar
ya da minberin
parçasıydı, 1109.
atılılar arasında Türklerden hınçla olduğu kadar, sempatiyle bahsedenler de
çoktur. Türk korkusu ve Müslüman kimliği, ‘ötekileştirme’nin başlıca nedenidir.
Türklerle Avrupalıların tanışmaları 1600 yıl öncesine dayanır. İlk karşılaşma,
Kavimler Göçü ve Roma İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde, önce Alanların,
sonra Batı Hunlarının Tuna’yı geçip, Alpleri aşan korkutucu istilalarıyla 5. yüzyılda
gerçekleşir. Alpleri kateden Hun Hakanı Attila’ya “Tanrı’nın Kamçısı” sanını yakıştıran
Romalılardır. İkinci büyük karşılaşma, bundan tam 700 yıl sonra Anadolu ve
Ortadoğu’da, Haçlı seferleri sırasındadır. Tarihin tanık olduğu en uzun süreli dinler
mücadelesi olan Haçlı Seferleri boyunca Hıristiyanlığa karşı İslâm’ı savunanlar,
Selçuk, Artuk, Sökmen, Mengücük, Danişmend Türkleri olmuştur. Sonraki yüzyıllarda
savaşlar, diplomasi, ticari ilişkiler, seyahatler Türklerle Avrupalıların temaslarını
sürekli kılmış, karşılıklı gözlemler, izlenimler, yorumlar seyahatname, hatırat,
sefaretname kitaplarında yer almıştır. Batılı gezginlerin seyahatnamelerinde
Türklere ilişkin lehte ve aleyhte açıklamalar çoktur. Avrupa ve Hıristiyan âlemi için
kırılma noktası “İstanbul’un düşüşü”dür… İstanbul’un fethiyle beraber başlayan
süreç, Kanunî döneminde Viyana önlerine doğru gelişince, Avrupa’daki Türk
korkusu daha somut bir hal alır. Günümüze kadar önemli izler bırakan Türkofobi ve
İslâmafobi’nin Avrupa’da kök salması da esas olarak bu döneme rastlar.
İSTASYON
31
YEME-İÇME
Sofrada onlara da yer açın
Ramazan’ın
tatlı telaşı
n Lokma: Ege’de yaygın olarak tüketilen, özellikle de
İzmirlilerin vazgeçilmezi lokma, sadece Ramazan’la değil,
düğünlerden kutlamalara, hayır işlerine kadar pek çok gelenekle
özdeşleşen, en “sosyal tatlı”lardan biri. Un, maya, tuz ve şekerle
hazırlanan hamurun, sıvı yağda kızartılmasıyla hazırlanan küçük
hamur topları, şerbetle tatlandırılarak servis yapılır.
n TeL kadayıf: Arapça kadife kelimesinin çoğulu olan
kadayıf, un ve su karışımından elde edilen hamurun ince teller
haline getirilmesiyle elde edilir. Tıpkı baklava gibi arasına
ceviz ya da fındık konularak fırında kızartılır ve sıcakken
üzerine dökülen şerbette bekletilir. Püf noktası tellerin
inceliğinde… Ne kadar ince olurlarsa şerbeti o kadar iyi
emer ve bir o kadar iyi kızarır. Adına layık kadifemsi bir tada
kavuşur. Güneydoğu Anadolu’da ve Arap ülkelerinde yaygın
olarak içine tuzsuz peynir konulur ve künefe adını alır.
Eski Ramazan’ları aratmayan bir gelenek
varsa, o da iftar sofralarını şenlendiren,
vazgeçilmez Ramazan tatlıları. Güllaçtan
baklavaya bu lezzetler, yüzyıllar geçse
de, âdetler yok olsa da hiç değişmiyor,
değiştirilmiyor.
n Kireçte KabaK tatlısı: İftar sofrasını hafif ve değişik
bir tatlıyla şenlendirmek için kireç kaymağında bekletilerek
yapılan, Hatay yöresine özgü bu kabak tatlısı en ideal seçenek.
Suyla karıştırılan sönmemiş kirecin, çökelti haline geldikten
sonra üzerinde kalan su tabakasına kireç kaymağı denir.
Kabak dilimleri bu suda birkaç saat bekletildikten sonra, bol
su ile yıkanır. Şeker ve limon suyuyla pişirilir. Kireç sayesinde
sert ve şeffaf bir dokuya kavuşan kabak dilimleri tercihe göre
tahin ya da kaymak ve ceviz içiyle servis edilir.
YAZI: BURCU SEVER
S
RAMAZAN’IN GÜLÜ
“Ramazan’ın Gülü” lakaplı güllaç, şerbetli tatlılardan daha
hafif, yapımı kolay ve de malzemelerinin ucuz olması nedeniyle iftar sofralarının gözdesi. Osmanlı mutfağının en eski
tatlılarından biri olan güllacın ismine 15’inci yüzyıla ait kayıtlarda rastlamak mümkün. 15’inci yüzyıl ortalarına kadar,
Ramazan
sofralarının ayrılmaz
bir parçası güllaç.
Öyle ki, tüketiminin
yüzde 90’ı bu ay
içinde yapılıyor.
32
İSTASYON
Osmanlı’da havayla temas ettiğinde kuruyan, mısır nişastasından yapılan yufka yaprakları süt ve şekerle ıslatılıp yenirmiş. Zamanla içine daha ferahlatıcı bir tat katmak için gül
suyu da eklenince tatlı şimdiki ismini (güllü aş / güllaç) almış. Güllacı ilginç kılan özelliği, tüketiminin yaklaşık yüzde
90’ının sadece bir ayda yapılması… Ramazan ayıyla özdeşleşen tatlı, bu özelliğiyle literatüre “güllaç gibi sadece Ramazanda hatırlanmak” deyimini de kazandırmıştır.
Şekerle kaynatılıp ılıtılan sütün, beyaz yapraklar üzerine teker teker dökülmesi ve orta katına ceviz, badem, fındık gibi yemişler yerleştirilmesiyle yapılan bu basit tatlı, bir
Osmanlı geleneği olarak gül suyu ve nar taneleriyle süslenir. Bu yaygın tarifin dışında daha az bilinen sarma ve börek çeşitleri de mevcut. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde
yapılan sarma için, güllaç yaprakları sütle ıslatılıp yumuşatılarak arasına ceviz konduktan sonra ayçiçeği yağında kızartılır. Üzerine şekerli şerbet dökülerek servis edilir. Bazı
bölgelerde yine kızartılarak börek gibi de tüketilir.
İşin uzmanları iyi bir güllaç yaprağının ışığı geçirecek
kadar ince, parlak ve beyaz olması, kıvrıldığında esnemeyip “çıt diye” kırılması gerektiğini söylüyor. İçerdiği protein, B ve E vitaminleriyle zengin bir besin kaynağı olan
güllaç, oruç tutanların düşen kan şekeri seviyesini yavaşça dengelediği için en sağlıklı iftar tatlısı kabul ediliyor.
BAKLAVA ALAYI
Ü ST T E VE SAĞ DA : MU R AT YI LM AZ
amsunluysanız ya da Ramazan ayında Samsun’da
bulunduysanız, “atom” kelimesi zihninizde gerçek
anlamından çok daha farklı ve de tatlı bir çağrışım
yapar. Beze olarak bilinen, yumurta akı ve şekerle
yapılan minik atıştırmalıkların, birkaç katı büyüklüğündeki tatlının ismidir atom. Kutsal ayın lezzet temsilcisi olarak
Samsun atomu, Ramazan başlar başlamaz iftar öncesinde
sokak simitçilerinin tezgâhlarında ve fırınlarda pidelerin yanında geniş yer bulur kendine. Ramazan’la özdeşleşen tek
yöresel lezzet atom değil elbette. Rize’de kara üzümle yapılan bir tür muhallebi olan pepeçura -Giresun’da samaksa
olarak bilinir- ve Sivas’a özgü, her Ramazan eş dost bir araya gelip yapılan, oldukça zahmetli olmasına karşın keyifli bir
sosyal ortam da yaratan tel helva, en meşhurlarından. Yöresel çeşitlilik gösteren tatlılar bir yana her iftar sofrasının vazgeçilmezi; şerbetli tatlılar ve de güllaç elbette...
Geçen yıl Topkapı Sarayı’nda eski bir Osmanlı geleneği yeniden canlandırıldı. Tepsi tepsi baklavalar masalara dizilerek sırayla servis edildi. Yeniçeri Ocağı’na tatlı ikramı geleneği olan bu seremoninin adı Baklava Alayı. Osmanlı’da her
yıl Ramazan ayının 15’inde padişah iltifat olarak yeniçerilere sini sini baklava sunarmış. Her on asker için bir sini baklava hazırlanır ve saray mutfağı önünde dizilirmiş. Silahtar
Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi aldıktan sonra, ikişer asker, nizami olarak diğerlerini yüklenirmiş. Amirlerinin öncülüğünde baklavaları saraydan kışlaya taşıyan askerler, tek sıra halinde yürürken İstanbul
ahalisi de onları seyreder, selamlarmış. Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılmasıyla bu tören son bulsa da, Ramazan’da tepsi
tepsi baklava yapma geleneği halen sürüyor.
Bazı kaynaklar baklavanın Şam’dan Türkiye’ye getirildiğini yazsa da, bu lezzetli tatlının kökeni tam olarak bilinmiyor. Ama en iyisinin adresi herkesin malumu; Gaziantep… Antep baklavası yiyenler bilir; kaliteli bir baklavada
olması gerektiği gibi altın sarısı renktedir, parlak ve de
incecik katmanları ısırdığınızda sadece fıstık ve tereyağı kokusu alırsınız. Baklavanın içeriğini genellikle coğrafi koşullar belirler. Antep’te fıstık, Karadeniz’de fındık, İç
Anadolu’da ceviz, Ege’de badem ve Trakya’daysa susam
kullanılır. Nasıl yenmesi gerektiğine gelince... Çatal bıçağı bir kenara koyup, elinizle aldığınız baklava dilimini ters
çevirip, alt kısmı damağınıza gelecek şekilde tek lokmada
yemeye çalışın. Bu şekilde tabanda biriken şurup üst kısma
akarak dengeli bir tat sağlar. Eğer baklava genzinizi yakıyor ve su içme ihtiyacı hissettiriyorsa ikinci dilimi yemenize
gerek yok. Çünkü iyi bir baklava asla susatmaz.
Ramazan ayında ve bayramında tatlı yemek dini bir gelenek olduğu kadar sağlık için gerekli. Hz. Muhammed’in
bayram namazını kıldıktan sonra hurma yeme âdetinin
sünnet olarak kabul edilmesi, bayramda tatlı ikram etme
geleneğini doğurmuş. Aynı zamanda bir ay boyunca ağır
bir diyet misali beslenerek yapılan ibadetin neden olduğu enerji kaybı, şekerli gıdalarla takviye ediliyor. Sadece
bu neden bile iftar masalarında tatlının vazgeçilmezliğini
sağlamaya yeterli aslında.
İSTASYON
33
SPOR
Pusulanı ve haritanı kap:
İster doğada ister kapalı alanda,
harita ve pusula yardımıyla yapılan
ve 20’nci yüzyılın başından beri
popüler bir spor olarak kendine yer
bulan oryantiring, katılımcıların hem
sosyalleşmesine hem de sağlıklı
yaşamalarına katkıda bulunuyor.
ÇİFT SA Y FA FOTOĞ RA FI: DOn B A Y l eY /G eTTY Im A G eS TuRkeY ;
Al TTA SA Ğ DA : m A Rk nOlA n/G eTTY Im A G eS TuR keY
Şimdi oryantiring
zamanı
H
azır, başla… İşte bu komutu duyduktan sonra, diğer yarışçılarla birlikte yola koyuluyorsunuz. Elinizde, üzerinde çeşitli işaretler bulunan detaylı bir
harita, bir de pusula oluyor. Ağaçlar arasında, patikalarda haritayı takip ederek ilerliyor, bir yandan pusulayla yolu bulmaya çalışırken, diğer yandan çalılardan sakınıyorsunuz. Her yeriniz çamur içinde. Amacınız belli:
Haritada belirlenen kontrol noktalarına sırasıyla uğrayarak en kısa sürede yarışı tamamlamak. Zorlu bir hazine avı
oyununu andıran bu profesyonel sporun adı oryantiring.
Sporun mottosu da belli: Nereye gittiğiniz, heyecanın sadece bir parçası; önemli olan oraya nasıl vardığınız.
Temelde, “koşarak hedef bulma” olarak tanımlanabilecek oryantiring, Türkiye için oldukça yeni bir spor. Dünyadaki tarihiyse 19’uncu yüzyıla kadar dayanır ve bu dönemlerde, İskandinavya’da askeri eğitim ve etkinlik olarak
ortaya çıktığı bilinir. Oryantiring terimi, gerçek anlamına
ilk kez 1886’da kavuşur ve terimin, harita yardımıyla bilinmeyen arazilerden geçmeyi ifade ettiğine karar kılınır. Her
ne kadar askeri müsabaka olarak doğsa da, halka açık ilk
oryantiring yarışı 1897’de, Norveç’te düzenlenir. İlk resmi
müsabaka içinse 21 yıl beklenmesi gerekir; İsveç’te, 1918’de
Albay Ernst Killander’in düzenlediği müsabaka, modern
oryantiringin temeli olarak tarihe geçer. Teknolojinin hızla ilerlemesi, her şeyi olduğu gibi bu sporu da etkiler. Örneğin 1930’larda daha hızlı ve kesin verilerle donatılmış yeni
bir pusula, oryantiringin yaygınlaşmasına vesile olur. Zamanla tüm dünyaya yayılan spor, 1961 yılında uluslararası federasyona kavuşur. İlk etapta 10 ülkeyle kurulan “Internatioanal Orienteering Federation (IOF) / Uluslararası
Oryantiring Federasyonu”na bugün, içlerinde Türkiye’nin
de bulunduğu 73 ülke tam üye.
Dünyada hâl böyleyken, oryantiringin ülkemizdeki tarihi, doğuşundan neredeyse yüz yıl sonra olur. Önceleri sadece silahlı kuvvetlere bağlı kurumlar ve bazı
kamu kuruluşları bünyesinde yapılan spor, zamanla halk tarafından daha fazla ilgi çeker. Böylece 1999’da
İstanbul ve Ankara’da oryantiring grupları ortaya çıkar.
YAZI: PINAR DENİZER
34
İSTASYON
İSTASYON
35
SPOR
2001 yılında resmi örgütlenme için harekete geçen sporcular, 2002’de Dağcılık Federasyonu’na bağlı Oryantiring Asbaşkanlığı’nın kurulmasına önayak olur. 19 Haziran 2006’da Oryantiring Federasyonu’na bağlanır, Mart
2007’de ise özerkliğine kavuşur.
Uluslararası Oryantiring Federasyonu (IOF) bu sporu koşu, kayak, bisiklet ve patika oryantiringi olmak üzere
dört farklı branşta tanımlar. Gece ya da gündüz yapılabilen
koşu oryantiringi, bedensel ve zihinsel dayanıklılık gerektirir. Yarışlar kısa, orta, uzun mesafe ve bayrak olmak üzere dört kategoride yapılır. Kayak oryantiringinde koşuya ek
olarak iyi bir kayak sporcusu olmak gerekir. Dağ bisikletiyle yapılan oryantiringde bisiklete hâkimiyet kadar, hızlı karar verebilmek de önemlidir. Patika oryantiringi ise hareket kabiliyeti sınırlı olan engellilerin de bu sporda başarılı
olabileceğini göstermeyi amaçlar. Patika oryantiringine tekerlekli sandalye ya da değnek kullanabilen veyahut başka
birisinin yardımıyla yürüyebilen herkes katılabilir.
HER SPORDA OLDUĞU GİBİ ORYANTİRİNGİN DE KENDİNE
GÖRE RİSKLERİ VAR. ÖRNEĞİN ARAZİDE KAYBOLMAK,
YENİ BAşLAYANLAR İçİN BİR GELENEK...
DOĞAYLA İÇ İÇE
36
İSTASYON
DOĞRU VE HIZLI KARAR VEREBİLME
Oryantiring, kişiye doğayla, rakipleriyle ve en önemlisi de kendisiyle mücadele edebilme şansı tanıyan, bunu
yaparken sağlıklı yaşama katkı sağlayan bir spor. Ancak
onu sağlıklı yaşamı ön planda tutan diğer sporlardan ayıran, dolayısıyla da daha özel kılan temel unsur, spor yetenekleriyle fiziksel aktiviteleri birleştirmesi… Oryantiring doğru ve çabuk karar verme yetisiyle hızlı düşünme
ve yön duygusunu geliştirir. Kendine güven duygusunun
yanı sıra üç boyutlu algılama yeteneğini artırır. Ayrıca vücudu çalıştırarak kalp sağlığını korur, kanser, böbrek hastalıkları ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları önler.
Diyabet ve kilo kontrolüne destek olur. Arazide yapılan
bir spor olduğu için kasları ve dengeyi güçlendirerek yaşlanmayı geciktirir. Hedef arama özelliği beyni çalıştırır ve
bu sayede alzheimer gibi hastalıkları önler. Oldukça sosyal bir spor olan oryantiring, düzenli fiziksel
aktiviteyi de destekler. Her yaştan sporcu tarafından yapılabilmesi sayesinde aile ya da iş
ilişkilerine olumlu katkılar sağlar.
Her sporda olduğu gibi oryantiringin de
kendine göre riskleri var. Örneğin arazide kaybolmak yeni başlayanlar için bir gelenek olarak görülür. Ancak, mevzu oryantiring olduğunda kaybolmak endişe verici bir durum
olarak algılanmaz, aksine sporcunun sonraki yarışlar için çok önemli bir deneyim kazandığına kanaat getirilir. Kaybolan bir sporcunun yapması gereken ilk şey bildiği en yakın
noktaya dönmektir. Toplu halde yapılan yarışlarda kaybolan sporcu diğer sporculara yerini sorarak yarışmaya devam edebilir.
Bunların yanı sıra düşmelere bağlı yaralanmalar, kas zorlanmaları, çalıların yol açtığı
kesikler ya da güneşin neden olduğu yanıklar her sporda olduğu gibi oryantiringde de
sporcuları etkileyebilir.
Oryantiring, malzeme açısından oldukça ekonomik bir spor. Her ne kadar
Oryantiring terimleri
B u SA Y FA : V ISIT BR IT AI n/R O D eD wA R D S/G eT T Y Im AG e S Tu R ke Y; k AR ŞI SAYFA: m AR k nO l A n/S TR I nG eR /G e T TY I mA Ge S T uR ke Y
Biraz kendine güven, biraz da harita bilgisiyle 7’den 70’e
herkesin rahatlıkla dâhil olabileceği oryantiring, harita yardımıyla yön bulmayı içeren ve zamana karşı yapılan bir spor. Başta ormanlık arazi olmak üzere park, dağ,
okul, hatta sınıf gibi kapalı alanlarda bile yapılabilir.
Amaç pusula ve harita kullanarak, araziye önceden yerleştirilen kontrol yerlerine sırayla uğrayıp en kısa zamanda bitiş noktasına ulaşmak. İki kontrol noktası arasındaki rotayı sporcu kendi fiziksel
becerilerine göre belirler. Her
sporcu yaşına ve tecrübesine
göre çeşitli zorluklarda hazırlanmış olan parkurlardan birine katılır ve en kısa sürede yarışı tamamlayan birinci olur.
Oryantiringde özel olarak çizilmiş ve spora özel çeşitli sembollerin yer aldığı çok detaylı
bir harita kullanılır. Yarışmanın
parkuru ise haritada belirtilen
ve sırayla ziyaret edilecek bir dizi
kontrol noktasından oluşur. Haritada kontrol noktalarının yanı
sıra parkurlar boyunca yer alan
her türlü girinti, çukur, patika, çalı
ve çit gibi detaylar gösterilir. Her
kontrol noktasında sporcunun
doğru istasyona uğradığını kanıtlamak için zımba ya da elektronik
zamanlama ünitesi bulunur.
Sporcu, yarışmaya başlamadan önce, bölgenin haritasının yanı sıra tüm kontrol noktalarının açıklamalarının bulunduğu listeyi, kontrol kartını teslim alır ve yarış boyunca
bunları yanında taşır. Kontrol kartı başlangıç-bitiş zamanını kaydetmek ve her kontrol noktasında bulunan zımbayla
işaretlemek için kullanılır. Elektronik sistem kullanılan yarışmalardaysa aynı işlem bir elektronik yüzükle yapılır.
Oryantiringde başarıyı yakalayabilmek için birkaç yeteneğe sahip olmak, son derece önemli. Öncelikle koşu
oryantiringinde hızlı koşabilmek, yarışçıya avantaj sağlar.
Yine de tek başına hız yeterli değil. Haritayı doğru okuyabilmek, bir kontrol noktasından diğerine doğru rotayı seçebilmek, rotayı hatasız takip edebilmek başarılı bir
sporcu için en önemli özellikler arasında kabul edilir. Tabii bunları yapabilmek için güçlü bir analiz, çevre gözlem
ve yön yeteneği de gerekir. Ayrıca tam konsantrasyon ve
doğru rotayı seçebilmek için hızlı düşünerek çabuk karar
verebilme yetisi gereklidir.
profesyonel yarışçılar özel kıyafetler giyseler de aslında
malzeme pusula ve arazi haritasından ibaret. Hafif, esnek kumaşlardan yapılan, ıslakken bile hareket özgürlüğü sağlayan, teri dışarı atan, vücudu çalılardan koruyarak
hız kazanmayı sağlayan kıyafetlerin kullanılması tavsiye
edilir. Hafif ama sağlam ayakkabılar ise olmazsa olmazlar
arasında, zira sporcular kâh çamurun içinde ilerliyor, kâh
kayaya tırmanıyor. O nedenle de ayakkabıların her türlü
koşula uyum sağlayabilecek nitelikte ve mümkünse altının çivili veya dişli olması gerekiyor.
Bunlarla birlikte, oryantiring için en gerekli malzeme
pusula kuşkusuz. Birçok farklı çeşitte ve büyüklükteki bu
malzemenin kaliteli olması lazım ki, sporcular yönlerini tam olarak tayin edebilsinler. Harita ve kontrol kartlarının yarışları düzenleyenler tarafından dağıtıldığı göz
önünde bulundurulduğunda güneş gözlüğü, şapka, su şişesi, havlu ve atıştırmalıklar yarışmacının temin etmesi
gereken malzemeler arasında.
Buraya kadar anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere oryantiring, her yaştan insanın rahatlıkla yapabileceği, birçok yetinin gelişmesini sağlarken sağlıklı yaşama
katkıda bulunan son derece eğlenceli bir spor. “Hazır…
Başla…” komutuyla harekete geçmek ve doğayla, rakiplerinizle, en önemlisi de kendinizle mücadele etmek isterseniz yapmanız gereken belli: Türkiye Oryantiring Federasyonu ile irtibata geçmek.
Oryantiringe merak
saldıysanız ve
yapmak isterseniz
Türkiye Oryantiring
Federasyonu ile
bağlantıya geçerek
yaşadığınız yere en
yakın oluşum ya da
kulüp hakkında bilgi
alabilirsiniz.
Yön: Boylamlar ve pusuladaki kuzey oku arasında kalan açı.
Oryantiring Haritası: Yeryüzü şekillerinin özel renkler
ve sembollerden oluşan oryantiring işaretleri kullanılarak
kâğıda aktarılmış hali.
Kontrol kartı: Sporcuların kontrol noktasına uğradıklarını
gösteren numaralandırılmış kart.
Kontrol tanımlamaları: Kontrol noktasının numarasını,
kodunu, arazi durumunu belirten uluslararası
sembollerden oluşan tanımlamalar.
Bayrak (Fener): 30x30 ölçülerinde beyaz ve turuncu
üçgen prizmadan oluşan malzeme.
Hedef (Kontrol) kodu: Hedeflerin üzerinde bulunan
numaralar.
Hedef (Kontrol) noktası: Hedefin bulunduğu ve haritada
kırmızı daire ile belirtiler noktalar.
Coğrafi kuzey: Kuzey kutbunu gösteren kuzey…
Manyetik kuzey: Pusulada kırmızı noktayla gösterilmiş
olan istikamettir.
Zımba: Sert bir maddeden yapılan, ucunda küçük
iğnelerin bulunduğu hedefe iliştirilmiş alet.
İSTASYON
37
YAKIN PLAN
Saffet Üçüncü,
NTV’deki
programında,
ralliye geniş yer
ayırdı. Programda
TÜVTÜRK Genel
Müdürü Kemal Ören
ile yaptığı söyleşi
de vardı (solda).
Üçüncü ve TÜVTÜRK
ekibinin heyecanı
objektiflere böyle
yansıdı (altta, sağda).
Dostluk ve
barış için
yola çıktılar
Yarışmacılar,
konaklayacakları
yer olarak otelleri
değil, yanlarında
getirdikleri
çadırları tercih
ediyorlar. Bu,
yarışmacılar
arasındaki
dayanışmayı
kuvvetlendiren
bir durum (solda).
Rekabetin değil; keşif, macera
ve dostluğun damgasını vurduğu
10 bin kilometrelik AllgaeuOrient Rally ya da bilinen adıyla
Dostluk ve Barış Rallisi’nde
bu yıl Türkiye’yi TÜVTÜRK’ün
oluşturduğu takım temsil etti.
Y
aygın bir söz vardır: “Nereye gittiğin değil, kiminle gittiğin ve
giderken ne yaşadığındır önemli olan” denir. Hemen herkesin doğruluğundan kuşku duymadığı, altına imza atacak kadar kabullendiği bu söz, yaşamda karşılığını çeşitli biçimlerde gösteriyor. Kâh ortak duygu ve düşüncelerle hareket eden bir
grupta, kâh belli bir amaç doğrultusunda yüzlerce kilometreyi aşmayı göze alan maceraperestte. Tıpkı Allgaeu-Orient Rally’de olduğu
gibi. Organizasyonun adında “ralli” kelimesinin geçmesi kimseyi yanıltmasın. Zira bu, rekabet ve yarış tutkusundan çok dostluğu, barışı, kültürel alışverişi, dayanışmayı temel alan bir etkinlik. Daha ziyade Dostluk ve Barış Rallisi olarak anılmasının sebebi de bu zaten. Bu
yılki rallinin detaylarına geçmeden önce, söz konusu organizasyonun
tarihçesine kısaca değinmekte yarar var. Çünkü tarihçesi, rallinin nasıl bir ruha sahip olduğunun da net olarak ortaya çıkarıyor.
Allgau-Orient Rally, motorsporları tutkunlarının ilgi ve merakla takip ettiği Paris-Dakar Rallisi’ne alternatif olarak doğdu dersek
abartmış olmaz. Zira her şey, sonradan Allgau-Orient Rally’i hayata geçeren biri Alman, diğeri Ürdünlü iki kafadarın, Paris-Dakar
Rallisi’ne katılmak istemesiyle başlıyor. Ancak katılım ücreti olarak
kendilerinden 1,5 milyon Euro talep edilince, iki arkadaş, yanlarına
birkaç tanıdıklarını da alıp Batı’dan Doğu’ya, Almanya’dan Ürdün’e
uzanan bir yarış düzenlemeye karar veriyor. Takvimler 2005’i gösterdiğinde, organizasyon da büyüyor ve bu kez 25 araçlık konvoyla
38
İSTASYON
yola çıkılıyor. Doğu Avrupa, Yunanistan, Türkiye’den geçip Ürdün’e
vardıklarında, kraliyet ailesi kendilerine kucak açıp destek verdiğindeyse organizasyonun uzun soluklu olacağı anlaşılıyor.
Sekizincisi düzenlenen Allgaeu-Orient Rally’de bu yıl 20 ülkeden 111 takım, 666 yarışçı ve 333 araç mücadele etti ve değeri 1111
Euro’nun altında olan, diğer bir ifadeyle en az 20 yaşındaki otomobiller, 10 bin kilometrelik yolu katetti. Avrupa Birliği tarafından desteklenen, Birleşmiş Milletler’in de partner olarak yer aldığı rallinin
kuralları gereğince, izlenen güzergâh boyunca araçların otoyollara
çıkmasına izin yok! Dostluk ve Barış Rallisi’nde zamana karşı yarışılmadığından, sürücülerin sürat yapmasına da gerek kalmıyor. Bu durum akıllara, “peki, yarışın kazananı nasıl belli oluyor” sorusunu da
getiriyor. Güzergâh üzerinde belirlenen sosyal görevleri en iyi şekilde yerine getiren takım birinci, diğer tüm takımlarsa ikinci ilan ediliyor. Sosyal ödevler neler mi? Kimi zaman ağaç dikmek, kimi zaman
bir okula kırtasiye malzemesi, giyim ya da müzik aletleri götürmek.
Nihai hedefse yarış araçlarını varış noktasında satarak, Filistinli ve
Suriyeli mülteci çocuklara yardım etmek… Gelelim, yarışmayı daha
da keyifli kılan ödüle. Ödül, diğer motorsporlarında verilenlerden çok
farklı, zira bu organizasyonda başarı sağlayan takımın ödülü Ürdün
Kralı tarafından hediye edilen bir deve… Deve daha sonra satılarak
geliri çeşitli amaçlar için kullanılmak üzere bağışlanıyor.
Almanya’nın Allgaeu Bölgesi’nde yer alan Oberstaufen kasaba-
sından 27 Nisan’da start alan araçlar, Balkanlar’dan geçtikten sonra
İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda buluştu. Türkiye etabı, 3 Mayıs
Cuma günü, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu ve İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın katıldığı törenle başladı. Türkiye’nin, bu organizasyonun en uzun etabını oluşturduğunu söyleyebiliriz; çünkü araçlar bu
yıl İstanbul’dan sonra Ankara, Çorum (Boğazkale), Amasya, Tokat,
Ordu, Giresun, Gümüşhane Bayburt, Rize, Artvin, Kars, Ağrı Dağı,
Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Nevşehir (Kapadokya), Niğde ve
Hatay’ı kapsayan 4 bin kilometrelik yolu katetti. Hatay’dan İsrail’in
Hayfa kentine geçen otomobiller, Ramallah’ı ziyaretin ardından son
durakları olan Amman’a ulaştı.
İki yıldır bu organizasyona destek veren TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları, bu yılki yarışmaya üç araçtan oluşan bir takımla katıldı. TÜVTÜRK takımının liderliğini yapan ve 1 numaralı araçla, beş
günlük Almanya-Türkiye etabına katılan TÜVTÜRK Genel Müdürü
Kemal Ören, Dostluk ve Barış Rallisi’nin kendileri için taşıdığı değeri
ve verdiği mesajı şu sözlerle özetliyor: “Her ne kadar dünyanın en eğlenceli rallilerinden biri olarak adlandırılsa da, otomobillerin özellikleri ve geçtiği parkurlar olarak değerlendirdiğinizde, yüksek dayanıklılık isteyen bir yarış bu... Bakımı, periyodik muayeneleri zamanında
ve kurallara uygun yapılan otomobiller, ralli gibi mücadele düzeyi
yüksek organizasyonlara bile katılabiliyor. Organizasyonda yer alma-
mızın en önemli sebeplerinden biri de buydu… TÜVTÜRK olarak üç
otomobille bu yarışa katılarak, yarışmacıların ülkemizi ve güzelliklerini tanımalarına katkıda bulunmak istedik” dedi.
NTV, Vatan gazetesi, Boxer, Aktüel, EVO, Otohaber dergilerinde çalışan basın mensuplarıyla birlikte üç araçla yola çıkan TÜVTÜRK ekibi, organizasyonun Türkiye-Almanya arasındaki etabıyla
Kapadokya ila Hatay arasındaki etabına katıldı. Otomotiv dünyasının duayeni Saffet Üçüncü’nün sunumuyla NTV’de yayınlanan
“Saffet’in Garajı”nda iki ayrı bölüm olarak ekranlara gelen ralli haberi, tekrarlarıyla birlikte 245 dakika yayında kaldı.
Ralliyi destekleyen ve üç araçla bizzat yarışın içinde olan TÜVTÜRK, yarışmacılar için bazı özel görevler de belirledi. Pit stoplardaki TÜVTÜRK organizasyonlarına katılmak, yarışmacıların yol
boyunca karşılarına çıkaran traktör sürücülerine araçlarını muayene ettirmeleri gerektiğini hatırlatıp sticker vermek ve onlarla fotoğraf çektirmek belirlenen görevler arasındaydı.
Evet, “nereye gittiğin değil, kimlerle gittiğin ve yol boyunca yaşadığın şeydir önemli olan” diye bir söz vardır. Biri Alman, diğeri Ürdünlü iki kafadarın duyduğu tepkiyle doğan, bugün binlerce kişi tarafından takip edilen, onlarca kişinin bizzat içinde yer aldığı, uluslararası
büyük organizasyonların destek verdiği bir organizasyon… Sadece
Allgaeu-Orient Rally bile, aslolanın gidilen yer değil, yol arkadaşları
ve yolculuk boyunca yaşananlar olduğunu kanıtlıyor aslında.
İSTASYON
39
SAĞLIK
Medical Park
Bahçelievler Hastanesi
Dahiliye Uzmanı
Dr. Şeref Öncü, uzun
süre masa başında
çalışmanın, atlanan
öğünlerin, stresin,
gün ışığından yoksun
kalmanın ve egzersiz
yapmamanın, birçok
hastalığın yanı sıra
kronik yorgunluğu da
tetiklediğini belirtiyor.
Kronik yorgunluk sendromunun belirtileri
Altı ay veya daha uzun süreli istirahatle geçmeyen;
iş, eğitim, sosyal ve kişisel aktivitelerde azalmaya yol
açan, klinik olarak araştırılmış sürekli veya tekrarlarla
seyreden yorgunluk şikâyetinin olması,
n Hafızada veya konsantrasyonda kısa süreli bozukluk,
n Boğaz ağrısı,
n Boyun veya koltuk altında ağrılı lenf nodül,
n
deyip geçmeyin
K
Özellikle bahar aylarında, yaşamımıza “bahar yorgunluğu” diye bir kavram giriyor.
Mevsim dönümlerinde yorgunluğun artmasının sebepleri nelerdir?
İklim değişikliği, vücutta yorgunluk hissi
yaratabilir. Kas ya da eklem ağrıları, uyku
bozuklukları, depresyon, iştah azalması ve
kadınlarda adet düzensizliği gibi belirtilerin de eşlik edebileceği bu durum fiziksel ve
40
İSTASYON
ruhsal olarak kişileri etkileyebilir. Halsizlik
hissinin nedenlerinin başında, hava ısısındaki değişiklikler gelir. İlk ve sonbahar aylarında, hormonal sistemimiz yeni dengeler
oluşturmak için çalışır. Bu dönemde kişiler,
yorgunluk hissedebilirler. Bir diğer nedense havadaki elektrik yükü ve iyon değişiklikleri; hava kirliliği, egzoz dumanları, stres ve
beslenme kusurları, yorgunluk hissine dair
şikâyetleri arttırır. Değişen gece gündüz süresi de vücut biyoritmini etkileyerek uyku
düzenini bozabilir. Az uyumak kadar, fazla
uyumak da yorgunluk hissini etkileyen faktörler arasında bulunuyor. Modern hayatın
gereği olarak masa başı işlerin artması, bedensel hareketleri kısıtlayarak kilo alımını
kolaylaştırıyor. Obezite ve egzersiz yapmamak, halsizliğe zemin hazırlıyor.
Kronik yorgunluk en çok kimleri etkiliyor?
Pek çoğumuz kapalı, klimalarla soğutulup
ısıtılan suni ortamlarda, kimi zaman gün-
lerce güneş ışığı ve doğal havayı görmeden
yaşıyoruz. Tüm bunlara bir de stres, atlanan
öğünler, dengesiz beslenme ve egzersiz yapmama ilave edildiğinde, kronik yorgunluk
sendromunun görülme sıklığı artıyor. Yapılan araştırmalarda, yorgunluk şikâyetinin
kadınlarda erkeklerden çok daha fazla görüldüğünü belirlendi. Alerjik bünyelilerde
bahar yorgunluğuna daha sık rastlanıyor.
Biyokimyasal değişiklikler Merkezi Sinir
Sistemi’ni etkiliyor. Düzensiz ve stresli hayatı olan, sağlıksız beslenen, öğün atlayan,
aşırı kilolu, yoğun çalışma temposuna sahip, ruhsal sıkıntıları bulunan, büyük şehirlerde ve çevre kirliliği olan yerlerde yaşayanlarda ve kadınlarda kronik yorgunluk daha
sık görülüyor.
Kronik yorgunluğuna karşı neler yapılabilir? Nasıl atlatılabilir?
İlk adım, yorgunluğa neden olabilecek tıbbi bir nedenin var olup olmadığının araştı-
n
narak, günde üç-beş dakikayla başlayan,
süresi zamanla artırılan egzersiz ve aktivite planı hazırlanabilir. Günde yarım saatlik tempolu yürüyüş, hepimizin kolaylıkla
yapabileceği bir hareket; mümkünse işyerine yürüyerek gitmek ya da bir durak önce
inip yürümek bu ihtiyacı karşılayabilir. Bununla birlikte herkesin, ama özellikle yaşlıların ve çocukların düzenli ve bol sıvı alması
gerekir, zira yorgunluk kimi zaman susuzluğun ve sıvı eksikliğinin belirtisidir. Günde
sekiz ya da on bardak su içerek enerji düzeyini korumak mümkün. Öğün atlamamak,
üç ana öğünün yanı sıra üç ara öğün oluşturmak ve ara öğünlerde meyve, süt, ayran
gibi sağlıklı gıdalara yer vermek de önemli. Asitli ve alkollü içeceklerden, hamur işlerinden, yağ ve kızartmalardan uzak durulması gerektiğini artık herkes biliyor zaten.
Kilonun kontrol altında tutulması gerektiği
de unutulmamalı, çünkü obezite başlı başına halsizlik nedeni olabiliyor.
Yorgunluk
ronik yorgunluk, günümüzün en
önemli sorunlarından biri… Hiçbir
sağlık sorunu olmaksızın uzun süreli istirahatlerle bile geçmeyen; kişinin
eğitim, iş ve sosyal aktivitelerinin azalmasına sebep olan kronik yorgunluk, yaşam kalitesinin düşmesine yol açıyor. Medical Park
Bahçelievler Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr.
Şeref Öncü, İstasyon okurlarına, hemen herkesin karşılaşabileceği kronik yorgunluk sorununun nedenlerini, bedensel-zihinsel etkilerini ve tedavi yöntemlerini anlattı.
Açıklanamayan kas ağrısı,
Şişlik ve kızarıklık olmadan gezici eklem ağrıları,
n Her zamankinden farklı yeni bir tip, şekil ve ciddiyette
baş ağrısı,
n Uykudan dinlenmeden kalkma,
n Daha önce kişiyi rahatsız etmemesine rağmen,
egzersiz sonrası 24 saatten fazla süren halsizlik.
n
rılması elbette. Çünkü biliyoruz ki, çok sık
rastlanan ve sıradan bir şikâyetmiş gibi görünen halsizliğin altında anemi, tiroit hastalıkları, enfeksiyonlar, depresyon, diyabet
ve uyku bozuklukları gibi rahatsızlıklar yatabiliyor, hatta kanserin öncül belirtisi bile
olabiliyor. Bu tür sebepler araştırıldıktan
sonra, yorgunluk tanımızı kesinleştirebiliriz. Mevsimsel yorgunluklarda, yaşam tarzı
değişikliklerinin belirlenmesi ve belirtilerin
giderilmesi veya en aza indirgenmesi hedeflenir. Bu nedenle tedavide hastanın durumuna göre egzersiz, diyet, iyi uyku kalitesinin sağlanması, gerekirse antidepresanlar
ve diğer ilaçların kullanılması yer alır.
Günlük yaşamımızda neleri değiştirmek,
neler yapmak, nelerden kaçınmak gerekir?
Egzersiz ve sağlıklı beslenme çok önemli. Sanılanın aksine, dinlenmek ve hareketsizlik kronik yorgunluğun ilacı değildir.
Kişinin kapasitesi ve şartları göz önüne alı-
Peki, güneş ışınlarının ve aydınlığın kronik
yorgunluktaki rolü nedir?
Güneş ışınları ve aydınlık, ruhumuza olumlu etkiler yapar. Odalarımızı, işyerlerimizi güneş görecek şekilde düzenlemeli, bu
mümkün değilse, açık hava molaları vermeliyiz. Hafta sonlarını alışveriş merkezlerinde değil, açık ve güneşli alanlarda geçirme-
Dr. Şeref Öncü,
kişinin uzun süre
kendini yorgun
hissetmesi
durumunda mutlaka
hekime başvurması
gerektiğini söylüyor.
ye özen göstermeliyiz. Gerektiğinde stresle
baş edebilmek için bir hekimden destek almalıyız. Yazın güzel ve rahat tatil döneminden sonra başlayan yoğun iş hayatının yarattığı stres, fiziksel ve ruhsal yorgunluğa
neden olabilir. Sosyal aktiviteler, egzersiz
ve açık alanlarda vakit geçirmek yorgunluğumuzu atmamıza yardımcı olacaktır. Gerekirse doktor kontrolünde antidepresanlar da kullanılabilir. Uyku alışkanlıklarının
düzenlenmesi şart. Önemli olan az veya fazla değil, kaliteli uyumaktır. Yorgunlukla baş
etmek için alternatif tedaviler de öneriliyor, bunların başında da yoga geliyor. Enerji sağlamak için önerilen vitaminlerin etkisiyse sınırlıdır ve bunların mutlaka doktor
kontrolünde alınması gerekir. Zaten sağlıklı beslenen, bol meyve sebze tüketen ve sıvı
alımına dikkat eden kişilerde vitamin desteğine gerek kalmıyor.
Kronik yorgunlukla bahar yorgunluğu nasıl ayırt edilebilir?
Bahar yorgunluğu mevsim dönüşümünde ortaya çıkar ve sadece birkaç hafta devam eden bir yorgunluk halidir. Ancak kronik yorgunluk altı aydan daha uzun süren,
mevsimlerden bağımsız bir rahatsızlıktır.
Kronik Yorgunluk Sendromu (KYS) dediğimiz biraz daha özel bir rahatsızlık vardır
ki, bu durumda hastada ilaveten bazı belirti ve bulguların da olması gerekir. Söz konusu bulgulara karın ağrısı, alkol intoleransı,
göğüs ağrısı, kronik öksürük, baş dönmesi,
göz veya ağız kuruluğu, kulak ağrısı, düzensiz kalp atışı, çene ağrısı, sabah yorgunluğu,
bulantı, gece terlemesi, psikolojik problemler, nefesin yetmemesi hissi, cilt hassasiyeti ve kilo kaybı da eşlik edebilir. Sürekli yorgunluk; tiroit, ciddi depresyonlar, kronik
hastalıklar, enfeksiyonlar ve kanser gibi pek
çok hastalığın belirtisi olabilir. Gözden kaçırılmaması, böyle durumlarda bir an önce
doktora başvurulması gerekmektedir.
İSTASYON
41
saĞlık
depresyonla
başetmekİçİn
nefesiniz sizi
ele veriyor
n Bilim, her geçen gün yeni bir
buluşa imza atarak bizleri şaşırtıyor.
İsviçre’de bir grup araştırmacının
yaptığı çalışmalar, nefesin tıpkı
parmak izi gibi kişiye özel olduğunu
ortaya çıkardı. Araştırma ekibi, dokuz
iş günü boyunca 11 gönüllüden dört
farklı zamanda nefes örneği aldı.
Daha sonra bu örnekler, nefesteki
kimyasal bileşenlerin kütlelerini
ölçen spektrometre adlı bir cihaza
konuldu. Su buharı ve karbondioksit
gibi bazı kütlelerin tüm deneklerde
aynı olduğu görülürken, bazılarının
kişiye özel olduğu ve deney süresince
değişmediği tespit edildi. Verilen
her nefeste, vücudun kimyasına
ait atıklarının bulunduğuna dikkat
çeken araştırma ekibinin Başkanı
Renato Zenobi, nefes analizinin
sadece kriminal olaylarda değil,
idrar ya da kan analizinde olduğu
gibi hastalıklara tanı koyma
işleminde de kullanılabileceğini
söylüyor: “Geleneksel Çin tıbbında,
nabzınıza, dilinize ve nefesinizin
kokusuna bakarlar. Nefesinizde
hangi maddelerin olduğunu
bilemeseler dahi, koklayarak kanseri
teşhis eden köpekler bile var.”
Daha önce yapılan çalışmalarda,
akciğer enfeksiyonlarına yol
açan bakterilerin türü, hatta
mide kanserinin bile nefesten
anlaşılabileceği belirlenmişti. Ancak
nefesteki maddelerin kişiye has olup
olmadığı, gerçek ve her defasında
tekrarlanan “nefes izi” olup olmadığı
bilinmiyordu.
42
İSTASYON
aşk mektubu
n Devir, hız devri. Sadece iş dünyasında değil, özel hayatımızda
bİr mİlyon
çocuĞa
yaşama şansı
sonunda oldu!
İnsan embrİyosu kopyalandı
n Cell adlı dergide yayınlanan bir makale, tıpta önemli bir
aşamanın müjdesini verdi. Makalede Amerika’daki Oregon
Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nden bir grup biliminsanının,
yaptıkları onca araştırma ve deneyin sonucunda insan
embriyosunu kopyalamayı başardığı anlatılıyordu. Tıp
camiasının, vücuttaki hasarlı organların tamir edilmesinde
başvurduğu yöntemlerden biri olan kök hücreleri elde
edebilmek hedefiyle yola çıkan biliminsanları, bağışlanmış
dahi olsa, embriyolar üzerinde deney yapmanın yanlışlığına
dikkat çekenlerin eleştirilerini dikkate alarak embriyo
kopyalamaya karar verdi. Bağışlanan embriyolardan elde
edilen kök hücreler, halen görme güçlüğü çekenlerin
tedavisinde kullanılıyor. Ancak kimi hastaların vücudu,
sözünü ettiğimiz şekilde üretilen hücreleri reddedebiliyor.
Embriyo kopyalamada, 1996 yılında İngiltere’de Dolly
adlı koyunun kopyalanmasında kullanılan yöntemlere
başvuruldu. Bir yetişkinden alınan deri hücreleri, kendi
DNA’sından arındırılmış insan yumurtasına yerleştirildi.
Yumurtanın embriyoya dönüşebilmesi içinse elektrik verildi.
Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi ekibi böylece, döllenmiş
yumurtanın peş peşe bölünerek uterus boşluğuna
ulaştıktan sonraki ilk hâli olan blastosist evresinde
embriyo üretmeyi başardı. Araştırmacıların ilk kez erken
gelişim düzeyinde embriyo üretmesi, insanın kopyalanıp
kopyalanamayacağı sorusunu da gündeme getirdi. Ancak
herkesin takdir edeceği gibi, beş günlük bir embriyo
üretmekle, ilk kopya insanın dünyaya gelmesini sağlamak
arasında büyük fark var. Üstelik goril ve şempanze başta
olmak üzere hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, bunun
mümkün olmadığını gösteriyor. Ayrıca, tedavi amaçlı hücre
üretmekle, üreme amaçlı hücre kopyalamak arasındaki fark
nedeniyle birçok ülke uygulamayı yasaklıyor.
bisiklet zincirinden çene yapıldı
n Tıp sınır tanımıyor. Özellikle tedavilerde kullanılan yöntemler, insanı hayrete
düşürüyor. Bisiklet zincirinden çene yapılabileceği kimin aklına gelirdi ki… Ama
oldu, kanser nedeniyle yüzünün bir bölümünü kaybeden İngiliz Liese Healing’e
bisiklet zincirinden çene yapıldı. 2005 yılında yumurtalık kanseriyle mücadelesinden
zaferle çıkan 49 yaşındaki Healing, bu kez de çene kanserine yakalandı. Doktorlar,
kanserli bölgeyi temizleyebileceklerini, ancak bunun riskli bir ameliyat olacağını,
ameliyat esnasında hayatını kaybedeceğini söylediler. Healing’in
her şeyi göze alarak girdiği ameliyat, 12 saat
sürdü. Titanyum zincirin yanı sıra
Healing’in kolundan
alınan deri dokusuyla
bir atardamar ve bir
damarın kullanıldığı
operasyon, son
derece başarılı geçti.
n Afrika… Büyülü kıta.
İklimi, coğrafyası ve
kültürüyle yüzyıllardır
diğer kıtalardakilerin ilgi
odağı. Ancak birçok kişiyi
etkileyen niteliklerine
rağmen yaşam hayli
çetin Afrika’da… Özellikle
de çocuklar için. Her yıl,
binlerce çocuk, çeşitli
nedenlerle yaşamdan
kopuyor bu kıtada. İşte
bu gerçekten hareket
eden, İngiltere’nin en
büyük ilaç üreticisi
GloxoSmithKline,
Afrika’daki çocuk
ölümlerini bir nebze
azaltacak ilaçlar
geliştirmek üzere
yardım kuruluşu Save
the Children ile ortaklık
başlattı. Bir yardım
kuruluşunun büyük
bir ilaç firmasıyla
işbirliği yapmasına
eleştirel yaklaşanlar,
GloxoSmithKline’ın
reklam yaptığı ve
gelişmekte olan
piyasalara ulaşmaya
çalıştığını belirtenler
olsa bile, hedef büyük:
Çünkü ilaç şirketi
ve yardım kuruluşu,
oluşturdukları proje
çerçevesinde, Afrika
kıtası genelinde bir
milyon çocuğun hayatını
kurtarabileceklerini iddia
ediyorlar.
da hızlı davranır hale geldik. Teknoloji, hem daha hızlı bir yaşamın
kapılarını aralıyor hem de o yaşamı konforlu kılacak ürün ve
hizmetler üretiyor. Görüntülü ya da akıllı telefonlar, SMS’ler,
e-postalar, sosyal paylaşım alanları… Kimsenin kimseye mektup
yazacak zamanı ve enerjisi yok artık. Oysa bir dönemin en popüler
haberleşme araçlarından mektuplar, hâlâ, yazana da alana da
kendini iyi hissettiriyor. Bunun en önemli katını ise Amerikalı bir
kadın. Okulundan mezun olduktan sonra New York’a yerleşen
Hannah Brencher, depresyonla baş edebilmek için enteresan
bir yöntem buldu. Brencher, üzerinde “Bu mektubu bulduysan
senindir” yazılı mektuplarını trene, kafeteryalara, kütüphaneye ve
hatta Birleşmiş Milletler binasına bıraktı. Brencher’in tek amacı
depresyondan kurtulmak değildi, o rastgele yapılan bu nezaket
ve sevgi gösterisinin herkese iyi geldiğini savunan grupların
görüşlerinin ne derece doğru olduğunu ispat etmek istiyordu. İlk
bakışta saçma bir tezmiş gibi görünse de yapılan araştırmalar
nezaketin akıl ve ruh sağlığına iyi geldiğini kanıtlıyor. Emotion
adlı dergide yayınlanan araştırmaya göre, başkalarına iyi ve nazik
davranmak sosyal anksiyete bozukluğu olarak adlandırılan kaygı
rahatsızlığının tedavisinde etkili olabiliyor.
rujunuzu
tazelerken dİkkat!
n Güzelleşmek, güzel
görünmek kadınların
en büyük isteği; hem de
yüzyıllardır. Kozmetik
sektörü bu isteği
karşılamak amacıyla
vargüçleriyle çalışırken,
tıp dünyasından gelen
haberler endişe veriyor.
Makyaj yaparken
kullanılan malzemelerin,
uzun vadede cilde zarar
verdiği artık herkes
tarafından bilinen bir
gerçek; bu alandaki son
haber ise rujlarla ilgili...
Yapılan bir araştırma,
ruj ve parlatıcıların
içinde birçok zehirli
madde olduğunu ortaya
çıkardı. California
Üniversitesi’ndeki bir
grup öğrencinin kullandığı
parlatıcı ve rujlarla
yapılan araştırmada 32
üründen 10’unda yüksek
miktarda krom bulundu.
Alüminyum, manganez
ve kromlu bu ürünler,
akciğer ve mide kanserine
davetiye çıkartırken
hafızayı etkiliyor,
Alzheimer’a neden oluyor.
bu kez sİvrİsİnekler
korunuyor
n Türkiye’de pek rastlanmaması, sıtmanın ortadan
kalktığını göstermiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün
(WHO) verileri, aslında sıtmanın hâlâ tehdit
oluşturduğunu kanıtlıyor. Zira söz konusu veriler,
yılda 220 milyon sıtma vakasının ortaya çıktığını,
660 bin kişinin bu hastalık nedeniyle yaşamını
kaybettiğini söylüyor. Tek bir kişinin bile hayatı
son derece değerliyken, WHO’nun rakamları dudak
uçuklatıcı. Sıtma, sivrisinekler aracılığıyla bulaşan
bir hastalık. İnsanları bu küçük hayvanlardan
korumanın mümkün olamayacağı gerçeğinden
hareket eden Michigan Devlet Üniversitesi’nden
(ABD) bir grup araştırmacı, sivrisinekleri sıtmadan
koruyan Wolbachia adlı bir bakteri buldu. Bilim dergisi
Science’de yayınlanan makaleye göre, söz konusu
bakteri sivrisineklerde sıtma virüsünün yaşamasına
izin vermiyor. Araştırmacılar, Wolbachia’nın Ortadoğu
ve Asya’da sıtmaya neden olan Anopheles stephensi
sivrisineklerinde etkili olduğunu, Afrika’daki Anopheles
gambiae sineklerinde denenmediğini söylüyorlar.
İSTASYON
43
OTOMOTİV
Öne çıkan hibrid ve elektrikli modeller
Yüksek maliyetler, hibrid
ve elektrikli otomobillerin
yaygınlaşmasını zorlaştırsa
da petrolün bir gün bitme
ihtimali, onların geleceğin
ulaşım araçları olmasını
sağlayacak.
sunuyor. Batarya tükendiğindeyse jeneratör
görevi gören benzinli motor devreye girerek
elektrik motorunu besliyor. Böylece şarj kaygısı
yaşamadan 500 km menzil elde ediliyor. Ampera,
0-100 km/s hızlanmasını 9 saniyede tamamlayıp
160 km/s maksimum hıza ulaşıyor. CO2 salımı ise
sadece 27g/km.
➤ PrIus
YAZI: Edmon BEkyan
Prius modeliyle hibrid teknolojisini 2007 yılından
itibaren seri üretim olarak sunan ilk marka olan
Toyota, bu alandaki en iddialı isimlerden biri.
Prius’un ülkemizde de satışa sunulan üçüncü
kuşağında yer alan 1,8 litrelik içten yanmalı
motor, iki adet elektrik motorunun da yardımıyla
100 km’de ortalama 3,9 litre yakıt tüketiyor. CO2
salımı ise 89g/100km. Prius, benzinli ve elektrikli
motorlarından elde ettiği 136 beygirlik güç
sayesinde, 0-100 km/s hızlanmasını 10,4 saniyede
tamamlayıp 180 km/s maksimum hıza ulaşıyor.
Yollar
elektrikleniyor
Y
apılan araştırmalar, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık 40
yıl daha yeterli olacağı yönünde. Ancak bu öngörünün ne kadar güvenilir olduğunu bilmek, imkânsız. Petrol sahibi ülkelerin rezervlerini gizli tutmaları ve gelişmekte olan ülkelerin
her geçen gün artan talebi, elde edilen verilerin kısa sürede geçerliliğini yitirmesine neden oluyor. Fosil yakıtlar konusunda uzatmaları
oynadığımız bu yüzyılda, sona gelinmeden almamız gereken önlemler var. Bu önlemler, hayatın devamlılığını sağlayan ulaşımın durma
noktasına gelmesini engelleyeceği gibi, içten yanmalı motorların açığa çıkarttığı zehirli gazların miktarını da önemli ölçüde azaltacak.
Bunun gerçekleşmesi için devletler, otomobil üreticileri ve kullanıcılardan oluşan sacayağına ihtiyaç var. 2009’da, Avrupa Birliği’nin
aldığı önlemlerin, G8 ülkeleri arasında imzalanan ve 2050 itibarıyla karbon emisyonlarını yüzde 80 oranında düşürmeyi hedefleyen
anlaşmanın ve ABD Başkan’ı Barack Obama’nın yollardaki plug-in
hibrid ve elektrikli otomobil sayısının 2015 yılına kadar bir milyona
ulaşması için attığı adımların önemi büyük kuşkusuz. Alternatif yakıt kullanan araçlara sağlanacak vergi teşviklerinin bu araçlara olan
ilginin artmasında ve şirketlerin daha büyük yatırımlara yönelmesin-
En uygun fiyatlı
hibrid otomobil
olan Yaris, 72
beygir gücünde
1,5 litre benzinli
ve 60 beygir gücünde elektrik motora sahip.
165 km/s maksimum hıza ulaşan Yaris hibrid,
0-100 km/s hızlanmasını CVT şanzımanının
yardımıyla 11,8 saniyede tamamlıyor. Ortalama
tüketimi 3,7lt/100km olan otomobilin CO2 salımı
85g/100km.
➤ 508 HYbrId4
➤ CaYenne HIbrId
Yüksek performanslı SUV sınıfında hibrid
teknolojisine yer vererek herkesi şaşırtan
Porsche, dinamik kullanımın yüksek tüketim
ve atık gazla paralel gitmesinin şart olmadığını
kanıtlıyor. Elektrik motorunun 47, 6 silindirli
benzinli olanının 333 beygir güç ürettiği Cayenne
S, 100 km/s hıza 6,5 saniyede ulaşıyor. Maksimum
hızı 242 km/s olan Cayenne S Hybrid’in ortalama
yakıt tüketimi 8,2 lt/100km. Bu, CO2 salımı 193g/
km olan hibrid’in standart modele kıyasla 100
km’de 2,3 lt daha az tükettiğini gösteriyor.
➤ ix35 Fuell Cell
ÜST TE : A lEx E y D uD o lA D ov /G ET T y ı mA GE S Tu r k Ey
Benzin ve elektrik motorunun birlikte kullanıldığı hibrid sistem, daha büyük hacme sahip motorların
ulaştığı gücü/performansı, daha düşük tüketim ve buna bağlı olarak CO2 salımıyla sunuyor. Araç ilk
olarak elektrik motorunun yardımıyla hareket ediyor. Sürüş esnasında her üreticinin kendi belirlediği
hıza ve menzile uygun olarak devrede kalıyor. Daha fazla gücün gerekli olduğu sollama veya yokuş
çıkılması gibi durumlarda benzinli motor da devreye giriyor. Performanslı kullanımda öncelik benzinli
motora geçerken, ayağınızı gazdan her çektiğinizde motorda oluşan kompresyon esnasında açığa çıkan enerji,
elektrikli motora güç vermek için bataryalarda enerji olarak depolanıyor. Aynı işlem her frene bastığınızda tekrarlanıyor.
İSTASYON
➤ YarIs
HIbrId
de rolü de azımsanacak gibi değil. Üreticilerse hibrid ve elektrikli otomobilleri geliştirip içten yanmalıların kullanım standartlarına (menzil, yol tutuş, fiyat) ulaştırmak için üstün bir çaba gösteriyor.
Farklı bir yol izlemeyi tercih eden Hyundai’nin bu soruna cevabı hidrojen oldu. Bu otomobillerin yaygınlaşmasında son sözü söyleyen tüketicilerse her geçen gün artan çevre bilinciyle tercihlerinde
değişikliğe gitmeye başladı. Buna rağmen yeni teknolojinin beraberinde getirdiği yüksek maliyeti üstlenmek istemedikleri için 2020
yılına kadar satılan her 100 otomobilden sadece beş tanesinin elektrikli olacağı öngörülüyor. Artan şarj istasyonları ve uygulanacak vergi indirimleri bu oranın ikiye katlanmasında önemli rol oynayabilir.
Arada kalan zaman dilimindeyse var olan içten yanmalı motorların downsizing prensibiyle güçlerinin artırılıp hacimlerinin ve tüketimlerinin azaltılmasıyla ilgili modernizasyon çalışmaları bütün
hızıyla devam ediyor. Örneğin sadece Audi, bunun için son iki yılda
5,5 milyar Euro yatırım yaptı. Kesin olan bir şey varsa o da yarınlar
için bugünden harekete geçmemiz gerektiği. Biz de otomotivde bu
alanda neler olup bittiğini yansıtabilmek için son teknolojinin kullanıldığı farklı sınıflardaki modelleri sizin için araştırdık.
Hybrid çalışma prensibi
44
maksimum sürate çıkıyor. Deposu yaklaşık 50
TL’ye dolan ve 5,6 kg hidrojen alan ix35 Fuel Cell,
bir sonraki doluma kadar 588 km yol yapabiliyor.
➤ OPel amPera
Bu sınıftaki en fütüristtik tasarıma sahip Ampera,
150 beygir gücünde elektrik ve 86 beygir gücünde
benzinli motora sahip. Opel, Ampera’da hibrid
sisteminden farklı bir yol izlemeyi tercih etmiş.
Otomobil sadece elektrik motorundan elde ettiği
güçle hareket ediyor. Standart elektrik prizi
yardımıyla 3,25 TL karşılığında altı saatte şarj
olan batarya, Ampera’ya ortalama 60 km menzil
İlk dizel hibrid’in üreticisi olan Peugeot, bu
teknolojiyi 3008 ve 508 modellerinde sunuyor.
İki seçenekte de kullanılan 2.0 litrelik turbodizel
163, elektrik motoru ise 37 beygir güç üretiyor.
Arka aksa monte edilen elektrik motoru devreye
girip benzinli olanı desteklediğinde 508, dört
çeker olarak yol alıyor. Toplamda elde edilen 200
beygir, yola 6 ileri otomatik şanzıman yardımıyla
aktarılıyor. Sürücü, Auto, ZEV, Sport ve AWD
olmak üzere dört farklı sürüş modu arasında seçim
yapabiliyor. ZEV tercih edildiğinde öncelik elektrik
motoruna veriliyor ve yaklaşık 3,5 km emisyonsuz
bir sürüş elde ediliyor. 508 HYbrid4’ün kilometre
başına ürettiği CO2 oranı 95 g.
➤ FluenCe Z.e
Elektrikli otomobiller söz konusu olduğunda
satışa sunduğu modellerin çokluğuyla ilk sıralarda
yer alan Renault, Bursa’daki fabrikasında 2011
yılının sonunda Fluence Z.E’yi üretmeye başladı.
Fluence’in konforunu elektrikli motorun sağladığı
düşük maliyetle sunan elektrikli versiyonun 95
beygir güç üreten motorunu, 6-8 saatte şarj
edilen bataryalar besliyor. Uzun zaman alan bu
dolum, fiyatı yaklaşık 2 bin 500 TL olan hızlı şarj
ünitesini kurdurmayı gerektiriyor. Bunun için ya
müstakil evde oturmanız ya da garajınızın bu
işleme müsait olması gerekiyor.
Alternatif yakıt ve teknolojiler konusunda
elektrik veya hibrid seçeneklerinden farklı bir
çözüm sunan Hyundai, dünyada hidrojenle
çalışan yakıt hücreli otomobillerin seri üretimine
başlayan ilk marka oldu. ix35 Fuel Cell, özel
dolum istasyonlarından aktarılan hidrojeni yakıt
hücreleri yardımıyla elektriğe dönüştürerek aracın
hareket etmesini sağlıyor. Bu işlem sonucunda
hidrojen ile oksijenin tepkimeye girmesi nedeniyle
egzozdan sadece su açığa çıkıyor. Kore’de
deneme fırsatı bulduğumuz ve sürüş-performans
özellikleri standart ix35’le aynı olan hidrojenli
ix35, 100 km/s hıza 12,5 saniyede ulaşıp 160 km/s
İSTASYON
45
UZMAN GÖZÜYLE
Aydınlatma sistemi
ve muayenesi
10. arka SiS lamBaSı: Yoğun siste aracın arka taraftan daha kolayca
görünebilmesi için kullanılan lambadır. Tek bir sis lambası varsa, solda veya ortada
olmalı; sağ tarafta tek olarak bulunmamalıdır.
11. Stop lamBaSı (fren): Aracın arkasındaki diğer sürücü veya kullanıcılara,
sürücünün servis frenini kullandığını gösteren lambadır. 1 Ekim 2001’den itibaren
otomobillerde üçüncü stop lambası kullanılması zorunlu hale getirilmiştir.
TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Rıdvan İlhan, İstasyon okurlarına, araçlarda iki farklı amaç üzerine inşa edilen
aydınlatma sistemlerini ve bu sistemin muayenesini anlatarak muayene edilen unsurlar hakkında bilgi veriyor.
12. Geri yanSıtıcı: Araca bağlı olmayan bir ışık kaynağından yayılan ışığı yansıtarak,
kaynağın yanında bulunan bir gözlemciye aracın varlığını göstermek için kullanılır.
13. Geri viteS lamBaSı: Aracın arkasında bulunan alanı aydınlatmak ve aracın
geriye doğru gittiğini veya gideceğini diğer kişilere ikaz etmek için kullanılan lambadır.
14. plaka aydınlatma lamBaSı: Arka plaka için ayrılmış bölgeyi aydınlatmak
için kullanılan lambadır.
Araçların aydınlatma sistemleri,
iki farklı amaç üzerine şekillenir.
1. Amaç: Görebilmek ve görülebilmektir.
2. Amaç: İkaz ışıkları sayesinde niyetini
ya da durumunu karşı tarafa iletmektir.
Şimdi aydınlatma sistemlerinin araç
üzerindeki yerlerine, renklerine ve
genel şartlarına göz atalım.
10
11
1. UzUn fAr: Yolu uzun bir mesafede aydınlatmak için kullanılan lambadır.
2. KısA fAr: Gelen sürücüleri rahatsız etmeden veya gözlerini
kamaştırmadan aracın önündeki yolu aydınlatmak için kullanılan lambadır.
1
3
3. PArK lAmbAsı: Duran bir aracın diğer kişilerce fark edilmesi için
kullanılan lambadır. Böyle durumlarda söz konusu lamba, ön ve arka
pozisyon lambalarının yerini alır.
7
4
6. tehlike ikaz işareti (dörtlü ikaz): Aracın, yolu kullanan diğer
araçlar için geçici olarak özel bir tehlike oluşturduğunu göstermek amacıyla,
yön belirtme lambalarının tamamının aynı anda yakılmasıyla yapılan bir
işlemdir.
7. ön SiS lamBaSı: Sis, sağanak yağmur, kar yağışı veya toz bulutu
durumlarında yolun aydınlatılmasını artırmak için kullanılan lambadır.
13
2
4. Sinyal: Yön belirtme lambası olarak da adlandırılan sinyal, diğer
kullanıcılara aracın sağa veya sola doğru yön değiştirme niyetinde olduğunu
göstermek için kullanılan lambadır.
5. Beyaz reflektör: Römorkların ön kısmında bulunması gereken şeffaf
reflektördür. Motorlu araçlarda isteğe bağlıdır.
5
12
6
Karayolları Trafik
Yönetmeliği’ne göre
traktörlerde flaşörlü
yanıp sönen, sarı ışıklı,
dönerli uyarı lambası
bulunması zorunludur.
Ayrıca bu lambanın
diğer aydınlatmalardan
ayrı bir anahtarla
kumanda edilmesi
gerekmektedir. Traktör
römorklarında ise
arka işaret levhası
bulunmalıdır.
14
Xenon (Gaz deşarjlı) farlar
Gaz deşarjlı (XENON) far kullanan motorlu araçlarda,
76/756/AT direktifinin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte,
araçlarda ilave olarak far yıkama, temizleme mekanizması
ve otomatik çalışan far seviye ayarı bulundurulması zorunlu
hale geldi. Otomatik olarak çalışan far seviye ayarı, mekanik
bir seviye kontrol mekanizmasıyla elde edilebileceği gibi,
havalı süspansiyon sistemi kullanılan araçlarda süspansiyon
sisteminin kendisiyle de sağlanabilir. Havalı süspansiyon
sistemi, aracın yükleme durumuna göre otomatik olarak
aracın yerden seviyesini her zaman aynı konumda tutar.
76/756/AT direktifinin zorunlu olarak uygulamaya
başlanmasından önce trafiğe çıkan araçlarda, araç
üzerindeki orijinal far sökülerek yerine XENON far takılmışsa
far yıkama ve temizleme mekanizması ve otomatik olarak
çalışan far seviye ayarı bulundurulması zorunludur. Araç
üzerindeki orijinal far sökülerek yerine XENON far takılmışsa
bu durum AİTM kapsamında tadilattır, proje ile değişiklik
yapılması ve tadilat muayenesi zorunludur.
komple işaretleme örneği
kısmi işaretleme örneği
Araçların gece görünürlüğünü artırmak için model yaşı 2012 ve sonrası olan
ağır vasıtalarda (kamyon, römork, yarı römork), araç arkasına ve yanına
çepeçevre ve/veya boylamasına takılan reflektif şeritlerdir. Bu şeritler, E
veya e onaylı olmalıdır. Aracın yan tarafına beyaz veya sarı renkte, arka
kısmına ise kırmızı veya sarı renkte reflektif şerit uygulaması yapılmalıdır.
8. Gündüz lamBaSı: Gündüz seyir halindeyken aracın daha kolay
görülebilmesini sağlamak için kullanılan lambadır.
9
9. dönüş (köşe) lamBaSı: Sağa ya da sola dönüşlerde, aracın dönüş
yaptığı yönü aydınlatan lambadır.
Ön aydınlatma lambaları, asla kırmızı renk olmaz. Ön aydınlatma,
beyaz renktir. Arka aydınlatmalar içerisinde geri vites haricinde beyaz
renk olmamalıdır.
46
İSTASYON
Ön ve arka park lambalarıyla plaka aydınlatma lambası, aynı anda
ve birlikte yanar. Bu lambalar yakılmadan farlar ve sis lambaları
çalışmamalıdır.
8
Aydınlatma sistemindeki
camlarda kırık, çatlak ve hasar
olmamalıdır.
İSTASYON
47
SoSyal medya
netnografi nedir?
markalar nasıl faydalanabilir?
Sosyal medyada her
platformda olmak
zorunda mıyız?
BloG yazmak İçİn 10 neden
n Blog yazmanın pek çok amacı, faydası var. Biz de
sizin için kendi nedenlerimizi topladık:
1. Fikir ve düşüncelerinizi ifade etmek için:
Dünyaya söyleyecek iki çift lafınız varsa, bloglar size
onları duyurabileceğiniz ortamı sağlar.
2. Kendinizi ya da işinizi tanıtmak için: Blog
yazmak, internetteki varlığınızı sağlamlaştırdığından,
kendinizi ya da çalıştığınız şirketi tanıtmak için en iyi
ve en samimi yöntemlerden biri.
3. İnsanlara yardımcı olmak için: Birçok kişi,
kendileriyle benzer sorunlar yaşayan ve sorunlara
çözüm arayanlara yardımcı olmak için blog yazıyor.
4. Uzmanlığınızı kanıtlamak için: Bloglar
ilgilendiğiniz alanda kendinizi bir otorite olarak
kabul ettirmede size yardımcı olacak en etkili
yöntemlerden biri.
5. Size benzer insanlara ulaşmak için: Bloglar,
hiç tanımadığınız, ama sizinle benzer zevk ve
ilgi alanlarına sahip kişilere ulaşmanıza ve fikir
alışverişinde bulunmanıza yardımcı olur.
6. Fark yaratmak için: Politik ya da sosyal konu
odaklı birçok blog, okurlarının fikrini belli bir yönde
değiştirmeyi amaçlayıp fark yaratmaya çalışır.
7. Gündemi yakalamak için: Bir blogun başarısı,
güncel ve doğru bilgiler vermesinde yatar. Blog
yazarı da bunu sağlayabilmek için sürekli gündemi
takip etme fırsatı bulur.
8. Bağlantıları koparmamak için: İnternet
genişledikçe dünya daralıyor, sınırlar kalkıyor.
Dünyanın öbür ucundaki tanıdıklarınız veya
dostlarınızla ilişkinizi kesmemenize yardımcı olan
bloglar bunun iyi bir örneği.
9. Para kazanmak için: Her blog yazarının blogu
üzerinden para kazanamadığı bir gerçek. Ancak
çoğu başarılı yazar, reklam ve diğer kazanç getiren
yollardan elde ettiği gelirle geçimini sürdürebiliyor.
10. Eğlenmek için: Bilgi verme dışında, pek çok
blog eğlence amacıyla var. Belli bir konuya olan
tutkunun yaratıcı bir şekilde dışa vurulmasında
eğlence de önemli bir faktör.
konum tabanlı uygulamaların geleceği
n Şu an bir TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonu’ndaysanız ve konum tabanlı uygulamalarla aranız iyiyse,
muhtemelen check-in’inizi yapmışsınızdır. Ama bu uygulamalarla arası olmayanlar için özetleyelim: Konum
tabanlı uygulamalar, o an hangi mekânda olduğunuzu bildirmenize, arkadaşlarınızla paylaşmanıza, mekân
hakkında tavsiyeleri okuyup -varsa- promosyonlarına katılmanıza yarar. Foursquare ve Facebook Places en
sık kullanılan konum tabanlı uygulamalardır. Akıllı telefonların artmasıyla birlikte konum
tabanlı uygulamaların kullanımı da yaygınlaştı. Özellikle Foursquare’deki “oyunlaştırma”
senaryolarıyla kullanıcılar, arkadaşlarıyla yarışır, çeşitli rozetler kazanır ve mekânların
müdavimleri olup çeşitli avantajlar yakalar. İşletme sahipleri açısındansa bu
uygulamalar, işletmeyi yakından tanıtma ve müşteri/kullanıcı yorumlarına
direkt olarak ulaşma imkânı sağlar. Beğendiğimiz ve sık gittiğimiz
mekânlara göre tavsiyelerde bulunabilen konum tabanlı uygulamaların
sunduğu avantajlar, yakın gelecekte bunlarla kısıtlı kalmayabilir.
Nereye gittiğimizi anlayabilen, çevremizdeki mekânlardan anlık
indirim kodu alabilen veya biz restorana varmadan en sevdiğimiz
yemeği sipariş edebilen bir asistanımızın olması, fena olmazdı...
48
İSTASYON
n Dijital dünya, platformlar kazanı… Wikipedia’nın
sosyal ağlar listesi bile adını hiç duymadığımız
platformlardan oluşuyor. Markalar da dijital dünyaya
girerken her platformda olmak istiyor. Çok basit, bir
o kadar da markayı ikna etmesi zor bir konudur her
platformda olmak zorunda olmadığımızı anlatmak...
Takvimler 2008 Mayıs’ı gösterdiğinde,
Facebook dünya genelinde ilk kez, aylık tekil
kullanıcı bazında MySpace’i geçmişti. Öncesinde
popülaritesi ve kullanıcı sayısı artan bir platformdu.
Şu an dünyada 1 milyardan fazla kişi Facebook’u
aktif olarak kullanıyor. Yukarıdaki bilgide önemli
olan, platformların zamanla değiştiği, bugün var
olan platformun yarın olamayabileceğine vurgu
yapmak... Pek çok marka, “her platformda olalım,”
düşüncesiyle ajansa geldiğinde, ajans markaya
tüm samimiyetiyle her yerde olmak zorunda
olmadıklarını söyleyebilmeli. Evet, her platformda
olmak zorunda değilsiniz. Hedef kitleniz şu anda tüm
platformlarda, siz orada olmasanız bile hakkınızda
bir şeyler söylüyor olabilir, ama bu illaki orada
bulunmak zorunda olduğunuz anlamına gelmesin.
Her platformda neden var olalım? Nasıl yer alalım?
Bu ve benzer soruları cevaplamadığımız sürece, her
platformda olmamızın bir anlamı yok. Aktif olmadan
var olmaktansa, hiç var olmamak daha iyidir.
Platform stratejinizin olması, atacağınız
adımları daha sağlam ve planlı atmanız demek.
Her platform özelinde söyleyecekleriniz, stratejiniz
ve hedefleriniz olmalı. Eğer her yerde olmamız
gerekiyorsa, bu platformları fazlandırmak sağlıklı bir
çözüm olacaktır. Örneğin ilk çeyrekte Facebook ve
Twitter’da var olacaksak, ikinci çeyrekte Foursquare
ve LinkedIn’de olmak gibi.
Ali Erkurt, Strateji ve Reklam Yönetimi Ekip Lideri,
Likeable Istanbul
n Küçük ve orta ölçekli işletmeler, Türkiye’de yüzde 98’lik bir paya sahip. Büyük bütçeli,
geleneksel pazarlamaya sıcak bakmayan bu işletmeler, devasa holdinglerle nasıl başa
çıkabilir? Bu sorunun cevabı iki kelimede saklı: Sosyal medya… Günümüzde, gerçek
kullanıcı etkileşiminin büyük bütçeli kampanyalardan daha önemli olmasının en önemli
nedeni sosyal medya… Peki, KOBİ’ler sosyal medyayı nasıl aktif olarak kullanabilir?
Öncelikle ihtiyaçların çok iyi bilinmesi gerekiyor. Kime, hangi kanaldan, nasıl
ulaşacağının analiz edilmesi şirketleri, düşük bütçelerle sosyal medyada dev firmalara
kafa tutabilecek duruma getirebiliyor. Öncelikle hangi sosyal ağlarda yer alınacağına
karar verilmeli. İyi bir strateji, illaki tüm sosyal ağlarda bulunmak demek değildir.
Hedef kitlenin belirlenip, onlarla kısa ve net bir iletişim kurulmalı. Herkesi müşteri
olarak görmemeli, ama herkese potansiyel müşteri olarak yaklaşılmalı. Unutmamalı
ki; ağızdan ağza yayılma sayesinde vezir olmak da mümkün, rezil olmak da. İlk etapta
milyonlarca takipçi olmayabilir. Ama iyi bir etkileşimle kurulan çekirdek kitle, hiç
planlanmayan daha geniş kitlelere ulaşmanın yolu olabilir. Bir web sitesi veya bloga
sahip olmak, etkileşimin ve iletişimin devamlılığı için faydalı bir etkendir. Ülkemizde
son dönemde özellikle küçük işletmelerin e-ticaret girişimleri, sosyal medyanın etkin
kullanımı sayesinde planlanandan daha hızlı büyüyor. Ayrıca ülkemizde 30 milyondan
fazla Facebook kullanıcısının olduğunu varsayarsak, geleneksel kanal ve potansiyel
müşterilere ulaşmanın en hızlı ve düşük maliyetli yolu, sosyal medyadan geçiyor.
n Sosyal medyanın günlük ilişkilerimizi şekillendirmesi bir yana,
satın alma kararlarımız üzerinde her geçen gün biraz daha fazla rol
oynamaya başladı. 30 milyondan fazla Facebook kullanıcısına sahip
olan ülkemizde de tüketiciler, markalara sosyal medya aracılığıyla
ulaşmayı tercih ediyor. En tarafsız bilgi kaynağı olarak gördükleri,
“kendileri gibi olan” diğer insanlara ulaşma imkânı, bu durumu çok
daha cazip kılıyor elbette. Peki, markalar bu iletişimi kitleleri hakkında
detaylı bilgi toplamak, hatta kullanıcıların kendi aralarındaki etkileşime
yön vermek için nasıl kullanabilir? Bu sorunun cevabı “netnografi” adı
verilen araştırma yönteminde saklı.
Netnografi, bir toplumu anlayabilmek için belli bir süre o toplumun
içinde yer almaya dayanan etnografi yönteminin dijital pazarlamadaki
yansıması. Markalara ya da belirli ürün gruplarına ilgi duyanlar,
sosyal medyayı kullanarak bir araya gelip, ürünlerle ilgili fikirlerini
birbirleriyle ve markalarla
paylaşıyor. Markalaraysa
bu iletişimi netnografik
gözlemle yakından izlemek
ve hedeflerine ulaşmalarına
yardımcı olacak çıkarımlarda
bulunmak kalıyor. Markalar,
internetteki izlenimlerini
kontrol altına almak için kendi
web sitelerini, bloglarını ve
sosyal mecralarını yönetiyor.
Ancak bunun yeterli
olmadığını ve kontrolleri
dışında gelişen sanal iletişimi de yakından takip etmeleri gerektiğini
unutmamalılar. Tüketicilerin en içten ve tarafsız görüşlerini, ürün
geliştirme sürecine dâhil edip yenilikçi çözümler üretebilme, pazarı
etkileyen faktörleri saptama ve marka hakkındaki görüşlere zamanında
yön verebilme gibi avantajlarıyla netnografinin, sosyal medyanın
pazarlama gücüne katacağı çok şey var.
Barış Can Pelin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Berry Azaryad, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable İstanbul
SoSyal medya koBİ’ler
İçİn neden Önemlİ?
klout, PeerIndex gibi servisler ne işe yarar?
n Klout, sosyal medya hesaplarınızı bağladığınız, bunun
sonucunda sosyal medya etkinliğinizi (influence) 100 üzerinden
puanlayan bir servis. Benzer hizmeti veren Kred, PeerIndex gibi
servisler de mevcut. PeerIndex’te de tıpkı Klout’ta olduğu
gibi etki derecenize göre ürünler, indirimler, ikramiyeler
(Perks) kazanabiliyorsunuz. Bir anlamda sosyal medya
karnenizi ortaya çıkaran bu servisler, belli markaların
sunduğu avantajları size doğrudan kazandırabiliyor.
Amerika’da işe alımlarda Klout skoruna bakıldığı
da oluyor. Klout skoru 34 olan biri yerine, skoru
67 olan başka birisinin alınmasıyla ilgili haberler
yayınlanmıştı. Klout skoru 74 olan bir grafik
tasarımcı, skorunu hep yüksek tutmak için günde 45
tweet’e kadar paylaşım yaptığından bahsetmişti.
Sosyal medya sayfaları
Klout’un işe alımdaki etkisi böyleyken, sadece işe alım ve kariyer
özelinde hizmet veren Reppify’dan da bahsedeyim. Reppify, iş başvurusu
yapan adayları belli kriterlere göre yaptığı puanlamayla sıralıyor. Böylece
işe alım sürecinde adaylar hakkında fikir veriyor.
Stephen King, yeni e-kitabı Mile 81 için Klout’ta kitap konusundaki
etki sahibi kullanıcıları (Influencer) hedeflemiş ve e-kitabı ve yeni
romanından bir bölümü ilk kez onlarla paylaşacağını duyurmuştu.
Doğru hedef kitleye, konuşacağı ve paylaşacağı değerli bir şey
sunma açısından Klout doğru bir platform olarak kullanılmıştı.
Ne Facebook ne Twitter… Sadece Klout.
Bu tür puanlama hizmeti sunan servisler sağladıkları
ayrıcalıklarla dijital dünyadaki yerlerini giderek
sağlamlaştıracak mı, yoksa önemsiz birer puan aracı mı olacak,
yakın zamanda hep birlikte göreceğiz...
ve
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
49
OYuN
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
BiR moBil
OYuN KONSOLu
PRojeSi
n Geçtiğimiz aylarda tanıtımı yapılan yeni
SOSYAL MEDYADAN
KOPAMAYANLARA: HOME
n Facebook, internette doğsa
da artık akıllı cep telefonları ve
tabletlerde yaşıyor. Şirket bunu
görmüş olsa gerek ki, Android
sistemli akıllı telefonları için Home
adında özel bir aplikasyon çıkardı.
Aplikasyonun özel tasarlanmış grafik
arayüzü sayesinde, telefon adeta
mobil bir Facebook terminali haline
geliyor. Son sürüm Android sistemleri
destekliyor ve sosyal medyadan
kopamayanlar için ilaç gibi.
taşınabilir oyun konsolu NVIDIA Shield, çok
yakında oyunseverlerle buluşacak. Akıllı
telefonlara işlemci üreten ve grafik işlemciyle
ünlü NVIDIA, bir süre önce her yere taşınabilecek
güçlü bir oyun konsolu projesi başlatmıştı.
Dünyada ilk defa şirketin Tegra 4 işlemcilerini
kullanacak Android’li konsol, 5 inçlik dokunmatik
ekran, oyun kontrol tuşları, GPS gibi gelişmiş
özeliklere sahip. Büyük ekrana bağlanarak tam
bir konsol deneyimi yaşatan ürünün fiyatı 349
Dolar. www.shield.nvidia.com
Playstation 4 cezbediyor
n Mayıs ayında duyurduğu ve sadece oyun kontrol ünitesini görebildiğimiz
Vine’laşalım canlanalım
n Twitter’ı yaratan ekipten çok farklı
bir servis geldi. 140 karakterden
oluşan metin mesajlarla popüler
olan Twitter, Vine ile metin yerine
kısa videoları paylaşabileceğiniz
bir ortam oluşturuyor. Videoları
kendine ait özel bir teknolojiyle
kolayca paylaşılabilecek hale getiren
aplikasyon bir hayli ilgi görüyor.
TURKcellTVPlUS
n Turkcell’in TVPlus’u sayesinde
akıllı telefon, tablet, web gibi birçok
araçtan televizyon kanalını izlemek
ve film kiralamak mümkün… Diziler
ve seçme videoların
bulunduğu bu
sistemde farklı paket
seçenekleri de var.
Aylık 1,90 TL’den başlayan fiyatlarla
sahip olunabilecek TurkcellTVPlus’ta
yayın kalitesi izleyicileri tatmin etse
de kanal sayısı zayıf kalıyor.
50
İSTASYON
Sony’nin popüler oyun konsolu PlayStation 4’ün detayları E3 oyun fuarında
ortaya çıktı. Yeni kablosuz kontrol ünitesi DualShock4 ve yeni kamera
aksesuarıyla birlikte, oyun konsolunun sonbaharda satışa çıkacağı açıklandı.
Yeni PlayStation, daha köşeli ve keskin bir tasarım ruhuna sahip. Yeni
çıkan rakibi Xbox One’dan daha güçlü bir donanımı bulunmakla birlikte
daha ince kalmayı başarmış. PS4‘ün Xbox One karşısındaki bir diğer önemli
avantajıysa, fiyatı. Microsoft, Kinect ve SmartGlass’la birlikte
gelen yeni konsolunun fiyatı 499 Dolar’ken, Sony, PS4’ün
fiyatını 399 Dolar olarak açıkladı. Yeni çevrimiçi ve
sosyal oyun seçenekleri, mobil oyun konsolu PSVita
entegrasyonu, müzik, film, TV gibi içerik servisleriyle
yılsonunda satışa çıkması bekleniyor. 8 çekirdekli
x86-64 AMD Jaguar işlemci kullanan PS4, 8 GB RAM
ve 500 GB dâhili belleğe sahip olacak. www.sony.com
Salonda konsol savaşı başladı
n Microsoft sürpriz yaparak yeni oyun konsolunu resmen
duyurdu. Xbox One adı verilen yeni konsolun barındırdığı
özellikler, oldukça olumlu tepkiler almayı da başardı.
8GB RAM belleği, Blu-ray oynatıcısı, 500 GB dâhili belleği
bulunan ürünün yılsonundan önce, 499 Dolar’lık fiyat
etiketiyle raflarda olması bekleniyor. Microsoft’un önemli
rakiplerinden Sony, kısa bir süre önce PlayStation 4’ü
çıkardığını oyun meraklılarına duyurmuştu. Daha önce
de efsane Nintendo, tabletle kontrol edilebilen oyun
konsolu Wii U’yu çıkarmıştı. Böylece, 2013 yılında tüm
rakipler salondaki son silahlarını sahaya sürmüş oldu.
Android sistemli bağımsız oyun konsollarını da göz ardı
etmemenizi öneririz. www.xbox.com
C
C
M
M
Y
Y
CM
CM
MY
MY
CY
CY
CMY
CMY
K
K
SİnEma-Tv
akTİvİTE
Duvarları
Yıkan aDam
bahsettiğimiz termometrelere yansıyan sıcaklık değil.
Bugüne kadar birçok ünlü sanatçıyı ağırlayarak bu
konuda belli bir profesyonelliğe ulaşan İstanbul,
geleneği bu yaz da bozmuyor. Sultanların şehrinde
sevenleriyle müzik aracılığıyla buluşacakların arasında
kimler yok ki… Iron Maiden, Snoop Dogg, Alicia Keys
akla ilk gelen isimler. Ve tabii Roger Waters. Pink
Floyd’un efsane ismi Roger Waters, yedi yıl aradan
sonra hayranlarıyla bir kez daha buluşacak. Gelmiş
geçmiş en iyi turnelerinden The Wall’un Temmuz
ayında başlayan Avrupa ayağı kapsamında, konser
verecek olan Waters, eski ve yeni binlerce hayranına
seslenecek. Müzik dünyasının nev-i şahsına münhasır
isimlerinden biri Roger Waters. Onun müziğini anlamak
için hayatıyla ilgili fikir sahibi olmak gerekir, zira bugün
70’li yaşlarında olan sanatçının doğumundan günümüze
başından geçenler, müziğinin şekillenmesinde önemli
bir oynuyor. Henüz beş aylıkken, babasını savaşta
kaybeden sanatçı, gençlik yıllarında gittiği askeri
okuldan kovulur ve nükleer silahsızlanma için mücadele
eden bir gruba üye olur. Eğitim için gittiği Londra’da
Nick Mason ve Richard Wright ile tanışır. 1965’te
müzikte en az Waters kadar yetenekli ve ondan bin
kat daha çılgın Syd Barrett’ın aralarına katılmasıyla
Oyunculuk kariyerinin zirvesinde olan Kıvanç Tatlıtuğ, yeni dizisi aracılığıyla
gelecek sezon da evlerimize konuk olacak.
n İstanbul Modern, sanatseverlerin
Dağılan ve hayranlarının
tüm ısrarlarına
rağmen asla bir araya
gelmeyeceklerini
açıklayan Pink
Floyd’un efsane ismi
Roger Waters, yedi yıl
aradan sonra yeniden
İstanbul’da.
n Bu yaz sıcak geçecek, hem de çok sıcak… Ancak
GElEcEk SEzon Da kıvanç’lıYız
Yarım yüzyıllık
retrospektif
Pink Floyd efsanesi doğar. Grubun ilk albümündeki
11 şarkının 10’unda Barrett’in imzası vardır ve o Pink
Floyd’un her şeyidir. Ancak bu durum uzun sürmez ve
Waters dizginleri ele alır. Önce David Gilmour’u gruba
dâhil eder, ardından da söz ve müzik yazımındaki
yeteneğini kanıtlamak istercesine tüm parçaları kendisi
yazar. Takvimler 1985’i gösterdiğindeyse Pink Floyd
hayli tantanalı şekilde dağılır. Yoluna tek başına devam
eden Waters, 1990’lara kadar yaptığı çalışmalarda
kayda değer bir başarı elde edemez. Ancak Berlin
Duvarı’nın yıkılması, tüm dünyayı olduğu gibi onun
geleceğini de etkiler ve Waters, Anka kuşu misali
küllerinden yeniden doğar. Bu tarihten sonra sanatçının
solo kariyerine ivme kazandıran, albümlerinden ziyade,
teknolojinin sunduğu tüm imkânlardan yararlanarak
hazırladığı sahne şovlarıdır...
Babasını savaşta kaybeden biri için en büyük sorun
savaşların halen sürmesi olsa gerek. Waters da savaşın
kendisi ve dolayısıyla müziği üzerindeki etkisini inkâr
etmiyor zaten. Hatta “Birinin söylenecek bir lafı varsa,
bunu söylemesi vazifesidir,” diyerek bu konuda ne
derece net olduğunu belirtiyor. Evet, bu yaz sıcak
geçecek. Hem de çok sıcak. Ve 4 Ağustos akşamı, İTÜ
Arena’da sahneye çıkacak Waters ve onu dinlemeye
gelen binlerce kişi, ortamı daha da ısıtacak.
karşısına bu kez “Erol AkyavaşRetrospektif” sergisiyle çıktı.
Sanatçının 1950’lerde başlayan ve
1990’ların sonuna kadar uzanan
çalışmalarını kapsayan seçki, Ilona
Akyavaş’ın himayesinde oluşturuldu.
29 Mayıs’ta açılan ve 25 Ağustos’a
kadar ziyaret edilebilecek bu sergi,
Akyavaş’ın Doğu-Batı sanat ve kültür
dünyası arasında kurduğu kendine
özgü sentezini, tuval üzerindeki zaman
içinde dönüşüm geçiren perspektif
ve mimari düzenlemelerini, insan
figürünü merkez aldığı bilinçaltı
arayışlarını ve son döneminde
dünyanın farklı kültürleriyle giriştiği
hesaplaşmaları bir araya getiriyor.
İstanbul Modern, Erol AkyavaşRetrospektif sergisi boyunca,
sergiye paralel eğitim programları
da düzenliyor. Garanti Bankası’nın
desteğiyle çocukları, gençleri ve
aileleri kapsayan “Sanat Labirenti” de
bu programlar arasında bulunuyor.
Katılımın ücretsiz olduğu programda,
hem bir uzman eşliğinde sergi
geziliyor hem de Erol Akyavaş’ın
izinden gidilerek sanat atölyelerinde
üretim yapılıyor.
n Milyonlarca kişinin tek eğlence kaynağı olan diziler,
Haziran ayından itibaren sezonu kapattı. Ekranlarda
yaz aylarında gösterilecek programlar var şimdi.
Kimi diziler, takipçilerini üç ay boyunca merak içinde
bırakacak sezon finalleriyle adından söz ettirirken,
kimi bir daha buluşmamak üzere elveda dedi. Kanal
D’nin iki yıldır ekrana taşıdığı, farklı karakterlere sahip
iki kardeşin konu edildiği Kuzey Güney, veda eden
yapımlar arasındaydı. Yayınlandığı süre boyunca reyting
listesinin ilk sıralarından hiç inmeyen diziye başarı
52
İSTASYON
E N ÜST T E : DO N E MM ER T /A FP /G ET T y IM AG ES
Günümüze Yelpazeler.” Artam Antik’in Yönetim Kurulu Başkanı Nurcan Artam’ın
1720 ila 1900 yıllarını kapsayan, günümüzde eşine az rastlanır 120 yelpazeden
oluşan özel koleksiyonu ile yelpazenin önemini vurgulayan yağlıboya tablolardan
oluşan sergide, söz konusu dönemin kültürünü yansıtan ve altın, porselen ve
mine işçiliğinin en zarif örneklerini yansıtan opera dürbünleri de bulunuyor.
Yelpazenin tarih boyunca modada, seremonilerde ve hatta savaşlardaki
önemini gözler önüne seren sergi, 25 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek.
BuDa’nın DİlİnDE opEra
n Aydınlanmış, uyanmış, yüce
bilgeliğe ulaşmış… Bunlar, Buda’ya
atfedilen sıfatlar. Nirvana’ya
ulaşmış Buda’nın kendini ifade
etmekte kullandığı, 2 bin yıllık Pali
dili, Wagner’in yaşamını konu alan
bir operayla tekrar can buluyor.
Besteci Jonathan Harvey’in notalara
döktüğü ve Wagner’in bitiremeden
yaşamını yitirdiği Budist operadan
ilham alınarak geliştirilen Wagner
Rüyası adlı eserin bazı bölümleri
Pali dilinde sahnelenecek. Geçen
yıl ölen Harvey’in kültürlerarası
diyaloğa katkıda bulunmak
amacıyla bestelediği bu eserin batı
müziğinin devlerinden Wagner ile
Budist geleneği bir araya getirmesi
bekleniyor.
Yıldız Savaşları polemik yarattı
Yelpazenin yansıttığı kültür
n Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyor: “Geçmişten
getiren en önemli unsur oyuncuları
elbette. Hayli zengin ve tecrübeli
isimlerden oluşan kadronun içinde
yer alan Kıvanç Tatlıtuğ, -daha
önceleri Aşk-ı Memnu ve Ezel
gibi önemli yapımlarda rol alsa
bile-, oyunculuk kariyerinin en
önemli performansını bu dizide
sergiledi dersek abartmış olmayız.
Zaten televizyon eleştirmenleri,
dizinin ekrana gelmeye başladığı
dönemlerde bu konuya değinen
hayli yazı kaleme aldılar. Kıvanç
Tatlıtuğ’un yakışıklılığından ziyade
oyunculuğuyla gündeme gelmesine
vesile olan dizi, ona bu sektörde
avantajlı bir konum da kazandırdı.
Önce Yılmaz Erdoğan, Kelebeğin
Rüyası’nda kendisine başrol verdi. Kuzey Güney, ekrana
daha veda etmemişken gelen bir haberse Tatlıtuğ’un
artık aranan oyuncular arasına girdiğinin de kanıtıydı.
Zira genç oyuncu, şu anki yapım şirketi olan Ay Yapım
ile çalışma şartıyla yeni bir proje için “tamam” dedi.
Nermin Bezmen’in romanından uyarlanacak, bu satırların
yazıldığı sırada adı henüz belli olmayan dizide Kıvanç
Tatlıtuğ’a, en az Kuzey Güney kadar ilgi çeken bir başka
yapım olan “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisinden Farah
Zeynep Abdullah’ın eşlik edeceği iddia ediliyor.
n Sinema tarihinin en kült yapımlarından
biri “Star Wars /Yıldız Savaşları”.
Milyonlarca hayranı var. Yıldız Savaşları’nın
yaratıcısı George Lucas, geçen yıl, şirketi
Lucasfilm’i 4,05 milyar Dolar karşılığında
Walt Disney’e sattığında, bu alışverişin
dudak uçurtan rakamından ziyade, Yıldız
Savaşları’nın akıbeti gündeme gelmişti.
Las Vegas’ta düzenlenen yıllık Sinemacılar
Kongresi’ne katılarak bir açıklama yapan
Walt Disney Başkanı Alan Horn, 2015
yılından itibaren, her yıl yeni bir Yıldız
Savaşları filminin gösterime gireceğini
açıklayınca, başka bir polemiğin fitilini de
ateşlemiş oldu. Zira filmin kimi hayranları,
ortalıkta bu kadar çok Yıldız Savaşları
bulunmasını “gülünç” olarak yorumlarken,
bazıları da efsaneyi yeni bölümleriyle tekrar
seyredebilmenin mutluluğunu yaşadı.
Yapmamanız GErEkEn
52 DüşüncE haTaSı
n Almanya’da tam 500 bin adet
satan Hatasız Düşünme Sanatı,
NTV Yayınları tarafından okurla
buluşturuldu. Rolf Dobelli tarafından
kaleme alınan, tuzağına tekrar tekrar
düştüğümüz düşünce hatalarının ele
alındığı kitap, okuru kendine kimi
sorular yöneltmeye ve dolayısıyla
farklı bir pencereden bakmaya sevk
ediyor. Hatasız Düşünme Sanatı’nda
kendi bilgimizi mutlak doğru,
diğer kişilerinkini ise yanlış kabul
etmemizin nedenleri; yanlış olduğu
ispatlanan teorilere bile sıkı sıkıya
bağlı kalışımızın yarattığı sonuçlar
gibi konular ele alınıyor.
İSTASYON
53
ÇOCUK
İKİ
BREZİLYALI
RÜZGAR SÖRFÜYLE
Garip
AMA
,
Gercek
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
BİLİNEN EN BÜYÜK
BİR IŞIK YILI YOLCULUK EDERSEN, NEREDEYSE
10 TRİLYON KM YOL KAT ETMİŞ OLURSUN.
YILDIZLAR GÜNEŞ’TEN
2000
KAT
DAHA BÜYÜKTÜR.
8120
KİLOMETRE
Bir adam
Avusturya’nın
başkenti Viyana’dan
Fransa’nın
başkenti Paris’e
ZÜRAFA
elleri
üzerinde
yürüyerek
KAT ETTİ VE
YOLCULUKLARI
14 AY SÜRDÜ.
METRE
FİLTRUM
DENİR.
YÜKSEKTEN
YERE
DÜŞER.
AVUSTRALYA’DAKİ
BİR SAAT DİLİMİNDE
SADECE 200 KİŞİ
YAŞIYOR.
30 binden
fazla
dikeni olabilir.
DİKDÖRTGEN ŞEKLİNDEDİR.
HAYATI BOYUNCA
ORTALAMA
43.300
BAZI BİTKİLER
BÖCEK, KURBAĞA
VE KUŞ YİYEBİLİR.
KUTU GAZLI İÇECEK
AYAKKABILARINI
MUZ KABUĞUYLA
PARLATABİLİRSİN.
ŞANSLI
ŞANSLI
ADINDA
ADINDABİR
BİRKEDİ
KEDİ
KURTARILANA
KURTARILANAKADAR
KADAR
Hawaii
alfabesinde
sadece
13
harf
ALTI
ALTIHAFTA
HAFTABOYUNCA
BOYUNCA
AĞAÇ
AĞAÇTEPESİNDE
TEPESİNDE
vardır.
MAHSUR
MAHSURKALDI.
KALDI.
En hızlı tenis
servisi saatte
246 km
hıza ulaşmıştı.
54
İSTASYON
Bugüne dek yetiştirilen
en büyük kabak
bir çoban köpeği
ağırlığındaydı.
TÜKETİR,
YANİ DÖRT İTFAİYE
ARACI DEPOSUNU
DOLDURMAYA YETECEK
KADAR.
Esnemek tıpkı
insanlarda
olduğu gibi
şempanzelerde de
bulaşıcıdır.
SADECE
ERKEK
HİNDİLER
SES ÇIKARIR.
KEÇİNİN
GÖZBEBEKLERİ
BİR AMERİKALI
Bir
oklu kirpinin
BURNUN
ARASINDAKİ
OLUĞA
1,8
55 gün
DUDAĞINLA
DOĞARKEN
YAKLAŞIK
gitti. Bu yolculuk
tam
sürdü.
ÜST
Bazı
mantarlar
karanlıkta
parlar.
AY’DA HAVA
KAYNAR SUDAN
SICAK OLABİLİR.
Bu konu NatIoNal GeoGraphIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
55
TüvTürK
Sevİlla CITa üyelerİnİ ağIrladI
Kurumsal Gelişim
Direktörü Emre
de
Büyükkalfa, kongre
TÜVTÜRK adına
sunumlar yaptı.
Merkezi Brüksel’de bulunan, kâr amacı gütmeyen Uluslararası Araç Muayene Komitesi
(CITA), devlet, özel sektör, test ekipmanı imalatçıları, araç muayene ve test merkezleri başta olmak
üzere birçok kuruluşu temsil ediyor. CITA, halen 50 ülkeden yaklaşık 120 üyeyle yılda 250 milyon
araç muayenesini kapsayan bir ağa sahip. Komite, her iki yılda bir düzenlenen kongre aracılığıyla
tüm dünyada araç muayenesiyle ilgilenen veya aktif olarak bu sektörde çalışanların birbirleriyle
tanışabilmesini, tecrübe ve bilgi paylaşımında bulunabilmesini amaçlıyor. Bu yılki toplantı 15-17
Mayıs’ta, İspanya’nın Sevilla kentinde gerçekleştirildi. 400’ün üzerinde katılımcının bulunduğu
organizasyonun ana teması “Yola Elverişlilikten Faydalanma Stratejileri” olarak belirlendi. 40’ın
üzerinde kişinin söz aldığı kongrenin açılış konuşması İspanya’da araç muayene hizmeti veren
AECA-ITV adına Julio Tejedor tarafından yapıldı. 2008’den bu yana CITA’ya tam üye olan TÜVTÜRK,
Sevilla’daki kongrede Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa tarafından temsil edildi. Büyükkalfa,
“Türkiye’de Araç Muayene Sistemini Yeniden Yazmak” başlıklı bir konuşmanın yanı sıra gelişmiş ülkelerde
muayene hizmetlerinin yaygınlaştırılması konulu Çalıştay B oturumlarına başkanlık yaptı. Büyükkalfa,
kongrenin üçüncü ve son gününde ise kapanış oturumunda özet sunum gerçekleştirdi. CITA’nın bir sonraki
kongresi, 2015 yılının Mart ayında Dubai’de düzenlenecek.
otomotiv
sektörünün
devleri şile’deydi
Şile’de bulunan TÜVTÜRK Akademi, 23 Mayıs Perşembe
günü, Türkiye’deki otomotiv endüstrisinin önde gelen
temsilcilerini ağırladı. Otomotiv Sanayi Derneği (OSD)
üyelerinin katıldığı ziyarette, hem TÜVTÜRK Akademi’nin
tanıtımı yapıldı hem de Şile istasyonundaki muayene
süreçleri anlatıldı. AIOS, Ford Otosan, Karsan, Honda
Türkiye, Man Türkiye, Mercedes Benz Türk, TEMSA,
TOFAŞ, Toyota’nın temsilcileri, organizasyondan
memnun kalarak, kendilerini davet ettiği
için TÜVTÜRK’e teşekkür etti.
Karayolunda
güvenlİK şarT
4. Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu ve Sergisi, 8-10 Mayıs’ta Ankara
Ticaret Odası (ATO) Kongre Merkezi’nde yapıldı. Sempozyuma, düzenleyici kurumlar
olarak İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü (EGM), Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Polis
Akademisi Başkanlığı, üniversiteler, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları ve diğer ilgili kuruluşlar katıldı.
İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım ve Emniyet Genel
Müdürü Mehmet Kılıçlar, idari ve mülki yöneticilerin yanı
sıra sektörün önemli kurum ve kuruluşlarının bulunduğu
sempozyum, trafik alanında ülkemizdeki en geniş
kapsamlı ve kurumsallaşmış akademik organizasyon
olarak genel kabul görüyor. Trafik sorununun bütün
yönleriyle tartışıldığı ve çözüm önerilerinin geliştirildiği,
TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları’nın sponsorluğunda
gerçekleşen sempozyuma toplam 165 bildiri gönderildi;
bunların 62’si sözlü, 43’ü ise poster olarak sunuldu.
“Trafik Güvenliğinde Emniyet Kemeri ve Hız” konulu bir
panelin de gerçekleştiği organizasyonda ayrıca, trafik
güvenliğine yönelik faaliyet gösteren resmi kurumlarla
eğitim, bilişim, iletişim, denetim teknolojileri, altyapı, sanayi ve otomotiv sektörlerinden toplam 47 firmanın
katıldığı “Karayolu Trafik Güvenliği Sergisi” düzenlendi. Platform ortaklarının, trafik kurallarına
bireysel ve kurumsal olarak riayet edeceklerini ve bunun otokontrolünü sağlayacaklarını
içeren “Trafik Güvenliği Platformu Deklarasyonu”nu imzaladığı etkinlikte, trafik
kurallarına uymaya özen gösteren dizilerin yapımcılarına ve yayınlandıkları
kanalların yöneticilerine ödül verildi.
56
İSTASYON
TrafİKTe güvenlİK
İçİn genİş KaTIlImlI
İşbİrlİğİ!
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile İçişleri
Bakanlığı’nın önderliğinde hazırlanan Kurumsal Trafik
Güvenliği Deklarasyonu, özel sektör kuruluşları, sivil
toplum örgütleri ve meslek birliklerinin temsilcileri
tarafından imzalandı. Deklarasyon, trafik güvenliği
konusunda sürdürülebilir çözümler ve yaklaşımlar üretmenin, çok sayıda kurum ve kuruluşun iş birliği içinde
ve ortak çalışmalar yürütmesiyle mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle hazırlandı.
Deklarasyon; “kurumların trafik güvenliğinin artırılması için gönüllü olarak üstlenebileceği rollerin
çerçevesini belirlemeyi”, “kurumların trafik sorununun çözümünde ele alabilecekleri öncelikleri
belirlemeyi”, “deklarasyonda imzası bulunan kurumların gönüllü taahhütte bulunarak
trafik güvenliği konusunda faaliyette bulunmalarını teşvik etmeyi” hedefliyor.
Deklarasyon, Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu ve Sergisi’nin açılış
töreninin ardından imzaya açıldı. Deklarasyonda imzası bulunan
kurum ve kuruluşların, metinde yer alan konularla ilgili
yaptıkları çalışmaları raporlamaları öngörülüyor.
TgH olİmpİyaTlarI
SonuçlandI
TürKaK
saha
denetimlerini
tamamladı
Avrupa’nın en büyük akreditasyon projesi olan TÜVTÜRK, ISO
17020 standardı çerçevesinde TÜRKAK tarafından akredite olan
bir kuruluş. Akreditasyonun sürekliliği kapsamında, dört yıllık
dönemlerde her istasyon bir kez denetleniyor. Kuruluşundan
bugüne, tüm denetimlerden alnının akıyla çıkan TÜVTÜRK, 24
Mayıs-14 Haziran tarihlerinde bir kez daha denetimden
geçti. 28 Ağustos’ta gerçekleştirilmesi planlanan
Genel Müdürlük Sistem denetimiyle birlikte
2013 yılı gözetim denetimleri süreci
tamamlanmış oldu.
Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Goodyear ve TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları arasında imzalanan protokol çerçevesinde yürütülen Trafikte Gençlik
Hareketi, ortaöğretim öğretmenleri, öğrencileri, veliler ve okul servis sürücülerinde trafik güvenliği
konusunda bilinç yaratmayı amaçlayan bir oluşum. Trafikte Gençlik Hareketi’nin bir ayağı olan Trafik
Olimpiyatları yarışmasıyla ise öğrencilerin yaşadıkları yerlerde, bu alanda yürüttükleri kampanyalar
değerlendiriliyor. 2012-2013 eğitim öğretim yılında yarışmaya 10 ilden 50 okul katıldı. Ankara’da yapılan
finaller sonucunda Ankara Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi, “Trafikte Ayyıldız Gençlik Hareketi” adlı
kampanyayla birinci oldu. Liseli gençler, trafikte sorumlu davranan vatandaşlara arka yüzünde trafik
güvenliğiyle ilgili bilgiler bulunan 11 bin 500 adet teşekkür belgesi dağıttı. Öğrenciler, Facebook ve
Twitter’da da kampanyalarını duyurarak on binlerce kişinin trafik konusunda bilinçlenmesini sağladı.
Yarışmada Malatya Fatih Lisesi “Fatih Trafik Hareketi” isimli çalışmasıyla ikinci, Ankara Mehmet Emin
Resulzade Anadolu Lisesi de “Sessiz Trafik” kampanyasıyla üçüncü oldu.
Traktörler de
muayene edildi
TÜVTÜRK, Mayıs ayında Türkiye’deki yaklaşık 700
Ziraat Odası başkanlarına, traktör muayenesinin
önemini ve kontrol edilen noktaların anlatıldığı
broşürler gönderdi. Bu çalışmanın ardından
kendileriyle irtibata geçen oda başkanlarıyla
işbirliğine girildi. İlçelere gezici araç
muayene istasyonları gönderilerek
traktörlerin muayenesinin
yapılması sağlandı.
İSTASYON
57
TüvTürK
anTalya’da moToSİKleTlere
özel İSTaSyon
TÜVTÜRK, motosikletlere yönelik girişimlerine bir yenisini ekledi. İstanbul’da iki noktada hizmet veren
motosiklet muayene istasyonlarının üçüncüsü Antalya’da açıldı. Muratpaşa Gazi Bulvarı’ndaki muayene
istasyonu, şehir içinde ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle motosiklet kullanıcılarına büyük kolaylık sağlayacak.
Motosikletlere özel cihazların bulunduğu, aynı anda birden fazla motosiklete hizmet verebilen istasyonda
konusunda uzman teknisyenler görev yapıyor. www.tuvturk.com.tr internet adresinden randevu alarak
gidilebilen bu istasyonun yanı sıra motosiklet sahipleri TÜVTÜRK’ün Alanya, Kaş, Kumluca, Manavgat, Sütçüler
ve Yeşilbayır’daki sabit istasyonlarında da muayene yaptırabiliyorlar. TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören,
motosiklet sahiplerinin Antalya gibi büyük şehirlerde sabit istasyonlara gelmekte zorlandığını belirterek, “Antalya
içinde kolay ulaşılabilir bir nokta olduğu için Gazi Bulvarı’nı tercih ettik. Motosiklet sahipleri, randevu alarak
geldikleri takdirde, 10-15 dakika gibi kısa bir süre içinde, muayenelerini tamamlayabilecek” dedi. Ören, Ege ve
Akdeniz bölgelerindeki diğer kentlerde de motosiklet istasyonlarının açılmasının mümkün olabileceğini söyledi.
TSH’ye
avrupa’dan ödül
Avrupa Komisyonu’nun desteği, CSR Europe ve Business
in the Community’nin liderliğinde bu yıl ilk kez düzenlenen
Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödül Programı’na ilgi büyüktü.
Program, 29 Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kurumu tarafından
oluşturulan konsorsiyum tarafından hayata geçirildi. Avrupa’da çok
paydaşlı KSS işbirliklerinin kurulması ve tecrübelerin paylaşılmasını
amaçlayan Ödül Programı’nda değerlendirme, küçük ve orta ölçekli
işletmeler (KOBİ) ve büyük şirketler olmak üzere iki kategoride yapıldı.
15 Mart’ta son bulan başvuruların değerlendirilmesi ve finale kalacak
projelerin belirlenmesinin ardından finalistler, uygulamalarını
anlatmak üzere 8 Nisan’da bir araya geldi. TÜVTÜRK,
23 kurumun 26 projeyle yarıştığı finallerde,
Trafikte Sorumluluk Hareketi projesiyle
iletişim dalında ikinci oldu.
yalova’da
trafik eğitimi
Yalova İl Emniyet Müdürlüğü ve TÜVTÜRK
Yalova Araç Muayene İstasyonu, emniyet kemeri
takma bilincini ve alışkanlığını artırmayı amaçlayan
Karayolları Trafik Güvenliği Stratejisi ve Eylem
Planı kapsamında, 25-26 Mayıs’ta bir organizasyon
düzenledi. Proje dâhilinde emniyet kemeri
simülatörleri kuruldu, sarhoş gözlüğüyle testler
yaptırıldı, konuyla ilgili bilginin verildiği
stantlar kuruldu ve eğitim
alanları oluşturuldu.
58
İSTASYON
münİH’Te TeK SeS
Artık geleneksel hale getirdiği İş Ortakları Toplantısı’nı bu yıl 9-12 Mayıs tarihlerinde,
TÜV SÜD’ün Genel Müdürlüğü’nün yer aldığı Almanya’nın Münih kentinde düzenleyen
TÜVTÜRK, yürüttüğü çalışmalardan edindiği tecrübeyi ve ileriye yönelik planlarını iş
ortaklarıyla paylaştı. Türkiye’nin dört bir yanındaki istasyonlardan gelen katılımcılar,
“Münih’te Tek Ses” mottosuyla gerçekleşen toplantıda, hem yapılan çalışmalarla ilgili
bilgi alma hem de görüş ve düşüncelerini aktarma fırsatı buldular. 10 Mayıs’ta,
TÜV SÜD’ün genel merkezinde, TÜVTÜRK Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen,
TÜV SÜD CEO’su Axel Stepken ve Bridgepoint’i temsilen Güneş Soytürk,
TÜVTÜRK CEO’su Kemal Ören’in yönetiminde düzenlenen bilgilendirme
toplantısında açılış konuşması yaptılar. Toplantının ardından
TÜV SÜD istasyonunu ziyaret eden konuklar, öğleden
sonra ise Deutsche Museum’un otomotiv ve toplu
taşıma bölümünü de gezdiler.
Sorumlu vaTandaş
güvenlİ TrafİK
Trafikte Sorumluluk Hareketi kapsamında yürütülen Sorumlu Vatandaş Hareketi,
halk eğitimi merkezi öğretmenlerinin, usta öğreticilerinin ve kursiyerlerin trafikte can
güvenliği konusunda farkındalıklarının artırılmasını amaçlayan bir proje. Bu proje Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı Hayat
Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve TÜVTÜRK’ün iş birliğiyle yürütülüyor. Belirlenen illerdeki halk eğitimi
merkezlerinde görev alan öğretmenler, bir gün boyunca trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk
konulu bir seminere katılıyorlar. Öğretmenler, bu seminerden sonra, kendilerine temin edilen araçları
kullanarak kendi kursiyerlerini trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk konusunda eğitiyorlar.
Bugüne kadar 25 ilde 2 bin 500 öğretmene, onların aracılığıyla da 50 binden fazla kursiyere ulaşıldı. Bu
yılki seminerler, 8-19 Nisan’da İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep, Ankara ve Ordu illerinde gerçekleştirildi.
Sorumlu Vatandaş Hareketi seminerlerine 705 eğitimci katıldı. Bunu takiben öğretmenler, 18 bin kursiyere
trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk konulu eğitim verebilecekler.
Trafik kapak
konusu oldu
Reklam Yaratıcıları Derneği, bir süre önce Grafik
Tasarım dergisiyle işbirliği girdi ve böylece sosyal konuların
derginin kapağına taşınması konusunda bir anlaşma sağlandı.
Anlaşmaya göre, grafik tasarımcıları, her ay belli bir sosyal temadan
hareket ederek oluşturdukları yaratıcı çalışmaların derginin kapağında
yer alması için birbirleriyle yarışıyorlar. Tasarımcıların oluşturduğu
görseller, değerlendirilmek üzere jüri önüne geliyor ve jüri o ay
derginin kapağında hangi çalışmanın olacağını belirliyor. Kapağın
sosyal konulardan oluşturulması kararının alınmasından iki sayı sonra,
tasarımcılar bu kez Trafikte Sorumluluk Hareketi ve trafikte bireysel
sorumluluk konusundaki yaratıcılıklarını sergilemek üzere kolları
sıvadı. Jüri, üretilen kapaklar arasından Sevcan Sertel’in
eserini derginin kapağında kullanmaya karar
verdi. Derginin iç sayfalarındaysa Trafikte
Sorumluluk Hareketi ve trafik güvenliği
hakkında bilgiler paylaşıldı.
romantizmden
geleceğe
Can doSTlarI HareKeTİ
gün geçTİKçe büyüyor
Trafikte can güvenliği konusunda, ilkokul dördüncü sınıf öğretmenleri, öğrencileri ve velilerin
yanı sıra okul servis sürücülerinin farkındalıklarını geliştirmeyi ve trafikte sorumluluk bilincini
artırmayı hedefleyen Can Dostları Hareketi projesinde, öğretmen eğitimi bu yıl, 18-20 Haziran
tarihlerinde gerçekleştirildi. Ankara, Antalya, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Konya,
Kütahya, Mardin ve Şanlıurfa’dan gelen 90 öğretmen, yapılan eğitimlere katıldı. Öğretmenlere
projenin tanıtımı yapıldı trafikte can güvenliği konusunda bilgi aktarıldı. Can Dostları Hareketi,
2010 yılından bu yana MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü ve TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları’nın işbirliğiyle yürütülüyor. 36 ilden 296
okulun dâhil olduğu proje kapsamında bugüne kadar 3 bin 200
öğretmene, 100 bin öğrenciye, 200 bin veliye ve 6 bin
servis şoförüne doğrudan ulaşıldı.
İtibar Atölyesi tarafından,
Kurumsal Sosyal Sorumluluk
Derneği’nin de desteğiyle düzenlenen
“Romantizmden Gerçeğe Kurumsal Sosyal
Sorumluk Konferansı” yapıldı. Konferansta,
KSS kavramının doğru anlaşılması, itibar
yönetiminin sağladığı avantajlar, KSS
projelerinin nasıl hazırlanacağı, uygulama
ve ölçümlemede dikkat edilmesi gereken
noktalar ele alındı. İstanbul Ticaret
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren,
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Haluk Gürgen, KSSD Başkanı
Serdar Dinler ve İDA Başkanı Ali Cem İlhan’ın da söz aldığı
konferansta, TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme
Direktörü Koray Özcan da TÜVTÜRK’ü ve
Trafikte Sorumluluk Hareketi’ni
anlattı.
İSTASYON
59
ENGLISH SUMMARY
ters. I like the crazy energy created by people coming from completely
different backgrounds and who march to the beat of a different drummer. My novels are polyphonic, multi-coloured and multi-layered.
Multi coloured, multi-identity,
multi-layered
This time we host Elif Şafak who wears many hats such as motherhood,
womanhood, being a wife, educating as well as being a writer.
INTERVIEW: SEMA ULUDAĞ PhoTogRaPhs: FETHİ İZAN
E
lif Şafak, who wears many hats such as motherhood, womanhood, being a wife as well as being a writer, amongst all her engagements, is a name known to all with her sensitivity about
the social problems. She does not refrain from showing up in various projects. We hosted Elif Şafak in our magazine on the occasion of
her having many different identities. So, here is what has reflected
in our pages from that interview.
How would life be for you if you did not write?
I have been writing since 8. Writing is like eating or breathing to
me... It is hard for me to describe life without writing or books. But
60
İSTASYON
Is language one of power tools on human beings?
I think, languages have an amazing effect on us. We neglect this fact
a lot, we do not understand. We think the language is like a dough,
and we can shape it the way we want. Whereas the structure and vocabulary of the language shape us. Losing the words means narrowing down our thinking system and also losing the nuances.
Creation process enforces being alone with your inner self. During
that process, how do you balance your relationship with your husband and kids?
Creation process requires aloneness and discipline, motherhood needs constant showing of love and care. It is partly very beautiful and
partly quite difficult. Sometimes I find it hard to balance those two. I
am sure thousands of working women experience similar difficulties. I
happen to neglect my acquaintances. In fact, authorship is selfishness.
Does your columnist identity direct your literary personality and
vice versa?
I have been a columnist for years. This is a valuable experience for
me, I meet my readers at a different ground. We novelists sometimes live in dream worlds that we create. Novelists are very lonely,
we retire in our own shells. When writing in a newspaper, you need
to follow what is going on in the country and the world. I think being a columnist, without exceeding a certain dose, is a very nourishing experience for novelists.
Your books are consumed and liked by all age groups, to which quality of your literature do you attribute this?
We mostly complain about the insufficiency of book reading in our
country, however we have a high quality literature reader. Especially female readers are terrific. Women do not put away the books
they like, they share them with people who they love and value. They
turn up at my signings with the whole family, the grand mother,
mother, grand children and cousins from Germany. Frankly those move me a lot.
Şemspare is a name that may cause different connotations in the
minds at first. What is the equivalent of this name in you?
Şemspare is an Ottoman word that I like a lot. There are words that
remain on the sidelines waiting for us to appreciate and see them.
Şemspare is one of them. It means part of the sun. In my opinion, every book written, every job made, every work of art produced
wholeheartedly and willingly is a part of the sun. They twinkle in
life’s monotony and greyness.
By nature, my heart goes for the
mınorıty, for the weak, the forgotten, the
oppressed, the unheard, the mıstreated.
When you synthesise the ‘other’ in your novels, do differences occur
in your look at the world, country or the city?
I am like this by nature, my heart goes for the minority, for the
weak, the forgotten, the oppressed, the unheard, the mistreated. I
tell the stories of the alienated. I believe that literature should do it.
Did you ever sweat when writing AŞK?
Did I ever? Of course ... Interestingly enough we sweat with every
book we write, it is not getting any easier when the years pass and
we write more. Each time, we still have the same difficulty. But writing about two people that I respect in particular was especially difficult and an exam for me. On the one hand I wrote with respect, on
the other hand I do not believe in creating a “hero”. It was important not to idolise and heroise anyone and to see people as humans
composed of flesh, bone and heart.
whether I wrote or not, I think I would still be a good reader.
Autorship is a profession of those who have trouble with themselves
and life. What troubles you with yourself and life?
I get at myslef a lot, I pick myself to pieces, I dig. I think the authors
have defects deep inside. Our soul is bruised and broken. The literati are not people who can see through rose-coloured glasses, there is
always sadness, melancholy, anxiety and depression there.
When writing, what do you gain out of using many characters?
Maybe because I grew up alone, my novels always have multiple charac-
contradictions, what is important is to be able to grow the affection’s rate.
How does the concept of ‘freedom in love’ reflect in you?
I think love and freedom go hand in hand. Love cannot blossom where there is not freedom. We can not get someone to love us with pressure, control and jealousy. Love can only exist where there is freedom.
The world was created with love, now it is being demolished with rage
and ambition with every passing day. How do you get affected by that?
We demolish the world we live in with rage, ambition, wars and weapons. In terms of this, human is a very interesting being; it has compassion, mercy, affection as well as hatred and hostility. We all have those
What do you think about social media and how do you take part in it?
I am active in Twitter. I write my messages both in Turkish and
English. I have principles that I protect meticulously are, for example, I do not write about private life; I ate there with such and such
and I shopped here. I like to write about books, philosophy, art, politics on love and regarding life. And I do not pick on anyone. I don’t
even reply to those who do.
Woman, author, wife and mother... How do these identities accompany you in your inner journeys?
They all add many beauties and richnesses. You comprehend them
better in time.. Of course, there are contradictions, and challenging
moments. I think all mothers and fathers are the students of their
kids. I always see myself as a pupil.
Where dou you feel you belong to the most?
In circles...Half of me is Istanbul, my other half is the world. I both
like placelessness and being devoted to places and cities. I believe
that we can be both universal and local.
How do you feel when you finish the book and deliver it to your
publisher?
Emptiness, depression, panic. I do not get the relief and sense of
celebration after I deliver the book. On the contrary, I feel like I
got separated from the characters that I had been living together
for a long time. When I hand the book to my editor, I feel sad and
depressed.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
saffet Üçüncü
has given a large
coverage to
the rally in his
program in NTV.
In his program,
there was also
an interview with
TÜVTÜRK general
Manager Kemal
Ören (top, left).
This is how Üçüncü
and TÜVTÜRK
team posed to
the cameras (top,
right).
They hit the road
for friendship
and peace
Turkey was represented by TÜVTÜRK team
at the 10 thousand kilometers AllgaeuOrient Rally or as it is widely known as the
Friendship and Peace Rally, marked by not
the competition but discovery, adventure
and friendship.
T
here is a common saying: “What is important is not
where you go, but with whom you go and what you
experience on the way”. This saying, indisputable for
almost anyone and accepted up to the point of undersigning it, shows its reflection in life in a variety of formats.
Whether in a group acting with common feelings and
thoughts or in an adventurer who faces to cover hundreds of kilometers for a particular purpose. Just as in the
Allgaeu-Orient Rally. The organisation name containing
the word “rally” should not misguide anyone, because this
is an event that is based more on friendship, peace, cultural exchange and solidarity than competition and racing
passion. After all, this is the reason why it is rather called as Friendship and Peace Rally. Before the details of
this year’s rally, it would be good to mention the history
of the organisation briefly, because its history clearly reveals what kind of a spirit the rally has.
We would not be exaggerating if we say Allgaeu-Orient
Rally was born as an alternative to the Paris-Dakar Rally
followed by motorsports enthusiasts with interest and curiosity. Everything begins with two friends, future founders
of Allgaeu-Orient Rally, one German and the other Jordanian, wanting to participate in Paris-Dakar Rally. However
when they are asked for a participation fee of 1.5 million Euros, alongside with a few acquaintances they decide to organise a race that extends from West to East and Germany
to Jordan. When it comes to 2005, the organisation grows
62
İSTASYON
and this time a convoy of 25 vehicles sets off. And when the
royal family embraces them on their arrival to Jordan after
passing Eastern Europe, Greece and Turkey, it is understood that the organisation will be a long lasting one.
111 teams, 666 racers and 333 cars from 20 countries competed at the eighth Allgaeu-Orient Rally this year
and cars valued under 1111 Euros, in other words, cars at
least 20-year-old covered 10 thousand kilometers. According to the rules of the rally, supported by the European
Union and partnered by United Nations, cars are not allowed on the highways along the tracked route! And because the race is not against time at the Friendship and Peace
Rally, the drivers do not need to speed. This brings the question of, “Well, how does the winner of the race is determined?” to the mind. The team that fulfills the defined social duties on the route the best way comes first and all other
teams become the second. What social assignments? Sometimes planting a tree, sometimes taking stationery, clothing or musical instruments to a school. And the final target is selling the racing cars at the destination to help the
Palestinian and Syrian refugees children. And when it comes to the award that makes the competition even more
enjoyable. The award is very different from those of other
motorsport organisations, since it is a camel given by the
King of Jordan to the winner team. The camel is sold later
and the income is donated to be used for various purposes.
The cars, which set off from the town of Oberstaufen
located in Allgaeu region of Germany on April 27, reunited
in Istanbul’s Sultanahmet Square after passing through
the Balkans. Turkey leg began on Friday the May 3rd with
a ceremony attended by the European Union Minister and
Chief Negotiator Egemen Bağış, Governor of Istanbul Hüseyin Mutlu and Mayor of Istanbul Kadir Topbaş. We may
suggest that Turkey was the longest stage of this organisation because the vehicles made 4 thousand kilometers
this year, covering Ankara, Çorum (Boğazkale), Amasya,
Tokat, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Rize, Artvin,
Kars, Ağrı Mountain, Erzurum, Erzincan , Sivas, Kayseri,
Nevşehir (Cappadocia), Niğde and Hatay after Istanbul.
The cars, passing from Hatay to Haifa in Israel, after a visit to Ramallah, reached their final destination, Amman.
TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations, which have
supported this organisation for two years, participa-
ted in this year’s competition, with a team of three cars.
TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören, who lead the
TÜVTÜRK team and participated in the five-day Germany –Turkey stage with vehicle No 1, sums up the value
of Friendship and Peace Rally for them and its message ,
“Although it is named as the world’s one of the fun rallies,
this is a race that requires high-endurance, considering
the features of the cars and the traversed tracks. The vehicles maintained and examined periodically on time and
according to the rules, can take part even in an organisation such as a rally with a high level of struggle. It was one
of the most important reasons for us to take place in the
organisation. As TÜVTÜRK, by participating in this race
with 3 cars, we wanted to contribute to the competitors to
get to know the beauty of our country.
TÜVTÜRK team of three vehicles hit the road with members of the press from NTV, Vatan newspaper, Boxer, Aktüel, EVO, Otohaber and joined the stages between Turkey to
Germany and Cappadocia to Hatay. The program that was
published as two episodes on NTV’s “Saffet’s Garage”, presented by the veteran of the automotive world Saffet Üçüncü,
aired for 245 minutes in total with the re-broadcasts.
TÜVTÜRK, which supported and took place in the race
with 3 cars itself, set some specific tasks for the contestants.
Participating in TÜVTÜRK organisations at the pit stops,
reminding the tractor drivers that they should have their vehicles examined, handing them stickers and having their pictures taken with them along the way were among the tasks.
Yes, there is a saying as, “What is important is not where you go, but with whom you go and what you experience
on the way”. An organisation born with the reaction of two
friends, one German, one Jordanian, followed by thousands
today, attended by hundreds in person, supported by large
international organisations. Just Allgaeu-Orient Rally alone
proves that what really matters is not where you go, but it is
the companions and the experience along the way.
tÜVtÜrk, whıch has supported the organısatıon
asked the competıtors to remınd the tractor
owners to haVe theır Vehıcles ınspected.
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
Art of support for quality living
TÜVTÜrK news
ally and corporately and provide its self-control, the producers of the TV series in which the traffic rules were
followed and the managers of the TV channels that aired
them were awarded.
Although it has just begun to enter our lives, life coaching stands for being
one of the important professions in the future. Text: PıNAr DENİZEr
T
he modern man, who tests his ability and knowledge
in all areas beginning from his childhood, whether
with the influence of his surroundings or with their own will, sometimes starts to question when he reaches the adulthood what he has done up to that point and
what he wants to do after. The process is difficult. Albert
Einstein explained this situation clearly years ago through an utterly different concept: “Changing the stereotypes is more difficult than breaking up the atomic nucleus.” Changing the values, habits, the way of life as well as
the stereotypes acquired up to the age requires not only
strength and courage but also a professional help.
When we talk about the professionals, life coaches come
to mind first. Life coaches may be the leg to stand on for
those who feel themselves trapped and who look for a way
out. Actually life coaching is a new field, it is a profession
founded in the eighties. Those who advocate the fact that
the profession was founded with the support works performed with the executive staff of the companies in order for
them to increase their performances is quite a lot.
Life coaching is not being someone who knows everything to tell their clients what to do, to pamper them or
make decisions on behalf of them. There are many definitions of this profession. Life coach Murat Muzaffer defines this profession as a ‘support relationship’ based on
his work experience gained since 2004. When it comes to
the practice of what he describes as ‘support relationship’.
64
İSTASYON
In fact, everything begins with an hour-long conversation
between the coach and the client. In the first session, the
counselee tells the coach about her / his needs. The coach
creates a safety zone for the client with techniques such
as asking and listening. The counselee discovers herself /
himself within that zone and finds the answers to the questions in her / his mind. Murat Muzaffer says, “Discovering the needs, determining the goals, reaching the desired point may vary according to the person”. This process
may take four sessions or 40 sessions.
People may apply to life coaches with both personal
and professional goals. However, according to Murat
Muzaffer, it is much better to address the situation as a
whole. The reason for it is that the professional and personal lives affect or trigger each other. On the other hand,
it is also important to understand whether or not the person, who seeks support, really needs a life coach. Being
able to listen is important in coaching, but it is a difficult
phase. It is also very important to ask the advisee appropriate and powerful questions for a healthy progress.
The ones who apply to life coaches are mostly those
who would like to change their lives, have novelties or
take a turn in their lives. However, change is not as easy as
it may seem for anyone. The reason for this is the fact that
people fear the change as much as they seem to want it.
Nevertheless, it is a must to take action in order to change some things about life. For this, firstly the individual
needs to accept the change should start in her / him. Stating Murat Muzaffer’s expressions, it is not possible to experience the change without saying “Accepting is very important… I’m in charge of my life and I admit that. Saying
that I myself have a stake in what happened to me is the
most important step to take action.”
Exactly right at this point, the client’s choosing the
most suitable life coach gains importance. While choosing a life coach, the details such as for how many years
she or he has been coaching, her / his experience, the expertise areas, the education details, the area of focus, the
coaching philosophy, her / his achievements should be
examined carefully. As the International Coaches Federation (ICF) has some standards set for life coaches and
consequently a lot of training courses, while choosing a
life coach it is necessary to find out whether the coach has
taken the training recognised by ICF.
With the means of communication developing each
passing day and the world turning into a small village,
life coaching is a profession that helps modern individuals trapped inside their tiny homes to turn into real individuals who investigate, question and own their lives.
sevıllA Hosted CıtA
MEMbErS
n The Brussels-based non-profit International Vehicle
HıgHwAy sAfety
ıs A Must
n 4th Highway Traffic Safety Symposium and Exhibition
were held in Ankara Chamber of Commerce (ATO) Convention Center on May 8-10. Ministry of Interior, Ministry of Transport, Maritime Affairs and Communications, Turkish National Police (TNP), General Directorate
of Road Regulation, General Directorate of Highways,
Police Academy, universities, TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations and other related organisations participated
in the symposium as the organising agencies. The symposium, where Minister of the Interior Muammer Güler,
Minister of Transport, Maritime Affairs and Communications Binali Yıldırım and General Director of Turkish
National Police Mehmet Kılıçlar, governmental and civil
administration as well as the sector’s important institutions and organisations were present, is recognised as the
most comprehensive and institutionalised academic organisation in the field of traffic in our country. Sponsored
by TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations, at the symposium, where the traffic problem was discussed in all aspects and solutions were developed, a total of 165 statements were presented, 62 of those being verbally and 43
as posters. At the organisation where a panel on “Seat Belt
in Traffic Safety and Speed“ was held, “Highway Traffic
Safety Exhibition” took place with the participation of a
total of 47 companies from information, communication, control technologies, infrastructure, industrial and
automotive sectors as well as public institutions active
in traffic safety education. At the event, where platform
partners signed the ‘Traffic Safety Platform Declaration’
accepting that they will comply the traffic rules individu-
Inspection Committee (CITA) represents many organisations, especially the state, the private sector, test equipment manufacturers, vehicle inspection and test centers.
CITA currently has about 120 members worldwide, representing over 50 countries and covering more than 250
million vehicle inspections a year. The Committee organizes a congress every two years, aiming for those who
are interested in the vehicle inspection or the active employees of the sector all over the world to meet each other,
share experience and knowledge. This year’s meeting was
held in Sevilla, Spain on May 15-17. The main theme of
the organisation, with over 400 participants, was “Strategies for Benefitting Roadworthiness”. The keynote speaker of the congress, where over 40 people took the floor,
was JulioTejedo on behalf of AECA-ITV that gives vehicle inspection services in Spain. TÜVTÜRK, a full member of CITA since 2008, was represented at the congress in Sevilla by the Director of Corporate Development
Emre Büyükkalfa. Büyükkalfa chaired the workshop B
sessions on dissemination of the inspection services in
developed countries, as well as a speech entitled ‘Rewriting the Vehicle Inspection System in Turkey’. He also
made an overview at the closing session on the third and
the last day of the congress. CITA’s next congress will be
held in Dubai in March 2015.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
Egzoz Gaz Emisyon Ölçümünü
Yaptrdnz m?
TÜVTÜrK news
ONE VOıcE ıN MUNıcH!
n TÜVTÜRK, which organised its traditional Business
Associates Meeting at the headquarters of TÜV SÜD
in Munich, Germany on May 9 -12 this year, shared its
experience gained by the projects it has been running and
plans for the future with its business partners. Participants
from all over the stations in Turkey had the opportunity
to obtain information about the work done, as well as
transferring their opinions and thoughts during a meeting
held with “One Voice in Munich” motto. TÜVTÜRK
Chairman of the Board Erman Yerdelen, TÜV SÜD
CEO Axel Stepken, Güneş Soytürk from Bridgepoint,
TÜVTÜRK CEO Kemal Ören made an opening speech
at the informing meeting which took place at TÜV SÜD
headquarter on May 10. The guests who visited a TÜV
SÜD station after the briefing meeting held at the TÜV
SÜD headquarters on May 10, visited Deutsche Museum’s
automotive and transportation gallery in the afternoon.
bOSOM bUDDıES AcTıON ıS
grOwıNg DAy by DAy
n The teacher training in Bosom Buddies Action project,
which aims to improve the awareness of school bus drivers as well as fourth grade elementary school teachers,
students and parents about the traffic safety and to incre-
66
İSTASYON
ase the sense of responsibility in traffic, was held on June
18 - 20 this year. 90 teachers coming from Ankara, Antalya, Izmir, Istanbul, Kahramanmaraş, Konya, Kütahya,
Mardin and Şanlıurfa participated in the trainings. The
project was introduced to the teachers and information
about the traffic safety was given. Bosom Buddies Action
has been run in cooperation with the Ministry of Education General Directorate of Primary Education, Ministry of
Transport, Maritime Affairs and Communications General Directorate of Road Regulation and TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations since 2010. Within the scope of
the project that includes 296 schools in 36 cities, up to 3
thousand 200 teachers, 100 thousand students, 200 thousand parents, and 6 thousand service drivers have been
reached directly.
Daha temiz bir çevre ve yakt tasarrufu için
egzoz gaz emisyon ölçümünüzü mutlaka yaptrn.
Uluslararas standartlara uygun egzoz gaz
emisyon ölçümünü, araç muayene
istasyonlarmzda yaptrabilirsiniz.
Randevu ve bilgi için
tuvturk.com.tr
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
A MOTOrcycLE SPEcıFıc
STATıON ıN ANTALyA
n TÜVTÜRK has added a new initiative for motorcycles.
The third of the motorcycle specific inspection stations,
which serve with two stations in Istanbul, was opened in
Antalya. The inspection station on Muratpaşa Gazi Boulevard will be very convenient for motorcyclists with its easily
accessible location in the city center. Expert technicians are
on duty at the station where motorcycles specific equipment
are present and more than one motorcycle can be served at
the same time. Apart from this station that is working by appointment obtained through the website www.tuvturk.com.
tr, the motorcyclists can also have their motors examined
at TÜVTÜRK’s Alanya, Kaş, Kumluca, Manavgat, Sütçüler
and Yeşilbayır stations. TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören stated that it’s hard for the motorcyclists to get to
the fixed stations in major cities such as Antalya and said,
“We have chosen Gazi Boulevard in Antalya because it’s an
easily accessible spot. If they come by appointment, the motorcyclists’ inspections will be complete within a short time,
such as 10 to 15 minutes. Ören said that it may be possible
to open motorcycle stations in other cities in the Aegean and
the Mediterranean regions.
TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonlar
TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklğdr.
www.tuvturk.com.tr

Benzer belgeler

Sayı 12 - TüvTürk

Sayı 12 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı

Sayı 15 - TüvTürk

Sayı 15 - TüvTürk TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatör...

Detaylı