OKU - Sultani

Transkript

OKU - Sultani
· Yıl:
16
'} .
..:
..
.;
-·
Sayı
Yıl
41
~Jlayıs
16
1963
Sınıf
ALİ
Küçüklüğümdenberi
hatırlar,
orada
içinde
bulunduğum
günlerin
intibalarını düşünürüm. Değişik semtlerden,
değişik aile ocaklarından gelen çocuklar olarak bir araya toplanmış bir gurup, günde bir
kaç kerre değişen yine başka bir muhitten gelen bir öğretmen idaresinde toplanır belli bir
hedefe varabilmek için çalışırdık.
Düşünüyorum:
Bu nasıl bir topluluktu?
Evvela şurası muhakkak ki bu gurup kendi
çalışmalarını kendisi tayin eden serbest bir
çalışma gurubu değildir. Derse giriş, çıkış saatleri muayyen, programları resmi otoriteler
tarafından yapılmış, usul ve adetleri yine yönetmelikler'le tayin edilmiş bir gurubdur.
Bununla beraber bu gurubun onu teşkil
eden insanların karekterine, arzu ve eyilimlerine ve ruh hallerine göre bir özellik taşıdığı,
kendisine göre problemleri, güçlükleri bulunduğu da şüphesizdir. Diğer taraftan bu değişik
yapıda ve karakterde gençleri eşit bir alaka
merkezi etrafında toplamanın, herkesi memnun edecek ve seve seve çalıştıracak bir iş sahası haline
getirmenin güçlüklerini de düsınıfları
yaşadığım
şünmem lazımdır.
Bµrada öğretmene ve öğrencilere bazı vazifeler tevcih ettiğini hatırlamak lazımdır.
Hatırladığıma göre en ziyade başarı sağlıyan
öğretmenlerimiz, bu hakikatı anlıyarak sadece kendi bilgisi ve şahsiyeti etrafında toplanmaksızın öğrencilerle iş ortaklığı yaparcasına
ruh haletine nüfuz edebilen öğretmen­
lerdi. Sınıfta bir yorgunluk alameti müşahede
ettikleri zaman bahsi değiştirerek bu durumun sebeblerini araştıran ve alaka yeniden
kuruldukdan sonra tekrar derse devam eden
sınıfın
öğretmenlerimiz vardı.
Bize gelince; çok defa fazla gayret göstermek, biriken dersleri yetiştirmek için fedakarlığa katlanmak, dikkati dağılan arkadaşlara ciddiyetimizle iyi örnek olarak onları
da bizimle beraber derse diniemeğe mecbur
TEOMAN
etmek gibi hareketlerle gurubun selametini
temine çalıştığımız olmuştur.
Sınıfı teşkil eden gurupda ferdlerin birbiri üzerine müsbet veya menfi tesirleri olduğunu da unutmamak lazımdır. Müsbet tesirleri görülen öğrenciler ne kadar tebrike ve teşekküre hak kazanmış iseler, menfi tesirleriyle sınıf çalışmalarını aksatan çocuklar da o
kadar tenkide ve takbihe layık olmalıdırlar.
özellikle diyebiliriz ki bu suretle ahenkli
ve şuurlu bir çalışma temposıına kavuşmuş
bir gurubda öğrencilerin kişilikleri ve yaratıcı
kabiliyetleri her gün biraz daha gelişir, bilgi,
şahsiyete kıymetler katan faydalı bir şey olur, istemiye istemiye öğrenilen ve kişiliğe
hiç bir şey katmayan, insanda yaratıcı kabiliyetlere geliştirmiyen lüzumsuz bir yük olmaktan çıkar.
Gurubu teşkil eden elemanların birbiri
üzerine tesirleri meselesi Galatasaray Lisesinde dikkate değer bir özellik ve devamlılık arz
etmektedir. ~isemizde öğrenciler son sınıfa
vardıkları zaman, eğer İlkkısımdan geliyorlarsa tam 12 yıl, hazırlık sınıfından geliyorlarsa
8 yıl beraber yaşamışlar, ve okul hayatında
birbirinin tesirine maruz kalmışlardır. Bu itibarla uzıın süren tesir yılları, iyi tesirlerin üs•tünlük kazanmasiyle ne kadar iyi neticeler
verirse, kötü tesirlere yer verildiği zaman da
o kadar kötü sonuçlar doğurabilir.
Öğretmenin rehberliği, gurubun çalışma­
larında çok önemli bir konudur. İyi niyet sahibi çocukların teşkil ettiği bir gurubıın anlayışlı ve bilgili bir öğretmenin rehberliğiyle
çok mükemmel sonuçlar elde etmesi, başarılı
bir öğretim yılı geçirmesi daima kabildir.
Eğer sınıfta huzursuzluk ve başarısızlık
varsa, öğretmenle birlikte öğrencilerin de bu
durumla ilgilenmeleri, güçlükleri beraberce
yenmek çarelerini arar-"ları ve öğretmene
her hususta yardımcı olmaları gerekmektedir.
DÜŞMANIN GENÇ KIZLARI
Bener KARAKARTAL
Kocaman
bir
adımlarla,
geniş
yararlanamıyan
bir günde
kısa
ellerim arasında,
kalem ve yalnızlıkla başbaşa ve gözler
başka bir dünyanın kocaman, parlak, hareketli ve çıldırtıcı görüntülerinde, Kafka gibi
dua ediyorum. Kalemin her kıpırdanışında
bir yeni boyut kazanan kağıt ve k§.ğıt üzerinde canlanan yeni bir dünya. Benim dünyam.
Bir genç kız yaratabilirim. Gidip aynanın karşısında süslenir, güzelleştirir kendisini. Onu
sokağa çıkartır, dolaştırır, bir genç adamla
karşılaştırabilirim. Oğlanı zengin, kızı fakir,
kızı zengin, oğlanı fakir, oğlanı manyak, kızı
deli yapabilirim. Ya da aralarından bir otobüs geçirtir, birbirlerini görmelerine, tanışıp
sevişmelerine engel olabilirim. Aralarına millet kavramı koyar, barışta tanıştırır, savaşta
kin dolu bir surat, asılmış yüz ve ağlıyan ruhlarıyla karşı karşıya getirtebilir, vatan ve sevgi çatışmalarından doğacak bunalımı anlatabilirim. Oğlana düşmanın bu pek sevimli genç
kızını öldürtür, bir madalya kazandırır, hayatını cehenneme çevirebilirim. Ve ufacık odamda ufacık Ben, bomboş gençliğim ve bir avuç
anımla bütün bunları yapabilir, ilkçağ filozoflarının 1§.netledikleri ateşli tutkuları insan-
vitrinler arakollu bir gömlekle, yağmur yağarken yakalan kaldırılmış
eski bir paltoyla yürümek. Gece, ışıklar altın­
da kar iri iri yağarken, rüzgarlı bir yaz günü
kavrulmuş asfaltlara basa basa, ama kocaman adımlarla yürümek, ayni yönde ilerleyen
insanları geride bırakmak bir bir. Geniş insan yığınları arasında yapayalnız yaşadığını
bile bile, bundan buruk bir hüzün, ince bir
mutluluk duyarak yürümek. Gazete satıcıları,
genç kızlar, kocaman geniş camlı vitrinler otomobiller, yıllanmış asırlık çınarlar. Gazete
satıcıları, genç kızlar, makina bakışlı memurlar, memur bakışlı, yaşından çok önce olgunlaşmış ölü gözlü öğrenciler. Her köşe başında
işsiz insanlar, insanların yüzünde yerleşmiş
can sıkıntısı. Çöreklenmiş karamsarlıklar. Eski evler. Anılarla dolu sokaklar ve sokakların
ortasında oynıyan, topu gelip geçene çarpan,
güneş görmemiş yüzlü, çapaklı gözlü, geliş­
memiş, kısa pantolonlarından sarkan kemikli sıska ve ölü suratı rengindeki bacaklarıyla
koşan çocuklara surat asa asa yürümek. Beş
karışlı göğü olmayan, uygarlığa ulaşamadan
kaderini tamamlıyan, dize kadar çamura batılan sokaklarda, balkÔnlara asılan sarımtırak
çamaşırlara baka baka, ciğerlere dolan ıslak,
rutubet, gölge ve pislik kokan balçık renkli
bir havayı yara yara yürümek. Sonra geniş
beton caddeler, güneş gören kaldırımlar, mutlu köşe başları. Göğe yükselen, denize bakan
dünya cenneti binalara baka baka yürümek.
Daha iyi, daha güzel, daha derin, daha gerçek düşünmek. Durmadan değişen, yenileşen
görüş açısı.
Değişik algıların
çağrışımı ve
binlerce anı her köşebaşında, her sokak ortasında, geniş camlı vitrinlerde, gazete satıcıla­
rının ellerinde, yerlerde, gözlerde, genç kız_
ların buğulu seslerinde. Değişik sokaklar, baş­
ka insanlar arasında ayni Ben. İnsanları karşılaştıra karşılaştıra, değişik sokakları birarada düşünmeğe çalışarak yürüyen bir Ben. Her
köşe başında bir soru işareti, her dertli yüzde
bir cevap: körlenmiş bir dinamizm ve osmanlılıktan kurtulamamış bir ruh ...
sında, güneşli
masanın başında, buruş­
muş alın, başım yumulmuş
kağıt,
larıma tattırabilirim.
Ama neye yarar bunlar? Zamanı unutmaYoksa düşle gerçek çatışmasından doğan keder ve hüzün, olması gerekenle olan arasında boğulmağa mı? Yürümenin sonunda
durmak, düşün sonunda gerçek. Durmak ve
gerçek, düş ve yürümek arasında, başını iki
yumulu elinin ortasına, masaya düşmemesi
için sıkıştırmış Sisyphe bin yaşında. Artık tanıyamadığım, aynaya baktıkça beni korkutan
bir çocuk kalıbı içinde bir canavar suratı. Yazarken, dolaşırken, düşünürken bu iç bulandı­
ran canavarın suratını karşımda, kanlı pençelerini omuzumda görüyorum. Ben, bir baş­
ka Ben'in kanında bir başka Ben, ve her sokakta yenileşen, değişen bir başka, bambaşka
Ben. Otomobiller, genç kızlar, düşman sokakları, düşmanın genç kızları. Canavarın pençeleri vitrin camlarında, canavarın elleri gazete satıcılarında. Canavarın yüzü kitap kapaklarında, büyük binaların son katında. Düş
manın genç kızlarını birer, birer öldürüyor.
Canavarın serüvenleri hergün gazetelerin ilk
sayfalarında. Sinemada o. Sokakta o. Şehir
de o. Ne kadar yazarsam yazayım kurtulamadığım gerçek, ne kadar dolaşıp kendimden
kaçmağa çalışırsam çalışayım gözümün önünden silkip atamadığım görüntü bu oldu. Belki bu fobinin kökleri daha derinlerde, bilinçaltımın ilk katlarında, çocukluğumdadır.
ğa mı?
Ben Rousseau gibi mutluluğu yalnız yüda Kafka gibi yazılarım­
da buluyorum. Büyük şehrin bin yüzlü sokaklarında dolaşmak mı, yoksa yazmak mı daha
kutsal? Hangisi daha gerçek yaşamak? Yirminci yüzyıl uygarliğının sembolü küçük bir
odanın
dört biçimli duvarı ortasında, dört
bir köşesi düzenli binalarla çevrilmiş apartmanın bilmem kaçıncı katında, artık kararmağa başlıyan
günün beş paralık ışığından
rüyüşlerde, inancımı
2
l
ı
1
,,.
,,.
DETERMINISME ET LIBERTE
P. DUBOİS
La science, a mesure qu'elle progresse,
nous montre de plus en plus clairement les
relations qui existent entre les pheenomenes
et comment ils se determinent les uns les aut..
res. Le determinisme est de plus en plus precise et c'est la formulation mathematique que
les savants sont arrives a lui donner qui a
permis toutes les grandes decouvertes modernes: la fission de l'atome, l'envoi aller et retour de fusees et de vaisseaux toujours plus
puissants dans le cosmos. Ce determinisme
s•introduit ou plutı3t se formule jusque dans
l'organisation et l'evolution de la matiere
vivante et nous savons aujourd'hui que les
plus petites particularites de notre caractere
sont deja contenues comme en germe dans
les genes des chromosomes de nos parents. Le
determinisme semble done tout envahir et
restreindre toujours de plus en plus les frontieres de notre liberte. Et pourtant le desir de
la liberte semble n•avoir jamais ete aussi puissant qu'aujourd'hui. Les peuples colonises
s'emancipent, les peuples libres se donnent
des gouvernements qu'ils veulent toujours plus
democratiques. Entre les classes sociales s'organise une collaboration qui devient de jour
en jour plus franche. L'homme d'aujourd'hui
n'accepte plus d'etre traite comme un objet,
meme un objet bien soigne: il veut etre considere comme une persohne ayant ses risques
et ses responsabilites. Il prefere un gain minime a une aumı&ne genereuse. On dit parfois
que l'homme d'aujourd'hui est moins genereux,
moins dispose au sacrifice que celui d'hier. İl
serait sans doute plus exact de dire que l'homme d'aujourd'hui n'est plus dispose a se sacrifier sans comprendre. La femme veut etre la
collaboratrice de l'homme: elle veut etre une
· compagne et non plus une poupee et cela, ce
n'est pas non plus par horreur du sacrifice car une poupee est plus choyee qu'une
compagne, mais une compagne est plus consideree qu'une poupee. Et le probleme de la liherte se pose de plus en plus t0t. Toutes les
enquetes qui ont ete faites ces temps derniers
aupres des jeunes de la nouvelle vague met-
tent en evidence ce desir ou plus exactement
ce besoin de liberte chez les jeunes gens et
meme chez les jeunes enfants. Ce besoin s'affirme parfois brutalement, maladroitement,
par exemple chez les blousons noirs mais il
vient certainement des profondeurs de l'etre.
Ce n'est certes pas d'auj ourd'hui que le desir
de la liberte s'affronte a la fatalite des evenements et toute la tragectie antique etait deja
dans l'angoisse de cette opposition. Mais de
meme que le determinisme des choses se mont
re aujourd'hui a nous avec un nouveau visage
et certainement .un visage plus vrai, de meme
aussi le besoin et le desir de la liberte prennent aujourd'hui de nouvelles formes. Et tout
ceci est l'evolution du monde, son progres.
Le progres est en meme temps dans cette meilleure et plus exacte connaissance du determinisme et dans cet appetit qui s'exaspere
chaque jour davantage, de la liberte. Si nous
ressentons si vivement aujourdhui et si ·tı&t,
le besoin d'etre libres, c'est sans doute qu'il
est plus difficile aujourd'hui d'etre libre. Les
progres de la technique suivent en effet ceux
de la science et si un dictateur de l'antiquite
ou du Moyen- Age avait eu a sa disposition la
technique d'aujourd'hui, il eüt rapidement
rectuit le monde en esclavage. İl faut se rejouir que le desir de liberte grandisse chez les
jeunes aussi rapidement que la technique
dans le monde car s'il n'en etait ainsi le monde d'aujourd'hui serait deja un monde de
robots. Le monde done ne progresse que parce
que se maintient cet equilibre necessaire entre
science et liberte, determinisme et non-conformisme. Le maintien de cet equilibre pose parfois des problemes dont la solution pratique
est delicate, surtout quand il s'agit de l'ectucation des jeunes, İl faut pourtant s'attarher a
trouver a ces questions des reponses touj ours
plus nuancees. L'avenir de l'humanite ne peut
etre assure que si de nos lycees, de nos uni-"
versites, sortent des jeunes gens savants et
libres, aussi savants que libres, aussi libres
que savants.
3
DUVAR
İlk sinema, ilk mısra, ilk acaba, ilk sırdaş:
Duvarlarda neler yok, duvarlarda neler var.
Neden ki bir duvara bir çivi çakılırken
Geçmişlerden ellerim h9.ykırır duvar duvar!
Bir gün bir boyaynasmda başınız,
vuracak, bakacaksmız, duvar!
Başınıza
Yaşamak
Sanırsııuz
bir yürüyüştür bir büyük aynada
claha duvara çok var.
böyle ...
Er geç öğrenirsiniz bir gün siz de,
-Nerde ayna, arkasmda bir duvar.
Bir gün bütün duvarlar yıkılacak ...
·Ama ne varsa yine duvarlar arasında var.
SON
SON
Bindı>bir
Çoğu
günler bir ~İt ilk,
günlerim sanki son son.
Havalara sığmaz içimde kah bir kuş,
Ama çoğu yollardan her adım bir ses: «Son! Son!»
Yeni
Saat
başlıyor
gibiyidir her güne kayıplarımızdan,
oysa masada «Son son.
yürümüş, başlamıştır
ı-
!::1
...,. ~ ;.;.ı~ sl.,;·~!l
Vardım
~y11ada gel-geç bir ışık ilkler,
bir gece, bir hayalkırıklığı son son»
t
li::.le:er gördünüz mü?
beyazdan, aldan
şimdi
onlara ben son son.
1
Zeki Ömer
DEFNE
1
1
~----------·~· ..
---.~-----·- .. ··~~----~----------
l
l.
ŞARAP SÖYLÜYOR
BAUDELAİRE
Derin sevinçleri şarabın, sizleri kim
ki? Kimi kötü eylemlerinin
ezinçlerini bastırmak için, kimi acıları­
nı boğmak, kimi de İspanyada şato kurmak için hep sizleri, bağlarda fidanlar
arasına saklaınmış esrarlı tanrılar, sizleri çağırdılar yardıma. Ne denli parlaktır içlerindeki güneşle aydınlanmış görünüşleri şarabın! Nice gerçek ve yakı­
cıdır insanoğlunun
kendinde duyduğu
bu ikinci gençlik! Ama onun ansızın uçup giden hazları, sinirlendirici büyüleri de nice zorludur. Gene de söyleyiniz.
ruhunuza, vicdanınıza, yargıçlar, kanun
yapıcılar, siz mutlu olduğunuzca iyi, siz
servetinizle erdemi ve kolay sağlığı kazanan kişiler, aranızdan kim deha ıçın
adamı mahküm etmek yürekliliğini gösterebilecek?
bu kara düşünceli mahzenlerden çok daha fazla severim. Kıvançla alınyazımın sonuna geldiğim şen bir gömüttür burası. Çalışanın midesinde ilkin büyük bir telaş yaratırım ve sonra
görünmez merdivenlerden, sonsuz coş­
kunlukla raksetmeye, beynine çıkarım.
Hem şarap her zaman zaferinden
emin, acıma duymamaya yeminli, o amansız, korkunç güreşçi değildir. İnsa­
na benzer şarap: bilinmez ne denli saygı göstermek, ne denli küçük görmek
gerektiği, nasıl sevmek yada nefret etmek gerektiği, bilinmez ne yüce işlere
ne korkunç cinayetlere yeteceği gücünün Öyleyse ona karşı kendimize olduğumuzdan fazla kıyıcı olmayalım, eşiti­
mizmiş gibi davranalım ona.
dınlatacağım.
duygıısuz,
tanımadı
«Duyar mısın, geçmiş günlerin aşk
ve zafer şarkılarının bende oynaştığını?
Toprağının ruhuyum ben, hem sert zorlu, hem cana yakın, sevimli. Pazar günlerinin umuduyum. Çalışma günleri zenginleştirir, şarapsa, pazarları mutlulukla doldurur. Dirseklerin masaya dayanlı-, kolların sıvalı sen beni öveceksin
insanoğlu, öveceksin ve hoşlanacaksın
benden.
«:En eski
güneşlere
günlük acıla­
gözlerini ay-
Bakışlarını
yumuşatıp
gözbebeklerine gençliğin parıltısını getireceğim. Ve sevgili, solgun yüzlü yavruna, yaşının gerektirdiğinden çok ağır
yükler taşıyan yavruna, beşiğinin güzel
renklerini geri getireceğim, hayatın bu
yeni yarışçısı için, eski güreşçilerin kaslarını güçlendiren yağ olacağım.
«Tanrıları ölümsüzleştiren o içkiler
gibi . göğsünün derinliklerine düşeceğim.
Bin bir acıyla kazılmış toprağı yeşerten
tohum olacağım. Ve içten birliğimiz şi­
iri yaratacak. Sadece ikimize bir tanrı,
ve sonra, kuşlar kelebekler, kokular, bütün kanatlılar
gibi sonsuzluğa doğru
«Arada bir şarabın konuştuğunu duyar gibi olurum: - Ruhuyla, salt cinlerle perilerin anladığı o dille konuşur­
-«İnsanoğlu, sevdalım benim, sana cam
dan hapishanem ve mantar kilidimden
öteye, kardeşlikle dolu, ışıkla dolu. umutla dolu bir şarkı ·sunmak istiyorum.
Hiç te iyilik bilmez değilim; varlığımı
sana borçlu olduğumu biliyorum. Biliyorum sana uzun ve yorucu çabalara,
omuzlarında
umutlarının,
rımn yoldaşı yaşlı karının
uçacağız.»
İşte
bunlar, esrarlı diliyle söyledikNe yazık bu şarkıyı hiç duymamış, bencil, yüreği kardeşler1nin acı­
larına kapalı K.işilere !
leri
şarabın.
malolduğumu.
Çeviren : Ömer Faruk
·sen bana hayat verdin, seni karşılığından yoksun bırakmıyacağım. Borcumu
ödiyeceğim
sana; çünkü duyulmadık
bir gönül açıklığı sarar beni bir adamın
iş güçle susamış boğazmdan geçerken.
Namuslu bir insanın göğsünü ben, bu
ı: Les Paradis Artificiels, «DU vin
et du haschische, compares comme moyen de multiplication de l'individualite»
den.
5
,
r
'
EN LISANT RAYMOND ABELLIO
Jacques ROLLET
Vouloir parler de Raymond Abellio, surtout brievement, est un peu une gageure. Si ı•on
veut sacrifier a une manie trop repandue, celle de classer un auteur, alors mieux vaut,
tout de suite, s•avouer vaincu. R. Abellio s•est
vu attribuer, il y a environ deux ans, «le Prix
de la Reflexion». Courts entrefilets dans quelques revues, un article assez bien documente
dans «ArtS>>. C'est a ma connaissance, a peu
pres tout.
Evidemment, l'ecrivain, j'entends le vrai,
pas l'amuseur public (qui n'a rien a voir avec
l'humoriste, toujours profond), ou celui qui
suit la mode, defend un attaque une «cause»
plut.zıt qu'une autre, reflechit et fait reflechir.
Ence seris, et pour peu que vous sachiez decryp_
ter l'ceuvre, Abellio est capable non seulement de vous donner matiere a reflexion, ce
qui est assez facile, mais encore de vous
«inquieter» c'est a dire de vous faire sortir
de votre tranquillite toute quotidienne en
vous mettant face a des realites parfois choquantes, souvent justes, toujours fecondes pour
peu que vous acceptiez de depoumer en vous
«le vieil homme.»
Romancier, essayiste, philosophe (mais
le mot est galvaude ı, politicien, esoteriste,
mathematicien. Abellio est tout cela a la fois
et rien en particulier.
Je crois qu'il faille, avant d'aborder son
oeuvre philosophique et symbolique, se laisser
entrainer par le torrent tumultueux de ses
romans. İl n'est pas question de les resumer
ici: une telle oeuvre ne se mutile pas. «Heureux les Pacifiques», prix Ste. Beuve 1946, est
son premier roman. Les grands themes qui
seront developpes plus tard dans «Les yeux
d'Ezechieı sont ouverts» <1944 ı et «La fosse
de Babel» <1960) sont deja esquisses dans ce
premier roman. D'une part le theme «politique», en tant que prise de conscience de
l'individu face ou dans la societe. d'autre part
l'«esoterismeıı a travers lequel l'homme S'in, terroge sur son destin, et sur la question
jamais resolue de la liberte, tels sont les deux
poles o.pparamment oppeses entre lesqueis se
deroule l'action. Y e:;t deja traitee la question
de la numerologie, science «Sacree>ı, d'inspiration biblique et pythagoricienne, le nombre
etant la trame dU «COSIDOS», qui est le «beaU>>
au sens etymologique, done la mesure, l'ordre,
ordre d'ailleuis exterieur a toute contrainte
politique, religiuse ou sociale. Abellio introduit alors la notion de «Serie», de rythmes
dans l'histoire, un peu a l'image Jdes «PUlsations» geologiques (dans «Les Yeuxd» Ezechiel
sont ouverts» Dupastre s'interesse a la «perio-
dicite des deluges»). Ancien polytechnicien,
l'auteur etudie longtemps la«Cabbale hebraique»et consigne les resultats dans la «Bible,
document chiffre», oeuvre en trois volumes,
compacte et qui exige des connaissances tant
linguistiques que mathematiques.
«Les Yeux d'Ezehiel sont ouverts», autre
roman qui trouvera sa suite logique dans «La
Fosse de Babel»
est deja nettement plus
.:structure». Deux parties: guerre d'Espagne,
puis guerre de 39-45. Loin de prendre fait et
cause pour un camp plutôt que pour un autre,
on verra anarchistes et communistes, pretres
(fascistes ou non) et phalangistes prendre
conscience. lors de leurs entrevues lucides,
cruelles parfois, oü l'elimination physique de
l'adversaire devient necessite apocalyptique,
de ıeur «mission evolutrice» dans un monde
chaotique oü le mal peut sortir du bien et
reciproquement. toutes ces notions sont arbitraires.
Car, et c•est bien la l'originalite profonde,
ou plut6t le courage de Raymond Abellio que
de savoir s•evader d'une optique trop strictement manicheenne, miroir aux alouettes
d'encore trop de sectateurs de religions diverses ou de «blocs» politiques.
«La Fosse de Babel» image renversee de
la Fosse Babel, c'est le drame de l'involution,
de la descente dans la matiere, de la «mission
luciferienne)>, symbolisees par la courbe descendante des cycles cosmiques, geologiques ou
historiques. La conception lineaire de l'histolre, comme le fait remarquer Mircea Eliade,
fait de plus en plus place a une conception
cyclique qui se situe d'ailleurs dans la perspective traditionnelle de l'esoterisme. Les
«heros» (mais qu'est-ce qu'un heros.) des
«Yeux d'Ezechiel sont ouverts» se retrouvent
dans la «Fosse de Babel», notamment Drameille, philosophe et ecrivain, chef «occulte» de
groupements oppeses, etre complexe, cruel et
genereux, dur et parfois tendre, sans illusion
et pourtant plein d'espoir dans l'action «diluvienne>> Oes deluges pouvant etre «naturelS))
ou provoques par les hommes). Le drame ( au
sens grec du mot) se joue a l'echelle planetaire et ıes protagonistes se deplacen t de Faris a
New-York, en passant par Moscou et par Pekin car, a l'heure actuelle, tout nationalisme
est perime et «l'homme nouveaU>), apres la
catastrophe finale declanchee par la stupidite
humaine, ne sera plus le pacifiste du XIXe
siecle ou du debut du XXe siecle, ni le techn
ocrate actuel mais le «pretre», le «prophete»
enfin «desocculte».
6
'
'
t
iki Ru bal
-1-
Dünyaya zaman hükmediyor zalimce
Kimden kime
şekva
edeyim halimce
Bir mabede girdim ki ezelden
Yok
sırrını
bomboş
izah edecek alimce
-2Peymaneyi elden efo devretmedeyiz
Rindane hayat üzre geçip gitmedeyiz
Nerden geliriz gaye nedir söyle kimiz
Pervane-misaliz ki
Rıfat
yanıp
bitmedeyiz
Necdet Evrimer
Cette idee est particulierement developpee dans «Assomption de l'Europe» et «vers
un nouveau prophetisme», au style difficile,
au vocabulaire emprunte au lexique husserlien
(Abellio travaille ala recherche de la «Structure absolue»; d'autres appellent cela Dieu ... ),
mais aux expressions et images fulgurantes. İl
serait trop long, voire meme oiseux, de vouloir
examiner un par un les chapitres de ces «essais». Tout y est passe en revue, l'histoire, la
politique, les religions, Dieu et le Diable, la
mission de la feınıne (de la vraie, pas celle
qui court les rues ou se cantonne dans sa passivite), pour enfin assigner un r6le aux nouveaux «mages)) dont la mission sera la construction <le mot n'est pas trop !ort) de l'homme enfin integre au cosmos.
Tout cela peut paraitre chaotique, illogique ınais notre monde est-il si lologique, lui
qui serreclame de la «raisorn> alors que regne
partout l'irrationnel, la relativite des lois,
tant physiques que sociales, le mensonge, les
prejuges de toute espece, alors que le blaspheme incons cient (et d'autant plus impardonab-
le) est dans la bouche des «croyantS>) et autres profsseurs de morale dont la vie et l'enseignement ne sont que duperie.
A coup sur Raymond Abellio ose dire parfois avec indignation, souvent avec mepris ce
que tout etre a ressenti, puis balbutie dans la
souffrance, parfois hurle pour ne pas etre
entendu et mourir martyr pour une cause qui
eclipse toutes les autres, celle de la lucidite.
C'est pourquoi ce monde qui est le nOtre,
dechire, mais passionnant, sera celui du depassement des textes, de la lettre; sinon il
mourra et la pitie ne sera meme pas de mise.
Nous sommes a la fin d'un cycle, et il s•agit
de bien aborder le prochain. C'est le but de
toute «initiation)), tant individuelle que collective. Et, selon Schwaller de Lubicz <Ü'initiation
ne reside pas dans le texte, quel qu'il soit, mais
dans la culture de l'intelligence du coeur».
Alors rien n'est «Occulte)>, ni «Secret», parceque l'intention des «prophetes)> et des «envoyes du cieb>n'est jamais de cacher, au contraire.
7
KÖYLÜ
Faili
Bütün bir sene müddetle yağmur yuzu
görmeyen toprak taşlaşmış, yer yer çatlamış,
bir tek bitki bile barındıramamıştı üstünde.
Sıcak bu toprakların azraili olmuş kasıp kavuruyordu ortalığı.
Köyün ortasından pislik akan sokaklaiçeri girdiği zaman hafiften hafiften
kararıyordu hava. Her zaman neşeyle seyrettiği o pisliğin içinden aldıkları çamurlarla oynayan çocukları şimdi görmeden geçiyordu.
Nihayet uzaktan evini gördü. Evin önünde
birkaç kocakarı toplanmış ağlaşıyordu. Yanlarına geldiği zaman ağlaşmaları çığlıklar haline gelmişti kocakarıların. Hani eskiden bir
ölünün arkasından ağlıyan ağıtcılar vardı.
Bu onların işleriydi onun için akltırlardı göz
yaşlarını. Bunlarda onların bu kadar asır sonra yaşamış birer devamlarıydı sanki. Köylü
bunları görünce vaziyeti anlar gibi olmuştu.
Hızla daldı içeriye,
muhtar kenarda ayakta
duruyor, köyün imamı da artık derdini anlatamıyacak bir ana ile doğmadan ölen bir yavrunun son dualarını okuyordu. Birden fırladı
yatakta kavuştuğu rahatlıkla mesut bir şekil­
de yatan kansının üzerine yıkıldı. Gözlerinden boşalan yaşlar etsiz yanaklarından aşağı
süzülüyor, zaten terlerle ıslanmış olan yüzünü
bir kere daha yıkıyordu. Boğuk boğuk sesler
çıkarıyor çırpınıp
duruyordu, sonra birden
sakinleşti, ayağa kalktı odadan <yani evden)
dışarı çıkarken lanetli dünyadan ayrılmak isteyen bir adamın yüzüne sahipti. Başını göğe
doğru kaldırdı, nefretten, kinden suratı kasıl­
mış, bakışlariyle güneşin ta derinliklerine inmek, onu karartmak yok etmek istiyordu sanki. Birden gözleri karardı, başı dönüyor ayakta duramıyordu. Yumruklarını sıktı, güneşe
doğru salladı yere yıkıldı. Sanatkarlar ( ! ) barından
rını taşıyordu sırtındaki torbasında. Nasırlaş­
mış düşünceleri
sadece iki noktada hassas ve
derindi köylünün: biraz evvel ölen eşeği, evde gebelik sancılariyle kıvranan karısı. ..
Debelenen bir eşek canlandı gözlerinin
önünde, karnı iyice şişmişti. Ayakları yerleri
eşeliyor, kuru katı toprağı o büyük acının verdiği kuvvetle kazıyordu. Yavaş yavaş debelenmeleri durdu, ilk önce kafası değişti şimdi
o kafanın yerinde kansının yüzünü görüyordu. Biraz sonra yerde debelenmeleri durup ölmek üzere olan eşeğin yerini tamamen kansı
almıştı. Hafif hafif dudakları kımıldıyor, ağ­
zından çıkan sözleri anlıyamıyordu köylü. Uzerine doğru eğildi, anlamaya başlamıştı artık kansının söylediklerini :
«Gel artık diyordu gel. Açlığa da sancıya
da dayanamıyorum. Su su getirecek biri bile
yok yanımda, yalnızım, yapayalnız.»
Köylü birdenbire koşmağa başladı. Koşu­
yor koşuyor arada
yere yuvarlanıyor,
yerde bir an kalıyor. sonra büyük bir kuvvet
harcıyarak kalkıyor, tekrar koşmaya başlıyor­
du. Bir yandan da kansının karnındaki çoctı­
ğunu düşünüyordu ... Hoş
doğduktan sonra,
Şiikrii Özaltan'ı
beri
şına üşü§tüler.
rahatsız
kaybettik.
ÜSTÜN
anasının sütünün bile onu doyuracak kadar
kuvvetli akacağı şüpheliydi. Ya daha sonrası... Aman be dedi sırası mı şu anda bunları
düşünmenin. Şimdi yere düştüğü zaman yerden kalkması uzun dakikalar alıyordu, koş­
ması da yürümeğe benzer bir hfil almıştı.
Ağır ağır yürüyordu köylü eskiden ince
fakat kuvvetli akan derenin yatağında. Suratında acı gerçeğin meydana getirdiği kırışık­
lıkları, çıkık elmacık
kemiklerinin üstünde
çukura kaçmış gözleri, dağınık saçları, sırtın­
daki yırtık elbisesiyle kederliydi köylü. Biraz
evvel ölmüştü topal eşeği. Bir zamanlar üstünden inmediği hayvancığın şimdi parçala-
aynıdan
Rüştü
bulunan
Tanrıdan
lebeleri olarak, ailesinin bu büyük
8
çok muhtPrem
kendisine rahmet dilerken, fa,
acısını payla~n·ız.
l
DUYGU
DÜŞÜNCE
ve
Şakir
insanı ötekı canlıla:.:W>-n ayıran en büyük
özellik ve en Üstün nitelik duymak, düşün­
mek ve duyup düşündüklerini de ifade etmek
kabiliyetine sahip olmasıdır.
Dünya üzerinde ilk görünen ve bu günkü
cinsile kıyaslanamıyacak kadar ilkel olan;
hatta daha çok hayvana has özellik taşıyan
ilk insanları ele alalım. Onlar da düşünüyor,
hissediyor, hatta duygu ve düşüncelerini ifade için de çeşitli vasıtalara baş vuruyorlardı.
Mesela: Sevinç, korku, tehlike anlarını izhar
etmek, yahut kafasındaki ilkel füi:irleri ifade
etmek için muhtelif sesler çıkarıyor, yüzünün ve diğer uzuvlarının değişik ıiareketlerile
bunları manalandırmağa. clışa vurmağa yahut karşısındak.i..rıe
çalışıyordu.
boyunca durmadan gelişti. Neticede bu günkü
dünya medeniyeti ve çağımızın helim fen kudreti elde edildi. Elektrik, radyo, röntgen, telefon, televizyon, gibi icatlar, atmosferi aşma­
lar, iktisatta, tıbda, siyasette ulaşılan yüksek
merhaleler işte hep bu yüksek fikir idealinin
meyveleri oldu.
öte yandan ancak insanın yaratılışında
mevcut olan güzel duygu ise iyinin, mükemmelin peşinde olma çabası şeklinde büyük bir
gayretle ve süratli bir tempoyle inkişaf etti.
Bu halin neticeleri olarak da muhtelif sanat
dallarındaki ölümsüz eserler yüzyılları aşıp
gelerek bizlere kadar intikal etti.
Güzel sanatlar: Müzik, resim, heykel, mimari, edebiyat ve onun çeşitli dallarında gelişerek uzun asırları kollarının arasına alıp
ölümsüz eserleri ile değerlendirdi ve insanlığı
manen besledi. Böyle olunca da insanlık maddeden uzaklaşan bu ilahi kollarda, bu rahat
ettirici ferahlık verici yumuşak sanat kucağın­
da mutluluğa kavuştu.
Yüzyıllar
ve yüzyıllar geçti. İnsan nesli
ilerledi; arzın muhtelif mıntı­
kalarına ve kıtalarına dağıldı. Diğer taraftan
ihtiyaçları insanlıklarını, insanlıkları da ihtiyaçlarını çoğalttı. Dünyamızın orasında burasında klanlar. kabileler, aşiretler, siteler, büyüklü küçüklü şehirler ve nihayet Milletler
meydana geldi.
üredi,
gelişti;
Birlikte
Muhteşem bir sanat dünyası içinde ıyının
güzelin, azametlinin hazzını duyarak, tadını
alarak yaşıyan insan mes'ut ve memnun oldu;
Gerçek insanlığını idrak etti.
yaşama
ve sosyal hayat böyle geeden bencil, basit düşüncelerin çoğunun yerini yüksek fikirler aldı. Günlük ve alalade duyguların ekserisi de
güzel hislere inkilap etti.
lişirken insanı meşgul
Böylece insanoğlu etin, kemiğin ve nihayet menfaatın malı ve onun esiri olmak gibi
küçük ve bayağı kalmak durumundan yakası­
nı kurtardı. Bu anlayışa ve bu mertebeye ulaşan insan iyiye, güzele ve faydalıya hizmet
etmeyen adi ve bencil hisleri, günlük ve basit düşünceleri küçümsedi ve onları pek de
aramaz oldu. Böylece
i, faydalıyı ve güzeli
arayan yüksek fikirler, güzel hisler insana yakışan hüviyetini ve insana yaraşan hakiki manasını verdi. İşte bu yüksek fikirler, güzel hisler ve onların meyveleridir ki ihsanın her türlü varlıktan üstünlüğünü açıklayan, ispatlı­
yan alametler ve manevi abideler olarak görülmeye başladı. Yüzyılları aştıkça önem kazanan ve değeri artan bu anlayış ve bu ihtiyaç
büyük bir hızla gelişti. İnsanoğlu iyinin, güzelin, hayırlının ve faydalının peşinde olmayı
daha çok benimsedi, hatta onu ideal edindi.
Bu yüksek fikir manzumesinin gerçek insanda
ideaı olarak teşekkül etmesi beşeriyete mutlu
günler müjdeledi ve artan bir arzu ile asırlar
CANDOGAN
Böyle
olmasaydı Süleymaniye'yi, Sultanahmed'i, Dolmabahçe'yi seyretmenin azameti BEETHOVEN'i, CHOPIN'i, BACH'ı, LİSZT'i
DEDE EFENDİ'yi dinlemenin saadeti insanlı­
ğa hangi yoldan ve hangi vasıta ile verilebilirdi.
Böyle
olmasaydı;
SHEAKSPERE'i, COR-
NEİLLE'i, RACINE'i, MOLİERE'i temaşa etmenin hazzı, Hayyam'ı Fuzuli'yi, BAKİ'yi, Nedim'i,
DANTE'yi, VOLTAIRE'i hissetmenin ve yaşama­
nın derinliğine
nasıl ulaşılabilirdi. Böyle olmasaydı; HUGO'yu, BALZAC'ı, ZOLA'yı, GOET
HE'yi, okumanın hassasiyet ve inceliği insanlığa başka yollardan nasıl verilebilirdi.
İçinde
bulunduğumuz
ve nimetlerinden
bugünkü medeniyet ve sanat
dünyamız, insanlık tarihi boyunca kuşaktan
kuşağa tekamül
ederek; bize böyle intikal
edip geldi.
faydalandığımız
Bugünkü ileri bilim ve sanat dünyamızı
yapan ve yaratan kudret ise insan denilen
mahlükun sahip olduğu güzel duygu ve yüksek düşünceden başka bir şey değildir.,
9
r
11
1
1
ünva~an
1j eni
bir Amerikan gençlik teşkilatı­
imtihanda
gösteren
bazı arkadaşlarımız, bir sene müddetle tahsillerine orada devam etmek hakkını kazanarak
Amerika'ya gittiler.
Geçen
nın açmış
yıl,
kadderatını değiştiren
olduğu
lerin gerisinde, sisler
Bu arkadaşlardan aldığımız mektuplar
umumiyetle vatan ve Galatasaray özlemi ile
Amerika intibalarınclan izler taşıyor.
İşte
lılardan
Merhaba Sultani Senden ırak geçirdiğim
aylık zaman zarfında sana yollıyabilece­
ğim selamların en sıcağı ile merhaba.
dık
10
Ne kadar uzun
değil mi?
zamandır
tarihleri onlarca senenok-
arasında kaybolmuş
tacıklar.
Bırakın milletlere, ordulara hükmetmiş,
dünya haritalarını değiştirmiş şefleri, asırlar
boyu fikirlerde devrimler yapmış nice düşü­
nürleri bilmeyen çok.
Kelimenin tam manasıyla Amerikan gençgerek Fende, gerek Edebiyatta Türk gençliğinden senelerce geride.
liği
onlardan, Amerikadaki Galatasaray
birinin mektubu.
«Sultani'ye,»
şu
mektup
Hayat oldukça monoton bir Avrupa genci için. Bütün sosyal faaliyetler kilise etrafın­
da toplanmış. Tek eğlendikleri ve benimde
eğlendiğim zamanlar hafta sonu tatilleri.
Şimdilik
senden ayn kal-
bukadar.
Birdahaki seneye
Aylar oluyor Grand-Cour•unu, kazık imtipilavını, fasulyeni, sigara dumanı
tüten belirli köşelerini, duvarları aşıp Beyoğ­
luna kayan gölgelerini, bazı bazı koridorlarda
yankılanan sevimli kavgalarını ve ciddi bir
dersi bir anda kahkahaya boğan ince espirilerini görmiyeli.
görüşmek
üzere
hoşça
kal.
hanlarını,
Bile Bile
Yaş
Aylar sonra bu mektup, vatanın, san
;;:n:! renk~erin ile ilk görüntüsü.
kır­
Kuru
Amerika, Yeni Dünya diyorlar buraya,
pek farkedemedim ben Eski Dünya ile yenisinin arasını. Maddi uygarlıkta yarış edemeyiz
onlarla, ama manevi uygarlıkta kat kat ilerideyiz Amerikadan. Gençlik gayet iyi, samiml,
arkadaş canlısı, fakat dünyadan haberi olmayan; dünyanın ve uygarlığın yalnız Amerika'da olduğunu sanan. hatta Türkiye'nin ÖZgür bir ülke olduğunu bile bilmeyen bir gençlik.
Oduııları toplayıp
Temmuz
ortasında
Bir soba
yakacağım
Kapıyı
Bacayı kapatıp
Yün
çoraplarımı giyeceğim
Sonra
Hayat tam manasıyla iki dar nokta araince, hatta eğri bir çizgi.
sında
Okullarda dersler oldukça zor, ama ogre': ilen hiç, dünya hakkında tek bir bilgileri
yok. Tarih onlar için Washington'la başlamış
Küba olayı ile sona ermiş, sanki.
öteki milletlerin koskoca,
dünyanın
mu10
Battaniyeme de
T
sarınacağım
l
İşte, soğuk limonatamı,
Ondar sonra
içeceğim.
D. FERAY
23/3/1963
:Konserler
'Xlasik 7nüıik
'Xonserleri
Nisan ayında Müzik Kolu iki klasik müzik matinesi tertibetti. Konservatuar öğrenci­
lerinin solist olarak katıidıkları müzik matineleri 13 ve 27 Nisan tarihlerinde lisemiz konferans salonunda yapıldı.
23 Mart Cumartesi günü yapılan bu yılın
ikinci caz konserinde, G.S. Vokal gurubu, Los
Aguilas, ve Erol Büyükburç çaldılar. İlk olarak Timur, Aydın, Mehmet, Tolga ve vasıf
tan kurulu G.S. Vokal gurubu Muhtelif şarkı­
larla başarı kazandılar ve bol bol alkışlandı­
lar.
EUerinde gitarları orijinal kıyafetleriyle
sahneye çıkan Los Aguilas, kendi memleketlerinin müziğini yaparak, salonu tıldım tık­
lım dolduran davetlileri memnun <::ttiler. Ardından Erol Büyükburç her zamanki gibi hararetle karşılandı. Büyükburç bu seferde bilinen repertuanyla çıktı dinleyicilerin karşı­
sına. Araya sıkıştırdığı
«üne more chanceıı
ve «Oh Guitare» dan başka bir değişiklik yoktu.
Piyano, şan ve keman bölümlerinden mey
dana gelen 13 Nisan matinesinde, keman bölümünde, Okan Demiriş Paganini'den Kapris,
Bach'tan Şakon ve, piyanoda Lale Tamboy'un
refakatinde, Lalo'dan İspanyol Senfonisi'ni
çalmış ve icra bakımından günün en orijinal
kısmını meydana getirmiştir.
27 Nisan matinesi, Trompet ve Korno konçerto kısımları ve şan bölümüne bir düet ila
vesi ile daha renkli geçti. Leyla Selçuk ve
Erol Uras'ın söyledikleri Puccini'nin La Boheme operasından Mimi e Rodolfo düeti
zaman salon sürekli alkışlarla çınladı
kısım tekrar ettirildi.
Kalabalık
bir lise öğrencisi topluluğu taizlenen müzik matineleri, okulumuz
müzik kolu ile diğer liseler müzik kollan arasında çeşitli temasların da kurulmasını sağ­
rafından
lamıştır.
11 Mayıs cumartesi günü yapılan üçüncü
konserde ise G.S. Vokal gurubundan başka,
İlham Gencer, İlhan Feyman, Metin Ersoy
ve Faruk Akel orkestrası da vardı. G.S. Voka1
gurubu bu konserde İstanbulda hiç çalınma­
mış bazı parçaları sunmakla başarı kazandı.
Davetlileri bilhassa hareketleriyle eğlendiren
Metin Ersoy, sevimli ve nükteli dakikalar geçirten İlham Gencer den sonra konserin en
ilgi çekici topluluğu Faruk Akel Orkestrası
çaldı. Dinleyicilerin yalnız kulfiklarına değil
gözlerine de hitap eden bu topluluk davet1ileri her bakımdan memnun etti.
11
ı
TİYATRO
TİYATRO ÇALIŞMALARI
G. S. Tiyatro kulübünden
ayrı
olarak 11.
Jacques Deval'in «Ce soir a Samarcande» Bu akşam Semerkant'ta adlı oyunu başarıyla oynandı. Fakat Necdet Mahfi Ayral'ın sahneye koyduğu
bu piyes, G.S. Tiyatro kulübünün evvelki yıl­
lardaki oyunlarının seviyesine çıkmaktan uzaktı. Bununla beraber bunun iyi bir deneme
olduğunu ve bu arkadaşların gelecek yıllarda
daha iyi çalışmalar yapabileceklerini zannediyoruz. Bu oyun Nişantaşı Kız Lisesi öğrenci­
lerinin iştirakile hazırlanmıştı. Ayrıca oyunun
yöneticisi de evvelki yıllarda olduğu gibi -ki
sınıf öğrencilerinin hazırladıkları
bu, Galatasaraydaki oyunları bir müsamere
olmaktan kurtarıp çoğu zaman üstün bir aımatör tiyatro çaı1ışması haline getiriyordubir talebe olsaydı '11Üphesiz daha fazla alkışa
hak kazanacaktı. Genellikle başarılı geçen bu
oyunun elemanlarını, özellikle, Faik Rüştü,
Semih Abut ve Sabahat Coşkun'u kutlarken,
diksiyon ve dekor eksikliklerine işaret etmek
gerekiyor.
Bir başka oyun G.S. Tiyatro kulübünün
en genç üyeleri tarafından sahneye konuldu,
9 A sınıfından Adnan Onart'ın yazdığı «İÇ
İçe» adlı oyunda bütün yetersizliklerine rağ­
men önümüzdeki yıllarda Galatasarayda daha kesif daha olumlu, tiyatroya daha yakın
çalışmaların
gerçekleşebileceğini göstermek
bakımından önemliydi.
Son Olarak Tiyatro kulübünün sahneye
koymak istediği ve çalışmalarını çok ilerlettiği bir oyun, Courtelin'in Madde 330 adlı oyunu, idare tarafından sebep gösterilıneksizin
kabul edilmedi. Çevireninin de bir talebe olduğu bu ilgi çekici oyunun bir dahaki yıl yeniden elt alınması dileğimizdir.
Sonuç olarak hernekadar çalışmalar iyi
niyetli, oyuncular hevesliyse de bu yılki çabaların fazla bir şey getirmediği meydanda.
Bu da bu alanda çalışan arkadaşların, bu işe
daha sıkı bağlanmaları ve çoğu zaman başka
faaliyetlerle kendilerini sınırlamaksızın sadece tiyatroyla ilgilenmeleri gerekliliğini ortaya koyuyor.
12
' un
..
Ardında
fü\mil SERDENGEÇTİ
lkar şimdi denizler parça parça simsiyah ....
Kimler çalmış, kırmış plaklarını
Z. Ö. DEFNE
Bilir misiniz?... Bilemezsiniz tekerleklerini eriterek geçen şu otobüsün sonunu, yolunu... O halde izleyelim onu.
nünü de aynı anda seçmenin verdiği rahatlık
ve emniyetle vitesi takıp olmıyan direksiyonu 2,4 e yönelttikten sonra ayağını uzatıyor.
Bir anlık bir tereddütten sonra, sıfır da duran kilometre 20, 60, ,100, 140 a yükselirken,
basılmamış gaz pedalı düzleşip köklenirken,
şekilleniyorlar zihninde, basıyor, daha hızlı,
daha hızlı abanıyor ve 2,4 önce sisli, oynak
ve işveli, sonra vazıh, sarih ve durgun gittikce
büyüyor, yak.laşıpta büyüyor. Geliyor. Stop.
Kırmızı Kör edici stop. Güneşler stopla parlarken, bir başka zamanın kırmızı ağaçların­
da iri sulu nar gibi somunlar sallanıyor ...
STOP.' Şöfö; görmüyor. Gaz pedalı olduğu gibi duruyor ... İbre hep sıfırda ve 2,4 ün aydın­
lıklarınd'a şöför pul pul yok olmada.
Bu yol, bir başka asırdan artık. çukurlu,
ziftli ve virajlı, bir tarafında kırmızıdan sarı­
ya, diğer tarafında yeşilden erguvana iki güneşin ışıttığı belki boş, belki dolu, tarlamsı
yahut batak, kırmızı, küllü beyaz kumlu, si.
yah çamurlu, toprak görünüşlü yörelnden,
girift, karmaşık, çatallı veya belirsiz. iki güneşin altında kömür denli karanlık veya gümüş gbi pırıl pırıl boy salmış bır başka zamanın ağaçlan arasından geçen, virajlı, ziftli,
çukurlu, bir başka asırdan artık, br:. yol
Br; yolda bir şöför elindeki olmayan mendili alnına, terlememiş, yada olmıyan J.lnına
oradan kasketsiz, yağlı saçlı. çıpı.ak i:rnşına
götürür gibi yaptıktan sonra bunların yokluğunu farkedip yerine bırakıyor
Güneşlerin
parlayıp sönen ışıklarında, direksiyonsuz otobüs virajları yutuyor. Şöför bu sefer gri,
mor ve kırçıl benekli iç bükey kasketini arı­
yor. Yol, gürültüleri gömen, belki beton,
belki a s f a 1 t, ama yok,
banka
asır­
dan artık, batak yol, ileriye çekerek, yavaş
yavaş gömerek sürüyor otobüsü. Otobüs sirenini açıyor. Şöför, gaza bastım sanırken beyaz
kilometre ibresi, bir başka zamandan artık,
tozlu, paslı ellips biçimli dokunulmamış pedalların üstünde bir beyaz sıfırı gösteriyor. Siren
yeşil, siren kırmızı, siren sarı, siren erguvan
ve siren siyah,
siyah, siyah ışıklarlar, ışık
yollarıyla örtüyor. Bu yollar bir parlayıp, bir
sönerek güneşleri bozuyorlar. Yol, güneşsiz,
soğuyup soğuyup eriyor. Siyah siyah, erguvan
erguvan, haki haki parlayıp sönen ışıkların
sisinde 2, 4 ... 2,4 ... 2.4 karanlığın içine oturuyor. 2A ... Şöför nedense kızıyor ... Arkasında,
boşluk boşluk içinde siyah, siyah içinde parlak, parlaklıkta var olmıyan bir takım kemikler. kemiklerde lastikli yapmacık gülüşler, sonra yine yalnız gülüşler, ve tavanda iki sıra bir
örnek, üstlerine 2,4 numaraları yapıştırılmış
yalnız gülüşlü bavullar. Şöför, arkasını da ö-
Şu yeni, modern elips biçimli bej masanı­
za serdiğiniz pullar gibi göz alıcı, Monaco,
Montekarlo, Casablanka, Los Angeles, Reno
pulları, yeşil ama pembeli ama vermiyyonlu
ama gelincikli, ama mor menekşeli, fakat yeşil pullar ve onları ezen bozan, silen, acımadan
yıkan merhametsiz eldivenli eller, bir başk.a
zamanın eldivenlerinde, bir başkasının, bır
direksiyon sahibinin ellerini hatırlatan, sert
eller.
(a
Bambu
Charile
ağaçlarının
Güneşin doğmasını
&"Ündür
altında
bekliyoruz
soğukta
Adnan ONART
13
Son
Penbe renkleri
Çocuksu düşlerimizi
Demir parmaklıkların serinliğinde unuttuk.
Mavi dalgaları avuttu bizi yıllarca
SURREALISME
GÜNLERİ
Boğazın.
Boş avuçlarımızdan
her akşam vakti
Bir gurup boşandı
Bir ümit doğdu ...
Loş maviliğinde kayboldu gecelerin
En güzel anılarımız,
Her sevgiden uzak
Bütün hasretlere aşina
Bir şefkat kucağıydı yatı:.k.larımız ...
Ve yıllarca ayr..ı :.?arkı
Yitik sevgilerle çırpınan
Aynı dalgalard 1 duyduğumuz o yerde
Bir bitı.r.eyen şarkı bıraktık
Sevgilı Ortaköyde
Kültür ve Edebiyat kulübüyle Sinema
Kulübünün bazı İstanbul liseleriyle işbirliği
ederek düzenlediği «Surrealisme Günleri» 24
Mart ve 14 Nisan tarihlerinde Konferans salonumuzda yapıldı.
İstanbul Liseleri Kültür ve Edebiyat Kollarının olumlu
bir çalışması olan bu sanat
günlerinde Üsküdar Amerikan Kız Lisesinden
Setenay Kazuk Kafka üzerine, Alman Lisesinden Koral Okan «Resimde Surrealisme» üzerine bir konuşma· yaptı ve gerçeküstücü ressamların
ilgi çeken eserlerini projection'la
gösterip bilgi verdi. Lisemizden Bener Karakartalın «Fransız
Sinemasında Surrealismeıı
Sonra değişiverdi dünyamız bırden
Pembe renkler soldu
Kayboldu huzur ufuklarında ümitler bir bir ...
Loş koridorlarında unuttuk her şeyi
Göz yaşlarımızı silen yine bizdik
Tüm yoksunluklar
ve Binlerce külfet altında,
Arzulu umutlar uğruna ezildik ...
Kulaklarımızda inleyen zil sesi
Şakaklarımızda beliren imtihan terleri
İçimizde büyüyen sevgiler
Ve penceremizde eriyen dört mevsim
Doğan güneş, biten çocukluğumuz
Hepsi hepsi
Bir dünya getirdiler ...
konusu üzerine yaptığı konuşmadan sonra,
kalabalık ve seçilmiş bir davetli kütlesinin hazır bulunduğu bu gün Alain Resnais'in Toute
La Memoire Du Monde ve Hiroshima Mon
Amour adlı filmlerinin oynatılmasıyla son
buldu.
İkinci
günde İstanbul Erkek Lisesinden
Bora Hınçer Türk Nesrinde Gerçeküstücülük
konusunda bir konuşma yaptı. Haydarpaşa
Lisesi öğrencilerinin hazırladığı, karşılıklı konuşma şeklinde geçen Türk Şiirinde Gerçeküstücülük konulu konferans büyük ilgi topladı. Bu günde ayrıca Alain Resnais'in Vincent
Van Gogh, Eduard Molinaro'nun La Mer
Remonte A Rouen adlı filmleri oynatıldı.
Son yıllarda olumsuz ve başıboş bir alana
sürüklenen İstanbul Liseleri Kültür ve Edebiyat kollarından ayrılarak özel bir birlik kuran dokuz lisenin 2 Şubat Günü Alman lisesinde yaptıkları Açık oturumdan sonra gerçekleştirilen bu düzenli ve ciddi faaliyetlerin
diğer liselere de bir örnek olmasını dileriz.
Şimdi yine bir rüyadan uyanıyoruz
Sevinçli kederli günlerimizden
bir gece ağarmakta,
ümitsiz bakışlarımızda bir tevekkül
Bir ayrılık şarkısı var dudaklarımızda ...
Bıraktığımız şarkı hfila uğultulu
Yine ders zili çalıyor
ve kaybolan bir bütün ömrümüzden
Sessiz bahçelerinde,
hayal gençliğimizin, gölgesi uzanıyor ...
KONFERANSLAR
Eğitimde
14 Mart
Sesleniş
zararlı yayınlar,
Tacettin SUCU
Perşembe
günü okulumuz konferans salonunda,
«Çocuk eğitiminde zararlı
yayınlarıı konulu bir konuşma yapan Vedat
Nedim Tör, bu türlü yayınlardan örnekler gös
termiş, ve bu akımın çeşitli sonuçlarını ele
alarak tahlil etmiştir. Bu arada istatistiklerden
de söz ederek geri kalmamızın sebeplerinden
birini yayın organlarının kendilerinden beklenilen faaliyeti gösterememesinde bulmuştur.
Kristaller ve atomlar,
Bir başka önemli konferansı da, memleketimize misafir olarak gelen Faculte des scien-
ces de Paris'nin
Cristallographie profesörü
M. Curien Büyük anfi de vermiştir. Prof. Curien konuşmasında, atomlar ve kristaller konusunda en yeni teoriler den söz etmiştir. Portakallardan faydalanarak yaptığı şenıalarla
daha açık bir izah şeklini seçen p, )f. Curien
daha sonra Silisium ve bileşikleri. len söz et.
miş çok karışık konuları büyük bir sadelik ve
açıklıkla anlatan M. Curien 11 ve 12 inci sınıf
öğrencileri tarafından ilgiyle izlenmiştir.
14
l,__~C-~__M._I__
· Y_E_T_________
Bekir BİRCAN
Galatasaray - Yangın
lantı varmış.
Madame Feuillet dekolte elbiselerile kendini bahçeye atmıştı. Kocası ve 0ğlu
smokinli idiler.
Bu anababa gününde mektep müdürü Abdurrahman Şeref bey, etrafındakilere b:.r t.ı­
kım emirler veriyor, evvela hapishaneye bakın içerde çocuk olmasın, kap,yı kırın, cezalı
çocuk varsa kurtarın diye bağmyordu. Bağır­
maktan sesi kesilmiş müdür, içeride hiçbir
çocuk kalmadığına kanaat getird'kten sonra
biraz teskin olabilmişti.
Kurulduğu
gündenberi çift lisanla tedrisat yapan Galatasaray lisesinde talebe ve hoca
olarak bulunduğum müddet zarfında, birçok
vakamn şahidi oldum. Her birisi benliğim üzerinde derin izler bırakmıştır, fakat bunlardan en mühimmi mektebin yanması, o koca
binanın yanın saat içinde kül olmasıdır.
bir cumartesi akşamı vukua gelLeyll talebe evlerine gitmiş, koca mektepte bekarlarla cezalı talebeden başka kimse kalmamıştı.
Yangın
miştir
Küçük
vazife hissinin ne demek
mesuliyet duygusunun müşahhas
şeklini rahmetli müdürümüz .koca Abdurrahman Şeref beyin şahsında görüp öğrenmiştim.
Bu vaka benliğimde derin izler bırakmıştır.
Yangından sonra mektebin kalın duvarların­
dan başka birşey kalmamıştı. Müzesi, laboratuarı, kütüphanesi, herşeyi yanmıştı. Mektebin müştemilatından, mutfak, çamaşırhane,
hademe koğuşları, bahçedeki kapalı teneffüshane, jimnastikhane kurtulabilmişti.
Mektep müdürü, Abdurrahman Şeref bey,
müdürüsani de Monsıeur Feuillet idi. Her ikiside mektepte ailelerile birlikte ikamet etmekte idiler. O akşam nöbetci bulunaın muallim
muavini, çok sinirli, en ufak şeye kızan. bağı­
ran ve bol ceza veren bir zattı. Çocuklar geceleyin bu muallim muavinini kızdırmak, eğlen­
mek istiyorlardı. Ona gece uykusunu haram
edeceklerdi.
Geceleyin büyük yatakhanede
herkesin yatağa girip uyuyacağı bir zamanda
hafif bir ıslık çalınacak ve bu işaret üzerine
bahçeden tophman ufak taşlar nöbetci öğret­
menin yattığı tarafa fırlatılacaktı. Saat dokuza doğru ıslık çalındı, muhtelif cihetlerden
taşlar, bilyalar o cihete düşmeye başladı. Koca yatakhanede, karanlık ve sessizlik içinde
bu taşlar, birer bomba tesiri yapıyordu. Pandomina bu şekilde devam ederken ben hafif
dalmıştım.
Çocukların bağırdıklarını,
O vakit işittiğimize göre mektebin yerine
bir ecnebi müessese talip olmuş ve mühim
bir parada teklif etmiş fakat müdür Abdurrahman Şeref bey okulun tekl'ar inşaasına
dair iradeyi çıkartarak karşı tarafı bir emrivaki karşısında bırakmış ve mektebimizi bu
suretle kurtarmıştır.
yangın
tım.
Yangın
Bahçedeki kapalı teneffüshaneler, çamahademe koğuşları derhal sınıf haline kondu, tedrisata başlandı. Bütün leyll talebe gündüzlü oldu, istanbulda hiçbir kimsesi
olmayanlar içinde bugünkü Şan sinamasımn
biraz ilerisinde yeni, yapılmış Surp Agop apartımanının bir katı hariç bütün katları tutuldu.
şırhane,
var dediklerini duyar gibi oluyor, fakat bu
bağırmalar,
bu çağırmalar, nöbetci muallim muavinine karşı yapılacağını bildiğim muzipliğin devam ettiği zannını bana veriyordu,
acı hakikatten bihaberdim. Fakat tanıdığım
bir ses beni bu gafletten kurtardı. Bu ses hocaya patırdı yapacak, arkadaşlarını güldürmek için muzipliğe kalkacak bir ses değildi.
Bu ses 21 numaralı Ali Yarın sesi idi (Üniversitede Ord. Prof.). Gözümü açtığım zaman
yatakhanenin boşalmış olduğunu gördüm.
Yıldırım süratile giyi·nip kendimi bahçeye at-
dairesinden
yaşımda
ctlduğunu,
müdürüsani Monsieur Feuillet'nin
çıkmıştı. O akşam evlerinde t.Jp-
15
mektepte yedikten
olur; Beyoğlundan apartıman kapılarının zillerini
çalarak her akşam Surp
Agoba gider ve yerlere serili yataklarımızda
Akşamlan yemeğimizi
sonra,
sıra
yatardık.
Hiç birşey olmamış gibi tedrisata devam
edildi ve sene sonu imtihanları yapılmayacak,
mektep tatil edilecek gibi hülyalanmızda suya düştü.
namemızın 3. ncü maddesinde zikredilen gayeleri imkan dahilinde tahakkuk ettirebilmek
arzusu ile iş başına gelmiştir. İdare heyetimiz
bu gayeleri kuvveden fiile çıkarmak amacı ile
Galatasaraydan feyiz almış ve ~cağa kalben
bağlanmış kardeşlerimizle tanışmak, fikirlerinden istifade etmek ve el birliği ile gerek
mektebim.ize ve gerekse vatanımıza faydalı
şekilde hizmet etmek imkanlarını sağlamak
için yardımlarınızı beklemektedir. Galatasaraylılık ruhuna inanmaktayız. Kuvvetine güvenmekteyiz. Ancak, bu kuvvetten istifade
imkanları siz kardeşlerim.izin yakın ala.kalan
ile mümkündür.
Sevgili <J al atasarayl tlara
Allahın bahşettiği büyük nimet ve kıymet­
lere sahip bu güzel yurtta yaşamak mutluluğunu tadan
bizleri, bu yurt, biraz himmet
edersek, sonsuz bir refaha ve saadete kaVUŞ­
turacak kudrette olduğuna inanıyoruz.
Biz hilkaten her şeyin en iyisini yapmak
ile işe başlar fakat maateessüf iyisini
bıle yapamadan hevesimiz kaçar ve işi bitirmeden bırakırız. Bunun nedenlerinin başında
münevver kitlenin Te hele hakşinas vatanperver ve cesareti medeniyesi kuvvetli fertlerin
azlığı ve el ele vererek azimle sebatla çalış­
maya sarılmamaları gelmektedir.
a~usu
İdare
heyetimiz, nizamnamemizde zikre-
dildiği gibi her türlü siyası emellerden ve şah­
sı
menfaat düşüncelerinden uzak, memleket
menfaatini gözeterek, evvela feyiz aldığımız
Lisemizin tedris heyeti ile el birliği yapıp yetişmekte olan genç zümrenin bilgisini arttır­
mak, miktarını çoğaltmak ve vatana müfit eleman olarak yetişmelerini sağlamak arzusun-
Her ailenin efradı arasında saygı ve sevgi yaratmak ve yavrularını sağlam seciyeli birer münevver eleman yetiştirmesi bir vatan
borcu olduğu gibi her hayır cemiyetinin azalarının da bağlı bulundukları mektep ve teşek­
küllerdeki gençlerin yetişmeleri için çalışma­
ları da bir vatan borcudur. «Ağaç yaş iken
eğilir» atasözünden ilham alarak denebilirki
genç ruhlara memleket severlik dürüstlük ve
medeni cesaret gibi ahlaki ve sosyal seciyeler
dadır.
Her türlü imkanlara sahip sevgili yurdumuzun en fazla ihtiyacı olduğu hakiki vatanperver ve hak sever münevverlerin çoğalması
ve bu münevverlerin birleşerek şahsi menfaat ve siyasi emellere kapılmadan memleket
menfaatlerini koruması ile bu vatan cennet
olur. İdare heyetimiz her hususta garp medeniyetine penceresini ilk açmış olan Galatasaraylıların
böyle cemiyetlerin teşekkül ve
taazzuvunda da öncülük etmelerine yardımcı
olmalarım candan diler. Yukarıdan beri belirte geldiğimiz hususların tahakkuku yolunda teşkil ettiğimiz komisyonlarımızın ele aldığı
aşağıdaki teşebbüslerimizi elbirliği ile
kuvveden fiile çıkarmak üzere bizlere müzahir olacağınıza derinden inanarak sizleri hürmet ve muhabbetle selamlarız.
aşılanabilir.
1908 senesinde lçurulmuş olan cemiyetimiz muhtelif safhalar ve bu meyanda bazı sarsıntılar geçirmiş, 1916 da yeniden kurulmak
zaruretinde kalmış ve nihayet 1932 senesinde
üçüncü defa olarak kurulmuştur. Sonralan
nizamnamedeki bir açık kapıdan faydalanarak Galatasaraylılık ile hiç ilgisi bulunmayan
veya bambaşka maksatla hareket eden zararlı kimselerin istilasına uğramış ve ne yazık
ki bizler de bu kimselerle mücadele edeceği­
mize «Fena para iyi parayı kovar» düsturuna
ram olarak üzüntü içinde Cemiyetimizle ilgimizi kesmek mecburiyetinde kalmıştık.
İdare
Heyeti
••••
1962 haziran ayı sonunda cemiyet eski
lokalini terkedince cemiyetimizin gaye ve şe­
refi ile kabili telif olmayan faaliyetlerini idame ettirmek imkanından mahrum kalan kimselerin cemiyetimizle alakasını kesmiş bulunmalarından faydalanan bizden evvelki idare
heyetinin genç azalan şayanı şükran çalışma­
ları ile cemiyeti ayakta tutabilmiş ve muvakkat bir zaman için bile olsa toplantılara devam edilebilecek bir yer sağlamak suretiyle
kongreye kadar cemiyet faaliyetinin sektedar
olmamasına gayret etmiştir.
KOMİSYONLAR
VE İŞTİGAL MEVZULARI
1. Cemiyetimizin 1908, 1916, 1932 kuruhayatta kalanların veya varislerinin tesbiti,
cularından
2. Muhtelif teşekkül,
memleketlerde bulunan
tespiti,
vilayet
ve
dış
Galatasaraylıların
3. Galatasaraylı ailelerin yavrularına okula giriş imtihanlarında bir kontenjan tanınmasının temini,
31.1.1962 tarihli son kongrede toplanabilen Galatasaraylılar nizamnamede bazı tadilatlar yaparak, nizamnameye yeni bir şekil ver
miş bulunuyorlar. Bu nizamname arkadaşlara
takdim edilecektir. Yeni idare heyeti nizam-
4. Okul
yardım teşekküllerinin
naklarını arttırmak
vetlendirmek,
16
suretiyle
iş
gelir kaygücünu kuv-
varlığımızdan ateş ve
heyecan alır.
ve Güneş) çocukları, asra yaklaşan kudretini, bu manevi varlıktan alarak gelişmiştir.
nevi
(Ateş
Muvaffak
Benderli'den
Galatasaray'ın pilavı,
her
37 senelik hocalık hayatınun, 25 ini içinde geçirdiğim Galatasaraydaki çocuklarıma
daima bu aşkı telkin etmiye uğraşmışımdır.
Onlara her zaman şöyle derdim.: (Bugünleri,
yakın bir zamanda arıyacaksınız, bu havayı
çok arzulıyacaksınız bugün kıymetini bilmediğiniz yahut
bilemediğiniz bu yıllar, size bir
gün: (ah nasıl oldu da o günlerin değerini bilemedim) diye belki de göz :raşı döktürecektir.
şeyinde olduğu
gibi, memleketin sosyal hayatında bir çığır
açtı. Bundan 10 sene evvel ne Vefa Lisesinin
Boza günü ne Pertevniyal'in Aşure toplantısı,
ne de Darüşşafaka'nın Fasulye sohbeti vardır. Görülüyor ki olay, basit bir şekilde bir
sofranın etrafında toplanıp yemek yemek değil, büyük kültüre yönelmenin, ilk uğrağı olan, liselerdeki kardeşliği, bir hayat boyunca
devam ettirmek ve ona karşı bağlılığımızı ortaya çıkarmıya vesile bulmaktır.
ve şimdi sizler hakikaten o günlerin hasretini duyarak bir birinizle kucaklaşıyor eski
anılarınızın serin gölgesinde rahatça nefes alı­
yorsunuz.
İşte, Galatasaraylıların pilavı, tıpkı
«Doilk penceresinden» giren
ışıklar gibi, memleketin sosyal hayatında da
yeni bir çığır açtı.: Kardeşlik, bağlılık, kadirbilirlik ...
ğunun Batıya açılan
Bununla beraber büyük bir eksiğimiz var ...
bir amaca yöneltmekte çok
dağınıkız. Hepimiz biliyoruz ki bugün Galatasaray ve Galata saraylılık anlamı, etrafında
5-6 dernek vardır. Galatasaraylılar Cemiyeti,
Koruma Derneği, Aile Birliği ve başkaları. ..
Çalışmalarımızı
Meslek mekteplerinin insanlarda uyandır­
beraberlik, bu mesleğin yaptığı tesirlerden doğar. Fakat bizi <meslek mekteplerine)
hazırlıyan ve genel kültürümüzü bize veren
liselerdeki kardeşlik; onlardaki hava, büsbütün başka bir samimilikle bizi kendine bağlar.
Orada geçen hayatı, daima hatırlarız oradaki
arkadaşlıklarımızı
daima anarız.. Kül Bastı
Raifler, çöp Mustafalar, sarı Aliler, kaz Mehmetler.. : bizi hayat boyunca tatlı tatlı güldürür,
acı acı düşündürür, fakat her zaman için (sı­
ralarda beraber okuduğumuz, ruhuı daima uyanık ve canlı tutar işte bu uyanıklık bu canlılıktır ki müesseselerin devamlılığında en büyük ve en değişmez sebeptir. Çünkü bu madığı
olduğu yüce
için mutlak elbirliğine, güçbirliğine ihtiyaç
vardır. Bir amaç etrafında
toplanacak ve bu amaca yürüyecek kuvvetlerin birleşimi, büyük işler meydana getirir. Hep
beraber buna yönelelim!
Bunların Galatasaray'ı
evvel Galatasaray dergisinde yazdı­
( 100. ncü yıl dönümü geliyor.
ne yapıyoruz? diye sormuştum). O günden
beri iki yıl daha geçti ve Galatasaray Lisesinin
kuruluşunun 100. rı.cü yıl dönümüne ancak
beş sene kaldı. 1968 yılı, Türkiy~; hatt§. Dünya
çapında bir (Galatasaray yılı) olınalıdır. Bunun için bazı arkadaşlarla beraber (100. ncü
Yll dönümünü kutlama dernegi) kurmayı tasarladık.
Buna hepinizin ilgi göstereceğine
eminim. Mükafatlarıyla konferanslarıyla, seyahatlarıyla, neşriyatıyla bütün bir yıl Türkiye'nin sosyal hayatında ve bilgi alanında yalnız Galatasarayın sesi duyulmalıdır ...
İki yıl
ğım
5. Dördüncü maddede zikredilen teşek­
küllere yardımcı olmak ve onların iş gücü dı­
şında kalan okul binasını genişletmek, okul
personelinin kalifiye elemanlarla takviye edilebilmesi için munzam tahsisat vermek suretiyle onları daha müreffeh duruma getirerek
eğitim ve öğretim gücünü arttırmak,
6. Galatasaray Lisesinin Konferans salonundan ve Cemiyet Lokalinden istifade suretiyle ilmi, bedii ve kültürel toplantılar tertipetmek,
7. Pilav gününün
lamak,
programlarını
8.
Cemiyete bir lokal
9.
Müsamereler tertip etmek,
10.
İç
ve
dış
çıkarmak
mevkie
bir
yazıda
büyüklerim, evlatlarım ben 25
bir hizmetten sonra artık bir bakıma dinlenme köşeme çekilmeyi düşünürken bir bakıma da yeni ve daha genç
bir çalışmanın atılışları içindeyim. Bu, beni
çok heyecanlandırıyor. Her çalışma her şey
Türk Milleti için ve bunun içinde Galatasaray için... Allaha Ismarladık.
Dostlarım,
yıllık,
hazır­
sağlamak,
çeyrek
asırlık
_/fl.1L11aı#-~ak Bandetİ.i
geziler tertip etmek.
17
AL TIN KASE ve SAPAN TAŞI
Necdet ÇOBANLI
Galatasaray mecmuası için, benden iki saat içinde bir yazı hazırlamamı istedikleri zaman, evvela, bana tevdi edilen bu zevkli ve
o nispette şerefli vazifeyi bu kadar kısa zamanda yapamamak endişesi içinde irkildim.
Fakat sonra «hiç bir şey yapmasamda yalnız içimde olanları kağıda dökmeğe çalışsam
yeten>, diye düşünerek ka1eme sarıldım. İşte
bu satırlar sizlere her türlü düşünce ve fikirden uzak, sizlere, sadece. Galatasaraylı bir
ailenin evladı olarak doğmuş, öyle büyümüş
hayatının her safhasında Galatasaraylılık sı­
fatını büyük bir zevkle taşımış, bunun eşsiz
gururunu daimi tatmış, basit bir Galatasaray, lının hislerinin ifadesini getireceklerdir.
İki
sene kadar evvel Hayat Mecmuasının
yaptığı bir mülakat sırasında da söylediğim gibi, benim
için Galatasaraylı olan
bir insan, yalnız bu Galatasaraylılık sıfatı dolayısile 10 üzerinden 5 almağa hak kazanmış
bir insandır. Yani bir insanda mücerret bu sı­
fatın mevcudiyeti, onun başka hasletleri ha!{kında hiçbir malumatınız olmasa dahi, ona
hayat imtihanında sınıf geçecek bir not vermenizi icap ettirir.
benimle
zaman
müşkülatla
da olsa onu daima garba
bir lokomotif olmuştur.
Bu lokomotif, muharrik kuvvetini, kömürünü daima kendisini yetiştiren camianın birbirini severliğinden birbirlerine tek bir vücut
gibi kenetlenmiş olmasından almıştır.
doğru sürüklemiş
Bu kuvvettir ki, Galatasarayı bu güne kadar en şaşaalı devirlerine ulaştırmış, bu birliktir ki Galatasarayı ve Galatasaraylıları muvaffakiyete sevketmiştir.
Galatasarayın Aristokratik vasfı dolayısi­
le, muayyen bir zümrede Galatasaraylılara
karşı bir antipatinin mevcut olduğundan, zaman zaman bahsedildiğini duyarsınız. Buna
inanmayınız genç kardeşlerim, inansanız bile a'dırmayınız. Sizleri aristokrasi ve züppelikle itham edenler, sizin kuvvet ve birliğinizi
çekemeyenlerdir Sizi antipatik bulanlar. görgü ve hayat seviyeleri ve kültürleri itibarile
size yetişme ümidini kaybetmiş olan zavallı­
lardır.
«Kazara bir sapan
taşı,
Bir altm kı\seyi kırsa,
Ne taşın kıymeti artar,
Ne kıymetten düşer kase».
Bu neden böyledir?.'
Siz
<<Sapan
Galatasaray Lisesi, ilk kurulduğu, «Mektebi Sultani» olduğu günlerden beri sultanların, prenslerin, en mümtaz aile çocuklarının
· kaydolduğu, devam ettiği, mezun olarak hayata atıldığı bir mekteptir. Galatasaray, Türkiyenin garba açılan ilk penceresi, memleketimizde garp medeniyeti Ye Fransız kültürünün yerleşmesine önayak olan ilk müessesedir. Galatasaray, sinesinde yetiştirerek memleket hizmetine terk ettiği insanlar, bu memleketin kaderinde en mühim rolleri oynamış.
en mümtaz şahsiyetler olmuş ve tabir caizse
memleketin kaderini daima şarkın mistisizmine iten ceryanlara karşı koymuş ve zaman
«Altın
Kase» olmakta devam ediniz.
istedikleri kadar sizi kırmağa ·
kıymetinizden bir şey kaybetme-
Taş))ları
çalışsınlar,
yeceğiniz muhakkaktır.
Genç ve sevgili
kardeşlerim,
Daima «Altın Kase)) olmak sizin elinizdedir. Her zaman olduğu gibi, birbirimizi sevdiğimiz. yekdiğerimize hayatta destek olduğu­
muz, yakasında «Galatasaray Rozeti»ni gördüğümüz her kardeşe
kollarımızı açtığımız
müddetçe göreceksiniz hiçbir «Sapan Taşı,>>
sizi. değil kıymetten düşürmek, kırmak imkanını bile bulamayacaktır.
Quatrain
Que :terai-je sans toi? I\Ion ame se complait dans la peine
Et ne trouve pas cl'ami dans !es plaisirs.
ı·arrive, helas! a une saison ele la vie
Ofi chaque jour voit disparaitre, quelque part, un ami.
Rıfat
Necdet
EVRİMER
Tracluit par P. DUBOIS
18
BUL BA
Sermayesi 20.000.000
Halkın
e
ve
Tüccarın
n.
Hizmetinde
İkramiyeli tasarruf hesaplan
e
0
/ 0
e
6 112 a kadar faiz
Apartman daireleri, çeşitli para ikramiyeleri
8
Her türlü banka muameleleri
Dünyanın her tarafında muhabir
•
İthalat ve ihracat akreditif muameleleri
•
•
Teminat mektuplan
•
Her türlü sigorta muameleleri
C i d d i yet , s ü r' at ve k o 1a y 1fk
•
1
B LB
Eee! Veda çayımızı da verdik. Küçükken
dergilerden takip edebildiğimiz ve özendiğimiz
büyüyünce hazırlıklarını çok evvelden tasarlamaya başladığımız ananevi veda çayımız.
İyi ama bu gibi toplantılarda limonata
içildiğine göre neden Galatasaray Lisesi veda
limonatası denmiyor da Galatasaray lisesi veda çayı deniyor?
12 Edebiyatta yapılan bu felsefi münazarayı değerli hocamız M. Dubois ve hukukcu
Metin Belir den kurulu «limonatacılar)) ekibi
kaybetti. Uzun münakaşalardan sonra ittifakla veda çayı denilmesine karar verildi. Bu sene çayın hazır:ıklarına çok evvelden başlandı
ve semeresi de almdL Bu başarıda gayet titiz çalışan fenli kardeşlerimizin rolü büyük
oldu. ümit, Erbil, Enis, Murat, Orhan, Altan ...
gibi elemanlardan kurulu fen ekibi hakikaten
başarılıydı. Onbeş günlük tatilden istifade edilerek mali durum
düzeltilmekle kalmadı.
sene sonunda
olan yıllık içinde
bir miktar para arttırılmış oldu. En son sistemlerle çalışan Murat Kunt k:endine has tekniği ile Uludağ'da bilet satarken. Cem Çeş­
miğ'de Ankara'da bankalarla yüksek kademe
toplantıları yapmakla meşguldü. istanbul'da
ise Ümit Aşçı Tükenmez Gayretiyle M. Balleret den ikmale kalmayı aşağı yukarı garantiledi. Ayrıca taşıması gayet kolay olan «portatifı>
Erbil'den bilumum hesap işlerinde
<X; + ; - ; Vxı büyük yardımlar sağlandı.
6 Nisan 1963 cumartesi.
Güneşli, neşeli.
bir gün. Hilton Şadırvanın mutfağında limonata ve pastalar hazırlanırken, Galatasaray lisesinin yatakhanelerinde de son
sınıflı «Jön» ler eksiklerini
tamamlamakla
meşguldüler.
Şevket ve Selim ustalar Harıl
Hanı çalışıyorlardı. Hatta K. .. Prensi Selim
bey Öğle namazım bile kaçırdı. İstiklal Marşı
büyük bir neşe ile söylendikten sonra ( cumartesileri daima böyle olurı kafada çayın düşün­
celeri ağızda limonatanın tadı, ve kollarda
«keman kaşlı, sürme gözlü, selvi boylmmun
hayaliyle dağılındı.
pırıı
pırıl
Saat 14.30 Galatasaraylılar Hilton civarın
da görünmeye başladılar. Evvela öncü kuvvetler ( organisation komitesi ı sonra birlikler
ı son sınıflı gençlerı en sonrada takviye birlikleri (hocaları
döner kapıda bir iki defa
döndükten sonra içeriye girmeye muvaffak oldular. Fazla mühim bir zayiat verilmedi : 22
el, 15 ayak ve 4 büyükçe kafa maalesef sıkıştı.
Değerli Edebiyatçımız Rifat Necdet Beyin çaya gelmeyişi bizleri ziyadesiyle üzdü <ah bu
modern kapılar!!! ı
Organisation
komitesi balonlara kadar
Değerli ve N'1.zik Fransız hocalarımızdan M. Balleret en erken gclenarasınclaydı.
Bir d2kika boş durm2dı ve
yardım etti. Fransız kolonisinden sonra sayhazırlamıştı.
20
rek salona girdi ve M. Balleret nin yardımıyla
yerine oturabildi. Böyle bir karşılama töreni
Lisemizde hakikaten çok az hocaya nasip olmuştur.
gı değer ve centilmen Türk hocalarımız birer
birer gelmeye başladılar. Bu birer birer gelenler arasında sempatik tarihçimiz, küçük ailesini yanyana dört küçük masaya yerleştirdik­
ten sonra canla başla yardıma uğraştı.
Hocalarımızdan gelenler arasında: M. Balleret, M. Goudman, M. Rollet, M. Dubois, M
Gerthoffert, Süreyya Bey, Habib Bey, Cemal
Bey, Hüsnü bey, Ferruh bey, Hilmi bey, Merih
bey, Ali ortaç, N. Vouzelaud, Kemal Zeren, Müdürümüz Ali Teoman ve eşi de vardı.
Talebelere gelince, aşağı yukarı bütün son
sınıflar oradaydı. Bekarlar masasında 12 Fen
ve Edebiyatlılardan kurulu bir gurup «bekarl1k sultanlıktır» diyerek limonatalarını yudumluyorlardı. Sahnenin hemen solundaki gurup
ise çayın en neşeli topluluğu idi. Güldüler,
söylediler, dans ettiler, saçlarını yıkadılar,
boyadılar velhasıl tam manasıyla eğlendiler.
Bu neşeli gurubun arasında çok sevdiğimiz arap Kemal ve arkadaşı Ayşe, Tamer ve cici arkadaşı Nihal, Neşe kaynağımız D~vulcu K.
Aydın, ve onun kadar sevdiğimiz Inci, Cem
ve Suzi (M. Gerthoffert konuşmasını anlamadığı iddiasıyla kırık
vermiştir) Alpaslan ve
Siranuş, politikacı
Ateş Ünal Erzen ve son
model Dior kreasyonu ( ! ) elbisesi ile Bedra
(P.), Türkler, Savaş ve arkadaşları, Bir de Ş.
Hamdi bulunuyordu.
Timur'un yaptığı çok hararetli açış konuş
masından sonra çay
başladı. Türkiyenin en
iyi müziğini yapan, Süheyl Denizci ve Arkadaşları bu toplantının
öncülüğünü yaptılar.
Fakat hayret, kimse dansa kalkmaya cesaret
edemiyor. Öğle ya sahnenin önü tamamen hocalarla çevrili. Timur gene mikrofonda. Bu
sefer kendisinin de anlayamadığı bir takım
fransızca ve türkçe karışık cümlelerle g~nç­
leri dansa davet etti. Beklenen an: Aydın Tamer. Hamdi, Murat, Cem, Oktay, pistteler. Onları diğerleri takip ediyor. Biranda Hocaların
önünde bir yarımay kalmak üzere pist tamamen doldu. Birbirinin damına atılan kaçamak
bakıslar, ve hemen kafalarda düzenlenen bir
güzellik kraliçesi seçimi. Muratın davetlisi o.
lan Fransız arkadaşın damı, ekseriyetle birinciliği kazandı.
o esnada büyük bir gürültü koptu. Alkış­
lar ve tezahürat arasında son sınıfların, çok
sevilen hocası M. Gerthoffert Saçını düzelte!1
Bu sene çok başarılı konserler veren ve
kritikler tarafından Türkiyenin en iyi .amatör
vokal gurubu seçilen Lisemiz vokal gurubu elemanlarının kapıdan süzülüp, soyunmaya gidişleri gözümüzden kaçmadı. Sanatsever müdürümüzün büyük bir .anlayış göstererek hazırlattığı güzel kıyafetleriyle gençlerimiz gözüktüler. Tolga, Aydın, Mehmet, Vasıf, ve Timur'un yaptığı müziği Süheyl denizci ve arkadaşları yarım saat ayakta dinlediler (oturacak yer yoktu), o esnada Ali Teoman, Fransanın değerli atom alimlerinden B. curien ile
geldiler.
Geçen sene bol bol danseden İngilizceci­
miz Habib Şabo Ayral bu sene bütün israrlara
rağmen dansa kalkmadı.
Bu güzel çayın diğer ilgi çekici tarafı da,
piyangonun zenginliğiydi. Biletler G.S. kibritleri içinde takdim edildi. Erkeklere çıkan
«soutient»ler havayı büsbütün neşelendirdi. Ya.
pılan şimsiyeli dans müsabakası çok çekişmı.ı­
li geçti. iki şemsiye parçalandı, ve herzamanki açıkgözlülüğü ile nasıl olduğunu anlayamadan Alpaslan finale kaldı. Fakat müsabakayı,
hariçten gelen bir çift kazandı. Meydana gelebilecek itirazları önlemek için üç kupa birden bu çifte verildi. (Uzağı görme diye buna
derler). Bundan sonra iş gene Süheyl denizci
beşlisine düştü, ve istemiye istemiye bu güzel
ve unutulmaz günü kapattılar, Galatasaraylı­
lığa yakışır bir efendilik ve samimiyet havası
içinde geçen bu çaydan herkes fevkalade intibalarla ayrılıyordu. Fakat bütün son sınıflı
gençlerin kalbinde yüzlerindeki tebessümlerle
örtmeye çabaladıkları bir burukluk bir acılık
vardı. Tatlı bir acılık. On iki sene sonra ayrı­
lığı ilk defa olarak hissettiren cümlenin verdiği acılık ve sarı kırmızı iki damla göz yaşı:
-«Muhterem misafirlerimiz çayımız sona erdi.
Gelmek zahmetine katlandığınız için hepinize teşekkürler ederiz efendim.»
Sessiz
Yiirüyüş
Mart ayı içinde şehrimizde vuku bulan
olaylardan birtanesinde bir nümayişçi gurubunun mektebimizin önünde çirkin tezahüratta bulunması, ve hatta daha da ileri giderek
bahçeye şişe ve taş atmaları ve komünist Galatasaraylılar
diye bağırmaları üzerine 28
mart perşembe günü okulumuzun Lise kısmı
öğrencileri bu isnatlara cevap vermek ve bu
zihniyeti protesto etmek için Taksim Abidesine Galatasarayın adına uygun bir sessiz yürüyüş yapmış ve anıta bir çelenk koymuşlar­
dır. Hep birlikte söylenen istiklal Marşından
sonra yine olgun bir şekilde mektebe dönülmüştür. Yürüyüş basında ve İstanbul vilayeti nezdinde takdirle karşılanmış. Bizzat Valimiz Niyazi Akı okulun kendisinden beklenen
tarzda bir yürüyüş yaptığını ve bunun diğer
yürüyüşlere bir örnek olmasını temenni ettiğini müdür Ali Teoman'a bildirmiştir.
ve
E
LASTiKLERİ
OTOMOBİL ve KAMYONETLERİ
YENİ
İTHALAT ve İHRACAT
Cumhuriyet Cad. 175-177 Tel : 48 4 7 32 - 48 63 53
P ARCA ve
~
SERVİS
1CiN
~
15 Nisan pazartesi gunu, Senato Başkanı
Suat Hayri Ürgüplü, ve Senatör Suphi Batur
mezunu oldukları mektebimizi ziyaret etmiş­
ler ve Müdür Ali Teoman ve son sınıf öğren­
cileri ile birlikte öğle yemeğini birinci yemekhanede yemişlerdir. Misafirler mektepten ayrılırken bu ziyaretten çok memnun kaldıkla­
rını, okulu aynı çalışma temposu içinde görmektende aynca sevinç duyduklarını belirtmişlerdir.
Geçen
Hocamız
Şeker Bayramından
Ferruhzat
Turaç'ın
faydalanarak
Başkanlığında
Fransız
hocalarımızın da katıldığı bir
grup arkadaşımız, Ankara, Kayseri, Göreme
ve civarında bir gezi yapmışlardır.
bazı
R
HMJ\LARI
""
TAFSiLAT AKBANK GiŞELERiNDEKi BROŞÜRLERDEDIR.
~Her şubeye
müracaat edilebilir.)
HANGi MESLEÖI SEÇECEKSiNiZ.
NiÇİN?
RESMi VE ÖZEL LiSE SON SINlf
ÖGRENCILERI ARASINDA
VOLEYBOLDA
TÜRKİYE
Basketbolda istanbul ikincisi, atletizmde
olduk.
ikincisi olmuştur. Kendilerinden bir birincilik beklememize rağmen bu ikinciliğide küçüm
semiyor ve basket takımımızı da vazifesini
yapmış olarak kabul ediyoruz. Umarız ki Gelecek senelerde takımımız daha üstün bir form
göstersin ve layık olduğu şekilde şampiyon
olsun.
VOLEYBOL:
Uzu.n senelerin yenilmez takımı, Lisemiz
Voleybol ekibi, bu senede beklenilen neticeyi
alarak, hem İstanbul hemde Türkiye Voleybol
şampiyonu oldular. İstanbul şampiyonasında
finale kalan takımlardan sırayla Kabataş Lisesini 3--0, Atatürk Lisesini 3-0 ve ST, Joseph'i 3-1 yenerek şampiyon olan takımımız
Adanadaki Türkiye birinciliğinde de İzmir Ticaret Lisesini 3-0 Ankara Deneme Lisesini
3-0 Ve Adana Lisesini 3-1 yenerek şampiyon
luğu ele geçirdi. Bu yıl çok başarılı maçlar
çıkaran vok,·bol takımımızı candan tebrik eder, ve mur .1akiyetlerini önümüzdeki yıllar­
dada devamını dileriz.
Bu konuda Voleybol Kaptanı İlker şun­
ları söyledi: «Arkadaşlarımın ciddi ve sistemli çalışmaları bizi şampiyonluğa götürdü. Bu
şekilde aralıksız şampiyon olma rekorumuzu,
yeniden kırmış oluyoruz. Bu bizi son derece
sevindiriyor.>>
ATLETİZM
28-29 Nisan tarihlerinde
rası
puanlı
atletizm
yapılan
Liselera-
yarışmasında Takımımız
İlk gün bazı elemanların tehir zannı ile gelmemeleri, ikinci günde, iki atletizimin «fauxdepart» ve diskalifiye ile elenmeleri sonucunda umduğumuz neticeyi alamadı ve birinci olabilecek durumda iken
ancak üçüncülüğü
kazanabildi. Birinciliği Deniz lisesi (9914 puan), ikinciliği Vefa Lisesi (9630 puan) üçüncülüğü Galatasaray Lisesi (9317 puanı aldılar.
Eğer ilk gün 4xl00 de tam takım koşulsa, ve
400 engelli de elemeseydik açık farkla birinci
olabilirdik. Ferdi olarak elde edilen iyi sonuçlar şunlar: 400 de Alpay birinci, 800 de yine
Alpay Dördüncü, 100 de Türker İkinci ve 200
de Dördüncü, 1500 ve 300 m. de Ercüment altıncı Uzun atlamada, Ender ikinci Çekiç atmada Çetin dördüncü cirit atmada Enver dördüncü, Takım olarak 4x100 de ikinci 4x400 de
BASKETBOL:
Basketbol t · kımımız da bu yıı çok başarılı
maçlar çıkarm2sna, gurubunda şampiyon olmasına ve finaı maçlarında da Alman lisesini:
69-63, Haydarpaşa Lisesini 64-57 yenmesine rağmen St. Joseph'e karşı beklenilen oyunu gösterememiş ve 75-59 yenilerek İstanbul
İkinci.
24
t/;erli ve yabancı bütün turist/e,.,in
tek ugrak yeri
TOURING
SERViCE
BP Turing Servis ,şehir ve gol harftaları, şehir planlan
ve /Jütün lüzumlu malumatı sizlere wrebilecek Danışma
Büroları ile hizmetinizdedir.
cfldrts:
TA
Servis İstasyonu
Motor Yenileme
»
TUNE UP
Normal ve Otomatik
Şanjman
Ön takım - Diferansiyel
Fren Tamirleri
Karosöri ve Çamurluk
Tamirleri
Şasi
Düzeltme
Boya İşleri
Orijinal Parçalar
En Modern Tezgahlar
Mütehassıs
Ustalar
K urtarnıa Arabası
Büyükdere Cad. No. 75
Tel: 48 36 75
VE
.
TERKiPLi
iLE
.,! YAKITTA
[~iill
EKONOMiA. SERViS
.
EKONOMi
~ TAMİRDE EKONOMi
,/ ÖMÜRLÜ ARABA
RAYBANK
UNUTMAYINIZ
Sermayesi 22.000.000. TL.
**
*
*
Apartıman
Daireleri
Zengin para ikramiyeleri
İkramiyelerde en yüksek
RAY HASRETE
İsabet ihtimali
Bilumum Banka muameleleri
ile
Hizmetinizdedir.
RAYBANK
SERVETE
Ankara
(Yenişehir
- Ulus - Gülveren -
KAVUŞTURUR
Samanpazarı)
İstanbul
(Sirkeci -
Kadıköy)
RAYBANK
İzmir - Adana - Eskişehir
Kayseri - Konya - Sivas
BATI ALMANYA MENŞELi
LASTiKLERi
BEKERCAN TİCARET LTD. ŞT1.
Taksim - İstanbul
Cumhuriyet Caddesi 51
28
ŞEHSUVAR
Daima
Canlı ...
MENEMENCİOGLU
Yüksek Elektrik Mühendisi
Çünkü
rinde!
sıhhatı
yeHER TÜRLÜ
Besleyici, vitomi·
ni çok bol olan
S A NA çocuklar
ve büyükler için
hakiki bir sıhhat
ve enerji kayna-
YÜKSEK VE ALÇAK TEVETTÜR
ŞEHİR ELEKTRİK TESİSATLARI
ğıdır.
TAAHHÜDÜ
ve MALZEMELERİNİN SATIŞI
Mağaza
: Bankalar Han 1 -
Galata
Telefon : 44 02 48 - 44 48 94
Telgraf : ŞEHVAR -
İstanbul
PAMUKBANK
Sermayesi 17.000.000. TL.
196 3
ılın <la
1 Adet 100.000 Lira
2
}}
50.000
}}
605.000 TL.
2
}}
10.000
)}
DAGITIYOR
18
}}
5.000
)}
60
})
1.000
)}
2730 Rişiye Çeşitli Para İkramiyeleri
Tasarruflarınızı
PAM
Pamukhank'ta Değerlendiriniz.
K
K
Osman Güzel
RaJ110 _/11.a9arıaıı 110. Soğ.uk tfe.aını .Setuiıi
Beyoğlu İstiklfil
Caddesi 44
44 28 52
Telefon :
49 5917
DONDURMA veBUZYAPMAMAKlNALARI
BUZ DOLAPLARI - KASAP DOLAPL/ RI
VİTRİN - HAVUZ
Soğuk Hava Tesisleri
PHILIPS
Radyoları
Resmi Acentesi
iLK
BAHARDA
ÇOCUKLARIN NEŞESİ
KAZOVANIN
MERSERiZE
TRİKOLARIYLA
TAMAMLANIR
Kız çocukları için fevkalade
cazip yüksek evsaflı ve ucuz
merserize trikolar.Erkek çocuk
şortları ,pantolonları ve Takım·
ları zevkinize en uygunudur.
)
'
~
lanan desenli TERYLENE crimplene çocuk gömlekleri
!arınıza verebilecğiniz en Kıymetli hediyedir;
Mamullerimizi Kazova Mağazalarından ve Büyük Tuhafiyecilerden Arayın'
TÜRK PETROL
TÜRK PETROL
••
unyanın
....
En
Motor
·stün
Pirinç boru, çubuk ve tel çeşitleri­
ne ilaveten bu kerre modern tesisleri ihtiva eden laminuvarımızda
DiN normiarma uygun vasıfta
Yağları
i i
!aramız
Galatasaray Lisesi Neşriyat Ko;u
istanbul'da Çıkarılır
Sahib ve
Yazı
İşlerini
Muvaffak
Bu
fülen
İdare
sayıyı hazırlayan Neşriyat
Eden
kolu
Ömer BOZKURT
Akın AKBAYGİL ilhan EKSEN
Turhan ILGAZ - İbrahim HIZALAN
Fotoğraflar
:
İ.F.A
SANAT BASIMEVİ
Cağaloğlu, Molla Fenari Sokağı 34 İstanbul
satışa
ar:zedilmiştir.
• Yüksek evsaftadır.
e 60 x 140 cm. boydadır.
e Kenarları düzgün kesilmiştir.
• Muhtelif kalırılıklardadır.
tarafından
BENDERLİ
da
r------------------------,
görebilirsiniz. :
ı
:
ıı
Satış mağazamızda
Ali Yazıcı Sokak No. 10
Fermeneciler - Galata - Tel: 44 8113
11
il
Lm••-••••••••••••••••••••~
e
RABAK
"
Elektr,;- Hktik Bakır ve Mamuller_;
Anonim Şirketi
•llllllllllllllB~llllllllllllllllilDllllllilmlllil•• 'Haııı
---,
rocuk
1
_......
/
J
SAN AT BASIMEVİ
Molla Fenari
Cağaloğlu -
~
-
Cağaloğlu, ı,.
Sokağı
34
İstanbul

Benzer belgeler

OKU - Sultani

OKU - Sultani ce besoin de liberte chez les jeunes gens et meme chez les jeunes enfants. Ce besoin s'affirme parfois brutalement, maladroitement, par exemple chez les blousons noirs mais il vient certainement de...

Detaylı

Oku - Sultani

Oku - Sultani deux centimetres au dessus de votre tete ou a deux metres, de resultat est le meme. A un autre: «pourquoi eprouvez-vous le besoin de toujours jouer la comedie, meme si ce n'est pas necessaire ?» - ...

Detaylı

OKU

OKU (:8.nl an.ınca l97S yıbnd::ı. Sosyatışı P:ıtti'yl kutdu. 12 l!ylül'dc DiSK davasında, Aydınlar DilekçcSi d:ı.vnsınd:ı llVukathk y3pU. J2 EylOl döneminin bcıncn atdınd:tn son günlerine kııdor soıyal...

Detaylı